132

Page 1

SAYFA

2

SAYFA

Ahmet fi›k yaln›z kalmad› Ahmet fi›k ‘K›rk Kat›r K›rk Sat›r’ kitab› nedeniyle yarg›land›¤› davaya dostlar›yla kat›ld›

9

BEDAfi’ta milyonluk kaçak Son günlerde borcunuz olmad›¤› halde elektrik faturas› ihbarnameleri mi geliyor?

SAYFA

13

Seçim vaatlerinin tarihi ‹ki anahtar verenler, kim ne veriyorsa 5 fazlas›n› verenler, unutulmayan seçim vaatleri

SAYFA

14

Yeflile düflen karart› Bursaspor - Befliktafl maç›n›n iptal edilmesi holiganizmin kayna¤›n› tart›flmaya açt›

20 May›s 2011 • 1 TL

Y›l 6 • Say› 132

Oy için Alevi-Kürt düflmanl›¤›, savafl ve kaset oyunlar› devrede

Kirli savaş, kirli siyaset

Sansüre karfl› yürüyen, hastanelerde taflerona baflkald›ran, operasyonlara karfl› bar›fl diyen kitleler AKP’yi zorluyor

Yükselen muhalefet karfl›s›nda AKP seçim meydanlar›nda ›rkç›l›¤›, gericili¤i körüklüyor, Kürtlere karfl› savafl› büyütüyor

AKP kâr için Kütahya’da topra¤›, oy için siyaseti kirletiyor. Müzakereleri sürdürürken kan dökerek halklar› düflmanlaflt›r›yor

Yaptıkları yapacaklarına teminat

Denizler unutulmad›

52 milyon seçmenin oy verece¤i genel seçimler yaklafl›rken Halk›n Sesi, iktidar partisinin sekiz buçuk y›ll›k icraatlar›n› yazd›.

Ölümlerinin 39’uncu y›l›nda üç fidan› binlerce fidan takip ediyor. Türkiye’nin neredeyse her ilinde Deniz, Yusuf ve Hüseyin için anmalar yap›ld›. Üç fidan›n yan›na bu y›l bir de ‘ç›nar’ gitti S. 3

S. 12

Söyleşi: CHP, yeninin içindeki eski CHP’nin yeni çizgisini ve söylemini, sosyal demokrasi üzerine çal›flmalar yapan Dr. Derya Kömürcü ile konufltuk S. 11

Kadın düşmanlığına karşı sosyal güvence Halkevci Kad›nlar’›n 8 Mart’tan beri sürdürdü¤ü tüm kad›nlar için sosyal güvence kampanyas› büyüyor

Filtresiz internet, AKP’siz ülke

Yeni dönem kitle muhalefetinin etkisi ve çap› eskisine göre çok daha büyük olacakt›r... YOL YAZISI S. 3

Kad›n düflmanl›¤›na karfl› sosyal güvence için Halkevci Kad›nlar’›n 10 gerekçesi var

‹syan›n baflka ülkesi Suriye’de halk›n talepleri di¤er ülkelerdekiyle benzer. Ama ülkenin, kendine özgü koflullar› var. Bu durumu Clinton ‘Suriye baflka’ diyerek ifade ediyor S. 5

S. 6-7

Bir k›v›lc›m çakt› Balcal›’da Adana’daki Balcal› Hastanesi’nde sa¤l›k iflçilerinin tafleron flirketin ihalesine gösterdi¤i tepki tüm sa¤l›k çal›flanlar›na hak alma mücadelesinde yol gösterdi

Filtre uygulamas›yla internet kullan›c›lar›na fiili sansürü dayatan BTK’n›n güvenli internet yönetmeli¤i binlerce kiflinin kat›ld›¤› eylemlerle protesto edildi S. 2

AKP hem vuruyor, hem suçluyor Son askeri operasyonlar Kürt halk›nda öfke yaratt›. AKP operasyonlar›n arkas›nda duruyor fakat akan kan›n sorumlulu¤unu alm›yor S. 4

S. 8

Ferda Koç / Sayfa 4

Kibele’den Mektup / Sayfa 7

Gerçe¤e dönüfl

Gerçek eflitlik için...

Tufan Sertlek / Sayfa 9

Ustal›k dönemi

Meltem Çavdar / Sayfa 15

Kar Beyaz, sade bir...

Yer maden gök zehir Kütahya’daki madende siyanür havuzunda yaflanan çökme tehlikeyi görünür k›ld›. Siyanür hem topra¤a hem havaya kar›flarak gün be gün insanlar› zehirliyor S. 10


2

MEDYA 20 May›s 2011 / 2 Haziran 2011

Halk›n Sesi

Filtresiz internet, AKP’siz ülke B

ilişim Teknolojileri ve İletişim Kurulu’nun ‘filtreli internet’ uygulamasına tepki gösteren on binlerce internet kullanıcısı 15 Mayıs’ta 31 ilin meydanlarını doldurdu. ‘Filtreli internet’ uygulamasının sansür olacağını belirten internet kullanıcıları, sosyal paylaşım sitelerinden örgütlenerek sansüre izin vermeyeceklerini haykırdı. “İnternetime dokunma” eylemlerinin en kitlesel ayağı İstanbul İstiklal Caddesi üzerinde gerçekleşti. 20 bini aşkın internet kullanıcısı caddeyi “AKP elini internetten çek”, “Sansüre karşı omuz omuza”, “TİB’siz internet istiyoruz” sloganlarıyla inletirken, çevre binaların balkonlarına çıkanlar eyleme alkışlarıyla destek oldu. İzmir, Ankara, Mersin ve pek çok kentte de binlerce internet kullanıcısı sansüre karşı kitlesel yürüyüşler gerçekleştirdi. Halkevciler de yürüyüşlerde yerlerini aldı. “HÜSEY‹N ÜZER DE HAYDAR ÜZMEZ M‹?” Eylemin öznesi internet kullanıcıları, sözlük yazarları ve paylaşım sitelerinin müdavimleri olunca, ortaya oldukça renkli slogan ve dövizler çıktı. Eylemcilerin kullandığı “Vatan yahut filitre!”, “Biz filtreyi sadece kahvede severiz”, “Aferin çok iyi düşünmüşsün”, “Bir iki üç TİB…”, “Modeme kalkan eller kırılsın” Yalandan BıkTıK” gibi sloganlar dikkat çekti. Yapılan eylemlerdeki ortak mesaj ise internete koyulacak hükümet sansürüne karşı kullanıcıların sessiz kalmayacağı oldu. BAL G‹B‹ SANSÜR… İnternet kullanıcılarının “sansür” dediği “filtreli internet” uygulaması 22 Ağustos’ta yürür-

Bilişim Teknolojileri ve İletişim Kurulu’nun 22 Ağustos’ta uygulayacağı ‘filtreli internet’e karşı on binler “İnternetime dokunma” diyerek sokaklara döküldü

‹nternet üzerinden örgütlenen eyleme haz›rl›k da sanal ortamda oldu. Haz›rlanan pankartlar, dövizler sanal sözlüklerde, Twitter ve Facebook’ta paylafl›ld›. Forum sitelerinde pankart, slogan önerileri için ayr› bafll›klar aç›ld›. lüğe girecek. İcracı kurum olan TİB, “İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar” başlıklı yönetmeliğin sansür olmadığını savunarak eylemcilere karşı çıkıyor. Yönetmeliğe göre internet aboneleri, TİB’in kurguladığı 4 paketten birini seçmek zorunda kalacak. Aile, çocuk, yurtiçi ve standart paket olarak belirlenen

tarifeleri seçen aboneler, paket içeriğinde yasaklı olan sözcükleri bulunduran internet sitelerini ziyaret edemeyecek. Ayrıca her abone, kendine ait kullanıcı adı ve parolayla internete gireceğinden, internette attığı her adım kayıt altına alınacak. Kullanıcıların uyup uymadığının sıkı takip edileceği TİB’in belirlediği 138 kelimelik

yasaklar listesinde şunlar da var: “Haydar, hayvan, etek, sarışın, adrianne, baldız, yasak, hikaye…” B‹R DE OTOSANSÜR VAR İnternet kullanıcıları, on binlerin katılımıyla düzenledikleri eylem sonrası sansürün bir başka biçimi otosansürü de tanımış oldu. İktidarın sansür kararına

karşı sokaklara dökülen binlerce kişiye medya ilgi göstermedi, eyleme sansür uygulandı. NTV, Habertürk gibi haber kanalları canlı bağlanacaklarını duyurdukları eylemi, açıklamalarına göre ‘teknik aksaklıklar’ nedeniyle yayınlayamadı. Televizyon kanalları eylem yerine başbakanın zaten hergün yayınladıkları seçim konuşmalarının bir yenisini yayınladı. Buna karşın internet kullanıcılarının sosyal paylaşım sitelerini etkin kullanımı sonucu, eylemin tüm detayları öğrenilebildi. Kendi haberlerini kendileri yapan eylemciler, çektikleri fotoğrafları, videoları ve yorumlarını sosyal paylaşım sitelerinde yaygın olarak paylaştı. SOSYAL PAYLAfiIM S‹TELER‹NDEN… Eyleme katılanlar sosyal paylaşım sitelerinde düşüncelerini paylaştı: Taksim ayağı çok coşkulu ve renkli oldu. Sayı veremiyorum ama kitlenin başı tünele geldiğinde sonu meydandaydı. Sanırım sansürcülere güzel bir cevap olmuştur. –duck lee İngilizce pankartlardan anladığım kadarıyla yine bir Amerikanya oyununa karşı gerçekleşmiştir. Beter olsunlar. İngilizler’den de şüpheleniyorum. Kraliçe ağlıyor. –joker in the pack Haftaya olsa yine giderim. Sesim kısıldı bir ara ama olsun. evinde oturup gelmeyenler umarım utanırlar. –beholderrullez Zaman gazetesine göre bugün böyle bir yürüyüş olmamış. –pavlus Tayyip’in "Zaten Taksim hep öyle kalabalık, biz onlar için Taksim’e İstiklal Caddesi açtık bu birkaç kendini bilmez ihanet ediyor" diyeceği yürüyüş. –kratos

En yakın meydan

Yüzlerce ‘V’ sokakta

E

skişehir’deki eyleme katılan gençler yüzlerine V For Vandetta filminin otoriter yönetime karşı mücadele eden kahramanı V’nin maskelerini taktılar.

İzmirliler çılgınmış

İ

zmir’de eyleme katılanlar arasında ‘deliler’ vardı. Kendilerine ‘İzmir Delileri’ adını veren grupla birlikte Tabip Odası üyeleri ve liseliler de yürüyüşteydi.

Fikrin sahipleri için

İ

stanbul’da bir eylemci karikatürleri çağrıştıran düşünce balonuna yazdıklarıyla fikrin sahiplerine mesaj veriyor.

Ahmet Şık yalnız kalmadı A

fi›k’› karfl›lamak için Ahmet ve Nedim’in gazeteci arkadafllar› grubunun ça¤r›s›yla bir araya gelen iki yüzden fazla kifli adliyeye yürüdü.

hmet Şık tutuklandıktan sonra ilk kez dostları ve kendini destekleyenlerin arasındaydı. Şık ve Ertuğrul Mavioğlu, kaleme aldıkları iki cilt halindeki “40 Katır 40 Satır” adlı kitap nedeniyle Kadıköy adliyesindeydi. Adliye binasının içinde Şık, dışında ise Şık’ın foto maketiyle beraber destekleyenleri vardı. İki isim soruşturmanın gizliliğini ihlal suçuyla yargılandıkları Kadıköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın karar duruşmasında beraat etti. Ahmet ve Nedim’in Arkadaşları Grubu’nun çağrısıyla davanın görüleceği 13 Mayıs günü Kadıköy’de Boğa heykelinin önünde buluşan oldukça canlı bir kalabalık buradan Bahariye Caddesi boyunca ilerleyerek Kadıköy Adliyesi’ne yürüdü. Aralarında gazeteci örgütlerinin temsilcilerinin, Şık'ın meslektaşı ve çalışma arkadaşlarının, Suavi, Şevval Sam, Jülide Kural ve çok sayıda sanatçının, kitle örgütü ve siyasi parti temsilcilerinin bulunduğu kitle

adliye önünde yaklaşık 2 saat boyunca davanın sonuçlanmasını bekledi. Ahmet Şık’a seslerini duyuran dostları “Ahmet çıkacak yine yazacak”, “Ahmet, Nedim onurumuzdur” sloganlarıyla Şık’ı selamladı. AHMET’LE HATIRA Uzun süren bekleyiş boyunca Bandista şarkılarıyla Ahmet ve Nedim’in arkadaşlarını yalnız bırakmadı. “AKP elini medyadan çek” ve “Cemaat elini medyadan çek” sloganlarıyla iktidara basına yönelik baskılardan vazgeçmesi mesajının verildiği eylemde Ahmet ve Nedim’in dostları adına basın açıklaması yapıldı. Açıklamayı gazeteci Ruşen Çakır okudu. Eylemde çok sayıda katılımcı Şık ve Şener’in fotoğraflarının bulunduğu tişört giymişti. Bilgi Üniversitesi’nde yapılan Ahmet Şık maketi eylemde en dikkat çeken objelerden birisiydi. Eyleme gelenlerin çoğu bu maketle hatıra fotoğrafı çektirdi. Mahkemeyi izlemeye gelenlerin

fi›k, 40 Sat›r 40 Kat›r” kitab› nedeniyle yarg›land›¤› davan›n duruflmas›na getirildi. Arac›n etraf›n› saran fi›k’›n dostlar› alk›fl ve sloganlarla seslerini ona duyurduHaf›zalarda ring arac›ndan zafer iflareti yapan fi›k’›n görüntüsü kald› salona sığmaması nedeniyle Şık ve Mavioğlu’nun duruşmasının binanın caddeye yakın olan tarafındaki mahkeme salonundan daha uzak bir salona alındığı ve Ahmet Şık’ın

Siyanürle zehirle, haberle kafaları bulandır Koza grubuna ait Bugün gazetesi 16 May›s günü internet sitesinde Haber Müdürü Güngör Ergün imzas› ve “Büyük yalan ortaya ç›kt› / Ezber bozdu” bafll›¤›yla bir haber yay›mlad›. Haber Kütahya’daki madende ortaya ç›kan tehlike üzerine tart›flma konusu haline gelen siyanürlü madencilik konusunu ele al›yordu. EKMEK KAPISINA ‹HANET EDEMEZ

Türkiye Kimya Sanayicileri Derne¤i Çevre Dan›flman› Prof. Dr. Caner Zanbak ile bir söylefli yay›mlayan Bugün gazetesinin Zanbak’tan aktard›¤›na göre siyanür zararl› de¤il, hatta her insan›n vücudunda belli oranda bulunmas› gerekiyor. Madenlerde s›zma ve buharlaflma yoluyla havaya, suya besin zin-

cirine kar›flan siyanürün yan etkisi yoktu. Gazetenin siyanür sevgisinin kayna¤›n› aktarmadan önce habere kaynak olan kiflinin kim oldu¤una dikkat çekmekte fayda var. Zanbak isminin önünde bir akademisyen ünvan› tafl›makla birlikte asl›nda bir ifl çevrelerine yak›n bir isim. ‹stanbul Sanayi Odas› Çevre ‹htisas Kurulu’nun baflkan vekili.

Haberde de belirtildi¤i üzere kimya sanayicilerine de dan›flanl›k yap›yor. Bu durum Zanbak’›n siyanürlü alt›n konusundaki tavr›n›n bafltan yanl› olabilece¤i flüphesini do¤uruyor. Zanbak Bugün gazetesindeki söyleflide TMMOB’a ba¤l› odalar›n yöneticisi olan mühendisleri yanl›fl aç›klamalar yapt›klar› için elefltiriyor. Oysa bu mühendislerin ve odalar›n durum karfl›s›nda bir ba¤›ms›zl›¤› var. Zanbak gibi siyanür kullanan ifl adamlar›na dan›flmanl›k yapm›yorlar. K›saca Zanbak ekme¤ini aralar›nda siyanür kullanan ifl insanlar›n›n oldu¤u bir kuruma dan›flmanl›k yaparak kazand›¤› için bu konuda yeterince ‘ba¤›ms›z’ ve ‘güvenilir’ bir kaynak de¤il.

S‹YANÜRÜ SEV‹YORM ÇÜNKÜ...

Gelelim Bugün gazetesinin siyanür sevgisine. Bugün gazetesinin sahibi olan Koza gurubu Türkiye’de siyanürlü yöntemle madencilik yap›lan 6 madenden ikisinin sahibi. Bugün Gazetesi ve Kanaltürk'ün sahibi oldu¤u Koza grubu 2005 y›l›nda Bergama Ovac›k'ta siyanürle alt›n arama faaliyeti yürüten Avusturyal› Normandy Mining firmas›n› sat›n alarak madencilik sektörüne girdi. Grup Bergama'daki madenin yan› s›ra GümüflhaneMastra'da da siyanürlü liç yönteminin kullan›ld›¤› bir madene sahip. Bu madenler insan sa¤l›¤›n› tehdit ediyor. AKP iktidar›yla yak›n olan grubun 2005 sonras› girdi¤i bu sektörde 100'den fazla bölge için maden arama ruhsat› ald›¤› biliniyor.

eyleme katılanlara teşekkür edip selam yolladığı belirtildi. Mahkeme sonrası ring aracına bindirilen Şık’ı arkadaşları, meslektaşları aracı bir süre durdurarak alkışlarla uğurladı.

‘Liberal iğrenç bir sözcüktür’ N

okta gazetesinin editörü Alper Görmüş, yeni yazdığı kitap vesilesi ile Zaman gazetesine verdiği röportajda, nedense Ahmet Şık’a ve kitabına hakaret etmeyi görev bilmiş. 15 Mayıs tarihinde Zaman Gazetesi’nden Murat Tokay’la söyleşi yapan Görmüş’e göre İmamın Ordusu kitabı kötü ve propagandif bir kitap, “Ahmet Şık’a yakışmamış.” Görmüş’e göre gazetecilerin eylemleri samimiyetsiz, “Hakikaten basın özgürlüğünü samimi olarak savundukları için bu çıkışlar yapılmış olsaydı Nokta'nın baskınında müthiş bir tepki göstermeleri gerekirdi” diyor. Gazetecilerin baskılara karşı eylemlerinden yola çıkan Görmüş medyanın durumunu da özetle şöyle değerlendiriyor: “Medyaya baskı yok, baskı var ama AKP medyasına var. YGS’deki şifre skandalı ve internet sansürü konusunda mesele bunun AKP’ye karşı kullanılıyor olması. Cemaat iyi, CHP kötü… Görmüş’ün röportajını okuyunca Jean Paul Sartre'ın “Liberal iğrenç bir sözcüktür” lafı akıllara geliyor.


3

GÜNDEM 20 May›s 2011 / 2 Haziran 2011

Halk›n Sesi

Denizlere çıktı tüm sokaklar T 6 ürkiye’nin dört bir yanında binlerce kişi, 6 Mayıs 1972’de idam edilen Devrimci Gençlik önderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı andı. Yapılan tüm eylemlerde 5 Mayıs’ta ölen Halit Çelenk de saygıyla anıldı.

DEN‹ZLER‹N YOLUNDA YÜRÜYÜfi Adana’da Çukurova Üniversitesi’nde Amfi kantininde bir araya gelen üniversiteliler ‘Paralı eğitime ve gericiliğe karşı Denizlerin yolundayız’ pankartıyla yemekhane önüne yürüdü. Eylemde Denizlerin, emperyalizme ve faşizme karşı verdikleri onurlu mücadelenin, bugünün paralı eğitime, gericiliğe ve AKP’ye karşı mücadelesine ışık tuttuğu ifade edildi. Kütahya’da üniversiteliler yaptıkları eylemle dünya halklarına bombalar yağdıran NATO, BM ve onların işbirlikçisi AKP’nin gerçek yüzünün teşhir edilmesinin Denizlerin mücadelesine sahip çıkmak demek olduğunu anlattı. Eskişehir’de katılımın geçen senelere oranla arttığı gözlendi. Aynı gün davasının görülmesi nedeniyle Şerzan Kurt’u da anan devrimciler, Terzi Fikri’yi, Bismil'de polis kurşunuyla ölen İbrahim Oruç’u "Yaşıyor!" sloganıyla andı. Devrimciler “Bir halkı kurtarmak bahanesiyle ona zulmeden emperyalist saldırganlığa karşı mücadele vermek Denizlerin kavgasına sahip çıkmaktır” dedi. Rize Pazar’da Halkevleri ve Liseli Genç Umut tarafından düzenlenen Mayıs’ta Düşenler etkinliği ile Denizler ve mayıs ayında hayatını kaybeden devrim-

Mayıs 1972’de “Yaşasın tam bağımsız Türkiye” diyerek ölen üç fidanın yolunu binlerce yeni fidan takip ediyor. Neredeyse her ilde Deniz, Yusuf ve Hüseyin için anmalar yapıldı

ciler anıldı. Ordu Öğrenci Kolektifi, Giresun Öğrenci Kolektifi ve Giresun Liseli Genç Umut da Giresun Halkevi’nde yaptığı ortak etkinlikte üç fidanı, onları hatırlatan şiirler ve türkülerle andı. TAYY‹P fiOV YAPMA, NATO’DAN ÇIK Trabzon’da “Tayyip şov yapma NATO’dan çık” sloganlarıyla düzenledikleri eylemde Kolektifçiler mücadelelerini Denizler gibi sürdüreceklerini söyleyerek paralı eğitim uygulamalarına karşı eşit, parasız, nitelikli eğitim hakkını; gericiliğe karşı aklın ve bilimin

üniversitesini, HES projeleri ile doğayı ve yaşamı talan eden, insanların barınma hakkını kar için elinden alan bu düzene karşı insanca bir yaşamı savunacaklarını söyledi. Madenci Anıtı önünde buluşan Zonguldak’ın devrimci gençleri işçi ve emekçi direnişlerinden, 1 Mayıslardan, Newrozlardan gücünü alarak büyüyen işçi sınıfının yolundan yürüyeceklerini söyledi. DEVR‹MC‹ DE⁄ERLERE DEVR‹MC‹LER SAH‹P ÇIKIYOR Mersin Çarşısı'nda toplanan Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri ve Liseli Genç Umut üyeleri üç fidanı anmak için Taşbina önüne yürüdü.

Edirne’de üniversiteliler Trakya Üniversitesi Ayşekadın Kampüsü’nde, Eğitim Fakültesi önünde bir araya gelerek "İçinden Deniz geçen türkülerle" bir müzik dinletisi gerçekleştirdi. ‹Ç‹NDEN DEN‹Z GEÇEN EYLEMLER İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Hergele Meydanı’nda “Oradaydım” belgeselini izleyen üniversitelilerden biri yaptığı konuşmada “Deniz’lerin bir grup genç, maceraperest olduğunu söyleyenler aslında Deniz’lerin silüetlerinden bile korkuyorlar ve korkmakta da haklılar çünkü

onların düştüğü yolda binlerce yeni fidan doğdu. Bugün de emperyalizme, faşizme, gericiliğe ve neoliberalizme karşı mücadele ediyorlar ” dedi. Bursa Kızılay önünden Fomara Meydanı’na yürüyen Bursalı devrimciler, devrim ateşinin söndürülemeyeceğini vurguladıkları eylemi “Tek yol devrim” sloganıyla sonlandırdı. Antalya’da Üç Kapılar’dan Attolos Heykeli’ne düzenlenen bir yürüyüşle yapılan ortak eylemde konuşan Kadir Zeybek “1 Mayıs günü alanlara çıkanların hepsi birer Deniz, birer Hüseyin, birer Yusuf’tular. Denizlerden devraldığımız bayrağı yere düşürmeyeceğiz, bu baskı, sömürü ve katliamların hesabını soracağız” dedi.

ÇINAR, ÜÇ F‹DANLA B‹RL‹KTE Ankara’da Karşıyaka Mezarlığı önünde toplanan emek ve kitle örgütleri, siyasi partiler ve meslek odaları üç fidanın yanına bir de çınar getirdiler. Halit Çelenk’in toprağa verildiği ve Denizler’in anıldığı günde, SES Ankara Şube Başkanı İbrahim Kara "6 Mayıs aynı zamanda Kızıldere'de katledilen Mahir Çayanları, Diyarbakır zindanlarında işkence ile katledilen İbrahim Kaypakkayaları ve her kuşaktan devrimciyi andığımız gündür. Aynı zamanda Mazlum Doğan şahsında katledilen Kürt gençlerini, katliamlara uğrayan Alevi halkını anıyoruz" dedi. Anma programın ardından Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in mezarları başına gidilerek buraya karanfiller bırakıldı.

Üç fidanın yanına bir çınar gitti D

eniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamlarının yıldönümü olan 6 Mayıs’tan bir gün önce, devrimci hukukçu Halit Çelenk yaşamını yitirdi. Adı her daim avukatlıklarını yaptığı üç fidanla birlikte anılan Çelenk de, Erdal Öz gibi 5 Mayıs’ta hayata gözlerini yumdu. Çelenk’in naaşı, üç fidanın anması sırasında vasiyeti üzerine enternasyonel marşı eşliğinde Ankara’da toprağa verildi. 1922 yılında Antakya’da doğan Halit Çelenk, İstanbul Üniversitesi Hukuk

Fakültesi’ni bitirir bitirmez Türkiye İşçi Partisi’nin Ankara yönetimine katıldı. 1960’lı yıllarda İlerici Avukatlar Derneği ve Devrimci Avukatlar Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. Çelenk, avukatlığa bakışını hep şu sözlerle anlatıyordu; “İyi bir avukat değil, iyi bir hukukçu olmak istedim.” Bu bakış açısıyla, sürekli devrimcilerin, ilerici kurumların avukatlığını üstlendi. Fakir Baykurt’un başkanlığında kurulan TÖS’ün hukuk danışmanlığını yaptı. 1975 yılında ise Çağdaş Hukukçular Derneği başkanlığına geldi.

İnsan Hakları Derneği ve İnsan Hakları Vakfı’nın da kurucularından olan Çelenk’in darbe dönemlerinde savunduğu dernek ve partilere bakarak, bu ülkenin sosyalizm mücadelesi tarihindeki yeri anlaşılabilir: Dev-Genç, THKO, TKP, TİP, TSİP, DevYol, DİSK, Barış Derneği, TYS, Halkevleri, Köy-Koop… Halit Çelenk’in “İdam Gecesi Anıları”, “THKO Davası Sorgu ve Savunmaları”, “Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ni Niçin Kaldırmalı”, “Hukuksuz Demokrasi”, “Barış Savaşçıları”, “Beş Kapı Beş Kilit” adlı kitapları bulunuyor.

HES’lere mühendis 3. köprüye mimar olmamak için... T MMOB’nin 15 Mayıs’ta Ankara’da Sıhhiye Meydanı’nda gerçekleştirdiği mitinge 15 bin kişi katıldı. İşsizliğe, düşük ücretlere ve uzun çalışma saatlerine karşı alanı dolduran ücretli genç mühendisler; ‘HES’lere mühendis, 3. köprüye mimar, rantsal dönüşüme plancı olmayacağız’ sloganlarıyla yürüyen öğrenciler; ‘madenler halkındır’, ‘gıda güvenliği, halk sağlığı mühendislerden sorulur’, ‘su haktır satılamaz’ diyen TMMOB üyeleri, kendi geleceklerine halkın mühendisleri, mimarları ve plancıları olarak sahip çıktı. Demokratik kitle örgütleri, sendikalar ve siyasi partiler de mitinge katıldı. Mitindeki tek konuşmayı yapan TMMOB Genel Başkanı Mehmet Soğancı, AKP-Cemaat koalisyonun küstahlaştığını, buna karşı verilecek özgürlük ve demokrasi mücadelesinin adresinin sokak olduğunu ifade etti. Mitingde Bandista ve Sevinç Eratalay da sahne aldı. İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) ve Makine Mühendisleri Odası (MMO) mitingin en kitlesel kortejlerini oluştururken, İMO Ankara Şubesi’nin güvenceli iş ve güvenli bir gelecek için mücadele çağrısıyla oluşturduğu 700 kişilik kortejin en kitlesel şube korteji olması genç mühendislerin gelecek kaygılarının boyutlarını gösterdi. Katılımcıların büyük bölümünün genç mühendis ve öğrenci üyelerden oluştuğu mitingde Genç İMO, bin kişilik kortejiyle alandaki en coşkulu gruplardan birisiydi. Halk sağlığını tehdit eden yeni gıda güvenliği yasasına karşı taleplerini dile getiren Gıda Mühendisleri Odası’nın korteji ile 450 maden mühendisliği öğrencisinin en önde yürüdüğü “Madenlerin gerçek sahibi halktır” diyen Maden Mühendisleri Odası’nın kortejleri de dikkat çekti. Kürsü, daha çok ülkenin genel sorunlarını dile getirirken eylemciler güvenceli iş ve gelecek kaygılarını dile getirerek iş kollarında yaşadıkları sıkıntıları alana taşıdı. Soğancı’nın konuşmasında TMMOB’nin dinamiklerini oluşturan ücretli mühendislerin, kadın mühendislerin, öğrenci üyelerin sorunlarına ve taleplerine yönelik netlik olmaması içerik açısından büyük bir boşluk oluşturdu.

Yeni dönem kitle muhalefetinin etkisi büyük olacak 4. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri için artık son dönemece girildi. Ve bu seçimler sonucunda oluşacak meclis 61. hükümeti belirleyecek. Bu genel seçimlerde oy kullanacak kişi sayısı 52 milyonu geçiyor. Kesinleşen yurtiçi seçmen sayısı 50 milyon; yurtdışı seçmen sayısı ise 2 milyon 568 bin. İlginç olan Türkiye nüfusunun hızla “seçmenleştiği”; 2009 yerel seçimlerinde 47 milyon 900 bin olan seçmen sayısı, referandumda 49 milyon 500 bin olmuştu. Yılda yaklaşık 1,5 milyon kişi 18 yaşını dolduruyor! Bu seçimlere, bağımsızlar bir yana, 24 siyasi parti katılacağı açıklanmıştı ancak içerisinde EDP, Hak-Par ve Genç Parti’nin de olduğu 7 partinin katılmama kararı alması ile bu sayı 17’ye düştü. Her ne kadar sayı bu kadar yüksek olsa da meclise girecek parti sayısı (yine bağımsızlar bir yana), yani yüzde 10’un üzerinde oy alacak parti sayısı üçü geçemeyecek. Eğer AKP’nin MHP operasyonu başarılı olursa ikide kalacak. Kaba ve “iyimser” bir hesapla CHP’nin yüzde 30’larda, MHP’nin yüzde 10-15’lerde, bağımsızların yüzde 6-7’lerde oy alabileceği varsayıldığında geriye yüzde 50 kalmaktadır. Ve bu yüzde 50 AKP ve diğerleri arasında paylaşılacak. Diğerleri arasında en güçlüler Erbakan’ın partisi Saadet Partisi ve ondan ayrılan HAS Parti. Bu ikisinin ayrışmadan önce yani son yerel seçimlerdeki il genel meclisi oy oranı ise yüzde 5,2 idi. Diğerleri de göz önüne alındığında küçük partiler eski pozisyonlarını bile bu seçim döneminde koruyamayıp daha da güç kaybediyorlar.

