SAYFA
2
SAYFA
Oda TV’de tahliye yok Oda TV davas›n›n mahpus gazetecileri AKP hukukunu mahkum edip gazetecilik dersi verdi
6
Fethullah + Piyasa= 4+4+4 AKP’nin, e¤itimde 1+4+4+4 modeli ve E¤itim Kampusleri projesi gerici ve piyasac› bir uygulama
SAYFA
10
Evlenmeyen kalmas›n AKP kad›na evlen, ne olursa olsun boflanma, kocana ‘v›d› v›d›’ yapma e¤itimi verecek
SAYFA
15
Kurtulufl Son Durak Kad›na yönelik fliddete karfl› mücadeleyi konu alan Kurtulufl Son durak’› yazd›k
12 Ocak 2012 • 1.25 TL
Y›l 6 • Say› 148
AKP iktidar› krizler karfl›s›nda faflizme sar›l›yor
Padişah korkuyor
3. köprüye talip ç›kmamas› ekonomik krizin ayak sesi. D›fl siyasette de ABD’nin ipiyle dipsiz kuyulara iniliyor Kürt sorununda savafl› çözüm olarak sunan AKP katliam›n arkas›nda duruyor, katliam› protesto edenlere sald›r›yor Ülkenin hiçbir sorununa çözüm üretemeyen iktidar sopaya sar›l›yor. Halk›n direnme e¤ilimlerinden ödü kopuyor
Direnme e¤ilimlerinden toplumsal muhalefete S. 3
Körfezde reste rest Nükleer program›ndan vazgeçmeyen ‹ran, ABD ve AB’nin yapt›r›m›yla yüz yüze. Ancak yapt›r›mlar bafllamadan petrol fiyatlar›n›n artmas› bu politikan›n ters tepece¤ini gösteriyor S. 5
‘Kuvvetli olun’ Peri Suyu, Tortum, F›nd›kl›, Senoz Vadisi, Gerze, Hatay Samanda¤, Çanakkale Elmal›... Yaflam› savunanlar STHP’nin düzenledi¤i ‘Mücadeleler Birlefliyor Forumu’nda bir araya geldi. S. 7
Hrant Dink davası görüldü H
Kürt’teki müthiş güven kırılması BDP fi›rnak Milletvekili Hasip Kaplan’la, Uludere katliam› sonras›nda yaflananlar üzerine konufltuk. Kaplan’a göre Kürtlerdeki kopufl korucular› bile karfl› karfl›ya getirecek bir güven k›r›lmas›yla büyüyor S. 11
rant Dink cinayeti davasının 24’üncü duruşması Beşiktaş 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 10 Ocak günü gerçekleşti. Mahkemede söz alan Yasin Hayal, cezaevinde saldırıya uğradığını, gardiyanların kendisini tehdit ettiğini söyledi. Mahkeme başkanına bir kağıt uzatan Hayal, “Tuncel' den Ramazan Akyü-
rek'e kadar ismi geçen herkes beni kullandı. Bana şimdi gözdağı veriyorlar; ölüm tehdidi
altındayım” dedi. Dink ailesinin avukatları ,Trabzon Jandarması, Trabzon Em-
niyeti, İstanbul Emniyeti ve İstihbarat Daire Genel Başkanlığının, cinayette ihmali olduğunu ve kasten insan öldürme suçundan sorumlu olduklarını söyledi. Bir sonraki duruşma, Hrant Dink'in ölüm yıldönümü olan 19 Ocak'tan iki gün önce 17 Ocak'ta yapılacak.
Dosya: Kaçakçılık Osmanl›n›n yar› sömürgelefltirilmesi sürecinde tütün ve tuza konulan a¤›r vergiler yüzünden bafllayan kaçakç›l›k, kirli savafl sürecinde savafl
ekonomisinin bir parças› olarak büyüdü. Kaçakç›l›k bugün AKP’nin yeni s›n›r güvenlik konseptinin meflrulaflt›r›lmas› için kullan›l›yor S. 12
Ferda Koç / Sayfa 4
Ziya ‹ncedere / Sayfa 7
Bu kez sa¤›n alternatifi...
Hepinizin yüre¤ine sa¤l›k
Tufan Sertlek / Sayfa 9
‹flçinin en yal›n hali
Deri iflçileri isyanda
Taylan Kaya: ‘Biz’ çoğalıyoruz Hopa olaylar› sonras›nda tutuklanan ve 16 Aral›k günü tahliye olan Halkevleri Karadeniz Bölge Baflkan› Taylan Kaya, süreci de¤erlendirdi S. 3
Zeynep Çelik / Sayfa 10
Uludere ad› da ulu ac›s› da
Bolu Gerede’de tabakhanelerdeki iflçilerin çal›flma koflullar› sanayi devrimi zaman›ndaki ‹ngiltere’yi aratm›yor. ‹flçiler bu çal›flma koflullar›na karfl› isyan etti. Haklar›n arayan iflçiler polisle çat›flt›. S. 8
Sar›kam›fl’› gördün mü? Tarih sayfam›zda Baflbakan Erdo¤an’›n ‘Kahramanl›k destan›’ olarak de¤erlendirdi¤i Sar›kam›fl harekat›n› inceliyoruz. 4 Ocak 1915,baflbakan›n dedi¤i gibi kahramanl›k destan› m›yd›? S. 13
2
MEDYA 12 Ocak 2012 / 25 Ocak 2012
Halk›n Sesi
Oda Tv davasında tahliye yok: Vay be! On ay sonra ilk defa kendilerini savunabilen Oda Tv davasının mahpus gazetecileri tahliye edilmedi. Sanıklar, basına yansıyamayan savunmalarında AKP’nin hukuk düzenini mahkum edip gazetecilik dersi verdiler
O
n gün süren Oda TV davasının ilk duruşmasının ardından tutuklu yargılanan gazetecilerin tahliye talebi reddedilince Ahmet Şık’ın eşi Yonca Verdioğlu tepkisini ve şaşkınlığını bu iki kelimeyle özetledi: Vay be! Dört ayrı bilimsel raporla sanıkların bilgisayarına virüs marifetiyle yerleştirilildiği anlaşılan belgelere dayanarak hazırlanan iddianamede, 12’si gazeteci 13 sanık Ergenekon terör örgütünün medya yapılanmasına mensup olmak ya da üyesi olmamakla beraber örgüt adına suç işlemekten yargılanıyor. Aralarında Ahmet Şık, Nedim Şener, Soner Yalçın ve Yalçın Küçük’ün bulunduğu 13 sanık 10-11 ay süren mahpusluğun ardından 26 Aralık günü ilk kez kendilerini savunma hakkı elde etti. Reddi hakim talebi nedeniyle 21 Kasım’da ertelenen davanın ilk duruşması 26 Aralık günü Çağlayan Adliyesi’nde 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlandı. İlk duruşma 154 sayfalık iddianamenin okunması ve sözlü savunmalar nedeniyle 10 gün sürdü. Mahkeme 5 Ocak günü “savunmasını yapmayan ve tutuksuz yargılanan iki sanığı” dinlemek üzere davayı 23 Ocak’a erteledi.
STV’ye malum oldu Oda TV davas›nda mahkeme heyetinin tahliyeleri red karar› davay› takip eden herkesi flafl›rtt›. Bir kurum hariç: STV. Çünkü Samanyolu TV, mahkemenin red karar›n› karar heyet taraf›ndan aç›klanmadan 20 dakika önce izleyicilerine duyurdu. Mahkeme baflkan› karar› okudu¤unda saatler 21.48'i gösteriyordu. STV, tutuklulu¤un devam› karar›n› aç›klad›¤›ndaysa saatler 21.27'yi gösteriyordu. Kanal karar› önceden ve isabetli bir biçimde duyurmufltu. AKP medyas›n›n Oda TV davas›ndaki önemli bir rolü de iddianameye dayanak oluflturacak yaz›lar kaleme almak oldu. Nedim fiener mahkemeye sundu¤u yaz›l› savunmas›nda Yi¤it Bulut (HaberTürk), Alper Görmüfl, Rasim Ozan Kütahyal›, Önder Aytaç (Taraf), fiamil Tayyar (Star) imzal› yaz›lara dayan›larak kendisinin suçland›¤›n› belirtti.
YARGILAYAN SAVUNMALAR On gün süren davanın bir haftalık ilk etabını iddianamenin okunması ve Yalçın Küçük’ün savunması oluşturdu. Yargılanan gazetecilerin savunmaları, kendilerini savunmaktan öte gazetecilik mesleğinin değerlerini savunmak ve iddianamenin tutarsızlığını ortaya koymak üzerineydi. Örgütün talimatları doğrultusunda haberler yapmakla suçlanan gazeteci Barış Terkoğlu mahkeme heyetine haber yapım sürecini anlatırken yargılandıkları iddianamede içinde “devrim”, “Ergenekon”, “savaş” kelimeleri geçen haberlerin aratılarak içeriğine bakılmaksızın suç unsuru olarak dosyaya koyulduğunu belirtti. Haber hazırlarken görüş almak üzere yaptığı görüşmelerin de suç delili olarak sunulduğunu belirtti.
ZAMAN DA B‹LM‹fiT‹
STV’nin bu “baflar›s›” AKP medyas› aç›s›ndan bir ilk de¤il. Zaman gazetesi, 26 May›s 2010 günü verdi¤i “Samsun'da terör propagandas› yapan 3 kifli gözalt›na al›nd›” bafll›kl› haberde, gözalt›na al›nanlardan birisinin Halkevleri üyesi oldu¤unu iddia etmiflti. Oysa operasyonda gözalt›na al›nanlar›n hiçbirisi Halkevleri üyesi de¤ildi. Fakat bu haberden 5 gün sonra gerçekleflen polis bask›nlar›yla Halkevi üyeleri gözalt›na al›nm›fl ve tutuklanm›flt›.
TAHL‹YE ‹STEMED‹ Gazeteci Ahmet Şık savunmasında hem sosyalist kimliğine hem de gazetecilik mesleğine sahip çıktı. Şık, Oda TV iddianamesinde suç delili olarak 251 haberin, 287 telefon numarasının, basılmış bir kitabın ve
basılmamış bir kitabın gösterildiğini anlattı ve buna rağmen “gazeteciliğin yargılanmadığının iddia edildiğini” söyledi. 11 aydır neden tutuklu olduğunu bilmediğini söyleyen Şık, bugüne dek gurur duyduğu sosyalist kimliğine bakılarak hakkında ortaya atılan iddiaların yanlış olduğunun anlaşılacağını söyledi. Ayhan Çarkın’ın ifadeleri sonrası yaşanan adli süreci ve Deniz Feneri davasını hatırlatan Şık, bu davada tutuklamaların yaşanmadığını ya da kısa tutulduğunu hatırlatarak “Ben cani katil veya Deniz Feneri sanığı değilim bu sebeple 11 aydır tutukluyum” diyerek “Bilinsin ki tahliye talep etmiyorum” dedi. Şık, davada gazetecilerin değil, gazeteciliğin yargılandığını belirttiği savunmasında ortada bir hukuk katliamı olduğunu söyledi. “Adı
hükümet, cemaat veya devlet olsun, demokratik düzende bunları eleştirmek suç teşkil etmez” diyen Şık “Umarım hükümet destekçisi meslektaşlarımın sessizliğinin nedeni duydukları utançtır!” diyerek AKP’nin kurduğu demokrasi düzenini ve bu düzenin şekillendirdiği medyayı eleştirdi. Şık “Derin devlet yöntemleri halen iktidarda. Sadece sahipleri değişti. Bu yeni Ergenekon'la da mücadele edeceğim” diyerek sözlerini bitirdi. D‹NK DAVASINI KARARTIYORLAR Dink cinayetindeki istihbarat ve emniyet ihmallerini ortaya çıkaran çalışmalara imza atan Nedim Şener de savunma yaptı. Nedim Şener, savunmasına özgürlük için yola düşenlere, Ragıp Zarakolu’na, Hopa davası
sanıklarına selam göndererek başladı. Şener polis raporlarının iddianameye dönüştüğünü, bu durumun da 100 tutuklu gazeteci yaratarak Türkiye’yi zor duruma düşürdüğünü ifade etti. Şener, Ergenekon örgütüyle bağdaştırılmasının bir mail yoluyla olduğunun altını çizerek bu davaya dahil edilmesinin nedeninin Dink cinayetini ve cinayette polisin ihmalini araştırması olduğunu söyledi. Yaşarken Dink’i tanımadığını söyleyen Şener, “Dirisi ailesine aittir ama ölüsü hepimizin onurudur” dedi. Şener hükümetin operasyonel gazetecisi Mehmet Baransu’nun kendisine yönelik karalama yazılarını anlatarak savcının da bu yazıları iddianameye koyduğunu aktardı. Gazetecilerin savunmalarının ardından savcı tutukluluk hallerinin
devamını istedi. Mahkeme Başkanı’nın duruşmanın ilk günü sarf ettiği “Biz burada olgularla yakıştırmaları ayırmaya çalışacağız” sözü ve ardından gazetecilerin kendilerine yakıştırılan suçlamaları çürütecek savunmalarına rağmen heyet, tahliye kararı vermedi. Avukatların verdiği bilgiye göre hakim, avukatlara “tutukluluk kararı verdikleri için üzgün olduklarını ve esas değerlendirmeyi bir sonraki duruşmaya kadar yapacaklarını” söyledi. Medyadaki muhalif isimlere gözdağı verme amacı güttüğü iyice açığa çıkan Oda Tv davasında, kamuoyu tepkisine ve iddianamenin savunmalarla çürütülmesine rağmen gazetecilerin ilk duruşmada serbest bırakılmaması AKP’nin medya operasyonunun süreceğine işaret ediyor.
Gözleri vardır görmezler U
ludere katliamı 28 Aralık gecesi 21.00’de yaşadı. Ama Türkiye’de Kürt düşmanlığını ve iktidar yandaşlığını meziyet edinen medya, bu olayı gerçekleştikten 18 saat sonra, AKP sözcüsü Hüseyin Çelik’in düzenlediği basın toplantısıyla birlikte verdi. 18 saat süren suskunluğun açıklaması ise “Olayı doğrulatmak için resmi açıklama bekledik” oldu. Egemen medya için bu resmi açıklama o kadar “AKP’li” birinden olmalıydı ki Şırnak Valisi’nin Çelik’ten birkaç saat önce yaptığı ve katliamı doğrulayan açıklaması bile medyayı Uludere Katliamı’nı gündemine alma konusunda ikna edememişti. ‘SINIRDAK‹ OLAY’ Uludere’deki ölümleri AKP izniyle veren kanallar daha sonra katliama ilişkin manipülasyona başladı. Samanyolu’ndan Kanal 24’e, NTV’den Ülke Tv’ye kadar tüm yandaş TV kanallarında katliam “sınırdaki olay” olarak ifade edildi, katliam ve ölümlerin üstü örtülmek istendi.
