SAYFA
SAYFA
Medya abluka alt›nda
2
KCK, Oda TV, reytin operasyonu... AKP kendi medya düzenini kurmaya çal›fl›yor
7
SAYFA
AKP sa¤l›kl› y›llar diler AKP’nin yeni y›l hediyesi GSS 1 Ocak’ta hayata geçecek. Sa¤l›k sistemi soygun arac›na dönüflecek
12
SAYFA
AKP kendini vurabilir Dünya 2012’ye kriz beklentisiyle giriyor, AKP kriz plan›yla kendini atefle at›yor
13
Güneflli bafllang›çlar Haiti, Küba, EZLN, El Fetih... Yeni y›la kendi kaderlerini eline alarak girenler
29 Aral›k 2011 • 1.25 TL
Y›l 6 • Say› 147
AKP’den Kürt’e bomba, gazeteciye hapis, iflçiye dayak...
‘Hesap sormak görevimizdir’
Savaflta ›srar, Uludere’de katliama dönüfltü. Toplumsal muhalefet, yaflatmay› de¤il “öldürmeyi iyi bilen” iktidardan hesap sormaya ça¤›r›yor
Son operasyonlarda tutuklanan 36 kifliyle hapishanelerdeki gazeteci ordusu büyüyor. Gazeteciler ve haber alma hakk›n› savunanlar hesap soruyor
Güvencesiz iflçiler, kamu çal›flanlar› ve emekliler, vekile k›yak zam yaparken emekçiye sefalet ücreti dayatanlar›n yakalar›na yap›fl›yor
Marafl ‘uslanmad›’
Foto: Serdar Akinan
Jandarma bu y›l Marafl Katliam›’nda yaflam›n› yitirenleri anmak için kente gelen Alevi örgütlerine ‘Daha uslanmad›n›z m›?’ dedi. Ama anmaya gelenlere geri ad›m att›ramad› S. 3
2012 Onlar için zor geçecek, biz de ‘zor’u büyütece¤iz S. 3
Rantı gören devlet halkı görmüyor
Emekçiler iktidarı uyardı
AKP’nin deprem bahanesiyle devreye soktu¤u y›k›m plan›n› çad›lar›na konuk oldu¤umuz Vanl› depremzede Gül ailesine sorduk S. 6
Vekile kıyak emekçiye dayak Milletvekilleri maafllar›na yüzde 61 oran›nda zam yapt›, asgari ücrete ve maafllar›na zam isteyen emekçinin pay›na ise polis copu düfltü S. 8
Van’da öğretmenler isyan etti Depremin ard›ndan bir de devletin vurdu¤u Van’da ö¤retmenler yaflad›klar› sorunlara dikkat çekmek için sokaktayd›. Milli E¤itim Bakanl›¤›’n›n “Görev yerlerinize dönebilirsiniz” aç›klamas›ndan sonra hala insanca yaflayabilecek koflullar›n yarat›lmad›¤›n› söyleyen ö¤retmenler 29 Aral›k
Onbinlerce emekçinin kat›ld›¤› 21 Aral›k grevi, 2012’nin hem emekçiler hem de hükümet aç›s›ndan sakin geçmeyece¤inin sinyallerini verdi S. 16
Ferda Koç / Sayfa 4
Betül Korkut / Sayfa 6
‹nkarc› kardeflli¤i
E¤itim hakk› için...
günü Van merkezde ve Erçifl’de eylem düzenledi. E¤itim Sen’in ça¤r›s›yla bir araya gelen 4 bin ö¤retmen yaflanabilecek güvenli prefabrik konut, ö¤renciler ve ö¤retmenler için rehabilitasyon odakl› çal›flmalar ve psikolojik olarak etkilenen ö¤retmenlerin tayin hakk›n›n verilmesini talep etti.
Engin Duran / Sayfa 9
S›rada Kazakistan Reel sosyalizmin çöküflünden sonra neoliberal sald›r›ya maruz kalan her ülkede oldu¤u gibi Kazakistan da y›k›ma karfl› direnenlerin isyan›na tan›k oluyor S. 5
Eşkiyalar anlattı biz dinledik Oda TV davas›nda yarg›lanan gazetecilere destek vermek için gelen Hopa Davas› mahpuslar›yla konufltuk. Davay›, içeriyi ve d›flar›y› bir de onlardan dinledik S. 16
Hande Yanar / Sayfa 10
Kibirlerden içi bofl seçmeler Fatma fiahin neyi ispatlad›?
Ehlen ve Sehlen Ortado¤ulu kad›nlara, coplar ve dipçiklerle sald›r›lmas›ndan ›sd›rap duymayanlara çatan Erdo¤an’a aya¤› k›r›lan Yüksel Genç’i, karakolda dövülen Fevziye Cengiz’i, kalças› k›r›lan Dilflat Aktafl’› hat›rlatmal› S. 10
2
MEDYA 29 Aral›k 2011 / 11 Ocak 2012
Halk›n Sesi
T Ü R K ‹ Y E
M E D Y A S I
O P E R A S Y O N L A R L A
fi E K ‹ L L E N ‹ Y O R
İktidar ablukası altında medya AKP iktidarı egemen medyayı vergi cezalarıyla, ihale vermemekle sindiriyor. Muhalif basını ise operasyonlarla, davalarla susturmaya çalışıyor. Türkiye 99 tutuklu gazeteciyle dünyada birinci
İ
nsan hakkı ihlalleri haberleri yapan Birgün gazetesinin genç muhabiri Zeynep Kuray, Dicle Haber Ajansı’nın adliye muhabiri Çağdaş Kaplan, Özgür Gündem gazetesi’nin sorumlu yazı işleri müdürü Ziya Çiçekçi, Vatan gazetesinin polis muhabiri Çağdaş Ulus’un da aralarında olduğu 36 gazetecinin tutuklanması Türkiye’yi dünyada utanç duyulacak bir konuda birinciliğe taşıdı. Çağdaş Gazeteciler Derneği KCK tutuklamalarıyla beraber Türkiye’de tutuklu gazetecilerin sayısının 99’u bulduğunu ve bundan “utanç duyduklarını” açıkladı. Bu sayı Türkiye’yi dünyada en fazla tutuklu gazetecinin bulunduğu ülke yaptı. Mahpus gazeteciler sıralamasında birinciliğe taşıdı. MEDYAYI AKP’L‹LEfiT‹RME OPERASYONU Türkiye’nin bu payeyi kazanmasının altında AKP’nin özel bir iktidar aracı olarak kullandığı polis-yargı operasyonlarıyla medyayı yeniden şekillendirme çabası yatıyor. Aralık ayına damgasını vuran üç büyük operasyon AKP iktidarının ve onun temsil ettiği cemaatler ittifakının medya endüstrisini yeniden ve kendi otoritesine tabi bir biçimde kurma
çabasının bir sonucu. Aralık ayının son haftasında gündem olan üç büyük operasyonun hedefi basındı. Polis 14 Aralık’ta 2,5 milyarlık TV reklam pastasının kime nasıl dağılacağını belirleyen ölçüm sistemini hedef alan “reyting operasyonu”nu başlattı. Operasyonla TV dünyasını derinden etkileyecek ve köklü değişikliklere yol açacak bir süreç başladı. Kürt hareketini tasfiye amacı güden KCK operasyonları kapsamında 21 Aralık günü KCK’nın medya ve propaganda birimini hedef aldığı öne sürülen polis operasyonunda ise 43 gazeteci gözaltına alındı. Operasyon sonucu çoğunluğu Dicle Haber Ajansı, Özgür Gündem gazetesi çalışanı 36 gazeteci tutuklandı. Kürt gazetecilerin tutuklanmasının hemen ardından, 26 Aralık günü başlayan Oda TV davasında 12’si gazeteci 13 kişi yargılanmaya başlandı. 2011’in ilk günlerinde gerçekleşen operasyonlarla başlayan bu dava AKP’nin medyaya dönük ilk büyük operasyonu olma niteliği taşıyordu. Büyük sermaye gruplarının sahibi olduğu egemen medya, vergi cezaları, ihalelerden mahrum etme ve benzeri sınıf için düzeneklerle şekil-
lendirilirken halkın sesi olan Kürt gazeteciler, sosyalist gazeteciler muhalif medya, operasyonlar ve davalar aracılığıyla susturulmak isteniyor. OPERASYON TORBASI KCK, Oda Tv ve Devrimci Karargâh operasyonları, Terörle Mücadele Kanunu dayanak yapılarak gazetecilerin yargılanması, tutuklanması, hüküm giymesi AKP’nin Türkiye medyasının İslamcı-neoliberal dönüşümü için kullandığı enstürmanlar olarak öne çıkıyor. Medya AKP’lileştirilmek istenirken egemenlerin medya düzenine tabi olmayan gazetecileri susturma çabası sürüyor. KCK üyesi oldukları gerekçesiyle 24 Aralık gecesi sabaha karşı tutuklanan 36 gazetecinin dışarıya gönderdiği “Bizi unutmayın” mesajı AKP’nin medya düzeninde susturulmak, yok sayılmak istenenlerin sesini duyuran haberlerle yankılanacak. AKP iktidarının İslamcı-neoliberal yüzünü teşhir ettikçe, “ileri demokrasi” adı altında yürütülen muhalefeti sindirme ve bastırma operasyonlarını teşhir ettikçe, hak mücadelelerinin, ezilenlerin sesini duyurmaya devam ettikçe sizi unutmayacağız.
fiIRACININ fiAH‹D‹ BOZACI
Adalet Bakan›na Sadullah Ergin tutuklu gazetecilerin say›s›n›n 99’a ulaflt›¤›n› inkar ediyor. 27 Aral›k’ta kat›ld›¤› bir toplant›da konuflan Ergin, Türkiye’de yaln›zca 8 gazetecinin mesleki nedenlerle tutuklu bulundu¤unu öne sürdü. Ergin’in aç›klamas›na dayanak yapt›¤› veri New York merkezli “Gazetecileri Koruma Komitesi”nin (CPJ) aç›klad›¤› bir rapor. Ergin CPJ’nin raporunda Türkiye’de 8 gazetecinin tutuklu
bulundu¤unu duyurdu¤unu söylüyor fakat CJP özünde ABD’nin emperyalist propagandas›na hizmet ediyor. Milliyet’ten Kadri Gürsel 19 Aral›k tarihli yaz›s›nda CPJ’nin raporunda dünyada en fazla tutuklu gazetecinin 42 tutukluyla ‹ran olarak gösterildi¤ine dikkat çekiyor. Türkiye’de “terör” suçlamas›yla tutuklanan gazetecilere raporda yer verilmezken ‹ran’da ayn› kategoride yer alan suçlamalarla tutuklanan gazetecilerin raporda belirtildi¤i söyleniyor.
Susturamayacaklar! K
CK operasyonları adı altında Kürt hareketinin siyasal damarlarına dönük saldırılarda son dalganın hedefi gazetecilerdi. KCK’nın medya ve propaganda birimi içerisinde yer aldıkları iddiasıyla Özgür Gündem, Dicle Haber Ajansı, Etik Haber, Etkin Haber Ajansı, Birgün, Vatan ve Fransız Haber Ajansı (AFP) için çalışan 42 gazeteci 21 Aralık sabahı gözaltına alındı. Dicle Haber Ajansı’nın (DİHA) Diyarbakır, İstanbul, Ankara, Adana, Mersin ve İzmir büroları ile Van’da büro olarak kullanılan çadırı; Özgür Gündem gazetesinin Türkiye’nin farklı semtlerindeki büroları, Demokratik Modernite Dergisi, Gün Matbaası, Özgür Gündem Gazetesi'nin teknik çalışmalarının yapıldığı Fırat Basım Yayın Dağıtım bürosu polis tarafından basıldı. Operasyonla hem Kürt hareketinin hem özgür basınının sesi olan kurumlar hedef alındı. Baskınlarda gözaltına alınan 43 gazeteciye savcılıkta sorulan
soruların neredeyse tamamı gazetecilik faaliyetleriyle ilgiliydi. Gazetecilere haberleri KCK örgütünün talimatıyla yapıp yapmadıkları, çalıştıkları basın kuruluşunun hangi çizgide yayın yaptığı gibi soruları yöneltildi. Bu sorular, Adalet Bakanı’nın “tutuklu gazetecilerin gazetecilikle ilgili faaliyetleri nedeniyle tutuklanmadığı” savunmasını da çürütmüş oldu. HAP‹SHANE YOLUNDA ANLAMLI MESAJ Gözaltına alınanlar 24 Aralık sabahı Beşiktaş’ta bulunan özel yetkili savcılığa çıkarılarak ifade vermeye başladı. Savcılık 6 kişiyi ifadelerini aldıktan sonra serbest bıraktı. 36 gazeteci sevk edildikleri İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklandı. “Özgür basın susturulamaz” sloganları eşliğinde hapishaneye gönderilen 36 gazeteci dışarıda kalanlara, serbest bırakılan arkadaşları aracılığıyla “Bizi unutmayın” mesajı gönderdi.
ÖZGÜRLÜK NÖBET‹ Özgür Gündem’e ve onun simgesi olduğu Kürt basınına dönük saldırılara anında yanıt geldi. Baskın haberinin alındığı 21 Aralık sabahı henüz gazetede polis araması sürerken İstanbul’da sosyalist basından isimler, DİSK, Halkevleri ve ÖDP yöneticileri Özgür Gündem önünde bir basın açıklaması yaparak gazetecilerin gözaltına alınmasını protesto etti. Aynı gün akşam saatlerinde İstanbul İstiklal Caddesi’nde ve Ankara Yüksel Caddesi’nde düzenlenen kitlesel eylemlerle binlerce kişi “özgür basın susturulamaz” dedi. Gazetecilerin gözaltında olduğu süre boyunca İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün Vatan Caddesi’ndeki binası önünde gazetecilere özgürlük nöbeti tutuldu. Nöbet 24 Aralık günü gazetecilerle beraber adliye önüne taşındı. Kürt medyasıyla dayanışma yeni eylemlere sürecek.
Reyting operasyonu: Biri tutmuş, biri pişirmiş... F
ethullah Gülen “Küstahlar, saygısızlar, terbiyesiz adamlar” diyerek hedef gösterdi. AKP’nin kadrolaştığı TRT şikayet etti, AKP’nin kadrolaştığı Emniyet harekete geçti operasyon başlattı, AKP medyası propagandasını yaptı, reyting operasyonu cemaat için başarıyla sonuçlandı. Aralık ayı medya dünyasında TV kanallarının kâr ve gelirlerini etkileyecek önemli bir operasyona tanıklık etti. Baştan sona AKP’lileştirilmiş kurumlar eliyle yürütülen operasyon AKP medyası tarafından “müstehcen dizilere” karşı “Türk aile yapısını” korumak isteyenlere müjde olarak sunuldu. AKP’li medya bir türlü üst sıralarda yer alamadığı reyting sisteminden uzun süredir şikayetçiydi. AKP medyasının bir süredir reyting sisteminin hakimi olmak için plan yaptığı da biliniyordu. REYT‹NG REKORTMEN‹ AKPL‹ OLUNCA fiA‹BE YOK TRT ve bazı yapım şirketleri reyting ölçüm sisteminde haksızlık yapıldığı yönünde ihbarda bulununca, 14 Aralık günü polis savcılık talimatı doğrultusunda şikâyette adı
geçen programları yapan şirketleri ve Türkiye’de reyting ölçümünü gerçekleştiren AGB şirketini bastı. Baskın Ay Yapım (Kuzey Güney, Fatmagül’ün Suçu Ne), TİMS Yapım, (Muhteşem Yüzyıl) Med Yapım (Adını Feriha Koydum, Umutsuz Ev Kadınları), TMC, Erler Film şirketlerine yapıldı. İddiaya göre bu yapım şirketleri reyting ölçümü yapan AGB’den deneklerin adres bilgilerini alarak onlara “pahalı hediyeler” sunmuş, böylece kendi TV programlarının en çok izlenenler listesinde yüksek sıralarda yer almalarını sağlamıştı. Fakat polis baskınlarının programlarının yayınlandığı gün reyting sıralamasında birinciliği kimselere kaptırmayan Acun Ilıcalı gibi AKP’ye yakın isimleri kapsamaması baştan bir soru işareti oluşturuyor. İddiaya göre yüksek reytingler rüşvet marifetiyle elde ediliyor.
PUSUDA BEKL‹YORLAR Bu iddialar bir süredir reyting sisteminde kontrolü ele geçirmek isteyen AKP medyasını harekete geçirdi. Türkiye’de reyting ölçümü hizmetini veren AGB ile sözleşmeler iptal edildi. Bu iptal sonrası reklam verenlerin “en çok izlenme” kriterine dayanarak reklam süresi satın almayı tercih ettiği programları şimdi hangi veriye dayanarak seçeceği bilinmiyor.
TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin kurumun kendi geliştirdiği bir sistem ile reyting ölçümü yapmaya talip olduğunu açıkladı. AKP medyasının bu işe girmek için plan yaptığı ise İsmailağa Cemaati için soruşturma yapan İlhan Cihaner’in o dönem yaptığı telefon dinlemelerine takılan Yeni Şafak’ın sahibi Ahmet Albayrak’ın telefon konuşmalarında ortaya çıkmıştı. Albayrak, 2010 yılı başlarında kayıt altına alınan
altı ayrı telefon görüşmesinde reyting ölçüm mekanizmalarına dahil olmanın, bu sistemde söz sahibi olmanın ya da kendi reyting ölçüm sistemlerini kurmanın yollarını tartışmıştı. Reyting operasyonu ve ardından AGB’nin sözleşmesinin iptali ile mevcut reyting sisteminin sona ermesi, operasyonda etkin rol oynayan AKP medyasının reyting düzeninde de söz sahibi olmas ihtimalini güçlendiriyor.
Türkiye’de reyting sistemi Türkiye'de televizyonlar için reyting ölçümüne dair iflleyifli Televizyon ‹zleme ve Araflt›rma Kurumu (T‹AK) belirliyor. T‹AK reyting ölçüm iflini AGB Anadolu flirketine, deneklerin tespiti için anket çal›flmalar›n› Veri ve Nielsen'e vermiflti. AGB, Türkiye'de TV kanallar›n›n performans›n› ölçmeye 1989'da bafllad›. O günlerde ölçüm yapt›¤›
hane say›s› 150 idi. Bugün 2500 hanede ölçüm yap›yor. Veri ve Nielsen hanelerde anketler yaparak deneklere dair profil ç›kar›yor. AGB bu anketler sonucu tespit edilen 2500 haneye “peoplemetre” takarak ve hangi hanede hangi saatler aras›nda kimin hangi programlar› izledi¤ini tespit ederek reyting listesini aç›kl›yor. Aç›klanan reyting raporu ile kimin ne kadar izlendi¤i ve reklamlar›n› en çok insana izlettirmek isteyen reklam verenlerin kimi seçmesi gerekti¤i belirleniyor.
Yansalar da dokunacaklar A
ralarında Ahmet Şık ve Nedim Şener’in bulunduğu 12’si gazeteci 13 sanıklı Oda Tv davası başladı. Ergenekon örgütünün medya yapılanmasını oluşturdukları gerekçesiyle yargılanan gazetecilerin bir kısmı” terör örgütü üyesi olmak”, bir kısmı da “terör örgütü üyesi olmamakla beraber örgüt adına suç işlemek”le yargılanıyor. Davanın 10 aydır tutuklu bulunan mahpusları 26 Aralık’ta görülen ilk davalarına hukuki açıdan ellerini güçlendirecek gelişmeler eşliğinde çıktı.
lanmasına gerekçe olan ve Kasım ayı sonunda 125 yazarın imzasıyla basılan ‘000 Kitap’a imza veren gazeteciler de vardı. Gazeteciler ellerinde taşıdıkları kitapları basına göstererek “Yansak da dokunacağız” dedi. Oda Tv davasının ilk duruşmasının 134 sayfalık savcı iddianamesinin tamamı okunduğu için birkaç gün sürmesi bekleniyor.* ANGA grubunun çağrısıyla duruşma salonunda ve adliyede gazeteciler duruşma sürdüğü sürece sınırlı katılımla da olsa bekleyişlerini sürdürüyor.
K‹TAPLI DESTEK Gazeteciler, yazarlar, okuyucular, özgürlük ve adalet isteyenler, haber alma ve iletişim hakkına sahip çıkanlar davanın görüldüğü 21 Aralık günü Çağlayan Adliyesi önünde bir araya geldi. “Gazetecilere özgürlük” için adliye önünden mahkeme salonuna ortak ses verdi. Mahkeme önündeki eyleme Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu, Binnaz Toprak, Melda Onur, Oktay Ekşi, Musa Çam, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekili Ertuğrul Kürkçü ve bağımsız vekil Levent Tüzel, ANGA (Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları), Gazetecilere Özgürlük Platformu (GÖP), Türkiye Komünist Partisi (TKP), Öğrenci Kolektifleri, Halkevleri, Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) temsilcileri katıldı. Adliye önünde, Ahmet Şık’ın tutuk-
DEL‹LLER V‹RÜSLÜ DOSYADAN Davanın ilk duruşması öncesi Oda Tv iddianamesinin temel dayanağını oluşturan dijital delillere ilişkin önemli raporlar kamuoyuna sunuldu. Boğaziçi, ODTÜ ve Yıldız Teknik üniversitelerinin ardından ABD'de FBI'ya bilirkişilik yapan Joshua Marpet de verdiği raporda bilgisayara "fishing" yöntemi ile virüs yerleştirildiğini teyit etti. Üç üniversitenin raporlarında gibi yeni raporda da Ergenekon’un medya yapılanması iddiasına temel dayanak olan “Ulusal Medya 2010” belgesi dahil çok sayıda belgenin virüs aracılığıyla bilgisayarlara yerleştirildiği görüşüne yer verdi.
* Halkın Sesi yayına hazırlanırken davanın ilk duruşması henüz sonuçlanmamıştı.
3
GÜNDEM 29 Aral›k 2011 / 11 Ocak 2012
Halk›n Sesi
K A P I L A R I M I Z A
Y E N ‹ D E N
Ç A R P I
K O N U L D U
Maraş daha ‘uslanmadı’ bahsettiği, katliamın sanıklarından Ökkeş Kenger (Şendiller) geçen yılki anmayı bir dernekten gözlemiş. Kenger, tehditvari bakışlarla kitleyi süzmüş. Ökkeş Kenger’in 26 Aralık’taki “Tarafsız bölge” programında babasının öldürülüşünü gören bir kadının ailesine yardım ettiği iddasını ve kadının ertesi gün derhal bunu yalanladığını söyledik. Uzunpınar hararetle “Haberim var. Onlar ne söylerse yalan, ne söylerse safsata. Başından beri kendilerini aklamaya çalışıyorlar. Kimi inandıracaklar? Biz yaşadık bunu, biz gördük. Kime anlatıyorlar?”diyor. Tayyip Erdoğan’ın Dersim katliamı için özür dilediği günlerde, Maraş’a anmaya giden yurttaşlar coplanmıştı. Uzunpınar’dan bunu değerlendirmesini istedik. Yanıtı kısa ama çok netti. “Tayyip’in özür dilemesi bizim için hiçbir şey. Özür dileyince, öldürülenler geri geliyor mu?”
M
araş Katliamı 33. yılı geride bıraktı ancak katillerin fikri hala iktidarda. Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı, Alevi Bektaşi Dernekleri Federasyonu ve Pir Sultan Abdal Derneği katliamın 33. yıldönümünde Maraş’ta bir anma mitingi düzenlemek istedi. Maraş Valiliği ise dalga geçercesine mitingin 1 ay ertelendiğini açıkladı. Alevi örgütleri ise mitingi Maraş’ta ve katliamın yıldönümünde yapmakta doğal olarak ısrarcı oldu. Eylem günü geldiğinde ise kenti kapıları katliamda yaşamını yitirenleri anmak isteyenlere kapandı. Bunun üzerine jandarma ile miting için kente gelenler karşı karşıya geldi, çok sayıda eylemci gözaltına alındı. Katliamın faillerine karşı kılını kıpırdatmayan iktidarın, katliamı protesto edenlere yönelik tutumu yoruma gerek bırakmadı. “S‹Z DAHA USLANMADINIZ MI?” Ülkeyi mezhepsel çatışmadan beslenen bir faşist terörü kullanarak yöneten dönemin kontrgerilla siyaseti, 19-26 Aralık 1978 tarihlerinde Maraş’ta solcu ve Alevi kesimi hedef alan büyük bir katliam tezgahladı. Gerici kitleler provokasyonlar eşliğinde Alevilere karşı kışkırtıldı. Devlet güçlerinin gözetiminde gerçekleşen katliamda yüzün üstünde insan vahşice katledildi, yüzlerce ev ve iş yeri yakıldı. Saldırıya uğrayanlara sırtını dönen devlet, saldırganlara ise 33 yıldır sahip çıkıyor. Binlerce Alevi, başka yerlerde aynı hikayenin acısını hala yaşıyor. Ne acılarını unutuyor ne de sorumlulularından hesap sormaktan vazgeçiyor. Alevi örgütleri, her yıldönümünde Maraş Katliamı’nın hesabını sormak için etkinlikler düzenliyor. 24 Aralık’ta Ankara’dan
Jandarma, Maraş Katliamı’nda yaşamını yitirenleri anmak için kente giden Alevi örgütlerine ‘Daha uslanmadınız mı!’ dedi Maraş’a anmaya gidenlerden, ailesinde pek çok kişiyi katliamda kaybeden Hatice Uzunpınar ile konuştuk. UZUNPINAR ANLATTI Uzunpınar anma için Maraş’a giderken yaşadıklarını anlatıyor. Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı, Alevi Bektaşi Dernekleri Federasyonu ve Pir Sultan Abdal Derneği Maraş’a doğru yola çıkmış. Narlı Beldesi’nde buluşan yurttaşlar, Maraş’ın girişine 10 km varken, jandarma tarafından durdurulmuşlar. Jandarma valinin mitingi bir ay sonraya erteleme kararını iletmiş. Aralarında konuyu müzakere etmişler ve katliamı yıldönümünde anmaları gerektiğine karar vermişler. Demişler ki “Temsili olarak anılacak olsa, Ankara’da ya
da nerelerden geldiysek oralarda anma yapardık. Maraş’a kadar gelmemizin bir anlamı var.” Onlar direnince, jandarma onca insanı tartaklamış, coplamış, biber gazıyla saldırmış. Yağmur faktörüyle biber gazının etkisi artmış. Jandarma bir yandan fiziksel olarak saldırırken, bir yandan da kitleyi “Siz daha uslanmadınız mı?” diyerek tehdit etmiş. Jandarma bir de kentte birtakım grupların ellerinde taşlarla onları beklediğini ve aslında onları korumaya çalıştıklarını iddia etmiş. Çıkan arbedede beş genç gözaltına alınmış. VAL‹N‹N YAKINI ÖLSE, MEZARINA NE ZAMAN G‹DER? Uzunpınar’a niçin valinin mitingi bir ay ertelemesine rağmen, anmayı o gün yapmakta ısrar ettiklerini sor-
duk. “Çünkü o gün katliamın yıldönümüydü. Katliam yıldönümünde anılır, ertelenerek anılamaz” diye yanıtlayan Uzunpınar, soruyor: “O valinin bir yakını, bir katliamda değil, herhangi bir nedenle ölse, onun mezarına bir ay sonra mı gidecekti yoksa öldüğü gün mü?” Bu seneki anmanın niçin engellenmek istediğini sorunca Uzunpınar, “Bizi sindirmek, korkutmak istiyorlar. ‘Biz hâlâ varız. Devlet hala arkamızda’ demek istiyorlar” dedi. Hatice Uzunpınar, Maraş’a anma için daha önce de gitmiş. Anmanın yasaklanmasını, ertelenmesini gerektiren hiçbir şey olmamış. Geçen yılki anmayla ilgili bir not düşüyor Uzunpınar. Kendisinden “milletvekili olacak o adam” diye
KAPILARIMIZA YEN‹DEN ÇARPI KONULDU Uzunpınar, anmalarının engellendiği o günü şöyle tasvir ediyor: “O gün, bir kez daha kapılarımıza çarpı işareti konulduğunu hissettim.” Uzunpınar, katliamda ailesinden pek çok kişiyi kaybetmiş. Eşinin babası, öldürüldüğünde 43 yaşındaymış. Eşi bugün 55 yaşında. Babasının öldürüldüğü yaştan çok daha büyük. 33 senedir her gün aynı acıyı yaşadıklarını anlatan Uzunpınar, failler meçhul kaldıkça aynı acıyı yaşamaya devam edeceklerini bildiğini vurguladı ve taleplerini yineledi: “Bunlar kimsenin yanına kar kalmasın. Bir an önce faillerin bulunmasını istiyorum. Yeni Maraşlar, yeni Çorumlar olmasın.”
Q
19 Aral›k Katliam›’nda katledilen devrimci mahpuslar tüm Türkiye’de gerçeklefltirilen eylem ve etkinliklerle an›ld›.
Q
EMEP 6. Büyük Kongresi 18 Aral›k’ta Ankara’da gerçeklefltirdi. Mücadelenin büyütülmesi ça¤r›s›n›n yap›ld›¤› kongredeki konuflmalarda Halklar›n Demokratik Kongresi’ni güçlendirmenin önemine de¤inildi.
Q
22 Aral›k günü kendisini Kürt sosyalistler olarak tan›tan ve ulusal kader tayin hakk›n› savunan Özgürlük ve Sosyalizm Partisi (ÖSP) isimli yeni bir parti kuruldu
Q
Tekel direnifline destek olmak için Eskiflehir’de horona duranlara 22 Aral›k günü hapis ve para cezalar› verildi. Horon tepenlerden 7’sine baflbakana hakaret ettikleri gerekçesiyle 11 ay 20 gün hapis cezas›, bir kifliye de 7,5 bin lira para cezas› verildi.
Q
15 Aral›k’ta Uluda¤ Üniversitesi’nde Halklar›n Demokratik Kongresi Gençli¤i imzas› ile yap›lan bas›n aç›klamas›n›n sonras›nda bafllayan faflist sald›r›lar günlerce sürdü. Bursa’n›n çeflitli yerlerinden gelen faflistler, üniversitelilerin yaflad›¤› Görükle’de özellikle geceleri, üniversitelilere onlara pusu kurarak sald›rd›. Birçok Kürt ö¤rencinin evi taflland›.
Q
26 aral›k’ta görülen Hrant Dink davas›n›n 23’üncü duruflmas› öncesinde Hrant’›n Arkadafllar›, Befliktafl Adliyei’ne yürüdü. Bas›n aç›klamas›n› okuyan sanatç› Ahmet Kaya’n›n efli Gülten Kaya, “5 y›ld›r burada biriken an›lard›r, ac›lad›r ve tükenmez sabr›m›zd›r. 5 de¤il 95 y›l geçse de bu sabr› besleyen öfkemiz, adalet inanc›m›zd›r” dedi. Dava 10 Ocak 2012 tarihine ertelendi.
2012 onlar için zor geçecek, biz de ‘zor’u büyütece¤iz 012’ye girerken geçen yılın kısa bir değerlendirmesini yapmak yararlı olacaktır. Bir geçen yıl değerlendirmesi ise büyük oranda genel seçimlerden (Haziran) sonraki döneme, Tayyip’in “ustalık dönemi” diye tarif ettiği döneme odaklanmak zorunda. Bu dönemin belli başlı özellikleri sıralanacak olursa herhalde en sıra dışı olan yönü; 6 ay boyunca, Meclis’in devre dışı bırakılıp, ülkenin Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) yönetilmiş olmasıdır. Tayyip hükümeti bu dönemde yasama ve yürütme erkini tek merkezden kullandı. Mayıs ve Kasım ayları arasında 34 KHK çıkarıldı. Özellikle KHK çıkarma yetkisinin sona erdiği 2 Kasım’da gece yarısı operasyonu ile çıkarılan 6 KHK, Tayyip hükümetinin kurnazlık öykülerinin “nadide” örneklerindendir. Gerek KHK’larla yönetme taktiği gerekse de fırsatçılığı göz önüne alınırsa Tayyip’in Özal’dan çok şey öğrendiği anlaşılmakta. Aynı dönem içinde Davutoğlu önderliğinde, emperyal niyetler çok daha fütursuz uygulanmaya çalışıldı. İnsani prensiplerle (İsrail ile kapışma) ve barış amacıyla (komşularla sıfır sorun gibi) süslenmeye çalışılan dış misyonların boyası yavaş yavaş dökülmeye başladı. Bahreyn’e ve Suudi Arabistan’a ses çıkarılmazken Suriye’de demokrasi havarisi olundu. Sudan devlet başkanının sırtı sıvazlanırken Kaddafi’ye tecavüz alkışlandı. Tüm bu ikiyüzlülük ülke içinde, “bağımsız bir emperyalist güç olma” niyeti olarak propaganda edildi. Oysa Türkiye’nin ekonomik, askeri ve diplomasi kapasitesi göz önüne alındığında (elbette ABD ile ilişkisi de) bunun hayal bile olamayacağı kesin. Özünde “doğrudan bağımlı” olmasına rağmen görüntüde “bağımlı değişken” pozisyonunda olunması başta ABD olmak üzere emperyalistlerin de işine gelmekte. Çünkü her an “parça iş” verilebilir sonra devre dışı bırakılabilir. Tıpkı Suriye’de, Filistin’de, Libya’da olduğu gibi. Suriye’de Arap Birliği devreye girdi, denetime gitti, Davutoğlu ortalarda yok. Filistin’de Mısır devreye girdi, Hamas FKÖ’ye katıldı, Davutoğlu yine yok.