2

Bu tablodur ki Tayyip’e “Tek başına iktidar olamazsak ben bu görevi bırakacağım” dedirtebiliyor. Yüzde 35-40 civarı bir oy oranının bile meclis çoğunluğunun yarısından fazlasını kazanabildiği, bu seçim sisteminde zaten kanıtlanmış durumda. Ancak Tayyip’in yine de işleri oluruna bırakmaya, kontrolü kaybetme riskine girmeye “niyeti” yok. Bu konuda AKP’nin seçim taktiklerine kabaca göz atılabilir. İlk olarak; üç siyasi rakibine (CHP, MHP ve BDP) karşı giriştiği polemikler zaten Tayyip’in olmazsa olmazı. Ancak MHP ve BDP ile özel olarak ilgileniliyor. Kuşkusuz bu özel ilginin asıl nedeni bu iki siyasal tercihin zayıflatılması ve AKP’ye gelecek oy hesabı. Özellikle MHP, bu seçim döneminin özel ilgi konusu oldu. Daha önce denenmiş ve başarılı olmuş bir araçla; kaset şantajı ile. Önce 4, daha sonra eklenen 6 üst düzey MHP yöneticisi -ki bunların 9’u başkanlık divanı üyesi, seçim öncesi MHP seçmeninin önüne atılmış oldu. Bu operasyonun seçim öncesi yapılmış olması yani zamanlaması, AKP’lilerin iddia ettiği gibi “MHP’nin parti içi muhalefet hesapları” iddiasını geçersiz kılmakta. Operasyon doğrudan MHP’ye oy kaybettirme amacını taşımaktadır. Buradaki amaç da MHP’yi meclise sokmayarak AKP’ye anayasayı tek başına değiştirebilme çoğunluğunu kazandırmaktır. Asıl olarak seçimler sonunda çıkacak tablo üzerinden değerlendirilmesi doğru olmakla birlikte, MHP’siz bir meclisin Kürt sorununun çözümünde ne tür bir etkisinin olacağı da ayrı bir başlık.

Tabii bu kaset faaliyetleri konusunda AKP’nin ulvi amaçları için çalışanlar (çekimleri yapanlar da dâhil olmak üzere), dinin emirlerine uygun daha “ahlaklı” bir toplum yaratma amacına göre hareket ettiklerini savunabilirler! Zaten dinde de “biri sizi gözetliyor, iyi ve kötü yaptıklarınızı not ediyor” korkutması yok mu? Tayyip’in bu dönem, bir diğer özel ilgisi de Kürt siyasal hareketi. Eylemsizlik kararı alarak seçim dönemini açık ve kitlesel siyasal faaliyetlerle geçirme tercihine karşılık, AKP’nin Kürt siyasal hareketine yanıtı ortamı geren provakatif söylemler (Kürt sorunu yoktur, Kürt vatandaşlarımızın sorunları vardır) ve askeri operasyonlar oldu. Eylemsizlik dönemi boyunca 60’ın (63) üzerinde PKK militanı öldürüldü, sadece son bir ayda 2 binin üzerinde tutuklama yapıldı. AKP’nin seçim dönemi tercih ettiği Kürt siyaseti, kuşkusuz Kürtler üzerinde baskın bir siyasal hegemonya oluşturmayı amaçlasa da aslında doğrudan batıdaki oy hesabına yönelik. Zaten o bölgeden ne olursa olsun çıkaracağı milletvekili sayısı aşağı yukarı sabit. Ancak Tayyip, Kürt siyaseti nedeni ile Batı’da oy kaybetmek istemiyor. Bununla birlikte AKP’nin uyguladığı bu dönemki taktikler Kürt hareketi için yeni ve farklı bir “hareketlenme” süreci başlattı. Kent merkezlerinde çok büyük kitle hareketleri açığa çıktı, demokratik çözüm çadırları ile uzun süreli ve kalıcı eylem biçimleri gerçekleştirildi, öldürülen PKK militanlarının sahiplenilmesi hiç bu kadar açıkça yapılmamıştı (12 Mayıs’ta öldürülen PKK’liler için BDP üç günlük yas ilan

etti, sınırdan geçilerek PKK’lilerin cenazeleri alınıp getirildi), kitle eylemleri sadece Kürt illerinde değil batı illerinde de çok ciddi yaygınlığa ulaştı. Kuşkusuz seçim döneminin özgünlüğü kaydı konularak, Kürt hareketindeki bu dönem açığa çıkan özelliklerin kalıcılığı ayrıca değerlendirilmelidir. AKP siyasal rakipleriyle uğraşmanın yanında seçim propagandasını son 8,5 yıldır “iyi yaptığını” düşündüğü sağlık, ulaştırma, dış politika icraatlarına ve “hedef 2023” gibi uzun vadeli umut tacirliğine indirgemiş durumda. Aslında biraz incelendiğinde AKP’nin “iyi yaptıklarının” bile ne kadar başarısız olduğu ve kime hizmet ettiği daha net açığa çıkar. “Sağlıkta dönüşüm” hala tamamlanmış bir süreç olmadığı için AKP, bu konuda geçmişe göre şikayetleri kısmen ortadan kaldırmasının avantajını kullanıyor. Ancak AKP’nin sağlık politikalarının halk için ileride çok büyük yıkıma neden olacağı açıktır. Tayyip’in “yurdun dört bir yanını raylarla donattık” demek yerine “duble yollar yaptık” tercihinden en çok sevinecek olan müteahhit şirketleri ve otomotiv patronlarıdır. Havayolu ulaşım bedelinin ucuzlatılmasındaki asıl amaç ise özel havayolu şirketlerinin sürümden kazanmasının sağlanmasıdır. AKP’nin dış politikası gerçekte tamamen iflas etmiş durumda. Geçmiş döneme göre kurulan strateji bu dönem için fiyaskoyla sonuçlandı. Şimdi seçimlere kadar idare etmeye çalışıyorlar. Tayyip panik halinde helikopter pistine ABD büyükelçisini çağırıp, Suriye konusunda seçimlere kadar zaman istiyor.

Tayyip’in bir de değinmedikleri var. İşsizlik, yoksulluk, güvencesizlik gibi… Kanal İstanbul ya da İstanbul’a iki yeni şehir yapılmasının emekçi halk için, yoksul halk için ne tür bir yarar sağlayacağı gibi… Yolsuzluklarla nasıl mücadele edileceği gibi... Kadınların nasıl eşit birer yurttaş haline getirileceği gibi... Sınav sisteminde yaşanan rezaletin sorumluluğunu üstlenmek gibi... Daha baskıcı daha müdahaleci toplum mühendisliği projelerini neden yasalaştırmaya çalıştıkları gibi… HES projeleriyle kime ne kadar çıkar sağladıkları gibi… Suriye’de katledilen insanlara neden kendi posterlerini gönderemediği gibi... Bunlar çok daha fazla arttırılabilir elbette. Açıklanmayan bir başka konu daha mevcut; yeni anayasa. AKP başta olmak üzere diğer partiler de yeni yasama döneminin en önemli işini yeni anayasa yapmak olarak tanımladı. Ancak yeni anayasanın nasıl olması gerektiği konusundaki fikirlerini ve kendi anayasa madde önerilerini hiçbir biçimde seçim propagandalarının malzemesi yapmıyorlar. Yeni anayasa halkın, oy veren çoğunluğun yararına olacaksa neden AKP bu konudaki önerilerini oya dönüştürmek için kullanmıyor acaba? Tayyip’in bu konudaki tek vaadi, yeni anayasayı halkoyuna sunmakmış. Bu taktiğin referandumda izlendiğini zaten görmüştük. Çok büyük çoğunluk içeriğini bile okumadan/anlamadan sandığa gitmişti. CHP’nin de yeni anayasa konusunda AKP’yi sıkıştırmak gibi bir tercihi yok. Onlar iktidar olamayacaklarına kanaat getirdikleri için her

konuda vaat vermekle meşguller. 1950’de Demokrat Parti’den Konya’da aday olan bir şahsın dile getirdiği “bana oy verirseniz, Konya’ya denizi getirecem” türünden vaatlere kadar ilerleyebilme potansiyeli taşıyorlar. Sistem kendi sorunlarını çözmede önümüzdeki dönem çok daha güçlü krizlere girecektir. İlerici toplumsal muhalefet örgütlerinin ve özellikle bunların önderliklerinin politikaları, tarzları, ufukları ise bu döneminin gereklerini yerine getirmekteki en önemli zafiyeti oluşturuyor. Diğer yandan bu dönemde açığa çıkan“çok ilginç” yeni dinamiklere işaret etmek gerekli. YGS’deki şifre skandalının ardından binlerce liselinin ülkenin değişik yerlerinde “kendiliğinden” sokağa dökülmesi artık bir başka “şifre”nin kırılmaya başlandığının ilk işareti sayılmalı. Bu gelişmenin ardından sokaklar yine “kendiliğinden” bir tepkiyle doldu. Hükümetin “internet sansürü” girişimi de binlerce kişinin sanal alemin dışına, sokağa çıkmasına neden oldu. Bu kitlesel tepkiler -ki bunlara Kürt illerindeki büyük kitle hareketlerini ve 1 Mayıs’ta artan kitleselliği de eklemek gerek-, sistemin kendi iç işleyişinin toplumun sorunlarını çözmekte bir işe yaramadığının ve artık “farklı” yolların devreye girmesinin “eskisine göre” daha meşru görüldüğünün kanıtlarıdır. Ve özellikle bu tepkilerin hepsinde çok genç bir kitlenin çok büyük bir çoğunluğu oluşturduğu göz önüne alınırsa (TMMOB mitinginde de görülmüştür), yeni dönem kitle muhalefetinin etkisi ve çapı “eskisine göre” çok daha büyük olacaktır.


4

GÜNDEM 20 May›s 2011 / 2 Haziran 2011

Halk›n Sesi

Gerçe¤e dönüfl KP'nin “Kürtlerle flörtü” sona erdi. Tayyip Erdoğan “Kürt sorunu benim için çözülmüştür” diyerek, AKP'nin Kürt sorununda “çözüm tarafı” olmadığını resmen ilan etti. 12 gerillanın öldürülmesi, bu ilanın altına kanla atılan bir imza oldu. (Liberalizm gerçekten de iğrenç bir şey! Kimi Kürt liberal aydınları, Zaman ve Taraf ağzıyla, katliama dönüşen TSK operasyonlarının hükümet tarafından değil, TSK içindeki “Ergenekon kalıntıları” tarafından yapıldığını; PKK'nin de gerilimin tırmanmasından medet umduğu için saldırılara çanak tuttuğunu söyleyebiliyorlar.) Selahattin Demirtaş, AKP'nin Kürt gençlerinin kanı üzerinden MHP'yi baraj altına çekme politikası izlediğini söylerken de, bu politikanın bir “seçim politikası” olarak kalamayacağını, AKP'nin seçimden sonra yeniden “açılım politikalarına” dönemeyecek bir doğrultuya girdiğini söylerken de bizim uzun zamandır vurguladığımız bir gerçeği ifade ediyor. Gerçeği “kabul etmek” önemli. Ama daha da önemlisi bu “gerçeğin sonuçlarıyla yüzleşmek”. Ferda Kürt hareketinin, “gerçeğin Koç sonuçlarıyla yüzleşebilmesi” için liberal-globalist yaklaşımla açık ferdakoc@ bir hesaplaşması gerekiyor. Bu; hotmail.com AKP'nin Kürt sorununda “müzakere masasına oturabilecek tek seçenek” olduğu; ABD'nin bölge politikaları gereği Türkiye'deki Kürt sorununun şöyle ya da böyle “bir çözümünü” istediği, bu nedenle “Amerikancılığın” ve “globalizmin” çözüme, “bağımsızlıkçılığın” ise çözümsüzlüğe daha yakın olduğu biçimindeki kabul ve akıl yürütmelerle hesaplaşmak demek. Tersinden söylersek, Türk egemen sınıflarının liberal-globalist projeksiyonunun Kürt sorununun çözümüne kapı aralayacağı yargısıyla Türkiye sosyalist hareketinin AKP'nin kuyruğuna giren kesimlerinin sırtını sıvazlamanın bir hata olduğunun kabul edilmesi demek. Bu hesaplaşma yapıldıktan sonra da yeni bir “yol haritası”nın oluşturulması gerekecek. Aslında Kürt hareketi yeni bir “yol haritası”nı bir süredir tartışıyor. DTK'nın geliştirmeye çalıştığı “Sivil İtaatsizlik Hareketi”, zaman zaman çeşitli kanallardan dile getirilen “Demokratik Özerklik ilanı” uyarıları, Öcalan'ın 15 Haziran sonrasına verdiği “kıyamet” alarmı gibi şeyler, Kürt hareketinin “açılım” yolundan umudu kalmayınca neye yöneleceğini tartıştığını gösteriyor. Öcalan'ın sözünü ettiği “kıyamet” kopar mı, kopmaz mı bunu kestirmek çok kolay değil. Ancak “Sivil İtaatsizliğin” ilk başarısız denemelerin ardından bir gelişme yoluna girdiği ortada. Kürt “yasal siyaseti”nin ön planda olduğu ilk “sivil itaatsizlik” hareketi “Valilikten izin alma” yoluna sokularak sönümlendiğinde, Kürtlerin sivil direnişinin başlamadan bittiğini düşünen çok oldu. Ancak Kürt halkı son derece yaratıcı bir biçimde “sivil Cumalar”la yoksul halka özgü bir sivil itaatsizlik hareketinin ilk köprü başını tutmayı başardı. Kürt hareketine karşı KCK operasyonlarıyla başlatılan ve süreklilik kazandırılan siyasi terör ve gerillaya yönelik katliamların neden olduğu tepkiyi “sivil itaatsizlik” sınırlarında tutabilmek ise olanaklı değil. Öldürülen her gerilla bir serxıldan (irili ufaklı geçici ayaklanma) anlamına gelebilir. 12 gerillanın öldürülmesinin ardından ilan edilen “yas” süresince yaşananlar, Kürt illerinde devlet ile halk arasındaki ilişkinin artık yeni bir devreye girdiğini gösterdi. Daha önceki “halk grevlerinde” hemen her gösteriye müdahale etmeye çalışan polis, son eylemlerde sadece “seçilmiş” noktalarda hareketi bir sınırda tutmaya çalışıyordu. Son serxıldanların kentleri bir ölçüde ve geçici süreyle “devletsizleştirmeye” başladığı söylenebilir. Etkisi giderek artan serxıldanlarla el ele gelişen “sivil itaatsizlik” hareketleri Kürt illerinin oldukça geniş bir alanında yeni bir “siyasi durum” yaratmaya adaydır. Gelişen bu ortamla birlikte ele alındığında, AKP'nin Kürt sorununda “çözüm tarafı” olmadığını resmen ilan etmesinin, AKP'yi “Kürtleri temsil eden tek düzen partisi” olmaktan çıkarabileceği de söylenebilir. Ancak bunun için öncelikle Kürt hareketinin AKP'yi bölgede DYP ve CHP'nin yanına göndermeyi bundan sonraki politik hedefi haline getirmesi bir ön koşul. Özgürlük hareketi ve onun adına “siyaset” yapan “yasal temsilciler”in, BDP meclis grubu, Belediyeler ve DTK'nın AKP'yi bölgede siyaset yapamaz hale getirmesinin ve “Kürt muhafazakarlığı” içerisinde ayrışmayı zorlayacak bir siyaseti izleyebilmesinin çok sayıda sorunu bulunuyor. Bunların başında, geçtiğimiz dönemde BDP ilişkilerinin AKP'ye bölgede açtığı siyasi “kredinin” geri alınmasındaki “maddi” güçlükler var. Hem AKP'yle hem de BDP'nin çeşitli “mahfilleriyle” ilişkide olan ve bir ayağı da Erbil'de bulunan “Kürt iş dünyası” temsilcilerinin, AKP'yi bölgeden “silmeye” pek hevesli olmayacağı açık. Elbette “bu hevessizliğin” halkın dayatması ve Kürt hareketinin de bu dayatmanın arkasında durması halinde orta vadede bir hükmünün olmayacağı da düşünülebilir. Bunun için de Kürt hareketinin “liberalglobalist” yaklaşımla hesaplaşmasını “yen içinde” yapmaktan (doğrusu bir türlü yapamamaktan) vazgeçmesi gerekiyor.

A

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

‘Hamzaoğlu onurumuzdur’ AKP’li belediyeler, Dilovas›’ndaki zehirlenme oran›n› ortaya ç›karan Prof. Dr. Onur Hamzao¤lu hakk›nda suç duyurusunda bulundu

K

ocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilimdalı üyesi Prof. Dr Onur Hamzaoğlu 2005 yılında çok önemli bir çalışmaya imza attı. 2005 yılında “Endüstri Yoğun Bölgelerde Yaşayanlarda Ölüm Nedenleri: Dilovası Örneği” isimli çalışmasının sonuçlarını yayınladı ve kansere bağlı ölümlerdeki aşırılığı gözler önüne serdi. Bu çalışmasını yerel ve ulusal bilim çevreleri ve siyasi otoriteler ile paylaştı. Çözüm önerilerini 2006’da TBMM’ye sundu. Hamzaoğlu benzer bir çalışmanın sonucunu geçen ay kamuoyuyla paylaştı. 2011 yılının ilk günlerinde sonuçlarını paylaştığı bu çalışmaya göre annelerin ilk sütünde ve bebeklerin dışkılarında bazı ağır metaller ve eser elementler saptandı. Hamzaoğlu bu araştırmayı

Kocaeli Üniversitesi’nde Halk Sağlığı, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ile Tıbbi Genetik Anabilim Dallarından akademisyenler ile birlikte yürüttü, araştırma üniversitenin bilimsel araştırma fonu tarafından desteklendi. Fakat bu çalışmanın ardından halk sağlığı için önlem alması gereken Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı ve Dilovası Belediye Başkanı, Cumhuriyet Savcılığı’na Hamzaoğlu hakkında şikayet dilekçesi verdi. İki AKP’li belediye başkanı, Hamzaoğlu’nun “Kan ve dışkıları bırakın, doğum yapıp çocuk emziren annelerin sütünde bile çinko, demir, alüminyum, kurşun, kadmiyum tespit ettik, tehlike büyük” dediği, basın yoluyla bu bilgileri açıkladığı ve bu vesileyle “halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit” gerekçe-

siyle yargılanmasını istedi. AKP’li başkanların yazdığı dilekçe sonrasında savcılık hazırladığı dosyayı, söz konusu fiilin incelenmesi amacıyla Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü’ne gönderdi. Rektörlük, bu dilekçe uyarınca Hamzaoğlu hakkında ceza soruşturmasına başladı. Bu soruşturma devam ederken, Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı tarafından aynı gerekçeyle YÖK’e yazılan yazının, YÖK tarafından Kocaeli Rektörlüğü’nün bilgisine sunulması üzerine, Hamzaoğlu’na rektörlük tarafından disiplin soruşturması da açıldı. Meslektaşları, bilim insanları Hamzaoğlu’na destek için internette bir imza kampanyası başlattı. Kampanyaya katılmak ve daha fazla bilgiye ulaşmak için www.onurumuzusavunuyoruz.org’u ziyaret edebilirsiniz.

Halk sa¤l›¤› uzman› Kocaeli Üniversitesi Ö¤retim Üyesi Prof. Dr. Onur Hamzao¤lu’nun dostlar›, meslektafllar›, bilim insanlar› Hamzao¤lu’na destek kampanyas› bafllatt›.

AKP hem vuruyor hem suçluyor “A

ysel Hanım (Tuğluk) ‘kötü şeyler olacak’ dediğinde, insanlar ‘Bizi tehdit ediyorlar’ dedi. Oysa söz ettiği bu tırmanıştı. Bize göre orduya operasyon emrini AKP verdi. Mümkün olduğunca PKK’li öldürüp oy almaya çalışıyor. Türk milliyetçisi oyları arttırmaya çalışıyor.” Selahattin Demirtaş, 14 Mayıs’ta Şırnak Uludere’de yaşanan çatışmada öldürülen 12 PKK gerillasının ardından yaşanan olayları bu sözlerle değerlendirdi. 14 Mayıs günü Şırnak Uludere’de TSK ile PKK arasında bir çatışma yaşandı. Çatışma TSK’ya göre ‘Irak sınırından sızmaya çalışan PKK’lileri durdurmak ve kendilerine pusu kurulması ihtimalinin önüne geçmek’ için yaşandı. Kandil’den yapılan açıklamaya göre ise TSK 12 Mayıs günü sınırı geçerek kendine bağlı güçlere saldırmak istemiş, 14 Mayıs’a dek süren çatışmalar sonucunda 12 gerilla hayatını kaybetmişti.

YAfiAMI DURDURAN ÖFKE Ölüm haberleri Kürt illerinde üç gün süren yas ve tepki eylemlerini beraberinde getirdi. Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak başta olmak üzere bölgede hiçbir kentte ve ilçede kepenkler açılmadı, araçlar çalışmadı, öğrenciler okula gitmedi. Cenazeler binlerce kişinin katıldığı kitlesel törenlerle karşılandı. Çatışmada Irak tarafında kalan üç gerilla cenazesinin getirilmemesi ise görülmemiş bir duruma yol açtı.

AKP askeri operasyonlar› savunarak ›rkç› seçmen üzerindeki etkisini art›r›rken akan kan›n sorumlulu¤unu almayarak ‘hükümete karfl› tertip’ diyor

Aralarında Hasip Kaplan, Gültan Kışanak ve Osman Baydemir’in olduğu üç yüzden fazla kişi cenazelerin bulunduğu Bilican Tepesi’ne yürüdü. Kalabalık grup, askerlerin taciz atışları, biber gazlı müdahalelerine rağmen sınırı geçerek cenazeleri buldu ve sınırın hemen bitişiğindeki Yemişli Köyü’ne taşıdı. Genel seçimler öncesi bölgede gerilimi tırmandıran bu çatışma

üzerine, Taraf gazetesi yazarı, Fethullahçı polis Emre Uslu yeni bir iddia gündeme getirdi. Uslu, 17 Mayıs’ta “PKK’lıların öldürülmesinin AKP’yi Bitirme Planı ile bir ilişkisi var mı?” diye yazdı. Çatışmaların AKP’yi zor durumda bırakmak için ‘derin devlet’ tarafından gerçekleştirildiğini öne süren Uslu’nun bu görüşü Cengiz Çandar gibi AKP destekçisi liberal-

ler tarafından da farklı biçimlerde dile getirildi.

SAH‹P ÇIKIYOR SORUMLULUK ALMIYOR Bu iddiaların ardından Erdoğan art arda açıklamalar yaptı. 17 Mayıs günü Malatya’da “TSK görevini yapmıştır” diyen Erdoğan, ertesi gün bir törende Uslu’nun tezini yineleyen ama “terörle mücadeleden taviz vermeyen” bir

açıklama yaptı. Erdoğan, şöyle konuştu: "Silivri ile Kandil’in yazdığı senaryo, birileri tarafından oynanıyor.” Hükümetin bilgisi ve onayı dâhilinde düzenlenen operasyonu Ergenekon’la ilişkilendirmeye çalışan ve bunların AKP’ye karşı düzenlenmiş bir tertip olduğunu savunan açıklamalar karşısında Selahattin Demirtaş cevap verdi. Demirtaş bu iddiaları şu sözlerle değerlendirdi: “Başbakan çıkıp açık açık, ‘bu operasyonlar yapılıyor yapılacaktır’ diyor. Genel başkanları ‘operasyonları biz yapıyoruz’ diyor. Buradaki adamları ‘hayır biz operasyonları yapmıyoruz, operasyonlar bize karşı yapılıyor’ diyor. Ben şimdi soruyorum, öldürülen 12 kişi AKP’li mi yoksa PKK’li midir? AKP’ye karşı operasyon yapılıyorsa PKK’liler niye ölüyor?” Askeri operasyonlar Kürtlerde öfke, Kürt açılımı söyleminden rahatsız olan şoven kitlelerde ise tatmin yaratıyor. Erdoğan partisinin MHP tabanındaki etkisini güçlendiren bu operasyonları savunuyor, seçimde bu etkinin karşılığını oy olarak almayı hedefliyor. Fakat bir yandan da dökülen kanın sorumluluğunu almıyor, Kürt halkının öfkesinin hedefinde yer almak istemiyor. Operasyonun arkasında derin güçler olduğu imasını yineliyor. Yıkım politikalarının bedelini siyasal arenda kriz olarak yaşayan AKP’nin kandan ve halklar arası düşmanlıktan başka vaat edecek bir şeyi kalmadı.

Lütuf değil güvenceli iş AKP’li Sa¤l›k Bakan› Recep Akda¤’a göre, görme engelli tafleron sa¤l›k iflçisinin çal›flmas› bir lütuf; ayn› iflçinin ‘Tafleron sistemi kald›r›ls›n’ demesi ise iflten ç›karma gerekçesi

S

ağlık Bakanı Recep Akdağ, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’le birlikte gittiği Batman Bölge Devlet Hastanesi’nde çalışanlarla konuşurken taşeron firmada çalışan engelli işçi Nurullah Mehmetoğlu’nun "Asgari ücretle çalışıyoruz. Koşullarımızın düzeltilmesini istiyoruz" demesi üzerine "Gözlerin görmediği halde sana iş vermişiz. Para kazanıyorsun değil mi?" diye çıkıştı. Mehmetoğlu, bu konuşmanın üzerine taleplerini söylemeye devam etti. Akdağ, “Müteahhit (taşeron) şirketlerden ne zaman kurtulacağız" diyen Mehmetoğlu’nu "Müteahhit şirketlerde çalışacaksınız, para kazanacaksınız, hadi bakalım" diyerek azarladı. Mehmetoğlu’na yönelik saldırılar akşam da devam etti. Mehmetoğlu, olayın olduğu 16

Mayıs akşamı evindeyken AKP'li bazı milletvekillerinin kendisini telefonla aradığını ve ’Niye bunları basınla paylaşıyorsun. İşinden olursun’ dediklerini söyledi. Akdağ’a yanıt Halkevleri Engelli Hakları Atölyesi’nden geldi. Halkevleri Engelli Hakları Atölyesi 17 Mayıs günü Taksim Meydanı'nda buluşup Akdağ’ın istifasını istedi. Taksim’den Galatasaray’a yürüyen engelliler, milyonlarca engellinin güvenceli iş hakkına ‘lütuf’ olarak bakan Akdağ’ın özür dilemesini ve istifa etmesini istedi. Engelliler, taşeron sistemiyle güvencesiz çalıştırılan tüm engellilerin ve emekçilerin kadroya alınmasını istedi. Açıklamaya Altınokta Körler Derneği İstanbul Şubesi, Dev Sağlık-İş, TSD, Kas-Der ve TTB destek verdi.

Polis, ÖGB faşist, el ele S

eçimlerin yaklaşmasıyla birlikte faşistler, 11 Mayıs günü Eskişehir ve Bursa’da üniversitelilere satır ve bıçaklarla saldırdı. Uludağ Üniversitesi öğrencilerinin bu yıl dördüncüsünü düzenlediği alternatif şenliğe faşistler, çevik kuvvet ve özel güvenlikçiler saldırdı. Saldırı faşistlerin, polis tarafından ayarlanan belediye otobüsüyle öğrenci evlerinin önüne bırakılmasıyla kentte de sürdü. Öğrenciler, ertesi gün şikayetlerini ilettikleri rektör yardımcısından “Eli baltalı kişilerin kampüse girmesini ben de istemem. Ancak yapabileceğim bir şey yok” yanıtını aldı. Faşistler, Eskişehir’de de 11 Mayıs günü bildiri dağıtmak bahanesiyle kampüse geldi. Ellerindeki satır ve sopaları öğrencilere göstererek tehdit eden faşistler, üniversitelilerin müdahalesiyle kampüs dışına çıkarıldı.


5

DÜNYA 20 May›s 2011 / 2 Haziran 2011

Halk›n Sesi

İsyanın ‘başka’ ülkesi 7

iklim 5 kıta

Suriye’de halkın talepleri diğer ülkelerdekiyle ‘benzer’ olsa da ülke, diğerlerinden ‘başka’. ABD Dışişleri Bakanı Clinton’un da “Suriye başka” diye vurguladığı bu durum, Suriye’yi ayrı bir yere koyuyor ğil, Esad’ın yerine koyacak kimsenin olmaması, bölgedeki emperyalist çıkarlara aykırı grupların kontrolünün sağlanması gerekliliği ve henüz Libya’daki durumun içinden bile çıkamamışken Suriye’de boğulmaktan korkmasından kaynaklanıyor.

