SAYFA
2
ODTÜ’de ‘Zaman’l› hezimet ODTÜ’ye kay›t ç›karmas› yapan cemaat hezimete u¤rad›. ‹ntikam›n› Zaman ald›
SAYFA
7
2B: Zengine villa, yoksula... Büyük bir imar aff› say›lan 2B arazilerinin sat›fl›, orman talan› ve y›k›m getiriyor
SAYFA
13
Manifesto ders kitaplar›nda Hala yasak yay›nlar listesinde bulunan Komünist Manifesto’nun gizli Türkiye maceras›
SAYFA
14
Grevle bafllayan derbi Tarihi, greve ve s›n›f içi çat›flmalara dayanan bir derbi: West Ham - Millwall
23 Eylül 2011 • 1 TL
Y›l 6 • Say› 140
AKP Ortado¤u’da iflgale, ülkede sermaye talan›na bekçi
İsrail’e kalkan, halkına düşman
Halk›n de¤il emperyalizmin ç›kar›n› koruyan füze kalkan›n› Türkiye’ye kurduran AKP, ülkeyi tehlikeye sürüklüyor
‹flbirlikçilikle Kürdü ez...
AKP’nin polisi baz istasyonlar›na, y›k›m ekiplerine, taflerona, HES’lere kalkan olup iflçilere, yoksullara, Kürtlere sald›r›yor
AKP Türkiye’nin Kürt sorununu iki kardefl halk›n bar›flç›l yollarla çözebilece¤i bir sorun olmaktan ç›kar›p Ortado¤u’daki bölgesel çat›flmalar›n parças› haline getirdi S. 4
Emekçiler 8 Ekim’de Ankara’da AKP’nin eme¤e sald›r› program›n› durdurmak için emekçiler Sonbahar’› mücadele ça¤r›s› ile karfl›lad›. D‹SK, KESK, TMMOB ve TTB 8 Ekim’de Ankara’da eme¤in kürsüsünü kuracak S. 8
‘Tafleron fesatl›kt›r’ Balcal›’da, yasa d›fl› ihaleye karfl› ç›kan iflçiler ‘ihaleye fesat kar›flt›rmaktan’ yarg›lan›yor. Dava AKP’nin yeni sald›r› yöntemleri hakk›nda ipuçlar› veriyor S. 8
Yürünecek yol bellidir. ‹ddia, özgüven ve yarat›c›l›k bu dönemin devrimci dinamizminin anahtar› olacakt›r YOL YAZISI S. 3
Kenar Notlar› / Sayfa 2
Mamak’ta baz istasyonuna karfl› eylemden
Ferda Koç / Sayfa 4
Alp Tekin Babaç / Sayfa 9
Meksika’da do¤ru söyler... Ortado¤u savfl› kimin için... Sald›r›n›n ortas›nda
Dosya: Rejimin tahkimatı Kanun hükmünde kararnameler, devlet ayg›tlar›n›n yeniden düzenlenmesi ve dönüflmesi... ‹slamc› liberal rejim kriz ve savaflla tahkimat yap›yor S. 12
Alevilik ders kitaplarında Alevilik, art›k din dersi kitaplar›nda fakat, Alevi örgütleri ve E¤itim-Sen içerik nedeniyle tepkili Aleviler, ‘zorunlu din dersinin kald›r›lmas›’ talebinde ›srarc› S. 3
Kibele’den Mektup / Sayfa 10
fiiddete çare direnifl
‘Yargılanan gazeteciliktir’
Büyüdük de niye iflsiziz
Ahmet fi›k ve Nedim fiener’in de tutuklu yarg›land›¤› Oda Tv davas›n›n iddianamesi aç›kland›. “Kitap yazmaktan kimseyi içeri almazlar” diyenlerin haks›zl›¤› görüldü. S. 2
Her parka baz, bafl›na da polis Elli bir çocuk park›na baz istasyonu kurulmas›na izin veren Mamak Belediyesi’ne karfl› halk isyanda. Kad›nlar nöbette, istasyonlar ancak polis eflli¤inde kurulabiliyor S. 6
Büyüme rakamlar›yla dünya ikincisi olan Türkiye genç iflsiz oran›yla dünya birincisi. Ekonominin gelece¤ine iliflkin endifleler art›yor S. 9
‘Okuduk ama işsiz kaldık’ AKP, seçimlerden önce “55 bin ö¤retmen atamas› yap›lacak” dedi. Seçim sonras› sadece 11 bin ö¤retmen atand›. 210 binden fazla ö¤retmen aday› iflsiz kald›. Atama bekleyen ö¤retmenlerle bulufltuk. Talep ve sorunlar›na kulak verdik S. 11
HSYK: bir ileri iki geri HSYK toplant›s›nda yarg› yükünü azaltmak için kad›nlar›n tecavüzcüleri ile evlendirilmesi önerisine kad›nlar tepkili S. 10
2
MEDYA 23 Eylül 2011 / 6 Ekim 2011
Halk›n Sesi
Kenar Notlar› Meksika’da doğru söyler Türkiye’de şaşar ltmıştan fazla gazetecinin tutuklu bulunduğu bir ülkede “daha özgür ve adil bir dünya için çalışan” insanları ödüllendirmek üzere buluşulduğunu düşünün. Bu buluşmada tutuklu gazetecilerin adının dahi anılmadığını, ama çetelerden ölüm tehdidi alan Meksikalı bir gazetecinin selamlandığını hayal edin. Böylesi bir şey için ya kör ya da AKP’yi destekleyen bir liberal olmak gerekiyordu. Hrant Dink Vakfı’nın ödül törenini düzenleyenler için ikinci durum geçerliydi. Zaten Türkiye’den ödüle layık görüle görüle, Dink’in ölümündeki devlet kusurunu görmezden gelmiş tek gazetenin yayın yönetmeninin görülmesi de ancak bu ikinci durumla açıklanabilirdi. Üç yıldır, Hrant Dink’in doğum günü olan 15 Eylül’de Uluslararası Hrant Dink Vakfı tarafından verilen ödüle bu yıl Ahmet Altan layık görüldü. Adalet Ağaoğlu, Judith Butler, Hasan Cemal, Daniel Cohn-Bendit, Rakel Dink, Irene Khan, Boris Navasartian ve 2010 yılının Uluslararası Hrant Dink Ödülü sahipleri Baltasar Garzón Real ve Türkiye Vicdani Ret Hareketi tarafından oluşturulan, başkanının Ali Bayramoğlu olduğu jüri, ödülü Ahmet Altan’a şu gerekçe ile vermiş: “Türkiye'deki militarizm konularını gündeme taşıyarak, askeri otoritenin kırılması, sorgulanması, eleştirilmesi, ülkede demokrasinin yerleşmesi için çalıştığı, idealleri uğruna mücadeleye devam ettiği, cesur haberlerle gündemi belirlediği için…” Hrant Dink, Türkiye’de herkesin eşit ve insanca yaşayabildiği bir ülkenin özlemini duyanların ortak simgelerinden birisi. Onun adına ve mirasına sahip çıkanlar için Hrant, birden çok alanda yürütülen mücadelenin anlamı: Ayrımcılığa karşı eşitlik mücadelesinin, kontrgerilla ile yönetilen bir ülkede demokrasi mücadelesinin, ırkçılık ve şovenizme karşı kardeşlik mücadelesinin anlamı. Onun adına verilen ödüle layık görülen Ahmet Altan ve bu ödülün sahibini belirleyen kurul üyeleri ise somut bir mücadele gündeminden çok eskimiş bir giysiyi çağrıştırıyor. Destek çıktıkları iktidarın her hamlesi ile yıpranan, berelenen bir görüntü ortaya çıkarıyorlar. Ödüle gerekçe olarak sundukları nedenler ise ülke gerçeklerini görmezden gelecek kadar sıkı sıkıya bağlandıkları bir tekerleme gibi: “Askeri vesayet, militarizmin sorgulanması, demokrasi”. Onların bu tekerlemesinin bu sefer sıkıntı yerine acı vermesinin sebebi ise sahip oldukları güdük ve çarpıtılmış demokrasi tekerlemesinin en kıymetlilerimizden birinin: Hrant Dink’in adıyla beraber bir kez daha yinelenmiş olması. Jüri, Ahmet Altan’a “ülkede demokrasinin yerleşmesi için çalıştığı..” gerekçesiyle ödül verirken aynı Altan’ın genel yayın yönetmeni olduğu Taraf gazetesi Dink davasında tereddüt etmeden AKP’nin tarafında yer almasını bilmişti. Gazete, Hrant Dink'in 301. maddeden aldığı cezaya ilişkin Dışişleri Bakanlığı’nın AİHM’de Dink’i tahrikçilikle suçlayan savunmasını diğer tüm gazetelerin aksine haber yapmamıştı. Benzer bir biçimde İçişleri Bakanlığı’nın, Dink ailesinin açtığı tazminat davasına karşı verdiği temyiz dilekçesi de gazetede kendine haber olacak yer bulamamıştı. Oysa o dilekçede bakanlık öldürülen Hrant Dink’in, koruma istememesi nedeniyle korunmadığını savunacak kadar işi pişkinliğe vuruyordu. Ama ödül töreninde “Bu ödülü, eğer izin verirseniz, bir emanet olarak alıyorum. Bir gün bu ülkede, Hrant Dink’in gerçek katillerini bulan, onları ortaya çıkartan, bu korkunç vahşetin hesabını soran cesur, dürüst ve onurlu bir yönetici çıkarsa, o zaman bu gece burada aldığım bu emaneti ona, gene burada, bu kalabalıkların önünde sevinçle vereceğim” diyen Ahmet Altan’ın Taraf’ında kendine haber olacak bir yer bulamıyordu. Demokrasi mücadelesini askeri vesayetin zayıflatılması ile sınırlayanların körlüğü burunlarının dibinde, üstelik de Hrant Dink davasına ilişkin önemli araştırmalara da imza atmış bir gazeteciyi, Nedim Şener’i ya da Ahmet Şık’ı ya da tutuklu diğer gazetecilerin adını anmayacak ama Meksika’da çetelerin baskısına maruz kalan gazeteci Lydia Cacho’yu ödülle onurlandıracak cinstendi. Tek başına “Askeri vesayetin zayıflatılması” söylemi, değişen rejim içi güç dengeleri ve insanlarının tutuklandığı polis-yargı operasyonları sonrası anlamsız kaçıyor. Liberaller açısından durum, Ödülü töreninde Dink’in ölümü üzerine istihbarat örgütlerinin yanlışlarını ortaya koyan tutuklu bir gazetecinin adını anmayıp aynı gecede ödülü istihbarat yalanlarını ve iktidar kusurlarını görmezden gelen bir gazeteciye verecek kadar akıl almaz bir noktaya gelmiştir.
A
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
Yargılanan gazetecilik Ahmet Şık ve Nedim Şener’in de tutuklu yargılandığı Oda Tv davasının iddianamesi 9 Eylül’de açıklandı. “Kitap yazmaktan kimseyi içeri almazlar, vardır birşeyler” diyenlerin haksızlığı görüldü
A
hmet Şık ve Nedim Şener’in tutukluluklarının 190. gününde Oda Tv iddianamesi mahkeme tarafından kabul edildi. 12’si tutuklu 14 sanık hakkındaki iddianamenin ardından görülen ilk duruşmada tahliye çıkmadı. DEL‹LLER: ‹DD‹A, ÇEL‹fiK‹L‹ ‹FADELER… İddianameyi hazırlayan İstanbul Cumhuriyet Savcısı Cihan Kansız; Ahmet Şık ve Nedim Şener’in 7,5 ile 15 yıl hapsini istiyor. İddianamede bir numaralı sanık Yalçın Küçük yönetici olarak yer alırken, diğer tutuklu sanıklar ise Soner Yalçın, Hanefi Avcı, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Doğan Yurdakul, Müyesser Uğur, Coşkun Musluk, Sait Çakır ve Kaşif Kozinoğlu. Sanıklara yöneltilen suçlamalara delil olarak ise bazı telefon görüşmelerinin yanı sıra “iddia, kısmi ikrar, çelişkili savunmalar, emanet makbuzları, nüfus ve sabıka kayıtları, iletişim tespit tutanakları” gibi ifadeler yer alıyor. Davanın tek şikayetçisi ise gazeteci Nazlı Ilıcak. Öte yandan iddia makamı sanıklara internet sitesi, haber kanalı ve gazete kurma “suçlamalarında” da bulunuyor. Oda TV’nin sahibi Soner Yalçın’ın muhabirlerine haberleri sorması ve bazı talimatlar vermesi de “saptanmıştır” ifadesiyle iddianameye açıkça suç isnatı olarak girmiş durumda. HAN‹ K‹TAP YAZMAKTAN YARGILANMIYORDU Ahmet Şık ve Nedim Şener’in ilk tutukluluk günlerinde “kitap yazmaktan kimseyi içeri almazlar, vardır bir şeyler, bekleyip görelim” diyenlerin savları da iddianameyle boşa çıkmış oldu. ŞÜPHELİ AHMET ŞIK başlığında yer alan tüm “iddialar”, Şık’ın basılmadan toplatılan kitabı İmamın Ordusu’na ait telefon görüşmeleri ve pasajlardan oluşuyor. Savcının, İmamın Ordusu kitabından sayfa sayfa alıntılar
Adaletin 200’üne gazetecilerden protesto ‹ddianamenin aç›klanmas›n›n ard›ndan bir araya gelen gazeteciler, Ahmet fi›k ve Nedim fiener’in Gazeteci Arkadafllar› (ANGA) ad›yla fi›k ve fiener’in 200. tutukluluk günü 18 Eylül’de eylem düzenledi. Galatasaray Lisesi önünden Mis Sokak’a kadar yürüyen gazetecilere demokratik kitle örgütleri, siyasi parti ve sendika temsilcileri ile ifade özgürlü¤ü savunucular› da efllik etti. yaparak, yazılanların Ulusal Medya 2010 adlı plana uygun olduğunu ortaya koymaya çabaladığı görülüyor. Ahmet Şık hakkında, savcının kitap analizlerine ve görünürde suç teşkil etmeyen görüşmelere dayanılarak “Ergenekon Silahlı Terör Örgütü’nün hiyerarşik yapısı içerisinde bulunmamakla birlikte, örgütün amaç ve faaliyetleri doğrultusunda örgütsel doküman hazırlayarak örgüte yardım ettiği anlaşılmakta” iddiasıyla 15 yıla kadar hapis isteniyor.
Yaklafl›k 500 kiflinin “Adaletin 200’ü” yaz›l› pankart arkas›nda yürüdü¤ü eylemde a¤›rl›kl› olarak “Ahmet-Nedim ç›kacak yine yazacak”, “Kitaptan bomba olmaz baflbakan”, “Yansak da dokunaca¤›z”, “Faflizme karfl› omuz omuza” sloganlar› at›ld›. Direniflte Ritim grubu enstrümanlar›yla tempo tutarak eyleme efllik ederken, Bandista da flark›lar›yla gazetecilere destek oldu.
GAZETEC‹L‹K SANIK SANDALYES‹NDE İddianamenin açıklanması sonrası gazetecilerin büyük bölümü Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutukluluğunun haksızlık olduğu konusunda daha da ikna olduklarını belirtti. Medyada “iddianameyi bekleyelim, sonra konuşuruz” diyenlerin ise suskunluğu göze çarpıyor. Melih Altınok, Roni Marguiles, Nagehan Alçı, Yıldıray Oğur, Ahmet Altan gibi isimler, tutuklu gazeteciler
Gazeteciler ad›na konuflan Kumru Bafler, fi›k ve fiener tutukluyken Deniz Feneri davas›n› sorgulayan savc›lar›n de¤ifltirilmesinin adaletin 200’ünü gösterdi¤ini söyledi. Bafler, iddianame ile gazetecilik faaliyetlerinin yarg›land›¤›n› belirterek “Dün oldu¤u gibi bugün de adalet istiyoruz. Yeter art›k. Vicdanlar daha fazla kararmas›n. Yansak da dokunaca¤›z” ifadelerini kulland›.
hakkındaki iddianamenin beklenmesi gerektiğini yazarak Şık ve Şener’in tutukluluğuna itiraz etmemişti. Ruşen Çakır, Vatan gazetesinde 19 Eylül’de yazdığı yazısında iddianamenin Ahmet Şık ve Nedim Şener’e güvenenleri mahçup etmediğini belirterek, “savcılara aşırı (ve şaşırtıcı) güvenleri nedeniyle özgürlükçü imajlarını riske atmış olanlarınsa sesleri pek çıkmaz durumda” yorumunda bulundu. Radikal gazetesinden Ezgi
Başaran ise “İddianamede benim gördüğüm, yargılanan şey gazetecilik faaliyetidir” dedikten sonra ekliyor; “Bu iddianame o kadar berbat bir iddianame ki bunu eğip bükecek herhangi bir gazeteci varsa onun gazeteciliğinden şüphe ederim.” İddianamenin beklenmesinden yana olan cepheden yazan ise sadece Alper Görmüş oldu. Görmüş, “Bu iddianame ile bir dava kurulamaz” diyerek tutukluluk hallerinin devamının yanlış olduğunu yazdı.
ODTÜ’de hezimet, Zaman’la intikam C
emaatlerin üniversite kayıt kuyruklarını mekan tutarak yeni kayıt yaptıran öğrencilerle, barınma ve diğer ihtiyaçlarını karşılama vaadiyle ilişkiye geçtiği biliniyor. 1990’lı yılların başında devrimci demokrat öğrencilerle yaşanan çatışmalardan sonra bugüne dek ODTÜ’de etkin varlık gösteremeyen cemaatler, siyasi iktidardan aldıkları güçle ODTÜ’ye kayıt döneminde bir çıkarma yaptı.
ODTÜ, öğrencisiyle mezunuyla cemaatlerin okullarında örgütlenmesine izin vermeyince devreye AKP medyasının amiral gemisi Zaman gazetesi girdi. YURTLARDA FUHUfi VARMIfi 6-7-8 Eylül'de gerçekleşen ODTÜ öğrenci kayıtları, kayıtlar süresince yaşanan cemaat ve tarikat faaliyetleri ile gündeme geldi. ODTÜ'nün yeni öğrencileri,
şehir dışından kayıt yaptırmaya gelenler için AŞTİ'den başlamak üzere kayıtların yapıldığı ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezi (KKM) önüne kadar uzanan bir cemaat ablukası ile karşılaştı. Sayılarının toplamı neredeyse kayıt yaptırmaya gelen öğrencilerin velileri kadar olan kadınlı erkekli cemaatçi grupların okula ait yurt binalarını karalayarak ODTÜ'yü yeni kazanan öğrencilere ve velile-
Saldıran taraf cemaatmiş Zaman gazetesinin sald›r› olarak niteledi¤i olay›n asl›n› ODTÜ ö¤rencileri flöyle anlat›yor: Üç gün süren kay›tlar›n son günü ‹ç Hizmetler taraf›ndan onlarca kez ikaz edilmesine, bizzat okulun ‹ç Hizmetler görevlileri taraf›ndan bile tespit edildi¤i üzere ö¤rencilere ve velilere ODTÜ hakk›nda iftiralar att›¤› için kay›t alan›ndan defalarca uzaklaflt›r›lmas›na ra¤men üç gün boyunca KKM'de bulunan cemaatçilere “Neden defalarca uyar›lman›za ra¤men buradas›n›z?” diye soran bir ODTÜ ö¤rencisine “Senin inad›na geliyoruz” diyerek sald›r›l›ld›. Sald›r› sonras› ö¤rencinin sol eli alç›ya al›nd›.
rine “ODTÜ yurtlarında fuhuş yapılıyor” iddialarında “Oğlunuz o yurdu beğenmez, hatta içkiye kumara alışır iyisi mi bizim eve götürelim” önerilerinde bulunduğu görüldü. ODTÜ’lü ilerici öğrenciler, okulun İç Hizmetler görevlileri ve ODTÜ Mezunları Derneği AŞTİ’den okula uzanan bilgilendirme ve danışma çalışmasıyla cemaatin örgütlenme atağını püskürttü. Okul içerisinde “öğrenci avına” çıkan cemaat mensupları ise öğrencilerin müdahalesi ile karşılaştı. Kampusü terk etmeleri istenen cemaat üyeleri ile kısa süreli bir arbede yaşandı. Okulun diğer bileşenlerinin de müdahalesi ile cemaat üyesi gericiler kampus alanını terk etmek zorunda kaldı. KAMPÜSTE HEZ‹MET‹N ACISINI KALEMLE ÇIKARMAK Bu hezimetten sonra devreye Zaman gazetesi girdi. Kayıtların son günü olan ve cemaat mensupları ile öğrenciler arasında arbedenin yaşandığı 8 Eylül günü Zaman gazetesi, Cihan Haber Ajansı imzalı bir haber yayımladı. “ODTÜ'de marjinal öğrenci grupları terör estiriyor” başlıklı bu haberde şu ifadeler kullanılıyor: “TGB'li ve diğer marjinal gruplara bağlı öğrencilerin kayıt süresi içerisinde yaklaşık 10 kişiyi darp ettiği, 25'in üzerinde kişiyi de tehditle okuldan uzaklaştırmaya çalıştığı öğrenildi.” Haberde ilk çarpıtma cemaatlere müdahale eden ilerici ve sosyalist öğrencilerin hiçbir ilişkilerinin bulunmadığı ulusalcı TGB grubundanmış gibi sunulmasıyla yapılıyor ki bu grup kayıtlar boyunca hiçbir biçimde
ortada yoktu. İkinci çarpıtma ise yaralı ve darp edilen kişiler olduğu iddiasıyla yapıldı. Bu haberi 10 Eylül Cumartesi günü “Marjinal gruplar ODTÜ'de yol kesip terör estiriyor” başlıklı ve benzer iddiaların yinelendiği ikinci bir haber takip etti. Bu haberde de “ODTÜ'nün kapısında öğrencileri durduran marjinal grupların, sorgulama yaptığı. Karşıt düşünceden olanlara ceza kestiği, olayların ardından üniversitede kargaşa çıkaran 50 kişinin gözaltına alındığı, 13'ünün adliyeye sevk edildiği” iddia edildi. Cemaate yönelik tepki marjinal öğrencilerin terörü olarak tanımlanırken 50 kişinin de gözaltına alındığı bilgisi uyduruldu. Keza okulda böyle bir gözaltı yoktu. KEND‹N‹ YALANLADI İşi burada da bitirmeyen gazete aynı gün akşam saatlerinde kendi haberini yalanlayan ikinci bir habere imza atarak “ODTÜ saldırganları yakalandı” başlığıyla bir haber daha geçti. Bu haberde ilk defa doğru bir bilgi yer aldı. 8 Eylül günü yaşanan arbede sonrası cemaatten bir öğrencinin şikayeti üzerine iki ODTÜ’lü gözaltına alınarak savcılığa çıkarılmıştı. Savcı alınan ifade sonrası şikayete konu saldırıya ilişkin soruşturma açılmasının zayıf bir ihtimal olduğunu söyleyerek öğrencileri serbest bırakmıştı. Bu noktada sabah saatlerinde 50 olan gözaltı sayısı 2’ye inerken olaya ilişkin sınırlı da olsa tek doğru bilginin verildiği haber de bu oldu. Zaman da bu haberi çok beğenmiş olacak ki 11 Eylül Pazar akşamı bir kez daha sitesinde yayımladı. Böylece cemaatin ODTÜ hezimetinin Zaman gazetesinin çabasıyla gazete sayfalarında da olsa öcü alınmış oldu.
3
GÜNDEM 23 Eylül 2011 / 6 Ekim 2011
Halk›n Sesi
‘Gerici düzenlemelerle oyalamayın, kaldırın’ ÇA⁄LA A⁄IRGÖL
B
u yıl okullarda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitaplarında “Alevilik” konusu da işleniyor. Fakat düzenlenen yeni müfredatta Alevilikle ilgili verilen bilgiler Sünni inanış odaklı ve gerçeği yansıtmayan içeriğe sahip olduğu için Alevileri memnun etmedi. Alevi örgütleri ve Eğitim Sen zorunlu din dersinin kaldırılması çağrısını bu vesileyle bir kez daha yineledi. Yeni eğitim öğretim yılında dağıtılan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitaplarıyla beraber Alevilik konusu da eğitim programı kapsamına alındı. 7’nci sınıf müfredatından başlayarak Alevi inancı ders konusu oldu. Fakat Alevi örgütleri ve eğitim emekçileri hazırlanan müfredata tepkili. ‘GERÇEGE VE B‹L‹ME AYKIRI’ Durumu Halkın Sesi’ne değerlendiren Eğitim-Sen Eğitim Sekreteri Betül Korkut, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitaplarında ilk kez Alevilikle ilgili bilgilere yer verildiğine, bu durumun da Alevilere bir lütuf gibi sunulduğuna işaret etti. Ders kitaplarındaki yazarların, Alevi eğitimcilerden oluşan bir kuruldan oluşmadığını belirten Korkut şunları söyledi: “İlahiyat profesörü ve ülkü ocakları yöneticilerinden oluşturulan komisyonda hazırlanan kitaplar şu anki Sünnileştirilmiş içeriği kaleme aldı.” AKP hükümetinin, zorunlu din derslerinin kaldırılması talebini Alevilerin belleklerinden silip, bu gibi yetersiz düzenlemelerle haklarından fer-
agat ettirmeye çabaladığını söyleyen Korkut, “Kitapta ibadethaneler kısmında Cemevi yok, Aleviler sadece Hz. Ali’yi sevenler olarak tanımlanıyor. AKP kendine uyumlu Aleviler yaratmaya çalışıyor” dedi. BU NASIL LA‹KL‹K? Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Libya gezisinde yaptığı bir konuşmaya atıfta bulunan Korkut “Başbakan Erdoğan, Ortadoğu gezisinde ‘bireyler değil devletler laik olur’ demişti. Peki, laik bir devlet neden zorunlu din dersi verir ve resmi bir din anlayışı yerleştirmeye çalışır?” diye soruyor ve devam ediyor: “Türkiye'de bugün tekçi bir dini inanç yerleştirilmeye çalışıyor. Zorunlu din dersi uygulamasıyla, Sünni İslam inancı dışındaki hiçbir inanç grubu eşit yurttaşlık hakkına erişemez hale geliyor. Öte yandan bu inanışın yerleştirilmesi evrim teorisinin yasaklanması, eğitim süreçlerinde bilim dışılığın kurumsallaştırılması anlamına da geliyor.” Korkut bu çekincelerin birçok kitle örgütü ve kendi sendikaları tarafından Milli Eğitim Bakanlığı’na iletildiği halde dikkate alınmadığını belirtti. AKP iktidarının kendi aydınını, Kürdünü ve Alevisini yaratma adına birçok adım attığını belirten Korkut, bazı Alevi örgütlerinin müfredat ve zorunlu din dersleriyle ilgili tavırlarının hükümetten yana olduğu, iktidarın kendi müttefiklerini yaratarak Alevilerin eşit yurttaşlık mücadelesini engellediğini söyledi. İlköğretim 7. Sınıf Din
Alevilik, din dersi kitaplarında fakat Alevi örgütleri ve Eğitim-Sen gerçeği yansıtmayan içerik nedeniyle tepkili. Aleviler, ‘zorunlu din dersinin kaldırılması’ talebinde ısrarcı Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitabında ‘İslam düşüncesinde yorumlar’ ünitesinde yer alan Musahiplik, Alevi-Bektaşi ve Ehl-i Beyt kavramları ile, orta öğretim 10. sınıf ders kitabında yer alan Muharrem Orucu gibi kavramların yanlış ve Sünni İslam bakış acısıyla yorumlanarak yazıldığı görülüyor. ALEV‹LER RAHATSIZ Konuyla ilgili sorularımızı Bağcılar Cemevi Post Dedesi Veysel Kara’ya yönelttik. Kara şunları söyledi: “Alevilik ders kitaplarında, Hz. Ali’yi sevmek ve ona bağlılık olarak aktarılıyor. Oysa, Alevi kavramı Hak Muhammed Ali’nin kuranı anlayıp, algıladıkları gibi yolunu
sürdüren Ademden Hz. Muhammed’e kadar gelmiş tüm peygamberleri saygıyla anan, insanı evrensel bilen, inancından dolayı kimseyi hor görmeyen, ibadetini de cemal cem olup, Hak Muhammed Ali ve Ehl-i Beyt yolunda olan kişiler için kullanılır.” D‹N DERS‹ KALDIRILMALI Veysel Kara, ders kitaplarının, içindeki bu yanlış bilgiler nedeniyle acil olarak toplatılması gerektiğini savundu. Kara, Aleviliğin bağnaz bir Sünni diliyle anlatıldığını söyledi. Zorunlu din derslerinin kalkması için mücadele edeceklerini dile getiren Veysel Kara, bu anlayışın Aleviliğe olduğu gibi
öteki dinlere de saygı duymayıp, onları özünde olmayan şekilde yansıttığını belirtti. Düzenlemeyi Pir Sultan Abdal Kültür Derneği de yaptığı yazılı bir açıklama ile eleştirdi. Açıklamada “Bilimsel ve demokratik bir eğitimin sadece Alevilerin değil, tüm Türkiye’nin çözülmesi gereken acil bir sorunu olduğu” belirtilerek zorunlu din dersinin kaldırılması gerektiği vurgulandı. Zorunlu din dersi ile ilgili hem AİHM hem de yerel mahkemelerce alınan kararlar hatırlatılarak dersin halen müfredat kapsamında olmasının hukuk dışı olduğu ifade edildi.
Hopa’da ilk duruşma Hopa’da baflbakan›n seçim mitingini protesto ettikleri için polis sald›r›s›na u¤rayan ve ard›ndan tutuklanan 15 kifliden 7’sinin yarg›land›¤› davan›n ilk duruflmas› 14 Eylül’de Erzurum’da görüldü. Baflbakan’›n seçim ziyareti s›ras›nda protesto gösterilerine müdahale ile bafllayan ve Metin Lokumcu’nun hayat›n› kaybetmesine neden olan polis sald›r›s› s›ras›nda yaflananlar nedeniyle haklar›nda savc›l›k soruflturmas› bafllat›lan 31 kifliden 7’si “terör örgütü propagandas› yapmak” suçuyla Özel Yetkili Erzurum A¤›r Ceza Mahkemesi’nde yarg›lanmaya bafllad›. Görgü Demirpençe, Önder Öner, ‹brahim Aksu, Ali Aksu, ‹dris Akb›y›k, fiafak Ustabafl, Erhan Köse “terör örgütü propagandas› yapmak”la suçland›klar› bu davadan tutuksuz yarg›lan›yor. 31 May›s günü yaflanan sald›r› sonras› gözalt›na al›nanlar›n tamam› “Görevi yapt›rmamak için direnme ve kamu mal›na zarar verme” iddialar›yla tutuklu bulunuyor. Bu davaya iliflkin iddianame ise henüz tamamlanm›fl de¤il.
A¤›r ceza mahkemesinde görülen “propaganda” davas›n›n ilk duruflmas›na 7 tutuklu Hopal› ve avukatlar› kat›ld›. Mahkemede Hopa tutuklular›na yönelik sorular “Mahir, Hüseyin, Ulafl” slogan›n› at›p atmad›klar› etraf›nda odakland›. Slogan benzer davalarda birçok kez “terör örgütü propagandas›”na dayanak olarak gösterilmiflti. Benzer bir durum Hopa davas› için de geçerli olmufl görünüyor. Yarg›lanan 7 Hopal›’n›n ifadelerinin al›nd›¤› davan›n ikinci duruflmas› 26 Eylül’e ertelendi. ‹kinci duruflmada savc›n›n mütalaas›n› vererek suçlamalar›n› yöneltmesi bekleniyor. EYLEMLERLE DESTEK
7 Hopal›n›n yarg›land›¤› dava öncesi ‹stanbul’da Derelerin Kardeflli¤i Platformu (DEKAP) ve S›ra Kimde ‹nisiyatifi ‹stiklal Caddesi’nde ayr› ayr› dayan›flma eylemleri gerçeklefltirirken davan›n görüldü¤ü gün ayn› saatlerde Hopa’da da yine DEKAP’›n ça¤r›s›yla dayan›flma eylemi yap›ld›. Hopa sokaklar›nda bir yürüyüfl yapan yaflam savunucular› duruflma sonuna kadar Hopa Park›’nda oturma eylemi yapt›.