2
Dış politikadaki başarısızlığın ve emperyalistlerin AKP hükümetine verdiği “değer”in son örneği Fransa’da yaşandı. 1915’te yapılanların “soykırım olmadığını” beyan etmek yasal yaptırıma bağlandı. Bu durum ülke içinde, Sarkozy’nin seçim hesapları, Ermeni diasporasının lobi başarısı olarak lanse edilmekte. Hani Türkiye’nin itibarı çok yükselmişti, hiçbir şey eskisi gibi değildi? İkiyüzlü, tutarsız politika yine devreye girdi. Davutoğlu, Fransa büyükelçisini geri çekti, Fransız mallarına boykot başlatıldı. (Bu boykot işi her başarısızlıkta moda yapıldı zaten, hatırlanırsa bir ara da İtalyan mandalinaları ayaklar altında çiğnenmişti.) Fransa’ya tepki veren Davutoğlu aynı hafta içinde, 1915’te yapılanların “soykırım olmadığını” beyan etmeyi yasal yaptırıma yıllar önce bağlayan İsviçre’nin büyükelçisi ile toplantı yapabiliyordu. Üstelik İsviçre mahkemeleri tarafından bu gerekçe ile mahkum edilmiş T.C. vatandaşları mevcut. Ayrıca Fransa’nın almış olduğu kararın aynısını İsviçre gibi Slovak Cumhuriyeti de almıştı. Bu konuda AKP’nin ikiyüzlülüğü bu kadarla da sınırlı değil. Hatırlanacağı gibi Hrant Dink, bırakın “soykırım” demeyi, asıl olarak Ermenileri eleştiren bir yazısı nedeniyle 301. maddeden "Türklüğe hakaret" suçlamasıyla yargılanmış ve aksi yönde verilen bilirkişi raporuna rağmen 6 ay hapis cezası almıştı. Yani T.C., “ifade etme” yasağını en çarpılmış biçimiyle zaten yıllardır uygulamakta. Unutulmamalıdır ki kefaretini ödemiş bir toplum geçmişine tümüyle sahip çıkabilir. Ancak AKP’nin kendi rızasıyla kefaret ödemesini beklemek (en azından bu dünyada!) saçmalık olacaktır. Çok yüzlü AKP, kadına yönelik şiddet sorunundaki ikiyüzlülüğünü ve kadın düşmanı yüzünü de bir kez daha sergiledi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın aylardır üzerinde çalıştığı “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı”na, kadın örgütlerinin çabalarıyla, evli olmayan kadınların da şiddetten korunması yönünde bir ifade eklenmişti. Ancak Bakanlar Kurulu, “hakkında koruma
tedbirleri alınacak kişiler” bölümünden evli olmayan kadınları çıkararak kadına yönelik şiddeti belli durumlarda onayladığını gösterdi. *** AKP’nin “ustalık dönemi”ndeki en büyük paniklerinden biri ise ekonomik kriz paniği. Bu paniği yaratan iki neden var. İlki, ülke ekonomisinin büyüme konusunda geldiği sınır. 2010’da yüzde 9, 2011’de yüzde 7,5. AKP’ye göbekten bağlı olmayan iktisatçılara göreyse, ülke ekonomisinin “potansiyel büyüme hızı” yüzde 5 civarında. Yani aynı hızla büyümek imkansız, şişirilmiş bir büyüme hızı var. Bu mutlaka yüzde 3-4’lere inecek. İkincisi ise Avrupa krizi, şişirilmiş büyümeyi durduracak önemli bir faktör olacak. En basit karşılığıyla ülke ihracatının yüzde 55’inin yapıldığı Avrupa pazarı daralacak, kredi bulmaktaki zorluklar da cabası. Yüzde 34’lük bir büyüme hızı bile AKP iktidarı için kâbus, çünkü tarihsel deneyimler bu koşullarda “toplumsal hoşnutsuzlukların” arttığını kanıtlıyor. AKP’nin Meclis’te kabul ettirdiği 2012 bütçesinin gelir ve giderlerine bakmak bile ekonomik kriz paniğini göstermeye yeter. AKP hükümeti gelirler için yüzde 13 artış beklerken, giderlerde yüzde 12 artış olmasını öngörmüş. Ancak bütçe gelirlerindeki en büyük kalem doğrudan ve dolaylı vergilerin artırılması, kesilecek cezalar ve yapılacak zamlar olarak belirlemiş durumda. Kısaca krizi atlatmak için halk daha fazla soyulacak. Bir ekonomik kriz ortamında kendi içlerinde de “pastadan pay alma” yarışlarının yaşanacak olması kaçınılmaz. Milletvekili emekli aylıklarında yapılan fahiş artış, kendilerini kurtarma çabası olduğu kadar aynı zamanda birbirlerine karşı dağıttıkları rüşvettir. Cemil Çiçek, “ihtiyaçtan kaynaklanmıştır” diyor. Neymiş bu ihtiyaç? Asgari ücretli için niye bu “ihtiyaçtan kaynaklanma” durumu hiç söz konusu olmuyor? AKP’nin ustalaşamadığı en önemli konu ise Kürt sorunu oldu. Kürt sorunu karşısında, düzen içi her taktiği başarısız oldu. Yukarıdan verilen sözde tavizler (söylemin yumuşatılması, TRT
6 gibi), dinci gericiliği devlet olanakları ve parti kadrolarıyla yayma girişimleri, sosyal yardımlaşma ağlarının tarikatlar ve cemaatler aracılığıyla güçlendirilmesi vs. Kürt halkı ile silahlı siyasal özne arasındaki bağı koparamadı. 36 milletvekili çıkarıldı. Açık kitlesel siyasal faaliyeti ortadan kaldırma, daha doğrusu cezaevine sokarak işlevsizleştirme şeklindeki uzun zamandır devam eden taktik ise son dönemde azgınlaştırıldı. Sayısı tam olarak bilinmese de 5 bin civarında KCK tutuklusu mevcut. Son dönemin iki siyasal figürü, eski İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile yeni içişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Tayyip’in elindeki sopa ve havuç, adeta. Bir yanda siyasal bilinci olmayan, her türlü örgütlenmeden uzak Kürtler için Beşir Atalay’ın bol vaatleri, diğer yanda resim yaparken bile aklından siyasal sorunları geçiren, örgütlenmek gerekli diyen Kürtler için İdris Naim’in karakolu. (Şırnak Uludere’deki katliam, Halkın Sesi baskıya girerken gündeme düştü. Bu katliam ne kazaydı ne de kader. İktidarın teknik, politik, psikolojik vs tüm kollardan yolunu açtığı bu katliam, tam da yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi iktidarın Kürt sorunu karşısındaki çözümsüzlüğünün, kaçınılmaz iflasının kanıtı olmuştur. AKP’nin Kürt siyasi hareketini tasfiyeye dayalı siyasetinde ısrar etmesinin karşılığı budur.) AKP’nin bu dönemde, yasal siyasal muhalefete karşı kullandığı asıl taktik ise itibarsızlaştırma oldu. MHP’yi bir siyasi rakip olarak gördüğü dönemde kasetlerle “ahlaksız kadrolar”a vurgu yaptı. Bu taktik, ihtiyaç duyulduğunda yenilenme potansiyeli taşıyor. CHP ise sürekli hedef, sanki “seçim öncesi” dönemdeyiz. CHP’nin içini Dersim gündemiyle kaşırken, kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırma operasyonu, belediyelere yönelik yolsuzluk operasyonlarıyla yapılıyor; İzmir’den sonra Samsun gündemde. Bunun doğal sonucu MHP’nin ve özellikle CHP’nin enerjilerinin büyük kısmını içeriye sarf etmeleri oluyor. CHP ve MHP’nin bunlarla uğraşmamaları halinde acayip muhalefet yapabileceği de elbette söylenemez.
Ergenekon ise AKP’ye tatlı geldi, her öğün yemeğin üzerine yenebilir. Çünkü karşı taraftakiler için sürekli bir korku, kendi taraftarları için sürekli bir motivasyon, kendi kontrgerillasını oluşturmak için uygun koşullar sağlıyor. Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi tutuklulukları operasyonların meşruiyetini zedeleyip baş ağrıtan birkaç kişiden kurtulursa Şam’da kayısı... Zaten onlar aracılığı ile tüm yazılı ve görsel basın çalışanları başlarına neler gelebileceğini gördü. Bu dönemin belirgin değişikliği işkencenin yerini tutuklamaların alması oldu. AKP döneminde Türkiye’de siyasi nedenlerle yapılan tutuklamaların dünya çapındaki siyasi tutuklamalara oranı 1’e 3. Uzun ve yaygın tutukluluğun meşruluk kılıfını Ergenekon, yasallık kılıfını referandum sağladı. HSYK bileşiminin değişmesi ile yargıda bir türlü yükselemeyen tarikatçı, cemaat üyesi tüm kadrolar işlevsel pozisyona getirildi. Böylece emir-komuta zincirine bile gerek duymadan çalışan, aynı tezgâhtan çıkmış hukukçu bürokrasisi yaratılmış oldu. *** Sonuç: Özal dönemiyle ciddi benzerlikler taşısa da fiili dönüşümlerin ardından gelen yapısal-kurumsal-yasal yeni bir dönem başlamış durumda. Yapısal dönüşümün belirleyici noktası “yeni anayasa” olacak. Bunu yasal değişikler takip edecek. Kurumsal dönüşüm için hala deneme yanılma aşamasındalar (bakan yardımcılıkları gibi) fiili uygulamalarsa devam edecek. Ciddi risk noktaları var; ekonomik kriz, savaş ve Kürt sorunu gibi. Aynı zamanda kendi içlerinde kapışmalar yaşıyorlar. Bu anlaşmazlıklardan şimdilik açığa çıkanları; şike davası, Fethullah Gülen’in Cüppeli Hoca operasyonu, reyting operasyonu… Bu kritik dönemde en istemedikleri şey ise toplumsal muhalefetin süreci “sekteye uğratıcı” müdahaleleri. Kendiliğindenci tepkileri bastırabilecek toplum içi örgütlenmeleri mevcut; cami imamları, kadın kolları, cemaat ağları, medya kontrolü gibi... Ancak “özneler”in siyasal inisiyatifini işlevsiz kılınması gerek. Bunun için, TMMOB ve Tabipler Birliği yasalarında
yapılacak değişiklerde olduğu gibi iç sorunlar çıkarma; güdümlü sendikaları kullanarak sendikal hareketi parçalama/zayıflatma; haksız/keyfi tutuklamalar ve belki hepsinden önemlisi yılgınlığa sürükleyen ideolojik aygıtların kullanımı. 2012 tüm bunlarla birlikte ve belki de asıl olarak neoliberal politikaların artık iyice yerleştirilmeye çalışıldığı bir yıl olacak. Bunun ilk habercisi ise 1 Ocak’ta yürürlüğe girecek olan Genel Sağlık Sigortası (GSS). Böylece sağlık alanında üç temel sorun alanı oluşmuş durumda. İlki, sürekli artan katkı payları. Milletvekilleri gece yarısı kendi emekli maaşlarına 3-5 bin lira arası zam yaparken aynı dakikalarda oyladıkları bir başka madde ile halkın sağlık için daha fazla ödemesini sağladılar. Artık ilaçta 3 kaleme dek 3 lira, ilave her kalem için de 1 lira katkı payı verilecek. Bu katkı payları sürekli artacak. İkincisi, herkesten GSS adı altında sigorta primi toplanacak. AKP, artık herkesin sağlık sigortası var dese de “işsizlik sigortasından yararlanamayan işsizler, kayıtdışı çalışanlar, primini ödeyemeyen esnaf ve çiftçiler, 18 yaşını dolduran ve çalışmayan kız çocukları” GSS’den yararlanamayacak. Kısacası işsizler, güvencesizler, yoksullar ve kadınlar kapsam dışı. Üçüncüsü, artık her ile bakanlık tarafından o ilin tüm sağlık kurumlarının ve bu kurumlardaki ekonomik etkinliğin bağlandığı merkezler oluşturuluyor. Ve bu merkezlerin tek amacı atandığı ildeki sağlık sektöründen maksimum parayı kazandırmak. Yani artık AKP, halkın hastalığından en çok parayı kazanmanın kurumsal karşılığını da yaratmış oldu. 2012’de emperyalistler ve sermaye için yapmaları gereken çok iş, aşmaları gereken çok kriz olacak. İşleri çok zor. Ancak bu krizler, kendiliğinden ilerici sonuçlara yol açmaz. Egemenlerin krizi ezilenler açısından bir fırsattır, ama kazanımlara yol açması ancak devrimcilerin bu krizleri ezilenlerin çıkarları doğrultusunda derinleştirecek iradi müdahaleleri ile mümkün olur. 2012 onlar için zor geçecek, biz de “zor”u büyüteceğiz.
4
GÜNDEM 29 Aral›k 2011 / 11 Ocak 2012
Halk›n Sesi
‹nkarc› kardeflli¤i Fransa parlamentosundan geçen “Ermeni Soykırımını inkarı suç sayan yasa” yeni bir “milli hezeyana” yol açtı. Yasanın “özgür düşünceye ve bilime vurulmuş bir darbe” olduğu; “Fransa’nın önce Cezayir ve Ruanda’nın hesabını vermesi gerektiği” gibi akıldan, izandan yoksun söylemler ortalığı kapladı. Bu üslubun bu denli cesaretle yaygara edilebilmesinde, İnsanlığa Karşı İşlenmiş Suçlar ve Nefret Söylemi gibi tanımlanmış hukuksal kavramlar hakkındaki “toplumsal cehaletin” de önemli bir payı var. Soykırımın inkarının suç sayılması yeni bir olgu değil. Yahudi soykırımı (Holokaust) hakkındaki tartışmaların yön verdiği bu düzenlemelerin karşısına “düşünce özgürlüğünü ve bilimsel tartışmayı sınırlamak” gibi tezlerle çıkmak da yeni bir olgu değil. Bu tezler “Holokaust revizyonistleri” olarak adlandıran soykırım inkarcıları tarafından öteden beri ileri sürülür. Holokaust inkarcıları 2. Dünya Savaşı’nda Nazi rejiminin yok ettiği Yahudilerin sayısının 6 milyonun çok altında olduğunu, Yahudileri yok etmek için gaz odaları ve fırınların kullanılmadığı, Ferda toplama kampları hakkındaki film Koç ve dökümanların Sovyetler Birliği ve ABD tarafından üretildiğini, ferdakoc@ Yahudilere yönelik “tasfiye” hotmail.com hareketlerinin soykırım boyutlarında olmadığı, savaşta öldürülen Hristiyan sayısının öldürülen Yahudilerden çok daha fazla olduğunu ileri sürerek, “Yahudi Soykırımı Miti”nin bir “Siyonist-Sovyet-Amerikan Komplosu” olduğunu savunmaktadırlar. (Bu tezlerin Ermeni Soykırımı’na ilişkin “Resmi Görüş”le benzerlikleri ürkütücüdür ve bir “İnkarcı Kardeşliği”ni göstermektedir) Holokaust İnkarcılığı’nın toplum içindeki azınlık gruplara karşı ırkçı terörü kışkırttığı, azınlık grupları terörize ettiği ve halen tarihin travmatik mirasını yaşayan Soykırım Kurbanları’nın çocuklarının anılarını rencide ettiği zaman içinde anlaşılmıştır. Bu durum karşısında “Holokaust İnkarcılığı”nı “akademik bir tez” olarak değil, “İnsanlığa Karşı İşlenmiş Suçlar”ın özendirilmesi ve “Irkçılığın rehabilitasyonu” olarak ele alınması gerektiği sonucuna ulaşılmakta ve “Holokaust İnkarcılığı’nın yasaklanması” Avrupa’da yaygın bir toplumsal destek bulmaktadır. Gelelim “Ermeni Soykırımı”na, yani “Tertele”ye… Birleşmiş Milletler’in 9 Aralık 1948 de oybirliği ile onayladığı “Soykırım suçlarını engelleme ve cezalandırma” bildirgesinde Soykırımı “Ulusal, etnik veya dini bir grubu veya ırkı, tümüyle veya kısmen yok etmek amacıyla bu gruplara mensup insanları öldürmek, vücut veya zihinlerine kalıcı zararlar vermek, sonuçta kısmen veya tümüyle yok olmalarına yol açan eylemlerde bulunmak, çoğalmalarını engelleyecek tıbbi tedbirler almak, gruba mensup çocukların zorla kimliklerinin değiştirilmesine yönelik eylemlerde bulunmak” olarak tanımlamaktadır. 1914-15 tarihleri arasında Anadolu Ermenilerini “tümüyle veya kısmen yok etmek için” bu yöntemlerin birden fazlasının kullanıldığından izan ve vicdan sahibi hiç kimsenin bir kuşkusu yoktur. Bu yöntemlerin değişik zamanlarda Anadolu’daki başka grupları da “tamamen veya kısmen yoketmek için” kullanıldığı da bilinmektedir. Soykırım yapması nedeniyle ceza görmeyenler bunu bir yönteme dönüştürürler. “Ermeni Soykırımı’nı İnkarın suç olup olmadığına” ilişkin Türkiye’de yapılacak ilk tartışma, Ermeni Soykırımı’nın inkarının Fransa’da suç sayıp sayılamayacağı değil, Türkiye’de Ermeni Soykırımı’nın inkarının “demokratik bir hak” olarak görülüp görülemeyeceğidir. Ermeni Soykırımı (Tertele) Anadolu’nun tarihi bir gerçeğidir. Devlet “yok” dedi diye, “ülkemiz zarar görecek” diye, “Ermeniler toprak talebinde bulunacak” diye, “Emperyalistler istismar edecek” diye vb. bu gerçeğin üstü örtülmez, örtülememektedir de. “Tertele inkarı”nın Türkiye’deki en önemli siyasi karşılığı “Anadolu Gericiliği”ne dokunulmazlık kazandırmaktır. Anadolu Gericiliği’nin Türkiye’deki sömürge tipi faşizmin önemli bir yapı taşı olduğu biliniyor. Devlet iktidarı için yürütülen çatışmada “Tertele inkarcılığı”nın etkili bir unsur olarak kullanıldığını ve Hrant Dink cinayetine kadar uzanan bir terör hareketleri dizisinin alt yapısını oluşturduğunu hep birlikte yaşayarak gördük. (Türkiye’deki “Tertele İnkarcıları”nın, açık ya da örtük bir biçimde Holokaust İnkarcısı oldukları da gözden kaçırılmamalı.) Türkiye’nin Ermeni Soykırımı’nı kabul etmesi; Anadolu topraklarında insanlığa karşı işlenen bu suçun yıkıcı ve yaralayıcı sonuçlarını ortaya çıkarmak ve elden geldiğince telafi etmek için kapsamlı bir programın belirlemesi Türkiye’deki sömürge tipi faşizmin tasfiyesi için atılması gereken zorunlu bir adımdır. Türkiye’de Ermeni Soykırımı’nın inkarının tıpkı Almanya'da Holokaust’un inkarının suç sayılması gibi, suç sayılması ve yasaklanması bu adımın tamamlayıcı parçası olacaktır. Yani Türkiye demokrasisinin ihtiyacı “Fransa’da inkarın serbest bırakılması” değil, “Ermeni Soykırımı’nın inkarının Türkiye’de yasaklanmasıdır.” “Fransa’da Ermeni Soykırımı’nın inkarının suç sayılmamasının sağlanılması”, Türkiye’de “soykırımın inkarı”na “ölümsüzlük aşısı” olacak, faşizmi güçlendirecektir. Peki Fransa’da Ermeni Soykırımı’nın inkarının yasaklanması gerekli midir? Bu soru, “soykırımın inkarının yasaklanması, soykırımın gerçekleştiği ülke için gerekli, ama diğer ülkeler için gerekli değildir” biçiminde yanıtlanamaz. Çünkü “inkarı” suç haline getiren şeyler yalnızca “suçun tekrarı olasılığı”; suç atmosferinin sürekliliğinin, diğer küçük gruplara tehdit oluşturması değildir. Soykırım inkarını “suç” haline getiren bir başka unsur da soykırım mağdurlarının anılarının rencide edilmesidir. Zaten Holokaustu inkarı suç sayan yasa da sadece Almanya’da değil, yirmi küsür ülkede uygulanmaktadır. Bilindiği gibi Fransa, Anadolu Ermenilerinin göç ettiği ülkelerin ilk sıralarındadır. Ermeniler bir “Avrupalı Hristiyan grubu değil” bir Doğu Anadolu-Güney Kafkasya halkıdır! Fransa’daki Ermenilerin hemen hepsi Anadolu Ermenilerinin çocuklarıdır ve Fransa’daki varlıklarının temeli 1914-15 tehciridir. Fransa’daki Ermenilerin maruz kaldıkları travmayla başetmelerini kolaylaştırmak açısından bu tip bir yasal korumaya ihtiyaç duyup duymadıklarını tartışmak ise bize düşmez, Fransa’daki Ermenilerin bileceği bir şeydir. Fransa’nın “Ermeni Soykırımı’nı inkarı suç sayan yasa”yı Libya ve Suriye’ye yönelik emperyalist müdahaleler sürecinde Türkiye’ye karşı taktik üstünlük sağlamanın bir aracı olarak gündeme getirmiş olmasını öne sürerek veya böyle bir yasa Türkiye’de işe yarar ama Fransa için anlamsızdır diyerek “gözlemci” noktasına çekilmek de yalnızca gözümüzün önündeki ırkçı edepsizliği cesaretlendirir.
Ne kaza ne kader sorumlusu iktidar AKP’nin operasyonlar yılına çevirdiği 2011, kanlı kapandı. Operasyonlar üzerine inşa edilen sistem Şırnak Uludere’de çöktü. Uludere katliamı bir kaza değil AKP’nin herkesi terörist ilan eden fütursuzluğunun, uyum içinde çalıştığı TSK’ya verdiği bombardıman emrinin, ABD istihbaratı ile desteklenen savaşının sonucu
G
eçimini kaçakçılıkla karşılayan 36 köylü çocuğunun savaş uçaklarıyla bombalanarak öldürüldüğü Şırnak Uludere katliamı, Türkiye’nin katliamlarla dolu siyasal tarihine bir kara leke daha ekledi. Savaş ve operasyon kelimelerini dilinden düşürmeyen AKP sözcüleri, yaşları 12 ile 19 arasında değişen Kürt çocuklarının battaniyelere sarılı yanık cesetleri karşısında söyleyecek söz bulamamış olacakki saatlerce ortaya çıkan olmadı. Katliamda bombayı atan TSK da, sınır hattının bombardımana tutulması için gerekli yasal, siyasal, teknolojik, psikolojik koşulları sağlayan AKP iktidarı da, AKP’nin teslim aldığı medya da saatler boyu söyleyecek söz aradı. Oysa daha birkaç gün öncesine kadar İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin şiir yazmanın bile terörizm olabileceğini söyleyerek herkesi operasyonların hedefine oturtuyordu. Tayyip Erdoğan’ın 17 yıllık yol arkadaşı, özü sözü bir Şahin’in herkesi kapsayan terörizm tanımı, doğal olarak kaçakçı Kürt çocuklarının katlini de vacip ilan etmişti. AKP ve TSK arasındaki uyum doruk noktasındaydı. Operasyonlar insansız hava araçları ve anlık istihbarat ile destekleniyordu. Vaktiyle Taraf gazetesi başta olmak üzere cemaat medyasının şikayet ettiği şey olmamış, ordu sınırdan geçenlere kayıtsız kalmadan bomba yağdırmıştı. Abdullah Gül’ün dediği gibi “misliyle karşılık veriliyor”, Fethullah Gülen’in dilediği gibi Kürtlerin “kökleri kesiliyor, kurutuluyor, işleri bitiriliyordu!” Kürt sorununu, siyasal hak talep eden Kürtleri operasyonlarla yok ederek ya da içeri tıkarak “çözme-
ye” dayalı AKP stratejisi, kendi doğal sonucu olan Uludere katliamı ile çöktü. Gücünün doruğundaki iktidarın nutkunun tutulmasına yol açan da bu çöküştü.
HEM SUÇLU HEM GÜÇLÜ İlk resmi açıklama katliamdan 12 saat sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) yayımladığı yazılı açıklama oldu. TSK açıklamasında, bombardımanın TBMM kararının bir gereği olduğu ve sağlanan istihbaratın değerlendirilmesi sonucu gerçekleştirildiği belirtildi. Açıklamada incelemenin sürdüğü yazılarak, sorumluluğu bazı kadrolara yıkıp temize çıkma seçeneğine de açık kapı bırakıldı. AKP iktidarı ise bir gün boyunca sustu. Katliamı haber alır almaz bölgeye hareket eden BDP milletvekillerinin telefonlarına çıkmayan, görevlilere “istirahatte
olduklarını” söyleten AKP’li Bakanlar gün içinde de bir açıklama yapmadı. AKP’den ilk açıklama 18 saat sonra AKP parti sözcüsü Hüseyin Çelik’ten geldi. Bekir Bozdağ’ın 24 saat sonra sarf ettiği “gerekli incelemeler sürüyor” şeklindeki geçiştirme sözleri sayılmazsa hükümet adına bir açıklama yapılmadı. İsrail’e “siz çocuk öldürmeyi iyi bilirsiniz” diye çıkışmakla övünen Davos fatihi Erdoğan da İsrail’in bile kolay kolay erişemediği ölçekteki bu katliamla ilgili ağzını açmadı. AKP’nin Kürt sorunu konusundaki siyaseti operasyonlar üzerine kurulduğundan olacak, parti sözcüsü Hüseyin Çelik de katliamı bir “operasyon kazası” olarak niteledi. “Bir hata, kusur, yanlışlık ve eksiklik varsa hukuk devleti içinde gereken yapılır. Örtbas edilemez” diyen Çelik, eleştiriye gelince
yine Kürtleri hedef aldı. Bölgede herhangi bir gerilla hareketliliği olmadığı bilinmesine karşın, bu “kaza”ya PKK’nin yol açtığını öne süren Çelik, katliamı kitlesel eylemlerle protesto eden BDP’yi de adeta yeni katliamlarla tehdit eden şu sözleri sarf etti: “Ama insanları sokaklara dökerseniz onları tahrik ederseniz bu başka canların yanacağına işarettir.” Çelik aslında Uludere’deki katliamdan hiçbir biçimde sorumlu tutulamayacak PKK ve BDP’yi hedef alıp tehditlere başvurarak, katliama yol açan operasyon düzeninde ısrarcı olduklarını açığa vuruyordu. Zaten bu niyeti de gizlemedi, operasyonların aksatılmadan sürdürüleceğini söyledi.
KATL‹AMIN YOLUNU AÇAN OPERASYONLAR Çelik’in toz kondurmadığı
Şahin’e göre herkes ‘terörist’ İ
çişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in 26 Aralık 2011’de Afyonkarahisar'da düzenlenen Terörle Mücadele Değerlendirme ve Koordinasyon Toplantısı'nda yaptığı konuşmada AKP’nin “terör” konseptini anlattı. Şahin terörün arka bahçesi olduğunu söyleyerek nasıl destek verildiğini şu sözlerle anlattı: “Neyiyle veriyor, belki resim yaparak tuvale yansıtıyor. Şiir yazarak şiirine yansıtıyor, günlük makale, fıkra yazarak oralarda bir şeyler yazıp çiziyor. Hızını alamıyor terörle mücadelede görev almış askeri, polisi doğrudan çalışmasına, sanatına konu yaparak demoralize etmeye çalışıyor.”
USTALIK DÖNEM‹N‹N ‹Ç‹fiLER‹ BAKANI “Teröre destek” tanımını yapan Şahin burjuva siyasetinin inceliklerine başvurmak veya demokrat
‘Elinizi çekin’
maskesi takmak yerine doğrudan aklından geçenleri söylemeyi tercih etti, AKP’nin demokrasi algısını ortaya serdi. Şahin’in çizdiği çerçeve AKP’nin Kürt hareketine dönük operasyon ve saldırılarının hareketin doğrudan örgütlü olduğu siyasi partiler ve kitle örgütlerinin yanısıra etrafında yer alan destek halkasını da kapsayacak biçimde genişlemesinin izah ediyor.
GAF DE⁄‹L PLANLI Tüm bilim insanlarını ve sanatçıları “potansiyel tehlike” olarak gören Bakan’ın açıklaması aydınları, sanatçıları öfkelendirdi. Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST) yazılı bir açıklama yayımlayarak bakanın açıklamalarının kimi çevreler tarafından “gaf” olarak nitelendiğini hatırlattı, açıklamaların ciddi, planlı,
Hatay Halkevi, AKP'nin Ortadoğu politikalarına ve Suriye'de yaşanmakta olan gelişmelere ilişkin görüşlerini 27 Aralık’ta yaptığı bir basın açıklamasıyla kamuoyuyla paylaştı. Açıklamada emperyalistlerin bölge
hesaplı olduğunu belirtti. “Bu yaklaşım devletten farklı düşünen herkesi terörist olarak yaftalamaktadır” denildi. Aralarında Aylin Aslım, Burhan Şeşen, Emrah Serbes, Levent Üzümcü’nün yer aldığı sanatçı ve yazarlar da ortak bir metin yayımlayarak Şahin'in sanatçı ve yazarları hedef alan açıklamalarına ortak bir tepki gösterdi ve bakana "Ya sözlerinizin arkasında durun ve sanatı topyekun terör kapsamına alarak yasaklayın, ya da bu metni tersten okuyup derhal özür dileyin ve koltuğu bırakın" dedi. Barış İçin Sanat Girişimi de 29 Aralık günü Maya Sahnesi’nde bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada Şahin’in açıklamalarının sanatçıları ve bilim insanlarını hedef alan Ortaçağ zihniyetini çağrıştırdığı ifade edilerek bakan kınandı.
politikaları ve AKP’nin bu planda oynadığı rol eleştirilirken Esad rejiminin neoliberal, baskıcı politikaları da kınandı. Suriye halkı için çözümün halkın özgücüyle kurulacak halkçı, devrimci bir demokratik rejim olacağı ifade edildi.
operasyon düzeni siyasi ve askeri alanda bütün Kürtlerin bağımsız örgütlü gücünü tasfiyeyi hedeflemekle kalmadı, bu örgütlü gücün temas içinde olduğu kesimleri de hedef tahtasına oturttu. Operasyonun siyasi ayağını oluşturan “KCK tutuklamaları” belediye yöneticileri ve milletvekilleri de dahil olmak üzere Kürt siyasetçilerinin ardından siyaset akademilerinde ders veren aydınları, avukatları, gazetecileri de kapsayacak şekilde genişletildi. Bu anlayış doğal olarak herkesi düşman, her yeri savaş alanı haline getirdi. Operasyonların hava bombardımanlarına dayalı askeri ayağı ise benzer mantığı bir başka şekilde hayata geçirdi. Teknolojik destek ile karşı tarafa ağır kayıplar verdirme üzerine kurulu hava bombardımanı ağırlıklı operasyonlarda, gerillaların kullandığı bütün alanlar hedef olduğu için sınır köyleri, yaylalar ve yollar da yoğun ateş altına alındı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde çoğu çocuk 7 köylünün öldüğü bombalama, Hatay’da ve Samsun’da yaylaya çıkan köylülerin öldürüldüğü jandarma saldırıları, yakın zamanda iki su tesisatçısının gerilla sanılarak öldürüldüğü saldırı bu imhaya dayalı yoğun bombardıman mantığının ürünleri idi. Bu durum karşısında askerin operasyon kabiliyetini sınırlamamak için herhangi bir geri adım, engelleme yaşanmadı. İşte Uludere katliamı bu sürecin sonunda yaşandı. Hükümet operasyonların çözüm olacağı iddiasının bu açık iflası karşısında şimdi operasyon sistemini kurtarmaya çalışıyor. Ama katliamların sona ermesi için operasyonların durdurulması gerekiyor.
“Hesap sormak görevimizdir!” Ş
ırnak’ın Uludere İlçesi´ne bağlı Ortasu (Roboski) Köyü’nde yaşanan katliamın ardından ilk açıklamalar BDP’lilerden geldi. BDP Eşbaşkanları Gültan Kışanak ve Selahattin Demirtaş Şırnak’a doğru yola çıktı. Demirtaş, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Suriye Devlet Başkanı Beşer Esad’a söylediği “Kendi halkını katleden yönetimin meşruiyeti olmaz” sözlerini hatırlatarak sözlerin aynısını Erdoğan için söyledi. Olayı açık bir katliam olarak değerlendiren Demirtaş, BDP’nin üç günlük yas ilan ettiğini duyurdu.