“A

rap Baharı” eylemleri devam ederken, 18 Mart’ta Suriye’de rejim karşıtı yazılama yapan gençlerin gözaltına alınması, isyan ateşinin yaktığı ülkelere bir yenisini ekledi. Gençlerin gözaltına alınmasına karşı başlayan eylemlere polis vahşice saldırınca, eylemler daha da büyüyerek Suriye’deki pek çok kente yayıldı. İsyan, patlak verdiği güneydeki işçi kenti Deraa’dan taşarak, kısa sürede neredeyse tüm Suriye’ye yayıldı. Yıllardır süren baskıcı rejime, son yıllarda uygulanan neoliberal politikaların getirdiği yıkım da eklenince Suriye’de Esad yönetimine karşı büyük bir isyan ortaya çıkmış oldu. Şimdiki devlet başkanı Beşar Esad’ın babası, önceki Devlet Başkanı Hafız Esad döneminde uygulamaya konulan ve 48 yıldır yürürlükte olan Olağanüstü Hal Yasası’nın kaldırılması, özgürlüklerin kısıtlanmasına son verilmesi, işsizlik ve yoksulluğa çare olacak (geçici işçiliğin kaldırılması ve temel gıda maddelerine sübvansiyonların devamı gibi) politikalar uygulanması talepleri, gün geçtikçe (bu talepler geçerliğini korumakla birlikte) Esad ve yönetiminin istifa etmesi talebine dönüştü. ‹SRA‹L’LE ‹L‹fiK‹LER Baas Partisi içindeki çekişmede rakiplerini alt ederek yönetime geçen Hafız Esad döneminden beri, Suriye’yle emperyalist batı güçleri arasındaki ilişkiler inişli çı-

Türkiye Suriye’ye nereden bakıyor? Suriye-Türkiye iliflkilerinin, Suriye’de yaflanan son isyan hareketiyle birlikte ne yöne gidece¤i merak konusu olmufltu. Tunus, M›s›r ve Libya’daki isyanlarda oldukça gecikmeli ve ikiyüzlü bir biçimde tepki veren AKP hükümeti, aktif tafleronluk rolünün gere¤i olarak ve de bölgedeki Kürtlerin durumunun kontrol edilemeyen bir hal almas›ndan endifle etti¤i için bir süredir önemli ekonomik anlaflmalara imza att›¤› Esad’a sadece reform önerisinde bulunmakla yetindi. Libya’da Kaddafi’nin halk› katletmesini öne sürerek “Libkışlı (genellikle inişli) bir grafik izledi. İki kutuplu dünya koşullarında Sovyetler Birliği’ne daha yakın duran Suriye, İran’da 1979’da iktidara gelen İslamcı yönetimle birlikte emperyalizmin çıkarlarına batan iki ülkeden biriydi. İsrail’in 1967’deki 6 Gün Savaşları sonucunda bölgede stratejik açıdan çok

önemli bir konumda olan Golan Tepeleri’ni işgal etmesinden bu yana düzelmeyen İsrail-Suriye gerginliği, Suriye’nin İsrail’e karşı savaşan Filistinli grupları ve son olarak 2006’daki Lübnan direnişini desteklemesi de Suriye’yle emperyalist batı devletleri arasındaki ilişkilerin gergin veya temkinli sürme-

ya’da ne ifli var?” dedi¤i NATO’ya daha sonra iflgal için kap›lar›n› açan AKP, ayn› tepkiyi Esad yönetimine göstermeyerek ikiyüzlülü¤ünü ortaya koydu. ‹ran’a yak›n bir Suriye istemeyen ABD’nin bölgede Suriye’yle iliflkileri iyi olan bir Türkiye’ye ihtiyaç duymas› AKP’nin Suriye’de rejime yak›n durmas›n› gerektiriyor. ‹ran –Suriye ekseninin emperyalistlerin kontrolü alt›nda tutulmas› ve Suriye’nin bu eksenden ç›kar›lmak istenmesi de AKP’nin Suriye’deki duruma iflbirlikçi bir yaklafl›mda bulunmas›n› “gerekli” k›l›yor. sinin önünü açtı. ABD N‹YE DESTEKL‹YOR? ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un yaptığı “Libya ve Suriye’deki durum aynı değil. Libya’da halkı bombalayan bir rejim var. Suriye’de ise görmek istemediğimiz durum polis eylemle-

Kemer sıkanın canını sıkıyorlar K üresel ekonomik krizden en çok etkilenen ülkelerden olan Yunanistan’da emekçiler grevlere ve eylemlere devam ediyor. Hükümetin IMF ve Dünya Bankası’yla imzaladığı anlaşmalar uyarınca bütçe kesintilerine gitmesine ve maliyetlerin kısılması amacıyla çalışma koşullarının kötüleştirilmesine tepki gösteren on binlerce Yunanistanlı meydanlara çıktı. Tüm ülkede 11 ve 17 Mayıs’ta emekçiler genel greve giderken, öğrenciler okulları boykot etti. Sindagma Meydanı’nda yapılan eylemlere polis saldırınca çıkan çatışmalarda çok sayıda kişi yaralandı. Hava, kara ve deniz taşımacılığında çalışan işçilerin greve gitmesi nedeniyle ulaşım durma noktasına geldi. Hükümet 23 milyar Euro’luk tasarruf paketinde, KDV'nin yüzde 19'dan 21'e çıkarılması, akaryakıta yeni vergi artışı, kamu ödeneklerinde yeni kesintilere gidilmesi, öğrenim harçlarına zam yapılması gibi uygulamaları hayata geçirmek niyetinde. Bu yıkım politikasına karşı çıkan emekçiler, kemer sıkma politikalarından vazgeçilinceye kadar mücadelelerini sürdürmekte kararlı olduklarını ifade ediyorlar.

Sana bayram, bana bomba F

Geçen y›ldan bu yana sokakta olan Yunanistanl› emekçilerin son eylemi de kitlesel kat›l›ml› oldu

sekiz buçuk yıllık iktidarı AKP’nin A KP boyunca izlediği ikiyüzlü dış politikalarıyla birçok kez 8.5 y›ll›k siyaset madara oldu. Emperyalizmin aktif rolünün gereklerini yerine ikiyüzlü taşeronu getirmek için didinen AKP, Bakanı Ahmet d›fl Dışişleri Davutoğlu’yla birlikte ortaya çıkan “komşularla sıfır sorun” da birçok kez ikiyüzlü politikas› politikasında adımlar attı; bu stratejisini

AKP 8.5 yıllık iktidarı boyunca izlediği ikiyüzlü dış politikayla, emperyalizmin bölgedeki çıkarlarının bekçiliği ve aktif taşeron rolünün hakkını vermeye çalışırken, dış politikası bir çok kez iflasın eşiğine geldi

rinin sonucu” diyerek Suriye’de halkı katleden Esad yönetimine dolaylı destek verdi. Clinton’un katliamın nasıl değil, kim tarafından yapıldığı konusuna takılması, üstelik de bunu çarpıtması (Suriye’deki katliamlarda ordunun başrolde olduğu biliniyor) emperyalistlerin Esad rejimine olan sevgisinden de-

MEZHEP KAVGASI MI? Suriye’deki eylemlerde öne çıkan meşru talepler, zamanla bazı grupların eylemlerde boy göstermesiyle tam da Suriye yönetiminin ve emperyalistlerin istediği şekilde gölgelenmeye başladı. Suriye’de daha önce de iktidarı almak için sokağa çıkan ancak Hafız Esad tarafından kanla bastırılan Müslüman Kardeşler ve CIA destekli olduğu bilinen Selefiler’in Suriye’deki eylemlerde “İran’a hayır! Hizbullah’a hayır! Müslüman (Sunni denmek isteniyor, çünkü Esad ailesi Alevi kökenli) başkan istiyoruz” sloganlarıyla sokaklara çıkarak eylemleri mezhepsel temelliymiş gibi göstermeye çalışıyor. Suriye’deki isyanla bir kez daha görülüyor ki, emperyalizm yeri geldiğinde dostunu ezen, yeri geldiğinde düşmanıyla işbirliği yapan tutumunu bölgede sistemin yeniden kurulması için devam ettiriyor. Bunun için kimi zaman kontra örgütler kurulurken kimi zaman da açık bir ikiyüzlülükle, çıkarları için, halkını katledenlere sessiz kalıyor. Suriye’de isyanın başarıya ulaşması zor gibi görünse de halkın kurşunlara karşı savaşı her geçen gün yeni zaferler kazanmaya devam ediyor.

emperyalizmin çıkarları doğrultusunda “farklı ülkelere farklı muamele” şeklindeki bir ilkesizlik politikasıyla yürüttü. Bölgede lider güç imajı yaratmaya çalışan AKP’nin, son yaşanan Libya saldırılarında bölgede emperyalistlerin işine yaradığı ölçüde bir varlığı olduğu da bir kez daha ortaya çıktı. Sekiz buçuk yıllık AKP iktidarının dış siyasetteki “üstün başarıları”na kısaca göz atalım: KIBRIS: AKP iktidara geldikten sonra Kıbrıs’taki “T.C. egemenliği”ni kendi kontrolünde sürdürmek istedi. Kıbrıs sorununu dayatmacı politikalarla çözebileceğini iddia

eden ve işgalci konumda olduğu adada halka neoliberal politikaları dayatan AKP, 2010 yılının sonunda Kıbrıs halkından gereken cevabı aldı. “Ankara elini yakamızdan çek” pankartı AKP’nin elinde patlayan Kıbrıs politikalarının fotoğrafı gibiydi. F‹L‹ST‹N-‹SRA‹L: Her fırsatta Filistin halkının mağduriyetinden prim yapmaya çalışan AKP’nin İsrail’e karşı yürüttüğü “dayılanma” politikasının samimiyetsizliği de pek çok kez görüldü. 2008’deki Gazze saldırısından sonra, meşhur Davos Zirvesi’nde yaptığı “One minute” şovunun altından Heron ve diğer pek çok silah anlaşmasını yürüten AKP, bir yıl önce yaşanan Mavi Marmara saldırısının ardından yine İsrail’e esip gürledi ama iş anlaşmaları iptal etmeye gelince “Bakkal dükkanı yönetmiyoruz” dedi. Aynı dönemde, yıllardır OECD’ye giremeyen İsrail, AKP’nin kabul oyuyla OECD’ye girdi.

ilistinlilerin Nakba (Büyük Felaket) olarak adlandırdıkları Siyonist İsrail devletinin kuruluş yıldönümü bu yıl da eylemlerle geçirildi. Nakba’nın 63. yıldönümünde Filistin, Lübnan, Mısır ve Suriye’de yapılan eylemlerde İsrail polisi ve askerinin ateş açması sonucu en az 16 kişi hayatını kaybetti; yüzden fazla kişi yaralandı. Nakba’nın başlangıç tarihi, işgal edilen Filistin topraklarında İsrail devletinin kurulduğu 1948 yılı olarak kabul edilse de, başlangıcı aslında çok daha eskilere dayanıyor. 1880’li yıllarda Filistinli köylüleri topraklarından sürerek başlayan Nakba, o tarihten bu yana hiç durmadan devam eden bir süreci anlatıyor.

ABD-NATO-BM: “NATO ve BM’de olmazsa olmaz pozisyondayız, artık güçlü ülkeyiz” imajı çizmeye çalışan AKP’nin emperyalist hegemonyanın çıkarlarına hiçbir zaman karşı koyamadığı sık sık görüldü. ABD’nin işgal politikalarına hizmet eden AKP, Afganistan’daki işgalde, emperyalistler adına önemli görevler üstlendi. Libya işgalinin başlangıcında “NATO’nun Libya’da ne işi var? Öyle saçma şey mi olur?” diyerek “Libyalı kardeşlerine bomba yağdırılmasına göz yumamayacağını” söyleyen Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarının hemen ardından İzmir’deki NATO üssü Libya’da uygulanan uçuşa yasak hava sahasının denetleme-komuta merkezi oldu. BM, Libya’ya yönelik işgal planları yaparken bu toplantılara AKP çağırılmadı. AKP’ye sadece alınan kararları uygulamak düştü. KOMfiULARLA SIFIR SORUN: Her fırsatta dış siyasette “komşularla sıfır sorun” hikayesini anlatan AKP’nin emperyalist

1880’den 1948’e kadar 700 bin Filistinli topraklarından sürülürken, bu tarihten sonra da yüzbinlerce Filistinli topraklarından koparıldı. 1948’den bu yana beş yüzden fazla Filistin köyü işgal edildi. Bu rakam Siyonist İsrail devletinin işgale başlamasından önceki Filistin topraklarının yüzde 78’ine denk düşüyor. Bu işgallerin sonucu olarak bugün 4 milyon 700 bin Filistinli, topraklarından uzak yaşamak zorunda kalıyor. Önümüzdeki süreçte de sadece Doğu Kudüs’te 60 bin evin yıkılması ve buralara Kibutzların kurulması düşünülüyor. Siyonist işgal İsrail’de bayram olarak kutlanırken, bu duruma isyan eden, direnen Filistinlilerin payına da bombalar düşüyor.

tahakkümün sürdürülebilmesi adına “işine gelen” komşuyla “iyi ilişkiler” kurduğu, ancak emperyalist çıkarlarla çelişen komşularına karşı iki yüzlü davrandığı sık sık görüldü. Güneydoğu sınırındaki komşusu Irak emperyalist işgal tehdidiyle yüz yüzeyken, işgal kuvvetlerini Türkiye topraklarından geçirmeye çalışan AKP’nin komşularla nasıl bir “sıfır sorun” politikası izlediği anlaşıldı. Geçtiğimiz yıl somutlaşan Nabucco projesiyle birlikte, hali hazırda nükleer silah bahanesiyle işgal hedefine oturtulan komşusu İran’la bir yandan İslamcı ilişkiler üzerinden “iyi geçinen” AKP, diğer taraftan da emperyalizmin son model projesi kapsamında füze kalkanı hattı oluşturarak komşularının bir işgal saldırısı karşısındaki savunma dirençlerini kırma yönünde adım attı. İran ve Rusya’daki enerjinin önemini azaltarak emperyalistlerin bu ülkeler karşısında elini güçlendiren enerji hattı politikalarında da AKP’nin emperyalizme önemli hizmetleri oldu.

Zapatistalar yeniden meydanlara ç›kt›

M

eksika’da 1984 yılından bu yana silahlı mücadele yürüten Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu- EZLN, oğlunu kirli savaşta kaybeden şair-gazeteci Javier Scilia'nın başlattığı yürüyüşe destek amacıyla San Cristobal'de eylem yaptı. Meksika hükümetinin yürüttüğü kirli savaşa karşı sokağa çıkan binlerce Zapatista, kar maskeleriyle yaptıkları yürüyüşle Calderon hükümetinin savaşı durdurmasını talep etti. Yürütülen bu savaşta, 2006’dan günümüze dek yaklaşık 30 bin kişi yaşamını yitirdi.

Madrid’te ‘Tahrir’

2

008’in sonunda patlak veren ekonomik krizden en çok etkilenen ülkelerden olan İspanya’da, krizin etkileri ve uygulanan neoliberal politikalara karşı binlerce kişi sokaklara döküldü. İnternet üzerinden yapılan çağrıyla ilk olarak 16 Mayıs’ta bir araya gelen 150 kişi polis saldırısına maruz kaldı. Yaşanan çatışmada yaralananlar ve gözaltına alınanlar oldu. Bu eylemin ardından 18 Mayıs’ta Madrid’deki Sol Meydanı’nda toplanan binlerce kişi meydana çadır kurarak uygulanan politikalara tepki gösterdi ve meydanda sabahlama kararı aldı. İspanya, Avrupa ülkeleri arasında yüzde 21,3’le en yüksek işsizlik oranına sahip olan ülke durumunda.

Salih gider, izi kal›r

Y

emen’de 33 yıldır süren Ali Salih Abdullah iktidarı, yapılan Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) tarafından hazırlanan anlaşma uyarınca bir ay içinde son bulacak. Bu durum Yemen halkının zaferiymiş gibi görünse de anlaşmanın taraflarına ve şartlarına bakıldığında, Salih’in gitmesinin Yemen’de sistemin yeniden kurulması yolunda atılan bir adım olduğu anlaşılıyor. KİK’te Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar ve Umman bulunuyor. Anlaşmada ABD’nin de rol oynadığı ifade ediliyor. KİK daha önce Bahreyn’e asker göndererek, buradaki isyancıları katletmiş ve isyana darbe vurmuştu.

IMF Baflkan› Kahn, tacizden tutukland›

I

MF Başkanı Dominique Strauss-Kahn, New York’ta kaldığı otelde çalışan bir kadına cinsel saldırıda bulunduğu için gözaltına alındı. Tutuklanarak Rikers İsland hapishanesine gönderilen Kahn’ın ilk duruşmada yaptığı 1 milyon dolarlık kefaletle serbest kalma talebi de reddedildi. Öte yandan Avrupalı siyasiler de Kahn’ın istifa etmesini istiyor. Konuyla ilgili konuşan İspanya Maliye Bakanı Elena Salgado da "Birine dayanışmamı ve desteğimi göstermem gerekseydi, bu saldırıya uğrayan kadına olurdu" diyerek Kahn’ı istifaya çağırdı.


6

KİBELE 20 May›s 2011 / 2 Haziran 2011

Halk›n Sesi

Tüm kadınlara sosyal güvence Her gün 5 kad›n, yak›nlar› olan erkekler taraf›ndan vahflice öldürülüyor Fiziksel, psikolojik ya da ekonomik şiddete maruz bırakılıyor. Kadınları şiddetten koruyacak sığınma evleri yok. Yasalar, uygulamalar kadınları korumuyor. Şiddet gören kadınların çoğu, evlerine geri dönmek zorunda kalıyor. Kadınlar, erkek egemen namus anlayışının egemenliği altına alınıp ikinci sınıf insanlar haline getiriliyor.

Kad›nlar›n ço¤u “muhtaç duruma düflmekten” korkuyor Bu korku nedeniyle şiddet karşısında sessiz kalıyor. Kölece çalışma koşullarına razı geliyor.

Kad›nlar›n evdeki eme¤i çal›flmadan say›lm›yor

Kad›nlar›n ço¤unlu¤u sosyal güvenceden yoksun

Ev içi emek hiçbir toplumsal karşılık ve hak yaratmadan yağmalanıyor. Kadınlar özelleştirilen sağlık, yaşlı ve çocuk bakımı alanlarının bedava işçileri haline getiriliyor.

Birçok kadın çalışacak iş bulamıyor. Ücretli işlerde çalışan kadınlar, erkeklerden çok daha ucuza ve güvencesiz çalıştırılıyor. Ücretli çalışan 20 milyondan fazla kadının hiçbir sosyal güvencesi yok.

Ev kad›nlar›, babadan ve kocadan ba¤›ms›z sa¤l›k ve emeklilik hakk›ndan yoksun

Gerici, cinsiyetçi AKP hükümeti “kad›n›n yeri evidir, görevi çocuk do¤urmakt›r, erkeklerle kad›nlar eflit de¤ildir” diyor

Sağlık paralı hale geldikçe, en çok kadınlar sağlık hakkından yoksun kalıyor. Kadınların hayatının erkekler, patronlar ve AKP iktidarı tarafından düşmanlıkla kuşatıldığı bir ülkede yaşıyoruz!

Aile ve evlilik, kadın için tek seçenek olarak sunuluyor. Aile kutsallaştırılıyor. Kadın bedeni erkeğin kulu; patronların malı; gericiliğin aracı ve cemaatin kölesi haline getiriliyor.

Kadın düşmanlığını yıkmak için sosyal güvence Ev kad›nlar›na sosyal güvence! Devlet ve toplum, ev ifllerini zenginlik yaratan ifller olarak kabul etsin!

Kad›nlara babadan ve kocadan ba¤›ms›z sa¤l›k güvencesi! Kad›nlar› birey olarak yok sayan uygulamalar›n iptal edilmesini istiyoruz!

Kadınlar, insan hayatını ve toplumu ayakta tutmak için ömür boyu çalışan emekçilerdir. Oysa kadınların günde en az 5 saatlerini harcadıkları ev işleri, erkekler ve devlet tarafından işten sayılmıyor. Ömür boyu çalışan ev kadınları, hiçbir hakka sahip değil. Çamaşır, bulaşık, ütü, yemek gibi ev işleri ve çocuk yetiştirmek, toplumun varlığını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu işlerdir. Ev işleri, devlet ve erkekler tarafından paylaşılana kadar, ev kadınlarına sosyal güvence ve emeklilik hakkı istiyoruz.

AKP hükümetinin uygulamaları, toplumu sağlıksızlığa mahkûm ederken kadınları “muhtaç kişiler” haline getiriyor. Kadınların sağlık hakkından yararlanması “evlenme” koşuluna bağlanıyor. Esnek çalıştırılan kadınlar, babalarının ve kocalarının sağlık güvencesinden yararlanamıyor. Bu durum, kadını erkeğin mülkü sayan düşüncelerin yaygınlaşmasına neden oluyor. Kadınların bedenleri ve emekleri üzerindeki yağmayı artırıyor. Kadınlara evlenme koşulundan, babadan ve kocadan bağımsız sağlık sigortası hakkı istiyoruz!

Kad›nlar›n erken emeklilik hakk› iade edilsin! Hem evde hem de ücretli ifllerde çal›flan kad›nlara erken emeklilik hakk›!

Ev iflçisi kad›nlara sosyal güvence! Evlerde temizlik yapan, çocuk, hasta bakan; parça bafl› ifl yapan kad›n iflçilerin sosyal haklar› verilsin!

Kadınlar hem evde, hem ücretli işlerde çalışıyor; iki kat emek harcayıp yıpranıyor. Kadınlara ve erkeklere mezarda emekliliği dayatan yasaların derhal iptal edilmesini; kadınların gasp edilen erken emeklilik haklarının iade edilmesini; ücretli işlerde çalışan kadınların tüm sosyal ve özlük haklarının insanca bir yaşam düzeyine getirilmesini istiyoruz!

Evlerde temizlik işçisi olarak çalışan; çocuklara ve hastalara bakan on binlerce kadının hiçbir sosyal güvencesi yok. Temizlik işçileri, zor çalışma koşullarında, her türlü tehlikeli maddeye maruz kalıyor; astım, fıtık gibi meslek hastalıklarına yakalanıyor. Ama temizlik, çocuk ve hasta bakımı gibi ev hizmetleri, iş yasası kapsamına bile alınmıyor. Ev işçileri “işçi” sayılmadıkları için hiçbir sosyal haktan yararlanamıyorlar. Ev işçisi kadınların işçi olarak kabul edilmesini ve sosyal haklarının tanınmasını istiyoruz.

Engelli kad›nlar› ve engelli annelerini çaresizli¤e iten uygulamalara son verilsin!

E¤itim, sa¤l›k, hasta bak›m› alanlar›ndaki özellefltirmelere derhal son verilsin!

Ülkemizde engelliler insanlık dışı koşullarda yaşamaya mahkûm ediliyor; engelli kadınlar ve engelli anneleri büyük bir çaresizliğe itiliyor. İş bulamayan; cinsel tacizin hedefi haline getirilen; sosyal hayata katılmakta ve eğitim, sağlık hizmetlerinden yararlanmakta büyük zorluklar yaşayan engelliler için güvenceli yaşam koşulları istiyoruz. Engelli kadınlara yönelik sosyal hakların iyileştirilmesini; yaşamlarını engelli çocuklarını yetiştirmeye adayan engelli annelerine özel sosyal haklar ve emeklilik-erken emeklilik haklarının verilmesini istiyoruz.

Eğitim, sağlık ve hasta-yaşlı bakımı gibi alanlardaki özelleştirme ve paralılaştırma uygulamaları en çok kadınları etkiliyor. Okullarda para toplanması kadınlar üzerindeki maddi ve manevi sömürüyü artırıyor. Para ödeyemeyen kadınlar okullarda tuvalet temizlemek zorunda kalıyor. Hastanelerin paralı hale gelmesi, kadınların sağlık haklarına ulaşmasını zorlaştırıyor. Yaşlı ve hastaların bakımı kadınların sırtına yıkılıyor. Kadınlar insanca bir işte çalışma ve sosyal hayata katılma haklarından mahrum bırakılıyor. AKP ve patronlar, özelleştirilen eğitim, sağlık gibi alanlarda görünmez işçiler olarak çalıştırdıkları kadınların emeğine el koyuyor. Eğitim, sağlık, hastayaşlı bakımı gibi alanlarda parasız, nitelikli, kamusal hizmet verilmesini istiyoruz.

Aile sigortas› de¤il tüm kad›nlara sosyal güvence! Sadaka de¤il, tüm kad›nlar›n sosyal güvence, çal›flma ve ba¤›ms›z yaflama haklar›n›n güvenceye al›nmas›n› istiyoruz! “Aileyi” kadınların tek seçeneği haline getirerek aile ve evlilik dışında da var olabilmelerini zorlaştıran aile sigortasını istemiyoruz; tüm kadınlara insanca yaşayabilecekleri koşullar istiyoruz. Kadınların eşit ve özgür bireyler olarak asgari yaşam standartlarına sahip olabilmeleri için gerekli kapsamlı önlemler alınmalıdır. Kadınların eğitim, sağlık, güvenceli iş haklarının güvence altına alınmasını; kadınlara şiddete karşı kapsamlı koruma sağlanmasını; kadınların siyasete eşit ve özgür bireyler olarak katılmasını teşvik eden çok yönlü pozitif ayrımcılık önlemlerinin hayata geçirilmesini istiyoruz.

Tafleron iflçi çal›flt›rmak yasaklans›n! Kad›n eme¤inin istihdam edildi¤i iflkollar›nda tafleron kad›n iflçi çal›flt›rmak yasaklans›n, tüm kad›nlara güvenceli ifl! Ücretli çalışan her dört kadından biri güvencesiz. Kadınlar, güvencesiz, taşeron işçi çalıştırılan işkollarının en ucuz işçileri. Kadınlara verilen ücretler yol ve yemek masraflarını bile zor karşılıyor. Merdiven altı konfeksiyon atölyelerinde, hastanelerde, alışveriş merkezlerinde, serbest bölgelerde güvencesiz çalıştırılan kadınlar, düşük ücret, fazla mesai, işten çıkarma ve işyerinde taciz gibi insanlık dışı koşullara mahkum ediliyor. AKP’nin “torba yasası” kadın istihdamını artırma maskesi altında kadınların güvencesizliğini artırıyor. Kayıt dışı, taşeron kadın işçi çalıştırmanın yasaklanmasını; tüm kadınlara insanca ücret ve güvenceli iş istiyoruz.

fiiddete karfl› sosyal güvence! Kad›na dönük fliddeti önlemeye dönük sosyal düzenlemeler istiyoruz! AKP hükümeti döneminde kadına yönelik şiddet yüzde 1400 arttı. Her gün 5 kadın, en yakınları olan erkeklerce vahşice öldürülüyor. Yüzlerce kadın sözlü, fiziksel, psikolojik şiddete maruz kalıyor. Kadınların eğitimden sağlığa, siyasetten çalışma hayatına, evden işyerine “ikinci sınıf” insanlar haline getirilmesine son verecek kapsamlı sosyal ve politik çözümler istiyoruz. Kadına yönelik şiddet suçlarında haksız tahrik indirimi uygulanmamasını; cezaların artırılmasını; danışma merkezleri ve sığınma evlerinin sayısının artırılmasını; şiddet gören kadınlar ve çocukları için şiddetten uzak, özgür bir hayatı mümkün kılacak yaşam ve çalışma koşullarının sağlanmasını istiyoruz.

Paras›z krefl istiyoruz! Çocuk bak›m›n› kad›nlar›n s›rt›na y›kan ve paral› hale getiren uygulamalara son verilsin! Yüzlerce kadın, çocuklarına bakacak kimsesi olmadığı ya da kreş parası bulamadığı için çalışma hakkından yoksun kalıyor. Çocukların okul öncesi eğitim hakları gasp ediliyor. İşyerlerindeki emzirme odaları kaldırılıyor; kreş hakkı gasp ediliyor; doğum izinleri hala çok yetersiz. Tüm mahallelerde insanca koşullara sahip, parasız kreşler istiyoruz. İşyerlerinde sadece kadın işçilerin değil, kadın-erkek tüm çalışanların sayısına göre parasız, nitelikli kreşler istiyoruz.