Dünyalar›m›z da ayr› sofralar›m›z da nanın bugün İstanbul kadar Saraybosna kazanmıştır, İzmir kadar Beyrut kazanmıştır, Diyarbakır kadar Batı Şeria, Gazze kazanmıştır. Bugün Türkiye kadar Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar kazanmıştır” diyordu Tayyip, seçimden sonra yaptığı balkon konuşmasında. Bu kazandırma operasyonu kapsamında da Mısır, Tunus ve Libya’yı ziyarete gitti. Ve asıl olarak kimlere kazandırmak istediği de çok açık bir biçimde ortaya çıktı. İlk olarak, iki uçağa doldurduğu 280 kişinin içinde bulunan uluslararası tekellerle ilişkilerini geliştirmiş 100’den fazla işadamı, müteahhit ve “girişimci”. Yeni yağma ve sömürü olanaklarını bulup geliştirmek için. İkinci olarak, bu üç ülkede yeni oluşan/oluşacak olan iktidarlarda mevki ve güç kapmaya çalışan yeni işbirlikçi çıkar zümrelerine kazandırmaya çalışmaktadır. Tayyip’in bu üç ülkede de yeni yöneticilere ve yeni yönetim mekanizmalarına gösterdiği ilgiden memnun kalmışlardır. Bilindiği gibi Mısır’da kasım ayında parlamento seçimleri yapılacak ve bu seçimlerden sonra da devlet başkanlığı seçim süreci başlayacak. Yeni devlet başkanlığının yetki ve sorumluluklarının sınırı da yeni belirlenecek parlamento tarafından çizilecek. Yani Mısır için yukarıdan aşağıya belirlenecek yeni idari mekanizma asıl olarak, bu dönem şekilleniyor. Tayyip’in Libya ziyaretinde Libyalılara teklif ettiği “yeni parlamento binanızı biz yapalım” cömertliği de önem verdiği yerin neresi olduğunu gösterir nitelikte. (Bu arada yeri gelmişken bizim “bağımsız ve özgür” basınımızda “Sarkozy’nin Tayyip’ten rol çaldığı” değerlendirmesi bolca işlendi. Oysa hatırlanacağı gibi Libya operasyonunda başrolde hep Fransa vardı. AKP hükümeti Libya konusunda geç uyandı ve operasyona sonradan, alelacele bulaştı. Hatta bu durum Kaddafi muhalifi grupların ziyaret sırasında Tayyip’i protesto etmelerine
“İ
bile neden oldu. Bu açıdan bakıldığında asıl rol çalanın Tayyip, rolü kaptırmak istemeyenin de Sarkozy olduğu anlaşılabilir.) Üçüncü olarak, AKP, ABD başta olmak üzere Batı emperyalizminin temsilcilerine kazandırmaya çalışmaktadır. Üstelik bunun için lafı hiç dolandırmamakta, kendisine yüklenen misyonu doğrudan ifa etmekte. Ne diyor Tayyip, Mısır’ın ve Tunus’un aday idarecilerine; “Ben laik değilim, Müslümanım ama laik bir devleti yönetiyorum.” Onların da kendisi gibi yapmalarını istiyor. Böyle bir tavsiyenin kendisine acayip anlamlar yükleyen İslamcı çevrelerin (oradakilerin ve buradakilerin) tepkisini çekeceğini bilerek yapıyor. Ama Batılı emperyalistlerin yeni dönem liberal politikalarına en uygun biçimin bu olduğuna ikna olmuş durumda. Şeriat kurallarına göre değil de Batı hukukuna uygun hareket eden bir devlet işleyişi. Bir de bu süreçte doğrudan olmasa da dolaylı çıkar ilişkisi nedeniyle “kazanmaya” çalışanlar mevcut; Ertuğrul Özkök, İlber Ortaylı, Gülay Göktürk gibiler. Tayyip’i Nasır’a benzetip devrim kahramanı yapanlar, neo-laisizm diye yeni bir kavram icat ettirerek büyük ideolog haline getirmeye çalışan yalakalar. Bu arada Tayyip icadı gibi sunulan “devlet laik olur, insanlar laik olmaz” sözünün de Tayyip’e değil Demirel’e ait olduğunu hatırlatmak gerek. Demirel bu lafı 1987 referandumunda kendi siyasi yasağı kalksın diye halktan oy toplamak için “icat etmişti”. Şimdi gelelim, eğer bağımsız devrimci-politik hareket olarak örgütlenmezlerse, “kaybedecek olanlara.” Mısır, Tunus ve Libya halkları, yani çıkarları egemenlerle ortak olmayan insanların oluşturduğu topluluklar, çok kısa bir zaman dilimi içinde kendi ülkelerinin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının (eskisinden daha hızlı bir biçimde) yağmalanmaya çalışıldığına tanıklık edecekler, Türkiye halklarının “tanıklık” etmekte
olduğu gibi. Yine aynı hızda tüm kamusal haklarının gasp edildiğini görecekler ve her türlü kamusal hakkı parayla satın almak zorunda kalacakları bir “yeni dönem” başlayacak. Belki bir kısmı iş bulma “şansı” yakalayacak ama kölelik koşullarında. Hiçbir sosyal güvencesi olmadan, olabilecek en asgari ücretle ve olması bile mümkün olmayan en uzun çalışma saatleriyle. Tayyip, Kuzey Afrika ya da Ortadoğu halklarına anti-emperyalist, anti-kapitalist bir çizgi mi öneriyor? Bu halklara “bağımsız, bağlantısız bir model kurun” mu diyor? “Topraklarınızı emperyalist amaçlar için kullandırtmayın” telkini mi veriyor? Hayır, bunların hiçbiri değil elbette. Bölge gezisini bitirdikten sonra misyonunun önemli bir kısmını başarıyla yerine getirdiğinin rahatlığıyla ve yeni görevler üstlenmek için ABD Başkanı’nın karşısına çıkıyor. Suriye’ye yönelik yaptırımlar ve İran’a yönelik füze kalkanı ile ilgili yeni görevlerini konuşuyor ve hizmetleri karşılığında arkasına alacağı ABD desteğini kendi yurttaşı Kürtlere karşı savaşta kullanmanın hesabını yapıyor. Egemen sınıfların belki de en büyük ve korkunç başarısı; kendi çıkarlarını halkın tamamının çıkarı gibi sunma yeteneğidir. AKP iktidarı ise son dönemde bu yeteneği en iyi kullananların başında gelmekte. Yalanın ve talanın iktidarı, her yalanını başka bir yalanla kapatmakta, her yağma projesini başka bir yağma projesi ile geçiştirmektedir. Tayyip, seçimlerden önce halkı kandırmak, oy çalmak için “teröristlerle masaya oturmak, hainliktir”, “PKK ile görüştüğümüzü söyleyenler şerefsizdir” derken aynı sıralarda PKK’ye özel temsilcisini göndermiştir. Sorunu çözme amacı olan bir AKP iktidarı o zamanda “PKK ile görüşüyoruz” diyebilme “cesaretini” gösterirdi. Olay patladıktan sonra bile bu siyasi
cesareti gösteremedi. Amaç bellidir; seçimden önce de seçimden sonra da Türk ve Kürt halklarını kandırmaya, oyalamaya devam etmek. (Bu arada o çok övündükleri MİT, dünya istihbarat örgütleri tarihine kendi başkanının -müstakbel bile olsa- mahremiyetini koruyamayan bir teşkilat olarak geçmiştir.) Seçimden önceki vaatlerinin yalan olduğu kendi ağızlarından birer birer dökülmektedir. Yeni Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, vaat ettikleri 55 bin öğretmen atamasını yapmadıkları için özür diliyor. Bunun yaptırımı ne olacak? Bu vaat nedeniyle AKP’ye oy veren öğretmen adaylarının oylarını geri verecekler mi? Stratejik derin Dışişleri Bakanı Davutoğlu, sözde yeni bir dışişleri stratejisi oluşturmuştu; “komşularla sıfır sorun”. Türkiye’nin neredeyse kavgalı olmadığı/kavgasını sürdürmediği komşusu yok; Ermenistan, Azerbaycan, İran, Irak, Suriye, Kıbrıs, Yunanistan. Şimdilik bir tek Gürcistan ve Bulgaristan var ellerinde, onlarla da herhalde yakındır. Daha dün Esad’la kanka olan Tayyip, bugün Amerika’da “ben onunla artık görüşmüyorum bile” diyor. AKP iktidarında yalanın üst sınırı yok. Müslüman ve Arap halklarına hoş görünebilmek için en ucuz yolu seçtiler; İsrail’e karşı ucuz kahramanlık yapma. Bu taktik de Tayyip’in tarihten çaldıklarından. Hatırlanacağı gibi Saddam’a ABD saldırmaya başladığında, Saddam da karşılık olarak İsrail’e füze atmaya başlamıştı. Amaç aynıydı; Müslüman ve Arap halklarını arkasına almak. Hiç olmazsa Saddam’ın gerçek bir “karşı icraatı” vardı. Tayyip’in ise “yandaş icraatı” var. İsrail’e karşı ucuz kahramanlık yaparken Türkiye halklarını İsrail’i korumak için kalkan yapıyor. Bir tarafını emperyalistlerin şişirdiği, bir tarafını gericilerin şişirdiği, asıl olarak da kendi kendini şişiren bu “ihtiraslı” şahıs Türkiye ve dünya halkları için zararlıdır. Tayyip
şahsında temsil edilen AKP iktidarı “azgın taşeronluk” hizmetlerini emperyalistlere ve tekelci sermayeye sunma konusunda kendisi ile yarışmaktadır. AKP’nin yaptıkları, yapmaya çalıştıkları ülkemiz ve bölge halkları için zararlıdır. Bunlarla ne amaçlarımız ne çıkarlarımız ortaktır. Dünyalarımız da ayrı sofralarımız da. Bugün toplumsal muhalefete düşen en önemli görev; AKP iktidarının bu ikiyüzlü, işbirlikçi, halk düşmanı yüzünü göstermek için maskesini en hızlı biçimde çekip çıkarmaktır. AKP ve Tayyip Erdoğan böylesi aktif dış siyaset turları atarken, içerde ihtiyaç duydukları şey “istikrar.” İçinden geçtiğimiz dönemde toplumsal muhalefet ve AKP açısından iki şeyin belirlediği bir paradoks etkili olacak. Birincisi, neoliberalizmin geçiş dönemlerinin, kuruluş dönemlerinin özelliği olan popülist politikalar artık yerini açık çelişki ve çatışmalara bırakacak. Sağlıktan eğitime, barınmadan güvencesiz işçiliğe kadar tüm hak mücadelesi alanlarında artık, neoliberalizmin yıkıcı sonuçları daha fazla açığa çıkıyor ve rejimin bunları görünmezleştiren-erteleyen mekanizmalarının etkisi zayıflıyor. AKP, 1 Ocak 2012’de yürürlüğe girecek olan GSS’den darbe dönemlerinde bile el atılamayan kıdem tazminatının gaspına, ulaşım zamlarından enerjideki özelleştirmelere kadar her alanda sermayenin isteklerini kayıtsız yerine getirmeye devam ediyor. Yani artık AKP’nin yararına olan her şey doğrudan halkın, emekçilerin zararına. Artık daha fazla açık ve çıplak biçimde biz ve onlar var. Diğer taraftan içeride ihtiyaç duyduğu “istikrar” gereği ortaya çıkan tüm direnme eğilimlerini ve hak mücadelelerini de en sert biçimlerde bastırıyor. Fiili müdahalelerin şiddeti, gözaltılar, tutuklamalar, onlarca yıl hapis istemiyle açılan davalar bunun sonucu. Toplumsal muhalefet ve sol ise, aslında bu sürece politik ve örgütsel
olarak donanımsız giriyor. Neoliberalizme ve AKP iktidarına karşı halkın direniş eğilimlerini birleştiren toplumsal muhalefet merkezi, bütünlüklü bir strateji ve politik bir program yok. Üselik Kürt sorununda yaşanmakta olan sürecin baskılanması altında sonbahara giriliyor. Yine de gerek sendikal düzlemde gerekse muhalefetin bütününde parçalı da olsa ortaya çıkan dinamikler önemli. 8 Ekim’de DİSK, KESK, TMMOB ve TTB tarafından çağrısı yapılan ve tüm ilerici toplumsal güçlerle buluşmayı hedefleyen miting önemli olanaklar sunmaktadır. Giderek yaygınlaşan halkın direniş eğilimlerini ülke çapında politik bir harekete dönüştürmek, buna gerekli politikprogramatik içeriği kazandırmak ve sınıf hareketinde tepeden tırnağa devrimci bir yenilenmenin inşasını adım adım gerçekleştirmek zorunludur. Yürünecek yol bellidir. Bu dönem, devrimcilere halkın hakları mücadelesinde program, bütünlük, süreklilik, temsiliyet gibi ihtiyaçlar açısından da sınırsız olanaklar sunmaktadır. İddia, özgüven ve yaratıcılık bu dönemin devrimci dinamizminin anahtarı olacaktır. NOT:: Daha önceki Yol yazılarından birinde ÖDP Genel Başkanı’nın İşçi Partisi çadırını ziyaret edip, birlik beraberlik mesajları vermesini eleştirmiştik. Bu konuda iki amacımız vardı; ilki, İşçi Partisi’nin bu ülke solcuları için ne anlama geldiğini -ki anlamı, her şeyden önce provokasyonlar yaptıkları kanıtlanmış ve devrimcilerin adreslerini kendi dergilerinden yayımlayabilecek kadar ihbarcı bir örgüt olduklarıdır- bir kez daha hatırlatmak istedik. İkincisi ise ÖDP’nin İşçi Partisi konusunda bir tutum değişikliği kararı verip vermediğini bilmekti. Bu eleştirilerimizi ve merakımızı Elif Hanım “Birleşik bir mücadele dönemi için” başlıklı yazısında bir dipnotla yanıt vermeye çalışmış; ancak biz, bu yanıt verme çabası içerisinde (basitlik, asabiyet ve aşağılama bulduk ama) sorularımızın yanıtını bulamadık. Tekrar soralım, ÖDP’nin İşçi Partisi konusundaki duruşunda bir değişiklik var mıdır? İşçi Partisi ile ya da İşçi Partililer ile birlik, dayanışma, mücadele ilişkisi içinde olacaklar mı?
4
GÜNDEM 23 Eylül 2011 / 6 Ekim 2011
Halk›n Sesi
Ortado¤u Savafl› kim için ve ne kadar “Devrimci Durum” ürt sorununda silahlı mücadele yeniden ön plana çıkarken, müzakere sürecine geri dönülmesinin önünü tıkamak için Oslo görüşmelerinin bant kayıtları yayınlandı. “Silahlı çatışma varken müzakere mi olur” demeyin. Savaş sırasında müzakere kapısı açık tutulmazsa, ateşkeslere ve barışlara nasıl ulaşılabilir ki? Zaten Habur krizinin ardından sınırlı bir çatışma sürecinin başladığı günlerde yapılan Dördüncü Oslo görüşmesinin yayınlanan kayıtları da başka şeylerin yanında bu gerçeğin de bir kanıtı. Oslo kayıtlarının yayınlanmasının tartışma götürmez bir amacının müzakere kapısını, en azından bir süre için, kapalı tutmak olduğu ortada. Müzakere kapısını açık tutma cesaretini kırmak, savaşı Kürt Ferda Koç sorununun çözümündeki “tek diyalog yöntemi” haline ferdakoc@ getirmek için sanki uluslararası hotmail.com bir seferberlik var. Tırmanan sadece Kürt Savaşı mı? Aynı anda Kıbrıs’ta savaş tamtamlarının çalması, İsrail’le kankalığın şıpınişi bozulmasına ne demeli? Türkiye’nin Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki tüm ilişkileri “dalgalanıyor”. ABD ve Erdoğan Hükümeti rüzgarı birlikte üflüyorlar. “Savaşı kim çıkardı” sorusunun yanıtı da bu “dalgalanmada”, bu uluslararası seferberlikte saklı. Libya’yı, Suriye’yi kim karıştırmışsa, İran’a karşı askeri abluka hazırlıklarına kim başlamışsa ve bütün bunlara “yancılık” için kim tuzluğu kapıp koşturmuşsa o, onlar… Ortadoğu’nun uluslararası koşulları, Ortadoğu’nun tek tek ülkelerinde “barış süreçleri”nin ön plana çıkmasına uygun değil. ABD ve müttefikleri BOP bölgesinde yeni bir çatışmalar ve savaşlar dalgası başlatmışken Türkiye’de barışçı bir sürecin ayakta kalabilmesi mümkün mü? Türkiye’nin bu “genelleşmiş Ortadoğu savaşı”nda hizada durması için savaş halinde olması zorunlu! Türk hükümeti “kaçınılmaz tecavüzün keyfini çıkarıyor” ve Türkiye’deki Kürt sorununu bu “Ortadoğu Savaşı” içerisinde, uluslararası bir “savaş cephesi” haline getirerek çözmeye yöneliyor. Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi, ABD’nin Ortadoğu’da çıkardığı bu “kontrollü fırtına”yı bir “devrimci durum” olarak değerlendiriyor. Her iki tarafın da sorunu “silahlı mücadeleyi derinleştirerek çözme” taktiği bir “Ortadoğu süreci tasarımına” dayanıyor. Türkiye Ortadoğu sürecini harekete geçiren ABD’ye yamanarak, PKK’ye karşı savaşı da Ortadoğu’daki ABD savaşının bir parçası haline getirmeye çalışıyor. Erdoğan, Libya, Suriye ve sonraki adımda da İran’a uzanacak olan ABD saldırısının Ortadoğu ulusları arasındaki ilişkileri yeni bir dengeye oturtacağını ön görerek, geleneksel şovenist politikalarla bu yeni dengenin bir parçası olmaya çalışıyor. PKK, ABD’nin Ortadoğu’daki post-modern fetih politikasının çatlaklarında silahlı mücadele için manevra alanı yaratıyor ve Ortadoğu’daki Kürt Siyasi Sürecinde etkili bir “ulusal birlik öznesi” haline gelmeyi amaçlıyor. Her iki taraf da politikasını Ortadoğu bağlamına doğrudan araçlarla oturtmaya muktedir. Türkiye sosyalist hareketi ise bugünkü Ortadoğu sürecinin bir parçası değil. “Siyasi statü” için mücadele eden Kürt Özgürlük Hareketi için bugünkü Ortadoğu istikrarsızlığı bir “devrimci durum” olarak tasavvur edilebilir; ama bu istikrarsızlık Türkiye Sosyalist Hareketi için bir “devrimci durumu” ifade etmiyor. Tersine ABD’nin Ortadoğu’ya yaptığı bu müdahale süreci bölgedeki gericiliği (Arap gericiliğini, Türkiye faşizmini, İsrail Siyonizmini) restore ediyor. Türkiye Sosyalist Hareketi, SSCB’nin ve Doğu Avrupa’nın yıkılmasından sonra, Arap Milliyetçiliği Hareketi’nin yozlaşması ve yıkımının olumsuz rüzgarları altında küçüldükçe küçülüyor. Türkiye Sosyalist Hareketinin bir Ortadoğu Devrimi perspektifini ve bu perspektifin somut politikalarını üretmesi zorunluluğu artıyor. Filistin Ulusal Özgürlük Mücadelesi, Arap Milliyetçiliğinde somutlaşan Ortadoğu siyasi sürecinin, “Ortadoğu devrimci süreci”ne dönüşümünün sıçrama halkası olmuştu. Kürt Ulusal Özgürlük Mücadelesi’nin Arap Milliyetçiliği’nin yozlaşması ve emperyalist güçlerce yıkımıyla tanımlanan bugünkü Ortadoğu süreci içinde aynı rolü oynayabilmesi mümkün değil.
K
İsrail’e kalkan halka düşman Malatya Kürecik’te kurulacak olan NATO’nun füze kalkanı radar sistemi, İsrail’i korumak için Türkiye’yi tehlikeye atıyor. Bu plan, geniş bir tepkiyle karşılanırken eylemler yayılıyor dair açıklamalar sadece AKP hükümeti tarafından yapıldı. ABD’li generallerse Polonya ve Romanya’ya füze sistemi kurulacağını doğrulasa da bu füzelerin Yozgat’ın doğusunda etkili olamayacağını açıkladılar. Bunun anlamı da açık: İran’ın İsrail’e göndereceği bir Şahap füzesi Türkiye’ye konuşlandırılacak PAC3 füzeleriyle havada imha edilecek. Olası bir nükleer füze imhası durumunda Türkiye’nin doğusu nükleer serpinti riskiyle karşı karşıya kalacak.
A
KP hükümetinin İsrail´e karşı yaptırım söylemleriyle örtbas etmeye çalıştığı füze savunma sistemiyle ilgili detaylar gün geçtikçe netleşiyor. Daha önce Polonya ve Çek Cumhuriyeti´ne kurulmaya çalışılan ancak halk tepkisi nedeniyle kurulumu gerçekleştirilemeyen füze kalkanı projesinin en önemli parçası olan radar sistemi Malatya’nın Akçadağ İlçesi’ne bağlı Kürecik Beldesi’ne kurulacak. Bu, Kürecik’e kurulan ilk radar sistemi değil. Daha önce de Sovyetler Birliği´ne karşı ABD´ye ait bir radar sistemi Kürecik´te bulunan askeri tesislere kurulmuştu. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını kurtarmak amacıyla Sinan Cemgil ve arkadaşlarının ABD askerlerini kaçırmak için baskın yapmayı planladığı üs olan Kürecik, Sovyetler Birliği´nin dağılmasından sonra ABD´liler tarafından terk edilmişti. Aradan geçen yaklaşık yirmi yıldan sonra AKP, ABD askerlerini tekrar Kürecik´e getirecek olan projeye imza attı. NATO´nun stratejik konsept değişikliğine gittiği Lizbon toplantısında NATO projesi olarak kurulması kararlaştırılan proje, emperyalistlerin aktif taşeronu AKP eliyle Türkiye topraklarına konuşlandırılacak. İsrail’e karşı yaptırım uyguladığını iddia eden AKP’nin İsrail’le ilişkilerini koparmadığı füze kalkanı projesiyle bir kez daha gün yüzüne çıktı. Davutoğlu “İsrail’le tüm askeri anlaşmaları askıya aldık” dese de, bakanlar İsrailli bakanların konuşmalarını dinlemeyip şov yapmayı sürdürse de AKP İsrail’e kalkan olmayı kabul ederek tarafını belli etti. Türkiye’ye kurulan radar sistemi İsrail’deki radar sistemleriyle aynı yazılıma sahip ve Kürecik’teki
savunma sisteminden İsrail doğrudan yararlanacak. Füze kalkanı projesiyle birlikte Davutoğlu’nun bakan olduğu günden bu yana söylenegelen komşularla sıfır sorun politikasında bir balon da İran’la ilişkilerde patlamış oldu. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül her ne kadar İran’ın adını metinlerde geçirtmese de projenin esasında kime karşı kurulduğunu Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy şöyle açıklamıştı: “Bizde kediye kedi derler. Hedef İran’dır.” Gerçekten de projenin İran’a karşı olduğu hemen her platformda gerek NATO komutanları tarafından, gerek diğer ülke liderleri tarafından dile getiriliyor. AKP’nin İran’ın adını kon-
sept metninden çıkarmayı dış politika zaferi olarak duyurduğu zaman bile, NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen projenin ‘İran’ın tehdidi’nden korunma temelinde gündeme geldiğini duyurmakla meşguldü. Wikileaks’in yayımladığı, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un 18 Eylül 2009’da bütün büyükelçiliklerine yolladığı mesajda da şöyle yazıyordu: “Başkan (Obama), İran’ın muhtemel tehdidine karşı füze savunma sistemi kurulmasını kabul etti.”
RADAR ‹SRA‹L’E YARAR HALKA ZARAR Ortadoğu’da kendini bir bölgesel oyuncu haline getirmek ve
emperyalizmin taşeronluğunu yaparken tepki çekmemek için İsrail’le dalaşma oyununu sürdüren AKP’nin füze kalkanı konusundaki bir yalanı da Türkiye’de füzelerin konuşlandırılmayacağı oldu. Ahmet Davutoğlu yaptığı açıklamalarda Türkiye’de sadece radar sisteminin konuşlandırılacağını savunsa da aradan daha bir hafta bile geçmeden ABD’den 1 milyar dolara satın alınacak olan PAC3 yeni nesil uzun menzilli savunma füzelerinin Türkiye’de konuşlandırılacağı ortaya çıktı. Yani bu radar, İsrail’e yarar ama bizim hem canımıza hem de malımıza zarar… Füze kalkanı projesi kapsamındaki füzelerin Polonya ve Romanya’da konuşlandırılacağına
‹SRA‹L’E KALKAN OLMAYACA⁄IZ AKP’nin Kürecik’te 50 civarında ABD’li askeri polise tahsis edeceği radar sistemine yöre halkı karşı çıkıyor. AKP’nin radar sistemini bölgeye yerleştirme kararına tepki duyan Kürecik halkı, birlik olmuş durumda ve önümüzdeki süreçte yapacakları eylemlerle radarın Kürecik’e kurulmasına engel olmaya kararlı olduklarını söylüyor. Füze kalkanına karşı BDP’den CHP’ye geniş bir yelpazede bir araya gelen Malatya muhalefeti, “Malatya Füze Kalkanını İstemiyor Platformu”nu oluşturdu. Malatyalılar 2 Ekim’de büyük bir yürüyüş yapmaya hazırlanıyor. Füze kalkanına tepkiler Malatya’yla sınırlı değil. Ankara’da Halkevleri 17 Eylül’de “Emperyalistlere füze İsrail’e kalkan olmayacağız” diyerek Başbakanlığa yürüdü. İstanbul’da da Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi’nin çağrısıyla bir araya gelen çok sayıda sol örgüt 20 Eylül’de Taksim’e yürüyüp, “İsrail’e kalkan olan Filistin’e dost olamaz” diyerek bütün Ortadoğu halklarını hedef alan bu projeye ve ikiyüzlü AKP’ye karşı mücadele çağrısı yaptı. Eylemlerin yaygınlaşarak sürmesi bekleniyor.
Kürdü işbirlikçilikle ezme hesabı A
KP, Türkiye’nin Kürt sorununu iki kardeş halkın barışçıl yollarla çözebileceği bir sorun olmaktan çıkarırken, ülkenin iç sorununu Ortadoğu’daki bölgesel çatışmaların bir parçası haline getirecek pazarlıklara girişiyor. Barack Obama ile görüşen Tayyip Erdoğan Afganistan, Libya, Suriye ve İran konusundaki hizmetlerinin karşılığı olarak, Kürtlere karşı savaşta kullanmak için istihbarat ve silah talebinde bulundu. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantıları için ABD’ye giden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 20 Eylül gecesi ABD Başkanı Barack Obama ile bir araya geldi. Görüşmede ABD ve Türkiye’nin eşgüdüm içinde Suriye’ye karşı yaptırım uygulaması kararlaştırılırken, Obama Afganistan, Libya işgalleri ve füze kalkanı konularındaki yardımından ötürü Erdoğan’a teşekkür etti. Erdoğan da PKK’ye karşı kullanmak için istihbarat desteğinin artırılmasını ve “insansız hava aracı” diye bilinen Predator savaş uçaklarını kiralamak istediklerini söyledi. AKP’nin PKK’ye yönelik sınır ötesi kara harekâtı başlatmak istediği ve bunun için ABD’nin onay ve desteğini beklediği de biliniyor.
BÖLGESEL ÇATIfiMANIN ‹Ç‹NDE Öcalan’la görüşmeleri durduran ve BDP’yi dışlayan AKP, buna PKK’nin eylemsizliğe son verdiği Silvan saldırısını bahane gösterse de askeri operasyonlar Silvan saldırısından aylar önce başlatılmıştı. AKP’nin çözümsüzlüğünün, Türkiye sınırları içinde barışçıl çözüm kanallarının tıkanması şeklinde kendini gösterdiği dönemin Ortadoğu’da halk hareketlerinin tetiklediği siyasi karmaşa ile çakışması, Kürt sorununun Ortadoğu denklemi üzerinde tarif edilmesini beraberinde getirdi. PKK bu
süreçte “Ortadoğu’da devrimci durum” tespiti yaparak sorunun uluslararası boyutuna ve AKP’yi zorlayacak bir başka çözüm arayışının da gündeme gelebileceğine işaret etti. AKP ise adeta sorunun bölgesel çatışmanın bir parçasına dönüşmesinden memnuniyetini ifade ederek, kendi halkına karşı ABD ile çıkar ortaklığını devreye soktu. Kürt denkleminin parçalarını ABD müttefiki Türkiye ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ABD’nin hedefinde yer alan İran ve Suriye oluşturuyor. İran’ın Kandil’e yönelik operasyonları, füze kalkanının Türkiye’ye kurulacağının açıklanması sonrasına gelen bir dönemde, PJAKİran ateşkesi ile son buldu. Suriye’deki Kürt partileri Beşar Esad yönetimi ile barışçıl bir pazarlık yürütüyor. Kürdistan Bölgesel Yönetimi ise Türkiye ve ABD ile temaslarının ardından “Kürdistan konferansı”nı iptal ederek PKK ile mesafesini ortaya koydu. Özetle, Ortadoğu’nun bu dört ülkesinde hesaplar Kürtlerin üzerinde tepişerek görülmeye başladı.
AKP ‹fiGALC‹YLE KOL KOLA Tayyip Erdoğan’ın ABD’de Obama ile görüştüğü gün CIA ve FBI dahil 16 istihbarat biriminin bağlı olduğu DNI'nın başındaki James Clapper, Ankara'ya geldi. Obama’nın atadığı Clapper’ın Genelkurmay, MİT ve İçişleri ile yapılan gizli görüşmelerde Suriye, füze kalkanı ve PKK’ye yönelik sınır ötesi operasyonu ele aldığı açıklandı. Bu karşılıklı temaslardan çıkan mesaj açık: AKP iktidarı Suriye ve İran’a karşı emperyalist planlara yardımcı olma karşılığında Kürtlere yönelik savaşında ABD’nin desteğini kazanmaya çalışıyor. Böylece iç sorunumuz, emperyalizmin bölge siyasetinin bir parçası haline getirilerek daha da derinleşiyor.
Demokratik yollar kapalı S›n›r içi ve s›n›r ötesi çat›flmalar, her hafta onlarca cana mal olarak sürerken AKP, bar›flç›l çözüm aç›s›ndan en büyük flans olan BDP’ye hareket flans› tan›m›yor. BDP’lilere yönelik tutuklamalar devam ederken, son 6 ayda tutuklanan BDP’li say›s› 1356’ya ulaflt›. AKP yeni anayasa çal›flmalar› kapsam›nda BDP ile görüflülüp görüflülmeyece¤i konusunda da çeliflkili bir tav›r sergiliyor. AKP MKYK toplant›s›nda
“BDP yemin etmedikçe ve terörle aras›na mesafe koymad›kça görüflmeme” karar› al›nd›. Di¤er yandan AKP, BDP’yi boykota zorlayan, Hatip Dicle’nin milletvekilli¤inin gasp edilmesi ve di¤er 5 BDP’li vekilin hapishanede tutulmas› konusunda geri ad›m atmama tavr›n› da sürdürüyor. Abdullah Öcalan’›n avukatlar›yla görüflmesine yönelik engelleme de iki ayd›r sürüyor.
Kızılay patlaması AKP’nin eseri
Mevsimlik işçi çocuğuna eğitim yasak
Ankara K›z›lay’da Baflbakanl›k, Genelkurmay Baflkanl›¤› ve bakanl›k binalar›n›n yan› bafl›ndaki Kumrular Caddesi’nde 20 Eylül günü gerçekleflen bombal› sald›r›da 3 kifli öldü, 5’i a¤›r 34 kifli yaraland›. PKK, eylemle ilgileri olmad›¤›n› aç›klad›. Sald›r›y› kimin gerçeklefltirdi¤i belli olmasa da devletin merkezi denebilecek bir bölgede ve Tayyip Erdo¤an’›n Barack Obama ile görüflmek üzere ABD’ye gitti¤i
A
gün gerçekleflmifl olmas› çok fley anlat›yor. Erdo¤an, Obama ile Kürt meselesi, ‹ran’› hedef ald›¤› bilinen füze kalkan›, Suriye ve ‹srail meselelerini konufltu. AKP iktidar› Türkiye’yi ayn› anda hem Suriye, hem ‹srail, hem ‹ran hem de kendi yurttafl› Kürtlerle çat›flma konumuna sürüklemifl durumda. Sald›rmak için gerekçesi olan çok ve anlafl›ld›¤› kadar›yla AKP’nin böylesi sald›r›lar› önleme gücü de niyeti de yok.
KP, kentlerden soyutladığı mevsimlik Kürt tarım işçilerine eğitimi dahi çok görüyor. Uludağ Üniversitesi Öğrenci Kolektifleri ve Politeknik Genç, 3 yıldır yaz aylarında gerçekleştirdikleri “Okumuş İnsan Halkın Yanındadır” kampanyasının benzerini Bursa’nın Yenişehir İlçesi’ne Kürt illerinden gelen mevsimlik tarım işçilerinin bulunduğu Çadırkent’te yapmak istedi. Üniversite öğrencileri çadırkente gittiklerinde jandarma engeliyle karşılaştı. Jandarma, çadırkente
girebilmek ve işçilerin çocuklarına eğitim vermek için Milli Eğitim ve Kaymakamlık’tan izin alınması gerektiğini ifade etti.
