SAYFA
2
‹nternet kafe modeli sansür 22 A¤ustos’ta yürürlü¤e girecek yönetmelikle Türkiye internet a¤› dev bir internet kafe gibi olacak
SAYFA
4
SAYFA
‘O¤lumun bayra¤› bende’ Ankara’daki Hopa protestosu nedeniyle tutuklanan Ö. Ça¤dafl Ersoy’un babas› ile konufltuk
10
SAYFA
Kad›nlar her yerde
15
Baflbakan’›n Dilflat Aktafl’a yönelik sözlerine kad›nlar sokaklardan cevap verdi
Müzi¤e yazl›k ziyaret Yaz boyunca yay›mlayaca¤›m›z yaz› dizisiyle müzik tarihinde dolaflaca¤›z
17 Haziran 2011 • 1 TL
Y›l 6 • Say› 134
Balkonu bırak sokağa bak
Erdo¤an 12 Haziran gecesi balkondan “demokratik” mesajlar verdi; ertesi sabah Rize’de, Artvin’de, Hatay’da, Ankara’da solcu av› bafllad›
Balkondaki muzaffer Baflbakan, polise hedef gösterdi¤i sokaklar bofl kalmad›kça sand›ktan ç›kan zaferinin yalan olaca¤›n›n fark›nda
Balkondan görünen manzara kimseyi aldatmas›n. Hopa’n›n isyan›na sahip ç›kanlar, gazeteciler, Aleviler, liseliler, iflçiler inad›na sokakta
Ç›lg›n y›k›m yak›nda
Dosya: 2011 seçimi üzerine
Seçim döneminde ‘kentsel dönüflüm projeleri’ AKP taraf›ndan ‘ç›lg›n’ proje olarak pazarland›. Bu ç›lg›nl›¤›n kendilerine y›k›m getirece¤ini bilen Ankaral›lar sokakta S. 7
Dosya sayfam›z› seçim sonuçlar›na ay›rd›k. Erdo¤an’›n yetmeyen zaferi, Blok’un baflar›s›, CHP’nin hüsran›... S. 12
Seçimden ç›kan sonuç yine tek yol sokak, yine tek yol devrim! Ve devrim kestirmeden gidenlerin, kolay yoldan baflar› peflinde koflanlar›n harc› de¤il. “Ne yaz›k ki” engebeli, sarp ve dolambaçl›... YOL YAZISI S. 3
Hopa: Çay ve Su için direniş
Kazım üreterek anılacak Kaz›m Koyuncu Kültür
Hopa’da yaflananlar› olay›n tan›klar›, avukatlar ve bölgede incelemede bulunanlar anlat›yor S. 14 - 16
Merkezi her y›l oldu¤u gibi bu y›l da Kaz›m’›n ölüm y›l dönümünde ‘Üreterek an›yoruz’ diyecek
Ferda Koç / Sayfa 4
F. Genç M. Eberliköse / Sayfa 7
Ne çok kötü, ne çok iyi
Çay üreticisinin tek yolu...
İşçinin hakkı, halkın hakkı Enerji iflçilerinin güvencesizlefltirmeye karfl› mücadelesi tüm ‹stanbulu ilgilendiriyor. ‹flçilerin güvenceli ifl mücadelesi, halk›n paras›z enerji talebi ile buluflturulabilir S. 8
Alp Tekin Babaç / Sayfa 8
Yerin alt›nda da olsa ...
Ölümünün 6’›nc› y›l›nda Kaz›m için Türkiye’nin farkl› kentlerinde de anma etkinikleri düzenlenecek S. 15
Patronlar ne istiyor? Tekstil patronu Gülle’nin Yarg›tay Baflkan’›na yazd›¤› mektuba göre bu iflkolunda bir s›k›nt›lar› varm›fl. ‹fle iade davalar› istedikleri gibi sonuçlanm›yormufl S. 9
Tufan Sertlek / Sayfa 9
Seçim bitti
İsyan edip dağlarda gezenler Erdo¤an Hopal›lara ‘Eflk›ya’ dedi. Tarih, eflkiyal›¤› yoksullu¤un, bask›n›n, sömürünün oldu¤u her yerde geleneksel bir direnme biçimi olarak karfl›m›za ç›kar›yor S. 13
Dilflat Aktafl anlatt› ‘Panzerin üstündeki kad›n, Dilflat Aktafl anlatt›. Neden oraya ç›kt›, neyi göstermek istiyordu? Eylemi gören kad›nlar ona ne diyordu? S. 11
2
MEDYA 17 Haziran 2011 / 30 Haziran 2011
Halk›n Sesi
A H L A K
B A H A N E S ‹ Y L E
S A N S Ü R Ü N
Ö N Ü
A Ç I L I Y O R
İnternet kafe modeli filtre 22 Ağustos’ta yürürlüğe girecek yönetmelikle Türkiye’nin internet ağı dev bir internet kafeye benzeyecek MELTEM ÇAVDAR
B
ilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu'nca (BTK) hazırlanan "İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar" 22 Ağustos 2011 tarihinde yürürlüğe girecek. Bu uygulamayla kullanıcılar BTK'nın belirlediği aile, çocuk, yurtiçi ve standart olmak üzere 4 farklı internet paketinden birini seçmek zorunda bırakılacak. Filtre kıstasları tamamen BTK'nın keyfine göre belirlenecek. Filtreyi aşmak suç sayılacak. Uygulamanın getirdiği en büyük farklılık her kullanıcının kendisine ait bir şifre ile internete girecek olması. Böylelikle kullanıcının her hareketi kayıt altında tutulabilecek. İnternet servis sağlayıcıları filtrelerin aşılmasını engellemekle sorumlu tutulacak, aksi halde onlara da ağır para cezaları uygulanacak. DEV BİR İNTERNET KAFE OLACAĞIZ Yeni sistemde Türkiye web ağını kocaman bir internet kafeye benzetebiliriz. Devlet kafe sahibi, BTK işletme müdürü ve internet servis sağlayıcıları da (ttnet, uydunet v.b.) kafe çalışanları olarak hizmet verecek.
Trend #22agustos BTK’n›n 22 A¤ustos’ta getirece¤i filtre uygulamas›na tepkiler de oldukça kitlesel oldu. 15 May›s günü internet üzerinden örgütlenen internet kullan›c›lar›n›n, toplumsal muhalefet örgütleri, dernekler, insiyatifler sadece 22 A¤ustos paketlerine de¤il daha önce de yap›lan sansür uygulamalar›na, her geçen gün artan kapatmalara dur demek için Türkiye’nin her yerinde sokaklar› doldurdu. “‹nternetime dokunma!” eylemlerinde sokaklar
Kafe sahibinin istemediği siteler kullanıma kapalı tutulacak, kafede girdiğiniz her site kafe müdürünün bilgisayarından da takip edilebilecek. STANDART PAKETTE YASAK YOK MU? BTK’ın açıklamalarında “Standart paketi seçen kullanıcılar için değişen bir şey yok” deniliyor. Bunun anlamı bugün hangi siteler yasak ise standart pakette de onların yasak olması. Ancak mevcut durumda DNS ayarlarını değiştirerek ya da tunnel sitelerine girerek erişim sağlanırken yeni uygulamada bu şekilde filtreyi aşma yöntemleri de engellenecek. Ayrıca "internetteki zararlı içerikten korunma" adı altında belirlenen 150 kelime alan adı olarak kullanılamayacak. Aslında filtre sistemleri zararlı olduğu düşünülen içeriklerden korunmak için, internet servis sağlayıcılar ya da internetten bulunabilecek programlar sayesinde isteyen kullanıcılar tarafından istenildiği zaman kullanılabiliyor. Yani zaten kullanıcı böyle bir opsiyona sahip. Ancak BTK'nın uygulamasıyla bu durum bir opsiyon olmaktan çıkıp zorunluluk haline geliyor.
İNTERNETİN ÖZGÜRLÜĞÜ İKTİDARI KORKUTUYOR Kapalı olduğu dönemde, Tayyip Erdoğan’ın “Ben giriyorum siz de girin” dediği Youtube, en çok girilen siteler sıralamasında 5. sıraya yükselmişti. Yasaklı sitelere giriş için hala yüz binlerce yöntem mevcut. Ancak sosyal medyanın giderek daha çok yaygınlaşması iktidar açısından denetimini de şansa bırakılmayacak kadar önemli hale getirdi.
İnternetin kamu görevlilerinin takip edemediği teknolojik ve dinamik yapısı evrensel adalet ve hukuku da biçare hale getiriyor. Bu nedenle baskıcı ve yasakçı uygulamalarla denetim altında tutulmaya çalışılıyor. İnternetin herkesin özgürce hareket edebildiği bir alan olması toplumsal hareketlere sağladığı olanaklar, çağrı merkezi çalışanlarının internet üzerinden örgütlenmesi, YGS şifre eylemlerinde liselilerin facebook üzerin-
den örgütlenmesi gibi örneklerin artması nedeniyle siyasi iktidar interneti daha da ciddiye alıyor. Çünkü bir tehdit unsuru olarak internet artık basitçe Atatürk’e ya da Türklüğe hakaret içeren videoların dolaştığı bir ortam değil, Ortadoğu’daki gibi büyük toplumsal hareketleri buluşturacak bir örgütlenme alanı. AHLAK İŞİN BAHANESİ İktidarın sansür ve site kapatma uygulamaları için kullandığı
gerekçe ahlaki açıdan uygun olmayan içerik iddiası. Ancak sansür uygulamalarında asıl amaç toplumsal hareketlerin temasını denetim altında tutmak. Çok sayıda sol sitenin bugün de ahlaka aykırı olmakla suçlanarak kapatılıyor olması, filtre uygulamasında da ne tür sitelerin filtreye takılacağının habercisi. Sürekli yenilenen sansürler nedeniyle Fırat Haber Ajansı’nın erişim sağlanabilmesi amacıyla devreye soktuğu www.firat-
internet özgürlü¤üne sahip ç›kan insanlarla dolsa da bas›n bu eylemlere gereken ilgiyi göstermedi. Tepkinin sokak aya¤›n› internette örgütleyen kitleler seslerini gene kendi medyas›nda duyurdu. #22agustos twitterda o kadar çok yer ald› ki dünya çap›nda en çok konuflulan konu (trend) s›ralamas›nda birincili¤e yükseldi. Dünyan›n her yerinden internet kullan›c›lar› 22 A¤ustos’ta neler olaca¤›n› sorup destek mesajlar› atmaya bafllad›. news.ws adresinin 15 Haziran günü “pornografik içerik” gerekçesiyle yasaklanması bu durumun en yakın örneği. Filtre sistemi uygulamaya koyulduğunda da internet kullanıcıları sistemin açıklarını kullanarak özgür alanlar açacaktır. VPN (Virtual Private Network: Sanal Özel Ağ) hizmetleri sayesinde sanal olarak internetin özgür olduğu ülkelerden internete bağlanabilme imkanı şimdiden bir çözüm olarak görülüyor.
Anonymous, sen bizi kurtar! T
ürkiye’deki internet kısıtlamalarına karşı en çarpıcı sanal tepki hiç kuşkusuz tüm dünyadan isimsiz üyelerden oluşan Anonymous (anonim) isimli siber protesto ekibinin uyarısı oldu. Hacker grubu #operationturkey ismiyle bir siber savaş tehdidinde bulundu. Serbest bilgi akışına erişim ve katılımın temel bir insan hakkı olduğunu söyleyen Anonymous, bu hakkı ihlal eden Türkiye hükümetine karşı eylemsiz kalmayacağını, sansürü uygulayan kurumlara karşı harekete geçeceğini duyurdu. Anonymous, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın (TİB) internet sitesine (www.tib.gov.tr) saldırdı. TİB’in internet sitesine erişim, 9 Haziran saat 19:00’dan itibaren yaklaşık 2 saat sağlanamadı. Saldırıya uzun zamandır
hazırlanan TİB, hemen yedeğini devreye soktu, yurtdışından girişleri engelledi ve bu atağı zarar görmeden atlattı. Saldırıda ilk raundu TİB almış olabilir ancak Anonymous’u başarısız olarak değerlendirmek haksızlık olur. Çünkü ekibin daha önce duyurduğu gibi bu sadece küçük bir ataktı. Anonymous’un kamu hizmeti veren siteleri tamamen çökertmek, kullanıcılarını mağdur etmek gibi bir amaçları zaten yoktu. Bu nedenle mesai saatinin bitişini beklemişlerdi. Annoymous eylemlerini gerçekleştirirken başkalarına ait bilgisayarları “köle bilgisayar” haline getiriyor ve binlerce bilgisayar ile aynı anda saldırıyor. Bilgisayar sahipleri köle bilgisayar olmak için bu yazılımı kendi bilgisayarlarına gönüllü olarak indirip Anonymous’un bir neferi
haline gelebiliyor. Grubun yurtdışı kaynaklı olduğu düşünülse de içlerinde Türkiyeli hackerlar ve gönüllü köle bilgisayarlar da var. Ulaştırma Bakanlığı'na bağlı olarak kurulan İnternet Kurulu Başkanı Serhat Özeren, Anonymous'un saldırılarıyla ilgili yaptığı açıklamada "Bilgisayarı suça bulaşan kişi suçludur, suçsuzluğunu ispat etmek zorunda kalır" dedi. Anonymous ile ilgili olarak, "Yaptıkları şey, tabiri caizse üç şeritlik bir yola, bir anda 10 şeritlik araç trafiği yönlendirmek. Sitelere zarar vermiyor ama yaptıkları bilgi güvenliğini tehdit ettiği için yine de suç. Hacker, bilgisayarın başına oturuyor. Daha önceden ele geçirdiği bilgisayar IP'lerine bakıp, hangisi açıksa onun üzerinden saldırıyı yapıyor. " ifadelerini kullandı. Oysa Serhan
Özeren’nin belirttiğinin aksine "Suçluluğu ispat edilene kadar herkes suçsuzdur. Kimse suçsuzluğunu kanıtlamak zorunda değildir, suçu ispat yükü suçlayana aittir" SANAL EYLEMCİLERE REEL OPERASYON Türkiye’deki bu ilk eylemin ardından hacker grubuna yönelik polis operasyonu başladı. TİB yetkilileri internet sitelerine düzenlenecek siber saldırı öncesi Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunmuş, bunun üzerine Emniyet Müdürlüğü, saldırıyla ilgili yurt genelinde teknik çalışma başlatmıştı. TİB’in sitesine yapılan saldırının ardından Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, kimlik-
Sebep Hemşin ideolojisiymiş Medyan›n büyük k›sm›, Hopa’daki olaylar› bafl›ndan itibaren çarp›tma bilgilerle verdi. AKP medyas›, organize bir sald›r›yla Metin Lokumcu ve Hopa olaylar›n› protesto edenleri karalama kampanyas› bafllatt›. Özellikle Fetullah Gülen cemaatine ait veya onunla yak›n iliflkideki medya gruplar› protesto edenleri hedef gösterdi ve yeni komplolar›n altyap›s›n› haz›rlamaya çal›flt›. PİNPON PLANIYMIŞ
Gülen cemaatine ait Aksiyon dergisi 861’inci say›s›nda, Hopa olaylar›n› konu alan Haflim Söylemez imzal› ve “Kürdü Kürde k›rd›r, Gürcü’yü Laz’› sahaya indir” bafll›kl› yaz›yla Hopa’ya yönelik ak›l almaz iddialarda bulundu. Hopa olaylar›, derginin 859’uncu say›s›ndaki bir yaz›da, yeni bir kaos plan›yla aç›kland›. Yaz›ya Zaman gazetesinin internet sitesinde de yer verildi. Söylemez, ad›n›n Pinpon oldu¤u iddia edilen plandan flu ifadelerle bahsediyor: “Aksiyon’un 859. say›s›nda yer alan “‹yi çocuklar ile derin PKK yine iflbafl›nda Kod ad›: Pinpon” bafll›kl› haberde plan, detayl› bir flekilde anlat›lm›flt›. Ulaflt›¤›m›z yeni bilgiler, plan›n kapsam›n›n daha da genifl oldu¤unu gösteriyor… ‘Pinpon’ ad› verilen kaos plan›nda yer alan eylemlerin kapsam› derinlefliyor. Kürdü Kürde k›rd›rma ve Gürcü-Laz çat›flmas›n› ‘Hemflin’ ideolojisi üzerinden yapma da var.” Söylemez, “marjinal sol gruplarla birlikte hareket eden marjinal Çerkez, Gürcü ve Laz kökenlilerin” seçim öncesinde kaos ç›karaca¤›n›, Hopa’da jandarman›n müdahale etmedi¤ini, bu gruplar›n ayn› zamanda PKK’yle iflbirli¤i içinde oldu¤unu ve olaylar›n Fatsa ve Ünye’de de yaflanabilece¤ini iddia ediyor. Bunun yan›nda Söylemez’in di¤er bir tespiti de flöyle: “‹lçelerde Rus kad›nlar›ndan sonra uyuflturucu ve alkol kullan›m›n›n art-
mas› da önemli bir etken olarak gösteriliyor. Gençlerin bu nedenle her türlü gösteri ve eylem sahas›na kolayca çekilmesi mümkün.” Haber Hopa’da yüzlerce y›ld›r bir arada ve sorunsuz yaflayan etnik gruplar aras›nda bir çat›flma varm›fl gibi ak›l d›fl› bir iddia ortaya atarak Hopa’da halk›n iktidara tepkisini etnik temelli bir çat›flmaya ba¤lamay› amaçl›yor. Son dönemde AKP medyas›n›n her toplumsal olay› AKP’ye karfl› giriflilen bir komplo olarak aç›klamas› basit bir yorumdan ibaret de¤il. Çünkü bu yaz›larda kaynak olarak mutlaka polis ya da istihbarat gösteriliyor. Ayn› zamanda gazeteci, solcu veya Kürt, birileri derin devletle iliflkili gösteriliyor ve bu kiflilerin, AKP’yi zor duruma sokmak için kaos ç›karmak amac›nda oldu¤u iddia ediliyor.
1800’lü y›llar›n sonunda Laz milisler
AKP MEDYASINDA HOPA GÜNDEMİ
Hopa’daki olaylar da bu perspektiften nasibini ald›. Olaylar›n yafland›¤› gün, Zaman gazetesi, Anadolu Ajans›’yla birlikte gün boyunca internet sitesinde polis cinayetine yer vermeyerek olay› sansürleme yoluna gitmiflti. Cemaate yak›n Cihan Haber Ajans› (C‹HAN) da Hopa’da yaflanan olaylar› ancak saat 17.30’da görmüfltü. Zaman gazetesi olay›n üstünden bir hafta geçtikten sonra dahi Metin Lokumcu’ya sald›rd›. C‹HAN, cinayeti meflrulaflt›rmak için “Metin Lokumcu'nun olaylar› yat›flt›rmak yerine polise tafl att›¤› görüntülere yans›d›” fleklinde haberler yapt›. Zaman gazetesi bu habere internet sitesinde genifl yer verdi. Hopa olaylar›n›n ard›ndan AKP medyas›n›n yan› s›ra di¤er gazete ve TV kanallar› da AKP terörüne büyük bir destek sa¤lad›.
leri ve adresleri tespit edilen hackerlere yönelik 12 ilde operasyon düzenledi. Operasyonlarda 13'ü İstanbul'da, 5'i Ankara'da olmak üzere toplam 32 kişi gözaltına alındı. Zanlıların, sorgulanmak üzere Ankara Emniyet Müdürlüğüne götürüldü. 18 yaşından küçük 9 kişi, savcının talimatıyla serbest bırakıldı. Gözaltı haberinin ardından ''Anonymous'' adına yapıldığı belirtilen yazılı bir açıklamada, seçim sürecinde ataklara ara verildiği belirtilerek, bazı medya organlarında ve basın yayın kanallarında gruba yönelik tutuklama haberlerinin yer aldığı anımsatıldı. “Bu haberlerin gözdağı vermek ve korku yaratmak için yayınlandığına inanıyoruz. Anonymous oluşumu, bu haberleri yalanlamak için yeniden harekete geçecek.” denildi.
Soner Torlak tutuklandı Sendika.Org yazar› ve Latinbilgi editörü Soner Torlak, Ankara’daki Hopa protestolar›n›n ard›ndan tutuklanarak Sincan Hapishanesi’ne gönderildi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde doktora ö¤rencisi olan Soner hem çok say›da site ve gazeteye emek vermifl bir gazeteci-yazar, hem de tek yol sokak oldu¤unda aya¤›n› sokaktan sak›nmam›fl bir eylemcidir. Mektuplar›n›z için: Sincan Kapal› Ceza ‹nfaz Kurumu, 1 No'lu L Tipi Cezaevi, Ko¤ufl: B 5 Sincan/Ankara
Halk›n Sesi
Kimi zaman yaflananlar› görmedi ve sansür mekanizmas›n› iflletti, kimi zaman da olaylar› çarp›tt›. Ankara’da yaflanan iflkenceye ço¤unlukla yer verilmezken Hopa olaylar› polisin gözüyle yer buldu. Buna ra¤men Hopa gerçekleri, muhalif medya organlar› arac›l›¤yla halka ulaflt›.
Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
3
GÜNDEM 17 Haziran 2011 / 30 Haziran 2011
Halk›n Sesi
Yakanlar hala iktidarda Sivas Katliamı, 18. yılında yine protesto edilecek. Protesto edilen yalnızca geçmişte kalmış bir kötü anı değil, katliamcı gerici-faşist zihniyetin iktidarını daha da pekiştirmesi olacak
S
ivas Katliamı’nın üzerinden 18 yıl geçmesine rağmen ne katillerle ne de katliamcı gerici-faşist zihniyetle hesaplaşılabilmiş durumda. Hiçbir ciddiyeti kalmayan Alevi açılımı ile göz boyamaya çalışan AKP iktidarı, Sivas Katliamı’nı unutturmaya çalışıyor. Bu unutturma çabasının en simgesel unsuru Madımak Oteli’nin müze yerine bir kültür evine dönüştürülmesi çalışılması. Alevi örgütleri ise otelin müze haline getirilmesi talebinde ısrarcı. Ancak AKP iktidarının bugünkü varlığı, katliamı anımsamak için otele gerek bırakmıyor. Toplumsal muhalefet bu yıl da 2 Temmuz’u anma ve protestolarla geçirecek. 30 Haziran günü öğlen saatlerinde, katliamda yaşamını yitiren şair Asım Bezirci’nin mezarının bulunduğu Zincirlikuyu mezarlığında bir anma yapılacak. Aynı gün saat 14.00’da da Kadıköy Natilius AVM önünde buluşularak Nesimi Çimen’in mezarının bulunduğu Karacaahmet Mezarlığına yürünecek. 1 Temmuz akşamı ise Alevi örgütleri Sivas’a doğru yola çıkıp 2 Temmuz’da Madımak önünde bir eylem yaparak, Madımak’ın müze yapılması talebini yineleyecek. Yine 1 Temmuz günü İstanbul Halkevleri, İstiklal Caddesi’nde bir yürüyüş yaparak katliamı lanetleyecek ve akşam da Beyoğlu Sineması’nda bir anma etkinliği düzenleyecek. OTEL‹N ÖNÜNDEN ‹KT‹DARIN TEPES‹NE Sivas’ta 35 kişinin katledil-
diği katliamın üzerinden 18 yıl geçti. Kontrgerilla güdümlü gerici-faşist güruh, Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas’a giden aydın ve sanatçıların kaldığı Madımak Oteli’ni ateşe vermiş ve çıkan olaylarda ikisi saldırgan, ikisi de otel görevlisi olmak üzere 37 kişi yaşamını yitirmişti. Polis, asker ve Refah Partisi kadrolarının saldırganları engellemek yerine saldırıya yardımcı olduğu hatta bizzat kışkırttığı katliam sırasında dönemin DYP-SHP koalisyon
iktidarı da yakanları değil yakılanları suçladı. Saldırıdan şans eseri sağ kurtulan Aziz Nesin’in “provokatör” diye yaftalanıp hedef tahtasına oturtulduğu katliamda uzun süre katiller değil mağdurlar suçlandı. Daha sonra halkın tepkisi ile bir dava süreci başlatıldı ve kimi tetikçiler yargılandı. Saldırganlara müdahale edilmemesi emrini veren Sivas Emniyet Müdürü Doğukan Öner, kitleyi bu “kıyam”dan dolayı kutlayan
Refah Partili Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu, katliamdan kurtulanları itfaiye merdiveninden atmaya çalışan belediye encümen üyesi Cafer Erçakmak gibi failler yargılanmadı. Katillerin bir kısmı “aranırken” AKP’li belediyelerde işe girdi, evlendi, yurtdışına çıktı. Aleviler için de açılım paketleri ilan eden AKP iktidarı, yalnızca Sivas Katliamı sanıklarını değil, katliamın ardındaki zihniyeti de korudu
kolladı. Tayyip Erdoğan, seçim kampanyasında mitinglerde topladığı kitleleri coşturmak için “yargıdaki dedeler”i, Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğini hedef gösterip yuhalattı. Kimi liberallerin “seçim öncesinde oy istemek için yapılan bu tür konuşmalara takılmamak lazım” türünden telkinlerine rağmen, Erdoğan’ı özür dilemeye davet eden Alevi örgütlerine iktidar cephesinden henüz bir açıklama yapılmış değil.
İcraata uygun AKP kabinesi AKP üçüncü iktidar dönemi için haz›rl›klar›na seçimlerden bir hafta önce aç›klad›. Erdo¤an, 9 Haziran günü gerçekletirdi¤i bir bas›n toplant›s›yla Bakanlar Kurulu’nun yap›s›n› de¤ifltirdiklerini duyurdu. ‹ktidarlar›n›n ilk döneminde çeflitli bakanl›klar› birlefltirerek 36 olan bakanl›k say›s›n› 24’e indiren AKP hükümeti yeni dönemde 20 bakanl›kla çal›flacak. Bakanlar kurulu 6’s› yeni kurulan, 3’ü ise iki bakanl›¤›n birlefltirilmesiyle yeniden yap›land›r›lan bakanl›klar, Baflbakan ve dört baflbakan yard›mc›s›ndan oluflan 25 kiflilik bir kadrodan oluflacak. Bakanl›klar›n yap›s›n›n de¤ifltirilece¤i ve yeni kabine yap›s›n›n seçimden önce aç›klanaca¤› bilgisi bir süredir AKP’li isimler taraf›ndan kamuoyuyla paylafl›l›yordu. ‹ktidar›n›n üçüncü dönemi öncesi Meclis’ten geçirdi¤i yasayla kendisine Kanun Hükmünde Kararname ç›karan AKP hükümetinin bu yetkiyle kamu kurumlar›n›, bakan›klar› düzenleme yoluna gidece¤i biliniyordu. Yeni düzenlemeyle 8 devlet bakanl›¤› kald›r›ld›, bu bakanl›klar yerine 6 icrac› bakanl›k kuruldu. Türkiye’nin yeni yönetiminde görev alacak bu bakanl›klar Aile ve Sosyal Politikalar Bakanl›¤›, AB Bakanl›¤, Ekonomi Bakanl›¤›, Gençlik ve Spor Bakanl›¤›, Gümrük ve Ticaret Bakanl›¤›, Kalk›nma Bakanl›¤› oldu. Yeni düzenlemeyle Sanayi ve Ticaret Bakanl›¤› yerine Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanl›¤›, Tar›m ve Köyiflleri Bakanl›¤› yerine
G›da, Tar›m ve Hayvanc›l›k Bakanl›¤› kuruldu. Çevre ve Orman Bakanl›¤› ile Bay›nd›rl›k ve ‹skan Bakanl›¤›'n›n birlefltirilerek Çevre, Orman ve fiehircilik Bakanl›¤› oluflturuldu. Bakanlar Kurulu’nun yap›s›ndaki de¤ifliklik AKP’nin neoliberal, gerici dönüflümüyle uyumlu bir yönetim ayg›t› gelifltirildi¤ini gösteriyor. Kad›ndan Sorumlu Devlet Bakanl›¤› yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanl›¤›’n›n kurulmas› eflitlik mücadelesi aç›s›ndan bir kay›p olarak görülüyor. Kad›n sorunu aile ve di¤er ma¤duriyet gruplar›yla birlikte ele al›nacak. Benzer bir biçimde Neoliberal politikalar gere¤i iflletilen tar›m›n tasfiyesi süreci Tar›m ve Köyiflleri Bakanl›¤› yerine ticarileflmifl tar›m faaliyetlerini düzenlemek üzere G›da, Tar›m Hayvanc›l›k Bakanl›¤›’na b›rakacak. Seçim bildirgesi ve gelecek dönem program›n› ‘kentsel dönüflüm projeleri’yle bezeyen AKP’nin Bay›nd›rl›k Bakanl›¤› yerine fiehircilik Bakanl›¤› kurmas›n›n amac›n›n da bu dönüflümü etkili biçimde yönetmek oldu¤u görülüyor. TOK‹ taraf›ndan düzenlenen Konut 2011 Kurultay›’nda kentsel dönüflümün koordine edilmesi ihtiyac› dile getirilerek bu koordinasyonun ancak bir bakanl›k düzeyinde olabilece¤i ifade edilmifl, hükümetten kentsel dönüflümü yönetecek bir bakanl›k yap›lanmas› talep edilmiflti. Yeni düzenlemenin bu iste¤e cevap verip vermedi¤i önümüzdeki dönemde anlafl›lacak.
Seçimden ç›kan sonuç: Yine tek yol sokak, yine tek yol devrim KP’nin yüzde 50 oy oranını bulması, daha “korkunç” bir ifade ile her iki kişiden birinin oyunu almış olması, toplumun sol cenahı için büyük bir şaşkınlık ve ciddi bir karamsarlık yaratmış durumda. Şaşkınlığın nedeni AKP’nin 8 yıllık iktidarı boyunca egemen sınıflar lehine uyguladığı politikaların emekçi halk için yıkıcı sonuçlarının ve özellikle son dönemlerde gelişen AKP karşıtı muhalefet eylemlerinin AKP’yi yıprattığı “kanaati” idi. Karamsarlık ise üçüncü dönemine daha da güçlenerek giren bu gerici, neoliberal iktidar bloğunun “artık yıkılamayacağı” algısından kaynaklanmakta. Şaşkınlık anlaşılabilir ancak karamsarlık asla. AKP, toplumun yaklaşık yüzde 70’ini oluşturan sağ-muhafazakar bölümünün önemli bir kısmını kendi etrafında topladı. Asıl başarı budur. Diğer gerici partiler (Saadet yüzde 1,24, HAS Parti yüzde 0,76, BBP yüzde 0,73, DP yüzde 0,65, DYP yüzde 0,15; Toplam yüzde 3,23) oy oranlarını yüzde 4-5’lerde tutsalardı AKP yüzde 30 civarında oy alacak kimse de buna şaşırmayacak üstelik iyimser bir hava yayılacaktı. Ancak böyle bir durum toplumdaki gericiliğin gerilediği, neoliberal politikalara karşı güçlü bir direncin geliştiği anlamına gelmeyecekti. Bu noktada asıl şaşırması ve karamsarlığa düşmesi gerekenler “sağ”da siyaset yapan özneler olmalı. AKP, sağın tek partisi olmayı nasıl başardı? Bu sorunun yanıtı Tayyip Erdoğan’ın özellikle seçim dönemi izlediği strateji ve taktiklerde rahatlıkla görülebilir. İlk olarak altı çizilmesi gereken CHP’ye karşı izlenen politikadır. Tayyip, sağ-muhafazakar kitlenin ortak paydası olan, 1923’ten beri süren ve özellikle İnönü döneminde yoğunlaşan “CHP düşmanlığını” sürekli canlı tutarak herhangi bir nedenle “karşıya kayabilecek” kitlenin önünü kesmeye çalışmıştır. Bu konuda ona “Menderes’in mağdurluğu” ve “Demirel’in ihaneti” çok yardımcı
A
olmuştur. Yüzde 10’luk seçim barajının Tayyip’in stratejisindeki önemi seçim sonrasında çıkan tabloda çok daha iyi anlaşılmaktadır. Bu baraj asıl olarak sağdaki siyasal partilere ilişkindir. MHP için bile tehdit haline getirilen bu durum sağ seçmenlerin tamamen diğer partilerden uzaklaşmasını sağlayan temel etkendir. (Bu seçimde yüzde 86 olan geçerli oyların yüzde 95’inin mecliste temsil edilecek olması bu barajın kalması yönünde Tayyip’in elini güçlendiren bir diğer faktör olarak da değerlendirilecektir kuşkusuz). Bu bloğu oluşturan tüm çıkar gruplarını “bir şekilde” gözeten politikaların 8 yıllık iktidar dönemine yayılan biçimde uygulanması, özellikle orta ölçekli sermayenin “hoşnut edilmesi”, bu kesimin neredeyse AKP’nin doğrudan parti militanı olarak çalıştırılmasını sağlamıştır. Uygulanan ekonomik politikaların asıl rantını büyük sermaye almış olsa da yoksullar için uygulanan sosyal yardım (dilencileştirme) programları, enflasyonun görece stabil halde tutulması ve özellikle sağlık alanındaki görece iyileştirmeler AKP’ye verilen desteğin kopmasını engellemiştir. Elbette tüm bunları sağlayan, cari açığı arttırsa da nakit para ihtiyacını gideren AKP’nin uyguladığı “sıcak para” politikasıdır. AKP’nin sıkıştığı her durumda uluslararası İslami sermayenin verdiği “açık desteği” de eklemek gerek. Tüm bunlarla birlikte bu yüzde 70’in ideolojik harcını oluşturan gerici-tutucu değerler Tayyip tarafından en iyi şekilde temsil edilmiş, hiç kimsenin rol çalmasına izin verilmemiştir. Ucube değerlendirmesinden içki yasağına, internet filtrelemesinden MHP’lilerin ahlak sorgusuna kadar uzanan vurgular bizzat Tayyip tarafından kullanılmıştır. Sünni gericiliğe Kılıçdaroğlu’nun Alevi olduğu hatırlatması bolca yapılmıştır. Hatta oy potansiyeli zayıf olduğu için liberalleri “malzeme” yapmaktan çekinmemiştir.