7

KİBELE

20 May›s 2011 / 2 Haziran 2011

Halk›n Sesi

İMECE: Kazanımımız sokağın İ ‹

MECE Kadın Sendikası Girişimi, gündelikçi Fatma Aldal’ın ölümü ile ilgili inceleme başlatılması için İstanbul’dan Ankara’ya Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na gitti. Bakanlık’tan alınan inceleme sözünü, İMECE Kadın Sendikası Girişimi’nin mücadelesini girişimden Serpil Kemalbay ile konuştuk. Kemalbay, geçen yıl Gültekiye Özmen’in ölümünden sonra hiçbir inceleme yapılmadığını farkettiklerini ve Fatma Aldal’ın ölümünün de aynı şekilde devlet tarafından görünmez olarak bırakılmaması gerektiğini düşünerek bakanlığa gitmeye karar verdiklerini söyledi. Kemalbay’dan aldığımız bilgilere göre, “Külkedisi değil, ev işçisiyiz” pankartı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nı göreve davet eden sloganlarıyla bakanlık önüne gelen kadınlar bakan ya da yetkili bir isimle görüşmek istediklerini söylediler. Bakanlıkta İMECE’den üç temsilci kadın Müsteşar Yardımcısı Bilal Ekici ile görüştü. Kadınlar, Ekici’ye ev işçilerinin sigorta ve emeklilik haklarının sağlanması, emeklerinin görünür kılınması, kadın olmalarından kaynaklı yaşadıkları şiddet olaylarına ilişkin politik düzenlemeler yapılması taleplerini ve mücadelelerini aktardı. ‘fiEH‹R DIfiINDAYDIM HABER‹M YOK’ Ekici, kadınlara “Taleplerinize katılıyoruz” diyerek cevap verdi. Kadınlar Ekici’ye “Bu ülkede ev işçileri iş kazaları geçiriyor. Ama işçi sayılmıyor. Geçen yıl Gültekiye Özmen, bu kez de Fatma Aldal bu yüzden öldü. Siz ne yapıyor-

MECE Kadın Sendikası, Fatmal Aldal’ın ölümünün ardından inceleme başlatılmasını sağladı. Devletin görmezden geldiği ev işçileri haklarını kazanmak için ilk adımı attı

sunuz?” diye sordu. Ekici buna da “Ben şehir dışındaydım. Bilmiyorum” diyerek yanıt verdi. Yapılan görüşmeden sonra, Ekici konuyla ilgili çalışma başlatılacağı ve kadınlara bilgi verileceği sözünü verdi. Aynı günün akşamı Ekici, “İnceleme yapmak üzere bir iş müfettişi gönderildi” haberini, kadınları bizzat arayarak verdi. Kadınlar Ekici’ye sürecin takipçisi olacaklarını hatırlattı. DEVLET EV ‹fiÇ‹LER‹N‹ F‹‹LEN TANIDI Kemalbay, bir iş müfettişi görevlendirilmesinin ev işçisi

kadınların işçi olmasının devlet tarafından kabul edildiği anlamına geldiğine dikkat çekiyor. İlk defa bir kazanım elde ettiklerini de ekleyen Kemalbay, kazanımın, kadınların sokağa çıkmasının ve mücadelelerini sürdürmelerinin bir sonucu olduğunu ifade etti. Kemalbay, inceleme sözünü almanın, ev işçilerinin karşılaştıkları ölümle sonuçlanan ya da sonuçlanmayan tüm iş kazalarıyla ilgili bir denetim mekanizmasının çalıştırılmasının önünü açacak büyük bir adım olduğunu belirtti. Görüşmemizin sonunda Serpil

Kemalbay İMECE Kadın Sendikası Girişimi’nin taleplerini yineledi: C‹NS‹YETÇ‹ TOPLUMSAL YAfiAMI DE⁄‹fiT‹RMEK ‹Ç‹N “Devletin, kitle örgütlerinin, sendikaların ortak çabasıyla ev içi hizmetlerin kadınlara mahsus işler olarak görülmemesi için merkezden politikalar geliştirilmesini istiyoruz. Kadınların ev içi emeğinin görülmesini istiyoruz. Kadınların yükünü artıran, sosal politikalardan vazgeçiren neoliberal politikaların terkedilmesini, ev hizmetlerinin toplumsallaştırılmasını talep edi-

yoruz. Evde yapılması gereken ve toplumsallaştırılamayan işlerin erkekler ve kadınlar arasında paylaştırılmasını istiyoruz. Elbette, ev işçiliğinin iş yasası kapsamına alınmasını istiyoruz. Yerel yönetimlerden de taleplerimiz var: Aralarındaki ayrım giderek keskinleşen zengin ve yoksul mahalleler arasında ev işçisi kadınlar için servis hizmeti sağlanmasını, geceleri işe gitmek zorunda kalan ev işçilerinin yoksul mahallelerinde sokak aydınlatmasının sağlanmasını, ucuz ulaşım ve rahat ulaşımı sağlayacak otobüslerin sayısının artırılmasını istiyoruz. Ev işçisi kadınların ilk 5 yıllık sigortalarının genel bütçeden karşılanmasını talep ediyoruz. 5 yılın sonunda hep birlikte tartışmayı öneriyoruz. ‘EME⁄‹M‹Z ANAYASAYA G‹RS‹N’ Ev işleri kadınların sırtında. Hepimiz ev işçisiyiz. Kendi evinde ücretsiz ev işçisi olarak çalışan ev kadını gibi gündeliğe giden ya da aylıkçı olarak çalışan ev işçisi de kendi evine döndüğünde çifte mesai yapmak zorunda kalıyor. Ya da kadın işçi ücretli olarak herhangi bir işte çalsa da eve geldiğinde ücretsiz ev işçiliği yapıyor. Evde harcanan karşılıksız emek görünmüyor, yok sayılıyor. Ev emeğinin topluma değer katan emek olarak anayasaya girmesini, ‘ev kadınlarına’ da sosyal hakların verilmesini istiyoruz.” Kemalbay, cinsiyetçi toplumsal yaşamı değiştirmek için hiç beklemeden mücadeleye başlamanın anlamlı olduğunu vurguladı. Bunun için İMECE olarak, bütün kadınları Kadın Sendikası’yla mücadele etmeye çağırdı.

Kampanya tam gaz Halkevci Kad›nlar “Tüm kad›nlara sosyal güvence” kampanyalar›n› imza toplayarak, film izleyerek, söylefliler yaparak büyütüyor. Etkinliklerini, http://kadinlaraguvence.blogspot.com/ adresinden ulafl›labilecek bir blog sayfas›nda paylafl›yor.

Kampanya için imzalar› da bu blog sayfas›nda topluyor. Twitter ve Facebook’ta açt›klar› sayfalarla da daha çok kifliye ulaflmay› hedefliyor. Kampanyay› Twitter.com’da kadinkampanya Facebook’ta Halkevci Kad›nlar ad›yla bulabilirsiniz.

Halkevciler, kadınların ‘görev alanları’nda

İ

stanbul Okmeydanı Halkevi’nden kadınlar, kadınlara ulaşabilecekleri pazar yerlerini, okul çıkışlarını, hastane ve sağlık ocağı önlerini, parkları ve sokakları kampanyayı duyurmak için kullanıyor. 12 Mayıs’ta mahalle pazarında açılan standa mahalleli kadınlar büyük ilgi gösterdi. Ücretsiz ev işçisi kadınlar özellikle tüm kadınlara emeklilik hakkı talebiyle ilgilendi. 13 Mayıs’ta İstanbul

Avcılar Marmara Caddesi’nde stand açan Halkevci Kadınlar, imzalarını aldıkları kadınlarla sohbetlerinde, seçim döneminde siyasi partilerin kadını yalnız anne olarak gördükleri ve kadınların gerçek taleplerine göz yumdukları şikayetleriyle karşılaştılar. Ev kadınları, evdeki emekleri görünmediği için sağlık ve emeklilik hakkından faydalanamadıklarını belirterek, haklarını istemek için imzacı oldular.

‘Güvence hakkımız’

Tacize önlem değil, eyleme ceza Mersin’de Akdeniz K›z Teknik ve Meslek Lisesi etraf›nda karfl›laflt›klar› taciz olaylar›na karfl› bir eylem yapan Genç Umutçu kad›n ö¤rencilere disiplin cezalar› verildi. 25 Nisan’da okul önünde bir eylem gerçeklefltiren ö¤renciler, okuldan baz› ö¤retmenlerin taciz olaylar› ile alay etti¤ini ve kad›n ö¤rencileri afla¤›lad›¤›n› belirtmifllerdi. Üzerinden çok geçmeden, eyleme kat›lan ö¤rencilere okul yönetimi taraf›ndan soruflturma aç›ld›. H›zla verilenen karar ile 3 ö¤renciye k›nama, 1 ö¤renciye 3 gün okuldan uzaklaflt›rma cezas› verildi. Disiplin soruflturmas› s›ras›nda ö¤rencilere “Daha önce bu ve bunun gibi baflka eylemlere kat›ld›n›z m›”, “Eylem yapmaktaki amac›n›z neydi” gibi sorular soruldu.

Gerçek eflitlik için sözümüz var

Kibele’den mektup

Gerçek eşitlik için sözümüz var! Bu düzen değişecek, kadınlara sosyal güvence! Sokaklar kokuşmuş düzen siyasetinin 13 Haziran çöpleriyle doldu. Şantaj kasetleri, skandal haberleri, yolsuzluk dosyaları; halkın haklarına düşman aynı politikaların farklı düzen partileri tarafından pazarlanma aracı olarak kullanılıyor, attığımız her adımda karşımıza çıkıyor. Medya nefes aldırmıyor adeta bize, “son dakika”lar, “flaş haber”ler, “anket sonuçları” kabus gibi çöktü üzerimize. “Birinden birini seçmeliyim” diye şartlanıyoruz, işin içinden çıkamıyoruz. Oyları bölmesek de mi saklasak, bölsek de mi patlasak karar veremiyoruz. Bu tablo pek umut vaadetmiyor. Çünkü bir şey eksik. Şimdi o eksiği tamamlayalım ve iki resim arasındaki temel farkı bulalım. Her köşe başını zapt etmiş seçim araçları bangır bangır bağıra dursun; kulağımıza eğilip fısıldayan sesi gayet net duyabilmekteyiz: “Ben sığınma evinde kalıyorum, saklanıyorum; henüz boşana-

madım ama kızlık soyadımla imza atmak istiyorum, bir de varsa fazla föy istiyorum arkadaşlarım için”. Üzerine “gerçek eşitlik için kadınlara sosyal güvence” yazan çift renk afiş yapıştırılmış tahta bir masa, iki plastik sandalye, şans eseri bulunabilmiş bir ayaklı pano etrafında biz üç kadın akmakta olan hayatı durdurmuş durumdayız. Gizli bir eylem yapar gibi çarpıyor kalbimiz, imza föyünü alıp sessiz ve tedirgin uzaklaşırken O, upuzun saçlarının dalgalanışını izliyoruz, izledikçe cesaretimiz artıyor. Renklerle aramızı açan parti bayrakları üzerimize üzerimize sarka dursun, imza föylerini çoğaltmaya giden arkadaşımız geç kaldığı için, stant başındaki sohbet uzamış, birbirimize telefonlarımızı verme aşamasına gelmiş bulunmaktayız. Arkadaşımız nihayet geldiğinde; uzunca bir süredir kara çarşafların arasından parlayan bir çift kara gözle pazartesi gününe buluşma kesmekteyiz. Çarşaflı genç kadının “ben çok çektim, kızım çekmesin; kadınlar birleşirse

Okul yönetiminin tavr› konusunda bir bas›n aç›klamas› yapmak isteyen Genç Umutçu kad›nlara okul idaresi engel olmaya çal›flt›. ‹dare, aç›klamay› yapamamalar› için kap›y› kapatmak üzere bir kaç ö¤renci gönderdi. Genç Umutçu kad›nlar, müdahalelere ra¤men aç›klamalar›n› gerçeklefltirdi. Aç›klamada, taciz flikayetleri karfl›s›nda okul idaresinin “Okul d›fl›nda yaflanan olaylara yapabilecek birfleyimiz yok” diyerek müdahale etmedi¤i ifade edildi. Ö¤renciler, idarenin okul d›fl›nda yap›lan bas›n aç›klamas›na ceza verirken, okul çevresinde yaflanan tacizlerle ilgilenmemesinin manidar oldu¤unu söyledi. Ayr›ca, derhal aç›lan soruflturma ve h›zl›ca verilen karar›n hukuksuz oldu¤una dikkat çekilen aç›klamada ö¤renciler, cezalar geri al›n›ncaya kadar eyleme devam edeceklerini duyurdu.

kazanır” sözüyle neoliberal gerici AKP’yi yenmek nasıl bir duygu tatmış bulunmaktayız! Kendisine uzatılan tüm broşürleri reddeden genç liseli kadın öfkeyle bize yaklaşmakta. Belli ki bizi de onlardan sandı. Hiç de bile! “Ben de imza atıcam” Anladı mı ki ne için topladığımızı?? “Herhalde yani, kadınlar özgür olsun diye değil mi bu imzalar” Aynen öyle genç kadın. Düzeni elinin tersiyle itip, bizden kalemi aynı öfkeyle çekerken; senin dudağının kenarında beliren tebessüm bizim büyük umutlu, kocaman kahkahamız oldu. Ve iş çıkış saati, sandalyelerimiz dinlenmek için bire bir. İki aydır sigortası ödenmeyen işçi kadın iş yerinin karşısındaki imza masasına patronu korkutmak için gelmiş. “Arkasında birileri var sansın” diyeymiş. Yalan mı yani? Yok mu? Son damlası yıllar önce taşmış, her an hedefe atılmaya hazır yan yana gelmiş birkaç kadından daha tehlikeli ne olabilir? Ezen cinsin ya da sınıfın

başardığı en önemli şeylerden biri ezilenlerin birliğini olanaksızmış gibi göstermek ve gerçekten de olanaksız kılmaya çalışmaktır. Söz konusu cinsiyet eşitsizliği olduğunda biz kadınlar yaşamak zorunda bırakıldığımız toplumsal düzenin saldırılarına sadece kendimiz maruz kalmış gibi davranırız. Hatta çoğunlukla kendi yaşadıklarımızı bile yok sayarız. Gerçek eşitlik için kadınlara sosyal güvence kampanyası için açacağımız masayı taşırken yol boyu hiç konuşmamamız bu sebepten. Onca keşmekeşin arasında kimsenin uğramadığı kıytırık bir masada en fazla kaç saat otururuz diye düşünürken ne kadar kalabalık olduğumuzu ve ne kadar da çabuk birleşebileceğimizi gördük, duyduk, bildik. Birbirimize umut olduk, cesaret olduk, bilinç olduk, kahkaha olduk, toplandık yüzlerce imza olduk. Kadın düşmanlığına karşı ellerimizi birleştirdik, yürümeye yeni başlıyoruz. İki resim arasındaki farkı söyleyelim; KADINLAR VARDIR!

1

4 Mayıs’ta Mamak Halkevi’nde biraraya gelen kadınlar “sosyal güvence” konulu bir slayt izledi ve üzerine tartıştı. ‘Neden sosyal güvence?’, ‘Güvencesizliğe karşı neden kadınlar mücadele etmeli?’ sorularını konuşan kadınlar kendi hayatlarındaki deneyimleri de paylaştılar. Yapılan tartışmada, kadınların her an kadın

düşmanlığı ile karşı karşıya kaldıkları ve sosyal güvence talebini yükseltmenin bir hak olduğu, hakları kazanmak için de mücadelenin şart olduğu ortak fikrine varıldı. ‘Tersine dünya’ filminin izlendiği etkinlikte kadınlar, Ankara’da 29 Mayıs’ta yapılacak kadın düşmanlığına karşı mitingde yeniden birarada olma sözü verdi.

Herkese ulaşacaklar

S

arıyer İstinye Dereiçi’nde kurulan pazarda Halkevci Kadınlar açtıkları standla mahallede ayrı bir coşku yarattı. Birçok kadının ilgisini uyandıran standda talepleri dinleyen kadınlar tereddüt etmeden imza attılar. Standın başının hiç boşalmadığı etkinlik, tüm kadınlar için sosyal güvence talebiyle yürütülen kampanyanın kadınların gerçek sorunlarına temas ettiğini gösterdi. Dikmen Halkevi, Şirin-

tepe Halkevi, Batıkent Halkevi, Mamak Mutlu Halkevi sosyal güvence kampanyaları için planlarını belirledi. Dikmen’deki Halkevci kadınlar, kadın muhtarlarla yapacakları görüşmeler, Batıkent kapı kapı imza toplayacağı etkinlikler, Şirintepe ev ziyaretleri, Mutlu kadın toplantısıyla kampanyayı büyütmeyi planlıyor. Türkiye’nin dört bir yanında Halkevci Kadınlar, tüm kadınlara temas edebilmek için var gücüyle çaba göstermeye devam ediyor.


8

EMEK 20 Mayıs 2011 / 2 Haziran 2011

Halk›n Sesi

Bir kıvılcım çaktı Balcalı’dan A

dana’daki Çukurova Üniversitesi Balcalı Tıp Fakültesi Hastanesi’nde Dev Sağlık-İş ve SES üyelerinin 9, 10 ve 12 Mayıs günlerinde hizmet alım ihalelerini engellemesinin ardından, 16 Mayıs günü fakültedeki asistan hekimler, akademisyenler, SES üyeleri ve Dev Sağlık-İş üyesi taşeron sağlık işçileri ortak talepleri doğrultusunda eyleme geçti. SAĞLIKÇILAR SÜRESİZ İŞ BIRAKTI Performans uygulamasına ve taşeron sistemine karşı mücadele eden Balcalı Tıp Fakültesi’ndeki sağlık çalışanları 16 Mayıs günü saat 08.00 ile 14.00 arasında iş bıraktı ve Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Rektörlüğü’ne yürüdü. Yürüyüşe hasta ve hasta yakınları da yoğun bir şekilde katıldı. Sağlık çalışanları yürüyüş boyunca sık sık “Sağlıkta taşeron ölüm demektir”, “Rektöre kul, taşerona köle olmayacağız”, “Asistan hekimler köle değildir” sloganlarını attı ve ÇÜ Rektörü Alper Akınoğlu’nu istifaya çağırdı. Sağlık çalışanları, rektörlük önünde yaptıkları basın açıklamasında performansa dayalı ücretlendirmenin kaldırılmasını, çalışma koşullarının iyileştirilmesini ve sağlık hizmetlerinin taşeron şirketlere verilmemesini talep etti. Sağlıkçılar, talepleri karşılanana kadar iş bırakma eylemini sürdüreceklerini ifade etti. İHALEYE GÖSTERİLEN TEPKİ FİTİLİ ATEŞLEDİ Dev Sağlık-İş ve SES üyelerinin 9, 10 ve 12 Mayıs günleri hastanede gerçekleştirilen sağlık hizmeti, destek hizmeti ve temizlik hizmeti ihalelerini engellemesi, hastanede çalışan asistan hekim, akademisyen ve diğer sağlık çalışanlarına örnek oldu. Taşeron sistemine karşı başlayan tepki, sağlıkçıların AKP’nin sağlık politikalarına yönelik tepkilerinin fitilini ateşledi. ESKİSİ KADAR KOLAY İHALE YOK İhale protestolarındaki manzara, hastane yöneticilerinin artık eskisi kadar kolay ihale yapamadıklarının kanıtıydı. İhalenin tarafları arasına başhekim, hastane müdürü, taşeron şirket yetkililerinin yanı sıra çevik kuvvet

polisi de eklenmiş oldu. İlk eylemde ihalecileri koruyan çevik kuvvet, sağlık çalışanlarına cop kullanarak saldırdı. Saldırı, hasta ve hasta yakınlarının büyük tepkisini topladı. Eylemin ikinci gününde ise çevik kuvvet polisi, sağlıkçıların ve hasta yakınlarının oluşturduğu barikatı aşamadı.

A

dana’daki Balcalı Hastanesi’nde sağlık işçilerinin taşeron şirketlerin ihalesine gösterdiği tepkinin ardından, tüm sağlık çalışanları güvenceli iş talebiyle süresiz iş bırakma eylemine başladı

Ağ Tekstil direnişinde kazanım

‘İHALELERİ ENGELLEDİK’ Dev Sağlık-İş Çukurova Şube Temsilcisi Mustafa Hotlar ihale günlerinde yaşananları ve son eylemleri Halkın Sesi’ne değerlendirdi. 9, 10 ve 12 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilen eylemler neticesinde ihalelerin yapılamadığını belirten Hotlar, kendilerinin ihale koşullarına ulaştıklarını belirtti. Hotlar hastaneye hasta bakıcı, teknisyen, temizlikçi, otomasyon çalışanı, hemşire istendiğini; hemşirelere asgari ücretin yüzde 80 fazlası bir ücret verileceğini, diğer çalışanlara ise asgari ücret verileceğini söyledi. Ayrıca bu sene geçmiştekinden farklı olarak lise mezunu olma şartları gibi şartlar arandığını da sözlerine ekleyen Hotlar, yeni şartların hastanedeki Dev Sağlık-İş örgütlülüğünü kırmaya yönelik olduğunu belirtti. BALCALI’DA KAZANAN SINIF DAYANIŞMASI Dev Sağlık-İş ve SES’in başlattığı mücadeleyle birlikte asistan hekimlerin ve akademisyenlerin de kendi talepleriyle eyleme geçme kararlılığı göstermesinin önemli olduğuna değinen Hotlar, sağlık çalışanlarının verdiği mücadelenin giderek güçleneceğini de sözlerine ekledi. Bugüne kadar asistan hekimlerin, hemşirelerin, hekimlerin, taşeron sağlık işçilerinin, kadrolu çalışanların kendi talepleriyle eylemler yaptığını ancak bu kesimlerin birbirlerinin eylemlerine fazla destek olmadığını hatırlatan Hotlar, bu tablonun İzmir’deki asistan hekimlerin ve 19-20 Nisan’daki sağlıkçıların grevleriyle yavaş yavaş değiştiğini belirtti. Eyleme asistan hekimlerden akademisyenine, kadrolu çalışanından taşeron şirkette çalışanına kadar her kesimin yoğun bir şekilde katıldığını söyleyen Hotlar, Balcalı’da yaşananların sınıf içi dayanışmanın güzel bir örneği olduğunu ifade etti.

T

ekstil-Sen öncülüğünde 25 Haziran 2009’da işlerine geri dönmek için direnişe geçen Ağ Tekstil işçileri 6 Mayıs günü kazanıma ulaştı. Ağ Tekstil’de bir yıl SGK’lı olarak çalışan 18 işçi, işverenin ödemeden kaçtığı 2 aylık ücreti İŞKUR’dan asgari ücret olarak aldı. İstanbul İkitelli’deki Ağ Tekstil’de patron 180 işçiyi işten çıkarmış, işçilerin 3 aylık maaş ve mesailerinin yanı sıra ihbar ve kıdem tazminatını ödememiş hatta işten çıkış belgesini bile vermemişti.

Taşeronun can damarı ihaleler Tafleron sa¤l›k iflçileri, hayatlar›n› hastanede geçirmelerine ra¤men yak›n zamana kadar sa¤l›k iflçisi olarak görülmüyordu. Dev Sa¤l›k-‹fl, Çukurova Üniversitesi Hastanesi’nde tafleron flirket çal›flt›r›lmas› konusunda 13 Ocak 2010’da Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤›’na itirazda bulundu. Bakanl›k, 1200 sa¤l›k iflçisinin üniversitenin as›l iflçileri oldu¤unu ve üniversite hastanesi yönetiminin gerçeklefltirdi¤i tüm hizmet ihalelerinin hileli oldu¤unu tespit etti. Bakanl›¤›n karar›n›n üzerinden geçen bir buçuk y›ll›k sürede hastane yönetimi, son ihaleler dâhil olmak üzere 9 defa bakanl›¤›n karar›n› çi¤nedi. Hastane yönetiminin gerçeklefltirmeye çal›flt›¤› befl ihale Dev Sa¤l›k-‹fl taraf›ndan fiilen engellenirken, dört ihale de Kamu ‹hale Kurulu taraf›ndan iptal edildi. Tafleronun, üniversite ve hastane

yönetimlerine bakanl›k kararlar›n› çi¤netecek kadar cazip olmas›n›n sebebi nedir? Asgari ücrete sa¤l›k iflçisi çal›flt›rman›n önünü açan tafleron sistemi, hastane yönetimlerine sa¤l›k hizmetlerini ucuza getirme olana¤› sa¤l›yor. Ucuzlama, iflçi ücretlerindeki düflüfl ve hizmet birimlerine al›nan malzemelerin niteliksizli¤iyle sa¤lan›yor. Tafleron flirketler ise, hastanelere ihaleyle iflçi sat›yor ve hastaneye satt›¤› iflçi bafl›na ortalama 400 lira civar›nda kar ediyor. Bir nevi komisyonculuk faaliyeti yürüten tafleron flirketin yetkilileri sadece iflçilerin ifle gelip gelmediklerini, sendikal› olup olmad›klar›n› denetliyor. Sa¤l›k hizmetinde baflka türlü asgari ücrete iflçi çal›flt›ramayan hastane yönetimleri de tafleron sistemini tercih ediyorlar.

P Eczacılar Taksim’de ‘günlerini’ gösterdi E czacılar, 14 Mayıs Eczacılık Günü nedeniyle sağlıkta dönüşüm programına, marketlerde ve internette ilaç satışına, ilaç reklamlarına, SGK’nin dayatmalarına karşı beyaz önlükleriyle eylem yaptı. Tünel’de buluşan eczacılar ve eczacılık fakültesi öğrencileri, “İlaçta reklam öldürür”,

“Sermaye elini eczanemden çek”, “Sağlık haktır satılamaz” pankart ve sloganları ile Taksim Meydanı’na yürüdü. İstanbul Eczacı Odası Başkanı Semih Güngör, sağlık alanındaki olumsuzluklar nedeniyle 14 Mayıs’ı eylem günü haline getirdiklerini belirtti ve şunları söyledi:

“Sigortalıların ilaçlarına ücretsiz ulaşacağı konusunda yalan söyleniyor. Sağlıkta Dönüşüm Programı bizim için daha fazla çalışma saati, daha fazla ödeme kesintisi demek. SGK’nin geri ödeme kapsamından çıkarılan ilaçlarının sayısı her geçen gün artmaktadır.”

BTS altı koldan Ankara’da K

Ontex’in dayanışma köprüsü İ

şlerine geri dönmek için direnişlerini sürdüren Ontex ve PTT işçileri, 13 Mayıs günü Boğaziçi Köprüsü’nü trafiğe kapatarak seslerini duyurdu. İşçiler, eylemlerinde “İşimizi geri istiyoruz! / Ontex-Canbebe-Helen Harper ve PTT Taşeron İşçileri” pankartı açtı. Eylem dolayısıyla Beşiktaş istikameti tarafında uzun araç kuyrukları oluştu. İşçiler, işten çıkarılma süreçleri ve direnişleri hakkında konuşmalar yaptıktan sonra kendilerini yolun orta kısmında bulunan bariyerlere zincirlediler. Polis, 9 işçi ve eyleme destek veren 2 BDSP’liye biber gazı ve coplarla saldırarak gözaltına aldı.

ESK’e bağlı Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası (BTS) haksızlığa, ayrımcılığa ve adaletsizliğe karşı 10 Mayıs günü 6 koldan Ankara’ya yürüdü. Edirne (Kapıkule), Samsun, İzmir, Kars, Diyarbakır ve Gaziantep garlarında yüzlerce çalışanın katılımıyla başlayan yürüyüş boyunca eylemciler geçtikleri garlarda KESK’e bağlı sendikaların üyeleri başta olmak üzere emek ve demokrasi güçleri tarafından kitlesel şekilde karşılandılar. BTS üyeleri 16 Mayıs günü Ankara Garı önüne geldi ve burada bir oturma eylemi gerçekleştirerek TCDD’deki kadrolaşmayı ve BTS üyelerine yönelik

baskıyı protesto etti. Yürüyüşü Edirne’ye bağlı Kapıkule’de başlatan BTS Genel Başkanı Yavuz Demirkol, Edirne Garı’nda bir basın açıklaması yaparak demiryollarında yıllardan beri süren haksız uygulamaların, keyfi tutum ve ayrımcılığın AKP iktidarıyla birlikte demiryolu çalışanlarını isyan noktasına getirdiğini ve bu tutumlara son verilmesi için yollara düştüklerini belirtmişti. Dünya çapında 155 ülkede 4,6 milyon üyesi olan Uluslararası Taşımacılık Çalışanları Federasyonu (ITF) ve Avrupa Taşımacılık Çalışanları Federasyonu (ETF) da demiryolu çalışanları yürüyüşlerini destekledi.

H

ava-İş, İstanbul’daki Sabiha Gökçen Havaalanı’nda bulunan Pratt & Whitney THY Teknik Uçak Motoru Bakım Merkezi (TEC) işyerinde grev uygulamasına başlayacağı gün işveren geri adım attı ve Hava-İş'in taleplerini kabul ederek anlaşmak zorunda kaldı. Anlaşmada işveren tarafından önerilen sözleşme süresinin 2011’den itibaren 3 yıl olması, performans sistemine dayalı

etrol-İş’in Saybolt’taki grevi 10 Mayıs’ta kazanıma ulaştı. İşveren, grevin altıncı gününde Petrol-İş Aliağa Şubesi ile görüşerek anlaşmak zorunda kaldı. İmzalanan anlaşmaya göre sosyal haklarla birlikte işçi ücretlerinde yüzde 25’lik artış oldu. Vardiya primi de arttırıldı. Saybolt çalışanları limanlara gelen petrol gemilerinden numune alıyorlar, laboratuvarlara gelen numuneleri inceleyerek rapor ediyorlar.

Sorumlular hala yargı önünde değil

İ

Hava-İş greve gitmeden kazandı Hava-İş, Sabiha Gökçen Havaalanı’ndaki TEC işyerinde 26 Ekim 2010’da başladığı mücadelesinde kazanıma ulaştı

Saybolt grevi sona erdi

maddi ödüllendirme ve sınırsız sayıda farklı giriş ücretiyle işçi alınması teklifleri kabul edilmedi. Sözleşmenin başlangıcı Hava-İş’in yetki aldığı 26 Ekim 2010 olarak belirlenirken, 2,5 yıl sürecek olan sözleşme uyarınca TEC’deki tüm işçilerin ücret sistemi bireysel sözleşme olmaktan çıktı; Kıdem Ücret İş skalasına dönüştürüldü. İşçi ücretlerine yüzde 27 oranında zam yapılırken, işçilerin yetki belgesinin alındığı tarihten 2011 Haziran'ına kadar

olan ücret haklarının haziran maaşlarına eklenmesi kararlaştırıldı. Sözleşme uyarınca aylık sosyal yardım 130 liradan 280 liraya çıkarılırken evlenme yardımı 800 lira, iş kazası maluliyet ve ölüm yardımı 4.500 lira, doğum yardımı 375 lira, ölüm yardımı 1000 lira olarak belirlendi. Bunların yanı sıra işçiler ilk yıl yüzde 3, ikinci yılın ilk altı ayı yüzde 4,2, ikinci altı ayı için yüzde 3,3, üçüncü yılın ilk altı ayı için de yüzde 4 oranında ücret zammı alacak.

stanbul Davutpaşa'da 20 kişinin hayatını kaybettiği, 117 kişinin yaralandığı patlama sonucunda mağdur olan aileler, 11 Mayıs’taki duruşma öncesi Bakırköy Adliyesi önünde eylem yaptı. Mağdur aileler adına açıklama yapan Hakkı Güleç, Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı adına eksik de olsa bir sorumluyu sanık sandalyesine oturtmayı başardıklarını söyledi. Ancak duruşmaya sorumlular ve denetim memurları yerine emekli memurlar getirildi. Dava 30 Eylül 2011’e ertelendi.


9

EMEK 20 Mayıs 2011 / 2 Haziran 2011

Halk›n Sesi

BEDAŞ’ta milyonluk kaçak işinden haberi olmayan aboneler cezalı ücretlendirme sistemi üzerinden elektriği daha pahalıya kullanamaya başlıyor. Böylece elektrik faturası sürekli kabarıyor ve sonunda icraya gidiyor. İcra aşamasında da abonelerden ayrıca yüklü miktarlarda avukatlık ücretleri alınıyor.