Ertesi gün gazeteler iktidarı aklama derdiyle çıktı. Egemen medyanın tek bir gazetesi bile katliamın gerçek sorumlularını göstermeye cesaret edemedi. Hürriyet “35 ölü çok üzgünüz” sürmanşetiyle, Habertürk “Sınırda vahim hata” manşetiyle, Akşam “İnsafsız hava araçları” manşetiyle çıkarken bu “hata”yı yapanlara dair tek bir satır bile yazmamıştı. En utanç verici manşetler AKP medyasına aitti. AKP medyasının amiral gemisi Zaman katliamı
Yandaşlıkla ekmek yemek bir yere kadar
A
“Ölümcül İstihbarat’” manşetiyle duyurdu. Gazete bu manşetin yer aldığı çerçeveye buram buram manipülasyon kokan şu haber başlığını eklemeyi de ihmal etmedi: “PKK köylüleri yem mi yaptı?” Bugün gazetesi “Evrene müebbet” manşetiyle çıktı. Uludere katliamını ise büyütülecek bir konu olarak görmemiş olacak ki bir kutu içerisinde “İstihbarat faciası” başlığıyla duyurdu. Katliam Sabah gazetesinde de “Gediktepe sendromu kaçakçıyı
KP’nin, iktidarın tüm olanaklarını seferber ederek medya patronu yaptığı Çalık, medyadan çekiliyor. ATVSabah grubunu satışa çıkarmak için yatırım bankası Goldman Sachs yetkilendirildi. ATV ve A Haber'in ciddi zararda olması Çalık, Halk Bankası'na olan kredi borcunun ödemekte zorlanması nedeniyle medya grubunu satışa çıkardığı öne sürülüyor. Çalık Atv-Sabah’ı AKP iktidarının büyük desteği ile almıştı. Dinç BilginTurgay Ciner ortaklığındaki gruba 1 Nisan
vurdu” başlığıyla haberleştirildi. Bu başlık TSK’nın sınırdan geçen PKK’lileri vurmadığı için asker kaybıyla suçlandığı Gediktepe baskınını hatırlatarak özünde katliamı meşrulaştırma niyetini yansıttı. Vurulanların “sivil” değil “kaçakçı” olarak anılması da haberdeki ikinci manipülasyondu. Bu vurguyla ölenleri suçlulaştırılmaya çalışıldı. Uludere’nin bir diğer özelliği de ırkçılığın Yeni Akit ile Sözcü gibi zıt kutupta yer alan iki
2007’de TMSF tarafından el konulmuştu. Grup 5 Aralık 2007 günü TMSF tarafından düzenlenen ihale ile Çalık grubuna satılmıştı. İhalede ilginç bir biçimde sadece Çalık grubu teklif vermiş, diğer 8 grup sadece teşekkür mektubu koyarak ihaleden çekilmişti. Çalık Holding ihalede 1.1 milyar dolarlık bir teklif vermişti. Ödeme için AKP devreye girmiş, Çalık’ın taahhüt edilen 1.1 milyar doları ödemesi için kamu bankaları olan Vakıfbank ve Halkbank’tan 375’er milyon dolar kredi alınması
gazeteyi birleştirme gücünü bir kez daha göstermesiydi. Sözcü katliamı yalan habere dayandırarak “Silah taşıyorlardı” sürmanşetiyle duyururken Yeni Akit de “Terörist mi kaçakçı mı?” başlığıyla çıktı. Her iki gazete de okurlarını öldürülenlerin “masum siviller” olmadığına ikna etme çabasına girişti. Elbette tüm bu çabalara rağmen Uludere’yi egemen medyadakiler dahil pek çok gazeteci yazdı. Serdar Akinan (Akşam), Serkan Ocak (Radikal) bölgeye giderek gelişmeleri yakından takip etti. Bu iki gazeteci cenazeleri izledi, olayları köylüden dinleyip aktardı. İzlenimlerini sosyal medyadan da paylaştı. Medya Mahallesi gibi TV programları katliama dair gelişmeleri haber yaptı. İlk gün olayı etkisizleştirmeye dönük çabalar işe yaramayınca devreye komplo teorileri girdi. AKP’yi, zor duruma düşürmek için köylülerin katledildiği yalanı işlendi, kaçakçıların PKK ile ilişkili olduğu iddiaları dile getirildi.
sağlanmıştı. Geri kalan miktar ise Abdullah Gül tarafından Çalık Holding yöneticileri ile Katar Şeyhi’nin tanıştırılması ve Katarlı El Wassel şirketinin hisselere ortak edilmesiyle karşılanmıştı. ATV Sabah grubuna Texas Pasific Group (TPG), KKR Co ile Time Warner Group ve Alman RTL’nin talip olduğu öne sürülüyor. Taliplerden Texas Pasific Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın eski başdanışmanı işadamı Cüneyt Zapsu’yu danışman olarak istihdam ediyor.
Genişleyen kadrosuyla yayımlandı T
utuklu gazeteciler tarafından çıkartılan Tutuklu Gazete'nin ikinci sayısı 10 Ocak'ta çıktı. "Terörist değil gazeteciyiz" manşetiyle yayımlanan gazete, BirGün, Evrensel ve Aydınlık gazeteleri ile 10 Ocak Salı, Atılım gazetesi ile birlikte 14 Ocak Cumartesi günü okuyuculara ulaştı. Tutuklu Gazete'nin ikinci sayısı, hapishanedeki 43 gazeteci ile yeni tahliye olan 2 gazeteci ve 2 konuk yazarın yazılarından oluşmak üzere 16 sayfa olarak hazırlandı. Gazetenin ikinci sayfasında hapishaneden gönderilen karikatürler de yer aldı. Gazetenin ikinci sayısında konuk yazar olarak uzun yıllar hapishanede kalan Nevin Berktaş ve geçtiğimiz günlerde Habertürk’te işten çıkarılan Ece Temelkuran' a yer verildi. Ayrıca hapishaneden çıkmasının ardından kalp ameliyatı geçiren ve ardından yaşamını yitiren İşçi Köylü gazetesinden Suzan Zengin'in anısına gazetede bir köşe ayrıldı. 100 binden fazla basılıp dağıtılacak olan Tutuklu Gazete’nin ikinci sayısının “genişleyen yazar kadrosu” şöyle: Ragıp Zarakolu, Doğan Yurdakul, Mustafa Balbay, Nedim Şener, Müyesser Yıldız, Ahmet Şık, Soner Yalçın, Barış Pehlivan, Hikmet Çiçek, Turhan Özlü, Tuncay Özkan, Erol Zavar, Erdal Süsem, Hüseyin Deniz, Ömer Çelik, Çağdaş Kaplan, Murat İlhan.
3
GÜNDEM 12 Ocak 2012 / 25 Ocak 2012
Halk›n Sesi
‘Bizim gibiler’ çoğalıyor Halkıs Sesi: 31 Mayıs’tan başlayalım, biraz o günü ve sonrasında yaşananları anlatır mısınız? Taylan Kaya: O gün, Hopa halkı suyuna ve çayına sahip çıktı. 31 Mayıs öncesinde Hopa’da bir ÇED toplantısı yapılmak istendi ama kitlesel bir şekilde müdahale edilerek toplantı yaptırılmadı. Çayın da değersizleştirilmeye çalışıldığı bir süreçti ve birçok alım yeri önünde eylemler yapılıyordu. 31 Mayıs olayları da böyle bir iklimde gerçekleşti. Başbakanın geleceği gün bir protesto olacağı zaten belliydi ve Hopalılar, AKP’nin politikalarına karşı çıktıklarını o gün yüksek sesle dile getirdi. Ülke çapında sermayenin doğayı talanına karşı irili ufaklı direnişler vardı ve Hopa’da doğrudan bu saldırının başına “dur” denildi. Böylece Hopa’da, HES karşıtı mücadelelerin öfkesini yansıtan bir eylem oldu. Siyasi iktidar, Hopa üzerinden diğer yaşam savunucularına gözdağı verse de Hopa’daki direniş, suyuna sahip çıkanlar açısından bir cesaret unsuruna dönüştü. Hopa halkına yönelik saldırdılar sonra da değişik biçimlerde devam etti. Bu saldırılar, Hopa’da oteller basılıp dışarıya “Hopa fuhuş yapılan bir yerdir” mesajı verilerek, sivil polis sayısı artırılıp halkı muhbirleştirmeye çalışılarak, MHP’lilere “meydanı boş bırakmayın” çağrısı yapılarak ve cemaatçiler Hopa’ya göç ettirilerek sürdürüldü. 31 Mayıs ve takip eden süreçte onlarca insan gözaltına alındı, pek çoğumuz tutuklandık, aylarca cezaevinde kaldık.
K
Hopa olayları sonrasında, tutuklanan Halkevleri Doğu Karadeniz Bölge Temsilcisi ve Derelerin Kardeşliği Platformu Yürütme Kurulu Üyesi Taylan Kaya ile Hopa davasını ve gelişmeleri konuştuk
Neyle suçlandınız, neler soruldu? 31 Mayıs’tan sonra gözaltına alınanlar tehdit edilerek onlardan birkaç kişi üzerine ifade vermeleri istendi. Biz tutuklandıktan sonra yanı başımızda Arhavi’de cezaevi olmasına rağmen sürgün mantığıyla ve ailelere eziyet olsun diye uzağa, Erzurum’a götürüldük. Aylarca cezaevinde kaldıktan sonra aynı suçlamaları yeniden karşımıza geldiğini gördük. Neden savunma yapmanıza dahi izin verilmeden tahliye edildiniz? Nasıl
bir savunma yapardınız? Ankara’da görülen Hopa davasında toplum tarafından sahiplenen haklar adeta yasa haline geldi. Siyasi iktidarın yaydığı “Direnen yanar” fikri, mahkeme sürecinin hak mücadelesinin savunusu şeklinde örgütlenmesiyle toplumun adalet kavramını sorgulamasına neden oldu. Yani “Yaşamı savunmak, suyu savunmak suç değil haktır” mantığı açığa çıktı. AKP, Hopa’da benzer bir durumu kaldıramazdı. Bu yüzden apar topar
16 Aralık günü tahliye edildik. Hopa’da da “Yargılanan Hopa’dır” düşüncesi hakimdi. Hopa’dan, Metin Lokumcu’yu aramızdan almışlardı. Hopa’dan onlarca insanı gözaltına alıp tutuklamışlardı. Dolayısıyla, Hopa’da bizi suçlayıp mahkemeye çıkaracakları bir pozisyona gelmek istemediler. Bizim savunumuz suyun, doğal yaşam alanlarının, temel geçim kaynağı olan çayın, sermayenin yağmasına karşı halkın direniş hakkının savunması olacaktı. Bu savunma aynı
zamanda Metin Lokumcu’nun katillerine karşı bir adalet arayışı şeklinde olacaktı. Bundan sonrası için ne söylenebilir? Hopa olayları, sermayenin doğanın talanı konusunda insanları ikna sürecini geride bıraktığını gösterdi. Tortum, Solaklı ve Gerze’deki saldırılar ve tutuklamalar da bunu netleştirdi. Artık tartışma “HES yaralı mıdır zararlı mıdır” değil “Cesaret edip yaşamı savunma ve direnme ya da vadilerden derelerden vazgeçme, yaşamdan vazgeçme” tartışmasıdır. Çünkü siyasi iktidarın zeminini oluşturan yerlerde bile direnişler varsa, AKP’li belediye başkanları bu mücadeleler yüzünden “Partimden utanıyorum” diyerek istifa ediyorsa, artık ikna süreci işlemez. B‹Z VARIZ VE ÇO⁄ALIYORUZ Direnenlerin “terörist” ilan edildiği Türkiye’de insanlar kendi gibilerinin direndiğini gördü. Örneğin, Tortum’da sokağa çıkması bile günah sayılan, erkeklerle göz göze gelmeyen kadınların çevik kuvvetle dişe diş bir çatışmaya giriştiklerini herkes gördü. Solaklı’da ve birçok vadide benzer şeyler yaşandı. Halkta, “Bizim gibiler direniyor” fikri yaygınlaştı. Topyekün bir saldırı başladı. Önümüzdeki dönemde de şiddetlenerek sürecek. Ancak kimsenin susup “Eyvallah” demesini beklemesinler. Talanda ısrar ederlerse direniş daha da büyük ve sert bir şekilde karşılarında duracaktır.
Evren sanık ama fikri iktidar
enan Evren’i yargılamak için hazırlanan 12 Eylül iddianamesinden sol düşmanlığı çıktı. Yargıladığı darbecilerle aynı dilde konuşan iddianame “12 Eylül sürüyor” iddialarını doğrular nitelikte. Demokrasi üzerine “teorik” bir çalışmayla başlayan 12 iddianamesi, sosyalist demokrasiye saldırıyor ve kapitalizmin “çoğulcu demokrasi” yalanı övülüyor. İddianamede sanık Kenan Evren’in yaptırdığı 12 Eylül Anayasası’nın “çoğulcu demokrasi”yi hakim kılmak istediği söyleniyor ancak kimi “vesayetçi” yönlerine de dikkat çekiliyor. “Toplum devlet içindir” anlayışının hakim olmasını eleştiren iddianame sözü gene sola getiriyor ve bu anlayışın hakim olduğunu savunduğu SSCB’nin, halkına yaptığı “baskı ve mezalim” nedeniyle yıkıldığını iddia ediyor. İddianamede liberal ekonominin “dünyanın ve ortak aklı” tarafından kabul edildiği savunuluyor. Böylece 12 Eylülcülerin en
büyük icraatları olan, neoliberal dönüşüm de övülüyor. KOZM‹K ODAYA G‹RMEM‹fi M‹YD‹N‹Z? İddianamenin ikinci bölümünde, “Askeri darbede gerekçe olarak kullanılan terör olayları” başlığı altında da çoğunlukla gazete ve internet sitelerindeki haberlere/röportajlara dayalı bir içerik yer alıyor. Hiçbir şekilde yeni bir belgenin konulmadığı iddianamede gerçekler özellikle halka yönelik katliamlar “örtülü” kalmaya devam ediyor. “Genelkurmay’ın kozmik odasına girdik”, “askeri vesayeti kaldırdık” sloganlarının bolca atıldığı bir dönemde iddianamede hiçbir “gizli” askeri, idari belgenin olmaması dikkat çekiyor.