Milliyetçi değerler ise Kürt seçmenin gerici kesimleri “feda edilerek” korunmak zorunda kalınmıştır. Kürt illerinde gösterilen adaylar, Kürt sorunu karşısındaki “Kürt sorunu yoktur, Kürt vatandaşların sorunu vardır” söylemi, hatta Öcalan’ın asılmasının gerektiği vurgusu; tüm bunlar AKP’nin Kürt illerinden çıkardığı milletvekili sayısını azaltmış olsa da karşılığında aldığı milletvekillerini arttırmıştır. (BDP’nin başarısında AKP’nin uyguladığı bu politika da “bir nebze” etken). Tayyip’i kısmen zorlayan Kılıçdaroğlu’nun söylemi oldu (Baykal olsaydı işi daha kolay olabilirdi), CHP’nin varlığı ya da temel politikaları değil. Tayyip, CHP’nin varlığını tarih hatırlatmasıyla bertaraf ederken, 4/B’lilere kadro verme, 30 bin öğretmen ataması yapma gibi icraatlarla, Kılıçdaroğlu’nun vaatlerini boşa düşüren manevralar yaptı. Sonuçta, yüzde 50’lik AKP’yi geriletecek iki yol var, ya AKP içinde ciddi bir bölünme yaratılıp ikinci bir parti çıkacak ya da yüzde10 barajı kaldırılacak. Devrimciler içinse sadece “üçüncü bir yol” var. CHP ise, sistemin yürütücülüğünün bir alternatifi olma stratejisiyle zaten yüzde 30’luk bir kesim içinde kalmaya mahkum. Bu strateji; inandırıcılığı zayıf bol vaat, çalışkan ama zayıf lider profili, örgüt içi küskünlük, aday belirlemedeki hoyratlık, sağdan oy alma gerekçesiyle girilen ittifaklar, tutarsız kadrolar (örneğin Gürsel Tekin, yüzde 30’un altında kalınırsa istifa edeceğini söylemişti, bakalım ne yapacak?), vb. ile birleşince şişirilmiş balon erken patladı. Sese ilk koşan da Deniz Baykal oldu, doğal olarak. Anlaşılan odur ki CHP, kendisinden beklenmeyen bir performansla ara verdiği parti içi çekişmelere hızla dönecek ve büyük olasılıkla orta vadede, taraflardan biri Baykal olmayacak olsa da yeni lider arayışına yönelecek. Benzer bir durumun MHP için de yaşanacağı kesin. Kasetleri şimdilik bertaraf eden MHP yönetimi (kaç kişi
kaldılarsa), hesabı sormayı seçimden sonraya erteleyen parti kadrolarıyla yüzyüze gelecek. Kuşkusuz böyle bir durum, yani CHP’nin ve MHP’nin kendi iç gündemlerine hızla girmeleri AKP’nin “ustalık dönemi” icraatlarında işini kolaylaştıracaktır. Eli zayıflamış karşı tarafa Tayyip’in ilk hamlesi yeni anayasa oldu. Daha önce “oluşacak meclis aritmetiğine bakarız, uygun olmazsa (330’un altında kalırsak) varolanla devam ederiz” diyen Tayyip, seçimden hemen sonra ağız değiştirdi. Tayyip’in istediği türden bir yeni anayasaya MHP’nin veya CHP’nin “bir bütün olarak” onay vermesi çok mümkün görünmüyor. Ancak bu partilerden koparılan oylarla rahatlıkla 330’un üstüne çıkılabilir. Sonrası zaten belli, referandumda uyguladığı ambalajı parlak taktik. Benzer bir ağız değiştirme balkon konuşmasında da yaşandı. Tayyip hızla tüm Türkiye’yi kucakladı, hızını alamayıp tüm dünyayı da kucakladı. Üçüncü balkon konuşmasında da aynı taktiği başta liberaller olmak üzere kendisinden beklentisi olan herkese yedirebileceğini artık “ustalıkla” öğrenmiş durumda. Bu taktiği zaten yemeyecek olanları ise seçimin, çok değil bir gün sonrasında polis operasyonu bekliyordu. Anlaşılan “tek yol sokak, tek yol devrim” diyenlere karşı Tayyip efendi kendisini zor zaptetmiş. “Yaptıklarının yapacaklarının garanti olduğunu” söylemesine gerek yok, onun kimi kucaklayıp kimi sırtlayacağı zaten biliniyor. Tayyip’in taktiğine “yediği kazıklardan” ötürü tekrar inanmayacak olanlar ise Kürtler! 36 vekili meclise sokmuş olmak büyük bir örgütsel başarı. Bir kısmı Tayyip’e de ait olsa, “ulusal birlik projesi”nin ittifak taktiğinin başarısı. 3 tane “sol”dan adayın seçtirilmesi geçen dönem izlenen aynı taktiğin bu sefer ilerletilmesi anlamını taşıyor. (Uras yerine Tüzel, Birdal yerine Kürkçü, Baskın yerine Sırrı). Ancak sandık taktiği olarak başarılan bu durumun geleceğinde
çeşitli zorluklar yaşanacağı açık. Şerafettin Elçi ve Altan Tan’ı ancak Kürt milliyetçiliği ekseninde tutmak mümkünken, Levent Tüzel ve Ertuğrul Kürkçü’nün böyle bir çizgiye evet demesini beklemek ancak “borç ödemek” beklentisiyle mümkün olabilecek. “Kürt ulusal birlik” projesini terk etmeden “sol” ile girişilecek bir çatı partisi projesi ise Kürt siyasi hareketi açısından samimiyetten uzak görünecektir. Yeni anayasa beklerken geçecek zaman ise Kürt halkını “atıllığa” sevk edebilecek en önemli tehlike. Tekrar olacak; bu ülke seçmeninin hala çok büyük bölümünün (Genç Parti’ye bir zaman oy vermiş yüzde 7’lik kısım istisna olabilir) sandıktaki oyunu belirleyen ilk saik ideolojik tercihler. İlk önce sağcı ya da solcu daha doğru bir ifade ile DP geleneğini ya da CHP geleneğini sahiplenen, Kürt ya da Müslüman, Alevi ya da Sünni “olunuyor” daha sonra kendi bölümündeki siyasal temsiliyet belirleniyor. Bu seçim öncesi gelişen muhalefet eylemleri; HES protestoları, sınavın şifrelenmesine karşı büyüyen liseli tepkisi, barınma hakkının gasp edilmesine karşı gelişen eylemler, nükleer karşıtlığı, çevre duyarlılığı, Tekel işçilerinin güvencesizliğe, sağlık emekçilerinin taşeronlaştırmaya karşı direnişleri, üniversite gençliğinin yumurtalamaları, kadın düşmanlığına karşı duruşlar, ve benzeri eylemlerin yoğunlaşması “sol”da doğal olarak AKP karşıtlığının büyüdüğü ve bunun sandığa yansıyacağı şeklinde değerlendirilmişti. Oysa dikkat edilirse bu tepkilerin hiçbirinin oy pusulasında bir bölümü (henüz) mevcut değil. Bu tepkilerin sahipleri ya sandığa gitmemek ya da gittiğinde var olanlardan birini tercih etmek zorunda. Gerçek sınıf eksenli saflaşmalar kurulmadığı ve bu saflaşmaların siyasal temsiliyetleri yaratılamadığı sürece sistem içi alternatifler değişik biçimler alarak kendisini yeniden ve yeniden üretecektir. Genel olarak
solun bildiği fakat yapmadığı/yapamadığı da budur. Soldaki genel eğilim kendisine “kısmen” benzer bir kitlenin içerisinde saf ideolojik propagandaya ağırlık veren bir siyasal faaliyet çizgisidir. Bunun da olabilecek en ileri hedefi yüzde 30’luk kitleden oy istemek, onu “dönüştürmeyi” amaçlamaktır. Oysa ki sınıf mücadelesi, bugünkü karşılığıyla “haklar mücadelesi”, toplumda yaratılmış saflaşmaları esas almak yerine yeni bir saflaşmayı hedef göstermektedir. İster AKP’ye ister CHP’ye oy vermiş olsun tüm ezilen halkın kendi gerçek çıkarları ekseninde mücadele etme, örgütlenme faaliyetidir bu. Benzer bir deneyim Devrimci Hareketin tarihinde “direniş komiteleri” olarak yaşanmış/yaşatılmıştı. MSP’lisinden AP’lisine kadar tüm halk siyasi iktidara karşı kendi yaşam alanını korumak ve yeniden üretmek için “ayrı” bir örgütlü topluluk halinde hareket edebilmişti. Şimdi de aynı siyasal anlayışı, benzer bir siyasal davranışı geliştirmek gerek. Bu yol “hak mücadelesi çizgisinin” şimdiye kadarki uygulamalarıyla açılmış durumda. Ancak bunun yeterli olmadığı, daha kat edilecek çok mesafenin var olduğu da ortada. (Mısır da bile on yıllardır süren diktatörlük rejimine karşı gelişen halk ayaklanması bir günde oluşmadı, arkasında yüzlerce işçi direnişi, işçi grevi vardı, üstelik buna rağmen mutlak başarı elde edilebilmiş değil). Ancak halkın demokratik iktidarının bu yolla kurulacağı da ortada. Üstelik bu yol sadece sandıktan ve parlamentodan geçmiyor, tam tersine asıl olarak sokaktan, asıl olarak sisteme “dışarıdan” müdahaleden geçiyor. Ve devrimi hedefliyor. Ve devrim kestirmeden gidenlerin, kolay yoldan başarı peşinde koşanların harcı değil. “Ne yazık ki” engebeli, sarp ve dolambaçlı...
4
GÜNDEM 17 Haziran 2011 / 30 Haziran 2011
Halk›n Sesi
Ne çok kötü ne çok iyi eçim sonuçlarına bakıp “dövünmenin” luzumu yok. Sendika.Org’da İnönü Alpat’ın da yazdığı gibi, Türkiye’de uzun dönemli sol-sağ dengesinin %70-%30 oranlarının etrafında dolaştığı hepimizin bildiği bir gerçek. Seçimler bu gerçeği bir kez daha yüzümüze çarptığı için elbette “sinir bozucu”. Ancak AKP’nin elde ettiği % 50’lik desteğin “sağ içi” bir sürecin tezahürü olduğu düşünülürse, solun bu noktada yapabileceği fazla bir şeyin olmadığı kolayca görülebilir. Seçim sonuçlarına, solun “şapkadan tavşan çıkaracağı” beklentisi ile değil de “uzun ince bir yol”dan yürüme kararlılığıyla baktığımızda ise sonuç ne “çok kötü”, ne de “çok iyi”. 12 Eylül referandumunun ardından yaptığım gibi “fikri takip”e devam edeyim: “Büyük Tehlike” şimdilik gerçekleşmedi. AKP’nin 12 Haziran seçimlerindeki amacı, 12 Eylül referandumunda sağladığı %58’lik desteği konsolide etmek ve MHP tabanından sağladığı desteği genişletmekti. “367 milletvekiline ulaşma” hedefi ancak ve yalnızca bu şekilde gerçekFerda leşebilirdi. Koç AKP, 12 Haziran seçimlerinde, referandumda aldığı % ferdakoc@ 58 oyu tamamen konsolide hotmail.com edemedi. DP, ANAP ve SP seçmenlerinin AKP’de toparlanması önemli ölçüde tamamlandı, ancak MHP tabanının AKP’ye kaydırılması süreci durakladı hatta geriledi. AKP’nin MHP’den referandumda aldığı oyların büyük bir bölümünü seçimde alamadığı görülüyor. Bununla birlikte AKP’nin bu defteri kapatacağı düşünülmemeli. AKP’nin, devlet iktidarının önemli merkezlerini ele geçirmek veya yedeklemekle yetinmeyeceği, iktidarının kurumsal temelini sarsılmaz bir hale getirmek için “daha fazla güç” peşinde koşacağı besbelli. Bu nedenle “MHP açılımı” AKP’nin “uzun ince yolu”nun değişmeyen bir başlığını oluşturacak. “Yeni CHP” ise referandumda yakaladığı %30’u aşkın desteği, 12 Haziran seçimlerinde elde edemedi. Eğitimli orta sınıfın “rejim bekçiliği”ne kısılan CHP’nin ezilen halk yığınlarına “açılma” macerasını sürdürüp sürdürmeyeceğini yakında anlayacağız. Ancak sonuç ne olursa olsun önümüzdeki günlerin CHP açısından sancılı günler olacağı kesin. CHP’nin “rejim bekçiliğine dönüşü” veya “yoksul ve Kürt açılımını” sürdürmesi bu partinin “kaset skandalı” ile patlak veren yapısal krizinin dışa vurumlarını ifade eden bir parçalanma sürecini gündeme getirecek. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’nun “zaferi” ise AKP’yi gerileterek elde edilen tek seçim başarısı olduğu için özel olarak değerlendirmeyi gerektiriyor. Bloğun başarısını doğru anlamakta yarar var. 2007 seçimlerinde %4 oy alan Blok, oylarını %50 oranında artırdı. Ancak bu artış 12 Haziran’da meydana gelen bir sıçrama değil. Bu sıçrama 12 Eylül referandumunda yapıldı. 12 Haziran seçimlerinde Blok oylarında meydana gelen artışın (Mersin dışında) Kürt illeri ile sınırlı oluşu, bu gerçeğin bir yansımasıdır. Bilindiği gibi Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi* bu seçimlerde “Demokratik Ulus Bloğu” politikasını öne çıkardı. “Demokratik Ulus Bloğu”yla kastedilen, Kürt coğrafyasındaki tüm “yurtsever” güçleri birleştirmek, Kürt coğrafyasının (RTÜK’ün soruşturmaya gerek bulmadığı terimle “Türkiye Kürdistanı”nın) dışında ise tüm “sol-sosyalist” güçler le birleşmekti. Seçim sonuçlarına bakıldığında, Hareketin, bölgedeki “yurtsever güçleri birleştirme” politikasının “boykot”ta elde edilen başarıyı konsolide etmekte kendi başına bir yarar sağlayıp sağlamadığı tartışmalıdır. Şerafettin Elçi, Altan Tan ve Yüksel Avşar yerine Özgürlük Hareketi’nin unsurlarının aday gösterilmesi halinde bugünkü başarıya ulaşılamayacağı söylenemez. Kürt Özgürlük Hareketi, AKP hükümetinin KCK operasyonlarında simgelenen “tasfiye hareketine” karşı yükselttiği halk direnişiyle bölgede güçlü bir kitlesel saflaşmayı sağlamıştı. Hareketin “yurtsever güçleri birleştirerek” bir “ulusal blok” inşaasına girişmesi, bu saflaşmanın derinleştirilmesine yönelik bir politikadır. Dolayısıyla AKP’nin bölgedeki gerilemesini sağlayan “Ulusal Blok” değildir; Özgürlük Hareketi AKP’yi gerileterek bir “Ulusal Blok” inşasına girişme inisiyatifini alabilmiştir. Bu politika “Demokratik Özerkliğin inşası” süreciyle birlikte değerlendirildiğinde Ulusal Özgürlük Hareketinin yeni bir siyasi aşamaya girdiği anlamını taşıyabilir. Hareketin Batı’da izlediği “sosyalist güçlerle birleşme” politikasının, Mersin dışında, oya tahvil olduğu görülmemekle birlikte, Türkiye sosyalist hareketi ile Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi arasında olumlu bir ilişki kurmak bakımından 2007 seçimlerine göre daha anlamlı bir sonuç yarattığı tartışılmaz. Ancak bu ilişkinin “yukarıdan” karakterinin, bu olumlu süreci ilerletmek açısından yeterli bir başlangıç zemini sunmadığının da altını çizmek gerekir. Özellikle “Çatı Partisi” tartışması bağlamında ele alındığında, bu sürecin yalnızca “yukarıdan ittifaklar”la ve “kestirme yollarla” ilerletilmeye kalkışılmasının, iyi bir başlangıcı kısır bir sonuçla buluşturma tehlikesi eşikte durmaktadır. 12 Haziran seçimlerinin sonuçları, temsil alanındaki “sol siyaset boşluğu”nun sürdüğünü göstermektedir. Türkiye Sosyalist Hareketi, temsil alanındaki “sol siyaset boşluğu”nu, siyasal alanın bütünündeki “sol siyaset boşluğu” ile birlikte çözme olanağına hala sahiptir. “Bu boşluğun nerede ve nasıl giderileceği” sorusunun yanıtında “sokak ve mücadele” kavramlarının tayin edici bir yere sahip olduğu ise nereden bakarsak bakalım görebileceğimiz bir gerçektir. “Birleşik Direniş”, soldaki boşluğun doldurulmasının ana momentidir. Hopa’dan uzanan elin Kürt Özgürlük Hareketi tarafından tutulması bu yöndeki umutlarımızı yeşerten şık bir reflekstir.
S
* “Ulusal Özgürlük Hareketi (National Liberation Movement)”, Ulusal Kurtuluş Hareketi (National Salvation Movement) terimi ile birlikte, solun ulusal kurtuluş mücadelelerini tanımlamakta kullandığı genel, konvansiyonel terimdir. Bir “halk hareketi” olarak Kürt ulusal hareketinin, “Ulusal Özgürlük Hareketi” olarak tanımlanması bilimsel ve politik bakımdan daha doğru olan terminolojidir.
AKP’den sokağa operasyon 3 T 1 Mayıs’ta Hopa’ya giden ve derelerine sahip çıkan halkın büyük tepkisi ile karşılaşan Tayyip Erdoğan, Hopa defterini kapatmıyor. Kişisel olarak Halkevleri yöneticisi, kurumsal olarak ise Halkevleri’ni hedef gösteren Erdoğan’ın “Vur” talimatı polis, savcılar ve hakimler tarafından yerine getiriliyor. Hopa’da yaşananları Ankara’da protesto eden binden fazla kişiye, AKP il binası önünde ve Kızılay’ın dört bir yanında yapılan saldırının ardından 56 kişi gözaltına alınmış, onlarca kişi yaralanmıştı. 4 gün boyunca gözaltında tutulan 52 kişiden 5’i çıkarıldıkları 11. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nde tutuklanmıştı. “Terör örgütü yararına faaliyette bulunmak” gerekçesiyle suçlanan 5 kişi için mahkeme, terör örgütü üyeliğine yönelik delil bulunamadığı, ancak 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet ettiği gerekçesiyle tutuklu yargılanma kararı verdi. İkisi Öğrenci Kolektifleri, biri SDP, biri TÖP üyesi olan, birisi ise Sendika.Org yazarı ve LatinBilgi.net editörü olan 5 kişinin tutuklanma kararının ardından Ankara muhalefeti de yaşananlara sessiz kalmadı.
USTALIK DÖNEM‹ HIZLI BAfiLADI Hopa’nın hesabını soranlara dönük AKP saldırısı seçimlerin ardından da hız kesmeden sürüyor. 15 Haziran Çarşamba günü sabahında Ankara’da çok sayıda eve eş zamanlı yapılan baskınlar sonucunda 17 kişi gözaltına alındı.
ek yol sokak sloganını diline dolayan Erdoğan’ın hedef göstermesinin ardından, polis Rize’den Hatay’a sokak muhalefetinin peşine düştü
31 Mayıs’ta gerçekleştirilen eylemde yaşananlar nedeniyle gözaltına alınanlar için 9’u Öğrenci Kolektifleri, 5’i Halkevleri, 2’si SDP, 1’i ise ÖDP üyesi olan 17 kişi için, özel yetkili savcılık ek süre istedi. Gözaltına alınanlar, tıpkı daha önce gözaltına alınanlar gibi ‘2911’e muhalefet’ ve ‘kamu malına zarar vermek’ ile suçlanıyorlar. Sabah saatlerinde yapılan ev baskınlarına tanık olanlar polislerin saatlerce evleri aradığını, tüm
bilgisayar, CD ve DVD’lere el konulduğunu, hemen hemen tüm kitapevlerinde bulunabilecek kitapların “yasaklı” olduğu gerekçesiyle alındığını söylediler. Bir diğer yandan ev baskınlarıyla yetinmeyen “İmamın Ordusu”, öğle saatlerinde Ankara’nın farklı noktalarında insan avına çıktı. Bu aramalarda Halkevleri GYK üyesi Mahir Mansuroğlu da yolda yürürken gözaltına alındı. 31 Mayıs’taki eylemde onlarca polisin darp etmesi sonucu kalça
kemiği kırılan, ameliyat olan ve halen hastanede yatan Halkevleri MYK üyesi Dilşat Aktaş’ın da evi basıldı ve saatlerce arama yapıldı.
HER GÜN B‹R BASKIN: ARTV‹N, ÇORUM, HATAY, R‹ZE AKP, özellikle seçim sürecinde yoluna çıkan toplumsal muhalefeti, seçimin hemen akabinde hedefine koymaya başladı. Seçim akşamında gözaltına alınan Artvin Halkevi Başkanı Ferdi Şağbanoğlu, 13
Haziran günü çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. 14 Haziran’da Çorum’da, aralarında ÖDP Çorum İl Başkanı Ulaş Koçak’ın da bulunduğu 5 kişi, “1 Mayıs’ta slogan attıkları” gerekçesiyle gözaltına alındı. 15 Haziran sabahı, Ankara’daki baskınların ve gözaltıların ardından bir haber de Hatay’dan geldi. Hopa’da yaşananları protesto eylemine katıldıkları gerekçesiyle 26 kişi hakkında soruşturma başlatıldı. Metin Lokumcu’nun ölümüyle sonuçlanan polis saldırısı ile ilgili olarak Rize Pazar’da yapılan basın açıklamasına da seçimden sonra soruşturma açıldı. Basın açıklamasına katılan 22 kişi, 13 Haziran tarihinde ifade vermek için emniyete çağrıldı. Emniyetin basın açıklamasını 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşü yasasına muhalefet kapsamına sokmaya çalıştığı anlaşıldı.
BASKINLARA ÖFKE Her gün yeni bir baskın ve gözaltı haberinin gelmesiyle birlikte toplumsal muhalefet de öfke biriktirmeye başladı. Ankara’da demokratik kitle örgütleri, sendikalar ve siyasi partiler ev baskınlarını ve operasyonları protesto etti. Yapılan açıklamalarda AKP’nin üçüncü iktidar döneminde neoliberal politikaları daha hızlı uygulamak, kendisine karşı yükselecek muhalefeti bastırmak amacında olacağı belirtilerek toplumsal muhalefetin ortak bir direniş sergilemesi gerektiği ifade edildi.
‘Oğlumun bayrağı bir süreliğine bende’ Ankara’da yaflanan olaylar›n ard›ndan tutuklanan Ça¤dafl Ersoy’un babas› Fatih Ersoy’u art›k her bas›n aç›klamas›nda görmeniz mümkün. Çünkü o o¤lunun geçici bir süreli¤ine b›rakmak zorunda kald›¤› görevi devrald›. Kolektif Yürütme Kurulu üyesi ve ODTÜ ö¤rencisi Ömür Ça¤dafl Ersoy’un tutuklanmas›n›n ard›ndan onu mücadelesinde bir an olsun yaln›z b›rakmayan babas› Fatih Ersoy ile görüfltük. Oldukça dirayetli gördü¤ümüz Fatih Ersoy, hem ‘Ça¤dafl’›n babas›’, hem de ‘bir vatandafl’ olarak süreci de¤erlendirdi. “O¤lum ile gurur duyuyorum. Aln›m aç›k, bafl›m dik t›pk› o¤lum gibi. Onun kararlar›n› ve mücadelesini sonuna kadar destekliyorum. Geçici bir süreli¤ine bayra¤›n› devrald›m” diyerek sözlerine bafllayan Ersoy, Ö¤renci Kolektifleri’nin yürüttü¤ü mücadelenin de arkas›nda oldu¤unu belirtti: “Kolektifler AKP’nin gerici, bask›c› iktidar›na karfl› paras›z ve
bilimsel e¤itim mücadelesi veriyor. Gizlisi sakl›s› yok. Baflbakan Kolektifler için ‘Eyleme kasatura ile, sat›r ile, molotof kokteyli ile geliyorlar’ diye suçluyor. Yandafl medya o¤lumu ve arkadafllar›n› yuvarlak içine ala ala hedef gösteriyor. O kadar karakterliler ise ç›ks›nlar belgeleri ile aç›klas›nlar” diyor Fatih Ersoy ve ekliyor: “Kolektifler’in her sözünün, her eyleminin alt›na gözüm kapal› imza atar›m art›k.” O¤lunun AKP’ye karfl› mücadele etti¤i için tutukland›¤›n› ifade eden Ersoy, Ça¤dafl’›n da kendisinin de ikinci s›n›f vatandafl gibi görüldü¤ünü vurgulayarak “Onlara inat normal vatandafl gibi olmak için hak, hukuk, sokak, ne gerekiyorsa o do¤rultuda mücadele edece¤im” diyor. Avukatlar›n bile gözalt›na al›nd›¤›na, iflkenceden geçirildi¤ine dikkat çeken Ersoy, haklar›n ve hukukun da iflkenceden geçirilece¤i günler gelmeden bir araya gelinmesi
gerekti¤ini dile getirdi. Bugün tutuklanan›n kendi çocu¤u de¤il, onunla ayn› mücadeleyi veren bir baflka üniversiteli olabilece¤ini hat›rlatan Ersoy, “Bu ülkenin onurlu gençleri, ayd›nl›k yüzleri, hepsi benim o¤lum. Ça¤dafl gibi benim de vicdan›m rahat. Ama vicdan sahibi olmayanlar›n da verecekleri hesab› var” sözlerini sarf ediyor. YÜZDE ELL‹ YANILTMASIN
AKP’nin seçimden yüzden 50 oy ile ç›kmas›n›n aldat›c› oldu¤unu, umutsuzlu¤a yol açmamas› gerekti¤ine de de¤inen Ersoy, “K›sa vadeli çözümler ve projeler ile iktidarlar›n› sürdürdüler. Ama üretkenli¤in azald›¤›, kamusal alanlar›n yok edildi¤i, borcun katland›¤› bir ülkede küresel kriz gelir, sizin de kap›n›za dayan›r. Önümüzdeki dönem yoksul halk kitlelerinin yoksullu¤unu fark edece¤i, derinden hissedece¤i bir dönem olacak” diyor.
Yap›lmas› gerekenin ne oldu¤unu sordu¤umuzda Ersoy, “Hopa’daki ö¤retmenin yapt›¤›ndan farks›z bir fley yapmayaca¤›z. Derelerimiz mi sat›l›yor, sahip ç›kaca¤›z. E¤itim mi sat›l›yor, hakt›r diyece¤iz. Sa¤l›kta dönüflüm mü yap›l›yor, durduraca¤›z. Ve AKP’yi köfleye s›k›flt›raca¤›z” yan›t›yla hak mücadelesi çizgisini iflaret ediyor.
Yeni müzakere dönemi Bir sınavı denkleştiremedi B DP’nin sürükleyicisi olduğu Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu büyük bir seçim başarısı sağlayıp 36 vekili meclise gönderdi. Başarının ardından birçok kentte kutlamalar yapıldı, ancak hemen hemen herkesin gözü 15 Haziran’da İmralı’dan gelecek haberlerdeydi. 1 Kasım 2010’da PKK’nin eylemsizlik kararını 12 Haziran seçimlerine kadar uzatmasının ardından Abdullah Öcalan, 2011 Nisan’ında avukatlarıyla yaptığı görüşmelerin ardından eylemsizlik kararının uzatılmasını olumlu bulduğunu ve 15 Haziran’ın son gün olduğunu söylemişti. Öcalan, 15 Haziran’dan sonra aradan çekileceğini belirtmişti. Öcalan’ın 12-15 Haziran tarihleri arasında devlet yetkilileri ile görüşmeler yaptığı biliniyor. Bu görüşmelerin içeriğine ilişkin henüz taraflardan bir açıklama
Hatip Dicle yok. Fakat Öcalan’la görüşen avukatlarının verdiği bilgilere göre; İmralı’da Blok’un seçim başarısının önemli olduğu ve bu durumun dikkate alınarak eylemsizlik sürecinin uzayabileceği yönünde eğilimler olduğu ifade edildi. Öte yandan seçim başarısının ardından Blok adaylarına destek verenler ve adaylar çeşitli kentlerde kutlamalar yaptı. İstanbul Kadıköy’de yapılan kutlamalarda, blokla başlayan sürecin çatı partisi olarak devam etmesi mesajı çıktı.
Çatı partisi, seçim sonrasındaki başarının ardından gündeme gelse de konuyla ilgili net bir tartışma henüz yaşanmadı. Seçim sonrasında çatı partisi tartışmalarının yanı sıra halkın seçtiği adayların meclise girip giremeyecekleri tartışması başladı. Seçimlerde yüzde 10 barajını aşarak meclise giren bağımsız adaylar şimdi de yargı engeliyle karşı karşıya. Yargıtay, seçimden üç gün önce Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’nun Diyarbakır milletvekili
adayı Hatip Dicle’nin 1 yıl 8 aylık bir cezasını onadı. Dicle’nin avukatları, cezanın Dicle’nin daha önce fazladan yattığı 6 yıllık hapis cezasına mahsup edilmesi için Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne 13 Haziran günü başvuru yaptı. Ancak gazetemiz yayına hazırlandığı sırada başvuruyla ilgili henüz bir karar çıkmamıştı. KCK davası sebebiyle tutuklu olan Hatip Dicle'nin vekilliğiyle ilgili AKP medyası, Yüksek Seçim Kurumu’nun (YSK) Dicle'nin milletvekilliğini düşüreceğini ve Dicle’nin yerine AKP'nin Diyarbakır 6. sıra milletvekili adayı Oya Eronat’ın vekil olarak Meclis'e gideceğini yazdı. Dicle’nin avukatları haberleri yalanlarken, Hatip Dicle’nin meclise alınmaması durumunda kendilerinin de meclise gitmeyeceklerini ifade eden İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, “bana uygulanan prosedür neyse, tüm tutuklulara uygulanmalı” dedi.
S
ınav skandallarıyla gündeme gelen ÖSYM’nin son ‘başarısızlığı’ denklik sınavında yaşandı. ÖSYM'nin 29 Mayıs'ta yaptığı Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denkliği İçin Seviye Tespit Sınavı'nın Tıp doktorluğu ikinci aşama kitapçığındaki 100 sorudan 75'inin geçen yılki sınavla aynı olduğu ortaya çıktı. Kitapçıktaki soruların ve cevap şıklarının sırlaması bile bir önceki yılla aynı. Durumun fark edilmesi üzerine sınav iptal edildi. Yeni sınav 3 Temmuz’da yapılacak Adı şifreli kitapçıklarla, hatalı sınavlarla anılan ÖSYM Başkanı Ali Demir olay üzerine bir açıklama yapmadı. Konuya ilişkin konuşan YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan ise “Bu olmaması gereken bir durum” açıklamasında bulundu. ÖSYM Başkanı Ali Demir’in göreve gelmesinin ardından ÖSYM’deki sınav krizi bitmiyor. Tekstil, makine
tekstili üzerine uzman olan Ali Demir’in matematik, ölçme değerlendirme, istatistik alanlarına ilişkin bir uzmnalığı bulunmuyor. Bu nedenle ÖSYM gibi bu alanlarda ülke çapında faaliyet yürüten bir kurumun başına hangi liyakat kriterlerine göre atandığı bilinmiyor. Ali Demir’in 22 Eylül 2010 tarihinde ÖSYM Başkanlığı’na atanmasının ardından kurumun düzenlediği sınavlarda yaşanan aksaklıklar şöyle: 27 Mart 2011’de yapılan YGS’de soru kitapçıklarında doğru cevapların belli bir şifre düzeneği ile sıralandığı ortaya çıktı. 8 ildeki cezaevinde, YGS Fen Bilimleri sınavı adaylara hatalı kitapçık dağıtıldığı için iptal edildi. 24 Nisan 2011’de gerçekleşen ALES’te İzmir'de kitapçıklardaki soruların eksik ve sayfa sıralarının karışık olması nedeniyle adaylar sınava gecikmeli başladı.
5
DÜNYA 17 Haziran 2011 / 30 Haziran 2011
Halk›n Sesi
Suriye’nin krizi Türkiye’de 7 iklim 5 kıta D
Sınırı geçen on bine yakın mülteci Suriye’de 16 Mart’tan bu yana süren siyasi krizi Türkiye’ye taşıdı
uvara “Halk rejimi yıkmak istiyor” sloganını yazan iki gencin öldürüldüğü 16 Mart’tan bu yana Suriye’de sular durulmuyor. Protesto, destek gösterisi, katliam haberleri arasında muhaliflerin kim olduğuna, kimin ne için çatıştığına dair pek bir habere rastlanmıyor. Ancak protestolar Dera gibi yoksul işçi kentlerinde yoğunlaşırken, ülkenin en büyük iki kenti Şam ve Halep’te protestolar değil rejim destekçilerinin gösterileri sokakları dolduruyor. Haziran ayı başında kuzey kentlerinde yaşanan silahlı çatışmalar durumu daha da karmaşıklaştırdı. Devlet kaynaklarının Cisr eş Şuğur kentinde 120 askerin pusuya düşürülüp öldürüldüğünü açıklanmasından sonra, Suriye ordusunun kentleri kuşatmaya aldı. Suriye yanlısı ve karşıtı haber kaynaklarından birbirini tutmayan açıklamalar yapılsa da, Türkiye sınırını geçerek sığınma talebinde bulunan yaklaşık on bin kişi ülkede bir güvenlik sorunu olduğunu doğruluyor. Rejim karşıtı kaynaklar, Suriye ordusunun katliama giriştiğini ve dozerlerle evleri yıktığını aktarırken, rejim kaynakları ise kentleri, güvenliği tehdit eden silahlı çetelerden temizlediklerini belirterek halka geri dönüş çağrısı yapıyor.