İlgili kurumlara izin için başvuran üniversiteliler, “Biz zaten oradaki çocuklara eğitim vereceğiz, projelerimiz var”
şeklinde yanıtlarla karşılaştı. Diyarbakır, Urfa ve Siirt’ten gelen 2 bin mevsimlik tarım işçisi, bu yıla kadar çivi çakılmayan hatta tuvaletin dahi olmadığı koşullarda yaşamaya çalıştı. Bu yıl yapılan düzenlemelerle bölgeye çadırkent kuruldu. 100 kişiye 1 tuvaletin düştüğü, 2 ailenin bir çadırda kaldığı, altyapısı olmayan çadırkentte şimdiye kadar işçilerin çocuklarına eğitim verilmemiş. ‘Projelerimiz var’ diyen milli eğitim müdürlüğü, ekim ayında memleketlerine dönecek işçilere bu sene de eğitim vermedi.
5
DÜNYA 23 Eylül 2011 / 6 Ekim 2011
Halk›n Sesi
Ortadoğu’da ikiyüzlüler el ele Halk isyanları sonrasında değişen yönetimler, AKP’yi bölgeden pay kapma telaşına düşürdü. İsrail’e kalkan olan Erdoğan, Arap halklarına İsrail’i kötüledi. Bedeller ödeyerek iktidarları deviren Arap halklarına emperyalizmle uyum içindeki yönetim modelini pazarlayan Erdoğan, umduğunu bulamadı
B
aşbakan Recep Tayyip Erdoğan yanında tam iki yüz seksen patron ve yedi bakanla birlikte beş gün süren bir “Arap baharı” turuna çıktı. Gezdiği tüm ülkelerde beraberinde götürdüğü patronlara iş bağlayan, bölgede etkin bir rol kapabilmek için açıklamalar yapan Erdoğan’ın gezisinden geriye kalansa ikiyüzlü politikaların devamı oldu. Erdoğan’ı, ilk durağı olan Mısır’da katıldığı Türk-Mısır İş Konseyi toplantısında yaptığı konuşmada Mısır’la Türkiye arasında mevcut olan ticari ilişkilerin bundan sonraki süreçte geliştirilmesi gerektiğini söyleyerek yeni dönemde daha fazla rant hesapları yaptığını gösterdi. Erdoğan’ın Tunus ziyaretinde ilk iş olarak ticari işbirliği anlaşması imzalaması ve Libya’da “önemli olan devletin devamlılığı” diyerek Türk işadamlarının bölgedeki yatırımlarının iç savaş öncesinde kaldığı yerden devam etmesi gerektiği yönündeki açıklama da bölgede pastadan daha çok pay alma hevesini gösterdi. ROL KAPMA HESAPLARI Erdoğan bölgede daha fazla rol kapma hesapları yaparken, “zafer gezisi”ne gölge düşüren bir gelişme yaşandı. Libya’ya giden ilk yabancı devlet adamı olma hayalleri kuran Erdoğan’ın hevesi, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve İngiltere başbakanı Cameron’un “acil” Libya seferiyle kursağında kaldı. Erdoğan’ın fırsattan istifade bölgenin yeni lideri pozları vermesine yanıt veren Fransa ve İngiltere,
Mustafa Abdul Celil Erdoğan’a açık bir biçimde haddini bilmesi gerektiği mesajını verdi. Bilindiği gibi Fransa hem içeride zedelenen imajını düzeltmek hem de arka bahçesi olarak nitelenen bölgede yitirdiği etkin güç konumunu geri kazanmak için Libya’ya harekât düzenleyen ilk ülke olmuştu. Kaddafi güçleri Bingazi’ye kadar ilerlediğinde bombardımana başlayarak işlerin tersine dönmesinde önemli bir rol oynayan Sarkozy’nin Libya’daki pastadan, Erdoğan’a haddinden fazlasını kaptırmayacağı bu son hamleyle de görülmüş oldu. Sarkozy’nin apar topar Libya’ya
Fatura yine halka Borç krizinin ard›ndan AB ve IMF’nin emek düflman› ekonomik paketlerinin cenderesine giren Yunanistan’da hükümet kemerleri biraz daha s›k›yor. A¤ustos ay›nda Avrupa Birli¤i (AB) ve Uluslararas› Para Fonu’ndan (IMF) ald›¤› 158 milyar dolarl›k borç paketini tüketen Yunanistan’da iflas kabusu gerçe¤e dönüflmeye bafllad›. Maliye Bakan› Filippos Sachinidis, ülkenin ekim bafl›na kadar nakdi kald›¤›n› aç›klad›. AB ve IMF’den yeni bir kredi dilimi alabilmeyi uman hükümet, tafl›nmaz mallardan iki y›l süreyle ek vergi al›nmas›na, kaçak yap› cezalar›n›n tahsil edilmesine, milletvekili, bakan, belediye baflkanlar› gibi kamu görevlilerinin bir maafl›n›n kesilmesine karar verdi. Ancak fatura bununla da kalmayacak. Uluslararas› kredi sa¤lay›c›lar›n›n haz›rlad›¤› ve yürürlü¤e konmas›n› istedi¤i 15 maddelik listede kamu çal›flanlar›n›n iflten ç›kart›lmas›, kamu çal›flanlar›na ve emeklilere ödenen maafllarda kesinti ya da dondurma, ›s›tma yak›t›nda vergi art›r›m›, zarar eden kamu kurulufllar›n›n derhal kapat›lmas›, sa¤l›k alan›ndaki harcamalar›n azalt›lmas› ve özellefltirmelerin h›zland›r›lmas› yer al›yor.
gitmesini “samimiyetsiz” olarak değerlendiren Erdoğan’ın Libya’da el ele dolaştığı Libya Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mustafa Abdul Celil, Erdoğan’ın yerden yere vurduğu eski yönetimin adalet bakanıydı. Libya halkının isyan ettiği yargısız infazlar, tutuklamalar, işkenceler yaşanırken de Mustafa Abdul Celil Kaddafi’nin en yakınında duran isimlerden biriydi. Elbette ki Sarkozy Libya halkına dostluğu sebebiyle canını dişine takmıyor ancak kendisini samimiyetsizlikle suçlayan kişinin 29 Kasım 2010’da Kaddafi İnsan
Hakları Ödülü’nü alan Erdoğan olması ayrı bir samimiyetsizlik arz ediyor. LA‹KL‹K ÇA⁄RISI K‹ME? Erdoğan’ın tur boyunca diline doladığı “laik devlet” vurgusu da batıya ve içeriye yönelik bir mesaj olarak yorumlandı. “Kişiler laik olmaz, devletler laik olur. Ben bir Müslüman olarak laik bir ülkeyi yönetiyorum. Umarım sizler de laik bir devletin temellerini atarsınız” diyerek aslında, bölgedeki İslami eğilimi emperyalizm ile uzlaştırma yeteneğini
hatırlattı. Bu açkılama Müslüman Kardeşler tarafından tepkiyle karşılanırken Mısır’da başka terslikler de yaşandı. Erdoğan’ın Gazze’ye geçme ve Tahrir’de konuşma isteği ev sahibi Mısır yönetimi tarafından geri çevrildi. Erdoğan’ın “Arap Baharı” turunun zamanlaması da başka bir samimiyetsizliği gözler önüne seriyor. Erdoğan beş günlük turu süresince yaptığı her konuşmada İsrail’e karşı bölge halklarının kahraman koruyucusu kesilirken, AKP İsrail’e kalkan olma sürecini resmileştiren füze kalkanı projesine imza atıyordu. Dış politikada söz sahibi ülke imajı Yeni Osmanlı hayallerine sahip AKP kitlesi tarafından yeterince gurur verici bir durum haline gelirken İsrail’e kalkan olacak projenin gündemde hak ettiği yeri bulmasının önü de bu geziyle alınmış oldu. Bunda kuşkusuz basın da önemli rol oynadı. Erdoğan’ın gittiği ülkelerdeki konuşmaları, Erdoğan’a gösterilen bol bayraklı yapay ilgi ve laiklik konusundaki açıklamalar şişirilerek füze kalkanı projesi gölgede bırakldı. Erdoğan’ın beş günlük seyahatinde ve sonrasında yaşananlar gösteriyor ki, AKP hükümeti halklara düşman tarafta olmayı sürdürürken, ezilenin yanında imajı vererek bölge siyasetinde yeni roller peşinde koşmaya devam edecek. Erdoğan’ın esasta kimin çıkarlarına hizmet ettiğini de “Arap baharı turu” sonrasında New York’ta görüştüğü ABD lideri Obama’dan aldığı teşekkür ortaya koyuyor.
7
iklim 5 kıta
ABD 10 y›ld›r katlediyor
A
BD’nin 11 Eylül’den sonra dünya çapına “Terörizmle mücadele” adı altında başlattığı operasyonlarda 11 Eylül’den bugüne kadar ABD ve NATO kuvvetleri 11 Eylül saldırısında hayatını kaybeden kişi (2995) başına 73 kişiyi öldürdü. ABD, Afganistan’da 56, Pakistan’da 30 bine yakın sivili katletti. Irak’ta ise bu sayının 130 bine yaklaştığı tahmin ediliyor. Bombalı eylemlerle birlikte 1 milyona yakın kişinin öldüğü tahmin ediliyor. ABD işgalleri sonucu 7,8 milyon insan mülteci durumuna düştü. NATO kuvvetleri Irak’ta toplam 4.792 kayıp verirken bu sayının 4.474’ü ABD askeri. ABD’den sonra bölgede en çok İngiltere kayıp verdi. Afganistan’da ise 2.727 NATO askeri öldü. Bunların 1.777’si ABD askeri. Afganistan’da ABD ve İngiltere’den sonra Kanada ve Fransa en çok kaybı veren ülkeler oldu. Türkiyeli 3 asker de Afganistan’da öldü. Irak güvenlik güçlerinin kaybı 10 bini geçerken Afganistan askerlerinin kaybı 10 bine yaklaştı. Pakistan güvenlik güçlerinin kaybı 3.500 civarında olurken Irak ve Afganistan’da savaşa giren savaş şirketlerinin kaybı da 2.300 civarında.
Arap isyanı hala sokakta sı Saba'nın haberine göre, Salih, iktidarın barışçıl bir şekilde devredilmesinin sağlanması amacıyla muhalefetle müzakerelere başlanması kararını verdi. Müzakerelerin Başkan vekili Abdurrahman Mansur el Hadi tarafından yürütüleceği belirtildi. Salih'in, aynı zamanda, Hadi'ye, Devlet Başkanlığı seçimleri için hazırlıklara başlayabileceğini bildirdiği kaydedildi. Ülke, aylardır Salih'in ülkeye geri dönmemesi ve iktidardan çekilmesi amacıyla yapılan kitlesel protestolara sahne oluyordu.
A
rap ülkeleri, rejim karşıtı protestolarla sallanmaya devam ediyor. Mısır, Bahreyn, Fas ve Yemen'de mevcut yönetimlere karşı eylemler sürüyor; halklar taleplerinin yerine getirilmesini istiyor. MISIR Mısır’da Hüsnü Mübarek’i deviren halk hareketinin önü askeri rejimin olağanüstü hal kanunları ile kesilmeye çalışılıyor. Mısırlılar ise devrimi sürdürebilmek ve baskı rejiminin yeniden tesis edilmesini engellemek amacıyla Tahrir Meydanı’nı doldurmayı sürdürüyor. 16 Eylül Cuma günü olağanüstü hal yasalarının aşırı genişlemesini protesto eden binlerce kişi devrimin simge alanı Tahrir Meydanı’na aktı. Mısırlı eylemciler “aydınlık bir yol haritası” için askeri hakim, Yüksek Askeri Şura’nın başı ve Mübarek’in son döneminde Savunma Bakanı olan Field Marshall Hüssein Tantawi’ye çağrıda bulundu. Ülkenin kontrolünü halka devretmesi yönünde Askeri Konsey’e çağrı yapan Mısırlılar, toplumsal gerilimin yönetimin baskıcı tutumundan kaynaklanan protestolar ve çatışmalarla tırmandığını belirtti. Uluslararası Af Örgütü’nden yapılan açıklamada da Mısır’ın as-
Kıbrıs: Gaz var çözüm yok
keri yönetimle eski, kötü rejimine döndüğü ifade edildi ve askeri yönetimin görevinin olağanüstü hal uygulamalarına son vermek ve vaat ettiği tadilatı yapmak olduğu dile getirildi. BAHREYN ABD'nin Ortadoğu'daki temel dayanaklarından biri olan Suudi Arabistan'ın desteklediği Bahreyn'deki rejime karşı eylemler devam ediyor. İran körfezini ve Hürmüz boğazını kontrol eden ABD 5.
G
üney Kıbrıs yönetiminin doğalgaz ve petrol arama amacıyla Akdeniz’de sondaj çalışmalarına başlamasına Türkiye ve Kuzey Kıbrıs’tan tepkiler geldi. Ancak adadaki çözümsüzlüğü sonlandırmaya da yanaşmayan Türkiye, Kıbrıs politikasında iflasa yaklaşıyor. Güney Kıbrıs yönetiminin ay sonunda Akdeniz’de doğalgaz ve petrol arama amacıyla sondaj çalışmalarına başlayacağını açıklaması Kıbrıs’ta yeni bir krize yol açtı. Güney Kıbrıs lideri Dimitris Hristofyas “Türkiye adadaki çözümsüzlüğü dış politikasında bir koz olarak kullanıyor. Elimiz kolumuz bağlı duramayız. Bölgede enerji aramalarımızı sürdüreceğiz” dedi. Sondaj çalışmasını yapacak Noble Enerji,
Filo'sunun limanı olarak bilinen Bahreyn'deki El Halife rejimine karşı eylemler, başkent Manama başta olmak üzere Sitra ve Diraz kentlerinde sürdürülüyor. YEMEN Yemen'de hükümet karşıtlarıyla devlet güçleri arasında çıkan çatışmalarda yaralanarak Suudi Arabistan'a kaçan Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih, iktidarın devredilmesine yönelik tartışmaları başlattı. Devlet ajan-
doğalgaz yataklarının kalitesinin ölçüleceğini ve bu yataklardan ne kadar istifade edilebileceğinin veya ne kadarının satılabileceğinin tespit edileceğini belirtti. Güney Kıbrıs yönetiminin sondaj hazırlıklarına başladığını açıklamasına Kuzey Kıbrıs ve Türkiye yönetimlerinden tepkiler geldi. Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, Rum yönetiminin bir çalışma yapamayacağını, bunun müzakereler sürerken provokasyon olduğunu söyleyerek kendi stratejileri de açıkladı. Bunun akabinde Türkiye ile Kıbrıs’ın kuzeyi arasında imzalanacak bir kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşması imzalandı. Böylece kuzey yönetimi de aynı alanda petrol ve doğalgaz arayabilecek.
FAS Binlerce Faslı, sosyal adalet ve yolsuzluğun sona ermesi taleplerini yinelemek için ülkenin birçok şehrinde sokaklara çıktı. Fas’ta isyandan çekinen Kral 6. Muhammed, 2 Temmuz'da yeni anayasa için referanduma gitmiş, referanduma yüzde 70 katılım olmuş, yüzde 98 "evet" oyu çıkmıştı. Demokratik bir anayasa yapılmasını ve anayasal monarşinin kurulmasını savunan 20 Şubat Hareketi, kamuoyuna açıklanan reformların halkın politik değişim talebine kesinlikle yanıt vermediğini belirtmiş, çeşitli İslami ve sol gruplarla birlikte referandumu boykot etmişti.
Taraflar arasında gerginlik sürerken 19 Eylül’de Noble Enerji’nin Homer Ferrington adlı sondaj platformunun çalışmalara başladığı açıklandı. Sondaj çalışmaları ile ilgili konuşan Hrsitofyas, Türkiye’nin adadaki çözümsüzlüğü sonlandırmasıyla iki tarafın da kazanacağını, federal hükümetin gelirleri her iki birime de dağıtacağını dile getirdi. Buna karşın Türkiye ve Kuzey Kıbrıs 21 Eylül’de kıta sahanlığını sınırlandırma anlaşmasını imzaladı. Böylece Türkiye artık Akdeniz’de arama çalışması yapabilecek. Arama işlemi Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na verilecek ruhsat ve Norveç’ten kiralanan gemi ile yapılacak.
Filistin BM yolunda
F
ilistin 23 Eylül’de BM’ye devlet olarak tanınmak için başvuruyor. Yaklaşık 120 devlet Filistin’i destekleyeceğini açıklamıştı. İsrail’in bu konudaki rahatsızlıkları bilinirken, bu durumun özellikle göç etmiş Filistinlilerin hakları konusunda olumsuzluklar yaratacağı da biliniyordu. Oylamanın yapıldığı gün gazetemiz baskıda olacağından sonuca dair bir değerlendirme yapamasak da ABD’nin talebi reddetmesi, BM’den bir sonuç çıkmayacağını gösterdi. İsrail’in baş müttefiki olan ABD, BM’de veto yetkisine sahip beş ülkeden biri.
Araplar›n emek cephesi
1
6 Eylül’de Ürdün´ün başkenti Amman´da buluşan 10 ülkeden 15 sendika, Demokratik Arap Sendika Forumu´nun kuruluşunu ilan etti. Foruma, bağımsız sendikacılığı savunmak ve işsizliğe ve güvencesiz istihdama karşı mücadelede birleşmek üzere Bahreyn, Mısır, Irak, Kuveyt, Libya, Moritanya, Fas, Filistin, Tunus ve Yemen´den pek çok sendika katıldı. Yapılan açıklamada “Demokrasiye geçiş süreci ve devrimci mücadeleler, Arap sendikal hareketinin katkılarına ihtiyaç duymaktadır. Arap Dünyası´nda herkese onurlu bir yaşam sağlamak için önceliklerimiz gerçek bir demokrasi ve sosyal adalettir” denildi. Yayımlanan kuruluş bildirgesinde, bölgede baskılar ve ayrımcılıklar nedeniyle eşitsizliklerin derinleştiğine, artan işsizlik ve yoksulluğa ve yaygınlaşan kayıt dışı ekonomi, güvencesiz çalışma biçimlerine dikkat çekildi. Forum önceliklerini şöyle sıraladı: “Toplu sözleşme hakkı, sendikalara yönelik dış müdahaleleri reddetmek, kamusal ve bireysel özgürlüklere saygı, ifade özgürlüğü ve barışçıl gösteri özgürlüğü, kadın erkek eşitliği, her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması, gerçek sosyal diyalog, kayıt dışı olanlar dâhil bütün işçiler için etkili sosyal koruma.”
6
İNSANCA YAŞAM 23 Eylül 2011 / 6 Ekim 2011
Halk›n Sesi
Piyasac›, gerici e¤itim AKP’ye yarar halka zarar 011-2012 eğitim-öğretim yılı başladı.16 milyon öğrenci; kadrolu, sözleşmeli, ücretli 720 bine yakın öğretmen ders başı yaptı. Ancak son bir aydır yaşananlar bu yılın da ciddi sıkıntılarla dolu geçeceğinin sinyalini vermiş durumda. 12 Haziran seçimlerinden sonra AKP tüm alanlarda halk zararına uygulamalarını hızlandırırken bir bütün olarak yıkıntıya çevirdiği eğitim sistemi için piyasalaştırma, gericileştirme ve güvencesizleştirme ekseninde gerçekleştirmeyi planladığı yeniden yapılandırmayı da “reformcu” bakanı Dinçer’e emanet etti. Ömer Dinçer görev başına gelir gelmez ilk olarak tüm eğitim idarecilerini toplayarak “vatandaşı üzeni ben de üzerim, kayıt parası toplanmayacak” dedi. AKP’nin artık klasikleşen iki yüzlü politikası çok geçmeden yaşamın içinde açığa çıktı. Kayıt parası vermediği için kayıt yaptıramayan veliler, okulların açıldığı ilk gün servis parasını veremeyen velilerin kaymakamlık önündeki isyanları, ataması yapılmayan binlerce öğretmen adayının meydanları doldurması... Kanun hükmünde kararname ile Milli Eğitim Bakanlığı teşkilat yasası değiştirildi. Görev maddesini de sosyal hukuk devleti yerine “küresel düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği eğitim Halkevleri programlarının tasarlanması” Eğitim Hakkı şeklinde değiştirerek eğitimin Meclisi piyasaya açılmasının, hak olmaktan çıkarılmasının önemli adımlarından biri atılmış oldu. Kamu hizmetlerinin piyasalaştırılması ile el ele ilerleyen kamuda “güvencesizleştirme” ve sermayenin emek denetimi biçimlerinin kamuya taşınması uygulamaları Dinçer’le birlikte hız kazandı. KHK’yla bakanlığa kariyer uzmanı sistemi getirildi. Taşra ve merkez teşkilatı yönetici kadrolarına yapılacak atamalarda yazılı sınavın yanına “performans kriteri” eklendi. Kariyer-performans uygulamaları bir yandan da AKP’nin Milli Eğitim’de kadrolaşma atağına yeni dönemle birlikte hız kazandıracak adımlar olacak. Eğitimde gericileştirmeyi de adım adım ören AKP, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanan bir genelgeyle cinsiyetçi-gerici uygulamalarını yaygınlaştıracağını gösterdi. İlk bakışta ilköğretim öğrencilerinin okula devamsızlığını önlemeye yönelik olduğu izlenimi veren (ADEY) “İlköğretim Okulları İçin Aşamalı Devamsızlık Yönetimi” ile imamların eğitimde söz sahibi olmalarının önü açıldı. AKP, gericiliğin toplumsal olarak yayılmasında hem eğitimin içeriğini; hem eğitim alanının yaygınlığını kullanmak üzere atağa geçmiştir. Eğitimde “öğretmen, hizmetli, sağlıkçı” açığı ortadayken Bakan Dinçer, proje gereği her ilköğretim okulunda kurulacak olan “okul risk takip kuruluna” imam atamayı öngörmüştür. Ömer Dinçer söz verdiği atamalar yapılmadığı için öğretmenlerden “kuru bir özür” dileyivermektedir. Ömer Dinçer bu açıklamaları yaparken güvencesiz, köle gibi çalıştırılan ücretli öğretmenlerin tatilinin olmadığından ya da 300 liraya çalıştırılmak istendiği için intihar eden Fizik Bölümü mezunu Ceyda Cansu Denker öğretmenden bahsetmemektedir. Binlerce öğretmenin geleceklerini kararttığından, okulları öğretmensiz, öğretmenleri işsiz bıraktığından bahsetmemektedir. Öğretmenlerin mesleki yeterliliklerini ölçecekleri hazırlıkların yapıldığını söyleyen Dinçer eğitim emekçilerini performansa dayalı ücretlendirme sistemine geçirmenin ön adımlarının atıldığını da ilan etmektedir. Eğitim emekçilerini bekleyen daha fazla güvencesizliktir. Tüm bu gelişmeler gösteriyor ki AKP, halkın eğitim hakkını gasp etmek için, tüm öğretmenleri güvencesizleştirmek, eğitimi gericileştirmek için yola devam edecek. Ancak ortada bir gerçek daha var. Parasız, bilimsel, demokratik, anadilde eğitim isteyen bizler de eğitim hakkımızı savunmak için mücadelemizi yükselteceğiz. AKP’nin ve yeni bakanı Ömer Dinçer’in piyasacı, gerici uygulamalarını durduracak tek güç halk mücadeleleridir, hak mücadeleleridir. Velisiyle, öğretmeniyle, öğrencisiyle Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri olarak eğitim hakkımızı istiyoruz, alacağız! Rica etmiyoruz, minnet etmiyoruz, ayrıcalık değil haklarımızı istiyoruz. Acil taleplerimiz açıktır; Eğitime ayrılan bütçe, okullara ayrılan ödenek; eğitimin parasız kamusal bir hizmet olarak sağlanmasına uygun biçimde arttırılmalıdır. Velilerden para toplama uygulamasına derhal son verilmelidir. Eğitimin içeriği; gerici, ırkçı, ayrımcı ve cinsiyetçi unsurlardan arındırılmalı; eğitime bilimsel, laik ve demokratik bir içerik kazandırılmalıdır. Zorunlu din dersleri kaldırılmalıdır. Anadilde eğitim bir hak olarak uygulamaya geçirilmelidir. Güvencesiz çalışmaya son verilmelidir. Öğretmenleri piyasacı, rekabetçi bir anlayışla çalıştırmaya yönelen tüm adımlar geri çekilmelidir. Öğretmen açıkları giderilmeli, eğitimcilerin, veli ve öğrencilerin eğitimde söz ve karar sahibi olduğu bir idari biçim oluşturulmalıdır.
2
Her parka baz, başına da polis OSMAN NURİ ORHAN
M
amak Belediyesi insan sağlığını hiçe sayarak 51 çocuk parkına baz istasyonu kurulması için ihale açtı. Jet hızıyla yapılan iki ihale sonucunda parklar 3 yıllığına iki GSM şirketine kiralandı. Belediye her parktan 16 bin 500 lira alırken mahalle halkının sağlığını ise hiçe saydı. Valiliğin baz istasyonlarıyla ilgili yayımladığı genelgede bulunan “çocukların bulunduğu hastane, çocuk bahçesi, kreş ve okul gibi yerlere veya yakınlarına kurulmaz” maddesi ise görmezden gelindi. Belediye bu ihlalin bedelini ve çocuk parklarına baz istasyonu yapılmasının yaratacağı sıkıntıları görmüş olacak ki baz istasyonları nedeniyle doğacak sorunların tüm hükümlülüklerini baz istasyonunu kuran şirketlerin üstlenmesini anlaşma maddeleri arasına koymuş. KADINLAR NÖBETTE Belediyeden çıkan kararın ardından hemen çalışmalara başlayan şirket yetkililerini mahalle halkı karşıladı. Birçok mahallede baz istasyonlarını istemediklerini belirten mahalleliler çalışmalara müdahale etti. Şirintepe Mahallesi’nde kadınlar baz istasyonu kurulmasın diye mahallede nöbet tutmaya başladı. Mahallelerinde var olan baz istasyonunun elektriğini
Mamak'a ba¤l› Kutlu Mahallesi'nde bir GSM operatörü, baz istasyonu kurabilmek için çevik kuvvet eflli¤inde mahalleye geldi. Mamak Belediyesi'nden ald›¤› imar iznine dayanarak istasyonu kurmaya çal›flan flirket yetkilileri ve polis bask›s›na ra¤men mahalle halk›, ikna olmad›. Polis nezaretinde kurulan baz istasyonu gece tahrip edildi.
Elli bir çocuk parkına baz istasyonu kurulmasına izin veren Mamak Belediyesi’ne karşı halk isyanda. Kadınlar nöbette, istasyonlar polis eşliğinde kuruluyor kesen kadınlar mahallelerine kesinlikle baz istasyonu istemediklerini ifade ettiler. POLİS KORUMASINDA BAZ İSTASYONU KURDULAR Kutlu ve Saime Kadın mahallerinde ise şirketler çevik kuvvet eşliğinde çalışmalarını sürdürüyor. Çevik kuvvet polisleri kurulmak istenen baz istasyonu
meden ö¤rencilerin kay›tlar›n›n yap›lmas›n› sa¤lad›. Di¤er ö¤renci velileri ile yap›lan görüflmelerde okul müdürünün “para vermek zorunda de¤iller” demesine ra¤men daha önce kay›t yapt›ran velilerden 700 TL'ye kadar zorunlu ba¤›fl ald›¤› ö¤renildi. Veliler okul müdürünün kendilerine
burası pazar yeriydi. Biz sırf çocuklarımızın rahatça oynayabileceği alanlar olsun diye pazar yerini kaldırtıp yerine bu parkı yaptırttık. Çocuklarımız daha rahat, daha sıhhatli yerlerde oynasın diye. Şimdi bu yere zehir yapıyorlar. Buna nasıl karşı olmayayım? Bu baz istasyonu tüm mahalleyi ve özellikle çocukları zehirliyor. Bu yüzden belediyeden bu
baz istasyonunu derhal kaldırmasını istiyoruz. Gitsin bunları dağ başına yaptırsın.” HALK BELEDİYEYİ UYARDI Baz istasyonu kurulmaya çalışılan her nokta adeta bir eylem alanına dönerken Mamak halkı tepkisini ortak bir eylemle de belediyeye iletti. 20 Eylül Salı günü
“Sağlık ve çevre hakkımız için baz istasyonu istemiyoruz” yazılı pankart arkasında toplanarak belediye önüne giden Mamaklılar, burada belediye başkanı Mesut Akgül’ü uyardılar. Bu projeden derhal vazgeçilmesini isteyen mahalle halkı, aksi takdirde halkın sağlığını rant uğruna hiçe sayanlardan hesap soracaklarını söyledi.
Ömer Dinçer MEB’i baştan yaratıyor M
ilyonlarca öğrenci, veli ve eğitim emekçisini yakından ilgilendiren Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), neoliberal dönüşümlerin uygulanması konusunda AKP’nin en operasyonel bakanlarından Ömer Dinçer’in göreve gelmesiyle sıfırdan kuruluyor. İlki 14 Eylül’de Resmi Gazete’de yayımlanan ve ilerleyen günlerde peşi sıra geçirilen Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile eğitim alanı piyasalaşmaya ve güvencesizleştirmeye açılıyor. İstihdamda güvencesizleştirmeyi dayatan yeni yapısı ile bakanlığın eğitimdeki temel amacını kararnamenin 2. maddesinin a fıkrasında yapılan değişiklikten görebilmek mümkün. Maddenin eski halinde yer alan “laik, sosyal, hukuk devleti” ibaresinin çıkartıldığı maddede bakanlığın amaçları şöyle sıralanıyor: “Okul öncesi, ilk ve orta öğretim çağındaki öğrencileri bedeni, zihni, ahlaki, manevi, sosyal ve kültürel nitelikler yönünden geliştiren ve insan haklarına dayalı toplum yapısının ve küresel düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği bilgi ve becerilerle donatarak geleceğe hazırlayan eğitim ve öğretim programlarını tasarlamak, uygulamak, güncellemek; öğretmen ve öğrencilerin eğitim ve öğretim hizmetlerini bu çerçevede yürütmek ve denetlemek…”
AKP, emek sömürüsünü, güvencesizliği ve esnek istihdamı artıracak, eğitimin her alanında gericiliği körükleyecek değişikliğe uygun teşkilatı oluşturmak için de kolları sıvadı. KHK yoluyla bakanlığa bağlı hizmet birimlerinin sayısı 32’den 17’ye düşürüldü ve birimlerin tek yetkilisi bakan Ömer Dinçer oldu. Yeni kurulan birimlerden en dikkat çekicisi İnşaat ve Emlak Grup Başkanlığı. Okul ve kurum binaları dahil taşınmazlara ilişkin her türlü satım, yapım, yaptırım, bakım, onarım işlerini görecek bu birim, okullardaki temel hizmetlerin sermayeye açılmasının aracı olacak. SÖZLEŞMELİ İSTİHDAM VE PERFORMANS DAYATMASI Yeni KHK, AKP’nin emeği değersizleştiren, güvencesizliği ve esnekleştirmeyi yaygınlaştıran politikalarını tam anlamıyla karşılıyor. Kararnameye göre 657 Sayılı Kanun ve diğer kanunlara bağlı kalınmadan sözleşmeli personel çalıştırılabilecek. Bakanlık merkez teşkilatındaki üst düzey yöneticilere de “kadro karşılığı sözleşme” uygulaması getirildi. Kararnamenin 4/1.b maddesinde sıralanan bakanın görevleri arasında “Performans ölçütleri doğrultusunda uygulamayı koordine etmek” cümlesi de performans sisteminin yaygınlaştırılacağının işareti. Sağlık
alanında da dayatılan performansa dayalı çalışma modeli, bu maddenin yürürlüğe girmesi ile yasal dayanağını buldu. SOSYAL HAKLARA TIRPAN Sözleşmeli çalıştırma ve performansa dayalı çalıştırmanın dışında “Atama” başlıklı 37/3 numaralı madde de sosyal haklara vurulan tırpanın genişliğini gözler önüne serdi. Buna göre bakanlıkça belirlenen özür gruplarına bağlı yer değiştirmeler sadece yaz tatilinde yapılacak. Böylece eş durumuna bağlı yer değiştirmenin ağustos ve ocak ayında yapılabileceği hükmü, ocak ayını geçersiz kıldı. Sağlık özrüne bağlı yer değiştirmelerin zamana bağlı olmaksızın gerçekleşmesi yürürlükten kalktı. GERİCİLEŞTİRMEDE BÜYÜK ADIM Aynı maddenin 8. fıkrasında atamanın, eğitim kurumu müdürlerinin yazılı veya sözlü sınavlarında başarılı olmak kaydıyla gerçekleşeceği ifadesi yer alıyor. Şu an yazılı yapılan ve kopya skandallarına sahne olan sınavların sözlü gerçekleşecek olması gerici kadrolaşmanın önünü ciddi bir biçimde açıyor. Peş peşe yayımlanan 651 ve 653 sayılı KHK’ler de eğitimde gericileşmenin hızlandırılması amacını taşıyor. 27 Ağustos’ta yürürlüğe giren 651 Sayılı KHK ile sadece
Milli E¤itim Bakan› Ömer Dinçer, AKP’nin neoliberal dönüflümleri h›zland›rd›¤› alanlar›n vazgeçilmez ismi. Örgütsel de¤iflim ve strateji yönetimi üzerine tez ve kitaplar› bulunan Dinçer, televizyon programlar›nda s›k s›k “‹flletme kökenli olmamdan dolay› kar-zarar hesab› yapar, stratejimi ona göre belirlerim” diyor. Dinçer, neoliberal program›n en somut örne¤i olan Kamu Reformu Yasas›’n›n da mimar› olarak biliniyor. Kredi ve Yurtlar Kurumu’nda olan burs-kredi verme yetkisi Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne de tanındı. Çoğu tarihi eser olan taşınmazlardan gelir elde eden Vakıflar Genel Müdürlüğü, mazbut vakıflar adına kurdurduğu Bezm-i Alem Vakıf Üniversitesi ve Fatih Sultan
Mehmet Üniversitesi’ne bu yetkisini aktarabilecek. Kurum, kararname ile burs vereceği öğrencilerin adını da saklı tutabilecek. 17 Eylül’de yayımlanan 653 Sayılı KHK ile ise Kuran kurslarına katılmak için 28 Şubat sürecinde getirilen 12 yaş sınırını kaldırdı.