NOKTA OPERASYONU DA SÜRÜYOR İddianamedeki sol düşmanlığının en açık örneği Fatsa’ya dair şu ifadelerde görülüyor: “Fatsa ilçesi, sokaklarında rahatça dolaşılamayan, resmi dairelerinde Türk bayrağı asılmayan, camilerinde namaz kılınamayan, okullarında mini mini öğrencilerine dahi sol yumruklar havada enternasyonal marşı söyletilen, devlet gücüne karşı, barikatlarla çevrilmiş, hiçbir adli ve devlet organı faaliyet gösteremeyen, bütün meselelerini 11 Halk-direniş komiteleri tarafından çözülmeye çalışılan, milliyetçi vatandaşların mallarının istimlak edilerek göçe zorlandığı, gitmeyenlerin acımasızca öldürüldüğü bir yer haline geldi.” Cuntacıların Fatsa’ya dair söylediği ne kadar yalan varsa tekrarlanan iddianamede,
Fatsa’ya müdahale edilmesine değil, diğer olaylarda da Fatsa gibi operasyonların neden yapılmadığına dair eleştirel değerlendirmeler yer alıyor. İddianame sol düşmanlığı konusunda sosyalistlerle de yetinmiyor. Ecevit döneminde IMF ile anlaşılmadığı için “kıtlık” yaşandığından bahsedilen iddianamede Demirel’in 79’da enkaz devraldığı savunuluyor, Özal’a övgüler düzülüyor. İddianamedeki sol düşmanlığı, darbenin amacını gizlemeye yarıyor. Kontrgerillanın eylemleriyle bastırılamayan toplumsal mücadelelerin askeri darbeyle ezildiği gözden ırak tutuluyor. Tersine toplumsal mücadeleler tıpkı kontrgerilla eylemleri gibi darbe için zemin hazırlayan faaliyetler olarak değerlendiriyor. Zaten Kenan Paşa da böyle diyor…
Q
'Okumufl insan halk›n yan›ndad›r' diyen Ondokuz May›s Üniversitesi T›p Fakültesi ö¤rencileri termik santral yap›lmas›na karfl› direnen Gerze'deki Yayk›l Köyü'ne 8 Ocak günü dayan›flma ve sa¤l›k taramas› gezisi düzenledi.
Q
Alternatif Biliflim Derne¤i "Güvenli internet" filtre uygulamas›na "akademik fark›ndal›k" ça¤r›s› yapt› imza kampanyas› bafllatt›.
Q
Uludere katliam›n› protesto etmek için 8 Ocak’ta ‹stanbul Esenyurt’ta yap›lan eyleme polis sald›rd›. 14 kifli gözalt›na al›nd›.
Q
16 y›l önce gözalt›na al›narak öldürülen Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe, katledildi¤i 8 Ocak günü mezar› bafl›nda an›ld›.
Q
Halklar›n Demokratik Kongresi, "Bar›fl ve Adalet için sen de bir ses ç›kar" kampanyas›n› 7 Ocak’ta bafllatt›.
Q Q
Roboski katliam›n›n ard›ndan bölgeye giden kitle örgütleri ve sanatç› heyeti 7 Ocak’ta izlenimlerini paylaflt›lar. 5 Ocak‘ta Cumhurbaflkan› Abdullah Gül'ün Bolu ziyareti s›ras›nda okullar›na girmek isteyen iki ö¤renci gözalt›na al›nd›.
Q
‹stanbul Tuzla’da bulunan RMK Tersanesi’ndeki ELTA Elektrik’te iflten ç›kar›lan 3 iflçi 4 Ocak günü direnifle geçti.
Q
1996 y›l›nda Ö¤renci Koordinasyonu'nun bir eyleminde TBMM'de pankart açarak üniversite harçlar›n› protesto edenler aras›nda yer alan ve bir süre hapiste yatan Ulafl Do¤u Atl›, Adalet Bakanl›¤›'n›n "ihmali" nedeniye Amsterdam'da gözalt›na al›nd›. Açl›k grevine bafllayan Atl›, belgelerdeki eksiklerin tamamlanmas›n›n ard›ndan serbest b›rak›ld›.
Q
‹stanbul Üniversitesi Beyaz›t Kampusünde polis-faflist iflbirli¤i ile gerçekleflen sald›r›lar, 3 Ocak günü kitlesel bir eylemle protesto edildi.
Q
Uludere Katliam›’n› k›namak amac›yla Hakkari’de düzenlenen protestolara kat›lan dört çocuk tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Direnme e¤ilimlerinden toplumsal muhalefete 012, “barış, sağlık ve mutluluk” getirmedi. Bunun sorumlusu da her yeni yılda resmedilen “yeni yıl çocuğu” değil, doğrudan AKP iktidarıdır. Barış ile başlayalım: AKP iktidarı 2012’nin “barış yılı” olmayacağının haberini ve kanıtını Uludere katliamı ile verdi. 28 Aralık’ta Uludere’de 19’u çocuk 34 Kürdün katledilmesi bir operasyon kazası değildir. Bu katliamı yapanlar, planlamış ve böyle bir sonucu istemişlerdir. Katliamın istihbaratına ilişkin kuşkular yerindedir. Bu istihbaratı kim vermiştir? Bu istihbaratı verenler, oradakilerin kaçakçılık işçiliği yapan Kürt köylüleri olduğunu bilmektedir. Genelkurmay “bize geldi” derken, MİT “biz vermedik” demekte. Eğer bunlar doğru söylüyorsa, istihbaratı veren tek yer olarak ABD ve İsrail ihtimali kalmaktadır. Bu istihbaratı uygulayanlar ise, her türlü askeri prosedürü ihlal ederek uygulamıştır. Çünkü prosedürler gereği, istihbaratın yerel birimler tarafından doğrulanması gerekmektedir (Bunu doğrulaması gereken Gülyazı Alay komutanlığına doğrulama yaptırılmadığı gibi sözde sorumluluğu yıkarak alay komutanı görevden alınmıştır). Kısacası, istihbaratı veren de uygulayan da ne yaptığını çok iyi bilmektedir. Tek yanıldıkları ise katledecekleri insanların daha çok olacağı tahminidir. Çünkü normalde 100-200 insan arası olan kaçakçı işçilerin sayısı o gün 34 ile sınırlı kalmıştı. Devletin bütün kurumlarında artık
2
“tek söz sahibi” olan AKP iktidarı ise ilk 20 saat boyunca sessiz kalarak “haberim yoktu” numarasına yatmışsa da 27. saatte bizzat Tayyip Erdoğan suçu üstlenmiştir. “Bu yapılan çalışmalar, gösterdikleri hassasiyet sebebiyle gerek Genelkurmay Başkanıma gerek bölgede hizmet veren komuta kademesinin hepsine, bu konudaki hassasiyetleri sebebiyle de şahsım, milletim adına teşekkür ediyorum. Medyaya rağmen teşekkür ediyorum.” Katliama sahip çıkma, o kadar iğrenç boyutlara gelmiştir ki, iktidarın çiçeği burnunda gözde bakanı İdris Naim Şahin, “bundan sonra örgütün kaçakçılık gelirlerinin azalacağı” tespitinde bulunmaktadır. AKP iktidarında pişkinliğin sınırı yok. Başbakan’ın siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan, “Uludere kardeşliğin mimarı olacak” diyor. Ve Kürtlere önümüzdeki süreçte ufak kırıntıların verileceğini ima ediyor; “bazen ufak bir jest, büyük bir anayasa paketinden daha fazla anlam taşır”mış. Akdoğan tıpkı Erdoğan gibi, parti kapatmaktan yana olmadıklarını; ancak kişilerin yargılanabileceğini söylemekle birlikte, “bazı partiler hukuk sistemine meydan okur gibi davranışlar sergiliyorlar” diyerek BDP’nin kapatılmasını hep gündemde canlı tutuyor. Sonuç itibariyle, istihbaratı veren de uygulayan da sahip çıkan da bu katliamın sorumlusu ve suçlusudur. Kürt yoksul halkı yeni ve kapsamlı bir kirli savaşın hedefidir. Bu kirli savaş ve provokasyonlar üzerinden yeni bir iktidar kapışmasının ve paylaşımının
hesapları yapılmaktadır. Diğer yandan Karayılan’ın da açıkladığı gibi 2012, çetin bir savaş yılı olacak. 2012’nin bir başka “sürprizi”, İlker Başbuğ’un tutuklanması oldu. Tayyip, buna da “şaşırdı”; 2 yıl Genelkurmay Başkanı olarak beraber çalıştığı şahsın, tutuksuz yargılanma yolu arzusuymuş. Ama elinden bir şey gelmiyor, yargı bağımsız ya! Başbuğ, T.C. tarihinde tutuklanan ikinci (şimdilik) Genelkurmay Başkanı. (Tutuklanan ilk genel Kurmay Başkanı DP’nin göreve getirdiği Rüştü Erdelhun’dur. 27 Mayıs darbesiyle tutuklandı) Anlaşılıyor ki, Ergenekon, Balyoz, Odatv davaları aynı zamanda iktidarın yeniden yapılanmasında önemli bir çarpışma alanı olmaya devam edecek. Artık çekirdek kadrodan olmayanlar da güç edinmek için harcanabilir, Başbuğ bile. Hatırlanacağı gibi, göreve geldiği andan itibaren “sivil, hükümete bağlı komutan” diye kodlanan Başbuğ’un ilk icraatı Yeni Şafak ve Star gazetelerinin akreditasyon yasağını kaldırmak olmuştu. Ancak onlar bile bu “kıyağı” çabuk unuttu. Bu arada, bu davalar ve ifadeler sayesinde şanlı ordunun subaylarının nasıl kişilikler olduğunu anlama fırsatı bulduk. Üstler astları, astlar üstleri suçlama konusunda birbiriyle yarışmakta. Koskoca Genelkurmay Başkanı bile tutuklanmamak için altında görev yapan 2. Başkanı (Iğsız’ı) suçluyor. Neymiş, “onun haberi yokmuş, her şeyi Iğsız yapmış.” Bu kadar subay içerisinde
suçu üstüne alan (kendini diğerleri için feda eden(!)) bir teki bile çıkmadı. Hepsi hapis yatmamak için yırtmaya çalışıyorlar, ölüm söz konusu olsaydı, ne yaparlardı acaba?! Her şeye rağmen Başbuğ’un tutuklanmasıyla, içeride yatmakta olan alt kadrodaki subaylar AKP’nin adaletine inanmaya başlamışlardır. AKP’nin, neredeyse “şamar oğlanı”na çevirdiği böylesi bir orduyu, yeni bir savaş için motive etme zorunluluğunda olması ise ayrı bir açmaz. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı süresinin 7 yıl olarak belirlenmesiyle birlikte 2014’e kadar ülkede seçim olmayacağı kesinleşti. Dolayısıyla bu iki yıl AKP için hiçbir göz boyamaya ihtiyaç duymadan ilerleyeceği yıllar olacak. Bu yılların halk için “sağlık”lı olmayacağı kesin. 1 Ocak 2012 ile yürürlüğe giren Genel Sağlık Sigortası sisteminin daha fazla para, daha fazla hastalık anlamına geldiği herkes tarafından kavrandı, kavramayanlar da yakında kavrar. Eğitimin Ömer Dinçer’e teslim edilmesiyle birlikte yeni “zihni sinir proceleri” de ortalığa dökülmeye başladı. Zorunlu eğitim süresini 12 yıla çıkarma projesinden, sömestr tatilinden öğrencileri umreye götürme projesine kadar daha bir dizi “hokkabazlık” göreceğiz. “Halka zulüm, sermayeye gülüm” yasaları da bir bir hazırlanıyor. Bunların başında da HES yapımı için zorunlu olan ÇED raporlarını devre dışı bırakmayı amaçlayan yeni bir yasa geliyor.
Tüm bunlarla birlikte olası bir kriz beklentisi –ki ilk işaretini 3.köprü için ihaleye bile girecek şirket bulamayarak verdi- ve yapılması gereken savaş hazırlıkları AKP iktidarını, büyümesi beklenen toplumsal muhalefet karşısında şimdiden barikatlar oluşturmaya zorluyor. AKP için bu durum zorunluluk değil, tercih elbette. Tayyip, Uludere katliamını değerlendirdiği konuşmasında aynı zamanda “molotofun ateşli silah” kategorisinde değerlendirileceği yeni bir yasa hazırladıkları müjdesini (!) veriyordu. AKP’nin üçüncü dönemi demokratik hakların tamamen baskı altına alınmaya çalışılacağı bir dönem olarak, Demokrat Parti’nin üçüncü dönemine benzeyecektir. (Aynı zamanda DP’nin devamılar ya; ancak AKP’nin önceden TSK’yı denetim altın almış olması önemli bir derstir.) Kılıçdaroğlu hakkında hazırlanan fezleke bunun bir işareti. AKP, Kılıçdaroğlu için fezleke hazırlamış; eğer TBMM’de dokunulmazlığının kaldırılması kabul edilirse Kılıçdaroğlu hakkında soruşturma açılacak. Hatırlanacak olursa, DP döneminde “basını ve muhalefeti soruşturmak amacıyla, gazete kapatmaktan, muhalif düşüncede olanları tutuklamaya kadar geniş yetkilere sahip bir Tahkikat Komisyonu” kurulmuştu (27 Nisan 1960). Ve bu Komisyon’un ilk kararlarından biri İsmet İnönü’ye “12 oturum TBMM toplantılarına katılmama” cezası vermek olmuştu. Olaya tepki gösteren CHP milletvekilleri de meclisten zorla çıkarılmıştı.
2012’nin, demokrasi talebinin bolca dile getirileceği bir yıl olacağından kimsenin şüphesi olmasın. AKP’nin siyasal rejimi giderek sertleştiren politikaları karşısında halkta ciddi direnme eğilimleri de gözlenmektedir. Toplumsal muhalefette, hak mücadelesi temelinde yükselen taleplerin yanında, “demokrasi mücadelesi” temelinde yükselen siyasal hak talepleri giderek artmaktadır. Demokratik haklarla fazla uğraşan iktidarların da uzun ömürlü olmadığı bilinmektedir. Bu ülke halklarının “demokrasi mücadelesi” geleneği hala çok güçlüdür. Üzerlerinden bir 12 Eylül ve 12 Eylül’den beri de bir dizi sağ iktidar geçmiş olmasına rağmen hala güçlü bir gelenek bu. Bu dönemde yeşermiş liberal, reformist eğilimlere ve bu eğilimlerin temsilcilerinin birer köşe/koltuk işgal etmiş olmalarına rağmen güçlü. Üstelik demokrasi mücadelesi geleneği, iktidar bloğunun birbirini yemeye çalışmasından medet ummayacak kadar deneyimlidir. Yine bu demokrasi mücadelesi geleneği göstermektedir ki demokratik haklar bir kere ele geçirilince sonsuza dek kazanılmış sayılmaz; bunların sürekli baskıcı iktidarlar karşısında korunması, geliştirilmesi ve yeni hakların kazanılması gerekir. Yeni haklar kazanmanın tek yolunun mücadele etmek olduğunun bilinciyle, AKP karşıtı direniş eğilimlerinin toplumsal muhalefet olarak örgütlenmesi gerekmektedir.