SURİYE SINIRINDA YIĞILMA Suriye’deki çatışmalardan kaçan binlerce kişinin sınırdan Hatay’a giriş yapmasıyla oluşturulan kamplarda 15 Haziran itibarıyla 8 binin üstünde Suriyeli yaşıyor. Esad rejimi mültecilere geri dönüş çağrısı yapsa da, mülteci akınının süreceği beklentisiyle hazırlıklar yapılıyor. Hatay halkıyla kuvvetli akrabalık bağları bulunan bu kitle, il sınırları içinde bulunsa da kentten yalıtılmış durumda tutuluyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 15 Haziran’da Suriye'den gelen sığınmacılarla ilgili durumu yerinde
incelemek üzere Hatay'a gitti. Aynı gün Suriye Dışişleri Bakanı ve Beşar Esad’ın özel temsilcisi Türkiye’ye gelerek hükümetle görüşmelerde bulundu. Esad rejimi ile pek çok alanda ekonomik işbirliği yürüten AKP, muhaliflerle temasa geçtiği yönündeki haberlere rağmen Esad’ı gözden çıkarmış değil. Kaldı ki emperyalist merkezlerin de Esad’ı devirmek gibi bir niyetinin olmaması nedeniyle, AKP üzerinde henüz Libya benzeri manevraları zorunlu kılacak bir basınç bulunmuyor. Birleşmiş Milletler’de Suriye aleyhinde bir açıklama yayımlamak için
çırpınan Fransa ve İngiltere dahi ekonomik ve askeri bir yaptırım istemiyor. Ayrıca Çin ve Rusya, Suriye’ye yönelik herhangi bir yaptırıma karşı kuvvetli bir direnç oluşturuyor. KİME İNANMALI? Haber kirliliği içinde, muhalifleri “emperyalizm işbirlikçiliği” ile yaftalamak da Esad’ı katliamcılıkla suçlamak da kolay. Rejim karşıtları 1300’ün üzerinde muhalifin katledildiğinden söz ederken, rejim kaynakları da 500 güvenlik görevlisinin öldüğünü ve devlet güçlerinin sivilleri öldürmediğini iddia ediyor. Muhalefet, kendini bir
politik program ve talepler dizgesi ile tanımlayıp uluslararası alanda ispatlayamamış bir şekilde kaldığı sürece de bu belirsizliğin giderilmesi mümkün değil. Ancak net olan şeyler var. Suriye solu genel olarak bu hareketin içinde değil, çünkü varlığını sürdürebilmek koşuluyla rejime angaje olmuş durumda. SSCB çözülmeden önce, Hafız Esad’ın sosyalist kampla ittifak siyasetinin bir sonucu oluşan bu Baas-sol ittifakının uluslararası koşulları ortadan kalktı ancak ittifak sürüyor. Bu şekilde sürdürülen varlığın politik olarak ne anlam ifade ettiği ise bugünkü muhalefet hareketleri ile birlikte tekrar sorgulanıyor. Çünkü sol Esad’ın yanında ancak ülkenin en yoksul kesimleri Esad karşıtı ısrarlı bir muhalefet hareketinin içinde. Müslüman Kardeşler’in asla ülkede Mısır’daki gibi büyük bir güç olamadığı Suriye’de, mevcut isyan dalgası hala örgütsüz ancak bu kitlelerin politik İslam tarafından örgütlenmeyeceğinin garantisi de yok. Mevcut dengeler Suriye’ye uzun zamana yayılmış ve bu şekilde giderse devrimci enerjisi heba edilecek çatışmalı bir gelecek vaat ediyor. Ayrıca bu çatışma Hatay’a ulaşan mülteci dalgasının ardından artık sadece Suriye’nin değil Türkiye’nin de bir sorunu.
İspanya devrimi hemen şimdi E
konomik kriz sonrası İspanya’da uygulanan neoliberal kemer sıkma politikalarına karşı sokağa çıkan İspanyalıların eylemleri devam ediyor. Madrid’deki Sol Meydanı’nda başlayan ve kısa sürede tüm İspanya’ya yayılan eylemlerde, ülkede uygulanan emek düşmanı politikaların geri çekilmesi talep ediliyor. 15 Mayıs’ta başlayan hükümet aleyhine sokak eylemleri devam ederken, emek düşmanı politikaları uygulamaya sokan iktidardaki Sosyalist Parti 22 Mayıs’ta yapılan bölge seçimlerinde de sandığa gömülmüştü. Hiçbir bölgede seçimi kazanamayan Sosyalist Parti, elindeki bölgeleri de sağcı Halk Partisi’ne kaptırmıştı. Yapılan tüm eylemlerde ortak olan neoliberal kemer sıkma politikalarının geri çekilmesi talebi ve bununla birlikte yükselen sokak hareketine neden olan etkenlere kısa bir göz gezdirildiğinde dahi, İspanya’dahi durumun vahameti kolaylıkla anlaşılabiliyor. 2008’in sonunda patlak
veren küresel ekonomik krizden ekonomisi en çok etkilenen ülkelerden olan İspanya’da uygulanan sermaye yanlısı-halk düşmanı yıkım politikalarının önümüzdeki süreçte de uygulanmaya devam edecek olduğu da başbakan Zapatero’nun “Ekonomik onarımların konsolidasyonu için kaçınılmaz olan reformları yürüterek yasama dönemini tamamlamak” gibi açıklamalarından olduğu kadar, 2012’de iktidarı devralma niyetinde olan Halk Partisi’nin gelecek programlarından anlaşılabiliyor. Bu durum da İspanya’daki sokak hareketlerinin önümüzdeki süreçte devam edeceğini gösteriyor. Hükümetteki partinin adı Sosyalist Parti olsa da, Zapatero liderliğindeki parti sermaye çevrelerinin ve büyük finans kuruluşlarının çıkarlarına hizmet etti, ediyor. Derin bir krize giren bankacılık sektörünü “kurtarmak” için hükümet kamu harcamalarından ciddi kesintiye
Yıkıma karşı insan zinciri B
irçok Avrupa ülkesinde devam eden neoliberal yıkım karşıtı eylemler Yunanistan’da da devam ediyor. Bir yıldan uzun bir zamandır sokaklarda olan Yunanistanlılar, AB ve IMF kaynaklı neoliberal yıkım politikalarına karşı verdikleri dişe diş mücadeleyle, Yunanistan’ı tam bir yıkıma sürükleyen başbakan Yorgo Papandreu’nun yakasını bırakmıyorlar. Mayıs ayında ülkede yapılan grev ve eylemler Haziran’da da hız kesmeden devam ediyor. Papandreu’nun öncülük ettiği hükümet AB ve IMF’nin yıkım politikalarını görüştüğü 15 Haziran’da 24 saatlik greve giden emekçiler, Yunanistan’da hayatı durma noktasına getirdi. Görüşmenin yapılmaması için Atina’da, meclisin yanıbaşındaki Syntagma Meydanı’nı
dolduran on binlerce emekçi, öğrenci, “Öfkeli” Yunanistanlı, milletvekili ve bakanların görüşmenin yapılacağı parlamento binasına girmesini engellemeye çalıştı. Beş yıllık vergi artışı, kamu harcamalarında yeni kesintiler ve yeni özelleştirme planlarını görüşen hükümetin “hırsız” olduğunu dile getiren eylemcilerin sayısı, 25 Mayıs’tan bu yana Syntagma Meydanı’nda eylemlerine devam eden gençlerle birlikte giderek arttı. Kurdukları insan zinciriyle meclis binasının etrafını tamamen kuşatan emekçiler, hükümetten neoliberal yıkım politikalarını uygulamaktan derhal vazgeçmesini istediler. Meclisin etrafını kuşatan eylemcilere bir süre sonra polis gaz bombaları ve coplarla saldırınca, Atina sokaklarında gün boyu süren
çatışmaların fitili ateşlendi. Kendilerine saldıran polislere taş, sopa ve molotof kokteylleriyle karşılık veren eylemciler, tüm saldırılara karşın Syntagma Meydanı’nı boşaltmadılar. Çıkan çatışmalarda çok sayıda polis ve eylemci de yaralandı. Syntagma Meydanı’nda bir araya gelen emekçilerin grevi de ülkede yaşamı durma noktasına getirdi. Hava, kara ve deniz taşımacılığı durma noktasına gelirken, hastaneler gün boyunca yalnızca acil durumdaki hastalara hizmet verdi. Genel grev nedeniyle devlet dairelerinde de hizmetler aksarken, gazetecilerin de greve destek vermesi nedeniyle televizyon ve radyo kanallarında haber bültenleri yapılmadı, gazete bayilerinde raflar yine boş kaldı.
Dönüşü muhteşem olmayacak Y
emen’de yaklaşık dört ay önce başlayan halk isyanı sürüyor. 33 yıldır iktidarını sürdüren Ali Abdullah Salih’in 2 Haziran’daki çatışmalarda yaralandıktan sonra Suudi Arabistan’a kaçmasına rağmen devlet başkanlığından istifa etmemesine tepki gösteren yüz binlerce Yemenli, ülkenin tüm kentlerinde eylemlere devam ediyor. Başkent Sanaa’da, Suudi
Arabistan’a kaçan Salih’in yerine geçici bir süreliğine Devlet Başkanı Yardımcısı Abdülrab Mansur Hadi’nin evinin önünde yapılan eylemlerde, mevcut hiçbir yöneticinin görev almayacağı yeni bir hükümet kurulmasını talep eden Yemenliler, Salih’in de derhal istifa etmesini istediler. 15 Haziran’da Hadi’yle eylemciler arasında yapılan “geçiş süreci müzarekeleri” sonrasındaki eylemde de ta-
leplerini tekrar eden isyancılar, daha önce birkaç kez görevi bırakacağını açıklayıp her defasında vazgeçen Salih’in geri dönmemesini istiyorlar. Halka karşı katliam politikasının emrini veren Salih’in durumunun düzelme eğiliminde olduğu açıklandı. Daha önce 3 kez istifanın eşiğinden dönen Salih’in, Suudi Arabistan’dan geri dönüp dönmeyeceği şimdilik belirsizliğini koruyor.
gitti. Gayrimenkul sektöründe yaşanan krizle birlikte kredi faizlerinin artmasıyla binlerce kişi evinden oldu, en az bir o kadarı da işsiz kaldı. İşten çıkarmayı kolaylaştıran yeni düzenlemeler yapıldı. Güvencesizleştirme arttı ve ücretlerde kolaylıkla indirim yapılmasının önü açıldı. Ekonomik krizin faturasını halka ödetmekte kararlı olan hükümetin sermaye yanlısı “düzenlemeleri” sonucunda kamu çalışanlarının ücretlerinde kesintiler yapıldı. Eğitim ve sağlık harcamalarında yapılan kesintilerle bu iki alandaki durum kötüye gidiyor. Uygulanan emek düşmanı politikalar nedeniyle işsizlik %22 oranına dayandı. Bu oran gençlerde %40’ı geçiyor. Halk düşmanı politikalara karşı İspanya’nın 150 ayrı yerinde yüzbinlerce kişi tarafından yapılan eylemlerde bir araya gelinen her meydan Tahrir’e çevriliyor, polis baskısına ve neoliberalizme karşı “Gerçek demokrasi şimdi” ve “İspanyol devrimi” deniliyor.
Bahreyn sokağa döküldü Ortado¤u’daki halk isyanlar›n›n en fliddetli biçimde yafland›¤› ülkelerden olan Bahreyn’de, marttan bu yana devam eden ola¤anüstü hal durumunun kald›r›lmas›yla birlikte eylemler kald›¤› yerden devam ediyor. Mart›n sonundan bu yana sokaklar›n bofl kald›¤› ülkede, OHAL’in kald›r›ld›¤›n›n aç›klanmas›yla birlikte tekrar bafllayan eylemlere binlerce kifli kat›ld›. 2 Haziran’da yap›lan “Cuma eylemi”nde yine ayn› taleplerle soka¤a ç›kan Bahreynliler, El Halife yönetiminin emperyalist iflbirlikçi Körfez ‹flbirli¤i Konseyi (K‹K) askerlerini devreye sokarak boflaltabildi¤i, isyan›n merkezi ‹nci Meydan›’na yürümek
istedi. ‹nci Meydan›’n› kapatan polislerin plastik mermi ve gaz bombalar›yla sald›rmas› sonucu onlarca kifli yaraland›. 2 Haziran’da yap›lan eylemin ard›ndan 11 Haziran’da tekrar soka¤a ç›kan Bahreynliler, baflkent Manama’da tekrar bir araya geldiler. Yaklafl›k 10 bin kiflinin kat›ld›¤› eylemde emperyalist iflbirlikçi politikalarla halk› sömüren hanedan›n istifas› istendi. Bahreyn’deki eylemler mart ay›nda ABD iflbirlikçisi K‹K askerlerinin ülkeye girmesiyle kanl› bir biçimde bast›r›lm›fl ve isyan›n simgesi ‹nci Meydan› boflalt›lm›flt›. Bahreyn ABD’nin 5. Filo’suna da ev sahipli¤i yap›yor.
Baraka susturulamaz
“
Ankara elini yakamızdan çek” pankartıyla Tayyip Erdoğan’ın canını sıkan Bakara Kültür Merkezi’nin internet sitesine Türkiye’den ve Kıbrıs’ın kuzeyinden erişim engellendi. İnternet güvenliği bahanesiyle engellenen site, bir süre sonra teknolojinin imkânları kullanılarak tekrar erişime açıldı. Baraka’dan yapılan açıklamada bu tür faşizan engellemelerle Baraka’nın susturulamayacağı belirtildi.
Chavez Kolombiya el ele
K
olombiya Devrimci Silahlı Güçleri -Halk Ordusu'nun (FARC-EP) "Müzisyen"i Julián Conrado Venezüella’da gözaltına alındı. "Julian Conrado" ya da “Şarkıcı” takma adlı Torres’in FARC-EP'nin kurmaylarından ve 2004'ten beri ele geçirilen en üst düzey örgüt üyesi. Venezüella hükümeti Torres’i, Kolombiya’ya teslim edeceğini açıkladı. Venezüella Komünist Partisi Venezüella’nın FARC-EP’ye karşı Kolombiya yetkilileri ile işbirliğini sert bir şekilde eleştirdi ve hükümetin antiemperyalist güçlere karşı emperyalistlerle bir araya geldiğini belirtti.
Nükleere karfl› eylem
J
aponya'da deprem ve tsunaminin zarar verdiği Fukushima nükleer enerji santralinde meydana gelen nükleer felaketin üçüncü ayında halk nükleer enerjiye karşı sokağa çıktı. Başkent Tokyo'da yüzlerce nükleer karşıtı, "Nükleer santralleri durdurun " yazılı pankart açarak yürüyüş yaptı. Japonya 11 Mart'ta meydana gelen 9 büyüklüğündeki deprem ve tsunami sonrası ülkenin en büyük nükleer felaketine sahne olmuştu. Nükleer santraldeki patlamalar yüzünden çevreye yayılan yüksek oranda radyoaktif madde çevre felaketine yol açıyor.
Yasaklara eylem
M
ısır’da halk isyanıyla devrilen Hüsnü Mübarek’ten sonra ülke yönetimini devralan askeri yönetimin eylem ve grevleri yasaklaması, yapılan “eylemlerle” protesto edildi. Ekonominin sürekli geri gittiğine de dikkat çeken eylemciler, bir an önce Mübarek’ten kalma baskıcı rejimin son bulması taleplerini de yineliyorlar. Ülke ekonomisinde isyanla birlikte turizm gelirlerinin azalmasıyla, ekonomik durgunluk başlamıştı. Yapılan son hamle, askeri yönetimin kötü gidişin yeni bir isyana sebep olmasından korktuğunun da bir göstergesi.
6
İNSANCA YAŞAM 17 Haziran 2011 / 30 Haziran 2011
Halk›n Sesi
Yaşam için herkes bir Metin 5 D Haziran Dünya Çevre Günü, kutlamalarla değil, doğa ve yaşam savunucularının eylemleriyle geçti. Hopa’da “Karadenizin asi çocukları suyuna ve çayına sahip çıkıyor” pankartını savunurken polis müdahalesine maruz kalan Metin Lokumcu’nun ölümü ve ardından yapılan eylemler sonucunda 17 kişinin tutuklanması eylemlere damgasını vurdu. ‘DO⁄AYI VE YAfiAMI SAVUNMAK ‹Ç‹N ‘TEK YOL SOKAK, TEK YOL DEVR‹M!’ İstanbul’da Halkevleri ve Öğrenci Kolektifleri, 5 Haziran’da İstiklal Caddesi boyunca bir yürüyüş gerçekleştirdi. “Dere düşmanı katil AKP”, “Karadeniz isyanı umut olacak”, “Her yer Hopa, her yer direniş” sloganlarının atıldığı eylemde Demirören AVM’den “Kolektif susmayacak, Metin öğretmenin katili AKP’den hesap soracak” yazılı pankart asıldı. Özel güvenliklerin pankarta müdahalesi ise tepkiler üzerine işe yaramadı. Taksim Meydanı’ndaki basın açıklamasını okuyan Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, paralarına para katmak için gözünü doğaya diken patronlara ve AKP’ye karşı doğayı ve yaşamı savunanların ‘tek yol sokak, tek yol devrim’ dediğini söyledi. Ülkenin dört bir yanındaki doğa katliamlarından örnekler veren Birol, AKP’nin ölümün, zulmün ve sermayenin iktidarı olduğunu belirtti. Hopa halkı ve Metin Lokumcu gibi ‘Su haktır satılamaz’ diyerek sokaklarda, dere başlarında, vadilerde olacaklarını ifade eden Birol “Talana ve yağmaya karşı, doğayı ve yaşamı savun-
pattınız zindanlara, emin olun ülkeyi zindan edeceğiz size” dedi. Eskişehir Halkevi Şube Başkanı Şahabettin Arpacı da Dünya Çevre Günü’nü “Su haktır satılamaz” pankartı taşırken öldürülen Metin Lokumcu’ya adadıklarını ifade etti. Lokumcu’nun derelerine HES yapılmasına itiraz ettiği ve yaşam alanına sahip çıktığı için katledildiğini vurgulayan Arpacı, Halkevleri MYK üyesi Dilşat Aktaş’ın polislerce linç edilmek istenmesi üzerine başbakanın ifadelerinin de AKP gericiliğinin ve cinsiyetçiliğinin göstergesi olduğunu dile getirdi.
oğa ve yaşam savunucuları, 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde gerçekleştirilen eylemler ile Metin Lokumcu’nun katledilmesini, Ankara ve Hopa’daki tutuklamaları ve HES projelerini protesto etti
mak için ‘Tek yol sokak, tek yol devrim’” diyerek konuşmasını sonlandırdı. Öğrenci Kolektifleri adına konuşan Neval Kösedağı Ankara’da tutuklanan iki arkadaşları olduğunu hatırlatarak “AKP’nin ensesinde olmaya; suyuna, çayına sahip çıkan halkın yanında, sokaklarda olmaya devam edeceğiz” dedi. ANKARA’DA TUTUKLAMA TEPK‹S‹ Ankara’da da Halkevleri,
Öğrenci Kolektifleri ve Liseli Genç Umut, Metin Lokumcu’ya ithafen Dünya Çevre Günü’nde sokaktaydı. Yüksel Caddesi’nden Sakarya Caddesi’ne “Hepimiz Metin Lokumcu’yuz”, “Tek yol sokak, tek yol devrim” sloganlarıyla yüründü. Miting alanında Halkevleri Çevre Hakkı Atölyesi adına açıklama yapan Gülşah Öztürk, AKP’nin “Su haktır satılamaz” pankartına bile dayanamayarak Metin Hoca’yı öldürdüğünü hatırlattı.
HES projeleri başta olmak üzere doğanın talanına yönelik politikaların devam ettiğine değinen Öztürk, yaşam alanlarını savunmaya devam edeceklerini belirtti. Eylem, Metin Lokumcu’yu tanıyanların öğretmenlerini anlatması ve tulum ile ağıtlar seslendirilmesinin ardından son buldu. ESK‹fiEH‹R: ‘5 HAZ‹RAN’I LOKUMCU’YA ADIYORUZ’ Metin Lokumcu’nun öldürülmesi ve tutuklamalar
Eskişehir’deki Dünya Çevre Günü eyleminde de protesto edildi. Hamamyolu Caddesi’nde bir araya gelen Halkevleri ve Öğrenci Kolektifleri “İnadına sokak, inadına devrim” sloganıyla Adalar Migros önüne geldi. Öğrenci Kolektifleri adına basın açıklamasını yapan Murat Dural, “AKP tutukladığı 5 öğrenciyle gençliğin isyanını bastırabileceğini düşünüyor. Tutuklanan koca bir kuşaktır. Bu davanın sanığı gençliktir. Siz ki bizim arkadaşlarımızı ka-
SAMSUN: ‘KARADEN‹Z DO⁄A VE YAfiAM ‹Ç‹N MET‹N OLACAK’ Samsun’da da Halkevleri, doğanın katledilmesine ve HES’lere karşı Dünya Çevre Günü’nde eylemdeydi. Gazi Caddesi’ndeki Halkevi önünde buluşup AKP il binasına yüründü. Cumhuriyet Caddesi’ni trafiğe kapatarak yürüyen Halkevcilere yoğun destek gelirken “Tek yol sokak, tek yol devrim”, “Onuruna, ülkene, doğaya sahip çık” sloganları atıldı. HES’lerin, taş ve maden ocaklarının engellenmesini isteyen Halkevleri üyeleri, Dünya Çevre Günü’nün mücadele günü olduğunu ifade etti. Beste Katar yaptığı açıklamada “Nerede doğamız talan ediliyorsa orada mücadelemiz sürecektir. Karadeniz’de derelerimizi yerli ve yabancı sermayeye teslim etmeyeceğiz. Doğa ve yaşam savaşında Metin Lokumcu olacağız” denildi. Eyleme Öğrenci Kolektifleri ve Liseli Genç Umut da destek verdi.
Yaşamı ve suyu savunanlar mücadelede buluştu 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde Suyun Ticarilefltirilmesine Hay›r Platformu ve 3. Köprü Yerine Yaflam Platformu da ortak bir eylem gerçeklefltirdi. ‹stiklal Caddesi’ndeki yürüyüflte AKP’nin do¤ay› talan eden projelerinden resimler tafl›nd›. “Dereler kardefltir, halklar kardefltir”, “Lokumcu’nun katili, dereleri satanlar” sloganlar›n›n at›ld›¤› eylemde Suyun Ticarilefltirilmesine Hay›r Platformu’ndan Halkevleri temsilcisi Özge Ozan bir konuflma yapt›.
Lokumcu’nun su hakk› mücadelesi verdi¤i için öldürüldü¤ünü söyleyen Ozan, mücadele edenlerin kutlama yapmad›¤›n›, AKP’nin y›k›m politikalar›na karfl› eylemde olduklar›n› belirtti. Kurumlar ad›na ortak aç›klamay› yapan Çevre Mühendisleri Odas› ‹stanbul fiubesi YK Baflkan› Semra Ocak ise halklara ve çevreye dönük sald›r›lar›n sorumlusu Birleflmifl Milletler’in ilan etti¤i Çevre Günü’nün kutlama günü olarak
‘Risk büyüyor’ P
rof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Kocaeli’nin Dilovası İlçesi’nde anne sütünde dahi ağır metaller bulunduğunu tespit ettiği araştırmanın tamamını kamuoyuyla paylaştı. Üniversite yönetiminin katkıları ve Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyelerinin çalışmaları ile oluşturulan “2005 yılında endüstri yoğun bölgelerde yaşayanlarda ölüm nedenleri: Dilovası örneği” çalışmasının tamamı 8 Haziran günü Kocaeli’nde bir basın toplantısı ile kamuoyuna açıklandı. Açıklamayı bu araştırmanın bazı sonuçlarını daha önce açıkladığı için ‘halk arasında panik yaratmak’ suçlamasıyla hakkında Dilovası ve Kocaeli belediyeleri tarafından dava açılan, YÖK tarafından ise
soruşturma başlatılan Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Onur Hamzaoğlu yaptı. Açıklamada havadaki toz miktarının uluslararası değerler baz alındığında Dilovası’nda 3.5 kat, Kandıra’da 1.7 kat fazla olduğunu ifade eden Hamzaoğlu, tehlike aşamasının geçildiğini, risk unsurunun olduğunu ve riskin hastalık yapabilecek hale geldiğini vurguladı. 56 gebe ve 49 bebekten oluşan 105 kişiden örnek alınan çalışmayı değerlendiren Hamzaoğlu “Bu verilerin zararlarından en kısa zamanda kaçınmalıyız. Bu konu piyasanın şevkatli kollarına bırakılamayacak kadar önemlidir. Yapılacak harcamalar, bebeklerimizin ve kendimizin sağlığından daha
T
önemli değil” diye konuştu. Sağlık Bakanlığı’nın kamuoyunu yanılttığını dile getiren Hamzaoğlu, 2006’dan bu yana konuyla ilgili çalışma yaptıklarını belirtti. Hamzaoğlu, “Sonuçlarımız ile gözlemlerimizi ispatlamış olduk. Kirlilik yalnız Dilovası’nda değil, Kandıra’da da riske dönüşmüştür. Gün tartışma günü değildir, sorunu bertaraf etme günüdür” dedi.
Köyde, flebeke suyundan içen 1 inek, 2 koyun, 7 ördek ve 8 civcivin de telef oldu¤u belirtiliyor. Kütahya Vali Yard›mc›s› Cengiz Horozo¤lu ile Tavflanl› Kaymakam› Numan Hatipo¤lu, Dulkadir Köyü’ne giderek incelemelerde bulundu. Al›nan ilk önlem köyde içme suyu olarak kullan›lan depodaki suyun boflalt›lmas› oldu.
ürkiye bir mücadele öğretmenini daha yitirdi. Güvencesiz, işsiz, ataması yapılmayan öğretmenler mücadelesinin simgesi Şafak Bay’ı henüz 25 yaşındayken kaybettik. Şafak Bay, yedi yıldır mücadele ettiği kemik kanserine yenik düştü. 10 Haziran Cuma günü tedavi gördüğü GATA’da hayatını kaybeden Bay, iki yıl önce başlayan ataması yapılmayan öğretmenler mücadelesinin öncülerindendi. HEM GÜVENCEL‹ ‹fi HEM SA⁄LIK HAKKI MÜCADELES‹ AKP’nin güvencesizlik dayatmasına karşı oturma eylemlerinden açlık grevlerine kadar farklı mücadele biçimleri sergileyen Şafak Öğretmen, Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu’nun da kurucularındandı. İşsiz ve güvencesiz eğitimcilerin mücadelesinin görünür olmasında büyük pay sahibi olan Şafak Bay, tedavi sürecinde karşılaştığı engelleleri aşmak için açlık grevi gerçekleştirmiş, işsiz eğitimcilerin güvencesiz olmalarının
T
MMOB Maden Mühendisleri Odası İzmir Şubesi tarafından düzenlenen 4. Madencilik ve Çevre Sempozyumu, 2-3 Haziran tarihlerinde Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi’nde gerçekleştirildi. Madencilik sektöründe karşılaşılan çevre sorunlarını incelemek, bilimsel ve teknik gelişmeleri tartışmak ve araştırmacılar ile işletmecileri bir araya getirmek amacıyla yapılan sempozyum, 350 delege tarafından takip edildi. Sempozyum sonucunda hazırlanan bildirgede çevre faktörünün gözardı edilerek madencilik faaliyeti yürütülmesinin mümkün olmadığı; aşırı tüketim, yanlış üretim, keyfi izin, yasal yetersizlik, denetimsizlik gibi nedenlerle madencilik ve çevrenin birbirine zıt algılandığı belirtildi. Bildirgede rantçı politikalara karşı kamusal denetimin sağlanması ve kararlara halk ile demokratik kitle örgütlerinin katılımı önerildi.
oldu¤unu ifade etti. ‘Ç›lg›n’ projelere, nükleer santral projelerine ve Kütahya’daki çevre felaketine de de¤inen Ocak, mücadele edenlerin kazanacaklar›n› söyledi. Eylemde söz alan Prof. Dr. Beyza Üstün de Lokumcu’ nun gaz ve darp sonucu öldürül-dü¤ünü belirterek kendisini and›. Do¤a ve yaflam savunucular›, eylemde AKP’ye ve sermaye sahiplerine seslerini ulaflt›rmak üzere en eski iletiflim arac› olan posta güvercinleri uçurdu.
Şafak Bay’ı kaybettik
Siyanür Kütahya’da yedi kişiyi zehirledi Kütahya'n›n Tavflanl› ilçesine ba¤l› Dulkadir köyünde, siyanür kar›flt›¤›ndan flüphelenilen flebeke suyundan içen 7 kifli zehirlenerek tedavi alt›na al›nd›. May›s ay›nda at›k su baraj›nda çökme oluflan Eti Gümüfl A.fi'ye ait tesislere 3 kilometre uzakl›ktaki köyde yaflayan ayn› aileden yedi kifli zehirlenme tan›s›yla gözlem alt›na al›nd›.
kabul etmediklerini ifade etti. Aç›klamas›nda Ocak, suyun, derelerin, akarsular›n, ormanlar›n, meralar›n peflkefl çekildi¤ini söyledi. Hidroelektrik santrallerinin say›s›n›n 2000’e ulaflt›¤›n›, 4000’e ç›kar›lmas›n›n hedeflendi¤ini belirten Ocak, sald›r›lara yasal k›l›flar›n uyduruldu¤unu vurgulad›. Üçüncü köprü projesine de de¤inen Ocak, ‹stanbul’un son verimli tar›m arazilerinin ve içme suyu havzalar›n›n yok olmak üzere
Çevre için kamusal denetim
AKP’nin karnesinde kırık var
E
sonuçlarını kendi sağlığı ve tedavisi için dile getirdiği taleplerle birlikte ülkenin gündemine taşımıştı. Şafak Bay, bir yandan atanmasını engelleyen eğitim sistemine karşı güvenceli iş mücadelesi yürütürken, bir diğer yandan da kanser hastalığına ve tedavi sürecini engelleyen kısıtlılıklara karşı sağlık hakkı mücadelesi veriyordu. İki mücadeleyi birbirinden farklı görmeyen Bay, hastalığının tedavisi için yurt dışına gitmek istemiş, ancak uzun süre talebi yerine
getirilmemişti. Şafak öğretmenin hayatını kaybetmesinin ardından bir açıklama yapan Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu, “Platformumuzun kurucularından, mücadelemizin önderlerinden olan Şafak, ataması yapılan ve emekli olmayı başaran Hopalı Metin öğretmen gibi haziran ayında aramızdan ayrıldı” denildi. Bay’ın cenazesi 11 Haziran’da Mersin’de düzenlenen törenle toprağa verildi.
ğitim-Sen, 10 Haziran’da Başbakanlığa bir yürüyüş gerçekleştirerek AKP’ye 2010-2011 ders yılı demokrasi karnesini verdi. AKP’nin karnesini açıklayan Eğitim-Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız, Erdoğan’ın hukuka ve insan haklarına saygı, farklı kimlik, dil ve kültürlere yaklaşım, kadın cinayetleri, taciz ve şiddeti önleme, demokratik tepkilere tahammül, iş cinayetlerini engelleme derslerinden sıfır aldığını belirtti. Erdoğan’ın 5 aldığı dersler ise polis şiddeti, kendi vesayetini kurma, ırıkçıgerici kadrolaşma, özelleştirme ve güvencesiz çalıştırma oldu. Yıldız, AKP’nin eşitlik, barış ve özgürlük talep eden kesimlere saldırdığını dile getirdi. AKP’nin 2023 hedeflerini de açıklayan Yıldız, “Güvenceli çalışma yok edilecek. Başbakanı eleştirenler yargılanacak. Mezarda emeklilik gerçek olacak” dedi.
