SAYFA
2
SAYFA
‘Emret amirim’ habercili¤i Servis habercili¤i devam ediyor. Haberler Kürt savafl›nda medyan›n nas›l rol ald›¤›n› gösteriyor
3
Gençlikten AKP’ye rahat yok Kolektifler ve Genç Umut, tutuklu arkadafllar›n›n sesini soka¤a tafl›yor
SAYFA
‹flbirlikçi cengaver
13
Tarih sayfas› DP’den AKP’ye ‹slamc› muhafazakarl›¤›n d›fl politika gelene¤ini yazd›
SAYFA
15
Sansüre bahane çok Çocuklar ve din, sansürü meflrulaflt›rman›n arac› olarak kullan›l›yor
7 Ekim 2011 • 1 TL
Y›l 6 • Say› 141
Polis ve jandarma sermayeyi, halk yaflam hakk›n› koruyor
Talana karşı etten duvar
Birbiri ard›na patlak veren direnifllerde halk, ya¤mac› flirketlere karfl› etten duvar örüyor. Direnifl Çanakkale’de siyanürcüleri; Tortum, Solakl› ve F›nd›kl›’da HES’çileri püskürttü
Enerji iflçileri Diyarbak›r’da ve ‹stanbul’da iflten atmalara ve tafleron sistemine karfl› direniflte. “K›dem tazminat›m›z› gasp ettirmeyiz” diyen belediye iflçileri polisle çat›flt›
Zamlar halkı teğet geçmedi ’Kriz te¤et geçti’ tart›flmalar› süredursun; enerji fiyatlar›na yap›lan zamlar halk›n bütçesini te¤et geçmedi. IMF buyurdu AKP elektrik ve do¤algaza zam yapt›. S. 9
‹mha sonras› müzakere Anayasa için uzlaflma söylemi benimsense de AKP’nin Kürt hareketine yönelik yürüttü¤ü operasyonlarla, Kürt hareketini mümkün olan en geri uzlaflma noktas›na raz› etmeye çal›flaca¤› ortada S. 4
AKP’ye direnmek halka yararlı AKP’nin hak mücadelelerine yönelik sald›r›lar›n› Halkevleri Genel Sekreteri Oya Ersoy’la konufltuk. Ersoy: “Direnmeye devam” S. 11
Tortum Ödük Çay› HES direniflinden
Halka karfl› hukuksuzlu¤un hukuku YOL YAZISI S. 3
Kenar Notlar› / Sayfa 2
Ferda Koç / Sayfa 4
Alp Tekin Babaç / Sayfa 6
‹flçi s›n›fn›n elinden...
Kimlik siyaseti, s›n›f...
AKP’nin yolu çöktü...
Tufan Sertlek / Sayfa 9
Yasadan önce!
Halkın Sesi’ni de teğet geçmedi Maddi olarak tamamen siz okurlar›m›z›n ödedi¤i gazete sat›fl gelirleriyle ayakta duran Halk›n Sesi, artan maliyetler nedeniyle bir sonraki say›da
zaml› olarak elinize ulaflacak. Sat›fllar›n zaman içinde artmas› ile maliyet art›fllar›na ra¤men gazete fiyat›n› uzun süre 1 lirada tutmay› baflar-
d›k. Ancak artan k⤛t ve bask› giderleri nedeniyle bundan sonra 25 kurufl zaml› olarak elinize ulaflaca¤›z. Anlay›fl›n›z için teflekkürler
Wall Street bahar› Dünyan›n dört bir yan›ndaki protestolar, dünya finans sisteminin merkezi Wall Street’e s›çrad›. Kapitalizmin kalbinde art›k iflgal sesleri yükseliyor. S. 5
Hapishanelerden mektup var Hopa davas›n›n 38 mahpusu, tecrit alt›nda 100 günü geride b›rakt›. Hak mücadelelerinin dört duvar› aflan coflkusu onlar›n kaleminden sayfalar›m›za tafl›nd›. Hapishane Defteri, içeri ile d›flar›y› buluflturdu Hapishane Defteri’nde Taylan Kaya, Eflk›yalar her yerde; Mahir Mansuro¤lu, Son Söz Direnen Domateslerin; Zafer Algül, Adalet Allah’a emanet dedi S. 14
Bar›fl, kad›n›n isyan›nda Dosya sayfam›zda bir teslim alma takti¤i olarak müzakere söylemini analiz ettik S. 12
AKP savafl naralar› atarken kad›nlar, hükümete ve meclise bar›fl 盤l›klar›n› ulaflt›rmak için her yerde eylem yap›yor S. 10
2
MEDYA 7 Ekim 2011 / 20 Ekim 2011
Halk›n Sesi
Kenar Notlar› İşçi sınıfının elinden sizi kim kurtaracak
“
Sessizce her gün ölüyorlar”
Bu çarpıcı bir manşet Taraf gazetesine ait (4 Ekim 2011 Salı). İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin raporuna dayanılarak hazırlanan haber, iş kazalarında işçi ölümlerini anlatıyor. Haberi Ahmet Altan aynı gün köşesine de taşımış (“Palavra”). *** Taraf-Ahmet Altan raporu özetliyor: “30 günde (eylül) 43 işçi iş kazalarında öldü. 2011’in ilk dokuz ayında ölen işçi sayısı 419. Geçen yıla kıyasla işçi ölümleri yüzde 60 oranında artmış. 2000-2009 yılları arasındaki işçi ölümlerine baktığımızda rakam korkunç, 10 binden fazla ölümüz var. Ülkenin dört bir yanında iş kazalarında mütemadiyen işçiler ölüp duruyor…” Ahmet Altan iş kazalarındaki işçi ölümlerini Kürt savaşıyla karşılaştırıyor: “Bir an önce dursun dediğimiz savaşta bile bu kadar insan ölmüyor.” Kardeşi Mehmet Altan buna “cinayet ekonomisi” diyormuş. “Her işçi ölüsü, ahlaksızca para kazanmak isteyen patronun çaldığı paraların bedelini ödüyor…” *** Ahmet Altan meseleyi Avrupa Birliği’ne bağlıyor. “Yaşadığımız ülkede hâlâ gerçek bir devlet yok… Bizim hükümetin üyeleri arasında bütün dünyayla birlikte Avrupa Birliği’ni de ‘küçümseme’ modası da var biliyorsunuz, hükümete bir sormak lazım, o küçümsediğiniz AB’de işçi ölümlerinin sayısı ne?.. ‘İnsan hayatının değerini anlamak’ için Avrupa Birliği’ne ihtiyacımız var, onların insanı ‘her şeyden önemli gören’ anlayışını benimsemedikçe bu ülkede ölüm bitmez çünkü…” *** Şu Batı’nın da nesini alalım bir türlü karar veremedik. Tam tekniğini alıp kültürüne kapıları kapatacakken, vıcık vıcık “kültür emperyalizmi”nin içine sürüklendik. Şükürler olsun ki “liberal vizyon” var; artık sayesinde meseleye işçi sınıfnın çıkarları açısından yaklaşabileceğiz. Avrupa “gerçek devlet”leri, her gün biraz daha sürüklendiği borç krizinin batağından, bir kez daha işçi sınıfının sırtına binerek sıyrılmayı planlarken, Ahmet Altan’ın yumuşacık liberal vicdanı Türkiye işçi sınıfına, bir kez daha, AB kapılarını gösteriyor. Türkiye’de “liberal” olmak çok zor; otoriter AKP iktidarını “demokrat” olduğuna; işçi düşmanı neoliberal sermaye güçlerini “işçi dostu” olduğuna; iktidar bağımlısı entelektüelleri “liberal” olduğuna inandırmak kadar zor… *** Taraf gazetesi işçi sınıfının çıkarlarını mı savunuyor? Yayın çizgisine ve sınıf hareketine, özellikle örgütlü, militan işçi eylemlerine karşı tavrına bakılırsa, Taraf, toplumsal-politik haklarıyla bağımsız bir sınıf olarak işçi sınıfıyla pek ilgilenmiyor. Daha çok işçilerin çalışma kapasitelerinin sürekliliğiyle ilgileniyor. Taraf gazetesi başından beri, işçi sınıfını güvencesizleştiren neoliberal politikalar ve bu politikaları Türkiye’de yerleşik bir düzen haline getiren AKP iktidarına karşı mücadelesinde işçi sınıfının politik-sınıfsal eylemine karşı düşmanca tavır alıyor. İslamcı-liberal hegemonya adına neoliberalizme karşı yükselen toplumsal muhalefeti, emek hareketini ve solu karalama fırsatını hiç kaçırmıyor. Neoliberal vizyona bakılırsa, AB’den, “güvenceli iş-insanca yaşam” değil belki; ama işçi sınıfının “can güvenliği”ni alacağız. İşçi sınıfı yollarda, madenlerde, iskelelerde sessizce “telef” olmayacak; çalışma kapasitesi genişleyecek; ucuz ve güvencesiz çalışma koşulları altında hak yoksunlukları içinde daha çok çalışabilmek için daha çok yaşayacak. İşte bu nedenle neoliberal vizyona göre “İşçi sınıfının kurtuluşu (can güvenliği), insan hayatını teminat altına alan Avrupa Birliği’yle mümkündür.” *** Peki işçi düşmanı neoliberal projelere artık daha fazla can vermemek için Avrupa sokaklarını ateşe veren işçi sınıfının elinden Avrupa Birliği’ni kim kurtaracak!? Öyle görünüyor ki bu sefer elinde kalacak! “İnsanı her şeyden önemli gören” Avrupa devletleri gerçekliği, işçi sınıfnın yüzlerce yıldır isyan ve devrimlerle döve döve kazandırdığı bir toplumsal haklar kataloğunu zorla boynunda taşımaktadır. İşçi sınıfını zayıf yakaladığı anda bu tarihsel boyunduruktan kurtulma fırsatını hiç kaçırmayan burjuva devlet gerçekliğine karşı, işçi sınıfının kolektif eylem kapasitesi, yeni bir tarihsel atılımın eşiğindedir.
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
B‹R SAVAfi MEDYASI TEKN‹⁄‹: SERV‹S HABERC‹L‹K
‘Emret amirim’ haberciliği Geçmişte TSK, bugün ise polis-MİT, kaynak değişse de medyada servis haberciliği devam ediyor. Son bir haftada MİT’i aklamaya çalışan Hürriyet Ankara temsilcisi, Gültan Kışanak’ı hedef gösteren Sabah, BDP’ye sahte muhtıra haberi yapan Taraf, Kürt savaşında medyanın nasıl kullanıldığını gösteriyor
T
araf muhabiri Mehmet Baransu’ya bavulla teslim edilen belgeler Türkiye tarihinin en büyük, önemli ve operasyonel davalarından birisi olan Ergenekon sürecini başlattı. Baransu’ya verilen bavul, medya dünyasında çok da yeni olmayan bir yöntem olan “servis gazeteciliği”nin bir örneğiydi. Fakat bu bavul haberciliğini diğer “servis”lerden ayıran, egemen medyada artık servis kaynağının değiştiğini göstermesiydi. GAZETEC‹ REKABET, ‹KT‹DAR MAN‹PÜLASYON ‹Ç‹N Servis etmek kavramı Türk Dil Kurumu’na göre, “özel bir bilgi veya belgeyi haber kaynağı tarafından istenilen kurum veya kuruluşa göndermek” anlamına geliyor. Bu, egemen medya gazetecilerinin çok sık kullandığı / kullanıldığı bir yöntem. Siyasilerle, asker ve sivil bürokratlarla kurulan yakın ilişkiler gazeteciye haber ve bilgi akışı olarak döner. Rakip gazete ve kanallara “haber atlatarak” onların henüz yayımlamadığı haberlere imza atmak için bu gibi ilişkilere ihtiyaç duyarlar. Fakat rekabet ve haber atlatma güdüsüyle kurulan bu ilişkiler gazetecilerin manipülasyon, propaganda veya dezenformasyon amacıyla kullanılmasını da beraberinde getirir. Haber kaynağı olan kurum “ayağını kaydırmak” istediği, tasfiye etmek istediği kişi veya kurumları sızdırdığı bilgilerle yıpratabilir, Taraf’a gelen bavul örneğinde olduğu gibi siyasi-hukuki operasyonların hedefi haline getirebilir. Kendi konumu ya
da görüşünü güçlendirmek, kendine dönük saldırıları yanıtlamak için habercileri kullanabilir. Haber kaynağı ile haberci arasındaki bu ilişki çoğunlukla sorunlu ve istismara açık bir ilişki anlamına gelir. KÜRT SAVAfiINDAN Afi‹NAYIZ Türkiye’de kirli savaş döneminde haberciliğin Genelkurmay tarafından servis edilen bilgilerle yapıldığı artık herkes tarafından bilinen bir gerçek. Egemen medyanın en etkili isimlerinden birisi olan Mehmet Ali Birand’ın 19 Mayıs tarihli “Evet genlerimizde darbecilik vardı” başlıklı yazısı, egemen medyanın yıllarca genelkurmay odaklı habercilik yaptığını anlatan çarpıcı bir örnek ve itiraf olarak görülebilir. Birand söz konusu yazısında TSK’nın sözünün kendi deyimi ile merkez medya için her zaman ve her şeyden fazla itibar edilir olduğunu yazmıştı. BARANSU’NUN BAVULLARI M‹LAT Fakat servis haberciliğinin klasik bir örneği olan Baransu’nun Ergenekon dalgalarını başlatan içinde TSK’nın darbe planlarına ait belgelerin olduğu bavulları, rejimin ağırlık merkezi ve onunla beraber haber servisi yapacak kaynakların da artık değiştiğini gösteriyor. AKP medyasında ve diğer medya gruplarında polis-MİT kaynaklı haberler yayımlanıyor. Gazeteler AKP’nin iktidarını pekiştirdiği devletin güvenlik aygıtlarının manipülasyon ve bilgi savaşına hizmet ediyor. Eylül ayının son haftasından itibaren gazetelerde yer alan ve aşağıda incelediğimiz üç haber servis haberciliği yönteminin ‘AKP’nin Kürt savaşı’nda nasıl kullanıldığını göstermesi açısından anlamlı.
Taraf ’ın BDP muhtırası T
araf gazetesi 26 Eylül günü kapağında “PKK’dan Kürt siyasetine muhtıra” başlıklı bir haber yayımladı. BDP’nin Meclis boykotuna devam etme veya Meclis’e dönme konusunda nihai karar vermek üzere toplanacağı günden bir gün önce yayımlanan haberde kısaca şu iddia gündeme getirildi: KCK yürütme konseyi kendine bağlı kurumlara muhtıra yolladı, Muhtırada Kürt sorununa dair AKP’nin yapıcı hiçbir adım atmadığını hatırlatarak, BDP’nin meclise gitme fikrini Kürt halkına ihanet olarak değerlendirdi. “Barış için Kürt hareketinin talepleri kabul edilmeden Meclis’e gitmeyeceğiz” demeleri istendi. Taraf gazetesi BDP’nin Mecli’se gitme yönünde karar vereceği kritik bir toplantı öncesi kaynağı belli olmayan bir haber yayımlayarak sürece ilişkin manipülasyon yarattı. Manipülasyon tespiti doğrudan Kürt hareketinden geldi. Harekete yakın çizgide yayın yapan ANF aynı gün “Taraf gazetesi sahte KCK bildirisi yarattı” başlıklı haberinde, haberin bir istihbarat notu olduğunu belirtti. ANF, kendisine
servis edilen bu bilgiyi sunan Taraf’ın AKP merkezli özel savaş aygıtlarından biri olduğunu artık gizleme ihtiyacı duymadığını kaydederek gazetenin özel harp taktikleri uyguladığı tespitinde bulundu. İlerleyen günlerde Murat Karayılan’ın ANF’ye verdiği röportajda Taraf gazetesinin bu haberinin gerçeği yansıtmadığını söylemesi ve
“Taraf elini Kürt halkının yakasından çeksin” çağrısı yapması da gazetenin yaptığı yalan habere duyulan öfkenin en yüksek perdeden ifadesi oldu. Taraf’ın söz konusu haberi duyurduğu gün sürmanşetine de Şerafettin Elçi’nin Meclis’e gidilmeli yönündeki ifadelerini taşıması, akla BDP’nin meclise gitme kararı alması için çabalandığı ihtimalini getiriyor.
Yazarı Radikal’e isyan etti B
atman’da 27 Eylül gecesi PKKpolis arasında bir çatışma yaşandı. Çatışma esnasında ateş altında kalan Duru ailesinin üç ferdi hayatını kaybetti. Mizgin Duru ve iki çocuğunun ölümüne yol açan kurşunun adresi tartışma konusu oldu. Devlet kaynakları ailenin PKK kurşunu ile öldüğünü, PKK ise ailenin polis tarafından öldürüldüğünü öne sürdü. Egemen medya ortada hiçbir rapor ve kanıt yokken polis kaynaklarına dayanarak PKK’yi bebek katili ilan etti. Bölgeye giden Radikal’den Ezgi Başaran, Duru ailesinin özel harekatçılar tarafından yargısız infaz yapıldığı yönündeki kuşkularını kaleme alsa da gazeteler yalnızca emniyet açıklamalarına dayanarak haber yaptı. ‘UTANÇ VER‹C‹ B‹R ÖRNEK’ Radikal, bununla yetinmeyerek işi ileri götürdü. Zaman kökenli Eyüp Can’ın başına getirildiği bir yenilenme projesi ile medyadaki liberal çizginin AKP’lileştirilmesinde simge olan gazete, 29 Eylül Perşembe günü olayda hayatını kaybeden bebeğin resmini manşetine şu ifadelerle taşıdı “Bebek
mezara, BDP meclise” Sivil ölümlerden BDP’yi sorumlu gösteren manşete en sert tepki gazetenin yazarlarından birinden geldi. Gazetenin 2 Ekim sayısında Yıldırım Türker “Gazetemiz diyeceksek” başlıklı bir yazı kaleme alarak Eyüp Can ve manşette imzası olan tüm isim-
leri eleştirdi. Henüz açıklığa kavuşmamış, kanıtları kamuoyuna sunulmamış bir katliamın adresini, hiçbir belge ve bilgiye dayanmadan büyük bir özgüvenle gösteriveren Eyüp Can’la gazetecilik etiği tartışmasına girmek, burada kalacaksak, boynumuzun borcudur diyen Türker, “Bebek mezara, BDP Meclis’e manşetini “utanç verici bir seferberlik gazeteciliği örneği” olarak niteledi. Türker geçmişte Kürt sorununda genelkurmay bültenlerine dayanılarak yapılan haberciliğin bugün özeleştiri adıyla ortaya döküldüğünü hatırlatarak aynı geleceğin bugün polis bültenine dayanarak habercilik yapanlar için geçerli olacağını belirtti. Türker manşete taşınan sivil katliama dair bölge halkının iddialarının yok sayıldığını hatırlatarak Batman’a giderek bu iddiaları gündeme taşıyan Ezgi Başaran’ın haberlerini hatırlattı ve Eyüp Can’ın habercilik anlayışını eleştirdi. Yıldırım Türker’in bu yazısı üzerine Eyüp Can 4 Ekim günü kendi köşesinde manşet nedeniyle “üzdüğü herkesten” özür diledi.
Hürriyet MİT’i akladı Hürriyet gazetesinde, 23 Eylül günü gazetenin Ankara temsilcisi Metehan Demir imzasıyla bir haber yayımlandı. “Sızıntı masadan” başlıklı haber sanal ortama düşerek yaygınlaşan MİT-PKK görüşmelerine ilişkin kayıtlarda MİT’e dair şüpheleri giderme derdiyle kaleme alınmıştı. Yazı görüşmeleri dışarı sızdıranın ya PKK ya da İsrail olduğunu MİT’in sızdırma konusunda bir sorumluluğu olmadığını iddia ediyordu. Medya üzerine çalışmalarıyla tanınan Ragıp Duran’ın bu habere ilişkin analizleri servis haberciliği üzerine de önemli görüşler içeriyordu. Duran 28 Eylül günü kendi blog’unda yayımladığı “Devlet gazetesi / Mit gazetesi” yazısında haberin kaynağı ve yayımlanmasına ilişkin sorunlu yanları ortaya koydu. Duran, haberde cümlelerin neredeyse tümünün öznesiz olduğunu, haber kaynağı belli olmayan bilgilerin, hep ‘belirtiliyor’, ‘ifade ediliyor’, ‘söyleniyor’ diye verildiğini tespit etti. Verilen bilgilerden haberin doğrudan MİT kaynaklı bir haber olduğunun anlaşıldığını ifade etti. Duran kaynağının belirtilmediğine dikkat çekerek haber kaynağının gizli tutulması uygulamasının kaynağın can güvenliği tehlikede olmadığı sürece “bilgilerin doğruluğuna” dair şüpheli durumlarda tercih edildiğine işaret etti. Duran analiz yazısında haberin açıkça MİT’i ve AKP’yi kollamak için yapıldığı görüşünü dile getirerek gazetecinin söz konusu haberiyle MİT’in kendini aklama propagandasını parçası ve aracı haline geldiğine dikkat çekti.
Kışanak’ı hedef yaptı Polis ve istihbarat örgütlerinin servis ettiği bilgi ve belgeleri kullanarak haber yapan bir diğer gazete de Sabah oldu. AKP medyasının “vitrin” gazetesi Sabah 3 Ekim günü kapağına taşıdığı bir fotoğrafla Gültan Kışanak’ı hedef gösterdi. Gazete, “eline ulaşan” ve istihbarat örgütleri tarafından ele geçirildiğini söyleyerek Kışanak’ın bulunduğu bir fotoğrafı yayımladı. Fotoğrafta Öcalan’la aynı karede yer alan Gültan Kışanak sıraya girmiş bir grup insanla tokalaşıyor. Sabah gazetesi, haberi “Kışanak örgüt denetlemesinde” başlığıyla duyurdu. Bu fotoğrafın ardından BDP tarafından yapılan yazılı açıklamada fotoğrafın 1994 yılında Ülkede Özgür Gündem gazetesi’nin yayın koordinatörü olduğu dönemde Suriye’yi ziyaret eden Gültan Kışanak’a ait olduğu, söz konusu ziyarette yapılan röportajın da Ülkede Özgür Gündem’de yayımlandığı aktarıldı. BDP’nin açıklamasında “Olayın gerçek yönü bu iken, fotoğrafı veren istihbarat servislerinin amaçları doğrultusunda haber yapılması her şeyden önce bir gazetecilik faaliyeti değildir” ifadeleri de fotoğrafın yayımlanma amacına dönük gerçekleri işaret etmesi bakımından önem taşıyordu.
3
GÜNDEM 7 Ekim 2011 / 20 Ekim 2011
Halk›n Sesi
Gençlikten AKP’ye rahat yok N
e tutuklamalar ne üniversite üzerinde yoğunlaşan iktidar denetimi AKP’yi gençliğin isyanından korumaya yetiyor. Hopa olayları bahanesiyle tutuklanan 10 Kolektifçi’nin tutuklulukları 100. günü geride bırakırken, yumurtacıların nefesi AKP’lilerin ensesinden çekilmiyor. Üniversiteliler, Hopa olaylarını protesto ettikleri için tutuklanan Öğrenci Kolektifleri üyelerinin tutukluluklarının 100. gününde Ankara’da buluştu. Üniversiteliler Demet Yılan’ın, Çağdaş Ersoy’un, Nuri Özçelik’in, Hikmet Tanıl’ın, Ozan Gündoğdu’nun, Can Kaya’nın, Soner Torlak’ın, Tayfun Yıldırım’ın, Uğur Uzunpınar’ın ve Uğur Tuna’nın seslerini Ankara sokaklarına taşıdı. 40 üniversiteden gelen Öğrenci Kolektifleri temsilcileri 24 Eylül günü Ankara’da Yüksel Caddesi’nde bir araya geldi. “AKP’nin gerçek 100’ü üniversiteliler hala tutsak” yazılı pankart açarak Meşrutiyet Caddesi’ni trafiğe kapatan üniversiteliler AKP il binasına yürüdü. Eyleme tutuklu bulunan öğrencilerin ailelerinin yanı sıra emek ve demokrasi güçlerinin temsilcileri de katıldı.
Taylan Özgür yaşıyor
AKP’nin baskıları gençliğin eylemine kar etmiyor. Kolektifler ve Genç Umut tutuklu arkadaşlarının sesini sokağa taşıyor, üniversite açılışları AKP protestolarına sahne oluyor
bir basın açıklaması yaptı ve Barik ile arkadaşlarına mektup yazdı.
Öğrenci Kolektifleri sözcüsü Neval Kösedağı konu ile ilgili olarak şunları söyledi. "Arkadaşlarımız 4 aydır tutuklu, ortada hala bir iddianame yok. Özel Yetkili Mahkeme 'Terör örgütü delili' bulmaya çalışıyorsa boşuna zaman kaybetmesin. Arkadaşlarımızın 'suçu' ortadadır. Bu ülkenin derelerine, doğasına sahip çıkmak, yoksullar üniversite kapısında kalmasın diye parasız eğitim istemek, Metin öğretmene sahip çıkmak,
YUMURTACILAR ‹fi BAfiINDA AKP hükümeti, Burhan Kuzu’nun yumurtaya bulanmasıyla simgeleşen Öğrenci Kolektifleri’ne yönelik saldırılarına rağmen, AKP’lilerin üniversitelere girişini güvence altına alamadı. Üniversite açılışlarına davetli olarak katılan AKP’li milletvekilleri yine protestolarla karşılandı. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 29 Eylül günü açılış töreni için geldiği Uludağ Üniversitesi’nde Öğrenci Kolektifleri tarafından protesto edildi. Açılış töreninin yapıldığı salon ile kampus içinde gerçekleştirilen iki ayrı protestoda 14 öğrenci polis ve güvenlikçiler tarafından darp edilerek gözaltına alındı. Bursa’nın ardından Hacettepe Üniversitesi açılışına gelen TBMM Başkanı AKP milletvekili Cemil Çiçek de protesto edildi. Çiçek’in geleceği binaya ‘sakıncalı oldukları’ gerekçesiyle alınmayan Kolektifçiler bina dışında eylem yaptı. Özel güvenlikler, Kolektifçilere saldırdı; üniversiteliler yumurta atarak yanıt verdi. Kolektifçiler, üniversiteye AKP’lilerin geldiğinde yumurtayla karşılanacaklarını bir kez daha hatırlattı.
yazları yoksul mahallelerde halkın yanında yer almak, Burhan Kuzu gibi AKP'lileri yumurtalarıyla üniversitelerinden kovmaktır. Bu saydıklarım suçsa eğer bu suçu Türkiye'nin 40 üniversitesinde bulunan her Kolektifçi işlemektedir. 22 Ekim'de de İstanbul'da tüm Türkiye'den üniversitelilerin katılımıyla ülkemize üniversitemize sahip çıkmaya devam edeceğiz. Bunun için 'Sokağı, bilimi, gazetecileri, kadını,
G
ençliğin anti emperyalist mücadelesinin simge isimlerinden Taylan Özgür, katledilişinin 42’nci yılında mücadele arkadaşları ve gençlik örgütleri tarafından anıldı. Öğrenci Kolektifleri bir açıklama yaparak Beyazıt’ta açılan yarayı kapatmanın sözünü verdi. ODTÜ öğrencisi Taylan Özgür,
doğayı, sanatı, anadili, medyayı özgür bırak' sloganıyla Taksim'i inleteceğiz.” Öğrenci Kolektifleri’nin 10 Kolektifçi’nin serbest bırakılması için başlattığı ve ailelerin destek verdiği “Sokağı Özgür Bırak” kampanyası son hızla sürüyor. FIRAT BAR‹K’E MEKTUP Hopa olaylarından sonra Başbakan Tayyip Erdoğan, olaylar sırasında açılan “Tek yol sokak, tek yol devrim’
İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği seçimlerinde devrimci öğrencileri desteklemek için 23 Eylül 1969’da İstanbul’a geldi. Seçimlerin ardından Beyazıt Meydanı’nda resmi bir görevli tarafından hedef gösterilerek vuruldu ve saatlerce Kumkapı Toplum Polisi Karargahı’nda yaralı olarak tutuldu. Taylan’ın kardeşi Hale Özgür Kıyıcı,
pankartını uzun bir süre dilinden düşürmedi. Üniversitelilere yönelik tutuklamalar sürerken, duvara ‘Tek yol devrim’ yazan lise öğrencisi Fırat Barik ve arkadaşları ‘terör örgütü yararına faaliyette bulunmak’ gerekçesiyle tutuklandı. Genç Umutçu liseliler de arkadaşları Fırat Barik'e Ankara'da 25 Eylül günü yaptıkları eylemle özgürlük istedi. Barik'in tutukluluğunun 50. gününde bir araya gelen liseliler, Sakarya Caddesi'nde
kardeşinin katilinin bulunup yargılanması için 4 Ekim 2009 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı'na bir mektup yazmıştı. Genelkurmay Başkanlığı 17 Kasım 2009 tarihinde verdiği yanıtta; yargının ilgili alanında olması gereken bir konuda Genelkurmay Başkanlığınca yapılacak bir işlem bulunmadığı belirtmişti.
Çukurova abisini andı Hayat›n›, halk›n eflitlik, özgürlük ve ba¤›ms›zl›k mücadelesine adayan ve uzun y›llar Halkevleri 9. Bölge Temsilcili¤i görevini yürüten ‹smet Gökdemir, mücadele arkadafllar› ve Halkevciler taraf›ndan ölümünün 8. y›l›nda an›ld›. Adana Halkevi’ndeki ‹smet Gökdemir Salonu’nda 4 Ekim günü gerçeklefltirilen anmada Gökdemir’in hayat› anlat›ld›. Halkveleri ad›na yap›lan konuflmada Gökdemir’den al›nan mücadele bayra¤›n› sonuna kadar tafl›yaca¤›na dair söz verildi. ‹smet Gökdemir 1960’da Adana Kozan’a ba¤l› Alap›nar Köyü’nde do¤du. Siyasi çal›flmalar› ve devrimci düflünceleri nedeniyle birçok kez gözalt›na al›nd›, tutukland› ve yarg›land›. 1980 öncesi faflistler taraf›ndan pusuya düflürüldü¤ünde a¤›r yaraland›. Polisler taraf›ndan iflkenceden geçirildi. Öldü san›larak battaniyeye sar›l›p ›ss›z bir yere at›ld›. Bütün bask›lara ra¤men hiçbir zaman y›lmad›, mücadeleden geri durmad›. Gökdemir, 1980 sonras› Halkevleri'nin yeniden diriliflinde Çukurova Bölgesi’nde kurulufl ve örgütlenme çal›flmalar›nda aktif rol ald›. Ölümüne de¤in Halkevleri 9. Bölge Temsilcili¤i ve Genel Yönetim Kurulu üyeli¤i görevlerini yürüttü. ‹smet Gökdemir, 3 Ekim 2003 tarihinde sa¤l›k sorunlar› nedeniyle yaflam›n› yitirdi.
Halka karfl› hukuksuzlu¤un hukuku kim ayıyla birlikte siyasetin bir dengeye oturacağı, meclisin faaliyete geçmesiyle birlikte artık kurallara uygun bir siyasi işleyişin sağlanacağını varsaymak AKP iktidarında mümkün değil. Referandumdaki yüzde 58, seçimlerdeki yüzde 50 AKP cenahında özellikle Tayyip’te, “hukuksuzluğun hukukunu” bir siyasi silah olarak kullanma hakkı aldığı sanrısı oluşturmuş durumda. Seçim öncesi vaatlerin hepsi yalan olmuş, seçim sonrası, yaz aylarındaki keyfiyet olağan davranış biçimine dönüştürülmüş durumda. Hukukun hukuksuzluğunun bir siyasi silah olarak kullanıldığı en belirgin konu kuşkusuz Kürt sorunudur. “KCK operasyonları” adı altında son altı ayda 1500, son iki yılda 3000 insan tutuklanmış durumda. Bu insanların çoğu hala ilk duruşmalarına çıkartılmadılar bile. AKP, bu işi sözde bir hukuk adına yapıyor ama kimin hukuku ve kime uygulanan hukuk? Uzun tutukluluk süreleri bir zorunluluk değil, AKP’nin uyguladığı bir siyasi tercihtir. Bu durum üstelik sadece Kürtlere karşı değil, tüm demokratik muhalefet öznelerine karşı uygulanmaktadır. 2005’te 273 olan “terör suçu hükümlüsünün sayısının, 2009’da 6.345’e çıkması çarpıcıdır. “İzinsiz gösteriye katılmak” gibi uyduruk bir ithamla karşı karşıya olan “Hopa tutukluları” bile beş aydır ilk duruşmaya çıkmayı beklemekteler. Meclis çoğunluğu olmasına rağmen Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) uygulamalar oldu-bittilerle yasal kılıflara sokulmaktadır. AKP döneminde hukuk, hukuksuzluğun aracı olmuştur. Diğer yandan AKP, Kürt sorunu karşısında hukuksuzluğu da bir hukuk haline getirmeye çalışıyor. AKP’lilere bakarsanız dokuz yıllık iktidarları döneminde Kürt sorunu konusunda kimsenin yapmadıklarını yapmış, demokratik açılım sağlamışlar. Ancak dikkat edilirse AKP döneminde hiçbir adım, kalıcı hukuki güvenceler altına alınmamıştır. Dönemin siyasi tercihlerine göre uygulamalar değiştirilmektedir. Sadece Habur’dan giriş örneği bile yetebilir. Aynı mahkemeler ilk önce Habur’dan giren gerillaları serbest bırakırken bir süre sonra haklarında cezai işlem yapabilmektedir.