4
GÜNDEM 12 Ocak 2012 / 25 Ocak 2012
Halk›n Sesi
Bu kez sa¤›n alternatifi yine sa¤ olmas›n ludere katliamı sonrasında AKP “el büyüttü”. Katliam sonrasında “özür dilemeye” dahi yanaşmayan Erdoğan, “Asla geri adım atmak yok!” sloganıyla, bugüne kadar geliştirdiği bütün baskı politikalarının “patronu” olduğunu bir kez daha gösterdi ve “sonuna kadar gideceğini” ilan etti. AKP iktidarının (şu anda Erdoğan’ın emri altında olan) otoriter bir rejim inşaa etme yolunda kararlı bir biçimde ilerlediğinde artık kuşku yok. Uludere katliamının ardından ABD Büyükelçisinin yaptığı açıklamalar, AKP’nin inşaa ettiği otoriter iktidarın en güçlü ve aktif destekçisinin ABD olduğunu kanıtladı. Katliamı, Fransa dahil, Avrupa’nın “sessiz” denilebilecek bir biçimde karşılaması, ABD’nin çiziminde aktif rol oynadığı bu rotanın AB tarafından da kabul edilmiş olduğunu gösteriyor. Erdoğan’ın Putin’in yolunda ilerlediğini gösteren Ferda Cumhurbaşkanlığı tartışmaları Koç da, AKP’nin giderek otoriterleşen politikasının “iktidar ferdakoc@ güvencesini sağlama” hedefini hotmail.com çoktan aştığını, iktidarına kalıcı bir model oluşturma peşinde koştuğunu gösteriyor. Adnan Menderes’in, Süleyman Demirel’in, Turgut Özal’ın politik yaşantısına damgasını vuran “Sivil Diktatörlük” özlemi, Tayyip Erdoğan’ı da cezbetmiş görünüyor. Devletin baskı aygıtları her geçen gün biraz daha AKP güdümünde “koordine” oluyor. AKP’nin devlet iktidarını giderek kuşatan nufuzu, büyük sermaye ve medyasının da bu nufuzun hükmü altına girmesiyle paralel gelişiyor. (Uludere katliamının, ancak üzerinden 10 saat geçtikten sonra ana akım medyaya girebilmesi, bu belirleyiciliğin hangi seviyeye geldiğinin çarpıcı bir göstergesi) AKP’nin inşaa etmekte olduğu otoriter rejimin tehdidi altına giren kesimler ise gün geçtikçe genişliyor. “Kontr-gerilla çeteleri” ve “PKK’yi” öne çıkararak ortalama halk kitlesinin desteğini sağladığı “Ergenekon” ve “KCK” operasyonlarının yeni dalgaları artık bu kılıflara sığmıyor. Bu davalar bahane edilerek tutuklanan veya tutuklanma tehdidi altında olan geniş bir “gazeteci”, “aydın”, “politikacı” topluluğu doğmuş durumda. AKP’nin “kılıcının iki tarafı da kesiyor”; bir “darbecilere” bir “PKK’ye” vurarak her iki kesimin kitle desteğini politik bakımdan paralize etmeyi başarabiliyor. Bu taktik çok tanıdık: 12 Eylülcüler de uyguladıkları siyasi terörün meşruiyetini “hem sola, hem sağa vuruyor” izlenimini yaratarak sağlamışlardı. AKP gerçekten de 12 Eylül’cülerin gerçek varisi!.. Ancak iktidar bu taktiğin öylesine suyunu çıkardı ki, artık herkes AKP’nin Kürtlere karşı uyguladığı terörü “Ergenekoncularla”, devlet içindeki “engellerine” “ayak bağlarına karşı” geliştirdiği tasviye hareketlerini Kürtlere uyguladığı terörle “maskelediğini görebiliyor. Kürtlere karşı geniş bir saldırı dalgası başlatıldığında, bunu generalleler veya “Ergenekonculuk”la yaftalanan muhalif figürlere yönelik bir kampanyanın izleyeceği artık kestirebiliyor; veya tersi… Kılıçdaroğlu da Demirtaş da aynı anda, Başbuğ’un tutuklanmasının Uludere katliamını perdelemek için yapılmış olduğunu söyleyebiliyor. AKP’nin sivil diktatörlük yönündeki bu gidişi karşısında, “mağdur yelpzesi”nin muhalefet söyleminde de ortak figürler, demokrasi ve antiemperyalizm referanslarıyla öne çıkmaya başladığı görülüyor. Türkiye’nin siyasi çatışma ekseni yeniden şekilleniyor. “AKP faşizmine karşı demokrasi mücadelesi”, AKP iktidarının çok eksenli halk düşmanı politikalarına karşı emekçilerin, köylülerin, yoksulların, Kürtlerin, Alevilerin, Kadınların toplumsal direnişinin ortak siyasi kulvarı olarak şekillenmeye başlıyor. Türkiye toplumu, Sömürge Tipi Faşizmin temel siyasi sorununa bir kez daha geri dönüyor. Ama daha önce bu soru Türkiye halkının önüne her konulduğunda, “sağın alternatifinin sağ olduğu” bir acayip tahterevalliden bir türlü inilemediği de biliniyor. Bu çatışma sürecinin solun toplumsal ve siyasal başarısıyla sonuçlandırılabilmesi için AKP faşizmine karşı demokrasi mücadelesi kulvarını “dolduracak” geniş, yaygın, çok cepheli, çok merkezli bir demokratik siyasi muhalefet tarzının üretilmesi bugünün asıl görevi olarak beliriyor.
U
Şerzan Kurt’un davası sürüyor M
uğla'da 12 Mayıs 2010’da Kürt öğrencilere yönelik faşist saldırı sırasında polisin açtığı ateş sonucu hayatını kaybeden Şerzan Kurt’un davası sürüyor. Eskişehir’de görülen davanın 6 Ocak’ta görülen celsesi Kurt’u öldürmek suçlamasıyla yargılanan polis memuru Gültekin Kaya’nın avukatının ilginç savunmasına sahne oldu. Avukat, Kurt’un sopayla dövülerek öldürüldüğünü iddia etti ve “çoluğu çocuğu sevinsin” diyerek Şahin’in serbest bırakılmasını istedi. Polisin avukatı, omuza giren kurşunun öldürücü olmadığını, Şerzan’ın kafasına aldığı sopa darbeleriyle öldüğünü, çıkardığı bir raporla mahkemeye sundu. Dava sürerken, Şerzan’ın arkadaşları da adliye önünde sloganlarla Şerzan’ın ailesini yalnız bırakmadı. Dava, silahın atış mesafesinin tespiti için görüntü kayıtlarının Adli Tıp’a gönderilmesine karar verilmesi nedeniyle 17 Şubat’a ertelendi.
Uludere yapacaklarının teminatı İktidar Uludere katliamının sorumluluğunu almamak için her yola başvurdu. ‘Derin güçler’ veya ‘PKK yaptı’ yalanı tutmadı. Olayın sorumluluğu alay komutanına yıkılırken AKP tarafından yapılan açıklamalar savaştan vazgeçmeyeceklerinin ilanı oldu
Ş
ırnak Uludere’de 28 Aralık akşamı 17’si çocuk 34 kaçakçının bombalanarak katledilmesi hükümetin terörle mücadele politikasının sonucuydu. ‘Sivil iktidar’ inisiyatifinde yürütülen “yeni terörle mücadele stratejisi” sivillerin hayatına mal olmuştu. Ancak AKP Uludere Katliamı’nda katledenleri değil katledilenleri cezalandırıyor. İktidar olarak sorumluluğu gereği hesap vereceğine, köylülere ve BDP’ye yükleniyor. Bu faciaya yol açan savaşı sorgulayacağına, yaşananları daha fazla kan dökülmesine yarayacak yeni bir savaş konsepti geliştirmek için gerekçe haline getirmeye çalışıyor. Katliamda siyasi sorumluluğu kabul etmeyen iktidar, 34 köylünün bombalanarak katledilmesi ile ilgili yalnızca Gülyazı Alay Komutan Vekili Jandarma Albay Hüseyin Onur, görevden alarak kendince sorumluları cezalandırdı. 34 ölüm karşısında bir komutan görevden alınırken, Uludere Kaymakamı Naif Yavuz’un darp edilmesine yönelik soruşturmada ise 5 kişi tutuklandı.
SORUMLU YOK KOMPLO TEOR‹S‹ VAR Uludere nedeniyle AKP aleyhine bir atmosfer oluşmaması için devreye karartma taktikleri girdi. Zaman gazetesi Uludere’nin ardından çıkan sayısında manşetine “PKK kaçakçıları yem olarak mı kullandı?” sorusunu iliştirmişti. Olayın sorumluluğunu AKP’nin üzerinden almak isteyenlerin iddialarını cemaatten Hüseyin Gülerce 4 Ocak tarihli “Oyunu kim oynadı?” yazısında özetlemişti: AKP’nin Kürt sorununun
Sessiz kalınmadı çözümünde attığı adımlardan rahatsız olan “devlet içindeki derin güçler” bir oyun yapmış olabilirdi ya da “güç kaybına uğrayan PKK’ye birileri dışarıdan hayat öpücüğü” verebilirdi. Bu iddialara inandırıcılık kazandıracak delil imal edilemeyince köylülerin suçlandırılması çabası başladı. Köylülerin kaçakçı olduğu, kaçakçıların PKK ile ilişkisi olduğu ve örgüte vergi verdikleri yönündeki haberler
Uludere katliam› sonras› BDP’nin ça¤r›s›yla ‹zmir, Ayd›n, Mu¤la, ‹stanbul, Malatya, Van, Diyarbak›r, fi›rnak, Hakkari, Mardin baflta olmak üzere farkl› kentlerde binlerce kiflinin
kat›ld›¤› protesto eylemleri düzenlendi. Halkevleri Ankara’da 4 Ocak günü TBMM önünde kefenli bir eylem yapt›, “katliam›n üstünün örtülmesine izin vermeyece¤iz” dedi.
basında sıkça yer bulmaya başladı. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanması ile AKP Uludere’yi gündemden düşürme fırsatına kavuştu.
AKP’nin mevcut savaş politikasından Uludere nedeniyle taviz vermeyeceğini gösteriyordu. Başbakan olayın ardından 3 Ocak günü mecliste yaptığı grup toplantısı konuşmasında, adli ve idari incelemenin yapılacağını belirterek, gösterdikleri hassasiyet nedeniyle Genelkurmay Başkanına ve emrinde çalışanlara teşekkür etti. Bu teşekkür, özeleştiri yapmak yerine operasyonlara devam edeceklerinin ilanı oldu. “İçeride
“TERÖRLE MÜCADELE SÜRECEK” AKP sözcüsü Hüseyin Çelik 29 Aralık’ta olayla ilgili yaptığı ilk açıklamada katliamı “operasyon kazası” olarak tanımladı. Bu tanım
Başbuğ tutuklandı: Düşmeye gör E
mekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ tutuklandı. AKP sistem içinde kendi kadrolarını henüz hakim kılamadığı TSK’ya dair planlarını adım adım devreye sokuyor. Tutuklamanın Uludere katliamına denk getirilmesi veya Cemaat-AKP geriliminin yeni tezahürü üzerine yazılanların yoğunlaştığı sırada gerçekleşmesi tutuklamayı daha da önemli kılıyor. Zamanlama manidar ancak konunun önemi zamanlamadan ibaret değil. Söz konusu davada alınan ifadelerin dönemin genelkurmay başkanına yönlendirilmesinden dolayı Başbuğ’un tutuklanması zaten bekleniyordu. Herkesin “komutan”ı işaret ettiği bir noktada Uludere gibi AKP’yi zor duruma düşüren bir gündem de varken tutuklanmaması düşünülemezdi. Başbuğ’un tutuklanmasının AKP için başka getirileri de var. Bu tutuklama
enel Kurmay Elektronik Sistemler Komutanlığı (GES) artık MİT’in (yani Erdoğan’ın) denetimi altına girdi. Türkiye’nin en kapsamlı ve teknik donanımlı istihbarat ve dinleme üssü olarak bilinen GES bugüne kadar TSK tarafından yönetiliyordu. Ancak hükümetin yaptığı bir yasal düzenleme ile bütün teknik cihaz ve personeliyle MİT’e devredildi. Bu devir AKP hükümetinin orduyu denetim altına alma ve mümkün olan bütün imkan ve yetkilerini kendi uhdesine alma operasyonunun bir devamı olarak dikkat çekiyor. Özellikle Kürt sorununun giderek yeniden Ortadoğu’ya doğru yayıldığı, komşularla sorunların artma eğilimine girdiği bir süreçte Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu üzerinde dinleme yapabilme kapasitesine sahip bir istihbarat üssünün AKP denetimine girmesi iktidarın gücüne güç katıyor.
C
Kılıçdaroğlu’nun bu sözleri üzerine harekete geçti ve “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” ve “hakaret” suçlarından yargılanması için Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlığının kaldırılmasını istedi. Fezleke haberini almasının ertesi günü (10 Ocak) parti grup toplantısında konuşma yapan Kılıçdaroğlu, fezlekede yer alan konuşmayı tekrarladı. Özel Yetkili Mahkemeleri, Türkiye’deki hukuksuz yargı süreçlerini eleştiren
GES, MİT’e devredildi
G
hem ordu içindeki muhalif subaylara hem de ordu dışındaki muhalif kesimlere yönelik bir gözdağı unsuru olarak kullanılabilir. AKP için, ordu içindeki subaylara ve muhalefete açıkça “Genelkurmay Başkanı’ndan bile çekinmiyorum, siz kim oluyorsunuz” demenin iktidarı sağlamlaştırmak adına etkisi ortada. Ancak işin riskeri de var. Başbuğ’un ifadesinde kendisinden önceki dönemi işaret etmesi “Başbuğ Yaşar Büyükanıt’ı hedefe koyar mı” sorularını gündeme getiriyor. Malum, Büyükanıt Dolmabahçe mutabakatı, AKP’nin sıçrama noktası demek. Ama bu tür operasyonlar, AKP için riskleri göze alacak kadar gerekli. Son olarak emekli Orgeneral Hurşit Tolon’un yeniden tutuklanması, bu operasyonların süreceğinin açık bir işareti.