7
İNSANCA YAŞAM 17 Haziran 2011 / 30 Haziran 2011
Halk›n Sesi
Proje ‘çılgın’ Ankaralı tetikte ‘Kentsel dönüşüm projeleri’ AKP tarafından ‘çılgın proje’ adıyla pazarlansa da, bu çılgınlığın kendilerine yıkım olarak döneceğini bilenler barınma hakkı için “mücadele” diyor OSMAN NURİ ORHAN
İ
ktidarının üçüncü döneminde “müteahhitlik” çalışmalarına kendini vakfeden AKP iktidarı kentsel yağma projelerine “çılgınlar” gibi devam ediyor. Erdoğan, 25 Mayıs’ta Ankara Ticaret Odası'nda Ankara Proje Tanıtım Toplantısı'nda konuştu. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin kentsel yağma projelerini “çılgın proje” ismiyle genişleten ve yeni yerleri de yıkım kapsamına alan Tayyip Erdoğan, rantsal dönüşümün simgesi olan “Yeni Mamak Kentsel Dönüşüm Projesi”nin bir benzerini “Güneykent” adıyla oluşturacaklarını açıkladı. “Yeni Mamak Kentsel Dönüşüm Projesi”nde 5 yılda 14 bin evden 2 bininin yıkıldığı, buna karşılık ancak 240 konut yapıldığı gerçeğini unutan Erdoğan, Güneykent adını verdiği yeni projesinde Ankara’nın güneyinde 500 bin konutluk yeni bir şehir yapmaktan bahsetti. Barınma hakkı mücadelesi verenler Mamak’ta olanlara bakarak “Bu hızla bu proje 400 yılda ancak biter” diyor. AKP, projelerini açıklarken barınma hakkı mücadelesi de sokakta devam
ediyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılması planlanan “Yeni Mamak Kentsel Dönüşüm Projesi”, Mamak halkının fiili ve hukuki direnişi ile karşılaşmış, “Kentsel yağmayı durduracağız” diyen mahalleliler rantçıların korkulu rüyası olmuştu. HALK HAKKINA SAHİP ÇIKIYOR 3 Haziran günü Mamak halkı yeniden sokaktaydı. “Kentsel yağmayı durduracağız” pankartının arkasında yüzlerce kişi Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Mamak’taki taşeronluğunu üstlenen belediyeye yürüyerek Mamak Belediye Başkanı Mesut Akgül’ü uyardı. Mamak Barınma Hakkı Bürosu önünden başlayan yürüyüş yoldan geçenlerin katılımıyla kitleselleşerek Mamak Belediyesi önünde sona erdi. Belediye önünde konuşan mahalleliler, rant için kentsel dönüşüme izin vermeyeceklerini belirtti. VADİ HALKI UYARDI Kentsel dönüşüm projelerine karşı 6 yıldır mücadele eden Dikmen Vadisi halkı da seçimler öncesinde AKP’yi ve Gökçek’i uyardı. Barınma Hakkı Bürosu’nun çağrısıyla 5 Haziran’da Sakarya Meydanı’nda bir araya gelen
D
ikmen Vadisi halkının barınma hakkı mücadelesinin önde gelen isimlerinden Tarık Çalışkan hakkında, Melih Gökçek'in yıkım ve zorla tahliye tehditlerine karşı açıklamaları nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir ceza davası açıldı. Davanın ilk duruşması, 7 Haziran günü Ankara 13. Sulh Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın iddianamesinde, Çalışkan'ın bir gazetede yayımlanan açıklamalarında "Melih Gökçek 'Ben Ankara'nın mafyasıyım' diyor. Şiddette ısrar ederse buradan tabutlar çıkar. Tabutları hazırlıyoruz ama tabuta kim girer onu bilmiyoruz." sözleri, tehdit olarak değerlendirildi. Davada, Çalışkan'ın 6 aya kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılması talep ediliyor. Aynı açıklamalar nedeniyle Çalışkan aleyhinde Melih Gökçek tarafından da tazminat davası açılmıştı. Bu dava da halen sürüyor.
Vadi halkı “Evimizi yıkanı biz de yıkarız”, “Rant için değil, halk için kentsel dönüşüm” sloganları attı. Vadi halkı adına basın açıklamasını Gül Yalnız yaptı. Dikmen Vadisi’ni kendi elleri ve emekleriyle yeşerttiklerini, yollarını ve suyunu kendilerinin yaptığını söyleyen Yalnız, Büyükşehir Belediyesi’nin uzun zamandır bölgeyi rant alanına çevirmek için uğraştığını belirtti. AKP’nin ve Gökçek’in bu uygulamalarını desteklediğini belirten Yalnız, Bakanlar Kurulu’nun Resmi Gazete’de yayınlanan kararı ile evlerinin bir kez daha Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi Alanı ilan edildiğini ifade etti. Gökçek’in iktidardan aldığı güçle yeni projeyi uygulamaya ve yıkıma hazırlandığını vurgulayan Yalnız, seçimden sonra yıkım sorunuyla karşı karşıya kalacaklarını dile getirdi. Halkın taleplerini muhatap almayan, diyalog yerine şiddet ve yıkımdan yana politikaları meşru görmediklerini belirten Yalnız, “Bu ülkenin yurttaşları olarak yaşadığımız kentte misafir ve işgalci muamelesi yapılmasını hiçbir konumda kabul etmeyeceğiz. Barınma hakkımızı ve evlerimizi sonuna kadar koruyacağız” sözleriyle konuşmasını sonlandırdı.
Yıkımcı başkanın gözü önünde eylem
Mehmet Akif Ersoy Mahallesi Bar›nma Hakk› Bürosu’nun düzenledi¤i eyleme genç-yafll›, kad›n-erkek tüm mahalleli kat›ld›, 1-3 Haziran tarihleri aras›nda belediyenin yan› bafl›nda oturdu.
Çay üreticisinin tek yolu mücadele
Konuk Yazar FATMA GENÇ MUSTAFA EBERLİKÖSE
Önce 31 Mayıs’tan başlayalım. 31 Mayıs’ta sokaklara dökülen ‘Hopa halkının tek derdi Tayyip Erdoğan mıydı?’ sorusunu sormamız lazım. Bizce değildi. Görünen de Hopa halkının aslında tüm Doğu Karadeniz halkının ortak derdi, AKP’nin tarım, çevre ve enerji politikaları. AKP, iktidara geldiği 2002 yılından bu yana, çay üretimiyle ilgili sürekli yeni projeler ortaya atıyor, yasal düzenlemeler yapıyor. Her projesinde üreticiler bir kat daha eziliyor. Çay üretimiyle ilgili projeleri yetmezmiş gibi, son 2-3 yıldır da Karadenizlilerin tüm yaşamlarını oluşturan derelerine, özgürce akan sularına göz dikiyorlar. Bir yandan üretimi yok ederken diğer yandan da yaşam alanlarını yok ediyorlar. Doğal olarak da Hopa halkı bu duruma veryansın ediyor. Aslında Hopa’nın kendilerini ezen politikacılara tepkileri yeni değil. Mehmet Ağar, Devlet Bahçeli, Faruk Çelik ve Hayati Yazıcı bu tepkilerden nasiplerini alanlar. En son Hayati Yazıcı, Rize’den milletvekili adayı olmasına rağmen Artvin’in bir ilçesi olan Hopa’yı ziyaret etmek istemiş, fakat şehre alınmamıştı. Hayati Yazıcı’nın karşı karşıya kaldığı tepkiler de Tayyip Erdoğan’a yönelenlerle aynı. Hayati Yazıcı da Hopa’ya çay sektöründe yaptıkları düzenlemelerin ve de derelerin satılmasının ne kadar piyasaya uygun olduğunu anlatmaya gitmişti. Şehre giremese de içinde kalmadı, yine anlattı. Hatta çaydaki kota, kontenjan uygulamalarından ve derelerin satılmasından şikâyetçi olanları, piyasaya
Bir y›ld›r CHP’li Yenimahalle Belediyesi‘ne karfl› bar›nma hakk› mücadelesi veren Mehmet Akif Ersoy Mahallesi halk›, belediyenin verdi¤i sözleri tutmamas› üzerine belediye önünde oturma eylemi yapt›. Evlerinin y›k›lmas› tehdidi ile yüz yüze kalan mahalle halk› belediyenin projeyi yeniden düzenlemesi ve kendi taleplerine kulak vermesi için Bar›nma Hakk› Bürosu çat›s› alt›nda bir y›ld›r mücadele ediyor. Son olarak mahalleyi etraf›na duvar örerek tecrit etmek isteyen belediyeye karfl› sergiledikleri direniflle gündeme gelen Mehmet Akif Ersoy Mahallesi halk› eylemlerini sürdürüyor. Mahalle halk› kendilerini görmezden gelen Belediye Baflkan› Fethi Yaflar’›n gözünün önünde eylem yapt›. 1 Haziran’da belediye önünde toplanan genç,-yafll›, kad›n-erkek
müdahale etmekle suçladı, devletçilik yaptıklarını söyledi. Bir “Devlet Bakanı” halkı devletçilik yapmakla suçluyor, burası da ilginç bir ayrıntı oldu. 31 Mayıs’ta ise Tayyip Erdoğan, Hopa’dan hemen hemen hiç katılımın olmadığı, Rize ve Erzurum’dan otobüslerle taşınan kitleye hitap etti. Derdi Hopalılara sesini duyurabilmekti aslında. O da biliyordu hemen karşısında gördüğü “Tek yol sokak, tek yol devrim” pankartının altında yükselen gaz bombası dumanın içinde polisiyle çatışan bir halk olduğunu. Ölümünü önemsemediği Metin Lokumcu’nun o saatlerde can verdiğini. Ama yine de görmezden gelmeyi tercih etti. Tıpkı yıllardır bölgede yükselen öfkeyi görmezden geldiği gibi. Biraz da Tayyip Erdoğan’ın Hopa mitinginde yaptığı konuşmasına bakalım. Üreticilere, bölge halkına ne “çılgın” projeler vaat etmiş? Bir kere Tayyip Erdoğan’ın ifadelerinden anladığımız; halka “çete”, sermaye gruplarına ise “millet” diyor. Millet istedi, çeteler engel oldu. Tercüme edersek; çay üretimiyle ilgili yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı kuru çay üretimi yapan özel sektör temsilcileri istedi, yaş çay üretimi yapan üreticiler ise şikâyetçi oldu, engellemeye çalıştı. Zaten konuşmasında da yine açıkça ilan ediyor “Biz çetelerle değil, milletle yola çıktık, millete ne dediysek bunları yerine getirdik, getiriyoruz”. Bir kere Tayyip Erdoğan’ın bir konuda hakkını vermemiz lazım, en azından Hopa’nın çay bölgesi olduğunu biliyor.
Çalışkan’a bir dava daha açıldı
onlarca mahalleli üç gün süren bir oturma eylemi yapt›. Belediye binas›n›n yan›nda bulunan bir parkta üç gün boyunca bar›nma hakk› mücadelesini anlatan dövizler ve pankartlarla oturdular. ‹lk gün oturma eylemine bafllamadan önce bir bas›n aç›klamas› yapan mahalle halk› eylemlerinin amac›n› kamuoyuyla paylaflt›. Belediye Baflkan› Fethi Yaflar’› istifaya ça¤›ran halk, "Rant için de¤il halk için kentsel dönüflüm", "Evimizi istiyoruz", "Rantç› Fethi Yaflar elini evimizden çek" yaz›l› pankartlar tafl›d›. Mahalle halk› ad›na konuflan Zeynep Avc›, mahalleyi boflaltmalar› için çöplerin toplanmad›¤›n›, baz› evlerin elektri¤inin kesildi¤ini, mahallenin etraf›n›n yaklafl›k 4 metre yüksekli¤indeki reklam panolar›yla duvar gibi kapat›ld›¤›n› aktard›.
Doğal olarak da konuşmasında çaya ağırlık veriyor. 2002’den bu yana çay paralarını düzenli ödediklerini söylüyor. Doğrudur. Kimsenin devlette çay parası alacağı kalmamıştır. Ama devlet ne miktarda çay almıştır, paraları hangi zamanlarda ödenmiştir? Bir kere AKP iktidara geldiği 2002 yılında özel sektör 250 bin ton yaş çay alabiliyordu şimdi ise 600 bin tonun üzerinde yaş çay alımı yapıyor. Buradan sakın çay üretimi kat kat arttı anlamı çıkmasın. Devlet artık çay almıyor ya da üreticileri özel sektöre mecbur bırakacak çeşitli politikalar izliyor. Gübre fiyatlarını artırıp, ödemeleri geciktirmek gibi… Bir nevi halkı özel sektöre mahkûm ediyor. Erdoğan, Hopa konuşmasında üreticiyi enflasyona ezdirmediklerini iddia ediyor. 2002 yılında seçim vaatlerinde yaş çayın taban fiyatının 1 TL (o zaman için 1 milyon) olacağını savunuyordu. Çay fiyatı halen reel olarak 1 TL olamadı. Geçen sene 1 TL açıklamasına rağmen üreticilerin eline 1 TL geçmedi. Tarım Bakanı Mehdi Eker 1 TL’yi “psikolojik eşik” olarak değerlendiriyor. 8 yılın sonunda bu eşiği aşmak üzereler. Bir de şuradan bakmak lazım; yaş çay taban fiyatı bu yıl 1,10 TL olarak açıklandı. Bu fiyat “psikolojik eşik”se eğer, sevinen ve üzülen tarafların olması lazım. Örneğin Rize Ticaret Borsası Başkanı Mehmet Erdoğan, sevinen tarafta yer alıyor. O zaman üzülen tarafta kim var? Tam da başbakanın karşısında gaz bombaları altında boğulan Hopa halkı ve çaylarını sokağa dökerek tepkilerini dile getiren
Mahalledeki kanalizasyon sisteminin bak›ms›zl›ktan çöktü¤ünü ifade eden Avc›, at›klar yüzünden çocuklar›n hastaland›¤›n› söyledi. Avc›, taleplerinin belediye taraf›ndan fliddet yoluyla bast›r›ld›¤›n› flu sözlerle aktard›: “Fethi Yaflar, mahallemize 5 kez çevik kuvvet polisi deste¤inde y›k›m ekibi gönderdi. Evlerimizin kap›s›na Nazi usulü yap›flt›r›lan y›k›m tebligatlar›n›, çöp tenekelerimizin toplanmayarak çocuklar›m›z›n hastal›kla karfl› karfl›ya b›rak›lmas›n›, patlak kanalizasyonlar›, bakkallar›m›z›n kapat›lmas›n› ve mahallede 30 bin a¤ac›n kesilmesini hiçbir zaman unutmayaca¤›z. Mahallemizde yap›lan zalimane uygulamalar› tüm Türkiye’ye anlataca¤›z.” Aç›klaman›n ard›ndan belediye binas›na yumurta atan mahalle halk›, daha sonra binan›n önündeki parkta oturma eylemi bafllatt›.
Karadeniz halkı. Erdoğan, taraftarlarına dert yanarak; “8,5 yıldır ÇAYKUR özelleşti mi? Tam aksine biz hala ÇAYKUR’da yatırım yapıyoruz. ÇAYKUR’u daha da geliştiriyoruz. Paketleme fabrikalarını buraya doğru çekiyoruz” diyor. Aslında biz de uzun zamandır, Tayyip Erdoğan’ın ÇAYKUR’u özelleştirme derdinin olmadığını, ÇAYKUR üzerinden yandaş sermayelerinin sermaye birikimlerini artırmaya çabaladığını söylüyoruz. Yaptıkları yatırımlarla da özel sektörü destekleyici zemin hazırlıyor. İşte bu nedenle Tayyip’in “milleti” bu bölgeye yatırım yapıyor. Lipton, kendi üretimini ve dağıtımını yapmak için ‘sürdürülebilir çay tarımı’ projesi başlatıyor, Ülker Alman bir ortakla batan, gözden silinen OBA çayı tekrar parlatarak Trabzon Arsin’de yeni bir fabrika açıyor. Sözün kısası, Hopa halkının karnı Başbakan’ın söyleyeceği bu yalanlara zaten toktu. Dinlemek istemiyorlardı. Ama Erdoğan yine de söylemek istedi. Hem de Metin Lokumcu’yu öldürerek, cinayet işlemeyi bile göze alarak. Şimdi Hopa’da fiili OHAL uyguluyor. Fakat değişen bir şey olmadı. Yine çaya kota uyguluyor, yine halk özel sektörün insafına bırakılıyor. Çay bölgesi ısınıyor. Ardeşen’de yıllar sonra ilk kez yaş çaylar fabrika önüne döküldü. Hem de başbakanın Hopa mitinginin bir gün sonrası. Bu yaz boyunca “her yer Hopa her yer direniş” sloganı gerçek olacak. Karadenizliler çaylarına, derelerine sahip çıkmak için yaz boyu sokakları dolduracaklar.
Binler HES şantiyesini bastı
H
alkın büyük tepkisine rağmen Çoruh Nehri üzerinde inşa edilen Arkun Barajı inşaatı 3 Haziran’da yaklaşık bin köylü tarafından basıldı. Erzurum’un İspir İlçesi sınırlarındaki Çoruh Nehri’nde yapımı devam eden Sabancı-Limak ortaklığına ait Arkun barajı, yöredeki köylüler tarafından basıldı. Köylüler işi durdurup iki iş aracını nehre atıp, şantiyeyi tahrip ederken jandarma saldırısı sonucunda 30 eylemci gözaltına alındı. Yörede büyük tepki çeken barajla ilgili olarak bölge halkı yolların bozulmasından ve istimlak bedellerinin düşük olmasından şikayetçi. İlçenin belediye başkanı Osman Çakır ise, çimentobeton-iş makineleri satan bir şirketin sahibi. Çakır'a barajdan rant sağladığı ve görevi kötüye kullandığı yönünde yaygın bir itham ve tepki var. Erzurum’da 50’nin üzerinde HES yapılması planlanıyor.
Çanakkale eğitim için sokakta
Ç
anakkale Halkevi sınavlarla geçecek haziran ayına AKP’nin eğitim politikalarını teşhir eden çalışmalarla girdi. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi tarafından hazırlanan Eğitim Hakkı Broşürü’nü kent merkezinde dağıtan Halkevciler yaptıkları konuşmalarla AKP’nin eğitim hizmetini nasıl çökerttiğini anlattı. Halkevleri’nin bildiri dağıtımı için stant açma girişimi ise belediye görevlileri tarafından engellendi. Troia Atı’nın önünde bir araya gelen Halkevleri Çanakkale Şubesi üyeleri, çalışmalarının engellenmesini, yaptıkları bir basın açıklamasıyla protesto etti. Açıklamada halkın haklarını savunmaya devam edeceklerini söyleyen Halkevi üyeleri Çanakkale Belediyesi’nin yasakçı tavrını kınadıklarını ifade etti.
8
EMEK 17 Haziran 2011 / 30 Haziran 2011
Halk›n Sesi
Yerin alt›nda da olsa iflçi herfleyi biliyor lazığ’ın Alacakaya İlçesi’nde bulunan Etikrom Yıldırımlar Holding'e ait ferrokrom tesislerinin maden ocaklarında çalışan işçiler 31 Mayıs günü iş bıraktı. “Ölmek istemiyoruz” diyen, insanlık dışı çalışma koşullarına ve asgari ücrette çalışmaya isyan eden 200 işçi… İşçiler, maden önünde sendika hakları için imza toplarken AKP Elazığ üçüncü sıra milletvekili adayı Faruk Septioğlu işçileri ziyaret etti. Doğan Haber Ajansı’nın kamerasına yansıyanlar, AKP’nin hakkını arayan işçilere karşı ne tür oyunlara giriştiğini ve işçilerin bu oyunlar karşısında ne yapması gerektiğini ortaya koyuyor. Milletvekili adayı işçilerin susmasını istiyor. O milletvekili çünkü, konuşurken sadece kendi söz hakkı var zannediyor. Ancak bir işçi araya giriyor: “Benim de söz hakkım var. İşçiyim diye acı konuşabilirim fakat benim de söz hakkım var”. Başka bir işçi başlıyor anlatmaya, “Hani işe girerken boş kağıda imza attırıyorlar ya, ben yarın kazada öldüğüm zaman onlar Alp Tekin kendilerine göre o kağıdı Babaç dolduruyorlar. Devlete karşı, kanuna karşı ben bütün atb@ sosyal haklarımdan vazgeçmiş sendika.org görünüyorum. “Beriki ekliyor: “Aylık burada 48 milyon dolar para çıkıyor. Sendika yok, sözleşme yok, sosyal hak yok, boş kağıda imza attırıyorlar. ‘Davarlar, hayvanlar’ diyorlar; tünele yolluyorlar, taşların altına ölüme yolluyorlar.” İşçileri ziyaret eden AKP milletvekili adayı bu tepkiler karşısında “Burası siyaset yeri değil” diyerek başlıyor sözlerine. Sonra hükümetle ferrokromun ilişkisini inkar ediyor. Septioğlu bunu “Bu şirket özel yani devlet kapısı değil” diyerek gerekçelendirmeye çalışıyor, olmuyor. İşçinin biri “Doğrudur, özel ama burayı sizin hükümetiniz özel yaptı” diyor. Septioğlu daha sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nı sanki AKP hükümetinin bakanlığı değilmiş gibi anlatmaya başlıyor. Olmuyor, daha önceki iş kazasında meydana gelen ölümde işçilerin toplanmamasını bahane ediyor. Olmuyor, gözleri hemen bir provokatör arıyor, bulduğunu sanıyor ve soruyor: “Sen burada çalışmıyorsun değil mi?” Öyle ya, orada çalışanların devlete karşı olmaları imkansız, buradakiler olsa olsa ‘terör örgütleri’ tarafından bilinçli bir şekilde oraya gönderilmiş provokatörlerdir. Yanıtı 200 işçi hep bir ağızdan veriyor: “Burada çalışıyoruz”. “Siz yerin altında olduğunuz için haberiniz yoktur. Biz hep sizin yanınızdayız” diyor Septioğlu, ancak işçi susmuyor. Anlatıyor yaşadıklarını. Vekil adayı bir ara ‘Ezanı dinleyelim’ der gibi oluyor ama nafile… Septioğlu, sonunda işçilerin taleplerinin yazılı olduğu kağıdı okuyor. Kibar Feyzo filminde duvara yapılan yazılamaları görmüş Maho Ağa gibi terliyor okurken. Septioğlu’nun mahiyetindeki bir kişi de o okurken sürekli onun terini siliyor. Okuyor Septioğlu: “Sendika, tatil, ücretlere zam, insanca çalışma koşulları, ölmek istemiyoruz”. Septioğlu talepleri okuduktan sonra protesto bitmiyor. Seçimlere 12 gün kala ziyaret ettiği maden ocağında bir ara “Ben buraya siyaset için, oy için gelmedim” bile diyor Septioğlu ve sonunda patlıyor: “Böyle hak aranmaz”. Ve çekip gidiyor. İşçiler, AKP’nin Elazığ 3. sıra milletvekili adayı Faruk Septioğlu’nun tüm barutunu yarım saat içinde tüketiyor. Diyecek sözü kalmayan Septioğlu madeni terk ediyor. O yine işçilerin “yanında olmaya” devam edecek belki, tabii işçiler yerin altında çalıştıkları için Septioğlu’nun yanlarında olduğunun farkında olmayacaklar. Alacakaya’da yaşananlar, ilkokul mezunu ve hiçbir sendikal deneyimi olmayan, taşeron şirket bünyesinde çalıştırılan işçinin çalışma koşulları ve düşük ücret karşısında doğal olarak ortaya koyduğu ekonomik tepkinin nasıl politikleşebileceğini gösteriyor. Yaşadıklarını anlatan işçilerin AKP’li vekilin bildik hamlelerine karşı verdiği politik cevaplar sadece seçim öncesi halk nezdinde yaşanan politikleşme dalgasının bir tezahürü olarak yorumlanamaz. Seçim geçecek, işçiler maden ocağının dibinde ölümle burun buruna çalışmaya devam edecek. Sendikalı olmak istedikleri için işten çıkarılacaklar. Belki işsizler ordusuna eklenecek, belki de bir taşeron şirkette işe başlayacaklar. Ücretler ihtiyaçlara yetmeyecek. Ama her geçen gün sessizliklerini biraz daha bozacaklar.
E
Bu da taşeron ucubesi
B
İşçi hakkı halkın hakkı Enerji işçilerinin güvencesizleştirmeye karşı mücadelesi tüm İstanbulluları ilgilendiriyor. Bu durum, ‘güvenceli iş’ talebiyle halkın parasız enerji talebini ortak bir zeminde buluşturma olanağı sağlıyor
E
nerji-Sen, hak gasplarına karşı ve çalışma koşullarının düzeltilmesi için iki ay boyunca her cuma İstanbul Taksim’deki BEDAŞ Genel Müdürlüğü binası önünde eylem yaptı. 10 Haziran günü gerçekleştirilen eyleme bir talep daha eklendi: “İşten çıkarılan işçiler geri alınsın” Çünkü BEDAŞ, hiçbir gerekçe göstermeden bünyesindeki taşeron şirketlerde çalışan Enerji-Sen üyesi 26 işçiyi işten çıkardı. Bünyesindeki taşeron şirketlere işçilerin işten çıkarılması için resmi yazı gönderen BEDAŞ, Enerji-Sen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın “Taşeron işçiler BEDAŞ’ın asıl işçileridir” kararını hatırlattığı zaman “Taşeron beni ilgilendirmez” diyor. Elektrik işçisi gerekli güvenlik malzemeleri olmadığı için bir iş kazası geçirdiğinde de BEDAŞ aynı şeyi söylüyor: “Taşeron beni ilgilendirmez” 10 Haziran günü yapılan eylemde BEDAŞ bünyesindeki
taşeron şirketlerde çalışan EnerjiSen üyelerinden işten çıkarılan 26’sı dilekçeler yazdı. Dilekçenin özeti şu şekilde “Neden işten çıkarıldığımı öğrenmek istiyorum. Gereğini…” İşçiler, kendi aralarında seçtikleri bir heyetle dilekçelerini BEDAŞ’a iletti. Heyet BEDAŞ’ın içindeyken dışarıdaki işçiler uzun süre oturma eylemi yaptı. Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal, dilekçeleri ilettiklerini, takip numarası aldıklarını ve sürecin takipçisi olacaklarını söyledi. Böylece EnerjiSen’in beşinci “BEDAŞ eylemi” sona erdi. Eylem sırasında bir elektrik işçisi şu konuşmayı yaptı: “Buradaki polis barikatını nasıl kaldırdıysak, 26 arkadaşımızı da o şekilde işe aldıracağız. Sabit maaş yatırılmasını nasıl sağladıysak, iş güvencemizi de o şekilde kazanacağız.” Yirmili yaşlardaki enerji işçisi 5 haftalık mücadelelerini ve ilerleyen günlerde mücadelenin nasıl süreceğini bu sözlerle özetlemiş oldu. Enerji-Sen, ilk BEDAŞ eylemini yaptığı zaman, taşeron şirketlerde
saldırısına başladı. İşten çıkarmalara rağmen Enerji-Sen’in BEDAŞ önündeki eylemleri giderek daha da kalabalıklaştı. 10 Haziran’daki eyleme BEDAŞ bünyesindeki Sezen Yavuz şirketinde çalışan açmakapama işçileri iş bırakarak katıldı. BEDAŞ 3 SAAT DAYANABİLDİ İşten çıkarılan işçiler 15 Haziran günü Enerji-Sen öncülüğünde BEDAŞ önünde direnişe geçti ve sadece 3 saat sonra BEDAŞ, işçileri işe almak zorunda kaldı. BEDAŞ, işçilerin çalışma koşullarını düzelteceğine dair söz verdi. Enerji işçileri güvenceli iş mücadelesi verirken İstanbulluların da BEDAŞ tarafından hak gasplarına maruz kaldığını anlatıyor. Enerji işçilerinin mücadelesi bu sebeple sadece işçileri değil neredeyse tüm İstanbulluları ilgilendiriyor. Bu durum, bir sosyal hak mücadelesi ile işçilerin güvencesizleştirmeye karşı mücadelesinin ortaklaşacağı zeminleri de yaratıyor.
BEDAŞ’ın oyunlarına gelmeyin Halk›n Sesi, eylemdeki iflçilere ‹stanbullular›n nelere dikkat etmesi gerekti¤ini sordu. ‹flçilerden Mustafa Bozali anlat›yor: “Elektrik borcu geçtikten 5 gün sonra ihbarname geliyor, 10 gün sonra da elektrik kesiliyor. Bu üç fatura oldu¤u zaman BEDAfi sizi icraya veriyor. Bir de avukat paras› al›yor üstüne. Kesme, 15 liradan yukar› faturalar için yap›l›yor. ‹hbarnameler genelde abonelere
ulaflm›yor. Bunun sebebi çal›flan bafl›na çok fazla ihbarname düflmesi ve ihbarnamelerin kap›lara b›rak›ld›ktan sonra uçmas› ya da çocuklar taraf›ndan y›rt›lmas›. Bir di¤er önemli etken ise belediyelerin adresleri güncellememesi, yani çal›flana verilen adresle borcu olan abonenin adresi ço¤u zaman tutmuyor. Abonelerin, faturalar›na bakmalar› gerekiyor. Faturada ‘açma
kesme’ diye bir kalem görünüyorsa hemen sayaca bakmak gerekiyor. Sayaçta yeflil mühür duruyorsa kesme ifllemi yap›lm›fl anlam›na geliyor; ancak mavi mühür sayaçta duruyorsa kesme ifllemi yap›lmam›fl demektir. Bu durumda genel müdürlü¤e “Açma kapama yap›lmad›, mavi mühür üzerinde duruyor ama açma kapama paras› al›yorlar” fleklinde bir dilekçe yazmak gerekiyor.
Bursa’da taşerona suç üstü B
Petrol-İş Tüpraş’ta greve hazırlanıyor T
üpraş'ta 3 bin 337 Petrol-İş üyesi işçiyi kapsayan toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin tıkanması nedeniyle Tüpraş Aliağa, Batman, Kocaeli ve Kırıkkale rafinerilerinde çalışan işçiler 8 Haziran’da 4 saat iş bırakarak Koç Holding’in uzlaşmaz tutumunu protesto etti. Rafineri işçileri öğlene kadar tankerlere dolum yapmayarak satışları durdurdu. Petrol-İş’in talepleri şu şekilde: “Kazanılmış haklarımız korunsun. 4857 sayılı İş Kanunu’ndaki esnek çalışmaya ilişkin hükümler sözleşmede yer almasın. Kamu işletmelerinde taşeron uygulamasına son verilsin. Düşük ücretlerin iyileştirilmesi ve ücret dengesizlikleri ortadan kaldırılsın. İşyerlerinde ilk giriş ücretleri genel ücret seviyesi ile eğitim ve kalifikasyon da dikkate alınarak en düşük memur maaşı da gözetilerek 1.500 liradan aşağı olmasın. Ücret zamları birinci yıl için yüzde 20, ikinci yıl için enflasyon artı 4 puan olsun. Yılbaşındaki ücret seviyeleri yıl sonuna kadar korunsun ve bu konudaki tedbirler alınsın. Çerçeve protokolünde işyeri sorunlarının çözümünü engelleyecek hükümler konulmasın.”
çalışan işçiler sabit maaş alamıyordu. Maaşlarında keyfi kesintiler yapılıyordu. İkinci eyleminin ardından BEDAŞ, enerji işçilerinin maaşlarını sabit bir miktarda yatırmaya başladı, ayrıca geçmiş dönemde keyfi şekilde kestiği paraları da işçilere ödedi. Üçüncü eylemde BEDAŞ, kapısını kapatınca enerji işçileri BEDAŞ’ın önündeki yolu trafiğe kapatarak eylem yaptı. Bir saate yakın süren eylemden sonra emniyet yetkilisi Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal’ı “Bir daha yolu keserseniz sizi gözaltına alırız” şeklinde tehdit etti. Kartal’ın yanıtı basit ve netti: “BEDAŞ o kapıyı açacak” Öyle de oldu. Dördüncü haftada işçiler polis barikatıyla karşılaştıklarında BEDAŞ’ın kapıyı açması yönündeki ısrarlarını sürdürdü ve barikat aşılmış oldu. Enerji-Sen, BEDAŞ önünde BEDAŞ’ın sahte ihbarnameler göndererek abonelerden fazla para kesildiğini, sahte icralarla AKP’li hukuk bürolarına milyon liraların kazandırıldığını anlatırken, BEDAŞ da işten çıkarma
Bursa’da taflerona karfl› hukuki bir baflar› elde eden Sosyal-‹fl ile Metro Grosmarket aras›nda yürütülen toplu ifl sözleflmesi görüflmelerinde anlaflma ç›kmad›. Sosyal-‹fl grev karar› ald›. Grev, Metro’nun 21 ifl yerinde ilan edildi.
ursa Uludağ Üniversitesi’nde iş müfettişlerinin muvazaalı (hileli) anlaşma tespit etmesine üniversite yönetiminin yaptığı itiraz Bursa 3. İş Mahkemesi tarafından 6 Haziran günü reddedildi. Çalışma Bakanlığı, Sosyal İş’in girişimiyle Uludağ Üniversitesi’ndeki taşeron uygulamasının yasa dışı olduğu ve taşeron şirketlerde çalıştırılan 680 işçinin, işe girdiği andan itibaren asıl işvereninin üniversite olduğu tescillenmiş oldu. Uludağ Üniversitesi’ndeki taşeron şirketlerde çalışan işçilerin asıl işvereninin üniversite olduğunu tespit eden Bursa 3. İş Mahkemesi, taşeron
şirket tarafından ‘Temizlik ihalesi’ ile alınan işçilerin üniversite bünyesindeki neredeyse tüm bölümlerde kadrolu memurlarla aynı işleri yaptıklarını da raporunda belirtti. Mahkeme, temizlik işleri dışında çalıştırılan işçilerin ne yaptıkları ve nerede çalıştıkları konusunda taşeron şirketin bilgisinin olmadığını saptadı. Bunların yanı sıra, taşeron şirket işçilerine yapacakları görevlerin bölüm başkanları, fakülte sekreterleri ve dekanlar tarafından verildiği, hatta zaman zaman bu işçilerin görev yerlerinin idare tarafından da değiştirildiği de mahkeme raporunda yer aldı.
Sayaç okumac› kap›ya geldi¤inde kap› aç›lmad›¤›nda sayaç okumas› yap›lam›yor. Kesmeye gelindi¤inde de kesme ifllemi yap›lmazsa ‘Abone engel’ yaz›l›yor ve kesme ifllemi faturaya yans›mam›fl oluyor. Mühürü koparmak bazen tehlikeli olabiliyor. Mühürle birlikte vidalar›n da ç›kar›lmas› gerekiyor. Ç›kar›lan vidalar tam olarak s›k›lmad›¤›nda elektrik panosu yan›yor.”