KATL‹AMIN PROTESTO EDENLERE SALDIRI Katliam, Hakkari’nin Şemdinli İlçesi, Hatay, Urfa, Mardin, Batman, Ankara, İzmir, Kırşehir, Diyarbakır, Hakkari Yüksekova ve İstanbul’da gerçekleştirilen eylemlerle binlerce insan tarafından protesto edildi. İstanbul Taksim Meydanı’nda polis Tarlabaşı’nda yürüyüşe geçen bindin fazla kişiye saldırdı. Diyarbakır’da on binden fazla insanın katıldığı eyleme ve Hakkari’nin Yüksekova İlçesi’ndeki eylemlere polis saldırdı. Ülke genelinde gerçekleştirilen protestoların yanı sıra Almanya, Fransa ve İsviçre’de de katliam, eylemlerle protesto edildi. Katliamın hemen ardından KESK, DİSK, TMMOB, Halkevleri, ÖDP, EMEP ile CHP milletvekilleri İlhan Cihaner, Hüseyin Aygün ve Salih Fırat birer açıklama yaptı. KESK Yönetim Kurulu,
katliamı kınarken Kürt sorunun barışçıl ve demokratik bir şekilde çözümü için bir an önce somut adım atılması gerektiğini söyledi. DİSK Genel Sekereteri Tayfun Görgün, şiddetin son bulması gerektiğini belirtirken TMMOB Genel Başkanı Mehmet Soğancı “Katliamın gerekçesi olamaz” dedi.
‘SORUMLU AKP’ Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol açıklamasında şunları söyledi: “Barış taleplerini görmezden gelip on binlerce insanın ölümüne yol açan savaşı sürdürmekte ısrar edenler, kendi topraklarına bomba yağdıranlar, barış isteyen Kürt siyasetçiyi, aydını, gazeteciyi sanatçıyı cezaevlerine dolduranlar, Meclis’ten kendi halklarına karşı savaş kararı çıkaranlar bugün Uludere’de 36 insanımızın ölümünden sorumludur." ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, “katliamın sorumluları hesap vermelidir” derken EMEP Genel Başkanı Sema Gürkan, siyasi ve askeri operasyonların bir parçası olarak Kürt halkının üzerine bomba yağdırılmasının insanlıkla bağdaşmadığını ifade etti. CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, katliamı “AKP’nin 33 kurşunu” olarak değerlendirirken, CHP Adıyaman Milletvekili Salih Fırat, katliamın nedeni olarak İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in herkesi terörist ilan etmesini gösterdi. CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner de olayda sorumluluğu olanların istifa etmesi gerektiğini söyledi.
5
DÜNYA 29 Aral›k 2011 / 11 Ocak 2012
Halk›n Sesi
Bir neoliberalizm hikayesi 7 O
rtadoğu’da yaklaşık bir yıldır süren ayaklanmalar dünya gündemindeki yerini korurken Kazakistan’dan gelen bir haber dikkatleri Orta Asya’ya çekti. Yaklaşık yedi aydır grevde olan ve ülkenin batısındaki Canaözen kentinin merkezini işgal eden petrol işçileri, 16 Aralık’ta bağımsızlık kutlamaları için eylem alanına kurulan platformu dağıtınca polis saldırısına maruz kaldı. Polis saldırısı sonucu resmi rakamlara göre 14, görgü tanıklarına göreyse 70 işçi yaşamını yitirdi. Devlet çatışmalardan Kazakistan Komünist Partisi’ni sorumlu tuttu. Canaözen’de direnen petrol işçileri mayıs ayından bu yana çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, ücretlerde, emekli maaşlarında ve ikramiyelerde artış yapılması, altı yıldır tutuklu olan sendikacı Natalya Sokolova’nın serbest bırakılması, madenlerin kamulaştırılması, grev ve lokavt hakkı ve işten çıkarılan tüm işçilerin işe iadesi talepleriyle grevdeydi. Polisin ateş açmasıyla çok sayıda işçi hayatını kaybetti ve çatışmaların yayıldı. Bunun üzerine Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev ülkede 20 günlük olağanüstü hal ilan etti. Uzun süredir baskı altında tutulmak istenen Komünist Parti’nin il sekreteri son olaylardan sonra tutuklandı. İşçilerin greve gittiği şirket olan KazMunaiGaz, ülkenin kamuya ait en büyük enerji kuruluşu. Şirket kamuya ait olsa da üretimde daha çok özel şirketlere yaverlik ediyor. Şirket ülke genelindeki bütün petrol alanlarında pay sahibi ancak üretimin çok büyük bir kısmını özel şirketlere devrediyor. Dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip ülkelerinden biri olan Kazakistan’da doğalgaz ve metal sektörü de yabancı sermayeye peşkeş çekilmiş durumda. REEL SOSYAL‹ZMDEN SONRA Reel sosyalizmin çöküşünden sonra bağımsızlığını ilan eden ülkenin başında o günden beri Nursultan Nazarbayev bulunuyor. Zengin kaynaklara sahip ülke piyasacı tala-
R
eel sosyalizmin çöküşünden sonra neoliberal saldırıya maruz kalan her ülkede olduğu gibi Kazakistan yıkıma karşı direnenlerin isyanına tanık oluyor
20 y›l önce çekilen bu foto¤rafta, eylem yapan bir Kazak, elinde Sovyetler Birli¤i’nin y›k›lmas›ndan sonra kurulan ve ABD güdümüne giren Ba¤›ms›z Devletler Toplulu¤u’nu (BDT) elefltiren bir döviz tafl›yor: “Uyan›n! SSCB’ye dokunmay›n! BDT sizi aldat›r!” na maruz kalmasıyla birlikte büyük bir mülksüzleştirme dalgası yaşadı. Kamuya ait kaynaklar “kurtuluş yabancı sermayede” safsatalarıyla uluslararası tekellere peşkeş çekildi. Kapitalizmin orman kanunları ülkeye girdikten sonra yaşanan büyük yıkım, yıkıma başlanan diğer ülkelerde olduğu gibi, “otoriter bir yönetimden demokrasiye geçiş” masalıyla örtbas edildi. Kapitalist gelişme ve serbest piyasa ekonomisiyle demokrasi arasında doğrudan bir bağ kuran bu söylemle Kazakistan’da ortaya çıkan yeni iktidar ve eşitsiz güç ilişkileri meşrulaştırılmış oldu. “Piyasa dışı bir toplumda, piyasa güçlerinin aniden ortaya çıkması” ülkede neoliberal dönüşümün sağlanmasını oldukça zorlaştırıyordu. Bu durum ancak Antonio Gramsci’nin tezlerinden akla gelen “yolsuzluk, düzenbazlık ve uyumsuzluk-
la karmaşa yaratmayla” birlikte kolaylaştırılabilirdi. ‘90’lı yılların sonuna kadar ülkede bu anlamıyla bir karmaşa yaratıldı ve bu karmaşadan kurtuluşun tek yolu olarak sürekli neoliberal tezler dayatıldı. 2000’li yıllarla birlikte ülkede emeğe yönelik büyük bir saldırı dalgası başlatıldı. Neoliberal tezlerin filizlendiği her ülkede olduğu gibi, uluslararası sermayeye “fırsat” yaratmak için iş gücü “ucuzlatıldı.” Sermayenin ülkeye akmasını kolaylaştırmak adına emekçilerin her türlü hakkı gasp edildi. Ucuz işgücü yaratabilmek adına dışarıdan ülkeye büyük miktarda işçi girişleri sağlandı. Ülkede inşaat sektörü çok canlı olsa da yapılan daire miktarıyla birlikte ülkede kiralar da artınca, her geçen gün, sayısı artan işçi sınıfının barınma sorunu vahim boyutlara ulaştı. Ülkede yer yer kendini gösteren
“milliyetçi saldırı” haberlerini de bu yönüyle değerlendirmek gerekiyor. Servet birikimi ve zenginleşmenin mülksüzleştirme ve yoksullukla doğru orantılı bir biçimde üstelik dee büyük bir hızla yükseldiği ülkede işçiler arasında yaşanan kavgaların yegane sebebi neoliberal dönüşümün Kazak işçilere getirdiği büyük yıkım. Kazak işçilerin Türkiye’den giden işçilerle bir “milliyet” probleminin olmadığını aynı reaksiyonu diğer ülkelerden gelen işçilere karşı göstermesinden ve daha önemlisi bu kavgaların ülkede bulunan ve Kazak olmayan işçiler arasında yaşanan kavgalardan da anlaşılabiliyor. ABD’N‹N ETK‹S‹ Önemli doğal kaynaklara sahip, haritadaki konumu itibariyle önemli bir yeri olan (Çin’in batısı, Rusya’nın güney komşusu), kapılarını
neoliberalizme sonuna kadar açan Kazakistan’da ABD’nin etkisi oldukça fazla. Çok sayıda ABD’li ve İngiliz şirketi ülkede faaliyet gösteriyor. Rusya ve Çin’e olan yakınlığı, bölge siyasetinde ABD’nin elini güçlendiriyor. ABD’nin Afganistan savaşı için Kazakistan bir üs olarak kullanılıyor. İki ülke arasında 2002’den bu yana “Afganistan’da istikrarın sağlanması”na yönelik bir anlaşma bulunuyor. Bu kapsamda ABD uçakları Afganistan uçuşları için ülkeyi üs olarak kullanıyor. Afganistan’a lojistik destek Kazakistan’dan sağlanıyor. NATO şemsiyesi altında Kazakistan’la ABD 2003’ten beri her yıl Bozkır Kartalı Barış Ortaklığı Askeri Tatbikatı’nı Kazakistan’da düzenliyor. Sadece bu örnekler bile Kazakistan’ın ABD etkisinde bir ülke olduğunu göstermeye yetiyor. Kazakistan’da yaşanan çatışmalar bölgede ilk kez görülen olaylar değil. Reel sosyalizmin çöküşünü takiben, SSCB’den kopan ve neoliberal saldırıya maruz kalan ülkelerde bu türden sınıfsal tepkiler görülüyor. Bunların en önemlisi 2010 yılında Kırgızistan’da yaşanan halk ayaklanmasıydı. Hatırlanacağı üzere Kırgızistan’da neoliberal saldırı politikalarının getirdiği yıkıma karşı ayaklanan Kırgızlar Devlet Başkanı Bakiyev’i devirmişlerdi. İşçilerin direnişi ve çatışmalardan sonra hükümet ortamı yumuşatmak için hemen her iktidarın gösterdiği refleksi gösterdi. Hükümetten yapılan açıklamada KazMunaiGaz’ın üst yönetiminin değiştirileceği açıklandı. Şirketin başında Devlet Başkanı Nazarbayev’in damadı Timur Kulibayev bulunuyor. Hükümetten gelen açıklamada işçilerin greve gitmesine neden olan talepler konusunda ise hiçbir açıklama yapılmadı. Yaşanan saldırılar ve taleplerinin dinlenmemesi nedeniyle işçiler greve devam edeceklerini açıkladı. Önümüzdeki günlerde yaşanabilecek yeni saldırılara karşı işçi sendikaları tüm sektörlerden işçileri greve katılmaya, sendikalara üye olmaya çağırıyor.
Talancılara karşı isyancıların yılı G
eride bıraktığımız yıl şüphesiz ki isyanlarla akılda kalacak. 2010’un sonunda başlayıp ocak ayının ilk yarısında 23 yıllık Ben Ali iktidarının devrilmesiyle sonuçlanan Tunus isyanı, sonrasında Mısır’da 32 yıllık Mübarek rejiminin Tahrir Meydanı’nda yerle bir edilmesi.... Zabıta tarafından meyve tezgahına el konulan, aşağılanan, suratına tükürülen üniversite mezunu işsiz Muhammed Bouazizi’nin yaktığı ateş kısa sürede tüm Ortadoğu’ya oradan da dünyaya yayıldı. Tezgahı bozulanlar hemen harekete geçti ve halk isyanlarını manipüle etmeye başladı. Önce Libya’da CIA’nın kurduğu, yönettiği, desteklediği Libya Ulusal Kurtuluş Cephesi, ardından Suriye’deki Özgür Suriye Ordusu gibi yapılar ortaya çıktı ve halk isyanlarının içi boşaltıldı. Libya’da 42 yıllık Kaddafi iktidarı, Kaddafi’nin sokak ortasında linç edilerek öldürülmesiyle sona erdi, Suriye’de çatışmalar 2012’ye taşındı. ABD askerleri Usame Bin Ladin’i Pakistan’da kaldığı evde öldürdü. Libya, Mısır ve Suriye’de izlediği politikalar AKP’nin ikiyüzlü dış politikasını
Hamas FKÖ’ye katıldı Uzun süredir devam eden pazarl›klar sonucu Hamas Filistin Kurtulufl Örgütü’ne (FKÖ) kat›lmay› kabul etti. Bölgede liderlik masallar› anlatan AKP’nin d›flar›da kald›¤›, M›s›r’›n arac›l›k etti¤i görüflmeler sonunda FKÖ’ye kat›lan Hamas böylelikle El Fetih’le birlikte hareket etmeyi kabul etmifl oldu. Filistin kurtulufl mücadelesinin toparlanmas› anlam›nda olumlu olan bu birleflme, mücadelenin El Fetih (Mahmud Abbas) – ABD ekseniyle uzlaflma sinyalleri vermesi aç›s›ndan kritik bir öneme sahip. M›s›r’da ABD’yle uzlaflarak iktidar› alan Müslüman Kardefller’in Filistin’deki kolu Hamas’›n da ABD’yle uzlaflmac› bir çizgiye çekilmesiyle, Ortado¤u’daki mevcut dengelerin ne yöne kayaca¤›n› önümüzdeki günlerde görece¤iz.
teşhir etti. “Komşularla sıfır sorun” safsatası 2011’de çöktü. Füze kalkanını Malatya’ya kabul eden AKP, İran ve Rusya’nın füzelerini Türkiye’ye çevirmesine neden oldu. ‹SYAN KITA ATLADI Tahrir Meydanı’ndan etkilenen Avrupa muhalefeti, neoliberal yıkım politikalarına karşı yıl boyunca meydanlardaydı. Yunanistan’da, İspanya’da, İngiltere’de, Portekiz’de, Belçika’da, Almanya’da kısacası tüm Avrupa’da krizin yıkıcı etkilerine karşı yıl boyunca grevlerle, direnişlerle yanıt verildi. Temel insan haklarını, kazanılmış hakları gasp etmek isteyen hükümetlere sokakta meydan okundu. Yunanistan’da Papandreu hükümeti, İtalya’daysa yıllardır iktidarda olan Berlusconi hükümeti istifa etmek zorunda kaldı. İsyan ABD’ye de sıçradı. “Biz %99’uz” diyerek “Wall Street’i işgal” edenlerin öfkesi kısa sürede tüm ABD’ye sıçradı. Tüm kentlerde “işgal et” eylemleri yapılarak dünyadaki eylemleri kapitalistlerin yönlendirdiğini iddia
edenlere kapitalizmin kalbinden yanıt verdi. Latin Amerika’da yerliler yaşam alanlarına yapılan saldırılara taviz vermedi. Öğrenciler sokaklarda aylarca eylem yaptı, bakan değiştirtti. Şili’de tüm neoliberalizm karşıtı kesimlerin katıldığı eylemler devam ediyor. 2011 isyanların yanı sıra felaketlerin de yaşandığı bir yıl oldu. Japonya’da deprem ve sonrasında meydana gelen tsunami nedeniyle 8 binden fazla insan hayatını kaybetti. Fukuşima nükleer santrali depremde hasar gördü. Havaya karışan radyasyon miktarı Çernobil’dekini geçti. Pakistan’da, Tayland’da ve Filipinler’de meydana gelen sel felaketleri sonucu binlerce insan hayatını kaybetti. Filipinler’de ölü sayısının iki binin üstünde olduğu tahmin ediliyor. Halkın Sesi olarak 2012 yılının tüm dünyada haksızlıklara karşı hak mücadelelerinin, zulme karşı başkaldırışın, baskılara karşı direnişin, halk düşmanlarına karşı isyanın yılı olmasını diliyoruz.
iklim 5 kıta
‹srail’le iliflkiler sürüyor
M
avi Marmara baskınından sonra askıya alındığı iddia edilen İsrail-Türkiye ilişkileri askeri alanda devam ediyor. İsrail basınında çıkan haberlere göre Türk Hava Kuvvetleri ile İsrail Hava Kuvvetleri Akdeniz’de hava koordinasyon mekanizmasını birlikte işletmeye başladı. Bunun için Türkiye’nin askeri ateşesi İsrail’e geri döndü. Sessiz sedasız yapılmaya çalışılan bu işbirlikleri AKP’nin İsrail konusundaki ikiyüzlü siyasetini bir kez daha ortaya koydu.
FARC-EP’den yeni y›l mesaj›
O
nur, sosyal adalet ve yaşam için mücadele edenlere, en güçlü olmayanlara ama haklı nedenleri olanlara, ahlak, haysiyet ve idealizm ile halk mücadelelerini üstlenenlere; halkını bağımsızlık ve eşitlik hedefine götürmek için seçenek oluşturanlara; asla teslim olmamaya karar verenlere; Latin Amerika halklarının birliği için sınırları yıkanlara; uyumlu ve müreffeh, Büyük Anavatanı hayal edenlere; eylemleri ile Bolivarcı ruhu somutlaştıranlara; bizim siperlerimizi savunmayı enternasyonalist görev olarak kabul edenlere; dünyanın her köşesindeki yoldaşlarımıza ve arkadaşlarımıza, başarılar ve kazanımlarla dolu bir yıl için en iyi dileklerimizi o saygılarımızı gönderiyoruz.
Tahrir’de direnifle devam
D
evrimlerine sahip çıkan Mısırlılar, askeri konseyin iktidarına karşı sokakları terketmiyor. Başkent Kahire'de yapılan eylemlerde askeri yönetime son verilmesi ve konsey üyelerinin yargılanması isteniyor. Eylemlerde ordunun eylemcilere karşı aşırı oranda güç kullandığını belirten muhalifler, askeri yönetimin başlamasından bu yana 100'den fazla sivilin katledildiğini ifade ediyor. Ordunun eski rejimi devam ettirdiğini dile getiren muhalifler Mısır’ı özgürleştirene kadar Tahrir Meydanı’nda kalacaklarını belirtiyorlar.
Suriye’de şaşırtan gözlem S
uriye ile Arap Birliği arasındaki “gözlemci krizi” tarafların uzlaşmasıyla sona erdi. Arap Birliği daha önce Suriye’deki durumu teftiş etmek için “bağımsız” gözlemcilerin ülkeye kabul edilmesini istemiş ancak Esad yönetimi bunu reddetmişti. Bu olaydan sonra Arap Birliği ülkeleri Suriye’ye ekonomik ambargo uygulama kararı almıştı. Taraflar arasında perde arkasında pazarlıkların devam ettiğini gösteren bu anlaşma sonucu ülkeye giren gözlemcilerin ilk
raporları ise ülkede “endişe verici bir şey olmadığı” yönünde. “Muhalif”lerse bu duruma tepki gösteriyor. TÜRK‹YE SINIRINDA ÇATIfiMA Çatışmaların en yoğun biçimde yaşandığı Humus’ta Esad yönetiminin tankları ve askerleri gözlemciler gelmeden hemen önce geri çektiği iddia ediliyor. Buna karşılık silahlı grupların ilk günkü teftiş sırasında saldırılarına devam ederek gözlemcileri yanıltmaya çalıştığı öne sürülüyor.
Gözlemcilerin Suriye’deki denetimleri devam ederken Suriye’deki silahlı grupların Türkiye sınırından içeriye sokulduğuna dair iddialar kuvvetleniyor. 6 Aralık’ta Türkiye sınırından sızmaya çalışanlarla askerler arasındaki çatışmalardan sonra 20 ve 27 Aralık’ta sınırda benzer iki çatışma daha yaşandı. Türkiye’den hiçbir resmi açıklama yapılmaması “Türkiye’nin silahlı grupları desteklediği” iddialarının geçerliliğini gözler önüne seriyor.
Kim Yong-il öldü
K
ore Demokratik Halk Cumhuriyeti lideri Kim Jong-il 17 Aralık’ta kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. 1994’ten beri ülkeyi yöneten Kim’in ölümünün ardından ülkede cenaze töreninin düzenleneceği 28 Aralık’a kadar yas ilan edildi. 28 Aralık’taki cenaze töreninden sonra Kim Yong-il’in yerine oğlu Kim Yong devlet başkanı oldu.
6
İNSANCA YAŞAM 29 Aral›k 2011 / 11 Ocak 2012
Halk›n Sesi
E¤itim hakk› için mevziler kurmaya ayyip Erdoğan neoliberal saldırı stratejisinin eksik parçalarını tamamlayacağı, gerici piyasacı rejimini kurumsallaştıracağı 12 Haziran seçimleri sonrasını “ustalık dönemi” olarak tarifleyerek doğru tespit yapmıştı. AKP’nin, kamu hizmetlerinin piyasalaştırılması ve emeğin güvencesizleştirilmesi üzerine kurulu stratejisi, çıkartılan KHK’ler ve usta bakanları aracılığıyla hızla güvenceli çalışmanın son kalelerini vuracak, sağlıkta şahlanacak, eğitimde hızlanacak, doğanın metalaştırılması kentlerin talanıyla birlikte hayat bulacak. AKP iktidarının bu stratejisi başından beri netti. Neoliberal programın aktif uygulayıcısı AKP iktidarının önümüzdeki dönemde eğitimin piyasalaştırılması sürecini Betül hızlandıracağı, bakan Korkut koltuğuna Ömer Dinçer’i getirmesinden de belli E¤itim Sen MYK üyesi oluyor. Bir önceki dönemin sağlık politikalarını feyz alarak başta öğretmenleri itibarsızlaştırmayla (az çalışıp çok kazanan, 3 ay tatil yapan, yetersiz öğretmen profili) işe başlayan Milli Eğitim Bakanı, icraatlarını 16 ildeki pilot performans yönetim sistemi uygulamaları, MEB’in teşkilat yapısını düzenleyen ve okulları satışa sunan KHK, çeşitli biçimlerde uygulanan angarya çalıştırma ile devam ettirdi. 300 bin işsiz ve güvencesiz öğretmeni “yeteneklerinizi geliştirin, kendinize başka alanlarda iş bulun” diyerek önümüzdeki dönemde gerçekleştireceği kıyımın hedefine yerleştirdi. Eğitimin piyasalaştırılması sürecine sponsor okullar, kalite kurulları, insan kaynakları birimleriyle veliyi müşterileştirme, öğretmeni tahsildarlaştırma noktasında yeni adımlar attırdı. AKP neoliberal eğitim politikaları ile hizmeti üreteni ve alanı hem mağdur hem de birbirini mağdur edecek taraflar olarak konumlandırdı. Hizmeti üreten eğitim emekçileri açısından neoliberal programla uyumlulaştırılma, işsizliğin ve güvencesizliğin kronikleştirilmesi, mesai saatlerinin belirsizleştirilmesi, angarya, iş güvencesinin ortadan kaldırılması, hak gaspları, ücret adaletsizliğinin derinleştirilmesi üzerine oturtulan neoliberal dönüşüm; veliler ve öğrenciler için de aldığı hizmetin bedelini çeşitli adlar altında toplanan paralarla ödeyen, yurttaşlık haklarından feragat ederek müşterileştirilme olarak gerçekleştiriliyor. Gerici, bilim dışı müfredat, eğitimde imamların etkinliğinin artıracak uygulamalarla dönüşümün temelleri sağlamlaştırılmaya çalışılıyor. Eğitim hizmetini üreten ve alan tüm bileşenler için saldırının kapsamı genişletilirken neoliberal programın ikna edici projeleri yeni dönemde özgün biçimleriyle uygulanmaya başlandı. Milli Eğitim Bakanı 2011-2012 eğitim öğretim yılının başlamasıyla birlikte milli eğitim şube müdürleri ile yaptığı toplantıda “velilerimi üzerseniz ben de sizi üzerim” demiş, ardından okullarda aidat toplamanın yasak olduğunu, toplayan okul müdürleri hakkında işlem başlatacağını ifade etmişti. Bu açıklamalar, paralı eğitim uygulamalarına karşı savaş açarak halkın eğitim hakkına sahip çıkan, kendini aklamış bir Milli Eğitim Bakanı’na karşı, velilerinin ve öğrencilerinin cebine gözünü dikmiş okul müdürleri ve öğretmenlerinin olduğu bir resmi belleklere yerleştirme çabasıydı. Tüm hazırlıklar sonrası için. Hazırlıklar; okullar satışa çıkartılıp, her okulun kapısına turnikeler kurulduğunda, akıllı sınıflara konulmuş akıllı tahtalar şirketlere fırsatlar sunup yoksulları dışarı attığında, tablet için ihalelerin yandaşa peşkeş çekilip eğitime bütçe ayrılmadığında, satanın memnun, alanın mağdur olduğu durumda, güvenceli tek bir öğretmen kalmadığında enkazın altında kalan öğretmen, öğrenci, veli, hakları için birleşemesin diye yapılıyor. Tüm bu hazırlıklar bizim içinde bir görev tarif ediyor. Bu görev neoliberal saldırılara karşı eğitim hakkı için mevzilerimizi kurmaktır. Piyasalaştırma ve güvencesizleştirme saldırıları iç içe geçerek hayat bulurken, eğitim hakkı mücadelesi güvenceli iş insanca yaşam mücadelesidir. Para toplama uygulamalarıyla müşterileştirilen velinin, tahsildarlaştırılan ve güvencesizleştirilen öğretmenin, eğitim hakkı gasp edilen öğrencinin eğitim hakkı meclislerinde bir araya gelmesi önemli bir adım olacaktır. Şimdi bu adımı atmanın tam zamanı.
T
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
Rantı görenler halka kör T
ayyip Erdoğan’ın Van depremi sonrası kentsel dönüşüm projelerinin hızlandırılması talimatı üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar harekete geçti. Bayraktar, en kısa zamanda yıkımlara başlayacaklarını söyledi. Bayraktar’ın da bizzat katılımıyla hazırlanan tasarıya göre, çürük binalar röntgen cihazları ile tespit edilecek ve yıkım kararı çıkacak. Binası çürük çıkana yıkması için bir ay süre verilecek. Bu sürede ev, sahibi tarafından yıkılmazsa, hükümet yıkacak ve masrafını da bina sahibinden alacak. Bina sahibi para ödemezse haciz devreye girecek. Bakanlık tarafından yıkılan binalar hisseli arsa olarak kayda geçecek. Hisse sahiplerinin üçte ikilik çoğunluğundan arsaları satın alması beklenecek, çoğunluğun olmaması durumunda ise TOKİ arsalara el koyacak. Halkevleri Van Çocuk Evi gönüllülerinden Ergin Çevik, AKP’nin yıkım kararı hakkında Van halkının ne düşündüğünü, üzerinden aylar geçen depremin sonuçlarının nasıl yaşandığını öğrenmek için Gül ailesinin çadırına konuk oldu. Depremden bu yana akrabalarıyla çadırda kalan 14 kişilik Gül ailesinde 6 kadın, 2 de çocuk var. Rıfat, Nurten ve Elçin Gül yaşadıklarını Halkın Sesi için anlattı. RIFAT GÜL (30) Depremden sonra yaşantınız nasıl değişti, anlatır mısınız? Depremden önce bir kargo şirketinde çalışmaktaydım, fakat depremden sonra şirket, depremi bahane ederek 17 kişiyi işten çıkardı, ben de 17 kişinin içindeyim. Akrabalarımızla beraber yaşıyoruz. Evimiz depremden sonra yıkılmadı ama hasar var. Ve devlet bize diyor ki “3 ay içinde evlerinize güçlendirme yapın yoksa yıkacağız.” Ben depremden hemen sonra işsiz kaldım, güçlendirmenin maliyeti bizim bütçemizin çok üstünde, ben bu parayı nasıl ödeyebilirim ki? Şu an akrabalarımızla birlikte bu gördüğünüz çadırlarda
Deprem bahanesiyle devreye sokulan yıkım planını Van’lı depremzede Gül ailesine sorduk
yaşıyoruz. Van'da hayat normalleşmiyor mu? Van'da hayat normale dönmedi. Aksine daha da zorlaştı. Kışın bastırması, havanın soğuması çadır yaşamını daha da zorlaştırdı. Ayrıca bulunduğumuz bölgede su ve tuvalet sıkıntısı devam ediyor. Prefabrik şeklinde bir tuvalet halen yapılmış değil. Okullar açılmadı. Ocak ayının ilk haftası açılacak diye söylentiler var. Fakat okullar daha onarılmadı. Sadece bazı okulların dış görünümü düzeltiliyor. Yani okullar hala risk taşıyor. İş konusuna gelince, burada çoğu kişi mevsimlik işçi olarak çalışıyor. Onun dışında esnaflar yavaş yavaş kepenk açmaya başladılar. Depremin ilk gününden itibaren “Van'a yardım yağıyor”, “Van'da hayat normale dönüyor” diye haberler yapılıyor… Depremin ilk gününden beri biz
bu çadırlarda yaşıyoruz, üzerinden o kadar zaman geçti hala bir yardım göremedik. Üstelik gelip kapımızı çalan dahi olmadı Sadece geçtiğimiz günlerde valilikten gelip adımı, soyadımı, TC kimlik numaramı aldılar “gıda yardımı yapacağız size” dediler, halen bekliyoruz. Halkın büyük bir kısmı bahsedilen yardımdan faydalanamadı. Bizim çadırların tam karşısında Mevlana Evleri adında bir çadır kent var. Bu çadır kentin içinde her türlü hizmet mevcut. Kartla giriş yapılıyor. Belli ki seçmece yapılmış, bu açıkça ortada. Deprem vergilerinin bir faydasını göremedik. Halen birçok insan çadır sorunu ve sağlık sorunu yaşıyor, özellikle de çocuklar. Hayat gittikçe zorlaşıyor ve anormalleşiyor. Erdoğan Bayraktar kentsel dönüşüm projesi için hazırladıkları yasa tasarısını açıkladı. “Üç vakte kadar yıkım geliyor” dedi. Ne
düşünüyorsunuz? Tabii ki ağır hasar gören, yıkılması gereken veya güçlendirme yapılması gereken binalar var. Bir bina yıkıldığında o binada ikamet edenler borçlandırılarak ev sahibi yapılacaklar. Zaten yoksul olan, depremden sonra daha da yoksullaşan, çoğu mevsimlik işçi olan ve bir kısmı işsiz kalan halk bu masrafları nasıl karşılasın! Bu projeyi bu şekilde uygulamak isteyenlerin, buralardaki rantı kendi çıkarları doğrultusunda ve kendi yandaşlarıyla kullanmak istediğini, özünde bu projenin bir rant projesi olduğunu görmemiz gerekiyor. Bu devlet veya bakanlık Van'ı ve Van halkını düşünseydi ilk olarak Van'ı deprem bölgesi ilan ederdi. NURTEN GÜL (28) Depremden sonra özellikle kadınların sağlık sorunlarının arttığı söyleniyor. Dediğiniz gibi özellikle
kadınların sağlık sorunlarında ciddi artış var. Kadın sağlığı anlamında ihtiyaçlarımıza ulaşamadığımız da oldu. Sağlık hizmetlerine de ulaşamıyoruz. Sadece bir hastane var ama gittiğimizde para gerekiyor. Bazen bulamıyoruz. Çoğu zaman da hastanede doktor bulamıyoruz. Sağlık ve hijyen konusunda genel olarak bir sıkıntı var. Bunda su sorunu çok etkili. Özel olarak kadın ve çocuklar çok etkileniyor. Okullar konusunda ne düşünüyorsunuz? Okulların hepsinde hasar var. Buna rağmen okulların açılacağını söylüyorlar. Bu hasarlar bir haftada onarılabilecek gibi değil bence. Sadece okulların dışını boyamakla okul onarılmış olmuyor. Okulları tam anlamıyla onarmadan ve bu çocukların psikolojik durumlarını düşünmeden nasıl o okul binasına sokacaklar bilmiyorum. Halkın çocuklarını okullara göndereceğini de sanmıyorum. Bizim çocuklarımız da okullar kapalı olduğundan dolayı Halkevleri ve Van Belediyesi’nin Çocuk Evi’ne gidiyorlar. ELÇ‹N GÜL (15) YAfiINDA, L‹SE Ö⁄RENC‹S‹, ÇOCUK EV‹ GÖNÜLLÜSÜ) Merhaba Elçin, bir Çocuk Evi gönüllüsü olarak yürütülen çalışmaları nasıl değerlendiriyorsu? Çocuklar bu soğuk havada çadırlarda kalmak zorunda kaldılar. Okulların hepsi hasarlı, onarılmaları ve deprem güçlendirmelerinin yapılması gerek. Bu nedenle Çocuk Evi birçok yönden faydalı bir çalışma. Çocukların birlikte yaşamasını öğrendiği bir ev haline geldi. Çocuklar burada eğlenceli matematik, eğlenceli fen bilgisi gibi atölye faaliyetlerinin içinde yer alıyorlar. Bunların dışında ise müzik atölyesi, yaratıcı işler atölyesi, resim atölyesi içerisinde yapılan tüm etkinliklere severek katılıyorlar. Film gösterimleri, oyun saatleri oluyor. Bir de çocuk parkımız var. Bu proje çocukların depremi unutmaları ve deprem korkusunu yenmeleri için önemli ve değerli. Tüm gönüllülere teşekkür etmek istiyorum.