Gidişat tek parti diktasına doğru HP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkında “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” ve “hakaret” suçlarından yargılanmak üzere fezleke hazırlandı. Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlığının kaldırılması isteniyor. BDP Eş Başkanı Selahaddin Demirtaş’ın dokunulmazlığının kaldırılması için aralık ayında düzenlenen fezlekeden sonra, Demirtaş hakkında, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e hakaretten hukuki süreç başlatıldı. Anlaşılan o ki Başbakan Erdoğan, tek hakim, tek lider olmaya çalışıyor. Kılıçdaroğlu’nun tutuklu milletvekilleri Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal’ı ziyaretinin ardından, yargılama sürecini tiyatroya benzetmişti. CHP lideri, dava hakimleri ile ilgili “Onlara yargıç demeyi içime sindiremiyorum” diye konuşmuştu. Silivri Cumhuriyet Savcılığı
süren” KCK operasyonlarını meşrulaştırmak için sık sık yinelenen argümanları aynı konuşmada yineleyen Erdoğan, BDP yöneticilerini ayrımcılık yapmak ve olayı istismar etmekle suçladı, partinin Kandil’den yönetildiğini iddia etti. Erdoğan’ın bu iddiaları 10 Ocak’taki parti grubu konuşmasında daha güçlü bir biçimde dile getirmesi ve BDP’yi kapatmak için delil topladıkları iddialarına “partilerin değil kişilerin cezalandırılması” taraftarı olduğunu söyleyerek cevap vermesi ilerleyen günlerde KCK operasyonun BDP’li vekillere uzanabileceğinin de sinyali oldu. AKP’nin “terörle mücadele” stratejisine yön veren isimlerden Yalçın Akdoğan, 9 Ocak’ta Cihan Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada Uludere sonrası iktidarın yeni operasyonlarını sürdüreceğini ima etti. Akdoğan “Nasıl Habur'dan sonra yaşananlar bir süreci havaya uçurduysa, nasıl Silvan saldırısı yeni süreçleri tetiklediyse, Uludere'nin de yeni bir süreci başlatıp başlatmayacağı üzerinde durulabilir” diyerek Uludere'de yaşanan olayın “terörle mücadele”yi akamete uğratmayacağını söyledi. Uludere olayı her gündeme geldiğinde AKP’lilerin özür dilemek yerine BDP’lileri gündeme getirmesi, BDP’li vekillere yönelik “terör” suçlamaları, siyasi operasyonların hedef büyüterek süreceğine yoruluyor. Aralık ayında başlayan ve yeni yılda da süren Zap’a yönelik topçu atışları ve 4 Ocak’ta Mardin Nusaybin civarında yapılan operasyon bölgede askeri saldırıların da süreceğini gösteriyor. Başarısızlığı 34 sivilin canıyla ortaya çıkan askeri ve siyasi operasyonlar sürüyor, AKP çözümsüzlükte ısrarlı.
Kemal Kılıçdaroğlu, “Benim dokunulmazlığa ihtiyacım yok. Grup toplantısından sonra dokunulmazlığımın kaldırılması için dilekçemi göndereceğim” diye konuştu. Kılıçdaroğlu, suçunun “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” olduğununun söylendiğini, ancak Türkiye’de adil yargılamanın, basılmamış kitabın toplatılması, parasız eğitim isteyen öğrencilerin aylarca tutuklanması demek olduğunu kaydetti.
AKP Grup Toplantısı’nda konuşma yapan Erdoğan, fezlekeyi gündeme getirmezken, geçtiğimiz ay dokunulmazlığının kaldırılması istenen Selahattin Demirtaş’a seslendi. Erdoğan, Demirtaş’ın Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’le ilgili kullandığı “onbaşı” ifadesinin kendileri için çok değerli olduğunu söylerken, Başbakanlığa karşı sorumlu olan Genelkurmay Başkanlığı, ifadeyi hakaret sayarak, Demirtaş hakkında hukuki süreç başlattığını duyurdu. Parti grup toplantısında “BDP, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’daki CHP’dir” ifadesini dillendiren Erdoğan, kendisine muhalefet eden partileri ve parti başkanlarını bir yandan da yargı eliyle silmeye çalışıyor. Kılıçdaroğlu hakkında hazırlanan fezlekeye dair değerlendirmesi bu amacı açıkça ortaya koyuyor: “Olması gereken olmuştur.”
Ölümler şüpheli
S
on aylarda şüpheli asker ölümleri artıyor. Ocak ayının ilk dört gününde Hakkâri, Elazığ, Antep, Kastamonu ve Çanakkale'de 6 Kürt asker yaşamını yitirdi. Yapılan açıklamalarda askerlerin ya birbirini vurduğu ya da intihar ettiği öne sürülüyor. Ölen askerlerin hepsinin Kürt kökenli yurttaşlar olması ve ailelerin ölümlerle ilgili askeri yetkililerin ‘intihar’, ‘kaza’ açıklamalarını inandırıcı bulmaması ölümlerde infaz şüphesini artırıyor. İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) 1991-2009 aralığını kapsayan, TSK bünyesinde meydana gelen şüpheli asker ölümleri raporuna göre bu tarihler arasında 815 şüpheli asker ölümü yaşandı.
5
DÜNYA 12 Ocak 2012 / 25 Ocak 2012
Halk›n Sesi
AB ve ABD’nin uzun bir zamand›r devam eden ‹ran geriliminde att›klar› son ad›m, Ortado¤u’da ve dünyada dengeleri tümden de¤ifltirebilecek çapta oldu. Nükleer program›na tüm tehditlere ra¤men devam eden ‹ran’a AB ve ABD’den bir hafta içinde iki yapt›r›m karar› ç›kt›. Nükleer silah teknolojisine sahip olmas›
durumunda askeri olarak ABD’nin bölgedeki askeri varl›¤›na güçlü bir rakip olmas›ndan ve askeri olarak dokunulmaz hale gelmesinden endifle eden ABD, ‹srail’le birlikte ‹ran’›n bu güce sahip olmamas› için elinden geleni yap›yor. Bu konuda bir baflka endifleyse enerji kaynaklar›na ve Çin’le Rusya’n›n hâkim oldu¤u Asya’ya yay›lman›n
‹ran’›n nükleer bir güç olmas›yla daha da zorlaflacak olmas›. ‹ran bat›ya Hürmüz Bo¤az›’n› kapatma tehdidiyle yan›t verdi. Hürmüz Bo¤az›’n›n kapanmas›, ABD iflbirlikçisi körfez ülkelerinden petrolün d›flar›ya ç›karamamas› anlam›na geliyor. Yaflananlar orta yeni vadede yaflanacak bir krizin sinyallerini veriyor.
7
iklim 5 kıta
Körfezde reste karşı rest A
BD ve AB İran petrolüne ambargo koyma kararı alarak İran'a yönelik en radikal yaptırım kararına imza attılar. En büyük geliri petrol ithalatına bağlı olan İran ekonomisi ambargo kararıyla büyük bir darbe alabilir. Ancak ambargo kararı sadece İran için risk taşımıyor. Kararı çıkaran ABD ve AB’yi de büyük riskler bekliyor. ABD’N‹N KORKUSU İran’a karşı böylesi bir yaptırımın uygulanması konusunda ABD’nin en büyük destekçisi malum olacağı üzere İsrail. Bölgede İran’la sürekli bir gerilim halinde olan ve her an birbirini yok etmeye hazır görüntüsü veren İsrail’le İran arasındaki dengelerde, böylesi bir yaptırım pek tabii ki İsrail tarafının elini güçlendirecek. Ancak İsrail’in tüm istekliliğine karşın İran petrollerine ambargo uygulanması konusunda ABD’yi iki konu endişelendiriyor. Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) Suudi Arabistan’dan sonraki en büyük üreticisi İran. Dolayısıyla İran’a yönelik bu şekilde bir yaptırım doğal olarak petrol üzerindeki spekülasyonları arttıracak ve petrolün varil fiyatı bugünkü seviyelerinden çok yukarılara taşınacak. Bu duruma İran’ın Basra Körfezi’nin dünyaya açılan kapısı Hürmüz Boğazı’nı kapatma tehdidi de eklenince daha şimdiden petrol fiyatlarının artışa geçmiş olması 73-74 petrol krizini yaşayan sistem için büyük bir tehdit unsuru olarak duruyor. Hürmüz Boğazı’nın kapanması durumunda OPEC’in %70, dünyanın da altıda bir oranındaki petrol üretimi kilitlenecek. Bu durumun hâlihazırda krizde olan sistemin derin bir bu-
Nükleer programından vazgeçmeyen İran, ABD ve AB’nin yaptırımıyla yüz yüze ancak bu ambargonun daha başlamadan petrol fiyatlarını arttırması bu politikada ısrar edildiği takdirde ters tepeceğini gösterdi Basra Körfezi’nin bat›s›nda ABD iflbirlikçisi Körfez ‹flbirli¤i Örgütü (K‹Ö) ülkeleri, do¤usundaysa ‹ran bulunuyor. ABD’nin 5. Filo’su da Bahreyn’de demirli.
M
ısır’daki halk ayaklanması sonucu 32 yıllık koltuğundan devrilen Hüsnü Mübarek’in idamı istendi. Mübarek hakkındaki iddianameyi tamamlayan savcı Mustafa Süleyman, “Bu ülkenin başındaki kişinin 25 Ocak’ta yaşananlardan ve ölümlerden habersiz olması mümkün mü” diyerek yaşanan ölümlerden devrik lideri doğrudan sorumlu tuttu. Savcı ayrıca Mübarek’ten emir aldığını söylediği dönemin İçişleri Bakanı ile 6 üst düzey yetkilinin de idamını istedi.
Tunus hala yan›yor
T nalıma girmesine neden olabileceği şüphesiz ABD tarafından da hesaba katılıyor. ABD’nin bir diğer çekincesi ise en büyük müttefikleri arasında sayılan ve İran’dan petrol alan Türkiye, Hindistan ve Güney Kore gibi ülkelerin bile ambargoyu istememesi. AB’N‹N ÇIKMAZI AB devletleri açısından da benzer bir durum söz konusu. Toplam
petrol ithalatının %17’sini İran’dan yapan ve kriz nedeniyle zaten batmanın eşiğine gelen AB ülkeleri böylesi bir krizi kaldırabilecek güçte değil. İran’ın günlük 2.5 milyon varillik üretiminin beşte birini alan AB ülkelerinin bu krizi karşılama adına Suudi Arabistan’a güvendiğini AB Enerji Komiseri Gunther Ottinger’in işaret etmesinden anlayabiliyoruz ancak Suudi Arabistan’ın doğabilecek
boşluğu doldurmak için yeterli kapasiteye sahip olmadığı da çok iyi bilinen bir gerçek. Bu durumda AB ülkelerinin alınan karara rağmen, uygulamayı mümkün olduğunca uzağa çekmek için uğraşmalarının nedeni de anlaşılabiliyor. Ambargo açıklamasından sonra İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatma tehdidi de bölgede yeni bir gerilimi tetikledi. ABD, Ortadoğu’daki en önemli müttefiklerinin bulunduğu
Ahmet Davuto¤lu, emperyalistlerle ‹ran aras›ndaki pazarl›¤› AB D›fliflleri ve Güvenlik Politikas›ndan Sorumlu Yüksek Temsilcisi ve Avrupa Komisyonu Baflkan Yard›mc›s› Catherine Ashton’la yürütüyor.
Kürtler hedef seçildi AKP bölgede aktif taşeron rolünü sürdürürken kendi halkına düşmanlıktan da vazgeçmiyor. Gizli toplantılarda Kürtler hedef seçiliyor
D
Mübarek hakk›nda idam istemi
ışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 5 Ocak’ta İran’da iki gün süren görüşmelerde bulundu. Davutoğlu görüşmelere emperyalizmin mesajlarını taşıdı. Ambargo kararlarının alındığı, karşılıklı restlerin çekildiği bir dönemde yapılan ziyaret sonrası İran’la batı arasındaki görüşmelerin Türkiye’de yeniden başlayacağının açıklanması da bunu gösteriyor. AKP buradan da bölgede önemli güç imajı çıkartmak isteyeceği yüksek olasılık ancak, alınacak herhangi bir kararda AKP’nin fikrine danışılmayacak olması da bu imajın boşa düşmesine yetecek. Davutoğlu ile Salihi arasında yapılan görüşmelerde Suriye meselesi de masaya yatırıldı. Suriye hakkındaki bir soruya cevap veren Salihi’nin, “Biz başka ülkelerin iç işlerine karışılmasını kınarız. Türkiye’nin de bu tutumda olduğunu düşünüyorum” diyerek, iki ülke arasında
Suriye konusunda yaşanan gerilimi açığa vurdu. Suriye konusunda aktif taşeron rolü gereği ABD’nin çıkarlarına hizmet eden AKP, İran Dışişleri Bakanı’nın “temenni”sinin aksine Suriye’deki faaliyetlerine devam ediyor. Ülkedeki silahlı grupları beslediği ayyuka çıkan AKP’nin Suriyeli diğer “muhalif” gruplarla olan temasları da devam ediyor. Üstelik bu temaslar artık bölgedeki Kürt hareketinin bastırılmasına yönelik görüşmelere kadar vardı. KÜRTLERE KARfiI ‹fiB‹RL‹⁄‹ Lübnanlı siyaset analizci-yazar Mahmud el Faqih, Esad sonrası Suriye hesapları yapan AKP’nin, ABD güdümlü Suriye Ulusal Konseyi’nin lideri Burhan Galyun’la her iki ülkedeki Kürtleri hedef alan bir anlaşma yaptığını yazdı. Faqih’in yazısında yer verdiği anlaşmaya göre Suriye ve Lübnan’ın
düşmesinden sonra bölgede Kürt hareketinin güçlenmemesi için her iki ülkede Kürtlere uygulanacak politikalar belirlendi. PKK’nin Suriye’de hiçbir biçimde konuşlandırılmamasından “gerekli görüldüğü hallerde” sınır ötesi operasyon yapılmasına, “yeni Suriye anayasası”nda Kürtlere yer verilmemesinden Kürtlere karşı kamuoyu oluşturulmasına kadar maddelerin sıralandığı anlaşmayla Kürtlere yönelik artan saldırı dalgasının anlaşılabildiğini yazan Faqih, anlaşmayla hem Suriye’deki hem de Türkiye’deki Kürt hareketinin engellenmek istendiğini ifade etti. Faqih’in yazısından da anlaşıldığı üzere, AKP bölgede bir yandan arabulucu, lider rolü oynarken diğer yandan da asıl emellerine ulaşmaya çalışıyor. AKP’nin iç siyasette olduğu gibi dış siyasette de öne çıkan yanı yine halklara düşmanlığı oluyor.