Tüm çalışanlar kadroya geçirilsin A
KP’nin kanun hükmünde kararname ile bazı 4/B’lilerin kadroya alınacağını açıklamasının ardından kamu emekçileri, “tüm çalışanlara kadro” talebiyle eylemler yaptı. Tüm Bel-Sen, kanun hükmünde kararnameye yerel yönetimlerde çalışan sözleşmeli kamu emekçilerinin dahil edilmemesine karşı 7 Haziran günü başbakanlığa faks gönderdi. Çaycuma Eğitim-Sen, 4/C’lilerin de kadroya alınmasıyla ilgili 8 Haziran günü Başbakan Erdoğan’a mektup gönderdi. BES üyesi adliye çalışanları, çalışma koşullarının düzeltilmesi ve tüm çalışanların kadroya alınması talebiyle 10 Haziran’da bir eylem yaparken 4/C’li TÜİK çalışanları da çalışanlar arasında ayrı statülerin uygulanmasına karşı 10 Haziran günü TÜİK İstanbul Bölge Müdürlüğü önünde eylem yaptı. Ücretli öğretmenler, sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilip kendilerin geçirilmemesine karşı okul müdürlüklerine dilekçe yazdı.
aşbakan Erdoğan'ın ‘ucube’ dediği İnsanlık Anıtı’nın yıkımını yapan işçiler iş bıraktı. Nisan ayında başlatılan ve şimdiye kadar 17 parçası kesilen anıtta çalışan işçiler, paralarını alamadıkları için bitime 2 parça kala iş bıraktılar. Kars Belediyesi’nin açtığı ihaleyle işi 272 bin liraya Avşin İnşaat almıştı. AKP'li Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş 172 bin lirayı ödediklerini, geri kalan bedeli kaldırma işlemi gerçekleşince ödeyeceklerini iddia etti.
Tekel işçisine destek yargılanıyor
T
ekel işçilerinin 1 Nisan 2010 tarihinde Ankara’da yaptıkları eyleme destek veren 111 kişiye açılan davanın ilk duruşması 3 Haziran günü Ankara Adliyesi’nde görüldü. Yüzlerce emekçi ve demokratik kitle örgütü temsilcisi Ankara Adliyesi önünde “Tekel işçilerinin mücadelesi onurumuzdur” diyerek bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Duruşmaya gelmeyenlerin ifadelerinin bulundukları illerden alınması ve eksikliklerin tamamlanması için dava 14 Ekim’e ertelendi.
‘Taşeronu gömmeye geldik’
T
aşeron İşçileri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği, 7 Haziran günü İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yürüyüş gerçekleştirdi. Hekimlerin de destek verdiği eylemde işçiler, “Yıllık ücretli izin hakkımı istiyorum”, “Kıdem tazminatı hakkımızdır”, “Kadrolu çalışmak istiyorum” yazılı dövizleri ve üzerinde “Taşeron sistemini tarihe gömmeye geldik” yazan bir tabutu yürüyüş boyunca taşıdılar, bazı işçilerse kefen giydi.
9
EMEK 17 Haziran 2011 / 30 Haziran 2011
Halk›n Sesi
Bat›gül Tunç kazand›
B
uca Belediyesi'nde işten çıkarıldıktan sonra direnişe geçen ve Ankara’da CHP Genel Merkezi'ne yürümek isterken polis saldırısına maruz kalan taşeron işçi Batıgül Tunç 84 günlük mücadelesini kazandı. Tunç, 4 Haziran günü İzmir’deki Balçova Belediyesi’nde işe alındı. CHP’li İzmir Buca Belediyesi'nde taşerona karşı çıktıkları ve sendikalaşmak istedikleri için işten çıkarılan 6
Deste¤e bak çay demle
kişiden Batıgül Tunç tek başına direnişe geçmişti. Buca Belediyesi ve CHP İzmir il binası önünde eylemler yapan Tunç, ardından Ankara'ya gelerek CHP Genel Merkezi'ne yürümek istemişti. Ankara polisi ise Batıgül Tunç’a ve arkadaşlarına saldırmış, olaylar sonucunda 15 kişi gözaltına alınmıştı. Tunç daha önce de Buca Belediyesi önünde işten çıkarılan 7 arkadaşıyla birlikte direnmişti.
H
ükümet çaya 1.10 lira verdi. Üretici “Bu paraya çayı fabrikaya vereceğimize sokağa atarız daha iyi” dedi. Tarım ve Köy İşleri Bakanı Mehdi Eker, 2011 yılı yaş çay alım fiyatını, taban fiyat 98 kuruş, destekleme primi de 12 kuruş olmak üzere 1,10 lira olarak açıkladı. Emeğinin karşılığını bu yıl da alamayan çay üreticisi bu fiyata tepkisini çayı sokağa dökerek gösterdi.
Patronlar ne istiyor? İ
stanbul Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği Başkanı İsmail Gülle, yeni Yargıtay Başkanı Nazım Kaynak’a bir mektup yazarak iş mahkemelerinde açılan davaların neredeyse tamamında işverenin kaybetmesi konusundaki rahatsızlıklarını dile getirdi. Gülle, rahatsızlığını şu cümleyle ifade etti: “Haksızsak elbette hukuka saygı duyacağız. Ancak neredeyse tamamen haklı olduğumuz davalarda bile kaybediyoruz. Yalnızca bilirkişi raporlarına dayanılarak hüküm verilmesinden rahatsızız.” Bir de örnek verdi Gülle… “Gece bekçisini televizyon izlerken yakaladık. İşten çıkardık. Bilirkişi yine bizi haksız buldu.” Gülle’nin mektubunda ‘ekonomik büyüme övgüsü’ ve “Böyle giderse 3-4 yıl içinde dışarıdan işçi ithal edecek noktaya ulaşacağız” açıklamaları da yer aldı. Gülle’ye göre tekstil sektörü giderek büyüyor, ancak bu büyüme 2009 yılında “kriz ve ekonomik sıkıntılar” gerekçe gösterilerek işten çıkarılan işçileri tekrar işe aldıramıyor. Gülle’ye göre sektör büyüdükçe işçilerin daha da ucuza çalıştırılması ve patronların istedikleri gibi işçileri işten çıkarmaları
Tekstil patronu, sektörün büyüdüğünü mutluluk içinde anlatıyor, ama bir sıkıntıları var. İşe iade davaları pek istedikleri gibi sonuçlanmıyormuş
‹smial Gülle doğal. O işçinin hakkını araması hatta mahkemenin işe iade kararı vermesi ise hayret verici. GÜLLE DAHA NE İSTİYOR? Komik sayılabilecek bahanelerle işten çıkarılan milyonlarca tekstil
işçisinden biri Mazlum Balkı. Balkı, 2 Şubat günü İstanbul’daki Altınbaş tekstil fabrikasında “yemek ve çay molası dışında tuvalete gittiği” gerekçesiyle işten çıkarıldı. Diğer sektörlerde olduğu gibi
tekstilde de patronlar baskı ve tehditle “Tüm haklarımdan vazgeçiyorum” yazılı kağıtları işçilere imzalatarak işten çıkarıyor. Bu uygulamaya direnen işçileri de çeşitli bahaneler bularak işten çıkarıyor.
Tekstil patronlarının en büyük rahatsızlıklarından biri de sendikalar. 15 Ağustos 2010 tarihinde İstanbul ve Bartın’da bulunan Rimaks kot fabrikasında işçiler TEKSİF’e üye oldukları için işten çıkarılmıştı. Patronun bahanesi ise “performans eksikliği” oldu. Rimaks kot fabrikalarında “performans eksikliği” sebebiyle işten çıkarılan 115 işçinin TEKSİF üyesi olması tesadüf olmasa gerek. Bu uygulamalarla en çok karşılaşan Tekstil-Sen üyeleri haklarını aradıkları için defalarca patronun ya da patronun parayla tuttuğu kişilerin saldırılarına maruz kaldılar. Performans eksikliği bahanesinin yerini kriz dönemlerinde “Ekonomik sıkıntılar” bahanesi almıştı. Binlerce tekstil patronu hiçbir gerekçe göstermeden on binlerce işçiyi işten çıkarmış, atölyedeki makineleri ise kaçırmıştı. “Ekonomik sıkıntı” gerekçesi ise patron malları kaçırmasın diye atölye önünde direnişe geçen işçilere uydurulan bir yalandı. “İşe geri dönmek” veya “kıdem tazminatının ödenmesi”, 2009-2011 yılları arasında tekstil sektöründeki işçi direnişlerinin ana talebi oldu.
Dört aylık umut, çağrı merkezleri T
ez Koop-İş, 8 Haziran günü İstanbul’da Büyükdere Caddesi üzerinde bulunan Burger King’in önünde bir eylem yaptı. Eylemin sebebi, Burger King’in çağrı merkezinde çalışan 4 Tez Koop-İş üyesinin keyfi bir şekilde işten çıkarılmasıydı. Tez Koop-İş, Burger King’in, sendikalı işçilere tahammül edemediğini ve 23 Mayıs günü 4 işçiyi sendikalı oldukları için işten çıkardığını söyledi. Burger King gibi gıda tekellerinin sendika düşmanlığı yıllardır biliniyor. Aynı düşmanlık bu sefer çağrı merkezi bölümünde de ortaya çıktı. Çağrı merkezleri, AKP’nin ulusal istihdam stratejisinde önüne koyduğu güvencesizleştirme hamlesinin önemli bir parçası. Büyük telekomünikasyon şirketlerinin Anadolu’daki kentlerde kurduğu çağrı merkezlerinin açılışlarında boy gösteren AKP’li bakanlar çağrı merkezlerini
‘işsizliğe çözüm’ olarak sunmuştu. Çağrı Merkezi Çalışanları Derneği ise çağrı merkezlerinin emeği ucuzlaştırdığını ve güvencesiz çalıştırmayı yaygınlaştırdığını söylüyor. Dernek başkanı Gözde Duranay, bir insanın çağrı merkezinde ortalama 4 ay çalışabildiğini ifade ediyor. Çağrı merkezi çalışanlarının Türkiye’deki yasalara göre tanımlanmış belli bir iş kolu yok. Bu yüzden çalışanlar, hangi işkoluna ait işletmenin çağrı merkezinde çalışıyorlarsa o işyerinin bulunduğu işkolunda bir sendikada örgütlenebiliyorlar. Anadolu’da açılan çağrı merkezlerinde de benzer bir durum yaşanıyor. Sendikanın olmadığı çağrı merkezleri açıldığı ilk günlerde, birçok işsize iş imkanı sunuyor. Fakat bir insan çağrı merkezinin insanlık dışı çalışma koşullarına bir yıldan fazla dayanamıyor. Düzce’de açılan bir çağrı merkezinde
Samsun direnişi Ankara’nın göbeğinde 26 Ocak’tan bu yana direnifllerini sürdüren Dev Sa¤l›k-‹fl üyesi iflçileri Samsun’da bilmeyen yok. ‹flçiler, hastane bahçesine direnifl çad›r›n› açt›klar› ilk günlerde, hasta ve hasta yak›nlar›n›n garip sorular›yla karfl›laflt›lar: Çay veriyor musunuz, emanet kabul ediyor musunuz, çad›r› kaça sat›yorsunuz, gibi… ‹flçiler direniflleri boyunca polis bask›s›yla s›k s›k karfl›laflt›. Son olarak 2 Haziran günü polis, iflçileri hastanenin içinde adeta hapsetti. Baflbakan Erdo¤an’›n kentte miting yapmas› gerekçesiyle polisler iflçileri sabah 07.00’den akflam 20.00’a kadar hastaneden ç›karmad›. Polis, “Neden?”
sorusuna flu yan›t› verdi: “Yukar›dan emir ald›k, böyle yapmam›z gerekiyor.” Devrimci Sa¤l›k-‹fl Samsun Temsilcisi o günü anlat›yor: “Hiçbir flekilde eve gidemedim. Polis, tuvalete bile bizle beraber geldi. Baflbakan kentten ayr›ld›ktan sonra hastanedeki polis ablukas› kalkt›. Biz de Samsun sokaklar›nda özgürce dolaflt›k.” Ayn› gün, polisin ablukas›n› yaran bir iflçi Baflbakan›n geçece¤i yolda bir köprünün üzerine “‹flimizi geri istiyoruz” yaz›l› pankart ast›. Polisler, iflçiyi gözalt›na ald›. Sonraki gün pankart› isteyen iflçilere, polis pankartta “suç unsuru” arad›klar›n› ve daha sonra gelmeleri gerekti¤ini söyledi.
Direnifli 26 Ocak’tan bu yana hastane bahçesinde sürdüren iflçilerden Cemalettin Kömpe, Devrimci Sa¤l›k-‹fl Samsun Temsilcisi Yüksel Arslan 3 Haziran’da Samsun’dan bafllatt›klar› yürüyüflü 6 Haziran’da Ankara’da Sa¤l›k Bakanl› önünde sonland›rd›. Bakanl›k önünde bas›n aç›klamas› yapan iflçiler seslerini K›z›lay Meydan›’na tafl›d›. Taleplerinin yaz›l› oldu¤u pankartlarla K›z›lay Meydan›’nda yolun ortas›na yatan iflçiler “‹flimizi geri istiyoruz” slogan›n› att›. ‹flçiler polis taraf›ndan gözalt›na al›nd›.
çalışan işçilerden Anıl anlatıyor: “Asgari ücrete çalıştırıyorlar, üstelik ücretsiz izin aldığınızda aldığınız 1 günlük izne 2 günlük ücret kesintisi yapıyorlar. Vardiyalı sistemde çalışıyoruz. Patron her gün bizi mesai planlamasına zorunlu bırakıyor. İşe başlamadan 6 aylık sözleşme imzalatıp zorla çalıştırıyorlar. 6 aydan önce işten ayrılırsak 1.700 TL para istiyorlar. 1 saatlik mola hakkımızı istediğimiz zaman ya da bunaldığımız zaman izin kullandırtmıyorlar. Aynı askerlik gibi sıraya yazıyorlar öyle molaya çıkıyorsunuz.” Anıl sözlerinin devamında çağrı merkezinin Düzce’de işçi çalıştırmak için çağrı merkezinin işsizlere sunduğu vaatleri anlatıyor: “Prim vaat ediyorlar. Ben 8 aydır çalışıyorum, 3 ay prim alabildim. İlk girdiğinde 2 ay prim zaten vermiyorlar, sonraki aylarda bir sürü bahaneler bulup primini sıfırlıyorlar.”
Bursa’da eylem Devrimci Sa¤l›k-‹fl’in Adana Balcal›’daki kazan›m›n›n ard›ndan Devrimci Sa¤l›k-‹fl’in örgütlü oldu¤u hastanelerde tafleron sa¤l›k iflçileri önceki y›llarda Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤›’n›n tespit etti¤i “Tafleron iflçiler hastanenin as›l iflçileridir” karar›n› uygulatmak için mücadele ediyor. Bursa’da Uluda¤ Üniversitesi T›p Fakültesi Hastanesi’nde Devrimci Sa¤l›k‹fl, 2009’da mahkeme taraf›ndan al›nan ve tafleron iflçilerin hastanenin as›l iflçileri oldu¤unu belirten karar›n uygulanmas› için 8 Haziran’da baflhekimle görüfltü. Görüflmede Baflhekimli¤in yeni bir hizmet al›m› ihalesine haz›rland›¤›n› ö¤renen Devrimci Sa¤l›k-‹fl, 9 Haziran günü ifl b›rakt›. Eylem s›ras›nda hastaneye gelen baflhekim iflçilerle 16 Haziran’da bir görüflme yap›laca¤›na dair söz verdi.
Rize’nin Ardeşen İlçesi’ndeki çay üreticileri 1.10 liralık destekleme priminin açıklanmasının ardından 3 Haziran günü eylem yaptı. “Ardeşenli çayına sahip çık” yazan dövizleri arabalarına asan çay üreticileri araçlarla ilçeyi dolaştıktan sonra meydanda toplandılar. Yanlarında getirdikleri çayı sokağa döktüler. Üreticiler çayı sokağa döktükten sonra bir basın açıklaması yaptı.
Seçim bitti ürkiye İstatistik Kurumu’nun 28 Şubat 2011 tarihinde yayınladığı istatistiklere göre 2009 yılı gelir dağılımında en zengin yüzde 20’lik nüfus toplam gelirden yüzde 47,6 pay alırken en düşük gelirli yüzde 20’lik grup yüzde 5,6 pay almaktadır. Yani bütün bir millet olarak ürettiğimiz gelirin neredeyse yarısına yüzde 20’lik bir zengin grup sahip olmaktadır. En zenginle en fakir arasındaki fark 8,5 kattır. Aynı oran, 2005’te 7,3 idi. Yani AKP zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapmaya devam ediyor, tıpkı kendisinden önceki hükümetlerde olduğu gibi.
T
*** Bu açıdan baktığımızda AKP’nin sistemi yönetiş biçiminde bir değişiklik yok. Her şey kapitalist düzenin kendi kuralları içerisinde yürüyor. Ancak AKP bir taraftan emeksermaye ilişkilerinde sermayenin egemenliğini giderek artırırken diğer taraftan üretim sürecinde yalnız bıraktığı emekçiyi ve ailelerini yaşam alanlarında yakalamaya Tufan çalışıyor. Sertlek Seçim sonuçları açıkça göstermiştir ki; çok iyi organize Dev Sa¤l›k-‹fl olduğunu kabul etmemiz Yönetim Kurulu gereken bir teşkilat yapısı ve Üyesi çalışma azmiyle üretim süreçlerinde terk ettiği insanları başka bir yerde ve başka bir düzlemde yakalayarak kendi hegemonyasını kabul ettiriyor. Bu hegemonyanın kurulmasında çok iyi organize edilmiş bir maddi yardımlaşma, paylaşım ilişkisi ve toplumun geleneksel düşünce sistemlerine seslenen dinselmuhafazakar bir ideolojik söylem ve iddianın etkisi belirleyici olsa gerek. Yoksa hiçbir toplumsal hareket ideolojik ruhu olmadan bu kadar etkili bir şekilde varlığını sürdüremez. *** Bu mealde 2011 seçimlerinin iki galibi vardır. Birisi 9 yıllık iktidarının ardından yapılan bir seçimi oylarını arttırarak kazanan AKP diğeri ise Kürtlerin yıllardır uğradığı haksızlıkları bıkmadan usanmadan dile getiren ve mücadelesini sürdüren Kürt hareketidir. İkisinin de ortak özelliği harekete geçirdikleri kitlelere gerçekleşebilir bir iddiayı ve bu iddianın ideolojik ruhunu sahiplendirebilmeleridir. Kürt hareketi bir halkın yok sayılmasına karşı varlığını ispat mücadelesine sahip çıkarken AKP’nin (cemaat-tarikat vs. güçlendirmesiyle) seslendiği milyonlarca insan; herkesin kendi meşrebince etkilendiği İslami-muhafazakar-geleneksel söylemin etkisi altına girerek kendisini “muhalif” bir siyasal eylemin öznesi gibi hissederek siyasallaşmaktadır. Bu anlamıyla kendisini güvencesiz çalışmaya mahkum eden AKP’ye oy veren işçiye ya da siyanürlü maden aranmasına göz yumarak toprağını-suyunu zehirleyen AKP’ye oy veren Kütahyalı köylüye kızarak bir yere varılamayacağı çok açıktır. Çünkü onlar hayatla ilişkilerini bizim çok önemsediğimiz ve onların da önemsemesini istediğimiz bir düzlemden kurmuyorlar, kurmak zorunda olmadıklarını bu seçim sonuçlarıyla bir kez daha gösterdiler. *** Çok açık ki, seçim sonucu antikapitalist mücadeleyi sürdürmek isteyenler için son derece zorlu bir tablo ortaya çıkarmıştır. Toplumun bütün kılcal damarlarına kadar örgütlenmiş ve iyi işleyen bir organizmanın toplumu yönetme aracı haline gelmesi kapitalist düzen karşıtı güçlerin geleneksel söylem ve hareket tarzıyla ilerleyebilecekleri bir yol olmadığını gösteriyor. Yeni bir yolun açılması ezilen, haksızlığa uğrayan toplumsal kesimlerin büyük bir cesaretle iktidarın karşısına sokakta çıkabilmesinden geçiyor. Bu kesimlerin talepleri için iş sokağa çıkmaya geldiğinde “Ben oyumu AKP’ye verdim o yüzden sokağa çıkmam” demediğini biliyoruz. Bu nedenle AKP’nin ezberinin bozulduğu tek yer sokaktır ve maalesef rejim muhaliflerinin eksik olduğu en önemli unsur da sokağın ruhunun olmamasıdır. *** Mücadelenin ruhu ona manasını katar, gündelik çıkarı değil tarihsel iddiayı dile getirir. Ruhu olmayan bir mücadelenin kitleleri sarıp sarmalaması ve onları aşkla ayağa kaldırması mümkün değildir. Mücadelenin ruhu da bedeni de birbirini besleyip büyütür, yeter ki bunun farkında olalım. Zaten hayat da bizi buna çağırıyor. Seçim bitti, hayat devam ediyor.
10
KİBELE 17 Haziran 2011 / 30 Haziran 2011
Halk›n Sesi
Hopa’da yaflananlar üzerine
Kadınlar her yerde
rtvin Hopa’da toprağına, suyuna, deresine sahip çıkmak için uzun bir süredir hidroelektrik santrallere (HES) karşı yürütülen bir mücadele vardı. Orada yaşayan halk hükümetin HES projelerine oldukça tepkiliydi. 31 Mayıs günü miting yapmak üzere Hopa’ya gelen Başbakan’a taleplerini dile getirmek ve tepkilerini ortaya koymak için Hopa halkı bir protesto eylemi yapmak istedi. Bunun üzerine polis yoğun gaz kullandı ve emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun ölümüne sebep oldu. Daha sonra Metin Lokumcu’nun ölümü başta Ankara ve İstanbul olmak üzere ülkenin her yerinde tepki ve protesto eylemlerine dönüştü. Yoğun gaz kullanıldı ve insanlar gözaltına alındı. Başkent Ankara’da yapılan protesto eylemine polis saldırdı. Çok sayıda kişi gözaltına alındı. Polisin Halkevci eylem bittikten sonra pusu Kadınlar kurarak yakaladığı ve ağır şekilde yaraladığı Halkevleri Merkez Yürütme Kurulu üyesi Dilşat Aktaş’ın kalça kemiği kırıldı; 6 ay iş göremez raporu aldı ve daha uzun süre hastanede yatcak. Başbakan bununla da yetinmeyip kadın düşmanlığını, cinsiyetçiliği tetikler şekilde “Kız mıdır kadın mıdır” sözleriyle Dilşat’a ve onun nezdinde mücadele eden tüm kadınlara saldırmaya devam etti.
A
Hükümet tacizi- şiddeti- işkenceyi kadın bedeni üzerinden meşrulaştırıyor! Ankara’da yaşanan durum bununla sınırlı kalmadı. Sistematik ve kasıtlı şekilde saldırılar devam etti. Gözaltındaki arkadaşlarımız İnsanlık dışı uygulamalara maruz kaldılar. Gözaltı sırasında polis, fiziksel, psikolojik işkence uyguladı. Tüm bunların yanında özellikle kadınlar fiziksel ve sözlü her türlü tacize maruz kaldılar. Hükümet tarafından kadınlar hedef gösteriliyor. Yaşanan bu olayların ardından yetkililer görevlerini yerine getirmiyor, durumu görmezden geliyor, soruşturma açmıyor. Suçluları aklayıcı bir tutum sergiliyor. Tacizciler, istismarcılar, işkenceciler bu durumdan güç alıyor. Mücadele eden kadınlara dönük aşağılayıcı bir saldırı yaşanıyor. *** Türkiye’de kadın düşmanlığı özellikle hükümet eliyle sürdürülüyor. Kadına dönük şiddet her geçen gün daha da artıyor. Her gün en az 5 kadın öldürülüyor. AKP’nin 9 yıllık iktidarı boyunca kadına şiddet %1400 arttı. Başbakan ise önlem almak yerine muhafazakar, gerici, cinsiyetçi açıklamalarına devam ediyor. Gazetecilere, aydınlara, köşe yazarlarına, ırkçı açıklamalarına karşı çıkanlara saldırıyor. Kadın düşmanlığını besliyor. Ses çıkaran bütün kadınları hedef gösteriyor. “Kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum” diyor, kadınlar için tek seçenek “evlilik ve anneliktir” diyor, “üç çocuk doğurun” diyor. “Kota isteyen Ruanda’ya gitsin” diyor. Kadınların yüzyıllardır mücadeleyle kazandıkları haklarını yok sayıyor. *** Kadınların bedenlerini, emeklerini ve kimliklerini değersizleştiriyor, Kadın-erkek eşitsizliğini derinleştiriyor, Kadınları ikinci sınıf insanlar ve ikinci sınıf yurttaşlar haline getiriyor. Tüm tepkilere rağmen Başbakan, “Biz muhafazakâr demokrat bir partiyiz. Bizim için aile önemli” diyerek, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nı kapattı. Yerine Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı kurulacağını açıkladı. Toplumun insanca yaşam koşullarını yok eden hükümet, kadınları erkeklerin, patronların, cemaatlerin itaatkâr köleleri haline getirerek yağma ve soygun düzenini devam ettirmeyi hedefliyor. *** Biz Türkiye’de yaşayan, muhalif kadınlar olarak ülkemizin ve dünyanın, gazeteci, yazar, sanatçı, örgüt yöneticisi kısacası güç ve olanak sahibi tüm kadınlarını, AKP’nin ve Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kadın düşmanlığına karşı ACİL OLARAK ses çıkarmaya, tutum almaya çağırıyoruz!
Kadının adı hükümetten silindi R
ecep Tayyip Erdoğan, genel seçimler öncesinde, ‘ustalık dönemi’ne ilişkin kadın düşmanlığı siyaseti hakkında tüyolar verdi. Erdoğan yaptığı açıklama ile 8 devlet bakanlığının kaldırıldığını duyurdu. Bu bakanlıkların arasında Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlık da yer alıyor. Bakanlığın ismi değiştirilerek, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yapıldı. Buna göre yeni dönem hükümetinde,
kadınların mücadelesi sonucu elde edilmiş Kadın Bakanlığı olmayacak. Bu değişikliği protesto eden Ankaralı Halkevci Kadınlar 9 Haziran’da Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. AKP’nin Kadın erkek eşitliğini sağlamakla görevli mekanizmaları yok etmeye çalıştığını belirten Halkevci kadınlar değişikliğe itiraz etti.
Panzerin üstünde, sokakta, meydanda Başbakan Erdoğan Dilşat Aktaş hakkında “Bir tane kız mıdır kadın mıdır bilemem. Meydanlar boş değil” derken kadınlar da: “Panzerin üstünde, derenin başında KADINlar her yerde!” diyerek meydanlardaydı
H
opa’daki polis terörünün ardından, öldürülen Metin Lokumcu’ya, derelerin ve doğanın savunulması mücadelesine sahip çıkmak için sokağa dökülen Ankara muhalefeti polisin sert müdahalesi ile karşılaştı. Halkevleri MYK üyesi Dilşat Aktaş’ın kalça kemiği bu müdahaleler sırasında kırıldı. Aktaş’ın panzerin üstünde AKP’ye ve polis şiddetine karşı tepkisini gösterdiği sırada çekilmiş fotoğrafı hem Hopa sonrası yaşanan olayların hem kadınların simgesi oldu. Çünkü bu fotoğraf aynı zamanda, “kadınların özgürlüğüne giden yol”un bir fotoğrafıydı. Halkevleri MYK üyesi Dilşat Aktaş, 1 Mayıs öncesinde yayımladığımız Halkın Sesi’nde yine bu sayfada bir köşe yazısıyla kadınları 1 Mayıs alanına şu sözlerle davet ediyordu: “Özgürlüğe giden yol, kadının politik bir özne olarak kendini var ettiği mücadele alanlarından geçer. Ve bu mücadele alanları kadınları bir adım öne çıkarırken tüm insanlığın kaderinde ortak ilerlemeler sağlar. Onun için 1 Mayıs’ta kadınlar yürüyecek!” Aktaş’ın polis tarafından kalçasının kırılmasının ardından, sol örgütler tarafından büyük tepki geldi. Aktaş’a ülkenin dört bir yanında kadınların sahip çıkmasının ve yapılan eylemlerin başka bir anlamı daha vardı. Kadınlar, Dilşat Aktaş’a; Erdoğan’ın hakkında “Kız mıdır kadın mıdır bilemem” sözlerini söylemeden dahi, ona ve bu bakış açısına karşı da panzerin üstünde olduğunu bildikleri için bir kez daha sahip çıkıyorlardı.
Aktaş ile ilgili “Bir polis panzerine tırmanan bir tane kız mıdır, kadın mıdır bilemem. Neymiş Hopa'nın hesabını sormaya geliyorlarmış. Bu ülkenin meydanları boş değil!” ifadelerini kullanan Tayyip Erdoğan’a tepkiler gecikmedi. İstanbul’da, Ankara’da, Konya’da, Bursa’da, İzmir’de kadın örgütleri, kitle örgütlerinden kadınlar sokaklara çıktı “Hepimiz Dilşat’ız, hepimiz kadınız” dedi. KADINLAR AKTAfi’A SAH‹P ÇIKTI 4 Haziran’da İstanbul Galatasaray Meydanı’nda gerçekleştirilen eylemde, kadınların öfkeleri yüzlerinden okunuyordu. Eylemde “Derenin başında, panzerin üstünde, kadınlar her yerde”, “Her yer Hopa, hepimiz kadınız”, “Cinsiyetçi başbakan istemiyoruz”, “Hepimz Dilşat’ız, hepimiz kadınız” sloganları atıldı. Eyleme Halkevci Kadınlar, Üniversiteli Kadın Kolektifi, İmece Kadın Dayanışma Derneği, Sosyalist Feminist Kolektif, TKP Emekçi Kadın Bürosu, Devrimci İşçi Partisi’nden Kadınlar, ÖDP’li Kadınlar, Emep’li Kadınlar,
Dilflat Aktafl
DİSK İstanbul Kadın Komisyonu, Devrimci Sağlık İş Sendikası’ndan kadınlar, DİSK Emekli Sen 3 Nolu Şube’den Kadınlar, Sosyalist Kadın Meclisi, EHP’li Kadınlar, KESK’li Kadınlar katıldı. Eylemde pek çok kadın Dilşat Aktaş panzer üzerindeyken çekilmiş fotoğrafı taşıdı. Eylemde yapılan konuşmalar, Erdoğan’ın yalnız Dilşat Aktaş’a değil, eşitlik ve özgürlük mücadelesi veren tüm kadınlara saldırdığının altını çizdi. Kadınlar adına basın açıklamasını yapan Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, konuşmasına “Kadın düşmanlarına karşı sokaktayız, Dilşat’a sahip çıkıyoruz” diyerek başladı. Erdoğan’ın “Meydanlar boş değil” sözüne de değinen Birol, “Evet, bu meydanlar boş değil. Bu meydanları sizin gibi halk düşmanlarına, kadın düşmanlarına bırakmayacağız” dedi. BU SALDIRANI TANIYORUZ Birol basın açıklamasında, “Bu kadın düşmanı yüz bizim için yabancı değil. Günde 5 kadının öldürüldüğü ve son 7 yılda kadına yönelik şiddetin %1400 arttığı bir ülkede ‘medya olayları abartıyor’ diyen, ‘kadın erkek eşitliğine inanmıyorum’ diyen bir başbakanın ve aynı zihniyeti paylaşan kadın düşmanlarının kendilerine dönük en ufak bir karşı çıkışta halka saldırırken kadınları hedef göstermesinden, kendi iki yüzlü ahlak anlayışlarını topluma dikte etmeye çalışmalarından daha doğal bir şey olamaz.” Kadın düşmanlarına karşı meydanlarda, sokaklarda, barikatın önünde kadınlar olarak daha önce de vardık,
şimdi de varız, var olacağız” dedi. Basın açıklamasının ardından katılımcı örgütler adına birer konuşma yapıldı. KESK Genel Başkanı Döndü Taka, Aktaş’a geçmiş olsun dileklerini ifade ettikten sonra Erdoğan’ın kendisinin politikalarını eleştirdiği için Nuray Mert hakkında namert dediğini de hatırlatarak başbakanın hayasızlaştığını söyledi. Sosyalist Kadın Meclisleri adına yapılan açıklamada, ESP İstanbul İl Temsilcisi Tuba Gümüş tehlikeli gördükleri gerekçesiyle Hopa’da şiddet uygulayanlar hakkında suç duyurusunda bulunulacağı belirtti. “Kadınların eşitlik, özgürlük mücadelesi devam edecek. Korkmaya devam etsinler” sözleriyle konuşma sona erdi. D‹LfiATLAR PANZER‹N ÜZER‹NDE OLACAK ÖDP’li Kadınlar adına konuşan Deniz Özlem Bilgili Dilşat Aktaş’a geçmiş olsun dileklerini gönderdikten sonra “Kadın düşmanlarına karşı ayakkabılarımızı, yumurtalarımızı atmaya devam edeceğiz” dedi. Bilgili, Hopa’daki kadın dayanışması ve direnişini selamladıklarını belirttiği konuşmasında, “Dilşatlar, Ayşeler, Fatmalar panzerlerin üstünde olmaya devam edecek” dedi. Sosyalist Feminist Kolektif adına yapılan açıklamada “O konuştukça bize yönelik şiddet artıyor. Dilşat’a geçmiş olsun diyoruz ve başbakan konuştukça hepimizin başına Dilşat’ın başına gelenlerin geleceğini biliyoruz” denildi. İstanbul’da başlatılan kadın eylemleri ülkenin dört bir yanına yayıldı.
Ev işçilerinin sendikası var Ev ‹flçileri Dayan›flma Sendikas› Giriflimi 15 Haziran’da sendikas›n› kurdu. Uzun zamand›r “Köle de¤il, ev iflçisiyiz”, “Ev iflçisiyiz, toz bezi de¤iliz” sloganlar› ile örgütlenme çal›flmalar› yürüten ev iflçileri, mesleklerinin ifl yasas› kapsam›na al›nmamas›ndan ötürü sendikalaflma yolunda yasal engellerle karfl›lafl›yorlard›. Engellere ra¤men kad›nlar, ‹stanbul Valili¤i’ndeki dernekler masas›na sendika kurulufl bildirgesini verdiler. Kad›nlar›n
daha önceden yapt›¤› dayan›flma ça¤r›s›, kurulufl ilan›n›n yap›ld›¤› gün karfl›l›¤›n› buldu. Ev iflleri, yafll› ve hasta
bak›m› gibi ifllerde çal›flan kad›nlar›n sendika mücadelelerine çeflitli kitle örgütlerinden kad›nlar destek oldu.