E
Kürt hareketi için kritik öneme sahip olan Öcalan’a, görüş yasağı konması da benzer niteliktedir. AKP döneminde hukuksuzluk, hukuk haline getirilmiştir. Aysel Tuğluk’un dediği gibi “Hem ideolojisiyle, hem uygulamalarıyla hem de yöntemleriyle Erdoğan yeni Enver Paşa’dır. Dokuz yıllık iktidarın bakiyesi demokrasi ve özgürlükler değildir. Kürtler için hiç değildir”. Yeni meclisin “yeni üyeleriyle” faaliyetine başlaması ve temel gündemi olarak yeni anayasayı gündemine alması bu garip “kuralsızlık düzenini” bir “hukuk düzenine” dönüştüreceğini beklemek mümkün değil. Zaten nazire yaparcasına, yeni meclis “hükümete, yurtdışına asker gönderme yetkisi veren” tezkereyi bir yıl daha (beşinci kez) uzatma kararını vermesi, bir “savaş meclisi” ve bir “savaş hükümeti” olduğunu kanıtlamış durumda. Ancak temel gündem olarak yeni anayasanın hazırlanmasının belirlenmiş olması, “çeşitli” kesimleri, yeni yazılacak kurallar/tanımlar metnine aktif müdahale sürecini de bir süredir başlatmış durumda. Kuşkusuz bunların başında Kürt siyasi hareketi gelmekte. 30 yıllık mücadelenin artık somut/yazılı kazanımlara dönüşmesi konusunda “ısrarlılar”. Kürt siyasi hareketi ile egemen blok arasında henüz sonuca ulaşılamayan bir kapışma/pazarlık süreci devam ediyor. AKP bu süreçte bir taraftan KCK operasyonları ile Kürtlerin açık/kitlesel muhalefet edebilme yeteneklerini ortadan kaldırırken, diğer taraftan Kandil’i bombalıyor, askeri operasyonları büyütüyor. Aynı zamanda Öcalan’la görüştürmüyor, ABD’den askeri ve siyasi destek istiyor. Kürt hareketi ise silahlı eylem yapılmayan bir günün geçmemesini sağlıyor, Ankara’da, Antalya’da bombalar patlatarak ilerisi için mesaj veriyor, öğretmenleri kaçırarak düzenin askeri olamayan kanallarını da tıkayabileceğini gösteriyor. Bu dönem (bir kez daha) şahit olunan bir başka şey, Siirt’te dört genç kadının yanlışlıkla öldürülmesinde olduğu gibi kontrolsüz ve yaygın şiddetin ne tür sonuçlar yaratacağı. (Bu arada yeri gelmişken, bu tür eylemler Kürt hareketinin kendi tarihinde kalıcı, olumsuz izler
bırakması bir yana, Batı’daki solun Kürt hareketiyle ilişkilenme, empati kurma düzlemini de ortadan kaldırmaktadır. Kitle ilişkilerine sahip sol siyasi hareketler kendi çalışma alanlarında bu eylemleri haklı gösterecek gerekçeler bulabilirler mi? KESK’in, Eğitim Sen’in “kaçırılan öğretmenler” karşısında aldığı ürkek tutum İzmir’deki ya da İstanbul’daki bir öğretmenler odasında savunulabilir mi?) Sonuç itibariyle, anayasa eksenli bir çatışma kolay bir uzlaşmayla sonuçlanmayacak. Karşılıklı hamleler bu yıl içerisinde çokça yaşanacak. Tayyip, “terörle mücadele, siyasetle müzakere” diyerek protokoller zeminini sürdüreceğini ifade etmiş olsa da hinlikler, kuralsızlıklar sürekli aklında olacak. Kürt siyasi hareketinin ise 1 Ekim ile birlikte Meclis’e siyasi temsilcilerini gönderme kararı, Kürt siyasetinin ağırlıklı olarak silahlarla politik alana müdahaleden, BDP ile politik alana müdahaleye dönüştüğünün göstergesi sayılsa da hatta PKK, tekrar ateşkes ilan etse de yeni anayasa noktalanana kadar bu dönemin temel özellikleri korunacak. Yeni anayasa hazırlıklarında inisiyatif alma isteği sadece Kürtlerden gelmiyor, ya da bu süreç sadece meclisteki partilerin inisiyatifinde yaşanmayacak, TÜSİAD da daha ilk günden tam kadro sahaya çıktı. Türkiye’nin “demokrasi lokomotifi” olma ambalajını kimselere bırakmak istemeyen TÜSİAD üyeleri, bu görüntü altında kendileri için kaçınılmaz olan yasa maddeleri uğruna kanlarının/paralarının son kuruşuna kadar her türlü lobi faaliyetine hazır olduklarını deklere ettiler. Yeni anayasa hazırlık sürecinde ve hatta sonucunda en büyük mağduriyeti ezilenlerin, emekçilerin ve yoksulların yaşayacağını ise şimdiden öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Mücadelesi ve örgütlülük düzeyi geri olan kesimler bu sürecin asıl mağduru olacaklar. AKP’nin Türkiye halklarına kendiliğinden nimetler sunacağını beklemek safdilliktir. Yeni anayasa hukuksuzluğu ve keyfiliği yasallaştıracaktır. Abdullah Gül’ün Meclis açılışında dile getirdiği beklenti önemlidir; “esnek” ve “her yönüyle eşit vatandaşlığı” garanti altına alan
bir anayasa. Esnek’ten kasıt; iktidara, sermaye ve emperyalizm lehine her türlü düzenlemeyi yapabilme yasallığı sağlamasıdır, “her yönüyle eşit vatandaşlık” ise Kürtlerden çok dini-gerici kesimlerin toplumsal konumlarının garantiye alınmasıdır. Son dönemde açıklanan iki zam haberi bile AKP iktidarının kimin için ve kime hizmet ettiğinin açık kanıtıdır. Elektriğe ve doğalgaza, üstelik özellikle kış ayları başlarken yapılan zamlar asıl olarak, bu alanda faaliyet gösteren patronlara yeni rant alanları yaratmak ve karlarını arttırmak amacını taşıyor. Elektriğe, son dört yıl içinde yapılan zam toplamı yüzde 89. Sözde pahalı olduğu gerekçesiyle Rusya’dan alınan doğalgazın üçte birinin artık kamu tarafından alınmayacağını açıklayan Enerji Bakanı, gerçek niyetinin bu alandaki özel şirketlerin kar payını arttırmak olduğunu ve okul ve hastanelerdeki sübvansiyonun kaldırılmasıyla çifte zam yapıldığını pişkince saklıyor. Yüzde 14’lük doğalgaz zammı halka zararlıdır ama doğalgaz piyasasından kar eden patronlar için yeni bir sömürü hortumudur. Tüm bunlarla birlikte AKP’nin çok da gündem yapılmasına fırsat vermeden uygulamaya koyduğu icraatları mevcut. Örneğin; AKP, ilköğretimde okutulacak seçmeli yabancı dil sayısını dokuza çıkardı. Çince, İspanyolca ve Rusçadan sonra Arapça da yabancı dil olarak okutulacak. Ancak İngilizce öğretmeni bile bulamayan MEB’in diğer yabancı dil öğretmenlerini nasıl bulacağı merak konusu. Merak konusu olmayan ise ortalıkta boş gezen çok sayıdaki İmam Hatip ve İlahiyat mezunlarına yeni iş kapısı açılacağı. Ve artık Kuran kursu tartışması da bitmiş olacak çünkü bütün ilköğretim okullarında fiilen Kuran öğretilecek. AKP’nin toplumsal mühendisliğinde sınır yok, şimdi de “ihbar yasası”nı uygulamaya koyuyorlar, “teröristleri ihbar edenlere para ödülü vereceklermiş”. Örnek alınan yer Amerika elbette. Bu uygulama sayesinde komşunun komşuyu dinlediği, canı isteyenin istediği kişiyi gammazladığı bir korku toplumu yaratmayı başarabilirler belki. Kamusal hakların satışı konusunda ise AKP’nin duracağı bir sınır yok. Artık özel
üniversite açmak için vakıf kurmaya gerek kalmayacak. Bilindiği gibi şimdiye kadar özel üniversiteler ancak vakıflar aracılığı ile kurulabiliyordu, bundaki amaç da eğitimden sözde kar elde edilmesini önlemekti, vakıflar kar amacı güdemiyor ya. Ama artık buna gerek olmayacak, AKP, doğrudan kar amacı güden şirketlerin, şahısların da üniversite açabileceği koşulları sağlıyor. Hukukun garip hukuksuz şekiller aldığını gördük, görmeye de devam edeceğiz. Hatırlanacağı gibi geçen referandumla birlikte kamu çalışanlarına toplu görüşme yerine toplu sözleşme hakkı tanınmıştı, uzlaşamama durumunda ise hakem kurulu diye bir şey icat edip, üyelerini hükümetin atayacağı bu kurulu yetkili kılmışlardı, AKP de bu düzenlemeleri bolca şişirmişti. Şimdi Kasım ayında AKP ile kamu çalışanları sendikaları “toplu sözleşme” yapacaklar. 27 maddeden 24’ünde uzlaşma sağlamışlar, uzlaşılamayan konularda “hakem kurulu”nun nasıl karar vereceğini ise hep birlikte göreceğiz. AKP hukuksuzluğunun hukukunu işletirken ülkemiz ve bölge halklarının geleceği için de büyük bir tehlike oluşturmakta. Tayyip’in Suriye konusundaki ihtirası azmış durumda. Daha önce buna benzer her durumda BM Kararı şartı arayan, örneğin İran konusunda yaptırımlar gündeme geldiğinde Davutoğlu aracılığı ile “ilkesel olarak yaptırımlara karşıyız” açıklaması yapan AKP hükümeti, şimdi ise BM’den Rusya’nın ve Çin’in veto etmesi nedeniyle çıkmayan yaptırım kararlarına karşı bizzat Tayyip tarafından “vetolar yaptırımlarımızı etkilemez” açıklaması yapıyor. 9 Ekim’de Hatay’a gidip oradan bağıracak Suriye tarafına ve yaptırımları açıklayacak. Ancak Esad, elini ondan çabuk tuttu ve Türkiye ile ticari ilişkilerini kesmek anlamına gelen yeni bir gümrük tarifesi açıkladı. (Ancak bir hafta içinde bu tarifeden vazgeçildi.) Bu arada Tayyip’in orduya atadığı yeni komutanlar da Hatay’da “Yıldırım 2011” askeri tatbikatı yapacaklarını açıkladılar. Suriye operasyonu doğrudan bir ABD tezgahıdır. Tayyip de bu operasyon ihalesini ABD’ye yaranmak adına sırtlanmıştır. Anlaşıldığı
kadarıyla bu ihalenin sırtlanılmasının da karşılığı ABD tarafından ödenmekte. ABD Ticaret Odaları Başkanı, İstanbul’u dünya finans merkezlerinden bir yapmak için ülkemizi ziyarete gelmiş. Bu kadar değil, Amerikan Federal Mahkemesi’nin tek kadın üyesi de Anayasa konusunda akıl vermek üzere ülkemizde bulunuyor. Bu kadar da değil, 2 Kasım’da da ABD Dışişleri Bakanı Clinton tekrar bize misafirliğe gelecekmiş. Hatırlanacağı gibi onbeş gün önce de ABD’nin 16 istihbarat örgütünün başkanı bizim misafir odasındaydı. Bu arada Almanya ile de ilişkiler gerdiriliyor. Tayyip’in ‘Alman vakıfları’ PKK’yi ve CHP’yi destekliyor açıklaması, CHP’ye yeni bir uğraşı alanı çıkardığı kadar, “şu Deniz Feneri üzerinden, benimle fazla uğraşma” mesajı taşımakta. Tayyip’in yurtdışı ihtirası Fetullah’ı aratmayan nitelikte. Onun sosyal ağını siyasal ve askeri yönle birleştirme çabasında. Gidilmedik ülke bırakılmıyor, yurtdışından bolca öğrenci ülkeye getiriliyor, MİT’e Dışişleri’nden Tokyo büyükelçisi müsteşar yardımcısı olarak atanıyor, yine MİT’e yurtdışında görevlendirilmek üzere yabancı dil bilen (Çince, Rusça ve Arapça) personel almak için gazetelere ilanlar veriliyor, v.s. yakında ABD’den uçak gemisi almaya kalkarlarsa şaşmamak gerek. Bu arada, füze kalkanı inşaatı tüm hızıyla ilerliyor. Kürecik’te faaliyete geçirilecek olan o “füze kalkanı” AKP’nin emperyalist taşeronluğunun simgesidir. O kalkan ne Malatyaları ne de Türkiye halklarını korumak için oraya yerleştirilmektedir. O kalkanın tek bir amacı vardır; İran’a saldırıldığında İran’ın İsrail’e karşı saldırı da bulunmasını engellemek. Ancak böyle bir durumda Tayyip dahil herkes bilmektedir ki İran, ilk önce Kürecik’i vuracaktır. Böyle bir durum ise Türkiye’nin zorunlu olarak savaşa girmesine neden olacak ve ABD’nin iğrenç planları için Türkiye halkları feda edilecektir. Tayyip ve Abdullah ikilisi yanlarına Bülent’i de alarak (belki Ajda’yı da alırlar, yalakalıkta sınır tanımıyor ya) sığınağa girerken çocukları ABD’ye sığınacaktır.
4
GÜNDEM 7 Ekim 2011 / 20 Ekim 2011
Halk›n Sesi
Kimlik siyaseti, s›n›f siyaseti nas›l birleflir B
lok’un seçimlerde sağladığı başarının tüm demokratik toplumsal muhalefet öznelerini ortak bir mücadele hattında buluşturacak bir momenti sağladığı varsayımı, Türkiye sosyalist hareketinin Blok dışında kalan kesimlerinin (Halkevleri, ÖDP, TKP) Kongre Hareketine katılmamalarıyla pratikte yeterli karşılığı bulamadı. Tabii ki bu durum, Kongre Hareketi önerisinin yanlışlığının bir kanıtı değil. Ancak bu somut durumu, Halkevleri, ÖDP ve TKP’nin “dar grupçulukları”, “sorunlardan kaçarak varlıklarını sürdürme güdüsüyle hareket etmeleri” gibi basmakalıp suçlamalarla anlamaya ve anlatmaya çalışmak da bir o kadar yanlış. Kürt ulusal hareketinin, Kürt sorununun barışçı, demokratik ve onurlu çözümünü içeren bir “Türkiye siyasi alternatifi”nin gelişmesini istediğinden kuşku yok. Kürt siyasi hareketinin de içinde yer aldığı böylesi bir cephenin oluşturulması için, hareketin politik potansiyelini seferber etmeye istekli olduğu Ferda görülüyor. Türkiye sosyalist hareketinin Koç Kongre dışı kesiminin Kürt ferdakoc@ halkının demokratik taleplerine hotmail.com destek olmak ve yüz yüze olduğu saldırganlığa karşı etkin bir dayanışma gösterme isteğinde olduğu da gerçeğin diğer yüzünde yer alıyor. Peki, Türkiye sosyalist hareketi ile Kürt ulusal hareketi bu karşılıklı çabaya rağmen neden “kavuşamıyorlar”? Türkiye’deki ilerici muhalefet esas olarak neoliberal yeni sömürgecilik politikalarına karşı toplumsal ve politik direnişler ekseninde gelişmektedir. Kürt siyasi hareketi ise neoliberal yeni sömürgecilik politikalarının inşası sürecindeki zora dayalı toplumsal ve siyasi dışlanma zemininde ortaya çıkan ve Ortadoğu’daki “siyasi istikrarsızlık koşulları” içerisinde kendisine yer bulan bir ulusal direniş hareketidir. Her iki hareketin gelişme eksenlerindeki bu farklılık siyasal alana, “sınıf siyaseti” ile “kimlik siyaseti” arasındaki “uyuşmazlık” olarak yansımaktadır. Türkiye sosyalist hareketi bu “kavuşamama” durumunu, Kürt siyasi hareketinin sınıfsallıktan uzak durmasıyla izah ediyor. Kürt siyasi hareketi ise aynı durumun, Türkiye sosyalist hareketinin “ulusal sorunu sınıf sorununa veya emperyalizme bağımlılık sorununa indirgemesinden” kaynaklandığı inancında. “Ezilen ulus milliyetçiliği” ve “ezen ulus şovenizmi” bu değerlendirmeler zemininde yeniden üretiliyor ve her iki hareket arasındaki ıraksama bu zemin üzerinde “ideolojik üstyapısını” oluşturuyor. Karşımızdaki sorun, devrimci hareketin her devrinde görülen bir sorunudur. Ezilen ulusun kurtuluş mücadelesi, her zaman bir “ulusal kuruluş” sürecini beraberinde getirir ve ezilen ulusun devrimci sınıflarının toplumsal kurtuluş mücadelesinden özerk dinamiklere sahiptir. Ezilen ulusun, ulusallıkla tanımlanan “kurtuluş süreci” ile ezen ulusun devrimci sınıflarının politik gündemi ancak “devrimci durum”da örtüşür. Bu örtüşme anına kadar, “ezen ulus şovenizmi” ile “ezilen ulus milliyetçiliği” devrimci toplumsal güçleri birbirinden uzaklaştıran önemli bir sübjektif karşıtlık olarak devreye girer. “Devrimci politika”nın temel bir görevi de bu karşıtlığı çözmektir. Formül basittir: Ezen ulusun devrimcilerinin öncelikli görevi ezen ulus şovenizmine karşı mücadele, ezilen ulusun devrimcilerinin öncelikli görevi ise ezilen ulus milliyetçiliğine karşı mücadeledir. Lenin bu ilkeyi Çarlık Rusya’sına uygularken ezen ulus devrimcilerinin “ayrılma hakkını”, buna karşılık ezilen ulus devrimcilerinin “birliği” propaganda etmeleri gerektiğini söyler. Çarlık Rusya’sında ulusal sorun “bağımlı uluslar” sorunuydu. Türkiye’deki Kürt sorunu ise yeni sömürge kapitalizmi ile eklemlenen bir “ezilen halk sorunu”. Kürt sorunu yeni sömürge kapitalizminin “özsel bir bileşeni”dir ve neoliberal yeni sömürgecilik politikaları Kürt sorununu Türkiye’nin yeni sömürge kapitalizmi içerisinde yeniden yapılandırmıştır. Dolayısıyla Türkiye’de “ezen ulus devrimcilerinin ezen ulus şovenizmine karşı mücadele” görevini “ezilen ulusun ayrılma hakkının propagandası” ile tanımlamak mümkün değildir. Ezilen ulus içerisindeki milliyetçi eğilimlere karşı mücadele ihtiyacı da “gönüllü siyasi birlik” propagandası ile karşılanamaz. Neoliberal politikalar, ezilen toplumsal “kimlikleri” proleterleşme sürecinin yapı taşları haline getirmektedir. Kürtler, proleterleştirme sürecinin “mülksüzleştirme” evresini vahşi bir ulusal baskı siyaseti altında yaşamışlar ve önce zorla “dışlanmışlardır”. Dışlandıkları topluma “sürgün” ve “göçmen” olarak eklemlenmekten başka bir yol bırakılmayan Kürt emekçilerinin neoliberal emek pazarının “en altına” sürülme biçimleri de aynı ulusal baskı siyaseti ile beslenmiştir. “Dilsizlik”, “niteliksizlik” ve “göçmenlik”, emek pazarındaki Kürt’ün kaderini belirleyen “vasıfları”dır. Bu vasıfların ulusal baskının somut dışavurumları olduğu ise tartışma götürmez. Neoliberal yeni sömürge kapitalizmine karşı mücadelenin en önemli iki bileşeni “mülksüzleştirme/yoksullaştırmaya karşı mücadele” ile “güvencesiz çalıştırmaya karşı mücadele”dir ve bu mücadelenin programı Kürtlerin mülksüzleştirilme ve işçileştirilme özellikleri dışarıda bırakılarak kurulamaz. Bu nedenle, genel olarak “Türkiye halkının neoliberal yeni sömürge kapitalizmine karşı mücadelesi” ve özel olarak da “Türkiye işçi sınıfının kurtuluşu için mücadele”, “Kürtlerin mülksüzleştirilmesinin ve işçileştirilmesinin özel koşullarına karşı mücadelenin taleplerini” de içermelidir. Bu talepler, Kürtlerin zorla göç ettirildiği kentlerde, Kürt göçmenlerinin barınma, ulaşım, eğitim, sağlık, enerji gereksinimlerinin karşılanması için özel programların uygulanmasından, Kürt illerindeki toplumsal yıkımın sonuçlarını gidermeye yönelik idari reform, ekonomik inşa ve etkili bir kamu hizmeti programına kadar uzanır. Kürtlerin ezilen bir halk olmaktan çıkmak için ileriye sürecekleri taleplerin Türkiye toplumunun bütünü için bir özgürleşme programı olarak nasıl formüle edilebileceğini tartışmak ise öncelikle Kürt devrimcilerinin görevidir ve Demokratik Özerklik programı, bu yönde bir çabayı yansıtmaktadır. Ezen ve ezilen ulusun halklarının ilerici toplumsal muhalefetini ortak çatı altında bütünleştirebilmek için yukarıdaki bakış açısını somut mücadelelerde görünür hale getirmek zorunludur. Elbette bu “zorunluluk”, Türkiye’deki ilerici toplumsal güçlerin Kongre Hareketi’nin kuruluşuna katılabilmesinin bir “ön şartı” olarak ele alınmamalıdır. Kongre Hareketi, bu somut mücadele düzlemlerinin yaratılmasının zemini olarak da kurgulanabilir. Yeter ki meram edilsin…
Önce imha sonra müzakere “
Terörle mücadeleden vazgeçmeyiz. Hudut birlikleri kurulduğu zaman çok daha rahatlayacağız. Mart, Nisan gibi 5 bin 100 kişilik ilk grubun eğitimi tamamlanacak. Bunlar sözleşmeli görevleri süresince aynı yerde görev yapacaklar. Araziyi, halkı tanıyacaklar. Dolayısıyla etkin mücadele olacak. Şehirlerde de özel harekâtçıların sayısını artırıyoruz. Buna karşılık, terör örgütüyle mücadele sürerken, siyasi alanda da müzakerelerimiz sürecek.” (R. Tayyip Erdoğan 26 Eylül 2011 – New York dönüşü Başbakanlık uçağı) Çatışmalar devam ediyor, Eylül ayında onlarca polis ve asker, 12 Sivil çatışmalarda hayatını kaybetti. Blok listesinden meclise giren 30 milletvekili 1 Ekim’de TBMM Genel Kurulu’nda yemin ederek Meclis’e döndü. Eylül ayı içinde, aralarında 5 belediye başkanı, 19 çocuk, 3 gazetecinin bulunduğu toplam 771 kişi KCK operasyonu kapsamında gözaltına alındı. Ekim ayının ilk haftasında aralarında Eğitim Sen ve İHD Batman Şube yöneticilerinin ve BDP’nin il ve ilçe yöneticileri ile genel başkan yardımcılarının da bulunduğu 200’e yakın kişi gözaltına alındı. 1 Ekim günü Makedonya ziyareti dönüşünde Erdoğan gazetecilere yaptığı açıklamada “Görüşmeler gerektiğinde tabii ki olur. MİT niye var? Bunun için var. Gerekirse git arkadaş gerekeni yap deriz” dedi.
TASF‹YE PLANINDA DE⁄‹fi‹KL‹K YOK Bu gelişmeler birbiriyle çelişkili görülse de, diyalog içindeki tarafların bir yandan konuşurken bir yandan da müzakere masasına daha güçlü oturmak için çatışması, müzakere süreçlerinin doğası gereği yaşanıyor. Yoksa AKP Kürt siyasi hareketini tasfiye edip Kürt halkını neoliberal-İslamcı sistemle bütünleştirme yönündeki uzun vadeli planını değiştirmiş değil.
Demirtaş böyle bir ortamda “olgun, uzlaşmacı ve çözüme dayalı tartışmalar yürütme” konusunda şüphe duyduklarını ifade etti. “Umut ediyorum ki, Türkiye büyük siyasi krizler yaşamadan kendi anayasasını cesaretle tartışacak ortamı yakalar” dedi. Demirtaş’ın açıklaması Kürt sorununa ilişkin dengelere eklenen ve son günlerdeki gelişmelere kaynaklık eden bir değişkene de işaret etti: Yeni anayasa yapma süreci.
Anayasa için uzlaflma söylemi benimsense de AKP’nin Kürt hareketini operasyonlarla mümkün olan en geri uzlaflma noktas›na raz› etmeye çal›flaca¤› ortada
Polis teflkilat›, M‹T, belli bafll› medya organlar›, yarg› ve AKP Kürt savafl›nda tek bir ordu gibi hareket ediyor Çatışmalar tüm şiddeti ile sürerken Erdoğan’ın “siyasette müzakere” açıklaması ve hemen ardından BDP’nin Meclise dönüş kararı Kürt sorununda yeniden barışçıl bir evreye girileceği yönünde beklentilerin dillendirilmesine neden oldu. Oysa yurtiçinde operasyonlar KCK davası kapsamında yaygınlaştırılıyor. Sadece 2-4 Ekim günlerinde BDP’nin Genel Merkez yöneticileri, İstanbul il ve ilçe örgütü yöneticileri, Mardin, İzmir, Siirt, Diyarbakır yöneticileri, Siirt ve Mardin’de çeşitli ilçe belediye başkanları, Özgür Gündem gazetesi çalışanları, çeşitli kitle örgütü yöneticilerinin bulunduğu 200’den fazla kişi gözaltına alındı. Sınırötesi operasyonlar hava
harekatı ile sürüyor. Genelkurmay 17 Ağustos – 20 Eylül tarihleri arasında 152 noktayı vurduğunu açıkladı. PKK eylül ayında TSKpolis tarafından 38 operasyon yapıldığını, kendilerinin ise 41 çatışma / eylem yaptığını açıkladı. Yaşanan saldırılarda 24 PKK’linin öldüğünü açıkladı. 5 Ekim’de TBMM Genel Kurulu’nda TSK’ya sınırötesi operasyon yetkisi veren tezkerenin süresi de uzatıldı.
‘KCK BUYSA BAfiKANI BEN‹M’ AKP’nin “terörle mücadele”de hız verdiği savaşla BDP, demokratik kurumları, sendika ve gazeteleri hedef alan baskın ve tutuklamalar yaparak demokratik alanı daraltıyor. Süren çatışmalar
ise yeni ölümleri beraberinde getiriyor. Erdoğan ise sınır noktalarında eğitimli askerli birliklerin kentlerde ise özel harekat polislerinin sayısının artacağını aktararak bundan sonra da çatışma ve baskının süreceğine işaret ediyor. Gözaltı ve operasyonlara tepki gösteren BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş 4 Ekim günü yaşanan gözaltıların ardından yaptığı açıklamayla operasyonun BDP’yi hedef aldığını şu sözlerle ifade etti: "Her gün arkadaşlarımız tutuklanıyor. KCK operasyonları adı altında PM üyelerimiz, belediye yöneticilerimiz, parti çalışanları tutuklanıyor. Eğer KCK buysa KCK'nın genel başkanı ben oluyorum. Çünkü tutukladıklarının tamamı BDP'li arkadaşlarımız”
AKP ve sermaye için esnek anayasa B
aşbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “2012’nin ilk yarısı içerisinde bu işi bitirelim istiyoruz” diyerek işaret ettiği hızlandırılmış yeni anayasa süreci meclisin 1 Ekim’de açılmasıyla başladı. AKP 9 yıllık iktidarı boyunca elde ettiği mevzileri kalıcı kazanımlara dönüştürmek için anayasa gibi bir sağlam kazığa ihtiyaç duyuyor. 2023 hazırlıklarına yeni anayasayla gönül huzuru ile girmeyi umut ettiğini söyleyeyen Erdoğan’ın sözlerini TBMM açılışı konuşması yapan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tamamladı. Gül, AKP’nin 2023 hedeflerini kolaylaştıracak bir anayasanın çerçevesini çizdiği konuşmasında, yeni anayasa için esneklik ve temel hak ve özgürlük kriterlerinin özellikle göz önüne alınmasını ve yeni anayasanın ideolojisinin olmamasını istedi. Gül’ün esneklik vurgusu çeşitli çevrelerde “Türk kimliği” ibareleri konusunda tartışılacak düzenlemeler olarak algılanırken, ‘ideolojisiz anayasa’ ifadesi farklı şekillerde yorumlandı. Bu ifade ile neyin kastedildiği AKP medyasında “herşeyin konuşulabilecek olması” ve “yeni bir başlangıç olması” bakımlarından bir tür “Tabula Rasa” (boş levha) olarak tarif edildi. “Esnek” ve “ideolojisiz anayasa” ifadeleri, AKP’nin, gerici-neoliberal politikalarının önüne çıkan her şeyi ideolojik ve katı olmakla suçlayacağı bir döneme girildiğine dair ipuçları olarak da değerlendirilebilir.
‘ANAYASA ‹Ç‹N DÖNDÜK’ Kürt hareketinin çözüm için sıraladığı temel şartlar seçim barajının kaldırılması, anadil hakkı, Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması, KCK tutuklularının serbest bırakılması ve Kürt kimliğinin anayasal güvence altına alınması veya anayasada yer alan yurttaşlık tanımlarının Türk kimliği odaklı olmamasıydı. Yeni Anayasa AKP’nin üçüncü dönem faaliyetlerinin ana hedefinde yer alıyor. AKP’nin müzakere açıklamalarının ve BDP’nin Meclis’e dönüşünün de bir barış süreci için doğrudan atılmış adımlardan çok yeni anayasa sürecine yönelik hesaplar gözetilerek gündeme geldiği anlaşılıyor. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın Meclis’e döndükleri 1 Ekim günü yaptığı açıklamada “Mücadele adına Meclis'e giriyoruz. Kurucu Meclis ruhuyla Türkiye'nin hak ettiği sivil bir anayasaya kavuşacağı bir Türkiye yaratmak adına Meclis'e giriyoruz” sözleri de BDP’nin dönüşünün, anayasa çalışmalarında Kürt hareketinin müdahil olabilmesi için atılmış bir adım olduğu görüşünü doğruluyor. Anayasa sürecinin uzlaşmayı öne çıkarma ihtiyacına rağmen AKP’nin Kürt hareketini “siyasi soykırım”a varan operasyonlarla mümkün olan en geri uzlaşma noktasına razı etmeye çalışacağı bunun için de savaşın toplumsal yıkımını büyütmekten çekinmeyeceği netleşiyor.
Deniz Feneri rövanşı mı? T
“Esnek”liğin sermaye üzerindeki kısıtlamaların kaldırılmasının, “ideolojik”liğin de egemen sınıf ideolojisine ters düşen görüşlerin suçlulaştırılmasının kodları olması bu değerlendirmeyi destekliyor. Öte yandan AKP, MHP ve CHP ile görüşerek “sivil anayasa” için Uzlaşma Komisyonu’na 3’er üye katılmasını istedi. MHP’den Faruk Bal, Tunca Toskay ve Oktay Öztürk; CHP’den Atilla Kart, Rıza Türmen ve Süheyl Batum; AKP’den Mehmet Ali Şahin, Ahmet İyimaya ve Mustafa Şentop’un isimleri Uzlaşma Komisyonu’nda geçerken, AKP-BDP
görüşmesi henüz gerçekleşmedi. AKP’ye 10 Ekim tarihine randevu veren BDP, anayasa çalışmaları için güçlü bir barış iradesinin ortaya çıkarılmasının ön şart olduğunu vurguluyor. İlk meclis grup toplantısında konuşan BDP Eşbaşkanı Gülten Kışanak, “Güçlü bir barış iradesi ortaya çıkmadan, demokratikleşme, düşünce, örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmadan anayasa çalışmalarından bir sonuç almak çok da mümkün değil” diye konuştu. Kışanak, “demokrasicilik” oynamayacaklarını vurguladı.
Karakutuda neler var? p BP lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun öldüğü kaza ile ilgili tartışmalar, Abdullah Gül’ün olaydan üç yıl sonra yaptığı açıklamalar ile yeniden alevlendi. Ancak zamanlama dikkat çekici. Gül’ün açıklamasından birkaç gün önce, Hrant Dink davasında savcı, esas hakkındaki mütalaasını açıklamıştı: "Eylemin ... iştirak halinde ve süreklilik içerisinde çalışan, gizlilik ve örgütsel hiyerarşiye özen gösteren ... Ergenekon terör örgütünün Trabzon hücre yapılanması
tarafından işlenmiş olduğu değerlendirilmektedir." Böylece Dink cinayeti, Danıştay baskını ve Zirve Yayınevi cinayeti “AKP'ye karşı vesayetin derin odaklarının bir hamlesi” olarak Ergenekon çuvalına atıldı. Oysa, biliniyor ki, Dink’i öldüren Ogün Samast’ın, azmettiricisi Yasin Hayal’in ve polis muhbiri Erhan Tuncel’in BBP ile ilişkisi vardı. Danıştay cinayetini işleyen Alparslan Arslan’ın da yolu BBP gençlik teşkilatlarından geçmişti. Keza, Zirve Yayınevi katliamı
sanıklarından Emre Günaydın da Alperen Ocakları çevresinden. Bütün bu davalar Ergenekon’la ilişkilendirilirken sanıkların BBP ilişkileri gündemleştirilmedi ve bu ilişkiler ağının içindeki BBP’ye hiç ilişilmedi. Kontrgerilla emektarlarından Yazıcıoğlu kuşkusuz, son dönemde AKP ile omuz omuza veren partisinin bu icraatlarından da haberdardı. O tartışmalı karakutuda AKP’nin aslında ortaya çıkmasını istemediği bu gerçekler de vardı.
ayyip Erdoğan’ın fitilini ateşlediği Alman vakıflar tartışması Kürt düşmanlığı üzerinden yükseltilerek iç hesaplaşmalarda koz olarak kullanılıyor. Erdoğan’ın bu çıkışında Deniz Feneri e.V. davasının yol açtığı kuyruk acısı var. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Makedonya gezisi dönüşünde uçaktaki gazetecilere fısıldadığı “Alman vakıflar PKK’ye yardım ediyor” sözleri en az on yıllık bir tartışmayı yeniden alevlendirdi. Bu vakıfların BDP’li belediyelere de yardım ettiğini söyleyerek yeni bir hamle yapan Erdoğan daha sonra sözlerinin cımbızlandığını söyledi ve bu iddiaların kendisi tarafından ortaya atılmadığını, iddiaların yıllardan beri zaman zaman gündeme geldiğini savundu. Erdoğan PKK’ye yardım ettiğini öne sürdüğü vakıflara dair daha fazla bir bilgi vermedi. Durum böyle olunca da medyada Alman vakfı avı başlamış oldu. Erdoğan’ın iki gün sonra, 3 Ekim’de yaptığı “düzeltme” konuşmasında dillendirdiği “bu vakıflar daha önce de bu tip girişimlerde bulunmuşlardı” sözleri, vakıflara ilişkin tahmin ve yorumlara ırkçılığa varan boyutlar kazandırdı. Alman vakıflara dair ortaya atılan iddiaların ortasına CHP itina ile yerleştirildi. Erdoğan açıklamalarında CHP’li bazı büyük belediyelerin de bu vakıflardan yardım aldığını söyleyerek, Kemal Kılıçdaroğlu’na belediyelerine sahip çıkmasını salık verdi. PKK, BDP ve CHP’yi bir arada anarak Kürt düşmanlığı üzerinden CHP’yi vurmaya çalışan Erdoğan’ın, söz konusu vakıfların AKP’li belediyelerle de ilişkide olduğunu öğrendiğinde danışmanlarını ne şekilde fırçaladığı merak konusu. Ancak Erdoğan’ın hem Almanya’yı, hem BDP’yi, hem CHP’yi hedef alan bu özensiz çıkışının altında yatan bir nedeninin de Deniz Feneri soruşturması olduğu aşikar. Bilindiği gibi Almanya’da başlayan Deniz Feneri e.V. soruşturması AKP’nin başını fazlaca ağrıtmıştı. CHP de bu süreçte aktif bir rol oynamış, Alman savcılığından alınan “kırmızı dosya” uzun süre gündem olmuştu.