Gizli zamda geri adım
Bahçelievler’de kayıt parasız ‹stanbul Bahçelievler Kocasinan Lisesi’nde okullar bafllamas›na ra¤men hala kay›t yapt›ramayan veliler var. Veliler okul yönetiminin 200 ile 400 TL aras›nda de¤iflen ba¤›fllar istedi¤ini belirtiyor. Halkevciler uygulamadan haberdar olduktan sonra velilerle okula giderek kay›t paras› öden-
bölgesini çembere alarak mahalle halkının müdahalesini engellemeye çalışıyor. Mahalle halkı ise polise rağmen çalışmaların yapılmasına izin vermiyor. Mahallesinde baz istasyonu yapılacağını duyan 80 yaşındaki İpek Kayhan polisle karşı karşıya kaldıkları eylemlerden birinde şunları söylüyor: “Bu park yapılamadan önce
Y flöyle dedi¤ini aktard›: “Bunu da söylememem laz›m ama bize de velilerin gönlünü hofl edin ba¤›fl paras›n› da mutlaka al›n diyorlar.” Kayd›n› para ödemeden yapt›ran veliler aidat ödememekte de
kararl› olduklar›n› dile getiriyor. Paras›z kay›t konusunda önemli bir ad›m atan Bahçelievler Halkevi, E¤itim Hakk› Atölyesini geniflletmek için çal›flmalara haz›rlan›yor.
eni eğitim öğretim yılı başlarken üniversite öğrencileri kayıt işlemleri için girdikleri banka kuyruklarında harç zammı sürprizi ile karşılaştı. Hükümet her ne kadar harçlara zam yapılmayacağı yönünde açıklamalar yapsa da bu açıklamanın bir alicengiz oyunu olduğu ilk harç ödemesiyle açığa çıkmış oldu. Bu yıl alttan alınan derslerin öğrencilere zamlı olarak verilmesi, krediye bağlı harç zammı uygulaması ve üniversitelere verilen harçları artırma yetkisinin yüzde 20’den yüzde 30’a
Üniversite öğrencileri alttan alınan dersler için zamlı harç ödemeye itiraz etti, tepkiler YÖK’e geri adım attırdı yükseltilmesi uygulamaları gündeme geldi. Böylece hükümet eliyle doğrudan değil dolaylı olarak zam yapıldı. KOLEKTİFLERDEN EYLEM Öğrencilerin büyük bir kısmı yaz aylarında torba yasa ile geçirilen, öğrencinin 3 kere aynı dersi alması durumunda
yüzde 300’e kadar fazla harç ödemesi uygulaması nedeniyle mağdur oldu. Alttan ders alan öğrencilerden yüzlerce milyon harç bedeli istendi. Uygulamaya öğrencilerin tepkisi gecikmedi. Bu gizli zamma ilk tepki Öğrenci Kolektifleri’nden geldi. Kolektifler, 14 Eylül günü
Taksim Tramvay durağında bir basın açıklaması yaparak uygulamadan vazgeçilmesi ve harç soygununa son verilmesi talebinde bulundu. Kolektiflerin yanı sıra çok sayıda öğrenci örgütü de açıklama ve eylemlerle zamları protesto etti. Gelen tepkiler üzerine YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, alttan alınan derslere zam yapılması konusunda geri adım attıklarını açıkladı. Özcan, ilgili yasada değişiklik yapılacağını duyurdu. Yapılacak değişiklikle alınan fazla harçlar geri ödenecek.
7
İNSANCA YAŞAM 23 Eylül 2011 / 6 Ekim 2011
Halk›n Sesi
2B: Yoksula yıkım zengine villa T
ürkiye genelinde satışa çıkarılacak olan orman vasfı kaybettirilmiş araziler belirlendi. 2B’lik araziler olarak adlandırılan arazilerin satış süreci AKP hükümetinin çıkardığı Kanun Hükmünde Kararname ile hızlandı. AKP’nin, ormanlık alanların talanının önünü açan ve yoksulların evlerinin yıkımı anlamına gelen saldırısını aynı kararname ile kurduğu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yürütecek. Milli Emlak Genel Müdürlüğü tarafından Türkiye genelinde 161 bin 200 hektarlık alan 2B’lik arazi olarak belirlendi ve bu alanın 121 bin 816 hektarlık bölümünün değer belirleme çalışmaları tamamlandı. 2B arazileri genelde Antalya, Mersin, Balıkesir, Ankara, Muğla, Bolu, Bolu, Bursa, İzmir, Adana’da bulunuyor. Bu yoğunlaşmanın sebebi, bu kentlerdeki arazilerden elde edilecek kârın yüksekliği. Hükümet, bu arazilerin satışından 26 milyar dolar gelir bekliyor ve bu gelirlerin 16 milyar dolarını İstanbul’dan bekliyor. İstanbul’da 9 bin 251 hektarlık alan 2B arazisi olarak belirlenmiş durumda. İstanbul’daki 2B arazilerinin büyük kısmı Beykoz, Çatalca, Silivri, Şile, Ümraniye, Sultanbeyli, Sarıyer, Eyüp, Arnavutköy, Pendik ve Üsküdar ilçe sınırları içinde yer alıyor. 2B
ların sahipleri 20 bin ile 200 bin lira gibi paralarla tapu sahibi olacaklar. Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi yöneticilerinden Akif Burak Atlar, 2B’nin büyük bir imar affı anlamına geldiğini söylüyor. 2B’lik arazilerin kimlere verileceğinin önemli olduğunu belirten Atlar, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın 11 Eylül günü basına yaptığı şu açıklamaya dikkat çekiyor: “Eğer bir yatırımcı, Türkiye’nin herhangi bir yerinde bir yatırım yapmak isterse, eğer belediye onun 3 ay içinde imarını, sanayi, işletme ruhsatını vermezse bakanlık olarak 3 ay sonra ruhsatını vereceğiz.”
Büyük bir imar affı demek olan 2B’lik arazilerin satışı, ormanların talanına davetiye çıkarıyor. Yoksulların yaşadığı bu arazilerin TOKİ’ye tahsis edilmesi, yeni yıkımların yakın olduğunu gösteriyor
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, 2B arazilerinin satışının ardından büyük bir yıkım hamlesine geçeceklerininin sinyalini verdi arazilerinin, 3. köprü projesi kapsamında yapılması öngörülen otoyol ve bağlantı yollarının güzergahında yoğunlaşması dikkat çekiyor. 2B kapsamındaki bölgelerin neredeyse tamamı İstan-
bul’un kuzey ormanları bölgesinde yer alıyor. ZENGİNE VİLLA HELAL, YOKSULA YIKIMI VACİP İstanbul gibi büyük kentlerde
2B arazileri daha çok yoksulların yaşadığı bölgelerde yoğunlaşıyor. İstanbul’daki 2B’lik arazilerin 2 bin 704 hektarlık bölümü TOKİ’ye tahsis edilecek ve bu bölgelerde kentsel dönüşüm
süreçleri hızlanacak. Ormanlık araziye villa yapan zenginler ise çok düşük bedeller ödeyerek villalarına tapu alacak. Örnek olarak Beykoz İlçesi sınırları içinde yapılan Acarkent gibi vil-
İstanbul’da değerleri tespit edilen 2B’lik araziler: Elmalı Barajı’nın kuzey kesimi ile Beykoz’dan Karadeniz’e kadar ulaşan yol güzergahlarında bulunan mahalle, köy ve yeşil alanlar (2.513 hektar). Elmalı Barajı’nın güneyindeki yeşil alanlar ve mahalleler (Ümraniye). Çatalca, Silivri, Şile, Sarıyer’de Demirci, Uskumruköy ve Zekeriyaköy ile Arnavutköy’de toplam 4.512 hektar. Sultanbeyli’de Aydos Ormanları’nın yapılaşma olan bölümleri, Pendik Göçbeyli yakınları.
yoktur, olamaz.” Besim Sertok, 2B’nin ayn› zamanda tarihsel sürecinden de kopart›ld›¤›na de¤indi. 2B’ye yönelik Orman Kanunu düzenlemesinin 1973 y›l›nda orman köylülerinin tarla açarak geçimlerini sa¤layabilmeleri için ç›kar›ld›¤›n› söyleyen Sertok, kanun ilk ç›kt›¤›nda 1961 y›l›na kadar orman vasf› kaybettirilmifl arazileri kapsarken 12 Eylül sonras› ç›kar›lan yasa ile bu sürenin 1981 senesine çekildi¤ini ve AKP’nin Anayasa Tasla¤›’nda yer alan 131 B maddesiyle bu kanunun kapsad›¤› sürenin 23 Temmuz 2007’ye kadar uzat›lmas›n›n planland›¤›n› hat›rlatt›. Sertok, bu düzenlemelerle yat›r›mc›lara “Ormanlar› istedi¤iniz gibi tahrip edebilirsiniz biz sizi affederiz” mesaj› verildi¤ini söyledi.
Belediyede barınma çatışması A
Söz tutulmadı eylem başladı A nkara Altındağ Belediyesi’ne bağlı Başpınar Mahallesi halkı, kentsel dönüşüme karşı 12 Ağustos’ta taleplerini iletmek üzere belediyeye gitmiş, 22 Ağustos günü de yapılan görüşmeler sonucunda taleplerinin büyük çoğunluğunun karşılanacağı sözünü almışlardı. Ancak Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki’nin hiçbir mutabakat olmadığını açıklaması üzerine Başpınar halkı soluğu yeniden belediyede aldı. Kentsel dönüşüm projesi gerekçe gösterilerek tapulu evleri başka arazilerde gösterilen evlere geçmeleri istenen 150 kadar
mahalleli 15 Eylül sabahı belediyenin önünde buluştu. Mahalle halkı “Barınma hakkımız söke söke alırız” sloganlarıyla başkanı aşağıya davet etti. Bir basın açıklaması yapan mahalleliler, belediyenin rant yaratmak için halka verdiği sözden döndüğünü söyledi. Projeyle ilgili hiçbir belge olmadığını, hiçbir bilginin de verilmediğini ifade eden Başpınarlılar, projeyi öğrenmek için Bilgi Edinme Kanunu çerçevesinde belediyeye yüzlerce dilekçe verdiler. Mahalleliler yıkım tebligatlarının tehdit anlamına geldiğini, buna karşı direneceklerini söyleyerek açıklamalarını sonlandırdılar.
dana Seyhan’a bağlı Barış ve İsmetpaşa mahalleleri kentsel dönüşüm projesi kapsamına alındı. Belediye TOKİ ortaklığında geliştirilen proje kapsamında sağlıklı ve yapılı bine yakın konutun yıkılması öngörülüyor. Projeyle beraber ilçede mahalle temsilcileri, İnşaat Mühendisleri Odası, Şehir Plancıları Odası, Mimarlar Odası ve Halkevleri temsilcisinden oluşan bir barınma hakkı bürosu oluşturulması için çalışmalar başladı. Olası bir barınma hakkı ihlalinin önüne geçmek için ilk adım 18 Eylül Pazar günü gerçekleşen halk toplantısı ile atıldı. İsmetpaşa Mahallesi parkında düzenlenen ve yaklaşık 400 kişinin katıldığı toplantıda Ankara
barınma hakkı bürosu temsilcisi ve Halkevleri MYK Üyesi Kutay Meriç, İnşaat Mühendisleri Odası Adana Şube Başkanı Abdullah Bakır, avukat İlknur Önal ile Adana Barınma Hakkı Bürosu temsilcisi Mert Kaya yer aldı. Bu toplantıda yapılan halk oylaması sonucunda halk, “kentsel dönüşüm projesini” istemediği kararına vardı. Mahalle halkı kendi temsilcilerini seçti ve 20 Eylül Salı günü Seyhan Belediye binası önünde toplanıp belediye başkanı ile görüşerek taleplerini iletme kararı aldı. Bu karar gereği 20 Eylül günü 150 kadar mahalleli Seyhan Belediyesi’ne gitti. Belediye Başkanı Azim Öztürk mahallelileri
S
Gerze halkı yalnız değildir
E
rzurum Bağbaşı Beldesi’ne yapılmaya çalışılan hidroelektrik santral (HES) projesine karşı iki yıldır direnen halk, 6 Eylül’de iş makinelerinin çalışma yapacağı haberi üzerine bölgeye gitmiş, polisle çıkan çatışma sonucunda 4 kişi yaralanmıştı. “Görevi yaptırmamakta direnme” ve “kamu görevlisine hakaret” suçlamalarıyla hakkında soruşturma başlatılan 15 kişi hakkında adli kontrol kararı çıktı. Mahkeme, 17 yaşındaki Leyla hakkında ise “HES çalışma alanlarına girme” ve “HES karşıtlarıyla görüşme” yasağı getirdi. Leyla, protestolara katıldığını, ancak polise taş atmadığını, kendisine iftira atıldığını söyledi ve kararı “HES’e direnme yasağı” olarak yorumladı. Leyla ile beraber neredeyse ailesinin bütün fertleri de kovuşturuldu. Leyla’nın babası para cezasına çarptırılırken annesi ve babaannesi de karakola çağrılarak ifade verdi.
Adana’da zamma dava
A
Ormanlara değer biçilemez Orman Mühendisi Besim Sertok gazetemize yapt›¤› de¤erlendirmede 2B tart›flmalar›n›n sürekli olarak emlak fiyatlar› üzerinden yap›larak kamuoyunun yan›lt›ld›¤›n› söyledi. Sertok, ormanl›k arazilerin arsa fiyat› üzerinden de¤erlendirilmesinin yanl›fl oldu¤unu dile getirdi ve flunlar› söyledi: “Ormanlar, odun hammaddesi ile birlikte, baflta insanlar ve do¤a için vazgeçilmez temiz hava, temiz su sa¤lamak gibi birçok ifllevi bir arada yerine getirirler. 2B tart›flmalar›nda, ormanl›k alanlar›n yaln›zca arsa de¤eri üzerinden tart›flma yürütülüyor. Oysa ormanlar›n sahip oldu¤u di¤er de¤erler, do¤al yaflam ve insanl›k için daha büyük bir de¤er ifade etti¤i halde bu de¤erlerin piyasalarda para ile ölçülebilen bir karfl›l›¤›
‘2B, 3. KÖPRÜ VE ÇILGIN PROJELERDEN AYRI DÜŞÜNÜLEMEZ!’ 2B ve arazi satışı denilince 3. köprü, ikinci İstanbul ve Kanal İstanbul projeleri ile birlikte düşünmek gerektiğini belirten Atlar, orman vasfı kaybettirilmiş arazileri yerleşime açmanın mevcut ormanların ve su kaynaklarının varlığını tehdit ettiğini söyledi. İstanbul’un gelişimine tarihsel olarak bakıldığında 1. ve 2. köprü ile birlikte yapılaşmanın muazzam boyutlara ulaştığını 3. köprüyle birlikte İstanbul’un kalan son orman ve su alanlarının yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını belirtti.
HES’e direnme yasağı
dana Halkevi, “Ulaşım haktır” diyerek toplu taşımaya yapılan zamların geri çekilmesi için dava açtı. 9 Eylül günü Adliye önünde buluşan Halkevciler, TÜİK verilerine göre Türkiye’de işsizliğin en yoğun olduğu şehirde, emekli maaşına yüzde 8 zam yapıldığı bir dönemde ulaşıma yapılan yüzde 20’lik zammın fahiş olduğunu söylediler. “Pahalı ulaşım kamusal hizmetlere erişimi zorlaştırıyor. Kentimizin ulaşım sorunu ise giderek büyümektedir. Belediye otobüslerinin yetersizliği, otobüs sefer sayılarının azaltılması ve otobüslerin geç gelmesi Adana’da ulaşımı çileye dönüştürmektedir” diyen Halkevciler ulaşımın sabah 6-9, akşam 17-21 saatleri arasında parasız olması gerektiği vurguladı. Halkevleri üyeleri açıklamanın ardından Bölge İdare Mahkemesi’ne giderek dava sürecini başlattı.
Fabrikaya kefenli protesto
İ
belediye meclis toplantı salonuna davet etti. Öztürk önce mahallelilere çikolata ikram etti. Mahalleliler ise "Biz çikolata değil evimizi istiyoruz” diyerek ikramı geri çevirdi. Mahalleli TOKİ projesinin anlatıldığı sinevizyon gösterimini de izlemek istemeyin-
inop’un Gerze İlçesi’ne bağlı Yaykıl Köyü’nde Anadolu Grubu’nun yapmak istediği termik santrale karşı direnen halka yönelik polis saldırısı ülkenin dört bir yanında protesto edildi. İstanbul, Ankara, Çanakkale, Şavşat ve Ardanuç’ta “Termikçi şirket Gerze’yi terk et” denildi. Gerze halkı ise Anadolu Grubu’nu boykot çağrısı yaptı. İstanbul’da Yeşil Gerze Çevre Platformu (YEGEP), Derelerin Kardeşliği Platformu (DEKAP), Munzur Koruma Kurulu, Divriğililer Derneği, Karadeniz İsyandadır Platformu ve Loç Vadisi
ce Öztürk bazı mahallelilere yönelip "Siz teröristsiniz" diyerek provokasyon yarattı. Mahalleli bu tutuma tepki gösterince, belediye binasına çevik kuvvet ekipleri çağırıldı. Önce zabıtaların, ardından da polislerin saldırısına uğrayan mahallelilerden 5'i gözaltına alındı.
Platformu’nun katıldığı eylemde binden fazla kişi “Gerze halkı yalnız değildir” dedi. 9 Eylül akşamı Taksim Tramvay Durağı’nda başlayan yürüyüş “Santral yapma boşuna, yıkacağız başına” sloganlarıyla gerçekleşti. Gerze’den gelen YEGEP sözcüsü Şengül Şahin yaptığı açıklamada AKP’nin desteğini ve kolluk kuvvetini arkasına alan Anadolu Grubu’nun toprağını, havasını, suyunu koruyan halka biber gazı, tazyikli su ve copla saldırdığını belirtti. 28 Kasım 2008’de şirkete verilen üretim lisansı ile birlikte mücadelenin başladığı, hukuki kazanımlara karşın şirketin
Çatışmanın ardından mahalleliler, gözaltına alınanların serbest bırakılması talebiyle belediye önünde iki saat süren bir eylem yaptı. Gözaltına alınan 5 kişi ertesi gün tutuklama talebiyle sevk edildikleri mahkeme tarafındah serbest bırakıldı.
çalışmalarını sürdürdüğü ifade edildi. Şahin, “Devlet, bir çadır devleti ya da muz cumhuriyeti değilse, ‘sosyal devlet’ deniliyorsa, herkesin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını tanımalı. Bu santrali yapamazlar, yapamayacaklar” dedi. Çanakkale’de Çevre Hakkı Meclisi, Ankara, Şavşat ve Ardanuç’ta DEKAP tarafından yapılan eylemlerde Hopa direnişinin Gerze’de sürdüğü, halkın hakları mücadelesinin saldırılar ile durdurulamayacağı vurgulandı. YEGEP, Gerze’ye termik santral kurmak isteyen Anadolu Grubu’nun ürünlerini boykot etme çağrısı yaptı.
zmit Alikahya Mahallesi’nde, Asım Kibar Organize Sanayi Bölgesi’ne kurulması planlanan Güney Kore kökenli Posco demir çelik fabrikasına tepki gösteren halk, fabrikanın kurulacağı alanın karşısına giderek büyük bir eylem yaptı. 19 Eylül günü gerçekleşen eylemde fabrikayı kefenler giyerek protesto eden İzmitliler yaptıkları konuşmalarla fabrikayı neden istemediklerini anlattı. İzmit’te örgütlü bulunan kitle örgütü ve sendika temsilcilerinin hazır bulunduğu eyleme Kandıra’nın köylerinde yaşayanlar da otobüslerle gelerek katıldı. Eylemde bir traktör kasasına halk kürsüsü kurularak Alikahya Mahallesi halkına söz verildi. Yapılan konuşmalarda konut ve tarım arazisi olan topraklara fabrika kurulması ve fabrikanın kansere yol açan tehlikeli atıklar saçacak olması nedeniyle açılmasına itiraz edildiği dile getirildi.
8
EMEK 23 Eylül 2011 / 6 Ekim 2011
Halk›n Sesi
‘8 Ekim’de Ankara’ya’ D‹SK, KESK, TTB ve TMMOB, “Tüm temel haklar›m›z için insanca yaflam› savunuyoruz. Eflit, özgür, demokratik bir Türkiye istiyoruz” diyerek 8 Ekim Cumartesi günü Ankara’da bir miting gerçeklefltirecek. AKP’nin 22 Temmuz seçimlerinin ard›ndan emekçilere yönelik sald›r› haz›rl›klar›n›n h›zland›¤›n› belirten sendikalar ve meslek odalar›, 8 Ekim’de Ankara’da AKP’yi uyaracak. AKP’nin sald›r› paketinde neler var? AKP, seçimlerin hemen ard›ndan emekçilerin kazan›lm›fl haklar›ndan olan k›dem tazminat› hakk›na sald›rd›, mevcut k›dem tazminat› hakk›n› fona devrederek ilerleyen günlerde tamamen kald›rmay› planl›yor. K›dem tazminat›na yönelik sald›r›y› da içeren
AKP paketlerinde emekçileri kölelefltirme ad›m› olarak bilinen özel istihdam bürolar›n› yayg›nlaflt›rmak, bölgesel asgari ücret uygulamas› gibi sald›r›lar da var. AKP, güvencesiz çal›flt›rmay› yayg›nlaflt›rarak eme¤i de¤ersizlefltirmeye çal›fl›rken bu do¤rultuda ç›kard›¤› kanun hükmünde kararname ile meslek odalar›n› etkisizlefltirmeyi de hedefliyor. Bu sald›r›lar›n yan› s›ra AKP’nin kamusal alan› tasfiyesi de tüm h›z›yla devam ediyor. AKP’nin sald›r›lar› karfl›s›nda D‹SK, KESK, TTB ve TMMOB, sald›r› paketlerine karfl› mücadelenin ilk ad›m›n› atarak, toplumsal muhalefetin di¤er unsurlar›yla birlikte 8 Ekim’de Ankara’da olacak.
Fesatlık taşeronun özünde Balcalı’da, geleceklerini satışa çıkaran ihaleye karşı çıkan ve polisin saldırısına uğrayan işçiler şimdi de ‘ihaleye fesat karıştırmaktan’ yargılanıyor. ‘Fesatlık davası’, AKP’nin ilerleyen günlerdeki saldırı yöntemleri hakkında ipuçları veriyor
A
dana Çukurova Üniversitesi Balcalı Tıp Fakültesi Hastanesi’nde 22 Ağustos günü yapılmaya çalışılan yasadışı hizmet alımı yani taşeron ihalesine karşı çıkan Devrimci Sağlık-İş üyesi 25 işçi hakkında 27’şer yıl hapis cezası istendi. İşçilere isnat edilen suç: “İhaleye fesat karıştırmak”. İşçiler 22 Ağustos tarihinde, Çukurova Üniversitesi Balcalı Tıp Fakültesi Hastanesi’nde rektörlük tarafından hiçbir hukuk kuralını tanımaksızın gerçekleştirilen ihaleye karşı çıktı. Bunun üzerine rektörlüğün izniyle hastane içine kadar giren çevik kuvvet polisi yanık ünitesi ve çocuk biriminin yakınında bulunan ihale salonu önünde bekleyen Dev Sağlık-İş üyelerine biber gazı ve cop kullanarak saldırdı. Saldırı sonucunda 25 işçi gözaltına alınırken biri hasta yakını ve 3’ü işçi olmak üzere 4 kişi de yaralandı. ‘FESATLIK ‹fiÇ‹ DÜfiMANI AKP POL‹T‹KALARINDADIR’ Saldırının ardından Türkiye’nin dört bir yanında polisin hastane içinde işçilere uyguladığı şiddet ve Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü’nün yasadışı ihaleleri gerçekleştirmeye çalışması protesto edildi. Gözaltına alınan işçiler çıkarıldıkları mahkemede serbest bırakıldı. İşçiler hakkında hazırlanan iddianame daha sonra Adana 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. Buna göre Dev Sağlık-İş Merkezi Yöneticisi Mustafa Hotlar ve Çukurova Bölge Şube Başkanı Bülent Kara’nın da aralarında bulunduğu 25 kişi hakkında her bir ihaleden 12’şer yıl olmak üzere “ihaleye fesat karıştırmak” suçla-
masıyla 24’er yıl, polislere görevlerini yaptırmama suçlamasıyla da 3’er yıl olmak üzere 27 yıl hapis cezası istendi. ‘‹fiÇ‹LER ÜN‹VERS‹TEN‹N ASIL ‹fiÇ‹S‹D‹R’ Adana Balcalı Hastanesi’nde yıllardan bu yana fiili ve hukuki mücadele veren Devrimci Sağlık-İş üyesi işçilerin, Çukurova Üniversitesi’nin asıl işçileri olduğu 13 Ocak 2010 tarihinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Bölge Çalışma Müdürlüğü tarafından alınan kararla kesinleşmişti. 27 YIL YETMEZ, ‹DAM VER‹N Davanın açılmasının ardından Devrimci Sağlık-İş Sendikası, “27 yıl yetmez, idam verin! Taşerona karşı direnişimizi başka türlü durduramazsınız!” başlıklı bir açıklama yayımladı. Açıklamada, polisin, işçilere hastane sağlığını hiçe sayarak hastane içinde biber gazı ve cop kullanarak saldırdığı hatırlatıldı. Dev Sağlık-İş, açıklamasında üyelerinin ihaleler karşısında gösterdiği tavrın hukuki olduğunu ve işçilerin kendi çalışma koşulları, çocuklarının geleceği ve taşeron çalıştırma biçiminin vicdansızlığına karşı gösterdikleri tepkinin meşru olduğunu belirtti. Açıklama şu şekilde son buldu: “Kazanılmış haklarını korumak ve çocuklarının geleceğini ihale masalarında pazarlanmasına karşı çıkmak için yasadışı ihalelere karşı direnen sağlık emekçilerine karşı yürütülen baskıları şiddetle kınıyor, taşeron çalıştırmayı bu topraklardan silene kadar mücadele edeceğimizi bir kez daha tüm kararlılığımızla ifade ediyoruz.”
22 A¤ustos’ta polis hastane içinde iflçilere cop ve biber gaz› kullanarak sald›rm›fl 4 kifli yaralanm›flt›
Sağlıkçılar: ‘19-20 Nisan ve 13 Mart’ı unutma’ Sa¤l›k emekçileri, emeklerinin de¤ersizlefltirilmesine ve hastanelerin özellefltirilmesine karfl› 17 Eylül’de Sa¤l›k Bakanl›¤› önünde eylem yapt›. AKP’nin sa¤l›k politikalar›n› protesto eden sa¤l›k emekçileri hükümetin gündemindeki Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasar›s›’na ve sa¤l›ktaki tafleronlaflt›rmaya karfl› 13 Mart eylemini ve 19-20 Nisan GöREV’lerini hat›rlatt›. TTB, SES, Dev Sa¤l›k-‹fl, Türk Hemflireler Derne¤i ve Türk Medikal Radyoteknoloji Derne¤i ad›na yap›lan ortak bas›n aç›klamas›nda Dan›fltay ve Anayasa Mahkemesi taraf›ndan iptal edilen Tam Gün Yasas›’n›n AKP taraf›ndan ç›kar›lan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile uygulanmaya bafllad›¤› belirtil-
di. KHK’ler yoluyla hastanelerin iflletmelere çevrildi¤inin hat›rlat›ld›¤› aç›klamada meslek örgütlerinin bakanl›klara ba¤›ml› hale getirildi¤i söylendi. Sa¤l›k alan›nda yaflanan y›k›m› ortaya koyan sa¤l›kç›lar, AKP’nin “sa¤l›k fobisi” oldu¤unu duyurdu. 13 Mart’ta cumhuriyet tarihinin en büyük sa¤l›k mitingini yapt›klar›n›, 19-20 Nisan’da GöREV’e ç›kt›klar›n› hat›rlatan sa¤l›k emekçileri, ”Hekimi, hemfliresi, eczac›s›, difl hekimi, laborant›, ebesi, radyoloji teknisyeni, psikologu, sözleflmelisi, tafleron iflçisi, k›sacas› tüm sa¤l›k çal›flanlar› olarak bir kez daha duyuyoruz: Eme¤imizin de¤ersizlefltirilmesine, hastanelerimizi özellefltirilmesine izin vermeyece¤iz!” dedi.
‘Kıdem tazminatına dokunma’ K
Birleflik Metal-‹fl ve Genel-‹fl, AKP’nin k›dem tazminat›na yönelik sald›r›lar›na karfl› eylemle geçti. Birleflik Metal-‹fl, 13 Eylül’de Kocaeli’nde 14 Eylül’de Gebze’de, 16 Eylül’de Bursa ve ‹zmir’de, 19 Eylül günü de Eskiflehir’de eylemler yaparken Genel-‹fl de örgütlü oldu¤u kentlerde imza kampanyas› bafllatt›.
İşçinin sağlığı patrona emanet edilemez
E
mek ve meslek örgütleri İstanbul’da 11 – 15 Eylül tarihleri arasında toplanan 19. Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Kongresi ile İş Güvenliği Fuarı’nı 11 Eylül günü gerçekleştirdikleri bir eylemle protesto etti. DİSK İstanbul Merkez Temsilciliği, KESK İstanbul Şubeler Platformu, TMMOB İl Koordinasyon Kurulu ve İstanbul Tabip Odası’nın çağrısıyla gerçekleştirilen eylemde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) hazırladığı rapor da kamuoyuyla paylaşıldı. Açıklamada Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Kongresi’nin “iş sağlığı”
alkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, hükümetin kıdem tazminatı ile ilgili yapmayı planladığı değişiklikleri açıkladı. Çalışma yaşamındaki ‘katılıklar’dan şikayet eden Yılmaz, yeni düzenlemeye ek olarak yapılacak hukuki değişikliklerle kimsenin mağdur olmayacağını söyledi ve Türkiye’de işçilerin sadece yüzde 7’sinin kıdem tazminatı alabildiğini sözlerine ekledi. Oysa çalışanların tamamının kıdem tazminatı alabilmesi zaten yasalarla güvence altındayken sadece yüzde 7’sinin kıdem tazminatı alabilmesi, Yılmaz’ın “Kimse mağdur olmayacak”
iddiasını çürütüyor. Mevcut sisteme göre bir işçi 1 yıl çalıştıktan sonra kıdem tazminatı alabiliyor ve kıdem tazminatı işçiye çalıştığı her yıl başına bir aylık ücreti olarak veriliyor. 10 yıl çalışan bir işçi 10 aylık ücreti tutarında kıdem tazminatı hak etmiş oluyor. Yeni sisteme göre ise işveren, işçi başına belli miktar parayı fona yatıracak. Bu fonda her işçinin ayrı hesabı bulunacak. Bu hesaba aktarılacak miktar veya kesintilerin şekli konusunda net bir bilgi bulunmuyor. Fakat bir işçi ancak 10 yıl çalıştıktan sonra kıdem tazminatı hak edebilecek. Kıdem tazminatının tutarı
kavramını kullanarak işçinin değil işin sağlığını yani işletmenin verimliliğini, kârlılığını hedeflediği; “İş kazaları ve meslek hastalıklarının emek sömürüsüne dayanan kapitalist üretim sisteminin bir sonucu olduğunu görmezden gelerek, iş sağlığı ve iş güvenliğini bir kültür meselesi olarak göstermeye çalıştığı” söylendi. Bakanlığın işçilerin sağlığını korumak yerine bu alanı piyasalaştırdığına, tüm bölge ülkelerine de iş güvenliği malzemeleri satmayı planladığına vurgu yapıldı. İSİG’in araştırmalarına göre iş kazası sonucu ölümlerin geçen yıla göre yüzde 60 arttığı ve 300 bin civarında meslek has-
ise 37,5 yıl çalışan bir işçinin en fazla 12 aylık ücreti kadar tazminat alabilmesi üzerinden hesaplanacak. Yani 20 yıl çalışan bir işçi 6 aylık ücreti kadar kıdem tazminatı alabilecek. Eski sistemde işçi, kıdem tazminatı miktarını hesaplayabilecekken yeni sistemde bunun hesabını yapamayacak. İşçi, örneğin fazla mesai başına ya da ücretli izin başına ne kadar kıdem tazminatı aldığını ancak parayı aldığında görebilecek. Bu durum kıdem tazminatının eksik yatırılmasının önünü açacak. Basına yansıyan ve bakan tarafından henüz doğrulanmayan haberlere göre,
tası bulunduğu belirtildi. Tam da bu konuyla ilgili olarak OSTİM’de 20 kişinin öldüğü iş cinayetinin sorumlularının yargılandığı dava görülmeye başlandı. Patlamaların meydana geldiği işyerlerinin yasal sorumluları Aydın Özkan ve Numan Güleç "taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olmak" suçlamasıyla yargılanıyor. Patlama sonucunda hayatını kaybedenlerin yakınları, duruşma öncesinde bir eylem yaptı. Yakınlarını iş cinayetlerinde kaybeden aileler bir araya gelerek başka insanların ölmemesi için davalarının takipçisi olacaklarını duyurdular.
kıdem tazminatı sistemi değişimiyle mevcut çalışanlara üç seçenek sunulacak. İşçiler ya eski düzende kalmayı tercih edecek, ya geçerli tarihe kadar eski sisteme göre, düzenleme tarihinden sonra yeni düzene göre kıdem alacak, ya da tamamı eski alacakları ile birlikte yeni sisteme geçecek. Son iki seçenek için işçilerin işverenle anlaşma yapması gerekecek. Bu durum, daha önce “geçmişe dönük tüm haklarımdan ve alacaklarımdan vazgeçiyorum” yazılı kağıtları işçilere zorla imzalatan işverenler açısından yeni tehdit olanaklarını ortaya çıkaracak.