Dereden dereye zaferler H
idroelektrik santrallere (HES) karşı mücadele Türkiye'nin dört bir tarafına yayılmış durumda. Muğla'dan Muş'a, Rize'den Erzincan'a tüm köylüler aynı dili konuşuyor; “canavarı çekin doğamızdan”. HES karşıtı mücadele bir yandan hukuksal kazanımlarla güç kazanırken bir yandan da dereden dereye yayılmayı sürdürüyor. Aralık ayının ikinci yarısında
Trabzon Tonya'da, Erzincan Kemaliye'de, Giresun Keşap'ta ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ın baba ocağı Rize'nin Güneysu ilçesinde hukuksal zaferler elde edildi. Tonya Fol Deresi üzerine yapılması planlanan HES projesi için Trabzon İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verdi. Kemaliye Gökçeköy HES projesi için Sivas İdare Mahkemesi “ÇED gerekli değildir” kararını
iptal ederek HES çalışmalarının geri dönüşümsüz zararlar ve çevreye olan olumsuz etkilerine dikkat çekti. Keşap Büyükdere Çayı üzerinde yapılması planlanan HES projesi ile ilgili alınan “ÇED gerekli değildir” kararına karşı köylüler açtıkları davayı kazanmışlardı. Bunun üzerine Giresun Valiliği'nin bu karara ilişkin Ordu İdare Mahkemesi'ne yaptığı itirazı mahkeme reddederek, kararın yerinde ve uygun oluğunu belirtti. Güneysu'da ise Baro Enerji A.Ş. tarafından yapılması planlanan 9 megavat kurulu gücündeki Alicik Regülatörü ve HES projesi ile Rize İpekyolu Enerji A.Ş. tarafından yapılması planlanan 13 megavat gücündeki Tepe Regülatörü ve HES projesi için zamanın Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından verilen 'ÇED olumlu' raporu Rize İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi.
MUfi’TA KÖYLÜLERE RÜfiVET Muş'un Varto ilçesinde Goşkar Deresi üzerine yapılacak HES'e karşı 10 köy halkı birleşerek eylem yaptı. HES yapımcısı firmaya tepkilerini dile getiren köylüler şirketin hesaplarına para aktardığını fakat bu paralara dokunmadıklarını, dokunmayacaklarını belirterek, HES projelerine kesinlikle Müsaade etmeyeceklerini duyurdular. Muğla Köyceğiz’de Yuvarlakçay’dan sonra merkeze bağlı Göktepe ve Çamoluk köylerinin içinden geçen Sarhoş Çayı üzerine kurulması planlanan HES tepkilere neden oldu. Köyde yapılan bilgilendirme toplantısında konuşan köylüler kandırıldıklarını iddia ederek; “HES’i kuracak olan şirketin suyun çıkışından döküldüğü noktaya kadar bölümde tüm haklara sahip olacağı bizden saklandı, projenin doğaya zarar vermeyeceği söylendi” diyerek tepki gösterdiler.
Santralin ikna turu başladı Ç
anakkale'de siyanürlü altın çıkarmaya, termik santrale ve baz istasyonlarına yönelik mücadele sürüyor. Çanakkale Çevre Platformu çalışmalarını ara vermeden sürdürürken Karabiga'da termik santral yapmayı planlayan Alarko Holding de boş durmuyor. Karabiga'da termik santrale karşı olduğunu açıklayan CHP'li Belediye Başkanı Muzaffer Karataş, Alarko Holding tarafından Almanya'ya gönderildi. Karataş Almanya dönüşü termik santrale karşı olmadıklarını açıkladı. Karataş bununla da yetinmeyerek Belediye
Meclisi'nden de termik santral istediklerine dair bir karar çıkarttı. Halen Karabiga Belediyesi resmi internet sitesinde “Termik santral istemiyoruz” ibaresi durmasına karşın Başkan Karataş, halkı ikna için turlara başladı. BAfiKAN BAZA DA KEF‹L Neredeyse tüm doğal alanları sermayenin talanına açılmış Çanakkale'de halkın yaşam alanlarına savunmaya yönelik eylemleri sürüyor. 19 Aralık'ta Çevre Gönüllüleri Parkı’na baz istasyonu dikmeye gelen şirket Esenler
Mahallesi halkı tarafından parktan kovuldu. 20 Aralık günü ise Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan da mahalleye gelerek halkı baz istasyonu kurulması için ikna etmeye çalıştı, fakat halkın gösterdiği tepki karşısında geri adım atarak “Halk istemiyorsa yapmayacağız” demek zorunda kaldı. ÇEVRE HAKKI MECL‹S‹ BOfi DURMUYOR Çanakkale Çevre Platformu ise 15 Aralık'ta Cumhuriyet Meydanı'nda kitlesel bir basın açıklaması yaptı. Halkın yaşam hakkına sahip çıktığının
vurgulandığı basın açıklamasında Kaz Dağları’nda siyanürle altın çıkarılmasına karşı mücadelenin devam edeceği belirtildi. Çevre Platformu 18 Aralık'ta da Gökçeada'da bilgilendirme toplantısı yaptı. Toplantıya Metalurji
Mühendisleri Odası Başkanı Cemalettin Küçük konuşmacı olarak katıldı. Küçük, Bergama sürecine de dikkat çektiği konuşmasında siyanürle altın çıkarmanın sonuçları üzerine çarpıcı veriler sundu.
Gerzeli ‘eşkıya’ da serbest
G
erzeli “eşkıya” Volkan Özcan da serbest. 5 Eylül'de Anadolu Grubu’nun Sinop'un Gerze ilçesi Yaykıl Köyü'nde yapmak istediği termik santral çalışmaları Gerzeliler tarafından engellenmiş, polisin sert müdahalesi sonucu gözaltına alınanlardan Volkan Özcan tutuklanmıştı. “Polisi darp etmek” suçlamasıyla tutuklanan Özcan 106 gün süren mahpusluğun ardından 21 Aralık'ta mahkemeye çıkartıldı. Mahkeme Özcan'ı tutuksuz yargılamak üzere serbest bıraktı. Özcan'ın mahkemesi öncesi 20 Aralık günü Yeşil Gerze Platformu’nun çağrısı ile İstanbul’da bir eylem yapıldı. Taksim tramvay durağında toplanan yaşam savunucuları Volkan’a özgürlük istedi. Duruşmanın görüldüğü 21 Aralık günü adliye önünde toplanan yüzlerce Gerzeli de, Özcan'ın yanında olduklarını gösterdi. Yeşil Gerze Çevre Platformu sözcüsü Şengül Şahin, 20 yaşındaki Özcan'ın aylar sonra ilk defa mahkemeye çıktığını, duruşmanın kısa sürdüğünü ve mahkemeye sunulan bilgiler ışığında tahliye edildiğini söyledi. Özcan'ın ikinci duruşması 21 Mart 2012'de olacak.
7
İNSANCA YAŞAM 29 Aralık 2011 / 11 Ocak 2012
Halk›n Sesi
AKP herkese sağlıksız bir yıl diler A
Hastanelere ‘sivil’ vergi memuru
A
KP’nin 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname yoluyla yasalaştırdığı ve kamuya ait hastanelerin birleşmesiyle oluşturduğu Kamu Hastaneleri Birlikleri’nde ilk adım Kayseri’de atıldı. ‘Vergi memuru’ İlhan Yıldız, Kayseri Bölgesi’ne Sivil Genel Sekreter olarak atandı. 2005 ile 2008 arasında Kayseri Vergi Dairesi başkanlığı yapan İlhan Yıldız, bu görevinde iken ‘gönüllü vergi mükellefliği’ kavramını ortaya atmış, halkın vergi verirken vergiye gönüllü uyumluluğu sağlaması yönünde çalıştıklarını söylemişti. Bir vergi dairesi başkanının sağlık alanında görevlendirilmesi, toplumsal muhalefetin kararnameye “sağlıkta ticarileştirme” derken ne kadar haklı olduğunu gözler önüne serdi.
KP’nin sağlık alanında uyguladığı piyasalaştırma politikalarının önemli adımlarından birisi 1 Ocak 2012’de yürürlüğe girecek. 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Kanunu’nda yapılan değişiklikler ile birlikte yeşil kart sahibi 9 milyon 150 bin kişi Sağlık Bakanlığı’ndan Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) geçirilecek. Zorunlu sağlık sigortası uygulaması sonucunda bugün kesintiler yapılmadan 837 TL olan asgari ücretin üçte birine karşılık gelen 279 TL geliri olanlar sigorta primi ödeyecekler. 279 TL maaşı olanlar 33 TL, asgari ücretin iki katı maaş alanlar 100 TL, iki katından fazla maaş alanlar ise 200 TL zorunlu GSS primi ile karşılaşacak. Değişiklik, halihazırda açlık sınırının çok altında olan asgari ücretin üçte birini hesaplaması ve bundan fazla geliri olanları prim ödemeye mahkum etmesi ile büyük tartışma konusu. Bir başka soru ise 279 TL’nin üzerinde geliri olan bir kişinin sağlık hizmeti için nasıl ve ne kadar para ayırabileceği? BAŞVURU YAPMAYAN DA ÖDEYECEK SSGSS Kanunu’nun 60. maddesinin 1. fıkrasının c bendinin 1 numaralı alt bendine göre 279 TL’nin üstünde maaşı olanlar ‘GSS’li’ olarak adlandırılacak. Yeşil kart vizesi dolanlar, bir ay içerisinde gelir düzeyinin tespit edilmesini talep ederek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na başvurmazsa, doğrudan doğruya
AKP’nin yeni yıl hediyesi olan Genel Sağlık Sigortası, 1 Ocak 2012’de hayata geçecek. AKP, sağlık sistemini soygun aracına dönüştürecek
asgari ücretin iki katı gelire sahipmiş gibi 200 TL prim ödemek zorunda kalacak. Şu an hiçbir sağlık sistemine dahil olmayan 1 milyon 700 bin kişi için de benzer bir yöntem uygulanacak. SGK Genel Müdürlüğü, 1 milyon 700 bin kişiye mektup göndererek gelir düzeylerinin tespiti için bakanlığa başvurmalarını isteyecek ve böylece kayıt altına alacak. Başvuru için Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları’na gidecek olanlar, Gelir Testi Yönetmeliği gereğince teste ve sorguya tabi
tutulacak. Sorgulamanın sonucunda başvuran kişinin yeşil kartı hak edip etmediğine bakılacak. HİZMET DEĞİL BORÇ SUNULACAK Sisteme göre zorunlu prim ödemesi için başvurusunu yapmayan kişiler otomatik olarak borçlandırılacak. Faiziyle birlikte biriken borçlar, sağlık hizmeti alabilmek için hastaneye gidenlerin karşısına çıkacak. SSGSS Kanunu’nun 73. maddesinde geçen ifadeye göre “Sağlık hizmeti sunucuları, genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü
olduğu kişilerin sağlık hizmetlerinden yararlanmaya müstahak olup olmadığını kontrol etmek ve belgelemek zorundadır.”. Kanuna göre zorunlu prim ödemesi için başvurusunu yapmayan, yani sağlık hizmetini almaya müstahak olmayan kişiler, hastaneye gittiklerinde borçları ile karşılaşacak. Hastanede alacağı sağlık hizmeti ‘acil’ koşullarda olanların borçlanmaları ise evlerine gönderilecek belgelerle kendilerinden istenecek. Buna karşın borcunu ödeyemeyen hakkında başlatılacak icra işlemi, o kişiyi hapishaneye götürebilecek.
‘HERKES YARARLANACAK’ YALANI AKP ise SSGSS Kanunu’ndaki değişikliği “Herkesin yararlanabileceği bir sağlık sistemi” sözleriyle meşrulaştırmaya çalışıyor. Sağlık Bakanı Recep Akdağ, katıldığı bir televizyon programında zorunlu prim uygulaması ile birlikte daha eşit ve daha sağlıklı bir sistemi yaratacaklarını iddia etti. Akdağ, “Gelir tespitinin ardından belli bir miktarın altında geliri olan vatandaşlarımıza ödeme yaptırmayacağız. Sosyal devleti burada da görebiliriz. Gelir
tespiti sonucunda prim ödemesi gereken vatandaşlarımızdan ise çok cüzi bir meblağ alacağız” dedi. Zorunlu prim ödemesi ile ilgili bir açıklama da SGK Başkanı Fatih Acar’dan geldi. Acar da Bakan Akdağ gibi eşit ve adaletli bir sağlık sisteminin oluşacağını, herkesin sağlık hizmetinden ‘gelirine göre’ yararlanmayı sürdüreceğini belirtti. Acar, milyonlarca yeşil kartlının statüsünün değişmesi ile ilgili yaptığı açıklamada ise “Vatandaşımız şu an nasıl yararlanıyorsa, bundan sonra da öyle yararlanacak. Belli sorgulamalar yapacağız. Eğer o kişi yeşil kartı hak ediyorsa, yani geliri asgari ücretin üçte birinden daha azsa hizmetten yararlanmayı aynen sürdürecek” dedi. Oysa yalnızca prim ödeyenler ile geliri asgari ücretin üçte birinden az olanların sosyal güvencesi olacak.
ZAMAN 72 MİLYONU GÜVENCELİ YAPTI AKP’li yetkililerin ‘daha eşit’, ‘daha adaletli’ gibi yanıltıcı açıklamalarına Zaman gazetesinden de destek geldi. Gazete, değişikliğin ardından 73 milyonluk nüfusun 72 milyonunun güvenceli olacağını iddia etti. Zaman’ın hesaplamasına göre Türkiye’de 17 milyonu aktif çalışan, 9 milyonu emekli olan 26 milyon kişinin sosyal güvencesi var. 26 milyon kişinin bakmakla yükümlü olduğu kişi sayısının 62 milyon olduğunu öne süren gazete, 9,5 milyonluk yeşil kartlı sayısının da eklenmesi ile birlikte 72 milyon kişinin sosyal güvenceye kavuştuğu sonucuna ulaştı.
Parası olan kapıdan olmayan duvardan Ö
mer Dinçer’in Milli Eğitim Bakanlığı’na getirilmesinden sonra okullarda artan paralılaştırma uygulamalarının bir örneği de Edirne’de yaşandı. I. Murat Anadolu Lisesi yönetimi, öğle teneffüsünde okul dışına çıkmayı 25 TL’ye sattığı kartlara bağladı. 25 TL’lik kartları alamayan öğrenciler, teneffüste okul dışında çıkamadığından okulda beslenmek zorunda. Edirne Dilaverbey Mahallesi’nde 505 öğrencinin eğitim gördüğü I. Murat Anadolu Lisesi’nde okul yönetimi, 12.00 ile 13.00 saatleri arasındaki öğle tenef-
füsünde okul dışına çıkışlarda kullanılmak üzere bir kart yaptı. Öğrencilerin fotoğraflarının da bulunduğu kartlar dönemlik 25 TL’ye öğrencilere satıldı. Kart sisteminin getirilmesi ile birlikte okul kapısındaki özel güvenliklere de “kartı olmayan öğrencileri çıkarmama” talimatı verildi. Böylece okul dışında yemek yemek isteyen öğrencilerin 25 TL’lik kartlardan alması sağlanmaya çalışıldı. Öğrenciler ise uygulamaya karşı okulun duvarlarından ve tel örgülerinden atlama yoluna gitti. İki metre yüksekliğindeki duvara tırmanan
öğrenciler, özel güvenliklere görünmeden kaçmaya çalışırken, öğrencileri görüntüleyen basın emekçilerine okul çalışanları tepki gösterdi. Okul yönetimi, uygulamayı velilerin talebi doğrultusunda geliştirdiklerini söylerken, velilerin tepkileri okul yönetimini yalanlar nitelikte. Para vermeden kart verilmediğini, kartı almayan öğrencilerin okula hapsedildiğini söyleyen veliler, çocuklarının aç kalmamak için duvarlara tırmanmalarından okulun sorumlu olduğunu belirttiler.
Fındıklı’nın dereleri yukarı aktı Rize F›nd›kl›’da bulunan Ar›l› Vadisi’ndeki “dere ›slah›” çal›flmas›n› hidroelektrik santrallerinin bir ön çal›flmas› olarak gören vadi halk› direnifle geçti. Direnifl çad›r› kurarak yaflam haklar› için geceli gündüzlü nöbet tutan F›nd›kl›l›lar verdikleri mücadelenin meyvesini de ald›. Yetkililer, ne oldu¤unu s›r gibi saklad›klar› ve günlerdir Ar›l› Vadisi’nde sürdürdükleri çal›flman›n ‘dere ›slah› çal›flmas›’ oldu¤unu halk›n tepkisinin yo¤unlaflmas›ndan sonra söyledi. Dere ›slah› çal›flmalar›n›n gün geçtikçe, 13 adet hirdoelektrik santralinin kurulmas› düflünülen Ar›l› Vadisi’nin iç kesimlerine do¤ru yönelmesi, F›nd›kl›l›lar› harekete geçirdi. Çad›r kurup iki gün boyunca sular›n› bekleyen vadi halk› makinelerin dere yata¤›na girmesine izin vermedi. Bu durum karfl›s›nda Rize d›fl›ndan getirilen iflçilerle çal›flma yapmaya çal›flan flirket halk›n yo¤un tepkisiyle karfl› karfl›ya kal›nca, geri ad›m atmak zorunda kald›. KARARLILIKTAN KAZANIMA
Ar›l› Vadisi halk›n›n taleplerinden biri Ar›l› Vadisi üzerinde “dere ›slah› çal›flmas›” ad› alt›nda sürdürülen çal›flman›n derhal durdurulmas›n› ve ifl makinelerinin vadiyi derhal terk etmesiydi. Taleplerden di¤eri de Kaymakaml›k düzeyinde vadi üzerinde
Fındıklı’da gizlice başlayan inşaat çalışmaları halkın tepkisiyle karşılaştı. Patronlar için dereler bu sefer yukarı aktı
yaflamlar›na ve derelerine ne denli sahip ç›kt›¤›n› gören DS‹ ‹l Müdürü, flaflk›nl›¤›n› flu sözlerle ifade etti: “fiimdiye kadar birçok bölgede dere ›slah çal›flmalar› yapt›k. Hiçbirinde böyle bir problem yaflamad›k.” DS‹ il müdürünün flaflk›nl›kla kurdu¤u cümleler, benzer çal›flmalar›n, cal›flma yap›lan bölgede yaflayanlara fikri sorulmadan hatta, haberleri dahi olmadan gerçeklefltirildi¤ini ortaya koyuyor. ÇALIŞMA DURDU
Vadi halk› yap›lan görüflmelerin ard›ndan taleplerini kabul ettirdi. Halk›n Sesi’ne konuflan F›nd›kl› Dereleri Koruma Platformu üyesi Avni Ertafl, kendileri için en önemli kazan›m›n, “dere ›slah› ad› alt›nda süren çal›flmalar›n Ar›l› Vadisi’nin iç kesimlerine kadar ilerlemesini durdurmak” oldu¤unu söyledi. DOĞAYA VERİLEN ZARARIN TESPİTİ İÇİN KOMİSYON
bulunan tüm muhtarlarla toplant› yap›larak sadece muhtarlar›n gösterdikleri bölgelere ›slah çal›flmas› yap›lmas›yd›. F›nd›kl› Kaymakam Vekili ‹lyas Memifl, talepleri gerçeklefltirilene kadar eylemlerini sonland›rmayacaklar›n› söyleyen vadi halk›n›n yaflam hak›n› savunmada ne kadar kararl› oldu¤unu gördü. Memifl bir toplant› düzenlemek zorunda kald›.
Toplant›ya aralar›nda F›nd›kl› Dereleri Koruma Platformu temsilcileri, Ar›l› Vadisi’ndeki köylerin muhtarlar›, bölgenin Muhtarlar Derne¤i baflkan›, Esnaf Odas› baflkan›, CHP il encümeni, Devlet Su ‹flleri (DS‹) il müdürü, F›nd›kl› kaymakam›, alay komutan›, Rize vali yard›mc›s›n›n bulundu¤u genifl bir kesim kat›ld›. Toplant› yaklafl›k üç saat sürdü. F›nd›kl› Dereleri Koruma
Platformu temsilcileri, dere ›slah› çal›flmalar›n›n vadinin iç kesimlerine ilerleyerek HES projeleriyle birleflmesi ve HES inflaat›na dönüflmesi konusunda kayg› duyduklar›n› belirterek taleplerini iletti. İLK KEZ FINDIKLI’DA BÖYLE OLDU
Toplant› s›ras›nda F›nd›kl›l›lar›n
Toplant›da flimdiye kadar yap›lm›fl olan çal›flmalar›n derede yaratt›¤› etkilerinin tespiti için bölge halk›ndan bir heyet oluflturulmas› karar› da al›nd›. DS‹ bölge müdürü, F›nd›kl›’ya gelip dere ›slah› çal›flmalar› konusunda halk›n önerilerini dinleyece¤ine dair söz verdi. Toplant›n›n ard›ndan vadi halk› ifl makineleri bölgeden ç›kana kadar atefllerini diri tuttu.
10 Ocak’ta Ankara’ya Ü
çüncü Köprü Yerine Yaşam Platformu ‘bir cinayete tam teşebbüs’ suçunu durdumak üzere harekete geçti. Türkiye ekonomisi için tehlike çanlarının çalmaya başladığı bir dönemde, çılgın kentsel-rantsal dönüşüm projelerine ve doğanın talanına hız veren AKP hükümeti, 2012 yılına hızlı girmeye çalışıyor. Ulaştırma Bakanlığı, ihale tarihi daha önce birkaç kez ertelenen 3. Rant Köprüsünü de kapsayan Kuzey Marmara Otoyolu Projesi ihalesinin, 10 Ocak 2012 tarihinde Ankara'daki Karayolları Genel Müdürlüğü'nde yapılacağını açıkladı. 27 Aralık günü Habertürk televizyonunda bir açıklama yapan Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, "3. Köprü ile ilgili 10 Ocak'ta teklifleri alacağız, inşallah istediğiniz düzeyde ilgi, teklif olur ve ihaleyi gerçekleştirebiliriz. Süre uzatım talepleri var ama maalesef onu veremeyeceğiz yani yeterince uzattık neredeyse bir yılı buldu. 10 Ocak'ta ne çıkarsa, ne gelirse bahtımıza deyip bekleyeceğiz. Eğer teklif çıkmazsa kısa sürede belki şartları değiştirip hemen tekrar ihale edeceğiz" dedi. 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'a "Yaşam ihaleye çıkartılamaz. AKP'nin 'İstanbul cinayetine tam teşebbüs' suçunu işlenmesine engel olmak için, 10 Ocak Salı günü suç mahallinde olacağız" dedi. Platform sekretaryası, tüm yaşam savunucularını, 10 Ocak Salı günü Ankara'da Karayolları Genel Müdürlüğü önünde yapılacak eyleme çağırıyor.
8
EMEK 29 Aral›k 2011 / 11 Ocak 2012
Halk›n Sesi
‘Asgari’ye polis copu Asgari ücret görüşmelerine sokaktan müdahil olan Dev Sağlık-İş polis saldırısına rağmen geri adım atmadı. Hükümet ve işverenler geri adım attı, yeni zam yüzde 6 değil 12 oldu Hükümet, sermayedarlar örgütü T‹SK ve iflçileri temsilen Türk-‹fl’den befler üyenin kat›ld›¤› asgari ücret tespitine iliflkin görüflmelere Dev Sa¤l›k-‹fl sokaktan müdahil oldu. Görüflmenin yap›ld›¤› Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤› önünde “‹nsanca yaflamaya yetecek miktarda asgari ücret” talebi polisin sald›r›s›yla karfl›laflt›. Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplant›lar›n›n son gününde, hükümetin 19 liral›k zam önerisine karfl› insanca yaflamaya yetecek bir asgari ücret talep eden iflçiler eylemdeydi. Ankara’daki Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤›'na yürüyen Dev Sa¤l›k-‹fl üyesi iflçiler,
bakanl›k binas› önünde polis barikat›yla karfl›laflt›. Asgari ücrete yüzde 6 oran›nda zam yapmaya haz›rlanan hükümete taleplerini iletmek isteyen iflçiler engellemelere karfl› koyunca polisin sald›r›s›na u¤rad›. ‹flçiler, polis sald›r›s›na direnince çat›flma ç›kt›. Çat›flma s›ras›nda bakanl›¤›n araç girifl kap›s› söküldü. Gerilim bir süre yat›flsa da polis, bakanl›k önünden ayr›lmayan iflçilere ikinci kez sald›rd›. Bu sald›r›da da iki iflçi, yo¤un gaz kullan›m› nedeniyle bay›ld›. ‹flçilerin geri ad›m atmamas› karfl›s›nda polis sald›r›s›n› fliddetlendirdi ve aralar›nda Dev Sa¤l›k‹fl Genel Baflkan› Arzu Çerkezo¤lu'nun
da bulundu¤u iflçilerin tamam›n› gözalt›na ald›. Yaral› bir iflçi ise hastaneye kald›r›ld›. Gözalt›na al›nanlar Çankaya ‹lçe Emniyet Müdürlü¤ü'ne götürüldü. Bir iflçinin de gözalt› s›ras›nda fenalaflarak hastaneye kald›r›ld›¤› ö¤renildi. ‹flçiler gözalt›nda tutulurken biten toplant› sonras›nda Asgari Ücret Tespit Komisyonu 2012 y›l›n›n ilk alt› için yüzde 6, ikinci alt› ay› için yüzde 6 olmak üzere toplamda yüzde 12 oran›nda zam yap›ld›¤›n› aç›klad›. Buna göre 2012’nin ilk alt› ay›nda asgari ücret net olarak 701 lira; ikinci alt› ay için net olarak 739 lira uygulanacak.
Vekile kıyak, emekçiye dayak
TBMM, milletvekili maaşlarına yüzde 61 oranında zam yaptı, maaşına zam isteyen emekçinin payına polis copu düştü
A
nkara Meşrutiyet Caddesi’nde polis, SES üyelerine saldırdı. Biber gazı ve cop kullanılan saldırıda SES Ankara Şube Başkanı İbrahim Kara yaralandı. Polisin saldırdığı SES üyeleri, milletvekilleri maaşlarına yapılan yüzde 61’lik zammı protesto etmek için yürüyüş yapmak istemişti. Polisin barikat kurmasının gerekçesi, SES üyelerinin ‘önlük’ giymesiydi. Aynı gün Halkevleri Emekli Hakları Atölyesi üyeleri de milletvekillerine yapılan zammı ve 2 yıl vekillik yapanların emekli sayılmasına eylem yaparak tepki gösterdi. Emeklilerden Zülküf Laçin tepkisini soyunarak gösterdi. Polisin “Sorun yaratma” uyarısına karşı Laçin, “Sorunu çıkaran içerideki 550 kişi” yanıtını verdi. Milletvekillerinin maaşlarını 11 bin
Patronlara ilk ceza T
ürkiye’de madenlerde meydana gelen iş kazalarında ilk defa patronlara ceza çıktı. Patronların ceza almasında en büyük pay, kazada hayatını kaybedenlerin yakınlarına ait. Bursa Mustafakemalpaşa’daki Bükköy madeninde 10 Aralık 2009'da meydana gelen ve 19 işçinin hayatını kaybettiği grizu patlaması ile ilgili görülen dava 21 Aralık’ta sonuçlandı. Bukköy Madencilik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Nurullah Ercan ile yönetim kurulu üyeleri Orhan Latif Ercan ve Kasım Karataş, 'birden fazla kişinin ölümüne sebebiyet vermek ve yaralamak' suçlamalarından 6 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme daha sonra sanıkların cezasını 5 yıla indirdi. İşletme müdürü Hayrettin Çelik ve taşeron firmanın sahibi Fahrettin Şolpan ve vardiya şefi Bayram Erdoğan hakkında önce 8 yıl hapis cezası kararı veren mahkeme, daha sonra bu cezayı 6 yıl 8 aya indirdi. Mahkeme, firma çalışanı Ahmet
Yalvaç'ın beraatına hükmetti. Kararın ardından, tutuksuz yargılanan sanıklar adliyeden koşarak uzaklaşırken hayatını kaybedenlerin yakınları karara “19 işçi için 60 ay hapis cezası verdiler, işçinin canı bu kadar ucuz mu” diyerek tepki gösterdi. Halkın Sesi’ne konuşan ve kazada oğlu Emir Ali Turhan’ı kaybeden Eyüp Turhan, cezaları az bulduklarını belirtti. Diğer taraftan Türkiye’de bir ilki gerçekleştirdiklerini belirten Turhan, “Düzgün denetim yapılsaydı hiçbir can yitmeyecekti” dedi. Patronların ceza almasında, kazada hayatını kaybedenlerin yakınları olarak bir arada durmalarının ve sürekli eylemler yaparak olayı unutturmamalarının etkili olduğunu söyledi. “Biz eylem yaptıkça, gazeteciler olayı yazmaya başladı, birçok insan bize destek olmaya başladı” diyen Turhan, Davutpaşa’da hayatını kaybedenlerin yakınlarıyla görüştükten sonra seslerini duyurmak için eylem yapmaya başladıklarını aktardı.
liraya çıkaran ve 2 yıl milletvekilliği yapanların emekli sayılmasını sağlayan yasa 22 Aralık gecesi TBMM’de kabul edildi. Meclis Başkanı AKP milletvekili Cemil Çiçek bu zammın ihtiyaç olduğunu söyledi. Buna göre en az 2 yıl bakanlık, milletvekilliği yapanlar ve eskiden iki yıl milletvekilliği yapmış olanlara malullük, emeklilik ve yaşlılık aylığı bağlanacak. Milletvekili aylıkları başbakanlık müsteşarına göre belirlenirken, yasayla birlikte aylıklar cumhurbaşkanının emekli aylığına göre belirlenecek. 1 Şubat 2012 tarihinde yürürlüğe girecek düzenlemeden Cumhuriyet Senatosu başkanı, Temsilciler Meclisi başkanlığı ve Danışma Meclisi başkanlığı ile TBMM başkanlığı görevlerinde bulunanlar da
yararlanabilecek. Milletvekili maaşlarının 11 bin liraya çıkmasına toplumun birçok kesimi tepki gösterirken 11 bin lirayı az bulan vekiller de oldu. MHP Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan, maaşını olduğu gibi öğrenci burslarına yatırdığını ve 11 bin liranın masraflarına yetmediğini açıkladı. Türkkan’ın temel ihtiyaçları olan elektrik, su, ısınma için aylık giderlerinin toplamı 714 lirayken, Türkiye’de 4 milyona yakın emekçi 630 lira olan asgari ücretle geçinmeye çalışıyor. Asgari ücretlilerin çok büyük bir kısmı geçinebilmek için ek işlerde çalışmak zorunda kalıyor. Ek işlerde çalışmak da yetmiyor, büyük bir kısmı borçlanarak geçimini sağlayabiliyor. AKP hükümeti ise “gariban” vekil Lütfü gibi milletvekil-
lerine yüzde 61 oranında zam yaparken, asgari ücret için TÜİK verilerini dikkate alarak yüzde 3 + 3 oranında zam öngörüyor. Türkiye’de milletvekillerinin maaşları Avrupa’dakilerin çok üstünde. Kişi başına düşen gelir bakımından Türkiye’ye en yakın Avrupa ülkesi olan Polonya’da milletvekili maaşı 3.400 liraya tekabül ediyor. Kişi başına yıllık gelirin 12.400 lira olduğu ülkede milletvekilleri ortalamanın yüzde 183 üstünde bir gelire sahipken, Türkiye’de ise bu oran yüzde 1213. Asgari ücretin Türkiye düzeyinde olduğu Avrupa ülkesi Polonya’da bir milletvekilinin maaşı asgari ücretin 5 buçuk katıyken Türkiye’de bir milletvekilinin maaşı asgari ücretin 17 katı.
Patronun vekili AKP milletvekilli Z
onguldak Ereğli’deki Hattat Holding’e bağlı HEMA Kandilli İşletmesi’nde çalışan 800 maden işçisi, ücret zammı ve sosyal hakları için 14 Aralık günü iş bıraktı. Üç yıl boyunca ücretlerine zam yapılmayan, 700 – 1.100 lira arası maaş alan ve hiçbir sosyal hakları verilmeyen işçiler, taleplerini patrona defalarca iletti. Patronun son olarak 5 işçiyi işten çıkarmasının ardından işçiler 14 Aralık’ta 16.00 – 00.00 vardiyasında madene inmedi. Patronun ilk işi, eylemin etkisini kırmak için işyerini tatil ettiğini açıklamak oldu. Servis şoförlerini arayan patron sabah işyerine gelmemelerini söyledi, ardından jandarmaya haber verdi. Jandarma, işletme önüne gelirken
Genel Maden-İş Armutçuk Şubesi’ndeki işçiler de işçilere destek olmak için işletme önüne geldi. İşçilerin kararlı duruşu sonucunda işveren işçilerle görüşme
talebinde bulundu. AKP Zonguldak Milletvekili Ercan Candan arabulucu olarak işletmeye geldi ve bir işveren temsilcisi gibi konuştu.
Eylemdeki işçiler Candan’ın sözlerini Halkın Sesi’ne aktardı: “5 arkadaşınız işe alındı. Sabah herkes işbaşı yapacak. İşbaşı yapmayan işten çıkarılacak. Bunun için gerekli tüm işlemleri de yaptırdım. İşsiz kalanlar da bir daha bana gelip ekmek istemesin. Ereğli’ye de Ankara’ya da bunun için gelmesin.” Ücret zamları konusunun Ocak ayı içinde görüşülebileceğini, işçilerin yıllık 1 ton kömür yardımı taleplerinin de yaz aylarında görüşülebileceğini belirten Candan, görüşmenin ardından işletmeden ayrıldı. İşçiler, Candan’ın konuşması sonrasında kendi aralarında bir toplantı yaptı. Arkadaşlarının işe geri alınması sebebiyle işçiler çalışma kararı aldı.