5
DÜNYA 7 Ekim 2011 / 20 Ekim 2011
Halk›n Sesi
Wall Street’te ‘bahar’ rüzgarı K
üresel ekonomik kriz halklar üzerindeki etkisini daha derinden hissettirmeye başladıkça, krizin sorumlularına karşı tepkiler de yükselmeye başladı. ABD’de Mortgage Krizi olarak da bilinen krizin ardından başlayan ekonomik durgunluk geniş kitlelerde memnuniyetsizlik yaratmıştı. Adaletsizliğe işaret eden söylemler ile birlikte tepkiler geniş eylemlere dönüşüyor. YÜZLERCE K‹fi‹ GÖZALTINDA ABD’nin New York kentinde finans kapitalin merkezi olan Wall Street’te “Occupy Wall Street (Wall Street’i işgal)” tarafında 20 gündür sürdürülen kamp eylemi 2 Ekim günü yeni bir boyut kazandı. Protestolarını Brooklyn Köprüsü’ne taşıyarak taleplerini duyurmak isteyen binlerce kişiye polis saldırdı. 700 kişinin gözaltına alındığı saldırı sonrasında eylemler ABD’nin dört bir yanına yayıldı. Washington, San Francisco, Los Angeles, Boston, Denver ve Chicago’da binlerce kişi sokağa döküldü. 17 Eylül’den bu yana dünya çapındaki ekonomik krizin ve yoksulluğun sorumlusu olarak gösterdikleri Wall Street’te eylemde olan binlerce kişi, 2 Ekim günü kamplarını kurdukları Zuccotti Parkı’ndan Brooklyn Köprüsü’ne doğru yürüyüşe geçti. Brooklyn Köprüsü üstünde önleri polis tarafından kesilen eylemciler, bunun üzerine oturma eylemine başladı. Ancak polisin eylemcilere müdahalesi sert oldu. Kol kola girerek pasif direniş sergileyen eylemcilere saldıran polis 700 kişiyi gözaltına aldı. Saatler süren gözaltı işleminde yaralananlar da oldu.
D
TOPLUMSAL MUHALEFETTEN DESTEK “Wall Street’i işgal” hareketinin özellikle banka ve finans kurumlarına karşı geliştirdiği “Amerikalıların aşırı zengin yüzde 1’ine karşı kalan yüzde 99’u temsil ediyoruz” sloganı geniş halk kitlelerinde karşılık bulmaya başladı. İşsizlik, yoksulluk, sosyal güvencenin tahrip edilmesi ve göçmen hakları konularında da devlet politikasına karşı çıkan eylemcilere en büyük destek sendikalardan geliyor. Sendikalar, peşi sıra “Wall Street’i işgal” grubuna açıktan destek verdiklerini duyurdular. Sendikaların dışında göçmen örgütleri ve çok sayıda demokratik kitle örgütü de eylemlerin devamını talep ediyor.
ünyanın dört bir yanındaki protestolar dünya finans sisteminin merkezi Wall Street’e sıçradı. Kapitalizmin kalbinde artık ‘işgal’ sesleri yükseliyor
TEPK‹ NEW YORK’A SI⁄MADI Brooklyn Köprüsü’ndeki saldırının ve gözaltıların haber alınmasının ardından arkadaşlarını Wall Street’teki Zuccotti Parkı’nda bekleyenler bir açıklama gerçekleştirdi. “Bizler her milletten, her cinsten, her inançtanız. Bizler çoğunluğuz. Toplumun da yüzde 99’uyuz. Daha fazla sessiz kalmayacağız” diyen eylemciler mücadeleye devam çağrısı yaptı. ABD’nin dört bir yanında
gerçekleşen eylemler de geniş yankı uyandırdı. Boston’da Bank Of America’nın genel merkezi önünde yapılan eylem, bankanın işgal edilmesine dönüştü. Binaya giren eylemcilere polisin müdahale etmesi sonucunda uzun süreli çatışmalar yaşandı, 25 kişi ise gözaltına alındı. San Francisco’da “Wall Street’i İşgal” adlı harekete destek amacıyla yüzlerce kişi Chase Bankası’nın eyalet şubesi önünde buluşurken, başkent
Washington’da binlerce kişinin katılımıyla yapılan eylemde ABD Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke’nin istifası ve tutuklanması talep edildi. Los Angeles’ta yaklaşık 3 bin kişi “Dolar değil insan”, “Şirketler insan değil”, “Artık uyan” ve “Televizyonlar yalan söylüyor” pankartlarıyla yürüyüşler gerçekleştirdi. Albuqerque, Denver ve Chicago’da da yüzlerce kişinin katıldığı protestolar gerçekleştirildi.
EYLEMLER SEÇ‹MLER‹ ETK‹LEYECEK Wall Street eylemleri şimdilik Beyaz Saray’ı ve finans kuruluşlarını derinden etkileyecek güce sahip olmasa da 2 Ekim sonrasında tepkinin yayılması ve büyümesi önemli bir noktaya işaret ediyor. İşsiz sayısının 14 milyon olduğu ülkede eylemlerin sürekliliği ve yaygınlığının başkanlık seçimlerini etkilemesine kesin gözüyle bakılıyor. ABD’de 2012 yılında gerçekleşecek başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti’nin adayı yine Barack Obama olacak. Ancak Demokrat Parti yöneticileri yine de endişelenmiş durumda. Çünkü Wall Street’te başlayan ve çok sayıda eyalete yayılan eylemleri gerçekleştiren taban, partinin ‘doğal oy kitlesi’ olarak tanımlanıyor. Cumhuriyetçi Parti yetkilileri ise eylemleri ABD için tehdit ve tehlike olarak görüyor.
‘Doğa’sında direniş var B
olivya’da Amazon ormanlarından geçmesi planlanan 300 kilometrelik otobana karşı başkaldıran yerliler devlet başkanı Evo Morales’e geri adım attırdı. 15 Ağustos’ta Trinidad’tan yürüyüşe geçen yerliler polisin tüm baskı ve saldırılarına rağmen geri adım atmamış ve başkent La Paz’a doğru yürüyüşlerine devam etmişlerdi. Yerlilerin Isiboro Secure Milli Parkı Yerli Toprakları’ndan (TIPNIS) geçmesi planlanan otobana karşı yürüyüşlerine 25 Eylül’de polis şiddetli bir biçimde saldırdı. Saldırıda beş yüzden fazla kişi gözaltına alınırken, üç aylık bir bebek hayatını kaybetti. Sonrasında çıkan çatışmalarda yerliler barikat kurup yolları kapatınca gözaltına alınanlar serbest bırakıldı. Bu olay üzerine Savunma Bakanı Cecilia Chacon polis saldırısını kınayan bir açıklama yaparak görevinden istifa etti. Bu istifanın hemen ardından İçişleri Bakanı Sacha Llorenti gelen yoğun tepkiler nedeniyle istifasını verdi.
rap coğrafyasını alt üst eden halk isyanları ve isyanların etkileri sürüyor. İsyanların başlangıç noktası Tunus’ta halk bu ay yapılacak olan genel seçimleri bekliyor. 23 Ekim’de yapılacak olan seçimlere 110 siyasi partinin katılması bekleniyor. Bunların yarısının seçimlere bağımsız adaylarla gireceği belirtiliyor. Seçime katılacak bağımsız adaylar toplam adayların yüzde kırkını oluşturuyor. Seçimlerden sonra Tunus’un ilk gündemi yeni anayasa hazırlıkları olacak. Bahreyn’de iki yüzyıldır iktidarda olan hanedana isyan edenlere ağır hapis cezaları veriliyor. İsyanda öncü rol oynayan 8 muhalif müebbet hapis cezasına çarptırılırken gösterilere katılan 36 kişiye de 15 ile 25 yıl arasında değişen hapis cezaları verildi. Ayrıca eylemlere katıldığı için 20 hekime de 15 yıla kadar hapis cezaları verildi.
Fas’ta kralın yetkilerinin kısıtlanması talebiyle halk yine sokaklara döküldü. “Daha fazla sosyal adalet” talebiyle eylemlere devam eden Faslılar referandumla kabul edilen “reform”ların devam etmesini istiyorlar. Eylemler devam ederken halk bir yandan da kasımda yapılacak olan genel seçimlere hazırlanıyor. MISIR ‹SYANDA 18 gün süren isyanla Mübarek rejimini deviren Mısırlılar verilen sözlerin yerine getirilmesi için meydanları dolduruyor. Emekçiler grevlerle hakları için mücadele verirken, Mübarek devrilirken askeri yönetim tarafından verilen sözlerin hesabı soruluyor. Askeri yönetime son verilmesini isteyen Mısırlılar Tahrir Meydanı başta olmak üzere tüm Mısır’da özgür bir Mısır için mücadele etmeye devam ediyor.
DÜNYA HES’E KARfiI Bolivya’da çevre felaketi direnişle önlenirken Brezilya ve Mynmar’dan da HES karşıtı mücadeleden kazanım haberleri geldi. Brezilya’da yapımı süren dünyanın en üçüncü büyük HES projesi durduruldu. Mahkeme yapılacak olan barajın Amazon’un kolu olan Xingu Nehri’ndeki balıkçılık faaliyetlerine zarar vereceğini belirterek projenin durdurulmasına karar verdi. Hükümet karara itiraz edeceğini açıkladı. Projenin en az 40 bin kişiyi göçe zorlayacağı ifade ediliyor. Proje daha önce de mahkeme tarafından durdurulmuş ancak yüksek mahkeme kararı iptal etmişti. Mynmar’da da Devlet Başkanı Thein Sein Çin tarafından finanse edilen Kachin bölgesindeki HES projesinin askıya alındığını açıkladı. Ülkenin en büyük nehri İrrawaddy üzerinde yapılmak istenen HES’e halktan yoğun tepki gelmiş ve on binlerce kişinin katıldığı eylemler düzenlenmişti.
Suriye’ye Libya gömleği
Halen ‘bahar’ A
Yerlilerin yürüyüşüne başkent La Paz’da düzenlenen eylemlerle desteklendi. Hükümet eylemlerin dışarıdan organize edildiğini ve yerli eylemlerinin hükümet karşıtı bir nitelik kazandığını savundu. 25 Eylül’de yaşanan çatışmadan sonra Bolivya’nın ilk yerli devlet başkanı olan Evo Morales otoban projesinin ertelendiğini açıkladı. Morales geri adım atsa da yerliler onu ihanetle suçluyor. Morales daha önce de yerlilerle karşı karşıya gelmiş ve her seferinde benzer söylemlerle geri adım atmıştı. Yapılması planlanan otoban Brezilya tarafından finanse edilecek ve Brezilya’yı Pasifik limanlarına bağlayacaktı. Otobana karşı mücadele eden örgütler, yolun yapılması halinde, el değmemiş arazilerin kerestecilik, petrol ve maden aramaya ve büyük ölçekli endüstriyel ve tarımsal işletmelere açılacağını belirtiyorlar. Yapılan çalışmalara göre otobanın yapılması halinde parkın %64’ü 2030’a kadar ormansızlaştırılmış olacak.
amaçladığını duyurdu.
E
mperyalistler Libya’da diktikleri gömleği Suriye’ye de giydirme derdinde. Libya’da Kaddafi rejimine karşı bir yandan muhaliflere para ve silah yardımı yapan emperyalist ülkeler, bir yandan da Ulusal Geçiş Konseyi adı altında yeni rejimi tesis etme yoluna gitmişti. Benzer bir süreç Suriye için de işletilmeye başlandı. Aylardır Beşar Esad’a yapılan halkına kulak vermesi çağrısı, yerini Libya’dakine benzer bir Suriye Ulusal Geçiş Konseyi’ne bırakıyor. 15 Eylül’de İstanbul’da kurulan konsey, kendisini Suriye’deki devrimin yasal
Krize karşı genel grev
temsilcisi ilan etti. Müslüman Kardeşler’in, liberallerin, Kürtlerin ve Süryanilerin bulunduğu Ulusal Geçiş Konseyi’nin başkanlığına liberal kanadı temsilen Burhan Galyun getirildi. Başkan yardımcılığını alan Müslüman
Kardeşler ise 3 ay sonra başkanlığı alacak. Meclis, meşru yollarla rejimin düşürülmesini, devlet kurumlarının korunmasını, milli bütünlüğün korunmasını, demokratik, çoğulcu ve sivil bir devlet kurulmasını
Yunanistan’da emekçilerin “kemer s›kma paketleri”ne karfl› mücadelesi sürüyor. Papandreu hükümetinin IMF ve AB’nin dayatt›¤› ekonomi politikalar›n› uygulamas›na karfl› ç›kan yüzbinlerce Yunanistanl› her gün sokaklar› dolduruyor. Hükümetin uygulad›¤› iflten ç›karma, ücretleri azaltma gibi politikalara direnen emekçiler 5 ve 19 Ekim’de grev karar› ald›. 5 Ekim’de kamu çal›flanlar›n›n, 19 Ekim’de de tüm emekçilerin genel greve gidece¤ini aç›klayan sendikalara ö¤renciler de destek veriyor. Ö¤renciler 26 Eylül’de devlet televiz-
YAPTIRIMA VETO Ulusal Geçiş Konseyi’nin kendini meşrulaştırma çabası sürerken, emperyalistler müdahalelerini meşru kılamıyor. ABD ve Avrupa ülkelerinin önerisiyle hazırlanan ve Suriye’ye yaptırım öngören tasarı Birleşmiş Milletler’de Rusya ve Çin’in vetoları ile reddedildi. Suriye konusunda Libya’da düştüğü hatayı tekrarlamak istemeyen Tayyip Erdoğan’ın ise 9 Ekim’de gideceği Antakya’da Suriye’ye yaptırım kararlarını açıklaması bekleniyor.
yonu NET’i iflgal ederken üç gün sonra da emekçiler ‹çiflleri, Adalet, Maliye, Sa¤l›k ve Tar›m Kalk›nma bakanl›klar›n› iflgal ederek neoliberal y›k›m politikalar›n›n durdurulmas›n› talep etti. 5 Ekim’de kamu çal›flanlar›n›n grevi nedeniyle tüm kamu hizmetleri durma noktas›na geldi. Ayn› gün hava kontrolörlerinin yapt›¤› grev nedeniyle hava trafi¤i aksad›. IMF’nin verece¤i 8 milyar Euro’luk yard›m› alabilmek için neoliberal politikalar› uygulamakta ›srar eden Yunan hükümetine karfl› en büyük uyar›n›n 19 Ekim’deki genel grevde verilece¤i ifade ediliyor.
7
iklim 5 kıta
K›br›s’ta üretici sokakta
K
uzey Kıbrıs, hükümetin hayvancılık ve tarımla uğraşan kesimleri ciddiye almaması üzerine eylem yerine döndü. 3 Ekim’de bir araya gelen hayvan yetiştiricileri, hükümet politikalarının sorunlarını çözmediğini söyleyerek “Artık konuşacak bir şey kalmadı. Süresiz eyleme çıkıyoruz” dediler. Limon üreticileri de bir yıldan fazla süredir ürün bedellerini alamadıklarını belirterek eylemdeydi. Limon üreticileri haklarını alamadıkları takdirde her türlü eyleme başvuracaklarını da ifade ettiler.
Cameron’un ensesindeler
İ
ngiltere halkı kamusal reform paketleri ile ekonomik krizin faturasını halka kesmeye çalışan Başbakan David Cameron’a karşı sesini yükseltmeye başladı. İşçi Sendikaları Kongresi’nin çağrısıyla bir araya gelen on binlerce emekçi, “Birleş ve Savaş” diyerek Manchester’de bulunan Cameron’u protesto etti. Emekçiler yaptıkları açıklamada “Kapitalizm sınırlarına dayandı. Savaşmayanın kaybedeceği kesindir. Şimdi isyan ve hükümeti devirme zamanıdır” dedi. Öte yandan Kamu Hizmetleri Sendikası, tüm emekçileri 30 Kasım’da genel greve çağırdı.
Otomobil ‘serbest’ kald›
K
üba’da Raul Castro’nun devlet başkanlığına gelmesinden bu yana süren değişimlere bir yenisi eklendi. Küba meclisi tarafından kabul edilen bir yasal değişiklikle ülkede otomobil alım-satımı serbest hale geldi. İsteyen herkes adada bulunan otomobilleri serbestçe alıp satabilecek. Otomobil ithal etme yetkisi ise sadece devletten izin alan kişilere verildi. Yeni yasaya göre edinilebilecek maksimum otomobil sayısı iki olarak belirlendi. Ülkede 1959’da gerçekleşen devrimden bu yana otomobil alım-satımı yasaktı.
Müzakere ve grev
Ş
ili’de mayıs ayından beri devam eden öğrenci eylemleri devam ediyor. Eğitim sistemindeki neoliberal dönüşüme karşı sokaklara çıkan öğrenciler Pinochet diktatörlüğünün yıkılmasından bu yana ülkedeki en büyük sokak hareketini sürdürürken, gittikçe köşeye sıkışan hükümet öğrencilerden müzakere talebinde bulundu. Öğrencilerin, talebi kabul etmesiyle 28 Eylül’de masaya oturan taraflar arasında bir anlaşma sağlanamadı. Öğrenciler eylemlerine devam ederken, lise öğretmenleri tarafından 4 Ekim’de grev yapıldı. Şili’de öğretmenler de neoliberal politikaların eğitimde getirdiği yıkıma karşı mücadele ediyor.
6
İNSANCA YAŞAM 7 Ekim 2011 / 20 Ekim 2011
Halk›n Sesi
AKP’nin yolu çöktü Ferhat’›nki ayakta Biz Ferhat’ız” diyordu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 12 Haziran seçimleri öncesinde başladığı Karadeniz gezisinde, duble yollardan söz ederken. Efsaneye göre Ferhat, sevdiği Şirin’e kavuşmak için şimdiki Amasya’nın olduğu bölgede kente su getirmek için vurur kazmayı kayalara. Külüngünün altında kalıp can verse de Ferhat’ın deldiği dağlardan gelen su halka hayat verir ve efsane dilden dile anlatılır. Evet, Tayyip de Ferhat gibi, su getirdi Karadeniz dağlarından kentlere, ancak kontrolsüz bir biçimde. Bundan binlerce yıl önce dağları delip suyolu yapan ustalar modern matematik bilgisinden ve teknolojiden yoksun bir şekilde yaptılar yollarını. Bin yıllar öncesinin ustalarının hassasiyetleri, getirdikleri sudan herkesin faydalanması ve suyun başına herhangi bir zeval gelmemesi ya da suyun taşkınlara yol açacak şekilde halkı mağdur etmemesi idi. AKP döneminde gerçekleştirilen Karadeniz Sahil Yolu Projesi, Gökçek’in köprülü kavşakları, AKP’nin Alp Tekin duble yolları ustaların binlerce Babaç yıl öncesinden bıraktıkları mimari mirasa kara leke sürüatb@ yor. sendika.org 2002’den beri yapılan yollar neredeyse her sene onarılmak zorunda kalıyor. Çünkü, yeni bir yol inşası yok, sadece basit bir yol genişletme çalışması yapılıyor. AKP döneminde, yılda 2 bin kilometre bölünmüş yol yapılıyor ancak her yıl 18 bin kilometre asfalt tamiri yapılıyor. Örneğin, Avrupa ülkelerinin çoğunda olduğu gibi, yollarda ağırlıklı olarak beton kullanılmış olsaydı, hem daha az petrol ithal edilecekti hem de yollar 20 kat daha dayanıklı olacaktı. Başbakan Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı dönemindeki militan kadrosu (Binali Yıldırım, Veysel Eroğlu, Erdoğan Bayraktar) ülkenin can damarlarından biri olan ulaşım ve kentleşme politikalarını belirliyor. Üstelik bu politikalar mimar, mühendis ve şehir plancılarının uyarıları dikkate alınmadan yapılıyor. Bunun tipik bir örneği olan Karadeniz Sahil Yolu 7 Nisan 2007’de Tayip Erdoğan tarafından resmen açıldı. 1987’de inşasına başlanılan yol kısım kısım bitirildi. AKP’li ekonomistler yolun bölünmüş yol (duble yol) haline getirilmesi ile ülke ekonomisine 2007 vergisiz fiyatlarıyla yıllık toplam 552 milyon 299 bin 112 lira katkı sağlanacağını bildirdi. Karadeniz Sahil Yolu inşaatının başladığı 1987’den sonra Rize, Ordu, Artvin, Trabzon ve Giresun’da meydana gelen sellerde 336 kişi hayatını kaybetti. Karadeniz Sahil Yolu resmen açıldıktan sonra meydana gelen sellerde ise 22’si Ordu, Giresun ve Rize’de; 10’u Artvin’de olmak üzere 32 kişi yaşamını yitirdi. Karadeniz Sahil Yolu ile direk bağlantılı seller genel olarak Ordu, Trabzon, Giresun ve Rize’de yoğunlaşmaktadır. Bu yüzden Artvin’de meydana gelen selleri, 22 Temmuz 2009 ile 28 Temmuz 2008’de Rize’de meydana gelen selleri ve buna benzer daha çok iç kesimlerden meydana gelen selleri ayrı değerlendirmek gerekir. 22 Temmuz ve 28 Temmuz’da HES inşaatları sebebiyle yapılan istinat duvarları ve derelere boşaltılan molozlar sebebiyle oluşan selde çok sayıda ev ve işyerini su basmıştı. 2007’den sonra Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki kentlerde her yıl bir veya iki defa meydana gelen seller sonucunda 10 binlerce ev ve işyeri kullanılmaz hale geldi. Bu sellerin hemen hemen hepsinde Karadeniz Sahil Yolu’nun kentlerin göle dönmesindeki büyük etkisi defalarca saptandı. 1929’dan bu yana meydana gelen sellerde ise toplam 582 kişi hayatını kaybetti. Bölgede meydana gelen ve can kaybına yol açmayan sellerin ortalama maddi bilançosu 800 bin ile 1 milyon lira arasında değişti. Yüzden fazla evin hasar gördüğü bu ortalama her yıl bir ya da iki defa olan bir durum- sellerdeki ortalama hasar ise 50 milyon liranın üzerinde oluyor. “Rizeli hemşerim en büyük sorununuz nedir?” Herkes “Çay alım fiyatları” diye bağırırken Tayyip Erdoğan “Evet, Ovit Dağı Tüneli” diyebiliyordu. Ulaşıma ve kent politikalarına kâr amacını önde tutarak yaşanabilirlik ve halka hizmet kriterlerinden bakmayan kişinin göreceği tabii ki Ovit Dağı Tüneli, Karadeniz Otoyolu’nun ekonomik getirisi, yıkılmayı bekleyen gecekondular, yağmalanmayı bekleyen İstanbul’un kuzey ormanları olur; göremedikleri görmeyeceği de TMMOB’nin Karadeniz Otoyolu’na dair uyarıları, halkın barınma, temiz çevre, ulaşım ve yaşam hakkı olacaktır.
“
Bursa zamma sessiz kalmadı D
oğalgaza yüzde 15, elektriğe ise yüzde 10 oranında zam yapılmasına Bursa Halkevleri’nden tepki geldi. 2 Ekim günü Setbaşı Mahfel önünde buluşan Halkevleri üyeleri Orhangazi Parkı’na kadar bir yürüyüş gerçekleştirdi. Maaşlara yapılan zamlar yüzde 5’i geçmezken, enerjiye yapılan zamların yüzde 1015’lerin altına inmediğini söyleyen Halkevciler, herkesi zamlara karşı tepki göstermeye davet etti. Orhangazi Parkı’nda gerçekleşen basın açıklamasını Bursa Halkevi Başkanı Suna Acar okudu. Zamların gerekçesinin, yetkililerin açıkladığı gibi döviz fiyatları olmadığını bildiklerini söyleyen Acar, asıl gerekçenin enerji tesislerini satın alan sermayedarların kâr paylarını kollamak olduğunu ifade etti. Kamu hizmetlerinden kâr elde edilemeyeceğini belirten Acar, en temel hakları talan etmekte usta olan AKP’nin halka zarar olduğunu vurguladı, zamların geri çekilmesini talep etti.
RANT CEPHES‹ HAK MÜCADELES‹NE KARfiI BULUfiTU
Öztürk’ün barınma hakkı korkusu A
dana Seyhan Belediyesi’nin Barış ve İsmetpaşa mahallelerinde uygulamaya koyduğu kentsel dönüşüm projesine karşı mahallelilerin barınma hakkına sahip çıkması belediye başkanı Azim Öztürk’ü endişelendirdi. Adana Halkevi’nin ve TMMOB’a bağlı odaların da destek verdiği barınma mücadelesine karşı projeyi meşrulaştırmak isteyen Öztürk, projenin rantından nemalanacak çevrelerden destek ziyaretleri alıyor.
S
eyhan Belediye Başkanı Azim Öztürk, kentsel dönüşüm projesini yürüttüğü Barış ve İsmetpaşa mahallelerinde halkın barınma hakkına sahip çıkması karşısında rantçılarla cephe kurdu Erdoğan’ın seçim öncesi Adana’da açıkladığı ‘çılgın projeler’ arasında yer alan kentsel dönüşüm çalışması, Türkiye’nin en büyük projeleri arasında. Adana Halkevi, İnşaat Mühendisleri Odası, Şehir Plancıları Odası ve Mimarlar Odası’nın da barınma hakkı mücadelesine omuz vermesi ile birlikte bölgede Barınma Hakkı Bürosu kurulması için adımlar atılmıştı. 18 Eylül’de 400 kişilik bir toplantı yapan mahalleliler oylama sonucu projeyi reddetmişler ve mücadelelerinde ilk adımı atmışlardı. 20 Eylül’de ise belediye başkanı ile görüşmek amacıyla belediyeye giden yaklaşık 150 mahalleliye önce zabıta, sonra çevik kuvvet saldırmış, 5 kişi gözaltına alınmıştı.
İLK ZİYARET BÜYÜKŞEHİRDEN Azim Öztürk’e ilk destek ziyareti Adana Büyükşehir Belediyesi Başkanvekili Zihni Aldırmaz tarafından gerçekleştirildi. Halkın proje bilgilendirme toplantısında yaptığı eylemi provokasyon olarak niteleyen Aldırmaz, hem destek hem de geçmiş olsun ziyaretinde bulunduğunu söyledi. Kentsel dönüşümün şehirlerin gelişiminde hayati önemde olduğunu öne süren Aldırmaz, kent merkezinde ve ilçelerde gerçekleşecek tüm girişimlerde işbirliğine hazır olduklarını da söyledi. AKP, CHP, MHP’DEN TAM DESTEK Seyhan Belediye Başkanı’na ikinci ziyaret 23 Eylül’de belediye meclis üyelerince yapıldı. AKP, CHP, MHP ve BDP’li üyelerin destek ziyaretinde tablolar ve sinevizyon eşliğinde proje tanıtıldı. Tanıtımın ardından düzenlenen çay kokteylinde dört parti temsilcisi de kentsel dönüşüm projesini doğru bulduklarını ve desteklediklerini ifade ettiler. AKP’nin desteği ise bununla sınırlı kalmadı. Adana İl ve Seyhan İlçe teşkilatları
Öztürk 18 Eylül’de Bar›nma Hakk› Bürosu’ndan bir gençle tart›fl›rken başkanları 26 Eylül günü Öztürk’ü makamında ziyaret etti. Partilerinin TOKİ ile birlikte ülkenin dört bir yanında yürüttüğü projeleri öven AKP’liler iki mahallede başlayan sürecin tüm Adana’ya yayılmasını temenni ettiler. 5 Ekim günü ise Seyhan Belediyesi yönetimi, AKP İl Başkanlığı’na iade-i ziyaret gerçekleştirdi. EMLAKÇILAR VE MUHTARLAR RANT PEŞİNDE Seyhan Belediyesi’ne ziyaretler
gerçekleştirenlerin rant derdi de dikkat çekici. 26 Eylül’de Azim Öztürk’ü makamında ziyaret eden kurumlardan birisi Adana Emlakçılar Esnaf Odası. Emlakçılar adına konuşan Ülkü Açar, bölgede çalışmaların başlamasından dolayı memnuniyetlerini sunarak projeyi sonuna kadar desteklediklerini belirtti. Belediye tarafından ‘Adanalı muhtarlar’ olarak tanımlanan bir grup muhtar da aynı gün Öztürk’ün yanındaydı. Türkiye Köy ve Mahalli İdareleri Muhtarlar
Derneği Genel Başkan Yardımcısı ve Adana Şube Başkanı Osman Kaya ile beraberindeki muhtarlar projeyi ayakta alkışladılar. Kimi muhtarlar ise alkışların arasında “Biz de mahallemize kentsel dönüşüm istiyoruz” diye haykırdı. AZİM BAŞKAN NEDEN KORKTU? Seyhan Belediye Başkanı Azim Öztürk’ü korkutan ve peşi sıra ziyaretlerle destek alma arayışına iten ise Adana’da başlayan barınma hakkı mücadelesi. Tayyip
GÖRÜŞMELERİN TEK NEDENİ: HAKLAR MÜCADELESİ Azim Öztürk’ün görüşmelerini Halkın Sesi’ne değerlendiren barınma hakkı temsilcisi Eren Arslan, “Görüşmelerin tek bir nedeni vardır, o da hepsinin haklar mücadelesinden korkmasıdır” dedi. Kendisine oy veren insanların rantsal dönüşüme karşı direnmelerinin belediyenin planlarını alt üst ettiğine dikkat çeken Arslan, “Başkan korkuyor ve kendisine tutunacak dal arıyor. Yapması gereken insanlara haklarını vermek. Ama yapamıyor. Çünkü onlar halkın yanında olmayı bilmezler. Tek bildikleri halkı mağdur etmek, zenginleri daha zengin yapmak. Bizler bunun farkındayız ve biliyoruz ki birlikte olursak her türlü sorunun üstesinden geliriz” dedi.
Üniversitede dakika bir gol bir Adana’da görüşme gerçekleştirerek taleplerini sundu. 27 Eylül günü üniversite yönetimi ile yapılan toplantıdan kantin ve yemekhanenin İTÜ tarafından işletilmesi kararı çıktı. Vadili öğrenciler yemekhane ve kantinin denetlenmesi, fiyat ve ürün belirlenmesi konularında da söz hakkı elde etti. Bu doğrultuda ilk etapta 5 liraya verilen akşam yemeklerinin 3,5 liraya verilmesi kararlaştırıldı.
Ü
niversitelilerin hak mücadelesi yeni eğitimöğretim yılına kazanımlarla başladı. Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Öğrenci Kolektifi kayıtlarda ‘zorunlu bağış’ adı altında para toplanmasına engel olduktan sonra zamlı harç alınmasına da ‘dur’ dedi. Üniversiteye yeni kayıt yaptıranlardan 100 lira alan, kayıt yenileyenlerden de farklı miktarlarda paralar alan rektörlüğe karşı yapılan basın açıklamaları ve oluşturulan kamuoyu sonuç verdi. Rektörlük, bağış yapmayanların da kaydını yapmak zorunda kaldı. KTÜ Öğrenci Kolektifi’nin mücadelesi sonucu kayıt parası alamayan rektörlük, bu defa da harçlara yapılan gizli zamdan gelir elde etme yoluna gitti. YÖK’ün zamlı harç alınmaması yönünde genelge yayımlamasına karşın rektörlük, genelgenin kendilerine ulaşmadığını söyledi. Eğitimin bir hak olduğunu söyleyen KTÜ Kolektif ise üniver-
sitelilere zamlı harçları ödememe çağrısı yaptı. 26 Eylül’de Eğitim-Sen ile ortak bir basın açıklaması yapan, 27 Eylül’de ise rektörlük önünde eylemde olan üniversiteliler, iki gün içerisinde üniversite yönetimine geri adım attırdı. Rektörlük, 28 Eylül’de zamlı harçları geri çektiğini açıkladı. İTÜ VADİ YURDU’NDA DA KAZANIM İstanbul Teknik Üniversitesi
(İTÜ) Vadi Yurdu’nda ise kantine yapılan zamların ardından üniversiteliler ihtiyaçlarını okul dışından karşılamak zorunda kalıyordu. 26 Eylül günü okul dışına çıkan üniversiteliler ile mahalle gençleri arasında çıkan tartışmanın kavgaya dönüşmesi ve bir üniversitelinin sopalı, şişeli saldırı sonucu başından yaralanması bardağı taşırdı. Kantini özel şirketin işletmesine karşı çıkan Vadi Kolektif, rektör Muhammed Şahin ile bir
KAZANIMLAR ŞENLİKLERLE KUTLANIYOR KTÜ ve İTÜ’deki kazanımlar üniversitelilerin düzenlediği şenliklerde kutlanıyor. Vadili üniversiteliler nitelikli beslenme ve söz, karar hakkı için sürdürdüğü mücadeleyi 2 Ekim’de Sarıyer’de gerçekleştirdikleri piknikle kutladı. KTÜ Kolektif de 6 Ekim günü Makine Mühendisliği Bölümü önünde tulum ve kemençe ile kazanımlarını kutlayacaklarını duyurdu.