TMMOB, sokağa çıktı
M
imar, mühendis ve şehir plancıları AKP tarafından mesleklerine ve örgütlerine yönelik saldırıları 19 Eylül Mimar Mühendis ve Şehir Plancıları gününde 43 ilde gerçekleştirilen eylemlerle protesto etti. Kanun hükmünde kararname ile TMMOB’nin işlevsizleştirildiğinin belirtildiği eylemlerde “Mesleğimize ve örgütümüze sahip çıkıyoruz” denildi. Eylemlerde sık sık “Güvenceli iş, güvenli gelecek istiyoruz”, “AKP KHK'nı al başına çal” sloganları atıldı.
Emeğin küresel direnişi şart
İ
stanbul’da 8 - 9 Eylül tarihinde gerçekleştirilen Küresel Sendikalar Federasyonu toplantılarının sonuç bildirgesi yayımlandı. Bildirgede sermayenin emeğe yönelik uluslararası saldırılarına karşı emeğin uluslararası direnişini örgütlemek gerektiği ifade edildi. Emekçilere yönelik saldırıların hak ihlalleri kapsamında ele alındığı toplantıda taşeronlaştırmanın da emekçilere yönelik hak ihlallerini derinleştirdiği ifade edildi.
‘Mesai kısalıyor’ yalanı
A
KP hükümeti yeni dönemde hayata geçirmeyi planladığı istihdam paketini ‘Mesai saatleri kısalıyor’ söylemiyle bir müjde gibi duyuruyor. Hükümet, güvencesiz çalıştırmayı yaygınlaştırma hedefiyle hazırladığı istihdam paketiyle; haftalık çalışma saatini 3-4 saat kısaltacağını söyleyerek parlatıyor. 4857 Sayılı İş Kanunu’na göre 45 saat olması gereken haftalık çalışma saati güvencesiz çalıştırma sebebiyle 55 saate kadar çıkmış durumda.
EKONOMİ
9
23 Eylül 2011 / 6 Ekim 2011
Halk›n Sesi
Büyüdük de neden işsiziz? Büyüme rakamlarıyla dünya ikincisi olan Türkiye aynı zamanda genç işsizlik oranıyla dünya birincisi oldu. Sermayedarlar büyüme rakamlarının cazibesine kapılsa da ekonominin geleceğine ilişkin erdişeler artıyor ENG‹N DURAN
B
üyüme rakamları beklentilerden yüksek çıktı. Ardından açıklanan haziran ayı işsizlik rakamları mayısa göre düştü. Bu durum, dünya ekonomilerinin borç krizi ve büyüyememe sorunuyla boğuştuğu şu günlerde hükümetin ekonomi yönetimini güzelleme fırsatları yarattı. Sermaye temsilcilerinden Suzan Sabancı ve Ümit Boyner yaptıkları açıklamalarla hükümetin süreci iyi yönettiğini ve durumdan memnun olduklarını söylediler. Görünen o ki, “Kriz bu sefer teğet bile geçmeyecek” söylemini ayakta tutmak için uğraşacak bir blok da oluşuyor. Ancak açıklanan rakamların arka planına baktığımızda parlak görünen tablo kararmaya başlıyor. TÜRK‹YE GENÇ ‹fiS‹ZL‹⁄‹NDE L‹DER İşsizlik rakamlarında bir değişiklik yok, mevsimsel etkilerden arındırılmış işsizlik oranı geçen mayıs ayıyla aynı. Bunun yanında OECD araştırmasına göre Türkiye genç işsizlik oranında dünya birincisi. Araştırmaya göre her 10 gençten 3'ü işsiz. Büyüme istihdam ve güvenceli iş yaratmıyor. Aksine ülkeyi her an terk edebilecek sıcak para girişine ve yüksek oranlı işsizlik ve güvencesizlik sayesinde oluşturulan ucuz işgücüne bağlı yaşanıyor. Finans piyasalarına 2011'in ilk çeyreğinde 26,4 milyar dolar, ikinci çeyreğinde ise 29,8 milyar dolarlık net yabancı sermaye girişi yaşandı. İlk 6 aylık dönemde kaydı olmayan para girişi ise
10 milyar dolar. Para girişlerinin olması ekonomide geçici canlılık yaratsa da yapısal problemler ve bu problemlerin çalışanlar üzerindeki olumsuz etkileri varlığını koruyor. Para girişlerinin yüksek olmasının nedeni, Türkiye ekonomisinin sıcak para için uygun koşulları yaratması. Türkiye ekonomisinin yüzde 40'ının kayıt dışı olması paranın vergi ödemeden kolayca çoğaltılmasına imkan veriyor. Ayrıca finans piyasalarında kazanılan paraların dışında, yatırım alanlarında da ucuz emek gücüyle birlikte ara malı ithalinin montajlanarak ihracata dönüştürülmesi sonucunda yüksek kârlar elde ediliyor. ARTIK UCUZ EMEK DE YETM‹YOR
Bu süreç, Türkiye ekonomisinde 2001 krizinden sonra başladı ve devam ediyor. Bu dönemde para girişlerine paralel büyüme gerçekleşti. Son açıklanan rakamlar da bunun devamı niteliğinde. Ancak bu yapının sürdürülebilmesi ihracat pazarlarının daralması ve dünya genelinde para bolluğunun azalmasıyla mümkün olamayacak. BABACAN: ‘KARA TABLOLARA HAZIRLIKLI OLMALIYIZ’ Bu yönde açıklamalar hükümetten geliyor. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan mevcut durumun sürekliliğine dair endişelerini şu cümlesiyle dile getirdi: "Artık ucuz işgücüne dayalı rekabetçi yapımızı değiştirmemiz gerekiyor,
yeni rekabet yaratacak unsurlara ihtiyacımız var." Babacan, yaptığı başka bir açıklamada, ‘geleceğin dünya ekonomisi ile ilgili pek güzel bir tablo sunmadığını ve bizim de beklentilerimizi ona göre şimdiden kurgulamamız gerektiğini’ söyleyerek gelecek kötü tablolara hazırlık çalışması yapıyor. Açıklanan büyüme ve işsizlik rakamları küresel anlamda krizin tekrardan derinleşmesi sürecinin öncesinde gerçekleşmişti. O bakımdan krizin Türkiye'yi etkilemeyeceğini iddia etmek için çok erken. Esas etki bundan sonraki dönemlerde görülmeye başlanacak. Bugüne kadar mevcut durumda dahi çok yüksek ve durağan olan işsizlik rakamı giderek artacak ve
bunun yanında mevcut çalışanlar da ücret, çalışma koşulları konularında kayıplar yaşayacak. Dünya ekonomilerinin içinde bulunduğu çıkmazın bedeli emekçilere ödetilmeye çalışılacak. Kıdem tazminatına yönelik saldırılar, ihale mantığının hayatın her alanına yayılmasıyla tüm çalışanların giderek artan bir şekilde maruz kaldığı taşeron sistemi ve en genel olarak güvencesiz çalışma, çalışma yaşantısındaki kayıplara en güncel en somut örneklerdir. BU SEFER ZENG‹NLER DE END‹fiEL‹ Devletler sadece kamu harcamalarını küçülterek, sosyal refah devleti uygulamalarını tırpanlayarak bu çıkmazı aşamıyor. Amerikalı
ünlü kapitalist Warren Buffert'ın ısrarla dile getirdiği zenginlerin ‘fazla şımartıldığı ve biraz terbiye edilmesi gerektiği’ çıkışı ve son olarak ABD Başkanı Obama'nın 1 milyon doların üzerinde kazançlar için ilave vergi önermesi hükümetlerin farklı arayışlar içinde olduğunu gösteriyor. Sistemin sürmesi için zenginlere dokunmak, finans piyasalarındaki denetimleri artırmak gibi uygulamalar tartışılıyor. Kamusal hakların piyasalaştırması sürecinin yanında zenginlere yönelik servet vergisi yüküyle, devletler borç krizlerinin yıkıcı etkilerini hafifletme çabaları gündemde. Emekçiler, kendilerine yönelen saldırılara karşı örgütlü mücadeleyle birlikte hak gasplarına karşı çıkmak durumunda. 8-9 Eylül günü İstanbul'da yapılan Küresel Sendika Federasyonları toplantısında da vurgulandığı gibi ‘emeğin ulus devletleri sınırlarına hapsolduğu ancak sermayenin özgürce hareket ettiği bu düzende, dengeli gelir dağılımı için örgütlüğün artırılması gerekir.’ Sendikal hareketin içinde bulunan Oswald'in yaptığı şu açıklama aslında tüm süreci net bir şekilde özetliyor: "Sendikaların zayıf olması durumunda zenginin daha zengin yoksulun daha yoksul olmasının önü açılır. Piyasa koşullarında zengin zenginleşir, yoksul yoksullaşır. Sendikalar toplumda gelir dağılımının dengeli olmasında ve toplumun demokratikleşmesinde piyasaya göre daha etkilidir. Baskıcı rejimler ilkin basını, sendikayı ve insan hakları örgütlerini bastırarak işe başlarlar."
Ekonominin kara deliği: Cari açık C
ari açık artarak varlığını sürdürüyor. Açıklanan rakamlara göre temmuz ayında 5.3 milyar dolarlık cari açık verildi. 2011 yılının ilk yedi aylık döneminde ise bir önceki yıla göre yüzde 113'lük bir artışla cari açık 50,7 milyar dolara yükseldi. Görünen tablo çok net bir şekilde cari açığın hızla arttığını ve toplam üretime oranının yıl sonunda yüzde 10'lara gelebileceği yönünde. Önceki dönemlerde toplam üretime oranla yüzde 56'lık cari açık kriz sebebi olurken (1994 krizi öncesi yüzde 3,6 iken 2001 krizi öncesi yüzde 4.9) günümüzde yüzde
10'lardan söz edilebilir oldu. Bunun altında yatan temel neden 2001 sonrasında dünya ekonomisindeki para bolluğu ve dünyada sıcak paranın yüksek getiri bulabileceği ekonomik ortamın Türkiye'de oluşması. Yüksek faiz, düşük kur, kayıt dışı ekonomi, ucuz emek gücü paranın Türkiye'ye akmasına yol açtı. Son dönemde AB'nin içinde bulunduğu büyüyememe ve borç sorunu nedeniyle Türkiye'ye yatırımlar arttı. 2011’in ilk 7 ayında Türkiye'ye 9,1 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye girişi yaşandı ve bu girişlerin ağırlığı AB ülkelerinden
oldu. Yüksek büyüme hızında bu sermaye girişlerinin etkisi büyük oluyor. Cari açık ekonomi için çok ciddi bir kırılganlık ancak para girişi devam ettiği sürece yani finansman bulunduğu sürece kriz yaratmadan spekülatif büyümeyi yaratmaya devam ediyor. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte cari açığın boyutu hem para girişine hem de ekonomide yaşanacak yavaşlamaya bağlı. Hükümet büyüme yavaşlayacağı için cari açığın azalacağını söylüyor. Fakat evdeki hesap çarşıya uyacak mı göreceğiz.
Samsun’dan direniş dersleri
Samsun’da iflten at›lan ve direniflte olan Cemalettin, Ali, Songül, Selma, Esra, Erhan, U¤ur, Turgay, Salim, Ayhan, Yüksel ve tüm sendika üyeleri ad›na...
Bugün, Samsun Gazi Devlet Hastanesi’nin bahçesinde “ işimizi geri istiyoruz “ şiarıyla başlayan direnişin 224’üncü günü. Bu zamana kadar, yağmur, kar, ayaz ve baskılara aldırmadan eylemimizi kararlılıkla sürdürdük. Biz direnirken bizleri işten atanlar hukuksuzluklarına devam ediyor. Bizlerin en doğal hakkı olan ücretli senelik izinlerimizi vermeyenler, maaşlarımızı gününde yatırmayanlar, fazla mesailerimizi gasp edenler, sendika hakkımızı yok sayanlar, emeğimizi ihale masasında pazarlayanlar, kıdem tazminatlarımızı elimizden almak isteyenler. Hukuksuzluğu alışkanlık edinenler kendi hukuksuzluklarını örtebilmek için biz sendikalı işçilere her türlü baskıyı, tehdidi denediler; işten atmalarla çözüm aradılar. Ama olmadı, hukuksuzluklarını örtemediler! 19 Mayıs Hastanesi’nde ve Samsun Gazi Devlet Hastanesi’nde sendika düşmanlığı artarken, biz de kol kola ve omuz omuza olmayı öğrendik. Yalnızdık ama şimdi örgütlüyüz. Bizleri yalnızlaştırmak istediler! Beceremediler! Hastanenin çatısı, il sağlık müdürlüğünün önü, Samsun valiliğinin önü, Ankara Kızılay Meydanı ve tüm Türkiye direnişimize şahit oldu. Çadırımız 3 kez güvenlikçiler tarafından yağmalandı. Demokratik hakkımız dedik, tekrar çadırımızı kurduk.
Defalarca gözaltına alındık. Başbakan Samsun’a gelecek diye 12 saat gözaltı yaşadık. “Baskılar ve gözaltılar bizi yıldıramaz” dedik, direnişe devam ettik. Direnişe devam ederken Türkiye’deki diğer sendikalı arkadaşlarımızla kucaklaştık. Ailemizin büyüklüğünü gördük. Taksim’den, Adana’ya direnişi yaşadık. Hastane yönetimi ve Samsun AKP il yönetimi sendikamızı istemediklerini apaçık beyan ettiler. İki sendika getirdiler olmadı, işçiler “Dev Sağlık-İş” dedi, kendilerine yediremediler. “Liste fazlası” dediler, 3 işçinin çalışma hakkını engellediler; bu da yetmedi hastanenin konferans salonunda 163 işçiye “Dev Sağlık-İş üyeleriyle çalışmayacağız” dendi, istifaya zorlandı işçiler. Bir kadın işçi arkadaşımız “Hayır” dedi; “Sendika hakkım işten atsanız da bu haktan vazgeçmem” dedi. Konferans salonunu bastık, içeride hastane müdür yardımcısı ve Atlas şirketinin sahibi... Bağırdık: “Sendika haktır, engellenemez.” Müdür yardımcısı kaçtı. O sendika düşmanı 50 gün sonra Samsun basınına sendikanın hak olduğunu söyledi, tüm işçilerin yanında. “İşçileri şirket olarak biz atmadık” dedi ve başhekimi rüşvet istemekle ve ihaleye fesat karıştırmakla suçladı. Ama yinede hastane yönetiminin saldırısından uzak kalamadık. Çadırımıza tekrar saldırdılar, içi dolu olmasına rağmen. Vahşetti, bize saldıranlar bizim gibi taşeron işçileriydi,
üzücüydü! Suçları ortaya çıktıkça saldırdılar, bizi yıldırmaya çalıştılar! Ama yıldıramadılar çünkü biz haklıyız! İşten atıldığımız ve saldırılara maruz kaldığımız bu günlerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı “Taşeron çalıştırmaya yasal düzenleme getireceğiz” diyordu. Bakan, itiraf etti; “Taşerona yasal zeminde şirket işçisi olarak devam” diyorlar. Ama unutulmamalıki bizler hukuksuzluklara karşı nöbetteyiz. Samsun’da bize destekleriyle yanımızda olan sendikalar, dernekler ve siyasi partiler son zamanlarda desteklerini arttırdılar. Samsun’un havası değişti, bizimle beraber. Samsun kentinin her caddesinde, “Güvenceli iş, insanca yaşam” sloganları yükselmeye başladı. Samsun basını bizlere çok destek verdi ve vermekte. Samsun direnişi anlatmakla bitmez, yazmakla da.Biz taşeron işçilerinin kimliklerini yok sayan, insan onuruna aykırı bir şekilde emeğimizi ihale masalarında pazarlayan, keyfi ve angarya çalıştırmayla bizleri her işte çalıştıranlar, keyfi bir şekilde işten atanlar, bizleri asgari ücretle açlıkla terbiye etmeye çalışanlar ve bizleri insan yerine koymayıp faşistçe saldıranlara karşı haykırıyoruz: “Biz insanız ve insanca yaşam için mücadele etmeye kararlıyız. Samsun direnişinden selam olsun tüm yoldaşlara...
Sald›r›n›n ortas›nda! dana Balcalı’da taşeron sağlık işçileri geleceklerinin pazarlandığı ihalelere karşı eylem yaptı. Çevik kuvvet işçilere ‘hastane içinde’ saldırdı. Yetmedi, işçilerin “ihaleye fesat karıştırmak” sebebiyle 27’şer yıl hapsi istendi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde belediye yetkilileri, Belediye-İş’lileri zorla Hizmet-İş’e geçirmeye çalıştı. Buna karşı çıkan Belediye-İş üyelerine polis saldırdı. Enerji özelleştirilmelerine karşı çıkan TMMOB’ye bağlı odalar, halk yararını savunarak açtıkları davalar sebebiyle “terörist” ilan edilmişti. Kanun hükmünde kararname ile meslek odaları bakanlıklara bağımlı kılındı. Kıdem tazminatının tartışıldığı bu günlerde sadece eylülün son 10 gününde onlarca sendikalı işçi, kıdem tazminatsız işten atıldı. Yüzlerce sendikasız işçi aynı şekilde işten atıldı. Ataması yapılmayan Ceyda öğretmen, bir dershanenin kendisine aylık 300 lira ücret önermesi sebebiyle bunalıma girdi ve intihar etti. Öğretmenlerin, hükümetin 55 bin atama sözü verip 11 atama yapmasına tepkisi üzerine bakan Dinçer sadece özür diledi. Güvencesiz çalıştırmadan kaynaklanan iş cinayetlerinde bu Alp sene 376 işçi hayatını kaybetti. Tekin *** Babaç Kalkınma Bakanı Cevdet atb@ Yılmaz, eylülün ilk haftasında sendika.org yaptığı açıklamalarla, kıdem tazminatını fona devredeceklerini belirtti. AKP hükümeti, 19 Eylül günü Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ı Özelleştirme Yüksek Kurulu’ndan çıkarıp yerine Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ı aldı. Aynı gün Cevdet Yılmaz, TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner ile görüştü. Görüşmede, bölgesel kalkınmışlık farkları, küçük ve orta ölçekli işletmelerin büyümeye eklemlenmesi ve TÜSİAD’ın Ekonomik Sosyal Konsey’e iş dünyasını temsilen daha etkin katılımı görüşüldü. *** Emek hareketi, 8 Ekim’de Ankara’da büyük bir miting yapma kararı aldı. Birleşik Metal-İş, ‘kıdem tazminatıma dokunma’ eylemleri yaparken Genel-İş de benzer bir kampanya örgütlüyor. 12’si aktif bir şekilde işyeri önünde olmak üzere 30’dan fazla direnişte, 500’ü aşkın işçi, işine geri dönmek için mücadele ediyor. Aktif direnişteki işçilerin çok büyük bölümü güvencesiz işçi ve işten çıkarılma sebepleri; ‘bir sendikaya üye olmak.’ *** Başta liberal ekonomistler ve akademisyenler, kıdem tazminatı ile ilgili düzenlemeyi ‘sosyal bir iyileşme’ olarak karşıladı. Tabii onların gözü, işçinin kıdem tazminatının kaç para olacağında ya da alıp alamayacağında değil, işveren tarafından işçi başına fona aktarılacak paranın nemalanmasında. TOKİ ve kentsel dönüşüm projeleri çerçevesindeki yıkımlardan hatırladığımız Erdoğan Bayraktar’ın ÖYK’ye girmesi, başında bulunduğu bakanlığın imar, sanayi ve çalışma ruhsatı verme yetkisini de almasıyla birlikte değerlendirildiğinde emekçilerin barınma hakkına yönelik saldırının şiddetleneceği görülüyor. Kalkınma Bakanı – TÜSİAD görüşmesi, ‘Bölgesel Asgari Ücret’ uygulamasının taşlarının döşendiğine işaret ediyor. *** Emekçiler, saldırıya maruz kaldıkları bölgelerde lokal ve ufak çaplı direnişler örgütleyebiliyorlar. Çok azı Balcalı, Samsun ve Mersin’deki gibi duyuluyor. Tabii, sendikasız, sigortasız çalıştırılan milyonlarca emekçinin yanında bu direnişler çok küçük bir yer tutuyor. Ancak TEKEL direnişinden bu güne emekçilerin kendilerine özgü direnme biçimleri de giderek yaygınlaşıyor. Emek hareketinin, sermayenin saldırılarına karşı güçlü bir karşı duruş göstermesinin anahtarı güvencesi ve sendikası olmayan milyonlarca emekçiyi örgütlemekten geçiyor. Bunun yolu ise işyerlerinde biriken öfkeyi, alanlara tercüme edecek, örgütlü, militan bir sendikacılıktan geçiyor.
A
Diyarbakır’ın enerjisi
Diyarbak›r’da DEDAfi’ta çal›flan 7 iflçi 17 Eylül günü iflten ç›kar›ld›. Bunun üzerine DEDAfi'ta çal›flan tüm iflçiler ifl b›rakt› ve AKP il binas›na yürüdü. Eylem sonras›nda 19 iflçi daha iflten ç›kar›ld›. Bunun üzerine iflçiler 19 Eylül günü DEDAfi önünde ifllerine geri dönünceye kadar direnifle geçti. Direnifle DEDAfi’ta çal›flan Enerji-Sen üyelerinin tamam› kat›ld›. Göstermelik bir mülakata tabi tutularak iflten ç›kar›lan iflçiler, as›l iflten ç›karma nedeninin Enerji-Sen bünyesinde örgütlenmeleri oldu¤unu söylüyor. DEDAfi Genel Müdürü de, tafleron flirket de "‹flçileri ben atmad›m" diyor; ancak 26 iflçinin ifllerine geri dönmek için bafllatt›klar› direnifl sürüyor.
10
KİBELE 23 Eylül 2011 / 6 Ekim 2011
Halk›n Sesi
fiiddete çare direnifl ürkiye’de kadın cinayetleri 2002 yılında 66 iken 2009’un ilk yedi ayında 963’e çıktı. Tam 7 yılda kadın cinayetleri yüzde 1400 arttı. 7 yılda kadına yönelik şiddet ve ölüm olaylarında açılan dava sayısı 12 bin 678. Aylık yayınlanan birkaç rapor dışında 2011 verileri henüz belli değil. Her gün 5 kadın öldürülüyor, onlarcası fiziksel, psikolojik, ekonomik şiddete maruz bırakılıyor. Kadınların sistematik bir biçimde yaşam hakkının yok sayıldığı ülkemizde kadına yönelik şiddete bakış açısı ise hala “aile içi” mesele olarak görülüyor. Bizzat AKP tarafından kadının adının yok sayılarak yeniden yapılandırılan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın ismine dahi bakıldığında gelinen noktanın tesadüf olmadığı çok açık. AKP strateji raporlarının esas vurgusu zaten aile. Kadına tek yaşam alanı olarak, en güvenli yer dediği aile dışında başka bir seçenek sunmuyor. Şiddete bile “ailenin bölünmez bütünlüğünü” sarstığı için karşı çıkıyor. Yeni bakanlıkta öne çıkan Kibele’den başlık: ‘şiddet’. Bakanlık Mektup şiddete karşı yaptırımların 1 Ekim’den itibaren hayata geçireceğini duyurdu. AKP’nin kurucuları arasında da yer alan ve yeni icraatçı bakanlar arasında en göze çarpan isimlerden biri olan Fatma Şahin, partide kadın çalışmalarında etkin bir isimdi. Şahin, kadın örgütleriyle de sık sık toplantılar yapıp çözüm aradığını “en samimi” duygularıyla söylüyor. Çözüm önerileri arasında yer alan kelepçe, hadım, buton gibi sözde çözümler AKP politikalarıyla oldukça uyumlu. Önümüzdeki dönem butona basarak erkek şiddeti sonucu ölümden son anda dönen bir iki kadınla Fatma Şahin kameralar önünde poz verirse, işte, AKP şiddete çözüm bulmuş oluverir. Oysa ki son derece teknik kalan bu uygulamalar sorunun kaynağını yok etmekten çok uzak. Çünkü yoksulluğun, krizin ve savaşın sürdüğü bir ülkede şiddet her gün kendini üretecek mecralar buluyor. Üstelik üretmesi için AKP’liler bu ortamı ilk elden kendisi ve onu meşru kılmak için canla başla uğraşan bir akademiysen, gazeteci, hukukçu (HSYK açıklamaları) ordusuyla birlikte oluşturuyor. Geçtiğimiz yıl ‘şiddeti medya abartıyor’ diyen başbakan, ‘Kürtlere açtığı savaşta kadın da olsa, çocuk da olsa gereği yapılsın’ diyordu. Aradan geçen zamanda AKP açısından hiçbir şey değişmedi. Ustalık dönemine ‘yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır’ diyerek girdiklerine göre değişim ancak kadını yok sayan politikaların, metotların ustalaşacağının göstergesi olabilir. 25 Kasım’da olmamız gereken yerdeyiz; sokaklardayız Kadına yönelik şiddete karşı mücadele, 80’lerden sonra kadın hareketinin itici gücü oldu. Kadınlar farklı biçimlerde dile getirdikleri tepkilerle mücadelenin dilini, kavramlarını, kültürünü ve ardı sıra gelen yasal düzenlemeleri erkek egemen toplumun baskısına rağmen oluşturdu, dahası kazandı. Bugün herkesin bildiği cinsel taciz kavramı bile o yıllarda sarkıntılığa karşı mücadele tartışmalarıyla ortaya çıkmıştı. Kadınlar, kuzu postunda bir kurt gibi en kadın dostu göründüğü dönemde, kazanılmış haklarını elinden alan AKP’nin sığındığı postu kaldırıp atacak daha cesur adımlarla başkaldıracak. Bu dönemin kadın mücadelesinin dilini, araçlarını, kimliğini, kültürünü yaratmak için kadınların önünde bekleyecek zaman kalmadı. Bunun için, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü’nde bedenimizi, emeğimizi, hayatlarımızı değersizleştirip, güvencesizleştiren şiddete karşı alanları dolduracağız.
T
Petrol-İş’e kadın eli değdi P
etrol-İş’te kadınlar, sendikalardaki erkek egemenliğini yıkmak için örnek bir çalışma ortaya koydu. Sendikada kadınlar tüzüğe el atarak değişiklik önerilerini Genel Kurul’a götürdü. Petrol-İş’in 26. Genel Kurulu’nda kadınların sunduğu teklifler kabul edilerek, tüzükte önemli değişiklikler yapıldı. Petrol-İş Kadın Dergisi’nin etrafında örgütlenen Petrol-İş’li kadınlar sendikanın ana tüzüğünü cinsiyetçi ifadelerden arındırıp, tüzüğe kadın erkek eşitliğini gözeten yeni maddeler getirerek değişiklik yapılmasını sağladı. Değişiklikle birlikte tüzükte yer alan ‘sendikanın görev ve yetkileri’ kısmı genişletilerek “Kadın-erkek eşitliğini savunmak, bu eşitliğin inşası için evde, işyerinde ve sendikada gereken her türlü önlemin alınması ve uygulanması için çaba sarf etmek, bu amaçla kadın büroları ve komisyonları kurmak, kadına yönelik her türlü şiddete karşı mücadele etmek” hükmü eklendi. 23’üncü maddede düzenlenen Merkez Yönetim Kurulu’nun görev ve yetkileri, de eklenen “Kadın-erkek eşitliğini sağlamak amacıyla toplumsal cinsiyet eğitimleri vermek, kadın büroları ve komisyonları kurmak” hükmü ile artırılmış oldu. ‘KADIN BEYANI ESASTIR’ Bunlarla birlikte disiplin cezası gerektiren fiiller arasına kadına yönelik cinsel taciz, mobbing ve şiddet eylemleri de konuldu. Tüzük bundan böyle “Kadın beyanı esastır” ilkesini güvenceye alacak. Kadına yönelik şiddet olaylarında karşı taraf iddiaların aksini ispat etmekle yükümlü olacak.