Atamanın yolları taştan
A
‘Vali sözünü tut’
Samsun Gazi Devlet Hastanesi'nde 11 aydır işlerine dönmek için direnen Dev Sağlık-İş üyesi işçiler, kendilerini Samsun Valiliği’ne zincirledi. Va-
linin dört ay önce sorunlarını çözeceğine dair verdiği sözü tutmasını isteyen işçiler gözaltına alındı. Gözaltına alınan işçiler bir saat sonra serbest bırakıldı.
taması yapılmayan öğretmenlerin eylemleri hız kesmiyor. 21 Aralık grevi öncesinde İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nde gerçekleştirdikleri eylemle taleplerini dile getiren öğretmenler 20 Aralık’ta Antalya’da yaptıkları konserle seslerini Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) ulaştırdı. Ataması yapılmayan öğretmeler İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in söz verdiği ancak gerçekleştirmediği 44 bin öğretmen atamasını hatırlattı. Kadrolu atama ve ücretli öğretmenliğin kaldırılması istendi. Öğretmenler, Bakan Dinçer için hazırladıkları ‘teşekkür belgesi’ni Milli Eğitim
Müdürlüğü’nün önüne bıraktı. Ataması yapılmayan öğretmenler 20 Aralık günü Antalya’da bir konser düzenleyerek MEB’i protesto etti. Öğretmenler tarafından oluşturulan koro, Türk Sanat Müziği eserlerinin ve bazı şarkıların sözlerini değiştirerek MEB’e seslendi. Öğretmenler şarkılarda “Atamanın yolları taştan, sen çıldırttın bizi bakan”, “Hem hayattan hem sınavdan, aman atamadı, bakan atamadı”, “Biz sana kandık eğitim bakanı” sözlerine yer verdi. Şiir dinletileri ve slayt gösterilerinin de yer aldığı konser iki saat sürdü. İzleyiciler, öğretmenlerin protestolarına alkışlarıyla destek verdi.
Daha bir saat olmuştu
K
ocaeli Üniversite Hastanesi’nde taşeron çalıştırmaya karşı verilen mücadele nedeniyle işten atılan işçiler 15 Aralık günü eylem yaptı. Bir saatlik iş bırakma eylemi ve yapılan görüşmelerin ardından, işten atılan Dev Sağlık-İş işyeri temsilcisi Eyüp Dalboy’un işe iadesi kabul edildi. Dalboy’un işten atıldığı 13 Aralık’ın aynı zamanda sendika ile hastane yönetimi arasında görülen muvazaa davasının da duruşma günü olması dikkatlerden kaçmadı.
BMİS genel kurulu
B
irleşik Metal İş’in 16-18 Aralık tarihlerinde Kartal'daki Titanic Otel'de gerçekleşen 18. Genel Kurul’unda, Genel Başkanlığa yeniden Adnan Serdaroğlu seçildi. Tek liste ile gidilen seçimde Serdaroğlu 246 delegeden 225’inin oyunu aldı. Genel Kurul’daki tartışmalarda grev fonu kurulması ve kadına yönelik pozitif ayrımcılıkla ilgili tüzük değişiklikleri yapıldı. Genel Kurul’da aralarında Sendika.Org’un da bulunduğu basın kuruluşlarına ödüller verildi.
Fesat davası 12 Mart’a ertelendi
A
dana Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi’nde rektörlüğün yasadışı ihalelerine karşı çıktıkları için polisin saldırısına uğrayan ve ‘ihaleye fesat karıştırmak’ ile suçlanan 27 Dev Sağlık-İş üyesinin yargılandığı mahkemenin ilk duruşması 16 Aralık’ta Adana’da yapıldı. İhale komisyonundan bir kişinin gelmemesi üzerine dava 12 Mart 2012’ye ertelendi. Duruşma boyunca Adana’daki emek ve demokrasi güçleri adliye önünde eylem yaptı.
9
EKONOMİ 29 Aral›k 2011 / 11 Ocak 2012
Halk›n Sesi
Asgari ücret mi maliyet mi? ENG‹N DURAN
T
ürkiye 1973 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nun asgari ücret sözleşmesini imzalayarak asgari ücret uygulamasının Türkiye’de yayılması için çalışmaları başladı. 1989 yılına kadar geçen sürede asgari ücret tüm bölgelere yayılmaya ve tekleşmeye başladı. Asgari ücret işçilerin, patronların ve devlettin temsilcilerinin katılmasıyla oluşturulan bir komisyonda altı aylık dönemlere göre belirleniyor. Türkiye’de geçerli olan 4857 sayılı İş Kanunu’na bağlı asgari ücret yönetmeliği ile, komisyonun asgari ücreti belirlerken dikkate alacağı göstergeler ortaya konuyor. YÖNETMEL‹⁄E GÖRE ASGAR‹ ÜCRET Asgari ücret yönetmeliğe göre; asgari ücretin belirlenmesinde ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal durum, ücretlilerin geçinme endeksleri, fiilen ödenmekte olan ücretlerin genel durumu ve geçim şartları dikkate alınmalı. Ayrıca aynı yönetmeliğe göre asgari ücret işçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek düzeyde olmalı. Hâlbuki bugün asgari ücretteki artış hükümet ve merkez bankasının birlikte belirlediği enflasyon hedefine göre yapılmak isteniyor. Son duruma göre devlet ve patron temsilcilerinin ağız birliği yaparak istedikleri oran sadece ise yüzde 3. Hem hükümet yetkilileri hem
Asgari ücret için belirlenen miktarların insanca yaşamaya yetmediğini yandaş sendikalar bile söylüyor
malar ILO’nun standartlarına göre insanca yaşam koşullarını sağlamak için gerekli koşullar dikkate alınarak yapılıyor. Ayrıca devletin resmi istatistik kurumunun belirlediği asgari ücret miktarı da yapılması planlanan zammın çok üzerinde. TÜİK’e göre net asgari ücret 971 lira olmalı. EKONOM‹K BÜYÜMES‹Z ASGAR‹ ÜCRET DİSK’ in yaptığı, araştırmaya göre son 33 yıllık dönemde yaşanan ekonomik büyüme asgari ücrete yansımadı. Araştırmaya göre ekonomi sabit fiyatlarla 3,51 kat büyürken asgari ücret yüzde 6’lık bir gelişme gösterdi. Araştırmaya göre eğer ekonomide yaşanan büyüme asgari ücrete yansıtılsaydı bugün asgari ücretin net 1973 lira olması gerekiyordu.
Devrimci Sa¤l›k ‹flçileri insanca yaflamaya letecek kadar bir asgari ücret talebiyle aylard›r eylem yap›yor. de sermaye temsilcileri asgari ücrete yapılması düşünülen düşük zammı hararetle savunuyorlar. Çalışanlara verilen ücretleri sadece bir maliyet unsuru olarak gören patronların bu şekilde cephe alması ve bunu kararlılıkla korumak istemesi, içinde bulunduğumuz sistemin doğası gereği normal. Ancak asgari
ücretin mevcut halinin düşüklüğü hem sendikalar tarafından hem de devletin resmi istatistik kurumu tarafından açıklanmışken, hükümet ısrarla patronların, sermaye temsilcilerinin ağzıyla konuşması hükümetin halkın yanında mı yoksa sermayenin yanında mı sorusunun somut cevabı olmuştu.
ARAfiTIRMALAR NE D‹YOR Türk-İş ve DİSK’in yaptığı hesaplamalara göre 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırında yaşaması için aynı ailede 5 kişinin asgari ücretle çalışması gerekiyor. Ve benzer miktarları hükümet güdümlü sendika Memur-Sen de hesaplıyor. Sonuçta, bu hesapla-
BAKANIN DÜNYADAN HABER‹ YOK Tüm bu hesaplamalara rağmen Maliye Bakanı Mehmet Şimşek yaptığı açıklama ile asgari ücretin 1000 lira olması durumunda şirketlerin batacağını söyledi ve yine aynı açıklamada asgari ücretin özel sektörün ödediği bir ücret olduğu ve bildiği kadarıyla devlette asgari ücretlinin çalışmadığını iddia etti. Ancak Mehmet Şimşek’in “yanlış bildiği” hemen ortaya çıktı, DevSağlık-İş’ten yapılan açıklamaya göre devlette asgari ücretle çalışan 140 bin taşeron sağlık işcisi, toplamda ise 500 bine yakın işçi bulunuyor. Bütün araştırmalar belirlenen miktarların insanca yaşam koşullarının sağlaması için yeterli olmadığını ortaya koyuyor. Buna hükümete yakın sendika ve devletin resmi istatistik kurumu da dahil.
Bütçe halkı teğet geçti M
ecliste kabul edilen 2012 bütçesine göre beklenen gelir 329 milyar lira iken toplanması planlanan vergi ise 277.7 milyar lira. Bu hesaplamalara göre hükümet gelirinin yüzde 85’ini, topladığı vergilerden oluşturacak. Toplanan vergilerin de yüzde 67’lik kısmını dolaylı vergiler oluşturmakta. Yani gelir, halkın harcamalarından alınan KDV, ÖTV gibi vergilerden oluşacak. Toplanacak vergilerin yüzde 33’lük kısmını ise doğrudan gelirler oluşturuyor. YÜKLEN DOLAYLI VERG‹YE Dolaylı vergilerin bu kadar yüksek olması halkın geçim koşullarının ağırlaşmasına ve devletin yükünün büyük bir kısmının çalıştığının ücretli çalışanlara yüklediği anlamına geliyor. Doğrudan gelir vergisi toplamak patronları, şirketleri üzecek bir uygulama. Patrona, şirkete dokunamayan hükümet kolay yolu şeçip bütçenin yükünü halka yıkmaktadır. O açıdan 2012 bütçesinde değişen bişey yoktur. Bütçe kanununa göre doğrudan verginin de büyük kısmını çalışanlar
ödeyecektir. Hedeflere göre çoğu memur ve ücretlinin maaşından doğrudan yapılan kesintilerle 53 milyar lira toplanacak. Bankalardan, şirketlerden alınacak vergi ise 27 milyar lirayı geçmeyecek. YA ZAM YA DA YEN‹ VERG‹ 2012 yılı için hedeflenen vergi gelirinin oluşması için hükümetin Orta Vadeli Planda (OVP)’da da belirttiği üzere ekonominin yüzde 4 büyümesi gerekiyor. Ancak yapılan son çalışmalar ve açıklanan raporlara göre 2012 için öngörülen büyüme yüzde 2’ler düzeyinde kalacak hatta küçülme bile söz konusu olabilir. Dolayısıyla, hükümet hedeflenen vergi gelirini tuturamayabilirler çünkü vergi gelirinin ana kısmını harcamalardan alınan vergiler oluşturuyor ve ekonomik büyümenin az olduğu bir ekonomide harcamalar azalacak ve ithalatın azalmasıyla birlikte de devletin dolaylı vergi kaybı söz konusu olabilecek. Hükümet bunu telafi etmek için ya yeni zamlar yapacak ya da yeni koyacağı vergilerle birlikte halkın elindekilerin daha çoğunu alacak.
Sıkıştığı noktada ilk aklına gelen özelleştirme politikaları yeniden hız vermesi beklenen gelişmeler arasında. Ancak bugüne kadar özelleştirmelerde çokça cepten yiyen hükümetin özelleştirilecek “cazip” kurum bulmakta zorlanması da söz konusu olabilir. HALK ‹Ç‹N DE⁄‹fiEN B‹fiEY YOK Bakanlık bütçelerinde de gelenekselleştiği üzere savunma ve askeri harcamaların artığını görüyoruz yine aynı şekilde Diyanet İşleri Bakanlığı’nın bütçesi birçok bakanlığın bütçesinden fazla olmaya devam ediyor. Bütçede gerçekleştirilmek istenen hedeflere baktığımızda halkın yaşam koşullarını iyileştirme açısından geçmiş bütçe kanunlarına göre bir fark bulunmuyor. Serbest piyasa ekonomisinin halk üzerinde yarattığı ekonomik, sosyal tahribatları gidermek için bir araç olabilecek kamu bütçesi yine ana hedef olarak bütçenin denkliği ve vergilerin halkın geniş kesiminin harcamalarından toplandığı bir yapıda oluşturuldu.
2011’in direniş notları 2011, lokal direnifllerin genelleflemedi¤i ancak k›smi kazan›mlar›n yafland›¤› bir y›l oldu. A¤›rl›kl› olarak direniflçiler metal iflçileri, deri iflçileri, petrokimya iflçileri ve tafleron sa¤l›k iflçilerinden olufltu. 2011 y›l›nda 34 yeni direnifl bafllad› ve bu direnifllerin 20’si kazan›mla sonuçlan›rken 2010’da bafllayan 9 direnifl de 2011 içinde iflçilerin kazan›m›yla sonuçland›. Devam eden 14 direniflten 10’u çad›rs›z bir flekilde hukuki süreç olarak devam ederken Savrano¤lu, Kampana, Samsun Gazi Devlet Hastanesi ve Mersin Liman iflçileri 2012’yi direnifl çad›rlar›nda karfl›layacaklar. Dev Sa¤l›k-‹fl öncülü¤ünde Adana Çukurova Üniversitesi Balcal›
T›p Fakültesi Hastanesi’ndeki tafleron sa¤l›k iflçileri rektörlü¤ün yasad›fl› ihalelerine karfl› amans›z bir mücadele verdi. Sa¤l›kç›lar›n talepleriyle tafleron sa¤l›k iflçilerinin taleplerinin ortaklaflt›¤› may›s ve haziran aylar›nda gerçeklefltirilen birer haftal›k ifl b›rakma eylemleri sonucunda üniversite rektörü Alper Ak›no¤lu sa¤l›kç›lar›n flartlar›n› kabul etmek zorunda kald›. Ortak talepler aras›nda yer alan “Rektörlük, tafleron sa¤l›k iflçileriyle bireysel sözleflme imzalayacak” talebinin yaz›l› olarak kabulüyle taflerona karfl› mücadelede önemli bir eflik afl›lm›fl oldu. Balcal› iflçileri, ortak mücadeleyle “kadrolu çal›flman›n” hayal olmayaca¤›n› gösterdi, ard›ndan tafleron sa¤l›k iflçileri birçok kentte kitlesel eylemler yapt›.
Küçük kentlerdeki direnifller bir anda kentin gündemi olurken yereldeki iflçi düflman› unsurlar› da bir bir a盤a ç›kard›. Mas Daf patronu bir direniflle karfl›laflaca¤›n› bildi¤i için iflçilere iflten ç›kar›ld›¤›n› bildirmesi üzere jandarmay› iflyerine gönderdi. Patronlara manevi destek ise Beyköy imam›ndan geldi. Cuma hutbelerinde “Grev günaht›r” temas› bol bol ifllendi. Metal iflçileri ve petrokimya iflçileri d›fl›nda direniflte olan iflçilerin hedefleri as›l iflverenler oldu. ‹fl Bankas› bünyesindeki Nemtrans firmas›nda çal›flt›r›lan iflçiler, ‹stanbul’daki ‹fl Bankas› Kuleleri’ni mesken tutarken, ‹zmir’deki belediyelerde çal›flan tafleron iflçilerin eylem yerleri belediye binalar› ve CHP binalar› oldu.
Patronlar iflten ç›kard› onlar direndi, Enerji-Sen öncülü¤ünde tüm direniflleri zafere çevirdiler. Foto¤rafta, ‹stanbul’daki BEDAfi önünü eylem alan›na çeviren Enerji-Sen üyeleri...
‹çi bofl kibirlerden seçmeler 011 yılının son haftasında Başbakan Yardımcısı Ali Babacan yaptığı açıklama ile birkez daha kibirlendi. Ali Babacan’a göre şu an herhangi bir AB ülkesinin başına Tayyp Erdoğan ve ekibinin gelmesi halinde ekonomik kriz 3 ayda çözülebilirmiş. Anlayabildiğimiz kadarıyla hükümet kamu borç krizi içinde olan AB ülkelerine gidip, sıkı sıkıya sarıldığı mali disiplini yeni bir icatmış gibi uygulamaya kalkacak. İşe maaş ve ücretlerden başlayarak Türkiye’ye göre insanca yaşam koşullarını sağlamak konusunda daha ilerde olan çalışanların ücretlerini kısıp, vergileri artıracak ve borçların ödenmesini yavaş yavaş sağlayacak. Türkiye’de 2001 krizinden sonra uygulanan sistemi alıp, götürüp orada taklit edecekler. Ancak gözden kaçırdıkları bazı noktalar var ki onu hatırlatmak lazım. Engin Türkiye’deki politikaları aynen Duran götürüp orada uygulayamazsınız. Çünkü AB’de engin.duran parasal birlik var ancak mali @yahoo.com birlik henüz sağlanmış değil. Dolayısıyla paranın, yani euronun değerini düşürerek ihracatı artırım, ithalatı azaltırım, hem böylece cari açık da düşer taktiği orda işlemez. Parasal birlik uygulamasının olduğu AB ülkelerinin çoğunluğunda Türkiye’de Merkez Bankası’nın aldığı faiz kararını, Avrupa Merkez Bankası alıyor ve orada da dış ticaret fazlası veren ülkelerin Almanya gibi çıkarları öncelik taşıyor. Yani euronun değerini düşürecek bir faiz kararının alınmasını Almanya ihracatını tehlikeye sokacağı düşüncesiyle istemiyor. Hatta ekonomik krizden çıkış olarak görülen parasal genişlemeye de Almanya benzer sebeplerden dolayı karşı çıkıyor. Bir diğer nokta da bütçeyi denkleştirmek için vergileri artırıp, maaşları kısınca ekonomik büyümenin ne yönde seyredeceğidir. AKP ekonomi yönetiminin anlayamadığı husus şu ki AB’nin içinde bulunduğu durum sistem için çözümlere henüz kapalıdır. Para veya maliye politikalarının kısa zamanda çözebileceği boyutta değildir mesele. Sonuçta, borçlu ülkelerin toplam borçları milli gelirlerini aşmış durumdadır. Yani klasik, bilindik neoliberal reçeteler de işe yaramamaktadır. Sistem bir çıkmazın içindedir. Türkiye’de uygulanan ekonomik model gibi yani 2001 döneminde bankaların hortumlanmalarının 50 milyar dolara yaklaşan bedelini halka ödetip, bütçeyi kısıp, dövizi de ucuz tutmaya gayret ederken yüksek sermaye girişine bağlı büyüme modeli AB ülkelerinde işe yaramaz. AB ülkelerinin sorunu sosyal devletin kazanımlarını sistem içinde kalarak sürdürmeye çalışmaktır. Ayrıca sosyal devlet kazanımlarını törpülemek de sorunları çözmemektedir. Çünkü AB ülkelerinde ekonominin büyümesi daha çok iç talebe bağlıdır dolayısıyla çalışanlara verilen ücretler sadece maliyet unsuru değildir. Oysa, Türkiye gibi hızla Çinleşmekte olan genç nüfusa sahip, geniş tüketim pazarının bulunduğu bir ekonomiyi ihracat odaklı büyüme modeliyle birlikte ucuz işgücü maliyetleriyle büyütmek şu an uygulanan reçetelerle, 2001 sonrası koşullarda mümkün olmuştur. Bunun olmasında 2001–2008 arasında dünyada yaşanan parasal genişlemenin de payı büyüktür. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere yüksek miktarlarda sermaye girişinin sürmesini dünyada yaşanan parasal genişleme sağlamıştır. 2008-2009 döneminde yaşanan dünya ekonomik bunalımında Türkiye ekonomisinin en çok küçülen ekonomilerden olması bunun en somut göstergesidir. Para girişi varken, ucuz emek varken sıkı maliye politikası adı altında halka yüklenen bütçelerle ekonomiyi iyi yönetiyorum kibirlenmeleri anlaşılırken aynısını AB ülkelerine de uygulayabileceğini düşünmek boş bir kibirin saçmalaması olsa gerektir.
2
Ekonomik büyüme işçiye yaramıyor
D
İSK Araştırma Enstitüsü’nün (DİSK-Ar) yaptığı bir araştırma AKP’nin övündüğü büyümenin kimlere hizmet ettiğini ortaya koydu. 20052010 yılları arasında çalışan kişi başına verimlilik yüzde 14 artarken, asgari ücretin reel olarak yerinde saydığını tespit eden araştırma, 1978’den bugüne kadar sömürünün nasıl katmerlendiğini de çarpıcı biçimde gösteriyor. Yapılan hesaplamalara göre asgari ücret ekonomik büyüme oranında bir artış kaydetseydi bugün net 1973 TL olacaktı. Diğer Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında en uzun çalışma sürelerine ve en az ücretli izin hakkına sahip olan Türkiyeli işçiler en düşük asgari ücreti alıyorlar. İşçiler asgari ücretle öğün başına sadece 2,58 TL gıda har-
caması yapabiliyorlar. Hükümet büyüme rakamlarında üst sıralarda olmakla böbürlenirken Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmişlik İndeksine göre Türkiye 187 ülke içerisinde 92. sırada bulunuyor. Yani büyüme sadece zenginlere yarıyor, işçileri süründürüyor. Asgari ücretin, işçinin ailesi ile birlikte tüm zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde, insan onuruna yakışan bir düzeyde tespit edilmesi gerektiğini söyleyen raporda Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda işçilerin ağırlığı artırılması, anlaşmazlık durumunda üretimden gelen gücün kullanılabilmesi, bölgesel asgari ücret planlarından vazgeçilmesi, asgari ücret belirlenirken ekonomik büyümenin yansıtılması isteniyor.
10
KİBELE 29 Aral›k 2011 /11 Ocak 2011
Halk›n Sesi
Fatma fiahin neyi ispatlad›? ile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin geçtiğimiz haftalarda mecliste yapılan bütçe görüşmeleri sırasında elinde bir grafikle kürsüye çıktı. 1970'ten 2050 Türkiyesine kadar yaş gruplarının incelendiği grafikle sunumuna bilimsel bir hava katan Şahin, başbakanın "üç çocuk doğurun" anlayışını gerekçelendirmeye soyundu. Şahin’e göre Tayyip Erdoğan’ın dile getirdiği, ilk günden bu yana kadınların tepkisini çeken “üç çocuk” lafı muhafazakar bir erkek anlayışından ileri gelmiyor. Bakan’ın bilimsel argümanı ise nüfusun yaşlanmasının önüne geçmek. Kota isteyen kadınlara ‘Ruanda'ya git’ diyen, Dilşat Aktaş'a ‘kadın mıdır kız mıdır’ diyen, ‘kadına şiddeti medya abartıyor’ diyen başbakan bakın ne kadar da bilimsel konuşuyormuş. Fatma Şahin ‘en az üç çocuk doğurun’ derken Türkiye şartlarında o çocuklara nasıl bakılacağını, hangi Hande okullarda okutulacağını, Yanar meslek sahibi olmak için ne Kad›köy yapmaları gerektiğini Halkevi gösteren bir bilimsel grafiği de bakanlığı bünyesinde hazırlayıp sunabilir mi? Yoksa başbakan gibi “herkes üniversite okumak zorunda” mı diyecek? Türkiye'de; Okula gitme süresi 4 yıl... Genç işsiz oranı %19... Her 4 üniversiteliden 3'ü işsiz... Asgari ücret 659 lira iken 4 kişilik bir aile için yoksulluk sınırı 3 bin lira, 5 kişilik aile için 3 bin 750 lira... Şahin, konuşmasına şöyle devam ediyor; ''Bilimi, aklı kullanarak önyargılardan çıkıp politika üretmeliyiz. Bu grafikteki aralık, ülkemizin yaşlanmaya başladığını göstermektedir. Bu aralık genişledikçe genç nüfus azalmakta ve 65 yaş nüfusumuz artmaktadır. Yaşlı nüfus başımızın tacıdır ama kaliteli genç nüfus planlamalıyız''. Bakan "kaliteli genç nüfus" istiyor. Piyasa değeri yüksek kaliteli eleman arayan bir patronun iş ilanı gibi. Özetle Fatma Şahin'in hikayesi şudur: Şahin, kadının bedeni, kimliği, emeği üzerinde yüzyıllar önce kurulmuş denetimi, kendi deyimiyle icraatçı kadınların gözüyle gerici, piyasacı bakanlığı ile devam ettirmeye talip; bunun için bilimi ve aklı her AKP'linin kullandığı gibi gerçekleri saptırmanın bir aracı olarak kullanmaya hevesli, yeni dönem AKP bakanıdırj.
A
VAZGEÇ‹LEMEYEN ‹KT‹DAR ALANI: KADIN BEDEN‹ Kadınların doğurganlığı üzerindeki denetim yüzyıllar boyu iktidarın tartışma alanı olmuştur. Ataerkil sistem kadınların ne zaman, kaç çocuk doğuracağını, gebelikten korunma yollarını, kürtaj olma hakkını yasalar yolu ile denetim altında tutar. Kadınlara varolmalarının tek koşulu olarak anneliği dayatan sistem, kadınların doğurganlığı üzerinde söz sahibi olur ve ihtiyaç duyulan işgücüne göre kadınların doğurganlıklarını istediği zaman seferber eder. Kendi bedenini nasıl kullanması gerektiğine başkalarının karar vermesini kabul etmeyen kadınlar tarihte “cadı” olarak suçlanmıştı. Ortaçağ zamanından bildiğimiz “cadı avı” doğum kontrol tekniklerini öğrenen ve uygulayan kadınlar için cezalandırma yöntemiydi. Kadınların bugün karşılaştıkları cezalandırma yöntemi ise annelik rollerini kabul etmediklerinde toplumdan dışlanma tehdidi. 3 ÇOCUK ‹Ç‹N AKP NE YAPIYOR? Kadınların kendi bedenleri üzerinde söz hakkı sahibi olmalarını ve yüzyıllar içerisinde öğrendiği "kadın bilgisini" zihinlerden söküp atmaya çalışan politikalar AKP'yle devam ediyor. 2 Kasım günü yürürlüğe giren kanun hükmünde kararname ile Sağlık Bakanlığı'nın görevleri arasında yer alan "ana ve çocuk sağlığının korunması ve aile planlaması hizmetlerini yapma" görevine son verildi. Buna göre herkesin yaşatabileceği kadar çocuk sahibi olmak için başvurduğu merkezler yok artık. Neoliberal erkek egemen sistemin patronları, kadın emeğini ve bedenini kontrol altında tutmak için çalışma yaşamına bir şekilde dahil olabilmiş kadınlara "gebe kalma" üzerine sözleşmeler imzalattırıyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın uygulamasına göre ancak 150 kadın çalışanın üstünde çalışan olması durumunda kreş açılabilmesi, kadınlara "ya çalışma ya da çocuğunu pahalı kreşlere gönder" demenin başka bir yolu.
A R A M I Z A
H O fi G E L D ‹ N ‹ Z
E R D O ⁄ A N
Ehlen ve Sehlen Tayyip Başbakan Erdoğan, ‘Ehlen ve sehlen’ (Hoşgeldiniz, sefa geldiniz) diyerek selamladığı Ortadoğulu kadınların coplar, tekmeler, dipçiklerle dövülmesinden ızdırap duymayanların kendisini sorgulaması gerektiğini söyledi. Kadınlar da öyle diyor: ‘Ayağını kırdığınız gazeteci Yüksel Genç, karakolda dövülen Fevziye Cengiz, kalçasını kırdığınız Dilşat Aktaş için kendinizi sorgulamalısınız. Aramıza hoşgeldin Tayyip’
A
ile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın ev sahipliğini yaptığı "Müslüman Toplumlarda Değişim ve Kadının Rolü Konferansı” 22-24 Aralık tarihlerinde gerçekleştirildi. Konferasta kırka yakın ülkeden katılımcı hazır bulundu. Başbakan Erdoğan, hasta yatağından kalkar kalkmaz, açılış konuşması yapmak üzere konferansa koştu. Kadınların İslamcı hareketteki örgütlülüğüne, harekete meşruluk kazandırma bakımından oldukça önem veren Erdoğan, konferansa katılan kadınların gönlünü okşamaya yönelik bir konuşma yaptı. Konuşmasına “Ehlen ve sehlen” diyerek başlayan Erdoğan, Tunus, Libya, Fas ve Mısır’ın kadınlarını ayrıca selamladı. Erdoğan’ın konuşmasında tarif ettiği ülkeler ve sorguladığı zalimlerse çok tanıdıktı: “Kadınlar değişime ön ayak oldular. Gerekirse yerlerde sürüklendiler ve kendilerine cop sallayanlara karşı, onlar yerlerde yüreklerini ortaya koydular. Tahrir Meydanı’nda iki gün önce tekmelerle dipçiklerle dövülen hanım kardeşimiz için bu ızdırabı duymuyorsak, hep birlikte kendimizi sorgulamak zorundayız.” Konuşmanın içinde geçen “Tahrir Meydanı”nı “Ankara sokakları”; “hanım kardeşimiz”i “kız mıdır kadın mıdır bilemem” olarak değiştirince yeniden iki yüzlü AKP ile karşılaşılıyor. Erdoğan’ın konuşmasının kalanı Fransa’ya haddini bildirmekle geçiyor. Elbette bu şovun, bu toplantıda yeri yok gibi görünse de bir anlamı vardı. Erdoğan hem kendi bakanlığının ev sahipliğini yaptığı bir uluslararası toplantıda bu şovu yapmış olacak, hem de söze Müslümanlıktan girerek, Müslüman kadınların toplandığı bir konferansta meşru bir görüntü yakalayabilecekti. B‹R MÜCADELE ‹Ç‹NDE AMA NE? Açılış konuşmacılarından bir diğeri Bakan Fatma Şahin oldu.
Kibele’den mektup
Tahrir Meydan›’ndan bir kare. Dövizde ‘M›s›rl› kad›nlar k›rm›z› çizgidir’ yaz›yor. Şahin’in kadınların bir mücadele içinde olduğu tespiti ile yaptığı konuşması, mücadelenin ne olduğuna dair bir kafa karışıklığı yaratıyordu. Şahin’in ifadeleri tam olarak şöyle: “Sevgi ve barış dini olan İslam dininin 1400 yıl önce kadın devrimi adına oluşmuş bir çok hakkın, verilmiş bir çok hakkın mücadelesi için buradayız.” Şahin konuşmanın devamında, Kuran’da cennet kadınlarının en iyileri olarak tarif edilen Hz. Hatice ve (Firavun’un karısı) Hz. Asiye’lerin torunları olarak, onların mücadelesi için orada olduklarını söyledi.
Kibele’den Mektup köflesinde bu say›, cezaevinde tutuklu bulunan Mihrican Atalay’a mektup gönderiyoruz. Polisin ‹zmit’te yapt›¤› operasyonlarda tutuklanan Saraybahçe Halkevi Baflkan› Mihrican için Halkevci Kad›nlar ad›na Tarabyaüstü Halkevi Baflkan› Filiz Aktafl mini bir metup yazd›.
ME⁄ER ZULMÜN B‹TT‹⁄‹ B‹R DÜNYA MÜCADELES‹YM‹fi Bakan Fatma Şahin, dünyadaki tüm kadınların taleplerini sıraladığı konuşmasında merhamet, ekmek ya da sadaka istemediklerini söyledi. “Zulmün bittiği bir dünya düzeni için mücadele ediyoruz” diyen Şahin, bütün kadınlar için ortak yaşam hakkının korunması, çalışma hakkının iyileştirilmesi, eğitim hakkının fırsat eşitliğine dönüşmesi için bu konferansta bulunduklarını kaydetti. Fatma Şahin, kadınları anne olarak görmek isteyen AKP’nin kadın düşmanı dilini de kullan-
Sevgili Mihrican, Seni tanımıyorum ama iki insanın kızkardeş olması için illa da tanışması gerekmiyor. Aynı pencereden bakmak, aynı yola gitmek ya da soluduğumuz aynı havada sıkıntıda olduğunu bilmek de yetiyor. Hele ki son yıllarda kadınlar olarak emeğimize, bedenimize, kimliğimize, kişiliğimize yönelik vahşi saldırılar bizim birbirimize daha çok kenetlenmemiz gerekliliğini zorunlu kılıyor. Biz de okyanusta bir damla olabiliyorsak ne ala.
makta beis görmedi. Şahin’in “Daha sağlıklı annelerin, bebeklerin, çocukların olduğu bir Türkiye, bir dünya için buradayız” dediği konuşmasında kadınların taleplerini, onu sadece anne olduğunda değerli gören bir anlayışla, kadınlara anne olma ve annelik görevleri hatırlatılarak sonlandırmış oldu. MÜSLÜMAN KIZKARDEfiL‹⁄‹N‹N ÜLKES‹ Bakan Fatma Şahin’in konuşması feminist literatürden etkilenmeler de içeriyordu. Feminist hareketin “Kızkardeşliğin ülkesini kuracağız” sloganı
Umarım iyisindir. Problemin olduğunda yapabileceğimiz herşeye hazır olduğumuzu bilmeni isterim ve umarım en kısa zamanda özgürlüğüne kavuşursun. Tüm kızkardeşlerimin yazdıkları mektuplarla, attıkları kartlarla seni yalnız bırakmayacağına, seslerini, sıcaklıklarını sana ulaştıracaklarına inanıyorum. Seni sevgiyle kucaklıyorum.
eride bıraktığımız yıl, kadınlara yeni sloganlar kattı. Siyasal ve sosyal ortam tam da yeni üretilen slogandaki gibiydi: “Derenin başında, panzerin üstünde, kadınlar her yerde!” Bu yıl sokaklar, derelerin başları, meydanlar kadınlarla doluydu. Kürt kadınlar, HES’lere karşı mücadele eden Karadeniz kadınları, haklar mücadelesinin kadın militanları, kadın cinayetlerine karşı sesini yükselten kadınlar sokaklardaydı. 2011 kadın mücadelesinin simgesi, Hopa’da Metin
Lokumcu’nun öldürülmesi üzerine Ankara’da panzerin üstüne çıkan ve polis tarafından kalçası kırılan Dilşat Aktaş oldu. Türkiye’nin pek çok ilinde kadın çalışması yapan örgütlerden kadınların buluştuğu ve anında örgütlenen eylemlerle Dilşata sahip çıkıldı. Başbakan Erdoğan’ın onun hakkında söylediği “kız mıdır kadın mıdır bilemem” sözleri üzerine onlarca yazı yazıldı. Bu sözler onlarca basın açıklaması, eylem, toplantıda hatırlatıldı, protesto edildi. Başbakan Erdoğan’ın
Evlenmeden olmaz
Mihrican Atalay Kandıra T Tipi 2 No’lu Cezaevi D-6 (Kadın Cezaevi) - Kocaeli
Kadınların 2011’i G
Şahin’in dilinde biraz yontuldu ve yerini “Biz Müslüman kadınlar, kardeşliğimizi birleştirmek zorundayız” gibi cümlelere bıraktı. Konferansta kadınların mücadelesini İslami değerlerle birleştirerek, kadın sorununa dini kaynaklarla yanıt vermek üzere izlenecek yollar tartışıldı. Erdoğan’ın siyasi teşkilatlanmada kadınlara verdiği misyon ve kadın teşkilatlanmasına verdiği önem herkesçe biliniyor. Ortadoğu’da liderlik isteyen AKP hükümetinin Müslüman ülkelerdeki kadınları kazanma çabası da aynı perspektiften bakıldığında kritik bir önem taşıyor.