Altıncıların kurnazlığı köylülere sökmedi Ç
anakkale’nin Çan İlçesi’ne bağlı Söğütalan Köyü’nde siyanürlü altın madeni işletmesi için başvuruda bulunan şirketin Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) toplantısı halkın tepkisi sonucu gerçekleştirilemedi. Söğütalan Köyü’nde siyanürlü altın madeni işletmesi için başvuruda bulunan ve Kanadalı Alamos Gold şirketi tarafından desteklenen Kuzey Biga Madencilik A.Ş., bölge halkından tepki görmemek için bir süredir özel çalışmalarda bulunuyordu. Köy camisinin bahçe düzenlemesini yapan, köye adının yazılı olduğu çöp kutuları yerleştiren ve 80 kişiyi sondaj çalışması yapmak üzere işe alan şirket, 27 Eylül günü ÇED toplantısı yapmak istedi. ÖĞRENCİLER HALKININ YANINDA Yapılan hazırlıklara karşın Söğütalan halkı, köylerinde altın madeni istemediklerini söyledi. Köylülerin toplantıya katılmayacağını anlayan şirket yetkilileri, On Sekiz Mart Üniversitesi Madencilik Meslek Yüksek Okulu öğrencilerini “madenleri gezdireceğiz” diyerek toplantıya
dahil etmek istedi. Ancak köylülerin durumu anlatması üzerine öğrenciler de şirkete tepki gösterdi. Öğrencilerin de halkın yanında olması üzerine öğretim görevlileri öğrencileri apar topar okula götürdü. Köylüler, ÇED toplantısını engellemek üzere toplantının yapılacağı kahvehaneyi açtırmama kararı aldı. Jandarmanın baskısına “Yetkin varsa kır kapıyı kendin aç” diyerek direnen köylüleri gören şirket yetkilileri bu sefer de tabureler getirerek açık alanda toplantıyı gerçekleştirmek iste-
di. Ancak köylüler, protestoları ile ÇED toplantısının gerçekleşmesine izin vermedi. ÇED YOKSA, YARDIM DA YOK ÇED toplantısını yapamayacaklarını anlayan Kuzey Biga Madencilik A.Ş. yetkilileri, toplantıya katılanlara dağıtmak üzere yanlarında getirdikleri erzakları da geri götürdü. Siyanürlü altın arayan şirketler, daha önce de Kuşçayırı ve Şahinli köylerinde halkın tepkisi ile karşılaşmış ve geri adım atmışlardı.
ilk adım metroda Adana’da zamlara karfl› sürdürülen ulafl›m hakk› mücadelesi ilk meyvesini verdi. Belediye metro ücretlerini 1.10 liradan 75 kurufla düflürdüklerini aç›klad›. Adana Halkevi ise zamlar›n tamamen geri çekilmesini istediklerini, ulafl›m hakk› mücadelesini sürdüreceklerini aç›klad›. AKP’li belediyelerin pek çok kentte ulafl›ma yapt›¤› zamlardan Adana da nasiplenmifl, 22 A¤ustos’ta ulafl›ma yüzde 20 zam yap›lm›flt›. Zamlar›n ard›ndan bir aç›klama yay›mlayarak ulafl›m hakk› mücadelesine bafllayan Adana Halkevi, 9 Eylül’de adliye önündeydi. Yüzde 19,1 ile iflsizli¤in en yo¤un oldu¤u il olan Adana’da ulafl›ma yap›lan yüzde 20’lik zamlar›n fahifl oldu¤u belirtilen aç›klaman›n ard›ndan Bölge ‹dare Mahkemesi’ne zamlar›n geri çekilmesi talebiyle dava aç›lm›flt›. Halkevciler, zamlar›n geri çekilmesi talebiyle imza kampanyas›na bafllayacaklar›n› duyurmufltu. Adana Halkevi’nin ulafl›m hakk› mücadelesi 3 Ekim’de yap›lan eylem ile sürdü. Bir ay boyunca tüm kentte zamlar›n geri çekilmesi amac›yla imza toplayan Halkevciler, 3 Ekim’de bir bas›n aç›klamas› ile imzalar› belediyeye teslim etti. Aç›klamay› yapan Sultan Karahan, Meydan Mahallesi’nde seferlerin azalt›ld›¤›n› belirtti. Karahan, zamlar geri çekilene ve Meydan Mahallesi’ne otobüs seferleri art›r›lana kadar ulafl›m hakk› mücadelelerini sürdüreceklerini söyledi. Eylemlerin ard›ndan Adana Büyükflehir Belediyesi Baflkanvekili Zihni Ald›rmaz, metroda bilet ücretlerini 1,10 liradan 75 kurufla düflürdüklerini aç›klad›. ‹ndirimin ard›ndan bir aç›klama yapan Adana Halkevi ise metroda yap›lan indirimin yetmeyece¤ini, toplu ulafl›ma yap›lan zamlar›n tamamen geri çekilmesini istediklerini, bunun için mücadelelerini sürdüreceklerini ifade etti.
7
İNSANCA YAŞAM 7 Ekim 2011 / 20 Ekim 2011
Halk›n Sesi
Kuşatma altında HES’lerle savaş
Dereli’de dereler özgür
AKP, HES'ler için yargı kararlarını görmezden geliyor, baskı aygıtlarını güçlendiriyor, jandarmaya şirketlerin avukatlığını yaptırıyor, saldırıyor, gözaltına alıyor tutukluyor. Halk ise bildiği en iyi işi yapıyor: Direnmek
O
gelmek istedi. İş makinelerini tekrar karşılarında gören Bağbaşı halkı ise yaklaşık 200 kişilik bir kitle ile makinelerin önüne oturarak çalışmalarına izin vermedi. Bunun üzerine polis halka saldırdı. Çıkan arbedede özellikle kadınların polise direndiği, sıkılan biber gazlarına, polis joplarına karşı kendilerini taşlarla sopalarla savundukları görüldü. Jandarma saldırısıyla birçok köylü çeşitli yerlerinden yaralandı. Şirket son bir ayda denediği 3. girişimde de başarısız oldu. Halk vadilerine iş makinelerini sokmayarak yeni bir zafer daha kazandı.
MUSTAFA EBERL‹KÖSE
E
ylülün son haftasının gündemine yine hidroelektrik santraller (HES) damgasını vurdu. Trabzon'un Çaykara İlçesi'ne bağlı Solaklı Vadisi'nde ve Erzurum'un Tortum İlçesi'ne bağlı Bağbaşı Beldesi Ödük Vadisi'nde yaşayan köylülerle, bu vadilere HES yapmak isteyen şirketler ve şirketleri koruyan kolluk kuvvetleri karşı karşıya geldi. Çıkan arbedeler, kavgalar, çatışmalar, gözaltılar, yaralılar, tutuklular. Türkiye en çok da Ödük Vadisi'nde iş makineleri ve polis-jandarmaya direnen kadınları konuştu. HAK, HUKUK, ADELET ‹fiTE AKP DEMOKRAS‹S‹ AKP'nin, HES’lerin önünü açabilmek için yürüttüğü çeşitli çalışmalar HES yapımcı firmalarını cesaretlendirdi. İlgili bakanlıkların sorumluluklarını aşarak, kuruluş ilkelerine dahi ters düşen girişimlerle, çeşitli yasal düzenlemeler yapması, siyasi baskı ve sindirmeler, şirketin ve polis-jandarmanın saldırılarını daha da arttırdı. Trabzon Solaklı'da yaşananlar bunu en çarpıcı örneklerinden biri. Solaklı Vadisi'nde bulunan Büyükdere ve Dumlu Deresi üzerinde kurulması planlanan Derebaşı HES projesi için köylülerin Trabzon İdare Mahkemesi'ne açtıkları “yürütmenin durdurulması ve iptali” talepli dava hala sürerken, HES yapımcısı firma iş makinelerini bölgeye sevk etti. İş makinelerinin yanında gelen jandarma ve ambulans ise HES’çi şirketlerin gözlerini kararttıklarının ispatıydı. Gece gündüz vadilerinde nöbet tutan Solaklı Vadisi köylüleri ise gece yarısı bölgelerine gelen iş makinelerini (ekskavatör, konteynır, su tankı, taşıma araçları ve kamyonlar) izlemeye aldı. Sabah saatlerinde iş makinelerinin indirilmesine ve çalışmasına engel olmak isteyen köylülerin önünü jandarma kesmek istedi. Çıkan gerginlik sonrası tartışmalar yaşandı.
AKP, son aylarda baskı aygıtlarını (polis, jandarma, özel güvenlik) güçlendirerek sermayenin yağması karşısında direnenlerin üzerinde psikolojik etki yaratmak istiyor. Eskiden jandarma bölgesi diye bildiğimiz köylerde artık polis jandarmayla birlikte görev almaya başladı Jandarma korumasında bölgeye giren HES'çi firmanın çalışanları köylülere saldırmaya kalktı. Köylülerle şirket çalışanları ve jandarma arasında arbede yaşandı. 2 jandarma ve 7 köylü çeşitli yerlerinden yaralandı. 6 köylü gözaltına alındı. HES KARfiITLARI TUTUKLANDI, F‹RMA GER‹ ÇEK‹LD‹ Gözaltına alınan 6 kişiden Murat Sarı, İsmet Sarı, Sultan Sargın, “darp ve görevli memuru engelleme suçlamalarıyla” Çaykara'da çıkarıldıkları mahkemece tutuklanarak Of'ta bulu-
nan cezaevine konuldular. HES'çi şirket ise geri adım attı ve iş makinelerini bölgeden çekti. Yaşanan tutuklamalara Derelerin Kardeşliği Platformu, Karadeniz İsyandadır Platformu ve Halkevleri tepki gösterdi. Halkevleri, Trabzon Meydan Parkı'nda bir eylem yaparak tutukluların bir an önce serbest bırakılmasını istedi. Yapılan açıklamada Trabzon Halkevi başkanı Sinan Kutay, kamusal hakları tasfiye etmek için büyük çaba gösteren AKP'nin her zaman karşısında halkın hak
Çaykara'da bulunan Çaykara ve Derebafl› HES inflaatlar›n› yürüten Bugato ‹nflaat, Madencilik, Sanayi ve Ticaret A.fi.'yi eski devlet ve enerji bakanlar›ndan Fahrettin Kurt'a ait. fiirketin Çaykara d›fl›nda Rize, Giresun, Kayseri ve Ayd›n'da da HES inflaatlar› bulunmaktad›r. 1993 y›l›nda kurulan flirket, inflaat alan›nda faaliyet yürütmekteyken
TORTUM'DA KAVGA SÜRÜYOR Erzurum'a bağlı Tortum İlçesi Ödük Vadisi'nde HES'çi
firma bir kez daha vadiye girmek istedi ama yine karşısında köylüleri buldu. Hatırlanacağı gibi daha önce 6 Eylül'de vadiye iş makineleri sokulmak istenmiş, köylülerle kolluk kuvvetleri arasında yaşanan arbedenin ardından biri polis, biri özel güvenlikçi 2 köylü toplam dört kişi yaralanmıştı. Vadi girişinde toplanan 1500 kişi şirketi vadiye sokmamış, iş araçları geri dönmüştü. HES'çi firma şansını bir kez daha deneyerek çok sayıda jandarma, polis ve özel güvenlik ekibiyle bölgeye bir kez daha
AKP iktidar› dönemiyle önce madencilik alan›nda ard›ndan da 2007 y›l›ndan bu yana HES yap›m› ifline girdi. DS‹'de bir mühendisken Özal'›n prensleri aras›nda gösterilen Kurt 3 dönem Trabzon milletvekilli¤i yapt›, daha sonra kurdu¤u flirketiyle önemli HES, yol ve alt yap› ihalelerini ald›.
HES Kurt’u Çaykara’da işbaşında
Dayanışma için Solaklı’ya ziyaret
Trabzon Halkevi ve KTÜ Ö¤renci Kolektifi üyesi 30 kifli Solakl› Vadisi’ni ziyaret etti. 1 Ekim günü gerçekleflen ziyarette Trabzon Halkevi ve KTÜ Ö¤renci Kolektifi üyelerinden oluflan grup önce Köknar Köyü’ne ard›ndan Karaçam Beldesi’nde bulunan Derebafl› mevkiine u¤rad›. Ziyaret esnas›nda yap›lan sohbetlerde köylüler, s›k s›k HES’lere karfl› direneceklerini vurgulad›. Derebafl› mevkiinde gerçeklefltirilen sohbet sonucunda Solakl› Vadisi’nin korunmas› için bundan sonra verilecek mücadelede gerek hukuksal süreci h›zland›racak gerekse fiili mücadeleyi güçlendirecek ad›mlar› birlikte atma konusunda hem fikir olundu
mücadelesini örgütleyen Halkevcileri bulacağını söyledi. 26 Eylül Pazartesi günü ise mahkemeye yapılan itiraz sonucu tutuklu bulunan 3 kişi “denetimli serbestlik uygulaması” na tabi tutulmak kaydıyla serbest bırakıldı. 30 Eylül'de ise Trabzon Halkevi ve KTÜ Öğrenci Kolektifleri Solaklı Vadisi'nde bulunan köyleri ziyaret ederek desteklerini sundular.
JANDARMA HES'Ç‹LER‹N AVUKATLI⁄INA SOYUNDU Çıkan arbede esnasında megafonla halka seslenen Tortum İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Onur Küçük, oturarak makinelerin çalışmasının engellenmesi durumunda suç işlendiğini belirtti ve makinelerin önünde oturan kadınlara direnerek değil, protestonuzu konuşarak yapın diye tavsiyelerde bulundu. VAY UYANIK VAY! Bağbaşı HES'in yüklenici firması Paldet İnşaat Taahhüt A.Ş.'nin firma sorumlusu Erdal Turan üç ayda üç milyon zarar ettiklerini söyleyerek, "Eğer zamanında bitiremezsek lisans sahibi firmaya günlük 500 bin TL tazminat ödemek zorunda kalacağız. Bu zararın tazmini için tespit ettiğimiz 10 kişi hakkında tazminat davası açtık" dedi. AKP'DEN ‹ST‹FA ETT‹ Yaşanan gelişmeler üzerine Bağbaşı Belediye Başkanı Karabey Eroğlu, bir dilekçe yazarak AKP’den istifa ettiğini açıkladı. Belediye Meclisi'nin 9 AKP’li üyesiyle birlikte istifa eden Eroğlu Tortum AK Parti ilçe başkanlığına gönderdiği dilekçede, "Bağbaşı HES projesi karşısında bizim sorunlarımızı paylaşan partili bulamadığımdan dolayı AKP’den istifa ediyorum" dedi.
Halk kandırılmak istemiyor H
ES kuşatmasına karşı günden güne bir araya gelerek birleşen köylüler, ilk adım olarak projelerin başlayabilmesi için gerekli olan ‘ÇED Halkı Bilgilendirme Toplantıları’nı engelliyor. 23 Ekim tarihlerinde Fındıklı ve Arhavi'de yapılmak istenen ÇED toplantıları halkın örgütlü tepkisine takıldı ve bir kez daha “toplantı yapılamadı tutanağı” tutularak sonlandı. Rize'nin Fındıklı İlçesi'nde Çağlayan ve Arılı vadilerinin doğal sit alanı ilan edilmesinin ardından Ihlamurlu Vadisi'nde yapılması planlanan Üstün HES Projesi, Fındıklılıların engeline takıldı. KZR Enerji Elektrik Üretim San.Tic. A.Ş. tarafından Ihlamurlu Vadisi'ndeki Zuğu Dere ve Yeşil Dere üzerine yapılması planlanan 5 megavat gücündeki Üstün 1-2 Regülatörleri ve HES Projesi için Fındıklı Halk Eğitim Merkezi'nde ÇED bilgilendirme toplantısı gerçekleştirmek istendi. Fındıklı Derelerini Koruma Platformu'nun çağrısıyla bir araya gelen yaklaşık 250 kişi toplantının yapılacağı merkezin önünde
bir eylem yaptı. Eylem esnasında vadi üzerindeki köylerin muhtarları salona girerek, HES projesini istemediklerini ve toplantıya katılmayacaklarını bildirdiler. Ardından “Katılım olmadığı için toplantı yapılamadı tutanağı” tutuldu. Kamu görevlileri ve şirket yetkilileri Fındıklı'dan gönderildi. Artvin Arhavi ilçesinde ise yapılması planlanan 14 adet HES projesinden 2’si için Çarmıklı Kültür Merkezi Sinema Salonu’nda aynı gün ayrı ayrı saatlerinde düzenlenen iki ‘ÇED Halkın Katılım Toplantısı’ çevreciler, Arhavililer ve Arhavi Doğa Koruma Platformu tarafından protesto edildi. Meşeli 1–2 Regülâtörleri ve HES Projesi ve Soğuksu 1–2 Regülâtörleri ve HES Projesi için düzenlenecek toplantının başlamasının ardından salona alkışlarla giren Arhavililer “Dereler halkındır satılamaz, dereler özgürdür, özgür akacak” sloganları atarak “Lütfen Arhavi’den gidin” dediler. Alkışlarla toplantıyı protesto etmeye devam eden grup bu toplantıları Arhavi’de yaptırmaya-
iptali amac›yla DS‹ aleyhine Ankara 3. ‹dare Mahkemesi’nde 2008’de dava aç›lm›flt›. Uzun süren yarg› sonucunda yerel mahkeme Paflalar Regülatörü ve HES projesi için bakanl›kça verilen ‘ÇED Olumlu’ karar›n›n Rize ‹dare Mahkemesi taraf›ndan iptal edildi¤i gerekçe gösterilerek; ‘Su Kullan›m Hakk› Anlaflmas›’ sebebinin ortadan
Baba ocağına incir ağacı
H
ES'lere karşı bir tepki de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘baba ocağım’ dediği Rize’nin Güneysu İlçesi’nden geldi. Erdoğan’ın memleketi Güneysu’daki Gürgen Vadisi üzerinde yapımı planlanan HES projelerine karşı yargı yoluna giden yöre halkı, bu kez yaylalardan ‘HES’lere hayır’ dedi. Yaylacılar adına yazılı bir açıklama yapan ve aynı zamanda Derelerin Kardeşliği Platformu bileşenleri arasında yer alan Güneysu Çevre Platformu Sözcüsü Ceyhun Kalender, HES’lerin doğal yaşam alanlarına verdiği geri dönüşümsüz zararların yanında, yok olmak üzere olan yaylacılığı da tamamen öldüreceğine ve kuruyan dere yataklarının bölgeye olan ilgiyi azaltacağına dikkat çekti. Kalender, HES projelerine karşı mücadele edeceklerini belirtti.
İçme suyuna da göz diktiler
A
caklarını, Arhavi’nin doğa güzeli Kamilet Vadisi’ni talan ettirmeyeceklerini ifade ederek toplantının yapılmasına engel oldu. Arhavililerin yoğun tepkisinin sürekli devam etmesi üzerine toplantıya gelen heyet ayrı ayrı 2 toplantının da yapılamadığını belirten tutanak tuttu.
Yargıdan HES’lerin temeline darbe HES projelerinin temel dayana¤› olan ve suyun metalaflmas›n›n hukuki zeminini oluflturan ‘Su Kullan›m Anlaflmalar›’n›n iptalinde önemli bir zafer elde edildi. Rize’nin F›nd›kl› ‹lçesi Ça¤layan Vadisi üzerinde HES yap›lmas› için DS‹ ile Ayen Enerji flirketi aras›nda imzalanan ‘Su Kullan›m Hakk› Anlaflmas›’n›n
rdu İdare Mahkemesi, Giresun'un Dereli İlçesi'ndeki 4 hidroelektrik santrali (HES) için yürütmeyi durdurma kararı verdi. Karadeniz Teknik Üniversitesi'nce yapılacak bilirkişi incelemesinin ardından HES'lerin inşaatının sürüp sürmeyeceğine ilişkin karar verilecek. Davayı açanlar tarafından, “ÇED gerekli değildir” kararının iptal edilmesine; ekolojik değeri olağanüstü yüksek Dereli İlçesi Aksu Vadisi’ne HES’lerin yapılacağı, bölgenin, telafi edilmez zararlarla karşı karşıya kalacak olması gerekçe olarak gösterildi. Ordu İdare Mahkemesi davacı tarafı haklı görerek “Yürütmeyi durdurma kararı verdi”. Dereli Aksu Vadisini Koruma Platformu tarafından yapılan açıklamada, “HES’lere karşı halkın mücadelesi yanında hukuksal çabaların da sürdüğü belirtilerek sorumsuzca çevreye verilen zararın, kesilen suların, doğaya verilen zararın engellenmesi için fiili ve hukuki mücadeleye devam edileceği belirtildi.
kalkt›¤› sonucuna vard›. Mahkeme karar›nda, ‘dayana¤› kalmayan dava konusu ifllemde hukuka uyarl›l›k görülmemektedir’ ifadeleriyle DS‹ ile Ayen Enerji flirketi aras›nda imzalanan ‘Su Kullan›m Hakk› Anlaflmas›’n›n Dan›fltay yolu aç›k olmak üzere iptal edilmesine hükmetti. Derelerin Kardeflli¤i
Platformu Yürütme Kurulu Baflkan› Mehmet Gürkan, bu kararla birlikte HES projelerine karfl› yeni bir hukuksal dönem daha bafllad›¤›n› kaydetti. Gürkan “ÇED olumlu kararlar› ile ÇED gerekli de¤ildir kararlar› iptal edilen bütün HES projelerinde Su Kullan›m Hakk› Anlaflmalar›’n›n da iptal edilmesi gerekli hale geldi¤ini belirtti.
KP'li Rize Belediyesi ilginç bir karara imza atarak şehrin içme suyu tesisleri üzerine HES kurmak için çalışmalara başladı. Rize kent merkezi ile dokuz ilçe ve 26 köyün içme suyunun sağlandığı Andon İçme Suyu Tesisleri üzerinde düşünülen proje için Rize İli Yerel Yönetimler Andon İçme Suyu Tesisleri Yapma ve İşletme Birliği ihale kararı aldı. Boşa akan suyu kontrol altına almak için bu kararı aldığını savunan belediye yetkilileri kurulacak tesisin içme suyuna zarar vermeyeceğini iddia ettiler. Daha önce Salarha Vadisi'nde yapılan Ambarlık HES projesi çalışmaları sırasında Andon İçme Suyu Tesisleri'nin zarar gördüğü gerekçesiyle yargı yoluna giden AKP'li belediyenin bu kararı Rizelileri oldukça şaşırttı.
8
EMEK 7 Ekim 2011 / 20 Ekim 2011
Halk›n Sesi
Son sözü sokak söyleyecek Kıdem tazminatını kaldırmayı planlayan AKP hükümeti, bir yandan da kamu emekçilerinin ve işçilerin sendikal hak ve özgürlüklerini denetimi altına almaya çalışıyor, TMMOB’yi etkisizleştiriyor. Özel istihdam büroları, bölgesel asgari ücret ve güvencesiz çalıştırmanın giderek yaygınlaştırılıp temel çalışma biçimi olarak hayata geçirilmesi ise ufukta gözüküyor
A
KP hükümeti kıdem tazminatını fona devrederek işçilere ödenen paranın ciddi oranda azaltılmasını ve kıdem tazminatının giderek bir hak olmaktan çıkarılmasını gündeme getirdi. AKP, bu saldırısını “Artık taşeronda çalışan da kıdem tazminatı alabilecek” diyerek sundu. Kıdem tazminatı hakkına yönelik saldırının yanı sıra AKP hükümeti 12 Eylül Anayasa Referandumu’ndan sonra değiştirilmesi öngörülen 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikalar Kanunu, 2821 sayılı İşçi Sendikaları Kanunu ile 2822 sayılı Grev ve Lokavt Kanunu için Üçlü Danışma Kurulu’nu topladı. Kamu emekçileri ve işçilerle tam olarak mutabakat sağlanamasa da şimdiye kadar gerçekleştirilen görüşmeler sonucunda sendikalara hükümet denetimi getiriliyor. Sendikaları bekleyen ciddi baskılar karşısında AKP, “Noter şartı kalktı” veya “Mutabakata vardık” şeklinde argümanlarla propaganda yapıyor. Kamu emekçileri ve işçilerin yanı sıra AKP, çıkardığı kanun hükmünde kararname ile mimar, mühendis ve şehir plancılarının örgütü TMMOB’yi etkisizleştirerek bakanlık bünyesine bağlamaya çalışıyor. Aynı kanun hükmünde kararname ile hayata geçirilen Tam Gün Yasası, başta hekimler olmak üzere sağlıkçıların güvencesizleştirilmesi ve sağlığın tamamen paralı hale getirilmesi anlamına geliyor. Emekçilere ve halka yönelik ciddi saldırıların planlandığı bu dönemde emek ve meslek örgütleri de 8 Ekim Cumartesi günü Ankara’da büyük bir miting gerçekleştirmeye hazırlanıyor. DİSK, KESK, TTB ve TMMOB “İnsanca bir yaşam, eşit, özgür, demokratik bir Türkiye için” sloganıyla tüm ezilenleri 8 Ekim’de Ankara’da “Sokağın Meclisi’ni kurmaya” çağırdı. Gerçekleştirilecek mitinge toplumsal muhalefetin tüm kesimleri de katılacak. AKP, toplumun tamamına yöne-
lik baskısını artırırken emekçiler de yavaş yavaş sokakları doldurmaya başladı. 8 Ekim öncesinde Türkiye’nin hemen hemen her kentinde eylemler yapıldı. EMEKÇ‹LER SOKA⁄I BOfi BIRAKMADI Ankara’da Sakarya Meydanı’nda buluşan DİSK, KESK, TMMOB ve TTB üyeleri AKP il binasına yürüdü. Antalya’da emek ve demokrasi güçleri Kışlahan Oteli önünde kitlesel bir basın açıklaması yaparak hükümeti uyardı ve 8 Ekim’de Ankara’da olacaklarını açıkladı. Eskişehir’de Odunpazarı’nda buluşan emekçiler Adalar Migros önüne kadar AKP karşıtı sloganlar atarak yürüdü. Bursa’da Kızılay Tıp Merkezi önünde buluşan DİSK, KESK, TMMOB ve TTB üyeleri Orhangazi Parkı’na yürüdü. İzmir’de Konak YKM önünde buluşan emekçiler alkış ve sloganlarla Kemeraltı girişine yürüdü. Kocaeli’nde Belediye İş Merkezi önünde gerçekleştirilen eylemde emekçiler, AKP’nin anti demokratik uygulamalarına karşı 8 Ekim’de Ankara’da olacaklarını belirtti. İstanbul’da Galatasaray Lisesi önünden Taksim Meydanı’na yürüyen DİSK, KESK, TMMOB ve TTB üyeleri 8 Ekim’de Ankara’da olacaklarını duyurdu. 28 – 30 Eylül günü gerçekleştirilen eylemler kitlesel geçerken, eylemlerde basın açıklamalarını KESK şube platformu dönem sözcüleri ile TMMOB il koordinasyon kurulları dönem sözcüleri okudu. DİSK üyelerinin eylemlere katılımı ise yoğun oldu. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB üyelerinin yanı sıra, Türk-İş içindeki on sendikanın (Petrol-İş, Tek Gıdaİş, Belediye-İş, Kristal-İş, Hava-İş, Tez Koop-İş, Tümtis, Deri-İş, Basınİş ve TGS) oluşturduğu Sendikal Güç Birliği Platformu da 8 Ekim’de Ankara’da olacaklarını duyurdu.
Eylülde 59 işçi öldü
İ
İşçiler kıdem tazminatı hakkı için sokakta AKP hükümetinin k›dem tazminat›na yönelik sald›r›lar›na karfl› iflçiler soka¤› iflaret ediyor. A¤ustos ay›nda Kalk›nma Bakan› Cevdet Y›lmaz’›n dile getirmesiyle bafllayan k›dem tazminat›n›n fona devredilmesi tart›flmas›na karfl› iflçi sendikalar› soka¤a ç›karak tepki göstermeye bafllad›. D‹SK’e ba¤l› Genel-‹fl Sendikas› a¤ustosta, örgütlü oldu¤u kentlerde k›dem tazminat› haklar›na sahip ç›kt›klar›n› anlatan imza kampanyalar› düzenledi. Genel-‹fl’in hemen ard›ndan D‹SK Birleflik Metal-‹fl Sendikas› da örgütlü oldu¤u yerlerde yürüyüfller düzenledi. Halk›n Sesi’ne eylemleri de¤erlendiren Birleflik Metal‹fl Genel Baflkan› Adnan Serdaro¤lu, eylemleri örgütlü olduklar› yerlerin yan› s›ra AKP’nin yüksek oranda oy ald›¤› Konya, Kayseri gibi kentlerde de gerçeklefltirdiklerini söyledi. Özellikle Konya ve Kayseri’de gerçeklefltirilen eylemlerden sonra bir çok iflçinin kendilerini ziyaret edip teflekkür etti¤ini belirten Serdao¤lu, AKP hükümetinin medya gücü vas›tas›yla iflçileri aldatt›¤›n› bire bir gördüklerini söyledi. ‹zmir, Eskiflehir, Gebze, Kocaeli, Orhangazi, Konya ve Kayseri’de eylemler yapan Birleflik Metal-‹fl’in eylemleri
kitlesel kat›l›mlara sahne oldu. Eylemlerde AKP karfl›t› sloganlar ön plana ç›kt›. Birleflik Metal-‹fl’in yan› s›ra Nakliyat-‹fl de Gebze’de bir eylem gerçeklefltirerek k›dem tazminat› haklar›na sahip ç›kt›klar›n› gösterdi. D‹SK’e ba¤l› sendikalar›n gerçeklefltirdikleri eylemlerin yan› s›ra Türk-‹fl’e ba¤l› on sendikadan oluflan Sendikal Güçbirli¤i Platformu da k›dem tazminat› haklar›na sahip ç›kt›klar›n› ‹stanbul’da gerçeklefltirdikleri kitlesel bir eylemle gösterdi. D‹SK, k›dem tazminat› haklar›na sahip ç›kt›klar›n› göstermek için 4 Ekim günü Ankara’da TBMM’ye yürüdü. Eylemde, AKP’nin k›dem tazminat›na yönelik sald›r›lar›na karfl› en sert tepkilerini göstereceklerini belirten D‹SK üyeleri, AKP’nin iflçilerin taleplerini duymamas› durumunda üretimden gelen güçlerini kullanacaklar›n› belirtti. 5 Ekim günü ‹stanbul Kartal’da Genel-‹fl’in ça¤r›s›yla k›dem tazminat› hakk› için eylem yapan emekçilere polis sald›rd›. Emekçilerin kararl› duruflu sonucu polis geri çekilmek zorunda kald›.
AKP’nin sağlık sistemi rahatsız H
Sa¤l›k alan›ndaki güvencesizlefltirmelere karfl› Dev Sa¤l›k-‹fl’e üye olup haklar› için mücadele eden ve sendikaya üye olduklar› için iflten ç›kar›lan Samsun Gazi Devlet Hastanesi’ndeki iflçilerin direnifli sürüyor. ‹stanbul Dr. Lütfi K›rdar Kartal E¤itim Araflt›rma Hastanesi’nde, fazla mesai ücretlerini almak için dava açan 34 iflçi iflten ç›kar›ld›. 3 Ekim günü Dev Sa¤l›k-‹fl öncülü¤ünde direnifle geçen iflçiler 4 Ekim’de iflbafl› yapt›.
ükümetin sağlık alanındaki güvencesizleştirme ve sağlığı piyasalaştırma politikaları hız kesmeden devam ediyor. Bu politikalara karşı mücadele edenler hapis cezalarıyla, soruşturmalarla engellenmeye çalışılıyor. AKP, sağlık alanındaki sorunları çözmek yerine sağlıkçılarla halkı karşı karşıya getiriyor. AKP’nin kanun hükmünde kararname ile hayata geçirdiği Tam Gün Yasası ve yolda olan Kamu Hastane Birlikleri Yasası daha şimdiden sağlık çalışanlarının çalışma koşullarında kendini göstermeye başladı. Tam Gün Yasası sebebiyle birçok hekim tıp fakültelerinde çalışamaz hale gelirken tıp fakültelerindeki öğrencilerin de eğitiminin niteliği düşüyor. HASTA DOKTOR ARASINDAK‹ PARA ‹L‹fiK‹S‹N‹ KALDIRMIfiLAR Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Tam Gün Yasasını “Hekimle hasta
Bu patronlar mı kıdem tazminatı verecek! A
KP’li bakanların ‘Artık işçiler kıdem tazminatını alacak’ dediği günlerde Adana ve İzmir’de işçiler kıdem tazminatlarını almak için mücadele ediyor. Adana’da Paksoy firmasının patronu İbrahim Paksoy, kendisini iflas etmiş gibi göstererek 150 işçiyi işten çıkardı. Paksoy, daha sonra iflas ettiği gerekçesiyle kapattığı fabrikayı kiralayarak çalışmaya devam etti. İşçiler, iflas tarihi olan 26 Haziran 2010’dan bu yana kıdem tazminatlarını almak için uğraşıyor. İşçilerin çoğu Paksoy firmasında 20 yıl boyunca çalışmış. Paksoy’un yanı sıra İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Caroline Koç'a ait Universal Gravür A.Ş de
uzun yıllar çalıştırdığı işçilerine, iflas ettiği gerekçesiyle 2005 yılından bu yana kıdem tazminatlarını vermemek için elinden geleni yapıyor. Ancak işçiler kıdem tazminatlarını alana kadar mücadele etmekte kararlı ve hemen her hafta şirkete ait bir binanın önünde eylem yapıyor. AKP, kıdem tazminatı ile ilgili getireceği yeni düzenlemede işverenlerin, işçilerin hesabına kıdem tazminatlarını yatıracağını öngörüyor. Yeni düzenleme, kendisini iflas etmiş gibi gösterip işçilerin kıdemini yatırmayan patronların ekmeğine yağ sürüyor. Muhatabın fon olması, işçilerin işverene açacağı kıdem tazminatı hakkı davalarının akıbetini belirsiz kılacağa benziyor.
arasındaki para ilişkisini kaldıracağız” diyerek tanıtsa da Akdağ’ın icraatları bu ilişkiyi sürdürme yönünde. Tam Gün Yasası’nın kanun hükmünde kararname ile hayata geçirilmesinin ardından özel hastane sahipleri ile Sağlık Bakanlığı arasında bir mutabakat imzalandı. Özel hastaneler sigortalılardan aldıkları ilave para uygulamasından da vazgeçmedi. AKP’nin uyguladığı sağlık politikalarının sonucu olarak hastanelerde hastalar birikmeye başladı. Hastaların birikmesinin ardından Sağlık Bakanı Recep Akdağ, “Gerekirse Avrupa’ya hasta götüreceğiz” diyerek hasta ihracının başlatılacağının sinyallerini verdi. SA⁄LIKÇILARA YÖNEL‹K fi‹DDET ARTTI Tam Gün Yasası’nın uygulanmaya başlamasıyla sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olayları da arttı. Sağlıkçılara yönelik şiddet olaylarına karşı İstanbul Okmeydanı
Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ndeki sağlıkçılar 3 Ekim günü Dev Sağlık-İş, SES ve TTB öncülüğünde iş bırakma eylemi yaptı. YIKIMA KARfiI KOYANA CEZA Sağlıktaki yıkım politikalarına karşı duranlar ise ya soruşturuluyor ya da hapis cezalarıyla yargılanıyor. Geleceklerinin ihale masalarında satılmasına karşı çıkan ve mahkeme kararları ile yasa dışı olduğu tespit edilen hizmet alımı ihalelerine karşı çıkan Adana Balcalı’daki 25 taşeron sağlık işçisi 27’şer yıl hapis cezasıyla yargılanıyor. Balcalı’daki Dev Sağlık-İş üyesi işçilerin “İhaleye fesat karıştırmak” gerekçesiyle 27’şer yıl hapsi istenirken 19-20 Nisan g(ö)revlerine katılan Ağrı’daki sağlıkçılar hakkında soruşturma açıldı. AKP’nin yanlış sağlık politikalarına karşı uyarı eylemi yapan sağlıkçılar iki gün boyunca tüm Türkiye’de iş bırakmıştı.
Taşeronun mor otobüsleri ‹stanbullular›n rengini belirledi¤i otobüslerin morunun alt›ndan tafleronlaflt›rma ç›kt›. 1998 y›l›nda ‹ETT taraf›ndan 2 bin 300 floför al›m› için s›nav yap›ld›. S›nav› kazanan ve mülakata ça¤›r›lan iflçiler ‹ETT’de iflbafl› yapt›ktan 6 ay sonra haberleri olmadan Ulafl›m A.fi’ye geçirildi. ‹flçiler bunu 2001’de ö¤rendi ve dava açt›. Mahkeme iflçilerin ‹ETT’nin as›l iflçileri oldu¤una karar verdi ancak aradan geçen 9 y›l boyunca iflçilerin haklar›n› verme-
di. ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi, bu y›l›n bafl›nda “‹stanbul Yeni Otobüslerinin Rengini Seçiyor” kampanyas› ile yeni alaca¤› otobüslerin rengini ‹stanbullulara oylatm›flt›. 21 Nisan tarihinde sonuçlanan oylamayla ‹stanbullular otobüslerinin rengini mor – beyaz olarak belirlemiflti. Bu tarihten itibaren trafi¤e kat›lan otobüslerin resmi plakas› olmamas› ve üzerinde Otobüs A.fi yazmas› dikkat çekmiflti.
şçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) 2011 Eylül ayı iş kazaları raporunu Kadıköy İskele Meydanı’nda bir basın açıklaması gerçekleştirerek kamuoyuna duyurdu. İSİG’in raporuna göre eylül ayında Türkiye’de meydana gelen iş kazalarında 59 işçi hayatını kaybetti, 619 işçi de yaralandı. İSİG bu ay Tuzla’da meydana gelen patlamanın ardından kimya sektöründeki iş kazalarına dikkat çekti. Rapora göre en çok ölüm inşaatlarda yaşandı.
Arap Baharı birden olmadı
D
iyarbakır’daki Mezopotamya Sosyal Forumu’nda 28 Eylül’de düzenlenen 'Arap Baharında İşçi ve Sendikal Hareketin Rolü-Ortadoğu Emek Ağı İhtiyacı ve Olanakları' panelinde Mısır, Ürdün, Fas ve Tunus'tan sendikacılar bir araya geldi. Ülkelerdeki durumlarla ilgili tarihsel aktarımlarda Arap Baharı’nın bir anda olmadığı vurgulandı. Mısır’da 5 yıldır süren grev dalgası, Ürdün, Tunus ve Fas’ta benzer şekillerde gelişen grevlerin Arap Baharı’nı hazırladığı belirtildi.
Paran varsa öğretmen olursun
Ö
ğretmen adaylarının mesleklerini yapma umudu azalırken Milli Eğitim Bakanlığı azalan umuttan 40 milyon lira kazanacak. 400 bine yakın öğretmen işsiz kalmaya devam edecek. MEB, bölüm mezunlarının öğretmen olabilmesi için gerekli pedagojik formasyon için 400 binden fazla aday varken sadece 13 bin 400 kontenjan ayırdı. Öğretmen olmak isteyenler bu alanlardaki sertifika programlarına 3 bin lira ödeyerek kayıt olabilecek.
EKONOMİ
9
7 Ekim 2011 / 20 Ekim 2011
Halk›n Sesi
Zamlar halkı teğet geçmedi ENG‹N DURAN
E
kim ayından itibaren yapılan zamlarla birlikte elektriği artık yüzde 9,57, doğalgazı ise yüzde 14,35 daha pahalı alacağız. Kışın gelmesiyle birlikte artacak doğalgaz tüketim ihtiyacıyla birlikte bu zam bütçelerde daha geniş açıklar doğuracak. Elektrik Mühendisleri Odası’nın (EMO) ölçümleriyle asgari yaşam standardına göre bir ailenin aylık elektrik gideri 2007 yılında 36 lira iken bu miktar 2010 yılında 62 liraya ve son olarak yapılan zamla birlikte 68 liraya yükseldi. Konut elektrik fiyatlarına yapılan dört yıllık toplam zam oranı yüzde 88 oldu. Elektrik, doğalgaz, su gibi yaşamsal giderlerin kullanım bedellerinin artması en çok asgari ücretle geçinmeye çalışanların bütçesini zora sokacak. Ayrıca elektrik fiyatlarına gelen zammın ardından doğalgaz fyatına gelen zam ile birlikte elektriğe yeniden zam geleceği konuşulmaya başlandı. Çünkü Türkiye’de kullanılan doğalgazın yüzde 55’i elektirik üretimi için harcanıyor. Dolayısıyla doğalgaz zammı yeni bir elektrik zammının sinyalini veriyor. Sonbahara yüksek zamlarla girerken önümüzdeki dönemde hem döviz fiyatındaki artıştan kaynaklı, hem de kamu bütçesinin açık verme endişesinden dolayı ithal
K
riz teğet geçti, geçiyor tartışmaları süredursun enerji fiyatlarına yapılan zamlar halkın bütçesini teğet geçmedi
ürünlerde ve kamusal hizmetlerde (ulaşım, telekomünikasyon) yeni zamlarla karşı karşıya kalınacak. AKP her zaman olduğu gibi zamlar öncesi açıklamaları ile kendisinin de elinde olmayan sebeplerden dolayı zam yapmak zorunda kaldıklarına insanları inandırmaya çalıştı. Hem BOTAŞ'tan hem de Enerji Bakanlığı’ndan yapılan açıklamalara göre yapılan zamların iki nedeni var. Birincisi artan petrol fiyatları, ikincisi de son dönemde artan döviz fiyatları. Sonuç
olarak ‘hükümetin inisiyatifinin dışında gelişen olaylar nedeniyle zam yapmak zorunda kaldık’ ezberini halka yutturmaya çalışıyorlar. Ancak zammın bahanelerinden birisi olan petrol fiyatlarının artışı gerçeği yansıtmıyor. Son 3 aylık dönemde ham petrolün varil fiyatı 115 dolarlar civarından 100 dolara gerilemiş durumda. ZAMMIN ARKASINDA YATAN ESAS MESELE Son dönemlerin en güncel tartışması olan ‘enerji bağımlılığı’ ve bunun ‘cari
açık üzerine etkileri’ aslında zammın altında yatan gerçek neden. Türkiye ekonomisi artan hızla cari açık veren bir ekonomi ve enerjisinin büyük bir kısmını dışarıdan alıyor. Türkiye’nin toplam ithalatının yüzde 20'si enerji ithalatı, dolayısıyla artan döviz fiyatlarıyla birlikte enerji alımının toplam maliyeti de artıyor. Bu da dış kaynak girişine bağlı büyüme modelinin geleceğini tehlikeye sokuyor. Sonuç olarak bu açıkların finanse edilmesi git gide zorlaşıyor. Uzun süredir cari açığı azaltmaya
çalışan hükümet için döviz fiyat artışı ve onun enerji fiyatlarına yansıtılması hem cari açıkla mücadele hem de enerji fiyatlarını yüksek tutarak yeni açılacak enerji özelleştirmelerine teşvik olacak. Zaten HES'lerden üretilen elektriğe devlet garantisi ile yüksek fiyatlı enerji alımları yapılıyor. Genel olarak enerjinin piyasasının canlı ve karlı tutulabilmesi için fiyatların cezbedici olması gerekiyor. Bunu IMF de son Türkiye incelemesinde şu sözlerle ifade ediyor: “Dünya fiyatlarında ve döviz kurlarındaki
hareketlerin enerji fiyatlarına zamanında yansıtılması enerji tedarikçileri ve kullanıcılarına teşvik oluşturacaktır.” Bu düsturla hareket eden IMF, bu raporunda zaten zammın işaretlerini vermişti, hükümet de icracı kimliği ile talimatları uygulamada ‘yola devam’ dedi. AKP hükümeti, 2007’den sonra enerji özelleştirmelerine hız verdi. Başta elektrik üretim ve dağıtım bölgeleri olmak üzere, doğalgaz dağıtım bölgeleri de son 4 yıldır hızla özelleştiriliyor. Doğalgaz ve elektrik dağıtım bölgelerinin ihalelerini yüksek bedellerle alan yerli şirketlerin hem ihalelere harcadığı bedelleri karşılayıp hem de kar elde etmesi gerekiyor. Dolayısıyla hükümet bunun bedelini zamlar yaparak halka fatura etmeye çalışıyor. HALKEVLER‹ EYLEMDE Zamlar karşısında ilk tepkiler Halkevleri, TMMOB ve tüketici derneklerinden geldi. Halkevleri Bursa’da bir yürüyüş yaparak enerjinin yaşamsal bir hak olduğunu ve herkese asgari ihtiyacı kadar doğalgaz ve elektriğin parasız sağlanması gerektiğini belirtti. Halkevleri, eneji zamlarının dövizdeki artıştan değil, elektrik ve doğalgaz dağıtım bölgelerini satın alan şirketlerin ihale masraflarını karşılamak ve şirketlere ilk karlarını vermek amacıyla yapıldığını belirtti.
IMF buyurdu, AKP enerjiye zam yaptı I
MF heyetinin son Türkiye ziyareti sonrası hazırladığı değerlendirme raporundan sürpriz çıkmadı. Küresel kriz döneminde Türkiye ekonomisine övgüler dizen IMF heyeti, politika önerileri kısmında ise ezberine başvurarak yine faiz dışı fazladan, sıkı para politikasıyla birlikte enflasyon hedeflemesinden ve bunların yanında da finansal piyasalarda istikrardan bahsetti. Ancak öne çıkan iki önemli politika önerisinin mevcut sürdürülmeye çalışılan dış
kaynağa dayalı büyüme modelinin istikrarlı bir şekilde devam etmesi için elzem olduğunun altı çizildi. Bunlardan ilki emeğin verimliliğinin artırılacağı maskesi ile önerilen ‘esnek çalışma’ ve ‘kıdem tazminatının kaldırılması’ olurken diğer öneri ise ‘enerji piyasasına yönelik fiyat düzenlemelerinin yapılması’ oldu. Hükümetten yapılan hazırlıklar bu düsturları iyi çalıştıkları yönünde işaretleri taşıyor. Hem kıdem tazminatının kaldırılması hazırlıkları hem de son enerji
zamları ile enerji ihtiyacıyla bahanesiyle doğanın katledilmesi vahşiliği bunların en somut göstergeleri. “IMF ile yolları ayırdık” diye övünen hükümet, resmi olarak anlaşma olmamasına rağmen IMF ile kafaları ayırabilmiş değil. IMF öneriyor, hükümet yapmaya çalışıyor. Son zamanlarda klasik söylemlerin mevcut küresel krizi çözemeyeceğini yazan-çizen IMF, iş Türkiye ekonomisine önerilere gelince eski deftere bakmaktan başka bir şey akıl edemiyor.
Tekeli kara listeye almış
IMF: Kriz geliyor! E
konomide tehlike çanları giderek daha hızlı çalmaya başladı. Hükümet kanadından yapılan bir dizi güzellemeye rağmen Türkiye ekonomisinin krize en yakın ülke olduğu bizzat IMF tarafından raporlandı. IMF'nin bu işaretinin arkasında yüksek oranda seyreden dış yükümlülükler yatıyor. IMF'nin daha önce yaşanan kriz deneyimlerinden çıkardığı sonuca göre ülkelerin net dış yükümlülüklerinin milli gelire oranının yüzde 40'ı aşması kriz habercisi olarak gözüküyor. Türkiye ekonomisinde ise bu oran 2010 yılında 378 milyar dolar ile milli gelirin yüzde 49'u oldu. Net dış yükümlülükler; yabancıların Türkiye'deki varlıkları olan sıcak para, mevduatlar, dış krediler, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının borsa değeri ile Türkiye yurttaşlarının dış dünyadaki varlıkları olan dış yatırımlar ve mevduatlar
arasındaki net farktan oluşuyor. Dış ticaret rakamları da bu gidişatın hız kesmediğini gösterdi. 2011’in ilk 8 aylık dönemi için dış ticaret açığı yüzde 69,5 artarak 71 milyar 384 milyon dolara ulaştı. Yine aynı dönemde, ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 63,4'ten yüzde 55,4'e düştü. Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durum sürekli hava basılan balona benziyor. Bugüne kadar balon patlamadan şişmeye devam etti ancak bundan sonrası için rahat olunmaması gerektiğini ekonomi bürokratları da dile getirmeye başladı. Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı yaptığı açıklama ile "Kemerleri çözmeyin, fırtına geliyor" diyerek işlerin kötüleşeceğini ancak kendilerinin hazır olduğunu, tüm tedbirleri aldıklarını da açıklamasına ekledi. Hem ABD hem Avrupa ekonomileri büyümeme ve borç sorunlarının çözümünü ufukta
göremiyor. Krizlerden çıkış reçetesi yazma konusunda kafaların bulanıklaştığı bu dönemde Türkiye ekonomisinin sorunsuz şekilde durumu idare edeceği inancı ekonomi bürokratlarında hakim. Ancak IMF'nin raporunda yer alan uyarılar ise gelecek günlerin getirebileceği yıkımlar açısından son derece vahim. Egemen piyasa ekonomisi anlayışı içinde analizler yapan ekonomi yazarları bile artık ‘krizin gelişmekte olan ekonomileri etkileyeceğini’ yazmaya başladı. Bunda dolarda yaşanan yükselişin etkisi fazla. Doların tekrardan güvenli liman şeklinde
algılanması ve kısa vadeli sermaye hareketlerinin gelişmekte olan ülkelerin yerli paralarından çıkıp dolara dönmesi, doların değerini artırırken gelişmekten olan ülkelerin büyüme için mahkum hale geldikleri sıcak paranın çekilmesine neden oluyor. Dolayısıyla ekonomilerin eskisi gibi görkemli büyümeyeceği öngörülüyor. IMF, 1998 Asya Krizi ve 2001 Türkiye Krizi öncesi dönemde olduğu gibi ekonomik durumun güzellemesini yapabilirdi. Oysa şimdi IMF bile kriz tellallığı yaparken hükümet hala ‘sorun yok’, ‘yola devam’ havasında.
Enerji-Sen BEDAŞ’a yürüdü
Konya’da Birnak Ambar’da Nakliyat-‹fl üyesi oldu¤u için iflten ç›kar›lan ve 17 A¤ustos’ta direnifle geçen 10 iflçi, 3 Ekim’de iflbafl› yapt›.
Enerji-Sen üyeleri, iflten ç›kar›lan 123 enerji iflçisinin ifle geri al›nmas› için 5 Ekim günü ‹stanbul Taksim’de bulunan Bo¤aziçi Elektrik Da¤›t›m A.fi (BEDAfi) Genel Müdürlü¤ü önünde eylem yapt›. Enerji-Sen üyeleri 10 Ekim’e kadar 123 iflçinin durumlar›nda herhangi bir de¤ifliklik olmamas› durumunda BEDAfi Genel Müdürlü¤ü önünde direnifl çad›r› kuracaklar›n› ve Taksim’i eylem alan›na çevireceklerini söylediler. Halk›n Sesi’ne konuflan, Enerji-Sen Genel Baflkan› Kamil Kartal, BEDAfi eylemlerinin yan› s›ra 13 Ekim günü Ça¤layan Adliyesi’nde olacaklar›n› söyledi.
BEDAfi bünyesindeki tafleron flirketin sözleflme süresinin doldu¤u gerekçesiyle 123 enerji iflçisi eylül ay›n›n bafl›nda iflten ç›kar›lm›flt›. Enerji-Sen de ayn› gün Taksim’de eylem yapt›. Enerji iflçileri BEDAfi’›n as›l iflçileri olduklar›n› ve bunun mahkeme kararlar›nca da tespit edildi¤ini söyleyerek BEDAfi’›n iflten ç›karma gerekçesinin gerçe¤i yans›tmad›¤›n› söylediler. Eylemin sonucunda BEDAfi Genel Müdürü iflçilerin ma¤duriyetini en k›sa zamanda gidereceklerini söyledi. Ancak aradan geçen bir ayl›k süre içinde iflçilerin durumunda bir de¤iflim olmad›.
K
ıbrıs Rum Kesimi ile Türkiye arasında petrol sondajı meselesi sırasında Enerji Bakanı Taner Yıldız “Rum Kesimi ile petrol sondajı yapan şirketleri zaten kara listeye aldık” ifadelerini kullandı. Söz konusu enerji şirketi Noble Oil, Yıldız’ın kara listesini pek ciddiye almamış olsa gerek. Meksika Körfezi, Çin Denizi, Ekvador, Brezilya, Akdeniz, Kuzey Denizi gibi alanlarda çok sayıda sondaj yapan şirketin yıllık cirosu 4 trilyon dolar civarında. Bu Türkiye’nin yıllık bütçesinden daha fazla.
Yasadan önce! ugünlerde hükümetle işçi sendikaları arasında B sendikal örgütlenme, grev ve toplu sözleşme koşullarını belirleyen 2821 ve 2822 sayılı yasaların değiştirilmesi üzerinde görüşmeler yapılıyor. Bu yazıyı kaleme alırken üç işçi konfederasyonunun web sitesine baktım, belki bir değerlendirme yapmayı kolaylaştıracak bilgi vardır diye. Ancak görüşmelere ilişkin üç konfederasyonun sitesinde de tek bir cümle bile yer almıyordu. Toplantıya katılan konfederasyon yetkilileri yapılan görüşmeleri (niyeyse) sır gibi saklayıp resmi bir açıklama yapmazken ortalıkta dolaşan söylentilere bakılırsa noter şartının kalkması, sendika temsilci ve yöneticilerinin güvencesinin genişletilmesi gibi bazı olumlu değişiklikler düşünülüyor. Diğer taraftan devletin sendikal faaliyet üzerinde daha sıkı denetim kurmasını sağlayacak bazı düzenlemeler ve özellikle sendika yöneticilerinin fiilen işkollarında çalışma şartının kaldırılmasına yönelik değişiklikle sendikal aristokrasinin güçlenmesini sağlayacak önemli değişiklikler gündemde. Kuşkusuz en önemli konu barajın kalkıp kalkmayacağı veya yüzde kaç olacağıdır. Hükümet, sendikaların ipini çekecek mi yoksa bugüne kadar olduğu gibi “Demokles’in kılıcı” gibi sendikaların tepesinde sallamayı sürdürecek mi, göreceğiz. Sendikal örgütlenmenin Tufan önündeki yasal engellerin Sertlek kaldırılması, toplu sözleşme ve grev hakkının serbestçe Dev Sa¤l›k-‹fl kullanılması için gerekli yasal Yönetim Kurulu düzenlemelerin yapılması işçi Üyesi hareketinin hep gündeminde olmuştur. Ancak bu; mevcut yasal sınırları zorlayan bir işçi hareketi olduğunda gerçek anlamına kavuşur. Sınıf hareketinin ortak bir mecraya yönelme imkanlarının henüz olmadığı, tek tek bazı olumlu örneklerle günü idare etmeye çalıştığı bir dönemde yasal düzenlemelerin sınıf hareketini nasıl etkileyeceği tartışmalı bir konudur. Çünkü gerek dünyada gerek ülkemizdeki sınıf hareketi dinamiklerine baktığımızda önce işçi sınıfının dipten gelen dalgası görülür ve bu dalganın yasa duvarlarına çarpmasıyla yasal düzenlemeler işçi hareketinin gündemine girer. Türkiye’de işçi hareketi ilk grevini daha grev yasası yokken yapmıştı. Kapitalist rejimlerdeki bütün yasal düzenlemeler gibi Türkiye’deki grev vb. yasalar da bir taraftan işçi hareketinin taleplerine cevap verilmek zorunda kalınması diğer tarafta sınıf hareketini yasal bir çerçeveye hapsetme isteğinden kaynaklanan diyalektiğin sonucu oluşmaktadır. Kamu çalışanları hareketi de 1990’lı yılların başlarındaki mücadelesinin sonucu olarak örgütlenme haklarının yasal bir güvenceye kavuşmasını istediler ve sonra kendi yasalarının kölesi oldular. Kuşkusuz burada temel hak ve özgürlüklerin yasal güvenceye kavuşturulmasının önemi yadsınacak değil. Ancak şurası açık ki, önümüzdeki günlerde yapılması beklenen yasal değişikliklerin iki önemli dinamiği olacak. Birincisi AKP hükümetinin işçi hareketinin olası güçlenme eğilimlerine karşı tedbir alma, denetleme mekanizmalarını kurmak istemesi. İkincisi ise AB uyum sürecinde hükümetin artık kaçamayacağı bazı iyileştirmeleri yapmak zorunda kalması. Her koşulda Türkiye işçi sınıfının gerçekçi bir zorlaması ve tehdidini görmek mümkün değildir. Böyle olduğunda çıkacak olan yasal düzenlemenin, bu iki kısmen çatışan ve fakat genelde uzlaşan dinamiğin talepleriyle şekilleneceğini söyleyebiliriz. İşçi hareketinin anayasasının birinci maddesi şöyledir: “İşçi sınıfının ihtiyacından daha büyük bir yasa yoktur.” Bu düstur sınıf mücadelesi neye ihtiyaç duyuyorsa sınıf hareketinin rıza göstereceği yasa o’dur anlamına gelir. İşçi hareketi önce kendi mücadelesinin ihtiyaçlarına bakacak. Bu ihtiyaçların gereğini yerine getirmeden hükümet eliyle çıkartılacak yasal düzenlemelerle uğraşmak her koşulda sendikal bürokrasiyi meşrulaştıran faaliyetler olacaktır. Önümüzdeki süreç sendikalar kanununa göre örgütlenildiği ya da toplu sözleşme ve grev kanununa göre toplu sözleşme, grev yapıldığı bir dönem olacaksa zaten bunun bütünüyle sermaye sınıfı ve AKP hükümetinin denetiminde bir işçi hareketi olacağını daha baştan söyleyebiliriz. Eğer sınıf mücadelesini esas alan bir emek hareketi yaratmak isteniyorsa mevcut işçi konfederasyonları, KESK içinde enerjisini bütünüyle sınıf mücadelesine harcamak isteyen sendikalar ve ilerici meslek kuruluşları ve diğer işçi örgütleriyle birlikte yeni bir sürecin örgütlenmesi gündemde olmalıdır. Eğer bir yasal düzenlemeden bahsedilecekse emekçilerin üretim ve yeniden üretim alanlarının örgütlenmesi ve taleplerinin mücadeleye dönüştürülmesini hedefleyen “birleşik emek hareketi”nin mücadele ve örgütlenme haklarını koruyan bir yasal düzenleme üzerinde konuşulmalıdır. Bütünüyle mevcut çarpık işkolu sendikacılığını revize etmeyi amaçlayan bir düzenlemenin işçi hareketine katacağı bir şey olamaz. İhtiyaç olan, bütün çalışanların, emekçilerin ortak örgütlenme ve mücadelesini öngören bir yasal düzenlemedir.
DEDAŞ işçileri direniyor Enerji iflçilerinin Diyarbak›r’daki direniflleri de sürüyor. 26 ‹flçi, 19 Eylül’den beri Dicle Elektrik Da¤›t›m A.fi (DEDAfi) Genel Müdürlü¤ü önünde direniflteler. 17 Eylül günü, göstermelik bir mülakatla 7 iflçinin iflten ç›kar›lmas›n›n ard›ndan Diyarbak›r’daki tüm enerji iflçileri ifl b›rakt› ve AKP il binas›na yürüdü. Tamam› EnerjiSen’e üye olan iflçilerden 19’u daha AKP önünde yap›lan eylemin ard›ndan iflten ç›kar›ld›. 19 Eylül’den itibaren DEDAfi Genel Müdürlü¤ü önünde direnifle geçen iflçiler
DEDAfi Genel Müdürü’nden ifllerine döneceklerine dair söz ald›. Bu söz yerine getirilinceye kadar “direnifle devam” dedi.
10
KİBELE 7 Ekim 2011 / 20 Ekim 2011
Halk›n Sesi
Savafl› reddetmek için... am ormanı yangını gibiyiz. Ateş bir uçtan bir uca sıçrıyor. Taraflar safları sıklaştırmış durumda. Evet, ateş düştüğü yeri yakıyor ama artık her yere düşüyor. Her gün ne olacağı belli belirsiz yaşıyoruz. Susuyor konuşmuyoruz, televizyon kanalını çeviriyoruz ama içimizdeki o dillendirmedikçe küllenecek sandığımız korku; kendimiz, ailemiz, tanımadıklarımız için duyduğumuz o korku güçleniyor. AKP hükümeti Kürt ve Türk halklarının savaşa koşulsuz teslimiyetini sağlamaya çalışıyor. Yıllarca yan yana, omuz omuza duran, birlikte ezilmiş, birlikte yoksulluklarını paylaşmış bu iki halkı tam da can damarlarından vuruyor. Türkleri ve Kürtleri düşmanlaştırmaya falan çalışmıyor, bizi insanlığımızdan etmeye çalışıyor. Savaş çanları dört bir yandan kulaklarımızı çınlatıyor. Ölün, öldürün… Cenaze kaldırın, mevlit okutun… Herkes kendi cenazesinin, kendi acısının, kendi korkusunun peşine Kibele’den düşsün. 2023’te buluşalım Mektup bir hayvan topluluğu olarak… Umutları, hayalleri olmayan bir topluluk… Reddediyorum. Reddetmek zorundayız. Önce insan olduğumuz için. Sonra kadın olduğumuz için. Çünkü kadınların eşit insanlar olabilmelerini sağlayacak koşullardan biri barıştır. Çünkü savaş kadınların elinde avucunda ne varsa alır götürür; aşlarını, işlerini, çocuklarını, sevdiklerini, az biraz kenara koyabilmişlerse özgürlüklerini. Elimizdekileri almalarına izin vermemek için reddetmek zorundayız. Bu ortamda reddedebilmek güç ister doğru. Ama bu gücü eksik kalan Kürt veya Türk yanımızı doğurmaya, büyütmeye çalışarak elde edebiliriz. Bir halkın silahla, zorla bastırılan eşitlik taleplerine kulak vererek birbirimizi anlamaya başlayabiliriz. Gelin gözümüzü kapatalım, bu bombanın yüreğimizde yarattığı acıyı ve korkuyu Kürt illerinde neredeyse her üç aileden birine düşen evlat acısıyla ortak edelim. Gelin sivil halka dönük her türden saldırıyı kendi amaçlarınca meşrulaştıran tarafların karşısına Ankara’da Kürt, Diyarbakır’da Türk’müş gibi karşı duralım. Ben bir Kürt kadın olarak ve sen bir Türk kadın olarak ve yalnızca ikimizin durdurabileceği ve yalnızca eşit yurttaşlar olabilmemizin tek koşulu olan barış için ve hiç değilse insanlığımıza sahip çıkmak için yer değiştirelim.
Ç
Barış kadının isyanında Fatma Şahin askerde çocuğu ölen Kürt annelerin acısını paylaştığını söylüyor ve ekliyor: “Terörle mücadeleye tüm güvenlik birimleri ile devam edeceğiz.” AKP’li bakanın acılı yüreği; çocuğu, sevgilisi, eşi, arkadaşı ya da hiç tanımadıkları savaşta ölen Türkiyeli kadınların barış çığlıklarını duymaya yetmiyor
H
er güne ölüm haberleri ile başlanırken, AKP barış çığlıklarını duymazdan geliyor. Hükümet savaşa rağmen, “terörle mücadelede yeni taktikler” ararken, kadınlar savaşa karşı barışı savunarak sokaklara çıkıyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, 29 Eylül’de gerçekleşen Küreselleşen Dünyada Aile ve Toplum Politikalarını Değerlendirme Toplantısı’na katıldı. Toplantıda Siirt ve Bitlis ziyaretlerini anlatan Şahin, devlet şiddetine devam edeceklerinin üstüne basarak başladığı konuşmasını duygu sömürüsü ile sonlandırdı. ‘AĞLIYORUZ, ÖYLEYSE SAVAŞA DEVAM’ “Terörle mücadelemiz bütün güvenlik güçlerimizle devam edecek” diyen Bakan Şahin, mevcut ortamın hızlı bir şekilde normalleşmesini ve acıların dinmesini istediğini söyledi. Şahin, “Kürtçe ağlayan bir annenin ne dediğini anlamasam bile, o ağladığında benim de içim yanıyor ve ben de ağlıyorsam, gözyaşının dili ve rengi yok. Terörün bu noktada hiçbir mazereti yok” dedi. Hükümet kanadında savaş naraları atılırken, Van Barış Anneleri İnisiyatifi 27 Eylül’de yaptıkları eylemle Erdoğan’ın Siirt’te 4 kadının öldürülmesi ile ilgili sorduğu “Şimdi bu tülbentleri nereye sereceksiniz?” sorusuna yanıt verdi.
Beyazlar giyerek bar›fl isteyen kad›nlar›n eylemine bir gelin sloganlara efllik ederek destek verdi ‘HEM ASKER, HEM GERİLLA ANNESİYİM’ İnisiyatif adına konuşan Şirin Abi, “Bizim yüreğimiz Siirt’te ölen 4 genç kadın için de yandı” dedi. Abi, her iki tarafa da artık yeter demek istediklerini iletti. Abi ”Başbakanın ne söylediklerini televizyon başında oturdum dinledim. Başbakan bize ‘Bu kızlar için de aynı şeyi yapacak mısınız’ demek istedi. Sayın Başbakanım o kızlar için de aynı şeyi yaparız. Ben 2 evladımdan birini dağda kaybettim. 13 yaşındaydı dağa gitti, 1 yıl sonra öldüğü haberini aldım. Şimdi 20 yaşındaki oğlumu da askere göndermeye hazırlanıyorum. Bu kanlı savaş beni hem asker hem
gerilla annesi yaptı. Ben rüyalarımda artık cesetler, tabutlar görüyorum. Sizin yüreğiniz yanmadı, sizin ocağınıza ateş düşmedi. Artık aklımız da kalmadı. 4 yıl boyunca Başbakanlığa ve Cumhurbaşkanlığa gittik. Randevularımız kabul edilmedi, küçük görüldük, dikkate alınmadık. Keşke bize asker anneleri de çağrı yapsa” diye konuştu. Öte yandan meclisin açıldığı gün, 1 Ekim’de İstanbul’da 200 kadın “Bu topraklar hepimizin, yeter artık kimse ölmesin’ diyerek barış taleplerini meclise duyurmak için eylem yaptı. Galatasaray Meydanı’nda başlayan yürüyüşe kadınlar ellerinde Türkçe, Kürtçe, Lazca,
Ermenice, İngilizce yazdıkları ‘Barış’ yazılı dövizler ve karanfillerle katıldı. Beyazlar giyerek “Savaşa değil kadına bütçe” sloganı atan kadınlara İstiklal Caddesi’nde yürümekte olan bir gelin destek verdi. “Kadınlar barış istiyor” pankartının önüne geçerek barış için slogan atan gelini, kadınlar alkışlarıyla uğurladı. Kadınlar adına Taksim Tramvay Durağı’nda basın açıklamasını okuyan Deniz Özlem Bilgili “Savaştan en çok mağdur olan biz kadınlar bugün, meclisin açıldığı gün, halkların kardeşliği için, eşit, özgür, demokratik bir ülke için ve barış çığlığımızın meclistekiler de dahil herkes tarafından duyuması için bir
araya geldik. Çünkü Kürt ve Türk halklarının ortak sesiyle konuşabilen bir dile ihtiyacımız var. Kalıcı ve adil bir barış için gereken bu ortak ve yeni dili biz kadınların kurabileceğine inanıyoruz" diye konuştu. BEYAZ TÜLBENTLER TAKSİMDE Açıklamanın ardından Başbakan Erdoğan’ın “Şimdi tülbentlerinizi nereye bırakacaksınız?” ifadelerini hatırlatan kadınlar, Taksim Meydanı’na tülbentlerini, barış taleplerini içeren dövizlerini bırakarak barış için ısrarcı olduklarını gösterdi Eylem, ESP/Sosyalist Kadın Meclisleri, ÖDP’li Kadınlar, Emekçi Hareket
Baz istasyonuyla mücadele ‘kadının işi’ Kadınlar, “Mahallelerimiz bizim” diyerek, mahallelerini ve yaşam alanlarını korumak için, Ankara’dan İstanbul’a baz istasyonlarına karşı birlikte hareket ediyor ASİYE ÇİL
Mahallelerde kurulan baz istasyonlar›na karfl› yaflam› savunan kad›nlar Ankara’dan ‹stanbul’a mücadele ediyor. Geçti¤imiz günlerde Mamak’taki kad›nlar›n mahallelerinde baz istasyonu kurulmas›na engel olmak için gündüz gece tuttuklar› nöbet haberi so¤umadan, kad›nlardan bir direnifl haberi daha geldi. 22 Eylül’de mahalleli, en önde kad›nlar›n yürüdü¤ü bir eylemle, Okmeydan› Piyale Pafla Mahallesi’nde kurulan baz istasyonunu kald›rd›. Mahalle halk›, elektiri¤i kesti ve bir baca içinde gizlenerek evin çat›s›na kurulan bir GSM operatörüne ait baz istasyonunu parçalad›. Baz istasyonu k›r›l›rken orada bulunan Zeynep Karvar’la baz istasyonunun nas›l ifllevsiz hale getirildi¤ine
dair sohbet ettik. BAZ İSTASYONLARI GİZLENİYOR Zeynep Abla baz istasyonu kurulan binan›n hemen yan›ndaki binada oturuyormufl. Baz istasyonunu kuran flirket hem sessiz çal›flm›fl hem de istasyonu bir baca içine gizlemifl. Dolay›s›yla mahalleli burada bir baz istasyonu oldu¤unu ancak kurulduktan sonra fark edebilmifl. Zeynep Abla “Burada bir baz istasyonu oldu¤unu flirket ölçüm ve denetleme için geldi¤inde anlad›m” diyor. ŞİRKET PARA TEKLİF EDİYOR Zeynep Abla’a baz istasyonunu fark ettikten sonra ne yapt›¤›n› sorduk. Zeynep Abla
anlat›yor: “‹lk önce üst komflum Dilber Abla’ya gittim. Birlikte baz›n kuruldu¤u bina sahibiyle görüfltük. Ama sonuç alamad›k. ‹stedi¤iniz yere flikayet edin dedi.” Zeynep Abla’dan ö¤rendi¤imize göre istasyonun bulundu¤u bina sahibinin kanser hastas› bir annesi varm›fl. Kendisi iflsiz oldu¤undan annesine bakam›yor. fiirket para karfl›l›¤› çat›s›na istasyon kurmay› teklif edince de kabul ediyor. Bina sahibi komflular› ile aras› bozuldu¤u için piflman olsa da Zeynep Abla ona k›z›yor. ‘Kendi annesi var kanserli üç kurufl için de¤er mi?’ diyor ve devam ediyor. “Böyle olunca biz de Halkevi’nden yard›m istedik. Bir taraftan da tek tek komflular› dolafl›p durumu anlatt›k.”