S

on günlerde borcunuz olmadığı halde evinize elektrik faturası ihbarnameleri hatta icra takip belgeleri gelmiş olabilir. Bunların sebebi güvencesiz çalıştırma ve elektrik dağıtım şirketlerindeki yolsuzluklar. BEDAŞ bünyesinde çalışan Sezen Yavuz adlı taşeron şirkette, “Kıdem tazminatı” adı altında işçilerin ücretleri gasp ediliyor. Kıdem tazminatı bordrosu 2 bin 18 lira gözüken bir taşeron açma kapama işçisine şirket yetkilileri tarafından şantaj ve tehditle “haklarımı aldım” yazılı bir belge imzalatıyor. Belgeyi imzalamayan işçiler ücretsiz izine ayrılıyor veya işçilere iş verilmiyor. Parça başı çalıştırılan işçilere iş verilmemesi durumunda işçi para alamıyor ve belgeyi imzalamak zorunda kalıyor. Bu baskılar karşısında belgeyi imzalamayan ve parça başı iş verilmeyen işçiler “İşe gelmediği” gerekçesiyle kıdem tazminatsız işten çıkarılıyor. BEDAŞ, kıdem tazminatını verip ücretsiz izne çıktı olarak gösterdiği işçileri de çalıştırıyor. Ücretsiz izinde gözüken işçiler kağıt üzerinde çalışmadıkları için sigorta primleri eksik yatırılıyor. İşçilere, üzerinde Maliye Bakanlığı’nın herhangi bir kaşesi veya mührü, hatta şirketin adı sanı olmayan, boş kağıttan farksız makbuzlar verilerek kıdem tazmi-

Enerji-Sen, BEDAŞ’taki yolsuzlukları gün yüzüne çıkardı. İşçilerin ücretlerini gasp eden BEDAŞ bünyesindeki taşeron şirketler aboneleri de dolandırıyor. BEDAŞ herşeyin farkında natlarını almışlar gibi gösteriliyor. ABONELER DOLANDIRILIYOR BEDAŞ bünyesindeki taşeron şirketler işçi üzerinde ekonomik baskıyı sadece belgeler imzalatarak oluşturmuyor. İşe girerken işçilere imzalatılan ve mühürleri işçilerin üzerine zimmetleyen 4 bin liralık senetler de ekonomik baskı malzemesi olarak işçilere karşı kullanılıyor.

BEDAŞ dahil tüm taşeron şirketlerde alışkanlık haline gelen bir diğer baskı yöntemi ise hayali ihbarnameler yazarak BEDAŞ tarafından verilen hak ediş paralarına el koymak. BEDAŞ’tan hizmet alımı ihalesi alan bir taşeron şirket, parça başı çalıştırdığı işçilerin yaptıkları işlerin dökümünü her gün BEDAŞ’a yolluyor. BEDAŞ da yapılan işlerin bedelini taşeron şirkete veriyor. Taşeron şirket de belli bir

kar payını aldıktan sonra kalanı işçilere veriyor. Hayali ihbarname işin içine girdiğinde taşeron şirket işçiler adına örneğin işçi başına 1000 açma kapama yazıyor. Bu bilgileri BEDAŞ’a yolluyor. BEDAŞ bu hizmetin karşılığı parayı taşeron şirkete veriyor. Taşeron şirket bu parayı işçilere veriyor ve bunu belgeliyor. Bu işlemin hemen ardından işçilere verdiği parayı baskı ve tehditlerle geri alıyor. Sahte ihbarname

söz konusu olduğunda sahte kapama ve açma işlemi yapılmış anlamına geliyor. Bu işlemin bedeli aynı zamanda abonelerin faturalarına yansıyor. Açmakapama parası 10 ile 15 lira arasında değişiyor. Sabah saatlerinde kapama işini yapan taşeron şirket işçileri, saat 17.00’den sonra verilen açma işini yerine getirmekte zorlanıyor ve aboneler bir gün elektriksiz kalmış oluyor. Hayali açma kapama

ENERJİ-SEN DAVA AÇTI BEDAŞ’ta, işçi haklarının gasp edilmesinin ve yolsuzlukların üzerine giden Enerji-Sen yöneticileri, bu sıkıntıları BEDAŞ yetkililerine anlattıklarında “Biz hizmet alımı ihalesi veriyoruz, hizmeti alan firmanın ne yaptığı bizi ilgilendirmiyor. Bu sorunlar sistem sorunudur, işi TBMM’den çözebilirsiniz” yanıtını aldı. Enerji-Sen BEDAŞ yetkilileriyle görüştükten sonra BEDAŞ hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. 50’den fazla işçi savcılığa konu ile ilgili ifade verdi ve savcılık BEDAŞ ile BEDAŞ’ın taşeronlarından Sezen Yavuz şirketi hakkında ücret gaspı, şantaj, tehdit gibi gerekçelerle soruşturma başlattı. ENERJİ-SEN EYLEMDE Enerji-Sen üyeleri hukuki mücadelenin yanı sıra fiili bir mücadele de başlattı. Enerji-Sen, işçilerin sorunları çözülene kadar her cuma, İstanbul Taksim’deki BEDAŞ binası önünü eylem alanına çevirecek.

Başbakandan kayıt dışı istihdam itirafı B

AKP OSTİM’le gurur duyuyor

Devlet Bakan› ve Baflbakan Yard›mc›s› Ali Babacan, 14 May›s günü OST‹M’i gezdi ve OST‹M’le gurur duyduklar›n› aç›klad›. ‹tfaiye uygunluk belgesini ‘engel’ olarak gören sanayiciler

Babacan’dan meselenin en k›sa sürede ‘halledilmesi’ sözünü ald›. 2 fiubat günü OST‹M’de meydana gelen iki patlama sonucunda 20 iflçi hayat›n› kaybetmifl, 52 iflçi de yaralanm›flt›.

aşbakan Erdoğan, 5 Mayıs günü tekstil patronlarıyla buluştu ve “Bu sektörde yaklaşık 2 milyon çalışan var. Bunların sadece 350-400 bininin kayıt içinde çalıştığını biliyoruz. Bunun farkındayız ama katlanıyoruz. Ben artık işverenimden şu kayıt dışı konusunda daha fazla hassasiyet bekliyorum” dedi. Erdoğan’ın sözleri, suç olan kayıt dışı istihdama hükümet tarafından da göz yumulduğunu gösteriyor. Erdoğan’ın tekstil patronlarından beklediği hassasiyetin şifresi ise AKP’nin hayata geçirmeye çalıştığı planlarda gizli. Başbakan, sermayedarlara ‘Sabredin, kayıt içini de kayıt dışı koşularına getireceğiz’ mesajı veriyor.

genel merkezine 10 May›s günü yürüyüfl bafllatt›. Yürüyüfl güzergah› boyunca halk›n yo¤un ilgisi ve deste¤iyle karfl›laflan iflçilerin talepleri aras›nda sendikalaflma önündeki engellerin kald›r›lmas› var. 15 May›s günü Kocaeli’nde direnifllerini sürdüren Bekaert iflçilerini ziyaret eden iflçiler 18 May›s’ta flirketin ‹stanbul Ataflehir’deki genel merkezine ulaflt›. Düzce’de kalan iflçiler tedbir koydurmalar›na ra¤men patronun makineleri kaç›rmas› durumuna karfl› fabrika önünde direnifllerini sürdürüyor. Fabrikada çal›flan 120 iflçinin tamam›n›n iflten ç›kar›lmas›n›n ard›ndan fabrika önünde direnifle geçen iflçilerden on kiflilik bir grup 13 Nisan günü MAS-DAF’›n genel merkezi önünde de direnifl çad›r› açm›flt›.

ağlık Bakanı’nın Batman’da engelli bir taşeron sağlık emekçisine yönelik sözleri AKP’nin taşıdığı zihniyeti göstermesi açısından öğreticidir. AKP yasa gereği vatandaşlık hakkı olan engellilerin kamu işyerlerinde çalıştırılmasını “SANA İŞ VERDİK” diye yansıtıyor. Bakan’ın engelli işçiye yönelik aşağılayıcı söylemi kamuoyunda epeyce tepki gördü ki Bakan Batmanlı işçiyi arayıp özür dilemiş. İşçi de gereken cevabı vermekten geri durmamış: “özrü kabul ediyorum ama söylediklerini unutmayacağım.” İşçinin “asgari ücretle geçinemiyoruz” itirazından sonra ikinci itirazı da taşeron sistemine olmuş. “Müteahhit firmalardan ne zaman kurtulacağız?” diye soran işçiye de “Müteahhit şirketlerde çalışıp para kazanacaksınız” diye cevap vermiş. Oysa Adana Balcalı Hastanesi’ndeki sağlık emekçileri işçi arkadaşımızın bu soruyu sorduğu anlarda taşerondan kurtulmanın nasıl olacağını göstermeye çalışıyordu. Hastanede yapılmak istenen ihaleyi engellemeye çalışan emekçiler “ihalenin yasa dışı olduğunu” ilan etmişlerdi. Tufan Çünkü taşeron sağlık Sertlek emekçileri Bölge Çalışma Müdürlüğü’ne yaptığı başvuruy- Dev Sağlık-İş la hastanede hileli bir taşeron Genel Sekreteri sözleşmesi düzenlendiğini bu sözleşmeyle hastanede taşeron işçi çalıştırılamayacağını bildirmişti. Başvuru üzerine hastanede inceleme yapan müfettişler gerçekten de hastane idaresinin açtığı ihalenin yasalara uymadığını ve taşeron firmanın bir an önce hastaneden gönderilmesini ve taşeron işçilerin de hemen üniversitenin asli işçisi olarak kayıt edilmesini istemişti. Bu karar üzerinden epeyce bir zaman geçmesine rağmen halen bu konuda hiçbir adım atılmış değil. DevSağlık İş bu konuyla ilgili Çalışma Bakanlığı’na, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’na başvurmuş Adana’da suç işlendiğini söylemiştir. Bugüne kadar hiçbir yetkili kurumdan tek bir satır cevap gelmemiştir AKP hükümeti 2003 yılında çıkarttığı iş kanununa ve ona bağlı yönetmeliklere uymamaktadır. AKP’nin 12 Eylül referandumunda en çok diline doladığı “üstünlerin hukuku değil hukukun üstünlüğü” ilkesinin yine kendileri tarafından nasıl ayaklar altına alındığının açık bir göstergesidir bu. AKP işine geldiği yerde hukukun egemenliğini işine geldiği yerde gücün egemenliğini savunmaktadır. . İleri Demokrasi böyle bir şey sanırız… Zorbalık hukukunun AKP dilinden tercümesi… Batmanlı işçi kardeşimiz de bu gerçeği kendi bizzat yaşayarak anlamış oldu. Eleştirmek, soru sormak bile yasak! Ama yine aynı örnekte olduğu gibi işçi cephesinde teslimiyet yok. Batmanlı işçi bu olaydan sonra AKP’li bazı ileri gelenlerin kendisini “işten atmakla” tehdit ettiğini basına açıklamış. Zaten Bakanın kendisine yaptığını “unutmayacağım” demesi yeterince anlamlı. AKP bu ülkenin insanlarının kendisine kulluk edeceğini sanıyor. Bakanın kızgınlığı bu yüzden. İnsanlara biraz maddi destek sağlarım üzerine sihirli birkaç dini sözcük söylerim işi bitiririm diye düşünüyor. Ama yanılıyor. Çünkü insanlar sadece Müslüman kimliğiyle yaşamıyor ki… Aynı zamanda gördüğünüz gibi işçi… Duramıyor patlatıyor Bakan’ın yüzüne soruyu… “Taşeron ne zaman kalkacak?” Bu soru Türkiye’nin her yerine dalga dalga yayılmış taşeron sağlık emekçilerinin kararlı mücadelesinin Batmanlı işçinin dilindeki isyana dönüşmüş haldir... Sözü söyleyen Batmanlıdır, söyleten Adanalı emekçiler, Samsunlular, İstanbullular, Diyarbakırlılardır… Bir sınıf tavrıdır yani. Evet önümüzdeki dönem AKP’nin “ustalık” dönemi olduğu gibi sağlık emekçilerinin ve sendikal örgütlenmelerinin de “ustalık” dönemi olacak.

S

Ya hep beraber ya hiç birimiz

MAS-DAF iflçileri büyük yürüyüflte Birleflik Metal-‹fl’e üye olduklar› için iflten ç›kar›lan ve Düzce Beyköy’deki Organize Sanayi Bölgesi’nde 4 Nisan’dan bu yana ifllerine geri dönmek için direnifllerini sürdüren MAS-DAF iflçileri MASDAF’›n ‹stanbul Ataflehir’de bulunan

AKP’li bakanların ve kurmayların dillerine doladıkları esneklik kavramı, çalışma yaşantısında işverenlere göre ‘katı’ olan uygulamaların ortadan kaldırılmasını ya da sermayedarların lehine düzenlenmesini içeriyor. Çalışma yaşamındaki bu esnekleştirme niyeti 2010 yılında açıklanan Ulusal İstihdam Stratejisi’nde mevcut, hatta bu yöndeki bir kısım düzenleme de Torba Yasa’yla gündeme geldi. Bu uygulamalar; asgari ücretin bölgeselleştirilerek aşağı çekilmesi, kıdem ve ihbar tazminatının budanmaya çalışılması, işsizleri güvencesiz istihdam biçimlerine kanalize etmeye yarayan özel istihdam bürolarının kurulması olarak sıralanabilir.

Ustal›k dönemi

Casper iflçilerinden E-6’da eylem ‹fllerine geri dönmek için 21 fiubat’tan beri mücadele eden Birleflik Metal-‹fl üyesi Casper iflçileri 10 May›s günü, Ümraniye’de E-6 yolunu trafi¤e kapatarak eylem yapt›. 10 dakika süren eylem boyunca baz› sürücüler araçlar›ndan ç›karak iflçileri alk›fllad›.

‹flten ç›kar›lan 9 arkadafllar› için kendilerini fabrikaya kapatarak direnifle geçen Birleflik Metal-‹fl üyesi 400 Betaert iflçisi 17 May›s’ta kazan›ma ulaflt›. ‹flçilerin kararl›l›¤› sonucunda patron 3 iflçiyi ifle almak zorunda kald›. Di¤er 6 iflçiye de k›dem tazminatlar› art› 45 bin lira ödendi. 400 iflçinin çal›flt›¤› Bekaert ‹zmit Çelik Kord Sanayi iflvereni fazla izin kullanma, devams›zl›k ve uyumsuzluk gibi bahanelerle 9 Birleflik Metal-‹fl üyesini 4 May›s günü iflten ç›kard›. Bekaert’te çal›flan 400 iflçi, arkadafllar›n›n ifle geri al›nmas› talebiyle 8 May›s günü fabrika içine kapanarak direnifle geçti. Tüm iflçilerin direnifle kat›ld›¤› Bekaert’te iflçiler ald›klar› karar do¤rultusunda yemekhanede bekledi. Fabrikada üretim devam etmesine ra¤men sürekli bir ifl yavafllatma eylemi oldu. ‹flçilerle ailelerini tel örgüler ve çevik

kuvvet barikat› ay›rd›. Tel örgüler arkas›ndan aileleriyle görüflebilen iflçiler, gün içinde fabrika içinde yürüyüfller gerçeklefltirdi. ‹flçilere, ailelerinin yan› s›ra Bekaert’in bulundu¤u Alikahya bölgesinde bulunan di¤er fabrikalardaki iflçiler ve Kocaeli’ndeki emek ve demokrasi güçleri de sürekli destek ziyaretinde bulundu. Birleflik Metal-‹fl, 22 Mart’ta MESS’in dayatmalar›na karfl› greve ç›km›fl ve ak›lc› bir taktik

izleyerek taleplerini MESS üyesi iflverenlere tek tek kabul ettirmiflti. 16 Nisan’da MESS’le toplu ifl sözleflmesi imzalan›ncaya kadar süren grevlerde Bekaert iflvereni daha grev bafllamadan geri ad›m atm›fl iflçilerin taleplerini kabul etmiflti. Bekaert’e yak›n bir yerde bulunan ve benzer flekilde kazan›mla sonuçlanan grevin ard›ndan 4 iflçinin ç›kar›ld›¤› Standart Depo’da da Birleflik Metal-‹fl Sendikas› üyesi iflçilerin direnifli sürüyor.


10

İNSANCA YAŞAM

Halk›n Sesi

20 May›s 2011 / 2 Haziran 2011

S‹YANÜRLÜ MADEN‹N OLDU⁄U YERDE ÖLÜMLER ARTIYOR

Kütahya: Yer maden, gök zehir T

ürkiye’nin altı ayrı bölgesinde tüm canlılar siyanür soluyarak gün be gün sağlıklarını kaybediyor. Kütahya’daki madende siyanürlü havuzun çökmesiyle doğan sızma riski bir kişinin kârı uğruna binlerin yaşamını riske atan madenciliğin ne denli tehlikeli boyutlara ulaştığını gösterdi. AKP’nin verdiği ruhsatlarla yüzde 54’ü maden sahası haline gelen Türkiye’de siyanür yaygın olarak kullanılıyor. 25 M‹LYON TON S‹YANÜRLÜ ÇAMUR Kütahya Tavşanlı’daki gümüş madeninin çıkarıldığı ve işlendiği tesiste üç kademeli siyanürlü atık havuzlarından ortadaki 8 Mayıs akşamı çöktü. Bu çökme sonucu siyanür havuzunun üst ve orta kademesinde yer alan siyanür ve ağır metallerle dolu çamurlu su alt bölüme yayıldı. İçinde siyanürün de bulunduğu zehirli atıklar barından 25 milyon tonluk çamur yük oluşturduğu için üçüncü havuzun atık sızdırma ya da çökme ihtimali yer altı sularını zehirleyerek kendini gösterdi. Çevre Mühendisleri Odası yönetimine göre 25 milyon ton siyanürlü atık her an baraj seddesini aşıp köyleri çamur altında bırakabilir. Tesisin yakınında bulunan Örenköy, Köprüören, Kızılcakaya ve Yoncalı köyleri atıkların ilk ulaşacağı alan olarak en fazla tehlike altında kalan bölgeler. Oda yöneticilerinin tahminine göre siyanürlü atık su havuzunun çökmesi durumunda, Porsuk Çayı ile önce Eskişehir'de Sakarya Nehri’ne sonra da Karadeniz'e ulaşabilir. S‹YANÜRDE ‹LK, MÜCADELEDE KOÇBAfiI Kütahya Tavşanlı’ya bağlı Gümüşköy’de 1987’de kurulan Eti Gümüş A.Ş’ye bağlı gümüş madeni 2000 yılında özelleştirme kapsamına alındı. 2004 yılında 41 milyon dolara Söğütsen Seramik A.Ş’ye satıldı. Yaşanan çökme tehlikesinde özelleştirmenin payı olduğu ifade ediliyor. Bölgede inceleme yapan mühendislere göre özel şirketin daha fazla kar için

K

ütahya’daki madende siyanür havuzunda yaşanan çökme tehlikeyi görünür kıldı. Siyanür sürekli olarak havaya karışıyor ve insanlar zehir soluyor. Bu yüzünden bir köy neredeyse boşaldı

altyapının kaldıramayacağı oranda kapasite artırımına gitmesi ve siyanürlü havuzlar dahil bu altyapı için maliyet olarak görünen onarma ve güçlendirme çalışmalarının yapılamamış olması şu anki tablonun en büyük nedeni. Tavşanlı’daki bu maden Türkiye’de siyanürlü liç yöntemin kullanıldığı ilk maden. Siyanüre karşı mücadele eden çevre hakkı örgütleri bu özelliği nedeniyle madenin kapatılması mücadelesini Türkiye’de siyanüre karşı mücadelenin koçbaşı olarak niteliyor. BAKAN GÖRMEDEN ANLATTI: ‘HAVUZLAR ‹Ç‹NDE B‹R PROBLEM’ Fakat yaşanan tehlikeye rağmen hükümet ve sermaye cephesinin tavrı siyanür konusunda ciddiyet ve duyarlılıktan uzak. Kütahya’daki çökme tehlikesinin hemen ardından bölge halkını paniğe sevk eden siyanürlü ölüm korkusuna rağmen yetkililer

konunun üstünü adeta örtmeye çalışıyor. Kütahya Valisi Kenan Çiftçi, 9 Mayıs günü yanına DSİ il genel müdürü dahil mülki erkanı alarak bir basın toplantısı yaptı. Vali siyanürlü suyun barajdan taşmaması sebebiyle çevre sağlığı riskinin bulunmadığını belirtti. Aynı gün Kütahya’ya gelen Çevre ve Orman bakanı Veysel Eroğlu da bir basın toplantısı düzenleyerek yaşanan olayın ‘havuzlar içinde bir problem’ olduğunu, gerekli tüm önlemlerin alındığını belirtti ve ekledi: “Siyanürlü barajda çevreye sızıntı yok, vatandaşlar endişe etmesin.” Fakat daha sonradan anlaşıldı ki bu açıklamayı yapan Bakan, maden sahasını gidip görmemişti bile. Bölge halkına destek olmak ve olayı yerinde incelemek için Kütahya Tavşanlı’ya giden Antalya Isparta Burdur Denizli Kaş Platformu sözcüleri Hediye Gürbüz ve Yakup Yıldırım’ın kaleme aldığı izlenim yazısında ziyaret ettikleri

köylere Çevre ve Orman Bakanı’nın geleceğine dair haber ulaştığı anlatılıyor. Fakat bakanın atık havuzunun olduğu bölgeye dahi gelmeden, Kütahya merkezde basın açıklaması yaptığı aktarılıyor. Madendeki havuzun çökme haberinin hemen ardından bölgeye giden Metalurji Mühendisleri Odası Başkanı Cemalettin Küçük, muhabirimize benzer gözlemlerini aktardıktan sonra tüm Türkiye’yi ilgilendiren önemli bir bilgi verdi. Siyanürlü havuzların çökmesinin çok tehlikeli bir durum yaratacağını söyleyen Küçük, siyanürle çalışma yapılan bölgede olağan koşullarda da halkın zehir soluyarak gün be gün sağlığını yitirdiğini belirtti ve madenin çökme gibi felaketler olmasa da ölüm tehlikesi saçtığına işaret etti. Küçük, bölge halkı için asıl riskin buharlaşmayla ortaya çıktığını belirtti.

YILLARDIR ZEH‹R SOLUYORLAR Madenin 100 hektarlık bir alana yayıldığını söyleyen Küçük, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bahsi geçen 100 hektarlık alan ve bu alanın büyük bir kısmına yıllardır atık yığılmış. Geniş bir yüzeyde madeni, zehirli atıklarla karışık çamur var. Burada nem azaldıkça buharlaşma artıyor. Buharlaşma hidrojen siyanür gazının (HCN) ortaya çıkıp havaya yayılmasına yol açıyor. HCN oldukça zehirli bir gaz, solunması durumunda kronik zehirlenmeyle uzun vadede insan sağlığını bozuyor. Bölge halkı yıllardır HCN’nin karıştığı havayı soluyor.” Küçük, HCN’nin sadece solunan havaya karışmadığını belirterek Kuzey Batı Anadolu’da siyanürlü madenciliğin neden çok daha büyük bir tehlike olduğunu gösteren önemli bir bilgi verdi: Kütahya, Bilecik, Marmara, Balıkesir, İzmir’in dahil olduğu havzanın arsenikli bir yapısı var. Bu bölgedeki toprak ve kayalar doğal yapısı gereği arsenikli. HCN’nin başta arsenik olmak üzere tüm ağır metalleri çözücü etkisi var. Bu nedenle Kuzey Batı Anadolu’da etrafa yayıldıkça toprakta ve kayalarda bulunan arsenik başta olmak üzere ağır metaller çözülerek toprağa ve yer altı suyuna karışıyor. Böylece HCN solunum yoluyla canlılara zarar verirken onun etkisiyle çözülen zehir besin zincirine karışıyor. KÖYÜN NÜFUSU TÜKEND‹ Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin Kütahya Dulkadir Köyü’ne ilişkin 1992 tarihli raporu da Küçük’ün dediklerini doğruluyor. Köy muhtarlığının “köylerinde kansere bağlı ölümlerin yüksek olduğunu, daha çok akciğer kanserinin görüldüğünü” söyleyerek tıp fakültesine yaptığı başvuru üzerine bölgede inceleme yapan hekimler bölgede su ve toprakta yüksek oranda arsenik bulmuştu. Hekimler köyde 1982-1992 yılları arasında 22’si kanserden, 56 kişinin hayatını yitirdiğini tespit etmiş ve köyün çok yanındaki açık siyanür havuzuna dikkat çekmişlerdi.

Ankara’da bir çöp okul

A

nkara Sincan İMKB Kayalıboğaz İlköğretim Okulu öğrencileri çöp yığınları arasında eğitim görüyor. Bakanlık tarafından okullarına ayrılan bütçe yetersiz olduğu için okul yönetimi öğrencilerden aylık 40 TL’lik aidat parası toplamak istemiş. Okul yönetimi bu aidatları düzenli toplayamadıkları için temizlik işçisi çalıştırılamadığını iddia ediyor. Olay bazı velilerin okuldaki çöp dolu bidonları, kirli lavabo ve derslikleri cep telefonu ile görüntüleyerek basına dağıtması üzerine ortaya çıktı. Üç bin öğrencinin öğrenim gördüğü okulda pislik nedeniyle çocuklarının sık sık hastalandığını belirten veliler konuyla ilgili Milli Eğitim Bakanlığı’na şikayette bulunduklarını fakat yetkililer tarafından hiçbir girişimin yapılmadığını belirtti.

Türkiye’nin zehir haritası Siyanürlü madencilik yöntemi tüm Türkiye’yi saran büyük bir tehlike. ‹flte MMO Baflkan› Cemalettin Küçük’ün aktard›¤› bilgilere göre Türkiye’de siyanür tehlikesi alt›ndaki bölgeler : Kütahya-Tavflanl›Gümüflköy Havuzlarda çökme tehlikesiyle gündeme gelen maden sahas›nda, 1987’den beri faaliyet yürütülüyor. ‹zmir-Bergama-Ovac›k Bergama’da siyanürlü yön-

temle madencilik y›llara yay›lan bir mücadele konusu. 2005’ten beri Bugün gazetesi ve Kanaltürk’ün sahibi olan Koza grubuna ait madencilik flirketi burada siyanürlü alt›n arama çal›flmas› yap›yor. Uflak-Eflme-K›flla TÜPRAG Metal Madencilik Afi taraf›ndan iflletilen maden, 2006 y›l›nda faaliyete geçti. Bu tarihten hemen sonra HCN nedeniyle 1500 insan zehirlendi. Bu olaya iliflkin

köylülerin ve mühendis odalar›n›n madenci flirkete karfl› açt›¤› dava sürüyor. Gümüflhane-Mastra Koza grubuna ait bu maden 2009 y›l›nda faaliyete geçti. Maden nedeniyle Kelkit Çay› ve havzas› tehlike alt›nda. Erzincan-‹liç-Çöpler Çal›k Maden ‹flletmeleri A.fi. (Çal›k Maden) ile Kanada menfleli Anatolia Minerals Development Limited (Anatolia) ortakl›¤›nda madencilik

faaliyeti için çal›flma yap›l›yor. 1999 y›l›nda madencilik faaliyetleri için farkl› flirketlere ruhsat verilen bölgede farkl› flirketlerin de madencilik için çal›flma yürüttü¤ü biliniyor. Manisa-Turgutlu-Çalda¤ SARDES Nikel Madencilik A.fi. taraf›ndan nikel madeni için faaliyet yürütmek üzere 2009’da gerekli ruhsat al›nd›. Bu madende di¤erlerinden farkl› olarak en büyük tehlikeyi nikel at›klar› oluflturuyor.

Her yer maden herkes tehlikede Enerji Bakan› Taner Y›ld›z’›n 14 Aral›k 2010’da mecliste bir soru önergesine verdi¤i cevap Türkiye’de akarsu ve denizler d›fl›nda neredeyse her alan›n madencilik faaliyetine aç›ld›¤›n› gösterdi. Türkiye’de 2010 y›l› itibariyle Maden

‹flleri Genel Müdürlü¤ü’ne kay›tl› 28 bin 763 arama ruhsat›, 12 bin 45 iflletme ruhsat› ve 91 ön iflletme ruhsat› olmak üzere toplam 40 bin madencilik ruhsat› bulunuyor. Bunlar›n yaln›zca 649’u kamuya ait.

Paso kalksın önergesine Gökçek itirazı

A

Mektuplar Demir’e gidiyor L

isans eğitimine giriş sınavı yaklaşırken YGS’deki şifre muamması giderek karmaşıklaşıyor. Savcılık incelemesini tamamlayarak sınavda şifre olmakla beraber şaibe olmadığı kanaatini açıkladı. Savcılık açıklaması sonrası öğrencilerin sınav sonuçları açıklandı. Bu sefer de hesaplama krizi yaşandı. Binlerce veli ve öğrenci kendilerine ait sınav sonucunun yeniden hesaplanması için ÖSYM’ye başvurdu. Ankara’da bulunan ÖSYM merkezine yapılan başvurulardan 5 TL, şehir dışından yapılan başvurulardan posta masrafıyla beraber 8 TL alan ÖSYM kendi hatasından da bir vurgun yaptı. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi 9 Mayıs Pazartesi günü Üsküdar ÖSYM binası önünde bir eylem yaparak ÖSYM’nin itiraz vurgununu protesto etti.

Eğitim Hakkı Meclisi’nden Asiye Çil yaptığı açıklamada “AKP ve onun oyuncağı ÖSYM daha şifre ve kopya skandallarının hesabını vermeden, kendi hatalarından bile kar etmenin yollarını arıyor” dedi. Çil, itiraz dilekçelerinden elde edilen paranın ne kadar olduğunun açıklanmasını istedi. MEKTUPLAR YOLA ÇIKIYOR Eğitim Hakkı Meclis’i İstanbul’da mahallelerde ve Şişli gibi kentin işlek noktalarında açtıkları standlarla Ali Demir’i istifaya çağırmak üzere öğrenci ve velilerden mektup toplamaya devam ediyor. Eğitim Hakkı Meclisi toplanan binlerce imzayı ve mektubu 28 Mayıs günü 13.30’da Taksim’de İstanbul Halkevi’nde buluşularak yapılacak bir yürüyüşün ardından Galatasaray Postanesi’nden Demir’e gönderecek.