Sendika ad›na bas›n aç›klamas›n› okuyan Hatice Çiftçi, Çal›flma Bakanl›¤›'n›n teflvik etti¤i özel istihdam bürolar›n›n kay›ts›z ve kurals›z çal›flman›n as›l kayna¤› oldu¤unu söyledi. Devletin ev iflçileri ile ilgili hiçbir düzenlemeye gitmedi¤ini söyleyen Çiftçi, bu nedenlerle ev iflçisi kad›nlar›n karfl›laflt›klar› taciz ve tecavüz olaylar›na da ses ç›karamad›¤›n› belirtti. Çiftçi bas›n aç›klamas›n›, tecavüze u¤rayan, öldürülen ev iflçisi kad›nlar›n hayatlar›n› anlatarak sonland›rd›.
‹ZM‹R: ‘KADINLAR HER YERDE’ Polis saldırısı sonucu yaralanan Halkevleri MYK üyesi Dilşat Aktaş için İzmir’de bir eylem düzenleyen kadınlar, “Hepimiz Dilşat’ız hepimiz kadınız” dediler. İzmir Kadın Platformu bileşenleri 6 Haziran’da Konak YKM önünde toplandı. Panzerin üstünde sokaklarda kadınlar her yerde” pankartını taşıyan kadınlar Kemeraltı girişine yürüdü. Platform adına basın açıklamasını okuyan Didem Tosun; “İktidarın kadın düşmanı yüzü yaşanan bu son olayla bir kez daha kendini göstermiştir” dedi. Tosun son olarak kadın dayanışmasını büyüteceklerini belirtti. KONYA: ‘D‹LfiAT AKTAfi ONURUMUZDUR’ Konya’da Halkevci Kadınlar, "Dilşat Aktaş Onurumuzdur”, “AKP Elini Bedenimden Çek”, “Jin Jiyan Azadi”, “Dilşat'ın Hesabı Sorulacak”, “Kadınlar Yürüyor Mücadele Büyüyor”, “Yaşasın Kadın Dayanışması”, “Hepimiz Kadınız Hepimiz Dilşat'ız” sloganlarıyla sokağa çıktı. Kadınlar "Bizler Halkevci Kadınlar olarak meydanlarda, sokaklarda, barikatın önünde var olduğumuzu ve var olmaya devam edeceğimizi Konya sokaklarından da haykırıyor ve Dilşat'a sahip çıkıyoruz” dedi. Halkevci Kadınlar yaptıkları basın açıklamasında; AKP’nin, şiddet dahil rejimin bütün olanaklarından yararlanmaktan geri durmadığına; özellikle gerici ve faşizan yaklaşımları arttırdığına, kadına yönelik şiddeti, tacizi meşrulaştırdığına; kadın kimliğinin yok saydığına, sosyal yaşamın dışına itildiğine vurgu yaptı.
BURSA: ‘MEYDANI BIRAKMAYIZ’ Bursa Kadın Platformu’nun çağrısıyla 6 Haziran’da Fomara Meydanı’nda toplanan kadınlar, Erdoğan’ın sözlerine atıfta bulunarak, “Bu meydanları sizin gibi halk düşmanlarına, kadın düşmanlarına bırakmayacağız” dedi. Platform adına konuşan Bursa Halkevi Başkanı Suna Acar, eşitlik mücadelesi veren kadınlar olarak ülkenin her köşesinde estirilen teröre karşı eşitlik ve özgürlük mücadelelerini alanlarda, meydanlarda vermeye devam edeceklerini ifade etti. ANKARA: ‘ERKEK DEVLET fi‹DDET‹NE SON’ Ankaralı kadınlar Aktaş için “Kız mıdır kadın mıdır diyemezsin, bedenimiz bizimdir. Erkek devlet şiddetine son” pankartıyla Yüksel Caddesi’ndeydi. Kadınlar adına basın açıklaması yapan Sakine Yılmaz, başbakanın seçim meydanlarında nefret saçtığını, ayrımcı, kadın düşmanı, gerici ve faşist yüzünü açık ettiğini söyledi. GÖZALTINDAK‹LERE TAC‹Z Ankara’da gözaltına alınanların üç gün boyunca tacize, şiddete ve işkenceye maruz kaldığını ifade eden Yılmaz, polis müdahalesi ile kalça kemiği kırılan Dilşat Aktaş’ın ve Milliyet gazetesi yazarı Nuray Mert’in başbakan tarafından da hedef gösterildiğini hatırlattı.
11
YÜZ YÜZE 17 Haziran 2011 / 30 Haziran 2011
Hopa’yı tanıkları anlatıyor D‹LfiAT
Halk›n Sesi
Hopa’da yaşanan olaylar ve ardından tüm ülkeye yayılan eylemlerin iki tanığı ile görüştük. Ankara’daki protesto gösterileri sırasında polis panzerinin üstüne çıkan ve ardından polis saldırısıyla kalçası kırılan Halkevleri MYK üyesi Dilşat Aktaş, ziyaretçilerin hiç eksik olmadığı hastane odasında bizi kabul ederek neden panzerin üstüne çıktığını anlattı. Aktaş, eylemini bir
AKTAfi:
PANZER‹N
anlık duygusallıkla değil, AKP’ye “Yeter artık” deme amacıyla yaptığını söylüyor. Hopa’da ise mikrofonumuzu Kemalpaşa Mahallesi Muhtarı Şenol Çelik’e uzattık. 31 Mayıs günü yaşananları, süt kardeşi Metin Lokumcu’yu nasıl kaybettiklerini dinledik. AKP’nin Hopa’da miting düzenlemesinin anlamı üzerine konuştuk. Hopa halkının direnişine kulak verdik.
ÜZER‹NE
ÇIKTIM
ÇÜNKÜ...
‘AKP’nin üstesinden gelebiliriz’
B
enim açımdan o gün panzere çıkmak, AKP saldırganlığının, ahlakının ve zihniyetinin üstesinden gelebileceğimizin göstergesiydi. “Yeter artık” demekti
Hopa’daki olaylarda Metin Lokumcu’nun öldürülmesinin ardından eyleme katılman ve panzerin üzerine çıkman nasıl gerçekleşti? Tayyip Erdoğan’ın Hopa’ya gelmek istediğini, bir miting yapacağını, ciddi önlemler alındığını, o sebeple gaz bombası başta olmak üzere polisin ciddi bir saldırısı olduğunu, Metin Lokumcu’nun da gazdan dolayı kalp krizi geçirdiğini öğrendik. Konuyu duyar duymaz Türkiye’nin her yerinde açıklamalar yapılması gerektiğini düşündük. Ankara’da da nerede eylem yapılabilir? AKP il binası. KESK Şubeler Platformu’ndan böyle bir çağrı geldi. Biz de eyleme katılma kararı aldık. AKP il binasına ne zaman gitsek, neyle karşılaşıyorsak o gün de onunla karşılaştık. Benim açımdan o gün panzere çıkmakla simgelenen durum, söz konusu AKP saldırganlığının, ahlakının ve zihniyetinin üstesinden gelebileceğimizin göstergesiydi. “Yeter artık” demekti benim açımdan. Bir insan ölüyor, Başbakan görmezden geliyor, o dakikaya kadar basın ölüm haberini bile görmezden geliyor. Bu kadar duyarsızlaştırılmış ve seçim dönemine alet edilmiş bir süreç yaşadık. Buna daha fazla sessiz kalamazdık. Bir insanın yapması gereken neyse, biz de onu yaptık. Kısacası, o gün panzerin üzerine çıkmam, anlık duygusallıkla gelişmiş, bir anlık bir karar değil, gayet bilinçli bir eylemdir. AKP’nin üstesinden gelebileceğimizi gösteren bir eylemdir. ‘ASIL PANZERİN AYAĞIMIN ALTINDA NE İŞİ VAR?’ Biz her basın açıklaması yaptığımızda, her eylemimizde farklı biçimiyle AKP tahakkümü ile karşılaşıyoruz. AKP il binası önüne her gittiğimizde panzer görmek zorunda değiliz biz. Dolayısıyla “Dilşat’ın panzerin üzerinde ne işi vardı?” diyene, tersten şunu da sormak lazım: “Dilşat’ın ayaklarının
altında panzerin ne işi vardı?” Bunun önemli olduğunu ve önümüzdeki süreçte herkesin kendisini daha açık ifade etmesi gerektiğini düşünüyorum. Tayyip Erdoğan, emniyete de fikriyatını taşımış. Nasıl ki kendi ahlak anlayışı, kadının evinde oturması ise benim açımdan da “Tez kalçası kırıla!” gibi bir emir verilmişti sanki. Kızılay’dan ayrılırken arkamdan çevik kuvvet ve sivil polislerden oluşan bir grup geldi. Bir sivil polis “Koş yakala! İşte orada!” dedi. Önce sırtıma bir tekme aldım çevik kuvvet polislerinden. Yere düşer düşmez ayağımda bir sıcaklık hissettim, ancak o andan itibaren polis çemberinin arasına girdim. Beni aralarına aldılar. Adeta karanlık bir odada dayak yermişçesine, etrafımda hiçbir ışık görmeden vurmaya başladılar. Ardından ayağa kaldırmak istediler, “Bas yere!” dediler. Ben de “Kalkamıyorum. Galiba bacağım kırıldı” dedim. Bir anda bir kamera çıkardılar ve
B
“Dilşat’ın panzerin üzerinde ne işi vardı?” diyene, tersten şunu da sormak lazım: “Dilşat’ın ayaklarının altında panzerin ne işi vardı?” çekim yapmaya başladılar. Duvara yapıştırdılar. Bir tane sivil polis, elinde telsiz vardı, “Sen bunu nasıl yaparsın? Orada ne işin vardı?” diye bağırmaya ve yanındaki polislere de “Ne duruyorsunuz, vursanıza!” demeye başladı. Bir yandan çekim devam ederken, bir
ir kadın geldi, kocasından ayrılmış, iki çocuğuyla zor şartlarda yaşıyormuş. “Seni panzerin üstünde görünce kendimi daha güçlü hissettim” dedi
yandan da etrafımda beni kurtarmak isteyen insanlara da şiddet uygulandı. “Gel bakalım sana daha neler yapacağız” dediler ve yürütmeye çalıştılar. “Yürüyemiyorum” dedim, “o zaman sürükleyerek götürürüz” dediler ve sürüklemeye başladılar. Tam o esnada bir kadın belimden sarıldı, bir adam da polisi ittirdi. “Ne yapıyorsunuz? Öldürmek mi istiyorsunuz? Daha ne yapacaksınız?” diye tepki gösterip hastaneye götürmeye çalıştılar. Bunun üzerine polis de “Zaten bacağı kırılmış. Geberecekse burada gebersin. Gözaltına alıp başımıza bela almayalım” dedi. Ve oracıkta bıraktılar. Ardından beni taksiye bindirmişler ve hastaneye getirmişler. Hastaneye geldiğimde durumumun riskli olduğunu, felç ihtimali olduğunu söylediler. Ardından ameliyat süreci başladı. Hastanedeki televizyonundan başbakanın hakkındaki suçlamalarını ve hakaretlerini duyunca ne hissettin?
Ben bir yandan sancımı çekerken, olayların etkisini üzerimde taşırken, Başbakan’ın açıklamalarına tanık olmaya başladım. Tekrar tekrar seçim arifesindeki saldırganlığı ile karşı karşıya kaldım. Fiziki tahribatın yanı sıra psikolojik saldırının etkisi kötü oldu tabi. Başta bir kadın olarak, kalça kırılarak cezalandırılmak tam bir AKP ahlak anlayışıdır. Emniyet tarafından tescillenmiş oldu. Hastaneden, mahallelerden gelen tepkiler nasıl peki? Duyduk ki ziyaretçilerin hiç eksik olmuyormuş… En keyifli kısma geldik. Bu konu moral olarak da beni tutuyor. Burası çok kalabalık hastane oldu, ziyaretler çok yoğun. Başta Halkevciler olmak üzere birçok kurumun temsilcisi geldi. Sendikaların, siyasi partilerin, demokratik kitle örgütlerinin başkanları ve temsilcileri geldi. Akademiden çok sayıda kişi ziyaret etti. Çok sayıda telefon geldi bir yandan da kadın örgütleri geldi, üniversiteli arkadaşlar geldiler. Bunların dışında şöyle ziyaretler oldu. Televizyonu izleyen hastalar veya hasta yakınları, haberlerden hemen sonra odaya geldiler. “Bravo, seni destekliyoruz”, “Arkandayız”, “Kavganda seninleyiz” diyenler oldu. Didim’den gelen bir kadın arkadaş oldu. “Sen bizim simgemiz oldun. Gurur duyduk. Arkandayız” dedi. Daha önce tanımadığım bir kadın geldi Batıkent’ten. Kocasından ayrılmış, iki çocuğuyla yaşıyormuş, zor şartlarda yaşıyor ve ayakta durmaya çalışıyormuş. “Seni panzerin üstünde gördükten sonra kendimi çok daha güçlü hissettim” dedi. En önemli ziyaret bu oldu sanırım. Daha sonra da sık sık geldi. Hastane çalışanları da odayı sık sık ziyaret ediyor. Psikiyatriden, ürolojiden, doktorundan temizlik işçisine kadar her biri ziyaret etti. Moral verdiler, destek verdiler. Üniversiteliler sürekli geldiler. Ziyaretler hala da sürüyor.
‘Mücadelenin öznesiyiz’
Y
aptığın davranışın kadınlar açısından ayrı bir anlam taşıdığını düşünüyor musun? Önümüzdeki dönem açısından özellikle şöyle bir özel anlamı olduğunu düşünüyorum: Kadın militanlığının toplumsal muhalefet açısından önemi bir kez daha açığa çıkmış durumda. AKP’nin topyekun saldırısıyla ilintili bir şey. Var olan tüm haklarımızı kaybediyoruz. AKP’nin gerici, şoven ve faşist saldırıları ile mücadelenin bize kazandırdığı ne kadar hak var ise bir bir elimizden alınıyor. Her şeyden önce kadın düşmanı bir siyasi partiyle karşı karşıyayız. Kadın ve erkeğin eşit olduğuna inanmayan bir başbakanla karşı karşıyayız. Bu nedenle AKP’ye karşı mücadelede kadınların önde olması demek, AKP’nin rejim dönüşümüne bir çelme takmak anlamına geliyor. Öncelikle bu açıdan önemli olduğunu düşünüyorum. Bugün AKP’nin neoliberal politikalarını durduran, yer yer gerileten hak mücadeleleri pratikleri var. Ankara’daki kentsel dönüşümlere karşı barınma hakkı mücadeleleri, Karadeniz’de HES’lere karşı verilen mücadele gibi. Bu iki temel mücadele pratiklerinde de kadınlar hep en önde. Dolayısıyla bu dönem kadınların daha çok sokağı işaret etmesi ve AKP ahlakının karşısında kendi bedeniyle doğrudan onun karşısına dikilebilecek bir güç olduğunu ifade edebilmesi önemli bir şey. Özellikle toplumsal muhalefette de öne geçebilecek temel dinamik kadınlar. Dolayısıyla kadınların mücadeleye etkisinin önemli oyduğunu düşünüyorum. Mücadelede özne olmak açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
Muhtar Çelik: Hopa canı pahasına direndi enol Çelik, Hopa Kemalpaşa Cumhuriyet Mahallesi Muhtarı. Hopa’da yaşanan olaylar sonrası gözaltına alınan 32 kişiden birisi. 1998-2004 yılları arasında da Halkevleri Karadeniz Bölge Temsilciliği’ni yapan, 2004 yılından beri Cumhuriyet Mahallesi muhtarlığı görevini yürüten Çelik, Metin Lokumcu’yu kaybettikleri günü anlattı.
durdu çatışmalar. Bir suskunluk ortamı doğdu. Ara ara gerginlikler devam etti. Metin Lokumcu arkadaşım da oradaydı. Onunla birlikte çok çaba gösterdik. Bir ara Metin’in rahatsızlandığını duydum. Telefon geldi, hastanede olduğunu söylediler. Bir taksiye binerek hastaneye gittim. Onu kaybettiğimizi orada duydum. O aşamadan sonra Hopa’da olayların önüne geçilemedi.
31 Mayıs’ta Tayyip Erdoğan Hopa’ya geldi ve Türkiye’yi sarsacak olaylar yaşandı. Bize 31 Mayıs günü nelerin yaşandığını anlatabilir misiniz? Hopa’da o gün hiç beklemediğimiz bir tepkiyle karşılaştık. Şenlik havasında başlayan bir etkinlik vardı. Biz biraz da yaşımız ve konumumuz gereği gençlerle polis arasında köprü olmaya çalıştık. Fakat hiç beklemediğimiz bir anda çevik kuvvetin yoğun gaz bombalı saldırısına maruz kaldık. Bir ara
Metin Lokumcu’yu tanır mıydınız? Metin Lokumcu zaten benim yakın akrabam olur. Annesi benim sütannem oluyor. Onun dışında Rize’de öğretmenlik yaparken sendikal mücadelede birlikte yer aldık. Halkevleri’nin kuruluşunda buradaki mücadelede de birlikte yer aldık. O dönem birlikte çok emek sarf ettik. Onu kaybettiğimize de çok üzülüyorum.
Ş
AKP ve Tayyip Erdoğan il il gezip miting düzenliyor. Hiçbir ilçede miting yapmadı. Fakat kendisine muhalif olduğunu bile bile Hopa’da miting yaptı. Sizce bunun nedeni nedir? Biliyorsunuz Hopa halkı çayına ve suyuna sahip çıkıyor. Köyünde deresi satılıyor. ÇayKur özelleştirme kapsamında zaten bir süredir de özelleştirilmiş gibi çalışıyor. Bölgede ÇayKur’un 62-63 çay fabrikası olmasına rağmen özel sektörün 120’nin üzerinde çay fabrikası var. Çay üretimiyle uğraşan tüm kesimler özel sektöre mahkum ediliyor. Kimi mücadele ediyor. Kimi verdiği çayın parasını iki sene sonra alabiliyor, kimi yaş çay yerine kuru çay alabiliyor. Para değil, tarihi geçmiş gıdalar veriliyor. Çay üreticisi sürüncemede. Çay-Kur özelleştirme kapsamında. Son dönemlerde seçim yatırımı olarak “Çay-Kur’un özelleştirmesini kaldıracağız” deniliyor. Bu da
gerçeği yansıtmıyor. Öte yandan Hopa ve Kemalpaşa’da bazı derelerin satıldığı ortada. Hopa ve Kemalpaşa halkı, derelerin satılmasına Çay-Kur’un özelleştirilmesine, doğanın tahrip edilmesine karşı çıkıyor. Hiçbir ilçede miting yapmayan bir zihniyet neden Hopa’da miting yapmış olabilir. Hopa’nın üzerinde egemenlik kurmak ve Hopa halkının direnişini kırmak için miting yapmıştır diye düşünüyorum. Ama Hopa halkı buna müsaade etmedi. Bunu canıyla ödedi. O günki mitinge baktığınız zaman Hopa halkının simasıyla karşılaşmıyorsunuz. AKP’nin Hopa’da miting yapmasında amacı icraatlarını sahil kesimine tanıtmaktır. Zaten AKP’nin sahil kesiminden adayı da yoktur, Şavşat ve Yusufeli’ndedir adayları. Erdoğan, Cankurtaran Tüneli ve Gürcistan’a kimlikle geçiş gibi projelerle göz boya-
yarak sahil kesiminden oy toplamak için böyle bir miting gerçekleştirdi. Onu da Giresun, Rize, Trabzon’dan taşıdığı kitlelerle yaptı. Ben, AKP’nin yaptığı eylemin Hopa halkını ifade etmediğini düşünüyorum. Hopa’daki olayların ardından Türkiye’de eylemler yapıldı. Polis, bu eylemlere de sert bir şekilde saldırdı. Dilşat Aktaş’ın kalça kemiği kırıldı. 50’nin üzerinde insan gözaltına alındı. İstanbul’da da gözaltılar oldu. Şu anda 5 kişi tutuklu. Bu destek eylemlerinin Hopa’ya etkisi nasıl oldu sizce? Metin Lokumcu öldükten sonra yapılan eylemlerin tamamı Hopa’ya büyük bir motivasyon sağladı. Bizi biz eden, Hopa’yı Hopa eden, Türkiye genelinde yapılan eylemler Hopa halkını cesaretlendirmiş ve kendisini ifade etme noktasında da bir heyecan yaratmıştır. Hopa halkı, yüreğiyle tüm Türkiye’ye bir onur borçludur.
12
DOSYA 17 Haziran 2011 / 30 Haziran 2011
Halk›n Sesi
Genel seçim sonuçları ney i yansıtıyo r? baskılar, Yüzde 10 barajı, polisiye gellerle maddi eşitsizlikler gibi en izin, bu malul temsili demokrasim ne kadar maluliyetler olmasa dahi netmesi” “halkın kendi kendisini yö ır. Ancak anlamını karşıladığı tartışıl birilerini halkın yüzde 87’si gidip çilenler, seçiyorsa; seçenekler, se ksizlikler seçilemeyenler ve seçene üzerine düşünülmelidir...
Seçim 2011: Sandıktan çıkanlar, çıkamayanlar Sandıktan yeni bir AKP iktidarı, yeni bir sosyal demokrat hayalkırıklığı, yeni bir Kürt hareketi başarısı çıktı. Yüzde 49,9’luk oy oranının psikolojik eziciliğine rağmen iktidarın işi zor
AKP 330 vekili aşamadı, MHP baraj altında kalmadı, sermaye AKP’nin alternatifini bulamadı. Sandık, Kürt hareketi dışında sokakta yükselen halk tepkisine de bir çözüm sunmadı
Erdoğan’ın yetmeyen zaferi A
KP seçimden herkesin hakkını teslim ettiği bir zaferle çıktı. Bu başarıda iki şey etkiliydi. Birincisi, AKP, geleneksel olarak ülkenin yüzde 60-70’lik bir kesimini oluşturan sağcı seçmenin tek seçeneği olma hedefini büyük ölçüde başardı. İkincisi, halk kesimlerinin önemli bir bölümünde “daha iyi bir gelecek vaat eden iktidar” algısının hala diri kalmasını sağlayabildi. Böylece oylarını bir önceki genel seçime göre yüzde 3,3 artırarak 49,9’a çıkardı. Tüm bunlara rağmen milletvekili sayısı 330’un altında kaldı. Tek başına köklü dönüşümlere girişme şansı zayıflayan AKP’yi ekonomi, Kürt sorunu ve dış politika alanında zorlu bir süreç bekliyor. Üstelik AKP’nin sandıktaki rakipleri karşısında gösterdiği performansı, sokak muhalefeti karşısında gösteremediği de biliniyor. Tüm bunlara, Tayyip Erdoğan’ı zıvanadan çıkaran ancak henüz ifşa olmamış iktidar içi gerilimleri de eklediğimizde, seçim zaferinin sarhoşluğu geçince ne AKP açısından tozpembe ne de halk muhalefeti açısından kapkara bir tablo olduğu görülecek. AKP NEYİ BAŞARDI? AKP bu seçim kampanyasında halkın önüne büyük toplumsal-politik projeler değil, ancak büyük inşaat projeleri koyabildi. Rakiplerini ve sokak muhalefetini ise kirli siyaset oyunları ve gerici-şoven söylemle yanıtladı. Sağ oyları Alevi-Kürt düşmanı antikomünist söylemlerle saflaştırıp sağda da oy verilecek başka parti bırakmamayı hedefledi. 2007’de yüzde 72,43 olan sağ partilerin oy oranları toplamı, 2011’de yüzde 66,69’a geriledi. Ancak AKP iki seçim arası süreçte doğrudan ya da dolaylı müdahalelerle Genç Parti (GP), Demokrat Parti (DP), BBP ve Saadet Partisi (SP) gibi sağ rakiplerini tasfiye etti. Uzanlara yönelik operasyon dahilinde yüzde 3’lük GP’yi tasfiye etti. Yüzde 5,4’lük DP ise yüzde 0,6’ya
gerilediği bir karikatürleşme süreci yaşadı. 2007 seçimlerinden önce Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu birlikteliğiyle büyük ivme yakalayan ve meclise girmesine kesin gözüyle bakılan DP’nin iki kurmayı aniden yollarını ayırmış, bu ayrılıkla ilgili olarak cemaat müdahalesi ve Ağar’la AKP arasında dava pazarlığı söylentileri yayılmıştı. Öyle ya da böyle AKP’nin işine gelen bir müdahale ile merkez sağda bir parti oluşturma umudu ortadan kalktı. Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümü ile siyasi iddiası sıfırlanan BBP de referandum dönemindeki sağ birlik taktiğine dahil olarak AKP’ye doğru eridi. Talebelerinin özel affıyla cezaevinden kurtulan Necmettin Erbakan, adeta bu kıyağın karşılığını ödercesine Numan Kurtulmuş liderliğinde yükselişe geçen SP’ye müdahale ederek partiyi böldü. Sonuçta toplamı ancak yüzde 2 eden ve yüzde 10 barajı nedeniyle seçmenlerinin “stratejik” tercihini AKP’den yana kullanmayı tercih ettiği iki parti, SP ve Has Parti
açığa çıktı. Geriye bir tek MHP kalıyordu. O da kaset operasyonları ile baraj altında bırakılmak istendi. Ancak parti, gerileyerek de olsa baraj üstüne kalmayı başardı. Bu durumda AKP kendisinden oy çalacak bir sağcı rakip bırakmadığı gibi, rakipleri toplamda yüzde 10’un üzerinde oy kaybederken kendisi yüzde 3,3’lük oy artışı sağladı. Ancak AKP’nin milletvekili sayısı anayasa değişikliği açısından kritik 330 seviyesinin altında kaldı. Özetle, AKP’nin başarısı bir yükselişten çok çözülen sağın oylarını kendinde birleştirmeye dayanıyordu.
kapsıyor. Kentsel dönüşüm mağdurları, güvencesizleştirilen işçiler, tarım politikalarının yıkıma sürüklediği çiftçiler hem AKP’ye karşı sokağa çıkmakta hem de sandık söz konusu olduğunda yine AKP’yi tercih edebilmektedir. 2007’de fındık protestolarının ardından yüksek bir oyla AKP’yi tercih eden Ordulular bunun tipik bir örneğidir. Bu şaşırtıcı durumun üzerine giden akademisyenler, tarım politikaları nedeniyle kayıp yaşayan fındık üreticilerinin aynı zamanda AKP’nin 2B düzenlemesi ile kazanç elde etmeyi bekleyen bir kesim olduğunu görmüştü.
DESTEĞİNİ NASIL KORUYOR Diğer yandan seçmen, AKP’ye küsmedi. Halk AKP’den rahatsızlığını sandığa ilgisiz kalarak gösterebilirdi. Ancak seçime yüzde 87 gibi rekor düzeyde bir katılım sergilendi. Halkın bu “teveccüh”ü AKP’nin neoliberal politikalarına karşı sokağa çıkan yoksul emekçi kesimleri de
ZAFERİN GÖLGELEDİKLERİ Seçim, oy oranının gölgede bıraktığı kimi sıkıntıları da AKP’nin hanesine yazdı. Gönlünden başkanlık sistemi geçen ve bunu içerecek bir anayasa değişikliği isteyen Erdoğan, en azından 330 milletvekilliğini garantilemeliydi. Referandumsuz anayasa değişikliği için gerekli olan 367 mil-
letvekili hedefi, Erdoğan’ın İstanbul mitingindeki en dikkat çeken vurgusuydu. Ancak AKP’nin milletvekili sayısı 326’da kaldı. Parti içinde dahi başkanlık sistemi konusunda yeterli destek bulamayan Erdoğan’ın bunu öteki partilerin desteği ile gerçekleştirmesi pek kolay olmayacak. AKP açısından sıkıntılı bir diğer nokta da ekonomi. Rekor seviyelere tırmanan cari açık, artık yabancı sermaye akışı sürerken dahi ülkeden çıkan paranın dengelenemediği bir seviyeye ulaşmış durumda. Yeni bir küresel kriz tehdidi tartışılırken, yabancı sermaye ile gerilimli bir süreç yaşayan AKP açısından durum parlak değil. Ekonomist’in AKP’yi eleştiren yazısından birkaç hafta önce, yabancı bankalar Türkiye’deki enerji özelleştirmeleri için taahhüt ettikleri 13 milyar dolarlık krediyi vermekten vazgeçti. Bunlar seçimleri etkilemeyecek ancak seçim sonrası için AKP’ye soğuk terler döktüren hamlelerdi. Libya’dan sonra şimdi de Suriye’de göreve çağrılan AKP, ekonomik riskleri bertaraf etmek için bazı uluslararası operasyonların risklerine hevesle talip olabilir. Erdoğan’ın “balkon konuşması”nda bol bol Ortadoğu ülkelerini anması da bir görev hazırlığı olarak okunabilir. Ayrıca, politik İslamcı koalisyon içinde cemaatler arası gerilimler ve Erdoğan’ı rahatsız eden çatlak sesler var. Gülen Cemaati’nin iktidarı ele geçirirken diğer grupları kenara itmesinden rahatsız olan, maddi olanakların paylaşımından istediği payı alamayan ve Erdoğan’ın bütün İslami grupları çantada keklik olarak gören kibirli tavrından rahatsız olan çevreler gerilim konularını seçim nedeniyle rafa kaldırmıştı. Raftan inecek iç gerilimler, sınıra dayanan çatışmalar, her an patlak verebilecek ekonomik kriz, sandık denkleminden bağımsız olarak sokağa çıkan halk muhalefeti pek yakında “zafer”in gölgesinden sıyrılarak AKP’nin karşısına çıkacak.
Halk CHP’yi dinledi, güvenemedi, seçmedi
Sokaktan sandığa... S
eçimin kazananlarından biri de Kürt halkı oldu. Doğuda ulusal birlik batıda sosyalistlerle ittifak siyasetini güden hareket hedefini tutturarak 36 vekil çıkardı. AKP’nin tüm baskılarına rağmen, sokakta örgütlenen kitlesel muhalefet sandıkta da bir politik karşılık yaratmayı başardı. BDP'nin sürükleyicisi olduğu Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu meclise 36 vekil gönderdi. Kürt illerinde AKP'yi büyük farkla geride
bırakan Blok 17 ilden vekil çıkarttı. Bu iller arasında Kürt hareketinin bir önceki seçimde vekil çıkartamadığı Mersin, Adana, Kars, Bitlis, Ağrı, Bingöl bulunuyor. Bitlis ve Bingöl gibi illerde de birer vekil çıkartılabilmesi hareketin AKP karşısında kazandığı başarının bir göstergesi. Batı'da sosyalistlerle birlikte hareket etme siyasetinin bir ürünü olarak Mersin'de Ertuğrul Kürkçü, İstanbul'da da Levent Tüzel ve Sırrı Süreyya Önder mil-
letvekili seçildi. Bu adayların seçilmesi hareketin etki alanının Kürt illeri ile sınırlı olmadığını göstermesi açısından anlamlı. Seçilen vekiller önemli ölçüde Kürt hareketinin mücadele içinde öne çıkan temsilcilerinden oluşuyor. Meclise giren 36 isimden 6'sı KCK kapsamında hapiste. Her biri hareketin yerel yönetim, kadın çalışması ve emek alanında politika yapan isimleri. Blok’un Kars milletvekili Mülkiye Birtane,
Urfa vekili İbrahim Aydın ve Diyarbakır vekili Nursel Aydoğan KESK’e bağlı sendikalarda örgütlü, sendikal mücadele deneyimi olan isimler. Öte yandan 36 vekilin 11’i kadın. Vekiller arasında Sebahat Tuncel gibi kadın mücadelesinin içinden çıkan isimler yer alıyor. Kürt halkının yasal demokratik alandaki mücadelesinde simgeleşen HEP’liler Leyla Zana ve Hatip Dicle de mücadele birikiminin temsilcileri olacaklar.
CHP seçimden oylar›n› ve milletvekili say›s›n› art›rarak ç›kt›ysa da ne AKP karfl›s›nda kayda de¤er bir yükselifl yakalad› ne de taban›nda bir hayal k›r›kl›¤› yaflanmas›n›n önüne geçebildi. Oysa CHP, Kemal K›l›çdaro¤lu’na dönük sempati, yenilenme hamlesinin yaratt›¤› beklenti, K›l›çdaro¤lu’nun kiflisel performans› ve reklamlarla desteklenen yeni imaj çabalar› ile dikkatleri üzerine çekmeyi baflarabilmiflti. ‹flsiz, yoksul, güvencesiz halk kesimlerine ve ayr›ca Kürtlere hitap eden vaatler de bu kesimlerden bir oy ak›fl›n› hedefliyordu. Ancak CHP ne iflçi kentlerinde ne de Kürt illerinde kayda de¤er bir oy art›fl› elde edebildi. Hatta ‹stanbul’un Pendik, Tuzla ve Kartal gibi iflçi havzalar›nda oy kaybetti. Kürt illerinde mitinglerine gelen kitleler kadar bile oy alamad›. CHP’nin baflar›s›zl›¤›na iliflkin iki temel neden öne ç›k›yor. Birincisi, yenilenme çabalar›n›n parti içi çekiflme ve küskünlükleri gündeme getirmesi; ikincisi ve en önemlisi ise halk kesimlerine d›flar›dan ve uzaktan vaatlerde bulunan CHP’nin bir toplumsal hareket olarak örgütlenememesi. “Yeni” CHP’nin bir toplumsal hareket olarak örgütlenebilecek ne zaman›, ne bu tür bir perspektifi, ne de eski al›flkanl›klar› k›racak mecali vard›. Toplumsal muhalefetin baz› söylemlerini kullanan CHP örgütü, seçmenle aras›nda organik bir iliflki kuramad›. Milletvekili adaylar›n›n ço¤unu halk kesimlerinin temsilcileri de¤il, sermayedarlar ve merkez sa¤dan devflirme adaylar oluflturdu. Toplumsal muhalefetin hareketli kesimleriyle araçsal da olsa bir iliflki kuramayan CHP’nin toplumsal muhalefetten devflirdi¤i söylemi, icraatlar›yla s›k s›k çeliflti. K›l›çdaro¤lu ve ekibi “Tafleronu kald›raca¤›m” derken CHP’li Konak Belediyesi hakk›n› arayan tafleron iflçilerle u¤rafl›yordu. Sonuç olarak, CHP dikkat çeken ancak yaln›zca geleneksel sosyal demokrat taban›n s›n›rlar› içinde bir motivasyon yakalayabilen bir partinin yapabileceklerini yapt›.