KOMŞULARI ZİLLERE BASARAK ÇAĞIRMIŞLAR Zeynep Abla ve istasyonun oldu¤u binan›n çevresinde oturanlar baz istasyonunu k›rmak için gün belirlemifller. “Baz istasyonu çolu¤umuz çocu¤umuz sa¤l›¤›n› tehdit ediyor. Hepimiz için çok zararl›.” diyerek komflular›n› da baz istasyonunu k›rmaya ikna etmifller. ‹stasyonun k›r›ld›¤› gün iki çocu¤u ve kocas›yla orada olan Zeynep Abla, afla¤›ya inmeyenleri zillerine basarak ça¤›rd›klar›n› söylüyor. Zeynep Abla’n›n anlatt›¤›na göre elektrikçi olan bir komflular› kablolar› kesmifl. ‹stasyon elbirli¤iyle sökülerek sokakta parçalanm›fl. Daha sonra hemen yak›nda bir baz istasyonu daha oldu¤unu ö¤reniyorlar. Alk›fllarla ve ‘‹nsanca bir yaflam istiyoruz’ sloganlar›yla di¤er baz istasyonunun bulundu¤u yerin önüne geliyorlar. Bu istasyon da her kat›nda tekstil atölyesi bulunan bir iflyerinin en üst kat›nda. ‹flyeri kapal› oldu¤undan ve bina sahibine ulafl›lamad›¤›ndan elektiri¤i kesmifller sadece. Ama en k›sa zamanda bu baz istasyonunu da kald›rmaya kararl›lar. BAŞKA İSTASYONLAR DA VAR Mahallede baflka baz istasyonlar›n›n da oldu¤unu ö¤reniyoruz Zeynep Abla’dan. ‹stasyonun numaras›ndan anl›yorlar bunu. ‘Piyale Pafla 3’ yaz›yor üzerinde. “Öyleyse daha çok var bunlardan” diyor Zeynep Abla. Ekliyor: “Mahalledeki di¤er baz istasyonlar›na karfl› da mücadele edece¤im. Sa¤l›¤›m›z› tehlikeye atanlara karfl› sessiz kalmayaca¤›m.”
‘Dostlar’ her hafta buluşuyor A
nkara Mamak’a bağlı Dostlar Mahallesi’ndeki Barınma hakkı Bürosu tarafından kurulan Halk Kütüphanesi her çarşamba sadece kadınlara ait. Daha önce kadın sağlığı, eğitim hakkı gibi konularda bir araya gelip sohbet eden kadınlar 28
Eylül Çarşamba günü “Toplumsal cinsiyet” konusunda konuştu. Gökçe Bolat ve Gülşah Öztürk’ün moderatörlük yaptığı söyleşide 30 kadın ilk defa kadın sorunlarına dair bir etkinlikte yer almanın heyecanını yaşadı. Etkinlik,
kadınların soyadı, mesleği ve medeni durumunu söylemeden kendilerini tanıtmaya çalışmasıyla başladı. Barınma hakkı mücadelesi saflarında yer alan ve kimisi okuma yazma bilmeyen kadınlar bu etkinlikle eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşama-
maları ve toplumsal cinsiyet arasındaki bağı keşfetti. Çeşitli şiddet türleri ile karşı karşıya kaldıklarının bilincine varan kadınlar sığınmaevine duyulan ihtiyaç konusunda ortaklaştılar. Kadınlar her hafta duydukları ihtiyaca göre konu seçip tartışmaya devam ediyor.
Partili Kadınlar, Tüm İGD’li kadınlar, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’ndan Kadınlar, Halkevci Kadınlar tarafından örgütlendi. Eyleme, İMECE’li Kadınlar, Kangal Dernekleri Federasyonu’ndan Kadınlar, Alibeyköy Dersim Derneği’nden Kadınlar, İHD Kadın Komisyonu, EmekliSen Aksaray Şube’den Kadınlar, Divriği Kültür Merkezi’nden Kadınlar, SDP’li Kadınlar destek verdi. Taksim’de gerçekleşen eylem Cihan Haber Ajansı’nın haberinde ‘...kadınlar, ülkede var olduğunu öne sürdükleri savaşın sona erdirilmesini istedi’ ifadesi geçirilerek verildi. Aynı haber Zaman, Bugün ve Haber 7’de yer aldı.
İcracı bakanın icracı yardımcısı
R
esmi Gazete’de yayımlanan KHK ile bakanlıklar yeniden yapılandırılıyor. Başbakana ve bakanlara yardımcılar atanıyor.. Resmi gazetede yayımlanan karara göre Aile ve Sosyal Politiklar Bakanlığı bakan yardımcılığına da 23. dönem AKP milletvekili Aşkın Asan atandı. Riyad Eğitim Fakültesi İslami İlimler Bölümünü bitiren Aşkın Asan, KTÜ Fatih Eğitim Fakültesinde Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri bölümünde yardımcı doçentlik yaptı. Asan’ın 40’ın üzerinde makalesi var. ‘Din Eğitiminde Öğrencinin Düşünmeye Yönlendirilmesi’ başlıklı bir makalede Aşkın Asan’ın görüşlerine yer veriliyor. Makale çocukların dini ilgi ve merakını canlı tutma ana fikri ile yazılmış. Makalede din, bilimsel düşünme basamakları ile açıklanmaya çalışılmış. TENCERE-KAPAK UYUMU Asan’ın özgeçmişi bakanlık için son derece uygun bir portre çiziyor. Aşkın Asan 23.dönem Akdeniz Parlamenter Asamblesi (APA) Türk Grubu’na başkanlık yaptı. APA’nın bünyesinde bulunan ‘Medeniyetler ve Dinler Arası Diyaloğ’ komitesinde ‘Cinsiyet ve Eşitlik’ konulu özel çalışma grubu yer alıyor. Projelerde kadına yönelik ayrımcılık sadece kadının eğitimsiz ve çalışmıyor olmasına indirgeniyor. Metinlerinde ‘kadına ve kıza yönelik şiddet’ ibaresi dikkat çekiyor. Bakanlığın dilinden düşürmediği güçlü aile söylemi Aşkın Asan’ın daha önceki beyanlarından da çıkıyor. Doğum sırasında kocaların da doğuma girmesi yönünde öneride bulunan Asen, doğumun muhteşem bir an olduğunu ve kocaların doğuma girmesiyle aile bağlarının güçleneceğini söylemişti.
11
YÜZ YÜZE 7 EKİM 2011 / 20 EKİM 2011
Halk›n Sesi
AKP karşıtı odak: Halkevleri
AKP sistem içi rakiplerini dize getirdikten sonra halk muhalefetine yönelik baskılarını olağanüstü boyutlara taşıdı. Yasal-demokratik alanda mücadele eden Kürt siyasetçilerine yönelik operasyonlar baş döndürücü bir hızla ilerlerken AKP’nin, meslek odaları ve Halkevleri gibi muhalefetlerinde kamu yararı ilkesi ile birlikte anılan kurumları da özel olarak hedef aldığı görülüyor. AKP’nin
bu yeni yönelimini, AKP karşıtı eylemleri nedeniyle davalara hedef olan Halkevleri’ne yönelik baskıları ve Halkevleri’nin bu baskılara nasıl karşılık vereceği üzerine sorularımızı Halkevleri Genel Sekreteri Oya Ersoy’a yönelttik. Ersoy, hukuki alan dahil olmak üzere tüm alanlarda AKP’ye direneceklerini ancak kazanmanın yolunun öncelikli olarak sokaktan geçtiğine inandıklarını söylüyor.
HALKEVLER‹, KAMU ZARARINA ÇALIfiAN AKP’N‹N ÖNÜNDE B‹R ENGEL
AKP’ye direnmek halka yararlıdır K
ısacası sermayenin kârı ile halk yararı her alanda çarpışmakta, AKP’nin yeni ‘kamu’sunda, kamu yararı ‘sermaye yararı’ olarak eşitlenmektedir
Son dönemde davalarla ve kamu yararına dernek statüsünün kaldırılmasıyla Halkevleri’nin hedef alınmasının nedeni sizce nedir? Halkevleri’ne yönelik saldırılar AKP iktidarının toplumu topyekun teslim almaya yönelik saldırılarından ayrı düşünülemez. İktidarın “ustalık dönemi” egemenler içi rakiplerini dize getirip saldırılarını halk muhalefetinin örgütlü kesimlerine yöneldiği bir dönem. AKP, halkın demokratik haklarını gasp etme, kullanılamaz hale getirme konusunda sistematik bir program uyguluyor. Bugün toplumsal muhalefetin temel bileşenleri; sendikalar, odalar, gazeteciler, tüm basın, HES’lere hayır diyen Hopa, Erzurum, Tortum, Solaklı halkı, topraklarında termik santral istemeyen Gerze halkı, ülkenin dört bir yanında ulaşım hakkına sahip çıkanlar, güvencesizliğe taşeron çalıştırmaya karşı mücadele eden sağlık işçileri ve bu topraklarda eşit, özgür biçimde yaşamak isteyen Kürt halkı biat etmeye zorlanmaktadır. Evet, AKP’nin neoliberal, gerici, ırkçı politikalarına karşı duran herkes, karşısında en ufak bir muhalefet bile görmek istemeyen bir iktidarla karşı karşıya. Halkevleri AKP’nin yolunda ne gibi “engel”ler çıkarıyor? AKP’nin yürüttüğü neoliberal programın ana ekseni kamusal hakların gaspını temel alıyor. Halk, kamusal hakları elinden alınmış, mülksüzleştirilmiş, güvencesiz çalışmaya mahkum edilmiş, işsizleştirilmiş bir topluluk haline getirilmek isteniyor. Bu politikalar sadaka dağıtma-dilencileştirme programları ile birlikte yürütülüyor. Biz bu sürece müdahale etmeye çalışıyoruz. Bunun için belirlediğimiz ana hattı “hak mücadelesi” olarak tanımladık. Eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, su, çevre, güvenceli iş gibi haklarımızı kazanmak için halkla birlikte mücadele ediyoruz. Hak gasplarına karşı, dilencileştirme ve cemaatleştirme politikalarına karşı, halkın kendi dayanışma ağlarını örgütlüyoruz. Bunu yaparken halkın özgücü dışında hiçbir sermaye-cemaat hayırseverliğine sırtımızı dayamıyor, projeciliğe, fonculuğa set çekiyoruz. Gerici ideolojilerin ve uygulamaların karşısında bulunduğumuz her yere bilimi, sanatı, sorgulamayı, özgürlüğü taşıyoruz. Tüm bunlar neoliberal gericiliği oldukça rahatsız eden çabalar. Halkevleri, ülkenin dört bir yanında kendi hayatları hakkında söz ve karar sahibi olmaya girişen yoksulların, emekçilerin öz örgütüdür. Yürüttüğümüz mücadele, hak mücadelesi çizgisi herkes tarafından örnek alınabilir, demokratik, meşru, kitlesel bir çizgidir. AKP, neoliberal gericiliğe karşı mücadelede en önde gördüğü Halkevleri’ne saldırarak diğer tüm demokrasi bileşenlerine “tehdit mesajı” vermektedir. Halkevlerine yönelik baskılar ne şekilde gerçekleşiyor? 79 yıllık bir halk örgütü olan Halkevleri’nin “kamu yararına dernek statüsü” 4 Nisan 2011 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla
kaldırıldı. Bu karar Halkevleri’ne Temmuz ayında bildirildi. Seçim öncesi duyurulmayan bu karar, biz Halkevciler açısından çok da şaşılan bir karar olmadı. Hopa halkının öfkesi karşısında küplere binen Tayyip Erdoğan’ın katıldığı her televizyon programında, yaptığı her konuşmada Halkevleri’nden bahsetmesi boşuna değil elbette ki. Çünkü bugün ülkemizde AKP’nin halkın yaşamındaki en temel hak- Halkevleri 79 ları gasp eden yıllık bir halk politikalarının karşısına örgütüdür. Halkevleri halkla birlikte Halktır. Hiçbir büyük saldırı barikatlar Halkevleri’nin kuruyor. Onlar talan halkın, ediyor, biz emekçilerin, durduruyoruz. AKP ezilenlerin “Halkevleri kolektif kamu yararına değildir” çıkarını, diyor. Oysa toplumsal gerçek şudur ki, bugün haklarını AKP eliyle uygulanan savunmasını neoliberal engelleyemez politikalarla halkın bütün temel yaşamsal hakları sermaye açısından kar edilecek birer metaya dönüştürülmektedir. İşte AKP’nin halka zararlı bu gibi faaliyetlerine çomak sokan Halkevcilerin mücadelesi engellenmek istenmektedir. AKP, Halkevlerinin kamu yararına dernek statüsünü kaldırmakla da yetinmedi. Ankara özel yetkili savcılığı, derelerine sahip çıkan Hopa halkına yönelik saldırılarda emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun hayatını kaybetmesi üzerine Ankara’da yapılan protesto eyleminden sonra tutuklanan 22 kişi ile birlikte toplam 28 kişi hakkında “terör örgütü üyeliği, örgüt propagandası” suçlamalarıyla dava açtı. Halkevleri derneği ve yöneticileri hakkında “amaç dışı faaliyet” gösterdiği iddiasıyla işlem yapılmasını istedi. "Kamu yararı" AKP'nin sorunlu olduğu bir kavram. Anayasa değişikliği referandumunda da tartışılmıştı. AKP'nin Halkevleri’ne, Halkevlerinin AKP'ye karşı tavrında "kamu yararı" nereye oturuyor? Neoliberal dönüşümün uygulayıcısı AKP iktidarı, bu politikalar doğrultusunda kendi “kamu”sunu kurmaktadır. Erdoğan açıkça
K
amu yararına tek sol dernek olan Halkevleri’nin 50 yıl sonra ‘kamu yararına dernek statüsünün kaldırılması’ bu nedenledir eşitlenmektedir. Kamu yararına tek sol dernek olan Halkevleri’nin 50 yıl sonra “kamu yararına dernek statüsünün kaldırılması” bu nedenledir. AKP iktidarı 12 Nisan 1961 tarihinden beri kamu yararına dernek olan Halkevleri’nin “Kamu yararına dernek” statüsünü kaldırırken, doğanın yağmalanmasını, emeğin güvencesizleştirilmesini savunan sermaye örgütlerinin faaliyetleri “kamu yararı”na sayılmakta; Deniz Feneri, İHH, Kimse Yok Mu gibi adı türlü yolsuzluklara karışmış ve sadaka toplumu yaratmaya hizmet eden derneklere kamu yararı statüsü vermektedir. Çünkü AKP’nin yaratmak istediği “kamu”da sermayenin çıkarlarını korumak için sadaka dağıtan, halkı dilencileştiren örgütlere ihtiyaç duyulmaktadır.
“devleti özel sektör gibi yöneteceğiz” demektedir. Bu sözün anlamı, kamu hizmeti üretmekle yükümlü kurumların şirkete, yurttaşların ise müşteriye dönüştürülmesi demektir. AKP iktidarı, oluşturmak istediği kendi kamusunun örgütlerini de yaratmaya çalışmaktadır. Bu nedenle kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve kamu yararına dernekler hedef haline gelmiştir. Yürütmeden bağımsız, aynı zamanda yürütmenin eylem ve işlemlerini denetleme görevi olan “kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları”nın yani meslek odalarının bizzat bakanlıklara bağlanması ve bakanlıklara, kendilerine bağlı meslek örgütlerinin yönetimlerinin “amaçlarına uygun” davranıp davranmadıklarını denetleme, amaca aykırılık gerekçesiyle görevden alma yetkisinin verilmesi bu doğrultuda atılan ilk adımlardır. Bakanlıklar tarafından “amaca uygunluk” denetiminin nasıl yapılacağı aşikardır. Sermayenin talan poli-
tikalarının karşısındaysan “amaç dışı faaliyet gösteriyorsun” denebilecektir. Bilindiği gibi daha yakın zamanda Kütahya’da siyanürle gümüş arayan ve siyanür sızıntısı ile halkın zehirlenmesine neden olan şirket, Çevre Mühendisleri Odası’nın yaptığı açıklamalarla halkı bilgilendirmesi nedeniyle bu Oda hakkında 30 bin TL’lik tazminat talebiyle dava açmıştır. Yine Kocaeli Dilovası’nda yaptığı araştırmaların sonuçlarını halka paylaşarak “halkta panik ve korku” yarattığı gerekçesiyle Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilimdalı Başkanı Prof.Dr.Onur Hamzaoğlu 2 ila 4 yıl arasında hapis cezasıyla yargılanmaya başlanmış, üstelik Üniversite Etik Kurulu tarafından hakkında soruşturma açılmıştır. Oysa Dilovası’nda kanser ölümleri dünya ve Türkiye ortalamalarından yaklaşık olarak 3 kat daha fazladır. Kısacası sermayenin kârı ile halk yararı her alanda çarpışmakta, AKP’nin yeni “kamu”sunda, kamu yararı “sermaye yararı” olarak
Baskılara karşı Halkevlerinin yanıtı ne olacak? Halkevleri 79 yıllık bir halk örgütüdür. Halktır. Hiçbir saldırı Halkevleri’nin halkın, emekçilerin, ezilenlerin kolektif çıkarını, toplumsal haklarını savunmasını engelleyemez. Bu topraklarda sanatı, bilimi, kültürü halkla birlikte üretmesini ve yaygınlaştırmasını engelleyemez. Halkın hakları için halkla birlikte mücadele etmesini ve bu hakları söke söke kazanmasını engelleyemez. Demokratik bir ülke kurma ve kamusal alanın demokratik yeniden inşası hedefini engelleyemez. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül başta olmak üzere o bakanlar kurulu kararının altına imza atan ve Halkevleri’ne yönelik saldırıları planlayan AKP iktidarı bu kararlarının altında kalacaklarını bilmelidir. İktidarın saldırılarına karşı hukuk alanında gerekli adımları atıyoruz ancak her zaman söylediğimiz ve yaptığımız gibi kazanacağımız yer sokaktır, kazanmanın yolu bellidir. Halkevleri 79 yıllık tarihiyle; ülkenin dört bir yanında kurduğu kütüphanelerle, okuma yazma seferberlikleriyle, bünyesinden çıkan sanatçı ve aydınlarla, özgürlükleri için harekete geçen kadınlarla, Halkevleri’nde bilimi sanatı öğrenen binlerce çocukla, “su haktır” diyerek dere başında nöbet tutan nine ve dedelerle; eğitimden sağlığa, barınmadan ulaşıma Halkevleri’nde örgütlenerek haklarını arayan halkla, emek ve demokrasi güçleri ile birlikte bu saldırının karşısında duracak; AKP iktidarının halk, emek ve doğa düşmanı politikalarını sokakta geriletecektir.
AKP ne yapıyor, Halkevleri ne istiyor? AKP, eğitim sağlık gibi temel kamusal hakları paralılaştırıyor; Halkevleri bu hakların herkes için parasız olmasını istiyor. AKP, emekçilerin iş güvencelerini ortadan kaldırıp ucuz işçiliği dayatıyor; Halkevleri, işçiler, emekçiler için güvenceli iş, güvenli gelecek, insanca yaşam istiyor. AKP, ormanlarımızı, doğamızı, sularımızı talan ediyor, kapitalistlere peşkeş çekiyor; Halkevleri, bunların ortak malımız olarak korunması için mücadele ediyor. AKP, evlerimizi kentsel dönüşüm numarasıyla elimizden alıyor; Halkevleri, halkın barınma hakkı için mücadele ediyor. AKP, ‘kadın erkek eşit değildir’ diyor; Halkevleri, kadınların eşitliği ve özgürlüğü
için mücadele ediyor. AKP, Kürt halkını savaş ve cemaat ağlarıyla kuşatarak köleleştirmeye çalışıyor; Halkevleri, Kürt halkının demokratik haklarının tanınmasını savunuyor. AKP, gerici faşist Türk-İslam sentezini yeniden canlandırmaya çalışıyor; Halkevleri, bilimi, sanatı, özgürlüğü ve laikliği savunuyor. AKP, cemaatçiliği hakim kılmaya çalışıyor; Halkevleri, özgürlükçü, bilinçli, aydın, haklarına sahip yurttaşlardan oluşan bir toplum için mücadele ediyor. AKP, emperyalizmle stratejik işbirliği yaparak hem bizleri hem de yoksul halkları köleleştiriyor; Halkevleri, emperyalizmle işbirliğine derhal son verilmesini istiyor.
Her zaman halkın yanında Tarih: 17 Ağustos 1999 Olay: Büyük Marmara depremi, on binlerce insanımızı kaybettik. Kamu yararı suçu: Halkevleri deprem günü devletin pek çok kurumu masa başında toplantı halinde iken depremin merkezine çadırlarını kurmuş, üyelerini görevlendirmiş, Kocaeli halkının yaralarını sarmaya başlamıştı bile. Bugün Arızlı’da evlerinden çıkarılmaya çalışılan depremzedelerin ilk olarak Halkevleri’nin kapısını çalmaları işte bu on yıllık dostluğa dayanır. Kocaeli Halkevleri, ismini bilmediği binlerce depremzedenin dostudur, çatısıdır. Tarih: 1 Mart 2003 Olay: Amerika’nın Irak işgaline fayda sağlamak amacıyla 62 bin yabancı askeri personelin 6 ay süreyle Türkiye'de bulunmasına dönük tezkerenin AKP tarafından meclise sunulması, AKP’nin Ortadoğu işgaline ortak olma çabası Kamu yararı suçu: Halkevleri ABD’nin Irak’ın işgaline ve AKP’nin işbirlikçiliğine karşı güney bölgelerindeki Adana ve Hatay şubeleri başta olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında büyük kampanyalar düzenledi. İlerici toplumsal muhalefet ve onun içinde yer alan Halkevleri ve Türkiye halklarının tepkisi olmasaydı, ABD’nin canını zor kurtardığı bataklıkta AKP’li milletvekilleri değil yoksul halkımız çırpınacaktı. Tarih: 17 Şubat 2006 Olay: Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi Dikmen Vadisi 3, 4 ve 5. Etap Kentsel Dönüşüm Projesi Esasları’nı belirledi. Kamu yararı suçu: Halkın avukatları vadi halkının hukuki başvurularını yaparken, vadi halkı ve Halkevleri üyeleri Barınma Hakkı Bürosu’nu kurarak, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin haksız uygulamalarına karşı örgütlendi. Sabaha karşı yapılan yıkım saldırılarını kadınlar, çocuklar ve erkekler hep birlikte engelledi. Dikmen vadisine oyun parkları yapıldı, çiçekler ekildi, haklarını direne direne savunanlar herkesin televizyonlardan tanıdığı “Dikmen Vadisi Halkı” oldu. Tarih: 3 Kasım 2009 Olay: İstanbul Büyükşehir Belediyesi metrobüs ücretlerine %30’a yakın zam yaptı. Kamu yararı suçu: Halkevleri Ulaşım Hakkı Meclisinin çağrısıyla ulaşıma yapılan zamlara karşı on binlerce yolcu turnikelerden atladı, halkın avukatları zamlara karşı davalar açtı. Ve sonunda hep birlikte bıkmadan bir buçuk ay sürdürdülen ulaşım hakkı mücadelesiyle zamlar geri aldırıldı. Tarih: 10 Şubat 2009 Olay: Bursa’nın Mudanya İlçesi’nde 14 yaşındaki bir çocuğa cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla tutuklanan, ancak daha sonra tahliye edilen Vakit gazetesi yazarı 76 yaşındaki Hüseyin Üzmez’in Bursa Adliyesi’ndeki duruşması. Bir buçuk yıl tutuklu kalan Üzmez şu anda serbestçe aramızda dolaşmaktadır. Kamu yararı suçu: Halkevleri üyesi kadınlar taciz saldırısını bizzat Hüseyin Üzmez’in kafasına indirdikleri şemsiyeyle protesto etmişlerdir. Şubat ayının o yağmurlu gününde tesadüfen Halkevci kadınların elinde bulunan şemsiye Hüseyin Üzmez nezdinde tüm kadın düşmanlarına dönük simgesel bir eylem aracı haline gelmiştir.
12
DOSYA 7 Ekim 2011 / 20 Ekim 2011
Halk›n Sesi
Barışı kim istiyo r? görüşmesinin Kürt sorununda MİT-PKK zakere ifşasıyla gündeme gelen mü cephesi Kürt süreci neden tıkandı? AKP ettiğini öne hareketinin barışı sabote i iktidarın sürüyor. Kürt hareketi siyas u yaratacak bugüne kadar barış umud adığını somut tek bir adım dahi atm operasyonlar hatırlatıyor. Artan polisiye lar bir müzave hızlanan askeri hazırlık bile Kürt kere masası kurulacaksa zayıf biçimde hareketinin bu masaya en riyor oturtulmak istendiğini göste
‘Hükümet barışa niyetli mi?’ Bu hükümetin gerçekten bar›fla niyeti var m›? Galiba önce bar›fltan ne anlad›klar›na bir bakmam›z gerekiyor. Öcalan’›n aylard›r avukatlar› ve yak›nlar›yla görüfltürülmemesi ile övünüyor, bir de nispet yap›yorlar. Hemen her gün onlarca BDP yöneticisi hapse t›k›l›yor. Yine koskoca bir halk tehdit alt›nda yaflat›l›yor. Askerler kendi yerlefltirdikleri may›nlar› temizlemeden köyleri terk ediyor. Köylü çocuklar›n ne zaman kollar›n›n bacaklar›n›n kopaca¤›n› bilmeden yürek tetikte yafl›yoruz. O çocuklar›n da büyüdüklerinde, kollar› bacaklar› hâlâ yerindeyse da¤lara ç›kmaktan baflka hiçbir seçenekleri olmad›¤›n› biliyoruz. Hükümet, BDP ile görüflmeyi reddediyor. O partiyi ve temsil ettiklerini aç›kça yok hükmünde say›yor. Bu onlarca y›ld›r hayat›m›z› zindan eden savafl›n nedenlerini ortadan kald›rmak için kendinden önceki hükümetlerden farks›z, k›l›n› k›p›rdatm›yor. Ora insan›n›n bafl›n› okflamay› bilmedi¤i gibi ona hâlâ potansiyel düflman muamelesini reva görüyor. Ana dilini hâlâ pazarl›k konusu ediyor. Dolay›s›yla Kürt halk›yla bar›flmak de¤il, onun burnunu sürtmek istiyor. Gururunu k›rmak, özgüvenini zedelemek istiyor. Yenmek istiyor. S›rt›n› yere getirmek istiyor. Sesini k›smak, dilini lal etmek istiyor. Y›ld›r›m Türker’in 26 Eylül 2011’de Radikal gazetesinde yay›mlanan köfle yaz›s›
Bir teslim alma taktiği olarak müzakere söylemi Artan askeri operasyonlara ve BDP’yi kıskaca alan KCK operasyonlarına rağmen AKP, Kürt sorununun çözümünde “müzakere” seçeneğini gündeme getirmekten vazgeçmiyor
Kürt hareketi devletle aylar süren görüşmeler boyunca barış için somut tek bir adım atılmadığını açıkladı. Hükümet şiddet yoluna başvurarak Kürtlere teslimiyeti dayatıyor
M
İT-PKK görüşmelerinin ifşa edilmesiyle Kürt sorununun barışçıl bir çözüm yolu olarak sunulan ‘müzakere’ seçeneği yeniden gündeme geldi. Dönemin MİT müsteşar yardımcıları Hakan Fidan ve İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Afet Güneş ile KCK’nın Avrupa yöneticileri Sabri Ok, Zübeyir Aydar ve Murat Karasu arasında gerekçeleşen görüşme 15 Eylül günü sanal ortama düştü. Faili belli olmayan ve görüşme kayıtlarını tüm kamuoyuna açık hale getiren bu ‘servis’le beraber Türkiye siyaseti “müzakere” seçeneğini yeniden tartışmaya başladı.
BARIŞ SÜRECİNİ KİM SABOTE ETTİ? PKK’yi muhatap alarak Kürt sorununun çözüm sürecinde barışçıl yöntemlerle sonuca ulaşılabilmenin mümkün olduğu tartışılırken AKP medyasının başını çektiği liberal-İslamcı cephe PKK’nin askeri yöntemlerden vazgeçmeyerek söz konusu müzakere sürecini tıkadığını öne süren açıklamalar yapmaya başladı. AKP’nin görüşmelerin deşifre olmasıyla beraber daha yüksek sesle dile getirdiği görüş şöyle: “Öcalan’la anlaşıldığı halde örgütün “dağ kadrosu” barışı sabote etmeyi tercih etti. Yeni Şafak’ta Yasin Doğan takma adıyla yazan başbakanın danışmanı ve AKP milletvekili Yalçın Akdoğan bu görüşü savunanlardan: “Silvan saldırısı, Meclis boykotu ve özerklik safsataları bir kez daha gösterdi ki, PKK, DTK ve BDP, Apo'nun kontrolünde
olmayan ve örgütün amaçlarına hizmet etmeyen çözüm süreçlerini sabote etme gibi bir fonksiyon icra ediyorlar” (21 Temmuz 2011) PKK’nin yönetici kadrolarının barışı sabote etmesi sebebi ise şiddetten beslenerek kendilerini egemen kılmaya devam etme isteği olarak açıklanıyor. Bu görüşü savunan Ahmet Altan, Taraf’ta aşağıdakine benzer ifadeleri defalarca dile getirdi: “Benim görebildiğim kadarıyla, PKK’nın yönetimi kendi yöneteceği bir “krallık” istiyor, seçimlerin yapılacağı, demokratik bağımsız bir Kürdistan bile istemiyor, seçimin olmayacağı, doğrudan kendi yönetimine verilecek bir toprak parçası talep ediyor.” (22
Eylül 2011) Bu cepheden bakında her şey gayet tutarlı görünüyor. Barış niyeti olanlar “teröristler”le masaya oturmuş, barış için ellerinden geleni yapmış ama örgüt yöneticilerinden oluşan bir çıkar çevresi tarafından bu barış girişimi sabote edilmişti. Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı Aysel Tuğluk Taraf gazetesinden Yasemin Çongar’a hitaben kaleme aldığı açık mektupta bu iddiaları çürütecek bilgiler verdi. Barış’ı Kürtler istemedi tezini sıklıkla yineleyen gazeteyi eleştiren Tuğluk, 26 Eylül tarihli mektubunda süreci şöyle anlattı: “…Heyetin inisiyatifi
sınırlıydı. Verilen görev kapsamında kaldılar ve ‘eylemsizlik ile geri çekilmeyi’ hiçbir şart kabul etmeden ısrarla talep ettiler. Esas gündem buydu. Kırılma nedeni de yine bu dayatma oldu.” DEVLET HAVANDA SU MU DÖVDÜ? Tuğluk’un görüşmelerin neden tıkandığına ilişkin ifşaatı PKK-MİT arasındaki görüşmelerin oyalama ile geçtiğini gösterdi. Barış sürecinin önünü açacak somut hiçbir adım atılmamış olması da bunu gösteriyor. Görüşme kayıtlarında dile getirilen, AKP çevreleri tarafından da sık sık yinelenen ‘Habur kırılması’ yani ‘dağ’dan ve Irak’taki mülteci kamplarından dönüşün de
kamuoyuna yansıtılandan farklı bir arka planı olduğu da yine Tuğluk tarafından başka bir yazıda aktarıldı. HABUR’UN ASLI Hükümet ve AKP medyası Habur’da PKK’nin gövde gösterisi sonrası duyulan rahatsızlığın hükümetin strateji değişikliğinde payı olduğunu öne sürmüştü. PKK’nin beklediği hukuki düzenlemenin yapılmamasının etkili olduğu görülüyor. Aysel Tuğluk Radikal2’nin 2 Ekim 2011 tarihli sayısında “Gerekenler yapılacaktır” başlıklı yazısında Habur Kürt hareketinin gözünden şöyle aktarıldı: ...Habur’da olan şuydu: Bizzat hükümet adına
konuşan aracılar bir “geri dönüş jesti” talep etmişlerdi. Buna karşılık, herhangi hukuki bir düzenleme yapılmadan böyle bir dönüşün olmayacağı söylenince “gerekenler yapılacak” denildi. Sonrasında Kandil ve Maxmur’dan gruplar gelince yerel mahkemelerin fiili uygulaması “çözüm” olarak Kürtlerin önüne sürüldü. Bir taraftan fiiliyatla hukukun etrafından dolaşılıyor, bir yandan da Kürtlere “işte size pratik, herkes gelip silahları bıraksın” denilerek pişkinlik sergileniyordu. Bekledikleri gibi olmadığını görünce her alanda operasyonlar başladı.” Görüşme sürecine ilişkin aktarımlar ‘barış’ namına tarafların beklentilerini ortaya koyuyor.
Tarafların barıştan muradı ne? A
ysel Tuğluk’un Yasemin Çongar’a mektubunda ve Radikal2’de yayımlanan yazısında ifşa ettiği dayatma ve taktikler AKP’nin açılım-müzakere-terörle mücadele söylem ve yöntemlerine dayalı Kürt sorunu stratejisinin özünü ortaya koyacak nitelikte. Açılım sürecinin Kürt hareketini tasfiye, Kürt halkı ile Kürt hareketini ayrıştırma amacı taşıdığı ilk günden beri dile getiriliyordu. Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur Kürt vatandaşımın sorunu vardır.” (30 Nisan 2011 Muş seçim mitingi), açıklaması bu stratejiyi anlatan en çarpıcı vecizelerden birisiydi. İNKAR BİTTİ Bu noktada TRT ŞEŞ’in açılması, YÖK’ün Mardin Üniversitesi’ne Kürt Dili ve Edebiyatı bölümü açmaya izin vermesi gibi etnik kimlik sorununa kısmi çözüm getiren adımlar da AKP’nin Kürt sorununu bitirme iradesini yansıtan uygulamalar olarak sıralandı. Bu uygulamalar iktidar tarafından Kürt kimliğinin devlet katında tanınması ve Kürt sorununda inkarcı anlayışın tasfiye edildiğinin kanıtı olarak öne sürüldü. AKP’ye yakın çevreler geçmişte Kürt sorununda yapılan en
Barış ve müzakere sözleri iktidar ve onun kalemşorları tarafından Kürt hareketini mümkün olan en geri noktaya iterek teslim almanın aracı olarak kullanılıyor büyük hatanın bu anlayış olduğu kanısında. “Terörle mücadele”de yeni strateji olarak sundukları ve kendi stratejilerini kirli savaşla özdeş 90’lı yıllardan ayıran temel farkı inkarcılıktan vazgeçme olarak tanımlıyorlar: “İnkar ve imha' yöntemi, sorunu daha da derinleştirdi. Kürtlüğe yönelik her şeyin yok sayıldığı, bastırılmaya çalışıldığı, inkar edildiği bu dönemde siyasi paradigma halkı PKK'nın kucağına itti. Bu siyasi paradigmanın ortaya koyduğu terörle mücadele yöntemi de ne örgütün silahlı gücünü kırabildi, ne de siyasi desteğini azaltabildi. Hem siyasi bakış yanlıştı, hem de terörle mücadelede yapılanlar...” (Yasin Doğan mahlasıyla Yalçın Akdoğan Yeni Şafak, 12 Ağustos 2011) AKP hükümeti PKK’yi zayıflatmak ve tabanıyla arasına mesafe koyabilmek için Kürt halkını tanıma ama onun örgütlü gücünü yok etme
fikriyle hareket etti. Bunun için de Kürtlerin taleplerini bireysel kültürel talepler olarak kabul etti ancak hareket bu talepleri toplumsal siyasal talepler olarak gündeme getirdiğinde ise baskıyla yanıt verdi. ‘BİZ BARIŞAMADIK’ Selahattin Demirtaş’ın 27 Eylül’de Diyarbakır’da gazetecilerle yaptığı toplantıda sarf ettiği şu sözler Kürt hareketinin barış için ön koşul olarak sıraladığı temel taleplerin neler olduğunu ve müzakerelerin tıkanmış olmasının gerekçelerini gösterdi: “Biz barışamadık. Herkes bunu kabul etsin. Bu noktadan sonra sen şunu yaptın, ben bunu yaptım demenin bir anlamı yok. Yürünecek barış yolunda temizlik yapmak lazım. Yol mayınlıysa yürünmüyor. Bu yoldaki temizliği de hükümet yapmalı. Nedir bu mayınlar? İfade özgürlüğü ve basın özgürlüğü önündeki
engeller, siyasi tutuklamalar, siyasi partiler kanunundaki engeller ve yüzde 10’luk seçim barajı... Baraj düşmüş olsaydı seçimden sonra çatışmalar başlamazdı. Hükümet ne bizi ne de PKK’yı ikna edebilir bunları halletmeden. Hükümetin herkese güven veren bir tutum içine girmesi lazım. Ne olursa olsun bunu çözmek zorunda olan hükümettir; biz hükümeti muhatap kabul ederiz. Bu masadan kaçmak yok. Tekrar oturacaksın.” Demirtaş’ın işaret ettiği önemli bir nokta var: “Ne olursa olsun bunu çözmek zorunda olan hükümettir.” Çünkü bu ülkede savaşın da barışın da kararını veren, artık yasaları tek başına belirler hale gelen, yargıyı mutlak kontrolü altına almış olan güç hükümettir. Hükümet olarak bu halkın sorunlarına çözüm bulma sorumluluğunu üstüne alan AKP’nin bundan kaçma şansı, 9
yıllık iktidar deneyiminin ardından ve bu ölçüde bir iktidar yoğunlaşması yaşanırken mümkün değildir. EŞİTLİK VE ONURLU BİR BARIŞ İÇİN Müzakere sürecinde Aysel Tuğluk’un aktarımlarına göre somut hiçbir adım atmayan hükümet barışın gelmemesinin sorumluluğu taşıyan taraf olarak öne çıkıyor. Erdoğan 26 Eylül’de New York’ta “Siyasetle müzakere ederiz”; 1 Ekim günü Makedonya gezi dönüşünde yaptığı “ Görüşmeler gerektiğinde tabiî ki olur MİT niye var?” açıklamaları yaptı. Ardından gelen “Operasyonlar sürecektir. Terörle mücadeleden vazgeçmeyiz” açıklaması ve 5 Ekim’de TBMM’de kabul edilen tezkere ele alındığında barış süreci yerine Kürt hareketinin farklı taktiklerle teslim alınmak istendiği sonucu ortaya çıkıyor. Barış ve müzakere sözleri iktidar ve onun kalemşorları tarafından Kürt hareketinin mümkün olan en geri noktaya iterek teslim almanın aracı olarak kullanılıyor. Kürt harekeri için ise “eşitlik” talebinin hayata geçtiği “Onurlu bir barış” sürecinin önkoşulu olarak tanımlanıyor.