Yargıda bir ileri bir geri H
akimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) Yargıda Durum Analizleri toplantısında iki çok çarpıcı öneri dile getirildi. Üyelerden gelen önerilerden biri yargıda iş yükünün azaltılması için tecavüz davalarında eski TCK md. 434’ün geri getirilmesi oldu. Söz konusu madde, tecavüzcünün mağdurla evlenmesi halinde cezasının ertelenmesini öngörüyordu. Toplantıda getirilen önerilerden bir diğeri ‘cinsel şiddet davalarında ruh sağlığı raporunun aranmaması’ oldu. HaberTürk gazetesinin gündeme getirdiği iki önerinin çokça tartışılması üzerine HSYK Başkan Vekili Ahmet Hamsici tartışmanın çarpıtıldığını öne sürerek yazılı bir açıklama yaptı. Önerilerin HSYK’nın görüşü olmadığını belirten Hamsici, doğu ve güneydoğuda tecavüzcüsü ile evlendirilen 15 yaş altı mağdurların, kocalarının ceza alması ile çocuklarıyla bakıma muhtaç kaldığını bu yüzden ortaya atıldığını söyledi. Öneriyi “sosyal bir yaranın tedavisi” olarak sunan Hamsici, bunun tecavüzcüyle evlendirmek anlamına gelmediğini iddia etti. Ruh sağlığı raporuna ilişkin öneriye de değinen Ahmet Hamsici, cinsel saldırıya maruz kalan bir kişinin ruh sağlığının bozulmamasının mümkün olmadığını söyleyerek, rapora bunun için ihtiyaç olmadığını demek istediklerini kaydetti. HSYK, çeşitli açıklamalarla, görüşlerin kurumun sorumluluğunda olmadığını, bunların ancak bireysel görüşler olduğunu tekrar etti. Eski TCK 434. maddenin geri getirilmesi önerisinin de toplantılarda dile
K
adın hareketi cinsel şiddeti önleyici tedbirleri tartışadursun, hakim ve savcılar halihazırdaki ilerici adımları uygulamaktan çekiniyor. HSYK, savunmasında dahi hatasını tekrar ediyor
getirilmediğini iddia etse de resmi sitesindeki kayıtlarda birçok toplantıda bu önerinin getirildiği yine basın tarafından deşifre edildi. AKP hükümetinin hayata geçirmek için eli kulağında beklediği projeleri için, önceden çeşitli yöntemlerle konuyu halka tartıştırdığı, buna göre hareket ettiği biliniyor. HSYK toplantılarıyla gündeme gelen bu konu da AKP’nin aynı taktiğini anımsatıyor. Hadım Yasası olarak bilinen taslakta yer alan “ruh sağlığı raporunun aranmaması” hükmü, konunun yalnızca HSYK toplantılarının küçük bir ayrıntısı olmadığını gösteriyor. HALKIN SES‹ SORDU Kadınlara Hukuki Destek Merkezi (KAHDEM) kuru-
cusu Av. Habibe Yılmaz Kayar, konuyla ilgili görüşlerini Halkın Sesi ile paylaştı. Y Kayar, HSYK tarafından bölge gerçeği olarak sunulan 15 yaşın altındaki çocukların evlendirilmesinin kanunen mümkün olmadığını, bunun olsa olsa cinsel ilişkiye zorlama olabileceğini söyledi. KAZANIMLARA MÜDAHALE Geri getirilmesi gündeme getirilen eski TCK md 434’ün ve benzer pek çok kadının insan haklarına aykırı hükmün, kadın hareketinin olağanüstü çabasıyla değiştirilebildiğini vurgulayan Habibe Yılmaz Kayar, “Öyle görünüyor ki kadının insan haklarındaki gelişme, halen bazı kişilerce benımsenmiş değil. Bu
haberin ortaya çıkardığı en önemli ihtiyaç, yasa uygulayıcılarının uluslararası kadının insan hakları konusunda eğitimi ve kabul edilemez suç bahaneleri konusunda zihinsel dönüşüm gerekliliğidir” ifadelerini kullandı. RUH SA⁄LI⁄I RAPORU KR‹T‹K “Cinsel şiddet davalarında, ruh sağlığı raporunun aranmaması, yalnız beden sağlığı raporunun incelenmesi yeterli olur mu?” sorusunu yönelttiğimiz Yılmaz Kayar, ruh sağlığı raporunun iki önemli işlevini anlattı. Y. Kayar, yasada beden “veya” ruh sağlığının bozulduğuna ilişkin raporun cezayı ağırlaştırıcı sebep olduğuna dikkat çekti. İlgili maddeye göre raporlardan
birinin olması halinde çocuk istismarı davalarında 15 yıla kadar hapis cezasının verilmesi mümkün. Kayar ayrıca ruh sağlığının bozulmasının ağırlaştırıcı sebep olmasının yanında, alınacak raporun suçun işlendiğine dair çok önemli bir delil olduğunu özellikle vurguladı. ‘BEKARET ARAfiTIRMASINA G‹DEB‹L‹R’ “Sadece bedensel zararın varlığını aramak yeni TCK ile ortadan kaldırılan bekaret araştırmasına yol açacak tehlikeli bir girişim olabilir” diyen Y.Kayar, önerinin yerinde olmadığını söyledi. Y.Kayar’a göre raporlarla ilgili mağduriyetin artmasının nedeni, mahkemelerin raporun Resmi Adli Tıp Kurumu’ndan alınması
konusundaki ısrarı. Y.Kayar, üniversitelerin adli tıp kurumlarının raporlarının kabul edilmesiyle mağduriyetlerin artmasının önünün kesilebileceğini ifade etti. Y. Kayar, “Çocuğun haklarını ortadan kaldırıcı öneriler yerine adil yargılanma ilkesinin gerekleri yerine getirilmelidir” diyerek sözlerini tamamladı. KADINLAR: ‘ÖNER‹YE YABANCI DE⁄‹L‹Z’ HSYK toplantılarından çıkan görüşler yazılı ve görsel basın, sosyal medya ve sokakta da büyük bir tepkiyle karşılandı. Liseli Genç Umut’tan kadınlar, “HSYK çok dizi izliyor” pankartıyla Ankara’daki Yüksel Caddesi’nde bir eylem gerçekleştirdi. Basın açıklamasını okuyan Özlem Çit, karşılaştıkları öneriye AKP’nin kadın düşmanlığını ödüllendiren ve meşru kılan gerici cinsiyetçi uygulamalarından aşina olduklarını belirtti. Genç Umut’tan kadınlar, bu zihniyete yabancı olmadıklarını söylerken, Halkevci Kadınlar, HSYK’ya çektikleri fakslarda öneriye şaşırmadıklarını yazdı. Biriken kadın öfkesine değindikleri fakslarda kadınlar şöyle dedi: “Kadın hareketinin mücadeleleri yargı sistemine çeşitli kazanımlar olarak işlemiştir. İşte bu nedenle öncelikle bilinmelidir ki kadın hareketinin bu kazanımlarının elimizden alınmasına izin vermeyeceğiz. HSYK kadınların kazanılmış hak alanını kendi çiftliği gibi görme hakkına sahip değildir. HSYK üyesi savcılar kimin emrinde çalışırsa çalışsınlar, kim adına ferman yayımlarsa yayımlasınlar, kadınların gözünü korkutamayacaklarını bilmelidirler.”
AKP’nin hadım ısrarı Hadım yasası cinsel saldırının, toplumsal nedenlerini göz ardı edip hormonlara ve kötü kişilerin eylemlerine indirgeme niyeti taşıyor
K
amuoyunda hadım yasası olarak bilinen ve cinsel suçlarla ilgili cezalarda değişiklik içeren yasa tekrar gündeme geldi. AKP’li vekiller tarafından hazırlanan hadım yasası teklifi 4 Nisan’da TBMM Adalet Komisyonu tarafından kabul edilmişti. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin TBMM Adalet Komisyonu'ndan geçen teklifin, genişletilerek yenilenmesi için bürokratlarına talimat verdiğini söyledi. Yasa, cinsel istismar şuçlarını işleyenlerin testesteron hormonlarına kimyasal işlemle müdahale edilmesi ve cinsel şuçlara ağır cezalar getirmesi gibi düzenlemeleri kapsıyor. AKP milletvekili Alev Dedegil’in konuyla ilgili ‘Bu hadım değil, tedavi’ diyerek savunduğu kimyasal işlemle müdahale (hadım) şer-i hukukta-
ki kısasa kısas yöntemini akıllara getiriyor. ÇOK YÖNLÜ B‹R PROGRAM fiART Bakan Fatma Şahin çocuk istismarıyla ilgili olan yasaya ‘Hadım Yasası’ denmesinin magazinel bir yaklaşım olduğunu söylüyor. Fakat özellikle çocuklara yönelik cinsel istismar suçunu işleyenlerin hormonlarına müdahale edilmesine ilişkin düzenleme, küçük değişikliklerle korunacak. Şahin’in düzenlemeye dayanak olarak gösterdiği “Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi”nde cinsel suçları önleyici düzenlemelerden bahsedilirken yasada sadece suç oluştuktan sonra uygulanacak cezalandırmalar yer alıyor. Bu da cinsel suçlarla mücadelede sadece
ceza miktarlarının arttırılmasının yeterli olmadığı ve ekonomik, sosyolojik çok yönlü bir programa ihtiyaç olduğunu ortaya çıkarıyor. KANUN TEKL‹F‹NDE BULUNULAN BAZI HÜKÜMLER Mevcut kanunda sarkıntılık ile ilgili olan düzenleme kaldırılıp “suçun fili, ani ve kesik hareketlerle” işlenmesi halinde ceza indirimi uygulanması şeklinde düzenleme yapılacak. Bu düzenleme ile birçok cinsel saldırı sarkıntılık kapsamına alınabilecek. Cinsel saldırı sonucunda beden ve ruh sağlığının bozulması ceza artırım nedeniyken yeni yasa ile bu hüküm kaldırılacak. Taslak, HSYK’da dillendirilen ruh sağlığı raporu aranmaması önerisini hatırlatıyor.
‘Barışa mecburuz’ “B
arışa mecburuz, söz bitmedi” diyen binlerce kadın Diyarbakır, Mersin, İzmir ve İstanbul’dan yola çıkarak 16 Eylül’de Ankara sokaklarında buluştu. Toros Sokak’ta buluşan kadınlar, Abdi İpekçi Parkı’na yürüdü. Yaklaşık üç bin kadının katıldığı eyleme Barış İçin Kadın Girişimi, Barış Anneleri, BDP’li kadınlar, Halkevci Kadınlar, İmece, Kadın Emeği Kolektifi, KESK Şubeler Platformu'ndan kadınlar, ÖDP Kadın Komisyonu, SES'li kadınlar, Sosyalist Kadın Meclisleri, Tüm Bel-Sen’li kadınlar katıldı. Savaşa, militarizme, milliyetçiliğe karşı bir araya geldiklerini ifade eden kadınlar adına açılış konuşmasını İHD Ankara Şube Başkanı Gökçe Otlu yaptı. Otlu, savaşa dur demek için dört bir yandan Ankara'ya yürüdüklerini belirterek "Soframızdan ekmeğimizi çalan, bizleri işimizden, yerimizden, yurdumuzdan köyümüzden, evimizden, çocuk-
larımızdan eden savaş bitene kadar kadınlar yürüyeceğiz" dedi. BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak eylemde yaptığı konuşmada, kadınların barışta, çözümde, demokratik direnişte ısrar edeceklerini belirtti. Kışanak, "Buna gücümüz yeter, tüm kadınları ölümleri durdurmak için barış direnişine davet ediyorum" diye konuştu. Kışanak kadınların artık tabut taşımak istemediklerini kaydederek konuşmasını bitirdi. Kadınlar eşit, özgür ve kardeşçe yaşamak istediklerini yineleyerek barışa adım atmak için hükümetin derhal operasyonlardan vazgeçmesi gerektiğini söyledi. Savaşa ayrılan bütçenin, nefret suçları ve ayrımcılık nedeni ile zarar gören kadınlar, lezbiyen, gay, biseksüel, trans bireyler için güvenlik önlemleri ve istihdamı için kullanılmasını öneren kadınlar, barış içinde ve anadillerinde bir yaşam kurmak istedikleri için tutuklanan kadınların derhal serbest bırakılmasını istediler.
‘Kız mıdır kadın mıdır’ aklandı
Hakkını bilen tarife: Cep-Nöbet
Mamak’a bağlı Şirintepe Mahallesi’nde 19 yıldır bir gecekondunun bitişiğinde duran baz istasyonunun 50'şer metre yakınına iki tane baz istasyonu daha yapılmak isteniyor. Mahalleli kadınlar günlerdir
nöbet tutarak baz istasyonlarının kurulmasını engelliyor. Nöbet akşam 18.00’e kadar sürse de gece 02.00’de polisle birlikte mahalleye girmeye çalışan operatör işçileri, direnen kadınların engeliyle karşılaşıyor.
Baflbakan›n, Dilflat Aktafl’a “k›z m›d›r, kad›n m›d›r” diyerek hakaret etmesi üzerine Aktafl ve Halkevci Kad›nlar taraf›ndan yap›lan suç duyurusu hakk›nda savc›l›k soruflturmaya yer olmad›¤›na karar verdi. Karar›n gerekçesi, suç isnad›n›n baflbakan›n görevi s›ras›nda ve görevi ile ilgili olmas›. Aktafl, karara itiraz etti.
11
YÜZ YÜZE 23 EYLÜL 2011 / 6 EKİM 2011
‘Okuduk, okuduk, atanamadık’
Halk›n Sesi
Binbir zorlukla eğitim fakültelerini bitiren öğretmenler KPSS’ye girerek barajı aşıp atanmayı bekliyor. Her sene 230 bin kişi bu sınava giriyor. AKP, 12 Haziran seçimlerinden önce “55 bin öğretmen ataması yapılacak” dedi ancak seçim bitti ve sadece 11 bin öğretmen ataması yapıldı. 210 binden fazla öğretmen adayı ise atanamadı.
Atama bekleyen öğretmenler ya ücretli öğretmenlik yapıyor, ya dershanelerde çok düşük ücretler karşılığında çalışıyor ya da meslekleri ile ilgisi olmayan garsonluk, çaycılık gibi işlerde çalışarak geçimlerini sağlıyor. Halkın Sesi, atama bekleyen öğretmenlerin 18 Eylül’de İstanbul’da yaptıkları eylemden sonra öğretmenlerle görüştü. Taleplerine ve sorunlarına kulak verdi.
ATAMA BEKLEYEN Ö⁄RETMENLER SOKA⁄A ÇIKTI
‘Şimdi para da istersin hocam’
G
üvenceszileştirme sürecinin ortak olduğunu görüp bunun kaynağının iktidar olduğunu bilerek iktidara karşı bir tepki vermemiz gerekiyor
Sizi Tanıyalım. Deniz Saim. Dört yıldır sınavlara hazırlanıyorum ve hala atanamayan bir öğretmenim. Felsefe mezunuyum. Formasyonumu yeni aldım. Atama için barajı geçtik ama az atama olduğu için biz hiçbir şekilde atanamıyoruz. Formasyonu alırken ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Fen - Edebiyat Fakültesi mezunuyum ve Eğitim Bilimleri’nden formasyon almamız gerekiyordu öğretmenlik hakkı için. Bazı üniversitelerde veriliyordu ama paralıydı. Özel üniversiteler daha çok veriyordu formasyonu. Ben özel üniversitede gittim. 5 bin lira verdim. Benim gittiğim zaman yüksek lisans şeklindeydi. Daha sonra bu formasyon derslerini kurs gibi yapmaya başladılar. 5 bin lira, 7 bin lira gibi paralarla birçok üniversite formasyon derslerini kurs gibi vermeye başladı. Formasyonu parayla sattılar. ‘Mezunlar için kurs veriyoruz’ dediler. Ama kendileri de ne yaptıklarını açıklayamadıkları için her sene bu konu, farklı başlıklar altında gündeme getiriliyor. Mezun oldunuz, formasyonunuzu aldınız… KPSS’ye de başvurdum. Kursa da gittim. Hazırlandım. Ben dershanede çalışıyorum rehber öğretmen olarak. Çalıştığım işyerinden çıkarak koştura koştura KPSS kursuna gidip öğrenci olarak orada yer alıyorum. Tabii ciddi bir hazırlık yapmak gerekiyor ama çalıştığım işyerinde koşullar çok ağır. Biraz işyerinin koşullarından bahseder misiniz? Sabah 8’de giriyoruz akşam 7.30 gibi çıkıyoruz. Öğretmen olarak çalıştığım için dersimden arta kalan zamanlarda öğrencilerle ilgileniyorum. Dershanenin işleriyle uğraşmak zorundayım. Ne tür işler? Öğrenci kayıtlarıyla ilgili velilerin aranması gibi, dışarıdan kayıt yapılması için sürekli bir veli arama furyası içindeyiz. Birçok arkadaşım soru hazırlama işi yapmak zorunda kalıyor. Normalde soru yazan, hazırlayan bir grubun olması gerekiyor. Öğretmenlerin derse girip dersini anlatması gerekiyor. Ancak, emek gücünden daha fazla yararlanmak için bu işleri de öğretmenlere yaptırıyorlar. Bu durum, öğretmenin iş dışındaki zamanını da alıyor. Soru hazırlamak için belli bir yükümlülük altına giriyorsun dershane koşullarında zaman olmadığı için eve iş götürmek zorunda kalıyorsun. Bu durumda tüm zamanını işe vermiş oluyorsun. Ücret ne kadar? 1000 lira alıyorum. Ama ben ilk başvurduğum zaman konuştuğumuzda bana ilk şunu sormuşlardı: “Ailenle mi kalıyorsun?” Ben, “Hayır” dediğimde bana şu cümleyi söylediler: “Sen şimdi para da istersin”. Orada epey kavga ettik zaten. Normalde hiç para vermeyeceklerdi. Genelde “Gelin deneyim kazanın” diyorlar. Deneyimi kazanıyorsun bu sefer de senin gibi başka biri ‘deneyim kazanmak için’ geliyor. Birkaç yıl deneyim kazanan öğretmenin kendilerinden ücret isteyeceğini düşünen dershane yönetimleri yeni kişileri alıyorlar. Ailesinin yanında kalana ücret vermiyorlar mı yani?
Gidip ısrarla istemek lazım. Ben öyle yaptım. Geçen sene 900 lira alıyordum. Bu parayı 4-5 seferde alabiliyordum. Bunun için sürekli hatırlatmanız gerekiyor. Ben, müdürün, parayı isteyince bana cebinden harçlık verir gibi para verdiğini biliyorum. Peki sizin ücretiniz hiç banka hesabınıza yattı mı? Bir kere yattı. Milli Eğitim kontrole gelmişti. O dönem bir kere hesabıma yattı. Bir ay böyle oldu sonra yine cepten harçlık verir gibi ücret vermeye devam ettiler. Sigorta durumunuz nedir? Sigortam 9 ay üzerinden yatıyor. Zaten anlaşmamız 9 ay üzerinden. Hiçbir şekilde izin vermiyorlar. 9 ay üzerinden anlaştığın için 3 ay işsiz kalıyorsun. Dönem içinde bir saat için bile izin vermiyorlar. “Çıkmaman lazım” diyorlar. Haziran ayında da sözleşmem bittiği için “Hocam haftanın bir iki günü gelin ve geldiğiniz kadar günün parasını alın gidin” diyorlar. Dönem içinde bana hasta olduğum zaman bile izin vermiyorlar ama sözleşme bittikten sonra “Bir iki gün gel” diyebiliyorlar. Ağrılarından dolayı sıralara yatmak zorunda kalan arkadaşlarım oldu. Bu durumda bile “Derse girmemek için yapıyordur” şeklinde abuk sabuk konuşmalar oldu. İlk çalıştığım dershane, benim istifa etmemi istemişti. Ben “İstifa etmeyeceğim” dediğimde “Sizi öğrencilerinizin önünde rahatsız ederiz, küçük düşürürüz, rencide ederiz” tarzında tehditlerle karşılaştım.
Ü
Ben ilk başvurduğum zaman konuştuğumuzda bana şunu sormuşlardı: “Ailenle mi kalıyorsun?” “Hayır” deyince bana şu cümleyi söylediler: “Sen şimdi para da istersin” Ücretli öğretmenlik yaptınız mı? Ben ücretli öğretmenlik hiç yapmadım. Felsefe bölümü mezunu olarak İstanbul’da ücretli öğretmenlik yapmak çok zor. Başvurdum olmadı, zaten okul müdürleri daha çok kendi tanıdıklarına ücretli öğretmenlik yaptırıyorlar. Bu konuda bir belgem yok ancak, başvuran arkadaşlarımın çoğu “Benim şuyum vardı, buyum vardı başvurdum kesin alacaklar” şeklinde konuşuyorlardı. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, şöyle bir ifade kullandı: “Öğretmenler 3 ay tatil yapmayacak.” Kadrolu öğretmenlerin izin haklarına da saldırıyorlar. Zannedersem bu 3 ay olmuyor, seminerlerle vesaireyle 2 aya kadar düşüyor. Bu durum tabii ki bizim için geçerli değil. 3 aylık tatil dönemlerinde biz ‘işsiz’ durumuna düşüyoruz. Gidip farklı alanlarda çalışıyoruz. Ben anketörlük yaptım
ç aylık tatil dönemlerinde biz ‘işsiz’ durumuna düşüyoruz. Gidip farklı alanlarda çalışıyoruz. Ben anketörlük yaptım bu sene mesela
bu sene mesela. Bulaşık yıkadığım da oldu. AKP daha önce sağlık çalışanlarını güvencesizleştireceği zaman, “Bu doktorlar da eczacılar da çok para kazanıyorlar” şeklinde açıklamalar yapmıştı. Dinçer’in bu “Öğretmenler 3 ay tatil yapmayacak” çıkışını da benzer bir söylem olarak algılayabilir miyiz? Zaten hükümet, güvencesiz çalıştırmayı yaygınlaştırmak için insanlara baskı yapmak ve insanları birbirine düşürmek için bu tarz açıklamalar yapmak zorunda. İnsanlara şunu diyorlar: “Siz 11 ay çalışıyorsunuz onlar 9 ay çalışıp tatil yapıyorlar” İnsanları bir birlerine doğru kışkırtıyorlar. Bugünkü eylemde şöyle bir şeyden bahsediyorlardı: ‘Hayvan yetiştiricisi öğretmenlik yapıyor, sosyal bilimler mezunu öğretmenlik yapıyor’. Şimdi bu kişiler işsiz mi kalsınlar? Burada da insanları bir birine düşürüyorlar. Hani zaten her alanda işsiz olanlar para kazanabilmek için ücretli öğretmenliğe başvuruyorlar. Bunun için güvenceszileştirme sürecinin ortak olduğunu görüp bunun kaynağının iktidar olduğunu bilerek iktidara karşı bir tepki vermemiz gerekiyor. Biz bu süreçte birbirimize değil iktidara karşı tepki göstermeliyiz. Bu tür söylemler öğretmenlerin örgütlenmesinin önünde engeller oluşturuyor anladığım kadarıyla pekiyi bunun dışında öğretmenlerin örgütlenme sorunları neler? Öğretmenlerin birçoğunun örgütlenememesinin nedeni kendi alanlarını sahiplenememeleri. Dershanede çalışma ya da ücretli
öğretmenlik, hiçbir öğretmen hayatını bu şekilde devam ettirmeyi düşünmüyor. Geçici bir çalışma olarak görüyorlar. “Atanırım” umudunu hep taşıyorlar. Atanamayanların birçoğu da başka alanlarda çalışmaya başlıyor. Bu yüzden örgütlenmeye çalışmıyor. Dershane açısından düşününce de yoğun çalışma koşullarından dolayı öğretmenler arasında sosyal paylaşım alanları gelişmiyor. Böyle olunca ücretli öğretmen veya dershane öğretmeni şunu düşünüyor: “Ben eyleme katılıp iktidara karşı bir tepki gösterirsem işimden olurum dolayısıyla aç kalırım.” Asıl sorunun kaynağına inince elindekini kaybetmeme isteği ve bunu kaybedeceğine yönelik korkuların olduğunu görüyorsun. Peki bu noktada sosyal paylaşım siteleri bu korkunun yenilmesinde bir araç oluyor mu? Olmuyor aslında. Bu eylem tepkisel bir eylem, bir nevi psikolojik bir rahatlama şekli gibi. Bu durumun politikleşmesi ise kişilerin kendisinin algısının açılmasıyla ilgili bir durum. Örneğin sosyal paylaşım sitelerinde eylemi duyup gelen birçok öğretmen Eğitim-Sen’i politik bularak onunla birlikte hareket etmekten kaçınıyor. Siyasi parti gibi algılıyorlar. “Biz sadece atanmayan öğretmenler olarak bir araya geldik bunun dışında hiçbir siyasi fikri kabul etmiyoruz” diyorlar. Böyle olunca “Direne direne kazanacağız” sloganını bile atmaktan çekinen kişiler oluyor. Ama buraya gelenler politika yaptıklarının farkında değiller. Bu kişiler ilk defa eylem yapan kişiler. Bu zamana kadar politikayı siyasetçilerin yürüttüğünü zannediyorlardı. Ancak siyasi projelerin kendi yaşam alanlarını talan ettiğini gören öğretmenler eylemlere katılma ihtiyacı duyuyor. İktidara karşı tepki verdikleri eylemlerde bir araya gele gele politikleşeceklerini düşünüyorum. Saldırı arttıkça eylemlere geliyor, ve geldikçe politikleşiyorlar. Atanmayan öğretmenlerin sokakta seslerini duyurmaya çalışması iktidarı rahatsız edecek. Dolayısıyla bunun önünü kesmeye çalışacaklar. Saldırı arttıkça da öğretmenlerin büyük kısmı iktidarın saldırdığını görecek ve politikleşecekler. Bu noktada AKP’nin politikalarını yoğun bir şekilde teşhir etmek gerektiğini düşünüyorum.
‘Okuduk, atanmadık, işsiz kaldık okutamadık’ Atama bekleyen öğretmenler, 18 Eylül’de Taksim’de buluştu ve öğretim yılını sokakta başlatıp ilk derslerini verdi. Sosyal paylaşım sitelerinde bir araya gelen Atama Bekleyen Öğretmenler, “Atama yoksa isyan var” diyerek Taksim’den Galatasaray Lisesi önüne yürüdü. Eyleme, bazı öğretmen adayları çocuklarıyla bazıları ise anne ve babasıyla katıldı. Galatasaray Lisesi’ne gelen öğretmenler burada 12 Eylül günü, kendisine 300 lira maaş teklif edildiği için bunalıma girerek intihar eden ve
hayatını kaybeden Ceyda öğretmen nezdinde ataması yapılmadığı için intihar ederek yaşamını yitiren 22 öğretmen için saygı duruşunda bulundu. Basın açıklamasında AKP döneminde işsiz öğretmen sayısının arttığı söylendi. 2002 yılında 70 bin olan sayının bugün 300 bine ulaştığı ve 150 bin öğretmen açığı bulunduğu belirtildi. Açıklamada, öğretmen açığı varken ve birçok öğretmen işsizken, KPSS’nin kaldırılması gerektiği ve öğretmenlik için diplomanın yeterli olması gerektiği söylendi. Açıklamanın ardından eylem alkışlarla son buldu.
Öğretmenler işsiz! Ben Mehmet Günebakan, edebiyat öğretmenliği mezunuyum. Atanabilecek bir puan almışken, hükümet verdiği 55 bin atama sözünü tutmadığı için atanamadım. Sosyal medya üzerinden örgütlendik ve buraya atama talebimizi duyurmak için geldik. Benim daha birinci yılım ama birçok arkadaşımız 6-7 senedir atanamıyor. 55 bin atama olsa sorun çözülür mü? Eminim, bu sorun çözülmez çünkü bu sınava giren öğretmen sayısı 230 bin. Yani mevcut durumda 230 bin öğretmenden 11 bini atanıyor, 220 bine yakın öğretmen yine sınava giriyor. Tabii tekrar girmeyenler de var. Pes edenler de var. Garsonluk, şoförlük yapanlar var. Getir götür işleri yapıyorlar ve bunlar öğretmenler, toplumun mimarları yani. Öğretmenler açıkta ama ekonominin büyüme rekoru kırdığı söyleniyor. Fakat bu bize yansımıyor. Sonuçta bizim yaptığımız bir hak arama mücadelesi ve bütün öğretmen arkadaşlarımızı bize destek olmaya çağırıyoruz. Fotoğraf vermek istemeyen Günebakan, ailesinden para aldığını ve ailesinin tepki göstereceğini belirtti ve şöyle dedi: “Devlet aileye, aile de çocuklarına aynı baskıyı yapıyor”
‘Eylem, hak aramakmış’ 55 bin atama vaadini duyunca neler hissettiniz? Benim adım Ahmet Erdem, Sabiha Gökçen Havaalanı’nda uçak bakım teknisyenliği programıyla bir işe yerleştirilmiştim. Aylık 600 lira maaşla çalışıyordum. Atamam yapılmadığı için başımın çaresine bakmam gerekiyordu. Daha önce çeşitli işlerde de çalıştım, ücretli öğretmenlik yaptım, çay ocağında da çalıştım. Ancak ben bir öğretmenim ve öğretmenlik hakkımı istiyorum. Eylem denilince ne düşünüyordunuz? “Eylem” kelimesi, beni ve benim gibi arkadaşlarımı rahatsız ediyordu. Sosyal paylaşım siteleri eylem korkusunu aşmama yardımcı oldu. “Eylem” kelimesinin “Polis, cop, gözaltı” anlamını yitirip, “Hak arama” kelimelerine dönüştüğünü gördük. Bu alandaki çalışmalara benim de bir katkım olsun istedim. Bizim “Eylem” kelimesinin “Hak arama” kelimesiyle eşitlenmesini en iyi sokakta gösterebiliriz diye düşünüyorum.
12
DOSYA 23 Eylül 2011 / 6 Ekim 2011
Halk›n Sesi
Halk iradesi dev re dışı kmünde 5 aydır Türkiye, Kanun Hü tiliyor. Kamu Kararnamelerle (KHK) yöne en şekilyönetimini KHK’larla yenid imleşen lendiren AKP, TBMM’de cis çıkardığı gibi, halkın iradesini devreden rak burjuva yargıyı denetim altına ala ayrılığı ilkesini demokrasisinin kuvvetler emokratik de ayaklar altına alıyor. “D asına sığınan açılım” gibi söylemlerin ark lefete ve iktidarın ikiyüzlülüğü, muha şiddetini Kürt hareketine karşı polis ıyor. artırmasıyla su yüzüne çık
İslamcı liberal rejimin kriz ve savaş ile tahkimatı Haziran 2011 seçimleri sonrasında siyasal rejim yeni bir iktidar sürecine girdi. İslamcı-liberal dinamikler üzerinde yükselen AKP, en gerici, en şoven ve otoriter güçlerini harekete geçiriyor
Muhalefete, hak mücadelelerine ve Kürt hareketine karşı devletin şiddet aygıtı yeniden tahkim edilirken, sermaye sınıfları ve iktidar odakları savaş ve kriz hükümeti etrafında saflaşıyor
İktidarın manivelası: KHK Hatırlanacağı gibi yasa çıktığından bu yana çok sayıda mahkeme kararına konu oldu ve bakanlıkça yapılan her türlü “yama”ya rağmen dikiş tutmadı. Son olarak 26 Ağustos 2011 Resmi Gazete’de yayımlanan “Adalet Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname”nin içine gizlendi.
S
eçimlerden önce TBMM’den yetkiyi alan AKP hükümeti, ilk kanun hükmünde kararname (KHK)’yi 4 Haziran’da çıkardı. Bu kararnameyle Devlet Memurları Kanunu’nda değişikliğe gidilerek güvencesiz-sözleşmeli çalışmanın önünü açtı. Neoliberal programa uygun etkin bakanlık yapısının kurulmasını öngören KHK da 8 Haziran’da yürürlüğe girdi. Ardından Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı kararnameleri çıktı. 7 Temmuz’da Maliye Bakanlığı’nda Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı’nın kurulmasına ilişkin KHK çıkarıldı. 20 Temmuz’da ise KHK ile TSK Personel Kanunu’nda değişiklik yapılarak tutuklu subayların aylıklarının yarısı yerine üçte ikisini alması sağlandı. 17 Ağustos’ta, Çevre ve Şehircilik ile AB Bakanlığı’na ilişkin iki KHK daha çıkarıldı. Bununla RTÜK, Telekomünikasyon Kurumu, SPK, BDDK, EPDK, KİK, Rekabet Kurumu, Şeker Kurumu, TAPDK ve TMSF gibi özerk kurullar bakanlık denetimine alındı. Yine 17 Ağustos’ta yürürlüğe giren Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kuruluşuna ilişkin KHK ile Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları ve Yüksek Kurul üyelerinin görevlerine son verildi. 26 Ağustos’ta yargının hızlandırılması amacıyla Adalet Bakanlığı’na ilişkin yeni KHK yürürlüğe girdi. DOĞANIN VE KENTİN TALANI Adalet Bakanlığı’na ilişkin KHK, içine, doktorlara “tam gün” yasası gizlenmiş olarak çıktı. 27 Ağustos’ta Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile ilgili KHK ise son düzenleme oldu. “Tam gün” benzeri bir sürpriz de bu KHK’da vardı. Vakıflar Yasası’na eklenen geçici hükümle cemaat vakıflarının mal kapsamı genişledi, üçüncü şahıslara satılan taşınmazlarla ilgili de vakıflara rayiç bedel ödenmesinin önü açıldı. Aynı KHK ile TÜBİTAK’ın yapısı da değişti.
Her f›rasatta “ileri demokrasi,” “demokratik aç›l›m” gibi demagojik söylemlerin arkas›na s›¤›nan iktidar›n ikiyüzlülü¤ü, toplumsal muhalefete ve Kürt hareketine karfl› polis fliddetini art›rmas›yla iyice su yüzüne ç›k›yor. AKP, doğanın ve kentin talanının önündeki bütün engellere toptan bir saldırı başlattı. Bunlardan biri de kamu yararına mücadele eden TMMOB ve bağlı meslek odaları. AKP bunları denetim altına almaya çalışıyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde oluşturulan Mesleki Hizmetler Genel Müdürlüğü’ne “mimarlık ve mühendislik meslek kuruluşlarına ilişkin mevzuatı hazırlamak ve bunları denetlemek” görevi veriliyor. Böylece meslek odaları ile bu bakanlık arasında hiyerarşik bir ilişki yaratılıyor. Kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik konular, söz
konusu KHK`lar ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı`na bağlanıyor. Bakanlığın bu yetkiyi sermaye gruplarının çıkarına kullanmasının önündeki tüm pürüzler temizleniyor. Ayrıca İmar Kanunu’nu değiştiren KHK’yla “Köy yerleşik alan sınırı içerisinde 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümleri uygulanmaz” hükmü getirildi. Bu madde ile mera, yaylak ve kışlaklar hayvancılık amacı dışında kiralanıp yapılaşmaya açılacak ve beton yığınlarına dönüşecek. Meraları amacı dışında kullanarak beton yığınına çeviren AKP, yerli tarımı ve hayvancılığı tasfiye
ediyor. Üstelik Yapı Denetimi’ne ilişkin kararnameyle mühendis ve mimarlar düşük ücretlerle ve güvencesiz koşullarda çalışmak zorunda kalacaklarından, nitelikli hizmet üretmelerinin olanakları da ortadan kalkacak. ‘TAM GÜN’ SALDIRISI ADALET KHK’SINA GİZLENDİ AKP Hükümeti’nin “Tam Gün”de ısrarı bu kez de KHK’lara yansıdı. Hükümet, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarına rağmen, “Tam Gün” düzenlemesini, tam da dokuz günlük bayram tatili öncesinde, bu kez KHK ile getirdi.