“Kadınla erkeğin eşit olduğuna inanmıyorum” sözlerinin bile önüne geçti. Kadınlar, 2011’i nadiren yakalayabildikleri bir başarı ile sonlandırdı. Kadınlar, kendi yarattıkları gündemi tüm Türkiye’de konuşturdu ve binlerce kadının diline “Hepimiz Dilşat’ız hepimiz kadınız” sloganını yerleştirdi. Kadınlar 2012’ye biriken epeyce başarı, kazanım, zafer öyküleri ve dünyayı değiştirme umudu ile giriyor.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın pek çok kadın örgütünden görüş alarak hazırladığı ve aylardır reklamını yaptığı “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı” yalnızca bazı kadınları koruyacak, Taslak, bizzat Bakan Fatma Şahin tarafından tamamı erkeklerden oluşan bakanlara sunuldu. Yasa taslağında, hakkında koruma tedbiri alınacak kişiler arasında “yakın ilişki içinde yaşayanlar”ın bulunması Bakanlar Kurulu’nun tepkisini çekti. Kabine, yalnızca “resmi nikahlı, evliler, boşananlar ve nişanlılar” için koruma tedbiri uygulanmasını uygun gördü. Taslak, bakanlığa bu ifade
çıkarılarak geri gönderildi. Yasa taslağına katkıda bulunan kadın örgütlerinden KAHDEM kurucusu Av. Habibe Yılmaz Kayar, Amargi dergisine konuyla ilgili yaptığı değerlendirmelerde, “(Bakanlıkla yaptığımız) Görüşmelerin en iyi sonucu, uygulamacıların deneyimlerinin yeteri kadar önemsenmesi ve bu görüşlerin yasa taslağında yer bulmasıdır” diyordu. Mor Çatı’dan Çiğdem Hacısoftaoğlu Amargi’ye, o gün henüz kabineye sunulmamış metni değerlendirdi. Hacısoftaoğlu, bir kısım önerilerinin taslakta yer bulduğunu ancak bir bütün olarak perspekifin değişmesi gerektiğine inandıklarını belirtmişti.
11
YÜZ YÜZE 29 Aralık 2011/ 11 Ocak 2012
Özledikleri sohbetti, sohbet ettik
Halk›n Sesi
Gazeteci Ahmet Şık, duruşma salonunda kendini “bir çocuğum var, büyüyünce eşkıya olacak” diye tanıtırken, 9 Aralık’ta serbest kalan “eşkıyalar” da Şık’a destek vermek için İstanbul Adliyesi önündeydi. Duruşma sürerken, Hopa davasında tutuklanan Ömür Çağdaş Ersoy, Can Türkyılmaz,
Doruk Yıldırım, Özgür Atmaca ve Nuri Özçelik’le onların gözaltına alınışlarından, duruşma gününe, hapisanede yaşadıklarına dair pek çok şeyi konuştuk. En çok, dışarıda onlar için mücadele eden arkadaşları ile sohbet etmeyi, onları görmeyi özlemişlerdi.
HAPSE G‹RERKEN fiAfiKINDIK, DIfiARI ÇIKARKEN KARARLI
Kaderimiz içerdeki tüm muhaliflerle bir
B
izim moralimizin yerinde olduğunu görmek dışarıya heyecan katıyordu. İçeriyle dışarının ortak bir şekilde güçlü davranması dışarıya çıktığımız süreci örgütlemenin temel etkenlerinden biriydi
H
alkevi’ne çok sık uğrayan biri değildim ama şimdi her sabah Halkevi’ni açıyorum. Eğitim hakkı, sağlık hakkı, su hakkı her şeyin savunucusuyum. 6 ay bana bunu öğretti aracıyla adliyenin arasında iki adımlık falan bir yol var. Oradan geçerken gümbür gümbür inliyordu adliyenin orası. Ben “çıkmasak da güzel bir gün olur herhalde” diye girdim. Savunma yaparken de daha rahattık biz.
Gözaltına alındığınızda o üç güne dair ilk aklınıza gelen ne? Çağdaş: Ben olay gününü anlatayım. Çevik kuvvet otobüsünün içinde eller bağlı, kaba dayak, kadınlara cinsel taciz... En çok aklıma yerleşen bunlar. Üçdört saat boyunca aralıksız sürdü çünkü. Sağımız solumuz şişti, morardı. Mahkemeye çıktığımızda ben bir şaşkınlık halini hatırlıyorum. Tamam basın açıklaması yaptık, tamam arbede çıktı. Çıkabilir. Ama bir anda kendimizi terörle mücadele şubesinde bulup, sonra nöbetçi 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne tutuklanma talebiyle sevk edilince şaşkınlık yaşadım. Üç gün önce ben bir öğretmen öldürüldüğü için tepki gösterdim, bugün terör örgütü üyeliğiyle suçlanıyorum. Ruh halim buydu. Cezaevine gittiğimde ben hala şaşkındım; nasıl tutuklanırım diye. “Metin Hoca öldürüldü, dayak yedik, hem tutuklandık, lanet olsun böyle devlete” dedim. Mahkemede hakimin tavrı nasıldı? Çağdaş: Uzun uzun savunduk kendimizi, hakim hiç tepki vermedi. Sonra “Terör örgütü bağlantısı bulamadım ama kamu malına zarar vermekten tutukluyorum sizi. Terör örgütü bağlantısı var mı yok mu ilerde çıkarsa ekleriz. Siz o arada yatın” dedi. Yolladı bizi. Can: Olaydan 15 gün sonra ev baskınıyla alındım. Yaklaşık 15 terörle mücadele polisi evi bastı. Sabah altı buçukta gözaltına alındım. Kaçma ihtimalim varmış, halbuki evde kalıyordum. Savcılık beni çağırsaydı gidip mahkemeye de ifade verirdim. Küçük kardeşim var üçüncü sınıfa gidiyor. Sabahın altı buçuğunda karşısında elinde taramalı silahlı duran insanlar. Görüşe geldiğinde kardeşim bana şunu soruyordu: “Tahliye olduğunda evimize yine polisler gelecek mi?” İçeride bize şöyle sesleniyorlardı: “Terörist” bu onursuzca bir şey. Gardiyanlar, cezaevi müdürü, “terörist” diye hitap ediyorlar.
Mahkeme gününe dair bir tane bir şey anlatacak olsanız neyi anlatırsınız? Doruk: O gün sabahtan akşama kadar hep aynı sahne vardı. Üç hakim ve yardımcıları sol tarafta savcı, arkamız kalabalık ve etrafımız 120’ye yakın avukat, ailelerimizle, arkadaşlarımızla çevriliydi. Zaten onun yaratmış olduğu bir motivasyon vardı. Bunun dışında anlatıyorsunuz, kendinizi savunuyorsunuz, yaptıklarınızı söylüyorsunuz. Hakim en son şunu soruyor: “Kimin çağrısıyla gittin?” O kadar basite indirgenmiş bir şey vardı yargılamada. Beni en çok o şaşırttı diyebilirim. Özgür: Terörist derken, özel bir kimlik kartı çıkarıyorlardı tutsaklara. “Sol terör” yazıyorlar, onları almak mecburiyetin var. Yoksa buna da soruşturma açıyorlar. Ama tabii kimse almıyor bunu. Özgür ve Doruk, sizin hikayeniz farklı değil mi? Özgür: 31 Mayıs’tan 15 gün sonra polislerin evime geldiğini öğrendim. Ben bu sırda evde bulunmuyordum. Polislerin eve geldiğini ailemden öğrendikten sonra “suç delillerimi”de alarak ifade vermeye gittim. Kaçma şüphesiyle tutuklandım. İddianamede benim adım “firari Özgür Atmaca” olarak geçiyor. Nuri: Ev operasyonları oluyor, öğrenciler tutuklanıyor, gazeteciler tutuklanıyor, senin çok uzağındaymış gibi görünüyor. Ama aslında çok yakınsın bu gerçekliğe. Bunu daha net görme şansımız oldu. Evimizi aradılar, delilleri topladılar ve çok kısa bir sürede tutukladılar. Birbirimizle kuçaklaşmadan ayrıldık
Kucaklaşmadan ayrıldık arkadaşlarımızla. Görüşemeyeceğimiz aklımıza bile gelmemişti ama 6 ay sonra görüşebildik arkadaşlarımızla. Görüşemeyeceğimiz aklımıza bile gelmemişti ama 6 ay sonra görüştük. 6 ay boyunca kimseyi göremedik. Revirde falan karşılaşma şansın olurdu. Benim öyle bir şansım da olmadı. Siz içerde de hissetiniz mi bu kadar gündem olduğunuzu, yoksa televizyon sınırlı bir biçimde mi
verildi? Çağdaş: Gazetelerden ulusal medyayı takip edebiliyordum ben. Muhalif yayınlar L tipine gelmiyordu. Almıyorlardı içeri siyasi yayınları. Oradan takip ettiğim kadarıyla bile hissediliyordu. Parça parça, haftada bir iki, birileri yazıyordu. Kolektifin “Sokağı özgür bırak” kampanyası duyuluyordu. Görüşlerde biz arkadaşlardan öğreniyorduk ne oluyor ne bitiyor dışarıda. Dışarının havasını taşıyorlardı. Her yeni bir şey yaptıklarında heyecanla anlatıyorlardı. “Bunları bunları yaptık, şu sanatçıyla görüştük, bu köşe yazarı ile görüştük” falan diye. Bizim de içerde moralimizin yerinde olduğunu görmek dışarıya ayrı bir heyecan katıyordu. İçeriyle dışarının ortak bir şekilde güçlü davranması dışarıya çıktığımız süreci örgütlemenin temel etkeninlerden biriydi. Özelikle son bir hafta pik yapan bir medya ilgisi vardı. O yoğun hissediliyordu. Adliyenin önünde acaba kaç kişi olur diye kafamda kuruyordum. Cezaevi
Çağdaş: Beni etkileyen iki şey vardı. Biri ilk mahkeme salonuna girdiğimiz an. Herkes alkışlamaya başladı. Zor susturdular salonu. İkincisi de savcı mütalaayı okurken 5 kişinin tutuksuz yargılanması ve gerisinin tutuklu yargılanması istendiğinde salonda kasvetli bir hava oluşmuştu. Duygusal bir andı tabii, aileler var... Avukatlar da duygusallaştı. Şeyi hatırlıyorum, dönüp babama kaş göz işaretiyle “Sonuç olumsuz çıkacak ama sen dik dur, hani sorun yok, ben iyiyim” demeye çalıştım. Aklımda kalan bu iki şey. Can: Benim mahkeme günü unutamayacağım şeylerden biri, 6 ay sonra arkadaşlarını görüyorsun 6 ay sonra yanındaki ikinci kişiden sonra, üçüncü kişiyi, beşinci kişiyi, on beşinci kişiyi, birlikte yargılandığın tüm arkadaşlarını görüyorsun. Bu unutamayacağım şeylerden biri. Bir de mahkeme başkanının söylediği “Umarım bu dava solu birleştirir” demesi gerçekten çok komikti.
O duvar vız geldi
Çoğunuz F tipinde kaldınız değil mi? Anlatır mısınız biraz? Özgür: Dördümüz F tipindeydik. Hücreden çıktığın anda arama adı altında ayakkabını çıkarttırıyorlardı mesela. Sürekli görüşe, revire çıktığın zaman çok fazla mesafe olmamasına rağmen bazen günde 10 kere ayakkabınız çıkartılıyor. Güvenlik tedbiri haricinde psikolojik baskı olarak uygulanıyor özellikle. Doğallığında bir psikolojik savaş var. Özellikle tercih edilen metodlar var. Sonuçta F tipinin her şeyi, kapısı, penceresi, duvar rengine kadar tamamen bizleri yalıtmak, sindirmek için yapılmış. Sürekli bu tür şeylerle karşı karşıya kalıyorduk. Gözüm bozuldu mesela. Çünkü göz, uzağa bakınca tazeleniyor, dinleniyor. En uzak nokta 5 adım olduğu için çoğu arkadaş gözlük takıyor. Havalandırma? Havalandırma vardı. Orada da ancak bulutlara, yukarıya boş bir şeye bakıyorsun. Uzak noktaya odaklanamıyorsun, göremiyorsun. Derinlik istiyor. Doruk: Hem mesafeden hem de duvarların renginden dolayı gözlerin yoruluyor. Mesela havalandırmaya çıktığımız zaman gökyüzüne bakıyorduk kafamızı kaldırıp. Havanın kısıtlı olmasından dolayı bu tür sıkıntılarla da karşılaştık. Üç kişisiniz, başka biriyle sohbet etme şansın yok. Belli bir süre sonra bu diline bile yansıyor, konuşmanı engelliyor, seni yalıtıyor. Orada uzun süre yatan devrimci tutsakların çoğu duyma engelli. Bu tamamen F tipinin koşullarıyla ilgili.
Kolektiflerin İstanbul’daki “Sokağı Özgür bırak” eyleminden
‘Biz çıkarsak, gazeteciler de çıkar’ Gazetecilerin davasına nasıl geldiniz? Çağdaş: Bu davayı kendi davamızla birlikte önceden beri takip ediyorduk. Bir yandan şöyle bakıyorduk: Biz çıkarsak onlar da çıkar, onlar çıkarsa bizler de çıkarız veya onlar içerdeyse, biz de içerdeyiz. Kader birliği kurmuştuk. Aynı şekilde muhalif olduğumuz için susturulup cezaevine konulduk. Bizim tahliye olmamızı sağlayan kamuoyonu baskısını düşünerek bugün burada olmamız gerekiyordu. Hopa tutukluları olarak burada olup Ahmet Şık ve Nedim Şener’e destek vermek için geldik. Çünkü muhalefet edenlerin ortak baskıya karşı ses çıkarmaları gerekiyordu. Can: Hopa ve Oda TV davası toplumsal muhalefete bir gözdağıdır. Tayyip’in ileri demokrasi dediği, HES karşıtları, özgürlük ve demokrasi savunucuları ve gazetecilerin içeride olduğu süreçte faşizmin ne demek olduğunu öğrenmek isteyenlere, faşizm budur. Hopa davası tüm muhalefetin yargılandığı davadır. Hopa davasındaki arkadaşlar tahliye oldu bu sola moral oldu. Şimdi ise Oda TV var, ondan sonra HES’ lerden tutuklanan arkadaşlarımız var. Bunları tek tek cezaevinden çıkarmak istiyoruz. Hopa davasında kazandığımız gibi arkadaşlarımızı da benzer bir biçimde çıkaracağımızı düşünüyorum.
Can Kaya
Adliye önündeki kitleyi götünce ne hissettiniz?
Çağdaş: Oda TV davasını Hopa davasıyla karşılaştırdığımızda şeyi göremezsiniz; sabahtan akşama kadar bekleyecek cezaevine gelecek. Çünkü biz örgütlüyüz ve bir mücadelenin parçasıyız. Bu mücadeleyi paylaştığımız binlerce insan var bunların çoğuyla dostluğumuz ve arkadaşlığımız var. Onların ciddi anlamda oluşturduğu yoğun bir kamuoyu var. Oda TV davası bizden farklı olarak medyatik, biz son bir iki haftada medyatik olduk. O vicdan meselesi, dava süresi boyunca parça parça örülmüş oldu. Bizim davamızın gazetecilerin davasından diğer bir farkı da şu: Ne yapmışız? Ulaşım eylemleri yapmışız, yumurta atmışız, parasız eğitim eylemi yapmışız. Nedim ve Ahmet düzmece delillerle, darbecilikle yargılanıyorlar. Hapis yatmanın etkisi ne oldu? 6 ay içerde yattınız. Uslandırıcı bir etkisi oldu mu? Can: Ben kendimden örnek vereyim. Ben Halkevi’ne çok sık uğrayan biri değildim ama 6 ay yattıktan sonra, sabah saat 9’da Halkevi’ni açıyorum. Bu biraz daha beni çalışmaya doğru çekmiş durumda. Sürekli çalışmanın içerisindeyim. Sürekli hakkımı aramaya başladım, nerde bir mağduriyet görüyorsam onun peşindeyim şu anda. Eğitim hakkı, sağlık hakkı, su hakkı, her şeyin savunucusuyum. 6 ay bana bunu öğretti.
Duymayı nasıl etkiliyormuş? Doruk: Sürekli aynı sesleri duyduğun zaman bazen aşırı sese tepki veriyorsun. Bu farklı farklı şeyler yaratabiliyor. Özgür: F tipi insanları sadeleştiriyor, yalnızlaştırıyor. Düşünün ki, en sevdiğiniz insan bile olsa ne kadar birlikte kalabilirsiniz. Huyu huyunu tutmuyor, suyu suyunuzu tutmuyor. Arkadaşınızı size düşman ediyor F tipi. En sevdiğiniz arkadaşınız bir şekilde size düşman kesiliyor. Anlaşamıyorsunuz, onun dışında anlatacak daha bir sürü şey var. Mesela hastalandınız, hastalanmanız gereken günler var. Salı ve Perşembe, onun dışında hastalanırsanız muayene olamazsınız. Dişiniz mi ağrıyor, günlerden Pazar. Perşembeyi beklemek zorundasınız. Bekliyorsunuz dişinizin ağrısı geçiyor. İlaçları geç veriyorlar. Böyle bir uygulama var. Hastalandınız, ilaç veriyorlar size, ilacı kullanmanız gerekiyor hemen, on gün sonra ulaşıyor. Sıcak su kesiliyor, on gün su verilmiyor, duş alamıyorsunuz.
12
DOSYA 29 Aral›k 2011 / 11 Ocak 2012
Halk›n Sesi
Krizi asma k için emeğe saldırma k gelen ‘çağrı ile Son dönemde gündeme a, mesai çalıştırma’, ‘evden çalıştırm si, saatlerinin 6.00’a çekilme gib ı i öneriCumartesileri de çalışılmas . Kredi kartı ler, basit değişiklikler değil sine yönelik borçlanmalarının önlenme nrası girişimler, Van depremi so r da kentsel hükümetin hiç olmadığı ka esi, kıdem dönüşüm projelerine girişm yönelik tazminatı hakkının gaspına değişikliklerle hamleler iş yaşamındaki e hepsinin birlikte değerlendirildiğind var: Kriz. işaret ettiği ortak bir nokta
AKP kendini vurabilir: Kriz ve kavga yılı 2012 Dünya, krizli bir 2012’ye hazırlanırken AKP hükümeti yine bildik ‘etkilenmeyeceğiz’ söylemine sarılıyor, fakat 2012 dünya krizinin etkileri öyle ya da böyle Türkiye’ye yansıyacak
Kriz karşısında AKP’nin sarıldığı kentsel dönüşüm, güvencesizleştirme ve doğanın talanı gibi ‘kozlar’ bumerang etkisi yaratıp hak mücadelelerinin güçlenmesine zemin hazırlayabilir
Tek tuşla işçi çalıştırma Z
eynep, bir hastanede taşeron firma bünyesinde asgari ücrete çalıştırılan temizlik işçisidir. Aybaşında eline geçen çalışma ve nöbet çizelgesine bakar; yine 196 saat! Diğer arkadaşlarıyla karşılaştırır, onların da aşağı yukarı aynıdır. Ayda yedi nöbeti vardır. O günler 12 saat çalışır, bu nöbetlerin biri de Pazar gününe denk gelir. Zeynep geç saatlere kadar, bölüm şeflerinin hakaretlerini sineye çekerek çalışır. İşten çıktıktan sonra iki vasıtayla evine ulaşır ama dertler evde de bitmez. Çocukların yemeği, evin temizliği derken gece olur. Tam yatağa gidecekken bir telefon çalar. “Zeynep hanım 1 saat içinde hastaneye gelmeniz gerekir” der karşıdaki ses. Taşeron şirketin müdürüne ait olan o ses, “gelmezseniz siz bilirsiniz” diye ekler. Zeynep, zar zor bulduğu işini kaybetmemek için hastaneye gitmek zorundadır. Sağlıkla ilgili bir durum olduğu için hayati bir mese-
le zannedenleriniz olabilir ancak Zeynep’in çağrıldığı iş ne bir ameliyat ne de bir acil durumdur. Zeynep, hastanenin tadilatı için başka bir yere gönderilen malzemelerin taşınmasına yardım edecektir. Zeynep esnek çalıştırılmaktadır, ancak onu gece işe çağıran patron, Zeynep’in geleceği hakkında hiç de “esnek” düşünmemektedir. Zeynep’in patronunu bu katılığa zorlayan da esnek çalıştırmanın kendisidir. BANA B‹R ‹fiÇ‹ LAZIM AKP hükümeti, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik başkanlığında hazırladığı yeni bir yasayla milyonlarca Zeynep yaratmaya çalışıyor. Meclis Plan Bütçe Komisyonu’na gönderilen taslakta 4857 sayılı İş Kanunu’nun 14’üncü maddesine “İşçi kendisine ihtiyaç duyulursa iş görecek” hükmü ekleniyor. Böylece ‘dinlenme zamanı’ belirsizleştirilmiş oluyor. Öte yandan çağrı üzerine
çalışmanın tanımlandığı 14. madde, evden çalışma, uzaktan çalışma, iş paylaşımı ve esnek zamanlı çalışma tanımları yapılarak genişletiliyor. 4857’de yer alan “işçi ve işveren tarafından hafta, ay, yıl gibi zaman aralıklarında mesai saatlerinin belirlenmediği koşullarda haftalık çalışma süresi 20 saattir” hükmü korunsa da çağrı üzerine çalıştırılacak işçinin önceden taahhüt etmesi ya da en az dört gün önceden haber verilmesi gibi hükümler kaldırılıyor. Taslakta, normal mesai saatleri işveren tarafından belirlenen “çekirdek zaman” olarak tanımlanırken bu zamanın dışındaki çalışma süresini işçinin belirleyeceği ifade ediliyor. Çalışma süresini işçinin kendi iradesine bırakılmış gibi gösteren bu maddede bir işçinin normal mesai süresinden 11 saate kadar olan çalışma süresi, çekirdek zaman dışı çalışma olarak tariflenmiş oluyor. Böylece 8 saati aşan
Gözde sektörler Patronların krizden kriz tehdidi altında kurtulma kataloğu Ö
nümüzdeki dönem olası bir ekonomik krizde Türkiye’de iki sektör kritik durumda: İnşaat ve otomotiv sektörü. Bu iki sektör hem Türkiye ekonomisinin ağırlık merkezi hem de krizde en çok sarsıntı yaşaması beklenen sektörler olarak öne çıkıyor. Patronlar da bu durumun farkında. Bu iki sektörde son büyük krizin izlerini görmek için 2008-2010 arasındaki durum incelendiğinde üretimin hızla artarken işten çıkarmaların arttığı, çalışma sürelerinin uzadığı, işçilerin reel ücretinin ise azaldığını görmek mümkün. METAL 2008 KR‹Z‹N‹ AfiAMIYOR Metal sektöründe üretim hala 2008 krizinin etkilerini aşabilmiş değil. DİSK-Ar’ın araştırmasına göre 2010 yılındaki üretim kriz öncesinin yüzde 8,45 gerisinde. 2008’in başında otomotiv sektöründe çalışan her 100 işçiden 14’ü işten çıkarılırken bu işçilerin 2008’de 100 lira olan ücretleri 2010’a gelindiğine 85 liraya düştü. Otomotivde olduğu gibi metal ana sanayinde ve metal sektörünün diğer kollarında benzer gerilemeler yaşandı. DİSK-Ar’ın raporuna göre metal ana sanayisinde 2008 başında 100 işçi çalışıyorsa bugünkü çalışan sayısı 95 ve bu işçilerin 2008 başında 100 lira alan işçiler bugün 95 lirayla geçinmek zorunda. Patronlar önümüzdeki dönem kriz beklentisiyle daha da saldırganlaşabilir. Büyümenin en önemli kalemlerinden olan ihracatın yükünü çeken bu sektördeki bir sarsılma Türkiye’yi sallayabilir. ‹NfiAAT SEKTÖRÜNE HAYAT ÖPÜCÜ⁄Ü: YIKIM FERMANI Çok hızlı büyüyen ve sağlıklı bir büyüme yaşanıp yaşanmadığı konusunda şüpheli olan inşaat sektöründe ise Van depreminin ardından büyük bir heyecan gözleniyor. Depremin ardından AKP hükümeti kentsel dönüşüm projelerine hız verdi. Zira bu sektörün korunması AKP için öncelikli görünüyor. Önce kentsel dönüşümün şart olduğu söylemleri anaakım medyada boy göstermeye başladı. Ardından yandaş mimar, mühendisler grubu, İTÜ rektörü, AKP’li milletvekilleri
ve yöneticilerin katıldığı panellerle yıkım ekiplerini hazırladı. Son olarak 23 Aralık günü Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, kentsel dönüşüm projesi için hazırladıkları yasa tasarısını netleştirdiklerini açıkladı. Bu yasa tasarısına göre kendi binasını yıkmayanın binasını devlet yıkacak. Parasını da bina sahibinden alarak ya da alamadığını haczederek ‘destek’ olacak. Bayraktar yasa tasarısını şu cümlelerle özetledi: “Çürük binalar röntgen cihazlarıyla tespit edilecek. Binası çürük çıkana yıkması için bir süre vereceğiz. Bu sürede yıkılmazsa biz yıkacağız ve masrafını da bina sahibinden alacağız.” Tasarıya göre, Almanya’dan getirtilecek olan cihazlar yardımıyla parasız hasar tespiti yapılacak ve binası çürük çıkanlardan binalarını yıkmaları istenecek. Binasını verilen süre sonunda yıkmayanlara bir aylık ek bir süre tanınacak. Bu süre sonunda yıkım gerçekleşmemişse bakanlık devreye girecek ve belli bir süre sonunda yıkıma başlayacak. Bakanlık, yıktığı evlerin bedelini tapuya haciz olarak geçirecek. Bakanlık tarafından yıkılan binalar hisseli arsa olarak kayda geçecek. Hisse sahiplerinin üçte ikilik çoğunluğundan arsaları satın alması beklenecek. Bu çoğunluğun parası olmaması durumunda TOKİ, arsalara el koyacak. Tasarıya göre yıkımlara itiraz için dava da açılamayacak. KONUT HAMLES‹ Bayraktar Van’ı da ihmal etmedi ve inşaat sermayesine ucuz iş gücü yaratacağının müjdesini verdi. Bayraktar, Van’da konut hamlesi yaparak hem inşaat sermayesinin önünü açıyor, hem de inşaat sermayesi için ucuz iş gücü yaratıyor. Bayraktar bu projeyi, kentin ekonomisini canlandıracak ve kenti terk edenleri geri döndürecek bir proje olarak sunmayı da ihmal etmiyor. Bayraktar, Van’da 2012 Mart’ında 30 bin konutun yapımına başlanacağını ve bu inşaatlarda 100 bin kişi çalışacağını söylese de çalışma koşulları ve ücretler konusunda bir bilgi vermiyor.
A
vrupa ekonomisi kriz içinde. Yunanistan battı, İtalya çöktü, İspanya, Portekiz, Almanya panik içinde… Avrupa ile Türkiye arasındaki ticari ve mali ilişkiler iç içe geçmiş durumda ve Avrupa ülkelerinin yaşadığı borç krizi ilerleyen günlerde Türkiye’yi de etkileyecek. IMF, DB, OECD gibi uluslararası kuruluşlar da 2012 için yayımladıkları raporlarda Türkiye’nin krizle karşı karşıya olduğunu belirtiyor. En iyimser görüşte olanlar bile 2012’de parlak günler yaşanmayacağını belirtmekle yetiniyor. 23 Aralık günü TÜRKONFED tarafından Mersin’de düzenlenen 15. Girişim ve İş Dünyası Zirvesi’nde konuşan TÜRKONFED Başkanı Erdem Çenesiz, 2012 için şunları söylüyor: "Yavaşlayan bir dünya ekonomisi ve dünya ticareti biz-
leri bekliyor. Bu koşullar altında Türkiye'de de büyümenin yavaşlaması kaçınılmaz." 2012’ye iyimser bir gözle bakan Çenesiz’in yanı sıra TÜRKONFED’in büyük kardeşi TÜSİAD’ın Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Erkut Yücaoğlu da 9 Aralık günü verdiği bir demeçte “2012 son derece ciddi tehlikelerin olacağı bir sene olacak” dedi ve TÜSİAD yönetimine çeşitli senaryolar hazırladıklarını ifade etti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere AKP’li bakanlar görev icabı “Kriz olmayacak, son sürat büyümeye devam” dese de krizin sinyalini sermayedarların telkinlerinden çok daha önce aldılar. Mesai saatlerinin 6.00’a çekilmesi, cumartesi çalışılması, evden, çağrı üzerine çalıştırma gibi uygulamaların sıkça dile getirilmeye başlanması
da AKP hükümetinin 2012’deki olası bir krizde nasıl bir yönetim sergileyeceğini gösteriyor. Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (MÜSİAD) aralık ayı başında sunduğu anayasa taslağında da 2012’deki olası krizin telaşını bulmak mümkün. MÜSİAD yetkilileri 1982 Anayasası’nda bile geçen “Çalışanın dinlenme hakkı vardır” ifadesini yok etmişler. Bu tür teşebbüslerin yanı sıra 12 Haziran seçimlerinden sonra TBMM’nin açılışıyla birlikte gündeme gelen kıdem tazminatının fona devredilerek gasp edilmesi, sağlık ve eğitimdeki piyasalaştırma süreçlerine hız verilmesi, temel ihtiyaçlara yapılan zamlar gibi genel olarak sermayenin uzun vadeli çıkarlarına hizmet eden düzenlemelerde de sürecin devam etmesi bekleniyor.
çalışmalar fazla mesai çalıştırması olmaktan çıkarılıp “çekirdek zaman dışı” çalıştırma olarak tanımlanıyor. Mevcut durumda işçileri işten çıkarma tehditleriyle ücretsiz fazla mesaiye bırakan işverenlerin eli güçlenmiş oluyor. Bu durum işverenlerin günlük çalıştırma süresini fiilen 11 saate kadar çıkartıyor. Bu düzenleme, TÜSİAD’ın ve TİSK’in aralık ayında hükümetten talep ettikleri mikro reformlarla paralellik arz ediyor. AKP hükümetinin programına yerleştirdiği ve “İstihdam Strateji Belgesi” olarak tanımlanan mikro reformların içinde işsizlik fonunun yağmalanması, esnek çalıştırma, kamu çalışanlarının güvencesizleştirilmesi de yer alıyor. Bu ‘reformların’ alelacele çeşitli taslaklar adı altında devreye sokulması, sermayedarların yaklaşan kriz karşısında ihtiyaç duyduğu rekabet gücünü, emeği ucuzlaştırarak tesis etmeye çalıştıklarını gösteriyor.