13
TARİH 7 Ekim 2011 / 20 Ekim 2011
Halk›n Sesi
DP’DEN AKP’YE ‹SLAMCI MUHAFAZAKARLI⁄IN ROTASI
Emperyalizmin işbirlikçi cengaveri AKP’nin uluslararası siyasette esip gürlemesi dış politika başarısı olarak sunulurken Türkiye’nin bölgede yükselen güç olduğu yönünde telkinler yapılıyor. Ancak tarihi boyunca ABD ve AB kıskacında politika yapabilen, emperyalizme yedeklenen İslamcı muhafazakarlık, bugün de Libya’da, Suriye’de ve NATO’nun üs kuracağı Kürecik’te işbirlikçiliğine devam ediyor damgasını vuran önemli olaylardan biri olarak yerini alır.
S
on dönemde dış politikada “yıldızı parlayan” AKP, Balkanlardan, Ortadoğu’ya, Kuzey Afrika’dan Güney Afrika’ya kadar at koşturuyor. Ancak ne gariptir ki, bütün bu bölgeler ABD ve AB emperyalizmi hegemonyasının kurulması veya güçlendirilmesinin hedeflendiği alanlar. Örneğin Rusya’nın nüfuz alanındaki bölgelerde böyle bir cengaverliği yok hükümetin. AKP’nin dış politika alanında emperyalizme yedeklenmiş siyasetini, Libya ve Suriye siyaseti bütün çıplaklığıyla ortaya seriyor. AKP’nin ilk dönemlerdeki “Müslüman ülkeye yabancı müdahalesine onay vermeyiz” havası, emperyalistlerin kararlı tutumu karşısında tam bir “süt dökmüş kedi”ye dönüştü; Libya’ya askeri birlik gönderildi, Suriye’ye ise ABD sözcüsü gibi davranıldı. AKP bu siyasetini “reel politikanın” zorunluluklarına bağlayarak meşrulaştırma gayretinde. “Van minut” fırçasıyla “ahlaki” bir tavır aldığını iddia ederek Müslüman haklar nezdinde kahraman olmaya oynayan AKP ve Erdoğan, bağımsız bir devletin işgal edilmesinde, bombalanıp yakılıp yıkılmasında herhangi bir sorun görmüyor. İş, gerçek bir tavır almaya geldiğinde ise başlıyor hemen “hayatın gerçekleri”nden dem vurmaya. AKP’nin bu yedeklenme siyaseti, kendinden önceki iktidarların da siyasetinin bir parçasıydı elbette. Rol modellerinden DP’nin bu siyasi tavrının gereği olarak dış politikadaki serüveni bugünlere oldukça benzer. KILAVUZU KARGA OLANIN… Bugünlerde idam edilişinin yıldönümü vesilesiyle yeniden yıldızı parlatılan Adnan Menderes liderliğindeki DP de kendi iktidarı döneminde ezilen halkların emperyalizme karşı aldığı tutum vesilesiyle iki önemli deney yaşadı. DP’nin işbaşına gelir gelmez en önemli icraatlarından biri NATO’nun gözüne girmek için Kore’ye asker göndermesi ve sonrasında döktüğümüz kanın mükafatı olarak Türkiye’nin NATO’ya kabul edilmesi olur. DP’nin bu kraldan çok kralcı tutumu 1955 yılında toplanan Bandung Konferansı’nda ve 1958 yılında Birleşmiş Milletler’de yapılan Cezayir’in bağımsızlığının oylanmasında bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar. II. Dünya Savaşı sonrası ABD ve SSCB önderliğinde iki ana kutba bölünen dünyada savaş sonrası bağımsızlığını kazanan ancak her iki kutba da dahil olmak istemeyen ülkeler kendilerine bir yol arayışı içindedir. Endonezya’nın Bandung kasabasında başını Hindistan lideri Nehru’nun çektiği, Asya ve Afrika’dan çok sayıda ülkenin katıldığı (Sadece İsrail ve Tayvan davet edilmemişti) bir konferans düzenlenir. Konferansın asıl amacı dünyanın düşman iki kutba bölünmesini engellemek, ayrı bir güç odağı oluşturarak barışçı bir dünyanın gerçekleşmesine katkıda
“‹SLAMCI MUHAFAZAKAR” KLAS‹⁄‹… İkinci önemli deney ise Fransa’nın Cezayir’i işgalidir. Fransa, Osmanlı’nın gerileme döneminde 1827 yılında Cezayir’i işgal eder ve 1830 yılında topraklarına katar. Böylece Cezayir Fransa’nın bir toprak parçası haline gelir. II. Dünya Savaşı sonunda müttefiklerle birlikte Almanya’ya karşı savaşmış olan ve savaşın bitmesiyle birlikte bağımsızlıklarına kavuşmayı ümit eden Cezayirliler, savaşın bitişine ilişkin kutlamalarda yanıldıklarını anlar. Cezayir bayrağı açanlara Fransız askerlerinin ateş açması sonucu 40 kişi ölür ve bunu takip eden ayaklanmalarda 40 binden fazla insan katledilir. Fransız vahşetinin en önemli simgelerinden biri yakalanan isyancıların Fransız savaş uçaklarından aşağıya atılarak Cezayir halkına gözdağı verilmesi olarak tarihe geçer. Uzun yıllar süren direniş hareketi, 1954 yılında Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni kurarak bağımsızlık bildirgesini hazırlar. 1958 yılında ise Kahire’de geçici hükümet kurulur. Bugün Libya’daki muhaliflerin kurduğu geçici hükümeti hemen tanıyan İslamcı muhafazakar zihniyet o zaman Müslüman bir ülke olarak kapısını çalan Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin “Bizi tanıyın” teklifini reddeder ve direnişi gayri meşru gördüğünü açıkça ilan eder. Aynı yıl ise Birleşmiş Milletler’de Cezayir Devleti’nin bağımsızlığının oylanması kararlaştırılır, zira Cezayir devletler hukukuna göre Fransa’nın toprak parçası olarak görülmekteydi ancak Türkiye, bu oylamada yine bir “İslamcı muhafazakar” klasiği sergileyerek “çekimser” kalır ve Müslüman Cezayir halkının bağımsızlık mücadelesine sırtını döner. Teklif ise yeterli desteği alamadığı için BM Genel Kurulu tarafından reddedilir.
Yukar›da Türkiye’ye ABD füzeleri yerlefltirilmesini elefltiren “Blok ‹lmi¤i” alt yaz›l› bir Sovyet karikatürü. (Pravda’da yay›mlanan bu karikatür Ed. Bask›n Oran’›n derledi¤i, Türk D›fl Politikas›’ndan al›nm›flt›r)
bulunmak ve başta ABD olmak üzere büyük devletlerin bağımsız uluslara yönelik sömürgeci heveslerini dizginlemektir. Konferans, “Bağlantısızlar Hareketi”ni doğurur ve sonraki yıllarda dünya siyasetinde önemli bir yer edinir.
DP TÜM DÜNYAYI BATI BLOKU’NA ÇA⁄IRIYOR!... Konferansa “emperyalizme karşı ilk ulusal kurtuluş savaşını veren ülke” sıfatıyla Türkiye de davet edilir ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu başkanlığında bir heyetle konferansa katılım sağlanır. Konferansta bütün delegeler emperyalizme ve her türlü sömürgeci, hegemonyacı güç odağına karşı bağımsızlıkçı bir tutum almanın
coşkusuyla konuşmalarını yaparlar ancak sıra Türkiye’ye geldiğinde Fatin Rüştü Zorlu’nun yaptığı konuşma salonda adete buz gibi bir hava estirir. Zorlu, konferansa katılan delegelere özetle; sırtınızı bir güçlüye dayamadan ayakta duramazsınız, bırakın böyle bağlantısızlık siyasetini falan gelin batı blokunda yerinizi alın, mealinde bir konuşma yapar. Başta Nehru olmak üzere bütün delegeler Zorlu’nun konuşmasını şaşkınlıkla dinler. Türkiye’nin batı blokundan yana tavrı açıktır ancak bu kadar pervasızca emperyalizmin sözcülüğünü yapması yine de konferansa
“B‹R KOYUP ÜÇ ALACA⁄IZ” Fransa’ya karşı verilen bağımsızlık mücadelesi boyunca 1.5 milyon Cezayirli öldürülür. Ancak Cezayir halkının kararlı mücadelesi sonucu 1959 yılında Fransa Cezayir’e bağımsızlık verileceğini açıklamak zorunda kalır ve 1962 yılında Cezayir bağımsızlığına kavuşur. Türkiye ise Özal’ın Müslüman ülkelere yeni açılım siyaseti başlayana kadar Cezayir’e adımını atmadı. 1985 yılında Cezayir’i ilk kez ziyaret eden Özal, o dönemde alınan tavırdan dolayı açıkça özür diledi. Ancak, Türkiye’nin yeni açılım siyaseti gereği yapılan bu özür dilemenin üzerinden henüz 6 yıl geçmişti ki Özal bu kez, ABD’nin Irak’ı işgal için işbirliği teklif etmesi üzerine “Bir koyup üç alacağız” diyerek Müslüman Irak halkını ABD emperyalizminin pençesine atmaktan çekinmedi.
Kürecik anti-emperyalist direnişin adı oldu Kürecik bir kez daha ABD-NATO kıskacında emperyalizme üs olarak kullanılmak isteniyor. Ancak Kürecik aynı zamanda direnişin de üssü; Osmanlı’dan 68 kuşağına ve bugüne… ilindiği gibi, Türkiye’de bulunan NATO üslerine bir yenisi daha ekleniyor. Malatya-Kürecik’e NATO’ya ait füze savunma sistemi kurulacak olması özellikle de bölge halkı açısından önemli bir sorun olarak gündemde. NATO’nun Kürecik’te radarları yerleştirmeyi planladığı üs, Kürecik’te kurulacak olan ilk üs değil aslında, tarihi 1950’li yıllara dayanıyor. Kürecik üssü, Türkiye’nin, II. Dünya Savaşı sonrasında batı emperyalizminin stratejisine bağlanarak bu politikasının devamı olarak 1952’de NATO’ya girdiği ve ABD ile ikili anlaşmalar yaparak, ülkenin her yanını üslerle donattığı dönemde kurulmuştu. ABD öncülüğünde ‘Sovyetler Birliği’nden gelecek tehlikeye’ karşı bölgede kurulan radar üssü, yaklaşık 40 yıl boyunca ABD ve NATO askerlerine ev sahipliği yaptı, Sovyetler’in dağılmasıyla birlikte de, 90’lı yıllarda, Türkiye’ye devredildi. Ancak üssün tarihi bununla sınırlı değil. Sistem kapsamında füze kalkanının konuşlandırılacağı üssün yeri Türkiye devrimci hareketini tarihi açısından da önem taşıyor.
B
‹DAMLARI ENGELLEMEK ‹Ç‹N ÜS EYLEM‹ 1971 yılında THKO’nun kurucularından Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alparslan Özdoğan’ın da aralarında olduğu devrimciler, Nurhak Dağı’nda gerilla kampı kurmuşlardı. 1971’in Mart ayında yakalanan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkında verilen idam kararını durdurmak için de Kürecik radar üssünü basmaya karar verirler. ‘NURHAK SANA GÜNEfi DO⁄MAZ’ Radar üssüne saldırı düzenlemek üzere yola çıkan bir grup THKO'lu 31 Mayıs 1971'de, Adıyaman'ın Gölbaşı ilçesine bağlı İnekli Köyü dolaylarında köylüler tarafından görülürler. Dağlarda eşkıya dolaştığı kanısıyla köylüler gördüklerini muhtara ve bekçiye anlatırlar. Onların da jandarmaya haber vermeleri üzerine, gruptakilerden Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alpaslan Özdoğan, Mustafa Yalçıner, Hacı Tonak, Metin Güngörmüş ve Ahmet Erdoğan mola verdikleri bir sırada jandarma tarafından kuşatılır. “Teslim ol “çağrılarını redderek çatışmaya giren gruptan Sinan
Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga vurularak öldürülür, Mustafa Yalçıner ağır yaralanır. “Nurhak Katliamı” olarak bilinen bu çatışmadan sonra dağdaki üste bulunanlar yerlerini terk ederek dağılırlar ancak önemli bir bölümü daha sonra yakalanarak Ankara'ya getirilir ve Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’la birlikte yargılanır. Kürecik’in, Deniz Gezmiş ve Yusuf Arslan’ın yakalanmadan önce devrimci eylemler için üs olarak seçtiği yerlerden birisi olduğu da söylenir. ALMAN EMPERYAL‹ZM‹NE KARfiI KASIMO⁄LU ‹SYANI Daha da gerilere gidersek, Kürecik, tarihi boyunca pek çok isyan ve başkaldırıya tanıklık etmiş bir yer. Yavuz Selim’in Mısır seferinden başlayarak kıyıma uğrayan, zulüm gören, dağlık alanlara yerleşen halk, baskılara maruz kalmış, bu baskılar, irili ufaklı isyanlar yaratmıştır. Bunlardan biri, Osmanlı’yla kavgalı Kürecik aşiretlerinden ‘Kızılbaş’ Kasımoğlu’nun isyanıdır. 1. Dünya Savaşı yıllarında Alman emperyalizmiyle işbirliğine giren Osmanlı’ya asker ve vergi vermeyi red-
Denizlerin idam›n› engellemek için Kürecik radar üssüne sald›r› düzenlemek üzere Nurhak’tan yola ç›kan THKO’lular›n jandarmayla girdikleri çat›flmada Sinan Cemgil, Alpaslan Özdo¤an ve Kadir Manga öldürülür.
deden Kasımoğlu’nun isyanı (Kasımoğlu Mamadali İsyanı), 19141915 yıllarında kısa süreli ve sınırlı bir alanda etkili oldu. İyi örgütlenmemiş isyan bastırılırken Kasımoğlu da Harput’ta idam edildi. KAYPAKKAYA’NIN KÜREC‹K RAPORU Mücadelenin önderlerinden İbrahim
Kaypakkaya, Ekim 1971’de kaleme aldığı Kürecik raporunda bölgeyi “özellikle, 1967’den beri kırlık bölgelere yayılan devrimci kıvılcımın tutuşturduğu noktalardan biri” olarak tarif eder, bölge köylülerinin, demokratik hakları uğruna birçok miting ve yürüyüş düzenlendiklerini, bu eylemlerden dolayı bir kısım köylü önderlerinin hapiste olduğunu yazar.
Özellikle de 1969 yılı hareketli geçer; devrimci öğrencilerin ve yerel TİP üyelerinin etkisiyle 22 Şubat’ta Malatya'da düzenlenen "Emperyalizm, pahalılık ve açlığı lanetleme" mitingine çok sayıda köylü katılır. 9 Mayıs'ta, Hançerli ve Keller köyü sakinleri Malatya Hükümet Meydanı'nda bir protesto toplantısı düzenlerler.
HAPİSHANE DEFTERİ
14
7 Ekim 2011 / 20 Ekim 2011
Halk›n Sesi
Hopa davasının 38 mahpusu tecrit altında 100 günü geride bıraktı, hak mücadelelerinin dört duvarı aşan coşkusu onların kaleminden sayfalarımıza taşındı. Hapishane Defteri adını verdiğimiz sayfamız “içeri”siyle “dışarı”sını buluşturdu
Hopa'dan Gerze'ye, Tortum'dan Solaklı'ya "Eşkıyalar" her yerde erze’de, yaşam alanlarına termik G santral yapılmasına karşı çıkan yerel halka yapılan saldırıyı, bir başka deyişle Gerzelilerin yüreğimizdeki umudu bir kez daha perçinleyen direnişini, sahibinin sesi medyanın sunduğu kadarıyla görüp takip edebildim. (Yazıyı yazmaya başlamışken, M.A.Birand Beşiktaş maçının gollerini uzun uzun gösterdikten sonra “Hrant Dink haberine vakit kalmadı sevgili seyirciler” diyordu.) Panzer üzerine gidiyor insanların, bir de su sıkıyordu. Efendilerinin gladyatörleri gibi kuşanmış olan polis ve askerler, her biri bir yandan olmak üzere otların ve çalıların arasından ilerliyorlardı. Gerzeliler ise, doğayı ve yaşam alanlarını savunmak üzere gereğini yerine getiriyor, direniyorlardı. Bir adam, isyan edercesine “vurun beni” diyordu, bana Metin Lokumcu öğretmenimizin Hopa Meydanı’ndaki son isyanını anımsatarak. Buna ek olarak kendisi de bu mücadelenin içinde olan bir arkadaşımın gönderdiği mektupta kurduğu heyecan dolu birkaç cümle, Gerze’de yaşananları daha iyi anlayabilmemi ve o heyecanı yüreğimde hissedebilmemi sağladı. Ardından Tortum ve en son olarak Solaklı’nın haberleri geldi. Yaşananlarla ilgili bir şeyler söyleyebilmek için daha ayrıntılı bilgi edinme imkânından yoksun olsam da gerçekte buna ihtiyacım da yok. Çünkü yaşamı savunanlarla, onlara karşı kılıç kuşananların karşı karşıya geldikleri anda olanları ve olacakları kendi yaşadıklarımdan fazlasıyla tecrübe ettim. ALIN S‹ZE HAREKAT Kara harekâtı tartışmalarının ülke gündemini meşgul ettiği şu günlerde, Gerze’de, Tortum’da, Perisuyu’nda, Solaklı’da yaşananlar, uzunca bir süredir yürütülen başka türlü bir harekâtın görünürlük kazanmasından başka bir şey değildir. Bu, özellikle AKP’nin iktidara geldiği dönemden bu yana ivme kazanan ve oldukça sistemli bir biçimde yürütülen, doğal varlıklara ve yaşam alanlarına yöne-
lik neoliberal yağma harekâtıdır. Şurada termik, burada nükleer ve hemen her dere boyunca hidroelektrik santral (HES) belasıyla başı dertte olan insanlar, söz konusu yağma ve talan harekâtının ilk biçimiyle epeydir karşı karşıya idiler. Valilerin, kaymakamların, jandarma komutanlarının, hemşeri iş adamlarının, sözde çevreci çanak yalayıcıların, paranın, mafyanın ve daha nelerin devreye sokulduğu bu ilk aşamada doğrudan şiddetin kullanımı öncelikli tercih değildi. Daha ziyade, gönüllü-gönülsüz ikna, adam satın alma, tehdit ve şantaj sıklıkla başvurulan yöntemlerdi. Nihayetinde, yerel direnişleri alt edemese de zayıflatmayı ve en sonunda boğmayı amaçlayan bu ilk aşamaya ait yöntemlerin, pek çok yerde sermayenin derdine tam anlamıyla deva olmadığı görüldü. PANZERLER YOL ALIRKEN ...Doğaya ve yaşam alanlarına yönelik sermaye saldırıları açısından, eskiyle beraber artık yeni “caydırıcı” yöntemlerin ve bizatihi şiddetin devreye sokulduğu, gittikçe dozu artacak olan bir sertleşme evresine girildiği açıkça görülüyor. Bu durum sürpriz değildi elbette. İnsanlar için vazgeçilmez olan doğal varlıkların ve yaşam alanlarının barındırdığı kar potansiyeli açısından sermaye için de vazgeçilmez oluşu, karşılıklı mücadelede tarafların birinin galibiyetini zorunlu kılıyor. Böyle olunca, doğa ve yaşam savunusunda olan insanlara yönelik saldırınım daha sert bir biçime bürünmesi kaçınılmazlaşıyor. ...Neticede, birçok yol ve yöntemle birlikte, şimdi panzerleri, kolluk güçlerini ve biber gazlarını da yanına alan sermaye halka savaş ilan ediyor. Halk, doğayı ve yaşamı savunmak üzere, seve seve olmasa da söve söve ama kararlılıkla bu savaşı kabul ediyor. D‹RENENLER KAZANACAK Akdeniz’den Ege’ye Karadeniz’den Doğu’ya, ülkemizin dört bir yanında
doğaya ve yaşama yönelik neoiberal saldırılara karşı direniş sesleri her gün biraz Taylan Kaya daha fazla yükseliyor. Derelerin Kardeflli¤i Ama henüz Platformu Yürütme Kurulu bu direnişler, Üyesi ve Halkevleri Do¤u sermayenin Karadeniz Bölge Temsilcisi. topyekûn saldırıları 31 May›s’ta Hopa’da karşısında, yaflanan AKP sald›r›s›n›n ülke çapında ard›ndan tutukland›. Yaz›s›n› topyekûn bir Erzurum Oltu T Tipi direniş biçimi Cezaevi’nde kaleme ald›. almış değil. Bu sebeple, nükleere, termik santrallere, HES’lere karşı oluşan direnişlerin; doğanın ve yaşam alanlarının talanının açığa çıkardığı diğer bütün direnişlerin, birbirlerini desteklemek üzere zaman zaman yan yana gelmekten öte, yerel dinamiklerini ve özgünlüklerini kaybetmeden “bir” olmalarına ihtiyaç duymaktayız. ...Siyasi iktidar ve sermayenin el ele yürüttüğü saldırılar şiddetini artırırken önemli deneyimler açığa çıkaran yerel halk direnişlerinin, bu saldırıyı göğüsleyebilecek birleşik direniş hareketini oluşturmanın yollarını bulmaktan başka çaremiz yok artık. Hopa’daki büyük sarsıntıdan sonra, Gerzelilerin direnişi de kapitalist yankesicileri telaşlandırmış anlaşılan. Baksanıza halka sıkacakları biber gazlarını ambulansla taşımışlar. Öyle ya, biber gazlarının olay yerine “sağ salim” ulaştırılması gerek. Ama merak etmeyin bir gün biz de şimdi bizleri püskürtmek için kullandıkları panzerlerle tarlalarımızı sulayacağız! Gerzelilere, Tortumlulara, Perisu’da direnenlere, Solaklılılara gecikmiş ama yürek dolusu selamlar! Halkın Sesi’nin notu: Yazının eksiksiz hali Sendika.Org’da yayımlanmıştır
Adalet Allah’a emanet eoliberal islamcılık yüklendiği misyonu gereği N toplumsal yapıyı hızla değiştiriyor. İslamiyet, kapitalizmin daha iyi işleyebilmesi için günümüz sosyal-ekonomik sistemine gerekli rötuşlar yapıyor ve olası tepkileri İslami kaidelerle hasıraltı etmeyi başarıyor. Fethullah Gülen’in yılların birikimi çalışmaları, AKP’nin ‘devletleşme’ operasyonuyla meyvelerini veriyor. Siyasal İslamı benimseyen cemaatler örümcek ağı gibi tüm toplumu sararken, AKP, yasama, yürütme ve yargıda da egemenlik sağlayarak Özal’dan miras aldığı neoliberal dönüşümü tamamlama görevini bitirme gayretinde. Bu dönüşüm elbette yaşamsal ilişkilerimizde ve toplumda kendini gösteriyor. Neoliberalizm, dini araç olarak kullanırken, İslamiyet de yaşamın her alanına nüfuz ediyor; ama elbette kapitalist sisteme zarar vermeyecek şekilde. O yüzden şeriata varmayan, kendine özgü ‘uyumlu’ bir formda mevcudiyetini koruyor. Bu biçim Türkiye’de tutmuş olmalı ki tüm Ortadoğu’da Uyumlu İslam modeli olarak AKP örneği sunulmaya çalışılıyor. Yargının ele geçirilmesiyle
birlikte ‘çağdaş’ kapitalist hukuk da İslami soslarla bezenmeye başladı. Burjuvaziyi el üstünde tutan hukuk, İslami değerlere kapı aralayan bir form kazandı. Burjuva hukuk kadının, kapitalizm için ucuz ve güvencesiz iş gücü olarak emek piyasasına katılmasını güvence altına alırken kadının ikinci sınıf yurttaş olarak konumlanması İslamiyet’te yer alan kadın ve erkeğin eşit olmadığı birbirinin mütemmimi (tamamlayıcısı) oldukları görüşüyle güçleniyor. Adaletin tepesinde duran HSYK üyelerinin ‘yargının iş yükünü hafifletmek için kadınların tecavüzcüsüyle evlenmesi önerisi’, tecavüzcülerin sırtını sıvazlayan bir anlayış. Tecavüzü bir suçtan, arada olur öyle şeyler, misali, dini terimle ‘mekruh’a çevirme çabası. Bu niyet, elbette kapitalizmin işleyişine zarar verecek boyutta değil ama aynı anlayış kadının araba kullanmasını
yasaklamak gibi bir yanlışa Zafer Algül düşerse Sincan F ağabeyleri Tipi tarafından Hapishanesi hemen kulakları 18 Eylül çekiliverir: “Tamam, 2011 İslami formda olsun ama benzin satışımızı, araba satışımızı engellemesin.” HSYK üyelerinin son önerileri 2011 Türkiyesinde bir gömlek bol gelebilir. Zira AKP içerisinde bile bu önerilere tepkili sesler medyada boy gösteriyor. Ama toplumun da şimdilik fiiliyatta olmasa da düşünsel bazda bu fikre alışması/alıştırılması lazım. Hedef 2023! Büyük düşün Türkiye! Tabii işin bir diğer boyutu da ölümü gösterip sıtmaya razı etme anlayışı. Tecavüzü ve tecavüzcüyü meşrulaştıran bu akla zarar şer-i hükümleri tartışırken, 90’lardan beri fikren hazırlanmaya çalıştırıldığımız türbanın (beraberindeki dinsel gericiliğin) bugün tüm kamuda, ‘şimdilik’ ilköğretim okullarında olmasa da, serbest bırakılması düzenlenmesi kış
aylarında gündeme gelecek gibi. Yüzde 50 oy almış bir AKP’nin herkesi kucaklarken ‘bacılarıyla’ helalleşmemesi, İslami dönüşüm açısından abes karşılanacak bir ustalık dönemi olur. Değişimin, dönüşümün partisi AKP neoliberalizmin egemen olduğu bir ülke yaratmak adına ustalık dönemine geçti. Bunu yaparken izlediği Uyumlu İslam çizgisini sağlamlaştıracak yeni adımlar atacak. Başta kadınlar olmak üzere toplum, olarak İslami anlayışla harmanlanmış bu dönüşüme ya ayak uydurmaya çalışacağız ya da gericiliğe karşı mücadeleyi toplumun her yanına yayacağız. Adalet sistemi çoktan AKP’nin egemenlik alanlarından biri oldu. Burjuva hukuk ne kadar kapitalizmin yolunu açıyor olsa da mücadele ile kazanılmış insan haklarına, kadın-erkek eşitliğine dair sırt yaslanacak bir hali vardı. Şimdi modern burjuva hukuku yerini neoliberal Ilımlı İslam hukukuna bırakmaya başladı. İnsanlığın biriktirdiği evrensel kurallarla yürütmeye çalıştığımız adalet, demek ki bundan sonra şer-i kurallarla harmanlanacak. Ne diyelim. Adalet Allah’a emanet…
Son sözü direnen domatesler söyleyecek ugünlerde Ece Temelkuran’ın “domatesler” üzerine tartışmaları almış başını gidiyor. Yazımın başlığı akla bu tartışmayı getirse de içeriği sınıf mücadelesi adına daha derin bir çatışmaya sahip. Dışarıda bıraktığımız arkadaşlarımız mahpusluğun yüzüncü gününde yüz günümüzü anlatmamızı istemişler. Bu aralar içeride hummalı bir çalışma var. Herkesin elinde kağıt-kalem burayı anlatıyor- anlatmaya çalışıyor. Malum tekrarlara düşmemek için ben “içerinin” daha “içinden” yazmaya çalışacağım. Duruşma salonunda hakim tutukluluğumuzu F tipi hapishanede geçireceğimize hükmederken başlamıştı her şey. 31 Mayıs günü “Hopa olayları” olarak kamuoyuna lanse edilen gazlı ve kanlı günde Metin ağabeyimizi sonsuzluğa uğurlamıştık. Polis Hopa’ya çıkartma yaparak Karadeniz’in yeşil havasını, gaza boğmuş; deresine, suyuna, yaşama sahip çıkan Hopalıları da yerlerde sürüklemiş, copla tanıştırmıştı. Derelerine sahip çıktığı gibi halkına da sahip çıkan Metin ağabeyimiz göğsünü siper etmişti polisin copuna, gazına, TOMA’sına, panzerine… “Alın beni, alın da kurtarın memleketi” diyerek en öne geçmiş korumaya çalışmıştı ardındakileri. Almışlardı Metin ağabeyimizi, coplayarak, gaza boğarak, yerlerde sürükleyerek almışlardı aramızdan. Hepimiz öfkelenmiştik. İnsandan yana olan her şey ve herkes öfkeliydi. Ankara’nın sokağı kadar, Diyarbakır’ın Kürt elleri, Karadeniz’in horonu kadar, Çukurova’nın isyan yürekleri… Türkiye, Erdoğan’ın “üzerinde durmayacağı kadar önemsiz biri” için ayaktaydı. Bizler de ölüme karşı ayaktaydık. Korkuya karşı umuttuk Ankara’da. Metin ağabeyimizin üzerine gittikleri gibi geldiler üzerimize, yüzlercemizi yerlerde sürüklediler, yüzlercemizi gaza boğdular. Dilşat’ımızı, Ozan’ımızı, Çağdaş’ımızı kanlı elleriyle aramızdan almak istediler. Direndik! Ve onların kitabına göre “suç” işledik. On beşimiz (ki bu sayı her gün artıyor) halen bulamadıkları bir örgüte üye olmak ve örgüt adına faaliyet yürütmek suçlamasıyla Sincan’a getirildik. İşte domateslerin hikayesi de burada başlıyor. Hapishane denince akla Ahmet Arif gelir. “Demir kapı”, “kör pencere”, “ranza” ile betimlediği hapishaneyi, attığınız ilk adımda görüyor ve iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Göz korkutan büyüklüğe sahip burası. Kampus diyorlar buraya. Kampusün kelime anlamı değişiyor. Alfabenin değişen “F” ve “L” harfleri gibi. Toplamda 6 hapishane var. İki “F”, iki “L” ve harf bulunmayan kadın ve çocuk – gençlik hapishaneleri. Bizim payımıza düşen, egemenlerin “otel odası” bizim ise “tecrit” dediğimiz “F” tip oldu. Eskiden ders çıkaranlarca hazırlanan hapishanede her şey düşünülmüş. Mimari yapısı tutsakların yan yana, göz göze gelemeyeceği şekilde tasarlanmış. Her istek dilekçe yazmaya koşullanmış. İnsanı insan kılan her şey yasaklanmış. Giydiğin kıyafet, okuduğun kitap, temizlik malzemelerin, kullandığın-gereksinim duyduğun tüm eşyalar anlamsız nedenlerle sınırlandırılmış. Mekan, insanın ihtiyaçları derken, burada hepsi tahakküm aracına dönüştürülmüş: Pencere demirleri 24 saat gözetlenir. Ranza yere sabitlenmiş, duvara sırtını dayamaktan uzak bir
B
Mahir Mansuro¤lu yerde duruyor. 25 Eylül 2011 Merdiven tek kişi için tasarlanmış. Sincan F Tipi Yemek masasını nereye koyarsan koy tuvalet kapısından kaçıramazsın. Demir kapının mazgalı bir karpuz geçirmeyecek büyüklüktedir ve yemek alırken eğilmeni ister yüksekliktedir. Avlusu 13 adımda biter. Üstünde gökyüzü bir avuçtur. Dört bir yanı jiletli tellerle çevrilidir. Bütün bunlar tutsak üzerine hakimiyet kurmak hedefindedir. Tutsak, bunlara direnmedikçe ve kendini her daim yenilemedikçe hakimiyet altına girmeye mahkum olur. İtiraf etmeliyim ki ilk zamanlar burası beni epey korkutmuştu. Buranın egemenleri ve sistemi yenilmez bir güç gibi gelmişti bana. Taa ki avludaki çatlakla tanışana kadar. Avluda volta atarken yan hücrenin duvarından sesler gelmişti. Şaşkın şaşkın sesin çıktığı duvara bakarken bu sefer davet edilmiştik. Üçümüz üzerimizdeki şaşkınlıkla duvara yanaştık. Sesimizden nerde olduğumuzu tahmin etmişti, ses bizi duvarın çatlağına yönlendirmişti. Telefonsuz, şebekesiz, ahizesiz sohbet etmeye başladık. Yenilmez güç duvarın çatlağıyla yenilmişti. Üzerimizde tahakküm kurmak isteyenler o andan sonra yenilgiye mahkum edilmişti. Yazıya konu olan domatese gelirsek. Buraya getirilişimizin ikinci haftası fark etmiştik. Avlunun koridora bakan duvarıyla zemin arasındaki serçe parmağından küçük bir çatlaktan boy vermişti domatesimiz. Bizden önce kalanlar ekmiş olmalı. Küçücük gövdesiyle betona tutuna tutuna güneşe uzanıyordu. Babam gelmişti aklıma. Pazardan satın aldığı domateslerin tohumunu ayırırdı. Toprağa eker günlük bakımını yapardı. Ama bir türlü filiz vermezdi. O da mecburen fide satın almak zorunda kalırdı. Bizim domatesimiz rüzgarın getirdiği tozu toprak bilmiş, bir mahpusa yakışır dirençle yaşama tutunmuştu. Her sabah kokusunu içimize çekerek günü karşıladık. Suyunu verip dallarına destekler koyduk. Başta hiç birimiz meyve verebileceğini düşünmemiştik. Bize ders vermek istercesine çiçeğe durmuştu gövdesi. On iki çiçek. Bayramın ilk günü çiçeklerden biri meyveye bırakmıştı kendisini. O gün neşemizden yerimizde duramadık. Dönüp dolaşıp kendimizi yanında buluyorduk. Bayramın bitiminden sonra söküp aldılar domatesimizi. “Ramazan ayıdır, karışmayalım” dedik. “Siz de bostana çevirmişsiniz avluyu” demişler yan hücredekilere. Onların da kavunu vardı. Bize ise yasak demekle yetindiler. Söküp atsalar ona da razıyız. Söktüler ve yanlarında götürdüler. Ellerinden kurtarabildiğimiz, çiçeğini yeni bırakmış minik domatesimiz oldu. Aynı gün yeni tohumlar bıraktık çatlamış duvara. Bu sefer domatesin yanına biber de ekledik. Biberin yanına salatalık, salatalığın yanına kavun, karpuz. Bostana çevirmeye and içtik. Varsın koparsınlar. Bizde bu inat tohumlarımızda bu yaşama tutkusu oldukça kazanırız bir gün mutlaka. Domates polemiği dışarıda süre dursun. Son sözü direnen domatesler söyleyecek. Üçümüzden kucak dolusu sevgiler…
Yazmak için.... Hopa’da 31 Mayıs günü yaşanan polis saldırısının ardından ilçede ve Ankara’da çok sayıda kişi göz altına alındı. Hopa’da 15 kişi, Ankara’da ise 22 kişi tutuklandı. Mahpusluklarının 100’üncü gününü geride bırakan Hopa davası tutuklularına mektup ve kart atarak dayanışma göstermek isteyen okurlarımız için elimizde bulunan yazışma adreslerini paylaşıyoruz. (Tutuklu bulunan Cüneyt Çakır’ın adresi elimizde yok) Ali Aksu, İbrahim Aksu, İdris Akbıyık, Önder Öner, Şafak Ustabaş, Şinasi Gümüşkaya, Görgü Demirpençe, Yunus Aksu, Erhan Köse, Cengiz Akyüz, Şaban Kotil, Ender Yalçın - Erzurum E Tipi Cezaevi Merkez / Erzurum Güven Poshoroğlu - Arhavi Cezaevi Arhavi / Artvin Ferdi Şağbanoğlu, Taylan Kaya, Oltu T Tipi Cezaevi-Oltu / Erzurum Ozan Gündoğdu - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 1 No'lu L tipi Cezaevi Koğuş: C15 Sincan/Ankara Soner Torlak -Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 1 No'lu L tipi Cezaevi Koğuş: B5 Sincan/ Ankara
Ferat Koyuncu - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Çocuk ve Gençlik A-3 Koğuşu Sincan/ Ankara Göksel Ilgın - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, 1 No'lu L Tipi Cezaevi, Koğuş: A 5 Sincan/Ankara Ömür Çağdaş Ersoy - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 2 No’lu L tipi A8 Sincan/ Ankara Çağrı Yılmaz - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 1 Nolu F Tipi Cezaevi A 7-20 Uğur Tuna - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 1 Nolu F Tipi Cezaevi A 7-20 Hikmet Tanıl - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 1 Nolu F Tipi Cezaevi A 7-20 Uğur Uzunpınar - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 1 Nolu F Tipi Cezaevi C 11-98 Hamza Doruk Yıldırım - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 1 Nolu F Tipi Cezaevi C 11-98 Tayfun Yıldırım - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu1 Nolu F Tipi Cezaevi C 11-98 Mahir Mansuroğlu - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 1 Nolu F Tipi Cezaevi B 2-56 Nuri Özçelik - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 1 Nolu F Tipi Cezaevi B
2-56 Can Kaya - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 1 Nolu F Tipi Cezaevi B 2-56 Demet Yılan - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 1 Nolu F Tipi Cezaevi J 3 Zafer Algül - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 1 Nolu F Tipi Cezaevi C 7-88 Can Türkyılmaz - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 1 Nolu F Tipi Cezaevi C 7-88 Kadir Aydoğan - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu1 Nolu F Tipi Cezaevi A 4-41 Özgür Atmaca - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 1 Nolu F Tipi Cezaevi A 4-41 Ozan Sürer - Sincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 1 Nolu F Tipi Cezaevi A 4-41
KÜLTÜR SANAT
15
7 Ekim 2011 / 20 Ekim 2011
Halk›n Sesi
'Adil Okay ile Geçerken' M. Şehmus Güzel'in hazırladığı "Adil Okay ile Geçerken" adlı kitap, Ütopya Yayınevi'nden çıktı. Kitapta, iki kez öldürülmek istenen, her suikasttan kalan izleri hala vücudunda taşıyan, defalarca ölümle köşe kapmaca oynayan yazar Adil Okay'ın yanı sıra, bir dönem anlatılıyor.