‘Haklarımıza ulaşamıyoruz’ 10-16 May›s Engelliler Haftas› nedeniyle 10 May›s günü ‹stanbul'da engelli örgütlerinin ça¤r›s›yla bir yürüyüfl ve bas›n aç›klamas› yap›ld›. Aralar›nda Türkiye Sakatlar Derne¤i, Türkiye Kas Hastal›klar› Derne¤i, Görme Engelliler Derne¤i, ‹flitme Engelliler Federasyonu, Zihinsel Özürlüler Federasyonu, Halkevleri Engelli Haklar› Atölyesi'nin de bulundu¤u yürüyüflte en yaflamsal haklar›n gasp›na karfl› öfke dile getirildi. ‹stiklal Caddesi boyunca yürüyen engelliler Taksim

Meydan›’nda yapt›klar› aç›klamada flu s›k›nt›lara dikkat çekti: Alt› y›l önce ç›kan 5378 say›l› yasa engelliler için bir fley de¤ifltiremedi. Sa¤l›k Uygulama Tebli¤i ile engellilerin tedavileri, yaflam›n› sürdürebilmesi için gerekli cihazlar, gereçler verilmiyor. Yeflil kartl›lar, sosyal güvencesi olmayan engellilerin t›bbi araç ve gereç talepleri kaynak olmad›¤› gerekçesiyle karfl›lanm›yor. E¤itim hakk›ndan yararlanam›yorlar, okullara eriflemiyorlar, dersliklere ulaflmak için engeller afl›yorlar.

nkara Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nin mayıs ayı toplantısında gündemi paso tartışmaları oluşturdu. Meclise öğrencilerin ulaşım hizmetlerinden indirimli olarak yararlanabilmesi için, belediye tarafından parayla verilen bandrol (paso) olmaksızın öğrenci kimliğinin yeterli olması için önerge verildi. Önerge’ye ilk ret Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’ten geldi. Ulaşım parasının tam 1.85 lira, indirimli fiyatların ise 1.25 lira olduğu Ankara’da, Büyükşehir Belediyesi’nin aylık zararının 10 trilyon olduğunu söyleyen Gökçek “22 TL’den bu zararın, cüzi bir kısmını karşılanmasının kime ne zararı var?” diyerek itiraz gerekçesini meşrulaştırmaya çalıştı. Ankara’da öğrenci ve öğretmenler ulaşım hizmetinden indirimli yaralanabilmek için belediyeye 22 TL ödeyerek paso bandrolü almak zorunda.


11

YÜZ YÜZE 20 Mayıs 2011 / 2 Haziran 2011

Dünü ve bugünüyle CHP

Halk›n Sesi

CHP yeni genel başkanı ve ‘yenilenmiş’ söylemiyle ilk defa seçime giriyor. Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa gelmesiyle başlayan yeni dönemde CHP’nin bir önceki dönemden farklı bir söylem ve strateji geliştirdiği görülüyor. Bu yeni çizgiyi ve CHP’yi Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden Dr. Derya Kömürcü ile konuştuk.

Merkez sol ve Türkiye’de sosyal demokrasi üzerine çalışmalar yapan Kömürcü CHP için ‘yeni’ bir durum olduğunu düşünüyor ama bu yenilenmenin yönünün önem taşıdığına dikkat çekiyor. CHP’nin tarihsel olarak sosyal demokrasiye meylettiği bir kaç kısa dönem olduğunu belirterek bugünkü eğilimin de sosyal demokrasiye doğru olmadığını ifade ediyor.

GEÇM‹fiTEN FARKLI SÖYLEM GEÇM‹fiLE BENZER STRATEJ‹

CHP: ‘Yeni’nin içindeki eski

C

HP’nin AKP’ye karşı olduğunu biliyoruz ama nasıl bir Türkiye, nasıl bir demokrasi tahayyül ediyor, gelirin yeniden bölüşümü nasıl hayata geçirecek bilinmiyor

Sosyal demokrasi denilince hemen CHP akla geliyor, tarihsel olarak baktığımızda CHP, sosyal demokrat bir parti midir? Bugünkü CHP sosyal demokrat bir parti değil; tarihin hiçbir döneminde de Batı Avrupa’da gördüğümüz anlamda sosyal demokrat bir parti olduğunu söyleyemeyiz. CHP geleneği içinde sosyal demokratlaşma çabasının olduğu dönemler olmuştur. Mesela 80 sonrasında kurulan SODEP böyle bir deneyimdir. Ama partinin toplumsal tabanı, parti örgütünün niteliği, parti içinde çalışan kadroların 80 öncesi CHP’den getirdiği özellikler, bu deneyimin başarılı olmasını engellemiştir. Batı Avrupa’da sosyal demokrasi, bir işçi sınıfı hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Sendikalarla çok güçlü organik ilişkileri vardır. Topluma bakışı, toplumu analiz edişi, yani toplumdaki sorunları anlama biçimi aslında Marksizm’den esinlenir. Topluma baktığında öncelikle sermaye ile emek arasındaki çelişkiyi görür ve oradaki tercihini emekten yana koyar. Ama bunun Türkiye’deki yansımasına baktığımızda, Türkiye’de kendilerine sosyal demokratım diyenler toplumu sınıf siyaseti üzerinden algılamıyorlar. Böyle bir bakış açısı yok. Emek sermaye çelişkisinde net bir tavır almak, kimi dönemler hariç, bazı küçük parantezler hariç, yok. Israrla kendini Marksizm’den uzaklaştırma çabası var. “Biz Türkiye’nin kendi özgün koşullarına yönelik bir analiz geliştiriyoruz” söylemi ‘70’lerden beri devam eden bir şey. Bir de tabii CHP’nin içinde ortaya çıkması, Kemalist bir partinin içinde ortaya çıkması tamamen Türkiye’deki merkez sol siyaseti Batı’dakinden farklı kılıyor. Baykal döneminin temel nitelikleriyle bugün arasındaki farkları göz önüne alırsak bir yeni CHP’den söz edebilir miyiz? Bir yeni CHP’den söz edebiliriz ama yeninin içeriğini nasıl dolduracağımız ayrı bir tartışma. Şu anki CHP, Baykal döneminden farklı bir CHP. Kılıçdaroğlu’nun başkanlığıyla Baykal dönemi arasındaki farkı şöyle özetleyebiliriz: Birincisi, söylem düzeyinde bir yenilenme olduğunu söyleyebiliriz. Aradaki küçük kesinti dışında 15 yıllık Baykal liderliği boyunca CHP’nin esas vurgusu hep rejimi koruma üzerine olmuştur. 1990’ların ortasında şöyle bir siyasal strateji izliyordu CHP ve Baykal: “Siyasal İslam yükseliyor. Yüzde 20 civarında bir oy oranı var. Bunun dışında kalan yüzde 80’lik kesime seslenmeyi başarabilirsek, ne kadar daha fazla merkeze gelirsek, ne kadar daha fazla laikliğe, rejimi korumaya, Atatürkçülüğe vurgu yaparsak oy oranımızı o kadar artırırız” diyordu. En sonunda yüzde 20’de kalan Baykal oldu. Ama Kılıçdaroğlu’nun ilk kurultaydan itibaren vurguladığı CHP söyleminde laiklik, Atatürkçülük, rejimi koruma vurgusu neredeyse hiç yok. Onun yerine daha sosyal adaletçi bir söylem var. Yoksullukla ve yolsuzlukla mücadele etmekten, işsizliği düşürmekten bahsediyor. Seçim bildirgesine baktığımızda da, artık siyaseti AKP’nin belirlediği dar alanda oynamaktansa daha somut

C

HP’nin emek ve sermaye arasındaki çelişkide emekten yana bir pozisyonu olmayacaktır. Bu sadece CHP’nin değil tüm sosyal demokrat partilerin açmazı gerektiğini düşünüyordu. Çünkü AKP’yi öyle okuyordu. AKP’ye baktığı zaman, rejim karşıtı bir hareket görüyordu. AKP’nin başarısının arkasındaki toplumsal dinamikleri görmüyordu mesela. Oraya vurgu yapmak yerine daha siyasal olana vurgu yapıyordu. Rejim karşıtı bir hareket karşısında rejimi koruyacak bir hareket. Şimdi “yeni CHP”nin farkı bu. AKP’nin başarısının toplumsal kaynaklarını görüyorlar, onun için kent yoksullarına yönelmekten bahsediyorlar ama bir yandan da AKP’ye oy vermeyen ne kadar geniş bir kitle varsa hepsinin oylarına talip olmayı istiyorlar. Merkezi daha sosyoekonomik olarak inşa etmeye çalışıyorlar.

vaatlerle, sosyal adalet vurgusuyla öne çıktığını görüyoruz. Bundan önceki seçimlerde siyaset çok daha dar bir alana hapsedilmişti ve onu sadece AKP belirliyordu. Neyin tartışılıp neyin tartışılamayacağını, neyin gündeme gelip gelmeyeceğini… Şimdi CHP’nin çıkışı ve hamleleri, solun genel olarak tartıştırmak istediği diğer meselelerin de siyasetin gündemine gelmesine, tartışılmasına olanak tanıyor. Siyasetin gündeminin sadece vesayet / demokratikleşme tartışmasının dışında insanların gündelik hayatına değiyor olması, taşeron meselesinin, yoksulluk meselesinin, işsizliğin, Kürt sorununun bu kadar konuşuluyor olması önemli. Tüm bunların genel anlamda sol bir stratejinin gelişmesine olumlu etkileri olacağını düşünüyorum. Söylemdeki yenilenmenin dışında bir diğer yenilik, partinin seçmenlerle ya da toplumla kurduğu ilişkinin farklılaşmaya başlaması. Kılıçdaroğlu imajı bunda etkili oluyor. Baykal’la Kılıçdaroğlu aynı şeyleri söyleseler bile Baykal söylediğinde duyulmayanlar, şimdi Kılıçdaroğlu söyleyince duyulabilir hale geldi. CHP ARTIK DAHA SOLDA MI? Son dönem yine parti içinde yaşanan gelişmeler, özellikle Önder Sav ekibinin parti yönetiminden tasfiye edilmesi, partinin örgütsel anlamda da kendisini yenileme potansiyelini ortaya çıkardı. Bu

CHP sol bir parti mi oldu dersek onun cevabı da hayır. CHP, AKP karşısında bir merkez parti olarak kendini konumlandırmaya çalışıyor yenilenme ne kadar hayata geçebilir? Seçim sonrasında gerçek anlamda örgütsel bir yenilenme yaşanır mı, bunu kestirmek zor. Bu yenilikler, sosyal demokratlaşmayı getiriyor mu, sol bir parti mi oldu CHP dersek onun cevabı “hayır”. Çünkü tam tersine CHP, AKP karşısında bir merkez parti olarak kendini konumlandırmaya çalışıyor. Somut vaatleri var. Bunlar önemli. Taşeronlaşmaya karşı söyledikleri, aile sigortası hakkında söyledikleri, Kürt meselesi hakkında bugüne kadar söylemediği, anadilde öğrenim hakkı, seçim barajının düşürülmesi gibi şeyleri söylemesi olumlu, ama bunlar herhangi bir merkez partinin de söyleyebileceği şeyler. CHP, yeni bir bölüşüm vaadiyle çıkmıyor ortaya. O açıdan bakarsak,

herkesin biraz kendi aradığını içinde bulabileceği eklektik bir parti haline geldiğini söyleyebiliriz. ‘Herkesin’ dediniz buradan CHP’nin seçim sloganına, ‘Herkes için CHP’ye gelelim. Bunun anlamı nedir? Kılıçdaroğlu bütün siyasal stratejisini seçimde en yüksek oyu almak üzerine kurdu. CHP’ye gelebilecek tek bir oyu bile dışarıda bırakmayacak bir söylem, bir siyasal strateji oluşturdu. Şu an yaptığı, AKP’ye oy vermeyecek her kim varsa, onun CHP’ye oy vermesini sağlamaya çalışmak. Partinin milletvekili aday listesine baktığımızda da bunu görüyoruz. Merkeze oynamak çabasını görüyoruz. Bugün CHP’nin AKP’ye karşı olduğunu biliyoruz ama onun dışında nasıl bir Türkiye tahayyül ediyor, nasıl bir demokrasi tahayyül ediyor, gelir dağılımındaki adaletsizliği nasıl gidermeyi düşünüyor, yeniden bölüşüm gibi bir derdi var mı, bunlara dair söylediği çok fazla bir şey yok aslında. CHP’nin söyleminde Baykal döneminden bir kopuşu söz konusu. Ama merkeze oturma çabasında bir süreklilik var diyebilir miyiz? Merkeze oynamak, bir merkez partisi olma çabası açısından Baykal’la Kılıçdaroğlu arasında bir fark yok. Sadece o merkez siyaseti nasıl kurguladıkları arasında bir fark var. Baykal, merkez siyasetin, rejimi korumak, laiklik, Atatürkçülük üzerinden kurulması

SOSYAL DEMOKRASİNİN AÇMAZI CHP, ezilenlerin iktidar alternatifi olabilir mi, örgütsel sınırlılıkları ortada ama sonrasına dair düşünecek oldursak? Bence CHP, ne bu haliyle ne de gerçek anlamda sosyal demokrat bir partiye dönüşmesi halinde, ezilenlerin partisi olabilir. Öyle bir misyonu olacağını düşünmüyorum. CHP için en fazla –ki bu bile oldukça zor görünüyor– AKP karşısındaki muhalefet cephesinin, soldan yükselecek bir muhalefet dalgasının kısmen taşıyıcısı olma gibi bir pozisyon tarif edilebilir. AKP iktidarından rahatsız olan sadece emekçiler, Kürtler ya da Aleviler değil, sermaye içinde de sıkıntısı olanlar var. AKP bir ittifakı temsil ediyor ve o ittifak bir gün dağılacak. O dağıldığında, büyük sermaye bir iktidar alternatifi arayışı içinde olduğunda bugün itibariyle o alternatif CHP olarak ortaya çıkacak gibi görünüyor. Dolayısıyla hangi tür yenilenme olursa olsun, CHP bildiğimiz anlamda emek ve sermaye arasındaki çelişkide emekten yana, ezilenden yana bir pozisyonu benimsemeyecektir. Bu sadece CHP için değil. İngiliz İşçi Partisi’nden Alman sosyal demokratlarına kadar nereye bakarsak bakalım, sosyal demokrat partilerin açmazı zaten. Oy olarak, ezilen kitlelerden oy almak ama aynı zamanda kapitalizmin genel çerçevesi içinde birikim stratejisini devam ettirerek yeni bir hegemonik proje inşa edebilmek. Kendilerini sermaye ile emek arasındaki çelişkileri uzlaştırma misyonuyla tanımladıkları için bu proje çoğunlukla başarısızlıkla sonuçlanıyor.

Başarı bir siyasal harekete dönüşmekte

S

ol olma iddiasındaki bir partinin başarılı olmak için, toplumu bir antagonizma içinden tarif etmesi yani insanların yaşadıkları sorunların temel nedenini görmesini sağlayacak bir karşıtlığı ortaya koyması gerekir. Meseleyi sadece AKP üzerinden açıklayamazsınız. “AKP düzeni böyle olduğu için bu sıkıntıları yaşıyorsunuz” diye ikna edemezsiniz insanları. O sıkıntılar, bu düzenin temelindeki emek-sermaye çelişkisi, demokratikleşme meselesinin siyasi olduğu kadar sosyal ve kültürel boyutları bağlamında ele alındığında bir anlam taşır. Başarının tek başına oy almakla tanımlanmaması gerekir. Bir sosyal demokratlaşma olacaksa eğer, partinin aldığı oy oranından bağımsız olarak bir siyasal harekete dönüşüyor olabilmesi gerekir. 4 yılda

bir sandığa gidip bir partiye oy vermenin ötesinde, onunla birlikte nefes alan bir kitlenin ortaya çıkması lazım. İnsanların siyasallaşması lazım. Bugün siyasal İslam dediğimiz şey de, ‘70’lerdeki sosyalist hareket de böyle oldu. Ona paralel gelişen CHP de öyle bir şeydi. İnsanlar, Ecevit liderliğinde dağa taşa “Umudumuz Ecevit” yazdığında CHP bir siyasal hareket olmayı başarmıştı. İnsanların hayatını belirleyen, düşünme biçimlerini etkileyen, ideolojisi olan bir parti olarak hareket edebiliyordu. Bugünse CHP, ilçe teşkilatları olan, profesyonel siyasetçilerin bulunduğu, onun dışında üye olmayan insanların dört yılda bir oy verdiği, ağırlıklı olarak da kentli orta ve üst sınıfların Baykal döneminde kemikleşmiş kaygılar üzerinden partiye yöneldikleri bir yer.

Vaat değil ideoloji önemli Partinin dayandığı bir sınıfsal taban var mı? Sencer Ayata’nın yeni orta sınıfla varoşların ittifakını oluşturma gibi bir iddiası vardı. Şu anki durum açısından düşünürsek bu gerçekçi bir proje olabilir mi? Eğitimli orta sınıflarla kent yoksullarının ittifakını kurma iddiası ilk kez bundan bir yıl önce Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçildiği Kurultay sonrasında ortaya atıldı. Ancak ben seçim sürecinde bunun arka plana itildiğini düşünüyorum. Aile sigortasından, yolsuzlukla, işsizlikle mücadeleden söz ettiğiniz zaman, kentli orta sınıflarla varoşların ittifakını kurmaya çalışıyor gibi görünebilirsiniz, ama CHP’nin genel siyasal söylemine baktığımızda bunların ideolojik bir bütünlük çerçevesinde değil, oy toplama amacıyla gündeme getirildiğini görüyoruz. Kent yoksullarının –ki orada Kürt kimliği de önemli bir unsur olarak devreye girer– CHP’ye yönelmesinin koşulları sadece bu tür somut vaatler değil; bunların partinin söyleminde bütünlüklü bir ideolojik çerçeve içinde ifade ediliyor olmasıdır.

Toplumsal bir yenilenme Bugün parti teşkilatlarında çalışan insanlar, hala Deniz Baykal ya da Önder Sav’dan çok farklı düşünmüyor. Bir partinin gerçekten yenilenmesi için toplumsal olarak yenilenmesi gerekir. Partinin sadece liderinin, il/ilçe teşkilatlarının ya da yürütme organlarının değil aynı zamanda bu parti içinde çalışan insanların, o partiye emek veren insanların değişiyor olması şarttır. Oysa bugün hâlâ eski kadrolar siyaset yapıyor CHP içinde. Böyle bir yenilenmeyi Kılıçdaroğlu bir yıl içinde yapamazdı, yapmayı aklının ucundan bile geçirmedi zaten. Önümüzdeki dönemde ancak aşağıdan gelen öyle bir dalga olabilirse parti sosyolojik anlamda kendini yenileyebilir. Aile sigortası, taşeron uygulamasına son vermek, çocuk bütçesi gibi somut vaatler oy ilişkisinin ötesinde yeni toplumsal grupları partiye çekebilirse, aşağıdan gelen o baskıyla parti yönetimi kendini yenileme ihtiyacı duyar. Yalnızca böyle bir sosyolojik yenilenme olması durumunda partiyi radikal bir biçimde değişime uğratacak bir siyasal irade ortaya çıkabilir.


12

DOSYA 20 Mayıs 2011 / 2 Haziran 2011

Halk›n Sesi

Se kiz y ılın ‘bizde’ bıra ktıkları an Seçim hedefi AKP açısınd nluğa anayasa yapabilecek çoğu zde 30 erişme, CHP açısından yü MHP oy oranının üstüne çıkma, koruma için de seçmen tabanını da anlamına geliyor. Bu tablo partisinin Halkın Sesi olarak iktidar ha 8 yıllık iktidarını bir kez da hatırlatmak istedik.

8,5 yılda yaptıkları yapacaklarının teminatı Yeni dönemde de mecliste çoğunluk olması beklenen AKP sekiz yılda yaptıklarını ‘ak icraatlar’ olarak anlatıyor. Yaptıkları için ‘hayaldi gerçek oldu’ slogananı kullanıyor

AKP ülkenin neoliberal dönüşümünde hızlı ve çok yol kat etti. Emeği, doğayı ve kentleri sermayenin yağmasına açtı. Rejimi ve kurumlarını neoliberal düzenle ve gericilikle uyumlulaştırdı

İleri olan demokrasi değil faşizmdi

İnsanca yaşayabilmek parayla AKP iktidara geldikten sonra temel kamusal hizmetleri piyasalaştırdı. Sağlıktan bakım hizmetine, eğitimden ulaşıma yaşamak için gerekli olan tüm hizmetler metalaştı. OKUL YOLU ENGEBELİ Zengin ve yoksul öğrenci arasındaki uçurum büyürken, eşitsiz koşullara rağmen tüm öğrencilerin ‘eşit’ sayıldığı sınavlardaki bu adalet kırıntısı da şifre ve kopya skandallarıyla ortadan kaldırıldı. İktidar olduğu sekiz yıl boyunca üniversiteye giriş sınavı iki kere model değiştirdi ve YGS’ deki şifre skandalıyla da iflas etti. Yine AKP döneminde icat edilen Seviye Belirleme Sınavı ancak üç yıl uygulanabildi. Bir öğrenci velisinin yaptığı eğitim harcaması 2002 yılında ortalama 720 lira iken, 2010 Ekim’inde 3.131 liraya yükseldi. Bakanlık bütçesinin %72’si personel ücretlerine ayrıldı. Okullar bütçe yetersizliğinden bakımsız, donanımsız ve çalışansız kaldı. Öğretmen açığı 263 bine çıktı. 8,5 yılda güvencesiz çalıştırılan öğretmen sayısı 100 bini, atama bekleyen işsiz öğretmenlerin sayısı 350 bini aştı. AKP 2002’de iktidar olduğunda 2 bin 122 olan özel dershane sayısı 2010’da 4 bin 193'e çıktı. Değerler eğitimi adı altında din dersi yaygınlaştırıldı. İmam hatip liselerine giden öğrenci sayısı 71 binden 198 bine çıktı. Üç binden fazla Din Kültürü ve Ahlak bilgisi öğretmeni okullarda yönetici oldu. KAPIDA KATKI PAYI İÇERİDE MUAYENEYE SINIR Sağlıkta dönüşüm programıyla sağlık

alanı piyasalaştırıldı. Aile hekimliği sistemine geçildi. Sağlık ocakları tasfiye edildi. Koruyucu ve önleyici sağlık hizmetleri veren bu kurumların yerine hekimleri tüccarlaştıran ve hastaları müşteri haline getiren aile hekimliği sistemine geçildi. Bu sistemle doktor başına on binlerce hasta düşüyor. Katılım payı uygulaması ile sağlık paralı hale getirildi. Yapılan düzenleme ile SGK’ya ayakta muayenelerden alınmakta olan katılım payını on katına kadar artırma yetkisi verildi. Her bir yatarak tedavi için alınacak katılım payı asgari ücretin dörtte biri ile sınırlı tutulsa da tedavi bedelinin yüzde 1’i oranında katılım payı alınması öngörüldü. Düşük gelir grubu olarak tanımlanan yoksulların sağlık hizmetlerinden faydalanması kısıtlandı. GSS ile sağlık paralı hale geldi. GSS yasalaştı fakat prim ödemesi gereken aylık 132 liradan fazla geliri olanların tespiti yapılamadığı gerekçesiyle uygulanamıyor. İlaç ödemesinde kısıtlamalar, muayenelerin sınırlanmasına yönelik uygulamalar (bir hasta 10 gün içinde aynı branşta birden fazla doktora muayene olamıyor), diş tedavisinin kapsamının sınırlanması da bu kapsamdaki diğer sınırlayıcı uygulamalar. SOSYAL GÜVENLİK TASFİYE EDİLDİ GSS ile birlikte yasalaşan (5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu) sosyal güvenliğe ilişkin düzenlemeler 1 Ekim 2008’de yürürlüğe girdi. Bu yasa ile: Daha fazla prim ödeyip daha geç emekli olunacak. Malul aylığı alma koşulları ağırlaştırıldı. Kız çocukları okuyorsa 25 okumuyorsa 18

yaşından sonra aileden gelen sosyal güvenceden mahrum kaldı. Diş tedavisinin kapsamı daraltıldı. Sağlık yardımlarının kapsamı daraltıldı. İşçilerin prim yükü arttırıldı. Ağır meslekler için yıpranma hakkı kaldırıldı. DOĞA TALANININ ÖNÜ AÇILDI AKP iktidarı döneminde şirketlerin toprağı, suları, ormanları talan etmesinin önü açıldı. Sadece Karadeniz’de 700, ülke çapında 2000’den fazla HES projesine lisans verildi. Akarsu ve nehirlerin kullanım hakkı HES bahanesiyle projeyi yüklenen şirketlere devredildi. AKP döneminde çıkartılan yönetmeliklerle madenciliğin önü açıldı. 40 binden fazla madencilik ruhsatı sahibi şirket var. Bu şirketlerin çoğu İslamcı sermaye gruplarına ait. Kamuoyunda 2b olarak bilinen orman arazilerine ilişkin yapılan düzenleme ile orman arazilerinin satışının önü açıldı. KADIN DÜŞMANLIĞI GÜÇLENDİ AKP iktidarı döneminde kadına yönelik şiddet vakalarının sayısı yüzde 1400 arttı. Sosyal Güvenlik kanunundaki değişiklikle kadınlara ancak bir erkeğin karısı veya 18 yaşını doldurmamış kızı olarak sosyal güvence hakkı tanıdı. Mayıs 2008’de onaylanan İstihdam Paketi ile işverenin kadın emekçiler için emzirme odası ve kreş açma zorunluluğu ortadan kaldırıldı. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'na bağlı kreşler de AKP döneminde kaldırılmıştı. Kadınların istihdam edilme oranı 1999 yılında yüzde 25.4 iken bu rakam 2010 yılında yüzde 24'e geriledi.

Emekçinin elindekini de aldılar A

KP dönemindeki özelleştirmeler ve ekonomi politikaları, büyük bir güvencesizleştirme dalgasıyla beraber yürüdü. 22 Mayıs 2003 yılında kabul edilen 4857 Sayılı İş Kanunu, güvencesizleştirmenin ve taşeron iş ilişkisinin önünü açan önemli bir dayanak oldu. Güvencesiz çalıştırma biçimleri yaygınlaştı. Taşeronlaştırma, büyük bir sendikasızlaştırmayı da beraberinde getirdi. AKP döneminde yaygınlaştırılan serbest bölgeler ve organize sanayi bölgeleri emeği ucuzlaştırma merkezleri gibi çalıştı. Klasik sendikal anlayış taşeron sistemi karşısında iflas etti. 2002’de 3 milyo-

na yakın sendikal işçi sayısı 2011 yılında 600 binlere kadar geriledi. Sendikal alanda gerileme yaşanırken AKP yanlısı Hak-İş ve Memur-Sen büyük bir yükselişe geçti. Memur-Sen, kamu emekçileri sendikaları arasında en fazla üyeye sahip sendika oldu. Özelleştirilen kamu kurumlarında çalışan on binlerce kişi işsiz kaldı, on binlercesi emekli edildi. AKP döneminde kadrolu işçi veya kamu emekçisi olmak hayal oldu. AKP, kişi başına düşen milli geliri 10 bin dolara yükselttiğini sık sık söylüyor. Milli gelir kağıt üzerinde yükselirken ülkede 40 milyon emekçiyi ilgilendiren asgari ücret ise açlık sınırının altına

düştü. Son hesaplamalara göre açlık sınırı 900, yoksulluk sınırı ise 2.300 lira olarak ölçülmüştü. Asgari ücret ise 630 lira. Öğretmen, mühendis, doktor, eczacı, avukat güvencesizleşti. Öğretmenlik; ücretli, sözleşmeli, kadrolu gibi değişik biçimler aldı. Ücretli öğretmenlik uygulamasıyla öğretmenlik adeta mevsimlik iş halini aldı. Performans uygulamasıyla hekimle hasta arasına para ilişkisi sokulmaya başladı. AKP iktidarı döneminde işsizlik artarken, iş bulabilenler de çoğunlukla asgari ücrete ya da aşağısına çalıştı. İstihdamın yüzde 43’ü asgari ücretin altında sigortasız sendikasız ve iş güvencesi olmaksızın çalıştırıldı.

Tekel iflçileri özellefltirme nedeniyle kadrolu iflçi statüsünü kaybetti. 4/C’ye mahkum edildi

AKP iktidar› Türkiye’nin neoliberal dönüflümünde kurucu bir rol üstlendi. Bu dönüflüm yaln›zca sosyal, iktisadi ve ekonomik de¤il siyasi anlamda da dönüflümdü. Türkiye’de sömürge tipi faflizmin neoliberal dönüflümü AKP arac›l›¤›yla gerçekleflti. Ergenekon operasyonlar› ile simgeleflen, TSK, yarg›, istihbarat› kapsayan yeniden yap›land›rma yasalar ve bask›c› uygulamalarla yukar›dan afla¤›ya örgütlendi. Dinci gerici söylem her zamankinden daha fazla öne ç›kt›. 12 Eylül 2010 Anayasa de¤iflikli¤i: AKP’nin neoliberal dönüflümün son evresine girerken kurulan yeni düzenin ihtiyac› olan hukuk sistemini yaratmak için att›¤› ön ad›m oldu. Söz konusu pakette yer alan 26 de¤ifliklik maddesinin önemli bir k›sm› yarg› ile AKP iktidar›n› bütünlefltirmeye yönelikti. Bu pakette yarg›n›n özellefltirme ve piyasalaflt›rma sürecini sekteye u¤ratmas›na olanak sunan ‘yerindelik denetimi’ yetkisi kald›r›ld›. Hem bas›na hem muhalefete dönük bask›lar artt›. Bas›n aç›klamas›na kat›lmak gibi en temel demokratik haklar›n bile kullan›m›n› engelleyen bir niteli¤e sahip. 2004 ve 2006’da de¤ifltirilen Terörle Mücadele Kanunu (TMK) sonras› 4 bini çocuk 21 bin kifli bu kapsamda yarg›land›. TMK, Kürt hareketini tasfiye etmek için hukuki zemin sa¤lad›. KCK operasyonu kapsam›nda aralar›nda il ve ilçe belediye baflkanlar›n›n da bulundu¤u 1381 kifli gözalt›na al›nd›. Ahmet fi›k ve Nedim fiener’in tutuklanmas›yla bas›na yönelik bask›lar gündeme geldi. 31 Mart 2011 tarihi itibar›yla, cezaevlerinde 61'i tutuklu 7'si hükümlü olmak üzere toplam 68 bas›n emekçisi var. Gazeteciler hakk›nda aç›lm›fl 4 binden fazla soruflturma var. AKP dönemine damgas›n› vuran toplumsal bask› düzeneklerinden birisi de telefon dinlemeleri oldu. Sosyalistlere dönük polis operasyonlar› ve Ergenekon kapsam›nda iffla olan dava dosyalar› dinleme a¤›n›n çok yayg›n oldu¤unu gösterdi. Telekomünikasyon

‹letiflim Baflkanl›¤›’n›n resmi aç›klamas›na göre 71 binden fazla kifli dinleniyor. BTK taraf›ndan yay›mlanan ve 22 A¤ustos’ta yürürlü¤e girecek '‹nternetin Güvenli Kullan›m›na ‹liflkin Usul ve Esaslar' yönetmeli¤i sansür uygulamas›n›n kapsam›n› geniflletiyor. Bu polisiye uygulamalar›n yan› s›ra hak arama mücadelelerine de do¤rudan sald›r›lar artt›. 2005 y›l›nda ‹stanbul’da 8 Mart’› kutlayan kad›nlara cop 2007-2008 1 May›s’›nda Taksim’e ç›kmak isteyenlere dönük sald›r›lar 2009’un son günlerine damga vuran TEKEL iflçisine dönük vahfli sald›r›lar 2010’un son günlerine damgas›n› vuran ö¤rencilere Dolmabahçe daya¤› 2011’in ilk günlerinde Kürt illerinde ‘demokratik çözüm çad›rlar›’na yönelik polis bask›nlar› AKP faflizminin simge sald›r›lar› oldu. Polisin toplumsal olaylara sald›r›s› o kadar artt› ki Emniyet’in 2011 y›l› boyunca kullanmak için ad›¤› gaz bombas› stoklar› y›l›n ilk yar›s› sona ermeden bitti. AKP’nin ideolojik dayana¤› ‹slamc›l›k oldu. Neoliberalizmin ma¤dur etti¤i kitlelerin tepkilerini s›n›fsal bir nitelik kazand›rmadan düzenle bütünleflmesini sa¤layan AKP, neoliberalizmin toplumsal dokusu olan muhafazakarl›¤› siyasal ‹slamc› gelenekle harmanlad›. Erdo¤an’›n 14 Ocak 2008’de ‹spanya’da yapt›¤› “Velev ki siyasi” ç›k›fl› sonras› üniversitelerde türbana özgürlük için düzenlemeler yap›ld›. Türban Yarg›tay’›n itiraz›na ra¤men YÖK marifetiyle fiilen serbest b›rak›ld›. ‹çki sat›fl›na s›n›rlama getiren yasal düzenlemeler, Baflbakan’›n ve AKP’li bakanlar›n yapt›klar› aç›klamalarla gerici hassasiyetlere hitap etmesi, devlet kurumlar›nda izlenen kadrolaflma politikalar› e¤itim baflta olmak üzere kamusal hizmetlerde gerici uygulamalar› beraberinde getirdi.