MİLLİ EĞİTİM TEŞKİLATI NEOLİBERAL SALDIRIYA HAZIR Ömer Dinçer’in göreve gelir gelmez ilk ciddi icraatı, kanun hükmünde kararnameyle değişen Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Teşkilat Yasası oldu. KHK ile bakanlığın hizmet birimlerinin sayısısı 32’den 17’e indirilirken bakanlığa kariyer uzman sistemi getirildi. Buna göre MEB’deki şube müdürleri yerine bakanlığın kendisi uzman yetiştirecek. Atamalarda yazılı sınavın yanına “performans kriteri” de getirilerek MEB’de kadrolaşmanın önü açıldı. Rotasyon, okul başmüdür yardımcıları ile müdür yardımcılarını da kapsayacak şekilde genişletildi. Taşra teşkilatındaki şube müdürlerinin de zorunlu yer değiştirmesine yönelik uygulama getirildi. Özre bağlı atamalar, yalnızca yazın kullanılabilecek bir hak olarak sınırlanıyor. Taciz başta olmak üzere özel hayatında açıkça tehlike oluşturan olaylar nedeniyle yer değiştirme isteğinde bulunma hakkının kaldırılması öngürüldü. Bakanlık, tepkiler üzerine bu önerisinden vazgeçti. “Aşamalı Devamsızlık Yönetimi” kapsamında, devamsızlık yapan öğrencinin ailesine yapılacak ev ziyaretine bölgenin imamının da katılması düzenlendi. Okullarda kurulacak kurullara ihtiyaç duyulması halinde imamların da üye olması sağlandı.
Erdoğan, kritik kurumları kendine bağladı Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ve Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Erdoğan'a bağlandı
1
74 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle 26 etkin bakanlık oluşturuldu. Mevcut bakanlıklara neolibeal politikaların ruhuna uygun olarak, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Avrupa Birliği Bakanlığı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Gıda, Orman ve Su İşleri Bakanlığı gibi bakanlıklar eklendi. Bakan yardımcıları kritik rol oynuyor. Bir nevi fiili başkanlık rejimi provası olarak tasarlanıyor. Buna göre, cemaatler ve özel sektörden de atanabilecek bakan yardımcıları kadrolaşmada ve neoliberal programın uygulanmasında ileri bir hamle olarak gündeme geliyor. Örneğin: Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, bakan yardımcısı olarak akademisyen ve işadamı Davut Kavranoğlu'nu seçti. MÜSİAD üyesi olan Kavranoğlu, 1997-2009 yılları arasında Mobil, Uydu Haberleşmesi, GPS teknolojileri ve Internet uygulamaları konusunda teknoloji geliştiren, üreten şirketler kurdu ve yönetti. AKP eski Diyarbakır milletvekili Kutbettin Arzu, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na atandı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ise yardımcı olarak sendikacı bir ismi tercih etti. MemurSen'e bağlı Eğitim-Bir Sendikasının eski genel
sekreteri Halil Etyemez bakan yardımcısı oldu. “TERÖRLE MÜCADELE YÜKSEK KURULU BAŞKANLIĞI” BAŞBAKANLIĞA BAĞLANDI Bir zamanlar TSK’nın güdümünde olan terörle mücadele kurumları da Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay kanalıyla yine Erdoğan’a bağlanmış oldu. Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Başkanlığı, MGK’yla Bakanlar Kurulu arasındaki koordinasyonu ve yürütmeyi sağlıyor. Ayrıca yeni kontrgerilla yapılanmasının yönetsel-siyasal merkezini oluşturan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı da Atalay kanalıyla başbakana bağlandı. POLİS AKP’NİN VURUCU GÜCÜ Yeni Emniyet Genel Müdürü Kılıçlar, yardımcılarının sorumluluk alanlarını yeniden belirledi. TEM, KOM, Güvenlik, Asayiş, Kriminal, Tanık Koruma ve Bilişim Suçlarıyla Mücadele gibi en kritik daireler Ahmet Pek'e bağlandı. Teftiş Kurulu ve Polis Akademisi başkanlıklarıyla İstihbarat ve Özel Harekat daireleri ise eskiden olduğu gibi doğrudan Emniyet Genel Müdürü'ne bağlı çalışacak.
2011’de polis için “güvenlik hizmetleri”ne merkezi bütçeden ayrılan payın yüzde 4,4’ten yüzde 5,1’e çıkarıldığını görüyoruz. Bu da yüzde 16’lık artış demek. Sadece il merkezlerinde görev yapan özel harekatçı polislerin yeni bir organizasyon şemasında arazide aktif görev alacağı ve sayılarının 15 bine kadar çıkarılması planlanıyor. Emniyet ve jandarmadaki personel sayısı 250 bine yakın. Bu, her 100 kamu görevlisinden 10’unun emniyetçi olması demek. 28 Şubat sürecinde özel harekat birimlerinde bulunan ağır silahların iade edilmesi de gündemde.
VALİLERE GENİŞ YETKİ Polis kent merkezlerinde gelişen yeni çatışma biçimlerine göre hazırlanıyor. Valilerin, jandarma ve polis birliklerini birlikte komuta etmesi; istihbarat görev paylaşımının hızlı ve etkin yapılması; operasyonlarda görev alan jandarma birliklerinin sevk ve idaresinde daha etkin rol üstlenmesi tasarlanıyor. Bunun ilk örneği Gerze’de çevre hakkı için direnen köylülere karşı valinin jandarma bölgesinde polisi de göreve çağırmasıyla görüldü.
Yargı AKP’nin hizmetinde Son bir y›lda yaflanan geliflmeler yarg›n›n tamamen AKP’nin denetimine geçti¤ini gösteriyor. 12 Eylül 2010 tarihli referandumdan sonra, yarg› alan›nda yap›lan en temel de¤iflikliklerden birisi yarg›ç ve savc›lar›n mesle¤e kabul, atama, meslekte ilerleme ve disiplin ifllemlerini yürüten Hakimler ve Savc›lar Yüksek Kurulu´nun yap›s›nda oldu. Kurul, yürütmenin daha da etkin rol oynad›¤› bir yap›ya dönüfltürüldü. Üye say›s› 22’ye ç›kar›ld›. Avukat, ö¤retim üyesi ve bürokratlar›n da üye olmas›n›n yolu aç›larak kadrolaflma h›zland›. Yürütme yarg›dan elini çekmedi¤i gibi, tersine HSYK arac›l›¤›yla bask›c› uygulamalar yasal zemine oturtuldu. HSYK 8 ay gibi k›sa bir sürede görev yapmakta olan yarg›çlar›n üçte birini oluflturan 3049 yarg›ç ve savc›n›n görev yerlerini de¤ifltirdi. Yarg› meslek örgütleri olarak Yarsav, Yarg›-Sen ve Demokrat-Yarg›’n›n kurucu üyelerinin yönetmeliklere ayk›r› bir flekilde görev yerleri de¤ifltirildi. Mesleki ve sendikal örgütlenmeler cezaland›r›ld›, Yarg›-Sen kapat›ld›. Muhalif yarg›ç ve savc›lar istemsiz tayin edilerek gözda¤› verildi. AKP’ye yak›n yarg›ç ve savc›lar, k›demleri ve liyakatlar› gözetilmeksizin terfi ettirildi. Yarg›tay ve Dan›fltay’da daire say›s› artt›r›larak iktidar›n kontrolüne uygun hale getirildi. Yarg›tay’a 160, Dan›fltay’a ise 51 üye seçildi. Seçilenlerin 40 yafl civar›nda oldu¤u ve bir yarg›c›n 65 yafl›na kadar çal›flabilece¤i dikkate al›nd›¤›nda yüksek yarg›n›n 25 y›l› büyük ölçüde flekillendirildi. Yeni seçilen 160 üyenin kat›l›m› ile oluflan 1. Baflkanl›k Kurulu, önemli ve özellikle de yürütmenin ilgili oldu¤u dava ve ifllerin görüldü¤ü daire üyelerini, talepleri olmadan baflka dairelerde görevlendirdi. Yarg›tay’a seçilen 160 üyeden sadece 5’i ve Dan›fltay’a seçilen 51 üyeden ise 1’i kad›n. Kararnamelerle daire baflkanl›¤› için öngörülen yasal süreler k›salt›larak iktidara yak›n kiflilerin bir an önce bu makamlara getirilmesi sa¤land›. “Deniz Feneri” davas›n›n ucunun AKP’ye dokunmamas› için soruflturmay› yürüten savc›lar, soruflturmadan al›narak yerlerine yeni savc›lar görevlendirildi. Soruflturman›n bafl›na HSYK seçimlerinde Adalet Bakanl›¤› listesinden yedek üye seçilen bir savc› getirildi. “Özel yetkili mahkemeler”in say›s› art›r›ld›. Buralarda AKP’ye yak›n yarg›ç ve savc›lar görevlendirildi. ‹stiklal Mahkemeleri, s›k›yönetim mahkemeleriyle ve Devlet Güvenlik Mahkemeleriyle (DGM) kurumlaflan “ola¤anüstü yarg›lama usulü” 2004 y›l›nda yürürlülü¤e giren Özel Yetkili A¤›r Ceza Mahkemeleri ile devam ediyor. Özel mahkemeler halk›n siyasal hareketlerine karfl› AKP terörünün en ciddi operasyon merkezlerinden bir haline geldi.
13
TARİH 23 Eylül 2011 / 6 Ekim 2011
Halk›n Sesi
BASKI, SANSÜR VE YASAKLARIN ENGELLEYEMED‹⁄‹ K‹TAP
Manifesto gizlice ders kitaplarında Nice yaratıcı yayımcı, çevirmen, aydın, bilimci; kimliği saptanamayan Ermeni çevirmen, Mustafa Suphi, Şefik Hüsnü, Kerim Sadi, Süleyman Ege, Muzaffer İlhan Erdost, Nur Deriş, Celal Üster gibi isimler, devlet sansürü ve baskılarına karşın Komünist Manifesto’yu okurlara ulaştırarak düşünce özgürlüğü tarihine altın harflerle yazılıdır
Ü
lkemizde pek çok kitabın yasaklanmasına neden olan eski Türk Ceza Yasası’nın “komünizm propagandası”nı suç sayan 142. maddesi yıllar önce yürürlükten kaldırıldı; ancak mahkemelerin söz konusu maddeyi dayanak göstererek aldığı 1970’li yılların kitap toplatma kararları hala yürürlükte. Ne var ki, bugün bile o yıllarda yasaklanan pek çok kitap polis fezlekelerinde “terör suçu” kanıtı olarak gösteriliyor; yine çoğu kitabın hapishanelerde okunmasına izin verilmiyor. Örneğin, Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından yazılan ve 1848 yılında basılan Komünist Manifesto ya da Lenin’in 1917’de kaleme aldığı Devlet ve Devrim gibi sol yayınlar, “Hopa Olayları Davası”nda Polis Fezlekesi’nde suç kanıtı olarak değerlendirildi. Yine Manifesto ve benzer kitaplar, Sincan Cezaevi yönetimince yasak olduğu ve haklarında toplatma kararı bulunduğu öne sürülerek içeri sokulmadı. Komünist Manifesto’nun Türkçe’ye çevrilme ve yayımlama süreci, Türkiye’de devlet baskısı ve buna karşı direniş dersleriyle dolu öğretici bir süreçtir.
TCK’NIN 141 VE 142. Maddeleri TCK’n›n 141 ve 142. maddeleri, “toplumsal s›n›flar›n varl›¤›n›n ortadan kald›r›lmas›n›” suç sayan ceza maddeleridir. Bu yöndeki tüm propaganda ve düflüncellerin de, “komünizm propagandas›” gerekçesiyle cezaland›r›lmas›n› emreder. Bafllang›çta baflka niyetlerle ç›kar›lm›fl olsa da, 1936'da, faflist ‹talyan ceza kanunlar› örnek al›narak de¤itirilmifltir. 1938'de “fliddet vurgusu” ç›kar›larak tüm eylemler fliddet içermeseler bile suç say›l›r. Zamanla pek çok kez de¤iflen bu maddeler, 1951'de bilinen son halini ald›. 12 nisan 1991'de de TBMM’de 3713 say›l› Terörle Mücadele Kanunu kabul edilerek TCK’n›n 141, 142 ve 163. maddeleri kald›r›ld›.
BASILMAYAN ‹LK ÇEV‹R‹ ERMEN‹CE Komünist Manifesto’nun Anadolu topraklarındaki ilk çevirisi 1887’de bir Osmanlı Ermenisi tarafından yapılarak basımı için İstanbul’da bir matbaaya verilir. Yayımcı, Marx’ın adını taşıyan bir kitabı basmaya cesaret edemediğinden, çevirmene kitaba kendi adını koymasını önerir; ancak çevirmen bunu kabul etmez. Engels, 1888 tarihli “İngilizce Baskıya Önsöz”de böyle bir çevirinin varlığından söz eder.
Komünist Manifesto, ço¤unlu¤u Almanlardan oluflan küçük bir devrimci grubun 1847 yaz›nda kurulan Komünistler Birli¤i’nin iste¤i üzerine Marx ve Engels tar›ndan Aral›k 1847 ve Ocak 1848 aras›nda yaz›ld›. fiubat 1848’de Londra’da yay›mland›. Marksizmin ana çerçevesini oluflturur. Gelmifl geçmifl siyasi kitapler›n en etkilisidir. Yüz elli y›ld›r onlarca kufla¤a esin kayna¤› olan Manifesto, geçen bunca zamana karfl›n mesaj›n›n gücünü hiç yitirmemifltir. Kapitalizme karfl› proletaryan›n devrimci rolüne vurgu yapan Manifesto, yeni dünya görüflünün genel ilkelerini ortaya koyar.
TÜRKÇE ‹LK BASKI 1923’DE Mustafa Suphi’nin başladığı Türkçe çeviri Suphi ve arkadaşları 1921’de öldürüldüğünde yarım kalınca Şefik Hüsnü tarafından tamamlanır. Böylece Komünist Manifesto Türkiye’de ilk kez 1923’te yayımlanır. MAN‹FESTO TÜM ZAMANLAR YASAKLI Manifesto o günden bu yana, önce 1936’da Kerim Sadi’nin çevirisiyle, ardından çeşitli çevirilerle birçok kez basılır. her defasında kitaplar toplatılır, çevirmenler ve yayımcılar “komünizm propagandası yapmak”tan mahkum edilir. Bu kovuşturmaların dayandığı TCK’nın 141 ve 142. maddelerine karşı açılan davada (1963) Anayasa Mahkemesi’nin kararı ile bilimsel yayınlar bu maddeler dışında tutulur. Karar, Resmi Gazete’de 2 yıl sonra yayımlanmış olsa da sol yayınların önü açılır, arka arkaya kitaplar basılır. Ancak mahkemeler, Sulhi Dönmezer başta olmak üzere, profesörlerden aldırdıkları bilirkişi raporları ile cezalar vermeye devam eder. Süleyman Ege tarafından Bilim ve Sosyalizm Yayınları’ndan 1968’de basılan Manifesto’nun, çıktığı gün toplatılmasına karar verilir. Toplatma emri, yargıç kararından önce bütün valiliklere yıldırım tebligatla bildirilir. Ankara ve İstanbul’daki dağıtımcı depolardaki dört bine yakın kitaba el konulur. Açılan dava önce beraatle sonuçlanır. Kitap iki baskı yapar. Ancak temyiz davası devam ederken 1971 muhtırası ile karar bozulur ve mahkeme kitabın “zoralım”ına karar verir. Yargılama devam ederken, verilen beraat kararı, dosyanın henüz Yargıtay’da olduğu bir sırada TBMM kürsüsünden açıkça kınanır. Sıkıyönetim askeri savcılarının resmi radyo ve basında yayımlanan
‹lhan Erdost Kasaba meydan›nda törenle yak›lan kitaplardan kurtard›¤› birkaç parça kitapla Halkevcili¤e ve sola yönelen Muzaffer Erdost ve kardefli ‹lhan, ömürleri boyunca hep yanm›fl ve yasaklanm›fl kitaplar›n izinden giderek düflünce özgürlü¤ü tarihine onurla geçtiler. 1960-1980 aras›
öteki davalarla ilgili iddianamelerinde Manifesto bir suç belgesi olarak ilan edilir. Raporlarında eserin bilimsel ve tarihsel değerini belirterek bunun bir suç olamayacağını belirten bilimciler suçlanır. 12 Mart’ın birinci yıldönümünde, devletin resmi radyosunun bu yıldönümü için düzenlenen özel bir programında davaya bakan mahkeme kurulu, bu davada daha önce beraat kararı
Muzaffer Erdost Türkiye solunun yükselme döneminin temel teorik kaynaklar›n› basan Sol Yay›nlar›’n› (daha sonra Onur) kurdular. ‹lhan Erdost, 7 Kas›m 1980’de Mamak Askeri Cezaevi’nde iflkenceyle ödürüldü. Manifesto’nun çevirisinde birçok kiflinin eme¤i vard›r.
Kerim Sadi Manifesto’nun Türkçe çevirisi Mustafa Suphi ve arkadafllar› 1921’de öldürüldü¤ünde fiefik Hüsnü taraf›ndan tamamlan›r. Kerim Sadi, polisi ve adliyeyi flafl›rtmak için Manifesto’yu “Tarihi Bir Vesika” bafll›¤›yla yay›mlar ve bölümlerini karmakar›fl›k olarak okuyucuya sunar.
verdiği için ‘gaflet içinde hareket etmiş olmak’la suçlanır. Sonuçta Süleyman Ege, komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle 30 yıl ağır hapis ve 16 yıl gözetim altında tutulma cezasına mahkum edilir. 1978’de de Nur Deriş ve Celal Üster tarafından yapılan çeviri, çıktıktan bir süre sonra toplatılır, haklarında dava açılır (…)
“DÜNYA K‹TAP YILI”NDA YAKILAN YÜZ B‹NLERCE K‹TAP Bütün bu baskıcı süreçte Manifesto ve çevirmenleri/yayımcıları tek başına değildir elbette. 12 Mart faşizmiyle beraber 1971 yılı, traji-komik bir biçimde “Dünya Kitap Yılı” olarak kutlanan 1972 ve bunu izleyen yıl, Türkiye’de kitaba karşı zorlu bir baskının hüküm sürdüğü yıllar olur. Mahkeme kararlarıyla yasaklanmış olma koşulu gözetilmeksizin, genel olarak sol yayınlar fiilen yasaklanır. İçişleri Bakanlığı, polis örgütüne “sol yayınlarla daha sıkı mücadele edilmesi” yolunda genelgeler çıkarır. Evlere, işyerlerine yapılan operasyonlarla kitaplara el konur, kitapları bulunduranlar kovuşturmaya uğrar, sorgulardan geçer. İstanbul’un basın semti Cağaloğlu’na yapılan operasyonda 26 yayımcı ve kitap satıcısı nezarete alınır. Satış yerlerinde ve depolarındaki sol yayınlar kamyonlara atılıp götürülür, adliyenin emanet depoları yüz binlerce nüsha sol yayınla doldurulurken bir o kadarı da yakılır. “K‹TAP DE⁄‹L, G‹ZL‹ ÖRGÜT SUÇU” Düşünce suçuna yönelik devlet refleksi hiç değişmiyor. Başbakan Erdoğan düşüncelerinden dolayı hiçbir gazetecinin hapishanede bulunmadığını; içerdeki gazetecilerin “terör suçu”yla ilişkili olarak burada tutulduğunu iddia ediyor. Tıpkı 12 Mart’ın Başbakanı Nihat Erim gibi. Nihat Erim başbakanlığı sırasında bir İngiliz gazeteciyle yaptığı görüşme, baskıcı ve inkârcı devlet geleneğinin tipik bir örneğidir. The Guardian yazarı olan İngiliz gazetecinin, Süleyman Ege’nin durumuyla ilgili sorusuna başbakandan aldığı cevap bugün bizim için oldukça tanıdık: Erim, kitaplığında bulundurduğu Komünist Manifesto ve yine Ege’nin davası olan Devlet ve İhtilal kitabını çıkarıp The Guardian yazarına gösterir ve “Bakınız, bu
En ünlü eserlerinden biri olan, Devlet ve Devrim (‹htilal)’de, iflçi s›n›f›n›n haz›r devlet makinesini ele geçirmek ve kendi amaçlar› için kullanmakla yetinmemesi gerekti¤ini vurgulayan Lenin, yaklaflan devrimin acil görevleri yüzünden bitiremedi¤i kitab› flu tümcelerle sonland›r›r: Bu broflür 1917 A¤ustos ve Eylülünde yaz›lm›flt›r. Son bölümün, "1905 ve 1917 Rus Devrimleri Deneyimi" bafll›¤›n› tafl›yan VII. bölümün plan›n› daha önce kararlaflt›rm›flt›m. Ama, bafll›k d›fl›nda, 1917 Ekim Devriminin öngününü belirleyen siyasal devrim taraf›ndan “engellenmifl” olarak, bu bölümün bir tek sat›r›n› bile yazacak vaktim olmad›. Böylesine bir “engel”den yaln›zca k›vanç duyulabilir. Ama bu broflürün (“1905 ve 1917 Rus Devrimleri Deneyimi”ne ayr›lm›fl) ikinci fasikülü, kuflkusuz çok daha sonraya b›rak›lacak; “bir devrim deneyi” yapmak, o konuda yazmaktan daha güzel ve daha yararl›d›r. Petrograd, 30 Kas›m 1917
eserleri ben de okuyor, yararlanıyorum. Bu yayımcı bu kitaplar yüzünden tutuklanmış olamaz; mutlaka gizli bir örgütle ilişiği olmalıdır; Türkiye’de düşünce özgürlüğüne ilişilmemiştir, düşünceleri yüzünden hiç kimse tutuklanmamıştır” der. MAN‹FESTO DERS K‹TABININ ‹Ç‹NDE Cumhuriyet tarihinin uzunca bir dönemi boyunca Manifesto’nun bütün çevirileri devletin sert kontrolüne maruz kalır. Ancak yaratıcı yayımcılar, çevirmenler ve aydınlar sansürü ve baskıları alt edecek çözümlerle Manifestoyu sürekli okurlarla buluşturmayı başarırılar. Kerim Sadi, polisi ve adliyeyi şaşırtmak için Manifesto’yu “Tarihi Bir Vesika” başlığıyla yayımlar ve bölümlerini karmakarışık olarak okuyucuya sunar. Aynı dönemde Prof. Dr. Suphi İleri (Rasih Nuri İleri’nin babası), İstanbul Yüksek Ticaret Mektebi’nde ders vermektedir. 1935 yılında bastırdığı Koperativler adlı ders kitabının 6. bölümü, 300 ile 322. sayfaları arasında, “Manifest’ten parçalar” ara başlığı ile Kerim Sadi’nin “Tarihi Bir Vesika” kitabını kaynak göstererek bu çeviriyi olduğu gibi sunar. Adli makamlar ve Milli Eğitim Bakanlığı durumu fark etmez. Böylece Manifesto 1935’te Türkiye’de ders olarak okutulur. Süleyman Ege de ilk başta aldığı beraat kararının ardından, yasadışı baskıları engellemek için yeni baskılara, baskı no ve tarihi vermeyerek beraat kararının verildiği nüshayı aynen basar. Böylece 1980’de faaliyetine son verilen yayınevi, 1989’da faaliyetlerine tekrar başlayınca, korunan 3 bin nüsha okurlara ulaştırılabilir. KAYNAK: Komünist Manifesto ve Hakkında Yazılar, Yordam Kitap Komünist Partisi Davası-Belgeler, Süleyman Ege, Bilim ve Sosyalizm Yayınları
SPOR
14
23 Eylül 2011 / 6 Ekim 2011
Halk›n Sesi
Grevle başlayan derbi Premier’in bir alt ligi, dünyaca ünü olmayan bir derbiye ev sahipliği yaptı. İşçi sınıfının başrolde olduğu West Ham-Millwall derbisi 1920’lerdeki bir genel greve dayanıyor
D
erbileri ya da ezeli rekabetleri, büyük, güçlü ve ünlü takımların aralarındaki mücadele olarak biliriz. Barcelona-Real Madrid, Galatasaray-Fenerbahçe ve diğerleri gibi. Yani, ülkelerinin en güçlü takımlarının rekabeti, dünyanın en iyi oyuncularının sahada olduğu ve dünyanın dört bir yanından izlenen maçlar… Ama derbiler, mütevazı takımlarla da yaşanabilen bir heyecandır. Sahada Messi ve Ronaldo olmasa da tarihi, futbolun tarihi kadar eski olan bir derbi, 17 Eylül Cumartesi günü yeniden oynandı. Güney-Doğu Londra derbisinde geçen sezon Premier Lig’den düşen West Ham United ile Millwall, Championship maçında karşılaştı ve maç 0-0 sonuçlandı. İngiltere’nin futbolla birlikte insanlığa armağan ettiği bir diğer güzellik Londra derbileri olmuştur. Bir çok derbiye ev sahipliği yapan Londra’da, en çetin derbi ise kuşkusuz Doğu Londra’da yer alan West Ham ile Güney Londra’da yer alan Millwall arasındaki rekabettir. Londra’nın iki işçi takımı, takma adı Çekiçler olan West Ham ile Aslanlar isimli Millwall arasında, 1897’de başlayan derbi...
LONDRA’DA GREV VE FUTBOL Bugüne kadar sadece 98 kere karşı karşıya gelen bu iki takım arasındaki rekabetin kökenindeyse, bir genel grev var. 1926’ya kadar sıradan bir rekabet olan bu derbinin taraflar arasında çatışmaların yaşandığı bir biçim alması 1926’da West Ham taraftarı işçilerin yoğun olarak katıldığı bir genel grevle başladı. Millwall taraftarlarının yoğunlukta olduğu fabrikalardan greve destek gelmemesi nedeniyle birbirine yakın iki mahalle arasında çatışmalar başladı ve devam eden yıllar içinde her iki taraftan da çok sayıda taraftar hayatını kaybetti. Taraftarlar arasındaki kavgalara Green Street olarak tarihe kazınan bir cadde ev sahipliği yaptı. Bu cadde, West Ham-Millwall rekabetini konu alan ‘Gren Streets Hooligans’ filmine de ismini verdi. West Ham ve Millwall kimi zaman farklı liglerde olmaları sebebiyle uzun süre maç yapamadılar. Örneğin 1959’dan 1978’e kadar hiç maç yapmadılar ve bu süre içinde taraftarlar arasındaki kavgalarda insanlar ölmeye devam etti. 1993 ile 2003 yılları arasında da maç yapamadılar. Ölümler nedeniyle rekabet giderek düşmanlığa dönüştü. Bu yüzden, 100 yılı
aşkın tarihi olan rekabette sadece 98 maç yapılmasına rağmen iki tarafın da birbirine beslediği düşmanca düşünceler kuşaklar değişmesine rağmen hep canlı kaldı. Artık günümüzde rakip taraftarların ölümlere gebe karşılaşmalarına izin verilmiyor. 2009’da oynanan maçta bir Millwall taraftarı bıçaklansa ve maç, üç kez West Ham’lıların sahayı işgal etmesi sebebiyle dursa da herhangi bir ölüm yaşanmamıştı. 17 Eylül’de oynanan karşılaşmada ise herhangi bir büyük kavga yaşanmadı. IRKÇILIK KISKACINDA Millwall taraftarları için farklı bir pencere açmakta fayda var. Neredeyse tüm İngiliz takımlarının taraftarlarının nefret ettiği Millwall, bu kötü şöhretini deplasman maçlarındaki kavgalarına borçlu. Sloganları “Kimse bizi sevmiyor ve bu umurumuzda değil” olan taraftarlar aynı zamanda siyahlara, Çingenelere ve göçmenlere karşı ırkçı sloganları da çok sık kullanıyor. Buna rağmen sayısız düşmanlarından sadece biri olan Leeds United taraftarlarını kızdırmak için Leeds maçında, iki Leeds taraftarının İstanbul’da öldürülmesini hatırlatmak amacıyla Galatasaray forması giymiş ve Türkiye bayrağı açmışlardı. Zaman içinde
West Ham taraftarı da ırkçılık konusunda kötü sınav verdi. Taraftarlar, faşist olmasıyla ünlü İtalyan futbolcu Paolo Di Canio’yu aralarında Bobby Moore’un yer aldığı West Ham efsaneleri arasına kattı. Yine siyahlar için ırkçı sloganlar atıyorlar ve iki takım taraftarlarının ender ortak noktalarından biri, Londra’nın daha yoksul ve daha çok siyahın yaşadığı kuzey tarafına, özellikle de Tottenham’a karşı beslenen ırkçı düşünceler. Futbola dönersek, bugüne kadarki 98 derbinin 38’ini
Millwall, 33’ünü ise West Ham kazandı. 27 maç ise beraberlikle sonuçlandı. Millwall iki takım arasındaki rekabette üstün görünse de West Ham’ın zaman içinde rakibine göre çok daha başarılı olduğu söylenebilir. İki takım da hiçbir zaman en üst ligde şampiyon olamadılar fakat West Ham, 1965’te Kupa Galipleri Kupası’yla uluslararası bir kupa kazanmayı başardı. Buna rağmen onlar da İngiltere’nin, Premier Lig ile bir alt lig arasında inip çıkan ‘asansör’ takımlarından biri olabildiler.
İzmir’de 7 yıl sonra GözGöz-Kafkaf maçı 17 Eylül Cumartesi günü, ‹zmir de önemli bir derbiye ev sahipli¤i yapt›. Bu sezon 1. lige ç›kmas›yla birlikte uzun süreden sonra Karfl›yaka ile ayn› ligde mücadele eden Göztepe’nin ev sahibi oldu¤u maçta iki taraf da bir puanla yetindi. ‹zmir’in iki yakas›n› temsil eden iki tak›m›n 7 y›l sonra ilk
kez karfl› karfl›ya geldi¤i maçta, Göztepe 30. dakikada Kaptan ‹lhan'›n att›¤› golle ilk yar›y› 1-0 galip bitirirken, Karfl›yaka 64. dakikada Erdi'yle skoru 1-1 yapt›. Maç bu skorla sonuçlan›rken, eski günlerin aksine maçta ciddi bir olay yaflanmad›.
Galatasaray kamera işini abarttı Galatasaray yönetimi stattaki olayları önleme iddiasıyla yüz tanıma sistemine sahip kameralarla stadı doldurdu
Adana’da a¤›r ceza mahkemesi, Çukurova Üniversitesi Rektörlü¤ü’nün iflçi sat›n almak için açt›¤› ihaleye karfl› eylem yapan iflçileri “‹haleye fesat kar›flt›rmaktan” 27’fler y›l hapis cezas›yla yarg›l›yor. ‹flçilerin hangi koflullarda ve ne kadar ücrete çal›flaca¤›n›n belirlendi¤i ihale flartnamelerini rektör, çal›flma bakanl›¤› ve tafleron flirket d›fl›nda kimse göremiyor.
AKP’nin ideolojik arka planı
AKP’nin ideolojisi hakk›nda çok yaz› yaz›ld›, çizildi. Bilhassa liberal kalemlerin öve öve bitiremedi¤i AKP’nin ideolojik altyap›s›n›
Maliye Bakan› Mehmet fiimflek, kat›ld›¤› bir toplant›da özetledi: “Biz aile de¤erleri konusunda muhafazakar›z,
ekonomi ve küresel iliflkiler konusunda oldukça liberaliz, yoksulluk ve gelir da¤›l›m› konusunda da oldukça sosyalistiz”
İsrail’e kalkan olan halklara dost olmaz Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İsrail’e karşı çıkışlar yaparken, Davutoğlu ve Bağış toplantıları sık sık terkedip İsrail’e ‘diklenirken’, AKP hükümeti, İsrail’i saldırılardan korumak için NATO füze kalkanını Malatya’nın Kürecik Beldesi’ne kurmaya hazırlanıyor.
G
alatasaray yönetimi, stat açılışındaki başbakan protestosunun bir benzerini yaşamamak için taraftara gözdağı veriyor. Galatasaray’ın yeni stadına son teknoloji kameraların yerleştirildiği iddia ediliyor. Spor gazetelerinin haberlerine göre söz konusu kameralar, 18 Eylül Pazar günü yapılan Samsunspor maçında kullanıldı
ve stada giren herkesin yüzü kameralar tarafından tespit edilerek kayıt altına alındı. Galatasaray yönetimi iddialarla ilgili herhangi bir açıklama yapmadı fakat kayıt yapıldıysa yönetimin başı tazminat davaları nedeniyle ağrıyabilir. 15 Ocak’taki stat açılışında Başbakan Erdoğan ve dönemin TOKİ Başkanı Erdoğan
Bayraktar yuhalanmış ve Galatasaray taraftarları bu protesto nedeniyle ciddi tehditlere maruz kalmıştı. Kamu malıyla yapılan stadı, sanki kendi parasıyla yapmış gibi anlatan Erdoğan’ı yuhalayanlar hakkında açılan “Devlet büyüğüne hakaret” suçlamasıyla başlayan soruşturma takipsizlikle sonuçlanmıştı.
Erzurum’un Tortum İlçesi’nde HES’e karşı çıkan Leyla isminde 17 yaşındaki bir kadın, mahkeme tarafından ‘HES karşıtlarıyla konuşmama cezasına’ çarptırıldı
İşsizlikte lider ülke Türkiye AKP, yerli sermayedarlar ve bunların sevicisi liberal ekonomistler Türkiye’nin büyüme rekorları kırmasıyla övüne dursun, Türkiye gençlerdeki işsizlik oranında dünya liderliğini elden bırakmıyor. OECD’nin yaptığı araştırmaya göre Türkiye’de her 10 gençten 3’ü işsiz.