Orhan Kemal Ödülü
Katalan filmi Oscar aday›
Çukurova Edebiyatçılar Derneği tarafından düzenlenen Orhan Kemal Öykü Yarışması sonuçlandı. Türker Ayyıldız’a “Dört Kız, Bir Oğlan” eseriyle birincilik, Temel Karataş’a “Bozuk Havalar” öyküsüyle ikincilik, Gizem Aras ise “Masal Çizmek” ile üçüncülük ödülü verildi.
Oscar'da İspanya'yı ilk kez bir Katalan filmi temsil edecek. İspanya'nın en iyi yabancı film dalında Oscar adayı Kara Ekmek’in (Pa Negre) tamamı Katalanca. İlk kez bir Katalan filmi Oscar için İspanya'yı temsil edecek. Film, İspanya İç Savaşı sonrasında geçen bir hikayeyi anlatıyor.
Alt›n Koza’n›n sahipleri 18. Altın Koza Film Festivali sona erdi. Gecede, Onur Ünlü’nün yönettiği ‘Celal Tan ve Ailesi’nin Aşırı Acıklı Hikayesi’ en iyi film ödülüne layık görülürken, Yılmaz Güney Ödülü, Özcan Alper’in yönettiği ‘Gelecek Uzun Sürer’ isimli filme gitti.
Kitaptan çizime, sansüre bahane çok
S
ilah taşıma yaşını 18'e indirirken çocukları korumayı zerre kadar düşünmeyenler kitaplardan 'çocuklar adına' korkuyor. Sansürü meşrulaştırmanın aracı olarak çocuklar kullanılıyor
S
anat dünyasında birkaç yıl öncesinde 'haber değeri' taşıyan sansür vakaları artık sıradanlaşmışken geçen hafta içinde bir çevirmen, yayıncı ve karikatürist hakkında çevirdikleri/yayınladıkları kitap ve çizdikleri karikatür yüzünden hapis cezası istenmesi ifade özgürlüğü tartışmasını yeniden başlattı. Vakaların ilki, Chuck Palahniuk’un ‘Ölüm Pornosu’ isimli kitabının Türkçeye tercümesini yapan Funda Uncu ile kitabı yayınlayan Ayrıntı Yayıncılık’ın sahibi Hasan Basri Çıplak hakkında 6 aydan 3 yıla kadar hapis istemiyle açılan dava. Geçtiğimiz aylarda benzer pek çok yasak kararının altınada imzası olan Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu bu sefer de iş başında. Kurul, kadının bir meta olarak
kullanılmasını eleştiren ve onuncu baskısını yapan kitabı asıl ağırlığının cinselliğe yöneltilmiş olduğu ve bu nedenle toplumun ahlak yapısı ile bağdaşmadığı saptaması ile gayri ahlaki buldu. Kurul, kitapta cinsel organlara kadar detaylara yer verildiğini belirtmeyi de ihmal etmedi. Savcılığın iddianamesinde ise kitabın hiçbir uyarı yapılmadan satışa sunulduğu ve çocuklara ulaşmasını engelleyecek hiçbir önlem alınmadığı dolayısıyla suçun oluşumu için yeterli olduğu vurgulandı. ÇOCUKLA MEfiRULAfiTIRMA Cinselliğin konuşulmasının tabu olması bir yana cinsel organların adını bile duymaya katlanamayan iktidarın sansürü meşrulaştırmak için çocukları kullanması en yaygın durum... İnternet sansüründe
Bahadır Baruter'in gelişmeler üzerine egoistokur.com adlı sitede yayınlanan yazısı: ben ülkeme karfl› sitemliyim. çünkü benim ülkem ba¤›ms›z bir ülke de¤il. ben küresel kapitalizmin bir uydusunda yafl›yorum. görünen o ki küresel kapitalizm bu günlerde ülkemde bir devrim gerçeklefltiriyor. rejim el de¤ifltiriyor; devlet el de¤ifltiriyor. buna ne seviniyorum ne de üzülüyorum, sadece izliyorum, yans›zl›kla ve anlamaya çal›flarak. çünkü kaç›n›lmazd›r böyle de¤iflimler, gerekti¤inde yap›l›r. küresel kapitalizm kendisine ba¤›ml› olan ülkelerde diledi¤ini yapar, gerekli gördü¤ünde… görebildi¤im kadar›yla, devrimin iç destekçileri özgüvenli, kararl›, h›rsl› ve çal›flkanlar. karfl›lar›ndaki kaybedenler ise hedefsiz, yörüngesiz ve iradesizler. bu de¤iflimi anlamakla yükümlü olan entellektüeller bölündüler ve kutuplaflt›lar. karfl›l›kl› cephelerden birbirlerini y›pratarak de¤ersizlefltirdikleri bir savafl›n içindeler. yans›z ve analitik düflünebilenlerin ise sesleri her savaflta oldu¤u gibi c›l›z ç›k›yor. meselelere gökyüzünden bakabilenlerin cazibeleri sönük. çünkü onlar›n tespitleri tarihin yarg›lar›n› beklemek zorunda. tazeyken anlafl›lmalar› imkans›z. bütün tarihsel tespitler gibi, henüz çi¤ler. bu de¤iflime halk› ikna edebilmenin bafll›ca pazarlama imgesi ‘demokrasi’. çünkü ‘demokrasi’ kolayca sömürülebilecek bir zaaf›, bir yaras›, bir ezikli¤i, k›sacas› bir afla¤›l›k kompleksi bu
ve filtre uygulamalarını çocukları korumak savıyla savunan muktedirler bu sefer de aynı yola başvuruyor. Silah taşıma yaşını 18'e indirirken çocukları korumayı zerre kadar düşünmeyenler kitaplardan 'çocuklar adına' korkuyor. Geçtiğimiz haftanın ikinci vakası ise karikatüründe yer alan camideki bir sütunun üzerinde yazan 'Allah yok, din yalan' sözleri üzerine şimşekleri üzerine çeken karikatürist Bahadır Baruter'e açılan dava ve hapis istemi. Bu sefer iddianame “Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılama” suçlamasına dayanıyor. Sesini en çok duyurabilen muhalif basın mecrası mizah dergilerine yönelen baskı ifade özgürlüğünü yasaklıyor. Sonuç olarak bu sefer de inançları koruma bahanesiyle baskı tam gaz sürüyor.
ülkenin. çok derin travmalar›n yaratt›¤› çok yüksek bir kompleks… en ac›kl›s›, ülkem demokratikleflti¤ini sanarak de¤iflecek ama asla demokratik bir ülke olamayacak. ne yaz›k ki… çünkü gençlerini ailesinde, okulunda, k›fllas›nda ezerek, h›rpalayarak yetifltiren bir ülke bu. demokrasiye asla gönülden inand›ramaz bireylerini böyle bir ülke. gelir, e¤itim ve sa¤l›k adaletsizli¤i demokrasiyi anlamaya ve ö¤renmeye zaten çoktan engel. yarad›l›fl›nda yok demokrasi bu ülkenin. sanki neredeyse ‘sütü bozuk’… demokrasi bu ülke insan› için bir ütopya. ama bu ütopya yaflanmakta olan de¤iflimin yine de en lezzetli havucu gibi sallan›yor toplumun önünde. çünkü san›r›m demokrasiyi özlemek ve istemek, demokrat olmaktan daha kolay. ben bu kolayc› ve ba¤›ml› ülkeye sitemliyim.
Vadi halkının festivali 3 yaşında B
Erdal Erzincan çalıp söylüyor
B
ağlama virtüözü Erdal Erzincan yeni albümü “Girdab-ı Mihnet” ile aşıklık geleneğine selam gönderiyor. Bağlama tekniklerinde yeni arayışları, doğaçlama ve gelenekseli bir araya getiren çalışmalarıyla dünyaca tanınan Erzincan’ın yeni albümü Kalan Müzik’ten yayınlandı. 15 yaşından bu yana bağlama çalan, söyleyen, araştıran, hocalık yapan, besteler üreten sanatçı bu albümünde bağlama icrası üzerine yaptığı bütün denemeleri bir yana bırakıp “çalıp-söyleme” geleneğine vurgu yapıyor. Erzincan “Girdab-ı Mihnet” ile bağlamanın giderek unutulan bu köklü damarını hatırlatırken, bu geleneğin en önemli temsilcileri olan aşıkların kültür hazinemiz içindeki önemini öne çıkarmayı amaçlıyor. Albümde bulunan 16 türkünün hepsinin özel bir anlamı var Erdal Erzincan için. Albüme İsmini veren Girdab-ı Mihnet’i “Yaşamı boyunca mazlumdan yana saf tutmuş ve bunu müziğine yansıtmayı kendine ilke edinmiş büyük usta” diye tanımladığı, aşık Feyzullah Çınar’ın anısına seslendirmiş. Doğduğu yörenin ezgisi olan Kırat türküsünü ona bağlamayı sevdiren aile büyüklerine ithaf ediyor. Seher Yeli türküsüyle ise ona çalıp söyleme geleneğininin önemini öğreten Muhabbet grubuna; yani Arif Sağ, Musa Eroğlu, Muhlis Akarsu, Yavuz Top’a selam ediyor.
arınma hakkı mücadelesinin simgeleşen ismi Dikmen Vadisi, halk festivalinde üçüncü defa buluşuyor. Dikmen Vadisi Barınma Hakkı Bürosu bu yıl üçüncüsünü yapacakları halk festivalinin programını açıkladı. Vadililerin Festivadi olarak adlandırdıkları halk festivali bu yıl 7-9 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Vadi halkı bilim-sanat-kültür alanlarında üretim ve paylaşımın yanı sıra, yaşamlarımıza ve haklarımıza yönelen saldırılara karşı bir dayanışma ve yoldaşlık buluşması olarak, geçmiş yıllarda olduğu gibi yine vadi halkıyla birlikte olan bütün dost kişi ve kurumların imecesi ile yaşama geçirilecek festivale tüm Ankaralıları davet ediyor.
18.00 Tiyatro (Aşkın Vatanı Yoktur/Özgür Tiyatro 08 EKİM 2011/CUMARTESİ 13.00-17.00 Atölye Çalışmaları (Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve Barınma Hakkı Bürosu) -Heykel Atölyesi (Yürütücü: Aslı Tanrıkulu/Heykel Sanatçısı) -Karikatür Atölyesi
(Yürütücüler: Karikatür sanatçıları Seçkin Temur ve Bülent Okutan) -Çocuk Mimarlık “Barınak” Atölyesi (Yürütücüler: Mimarlar A. Cemile Okyay ve Bahar Öktem) -Fotoğraf Atölyesi (Yürütücü: Afsad) -Doğal Döngü/Permakültür Atölyesi (Yürütücüler: Mimarlar Evren Yılmaz Tekin ve Z. Ebru Aksoy) 17.00 Çocuk Oyunu
FEST‹VAD‹ - III PROGRAMI 07 EKİM 2011/CUMA 14.00 Vadi Yürüyüşü (Dikmen Vadisi 1. Etap’tan, Barınma Hakkı Bürosu'na kadar bir proje gezisi) 17.30 Festival Açılışı (Barınma Hakkı Bürosu)
Devlet Tiyatroları perdelerini açıyor
D
evlet Tiyatroları, 19 ildeki 54 sahnesiyle 2011–2012 tiyatro mevsimine 'merhaba' dedi. Türk tiyatrosunun, ulusal üslubunu oluşturacak olan oyun yazarlarını desteklemek amacıyla her sezon Türk tiyatro eserlerinin yeni örneklerini repertuvarına alan ve 60. yılında 60 yeni yerli oyunu ilk kez sahneleyen Devlet Tiyatroları (DT), yeni
mevsimde de 11 yeni yerli oyunu ilk kez sahne ışıklarına çıkaracak. Bir çeviri oyun da ilk kez sahnelenecek oyunlar arasında yer alacak. Ayrıca 5 yeni oyun Türkiye'de ilk kez sahne ışıklarına çıkarken, 3 yeni oyun ilk kez DT'de sahnelenecek. Yerli ve yabancı pek çok önemli oyunu 62 yıldır sahnelerine taşıyan DT, bu yıl da repertuvarını yaparken klasik, çağdaş
("Bir Şeftali Bin Şeftali" / Sahne Dışı) 18.00 Kadın Atölyesi (Toplumsal Cinsiyet, Barınma Hakkı Mücadelesinde Kadınlar) 19.30 Meşaleli Yürüyüş ve Kardeşlik Halayı 21.00-23.00 Dayanışma Nöbeti 09 EKİM 2011/Pazar 11.00 Çocuk Parkının Açılışı (Yukarı Mahallede Vadi Halkı Tarafından Yapılan Çocuk Parkının Açılışı) 12.00 Turnuva ve Yarışmalar ("Zar tutan Gökçek olsun" tavla turnuvası ve "Yıkamazsın Gökçek" barikat kurma yarışması) 13.00 Panel- Tartışma (Mahallelerden Barınma Hakkı Kongresine) 15.00 Sokakta Tiyatro ("Her Ulus Aslında İki Ulustur"/ Sahne Dışı) 16.00 Konser (Oğuz Boran, Bandista, Siya Siyabend, Dikmen Vadisi Çocuk Korosu) 19.00 Kapanış
ve günümüz yazarlarının seyirciyi etkileyeceğine inandığı seçkin oyunlarına yer verdi. Yabancı oyunlarda, Aristophanes, Sophokles, Shakespeare, Molier gibi dünya tiyatrosunun en önde gelen klasik yazarlarının yanı sıra Tennessee Williams, Arthur Miller, Brecht gibi çağdaş–klasik yazarların oyunlarının da sahnelenmesine özen gösterildi. Bunun yanı sıra John
Logan, Wajdi Mouawad, Janusz Glowacki, Nagle Jackson gibi dünyada parlak kariyerleri olan yazarların da seyirciyle buluşturulması amaçlandı. Yaşar Kemal, Nazım Hikmet, Haldun Taner ve Orhan Asena'nın yanı sıra İnanç Yılan, Yunus Emre Gümüş, Sema Göktaş, Hüseyin Alp Tahmaz gibi yeni yazarlarla da geniş bir yerli oyun yelpazesi sunuluyor.
SOKAĞIN SESİ
16
ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ
7 Ekim 2011 / 20 Ekim 2011
Halk›n Sesi
‘Tayyip kurma boşuna yıkacağız başına’ Malatya’nın Akçadağ İlçesi’ne bağlı Kürecik Nahiyesi’nde kurulması kararlaştırılan NATO füze kalkanı radar sistemine karşı tepkiler büyüyor. Kürecik Halk İnisiyatifi’nin öncülüğünde 2 Ekim’de Kürecik’te düzenlenen miting ise son yılların en özgün ve kitlesel anti-emperyalist eylemlerinden biri olarak kayda geçti AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN
K
ürecik’te 2 Ekim’de düzenlenen füze kalkanı protestosu, katılmayanların çok şey kaçırdığı bir eylemdi. Çoğu civar köylerden yaklaşık 10 bin kişinin, 3200 rakımlı tepeye doğru dolana dolana tırmanan görkemli yürüyüş kolu, bileşimi ve siyasi mesajları ile eşine nadir rastlanacak bir tablo oluşturdu. Eyleme Kürecik dışında Malatya’nın diğer bölgelerinden ve Türkiye’nin pek çok kentinden katılım vardı. Kürecik halkının, muhtarların ve yöre derneklerinin inisiyatifinde örgütlenen eylem, azimli anonslara rağmen 5’li kortejin bir türlü kurulamadığı ama antiemperyalist sloganların köylü kadınların dilinden duyulduğu bir halk eylemiydi. Füze kalkanına ve savaşa karşı Türkçe, Kürtçe sloganlar birbirine karışırken Tayyip Erdoğan’ı hedef alan eleştiriler öndeydi. Köylülerin geçerken “Biz savaş istemiyoruz, savaş isteyenler utansın” diye laf attığı numunelik birkaç jandarma dışındaki kolluk güçleri, belli ki AKP ikiyüzlülüğünü hedef alan bu halk tepkisini sessiz sedasız geçiştirme niyetinin yansıması olarak uzakta tutuldu ve eylemcilerle karşı karşıya gelmekten özenle kaçındı. Kürecikliler radar nedeniyle, sistemin kurulacağı alana birkaç yüz metre mesafeden başlayan köylerinden sürülmekten korkuyor. Ayrıca daha önceki radar sisteminin kansere yol açtığı ve bunun da daha beter sonuçları olacağı
yönünde yaygın bir inanış söz konusu. Projenin gizli görüşmeler eşliğinde hayata geçirilmesi ve halka bir bilgilendirme yapılmaması endişeleri besliyor. Bu gündelik sorunlardan kaynaklanan tepkiler, farklı dinamiklerin etkisi altında kendi özgün politik kimliğini kazanan Kürecik halkı tarafından anti-emperyalist ve AKP karşıtı bir protestoya tercüme edilmiş durumda. Katılım ve politik vurgular anlamında beklentileri aşan eylemin sırrı belki de buradaydı. Eylem aynı zamanda anti-emperyalist taleplerle Kürtlerin barış ve özgürlük talebini başka yer ve zamanlarda maalesef göremediğimiz ölçüde kaynaştırması, solun en geniş yelpazesini bir araya getirip yelpaze dışına taşan şoven uçlarını törpülemesi ile de dikkat çekiciydi. "Füze kalkanı istemiyoruz" sloganının hem
Türkçe hem Kürtçe yazılı olduğu pankartta, Kürt sivillere yönelik katliamların simge görüntüleri yer alıyordu. “İmralı’da tecrite, Kürecik’te kalkana hayır” yazılı dövizlerle, Türk bayrakları; üzerinde Sinan Cemgil, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya ve Mazlum Doğan’ın resimlerinin yer aldığı pankartlar ile Atatürk posterleri; BDP’li vekiller ile CHP’li vekiller bir aradaydı… Eyleme Halkevleri, ÖDP, TKP, EMEP, Halk Cephesi, ESP, ÖEP gibi çok sayıda sol kurum da katıldı. Solun kendi başına kolay kolay bir araya gelemeyecek genişlikte bir yelpazesi, bu eyleme kendi simgeleri ile ama Kürecik halkının inisiyatifini tanıyarak katıldı. Bu haliyle 2 Ekim mitingi, solu birleştirecek harcın, halkın bağımsız çıkarlarına dayalı pratik mücadele gündemlerinde saklı olduğunun mütevazı bir göstergesi oldu. Mitingde Kürecik Halk İnisiyatifi temsilcisi, milletvekilleri ve destekçi kurum temsilcileri konuşmalar yaptı. Kürecik Halk İnisiyatifi adına konuşan Hüseyin Hazar, füze kalkanı radar üssüne karşı çıktıklarını belirterek kalkanın yol açacağı olası tahribatın sorumlusunun AKP hükümeti olacağını vurguladı. Hazar, Kürecik halkının mesajını şöyle özetledi: “Biz Kürecikliler, Akçadağlılar, Malatyalılar dostlarımız ve kardeş halklarla temiz, kirletilmemiş topraklarımızda insanca yaşamak istiyoruz. Hiç kimsenin
kalkanı olmayacağız. Barış, barış, barış diyoruz.” Çok sayıda milletvekilinin katıldığı mitingde vekiller AKP’nin ikiyüzlülüğünü eleştirerek Kürecik halkının mücadelesini Meclis’e taşıyacaklarını belirtti. Ayrıca BDP’li milletvekilleri bu mitingdeki birliktelikten mutlu olduklarını ve birliğin diğer konularda da sergilenmesini istediklerini belirterek, CHP’li vekilleri Kürt sorununda barışı birlikte savunmaya çağırdı. 1971’de Kürecik radar üssüne eylem hazırlığında iken Nurhak Dağları’nda katledilen Sinan Cemgillerin o dönemki silah arkadaşlarından Mustafa Yalçıner ise, “Kürecik halkı bugün bizim 40 yıl önce yapamadığımızı yapıyor” diyerek eylemi selamladı. Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı Samut Karabulut da artık AKP ile halkın çıkarları arasındaki karşıtlığın apaçık bir hale geldiğine dikkat çekerek, Kürecik eyleminin bunu ortaya koyarak AKP iktidarının suratına bir tokat indirdiğini söyledi. Karabulut Tortum’da, Hopa’da, Gerze’deki gibi diğer halk direnişlerinin de iktidara birer tokat olarak indiğini, yapılması gerekenin de AKP’nin iktidarını sallayacak bir tokat indirmek için bu direnişleri birleştirmek olduğunu belirtti. Miting, Kürecik köylerinden bir kadının kürsüden “Tayyip kurma boşuna, yıkacağız başına” diye seslenmesi ile son buldu.
Türkiye bu kalkanı sevmedi haline getiren füze kalkanına ilişkin kararın ABD tarafından alındığını belirterek füze kalkanının halka zararlı ama AKP’ye ve emperyalistlere yararlı olduğunu söyledi.
N
ATO Füze Savunma Sistemi çerçevesinde Türkiye'ye konuşlandırılacak radarlara ilişkin mutabakat zaptının 14 Eylül tarihinde Dışişleri Bakanlığıyla imzalanmasının ardından dört bir yandan tepki eylemleri yükselmeye devam ediyor. Halkın Sesi’nin 140. sayısında Ankara’da Halkevleri’nin, İstanbul’da da Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi’nin düzenlediği eylemlere yer vermiştik. Eylemler yayılarak devam etti. İstanbul’da 24 Eylül’de NATO ve Füze Kalkanı Karşıtı Birlik bileşenleri, 6. Filo’nun denize döküldüğü yere, Dolmabahçe’ye yürüdü. Ertesi gün ise İstanbul’da yaşayan Küreciklilerin çağrısıyla İstiklal Caddesi’nde bir yürüyüş düzenlendi. ‹K‹YÜZLÜ AKP Kürecik’te Füze Kalkanına Hayır İnisiyatifi’nin çağrısıyla 25 Eylül’de düzenlenen eyleme Halkevleri, ESP ve TKP de destek verdi. Eylemde Kürecik’in 1960’lı yıllarda da NATO’nun radar üssü olarak kullanıldığı hatırlatılarak Kürecik halkının o günlerde radar üssüne karşı verdiği mücadeleyi bugün de sürdüreceği belirtildi ve 2 Ekim mitingine çağrı yapıldı. Radar üssünün doğrudan İsrail’i koruyacağı belirtilen açıklamada ABD ve NATO’ya bu denli bağımlı olan hükümetin İsrail’e kafa tutuyormuş gibi görünerek halkları kandırdığı ifade edildi. HALKIN F‹KR‹ SORULMADI! İzmir’de 24 Eylül günü Konak
ÖDP, ABD BÜYÜKELÇ‹L‹⁄‹NE YÜRÜDÜ Füze kalkanına karşı çok sayıda kentte protestolar düzenleyen ÖDP, 1 Ekim’de Ankara'da Yüksel Caddesi'nden ABD Büyükelçiliği'ne yürüdü. Aynı gün İzmir İl Örgütü, AKP’nin işbirlikçi politikasını bir yürüyüşle protesto etti.
Meydanı’nda toplanan Halkevciler emperyalizmle işbirliğinin AKP’ye yarar sağlarken halka ise zarar verdiğini söyledi. Halkevleri adına Didem Tosun tarafından yapılan açıklamada bu kalkanın yapılması konusunda Türkiye halklarının fikrinin sorulmadığı belirtilerek yapılan füze kalkanı anlaşmasının iptal edilmesi istendi.
kalkanının Türkiye’ye kurulması konusunda anlaşma sağlandığını hatırlatarak iktidarın ikiyüzlülüğüne dikkat çekti. İran’ı hedef alan, İsrail’i koruyan, Türkiye’yi çatışmaya sürükleyen füze kalkanına ilişkin kararı NATO, yani ABD’nin aldığını söyleyen Atay bu kalkanın Türkiye halklarını değil İsrail ve ABD çıkarlarını koruyacağını söyledi.
AKP ‹SRA‹L’E KALKAN Kocaeli Halkevleri tarafından 21 Eylül’de düzenlenen eylem, “Emperyalistlere füze İsrail’e kalkan olmayacağız” yazılı pankartın ardında yürüyüşle başladı. Sabri Yalın Parkı’na yürüyen Halkevciler burada bir basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasını okuyan Mihrican Atalay AKP’nin İsrail’e karşı yaptırımlar ilan ettiği gün, füze
“‹SRA‹L’E KALKAN OLAN…” 25 Eylül günü düzenledikleri eylemde “İsrail’e kalkan olan Filistin’e dost olamaz!” pankartı arkasında yürüyen Halkevciler ve Öğrenci Kolektifi üyeleri Adalar Mevkii’nde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasını okuyan Eskişehir Halkevi Şube Başkanı Şahabettin Arpacı, İran’ı hedef alan, İsrail’i koruyan, Türkiye’yi çatışmaya hedef
EMPERYAL‹ZM‹N AKT‹F TAfiERONU Antalya’da çok sayıda parti, dernek, sendika, meslek odasının bir araya gelmesiyle oluşan Antalya Emek ve Demokrasi Güçleri, 5 Ekim günü düzenledikleri bir eylemle füze kalkanı radar sistemini protesto etti. Yüzlerce kişi "Katil ABD işbirlikçi AKP", "Katil ABD, Ortadoğu’dan defol", "Emperyalistler, işbirlikçiler, 6. Filo’yu unutmayın" sloganlarıyla Kışlahan Meydanı’na yürüdü. Ersin Şahin tarafından yapılan açıklamada AKP’nin "Dış ilişkilerde sıfır sorun" diyerek ABD emperyalizminin halklara yönelik savaş, işgal ve sömürü politikasının aktif taşeronu haline geldiği ifade edildi. Şahin, Beş Deniz havzasında (Ortadoğu) rol kapmaya çalışan AKP’nin, ABD desteğini arkasında gördükçe savaş diline sarıldığını ve Kürt sorununda da daha çok kan dökmeyi vaat ettiğini belirtti.
On soruda füze kalkanı
Füze Kalkan› ile ilgili bafll›ca sorular ve cevaplar›: 1) Füze kalkan› nedir? Bu projenin amac› NATO’ya ba¤l› devletleri Asya’dan gelecek herhangi bir sald›r› karfl›s›nda önceden haberdar etmektir. Sistem, NATO’da bulunan devletlerden birini ya da hepsini hedef alacak füzeleri havada vuracak. 2)Füzeleri vuracak silahlar nerede bulunacak? Bir sald›r› an›nda füzeler Romanya'n›n Deveselu üssünde bulunan sistem ve Akdeniz ile Karadeniz’de bulunan gemiler taraf›ndan imha edilecek. 3) Radar›n menzili ne kadar? Radar›n 3 bin km çap›nda bir alan› gözetleyebilece¤i söyleniyor. Türkçesi, bu radar Türkiye’nin komflular›n› düflman ilan ediyor ve düflmanlaflmam›z istenen ülke de herkesin malumu, ‹ran. 4) Radarlar ‹srail’i de koruyacak m›? Türkiye NATO üyesi oldu¤u için NATO’nun “savunma bölünmezli¤i ilkesi”ne uyulmak zorunda. Bundan dolay› bu radarlar NATO müttefiki ‹srail’i de herhangi bir sald›r›dan koruyacak. 5) Radar NATO ülkelerini hangi Asya ülkelerinden koruyacak? ‹ran yönetimi hedefte kendilerinin yer ald›¤›n› söylüyor, Fransa lideri Nicolas Sarkozy de “hedef ‹ran” demiflti. 6) Radar’a bir füze sald›r›s› olursa kendini nas›l koruyacak? ‹ran ya da Suriye gibi yerlerden Kürecik’te kurulmas› planlanan üsse bir füze sald›r›s› oldu¤unda üssün kendini koruma flans› yok. Türkiye bu risk nedeniyle, ABD’den füze sat›n alacak. 7) Bu üs ne zaman çal›flmaya bafllayacak Radar›n 2015-2018 y›llar› aras›na kadar tam kapasite çal›flmaya bafllayaca¤› düflünülüyor. 8) Bu üssün maliyeti ne kadar ve kim taraf›ndan karfl›lanacak? Füze kalkan› projesinin maliyetinin 100 milyon Euro’yu aflaca¤› tahmin ediliyor. Türkiye’nin üzerine ise ne kadar düflece¤i tam olarak netleflmedi. Ancak ABD’den al›nmas› düflünülen savunma füzelerinin maliyeti ile Türkiye’ye milyar dolarl›k bir fatura ç›kabulur. 9) Füze kalkan› neden Malatya’da kurulacak? Bush hükümeti kalkan› ilk olarak Polonya’ya kurmak istedi ancak Rusya’n›n sert tepkisini ard›ndan Obama kamuoyunda düflman› Irak olarak tan›mlayarak projeyi Türkiye’ye kayd›rd›. Erken uyar› sistemi oldu¤u için kalkan bu mevkiye kayd›r›ld›. 10) Bu projenin Türkiye’ye faydas› ne? Türkiye’nin bu projeden herhangi bir faydas› yok. AKP iktidar› bu süreci NATO üyesi olduklar› için bir görev olarak aç›kl›yor. AKP iktidar› aç›s›ndan kâr›ysa; Amerika’n›n bölgedeki aktif tafleronu olma rolünü hakk›yla yapmak oluyor.