Basra Körfezi’nin kapanmasına izin vermeyeceklerini ve İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatamayacağını açıkladı. İran da buna karşılık istediği an boğazı kapatacağı yanıtını verdi ve boğaza yakın bir yerde tatbikat yapma kararı aldı. İran’ın tatbikatı devam ederken ABD’nin Bahreyn’de demirli 5. Filo’suna ait savaş gemileri Hürmüz Boğazı’ndan giriş yaparak gerilimi canlı tuttu.
unus’ta işsizliğin her geçen gün artmasına yönelik tepkiler de büyüyor. 4 Ocak’ta Gafsa Valiliği önünde işsizliği protesto etmek için süresiz oturma eylemine başlayan 48 yaşındaki bir kişi, 7 Ocak’ta kenti ziyaret eden üç bakan ile görüştürülmemesi üzerine kendisini yaktı. 9 Ocak günü ise bu defa Bizerte kentinde 50 yaşındaki genç işportacı kendisini ateşe verdi. İşsizliğin insanları isyan ettirdiği Tunus’ta 17 Aralık 2010’da genç işportacı Muhammed Bouazizi kendisini yakmıştı. Eylemin ardından başlayan kitlesel protestolar ve çatışmalar, hem Tunus lideri Zeynel Abidin Bin Ali’yi devirmiş, hem de tüm bölgeye yayılmıştı.
İran’a çember ABD’nin bölgede ‹ran’a karfl› oluflturmaya çal›flt›¤› askeri çember de yavafl yavafl flekilleniyor. ‹srail’e ‹ran savunmas› için her y›l verilen 3 milyar dolar bu y›l iki kat›na ç›kar›ld› ve 100 milyon dolar da ek ödenek sa¤land›. ABD Kongresi’nin geçti¤imiz haftalarda füze kalkan› finansman› için ‹srail’e 325 milyon dolar verilmesi de eklenince ‹srail’in her an patlak verebilecek bir çat›flmaya haz›rland›¤›na dair yorumlar da ön plana ç›k›yor. ‹srail’e yap›lan yard›m›n haricinde ABD’nin en büyük silahland›rma çal›flmas› Suudi Arabistan’da bafllat›ld›. Obama’n›n Ekim 2010’da aç›klad›¤› “15-20 y›l içinde Suudi Arabistan’a 60 milyar dolarl›k silah sat›lmas›” ifllemi hayata geçirildi ve 30 milyar dolarl›k silah anlaflmas› resmiyet kazand›. Buna göre ABD Suudi Arabistan’a 85 adet geliflmifl F-15 SA savafl uça¤› satacak. Bunun yan› s›ra Birleflik Arap Emirlikleri’ne 3.5 milyar dolarl›k füze kalkan› projesi kurulmas› da gündemde. Planlara göre ABD körfez ülkesine 30 y›ll›k cephanesiyle birlikte füze kalkan› sistemi kuracak ve ‹ran’›n bat›ya bakan taraf› çembere al›nacak. Bilindi¤i üzere bu plan›n en önemli parçalar›ndan birini Türkiye oluflturuyor. Malatya’n›n Kürecik beldesinde kurulacak olan önleyici füze kalkan› sistemi NATO’nun (yani ABD’nin) ‹ran’› kuflatma alt›na alma ve ‹srail’e güvenli bir çember oluflturma plan›n›n temel tafllar›ndan biri. Her ne kadar ‹ran’la dost görüntüsü vermeye çal›flsa da AKP’nin d›fl politikada ABD emperyalizminin ç›karlar› do¤rultusunda hareket ediyor olmas›, bu iliflkilerin daha çok ikiyüzlü bir pragmatizm temelinde ilerlemesine neden oluyor. ABD ve AB’nin aç›klad›¤› yapt›r›m kararlar›ndan sonra D›fliflleri Bakan› Ahmet Davuto¤lu’nun iki günlük ‹ran ziyaretini de bu denklemde yerine koymak gerekiyor. Petrol ithalat›n›n %30’unu ‹ran’dan yapan Türkiye’nin ‹ran’la “her fleye ra¤men” masaya oturmas›, olas› bir krizden en az zararla kurtulma çabas› olarak görünmekte. ABD’yle yap›lan görüflmelerde de ‹ran ambargosundan Türkiye’nin muaf tutulmas› talebi de bu çaban›n bir yans›mas› olarak görülebilir.
Ayakkab›lar Almanya’da
5
00 bin euroluk kredi aldığını gizleyen ve bunu haber yapan gazeteyi tehdit ettiği ortaya çıkan Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff, kaldığı Schloss Bellevue Sarayı önünde protesto edildi. Sosyal medyada “Geleceğin Yaratıcısı Lobisi” adıyla örgütlenen bir grup, cumhurbaşkanını istifaya çağırdı. Protestocular, eski ABD ve IMF başkanlarına yapılan protestoyu hatırlatarak “Cumhurbaşkanına ayakkabımızı gösteriyoruz. Wulff evine dön!” dediler.
Suudi iflsizler öfkeli
M
ezun olmalarının ardından işsizlik sorunu ile yüz yüze kalan Suudi Arabistanlı yüzlerce genç, hükümetin istihdam ve ekonomi politikalarını protesto ederek sokaklara çıktı. 5 Ocak’ta Sawfa kentinde yürüyen üniversiteliler, iktidardaki El Saud ailesi aleyhine sloganlar attılar. Öğrenciler, ülkelerinin Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte Bahreyn’e müdahale etmesine ve insan hakları ihlallerine de tepki gösterdi. Suudi Arabistan’da işsizlik yüzde 20’yi bulurken, işsizlikten en çok etkilenenlerin ise mezun olan öğrenciler olması dikkat çekici.
6
İNSANCA YAŞAM 12 Ocak 2012 / 25 Ocak 2012
Halk›n Sesi
Fethullah+piyasa=4+4+4
Dersimiz Umre
Eğitimden sağlığa bir çok alanı paralılarştıran AKP, hız kesmiyor. Eğitimde (1+)4+4+4 ve Eğitim Kampüsleri projeleriyle gerici ve piyasacı reformları hayata geçiriyor
D
1
-5 Kasım 2010 tarihlerinde gerçekleşen ve kamuoyunda tartışmalara neden olan 18. Milli Eğitim Şurası ilk meyvelerini vermeye başladı. Şuranın kararlarını kendine referans alan AKP, 8 yıllık kesintisiz eğitimi kaldırarak yerine 1+4+4+4 şeklinde formüle ettiği kesintili kademeli eğitim sistemini öngören kanun teklifini meclise sunmaya hazırlanıyor. E⁄‹T‹M, P‹YASA VE GER‹C‹L‹K KUfiATMASINDA Yeni sistemde 1 yıl okulöncesi eğitim olurken ilköğretim 4+4 şeklinde iki kademeden oluşacak. Ardından gelecek 4 yıl ise 'ortaöğretim' olarak devam edecek. İlköğretim 4. sınıftan itibaren öğrenciler “mesleğe yönelme” adı altında çeşitli mesleklere yönlendirilecek. 4 sınıf çocuklarının mesleğe yönelim adı altında kendi yaşamları ile ilgili kararlar alması ise pedagoglar tarafından olanaklı görülmüyor. Tasarı din kültürü deslerinin anasınıfı ve özel eğitim sınıflarına bile zorunlu kılınmasını öngörüyor. 18. Milli Eğitim Şurası kararları
ışığında yapılan değişiklikle, çocuklar ilkokuldan sonra meslek liselerinin orta bölümlerine kayıt olabilecek. Böylece bir nevi ucuz işgücü fabrikası olan meslik liselerine dehe küçük yaşta işçi adayları yönlendirilirken, İmam Hatip Liseleri’nin de önaü açılıyor. Türkiye’de 2008 yılında başını Koç Grubu’nun çektiği yerli sermaye çevreleri “Meslek lisesi memleket meselesi” sloganıyla ucuz emek gücü arayışına girişmişti. Sermayenin ihtiyaçlarına göre davranan AKP bu yeni sunacağı taslakla, Koç ve benzeri grupların ekmeğine yağ sürecek. Sermaye açısından ucuz iş gücü alanları olan meslek liseleri bu uygulamayla emek sömürüsünün artacağı mekanlar haline dönüştürülecek. 3 Şubat 2011 tarihinde kısmen kabul edilen Torba Yasa’yla stajyer emeğinin sömürülmesinin de önü açılarak iş yasasındaki değişikliklerle meslek liselerinden mezun olanların uzun süre karın tokluğuna stajyer olarak çalıştırılacak. D‹NÇER’‹N HAYAL‹ 4+4+4 sistemini piyasayla
Ekmeğe gaza zam geldi H
er yeni yılı zamlarla karşılayan Türkiye 2012’ye de ekmek ve doğalgaza yapılan zamlarla karşıladı. Ekmekte gizli zam yapılırken doğalgaza yüzde 18’e varan zamlar geldi. EKME⁄E ZAM Ekmeğe zam yapılmayacağı ileri sürülerek halk kandırılmaya çalışılıyor. Ekmeğin girdi fiyatlarını düşürmek için tuz miktarı düşürülürken daha ucuz olan kepek miktarı yükseltiliyor. Bunun yanında asgari 300 gram olan ekmek gramajıda 250 grama düşürülüyor ama fiyatta herhangi bir değişiklik olmuyor. Gramajdaki azalmanın israfı önlemek için yapıldığı ileri sürülürken bu şekilde ekmeğe zam yapılmadığı iddia ediliyor. DO⁄ALGAZA ZAM Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, kentlerdeki doğalgaz dağıtımında 8 yılını dolduran şirketlerin, yatırımlarına ve abone sayılarına göre yüzde 3 ile yüzde 20 arasında değişen oranlarda zam yapabileceğini açıkladı. Mart ayında başlayacak uygulamadan ilk etkilenecek iller sırasıyla şöyle: Kayseri, Konya, Kütahya, Erzurum, Balıkesir, Sivas.
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
kaynaştırmanın yolu da Eğitim Kampüsleri’nden geçiyor. Bu projeden Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer “Hayalimizin bir parçası” diyerek bahsederken neden hayal ettiklerinden söz etmiyor. Yapılmak istenen projenin detayları tam olarak bilinmemekle birlikte kamuoyuna yansıyan kısmına göre; kampusler şehir dışında bulunacak ve her kampusün içinde ortalama 30 ila 50 kadar okul yapılacak. Bu kampüslerin içinde alış-veriş merkezleri, sinemalar, spor salonları gibi birçok yapı yer alacak. BAYRAM DE⁄‹L SEYRAN DE⁄‹L... Dinçer’in hayali, yerli sermayedarların ucuz emek gücü arayışını karşılamanın ve eğitimi gericileştirmenin, imam hatiplerin önünü açmanın yanı sıra kampüs projeleriyle perakende sektöründen, inşaat sektörüne kadar birçok patronun kesesini dolduracak. Ankara Valisi Alaatin Yüksel’in eğitime yaptığı desteklerle ilgili Ankara Ticaret Odası Başkanı Salih Bezciyi alnından öpmesi devlet-sermaye
iyanet İşleri Başkanlığı, yarıyıl tatilinde ilköğretim ve lise öğrencileri için 10 günlük özel umre programı hazırlayarak 81 ilin il milli eğitim müdürlüklerine talimat gönderdi. Programın öğrencilerin bilgi, görgü ve deneyimlerini artırmayı, İslam tarihinde önem arz eden yerlerin ziyaret edilmesini sağlamayı amaçladığı belirtildi. Okullarına başvuru yapacak öğrenciler, 795 Euro karşılığında 5 gün Mekke, 5 gün de Medine’de kalacaklar. Diyanet’in ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın çalışmasına ilk tepki Eğitim-Sen’den geldi. Eğitim-Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız, AKP’nin toplumsal hayatı dinselleştirerek laik eğitime darbe vurduğunu, Diyanet’in de eğitim ve bilim alanına müdahale ettiğini belirtti. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ise kurumun görev tanımının değiştiğini öne sürerek “Kimse bizden 20-30 yıl önceki gömleği giymemizi ve o çerçevede kalmamızı beklemesin” sözleriyle projeyi savundu.
Kantin boykotları yayılıyor Y
Koç Grubu’nun afiflinde e¤itim kampüslar› tan›t›l›yor ilişkisinin en açık örneği olarak hafızalarımızdaki yerini alıyor. MAL‹YET‹ VEL‹LERE YÜKLENECEK Son kanun hükmünde kararnamelerle birlikte okulların elektrik faturaları devlet tarafından ödenmeyecek biliniyor. Öğrenciler kampüslere toplu ulaşım araçlarıyla ulaşacak. Sermaye için öğrencilerin yemek ve ulaşım paraları da büyük kar alanları haline dönüşecek. Elektrik parasının yanı
sıra ulaşımdan eğitim içindeki diğer masraflara kadar oluşacak tüm maliyet de velilere yüklenecek. Eğitim kampüsları projesi sermayenin rant kampüslerine dönüşecek. Projenin detayları kamuoyuyla paylaşılmadan 4 milyondan fazla insanın yaşadığı ve yüz binlerce öğrencinin bulunduğu Ankara “kampus projesine” kobay olacak. Kampüslerin inşa edileceği yerler arasında Keçiören, Yenimahalle, Sincan ve Elmadağ’ın adı geçiyor.
ÖK’ün yüzde 80 olarak belirlediği devam zorunluluğunun Yıldız Teknik Üniversitesi’nde yüzde 90 olarak uygulanmasına karşı hazırlık öğrencileri 29 Aralık’ta ders boykotu yaptı. Geniş katılımın sağlandığı boykotta fakülte binasının önünde buluşan öğrenciler, sloganlar atarak ve halaylar çekerek üniversite yönetimini protesto etti. Boykot ve toplanan 800 dilekçe ise 3 gün içinde sonuç verdi. Daha önce Öğrenci Kolektifleri üyelerine “Tüm okulu ayağa da kaldırsanız devam zorunluluğunu indirmeyeceğim” diyen yüksekokul müdürü, yüzde 80’lik sınırı kabul ettiklerini duyurdu. ODTÜ’de de ucuz ve nitelikli beslenme hakkına sahip çıkan çok sayıda öğrenci ve öğrenci topluluğu, İnşaat Mühendisliği kantinini 14 Aralık’tan bu yana boykot ediyor. Sosyal medyada örgütlenen öğrenciler, “Bölümümüzün kantini tarafından artık sömürülmek istemiyoruz. Tüm kapıları çaldık, ama dinlenmedik. Madem öyle, boykot var!” dediler.
AKP, sermayedarı yıkımla besliyor Sermaye kentsel yıkımın hayalini kurarken AKP, sermayedarın cebine 2B arazilerinden kazandığı parayı koymak istiyor. Plan ve çabaya rağmen yıkım planlarına direnenlerin sayısı da her geçen gün artıyor püskürttü.