‘Babalar gibi satarım’ I

MF ile yeni bir anlaşma imzalamayan AKP’nin yürüttüğü ekonomi politikaları IMF’yi aratmadı. AKP döneminde sıcak para girişine dayalı ekonomiye devam edildi. AKP, ithalat ve sıcak parayla büyüyen cari açığı, özelleştirmeler ve ücretlerdeki düşüşle birlikte dengelenmeye çalıştı. Et Balık Kurumu’nun etkisizleştirilmesi, Süt Enstitüsü Kurumu’nun özelleştirilmesi ve Çaykur, Şeker Fabrikaları, Sümerbank özelleştirmesiyle ülkenin tarımı bitme noktasına getirildi. Tüm bunlara sık sık mazota yapılan zamlar da eklenince köylü daha fazla borçlandı. Tarımın bitirildiği Türkiye, 2010 yılında önce canlı hayvan (Angus) ardından da et ithal etmeye başladı. Hatta AKP, ülkenin gıda sektörünün tam anlamıyla uluslararası tekellerin kontrolüne geçmesi anlamına gelen ve halk sağlığını derinden etkileyecek genetiği değiştirilmiş organizma (GDO) içeren gıdaların ithaline yeşil ışık yakacağını hazırladığı yasalarla gösterdi. AKP yüzün üzerinde özelleştirme yaptı. TÜPRAŞ, POAŞ, Telekom, TEKEL, SEKA, PETKİM, THY, SEK, ERDEMİR, İSDEMİR,

Şeker Fabirkaları, İDO, Sümerbank, Halk Bankası, Eti Gümüş, Bakır, Krom, Alüminyum işletmeleri, Kuşadası, Bandırma, Çeşme, Dikili, Trabzon limanları, elektrik ve doğalgaz dağıtım bölgeleri başta olmak üzere 57 kamu kuruluşu özelleştirildi. Dönemin AKP’li Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, TEKEL’in özelleştirilmesi sürecinin başında oluşan tepkilere şu şekilde yanıt vermişti: “Babalar gibi satarım.”


13

TARİH 20 Mayıs 2011 / 2 Haziran 2011

Halk›n Sesi

Meydanda söyler iktidarda şaşar 12 Haziran’da, 24. dönem milletvekili seçimi için sandık başına gidilecek. Gizli oy açık tasnif sistemiyle 1950’de yapılan ilk seçimden bu yana verilen ve unutulan vaatler siyasetin şanından sayıldı

Mebusluk mesleği: Vaat etmeyi bilmek Türkiye’de çok partili yaflama geçifl, beraberinde yeni bir politikac› tipini de getirdi. Refik Halit Karay’›n ifadesi ile mebusluk art›k, tek parti sisteminden dolay› bir kere hükümet listesine girdikten sonra garantilenen, çantada keklik de¤ildi. Mebus seçilmek bafll› bafl›na bir meslek haline gelecekti: “Önce intihap dairenizde kendinizi tan›tman›z, sevdirmeniz, faydal›

ifller baflarman›z, hükümetle halk aras›nda ara bulma¤a çal›flman›z, vaad etme¤i bilmeniz, vaadlerinizi az çok tutman›z yahut tutar görünmeniz flartt›r. Somurtkanl›k, kay›ts›zl›k, uzak durufl, tembellik ile maksada ulaflamazs›n›z... Demek ki yavafl yavafl bizde de kendili¤inden tasfiyeye u¤rayarak her yerde oldu¤u gibi bir ‘mebus tipi’ ç›kacakt›r.”

1946 seçimleriyle bafllayan çok partili seçim mücadelesi yeni politikac› tipini günden güne daha belirgin hale getirdi. 1950 seçimleri bu tipin iyice netleflti¤i bir süreçti. Politikac›lar zamanla, iktidar› elde etmek veya elde tutmak amac›yla her türlü demagojiye baflvurabilecek imgeler haline dönüfltüler. Adaylar›n seçmenleri ikna

etmek kayg›s›yla savurduklar› vaatlerin uygulanabilirli¤i, ak›lc›l›¤› kuflkulu bir hale geldi. Ancak vaatçiler aç›s›ndan durum pek öyle de¤ildi. Öyle ki Erbakan 2002 y›l›nda, SP’nin Manisa mitinginde halka hitap ederken s›ralad›¤› seçim vaatlerine karfl›l›k kendilerine oy vermeyenlerin doktora götürülmesi gerekti¤ini savundu.

Seçim geldi bu kadar lafı nereden bulacağız 1

950 seçimlerinde Türkiye kıran kırana bir siyasi yarışa sahne oldu. Seçmenlerini ikna etmeye çalışan iki parti birbiri ardına vaatlerini sıraladılar. Yıllardır süren tek parti döneminin politikaları ve savaş döneminin uygulamaları karşısında DP "hürriyet ve demokrasi" vaat ediyordu, "Yeter! Söz milletin!" sloganı geniş kitleleri etkilemişti. Ancak emperyalizme eklemlenmenin başladığı bu yıllar muhaliflere baskıyı da beraberinde getirdi. 1954 seçimleri öncesinde ise slogan "Her mahallede bir milyoner"di. DP, memleketi "Küçük Amerika" yapacaktı. Artan bağımlılık ilişkisi, bu vaadin gerçekleşmesi olarak da kabul edilebilir bir bakıma. Halkın artan yoksulluğa, baskılara tepkisi büyüdükçe, hürriyet ve demokrasi vaadi de vaatler çöplüğündeki yerini aldı. 8 YILLIK İCRAAT 2 YILA SIĞACAK İki dönem iktidarın ardından 1957 seçimleri için yurt gezisine çıkan Menderes’in nutukları, vaatleri ise üçüncü dönem iktidara talip olan bir partinin seçim vaatleri olarak bugünü anımsatması açısından dikkat çekici. 1957 yılı seçim nutuklarının toplandığı anı kitabında yer alan bir anekdot seçmenle buluşmanın özünü vermesi bakımından ilginçtir: “Saat 15.35’te hareket ettik. Menderes, Muzaffer Ersü’ye programı sordu. Bu gece Kars’ta kalacağımızı ertesi gün Trabzon ve Rize’ye daha sonra Giresun ve Ordu’ya gideceğimizi ve Karadeniz seyahatinin ayın 17’sinde tamamlanacağını öğrenince bir kahkaha attı ve sordu: “Bu kadar lafı nerden

1950’de başlayan çok partili sistemde partilerin vaatleri seçim afişlerinden okunuyor. Parti adı değişse de vaatler çoğu zaman aynı kalıyor.

bulacağız?” Menderes, “o kadar laf” bulur gezisinde, seçmenlere öncelikli vaadi “engin bir refah, vatan sathına yayılmış bir umran” dır: “İktisadi kalkınma hamlemizi bir kat daha artırarak 8 senede yaptıklarımızı 2 seneye sıkıştırmak imkanını bulacağız. DP’yi kahir ekseriyetle işbaşına getiriniz. Vatanın menfaati bundadır” Menderes, Karadeniz seyahatinde

sahillerin güzelliklerinden bahsederek, bu sahil bölgesini dünyanın en meşhur turistik bölgelerinden biri haline getireceğini, bu büyük nimetten istifade için gereken her türlü teşebbüslere girişileceğini ifade eder. İstanbul’dan başlayarak Hopa’ya uzanacak bir asfalt yolun süratle inşa edileceğini bütün Karadeniz sahili boyunca turistik otel, tesislerin bir plana bağlanarak meydana getirilme-

sine çalışılacağını söyler. Elazığ mitinginde “üniversite istiyoruz” diye tezahürat yapan kalabalığa, “Elazığlılar siz her istediğinizi yaptıracaksınız vallahi. Yalnız müsaade edin de konuşmamı tamamlıyayım. Konuşmak kolaysa gelin siz konuşun” der. Üniversite yapılmak için istimlak edilen arazide derhal büyük bir okul yaptıracağını vaat ederek uyarıda da bulunur: “Allah’ın inayeti ile ve sizin

itimadınız ile başvekil kalırsam bana telgraf çekin ve seçim konuşmasında vaat etmiştin, teknik okul yapacaktın” diye hatırlatın. Adı geçen teknik okul, 1967’de Demirel döneminde açılır. Afyon’da, son üç ay içinde “mühim 30 büyük eser” verildiğini belirterek milyarları bulan eserlerin önümüzde olduğunu söyler; büyük enerji santralleri, büyük fabrikalar, tesisler… İstanbul mitinginde de her ay bir çimento fabrikasının açılışının yapılacağını, bunun gibi “daha binbir çeşit yeni tesisin ardı ardına ikmal olunacağını”, asıl yatırımların neticelerini 1958 ve onu takip eden yıllarda alınacağını söyler. “1958 yılı bir hasad yılı olacak”tır! Bütün bunları, seçmenlerin oylarını hangi partiye vereceğini düşündüğü sırada, iktidara geldikleri takdirde ne kadar geniş imkanlarla ve ne büyük bir şevk ve gayretle vazifeye devam edeceklerini anlatmak için söylediğini de ekler. Vaatlerinden bir diğeri de “Köylümüzün içinde yaşadığı o toprak dam evleri, kısa bir zaman sonra hayvanlarımıza dahi layık görmeyceğiz. Bunları yeni baştan inşa edeceğiz” şeklindedir. Ancak bahsettiği evlerin bir benzeri onun döneminde başlayan ekonomik politikaların yarattığı kırdan göçün sonucu olarak kentlerde gecekondular şeklinde oluşmaya başlamıştır bile. Kendisi vaatlerde bulunurken rakip İnönü’nün vaatleri de Menderes’ten payını alır. Karadeniz bölgesine buğday vaadinde bulunan İnönü, Menderes için “Bir bardak suya mukabil imanını ver diyen şeytan gibidir” der.

Bir seçim klasiği, büyüyüp il olacaksınız S

eçim vaatlerinin değişmezlerinden biri de ilçelere il olma sözünün verilmesidir. DP, seçimleri kaybettiği Abana’nın (Kastamonu) ilçeliğini 1953’te iptal ederek, 1954’te de Kırşehir’i ilçe yaparak bu durumu bir cezalandırma yöntemi olarak kullanmıştı. Sonraki dönemde ise bir vaat olarak meydanlara sürdü. Önceki seçimlerden iktidar olarak çıkan DP, 1960’ta yapılacak seçimden önce

sıkıntıdaydı. ABD’den aldığı kredi ve yardımlar konusunda sıkıntı yaşadığı için önceki seçimlerde olduğu gibi Ziraat Bankası’ndan köylü seçmene düşük faizli kredi verme, traktör dağıtma vb. işler yapma şansına sahip değildi. Bu yüzden de büyük ilçeleri il yapma vaadini kullandı. İlk olarak 17 Eylül 1958’de, Bayındırlık Bakanı Tevfik İleri, Bayburt gezisinde Menderes’in Bayburt’un il yapılması

istediğini söyledi, Bayburt’ta “bayram sevinci” yaşattı. Bundan sonra ortalamadan büyük ilçeler Ankara’ya heyetler gönderip il olma isteklerini bildirmeye başladı. DP’liler de gittikleri pek çok yerde bu yönde vaatlerde bulundular. 9 Kasım 1959’da gazetelerde 12 ilçenin il yapılacağı yazıldı. İl yapılmak istenen ilçelerin çoğu CHP’nin son seçimde az bir farkla galip geldiği ilçelerdi. Birkaçında ise

DP birkaç yüz oy farkla kazanmıştı. Bundan sonra gazeteler, listelerde adı geçmeyen ilçelerin “infial” haberlerini yazacaktı. Bazı ilçeler Ankara’ya heyet gönderirken, Develililer başbakana teşekkür ziyareti yapmış, Silifkeliler davul zurnayla sokaklara dökülmüştü. Konya’ya bağlı Ayrancı nahiyesi de il olmak için başvurmuş ancak başvuru kabul edilmeyince ilçe olma talebiyle yetinmek

zorunda kalmıştı. İlçelerin bu çabaları seçimlerin 27 Mayıs darbesi nedeniyle yapılamaması yüzünden boşa gitti. Ancak muhtemelen bu alandaki rekor Çiller’e ait. Çiller’in iktidarı boyunca il yapmak için söz verdiği ilçe sayısı 124’tü. 1995’te, seçimlerden hemen önce Kilis, Yalova ve Karabük'ün il yapılmasına ilişkin yasanın jet hızıyla Meclis’ten geçmesi tepki çeken uygulamaydı.

Babadan bacıya vaatler S üleyman Demirel’in 1991 seçimlerinde “kim ne veriyorsa beş fazlasını vereceğim” sözü seçim vaatlerindeki seviyeyi göstermesi bakımından önemli. Demirel o seçimlerde seçmenden, ekonomiyi düze çıkarmak için 500 gün avans istemiş, emeklilik yaşını düşürme sözü vermiş, enflasyonun düşeceğini iddia etmiş ve iktidara gelmişti. Ancak vaatlerini Özal’ın vefatı nedeniyle Çankaya Köşkü’ne çıkınca yerine getiremedi. Ancak “keşfi” Tansu Çiller, vaatler açısından Demirel’i aratmıyordu. Çiller’in herkese bir araba ve bir ev olmak üzere iki anahtar vaadi en bilinenidir. Çiller, başbakanlığı döneminde gazetecilere Nevruz’un ulusal bayram ilan edileceğini açıklamıştı ancak bu yönde hiçbir düzenlemeyi Meclis gündemine taşımadı. 1995 seçim kampanyasında ilk mitingini yaptığı Erzurum’dan dönerken de uçakta gazetecilere, ABD’deki mal varlığını satarak gelirini Zübeyde Hanım Şehit Analarını Koruma Vakfı’na bağışlayacağını söylemiş elbette bu da herhangi bir girişime konu olmamıştı.

Yandı bitti kül oldu S

eçim vaatleri yerel seçimlerde daha eğlenceli bir hal alıyor. 1995 yerel seçimlerinde DYP Çatalca’nın Çiftlikköy ve Karacaköy yöresinde oy kullanacak seçmenlere “iki inek” vaat etmişti. Diğer vaatler ise mezbaha, sivrisinek ilaçlama makinesi, köyün çobanını tarlaya inen uçak kanadından koruyacak sinyalizasyon şebekesi, yüzme havuzu, birinci lige çıkacak takımlar için yeşillendirilecek sahalara çim biçme makinesiydi. Ancak bu inek propagandası tutmuş olmalı ki, rakibi genel seçimlerdeki iki anahtar vaadine istinaden “Anahtarlar nerede? Suya düştü. Su nerede? İnek içti. İnek nerede? Dağa kaçtı. Dağ nerde? Yandı bitti kül oldu” tekerlemesiyle eleştiriliyordu. Kadıköy’deki Kurbağalıdere’nın ıslahı ise 1973 yılından beri seçim vaadi olarak kullanıldı. AP’den belediye başkanı seçilen Fahri Atabey’in 1973 seçimlerinde yeniden seçilebilmek için açıkladığı vaatlerden birisi Kadıköy’deki Kurbağalıdere’nin ıslahıydı. O günden sonra vaatlere malzeme oldu hep ancak derenin ıslahı ancak geçen yıl taşkınlarda can kaybı yaşanınca gündeme gelebildi. Vaat uçuk olmasa bile ülkemizde kimi zaman uygulanması uçuk hale geliyor.

Madenin zehri bir kasabayı bitirdi K

ütahya’da gümüş madenine ait siyanür havuzunda meydana gelen çökmeyle siyanürlü madencilik tartışması da başladı. Dünyanın en eski madenlerinden biri olan Balıkesir Balya madenlerinin yarattığı ve bugün hala süren etkisi ise tek başına bir ibret öyküsü. 1200 yıllık bir geçmişe sahip Balya madenleri, 19. yy’da artan talep ve buna bağlı gelişmelerle yeniden şekillenmiş, toplumsal hayatı da değiştirmiştir. İlk olarak, 1839–1849 yılları arasında Balya Maden İşletmeleri ile başlar. 1868 yılında Alman Reiser tarafından alınan madenlerin işletme hakkı daha sonra Lorium şirketine devredilir. 1876 yılında madeninin işletilme hakkı 99

yıllığına Fransız Riyol şirketine verilir. 1892’de tespit edilen simli kurşun madenlerinin Balya Karaydın Şirketi tarafından çıkarılmaya başlanmasıyla birlikte, Fransızlar bölgeye yerleşmeye başlar. Şirket, Balya dışında madenleri de işletir. Fransızlar bu değerli madenlere el koyup zenginleşir, yönetici sınıfı oluşturan Fransız çalışanlar çiflik evlerinde, kendi yaşam alanlarında farklı hayat sürerken madenciler, 85 kuruş yevmiyeyle hayatlarını idame ettirmek durumundadır. Zam taleplerine de işten çıkarılma tehdidi ile cevap verilmiştir. Osmanlı tarihindeki ilk isçi grevi de bu nedenle başlamıştır. İşçiler, ücretlerinin arttırılması talepleri reddedilince, işlerini bırakma tehdidinde bulunmuşlar

ancak işletmenin esnaftan oluşan elli altmış kişiyle işe devam etmek istemesi üzerine gerginlik tırmanmış, BalıkesirGönen redif taburları bölgeye yollanmıştır. Ayrıca Balya’ya gelen bir mebus şirketle işçinin arasını bulmuştur. Ancak şartlar pek bir değişikliğe uğramadan devam etmiştir. Çalışma koşullarının iyileşmesi bir yana giderek zorlaşması söz konusu olurken, iş kazalarındaki ölüm oranlarında da artışlar göze çarpmaktadır. 1920’lerde Balya’da kazalar sonucu her yıl yaklaşık 20 kişi hayatını kaybetmiştir. Öte yandan ocak sahiplerinin kurdukları işletmelerde gıdaların oldukça yüksek fiyatlara satılması ağır koşullar altında çalışan ve yeterli ücret alamayan madencileri ayrıca

beslenme zorluğu içinde bırakmıştır. İşçilerin ücretlerini dışarıya kaptırmamaya çalışan işletmeciler kurdukları eğlence tesisleriyle de yeni bir yaşam tarzının temellerini atmış oluyorlardı. İşçiye verdiği parayı geri almanın yollarını bulan işletmenin, bölgeye açtığı pavyon, alışveriş yeri gibi tüketim alanları işçileri çekmişti. 1901 yılında elektriği kullanan ilk ilçe unvanını alan Balya yabancılar tarafından yapılan ilk hastanenin kuruluşuna da sahne olur. Böylesine hızlı gelişen Balya diğer yandan kirlenen doğası ile de bir çöküntü alanı halini alır. Madenin neden olduğu zehirli dumanların rüzgârsız havada ilçeye çökmesiyle birlikte kimse dışarı çıkamamış, hayvanlar sakat doğum yapmış, insanlar

da sağlıklarından olmuşlardı. Bu dönemde halkın şikâyet dilekçelerini yazdırdığı arzuhalci Muhtar Bey, bu dilekçeleri işleme koymayarak ortadan kaldırmıştır. 1930’lardaki bu olay 1940’ta Balya madenlerinin devletleştirilmesiyle ortaya çıkmış, Fransızların maaşlı adamı olduğu öğrenilmiştir. Ayrıca halkın belli bir kısmı da şirketin verdiği çevresel tahribattan dolayı her ay hava parası veya sus payı adı altında (duman parası) ücretler almışlardır. Ancak duman paralarının üzerini örttüğü problemler, 1935’te Fransızların bölgeyi terk etmeye başlamasıyla gün yüzüne çıkmış, dere ve göllerden zehir aktığı, toprağın artık tarım yapılamayacak şekilde bozulduğunu ortaya çıkmıştır. İnsanlarda ortaya çıkan sağlık problemlerinin yanı

Balya-Karaaydın Maden Şirketi’ne ait hisse senedi sıra ani rahatsızlanmanın ardından iki üç ay gibi sürede ölümler gerçekleşmiştir. İlçenin kenarından geçen dereye ve kenarlarına depolanan atıklar Manyas Gölü'ne akmıştır ve günümüzde de gölü kirletmeyi

sürdürmektedir. Madenciliğin ardından tarım ve hayvancılığında bitmesi ile Balya’nın o gün 40.000’i geçen nüfusu, bugün 1900’dür. Şimdi ot bile yetişmeyen bölge kaderine terk edilmiştir.


14

SPOR

Halk›n Sesi

20 May›s 2011 / 2 Haziran 2011

Yeşile düşen karartı Tam da yeni spor yasası gündemdeyken Bursa’da oynanması gereken Bursaspor Beşiktaş maçının çıkan olaylar nedeniyle tatil edilmesi holiganizmin kaynağını tartışmaya açtı

Kırmızı Şeytanlar Süper Lig’de

ONUR ÇAKMAK

B

ursaspor ile Beşiktaş arasında, Bursa’da oynanması gereken lig maçı, çıkan olaylar nedeniyle oynanamadı. 2004 yılında o zamanki adıyla 2. Lig’e düşen Bursaspor’un taraftarları, bu durumun sorumlusu olarak, Bursaspor’un küme düşme potasındaki rakibi olan Rizespor’a son hafta maçında yenilen Beşiktaş’ı görmüştü. O zaman çıkan olaylarda özellikle Bursa’da bulunan Beşiktaş taraftar dernekleri Bursasporlu holiganlar tarafından basılmış,

dernek binalarına ağır hasar verilmişti. O günden bu yana Bursaspor ve Beşiktaş taraftarları arasında her maç öncesi ve sonrasında olaylar yaşanıyor. Bu olayların bu yılki tekrarında, ilk olarak İstanbul’daki maçtan önce, sonra da Bursa’daki maçtan önce satırlı, bıçaklı, sopalı “taraftarlar” sahneye çıktı ve sporun ruhu bir kez daha katledildi. Aslında Bursa’da yaşanan olaylara (maalesef) yabancı değiliz. 1967’de Kayseri Sivas maçında ve 2000 Nisan’ında İstanbul’da Galatasaray-Leeds United maçı öncesi yaşananlar ken-

Ukrayna’da taraftarlar arasındaki ilginç gelenek holiganizmin boyutlarını anlamak açısından bir örnek niteliğinde. Dinamo Kiev ile ezeli rakipleri CSKA Kiev takımlarının taraftarları maç öncesi boş bir arazide kalabalık iki grup olarak karşı karşıya geliyor. İki takımın taraftarları bir birlerine saldırıp dakikalarca kavga ediyor. Bir taraftar grubunun pes edip hareketsiz olarak yere yatmasıyla son bulan bu kavga neredeyse her maç öncesi tekrarlanıyor.

Karikatürlerinizi chevivaugur@ hotmail.com adresine gönderebilirsiniz.

disini “futbol ülkesi” olarak addeden Türkiye’nin spor tarihine kara bir leke bırakmıştı. Bir kulübün taraftarı olan insanların bu seçimlerini sosyo-psikolojik ve sosyoekonomik özellikleri, etnik ve bölgesel aidiyetleri üzerinden yaptıklarını düşünerek, futbol terörünün ülkemizde de (Avrupa kadar yaygın olmasa da) bu etkenlerden kaynaklandığını görmek zor olmayacaktır. Kelime anlamıyla eski İngiliz düğünlerinde gürültülü ailelerin ‘hooligan’ ismiyle anılmasından doğan holiganizmin kökeni, birçok

kaynağa göre İskoçya’ya, oynanan Celtic-Rangers derbisine dayanır. Bursaspor-Beşiktaş maçıyla gündemimize tekrar giren holiganizm, her ne kadar dışarıdan gelen müdahalelerin dolaylı etkisiyle (holigan yöneticiler, holiganizmden beslenen spor yazarları vb.) alevleniyor olsa da aslında etkisini yer yer artırarak gösteren, başlı başına bir bastırılmış şiddet güdüsünün dışavurumudur. Bunu da kentleşme sonucu yalnızlaşmaya başlayan bireylerin kendilerini rahatça ifade edebilecekleri alanlar araması, bir nevi sporda

kendilerini bulmalarıyla tanımlayabiliriz. Son günlerde tartışma konusu olan Sporda Şiddet Yasası ise sanki son Bursaspor-Beşiktaş maçlarıyla bir şekilde meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Yasanın “4 büyükler” haricindeki kulüplere yükümlülük ve ceza kalemleri gibi maddi külfetleri bindireceği aşikârken; bunun yanı sıra son birkaç senedir deplasmanlara gitmelerine izin verilmeyen iki takımın (Bursa ve BJK) taraftarlarına izin vermek, İstanbul’daki maçtan sonra iptal edilen maçla birlikte “normal” futbol izleyici kitlesinin de sıkıntıya girmesine neden olacaktır. Diğer yandan Bursaspor’a kesilen ceza; dernek vasfıyla faaliyetlerini sürdüren kulüplerin, maç öncesi olaylarının aktörleriyle bir ilişki içerisinde olduğunu iddia etmekte ve eğer bu iddialar ispatlanırsa kulüplerin kamu malına zarar, silahlı grup oluşturma vs. gibi suçlardan yargılanmalarını gerektirmektedir. Sonuç olarak tribün liderlerinin, yöneticilerin, tribündeki eylemlere iştirak edenlerin tek tek çağrılıp sorgulanmaması bu yasanın yükümlülüğünü de askıda bırakacaktır.

Mersin ‹dman Yurdu, 8 May›s günü Boluspor'u 2 - 0 ma¤lup ederek 29 y›l aradan sonra Spor Toto Süper Lig'e yükseldi. Geçmiflte atletizm, boks, eskrim, su sporlar› alanlar›nda faaliyet gösteren ve çok say›da sporcu yetifltiren Mersin ‹dman Yurdu, bugün sadece futbol alan›nda faaliyet gösteriyor. Kardefl tak›m› Bucaspor olan kulübün taraftar grubunun ad› da K›rm›z› fieytanlar. K›rm›z› fieytanlar, 2007 y›l›nda Mersin Üniversitesi’ndeki ö¤rencilere yönelik faflist sald›r›lara ve devam›nda gerçeklefltirilen soruflturmalara karfl› üniversitelilere sahip ç›km›flt›. 18 fiubat 2007’de “Ö¤renci kardeflime dokunma – K›rm›z› fieytanlar” yaz›l› bir pankart açarak üniversitelilerle birlikte kent meydan›nda eylem yapm›flt›. Eylemin ard›ndan Mersin ‹dman Yurdu’nun maç›na girmek isteyen taraftarlarla polis aras›nda pankart sebebiyle arbede

yaflanm›flt›. ‹brahim Yekta ve arkadafllar› taraf›ndan 16 A¤ustos 1925’te kurulan kulüp, k›sa zamanda Mersin halk›n›n sevgisini kazand›. Kulüp ilk kuruldu¤unda Mersin Gençlerbirli¤i olan ad› birkaç y›l sonra Mersin ‹dman Yurdu olarak de¤ifltirildi. 1963-64 sezonunda 2. lige ç›kan kulüp, 1966–67 sezonunda Fenerbahçe’nin efsane golcüsü Lefter Küçükandonyadis’in antrenörlü¤ünde 1. lige yükseldi. Toplam 11 sezon birinci ligde mücadele eden Mersin ‹dman Yurdu, 1982-83 sezonunda küme düfltü. Ayn› sezon, Türkiye Kupas› finalinde Fenerbahçe’ye yenilen kulüp Fenerbahçe’nin flampiyon olmas› sebebiyle Kupa Galipleri Kupas›’na kat›ld›. 1969–70 sezonunda kendi evinde oynad›¤› hiçbir maç› kaybetmeyen kulüp, 1982–83 sezonunda kendi evindeki maçlarda bir gol yiyerek rekor k›rd›.