Sonuçlara dair notlar
1
2 Haziran 2011 genel seçimlerinde partilerin oy oranları kesinleşti. Fakat sandıktan çıkan bazı önemli ayrıntılar da var. I AKP parti 3 ilden vekil çıkartamadı. Bu iller Tunceli, Iğdır ve Hakkari. CHP’nin hiç vekil çıkaramadığı il sayısı ise 31. Bu iller: Düzce, Osmaniye, Kilis, Ağrı, Karabük, Şırnak, Iğdır, Batman, Bilecik. Bingöl, Kırıkkale, Bitlis, Karaman, Bayburt, Çankırı, Diyarbakır, Aksaray, Elazığ, Şanlıurfa, Erzurum, Siirt, Gümüşhane, Rize, Hakkari, Nevşehir, Kars, Muş, Kastamonu, Mardin, Kırşehir ve Kütahya. I AKP sağın kalesi olarak bilinen bazı kentlerde oldukça yüksek oy oranlarına ulaştı. AKP'nin diğer siyasi partiler ve adaylarla arasındaki farkın en fazla olduğu iller ve oy oranları şöyle: Konya yüzde 69.93, Adıyaman yüzde 67.62, Elazığ yüzde 67.55, Erzurum yüzde 70.20, Malatya yüzde 68.54, Rize yüzde 69.80, Urfa, yüzde 64.98, Düzce, yüzde 66.98, Yozgat yüzde 67.48 I Yeni mecliste sendikal hareketten gelen isimler yer alacak. DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, DİSK eski Genel Sekreteri Musa Çam, CHP listesinden meclise girdi. Blok tarafından desteklenen vekillerden üçü geçmişte KESK ile örgütlü mücadele içinde yer alan isimler. Adayların özgeçmilerinde Kars vekili Mülkiye Birtane’nin Eğitim Sen, Urfa vekili İbrahim Aydın’ın Eğitim Sen, Diyarbakır vekili Nursel Aydoğan’ın ise SES’te örgütlü olduğu belirtiliyor. Devlet ve işveren güdümlü sendikal çizginin Türkiye'de işçi sendikaları arasındaki temsilcisi Hak İş'in Genel Başkanı Salim Uslu da AKP listesinden meclise girdi. I Mecliste 2007’de 50 olan kadın milletvekili sayısı bu dönem yaklaşık yüzde 50’lik artışla 78’e yükseldi. AKP’den 45, CHP’den 19, MHP’den 3, Blok'tan ise 11 kadın milletvekili seçildi. I Yeni mecliste gazetecilik kökenli milletvekillerinin sayısı bir hayli fazla olacak. Blok'un Siirt vekili Gültan Kışanak geçmişte Gündem gazetesinde yöneticilik yapmıştı. Kars'tan seçilen Mülkiye Birtane de Azadiya Welat gazatesi yazarı. CHP'nin listesinden meclise giren gazeteciler ise eski Hürriyet gazetesi başyazarı Oktay Ekşi, Cumhuriyet gazetesinden Mustafa Balbay oldu. Star gazetesi yazarı Şamil Tayyar ise AKP'den meclise giren gazeteci isim oldu. I Seçimin en ilginç sonuçlarından birisi de hapishanelerden meclise 9 vekilin gidecek olması. Blok'un 6, CHP’nin 2, MHP’nin 1 tutuklu milletvekili var I Farklı kentlerin sanayi ve ticaret odası yöneticileri ve farklı sektörlerden sermayedarlar da (AKP’de 13 CHP'de 6 isim) eclise girdi.
13
TARİH 17 Haziran 2011 / 30 Haziran 2011
Halk›n Sesi
Geleneksel direnme biçimi eşkıyalık İktidarlara göre, “haydut”, “çapulcu”, ancak halk direnişe ilham veren, umut olan bir güç
Yoksulluğun, baskının, sömürünün olduğu her yerde geleneksel bir direnme biçimi çıkıyor karşımıza: Eşkıyalık Baflbakan Erdo¤an Hopa’da halk›n soka¤a ç›kmas›n› “Eflk›ya Hopa’ya inmifl” diyerek yorumlad›. Hakk›n› arayan›n iktidarlarca eflk›ya olarak adland›r›lmas› ve böylece kriminalize edilmesi yeni de¤il elbette. Arapça “bedbaht, talihsiz, zavall›” anlam›na gelen “flaki”nin ço¤ulu olarak Türkçe’ye geçen eflk›ya, “da¤da-k›rda yol kesen, h›rs›zl›k yapan,
azg›n, fesatç›” bir insan tipi olarak resmediliyor. Oysa tarihsel süreçte, bir direnme biçimi ve muhalefet hareketi olarak da karfl›m›za ç›k›yor. Toplum yaflam›n› biçimlendiren gerçek, “insan›n olumsuzlu¤a ve zora boyun e¤meyece¤i, aksine olumsuzlu¤a ve zora baflkald›rman›n ürünü” oldu¤una göre, eflk›yal›k da farkl› bir okumay› gerektiriyor, tarih sosyal eflk›yal›¤› ç›kar›yor
karfl›m›za. “Sosyal eflk›yal›k” olarak nitelendirilen halk hareketleri, hakk›n verilen bir lütuf olmad›¤›n› anlayan insanlar›n, haklar›n› alma isyanlar›, baflkald›r›lar›d›r. Sosyal eflk›yal›k, zenginlere, yabanc› iflgalcilere, bask›lara, adaletsizli¤e, k›saca “güçlülere” karfl› sessiz, güçsüz ve edilgen köylü kitlesinin kendini korumas›n›n, simgesel olarak
Robin Hood, Panço Villa, İnce Memed, Atçalı Kel Memet ve adı bilinen, bilinmeyen binlercesi...
direnmesinin yayg›n ve evrensel bir örne¤idir. Baflkald›r›; a¤as›na, jandarmaya, kendisini askere almaya ya da vergi almaya gelen memura dolay›s›yla devletedir. Otorite ve sermayenin her tarafa uzanan güçlerine karfl› bir direnifl içerisindedirler. Direncin simgesi ise, kendisini ezen düzene karfl› “baflkald›ran”, sonucunda da “bafl veren” insand›r.
Egemenler için “eflk›ya”, “haydut”, “çapulcu”, “ya¤mac›” olan bu insanlar, halk için gelecek güzel günlerin umududur. Destanlaflt›r›l›r, adlar›na türküler yak›l›r. Ölümüne de inan›lmaz, çünkü eflk›yan›n yenilgiye u¤ramas› ve ölmesi, halk›n›n da yenilgiye u¤ramas›, umutlar›n tükenmesidir. Bu nedenle “eflk›yaya kurflun ifllemez”.
İsyan edip dağda gezenler şeklindeydi ve kaçakçılık bilindiği gibi eşkıyalık için bir okuldu. “Gerçekten pek çok efenin heybesinde, atının eyerinde tütün kokusu vardı.” Çakırcalı Mehmet, eşkıyalıktan önceki gençlik dönemini ayıngacılıkla (tütün kaçakçılığı) ile geçirmiş, bu sayede dağları tanıyıp öğrenmişti.
Y
aşadığımız topraklar eşkıyalık tarihi açısından hayli zengin. 13. yüzyılda Baba İshak’tan başlayıp, 20. yüzyılda Çakırcalı Mehmet Efe, Yörük Ali Efe, İnce Memet gibi adları bilinen, bilinmeyen binlerce kişinin yazdığı bir mücadele tarihi var. Uzun yıllar Anadolu’da devam eden kanlı karışıklıklar, sıradan birtakım eşkıyalık olmayıp milyonlarca insanın katıldığı bir sosyal kavgaydı. Celali İsyanları olarak bir seri halinde tarihe geçen sürekli iç karışıklıklar, köyden kasabaya, şehre hatta imparatorluk merkezine kadar tüm toplumu derinlemesine, genişlemesine kapsayan büyük çaplı toplumsal kavgaydı. YAZICILAR VERG‹ YAZINCA... 16. yüzyılın ortalarından itibaren her alanda dayanılması güç bir darlık yaratan ekonomik sarsıntı toplumsal hayatta yıkıcı etkiler yaratmıştı. Kanuni Sultan Süleyman tahta geçtiği zaman devletin hazinesi neredeyse boştu. Planladığı seferler için büyük harcamaları karşılayacak bir kaynak bulmak zorundaydı. Bu durumda, hazine gelirini artıracak tek çare, illere il yazıcıları çıkarıp vergileri yeni baştan düzenlemekten ibaret görünüyordu. Özellikle mülkiyeti devlete ait olan tarım topraklarını yeni baştan yazdırmak, böylece çiftçinin ödediği vergileri artırmak mümkündü. Sultan Süleyman padişahlığının daha ilk adımında bu yola gitti. Fakat çiftçilerinin yeni bir vergi yüküne dayanması imkansızdı. Nitekim il yazıcıları ülkeye dağılıp işe giriştiklerinde büyük direnmeler baş verdi. Yıllarca süren arazi yazımlarında vergileri artırma işlemlerine karşı Anadolu’nun tepkisi oldukça geniş ve
tehlikeli oldu: 1526’da İçel, Adana, Halep, Bozok, Konya ve başka yerlerde halk topraklarının yeni baştan yazılması yoluyla kendisine yüklenecek yeni vergiler yüzünden ayaklandı. İl yazıcılarını ve yardımcılarını toptan öldürecek kadar ileri giden yerler bile görüldü. İsyanlar büyüyerek hükümetin üzerlerine yolladığı kuvvetleri birkaç kez yenilgiye uğratacak dereceyi buldu. Örneğin, 1528’de Ankara-Kırşehir dolaylarında büyük bir isyan çıkaran Kalender Çelebi’nin etrafında kısa sürede 30.000 kadar kişi toplandı.
İsyanda bu kadar kişinin yer alması toplumsal muhalefetin çapını göstermesi bakımından önemlidir. Vergilerden bunalan halk, çareyi Kalender Çelebi’nin yanında isyan etmekte bulmuştu. Kanuni Sultan Süleyman, Macaristan seferinden hemen İstanbul’a dönerek bu denli büyük bir ayaklanmayı bastırmak üzere ordunun başında bizzat vezir Pargalı İbrahim Paşa’yı yolladı. Yapılan çarpışmada birçok beylerbeyi ve sancakbeyi hayatını kaybetti. Zamanla toprak vaat edilen tımar beylerinin çözülmesiyle zayıflayan
Kalender, Nurhak Dağları’na çekildi ve Osmanlı ile tekrar yaptığı çarpışmada adamlarıyla beraber kılıçtan geçirildi. EFE’N‹N HEYBES‹NDE TÜTÜN KOKUSU İmparatorluğun yıkılışına dek artarak devam eden sosyal, ekonomik ve siyasal sıkıntıların sonucu olarak, eşkıyalık hareketleri Ege’de de kısa sürede yaygınlaşmıştır. Bir tesadüf değil elbette: Ege, Anadolu’nun imparatorluk dönemindeki son yüzyılı için, en fazla gelişmiş, tarımın en fazla
ticarileşmiş, dolayısıyla toplumsal eşitsizliğin en fazla belirginleşmiş olduğu bölgedir. Batı Anadolu’da kurulan Aydın Demiryolu Kumpanyası aracılığıyla, bölgenin değerli tarım ürünlerinin İzmir limanından ihracı bölge köylüsü ve çiftçisinin sosyal dengelerini bozmuş, sosyal huzursuzluklar artmıştı. İzmir ve Aydın’ın zenginliklerini Avrupa’ya aktaran bu ticari faaliyet, eşkıyalığın da doğrudan dinamiklerindendi. Diğer taraftan tütün üreticisini sömüren yabancı sermaye Reji İdaresi’ne karşı köylülerin direnci tütün kaçakçılığı
“SU EL‹N ÇEfiME EL‹N...” Ondan önce, 1829-30 yıllarında Aydın İhtilali olarak adlandırılan hareketin önderi Atçalı Kel Memet’ti. Atça ve Aydın civarında, insanları ezen, sömüren ayan ve eşrafa karşı mücadeleye girişerek adaleti sağlamaya çalışması, zenginden alıp fakire vermesi bütün bunları yaparken de on binlerce insanı peşinden sürüklemesi ile sosyal eşkıya olarak tanımlayabileceğimiz bir örnekti. Aydın ile Nazilli arasındaki Atça kasabasında bugün Atçalı'nın anısına bir Atçalı Kel Memet heykeli bulunmakta. Kaidesinde, o dönem yaptırdığı çeşmeye yazdırdığı “Su elin, çeşme elin, tekne Atçalı Kel'in” yazmaktadır. Diğer taraftan, bu dönemler Anadolu’da esas olarak halk açısından kanunsuzluk, zorbalık ve eşkıyalık dönemiydi. Kadılar bile köy köy gezip uydurma davalar ve gerekçeler ile haraç ve rüşvet almaktaydılar. Sipahiler, peşlerinde 20-30 atlı ile köyleri basarak yiyecek toplamakta, devlet görevlileri sonu gelmez vergiler istemekteydiler. İsyan edenler cumhuriyet döneminde de bu topraklarda eşkıya olarak tanımlandı. Kızıldere Katliamı’nı Hüriyet gazetesi “Üç masum İngiliz’i öldüren şakiler ölü ele geçtiler” başlığı ile duyururken 12 Eylül cuntasının başı Kenan Evren devrimcileri şaki ilan etti.
Tüm dünya eşkıya yatağı H Hocasını da istememişlerdi 1
979 seçimleri öncesinde miting yapmaya Hopa’ya giden Erbakan da öğrencisi Erdoğan gibi bölgede istenmemişti. O mitingde Erdoğan’ın da MSP İstanbul Gençlik Kolları Başkanı olarak yer aldığı söylenir. 31.08.1979 tarihli Milliyet gazetesinin “Solcu bir grubun aleyhte gösterisi üzerine Hopa’da mahsur kalan Erbakan için askeri yardım istendi” başlıklı haberinden okuyalım: MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın bir konuşma yapmak üzere geldiği Hopa’da olaylar çıkmış, seçim otobüsünü taşlayan bir grup genç, Erbakan’ın konuşma yapmasını engellemişlerdir. Durumun gerginleşmesi üzerine ilçeden ayrılamayan MSP’liler için, askeri birliklerden yardım istenmiştir. Erbakan ve beraberindeki konvoy dün saat 18.45’te Hopa’ya gelmiştir. Belediye meydanına giren MSP seçim otobüsünün etrafında toplanan bir grup genç aleyhte gösteri yapmaya başlamışlardır. Bunun üzerine, Erbakan güvenlik kuvvetlerine hitaben, “Bu çocukları buradan uzaklaştırınız” demiştir. Daha sonra, harekete geçen güvenlik kuvvetleri, sol görüşlü oldukları bildirilen gençleri konuşmanın yapılacağı alandan uzaklaştırmaya başlamışlardır. Bu arada, çıkan çatışmada atılan taşlarla MSP seçim otobüsü ile konvoydaki bazı taşıtların camları kırılmış, Ahmet Eyüpoğlu adlı bir kişi başından taşla yaralanmıştır.
obsbawm, eşkıyalığın yoksullaşmanın arttığı dönemlerde ve ekonomik kriz zamanlarında yaygınlaşma eğilimi gösterdiğini söyler. Örneğin, Peru’nun Tanca ve Moquegua bölgelerinde koşullar son derece müsait olmasına rağmen hiç eşkıyalığa rastlanmamasının sebebi tarihçi Albujar’a göre, “bu bölgelerde hiç toprak beyi, hiç usta şoför, hiç işçi simsarı, hiç ustabaşı, su kaynakları üzerinde hiç tam, mutlak ya da değişmez mülk sahipliği olmamasıydı.” Buna karşın Endonezya’nın Cava Adası’nda Bantam bölgesi 19. yüzyılda kalıcı bir eşkıya yatağıydı, ama aynı zamanda sürekli bir başkaldırı merkeziydi. Fransız tarihçilerden Braudel, 16. yüzyılın sonlarında bütün Akdeniz’de hayatın, işsiz ve ekmeksiz insanların başvurdukları soygun ve hırsızlıklarla dolu olduğunu söylemektedir. Aynı dönemlerde Osmanlı’da olduğu gibi İtalya’da da, halk eşkıyayı övmekte ve bir kahraman diye ona yerinmekteydi. İtalya’da Condottier’ler ile Anadolu’daki çağdaşları olan Celaliler arasında önemli benzerlikler vardı. Hatta Akdağ, Condottier kelimesinin anlam yönünden Celali kelimesi ile benzeştiğini de söyler. En eski ve kalıcı geleneklere sahep Çin’de eşitlikçi bir profil çizen ya da en azından Konfüçyüs’ün katı hiyerarşi idealiyle uyuşmayan ve belirli bir ahlaki ideali temsil eden sosyal eşkıya figürü iki bin yıl boyunca ayakta kalmayı başarmıştır. Örneğin eşkıya isyancılardan Bai Lang hakkında şu dizeler söylenmiştir: “Bai Lang, Bai Lang/Yardım etmek için yoksullara/Soyar zenginleri/Yürür Cennet Yolu’nda/Herkes hemfikirdir Bai Lang’ın düsturuyla: İki yıl içinde eşitlenecektir/Zenginlerle yoksullar birbirlerine.”
1876’dan 1910’a dek Meksika’n›n baflkan› olan Porfirio Diaz, demiryollar›n›n döflendi¤i, sanayileflmenin bafllad›¤›, Meksika’n›n h›zla modernleflti¤i bir dönemin temsilcisiydi. 1900’lerde Meksika’da k›rsal kesim, ‘haciende’ denilen devasa topraklar›n oluflturdu¤u genifl malikanelere sahip bir avuç senyörün inan›lmaz bir zenginlik, genifl köylü kitlelerinin ise derin bir yoksulluk içinde yaflad›¤› bir ülkeydi. Ülkenin kaynaklar› ise yabanc› sermaye aras›nda paylafl›lm›flt›. 1910’da Diaz’›n tekrar baflkan seçilmesine karfl› rakibi Madero’nun ça¤r›s›yla bafllayan ayaklanmadan Meksika Devrimi’ne giden süreçte, yoksul bir köyden ç›kan Panço Villa, devrimin iki önemli figüründen biri haline geldi. Diaz’›n diktatörlü¤ünde da¤a ç›kan bu eflk›yaya otoriteye ve yerleflik düzene kafa tutan bir simge gözüyle bak›lmaktayd›. Kuzey Tümeni’nin generali Villa, hayat›n› haydut olarak idame ettiren bir insanken bu savafl s›ras›nda bir devrimciye dönüfltü ve halka sad›k kald› hep. Gücünü kendini zengin etmek için kullanmad›. Zapata’yla beraber halka mücadeleyi ö¤retti. Halk›n aras›ndan ç›karak bir halk kahraman› haline geldi. Fakat Meksika’n›n s›n›r komflusu olan ABD’de durum farkl›yd›. ABD’de o y›llarda “fliddete meyilli, zalim ve açgözlü” Meksikal› eflk›yalar Hollywood filmlerinin tipik hainleriydi, t›pk› bir zamanlar›n k›ta yerlileri gibi ve bu tablo en az›ndan 1922’ye Meksika hükümeti ABD’deki film flirketlerinin yap›m› olan bütün filmleri yasaklama tehdidini savurana kadar böyle devam etti.
KAYNAKÇA: Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası
Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi Eric J. Hobsbawm, Eşkıyalar
Sabri Yetkin, Ege’de Eşkıyalar NTV Tarih Sayı 22
14
GÜNDEM
Halk›n Sesi
17 Haziran 2011 / 30 Haziran 2011
HOPALILAR, AVUKATLAR VE TANIKLAR ANLATTI
Yazarların kaleminden Hopa
Hopa: Çay ve su aşkına direniş “K H aradenizin asi çocukları çayına ve suyuna sahip
çıkıyor” Hopa halkının anlattığına göre ilçede her şey bu pankartla başladı. Hopa halkı, başbakanın mitingi öncesi ve sonrasında yaşananları 3 Haziran’da yayımladığı bir açıklamayla duyurdu. Anlatılanlara göre ilçede ilk gerginlik yukarıda yazılı pankart asılırken halka polisin saldırmasıyla başlamış. Hopalılar bu saldırıyı ve sonrasında yaşananları şu sözlerle anlatıyor: “İlk gerginlik inşaata 'Karadenizin asi çocukları çayına ve suyuna sahip çıkıyor' pankartı asılırken polisin gazlı müdahalesiyle başladı. Daha sonra meydanda horon oynarken polis tazyikli su, gaz bombaları ve coplarla Hopalılara saldırı düzenledi. Kadın, çocuk, esnaf ayrımı yapmaksızın vahşice saldıran polis, birçok insanımızın yaralanmasına sebep oldu. Hedef gözetilerek gaz bombaları atıldı, esnafımızın camları kırıldı, işyerlerine zarar verildi.” KAYMAKAMIN VİCDANI RAHATMIŞ Hopalıların anlattıklarını 6-7 Haziran’da ilçeye giderek yerinde incelemelerde bulunan kitle örgütü temsilcilerinden oluşan heyetin raporu da doğruluyordu. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Türk Tabipleri Birliği (TTB), İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) temsilcileri ilçe kaymakamı Abdullah Aktaş ve Belediye Başkanı Turan Kasımoğlu ve Hopa halkı ile yaptığı
opa halkını sokaklara döken neydi? O gün ilçede neler yaşandı? Hopa halkı, davanın avukatları ve Hopa’yı ziyaret edenler anlatıyor
görüşmede de aynı bilgiler farklı yorumlarla yer alıyordu. Hopa Belediye Başkanı CHP’li Turan Kasımoğlu’nun heyete verdiği bilgilere göre de polis saldırısı bu pankartın indirilmek istenmesiyle başlıyordu. Kasımoğlu tanık olduklarından yola çıkarak “Güvenlik güçleri ve başbakanın korumaları bu pankartı neden indirmeye çalıştılar anlayabilmiş değiliz” diyordu. Heyete, “Müdahale emrini ben verdim. Vicdanen rahatım” diyen Hopa Kaymakamı Abdullah Aktaş da “Olaylar, polisin uygun görmediği bir pankartı indirmek istemesiyle
başladı. Polisler pankartı indirmek istediler, ancak eli sopalı 7-8 kişi 2 polise saldırdı” diyordu. Yine kaymakama göre olaylar planlanmış bir saldırıydı, ilçeye dışarıdan gelenler tarafından çıkartılmıştı. ÖNCE POLİS SALDIRDI Hopa halkının ve belediye başkanın anlattıklarına göre de aslında olay planlı ve ilçeye dışarıdan gelen birileri olduğu kesin. Fakat planı yapan AKP, ilçeye dışarıdan gelenler ise polisler. Belediye başkanın anlattığına göre “Olay sırasında başbakanın ve kaymakamın iddia ettiği gibi herhangi bir plan-
lanmış durum yok. İnsanlar halay çekiyorlar ve buna bile ciddi bir tahammülsüzlük var. Halay çekilen yer inşaat alanı ve orada taşların olması kadar doğal bir şey yok. Olay çıkarmak için taş ya da şişe biriktirmek şeklinde bir şey yok. Hele molotof ve sopa hiç yok. Gerginlik çıkınca inşaat halindeki binadan temin edilen şeylerle insanlar kendilerini savundu.” Hopa halkı adına yapılan açıklamada da belediye başkanının ifadeleriyle aynı yönde bilgiler verilerek şöyle deniyordu: “Kadın, çocuk, esnaf ayrımı yapmaksızın vahşice saldıran polis birçok insanımızın
yaralanmasına sebep oldu. Hedef gözetilerek gaz bombaları atıldı, esnafımızın camları kırıldı, işyerlerine zarar verildi. ...Polis tarafından Hopa tam bir savaş alanına dönüştürüldü.” Hopa’yı savaş alanına çeviren polislerin bir çoğu dışarıdan gelmişti. Heyetin raporuyla kayıt altına alınan tanıklıklar, Hopa’ya daha Başbakan Erdoğan gelmeden çevre illerden binlerce çevik kuvvet, sivil polis ve özel koruma getirildiğini; Hopa halkının bu durumu AKP ilçe binası önünde gelen araçlarla gördüklerini anlatıyordu. Genel başkan yardımcısı,
MYK üyeleri ve hukuk dairesinden avukatlarla olayın hemen ardından Hopa’ya giden Halkevleri’nin hazırladığı Hopa’da Yaşananalar, Gerçekler Raporu’nda da ilçede yaşanan olayların polis tarafından çıkarıldığı görüşüne yer verildi. Halkevleri raporunda AKP iktidarını protesto etmek için bir araya gelen ve horon oynarken saldırıya uğrayanların başbakanın miting alanı ile arasında yaya geçişine kapalı duble yol ve çift yönlü şehiriçi yol bulunduğu belirtiliyor. Halkevleri’nin raporunda polis saldırısı sırasında okul ve hastaneye, dükkan içlerine, kapalı alanlara gaz bombası atıldığı anlatılıyor. İŞKENCENİN BELGESİ VAR Hem heyet, hem Halkevleri hem de Hopa halkının açıklamasına göre; saldırı sonrası Metin Lokumcu’nun hayatını kaybetmesi ve bu haberin ilçede duyulması üzerine gerilim tırmanıyor. Sokaklara çıkan Hopalılar ara sokaklarda polisle karşı karşıya geliyor, birleşerek Lokumcu’nun naaşının bulunduğu hastaneye yürümek istiyor. Bu yürüyüş yoğun polis saldırısına rağmen gerçekleşiyor. İlçede incelemede bulunan heyette yer alan hekimlerin yaptığı muayenede yaşları 20 ile 56 arasında değişen 10 erkek, 3 kadında, olayın üzerinden 5-7 gün geçmesine rağmen darp izlerine rastlandığı belirtiliyor. Raporda olaylar sonrası gözaltına alınan ve çıkarıldığı mahkemece tutuklanan İbrahim Aksu’nun kaburgasının gözaltında kırıldığının adli tıp raporlarıyla belgelendiği hatırlatılıyor.
Suyuna çayına sahip çıkanlara gözdağı mı? Erdo¤an’›n bir kent merkezi yerine bir ilçeyi miting alan› olarak seçmesinin anlam› neydi? ‹lçe halk›n›na göre “Hopa bir meydan okumayd›” Çünkü: ‹lçe Çay-Kur özellefltirmesi ile, derelerin sat›fl› ile, flirketlere da¤›t›lan maden ruhsatlar› ile sermayenin ya¤mas›na aç›lan Karadeniz’in en direngen noktalar›ndan biriydi. 9 May›s günü seçim bölgesi olan Rize’den Hopa’ya gelen Bakan Hayati Yaz›c› protestolar nedeniyle seçim gezisi yapamadan ilçeyi terk etmek zorunda kalm›flt›. Ziyaret, bu direngenli¤e karfl› meydan okuma amac› tafl›yordu. AMAÇ SU HAKKI MÜCADELES‹NE GÖZDA⁄I Suyun Ticarilefltirilmesine Hay›r Platformu’ndan Prof. Dr. Beyza Üstün Hopa’y› ve bölgedeki HES karfl›t› mücadeleyi yak›ndan bilen bir isim. Halk toplant›lar›, forumlar vesilesiyle defalarca bölgeye giden Üstün, Hopa’da yaflananalar› tüm su hakk› mücadelesi verenlere dönük bir gözda¤› olarak
‘Koruma polisini düşüren taş değil’ H
opa’da yaşananlar konusunda AKP iktidarının kendini savunmak için en en sık gündeme getirdiği konu, koruma polisi Servet Erkan’ın AKP otobüsünden düşerek ağır yaralanması oldu. Erdoğan, Hopa’da yaşananlar ve Lokumcu’nun ölümü kendisine her sorulduğunda koruma polisinin araca atılan taşların isabet etmesi sonucu araçtan düştüğünü belirtti. Halkevleri’nin hazırladığı Hopa’da Yaşananalar, Gerçekler Raporu’nda görüntüler ve Hopa halkının tanıklıklarına dayanılarak koruma
polisi Servet Erkan’nın “taş” nedeniyle düşmediği belirtiliyor. Anlatılanlar korumanın, hızlanan araçtan dengesini kaybederek düştüğü üstelik buna rağmen aracın durmadığı yönünde. Polis memurunun ameliyatında bulunan doktorlardan Onur Yaman da, hastanın kaşının üzerinde 3 santimetre kesik bulunduğunu anlatarak, ''Ayrıca çökme kırığı da vardı. Bu kesici bir cisim ile olabilecek bir durumdu. Küçük bir taşın bunu yapması mümkün değil. Ancak düşme sonucu da bunlar olabilir'' dedi.
de¤erlendirdi. Sendika.tv’ye konuflan Üstün, Hopa olaylar›yla ilgili flunlar› dile getirdi: “Hopa bir seçim mitingine kurban edilmifl gibi görünmüyor. Seçilerek su mücadelesine verilen bir gözda¤› bana göre. Çok organize edilmifl bir durum var. Çünkü bugüne kadar hiçbir müdahale flirketlerin vadilere girmelerini kolaylaflt›rmad›. Rüflvetler, arac›lar, muhtarlar› flirketlerin yan›na çekme çabalar› ifle yaramad›. Baflbakan ve ekibi bence Hopa’ya bütün su mücadelelerine gözda¤› vermek için gitti. ...E¤er bu gözda¤› tutarsa halk oradaki su mücadelesinde y›lg›nl›¤a kap›l›rsa bir flekilde baflaracaklar›n› düflündüler. Ama tam tersi gerçekleflti.” ‘M‹T‹NG‹NE GEL‹P EYLEME KATILANLAR VAR’ Halkevleri Genel Baflkan Yard›mc›s› Samut Karabulut’a göre de AKP ve baflbakan, Hopa’da meydan okumak istedi. Hopa olaylar› ve bölgedeki izlenimlerini Sendika.tv ile paylaflan Karabulut görüfllerini flu sözlerle ifade etti:
“Bölgede çay ve f›nd›k politkalar›ndan, HES’lerden dolay› sorunlar yaflan›yor. Çay üreticileri, ürünlerini özel flirketelere satmaya mahkum edildi. Çay-Kur kotalarla oynay›p duruyor. ‹nsanlar ekonomik durumlar›n›n sorumlusunun AKP oldu¤unun ayr›m›na vard›. Erdo¤an’›n, Hayati Yaz›c›’n›n protesto edilmifl olmas›na ra¤men ilçeye gelmesi bir meydan okumayd›. Emniyetten bu mitingi yapmamas› yönünde öneriler gelmesine ra¤men inat edilmifl ve yap›lm›fl. Bu ‘istedi¤imi yapar›m kimse de karfl› ç›kamaz’ inatç›l›¤›d›r. Burada çok aç›k bir meydan okuma vard›r. Önemsememe vard›r. ...Hopa o gün esnaf›yla, köylüsüyle direnmifl. Tan›kl›klar var, ilçeye AKP mitingine kat›lmak için gelip sald›r› nedeniyle protesto eylemlerine kat›lanlar var. Hopa’ya giden heyetin raporunda da flu görüfller var: “Bir ay önce Bakan Hayati Yaz›c›’y› ilçelerine sokmayan Hopa halk›, deresine-çay›na-emekçisine sahip ç›kt›¤› için Erdo¤an taraf›ndan cezaland›r›lm›flt›r.”