S
ermaye kentsel dönüşüm projelerinin hızlanmasını isterken AKP hükümeti de kentsel dönüşüm için gerekli olan geliri 2B arazilerinin satışından elde etmeye çalışıyor. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 10 Ocak günü bir açıklama yaparak 2B arazilerinin (Orman vasfı kaybettirilmiş arazi) satışıyla ilgili kanun tasarısının ilerleyen günlerde Meclis'e sevk edileceğini ve uygulamanın 2012 yılı içinde tamamlanmış olacağını söyledi. BU KAÇINCI SON 2B? Düzenlemenin ayrıntıları hakkında bilgi veren Şimşek, arazilerin 6 ay içinde satılacağını ve bu satışlardan 20 milyar lira kazanmak gibi bir hedefleri olduğunu söyledi. Arazi bedellerinin, kurumların belirlediği (rayiç) bedellerin yüzde 70’i kadar olacağını ve peşin arazi alanlara da, yüzde 20 indirime gidileceğini söyledi. Bakan Şimşek, 17 Aralık 2011 tarihinde 2B arazileri ile ilgili yasa tasarısına son şeklinin verildiğini söylemişti. O zaman yapılan düzenlemeye göre arazilerin rayiç bedelin yüzde 75’i kadarı bir değerde
olacağı ve peşin arazi satın alanlara da yüzde 15 indirim yapılacağını açıklamıştı. fi‹MfiEK: ‘ÇABUK YIKIN’ Bakan Şimşek, 2B’nin 2012 için çok önemli olduğunu defalarca vurguladı ve Şimşek’in hassasiyetinin altından kentsel dönüşüm projelerine gelir sağlama telaşı ve buna bağlı olarak inşaat sermayesinin
kesesini doldurma kaygısı çıktı. Bu kaygı Şimşek’in şu sözleriyle açığa çıktı: “Çıkacak yasaya göre, hazırlıklarımızı çok hızlı bir şekilde yapmamız gerekiyor. Yasal düzenleme çıktığında, 2012'de biz çok hızlı bir şekilde kentsel dönüşüm için belediyelere, ilgili idarelere tahsil edilecek yerleri tahsis edeceğiz. Hak sahiplerine de hızlı
Otobüslerini söke söke aldılar
A
dana’da ulaşıma yapılan zamların geri aldırılmasının ardından ulaşım hakkı mücadelesi kazanım elde etmeye devam ediyor. Meydan Mahallesi'ne 3 aydır yollanmayan otobüsler, Adana Halke-
vi'nin yürüttüğü imza kampanyası sonucu 8 Ocak tarihinde yeniden hizmete girdi. Yüzlerce imzanın belediyeye teslim edilmesinin ardından Adana Büyükşehir Belediyesi geri adım atarak yaklaşık 3 ay önce geri
çağrırdığı 159 ve 160 nolu belediye otobüslerini tekrar çalıştırmak zorunda kaldı. Ulaşıma yapılan zamlarda hukuksal bir kazanım elde edilmesinin ardından bu konuda da fiili bir kazanım elde edilmiş oldu.
ve sorunsuz şekilde satacağız.” D‹KMEN HALKI YIKIMCIYI PÜSKÜRTTÜ Şimşek’in hassasiyeti Ankara Dikmen’de anında karşılığını buldu. Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı yıkım ekipleri 10 Ocak’ta Dikmen Vadisi’ne girmek istedi. Mahalleliler, 8 kepçeyle gelen yıkım ekiplerini geri
AZ‹M’E YUMURTA YEMEY‹ Ö⁄RETECEKLER AKP ve sermayedarlar kentsel yıkım projelerini hızlandırma hesapları yaparken hali hazırdaki projelere karşı direnenler de var. Adana’nın Seyhan Belediyesi tarafından yapılması planlanan kentsel dönüşüm projesine karşı Seyhan ve İsmet Paşa halkı mücadele ediyor. Barınma Hakkı Bürosu’nun çağrısıyla belediye önünde 3 Ocak’ta eylem yapan mahalleliler yaptıkları eylemle Seyhan Belediye Başkanı Azim Öztürk'ün projeden memnun olduğunu söylediği İsmetpaşa halkının aslında bu projeden memnun olmadığını gösterdi. Eyleme belediyenin baskıları sonucu sözleşmeye imza atan hak sahipleri de katılarak imzalarını geri almak için çalışacaklarını belittiler. Eyleme katılan bir mahalle ise Azim Öztürk'ün proteine ihtiyacı olduğunu, kendisinin yumurta yemesi gerektiğini, bilmiyorsa da kendisine yumurta yemesini öğreteceklerini söyledi ve bir koli yumurtayı belediyeye hediye etti.
Yılın ilk saldırısına ilk yanıt
2
012’nin başlamasıyla birlikte yürürlüğe giren Genel Sağlık Sigortası uygulamasını ve AKP’nin sağlık alanındaki ‘yıkımı’ protesto eden İstanbul Halkevleri üyeleri İl Sağlık Müdürlüğü’ne yürüdü. Müdürlük
önünde yapılan açıklamada AKP’nin halka zararlı olduğunu belirten Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, halkın sağlık hakkına sahip çıkmadığı sürece, ceplerini niteliksiz sağlık hizmeti satarak dolduran patron-
ların, hastane kapılarında ölümlerin ve GSS borcu yüzünden hapis cezalarının sıradanlaşacağını belirtti. Birol “AKP sağlık hakkını tanımıyorsa karşısında Halkevleri’ni bulacaktır” dedi.
7
İNSANCA YAŞAM 12 Ocak 2012 / 25 Ocak 2012
Halk›n Sesi
‘Şahitlerim, kuvvetli olun’ Y
aşamı ve doğayı savunanlar 8-9 Ocak tarihlerinde İstanbul’da buluştu. Tortum’da yaşam alanına sahip çıkan Ali Dursun ile Rize’de Senoz Vadisi’nde yüksek gerilim hattı istemeyen Gürgenli Nine, Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu tarafından gerçekleştirilen “Mücadeleleri Birleşiyor Forumu”nda bir araya geldi. Forum, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fındıklı Yerleşkesi’nde kapalı bir alanda gerçekleştirilse de katılımcılar yörelerindeki direniş deneyimleriyle Peri Suyunu, Tortum’u, Çanakkale’yi salona taşıdı. Salonda direnişlerini Peri Suyu Özgür Köylü Hareketi gibi ateş hattında sürdürenler de vardı, Ergene İnisiyatifi gibi daha yolun başında olanlar da. Tekirdağ Muratlı’dan katılan Nurcan Özden, köylerinde birçok kişinin “Devlet kötü bir şey yapmaz” diye düşündüğünü söylerken, devletin çevik kuvvetiyle, jandarmasıyla saldırdığına şahit olan Tortumlular da köylerinde “Devlet öyle ya da böyle HES’i yapacaktır” şeklinde düşünenlerin olduğunu ifade etti. Konuşan direnişçiler yörelerinde AKP’liyken istifa edenleri, “eylem” kelimesinden kaçarken iş makinesine taş atan 80 yaşında nineleri de anlattı. ‘MALA DAVARA BİRŞEY OLUYOR MU?’ Çorum’dan katılan bir yaşam savunucusu yaşam alanlarını savunmak için gösterilen direnişlerin, enerji projelerinin bölgede yaşayan köylülerin üretim araçlarına zarar verme endişesiyle başladığını babasının bir gelişme olduğunda sorduğu soruyla anlattı: “Mala davara bir şey oluyor mu?” Bunun üzerine Gerzeliler de, Afşin’deki termik santrali gördükten ve orada gördüklerini arkadaşlarına anlattıktan sonra mücadeleye geçtiklerini anlattı. Peri Suyu’nda Limak Holding tarafından kurulması planlanan Pembelik Barajı’na karşı direnenler askerin üzerilerine ateş açtığını, direniş çadırını kurdukları bölgedeki ormanı yaktığını anlattı. Bölgedeki HES toplantısını yöneten komutanlar, emirlerindeki askerleri direnenlere müdahale etmeleri için şirketin araçlarıyla taşıyordu. Direnişçilerin anlattığına
Peri Suyu, Erzurum Tortum, Rize Fındıklı, Senoz Vadisi, Sinop Gerze, Ergene Nehri, Aydın Çine, Hatay Samandağ, Çanakkale Elmalı… Gürgenli nineden tüm doğa ve yaşam savunucularına öğüt: ‘Kuvvetli olun’
Gerzeliler, termik santral kurmak isteyen Anadolu Grubu ürünlerini (Coca Cola, Efes Pilsen, Faber Castel) boykot etmeye de çağırırken bir diğer çağrı da Mersin Nükleer Karşıtı Birlik’ten geldi: “18 Şubat’ta gerçekleştirilecek olan nükleer santral ihalesine karşı herkes Mersin’e”. göre, çadır, Peri Suyu’ndaki direnişi sürdürmek için çok önemli bir araç olmuş tıpkı Gerze’deki gibi. İmamlarının, verdikleri mücadeleye engel olduğunu çadıra hiç uğramamasından anlayan Gerzeliler, direnişlerinin 130’uncu gününde Diyanet’e başvurmuşlar ve demişler ki: “Bize termik santrale karşı olan bir imam gönderin.” DİRENENLER BİRBİRİNDEN ÖĞRENİYOR Forumda, Tortumlu Ali Dursun, Solaklılı Ali Dursun’un iş makinelerini nasıl durdurduğunu hafızasına kazıdı. Herkes Çanakkale Elmalı halkının oluşturduğu komitenin köyü nasıl yönettiğini merakla dinlerken, termik santrale karşı direnen Gerze halkının direniş çadırının bir yaşam alanına dönüştüğünü de notlarına ekledi. Katılımcılar yeni saldırı biçimleriyle tanıştı: rüzgar enerji
santrali, yüksek gerilim hattı, güneş enerjisi tarlaları… Rüzgar enerji santralleri kumsallarına kurulmasını engelleyen Hatay Samandağlılar nasıl zafer kazandıklarını anlattıktan sonra Çiftçi-Sen Genel Başkanı Abdullah Aysu bu santrallerin çoğunun kuşların göç yollarına kurulduğunu belirterek bir uyarıda bulundu: “Biçerdöverin arkasından leylekler gelip böcekleri yemezse o tarlada bir sene sonra buğday yetişmez.” Aynı şekilde siyanürlü altın madenciliğine karşı nasıl mücadele ettiklerini anlatan Çanakkalelilerin sunumunu EGEÇEP’ten Ertuğrul Barka tamamladı: “Siyanüre kilitlenmemek lazım yoksa altın madenlerinin yarattığı sosyoekonomik yıkımı göremeyebiliriz.” Direniş deneyimleri, saldırıların da benzer biçimlerde olduğunu ortaya koydu. Enerji santrali ihalesini alan şirket bölgedeki
köylerde yaptığı cami onarımı, kahve onarımı gibi çeşitli göz boyama işlerine girişiyor, ardından da başta muhtarlar olmak üzere bölgenin ileri gelenlerini para karşılığında satın alıyor. Şirket, satın aldıklarını “paydaş” olarak adlandırıyor ve bu paydaşlarla düzenli toplantılar yapmaya başlıyor. Paydaşlar topluluğuyla ÇED toplantılarını örgütlüyor. Paydaşların arasına bazı STK’lar da katılıyor. Çoğu zaman şirketin kurduğu “Koruma ve Kalkınma Derneği” gibi STK’lar, bölge köylülerini “HES’e karşı değiliz elektriği indirimli versinler, insanımız iş bulsun” gibi söylemlerle kandırmaya çalışıyor. Bunlara rağmen köylüler direnirse jandarma devreye giriyor. Direniş kırılmazsa şirketler geri adım atıyormuş gibi yapıp süreci hukuki aşamaya devrediyor. Uzun süren hukuki aşamada şirketler köylünün
açığını kolluyor ve direniş soğuyunca başlıyorlar inşaata. Forumda iki gün boyunca tartışılanlar ışığında önümüzdeki dönemin daha çetin mücadelelere gebe olduğuna ve buna karşı mücadelelerin birleştirilmesi gerektiğine herkes hemfikirdi. Sonuç metninin okunmasıyla forum son buldu ve katılımcılar mücadele alanlarının yani yaşam alanlarının yolunu tuttu. GÜRGENLİ NENE’NİN ÖĞÜDÜ Forumun sonucunu ise Senoz Vadisi’nden gelen Gürgenli Nene’nin yüksek gerilim hatlarına karşı verdiği mücadeleyi anlatırken söylediği sözler özetliyordu: “Onları Allah’a havale ediyorum, çünkü onların terbiyesini biz veremiyoruz. Allah’ı vekil gösterdim, onlara karşı direnelim. Sizler de şahidim olun ama şahitlerim, kuvvetli olun!”