KÜLTÜR SANAT
15
23 Eylül 2011 / 6 Ekim 2011
Halk›n Sesi
Gül’le diken aras›nda
Simurg Alt›n Koza’da 19 Aralık Cezaevi Katliamı'nın tanııklarıyla ölüm orucu eylemcilerinin rol aldığı Simurg filmi, 18. Altın Koza Film Festivali'nde yarışıyor. Gazeteci-yönetmen Ruhi Karadağ'ın çektiği ve katliama ilişkin görüntülerin yer aldığı belgesel film, 6 tutuklunun hayatına odaklanıyor.
Filmekimi 5 kentte
Suavi 44. müzik yılıında yeni bir albüm ile dinleyenleriyle buluştu. 5 yıl aradan sonra çıkarttığı "Gülle Diken Arasında" albümünde "Tükenme", "Yalı çapkını", "Hasret Türküsü" gibi 15 seçkiyi yeniden seslendiriyor. Suavi, şarkılarının telif hakkına dair 5 yıldır hukuk mücadelesi veriyordu.
Tophane davas› bafllad› 2010’da Tophane’de galerilere ve sanatçılara yapılan saldırıyla ilgili açılan davanıın ilk mahkemesi başladı. Davaya üç sanık katılırken, sanıkların ifadelerinin ardından şikayetçi olan sanatçılar dinlendi. Hakim kamera görüntülerini talep ederek duruşmayı 30 Ocak’a erteledi.
SANAT VE HES MÜCADELES‹ BULUfiTU:
Sudaki Suretler festival yolcusu HES kaşıtı mücadeleyi konu alan Sudaki Suretler, bu yıl Altın Portakal’da belgesel dalında ödüle aday... GÖKHAN BULUT
H
er direniş, her mücadele, her hareket, kendi estetik ve sanatsal ifadesini de içinden çıkarır muhakkak. Rönesans sanatı da Tekel direnişini anlatan fotoğraf sergileri de bunun örnekleridir elbette. Her sanatsal ifadeyi, konu ettiği mücadelenin içinden çıkmış diye düşünmek ne kadar doğru olur bilinmez ama kimi çalışmalar var ki hem mücadelenin içinden çıkar hem de o mücadelenin aracı haline gelir. Tabii ki bu ideal durumu oluşturmak daima olası değildir. Kimi zaman estetik, kaba propagandif dile kurban edilir kimi zaman da saf sanat kaygıları doğru politik çizginin öte yanında kalır. Bazı anlatımlar, değim yerindeyse antropolog gözlemciliğine kapılırken bazıları da dev aynası gibi sahte yansıma verir. Bazen samanlıktaki ineği bırakıp iğne aramaya kalkar anlatan, bazen de ineği çıkaracağım derken samanlığın duvarını yıkar. Yoksullar, emekçiler, yaşamı savunanlar açısından nefes almanın güçleştiği; siyasal ve toplumsal atmosferin oksijeninin azaldığı zamanlar içindeyken, bir yandan hareketin bilgisini üretecek bir yandan o bilgiyi bir örgütlenme aracı olarak kullanmayı bilecek diğer yandan da mücadele edenlerin ciğerine hava üfleyecek bir sanatsal ürün yaratmak kolay değil. “Sudaki Suretler” işte tüm bu zorlukları aşan, sanatın dilinden ödün vermeden ve gereksiz heyecana meyil etmeden, HES meselesini anlatan bir belgesel.
KEND‹ ‹Z‹N‹ DE BIRAKIYOR Başından sonuna dek HES’lere karşı mücadele edenlerin ayak izini takip eden belgesel, arkasında tamamen kendisine ait bir iz de bırakabiliyor. Hatta bu izlerin, bazıları için işaret çizgileri haline geldiği bile oluyor. Örneği, yaşanmış bir olaydan verelim. Yer, Sivas’ın köylerinden biri. Civara, bazılarının inşaatına başlanmış yirmiye yakın HES yapılması düşünülüyor. Konuyla ilgili bilgi ararken bulunan çok sayıda makale, görüntü ve aktarımın ardından köylünün kafası iyice karışıyor. Ardından, izlenen “Sudaki Suretler” ile birlikte her şey “gün gibi meydana çıkıyor ve can havliyle diğer köylülere haber veriliyor”. Belgeselin başarısının en büyük kanıtı budur. Sudaki Suretler, yalnızca mücadelenin öyküsünü ve deneyimlerin bilgisini değil aynı zamanda örgütlenmenin dayanak noktalarını da üretebiliyor. Belgesel, HES karşıtı mücadelenin doğru teorik zemine oturtulmasına ve konuyla ilgili kimi tartışmanın uzun vadeli politik zaaflarının açığa çıkarılarak giderilmesine de katkı sunuyor. Meselenin ne tek başına doğa talanı ne de enerji üretimi olduğunu, asıl önemli noktanın “suyun başını tutmak” diye tanımlanması gerektiğini çok etkili biçimde anlatıyor. Belgeselin başarısının en önemli nedenlerinden biri de belgeselin taraf tutuyor olması. Sudaki Suretler “taraflı” bir belgesel. Ektiklerinden biçtiklerine, yediklerinden içtiklerine, sevinçlerinden
AKM için suç duyurusu
ÖDENEK NE OLDU? Ajansı kendi istediği proje gerçekleşmeyince konuyu askıya almakla suçlayan Akmen, yeni bir ihale yapmak yerine ödeneğin bittiğinin söylenmesine tepki gösterdi. Projenin yanlış olduğu için iptal edildiğini belirten Akmen, ajansın bu iptale tepki olarak ödeneği yok ettiğini ifade etti.
EK‹PTE ÇA⁄RI YILMAZ DA VAR Muğla’dan Artvin’e, Antalya’dan Rize’ye, Kastamonu’dan Dersim’e giden
ekip, insanın doğaya ve yaşama ne pahasına sahip çıktığını gözler önüne seriyor. Belgeseli çekenler, sundukları özverinin karşılığı olarak mücadelenin heyecanından pay almış olmayı sayıyorlar. Türkiye’deki HES mücadelesinin yurt dışındaki su mücadelelerinden önemli bir farkı bulunuyor. Bir yandan şirketlere diğer yandan açık faşizme doğru yol alan otoriter devlete karşı mücadele ediliyor. İşte böylesi bir mücadelenin ferdi olan ve öldürülen Metin Lokumcu ile Sudaki Suretler’in bağı, sadece burada da bitmiyor. Belgesel ekibinin en genç üyesi, gazetecilik öğrencisi Çağrı Yılmaz da, Metin hocayı öldürenlerin kapısına kadar gidip acısını haykırdığı ve hesabını istediği için tutuklandı. Çağrı Yılmaz, Hopa halkına uygulanan terörü, uygulayıcılarının yüzüne
söylediği için tutuklandı. Çağrı Yılmaz, Loç’un, Munzur’un ve nicelerinin haklı öfkesini bağırdığı için tutuklandı. Çağrı Yılmaz, egemenlerin sudaki suretini gördüğü ve gösterdiği için tutuklandı. Çağrı Yılmaz’ın bu özelliklerinde kendi politik birikiminin olduğu kadar, belgeselin çekim sürecinde izlenen tartışma ve analizlerin de payı oldu. Özetle film, HES mücadelesinde doğru siyasal ve fiili müdahaleyi oluşturacak öznelerin gelişimine, kendi ekibinden başlamak üzere, katkı sunuyor. Böylece Sudaki Suretler, sanatın gücünü mücadelenin azmiyle bütünleştirerek elimize bir örgütle(n)me aracı veriyor. Kolay iş değil. Bize de emeği geçenlere teşekkür etmek kalıyor. Bu arada, Altın Portakal’da belgesel dalında yarışmaya katılmaya hak kazanmış olması da belgeselle ilgili bir küçük ayrıntı.
Açıkhava'da kardeşlik şöleni K
ardeş Türküler, 14 Haziran günü Harbiye Açık Hava Sahnesi'nde verdiği konser ile dinleyenlere müzik şöleni sundu. Okmeydanı Halkevi Çocuk Korosu, Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu Dans Grubu, Arto Tunçboyaçiyan, Onno Tunç'un kızı Ayda Tunç, Ara Dinkjiyan ve Sezen Aksu'nun eşlik ettiği konserde barış ve kardeşlik mesajları verildi. Açık Hava Sahnesi'nin hınca hınç dolduğu konserde birçok kişi de dışarıda kaldı. Konser Çocuk (H)aklı albümünden Hekimo parçası ile başladı. Parçanın ritminin yükselmesiyle birlikte BGST Dans Grubu, seyircilerin arasından
U
luslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Türkiye Merkezi Başkanı Üstün Akmen, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı hakkında suç duyurusunda bulundu. Akmen, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın, İstanbul Atatürk Kültür Merkezi (AKM) projesinin uygulanmasında kendi istekleri doğrultusunda ısrarcı davrandığını, dahası AKM için ayrılan 75 milyonluk bütçeyi bakanığa aktarmadığını söyledi. Sürecin bu noktaya gelmesinde ajansın ıısrarcılığının payı olduğunu belirten Akmen, Koruma Kurulu’nun, 31 Aralık 2009 tarihinde AKM’nin mevcut haliyle onarımı yolunda aldığı karara ajans tarafından uyulmadığını dile getirdi.
yaslarına kadar her şeyi suyla var eden insanların, aslında kendi varlıklarını savunması anlamına gelen HES karşıtı mücadelelere de omuz veriyor Sudaki Suretler. Film bu özelliğini “Memlekette keşfedilmemiş nice adsız canlılar var; onlarla konuşan, gezen, dinleyen ve taş atan bir belgesel olmaktı hedef” sözleriyle dile getiriyor. Yönetmenliğini Erkal Tülek’in yaptığı belgesel, memleketin dört bucağını dolaşıp 12 bin kilometre yol aştı. Kimi zaman deniz kenarına indi kimi zaman dağın doruğuna çıktı fakat rotasını hiç şaşırmadan bir belgeselin ulaşması gereken yere şaşmasız ulaştı.
sahneye çıktı. Dinleyicileri grup adına selamlayan Feryal Öney, 20 yıl önce yine aynı sahnede barış ve kardeşlik için türküler söylediklerini, bugün de yine kardeşlik için şarkılar söylemek üzere buluştuklarını belirtti.
Okmeydanı Halkevi Çocuk Korosu, konserde söz ve müziği Arto Tunçboyaçiyan'a ait olan Haydo parçasını seslendirdi. Söylediği şarkının sözlerini doğaçlama olarak yeniden düzenleyen Arto Tunçboyaçiyan seyirciyle kurduğu temas ve per-
formansıyla dinleyenleri etkiledi. Ermeni sanatçı Ara Dinkjiyan da uduyla sahne aldı. Kutlama parçasıyla sahneye çıkan Sezen Aksu, mükemmel sesi ve performansıyla şölene ayrı bir renk kattı. Aksu sahneden ayrılırken "Yıllardır söyledikleri türkülerle ısrarla ve dirençle bize kardeşliğimizi hatırlatıyorlar" dedi. Vedat Yıldırım, Kürtçe Rındamın parçasını, bir türkü barda bu şarkıyı söylediği için polis kurşunuyla ölen Emrah Gezer'e adadı. Ermenice bir halay parçası da seslendiren Kardeş Türküler, Hrant Dink'in doğum gününü kutladı ve 19 Eylül'deki duruşmaya çağrıda bulundu.
İsimsiz bienal, isimli mektup İ
simsiz başlığını taşıyan 12. Uluslararası İstanbul Bienali açıldı. Tek mekânda yüz kadar sanatçıyı bir araya getiren bienal, beş tematik sergisiyle konu ve biçim olarak farklı alternatifler sunuyor. Bienal, iki büyük Antrepo binasına birden yayılıyor. Beş tematik sergi, 56 kişisel şovun yer aldığı bienal, 13 Kasım’a kadar her gün 19.00'a, perşembeleri 22.00’ye kadar açık olacak. Öte yandan 12. İstanbul Bienali’nin açılışında karşıt performans gösteren Kamusal Sanat Laboratuvarı; manifestosunu bir etkinlik ile kamuoyuna duyurdu. Bienal
katılımcılarına bir yüzünde manifestoları diğer yüzünde ise yaldızlı beyaz bir sayfa bulunan kartlar dağıtan Kamusal Sanat Laboratuvarı, ziyaretçilerden gerçekleri gün yüzüne çıkarmak için beyaz kart üzerindeki yaldızı çekinmeden kazımalarını istedi. Kazınan yaldızların altından 2007 yılından beri Uluslararsı İstanbul Bienali'nin sponsorluğunu yürüten Koç Holding'in kurucusu Vehbi Koç'un 3 Ekim 1980 tarihinde darbenin mimarı General Kenan Evren’e gönderilen emirlerle dolu ve “emrinize amadeyim” le biten mektubu çıktı.
10. yaşını kutlayan Filmekimi, bu yıl ilk kez İstanbul sınırlarını aşıyor ve 5 kentte daha sinemaseverlerle buluşuyor. 8-15 Ekim tarihlerinde düzenlenecek film festivalinde, İstanbul programından özel seçki İzmir, Bursa, Konya, Trabzon ve Diyarbakır’da da gösterilecek.
BELLEK TAZELEME: 20.09.1985 Her ölüm gibi erken: RUH‹ SU
M
erak ediyorum, o pasaport duruyor mu? Hani Ruhi Su'ya 'sakıncalı' fişinden dolayı uzun süre verilmeyip iş işten geçtikten sonra verilen pasaport... Hani artık kullanılmasına gerek olmayan pasaport. Hani şu 'bir defaya mahsus' verilen... “O kullanılamayan pasaport özenilerek saklansın; çünkü bizden sonraki kuşaklar bugünü öğrenmek ve anlamak için o kullanılamayan pasaportu müzede görmelidirler” diye yazmış Aziz Nesin1, Ruhi Su'nun ölümünün ardına. Çetin Altan'ın, “Ne kravatımızı Ulvi Cemal'e kaynaştırabiliyor, ne kravatsızımızı arabeskten kurtarabiliyoruz” 2 tespiti, tam da Ruhi Su'nun 'tepeden inme kültürel yenicilik'e teslim olmadan ve geçmişin kültürünün gerici taraflarını ayıklayarak özgün bir üslup oluşturmasıyla çözülebilirdi. Şunu belirtelim, Ruhi Su'nun müziği tesadüfi bir müzik değildir. Ayakları, sağlam bir kuramsal temele basar. Nitekim Ruhi Su'nun, dönemin kültür-sanat dergilerinde ve gazetelerinde Serdar yayınlanmış, özellikle türküler, çok seslilik, kültür Türkmen perspektifi üzerine önemli pek çok yazısı var. Yani teori- serdaryturkmen@ sine de kafa yoruyor bu işin, gmail.com “doğu-batı sentezi” deyip çıkmıyor işin içinden. Yürüttüğü tartışmalar halen eritilebilmiş değil. Bunların yanı sıra dönemin Varlık, Sanat Emeği gibi dergilerinde yayınlanan şiirleri de var. Ama Ruhi Su denilince akla baskı, zulüm, öte yandan da onurlu bir yaşam geliyor. Ruhi Su'ya yapılanların kronolojik bir dökümünü verip sıkıcılaşmaktansa, Zeynep Oral'ın bir yazısından arak yapalım: (...) Yüreğimi saran şunlar: Ruhi Su'yu cezaevlerinde, demir parmaklıklar ardında tuttular. (Tehlikeliydi) Yetmedi, emniyet gözetiminde sürgüne yolladılar. (Çok tehlikeliydi!) Yetmedi, konservatuardan, hocalıktan, operadan kovdular. (Çok sakıncalıydı) Yetmedi, plaklarını yasakladılar. Yetmedi, konserlerini yasakladılar! Yetmedi, yurtdışından aldığı hocalık tekliflerini engellemek ve tedavisini önlemek için, yurtdışına çıkışını yasakladılar. Ve böylece, vatan kurtardılar.3 Ruhi Su'nun tavrı 'devrim'den yanadır. ATASÖZÜ Dinleyin arkadaşlar, bir atasözümüz var Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar Kıyamet dedikleri, ha koptu ha kopacak Yoksuldan halktan yana, bir dünya kurulacak Görmüşler ileriyi, atalarımız demek Herkese yeter dünya, herkese yeter ekmek Ruhi Su, “Benim kabem insandır” demiştir, hemen sonraki dizede “Benim kabem sevgidir” demiştir ve “emektir” ve “dünyadır”.4 Hatırlatalım, Hasan Hüseyin'in “sesi ününden kocaman” sıfatıyla andığı, bir bağlama; 'telli kuran' üstadından bahsediyoruz. Türküleri yorumlayış üslubundan kaynaklı, “halk türküleri opera gibi değil halk gibi söylenir” benzeri eleştirilere sıklıkla maruz kalır. Bu eleştirilere verdiği cevapsa aydınlatıcıdır: “Aldığım müzik kültürü beni hammaddede kalan bir taklitçi durumunda bırakamazdı. Daha açık bir deyimle, ben halk türkülerini olduğu gibi değil, olması lazım geldiği gibi almaya mecburdum”.5 Türkülerin, halkın ta kendisi olduğunu sıklıkla vurgular Ruhi Su. “Bir düzen türkülerden korkmaya başladı mı artık o düzeni kimse ayakta tutamaz”6 ifadesiyle de bir kez daha söylediği gibi türkülerin gücüne de yürekten inanır. Dönemin 'ünlü' aşıklarından Aşık Veysel, Ruhi Su'yu bir dost ortamında dinledikten sonra, “Dağlarda bir çiçek olur, onu alır şehre getirirsin. Belki daha güzel bir çiçek olur ama o eski kokusunu belki bulamayız” gibi 'güzel görünüyor ama tadı yok' anlamında bir metafor kurmuşsa da Ruhi Su, zaten o 'başka çiçeği' arıyordu. Geleneği aynen sürüdüren değil, 'geliştiren' çalışmaların peşindeydi. Ruhi Su, bir ayağı çokseslilikte, bir ayağı anadolu motiflerinde, elinde bağlaması, sırtında Karacoğlan'ı, Pir Sultan Abdal'ıyla, dik duran başı ve onurlu yaşamıyla daha çok yazının konusu olmalı/olacak. 1. Cumhuriyet, 23.09.1985 2. Güneş – 22.09.1985 3. Zeynep Oral, Milliyet, 21.9.1985 4. Ruhi Su - Tevhit, buradan dinlenebilir 5. Orhan Kemal ile söyleşi, Yeditepe, Sayı 21, 15.11.1952 6. Hasan Hüseyin ile söyleşi, Forum, sayı 336, 1.4.1968
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ
23 Eylül 2011 / 6 Ekim 2011
16 Halk›n Sesi
Devrimci 78’liler Federasyonu tarafından 12 Eylül darbesiyle hesaplaşmak için gerçekleştirilen etkinlikler, Utanç Müzesi açılışıyla başladı. Utanç Müzesi, katliamlar ve işkencelerle anılan bir geçmişi konuklarına hatırlatıyor
‘Bu bir hesaplaşma müzesi’ D
evrimci 78’liler Federasyonu tarafından 6-27 Eylül tarihleri arasında Ankara’da Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde (ÇSM) 12 Eylül faşizmini anlatmak ve darbeyle hesaplaşmak için 12 Eylül Etkinlikleri gerçekleştirildi. Etkinlikler kapsamında film gösterimleri, paneller, sokak gösterileri düzenlenirken gelenekselleşen Utanç Müzesi de etkinliklerde yerini aldı. Federasyon yönetim kurulu üyesi Cumhur Yavuz’un verdiği bilgiye göre müzeyi günde ortalama bin 200 kişi ziyaret etti. ‘DARAĞACI FAŞİZMİN, DENİZLER DİRENCİN SİMGESİDİR” Federasyon tarafından
1
2 Eylül askeri darbesi 31’inci yılında unutulmadı. Demokratik bir ülke için gerçekleşen sokak eylemlerinde 12 Eylül’ün AKP eliyle devam ettiği ifade edildi. İSTANBUL Taksim Tramvay Durağı’nda “12 Eylül AKP’yle sürüyor” pankartının arkasında toplanan Halkevi üyeleri buradan Galatasaray Meydanı’na yürüdü. Yürüyüş boyunca yapılan konuşmalarda 12 Eylül’ün AKP’yle sürdüğü belirtildi. Duvara yazı yazan gençlerin, gazetecilerin, Hopa ve Gerze'de yaşam hakkına sahip çıkanların, Kürt halkının siyasi temsilcilerinin tutuklandığı, sermayenin emeğe, yaşama yönelik yağma politikalarının üst düzeye sıçratılarak sürdürüldüğü, 12 Eylül'ün DGM, YÖK gibi kurumlarının rejimin yeni ihtiyaçlarıyla donatılarak varlığın sürdürmeye devam ettiği koşullarda AKP'nin "12 Eylül'le hesaplaşma, demokratik anayasa" söyleminin yalandan
Çağdaş Sanatlar Merkezi’nin dört katı da müzenin bir parçası haline getirilmiş. Giriş katında Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ı ölümsüzlüğe götüren darağacı karşılıyor insanı ve heryer yaşamını yitiren devrimcilerin fotoğraflarıyla dolu. Kurum Başkanı Hüseyin Esenyurt müzenin açılış konuşmasında darağacı için şöyle diyor: “Darağacı faşizmin simgesi ama Denizlerin, Necdetlerin, Erdalların duruşu direncin simgesidir.” Hıdır Aslan’ın Buca Hapishanesi’nde el yazısıyla kaleme aldığı “Kim demiş” adlı şiir ilk kez burada merhaba diyor insanlara. Bir kat çıktığınızda disiplinle dizilmiş devrimcilerin fotoğrafları karşınıza çıkıyor. Önlerinde bir yazı “Sus! Sıra neferleri uyuyor”.
İşte o an anlıyorsunuz devrimcilerin ölümsüz olduğunu ve bir mücadelenin eseri olan o müzenin içerisinde can bulduklarını. Etrafta dönemin gazeteleri asılı. Merdivenlerde, duvarlarda gazeteler insanlara gün gün tarihi anlatıyor. DENİZ, MAHİR, İBO, HRANT, METİN Üçüncü katta dönemi ve dönemin insanlarını anlatan giysiler ve özel eşyalar yer alıyor. Neler yok ki… Deniz Gezmiş’in parkası, Mahir Çayan’ın süeteri, İbrahim Kaypakkaya’nın fotoğraf makinesi, İlhan Erdost’un işkencesi sırasında üzerinde olan ve hala üstünde kan lekeleri bulunan pantolonu, Erdal Eren’in ceketi, Metin Göktepe’nin gazeteci yeleği,
Hrant Dink’in en sevdiği ve ölümü sırasında da üzerinde bulunan ceketi. Hepsi birer tarihin parçası. Bu kattaki gezinizde kimi dava dosyalarını da görmeniz mümkün. Federasyonun yönetim kurulu üyesi Yılmaz Cerek dava dosyalarıyla ilgili ilginç bir anı anlatıyor. Üç üniversite öğrencisi kardeşin müzeyi gezmek için geldiğini ve dava dosyaları arasında babalarının işkence dosyasını ilk kez burada gördüklerini söylüyor. Utanç müzesinin utanılacak bir kısmı da işkence aletlerinin sergilendiği bölüm. Gerçekten insanın insanlığından utanacağı bir bölüm. Filistin askısı, ters kasap askısı, falaka ve işkencede kullanılan diğer her şey. Dördüncü ve son kata gelindiğinde ise Mehmet Özer’in
12 Eylül AKP ile sürüyor öteye gitmediği yol boyunca yapılan konuşmalarda dile getirildi. Yüzlerce insanın katıldığı eyleme İstanbul halkından destek geldi. İstanbul’da 11 Eylül günü de emek ve demokrasi güçleri tarafından Kadıköy’de bir miting düzenlendi. ANKARA 12 Eylül darbesi 31. yılında emek ve demokrasi güçleri tarafından Ankara’da düzenlenen mitingle lanetlendi. Miting, devrimcilerin isimleri okunarak yapılan saygı duruşuyla başladı. Tertip komitesi adına konuşma yapan Hüseyin Esentürk, 12 Eylül faşizminin üzerine oturanların suçlu olduğunu söyledi. Esentürk “Bu kanlı rejimin devamı olan siyasal iktidardan hesap soracağız” dedi. AKP’nin demokratik bir siyasi iktidar olmadığını ifade eden Esentürk, Ergenokon davasıyla AKP’nin
darbe karşıtı olduğu savının ise bir safsata olduğunu belirtti. AKP’nin ABD’nin sözcüsü olarak davrandığına dikkat çeken Esentürk, AKP’nin savaş çığlıkları atarak, savaşı körüklemeye devam ettiğini belirtti. İZMİR Basmane’de toplanan demokratik kitle örgütleri, sendika ve partiler buradan AKP il binasına yürüdüler. Eylemde konuşan İzmir Devrimci 78’liler Federasyonu Başkanı Ayhan Tural, “Darbecilerden hesap sorma çabamız onlar yargılanıncaya kadar devam edecektir” dedi. Tural açıklamasında şunları kaydetti; “AKP iktidarı ve destekçileri, kendilerinin de var oluş gerekçesi sayılan bu sistemin karşısına dikilemezler. Onlar daima halkın ve devrimcilerin çıkarlarının karşısındadırlar. Darbecileri yargılayacaklarını
söyleyip, halkı referanduma tam da 12 Eylül günü götürerek gündemi çarpıtmışlardır.” MERSİN 12 Eylül darbesi Mersin 78’liler Derneği öncülüğünde protesto edildi. Katılımın oldukça yoğun olduğu eylemde 54 gündür direnişte olan Mersin Limanı işçileri de açılan bir pankartla selamlandı. Yürüyüşün ardından Taş Bina önünde yapılan basın açıklamasını katılımcı kurumlar adına Mersin 78’liler Derneği Başkanı Osman Koçak okudu. Koçak, 12 Eylülcülerin yargılanmasını, 12 Eylül darbe anayasasının kaldırılmasını ve eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan bir anayasanın yapılmasını istedi. SAMSUN Ray apartmanlarında başlayan miting öncesi
“Onurumuz”, İbrahim Demirel’in “Sesler, sözler, yüzler”, Bora Balcı’nın “Mamak mektupları”, Yasemin Öztürk’ün “Arkadaş fotoğrafları” ve Agos gazetesinin “Asla unutma asla bağışlama” isimli fotoğraf sergileri bulunuyor. Semra Tandoğan Danyeli’nin “Ben annemi isterim” adlı resim sergisi de müzede yerini almış. Kayıp çocuklara dikkat çekerek masumiyetin anlatılmaya çalışıldığı serginin bir kısmında da kaybolan çocukların elbiseleri yer alıyor. Bu yıl ikinc kez sergilenen müzeye geçen yıla göre birçok yeni materyal eklenmiş. Özellikle aileler katkı sunmak için ellerinden geleni yapmışlar. Sürekli sergilenecek bir yer
Halkevleri, Liseli Genç Umut, Sosyalist Parti ve TKP üyeleri, polisin tüm engelleme çabalarına karşın Çiftlik Caddesi ve Lise Caddesi'ni trafiğe kapatarak buluşma noktasına geldiler. Mitingde 12 Eylül’de idam edilen Mustafa Özenç'in kardeşi Fatih Özenç ile Aynur Ceylan'ın ağabeyi birer konuşma yaptı. Yapılan konuşmalarda ileri demokrasi naraları atan, darbecilerle yüzleştiğini iddia eden AKP'nin iki yüzlü politikaları deşifre edildi. 12 Eylül döneminden farklı olmayan Hopa olaylarının ve Kürt coğrafyasında süren savaşın AKP'nin gerici, faşist ve işbirlikçi politikalarının en somut örneği olduğu söylenerek mitinge son verildi. ÇANAKKALE Çanakkale'de Golf çay bahçesinden saat kulesine kadar “12 Eylül faşizmine karşı demokrasi yürüyüşü” yapıldı. Yürüyüşte "Darbeciler halka hesap verecek", "Faşizme karşı omuz omuza", "Faşizme ölüm, tek yol devrim" sloganları atıldı. Miting, devrim ve demokrasi
bulunamadığı için Utanç Müzesi’nin her yıl ÇSM’de açıldığını belirten Federasyon Yönetim Kurulu üyesi Yılmaz Cerek tüm halkı el ele vererek müzenin sürekli açık olan bir yere geçmesi için çalışmaya davet ediyor. Müze için “Bu müze yüzleşme değil hesaplaşma müzesidir” diyen Cerek, müze ile 12 Eylül’deki yoğun saldırıyı göstermeye çalıştıklarını ve bu müzeyle 12 Eylül ile hesaplaşan bir algı yaratmaya çalıştıklarını söylüyor.
‘YAŞANMIŞLIKLARIN ÜZERLERİ CİLALANARAK TARİHİN ÜZERİ KAPATILAMAZ’ Ulucanlar Hapishanesi’nin de müzeleştirilmesine değinen Cerek, Ulucanlar’ın metalaştırılarak Kadınlar Koğuşu’nun unutturulmak istendiğini ama federasyonun Utanç Müzesi’ni tarihsel hafızayı kaybetmemek için yaptığının altını çiziyor. Cerek “Ulucanlar’da yaşanmışlıkların üzerleri cilalanarak tarihin üzerini kapatmak istiyorlar” diyor.
mücadelesinde yaşamlarını yitirenler için saygı duruşu yapılmasıyla başladı. Devrimci 78'liler Federasyonu adına basın açıklamasını okuyan Yalçın Yavuz Seçkin, 12 Eylül askeri faşist darbesinde idam edilen devrimcilerin ve devrimci önderlerin isimlerini okudu. Miting, 12 Eylül darbesini sürdüren AKP'ye karşı mücadelenin sürdürüleceği vurgusuyla son buldu.
bir basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasını Devrimci 78'liler Derneği sözcüsü Kadir Zeybek okudu. Açıklamada 12 Eylül faşist darbesinde uygulanan işkencelere, gözaltılara, tutuklamalara, kayıplara, idamlara ve fişlemelere dikkat çekildi. 12 Eylül darbesinin ürünü olan AKP'nin darbecilerden hesap soramayacağı vurgulanan açıklamada anti-demokratik uygulamaların, hukuksuz yargılamaların, üniversiteliler üzerinde uygulanan baskı ve yıldırma politikalarının AKP'nin programlı saldırıları olduğu belirtildi. Basın açıklaması sloganlarla son buldu.
ANTALYA Üç Kapılar'da toplanan eylemciler, Attalos Heykeli'ne kadar yürüdü ve burada kitlesel
Pinochet darbesi de Pinera ile sürüyor Türkiye toplumsal muhalefeti, 12 Eylül darbesi ile Utanç Müzesi’nde yüzleflirken ve darbenin ürünü AKP ile mücadele ederken; 11 Eylül 1973’te benzer bir darbe yaflayan fiili halk› da darbeyle ve ard›llar›yla hesaplaflmak için sokaklardayd›. Dört aydan bu yana ö¤rencilerin paras›z e¤itim hakk› mücadelesine sahne olan fiili’de halk, 11 Eylül 1973’te ABD deste¤iyle gerçekleflen ve sosyalist lider Salvador Allende’nin devrilmesiyle sonuçlanan Pinochet darbesiyle hesaplafl›yor. Darbenin y›ldönümünde baflkent Santiago’da bir araya gelen on binlerce kifli “Pinochet darbesi Pinera ile sürüyor” dedi. Göreve geldi¤i Mart 2010’dan bu yana
neoliberal politikalar› h›zla yürüten, tepkileri ise fliddetle bast›rmaya çal›flan Pinera hükümeti eylemlerin hedefindeydi. Devlet baflkanl›¤› binas›na yürümek isteyen yüzlerce kifliye polis sert bir biçimde müdahale etti. Tazyikli su ve biber gaz›yla yap›lan müdahale sonucunda 20 kifli gözalt›na al›nd›. 11 EYLÜL 1973: SANTİAGO’DA YAĞMUR VAR
“‹nsanlar›n sorumsuzlu¤u yüzünden bir ülkenin daha komünist olmas›na seyirci kalamay›z. ABD’nin meseleleri fiilili insanlar›n karar›na b›rak›lamayacak kadar önemlidir”.
ABD D›fliflleri Bakan› Henry Kissinger’›n sarf etti¤i bu sözler, ABD’nin rejimi tehlikede gördü¤ü ülkelerde gerçeklefltirdi¤i darbelerin ilk örne¤i fiili hakk›nda. Darbenin ard›ndan 17 y›l süren Pinochet iktidar›n›n bilançosu ise 12 Eylül’den farkl› de¤il: 100 binden fazla gözalt›, 40 bin tutuklama gerçekleflti. On binlerce kifli iflkence gördü, 3 bin kifli gözalt›nda öldürüldü. 200 bin kifli ülkeyi terk etti, yüz binler iflsiz kald›. fiili halk› ise 1993’te darbede görev alm›fl baz› subaylar› yarg›layarak bafllad›¤› hesaplaflmas›n› darbe yasalar›n› de¤ifltirerek, iflkencecileri yarg›layarak halen sürdürüyor.