Kangren olmadan kesilen kol 2008 krizi sonras›nda ekonomide talep yaratmak için teflvik edilen borçlanmalar, 2012’de olas› bir kriz karfl›s›nda ülke sermayedarlar›n› kara kara düflündürüyor. AKP döneminde halk›n bankalara olan borcu 8 kat artm›fl durumda. Bu durum karfl›s›nda hükümet halk›n borçlanmas›n›n önünü kesmek için flimdiden baz› önlemler ald›. 1 Ocak 2012’de hayata geçirerek olan “Kredi kart›na tek limit” ve “gelire göre kredi limiti” gibi uygulamalar bu önlemler çerçevesinde de¤erlendirilebilir. Ancak borçlanmayla dönen Türkiye ekonomisinin bu uygulamalarla durgunluk dönemine girmesi ilerleyen günlerde ekonominin talep yaratmada s›k›nt›l› günler geçirece¤ine iflaret ediyor. Sermayedarlar› rahatlatmak için al›nan bu önlemler kangren olma riski tafl›yan kolu daha kangren olmadan kesmek anlam›na gelse de hükümetin ve sermayedarlar›n 2012’de kriz beklentisinin ne kadar kuvvetli oldu¤unu gösteriyor.
Direniş odakları K
2008 krizinin emekçiler nezdindeki ilk alameti yaflanan iflten ç›karmalar oldu. ‹flten ç›karmalar karfl›s›nda direnifller gerçeklefltirildi. Üstteki foto¤raf 2008 krizindeki ilk eylemlerden biri olan Asil Çelik grevine ait.
riz demek aynı zamanda direniş demek. 2008 krizi sınıf mücadelesi açısından Sinter, Tezcan Galvaniz direnişleri ve Asil Çelik ile Asemat grevleriyle başladı. Büyük coşkuyla başlayan, fabrika işgalleri ve yok kesme eylemleri olarak yaşanan fiili direnişler o dönem sınırlı etki yarattı. Kriz karşısında gerek emek ve demokrasi güçlerinin gerekse solun hükümeti sarsacak düzeyde bir hareketlilik içinde olmaması bu sınırlılığa yol açan en önemli faktörlerdendi. Pazarlarda, meydanlarda, sokaklarda kurulan halk kürsüleri
ve gerçekleştirilen kitlesel eylemler krize karşı tepkileri bir araya getirse de süreklileştirsemedi. Ancak o dönemki mücadeleler işyeri işgallerinin ve meydan/yol blokajlarının yaygınlaşması adına işçi sınıfı mücadelesine önemli deneyimler kattı. O günden bugüne halkın hakları mücadelesinin toplumsal muhalefetin ağırlık merkezine yerleşmesi de iktidarın canının daha fazla sıkılmasına yol açabilir. AKP’nin son dönemde sola ve hak mücadelelerine yönelik artan saldırganlığını bir de bu eksende değerlendirmek gerekiyor.
13
TARİH 29 Aral›k 2011 / 11 Ocak 2012
Halk›n Sesi
Yeni bir yılla güneşli başlangıçlar Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya Ona sorarsanız: “Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman...” Bana sorarsanız: “On senesi ömrümün...” Bir kurşun kalemim vardı, ben içeri düştüğüm sene Bir haftada yaza yaza tükeniverdi Ona sorarsanız: “Bütün bi hayat...” Bana sorarsanız: “Adam sende bi hafta...”
Zamanın göreceliliği, Nazım’ın bu dizelerinden daha güzel anlatılamaz herhalde. Yeni bir yıla girerken bir kez daha hatırlamak gerek. Hepi topu bir yılı geride bıraktık, “adam sen de bi yıl…”, koskoca insanlık tarihinde neye denk gelir, geçti gitti… Peki gelecek yeni yıl ne getirecek? Yeni yılla birlikte üstümüze boca edilen yeni yıl-yeni başlangıçyeni umutlar heyecanı bizi de saracak mı? Zaman,
şiirde çarpan göreceliliği gibi yarattığı beklentiyle de, iki uç arasında sallıyor insanı. Yeni bir yılın ilk dakikaları takvimi değiştirse de çok değil birkaç dakika öncesinden farkı yaratan esas aktör, tarihi bizzat yaratan, gelecek kuşaklara emanet bırakan insan oluyor. Yeni yılla birlikte gelen bir devrim, köle ayaklanması ya da başkaldırı… İşte tarihin güneşli başlangıçları…
Sömürgeden Haiti’ye dönüş G
eçtiğimiz yaz sel, ondan önce de depremin vurduğu yoksul Haiti, bir zamanlar dünyanın “zengin” kolonilerinden biriydi. 1780’lerde dünya şekerinin beşte üçü, kahvenin de yarısı burada üretiliyor, sömürgesi olduğu Fransa’nın dış ticaretinin %40’ını sağlıyordu. Adanın bu deli üretkenliği, çoğunluğu kölelerden oluşan halkın gece gündüz ölümüne deli gibi çalıştırılmasına, köle ticaretiyle beslenen plantasyon (büyük çiftlik) ekonomisine dayanıyordu. Öyle ki ölümüne çalıştırıldıkları için her yıl 40 bin köle ölüyordu. Çalışmaktan ölen 40 bin insan… Bir an durup bunu düşünmek bile vahameti anlamaya yetiyor aslında. 1780’lerin ortalarında plantasyonlarda çıkan bazı küçük çaplı isyanların etkisiyle Paris’te çıkarılan iki kraliyet emri ile kölelerin koşullarının iyileştirilmesini amaçlandı. Ancak efendiler ve tüccarların dünyasında “iyileştirici” bir düzenlemeye bile yer yoktu elbette. Plantasyonlardan kaçıp dağlarda gruplar halinde kaçak bir hayat yaşayanlar ise sisteme ve kölelik kurumuna karşı sistematik bir başkaldırı geliştirmekten uzaktı. Öncelikli kaygıları, kaçıp kurtulduktan sonra kurdukları özgür yaşamlarını savunmaktı. Haiti halkı, 1791’de Fransız sömürgeciliğine karşı ayaklandı.
Sömürge ülkesi iken ba¤›ms›zl›¤›n› kazanan Haiti’de mücadeleyi veren köleleri simgeleyen heykel.
Üstelik Fransız Devrimi’nden esinlenen, evrensel özgürlüğü hedefleyen bir ayaklanmaydı bu. Kuzey bölgesinde bir din adamının önderlik ettiği grubun ateşlediği köle ayaklanması pek çok plantasyonda baş gösterdi. Ayaklanmacılar her gittikleri yerde, şaşırtıcı olmayan bir biçimde, plantasyonları yerle bir ediyordu. Direnişçilerin sayısı kısa sürede arttı on binleri geçti. Bir zamanlar “bir avuç” olan “kaçaklar”, toplumsal dönüşümde etkili hale gelerek topyekun direnişte olan halkla Fransız ordularını geriletti. Fransız Ulusal Meclisi 1793 yılında önce Haiti’de sonra da tüm sömürgelerde köleciliğe son vermek zorunda kaldı. Köle emeğinden vazgeçmeye niyeti olmayan Napolyon, adayı yeniden denetim altına almak istediyse de başarılı olamadı. Yolladığı kalabalık ordu, adayı bir mezarlığa dönüştürmüş olsa da aylar süren savaştan sonra Fransız askerleri adadan atıldı. Haiti, 1 Ocak 1804’te tam bağımsızlığını kazandı. Adanın sömürgecilerin dilinde SaintDomingue olan ismi bir gecede, yerlilerin sömürge öncesi kullandıkları adlardan biri olan Haiti’ye döndü. Haiti’de ayaklanan köleler efendilerini alaşağı ederken Latin Amerika’daki özgürlük hareketlerine de ilham kaynağı oldu.
Kaynakça: Che Guevara: Devrimci Bir Hayat – Jon Lee Anderson Kölelerin Tarih Yap›c›l›¤›: Haiti Devrimi – Kerim Bilgin Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi
Filistin’e en güzel yeni yıl hediyesi 1
959’da Yaser Arafat önderliğinde bir gerilla hareketi olarak doğan ElFetih, sürgünde kurulmuş Filistin örgütlerinin içinde önemli bir yere sahiptir. Filistin sorununun gerçek anlamda Filistinlileştirilmesinin örgütün kurulmasıyla başladığı kabul edilir. El-Fetih’in kuruluşundan itibaren ikinci adamı olan Salah Halef de (Ebu Iyad), kuruluş çalışmalarını anlatırken buna dikkat çeker: “Yaser Arafat ve ben, Filistinliler için zarar verici olan şeyi biliyor ve inanıyorduk ki Filistinlilerin, emperyalizmden kurtulamayan Arap devletlerinden bekleyeceği bir şey yoktu… Filistinliler yalnızca kendilerine güvenebilirlerdi.” Örgütün esas adı Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi olup, El-Fetih, bu adın (Hareket el-Tahrir el Vataniyye el-Filistiniyye) ilk harfleriyle kısaltmasının tersten okunuşudur. Arafat ve arkadaşlarının silahlı mücadeleyle tanışması ise Süveyş Kanalı bölgesinde İngilizlerle girdikleri
çatışmayla oldu. 1955’de, İsrail’in Gazze harekatından sonra da, silahlı mücadelenin başarıya ulaşmak için tek çıkar yol olduğu fikrinde birleştiler. Böylece ElFetih, silahlı mücadeleyi başlatan gruplardan biri oldu. Silahlı eylemlerin ilki, bir yılbaşı gecesinde, 31 Aralık 1964’te gece yarısı başladı. Ürdün Nehri’ni geçerek İsrail’in işgal ettiği topraklara sızan üç El-Fetih’çi, nehrin yatağını değiştiren İsrail su projesine bağlı tesislere harekat düzenledi. Ertesi gün Arap ülkelerine ve Filistin mülteci kamplarına dağılan ElAsife imzalı bildiriyle, bu eylemle birlikte Filistin’in kurtarılması yolunda düzenli bir silahlı mücadele döneminin başladığı açıklandı. Yeni yılın ilk gününde gerçekleştirilen bu eylem, Filistin yakın tarihinde Filistin halkının kendi kaderini kendi eline alışı olarak değerlendirilerek, El-Fetih'e Filistin halkı arasında efsanevi bir özellik kazandırdı.
Yoksulların hediyesi
Yeni yıl yeni hayat H
aiti’nin komşusu Küba için de benzer şekilde yeni yıl yeni bir hayatı beraberinde getirdi. Küba, 1958 yılı boyunca büyük olaylara gebeydi. 26 Temmuz 1953’te Santiago’daki Moncada Kışlası baskınının ardından tutuklanan Fidel, 21 ay hapis yattıktan sonra çıkan afla serbest kalmış, 1955 yılında Küba’dan ayrılarak Meksika’ya geçmişti. Burada Che ile tanışan Fidel ve 26 Temmuz Hareketi, diktatör Batista’yı devirmek için yeniden işe koyuldu. Grup, 2 Aralık 1956’da Granma yatıyla Küba’ya çıktı. Fidel önderliğindeki gerilla grubu iki yıl boyunca Batista’ya karşı başarılı bir gerilla mücadelesi yürüttü. Gerilla hareketinin ciddi bir tehdit halini almasından tedirgin olan Batista, Sierra Maestra’da mevzilenen gerillaları halktan koparmak amacıyla köylülerin bölgeden çıkartılmalarını emretti. Binlerce insan, evlerinden ve tarlalarından zorla sürüldü. Batista’nın giderek sertleşen önlemleri halkı kent-
leri terk ederek dağlara göç etmeye, gerillalara katılmaya itti. Devrimci dalga bütün ülkeyi sardı. 1958’in son günleri zaferi de beraberinde getirdi. Ordu garnizonlarına karşı bir dizi saldırı gerçekleştiren ve kasabaları ele geçiren Che önderliğindeki gerillalar, hükümetin Havana’dan önceki son dayanak noktası Santa Clara’ya saldırmaya hazırlanıyordu. Gerillalar 29 Aralık’ta, orduya silah ve asker taşıyan zırhlı bir hükümet trenini raydan çıkardılar. Che’nin zırhlı treni ele geçirmesi ile Havana’da alarm çanları çalmaya başladı. Kentin çevresinde çatışmalar sürerken uluslararası telgraf şebekesi Che’nin o gece öldürüldüğüne dair haberler yayıldı. Ertesi günün erken saatlerinde Radyo Rebelde (Radyo İsyan) yayına başladı. Zırhlı trenin ele geçirildiği ve Che’nin hayatta olduğunu bildirildi: “Che Guevara hayattadır ve şu anda ateş hattında bulunmaktadır ve… kısa
süre içinde Santa Clara kentini ele geçirecektir” Santa Clara’nın düşmesi, Batista’nın da sonunu getirdi. 31 Aralık 1958’i Ocak 1959’a bağlayan gece yeni yıl kutlamaları yapılırken Batista, Dominik Cumhuriyeti’ne kaçtı. Batista’nın kaçışına ilişkin son dakika haberleri geldiğinde, Buenos Aires’teki Guevara ailesi yeni yılı kutluyordu. “Yeni yılı Ernesto’nun hayatta ve Havana’daki La Cabana garnizonunun başında olduğunu bilmenin verdiği mutlulukla kutladık” diye yazdı babası. Sabahın ilk saatlerinde Raul Castro Santiago’ya varmış, 1953’te ele geçiremedikleri Moncada Kışlası’na girmişti. Ardından Fidel de şehre geldi ve burada belediye binasının balkonunda devrimi ilan etti. Fidel, bir hafta sonra da Havana’ya girdi. Böylece sadece Küba’nın değil dünya tarihinin de önemli olaylarından biri yeni bir yılla beraber geldi.
1 Ocak 1994 günü Meksika’da iktidar yeni y›la ABD ve Kanada ile taraf oldu¤u Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaflmas› (NAFTA) ile girmeye haz›rlan›yordu. Meksika’y› bütünüyle yabanc› sermayeye açacak olan anlaflman›n halk için daha çok sömürü, ba¤›ml›l›k iliflkisi ve daha derin yoksulluk anlam›na gelece¤i aflikard›. Ancak yeni y›l›n sürprizi Meksika’n›n güneydo¤usundaki yoksul Chiapas’tan geldi. Maya yerlileri, Meksika devriminin efsane lideri Emiliano Zapata’ya referansla kurulan Zapatist Ulusal Kurtulufl Ordusu’nun (EZLN) önderli¤inde, “neoliberalizme karfl› direnifl ve insanl›k için savafl›m” slogan›yla silahl› isyan bafllatt›. “Özgür ve dürüst kad›nlar ve erkekler”, sefalete ve sömürüye, topraklar›n›n zengin do¤al kaynaklar›na, büyük ölçeklerde ürettikleri petrol ve kahveye ra¤men benzer bir zenginlik içinde olmamalar›na baflkald›rd›. Üçte biri okuma yazma bilmiyor, çal›flanlar›n %40’› asgari ücretin alt›nda kazan›yordu. Ülke hidroelektrik enerjisinin yar›s› bölgede üretiliyordu ama pek ço¤unun evinde elektrik, su yoktu. Talepleri; ifl, toprak, bar›nacak çat›, beslenme, sa¤l›k, e¤itim, ba¤›ms›zl›k, özgürlük, demokrasi, adalet ve bar›flt›. Yeni bir y›l arefesinde “uslu bir çocuk olarak” Noel Baba’dan istenecek fleyler tam da… Ancak bunlar›n
“uslu” durarak kazan›lamayaca¤›n›n fark›nda olmal›lar ki, Meksika’n›n ormanlar›ndan “Ya Basta!” (Art›k Yeter) diyerek ç›kt›lar, savafla bafllad›lar. ‹syanc›lar, anlaflman›n yürürlü¤e girdi¤i y›l›n ilk günü, “eflit haklarla Meksika toplumunun bir parças› olmak için” bafllatt›klar› silahl› ayaklanmada pek çok kasaba ve köyü ele geçirdi. ‹flgalin ard›ndan her kentin belediye binas›ndan savafl bildirgesi olan Lacandon Orman›ndan Birinci Deklarasyon okundu. Hükümet, yaklafl›k 5 bin silahl› gerillan›n ayaklanmas›n› bast›rmak üzere bölgeye 12 bin kifliden oluflan askeri birlikler sevketti, Meksika Hava Kuvvetleri’ne ait uçaklar bölgenin stratejik noktalar›n› aral›ks›z bombalad›. Ulusa hitaben verilen ilk mesajda meselenin bir yerli ayaklanmas› oldu¤u inkâr edildi, silaha sar›lanlara af teklifinde bulundu. Baflkan Salinas taraf›ndan teklif edilen affa iliflkin olarak Zapatistlerin sözcüsünün yan›t› ise “Bizim neyimizi affedecekler?” oldu. Yaflanan 12 günlük çat›flmayla EZLN, 1994’ün 1 Ocak günü serbest ticaret düflleyen egemenlerin yeni y›l›na bomba gibi düfltü. Amerika k›tas›n›n yerli halklar›n›n 500 y›ll›k mücadelesi devam ediyordu…
YAŞAM
14
29 Aral›k 2011 / 11 Ocak 2011
Halk›n Sesi
Ustalardan Küba Devrimi’nin 53. yılı dolayısıyla Che’nin 1965’de devrimi yaymak adına ülkeden ayrılırken Fidel Castro’ya bıraktığı mektubu yayınlıyoruz…. ben yapabilirim. Ayrılma saaFidel, timiz geldi. Şu anda aklıma birçok Bunu, yaparken hem sevşey geliyor, Maria inç hem de acı duyduğumu Antonia’nın evinde seninle bilmelisin. Kurucu olarak en tanıştığımız gün, birlikte gelmemi önerişin, gergin bir saf umutlarımı, sevdiğim insanlar arasından en çok hava içinde hazırlanışımız... sevdiklerimi ardımda Bir gün gelip bize, ölürseniz bırakıyorum. Beni oğlu gibi kime haber verelim diye bağrına basan bir halkı sormuşlardı. O zaman, arkamda bırakıyorum. Yine gerçekten ölmemiz olasılığı bizi şaşırtmıştı. Sonra bunun de, ruhumun bir parçası olarak kalacaklar. Yeni savaş doğru olduğunu, bir alanlarına, bana aşıladığın devrimde, gerçek bir devrimde, ya muzaffer ya da inancı, halkımın devrimci ruhunu, en kutsal görevi yerölmüş olunabileceğini ine getirmenin, dünyanın öğrenmiştik. Zafer yolu neresinde olursa olsun üzerinde düşüncemiz pek emperyalizmle savaşmanın çoktu. Bugün her şey biraz daha bilincini götüreceğim. Bu ise, en büyük az acı tonda, yürek acısını çünkü eskiye bile yüz kez göre olgunlaştık, dindirir ve ama olaylar yatıştırır. tekrarlanıyor. Tüm Küba toprakları dünyaya üzerinde, beni örnek Küba Devrimi’ne olmasından bağlayan görevikaynaklanan mi tamamyükümlülükladığıma leri dışında, inanıyor, senden, Küba’yı her yoldaşlarımdan türlü sorumartık benim de luluktan halkım olan muaf halkından izin tuttuğumu istiyorum. Che yineliyorum. Parti’nin yöneBaşka gökler timindeki sorumGuevara altında, son luluklarımdan, saatim bakanlık göregeldiğinde, vimden, binbaşı son düşüncem yine bu halk rütbemden, Küba ve özellikle sen olacaksın. vatandaşlığından resmen Bana öğrettiklerin için, bana ayrılıyorum. Hiçbir yasal bağla Küba’ya bağlı değilim; örnek olduğun için sana minnettarım. Eylemlerimin ancak öyle bağlarım var ki, nihai sonuçlarına varıncaya resmi evrak gibi yırtılıp kadar öğretine ve örneğine atılmaz ve yok edilemez. sadık kalmaya çalışacağım. Hayatımın bilançosunu Zaten her zaman devrimyaparken, devrimin zaferini imizin dış politikasıyla güçlendirmek için, yeterince özdeşleşmiştim, bunu dürüstlük ve fedakarlıkla çalıştığıma inanıyorum. Biraz sonuna dek sürdüreceğim. Nereye gidersem gideyim, önemli olan tek kusurum, Sierra Maestra’daki ilk anlar- Kübalı bir devrimci olmanın sorumluluğunu duyacağım dan başlayarak, sana daha ve bunun gerektirdiği fazla güvenmemem, senin biçimde davranacağım. yöneticilik ve devrimcilik Çocuklarıma ve eşime niteliklerini yeterince çabuk maddi hiçbir şey bırakanlayamamamdır. madım, bundan pişmanlık Harika günler yaşadım duymuyorum. Hatta memsenin yanında, Karaibler nun oluyorum ve onlar için Bunalımı’nın ışıklı ve acılı hiçbir şey istemiyorum, nasıl günlerinde halkımıza ait olsa devlet yaşamları ve olmaktan gurur duydum. eğitimleri için gerekeni verePek az devlet adamı, cektir. senin o günlerdeki parSana ve halkımıza daha laklığına, yüceliğine pek çok şey söyleyebilirdim, ulaşabilirdi. Seni hiç durakama kelimelerin gerekli samadan izlemiş olduğum olmadığını, istediklerimi dile için, senin gibi getirmeyeceğini hissediyodüşündüğüm, tehlike ve rum. Daha fazla kağıt karalailkeleri senin gibi maya değmez. değerlendirdiğim için gurur duyuyorum. Hasta la victoria siempre! Dünyanın başka toprak(Her daim zafere kadar!) ları alçak gönüllü Partia o muerte! (Ya çabalarımın katkısını bekliyözgür vatan ya ölüm!) or. Senin, Küba Başkanı Seni tüm ateşli devrimci olarak taşıdığın sorumluluklar nedeniyle yapamadıklarını yüreğimle kucaklarım!
Astroloji bilim mi fal mı? TUFAN SERTLEK
“
2012’de 24 Ocak - 15 Nisan arası Mars’ın retrograde hareketi, çalışan hakları, grevler, lokavtlar, çalışma şartlarının iyileştirilmesini isteyen çalışanlar, öğrenciler ve bir kısım alternatif arayışındaki kişiler ile gelenekçilerin çatışmalarını artırırken, bu çatışmalar 6 Temmuz’a kadar çok yoğun bir şekilde devam edecek. Yıl 6 Temmuz’dan itibaren tutulmaların da etkisi ile beraber, dünya üzerinde pek çok ülkenin ekonomisinin çözümsüz bir krize girmesine sebebiyet verecektir.” Yukarıdaki satırlar NTV’nin kadrolu astrologu Oğuzhan Ceyhan’a ait. Her yılbaşı dönemi gazeteler buna benzer yeni yıla kehanetleriyle dolmaya başlar. Nostradamus’tan Maya’lara kadar, eski defterler karıştırılır. Peki nedir bu astroloji? Etrafımızda en eğitimlisinden daha az eğitimlisine varana kadar astrolojiyle ilgilenmeyen yok gibidir. Bir kişinin karakterinden bahsederken “zaten yengeç burcu başka türlü olması mümkün değil ki…” yollu tariflerden önümüzdeki dönemde başımıza hayırlı-hayırsız ne geleceğine varana kadar her şeyi yıldız falımız bize söylüyor! Okuyucularımız için bu işe merak sardık ve astrolojinin ne olduğunu öğrenmeye çalıştık. Gerçekten üzerinde durmaya değer bir konu mudur, yoksa kahve falı gibi isteyen baktırsın kime ne zararı var türünden bir şey midir? Astroloji ne kadar eskiye dayanmaktadır? Son zamanların modası mıdır yoksa insanın doğayı merakı kadar eski midir? ‘B‹L‹M OLMAYAN B‹L‹M’ ‹DD‹ASI www.astroloji.org adresinde astrolojiyi şöyle tanıtılıyor: “…Dünya varolduğundan beri insanın doğaya karşı verdiği "varoluş" savaşında kullandığı en etkili araçlardan bir tanesi de Astroloji'dir. Astroloji ilk insanın, genelde gökyüzünden gelen doğal afetleri kontrol etme çabası sonucunda ortaya çıkmış olan, bugün artık bilimsel değeri olmadığına inanılan bir "bilim"dir. Astroloji'nin temelinde sembollerle akıl yürütme ve tümevarım bulunur. Diğer pek çok bilim dalıyla bağlantısı olan Astroloji sayesinde, doğum haritasının yorumlanmasıyla insanın kişiliği, hayatı, keşfedilmemiş potansiyelleri, kökleşmiş alışkanlıkları, fiziksel problemleri, yetenekleri ve ilerleyen zamanlardaki dinamizmi çok rahat tespit edilebilir.” “Bilim olmayan bilim” olarak tarif edilip büyülü bir çehreye büründürülmek istenen astrolojinin çıkış kaynakları ve işleyiş şeklini inceleyerek bu konu hakkında bir fikir sahibi olmaya çalışacağız. ASTRONOM‹ VE ASTROLOJ‹ Astroloji ve Astronomi birbiriyle kardeş iki sözcük gibi durur ama birbirinin tam tersi anlamlara sahiptir. Astronomi “Gök
Bilimi” anlamına gelir Astroloji ise “Yıldız Falcılığı”, Astrolog ise “Yıldızlardan haber veren kişi”. Astronominin henüz gelişmediği milattan önceki dönemde Astronomi ile Astrolojinin birbirine karıştığı biliniyor. Bunun en temel nedeni o dönemde henüz bilimsel bilgilerin bu kadar ayrıntılı olmaması, pek çok bilgiye sezgi yoluyla ulaşılması, deney ve ispat üzerine kurulu bir bilim standardının oluşmaması. Böyle olunca yıldız ve gezegenlerin hareketleri üzerine sözler söyleyen bazı sözü dinlenen kişilerin gelecek üzerine kehanetleri değer buluyor. Astrolojinin esası, gezegen ve yıldızların hareketlerinin ve konumlarının dünya ve insan üzerindeki etkilerini konu alıyor. Astroloji tarihine baktığımızda astrologların faaliyetlerinin hiçbir zaman
ortalıktaki bilgileri toplayıp soyutlayarak o güne kadar sözlü aktarımla sürdürülen astrolojiye bir “bilimsel” düzey kazandırdılar. Batlamyus’un Tetra-biblos isimli eseri bu konudaki ilk kitaptır ve günümüz astrolojisinin bütün temel bilgileri bu esere dayanmaktadır. Batlamyus gökyüzünde belirli gruplar halinde hareket eden yıldız kümeleri olarak çeşitli takım yıldızları üzerinden hareket etmişti. Bu takım yıldızlarını yengeç, boğa, kova gibi çeşitli eşya ve hayvan figürlerine benzetmiş ve bu takım yıldızlarının fiziksel etkilerinin insanların yaşamları üzerindeki etkisini araştırmıştı. 48 tane takım yıldızı tespit eden Batlamyus’tan çok sonraları 1928 yılında toplanan Uluslararası Astronomi Birliği gökyüzünde 88 adet takım yıldızı olduğunu kabul etti. Batlamyus’un Burçlar Kuşağı üzerinde 12 adet takım yıldızı olduğundan hareketle
buna inanan bazı kişilerle sınırlı olmadığını görüyoruz. İçinde yaşadığımız dönemde astrolojinin son derece ciddi bir para kazanma aracı haline geldiğini biliyoruz. Kişisel bazı çabalarla sınırlı olmaktan çıkan orta ölçekli bir sektör ile karşı karşıyayız. Yoksul-zengin farkı olmaksızın pek çok insan astrologların etki alanına müşteri olarak dahil olmuş durumdalar. Bu etki gücü sadece bu dönemle sınırlı değil. Astrologların toplum üzerindeki etkilerini fark eden imparatorlar bu kişileri yanlarına alarak toplumu yönlendirmekte kullanmışlardır. Bilindiği kadarıyla M.Ö. 6. yüzyıldan başlayarak Mısırlılar, Çinliler, Maya uygarlığı, Aztek uygarlığı kişilerin ve toplumların geleceğine ilişkin öngörülerinde Astrolojiyi kullandılar. Felsefe alanında olduğu gibi Astroloji alanında da Yunanlılar bu konuda
kehanetler üretti. Oysa sonraları onun tarif ettiği kuşak üzerinde bilimsel olarak tespit edilmiş 13 takım yıldızı olduğu ortaya çıktı. Bu takım yıldızları bugün Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak, Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova, Balık ve Yılan olarak sıralanırken Yılan burcu halen astrologlar tarafından kullanılmamakta. KAÇ T‹P ‹NSAN VAR? Astrologlar güneş ve söz konusu takım yıldızları arasındaki ilişki, gezegenlerin birbirleriyle ve güneşle ilişkileri üzerinden bir şeyler söylemeye çalışıyorlar. Ancak bu ilişki sabitmiş gibi yüzyıllardır aynı tarihleri kullanıyorlar. Oysa astrologların bu takım yıldızlarının, gezegenlerin ve güneşin konumlanışıyla ilgili verdiği tarihlerin hiç birinin doğru olmadığı NASA çalışmaları tarafından ispat edilmişti. O günden bugüne en az 1
aylık farklar ortaya çıkmasına rağmen astrologlar bunu yok saymaktalar. Bunun da ötesinde en sorunlu durum astrologların insanın temel bazı özelliklerini 12 (veya 13) burç üzerinden okumaya çalışması. Milyarlarca insanın aynı genetik özelliklere sahip olması bir yana, değişik toplumsal ilişkiler, coğrafyalar tarafından kişilikleri şekillenen milyarlarca insanın hepsini 12 temel karakteristik özellikle tanımlamaya çalışmanın izah edilebilir bir yanı tabii ki yok. Dünyanın, gezegenlerin, yıldızların birbirlerine karşı konumları sürekli değişirken insanların sabit bazı burç özelliklerine ömrü boyunca bağlı kalması astrologlar tarafından hiçbir zaman izah edilmedi. F‹Z‹K ASTROLOJ‹Y‹ AfiIYOR Bilim ve Gelecek Dergisinin Kasım sayısında Fizik Doktoru Niyazi Yükçü’nün kaleme aldığı yazıda ilginç saptamalar yapılıyor. Yazıda, bir bebeğin doğumunda onun karakteristik özelliklerini belirlediği iddia edilen gök cisimlerinin bebeğe uyguladığı kuvvetle doğum sırasında ona en yakın kişilerin bebeğe uyguladığı kuvvetler arasında bir ilişki kurulmuş. Yeni doğan bir bebeğe dünya gezegeni 34 newton kuvvet uygularken, ay 0,00011 newton, Mars 0,0000000022 newton, Proxima yıldızı 0,00000000000003 Newton etkide bulunuyor. Bebeğin doğumunu yapan doktorun 0,000000022 newton, doğum sırasında doğumhanede bulunan bir karasineğin ise 0,00000000000003 newtonluk bir etkisi tespit edilmiş. Buradan anlaşılacağı gibi bebeğin doğumu sırasında bebeğe 39 trilyon km uzaklıktaki Proxima yıldızının bebeğe etkisiyle bebekten 47 cm uzaktaki kara sineğin kuvvet etkisi aynı. Aynı şekilde bebekten 90 cm uzaklıktaki doktorun diğer bütün gök cisimlerinden çok daha fazla kuvvet etkisi yaptığı açık. Ancak astrologlar tüm bu bilimsel verileri inkar ederek gezegenlerin, yıldızların uyguladığı kuvvetlerin etkilerinde ısrarcılar. TOPULMSAL DÖNÜfiÜMLER‹N Efi‹⁄‹NDE ‹fi‹ FALA KALANLAR Astrolojinin hangi dönemlerde yaygın bir izleyici ve inanan kitlesi bulduğuna baktığımızda hep büyük toplumsal dönüşümlerin, belirsizliklerin ve çöküşlerin olduğu dönemler olduğunu görürüz. Avrupa’da Rönesans döneminde astrolojiye olan ilginin had safhada olduğu bilinmektedir. Sadece Avrupa’yı değil dünyayı da büyük bir dönüşüme uğratacak çaplı gelişmelerin yaşandığı Rönesans döneminin çalkantıları, geleceğin nasıl şekilleneceğine ilişkin endişeler insanları gerçek hayattan kopartıp astroloji gibi gerçek dışı bir dünyaya yöneltiyor. Aynı şekilde dünya savaşları öncesindeki kriz dönemleri astrolojinin yaygın alıcı bulduğu dönemler. Yine içinden geçtiğimiz süreçte gelişmiş ülkelerden geri bıraktırılmış ülkelere kadar büyük kitlelerin gelecek endişesi astroloji gibi bilim dışı düşünce yapılarının gelişmesine zemin hazırlıyor.