‘Maymun’ normalmiş B

arcelona'nın İspanyol futbolcusu Sergio Busquets'in, Real Madrid'li Marcelo'ya yaptığı hakaret, UEFA Disiplin Komitesi tarafından olağan karşılandı. Busquets, Barcelona'nın Real Madrid'e karşı oynadığı Şampiyonlar Ligi yarı final ilk maçında, rakip takımdan Marcelo'ya maymun manasına gelen ''mono'' diye hakaret etmekle suçlanıyordu. Futbol maçlarında ırkçı tezahüratlar 22 Şubat 2006’da oynanan ChelseaBarcelona maçında Barcelona’nın Kamerunlu futbolcusu Samuel

Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Batman’da görme engelli bir taşeron sağlık işçisine “Görme engelli olduğun halde sana iş vermişiz” dedi.

Eto’o’ya yönelik tezahüratlarla gündeme gelmişti. Bu maçın ardından Eto’o, İspanya liginde Zaragoza deplasmanında yapılan maçta da ırkçı tezahüratlarla karşı karşıya kalmış, maçı terk etmek istemişti. UEFA, 2006’dan sonra ırkçı tezahüratları cezalandırma kararı aldı. 2008 yılında İtalya liginde gerçekleştirilen Juventus – İnter maçında Mario Bolatelli’ye yönelik ırkçı tezahüratlar sonrasında İtalya federasyonu hakemlere maçı durdurma ve hatta tatil etme yetkisi tanıdı.

AKP’li Egemen Bağış, AKP binalarına molotof kokteyli atılması üzerine “Gelin bizim demokrasi kokteylimizin tadına bakın” dedi

Evlerinde çocuklar, ellerinde çikolatalar püskevitler yiyorlar, birbirlerine ikram ediyorlar, şakalaşıyorlar...

AKP’nin Antalya mitinginde promter (konuşma metinlerin in yazıldığı ekran) bozulunca başbakan uzun süre konuşama dı.


KÜLTÜR SANAT

15

20 Mayıs 2011 / 2 Haziran 2011

Halk›n Sesi

Sinema’n›n ‘Genç Cad›’s› Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali'nin genç kadın oyuncuları yüreklendirmek amacıyla verdiği Genç Cadı Ödülü‘nü, 'Çoğunluk' filmindeki performansıyla Esme Madra aldı. Hülya Gülşen Irmak’ın sunduğu törende FIPRESCI ödülü ise Belma Baş’ın ‘Zefir’ isimli filmine gitti.

Mavi Bir Düfl

Kürtçe Manifesto

Pınar Sağ’ın üçüncü albümü ‘Mavi Bir Düş‘ çıktı. Sağ, yeni albümünde önceki albümlerinde yer alan halk müziğinin dışına çıkarak protest ezgilere yer veriyor. Albümde, Ahmet Kaya, Hüsnü Arkan, Zülfü Livaneli, Grup Kızılırmak’tan parçalar da yer alıyor.

Komünist Manifesto’nun Kürtçe basımı çıktı. Kitap, Manifesto'nun tam metni ile birlikte çevirmen Sami Tan'ın önsözünü içeriyor. Kürtçe manifesto, ilk olarak 1722 Mayıs tarihleri arasında Diyarbakır’da gerçekleşecek TÜYAP Kitap Fuarı kapsamında okurlara sunulacak.

‹stanbul Belgesel Günleri İstanbul Belgesel Günleri’nin dördüncüsü Documentarist 2011 başlıyor. 31 Mayıs-5 Haziran arasında düzenlenecek festivalde etkinlik ve gösterimler Akbank Sanat, Fransız Kültür Merkezi, Pera Müzesi, Cezayir Salonu, Sismanoglio Megaro ve IFEA'da gerçekleştirilecek.

‘Kar Beyaz’ sade bir fotoğraf MELTEM ÇAVDAR

F

otoğrafçı ve yönetmen Selim Güneş’in Sabahattin Ali’nin ‘Ayran’ isimli öyküsünden uyarladığı ve yönettiği ilk filmi ‘Kar Beyaz’ gösterimde. Kar Beyaz, yoksulluğun ezdiği küçük bir çocuğun kayboluşa doğru giden öyküsünü, karın sadeliği ile yarattığı mistik atmosfer, etkili ses ve müzik kullanımlarıyla beyaz perdeye yansıtıyor. Artvin’de geçen Kar Beyaz, anne ve babasından ayrı, küçük bir çocuk olan Hasan’ın kardeşlerini doyuracak ekmek alabilmek için soğuk kış gününde ayran satmaya dağ köyünden yol kenarına gidip döndüğü bir günün filmi. Bir yıl önce babası hapse atılmış olan on iki yaşındaki Hasan, annesinin kasabaya çalışmaya gidişiyle birlikte iki kardeşiyle yalnız kalır. Köye haftada bir kez gelebilen annenin getirdiği yemekler ancak bir kaç gün yeter. Hasan da alır yanına içi

H

Sabahattin Ali’nin “Ayran” isimli öyküsünden yola çıkan yönetmen Selim Güneş, ilk filmi “Kar Beyaz” ile alıştığımız anlatımların dışına çıkıp değerli bir yapım ortaya çıkarmış

temiz ayran dolu güğümü Çiko’yu, yola çıkar. Bu bir gün içerisinde Hasan yoksulluğa ve doğaya karşı mücadele ederken çocuk inadı ile aynı zamanda hayallerin ve rüyaların dünyasındadır. Filmde Hasan dışında dört kişinin daha iç dünyasına misafir oluyoruz. Yalnız bir kadın olarak Hasan’ın annesi, hapishanedeki babası Demirci Halil, yoksul tüccar Recep, yaşlı köylü Kadir Dede ve gurbete çalışmaya gelmiş genç mühendis. Hepsi bir şeyleri bekliyorlar filmde ve beklentileri asla gerçekleşmiyor. 12 EYLÜL SONRASI UMUTSUZLUK 70’li yıllarda oldukça politik bir yer olan Artvin, 12 Eylül ve sonrasında birçok insanın

Hasan da al›r yan›na içi temiz ayran dolu gü¤ümü Çiko’yu, yola ç›kar...

canının yandığı bir coğrafya oldu. Bu yüzdendir ki senaryonun Sabahattin Ali’nin eserinden en büyük farklılığı, Hasan’ın babasına verilen rol. Hikayede babasız olan Hasan, filmde ‘solculuk’ yüzünden hapse düşen babasına özlem duyuyor. Hasan’ın babası Halil bir demirci, aynı zamanda kasabanın aydınlarından biridir. Hasan hayatta kalmak için onun demiri döven, düzene meydan okuyan cesaretini anımsar. Babası Hasan’ın acılarının hem nedeni hem kurtuluşu olabilecekken babasından kalan çakısı, hikayenin sonu gereği, finalde Hasan’ı kurtarmaya yetmiyor, yetemiyor. Tedirginlik içerisinde sesini duyamadığımız bekleyiş dolu bakışlarıyla Hasan’ın annesi ve Hasan’ın dar günü ile eşzamanlı olarak hapishane duvarları arasında sinir krizleri geçiren babası, köyünden bir devrimciyi gammazlamanın ağır yükünü armut küfesinde taşıyan Kadir Dede, sevdiğine kavuşamamış yoksul tüccar Recep, yalnızlık korkusuyla kendi varlığını yitiren çevresine duyarsızlaşan mühendis…

Hepsi seyirciyi sonsuz iç çekişler içinde dipsiz bir kuyuya çekiyor, çaresiz bırakıyor. Selim Güneş filmine Kadir Dede’nin dilinden “umut” ekliyor: “Nerede yaşam varsa orada umut vardır…” Ancak filmine “derinlik” katmak için Özcan Alper’in Sonbahar filmine benzer şekilde, sosyalist bireyi yenilgiye sürükleyerek, dayanılmaz acılarla yüz yüze bırakıyor; Babam ve Oğlum filminden farklı olarak devrimci kişiliği tam olarak pişman değilse de zihinsel buhranlar içerisinde bir sinir hastası haline getiriyor. KLİŞELER VE GERÇEKLER Sosyolojik anlamda dolu ve insani açıdan acıklı bu hikayeyi duygusallıktan kaçınarak samimi köy havasının dışında bir film olarak ortaya koymak isteyen yönetmenin filminde diyalog neredeyse hiç yok, var olduğu durumlarda da devamlılığı yok. Anne filmde hiç konuşmuyor, çocuklar evde, adamlar kahvede konuşmuyor. Tüm bunlar yönetmenin sadelik arayışının ve sıcak köy insanı klişesine düşmeme isteğinin sonuçları olarak yorumlanabilir.

Ama ne yazık ki seyircinin gözünde gerçekçiliğin yitimine neden oluyor. Düşük tempolu, pastoral görüntülerin geçtiği anlatımın sözcüklerle değil görüntü, ses ve müziklerle sağlandığı filmde “az laf çok görüntü” diyerek kış mevsiminde, karın yarattığı stilize mekanda derin ve ruhani bir etki ortaya çıkıyor. At, atın vücudunda açılan yara, orman, çakı, hapishane duvarında oluşan yarıklar, yere damlayan

kırmızı boya, soğuk, ıslaklık, yanan ahşap dükkan gibi metaforlar yönetmenin hayal dünyasına aralanan birer kapı. Her anı üzerine düşünülmüş birer fotoğraf karesi. Ancak yönetmenin atmosfer oluşturma zaafı durağan sekanslarla seyircinin filme tutunmasını zorlaştırıyor. Mircan Kaya’nın yaptığı filmin müzikleri ve sesler, birer tabloya dönüşen kadrajlar ile uyum içinde bir unsur olarak

seyirciyi rahatlatıyor ya da uyarıyor. FOTOĞRAF SANATÇISININ İLK FİLMİ Her şekilde yeniyi araştıran yönetmen bu ilk filminde alıştığımız anlatımların dışına çıktığı için değerli bir yapım ortaya çıkardı. Sabahattin Ali gibi önemli bir edebiyatçının eseri üzerinde yaptığı araştırmalar ve denemeler filmi izlenir kılıyor.

Antik tiyatroda opera ve bale

Kürt edebiyatının fuarı başlıyor D İ kincisi dünzenlenen Diyarbakır Kitap Fuarı başladı. Yaklaşık 100 yayınevinin katıldığı fuarda, çok sayıda Diyarbakır merkezli Kürtçe kitap basan yayınevi de var. 22 Mayıs pazar gününe kadar açık kalacak fuar parasız ziyaret edilebilecek. TÜYAP ve Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliğiyle düzenlenen fuarın mekanı Diyarbakır Fuar ve Kongre Merkezi. Kırka yakın etkinlikte ve imza gününde üç yüze yakın yazar okurlarla buluşacak. Fuarın ilk gününde ‘Anadilde Eğitim’ paneli, ‘Klasik Kürt Edebiyatının Simge İsimleri: Melaye Ciziri, Feqiye Teyran, Ehmede Xani, Mela Huseyne Bateyi’ başlıklı toplantı, ‘Anadolu ve Kürt İllerinin Diyasporaya Yayılan Tınıları’ konulu, müzikli söyleşi gerçekleşti.

ünyanın önde gelen festivalleri arasında yer alan ve Türkiye’nin de tek opera ve bale festivali olan Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali 9 Haziran’da başlıyor. Antik Tiyatro’nun tarihi atmosferinde gerçekleşen ve 18’incisi düzenlenecek festivalin açılışı Carmen operası ile yapılacak. 9 Haziran -2 Temmuz 2011 tarihleri arasında gerçekleşecek festival süresince 2 yabancı konuğun yer aldığı 8 farklı eser, sanatseverlerin karşısında olacak. Bu yıl da güçlü bir içeriğe sahip festivalin sürprizlerinden biri de Viyana Filarmoni Orkestrası’nın sahne alacak olması.

Bu ada müzisyenlere, satıcılara, hurdacılara kapalı! ozcaada'da Belediye Meclisi, geçen y›l ald›¤› karar do¤rultusunda müzisyen, hurdac› ve seyyar sat›c›lar›n ilçeye giriflini yasaklad›. 6 Nisan 2010 tarihinde al›nan karar, ilçe girifline as›lan 'Müzisyen, hurdac› ve seyyar sat›c›lar›n ilçeye girmesi yasaklanm›flt›r' yaz›l› uyar› tabelas› ile duyuruldu. Geyikli ‹skelesi'ndeki tabelan›n foto¤raf› sosyal paylafl›m sitesi Facebook'a konulunca müzisyenler duruma tepki gösterdi.

B

21 Haziran Salı günü gerçekleşecek konserde Viyana Filarmoni Orkestrası’nı dünyaca ünlü şef Zubin Mehta yönetecek ve Daniel Barenboim solist olarak sahne alacak. Festival bu yıl İstanbul

Müzisyen ve sanatç›lar›n da aralar›nda bulundu¤u çok say›da insan, Bozcaada Belediyesi'ne mail göndererek, sitemini dile getirip tabelan›n kald›r›lmas›n› istedi. Belediye Baflkan› Mustafa Mutay tepkiler üzerine tabelay› kald›rtt›¤› gibi, bir de belediyenin web sitesinden özür mesaj› yay›mlamak zorunda kald›. Bozcaada Belediye Baflkan› Mustafa Mutay, Belediye Meclisi'nin böyle bir karar ald›¤› haberinin do¤ru oldu¤unu söyleyerek, "Gerçekten üslup biraz yanl›fl oldu. Bunu kabul ediyorum" dedi. MÜZ‹K-SEN'DEN TEPK‹ Müzik ve Sahne Sanatç›lar› Sendikas› (Müzik-Sen) Genel Baflkan› Mehmet Ç›r›ka, olay› Facebook'tan ö¤rendiklerini ve üzün-

Devlet Opera ve Balesi’nin sahneleyeceği Carmen Operası ile açılıyor. Festivalin etkileyici eserlerinden bir diğeri ise Antalya Devlet Opera ve Balesi tarafından sahnelenen ve Yunan mitolojisinden bir klasik olan Medea

Operası. İzmir Devlet Opera ve Balesi ise 16 Haziran günü Verdi’nin ünlü eseri Otello operasını sahneleyecek. Mozart’ın ünlü operası Saraydan Kız Kaçırma da Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından sahneleniyor. SÜRPRİZ ORKESTRA 18. Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali bu yıl unutulmaz bir konsere ev sahipliği yapacak. Dünyanın en iyi senfonik müzik topluluğu olarak bilinen Viyana Filarmoni Orkestrası 125 kişilik bir ekiple, 21 Haziran Salı günü saat 21.30’da Aspendos’ta sanatseverlere buluşacak.

tüyle karfl›lad›klar›n› söyledi. Ç›r›ka aç›klamas›nda söz konusu karar›n Ankara Tunal› Hilmi Caddesi'nde gözalt›na al›nan sokak çalg›c›lar›n› hat›rlatt›¤›n› ifade ederek karar›n evrensel hukuk kurallar›na, insan haklar›na, insanl›k onuruna ayk›r› oldu¤unu söyledi. “Bu karar bize 'Zenciler Giremez', 'Yahudiler Giremez' mant›¤›n› hat›rlatmaktad›r.“ diyen Ç›r›ka, uygulaman›n sona erdirilmemesi halinde, Bozcaada Belediye Meclis karar›n›n iptali için yasal yollara gideceklerini belirtti. 1. ‹LLEGAL BOZCAADA SOKAK MÜZ‹⁄‹ FEST‹VAL‹! Sokak müzisyenleri ise karara karfl› festival duyurusu yapt›. Facebook'ta yer alan etkinlik davetinde, "19 May›s Perflembe

günü, sokak sanatç›lar›na gösterilen fliddeti bitirmeye karar verdik. Bozcaada Belediyesi’nin alm›fl oldu¤u karara karfl›l›k, Bozcaada’da illegal sokak müzi¤i festivali yapmaya karar verdik." denildi. HURDACILAR VE SOKAK SATICILARI NE OLACAK? Tart›flmalarda sokak sat›c›lar› ve hurdac›lar›n sesi ise pek duyulmuyor. Bir özürü de onlar hak etti bizce. Güvenceli bir ifl ve insanca yaflam olana¤› bulamayanlar›n hayatlar›n› sürdürmek üzere yapt›klar› sokak sat›c›l›¤› ve hurda toplay›c›l›¤›n›n bu tür yasaklarla önlenemeyece¤i bir s›r de¤il. Sonuç olarak, bir özürle düzeltilemeyecek ülke gerçe¤ine iflaret eden tabela kald›r›lm›fl oldu.

Cumartesi Anneleri'nin 16 yıllık hikayesi

F

otoğraf sanatçısı Veysi Altay’ın ‘Cumartesi Anneleri ve Kayıplar’ ile ilgili fotoğraf sergisi 17 Mayıs akşamı Tütün Deposu’nda açıldı. 27 Mayıs 1995 tarihinde Galatasaray Lisesi önünde kayıp çocuklarının ve yakınlarının bulunması için az sayıda kadın tarafından başlatılan eylemler, Türkiye kamuoyuna ‘Cumartesi Anneleri’ eylemleri olarak mal olmuştu. Veysi Atay’in Cumartesi Anneleri’nin mücadelesini anlattığı sergiye yazılarıyla katkıda bulunanlar arasında Sezen Aksu, Vedat Türkali, İsmail Beşikçi, Osman Baydemir, Rakel Dink, Banu Güven, Sırrı Süreyya Önder, Şanar Yurdatapan, Kazım Öz, Hüseyin Karabey, Aydın Engin, Gülten Kaya, Leyla İpekçi, Mahir Günşiray, Deniz Türkali, Oya Baydar, Lale Mansur, Halil Ergün Melike Demirağ, Metin Üstündağ, Nur Sürer ve Zeynep Tanbay yer alıyor.

‘Dava seçimden sonraya ertelensin’ ricası

B

eyoğlu Kumpanya sanat topluluğundaki 16 kişiye, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından ‘Ülkemizden’ adlı oyunda söylenen şarkıda geçen ‘İşportacı Tayyip’ sözü nedeniyle, 2 yıl hapis istemiyle dava açılmıştı. Davanın yeni duruşması 18 Mayıs 2011 tarihinde gerçekleşti. Duruşmada Başbakan’ın avukatı davanın seçimlerden sonraya ertelenmesini ‘rica etti’. Hakim ise bu talebi kabul etmeyerek duruşmayı 8 Haziran tarihine erteledi. Bu duruşmanın karar duruşması olması bekleniyor.


SOKAĞIN SESİ

ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ

20 Mayıs 2011 / 2 Haziran 2011

16 Halk›n Sesi

Üniversite AKP’yi istemiyor

Adana’daki AKP protestosunda AKP’liler polisi ça¤›rsa da halk›n tepkisi karfl›s›nda standlar›n› toplay›p kaçt›

AKP ile halk buluşunca... Seçime az bir zaman kala çalışmalarını hızlandıran AKP’nin, mitingleri, standları, bakanların bireysel yürüttükleri esnaf ziyaretleri, AKP’li vekillerin üniversite ziyaretleri protestolara sahne oluyor

S

eçim çalışmalarına başlayan AKP Zonguldak, Artvin Hopa ve Adana’da protestolarla karşılaştı. AKP’li Burhan Kuzu da 11 – 15 Mayıs tarihlerinde Öğrenci Kolektifleri’nin ve Gençlik Muhalefeti’nin protestolarıyla karşılaştı. Bu protestolar, AKP’nin seçim dönemi boyunca daha fazla protestoyla karşılaşacağını gösteriyor. PROTESTO BAŞBAKANIN KADERİ AKP, 7 Mayıs günü Zonguldak’ta gerçekleştirdiği seçim mitinginde Öğrenci Kolektifleri’nin protestosuyla karşılaştı. Miting meydanında “Paralı eğitim öğrencinin, ölüm madencinin kaderi değildir" yazılı pankart açan Öğrenci Kolektifleri üyesi dört öğrenci, polis ve başbakanlık korumaları tarafından darp edilerek gözaltına alındı. YAZICI HOPA’DAN KAÇTI Zonguldak’taki protesto-

nun üzerinde 2 gün geçmişti ki, Rize’den milletvekili adayı gösterilen Devlet Bakanı Hayati Yazıcı seçim çalışmaları kapsamında bulunduğu Artvin Hopa’da halk tarafından protesto edildi. Yazıcı ilçeye geldiği andan itibaren başlayan protestolar sırasında Hopalılarla polis sık sık karşı karşıya geldi. İlk protestoyu liseliler yaptı. Liseliler, Yazıcı’ya “Burada şifre dağıtmaya mı geldiniz” diyerek tepki gösterdi. Protestoya aldırış etmeyen Yazıcı esnaf ziyaretlerine başladığı sırada, Halkevcilerin de içinde bulunduğu Hopalılar “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek” sloganı atarak Yazıcı’yı protesto etmeye başladı. Halkevcilerin, “Çaykur’u satanların, derelerimizi satanların ilçeye gelme hakkı yok” sözlerinin ardından Yazıcı’nın ziyaretine geldiği esnaf da Yazıcı’yı protesto etmeye başladı. Yazıcı prog-

ramını yarıda bırakarak ilçeden ayrılmak zorunda kaldı. Hayati Yazıcı’nın ilçeden ayrılmasının ardından bir basın açıklaması yapan Hopalı Halkevciler “Bugün bizlerin de seçim çalışması başlamıştır. Halkı yoksullaştıranlar, derelerimizi satanlar, hırsızlar ilçemizde seçim çalışması yapamayacaklar” diyerek seçim çalışmalarını başlattıklarını duyurdu. AKP ADANA’DA STANDINI TOPLADI -Üniversite sayısını 150’ye çıkardık. -Üniversiteli işsiz sayısını kaça çıkardın? Bu diyalog, Adana’da seçim çalışması yapan AKP’lilerle onları protesto eden Halkevcilere destek veren esnaf arasında yaşandı. Adana Dörtyol’da 11 Mayıs günü seçim standı açan AKP’liler 8 yıllık icraatlarını anlatıyorlardı ancak Halkevciler “AKP’nin 8 yıllık icraatlarını bir de bizden dinleyin” deyince AKP’lilerin tep-

kisiyle karşılaştı. Halkevciler, AKP’nin kurduğu seçim standı önünde AKP’nin halk düşmanı politikalarını anlatmaya başladı. Kendi icraatlarının Halkevciler tarafından anlatılmasından hoşnut olmayan AKP’liler araçlarından çaldıkları müziğin sesini yükselterek Halkevcilerin sesini kısmaya çalıştı. Ancak, Halkevcilerin sesine çevredeki esnaflar da katılınca protesto eylemi büyüdü. AKP’liler bu sefer polisi çağırdı. Halkevcileri alandan uzaklaştırmak isteyen polis halkın tepkisiyle karşılaştı. Kalabalığın içinden bir kişi polise AKP’lilerin trafik suçu işlediğini, kendi aracını standın yanında bulunan ses araçlarının bulunduğu yere park etmesi halinde ceza yediğini söyledi ve polisten görevini yapmasını istedi. Tepkilerin ve protestoların büyümesi üzerine AKP, standını toplayarak bölgeden uzaklaştı.

AKP afişine 24 saat polis koruması Edirne'de Baflbakan Recep Tayyip Erdo¤an’›n büyük foto¤raf›n›n bulundu¤u seçim afiflinin ‹l Emniyet Müdürlü¤ü’nde görevli sivil polislerce 24 saat korundu¤u ortaya ç›kt›. AKP’nin 4 May›s günü ast›¤› büyük afiflin iplerinin kesilmesinin ard›ndan

Edirne Emniyet Müdürlü¤ü, afifli korumak için bafl›na sivil polis dikti. 24 saat görev yapan sivil polis, elinde telsizle afifl çevresinde dolaflarak Baflbakan Erdo¤an’›n foto¤raf›n›n bulundu¤u seçim afiflini koruma alt›na ald›.

Üniversiteliler, Burhan Kuzu’nun peflini b›rakm›yor. Kuzu, 11-15 May›s tarihleri aras›nda dört defa üniversitelilerin protestosuyla karfl›laflt›. Protesto perdesini Ö¤renci Kolektifleri açt›. 11 May›s günü ‹stanbul Üniversitesi’nde (‹Ü) gerçeklefltirilen Anayasa Kongresi’ne kat›lan Kuzu, konuflmas› s›ras›nda Ö¤renci Kolektifleri üyeleri taraf›ndan protesto edildi. Kuzu’yu protesto eden ö¤renciler, sivil polis ve güvenlikçilerin sald›r›s›na u¤rad›. Yetmedi, okula rektörlük taraf›ndan sokulan çevik kuvvet de ö¤rencilere sald›rd›. Ö¤renciler ise polise yumurta atarak sald›r›y› protesto etti. Kongrenin üçüncü gününde ‹Ü’de polis terörü yafland›. Etkinli¤i protesto eden üniversitelilere çevik kuvvet fakülte koridorunda biber gaz› ve coplarla sald›rd›. Sald›r› sonucunda çok say›da üniversiteli gazdan etkilenirken, 10 ö¤renci hastaneye kald›r›ld›. Kongrenin son gününde salona gelen Kuzu, bu sefer ayakkab›l› protestoyla karfl›laflt›. Kuzu’ya ayakkab› f›rlatarak protesto eden ö¤renci, güvenlikçilerin sald›r›s›na u¤rad›. Üniversitedeki protestolar›n ard›ndan Kuzu, ziyaret etti¤i Arnavutköy flenliklerinde de Ö¤renci Kolektifleri’nin protestosuyla karfl›laflt›. Polis, halk›n tepkisi sebebiyle ö¤rencileri gözalt›na alamad›.

Okumuş insan susuz mahallede Sar›yer Halkevi, mahalleye amfitiyatronun yap›lmas› için ilk giriflimlerde bulundu. Tiyatronun yap›labilmesi için gereken greyder, Halkevi’nin deste¤iyle kiraland› ve ilk kepçe vuruldu.

İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencileri, 30 yıldır suyu olmayan Maden Mahallesi’nde çocuklara ders veriyor, mahalleye anfitiyatro inşa ediyor

İ

stanbul Sarıyer’de 30 yıldır suyu ve kanalizasyon şebekesi olmayan yoksul gecekondu mahallesi Maden Dereiçi Sokak’a ‘okumuş insan’ eli değiyor. İTÜ öğrencileri, hafta sonları gönüllü olarak mahalleye giderek çocuklara kurs veriyor. 3 aydır tüm hafta sonlarını gecekonduya kurulu mahalle derneğinde geçiren İTÜ’lüler, okul derslerine yardımcı olacak kursların yanı sıra çocuklarla tiyatro, halkoyunları, müzik gibi kültürel faaliyetler de yürütüyor.

Sar›yer’in Maden Mahallesi’nde çocuklar dersaneye gidemiyor, okullarda 50 kiflilik s›n›flarda ders görüyor. Ö¤renci Kolektifleri üyeleri, üniversitelerinde savunduklar› ‘paras›z e¤itimi’ Maden Mahallesi’nde uyguluyor. 3 ayd›r, hafta sonlar›n› mahalle derne¤inde geçiren ‹TÜ’lüler, çocuklar›n derslerine yard›m ediyor.

‘EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİ BURASI İÇİN GEÇERSİZ’ Üniversiteliler, İTÜ Vadi Yurdu’nda yaptıkları bir toplantıda kampanyayı başlatma kararı aldıklarını söylüyor. Vadi Yurdu’nda kalan Utku Oğul, “İTÜ Vadi Yurdu Öğrencileri olarak üniversitedeki sorunlarımızı tartışmak için sık sık toplanırdık. Burada ders verme

fikri de o toplantıların birinde çıktı. Maden Mahallesi suyu olmayan, yoksul, kentsel dönüşüm tehdidi altında bir mahalle olduğu için burada karar kıldık” diyor. Vadi öğrencilerinin projesine kısa sürede Taşkışla Mimarlık öğrencileri ve İTÜ’nün tiyatro kulübü TİMİS de dahil olmuş. Ders veren öğrencilerden Diyar Kılıç, kursun kendileri için anlamını şöyle anlatıyor; “Üniversiteliler, halktan ve gerçek dünyadan koparılarak kampüs denen duvarlar arasına hapsediliyor. Ama biz oradan çıkarak üniversitede edindiğimiz bilgiyi halkla paylaşmak istedik. Onların içinde, onlarla birlikte faturasız, çıkarsız, daha güzel yaşanabilir bir dünya kurma özlemiyle buradayız.” İnşaat Mühendisliği öğrencisi Eray Kılıç da mahallenin durumunu görünce ‘eğitimde fırsat eşitliği’ ilkesinin geçersiz olduğunu düşünmüş. Kılıç,

“Dershaneye gidemeyen 50 kişilik sınıflarda ders gören çocuklar için fırsat eşitliği söz konusu değil” diyor. ‘ALLAH RAZI OLSUN BU GENÇLERDEN’ Öğrenciler, üniversitelerinde savundukları parasız eğitim modelini yoksul bir mahallede kurabildikleri için memnun. “Parasız, karşılıklı öğrenmeye dayalı bir eğitim modelini fiilen uyguluyoruz” diyorlar. Çocuklarını kursa gönderen mahalle halkı da üniversitelilerin gelişine seviniyor. 8. sınıftaki kızını kursa gönderen Adile Hanım, “Çocuklarımız burada aldıkları derslerde hem okullarında daha başarılı oluyor hem de daha ahlaklı yetişiyorlar” diyor. Bir başka veli ise ekliyor; “Allah razı olsun bu aydın gençlerden, devletin vatandaşına göstermediği ilgiyi onlar bize gösteriyor.”

Onlar yıkıyor biz yapıyoruz Üniversiteliler, hafta sonlar›n› geçirdikleri Maden Mahallesi’nde bir de amfitiyatro kurma çal›flmas› bafllatt›. Sar›yer Halkevi ve Politeknik’in de deste¤ini alan ‹TÜ’lüler, projelerini kendi çizdikleri amfitiyatro için kollar› s›vad›. Böylece mahalleye 30 y›ld›r su flebekesi için girmeyen ifl makineleri de girmifl oldu. ‹TÜ ö¤rencisi Eray K›l›ç, amfiti-

yatro kurarak kentsel dönüflün projelerine karfl› bir tav›r gelifltirdiklerini belirtiyor; “Buras› kentsel dönüflüm projeleri kapsam›nda y›k›m bölgesi. Onlar y›k›m planl›yor, biz mahallelinin burada daha da kökleflmesi için amfitiyatro yap›yoruz.” Amfitiyatro yap›m›nda da üniversiteliler mahalle halk›yla birlikte hareket ediyor, tafllar› birlikte diziyor.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.