H
opa’da yaşananlar gazetecilerin de gündemindeydi. Metin Lokumcu’nun ölümüyle sonuçlanan olaylar üzerine kaleme alınan yazılardan ikisini okurlarımızla paylaşıyoruz: Hopa ve eşkıyalar Özgür Mumcu (Radikal) ...Hopa’daki abluka mitinginden sonra Trabzon’a giden Başbakan’ın “Hopa’ya eşkıyaların indiğini bilmiyordum” açıklaması da bunun göstergesi. Başbakan’a her itiraz eden terörist, ona karşı çıkan herkes eşkıya. İlkgençliğinin Milli Görüş’ünden gelen komplocu bakış açısının zirveye varmış egosuyla birleştiği noktadayız. Bu nokta da Başbakan’ın tekrar etmeyi çok sevdiği ‘hak ve özgürlükler noktası’ değil. Bu nokta 80 öncesi Fatsa’da yapılan ‘nokta operasyonu’nun noktası. Salı gecesi Hopa’da evlerin basılıp, kırka yakın insanın gözaltına alınması buna işaret ediyor. Nisan 2010’da CHP otobüsü taşla saldırıya uğradığında emniyet güçlerinin ilgisiz tavrıyla salı gecesi operasyonu kıyaslanınca bu memleketin bir başkomiseri olduğu hakikatiyle karşılaşıyoruz. Polis Servet Erkan’ın otobüsten düşmesinin sorumlularını bulun. Yaralanmasına göstericilerin attığı taş sebep olduysa yargılayın. Muhaliflerin gösteri hakkına tecavüz eden polis müdahalesinin sorumlularını bulun. Memurundan amirine yargılayın. Öğretmen Metin Lokumcu’nun katillerini bulun. Sonra tartışalım hep beraber Hopa’ya inen eşkıya kimdir? Aynı yoldan geçmişiz, aynı sudan içmişiz öyle mi? Değil galiba. Başbakan şöyle bahsediyor öldürülen Metin Lokumcu’dan: “Tabii bu arada bir tanesi de kalp krizi geçirerek, kimliğini bilmiyorum, üzerinde durmaya da gereğini duymuyorum, kalp krizi sonucu ölmüş.” Öğrenirsiniz Başbakan kimliğini. Bir gün gelir öğrenirsiniz. (2 Haziran 2011) Ölen bir kişinin ardından söylenen yürek yakıcı sözler! Mustafa Mutlu (Vatan) Ölen birinin, hele hele yönetmeye talip olduğunuz bir vatandaşınızın arkasından “Üzerinde fazla durmak istemiyorum” diyorsanız... Bu, garip bir durumdur! Bu duruma düşen bir insanın; bütün hırslarından, işinden, gücünden sıyrılıp, artık kendisine zaman ayırmasının vakti gelmiş demektir! (2 Haziran 2011)
Hopa’da ‘AKP hukuku’ işledi H
opa’da yaşananların ardından hem ilçede hem de olayları protesto ettikleri için Türkiye’nin farklı kentlerinde çok sayıda kişi gözaltına alındı. Hopa’da olayların hemen ardından 32 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanların 12’si tutuklanarak Erzurum H Tipi Cezaevi’ne gönderildi. Ankara’da protesto eylemine katılan 45 kişi gözaltına alındı. 5 kişi tutuklanarak Sincan F Tipi’ne gönderildi. Olaylardan 13 gün sonra 13 Haziran’da Artvin Halkevi Başkanı Ferdi Şağbanoğlu gözaltına alındı ve tutuklandı. Ankara’da eyleme katılan 17 kişi 15 Haziran sabahı düzenlenen polis operasyonlarıyla gözaltına alındı. (Gazetemiz yayına hazırlanıyorken polis operasyonu halen sürüyordu) Eylemlere katılan ve mahkemeye sevk edilenler hem Hopa hem de Ankara’da “terör örgütleri adına faaliyette bulunmak" iddiası ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası kapsamında sorgulanarak mahkemeye sevk edilseler de her iki kentte de mahkeme bu iddiaları yeterli delil olmadığı
gerekçesiyle kabul etmedi. 17 kişi 2911 Sayılı Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet, görevli memura direnmek gibi suçlamalarla tutuklandılar. HOPA’YA NOKTA OPERASYONU Hopa’da 12 kişinin tutuklanmasıyla sonuçlanan polis operasyonu, olayların hemen ardından 31 Mayıs gecesi gerçekleştirilen ve 12 Eylül öncesi Fatsa’da yaşanan Nokta Operasyonu’nu anımsatan geceyarısı baskınlarıyla başladı. İlçe bir hafta boyunca polis ablukası altında kaldı. Kimlik kontrolleri, ilçeye giriş çıkışlarda yapılan kontroller, sokaklarda polisin insan avına çıkmışçasına sürekli ve hiçbir neden göstermeksizin insanları gözaltına alması olağanüstü hal uygulamalarını hatırlattı. E. K isimli yüzde 90 oranında zihinsel engelli olan bir genç de olay günü gözaltına alınıp iki gün boyunca gözaltında tutuldu. Vücudunda darp izleri bulunan E.K serbest bırakıldıktan sonra sürekli kusma ve ağlama şikayetiyle hastaneye kaldırılarak depresyon teşhisiyle hastanede tedavi altına alındı.
DAVADA HUKUK İHLALLERİ VAR Gözaltındaki hukuksuzluk ve gayri insani muamele, adliye aşamasında da devam etti. Halkevleri Hukuk Dairesi’nin hazırladığı Hopa Hukuk Raporu’na göre yargılama sürecinde önemli ihlaller var. 4 Haziran sabaha karşı kimseye haber verilmeden 31 şüpheli alelacele yaklaşık 5 saat uzaktaki Erzurum’a sevkedilerek, adeta ailelerden ve avukatlardan kaçırıldı. Gözaltındakiler avukatlarla görüştürülmedi ve adliyede durdukları süre boyunca kelepçeli bekletildiler. Avukatların buna yaptığı itirazlar savcı tarafından reddedildi. Halkevleri Hopa Hukuk Raporu, gözaltı ve savcılık soruşturması sürecinde şu ihlallerin yapıldığını ortaya koydu: 1. Polisin müdahalesi hukuka aykırıdır. 2. Avukatlardan vekaletname istenmesi ve görüşmelerinin engellenmesi hukuka aykırıdır. 3. İfade tutanaklarının müdafilere verilmemesi hukuka aykırıdır. 4. Menfaat çatışması iddiası yersizdir. 5. Erzurum Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi olayda görevsizdir.
Gözaltına alınan Hopalı bir genç Erzurum Adliyesi’nde beklerken
6. Gözaltı sürelerinin sonuna kadar kullanılması hukuka aykırıdır. 7. Şüphelilerin adliyede saatlerce kelepçeli tutulması hukuksuzdur. 8. Tutuklama kararlarının gerekçeli olmaması da hukuka aykırıdır. 9. Şüphelilerin tutuklanmaları savcılık ve mahkemenin önceki kararları ile çelişmektedir.
KÜLTÜR SANAT
15
17 Haziran 2011 / 30 Haziran 2011
Halk›n Sesi
Che’nin yeni günlü¤ü Che Guevara'nın devrimden önce Sierra Maestra'da yazdığı, şimdiye kadar yayımlanmamış günlüğü Küba'da yayımlanıyor. Günlükte, 82 devrimcinin silahlı mücadele için Aralık 1956'da Küba'ya gelişinden Castro önderliğindeki devrime kadar olan dönem anlatılıyor.
Fatma, Ali ve di¤erleri
Mardin’de sinema
Nâzım Hikmet’in 1952’de Moskova’dayken yazdığı, Sovyetler’de “Türkiye’de” adıyla basılan Fatma, Ali ve Diğerleri adlı oyunu ilk kez Türkçede. Oyunda savaş karşıtı Türk insanının direnci ve dramı, Kore’ye asker gönderme kararı arka planıyla konu ediliyor.
6. SineMardin Uluslararası Mardin Film Festivali 24 Haziran’da başlıyor. Teması ‘otorite’ olarak belirlenen festivalde film analizleri, kurgu ve senaryo üzerine atölye çalışmaları yapılacak. İranlı yönetmen Bahman Ghobadi’nin de konuk olacağı festival halka açık ve parasız olacak.
Gerilla müzisyen gözalt›nda Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri-Halk Ordusu'nun "Müzisyen"i Julián Conrado, Venezüella’da gözaltına alındı. Yerel müzikleri politize etmesiyle tanınan Conrado’nun “Köyümden gerillaya” parçası FARCEP’nin gayri resmi marşı olarak biliniyor.
Müzik tarihine yazlık ziyaret BERKAY ÖZBEK
G
azetemizin önümüzdeki sayısında, “Müzik Tarihi” başlıklı, ağırlıklı olarak da klasik müziğin serüvenine yoğunlaşan bir yazı dizisine başlıyoruz. Yaz boyu sürecek olan bu dizinin temel amacı antik çağlardan başlayarak günümüze kadar müziğin (özellikle klasik müziğin) her döneminin belirleyici özelliklerini vurgulamak, müzik tarzlarının ve enstrümanların gelişimini incelemek ve önemli bestecilerle onların eserleri hakkında bilgi vermek olacak. Bunu yalın bir dil kullanarak, okuyucuyu salt bilgi bombardımanına tutmadan, eğlenceli akılda kalıcı kimi öğelerle de zenginleştirerek yapmaya çalışacağız. İNSANLIK TARİHİNDE YOLCULUK Tabii ki müziğin tarihinde yolculuk ettiğimiz zaman bir yandan da insanlık tarihine şahitlik etmiş olacağız. Çünkü müzik tarihi hemen hemen insanlık tarihi kadar eskidir. Müzik tarihi insanların seslerini kullanmaya başlaması ile başlar. Dolayısıyla tarihteki ilk enstrüman insan sesidir. İlk şarkıların kökleri ise insanların doğadaki sesleri taklit etmeye çalışmasına uzanır.
Yaz sonuna geldiğimizde müzik tarihinin hemen hemen bütün köşe başlarına uğramış, Cemal Reşit Rey, İdil Biret, Fazıl Say gibi isimlere ve jazz gibi türlere ulaşmış olacağız. Bundan sonra insanlık, taklitten kendi enstrümanlarını yapma aşamasına doğru ilerlemiştir. Müzik tarzlarının ve enstrümanların gelişimi ise tarih boyunca insanlığın ihtiyaçları ile paralel ilerlemiştir. Örneğin; Afrika’nın vurmalı çalgılar geleneği birbirinden uzakta yerleşmiş kabilelerin birbirleriyle iletişim kurma ihtiyaçlarına dayanır. MÜZİSYENİN PATRONU Dizi boyunca inceleyeceğimiz müziğin diğer bir özelliği de müzisyenlerin ve bestecilerin istihdam ediliş biçimleri, eserlerine toplumun hangi sınıfsal kesimi tarafından ulaşılabildiği, ulaşmasına izin verildiği, egemenler tarafından kimlerin müzik yapmasına izin verildiği ve tabii ki kimlerin egemen olduğu vb. verilerin söz konusu dönemin toplumsal yapısı ve üretim ilişkileri hakkında bize verdiği bilgiler olacak. Buna örnek olarak barok dönem bestecisi Bach’ın (1685-1750)
istihdam edildiği kilise tarafındam haftada birkaç eser bestelemeye zorlanmasıyla, “patron” denilen aristokratlar tarafından istihdam edilen klasik dönem bestecisi Beethoven’ın (1770-1827) ise kimi eserlerinin bestelenme sürecinin bir yılı aşması gösterilebilir. Dizimize bu bakış açısıyla antik dönemlerden başlayacağız ve Mısır, Sümer, Çin gibi eski uygarlıkların müziğini inceleyeceğiz. Buradan Antik Yunan ve Roma kültürüne, oradan Bizans’a uzanacağız. Ortaçağların ardından da Rönesans ve Reform’a bakarak sırasıyla müziğin; Gotik, Barok, Klasik, Romantik ve Modern dönemlerini inceleyeceğiz. Bu dönemler boyunca ilerlerken Rönesans, Fransız Devrimi, Ekim Devrimi gibi tarihsel olay veya süreçlerin müziğe etkisi üzerinde duracağız. DİNLEMELİK ÖNERİLER Bütün bu dönemleri
incelerken okuduklarını okuyucunun kafasında daha somut bir hale getirmek amacıyla eser tavsiyelerimiz olacak. Bir sonraki yazı ile başlayarak her yazının sonunda tavsiye eserler bölümü olacak. Seçilen eserler, söz konusu yazının üzerinde durduğu müzik döneminin öne çıkan bestecilerinin eserleri olacak. Bu eserler özellikle Barok dönemden itibaren kimi zaman oldukça popüler ve çoğumuzun bildiği parçalar olabileceği gibi, kimi zaman da popüler olmasa dahi müzik tarihindeki önemi ve kendinden sonra gelen besteciler üzerinde bıraktığı etki nedeniyle listemizde kendilerine yer bulacaklar. Her yazıda önerilen parçaları dinleyen bir okuyucu müziğin nasıl bir evrim geçirdiğine şahit olacak. İLGİNÇ BİLGİLER Gene her yazıda genel kültürümüze katkı koyacak birkaç tane terimi bilgi dağarcığımıza. Senfoni, konçer-
to, polifoni gibi. Terimlerin yanı sıra dizide ilginç bilgiler de yer alacak. Hangi ünlü bestecinin partisyonlarının, yine başka bir besteci tarafından ölümünden yıllar sonra bir kasapta et sarmak amacıyla kullanılırken
keşfedildiği, nota isimlerinin (do, re, mi...) nereden geldiği, ortaçağda kilisede şarkı söyleyen küçük çocukların neden hadım edildiği gibi. Yaz sonuna geldiğimizde müzik tarihinin hemen hemen
bütün köşe başlarına uğramış, Cemal Reşit Rey, İdil Biret, Fazıl Say gibi isimlere ve jazz gibi türlere ulaşmış olacağız. Umarız bu yolculuktan sizler de keyif alır ve yazı dizimizi ilgiyle takip edersiniz.
Londra’da perde ikinci kez açılıyor T
ürkiye’de altıncı yılına giren ve gelenekselleşme yolunda hızla ilerleyen Uluslararası İşçi Filmleri Festivali, İngiltere’nin başkenti Londra’da bu yıl ikinci kez düzenleniyor. 15-23 Haziran tarihleri arasında emeğin filmlerini izleyicilerle buluşturacak Londra 2. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nin ana teması ekonomik kriz gerekçe gösterilerek gerçekleştirilen kesintiler... Festival, Londra’da İngiltere Alevi Kültür Merkezi ve Cemevi, GİK-DER (Göçmen İşçiler Kültür Derneği), TEB (Türk Eğitim Birliği), Kurdish Community Center (Kürt Toplum Merkezi), Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi, Sosyalist Kadınlar Birliği, Young
Struggle (Genç Mücadele), Roj Women’s Association (Roj Kadın Vakfı) tarafından düzenleniyor. FİLMLER LONDRA’DA DA PARASIZ Türkiye’de ve dünyanın dört bir yanında, emekçilerin yaşamlarını ve mücadele deneyimlerini izleyicilerle buluşturmayı ve işçi filmi üretimini özendirmeyi amaçlayan festivalde 21 film parasız olarak izleyicilerle buluşacak. Avrupa’yı ve Ortadoğu’yu saran halk isyanlarının yaşandığı bir dönemde gerçekleştirilen festival, İngiltere’de de muhafazakâr-liberal koalisyon hükümetinin ekonomik krizi bahane göstererek eğitimden sağlığa kamu hizmetleri ve
Kazım Koyuncu üreterek anılıyor
sosyal güvenlik alanlarında yapılan ve emekçilerle gençleri sokağa döken kemer sıkma politikalarına “Hayır” diyecek. Festivalin açılış gecesi 15 Haziran Çarşamba Saat 18.30’da Cem Evi’nde gerçekleştirilecek. Kürtçe müziğe getirdiği özgün yorumuyla tanınan Irak kökenli müzisyen Tara Jaff’ın konser vereceği gecede, Londra’nın Hackney bölgesinde kesintilere karşı mücadele için kurulan Hackney Alliance (Hackney Birliği) temsilcisi, sendikacı Glyn Haris de ‘İngiltere’de kesintiler’ temalı bir konuşma yapacak. Gecenin sonundaysa yönetmenliğini ABD’li belgesel sinemacı Joan Sekler’in yaptığı ‘Lokavt’ filmi gösterilecek.
Dört y›ld›r kültür sanat alan›nda çal›flmalar›n› yürüten Kaz›m Koyuncu Kültür Merkezi (KKKM) her y›l oldu¤u gibi bu y›l da Kaz›m Koyuncu’nun ölüm y›ldönümü olan 25 Haziran’da bafllayarak “Üreterek An›yoruz” etkinlikleri düzenliyor. Sanat›n bir hak oldu¤unu ve paylafl›ma, dayan›flmaya, emek eksenli gönüllülü¤e ve kolektif yaflama dayal› bir kültürün var olmas› gerekti¤ini söyleyerek çal›flmalar›n› yürüten kültür merkezi, Kaz›m Koyuncu’yu ölüm y›l dönümünde bir günlü¤üne de¤il bir y›l boyunca atölyelerde ve kültür merkezi genelinde yap›lan çal›flmalara dayanarak ürettikleriyle an›l›yor, her y›l bu etkinlikleri düzenliyor. Etkinlik kapsam›nda 25 Haziran günü atölye yürütücüleri,
kat›l›mc›lar› ve tüm KKKM gönüllüleri ile birlikte kültür merkezinde buluflulup tulum eflli¤inde soka¤a Kaz›m Koyuncu flark›lar› söyleyerek bir yürüyüfl düzenleniyor. Bu y›lki programa göre atölye üretimleri yine 25 Haziran’da düzenlenecek yürüyüflün hemen sonras›nda yap›lacak sokak etkinli¤i ile bafllayacak. Tulum, koro, çocuk trampet ekibi ve müzik dinletisinin olaca¤› ilk etkinlikte ayn› zamanda
İşçiler iş bıraktı, anıtı dozerle yıktılar İ gönüllüler birlikte horona duracaklar. Sonras›nda kültür merkezinin bir y›ll›k çal›flmalar›n›n görüntülerinden oluflan belgesel ile etkinlik devam edecek. 26 Haziran’da ise hem kültür merkezi içerisinde hem de Kad›köy sokaklar›nda etkinlikler devam edecek. Tüm etkinliklerde müzik, resim, foto¤raf, sinema, fliir, halkoyunu atölyelerinin üretimleri gönüllülerle paylafl›lacak.
nsanlık Anıtı'nın yıkımını yapan taşeron işçiler paralarını alamayınca işi durdurdu. Firma yetkililerinin saldırılarına uğrayan ve tehdit edilen işçiler, "ucube"nin yıkımını yarıda bıraktı. Bunun üzerine Afşin İnşaat, kompresörlü kepçe kiraladı ve anıtı keserek indirmek yerine, geriye kalan yüzde 30'luk kısmı parçalayarak yıkımı tamamladı. Anıtın kaldılması için ihaleyi 272 bin liraya Afşin İnşaat almıştı. Yüklenici firma Afşin İnşaat, kaldırma işi için Eryaman Karot adlı taşeron bir firmayla anlaştı. Anıtın yüzde 70’inin yıkımı parçalar halinde kesilerek gerçekleştirilmişti. Paralarını alamayan işçiler işi bırakınca firma heykelin geri kalan kısmını parçalayarak yıktı. Böylece heykelin yeniden birleştirilmesi ihtimali kalmadı. İnsanlık Anıtı'nın altındaki kültür varlığı olarak tescilli olan Timur Paşa Tabyası ise hala çevredeki çobanlar tarafından hayvan barınağı olarak kullanılıyor. “Para alamadığımız gibi, belediye binasından çıkışımızda, firma çalışanları ve bazı belediye çalışanları tarafından tartaklandık. Canımızı zor kurtardık. Gece apar topar Kars’ı terk ettik.” diyen işçiler ise konuyla ilgili suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor.
Tayyip’e ‘işportacı’ demek serbest T
ayyip Erdoğan’ın, şarkılarında geçen 'işportacı Tayyip' sözü nedeniyle kamu görevlisine hakaretten Beyoğlu Kumpanya’nın 16 üyesi için 2 yıl hapis istemiyle açtığı dava sonuçlandı. Hakim, söz konusu sözlerin hakaret niteliği taşımadığını belirterek beraat kararı verdi.
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ
17 Haziran 2011 / 30 Haziran 2011
Halk›n Sesi
Beyaz atmacanın gölgesinde Metin hocanın akrabası, meslektaşı Osman anlatıyor: “Bir sohbetimizde ‘Bizi alanlarda coplayanlar çocuklarını benim sınıfa yazdırabilmek için idareye torpil yapmaya çalışıyorlar’ demişti”
D
ünyanın en güzel iç denizinin kıyılarında düşlediği iki şey vardı. Birisi devrim diğeri ise beyaz atmacaydı bu iki düşleme Metin için iç içeydi ve her zaman derdi, "Bu ülkeye devrim beyaz atmacanın gölgesinde düşecek" diye ve eklerdi "Ateşi tanrılardan çaldığı için Kafkas Dağları’na zincirlenen Prometheus’a yarenlik ettiğindendir asaleti beyaz atmacanın". Akrabası ve meslektaşı Osman Lokumcu Metin hocayı anlatırken onun bu düşünü paylaşıyordu. Atmacalara olan sevgisi, ava merakı ile tanınıyordu Metin hoca. Doğaya, canlılara olan sevgisi onu yaşamı savunma mücadelesiyle buluşturmuştu. Ömrü boyunca parçası olduğu devrimci mücadeleyi tüm canlılar için yaşanılası bir hayat kurmak
için veriyordu. Oğlu Ulaş onun yaşam boyu süren örgütlü tavrını şu sözlerle anlatıyordu: “Halkevleri üyesiydi, ÖDP üyesiydi, Eğitim-Sen üyesiydi, 78’lilerin üyesiydi. Çok yere üyeydi. Örgütlenmek insanın doğal hakkıydı babam da bu hakkını kullandı. Olaylar karşısında insanların düşüncesi olur ve onu söylerler. Babam da bunu yaptı. Kötü giden şeylere de karşı çıkmıştır. Türkiye’nin güzel bir yer olmasını istiyordu.” Ülkenin güzel bir yer olması isteği Metin Hoca’nın yaşam boyu peşinden gittiği bir istekti. Hopa Kemalpaşa’da çay üreticisi bir ailenin çocuğu olarak başladığı yaşamı Kemalpaşa’da geçen çocukluğunun ardından Rize öğretmen okulunda hem çalışıp hem okuyacağı bir öğrencilik dönemiyle sürdü. Bu dönemde
16
Sahada, gemide, Barcelona’da...
Hafik’ten selam var
S
ivas Hafik’te köyler arasında futbol turnuvası şampiyonu Aktaş Köyü oyuncuları final maçına "Metin öğretmeni unutmayacağız" pankartıyla çıktı.
Feribotta pankart Rize Eğitim Enstitüsü’ndeki faşist işgalin kırılmasında payı olan devrimci öğrenciler arasında yer aldı. Derken 12 Eylül geldi. Halkevcilerin Abdullah Hocası Abdullah Aydın, Metin Hoca’nın bu yıllarını şu sözlerle anlatıyor: “Metin, 12 Eylül faşizmini çiçeği burnunda bir öğretmen olarak karşıladı. Bu süreci her Devrimci Öğretmen gibi baskı, gözaltı ve sürgünlerle göğüsledi. Faşizmin saldırıları altında dağınıklığın ve örgütsüzlüğün yaşandığı yıllarda yüzü hep aydınlığa, ileriye, halka dönük olarak, pusulasını şaşırmadı, bildiği yoldan şaşmadı.” Metin Hoca 12 Eylül’de hayatını kaybeden arkadaşlarını anısına sahip çıktı, hapishanedeki arkadaşlarına sigara taşıdı. Duruşundan fikirlerinden taviz
vermedi. Bu da meslek hayatına damgasını vuran sürgünleri beraberinde getirdi. Sürüldüğü Konya ve Sivas’ta öğrencileri için iyi bir öğretmen oldu. Osman Lokumcu, Metin hocanın ağzından bu durumu şu sözlerle anlatıyor: “Bir sohbetimizde ‘Bizi alanlarda coplayanlar çocuklarını benim sınıfa yazdırabilmek için idareye torpil yapmaya çalışıyorlar’ demişti.” Metin Lokumcu sürgünlerin ardından Rize’ye döndü. 1988’de, Rize’de öğretmenlik yaptığı yıllarda ülke çapında eğitim emekçilerinin örgütlenme çalışmaları yükselmekteydi. Bu yıllarda örgütlü mücadeledeki çabasını Osman Lokumcu “Yaşadığı her alanda emek mücadelesinin öncülüğünü yaptı. TÖB-DER
deneyimiyle zenginleştirdi önce. Eğit-Sen’i sonra Eğitim Sen’i. Onlarca sürgün, onlarca soruşturma bir an için bile yıldırmadı Metin yoldaşı. Zemheri kışında, ağustos sıcağında tüm Ankara eylemlerinde en ön saflarda taşıdı mücadele bayrağımızı” sözleriyle anlatıyor. 2000 yılında emekli olduktan sonra Kemalpaşa’ya dönerek vekil öğretmen olarak mesleğine devam etti. Mücadeleden de emekli olmadı. Hopa’nın derelerinin satılmasına karşı, çok sevdiği toprağını, derelerini, ormanını, suyunu savunmak için Derelerin Kardeşliği Platformu’nun aktif bir üyesi oldu. Hopa’da “Su haktır” pankartını savunurken uğradığı saldırı son nefesine kadar mücadele eden bir öğretmenin tüm Türkiye’ye son dersi oldu.
Ç
anakkale’de Hopa eylemi sırasında Kilitbahir feribotlarına “Metin Lokumcu’nun katili AKP’dir” yazılı bir pankart asıldı.
İspanya’da bir duvar
Y
ukarıdaki fotoğraf İspanya’nın Katalan Özerk Bölgesi Barcelona’dan. Metin Hoca’nın resmi muhaliflerin afişlerinin olduğu bir duvarda asılı.
Gün gün Hopa gelişmeleri
Destek için mesaj yağıyor Hopa’da HES’lere karfl› mücadele eden Metin Lokumcu’nun HES’lere karfl› baflbakana seslerini durumak isterken hayat›n› kaybetmesi dünyada su hakk› mücadelesi verenler aras›nda karfl›l›k buldu. ‘Birlikte kalabilmek için kuvvetli olmalıyız’
Supolitik çal›flma grubundan Gaye Y›lmaz, Hopa’da yaflanan sald›r› ve Metin Lokumcu’nun bu sald›r›da yaflam›n› kaybetmesi üzerine dünyadaki su mücadelesi eylemcilerine ve örgütlerine bir mektup göndererek süreç hakk›nda bilgi verdi. Y›lmaz mektubu üzerine gelen 11 mesaj› Türkçe’ye çevirerek Halkevleri sitesiyle paylaflt›. Bu mesajlardan baz›lar› flöyleydi: Adriana Marquisio/ Uruguay
Dostlar, Metin için baflsa¤l›¤› dilemek istiyorum! ‹çinden geçti¤imiz bu anlar hepimiz için son derece a¤›r, tüm dünyadan arkadafllar›m›zla ilgili kötü haberler al›yoruz. Hep birlikte kalabilmek için çok kuvvetli olmak zorunday›z. Baflta Metin’in yak›nlar› olmak üzere Türkiye’deki tüm arkadafllar›ma sevgilerimi gönderiyor, hepinizi öpüyorum Charles Santiago / Malzeya Sevgili dostlar, Metin Lokumcu’nun kayb› ile ilgili en samimi baflsa¤l›¤› duygular›m› paylaflmak istiyorum, lütfen kabul edin. Metin’le hiç tan›flmad›m ama onun su ve demokrasi mücadelesi verdi¤ini biliyorum. Onun ölümü su eriflim hakk› ve demokrasi mücadelesinin nas›l ayr›lmaz bir flekilde birbirine ba¤l› oldu¤unu gösteriyor.
31 MAYIS I Başbakan Erdoğan’ı protesto eden yüzlerce kişiye polis çok sert biçimde saldırdı. Gaz bombasından etkilenen emekli öğretmen Metin Lokumcu hayatını kaybetti. I Aynı gün Türkiye’nin dört bir yanında emek ve muhalefet örgütleri protesto eylemleri düzenleyerek AKP’nin polis terörünü lanetledi. Ankara’daki eyleme dönük polis saldırısında 52 kişi gözaltına alındı. Onlarca kişi yaralandı. Halkevleri MYK üyesi Dilşat Aktaş’ın kalça kemiği kırıldı.
engelli E.K’nın uzun süre gözaltında işkenceye maruz kaldığı ortaya çıktı. I Metin Lokumcu’nun öldürülmesini protesto etmek için İstanbul Şişli AKP binasına yürüyen kalabalığa polis saldırdı. Çok sayıda kişi gözaltına alındı. I Türk Tabipler Birliği (TTB) bir açıklama yaparak Hopa’da Metin Lokumcu’nun ölümüne yol açan, İzmir’de ise emekli bir işçinin kalp krizi geçirmesine neden olan biber gazı kullanımına karşı hükümeti uyardı. I Ordu’da KESK Şubeler Platformu ve Öğrenci Kolektifleri Lokumcu için eylem yaptı.
1 HAZİRAN I Hopa’da gece yarısı nokta operasyonu başlatıldı. Elinde listeyle ilçede evleri basan polisler 61 kişiyi gözaltına aldı. Onlarca Hopalı polis tarafından arandı. I Metin Lokumcu’nun naaşı Kemalpaşa Halkevi önünde toplanan binlerce kişi tarafından yıldız yumruklu Devrimci Yol bayrağına sarılarak uğurlandı. Cenazenin ardından polisin gözaltı terörü sürdü. I Başbakan Erdoğan Hopa olaylarını değerlendirerek Metin Lokumcu için “Bir tanesi de kalp krizi geçirerek, kimliğini bilmiyorum, üzerinde durmaya da gereğini duymuyorum kalp krizi sonucu ölmüş” ifadelerini kullandı. I Hopa olaylarını protesto için İzmir’de eylem yapanlara da polis saldırdı. TKP üyesi bir işçi emeklisi yoğun bakıma kaldırıldı. I Hopa’da yaşananaları protesto için Rize Pazar, Mersin, Adana, Eskişehir, Antalya, Hatay, Bursa, Giresun, Trabzon’da eylemler yapıldı. I DİSK, KESK, TMMOB, DHF, ÖDP, TKP, Eğitim Sen gibi kurumlar yazılı açıklamalar yayımlayarak Lokumcu’nun öldürülmesini kınadı. I Kartal’da Lokumcu için eylem yapan kitle örgütleri ve siyasi partiler yolu trafiğe kapattı.
3 HAZİRAN I Hopa’da yakınlarının adliyeye çıkarılmasını bekleyen ailelere de polis saldırdı. 1 kişi gözaltına alındı. I Başbakan Erdoğan, Ankara’da polis tarafından kalça kemiği kırılan Dilşat Aktaş için “Ankara’da kız mıdır kadın mıdır bilemem çıkmış panzere polise saldırıyor, neymiş Hopa’nın hesabını soracakmış, benim polisime saldırıyor, taş atıyor, kim bunlar, tek yol sandık değil, sokak diyenler kim, işleri ne?" açıklamasında bulundu. I İzmit’teki Metin Lokumcu eylemine de polis saldırdı. 2 kişi gözaltına alındı. I Diyarbakır’de KESK Diyarbakır Şubeler Platformu’nun çağrısıyla bir araya gelen 200 kişi Lokumcu için AKP il binasına yüyüyerek siyah çelenk bıraktı. I Konya’da BDP, ÖDP, Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri ve Gençlik Muhalefeti, Lokumcu için eylem yaptı. Eylem yoğun polis ablukası altında yapıldı.
2 HAZİRAN I Ankara Barosu ve Çağdaş Hukukçular Derneği, Ankara’da gözaltına alınanların işkence gördüğünü açıkladı. I Hopa’da gözaltına alınan zihinsel
4 HAZİRAN I Ankara’da olayların ilk günü gözaltına alınan 52 kişiden 5’i tutuklanarak cezaevine gönderildi. I Hopa’da gözaltına alınanlar sabaha karşı Erzurum Özel Yetkili Mahkemesi’ne götürüldü. 31 kişiden 12’si tutuklanırken 19 kişi serbest bırakıldı. I İlçede tüm kitle örgütleri ve siyasi partiler kendilerini ziyarete gelen KESK, TTB, İHD ve TİHV heyeti temsilcileriyle birlikte eylem yaptı. I Sivas’ta KESK Şubeler Platformu,
ÖDP, EMEP, CHP, Halkevleri, Hacıbektaş Vakfı ve Derneği, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği AKP il binasına yürüdü. “Lokumcu’nun hesabını soracağız” dedi. I Trabzon Tonya’da Lokumcu için eylem yapıldı. 5 HAZİRAN I Dünya Çevre Günü eylemlerinde HES’lere karşı mücadelesi bilinen Metin Lokumcu da unutulmadı. Halkevciler Ankara, İstanbul, Samsun, Eskişehir’de Dünya Çevre Günü eylemlerini Lokumcu’ya adadı. I Niğde ve Isparta’da Hopa için eylemler yapıldı. 6 HAZİRAN I Ankara’da tutuklanan 5 kişi için mahkemeye yapılan itiraz reddedildi. I Ankara’da Metin Lokumcu için düzenlenen eylemde gözaltına alınan ve tutuklu yargılanmalarına karar verilen Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencileri Ozan Gündoğdu ve Soner Torlak için arkadaşları eylem yaptı. 7 HAZİRAN I Hopa’ya giderek incelemelerde bulunan TİHV, TTB, İHD ve KESK heyeti, Hopa halkına karşı polisin düşmanca tavır sergilediğini ve çok sayıda kişinin olaylarda yaralandığını belirtti. I Hopa’daki insan hakları heyetiyle görüşen ilçe kaymakamı, saldırı emrini kendisinin verdiğini söyleyerek, vicdanen rahat olduğunu ifade etti. 9 HAZİRAN I Ankara’da emekliler Hopa’da polisin uyguladığı aşırı şiddet nedeniyle
yaşamını yitiren emekli öğretmen Metin Lokumcu için bir eylem yaptı. 10 HAZİRAN I Halkevleri, DİSK, KESK, TMMOB, TTB yöneticilerinden oluşan heyet Hopa’yı ziyaret etti. 300 Hopalı ile buluşan heyet, olaylarda hükümetin tavrını kınayan bir basın açıklaması yaptı. Eylem sonrası polisin gözaltı listelerinde bulunan ancak kentte olmadığı için gözaltına alınmayan Hopalılar da eylemin düzenlendiği parka geldi. Halkevleri Doğu Karadeniz Bölge Temsilcisi Taylan Kaya, Hopa halkına karşı il dışından getirilen polislerin FEM dersanelerinde konakladığını duyurdu. I Derelerin Kardeşliği Platformu Karadeniz, çocuklarına sahip çıkıyor diyerek Galatasaray’dan Taksim’e yürüdü. 12 HAZİRAN I Hopa’da baskıyı sürdüren polis Artvin Halkevleri Başkanı Ferdi Şabanoğlu’nu gözaltına aldı. Şabanoğlu çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.