2012 kehanetleri: Omaz olmaz deme Egemen medya astrolojiyi ciddi ciddi ele alırken, bizler de bu zevk için astroloji yaptık. “Neyse halimiz çıksın falimiz” dedik ve 2012 Türkiye’sine dair kehanetlerde bulunduk... Geçtiğimiz günlerde şiirlerin, resimlerin ve makalelerin teröre hizmet edebileceğini söyleyen İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, sanatçılara yönelik bir operasyonun ardından yaptığı açıklamada gözaltına alınanların “sanat faaliyetleri” nedeniyle alınmadığını iddia edecek. Şahin hedef genişleterek, çokça siyaset konuşulan, berberlerin, taksilerin ve kahvelerin de terör örgütünün arka bahçesi olabileceğini açıklayacak. Bilmem kaçıncı operasyon dalgası bu meslek gruplarını hedef alacak. Keşan Müftüsü’nün “Noel Baba adam olsaydı bacadan girmezdi” açıklaması üzerine harekete geçen Diyanet İşleri Başkanlığı Noel Baba’lara özel eğitim faaliyetleri başlatacak. Eğitim faaliyetleri kapsamında Noel Baba adaylarına evlere kapıdan girerken sağ ayakla
girmeleri, hediyeleri evin beyine teslim etmeleri, çocuklara nasıl el öptürecekleri öğretilecek. Seçmeli olarak “geyiğe ters binme” dersi de verilecek. MHP Parti Meclisi 2012 rakamlarıyla yapılacak dört işlem faaliyetlerinden Türk-İslam ülküsüne uygun sonuçlar çıkarmak için çalışmalarına başlayacak. Daha önceden 2009 yılının ortadaki iki rakamını atıp geri kalan 29’un rakamlarını toplayan, çıkan 11 rakamını 29 ile toplayarak “40 eder” diyen ve MHP’nin kırkıncı yılı olan 2009’da iktidar olacağını söyleyen Bahçeli çok ses getirmişti. Bahçeli’nin izinden giden MHP milletvekili Özcan Yeniçeri 13 rakamının 1453’ün toplamı olduğunu, bu nedenle batıl dünyada uğursuz kabul edildiğini, Türk Hava Yolları’nın da derhal 13 numaralı
koltuk konulması gerektiğini savunmuştu. ÖSYM’nin 2012 yılı boyunca skandal yaşanmadan tamamladığı tek sınav heyecan yaratacak. Başkan Ali Demir’in ismi bu başarısı nedeniyle Milli Eğitim Bakanlığı için anılacak. Kadından Sorumlu Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na çeviren ve kadına yönelik şiddet yasasında sadece evli/nişanlı kadınları koruma kararı alan hükümet, ev sahiplerine yönelik “bekarlara ev verme” kampanyası başlatacak. Çocuk sahibi olmayan ve ya üç çocuktan az çocuk yapan çiftlere yönelik olarak çiftin ailesiyle iletişime geçilecek. Aileler “ben torun sevmek istiyorum, bu kez erkek/kız olur” gibi gerekçelerle baskı oluşturması için teşvik edilecek. Başarıya ulaşan dedelerin ve
ninelerin üç muayenesinden katkı payı kesilmeyecek. 24 Nisan’da Ermeni Soykırımı’nın gündem olabileceği ülkelerin tarihlerinin araştırılması için şimdiden komisyon kurulacak. CHP, AKP ve MHP milletvekillerinin oluşturacağı komisyonun adı da belli: “Onlar kendi tarihine baksın” İleri demokrasi ve açılım paketlerinin ardından Türkiye hapishanelerinin dolması nedeniyle Beşir Atalay’ın açıklayacağı “Demokrasi Paketi” heyecan yaratacak. Eşkıyası, yumurtası, durdurulan HES inşaatı, engellenen kentsel yağması, grevi, direnişi, bol olan 2012 yılının iptali için hükümet Mümtazer Türköne’nin atandığı Türk Tarih Kurumu’na başvuru yapacak.
KÜLTÜR SANAT
15
29 Aral›k 2011 / 11 Ocak 2012
Halk›n Sesi
Özlemle beklenen albüm Rock grubu Kesmeşeker, yedi yıl aradan sonra yayınlanan yeni albümü 'Doğdum Ben Memlekette' ile müzikseverlerle buluştu. Grup 20. kuruluş yılını taçlandırdığı sekizinci albümleriyle sevenlerine ‘memlekette doğmuş olma halleri’ne dair keyifli bir yapım sunuyor.
Bir ilki kaybettik
Yine heykel k›y›m›
İlk Türk kadın opera sanatçısı soprano Meral Menderes 78 yaşında yaşama veda etti. Opera sanatçısı Meral Menderes, ilk kez 1960 yılında, o zamanki adıyla İstanbul Şehir Operası’nda sahnelenen Tosca’da seyirci karşısına çıkmıştı.
Başbakan'ın 'ucube' benzetmesi yaptığı 'İnsanlık Anıtı'nın yıkılmasından sonra, kentte iki heykel daha kıyımdan nasibini aldı. 'Dört Mevsim Heykelleri'nden yaz mevsimini temsil eden kadın heykeli 22 Aralık gecesi yıkıldı. İki gün sonra da halk ozanı Şeref Taşlıova'nın heykelinin sazı zarar gördü.
Yeni y›lda Van’dalar 14 müzisyen depremzedelerle yeni yılı karşılayacak. Munzur Çevre Derneği, “Munzur’dan Van’a dayanışma köprüsü” kurarak yeni yıla Van’da depremzedelerle gireceklerini açıkladı. Derneğin çağrısıyla, müzisyenler depremzedelerle birlikte yeni yılı karşılayacak.
Emek bizim İstanbul bizim G‹ZEM KUTLU
İ
stanbul’da 24 Aralık Cumartesi günü binlerce insan, Emek Sineması’nın yıkılmasına karşı sokaktaydı. Emek Sineması'nın yıkımına karşı mahkemenin verdiği yürütmeyi durdurma kararı, bilirkişi raporunun yıkım yanlısı çıkmasıyla kaldırıldı. 24 Aralık’ta binlerce insanı İstiklal Caddesi’ne toplayan Emek Sineması’nın yıkımına karşı gerçekleştirilen eylem de bu kararın ardından çıktı. Karar özetle Emek Sineması’nın her an yıkılabileceğini söylüyordu. YALANLARA RA⁄MEN SANAT Kararın ardından Emek Sineması ile ilgili tartışmalar yoğunlaşmış, bu tartışmalara basın da büyük ilgi göstermişti. Tartışmalar sürerken, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, yumurtazede Egemen Bağış ve Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah Demircan “Emek Sineması yıkılmayacak” diye açıklamalar yaptılar. Ancak kentsel dönüşüm adı altında kenti yağma ve talana açan, kültür-sanat alanında gerici, cinsiyetçi, piyasacı bir anlayış yaratmaya çabalayan AKP’lilere kimse inanmadı. Zaten öncesinde Emek Sineması’nın yıkılıp yerine bir alışveriş merkezi (AVM) yapılacağı, bu AVM’nin en üst katına da Emek’in taşınacağı söylenmişti. Misbah Demircan’ın salonun içindeki önemli bölümlerin sökülüp saklanacağı ve bire bir kul-
E
mek sinemasının yıkımına karşı yapılan yürüyüş, hak mücadelelerinin yaygınlaşan eylem çizgisinin kültür sanat hakkı için de kendine özgü biçimlerde üretildiği bir eylemdi
lanılacağı yönündeki açıklamasıyla da kendilerine inanmayanların haklı olduğu iyice anlaşıldı. Gözlerimizin içine baka baka yalan söyleyen sermaye iktidarı, eylem boyunca sloganların hedefi oldu. Temel talep Emek Sineması’nın yıkılmayıp yerinde korunması olurken, kitle, İstiklal Caddesi'ne kaçak katlı bir AVM konduran Demirören’e de öfkeliydi.
Beyoğlu’ndaki dönüşüme yönelik tepkiler de eylemde öne çıktı. YUMURTA EME⁄E DE SANATA DA SAH‹P ÇIKTI Eylemde sloganlar, müzikal ritimler, dövizler ve pankartlarla kültür ve sanat hakkına sahip çıkıldı. Ama alanda sadece bunlar yoktu. Toplumsal sorunlara duyarlı, halk kahramanı yumurta da ora-
Bir kardeşlik çorbası: Aşure
daydı. Demirören AVM'nin önüne gelindiğinde “işte burası emek düşmanı” denildi. Sonrasında gençlik Demirören AVM'yi yumurtaya boğdu. Demirören kepenklerini kapatınca bu seferde kepenkler yumurtalandı. Yumurtalar atılırken “Bunlara yetmez ama daha fazla yumurta” sloganı aıldı. Emek Sineması'nın bulunduğu sokağa girildiğinde ise Demirören'in duvar-
U⁄UR AKSOY
Ö
sahip olan aşure; Yezid’in emriyle aç ve sussuz bırakılıp öldürülen Ehlibeyt’in ardından yapılmış bir matem çorbasıdır. Aşureyi tatlı ve güzel kılan farklı meyvelerin bir arada olmasıdır. Aslında aşureyi örnek alıp, farklı inanç, kültür ve etnik kökenli insanlarla bir arada güzelce yaşabiliriz. Mehmet Kara: Muharrem bir yas orucudur. Hem Ehlibeyt’in şehadeti hem de onlara yardım edememenin kederi anılır. Bu yüzden su içilmez, et yenilmez, her hangi bir şekilde ele bıçak alınmaz. Acımızı yaşarken en büyük rehberimiz, dede ve babaların bizlere bıraktığı nefesler, tevhidler ve mersiyelerdir. Bu tip sözlü gelenek ürünü unsurlar bizim ruhani yapımızı derinleştirmekte ve muharremi neden/nasıl yaşamamız gerektiği noktasını bize hatırlatmaktadır. Tabi Alevi-Kızılbaşlar Ehlibeyt-i anarken yol için şehit olan herkesi bir kere daha anarlar. Bunu da Karbela’dan Sivas'a diye özetlemek mümkündür. Sonrasında gelen Aşure ise kesinlikle bir bayram değil, sadece bu yas'ın son kısmıdır. On iki değişik meyve ve kuru bakliyatın bir arada kaynatılması ile elde edilen bu çorba konu komşu herkese dağıtılır. Böylece herkese Muharrem orucunun bittiği anlatılmış olur...
Sanatta ‘terör dönemi’ ‹çiflleri Bakan› ‹dris Naim fiahin terörle mücadele ad› alt›nda yap›lan operasyonlar›n “yeni dalgalar›nda” kimlerin hedef al›naca¤›n› aç›klad›: Sanatç›lar! Tutuklanmalara karfl› gösterilen tepkilere yan›t veren fiahin terörün arka bahçede yürüttü¤ü faaliyetleri hedef ald›klar›n› iddia ederek “Arka bahçe e¤itim merkezidir, güzellefltirme derne¤idir, düflünce üretme merkezidir. Üniversitede bir kürsüdür. Bir sivil toplum kurulufludur” dedi. fiahin, terörün sadece da¤da, bay›rda, sokakta, arka sokaklarda olmad›¤›n› ifade ederek hedef geniflletti: "Terör örgütünü, yapt›¤› resmin tuvaline, yazd›¤› makalesine, f›kra ve fliirlerine, sanat›na yans›tarak destek verenler de var.” Devletten farkl› düflünen herkesi teörist olarak ilan edenlerin bu aç›klamas›na da tepki gecikmedi ve çok say›da ayd›n, yazar, sanatç› bakan› k›nayan aç›klamalar yay›mad›.
Gençlik filmleri yasaklara karşı
ÇA⁄LA A⁄IRGÖL Mahallede ve apartmanda bir telaştır ki gidiyor… Kadınların ellerindeki tepsilerin biri gidip, biri geliyor… İnsanların birçoğu dini vecibelerini yerine getirmeye çalışıyor. Hanelere ikram edilen çorbalar dostluğun, kardeşliğin, hoşgörünün ve paylaşımın yansıması: Aşure. Tatlı ile tuzlunun karıştığı bu çorba farklılıkların bir arada ağız tadıyla yaşayabileceğini de gösteriyor. Aşure’nin öyküsü her bir dini inanca göre farklı bir efsaneye dayanır. Aleviler için Aşure Hüseyin’in ve beraberindeki 72 kişinin Kerbela’da aç ve susuz bırakıldıktan sonra katledildiği gün anısına tutulan yasın ardından kaynatılır. Sunni mezheplere göre ise Aşure, Hüseyin’in katledildiği günle beraber aynı zamanda Nuhun gemisinin Cudi Dağı’na demirlemesinin ardından kaynattığı kazanda pişen çorbaya dayanır. İslam inancında Aşure günü aynı zamanda Yûnus'un balığın karnından çıktığı, İbrahim 'in ateşten kurtulduğu, İdris'in göğe çıkarıldığı, Musa'nın Kızıldeniz'i geçtiği, İsâ'nın doğduğu ve ölümden kurtulup, diri olarak göğe çıkarıldığı gündür. Museviler Yom Kipur bayramında aşure kaynatır. Aşure onlar için büyük kefaret günü anlamına gelir. Anadolu’da Ortodoks mezhebinden gelen Hristiyanlar ise Noel’de ve cenazelerinde aşure kaynatır. Semavi dinlerin her birinde yer alan Aşure kimi kitaplarda İbranice “aşur” kelimesine dayandırılır. Kökeni kesin olmamakla beraber Aşure aslında dinler üstü bir gelenektir. Araplar tarafından İslamiyet öncesi dönemde yapıldığı bilinir. Fakat daha da eskiye gidildiğinde aşurenin tek tanrılı dinler öncesi zamanda Mezopotamya coğrafyasında yapıldığı biliniyor. Hatta adının Asur krallığından geldiği düşünülüyor. Aşure, her nerede kaynatılırsa kaynatılsın tanıdık tanımadık tüm komşular tarafından paylaşılıyor. Anadolu’da binlerce yıldır süren bir kardeşlik ve kaynatılan ortak kazanlarla beraber dayanışma kültürü yaratmaya hizmet veriyor. Aşurelerin tepsilerde, tabaklarda elden elde dolaşarak ağızları tatlandırdığı bir aşure törenine giderek törendekilere Aşure’yi sorduk: Ezgi Arat: Alevi kültüründe büyük bir yere
larına “Emek bizim İstanbul bizim” gibi sloganlar yazıldı. Halkevleri Kültür Sanat Atölyesi alanda hazırladığı pankartı Demirören AVM'sinin kepenklerine astı. Eylemde taşınan 3. Köprü ihalesinin gerçekleşeceği Ankara'ya çağrı dövizler de pankartlar da onun yanına asıldı. Eylemde Emek Sineması’nın geleceği ve bundan sonra Emek için yürütülecek mücadelenin nasıl devam etmesi gerektiğini konuşmak için bir forum yapıldı. Ancak soğuk havanın da etkisiyle foruma ilgi oldukça düşüktü. Forumda, Emek Sineması için verilen mücadelenin, Beyoğlu’nda AKM’nin kapatılması mücadelesinin, Tarlabaşı’ndaki yıkım gibi rant rojeleri ve sokaklardan masaların toplanmasıyla yaşatılan dönüşüme karşı verilen mücadelelerle ortaklaşması gerektiği öne çıktı. Diğer taraftan Emek ve Beyoğlu'ndaki yıkım, bunca yıldır AKP’nin yıkım ve rant politikalarına karşı emekçilerin, köylülerin yürüttükleri mücadelenin orta sınıflar tarafından da fark edilmesini sağladı. Bu birlikteliği yaygınlaştırmak adına Emek Sineması için verilen mücadelenin kapsamı genişletilmeli. Bireysel olarak eylemlere katılanların varlığı kuşkusuz orta sınıfın duyarlılığın bir göstergesi olarak çok değerli. Ancak 24 Aralık’ta Emek Sineması önünde toplanan binlerce insanla mücadeleyi süreklileştirme noktasında örgütlü toplamlara ihtiyaç olduğu unutulmamalı.
ğrenci Kolektifleri’nin düzenlediği “Gençlik Filmleri Festivali”nin ikincisi 20-23 Aralık tarihlerinde gerçekleşti. Gençliğin emeğiyle, hareketliliğiyle, neşesi ve asiliğiyle örgütlenen festivalin teması “yasak”tı. Festivalin emekçilerinden Erdem Aslan ve Seren Konak ile konuştuk. Gençlik Filmleri Festivali’nin amacı nedir? Erdem: Bugün gençlik üniversitelerde, liselerde, yaşam alanlarında kültür sanat etkinliklerinden uzak bir konumda. Günümüzde tiyatrolar, sinemalar kapatılıyor, birçok alanda yasaklamalar söz konusu. Üniversite gençliği zaten yoksullaştırılan halk kesimlerinin çocukları. Bugün sinemaya gitmek bir öğrenci için pahalı, büyük bir yük. Gençlik Filmleri Festivali (GFF) bu yüzden ücretsiz. Gençliğin ulaşamadığı kültür sanat faaliyetlerine, sinemaya ulaşmaya imkân sağlıyor. Festivalin önemli noktalarından birisi de genç yönetmenlerin ürettiği filmleri üniversitelerde sinemayla buluşamayan insanlarla buluşturması. Festival, genç yönetmenleri binlerce üniversiteliye ulaştırıyor. Ucuz, kadın bedenini ön plana çıkartan, tüketime dayalı bir gençlik filmleri furyası var. Biz ise başka bir kültürü, başka bir yaşayış biçimini yansıtan filmleri gençlikle buluşturmayı hedefledik.
Aynı zamanda “uluslararası” diyoruz. Bu Şilili bir gazeteci de olabilir, İngiltere’de uyuşturucu kullanan bir genç de olabilir, Afgan bir işçi de olabilir. Seren: Şu ana kadar öğrencilerin yaptığı filmler, kısa filmler genelde yarışmalar için üretiliyordu. Bizim festivalimiz ise yarışmasız ve gösterimleri ücretsiz. Gençlik Filmleri Festivali, gençliğin sorunlarını vurgulayan veya sermaye için değil gençliğin kendi ihtiyaçları için üretilmiş filmleri gösteren bir festival. Festival, gençlerin gençlere sunduğu bir kültür sanat paylaşım ortamı olması açısından da önemli. Ayrıca genç yönetmenlerin filmleri sinemalarda, festivallerde gösterim olanağı bulamıyor. Bu festival, bu olanağı sağlıyor. GFF, gençliğin kolektif bir hayat kurmasıdır bence. Amacımız bu ortak yaşam alanını sağlayabilmek. Festivalin işlediği konular, teması neydi? Seren: Festivalde “Ne yasak, ne yapsak?” dedik. Ülkemizde her şeyin yasaklanmaya başlandığı bir dönemde,
heykellerin yıkıldığı, karikatür dergilerinin kapatıldığı, gazetecilerin, üniversitelilerin tutuklandığı bir dönemde “yasak” temasıyla çıktık. Ve böyle de gerekiyordu. Biz bu yasaklara karşı “ne yapsak?” diye çıktık yola. Sonra festivalde de bu temaya uygun etkinlikler yaptık. Örneğin Mehmet Aksoy’un heykeli yıkıldığı için ona mini bir insanlık anıtı hediye ettik, tutuklu gazeteciler adına İsmail Saymaz’a ve Penguen dergisine de birer plaket verdik. Yeni Türkü ve Bandista da yasaklara karşı açılış gecesindeki konserde bizimleydi. Erdem: Başımıza GFF’nin temasına uygun, ilginç şeyler geldi. “10+4” filminin yönetmeni Mania Akbari’nin Türkiye’ye girişi yasaklandı, açılışımıza gelecekti. Kadın özgürlüğü üzerine filmler çeken İranlı yönetmene vize verilmedi. İstanbul Üniversitesi Avcılar Yerleşkesi’nde ilk başta, “salonu alabilirsiniz” dediler sonra “teknik sorunlar var” dediler ve son olarak tadilat yapılıyor diye film gösterimi yapmamıza engel oldular. İTÜ Taşkışla’da güvenlik ve yönetim festival devam
ederken film izlemeye gelen insanlara “giremezsiniz böyle bir festival yok” diyerek yasaklar konuldu. Seren: Harakiri dergisine siyah poşet uygulaması geldi ve 18 yaş sınırı kondu. Ardından 2. sayıda para cezasıyla kapatılmıştı. Biz de açılış gecesinde editörlerinden dergiyi alıp, kestik kartonlara yapıştırdık sonrada duvarlara ip bağlayarak ipin üzerinde “yasaklı” dergiyi sergiledik. Çok da beğenildi, ilgi gördü. Peki, festivalin üniversitelere yansıması nasıldı? Erdem: Üniversite yerleşkelerinde gösterimler oldu. İnsanların üniversitedeki her kültür sanat etkinliğinin paralı olmasına alışmaları veya buna alıştırılmaları kötü bir şey. Parasız festival olunca insanlar şaşırıyordu ama hoşlarına gidiyordu. Ben de film çeksem gösterir misiniz diyen insanlar oldu. Kendisinden bir şeyler gördü. Bazı yerlerde güldü, üzüldü. Bu yasakların olmaması gerektiğini hissettirdi. İnsanlarda az çok bir şeyler yapılması gerektiği algısı yaratıldı. Seren: Ben bu festivalin bir şeyler değiştireceğine inandım. Biraz yorulduk ama keyifliydi. Daha fazla genç filmcilerin çıkacağına, kültür sanatın hak olduğunu savunacak, Emek Sineması’nı yıkmaya çalışanlara karşı çıkacak daha fazla genç olacağına inanıyorum. Yasaklara karşı yapılabilecek başka bir dilin olduğunu da hep birlikte gördük ve yaşadık.
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ
29 Aralık 2011 / 11 Ocak 2012
16 Halk›n Sesi
2 1 A R A L I K G R E V L E R İ A K P H Ü K Ü M E T İ N E U YA R I N İ T E L İ Ğ İ N D E Y D İ
2012’nin gelişi 2011’den belli
On binlerce emekçinin katıldığı 21 Aralık grevi, 2012’nin hem emekçiler hem de hükümet açısından sakin geçmeyeceğinin sinyallerini verdi
2
1 Aralık günü birçok kentte kamu hizmeti verilmedi, hastanelerin tamamının poliklinikleri çalışmadı. Sağlıkçılar, AKP’nin sağlık politikalarını protesto ederken kamu emekçileri de AKP’nin baskılarını, emeğe ve kamu emekçilerine yönelik saldırılarını protesto etti. AKP hükümeti 2 Kasım’da 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yi (KHK) çıkardı. Devlet hastanelerinin özelleştirilmesine ve sağlık çalışanlarının tamamının geleceğinin Sağlık Bakanlığı bünyesinde oluşturulacak bir bürokratlar komisyonu tarafından belirlenmesine yol açan bu KHK’ya tepki gecikmedi. Sağlıkçılar 12 Kasım’da Büyük Hekim Mesclisi’ni topladı ve KHK’nın “Yok hükmünde olduğunu” oy birliğiyle kabul etti. 22 Kasım’da gerçekleştirilen Çapa ve Cerrahpaşa
eylemleri 21 Aralık g(ö)revinin sinyali niteliğindeydi. SAĞLIK HAKKI MECLİSLERİ’NİN İLK KARARI: KHK’YE HAYIR Egemen medya, “21 Aralık’ta grev var hastanelere gitmeyin” dese de sağlıkçılar, “Sağlık Hakkı Meclisleri’ni açıyoruz, grev var, herkes hastanelere gelsin” dedi. Türkiye genelindeki hastanelerde greve katılım oranı yüzde 95 oldu. Hastane girişinde örgütsüz taşeron sağlık işçileriyle karşılaşıp “Grev var gitmeyin” uyarısını dikkate alanların çoğu evlerine dönse de Dev Sağlık-İş, SES ve TTB’nin örgütlü olduğu hastanelere gelen hasta ve hasta yakınları da greve destek verdi, Sağlık Hakkı Meclisleri’ne katıldı. Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu deneyiminin üzerine kuru-
lan Sağlık Hakkı Meclisleri, sadece sağlıkçıların değil, halkın da söz ve karar hakkı sahibi olacağı bir organ. 21 Aralık’ta açılışı yapılan meclislerde ilk iş olarak 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname oylandı. İstanbul’da Sağlık Hakkı Meclisi Cerrahpaşa Hastanesi’nde kurulurken Ankara’daki meclisin adresi Abdi İpekçi Parkı oldu. TTB Merkez Konsey Başkanı Eriş Bilaloğlu’nun yönettiği ilk oturumda KHK oylandı ve “yok hükmündedir” kararı çıktı. KESK ALANLARI DOLDURDU Aynı gün birçok kentte KESK üyeleri de iş bıraktı. KESK üyeleri AKP'nin emekçilere yönelik saldırgan politikalarına, toplumun tüm kesimlerine yönelen baskıya karşı alanda yerini alırken “kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesine, ‘KHK sultasına’,
angarya ve zorunlu fazla mesaiye, her türlü güvencesiz çalıştırmaya son verilmesi ve grevli toplu sözleşme hakkı taleplerini haykırdı. İstanbul’da binlerce emekçi Beyazıt Meydanı’nda buluşurken, Beylikdüzü’nde bazı okullarda dersler yapılmadı, çok sayıda eğitimci ve öğrenci Beyazıt’taki eyleme katıldı. Ataması yapılmayan öğretmenler de İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nde atanma taleplerini yineledikten sonra Beyazıt Meydanı’na yürüdü. İstanbul’da binlerce KESK üyesi, Anadolu Yakası’nda Avrupa Yakası’na parasız ulaşım haklarını kullanarak geçti. Ülke genelindeki eylemlere SES, Eğitim-Sen ve BES’in yoğun katılımı göze çarptı. KESK’in gerçekleştirdiği 25 Kasım’daki grevin en etkin katılımcıları olan demiryolu emekçileri bu sefer sınırlı sayıda bir katılım
gösterdi. AKP’NİN KARASINI ÖNLÜKLERİMİZİN AKI BİLE TEMİZLEYEMEZ Kent meydanlarında yapılan konuşmalarda GSS’nin yürürlüğe gireceği, yeşil kartların iptal edileceği ve sağlık çalışanlarını güvencesizleştirmeye yönelik politikaların hız kazanacağı 2012’nin sağlıkçılar açısından bol g(ö)revli bir
Meydanlar dar geldi nkara'da grev sağlık emekçileri için Ankara Üniversitesi İbn-i Sina Hastanesi ile Hacettepe Üniversitesi'ndeki buluşmalarla başlarken KESK’liler Kolej kavşağında buluşup Ziya Gökalp Caddesi’ne yürüdü. Grev, emekçilerin yürüyüşleriyle Ankara'nın dört bir yanında hissedildi. Ziya Gökalp Caddesi’nde emekçiler adına açıklamada bulunan KESK Genel Başkanı Lami Özgen, bütçeden sermayeye teşvik, rantiyecilere kıyak, asgari ücrete vergi kesintisi, kamu hizmetlerin paralı hale gelmesi, silahlanmaya ayrılan payın artırılmasının çıktığını ifade etti ve “halkın sefaleti büyüyor” dedi. İstanbul’un iki yakası Beyazıt’ta buluştu. Anadolu yakasında Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde buluşan sağlıkçılar daha önce planlananın aksine Kadıköy Meydanı’ndaki KESK üyeleri ile buluşmayıp Cerrahpaşa Hastanesi’ne geçti. Bu sırada Kadıköy Meydanı’nda buluşan KESK üyeleri Sirkeci’ye geçti. Sirkeci’den ve Cerrahpaşa ile
A
Aksaray’dan yürüyen binlerce emekçi Beyazıt Meydanı’nda buluştu. İstanbul Üniversitesi onları kapısına asılan ‘‘Bu iş yerinde grev var” pankartıyla karşılandı. Meydanda coşku hakimdi. Bu coşku Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin’in sözlerine de yansıdı. Ayçin, “Sen mecliste istediğin kadar yasa yap. Biz o yasaları sokakta yine bozarız” dedi. Diyarbakır’da grev BTS üyesi emekçilerin geceden itibaren trenleri durdurmasıyla başladı. Yoğun baskılara rağmen geri adım atmayan BTS üyeleri hakları için sonuna kadar mücadele edeceklerini belirtti. Diyarbakır’da grevin en etkili olduğu yerlerden biri de devlet hastanesiydi. Poliklinikler tamamen durdu. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü önünde grev kararını asan öğretmenler Dağkapı Meydanı’ndaki mitinge katıldı. Yoğun polis baskısına rağmen gerçekleşen mitinge ataması yapılmayan öğretmenler, Dev Sağlık-İş ve Enerji-Sen üyelerinin de aralarında olduğu binlerce emekçi katıldı. Mitingde KESK, sağlık meslek örgütleri ve sosyalist partiler adına konuşmalar yapıldı. İzmir’de on bine yakın emekçi, Büyükşehir Belediyesi önünde bir araya geldi ve “Sağlıkta yıkıma dur” dedi. KESK adına Hukuk, TİS ve Uluslararası İlişkiler Sekreteri Ali Kılıç basın açıklamasını yaptı. Kılıç, "Temel haklarımıza karşı yapılan tüm saldırılara grev hakkımızla cevap veriyoruz" dedi. Adana'da binlerce sağlık emekçisi ve kamu emekçisi alanlara çıktı ve “Bu son uyarıdır” dedi. Hastanelerde ve işyerlerindeki greve yoğun bir katılım sağlandı. Eğitim emekçileri Karşıyaka Teknik ve Meslek Lisesi önünde bir araya geldi ve grev pankartlarını okullarına astı. Trabzon'da KESK Trabzon Şubeler Platformu tarafından düzenlenen miting Meydan Parkı'nda gerçekleşti. Çok sayıda kamu emekçisinin yanı sıra siyasi parti ve demokratik kitle örgütünün de destek
verdiği mitingde açıklamanın ardından kemençe eşliğinde horonlar oynandı Kamu emekçilerinin Rize Cumhuriyet Meydanı'ndaki mitingine Hopa'dan da çok sayıda kişi gelerek destek verdi. Sağlık emekçileri, Sivas’ta Cumhuriyet Üniversitesi Hastanesi'nin bahçesinde saat 10.00'da bir araya geldi ve Sağlık Hakkı Meclisi'ni kurdu. Kürsünün özgürce kullanıldığı toplantıda telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuracak 663 sayılı KHK oy birliği ile reddedildi. Toplantının ardından 12.30'da KESK ortak bir basın açıklaması yaptı ve grev halayları çekildi. Sivas'ta greve yaklaşık 300 kişi katıldı. Mersin'de grev, Mersin Devlet Hastanesi'nde yüzde 100, Toros Devlet Hastanesi'nde yüzde 90, Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi'nde yüzde 70 katılımla gerçekleşti. Yaklaşık 5 bin kişinin katıldığı yürüyüş, Mersin Tıp Fakültesi Hastanesi'nden Metropol Meydanı'na yapıldı. Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi bahçesinde kurulan Sağlık Hakkı Meclisi, 663 sayılı KHK'yi de oyladı. Kararname oy birliği ile reddedildi. 21 Aralık grevi Eskişehir'de de iki farklı yerde yapıldı. Eskişehir Tabip Odası ve SES, Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi önünde AKP'ye kırmızı kart çıkarırken, KESK'e bağlı sendikalar grevli toplu sözleşme hakkı için mücadelelerini büyüteceklerinin mesajını verdi. Afyon'da kamu emekçileri Eğitim-Sen Şubesi önünde buluşarak PTT Binası önüne bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüşe KESK'e bağlı tüm sendikaların etkin bir biçimde katıldığı görüldü. Çorum'daki 21 Aralık grevine çok büyük bir katılım gerçekleşti. Gazi Caddesi'ni trafiğe kapatarak yürüyen KESK üyeleri, Hürriyet Anıtı'nda bir basın açıklaması düzenledi. Sağlık emekçilerinin de katılımıyla binden fazla kişinin katıldığı eylemde AKP'ye "süresiz grev" uyarısı da yapıldı.
yıl olacağı ortaya çıktı. İstanbul’daki eylemde konuşan TTB Merkez Konsey üyesi Osman Öztürk hükümeti “Kendilerine Ak Parti diyorlar ama sizin alnınızın karasını bizim önlüklerimizin beyazı bile temizleyemez” diyerek uyarırken Ankara’daki meclis açılışında konuşan Eriş Bilaloğlu, AKP’nin mevcut politikalarda ısrar etmesi halinde süresiz g(ö)reve gidebileceklerini açıkladı.
KHK ne getirdi? Tam aç›l›m› 663 say›l› Sa¤l›k Bakanl›¤› ve Ba¤l› Kurulufllar›n›n Teflkilat ve Görevleri Hakk›nda Kanun Hükmünde Kararname olan söz konusu KHK 2 Kas›m 2011 gece yar›s› yürürlü¤e girdi. Peki KHK ç›kartma yetki yasas›n›n süresinin dolmas›na bir gün kala ç›kart›lan bu kararname ile hayat›m›zda neler de¤iflti? I Devlet hastaneleri piyasa koflullar›na uyum zorunlulu¤u olan, piyasa kurallar›na tabi birer flirkete dönüfltürülecek. I KHK ile bakanl›k merkez teflkilat› ikili, son derece merkeziyetçi, bürokratik, hantal bir yap› haline bürünecek. I E¤itim Araflt›rma Hastanelerinde e¤itim ve hizmet verilen klinikleri yöneten klinik flefi ve flef yard›mc›lar›n›n unvanlar› kald›r›lacak. Bu hizmetleri yürütecek kifliyi dört y›ll›k fakülte mezunu, alan›n›n uzman› ve e¤itici olmayan hastane yöneticisi seçecek. I KHK ile tüm illerde Kamu Hastane Birlikleri kurulacak. Bu birlikleri genel sekreter yönetecek. Genel sekreter hastanelerde çal›flan herkesin nerede görev yapaca¤›na, görev yerinin de¤iflip de¤iflmeyece¤ine ve daha pek çok fleye tek bafl›na karar verebilecek. I Kamu Hastane Birlikleri’ndeki bütün yöneticiler “kâr” amac›yla sözleflmeli bir flekilde atanacak. Bu da güvencesiz çal›flt›rman›n önünü açacak. I Sa¤l›k kurulufllar› sa¤l›k hizmeti vermeye ehil uzmanlar›n de¤il en çok para kimdeyse onun açabilece¤i flekilde düzenlenecek. Para sahipleri açt›klar› sa¤l›k kurulufllar›ndan elde ettikleri kardan vergi vermesinler diye “sa¤l›k serbest bölgeleri” kurulmas› düzenlenecek. I Bundan sonra ilaç kutular› üzerinde reklam görmek mümkün olacak.