Fındıklı direndi ıslah olmadı F›nd›kl› halk› direndi ve “›slah” olmad›. Rize F›nd›kl›’da, dere ›slah› ad› alt›nda vadilerinin beton y›¤›n› haline getirilip HES projeleri inflaatlar›n›n ilk ad›m›n›n at›lmas›na karfl› direnen F›nd›kl›l›lar 8 Ocak günü kazan›ma ulaflt›. Belediye Baflkan› Adnan Özbalaban, nöbet tutulan yere gelerek F›nd›kl› halk›n›n taleplerinin karfl›lanaca¤›n› duyurdu. Özbalaban’›n verdi¤i sözlere göre derenin bir taraf›nda taflla tahkimat, di¤er taraf›nda beton çal›flmas› yap›larak dereyle canl›lar aras›ndaki ba¤ kopar›lmayacak. Bu alan d›fl›nda hiçbir alanda çal›flma yap›lmayacak. Çal›flma araçlar› bölgeden yavafl yavafl çekilmeye bafllarken, Halk›n Sesi’ne
Nükleerci şirket daha ÇED alamadı M
ersin'de kurulmak istenen nükleer santral için ÇED toplantısı yapmak isteyen şirket, Nükleer Karşıtı Platform (NKP) üyelerinin yaptığı ziyaret sonrasında toplantıyı gerçekleştiremedi. Mersin’in Büyükeceli Köyü'ne bir ziyaret gerçekleştiren NKP üyeleri, köy kahvesinde köylüler ile sohbet ederek nükleer santralin zararlarından bahsetti. Jandarma, NKP üyelerinin ziyaret ettiği kahvenin etrafında barikat kurdu. Bunun nedeni, köyde nükleer santrallere karşı 1950’li yıllardan beri çeşitli mücadelelerin verilmiş olması. Nükleer santrale karşı yıllar boyu mücadele eden köyde nükleeri savunanlar da var; onlar da ayrı bir kahvede oturuyorlar. ÇED toplantısının gerçekleştirilememesinin ardından NKP üyeleri, Rus şirketin yetkililerinin konakladığı otelin önüne gitti. Projede çalışan mühendislerin de santralden zarar göreceğini hatırlatan NKP üyeleri sloganlar atarak eylemlerini sonlandırdı.
konuflan Derelerin Kardeflli¤i Platformu Yürütme Kurulu üyesi ve F›nd›kl› Derelerini Koruma Platformu üyesi Avni Ertafl, F›nd›kl› halk› ve tüm kitle örgütleriyle birlikte konuyu de¤erlendirdiklerini belediye baflkan›n›n aç›klamalar›n›n F›nd›kl› için bir kazan›m oldu¤unu söyledi. Ertafl, verilen sözlerin tutulmamas› durumunda nöbete yeniden bafllayacaklar›n› belirtti. F›nd›kl›’da “dere ›slah” çal›flmas› gerekçesiyle akarsu vadilerinin beton dökülerek tahrip edilmesi ve dereyle yaflam aras›ndaki ba¤›n kopar›lmas›na karfl› bölge halk› direnifle geçmifl, ›slah çal›flmalar›n› durdurmak ve bölgeye daha fazla zarar verilmesini önlemek için 23 -24 Aral›k 2011’de Ar›l›
Vadisi Hara Mevkii’nde nöbet tutmufltu. Ardeflen Kaymakam› ‹lyas Memifl baflkanl›¤›nda DS‹ yetkilileri, köy muhtarlar› ve DEKAP temsilcilerinin kat›ld›¤› toplant›da yetkililer köylülerin ›slah çal›flmas›na iliflkin taleplerini de¤erlendireceklerini söyleyince nöbet eylemi sona ermiflti. Aradan geçen bir hafta içinde yetkililer somut bir ad›m atmay›nca F›nd›kl› halk› 4 Ocak’ta Ar›l› Vadisi’nde tekrar nöbet tutmaya bafllam›flt›. Nöbetin ikinci gününde, nöbet tutulan alan›n yak›nlar›nda bulunan ifl makineleri direnifli karalamak için kurflunland›. Resmi makamlar, olay yerinde 22 adet bofl mermi kovan› bulundu¤u ve ifl makinelerinin camlar›n›n hedef al›nd›¤› bilgisini verdi.
Asgari ücret eyleminin ardından erhaba, asgari ücretle çalışan milyonlarca insan, çocuklarının geleceklerini temsil eden 38 yürekli insan adına merhaba. Merhaba Türkiye işçi sınıfı, selam olsun hayatı yaratanlara. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da, asgari ücretin insanca yaşamaya yetecek bir ücret olması için kasım ayından itibaren sokaklardaydık. Çok fazla bir şey istemiyorduk. İnsanca yaşamaya yetecek kadar bir asgari ücret istiyorduk. Bu süreçte çocuklarımız da bizimle beraberdi. “İnsanca yaşamak bizlerin de hakkıdır” dedik. O kapalı kapılar ardında bizleri hiçbir şekilde temsil etmeyenlere, “Geleceğimiz hakkında karar veremezsiniz” dedik. Sendikamız Devrimci Sağlık-İş’le beraber yanlış hiçbir şeyin altına imzamızı Ziya atmadık. Her zaman doğru ‹ncedere olanı yaptık. Emeğimizi, geleceğimizi, her şeyden Dev Sa¤l›k-‹fl önemlisi de onurumuza Üyesi sahip çıktık. Ankara’da bulunan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yolunu tuttuk. Bizim geleceğimiz hakkında karar verilen o binanın kapısının önündeydik 29 Aralık günü. Geçen yıl da orada bulunan güvenlik görevlileri, bizi görünce hafiften gülümsediler. Bu, alaycı bir gülümseme değil, tanıdığı kişiyi görünce ona gösterilen bir tebessüm gibiydi. Biz de onları tanıdık. Fakat bakanlık önüne geldiğimizde o tanıdıklardan eser yoktu. Sadece etten bir duvar vardı. Tam donanımlı çevik kuvvet polisleri. Hiçbir şey demeseler de “Buraya giremezsiniz” anlamı çıkıyordu o barikattan ancak “Biz buraya sadaka istemeye gelmedik. Bakana birkaç sözümüz var bir de bakana teslim edecek dilekçelerimiz. Biz taşeron sağlık işçileriyiz. Asgari ücretle çalışıyoruz. İçeride bizi temsil edecek kimse yok” dedik. Bakanlığın kapısının girişinde camı korkak bir şekilde yarı aralamış vaziyette bir güvenlik amiri şunları söyledi: “Bakan içeride değil, sizi içeriye alamayız, sizler içeri giremezsiniz.” Yanıtımız gecikmedi: “19 liralık zammı kabul etmiyoruz ve buradan bir yere gitmiyoruz” dedik. Polis ağzını açmadı, söyleyecek hiçbir sözleri yoktu çünkü. Saldırmayı tercih ettiler. Bizi milyonlarca insan seyretti. Asgari ücretli çalışanların vicdanı olduk. Bizim çocuklar da seyretmiş. Tanırsınız onları Koşuyolu’ndan, Kadıköy Meydanı’ndan, Ankara sokaklarından, direniş çadırlarından, Adana sokaklarından ve 1 Mayıs ailesinden. Barış, Furkan, Hülya ve Gökhan… Onlar da seyretmiş babalarının ve arkadaşlarının uğradığı saldırıyı. Benimle telefonla konuşurken avuçlarıma geldi döktükleri gözyaşları. Hala kulaklarımda hıçkırıkları. Baba, size bunu neden yapıyorlar, bunu yapacak gücü nereden buluyorlar? Yanıt belli, “AKP’nin ileri demokrasisi.” Demokratik hakkımız olan bir protestoyu gerçekleştirmiştik. Asgari ücretle ilgili herhangi bir gelişme bazı ekonomistlerin söylediği gibi sadece 2 milyon kişiyi değil, Türkiye’deki milyonlarca insanı ilgilendiriyordu. Asgari ücretli çalışanların dışında kamu emekçileri de, mimarı da mühendisi de asgari ücrette yapılacak her hangi bir değişiklikten etkilenecekti. Biz, bakanlığın önünde sadece 38 işçi değildik, ülkedeki asgari ücretle geçinen herkesin vicdanıydık. Son olarak şunu söylemek istiyorum: Herkesin insanca yaşam hakkı vardır. Sefalete teslim olmayacağız. Taşeron çalıştırmayı bu topraklardan sileceğiz. Çünkü yemin ettik; bu mücadeleyi de bizi idam ederek durdurabilirler. Seneye yine geleceğiz ve daha güçlü bir şekilde geleceğiz. Ve duvar yıkıldı. Serbest kaldıktan sonra dönüş yolunda öğrendik yüzde 6 yerine yüzde 12 zam yapıldığını asgari ücrete. Biliyoruz ki kasım ayından beri sokaklarda hastanelerde örgütlediğimiz mücadelenin de bir etkisi olmuştur bu karara. Hepimizin yüreğine sağlık, yolumuz açık olsun.
M
Talip yok tepki var 3
. köprü için Karayolları Genel Müdürlüğü’nde ihale yapılırken 3. Köprüye Karşı Yaşam Platformu da karayollarının önünde eylemdeydi. Platform dışarda eylemdeyken içerde de ihaleye gireceği söylenen hiçbir firma teklif vermediği için ihale iptal edildi. İstanbul Boğazı üzerine yapılması planlanan 3. köprü projesine karşı mücadele eden 3. Köprüye Karşı Yaşam Platformu 10 Ocak’ta ihalenin yapılacağı Kara Yolları Genel Müdürlüğü önünde eylemdeydi. Yoğun kar yağışına rağmen “Yaşam ihaleye çıkartılamaz” pankartı açarak Yüksel Caddesi’nde bulunan İnsan Hakları Anıtı önünden Karayolları Genel Müdürlüğü’ne yürüyen platform üyeleri yürüyüş boyunca “Köprü yıkılsın Tayyip altında kalsın”,
“Mahalleme, evime, sokağıma dokunma” şeklinde sloganlar attı. Platform adına yapılan açıklamada, yeni köprünün taamüden cinayet işlenmek olacağı belirtilip bu hatadan vazgeçilinmesi istendi. Eyleme Emek Partisi Genel Başkanı Selma Gürkan, Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı Samut Karabulut, CHP Milletvekilleri ve Barınma Hakkı Büroları da destek verdi. İHALE OLMADI Dışarda eylem yapılırken içerde de ihale için yarışacağı söylenen 18 firmanın gelmemesinin şoku vardı. Hiçbir firma proje için teklif vermeyince İhale Komisyonu Başkanı İhsan Akbıyık tarafından ihalenin iptal edildiği duyuruldu.
İstanbul’un farklı mahallelerinde doğa ve barınma hakkı mücadelesi verenler bu kez başkentteydi.
8
EMEK 12 Ocak 2012 / 26 Ocak 2012
Halk›n Sesi
‘Mengen Gerede insanlık nerede’ B
olu’nun Gerede İlçesi’ndeki Deri Organize Sanayi Bölgesi’ndeki işçiler çalışma koşullarının düzelmesi, ücretlerinin yükseltilmesi, sigortalarının yapılması gibi taleplerle 5 Ocak’ta iş bırakıp Gerede merkezine yürüdü. İşçilerin gerçekleştirdikleri yürüyüşe polis engel olmak istedi. İlçe merkezine yürümek isteyen işçiler polisle çatıştı. Ekranlara yansıyan görüntüler, işçilerin ilk defa böyle bir eylem yaptığını ve Gerede polisinin de ilk defa böylesi bir eylemle karşılaştığını gösteriyor. Polisin saldırısına rağmen ısrarla eylemlerini devam ettiren işçiler kısmen de olsa bir kazanım elde etti. Deri işverenleri işçilerin çalışma koşullarının iyileştirileceğini, ücretli yıllık izin haklarının tanınacağını ve fazla mesai ücreti verileceğini söyledi. İşçiler şimdilik patronların verdikleri söz nedeniyle eylemlerine ara verdi ve 9 Ocak günü işbaşı yapmaya başladı. Hatta işçilerle işverenlerin anlaşma yaptığına dair duyurular 6 Ocak günü Gerede merkezinde hoparlörlerle defalarca duyuruldu. İşverenlerin kabul ettiği taleplere bakıldığında Gerede tabakhanelerdeki çalışma koşulları görünüyor. Bu tabakhanelerde toplam 1.500 işyeri var ve toplam 3 bin 500 kişi çalışıyor. Tabakhaneler, nüfusu köyleriyle birlikte 50 bin olan Gerede’nin temel ekonomisi. Gerede tabakhanelerinde çalışan 3 bin 500 kişi olmasına rağmen Deriİş Eğitim uzmanı Engin Çelik, sadece 800 işçinin sigortalı göründüğünü söylüyor. YASA OLSA DA YOK Tabakhanelerde 4857 sayılı İş Kanunu fiilen geçerli değil. İşçiler, yevmiye usulü çalıştırılıyor. 30 gün çalıştıkları
Engin Çelik, eylemlerin başlangıcının bir ay öncesine dayandığını ifade etti.
Büyük madenci yürüyüşü sırasında işçiler, kendilerine su bile ikram edilmeyen Mengen ve Gerede’yi bu sloganla eleştirmişti. İnsanlık dışı çalışma Gerede tabakhanelerinde sürüyor, işçiler bu çalışma düzenine isyan ediyor
Ankara’dan ‹stanbul’a giderken Bolu’ya 60 kilometre kala e¤er özel araçla gidiyorsan›z camlar› kapat›rs›n›z. Bunun nedeni bölgedeki tabakhanelerden gelen keskin kokudur. Oysa o kokunun geldi¤i yer, Bolu’nun Gerede ‹lçesi’nin temel geçim kaynaklar›ndan biri olan dericili¤in kalbi. Ad› sonradan Deri Organize Sanayi Bölgesi olan Gerede tabakhanelerinin geçmifli 900 y›l öncesine kadar dayan›yor. ayın 26 günü, günlük 36 lira alan işçilerin aylık maaşları 936 liraya geliyor. İşçilerin maaşlarının asgari ücret tutarındaki kısmı banka hesabına yatarken kalan kısmı işveren tarafından elden veriliyor. Böylece az sayıdaki sigortalı işçiler de asgari ücret üzerinden sigortalı gösteriliyor. İşçilerin neredeyse hepsi tabakhanelere yakın mahallelerde oturuyor ve işlerine yürüyerek gidiyor. Sabah 7 civarında işbaşı yapan işçiler, 12 saat çalışıyor. Pazar günleri de çalışan işçilere fazla mesai ücreti verilmiyor. Öğlen arasında yemek verilmiyor.
Ahmet D. adlı 38 yaşındaki bir işçi 28 Aralık 2011 tarihinde tabakhanede çalışırken kalp krizi geçirdi. Kısa bir süre sonra işçinin zehirlenme sebebiyle ölmüş olabileceği düşünüldü. Yerel sitelerde çıkan bu haber, tabakhanelerdeki zehirlenmenin olağan bir durum olduğunu gösteriyor. İşçilerin eylemlerinden birkaç gün önce Gerede’ye giden Deri-İş Eğitim Uzmanı Engin Çelik karşılaştığı manzarayı şöyle anlattı: “20 yaşındaki işçilerde bel fıtığı var. Islanan deri kalıbı ortalama 80 kilo ve işçiler bunu elleriyle taşıyor. Eldiven ve koruyucu araçlar yıllardır
değiştirilmiyor. Yıllardır aynı eldiveni kullanmak zorunda kalan işçilerin tamamının elleri kapkara. Parmakları ve kolu olmayan işçiler var. Nemli ve sürekli ıslak olan tabakhanelerde çalışanlarda akciğer rahatsızlıkları ve solunum yolu rahatsızlıkları çok sık görülüyor. İşçiler deriyi işlerken kimyasal maddelerle çok sık karşılaşıyor ama bir önlem yok.” ‹fiVERENLER ÖRGÜTLÜ İşçilerin örgütlü bir birlikteliği şimdilik yok. Ancak Çelik’in anlattığına gore işverenlerin köklü bir örgütlenmesi var: Sendikacılar oraya
adım attığı gün işverenler işçilerin ailelerini dolaşarak ‘Bunlar bölücü, terörist’ demişler. Sendikacılar bunu işçilerden öğrenmiş. Bölgede sendika kötü bir üne sahip. 90’ların başında benzer bir durum yaşanmış o zaman işçiler kendilerini ve sendikayı değil işvereni dinlemiş ve sendikacıları kovalamışlar. Deri işverenleri kendi aralarında bir kooperatif kurmuşlar. 5 Ocak günkü eylem öncesinde 500 işçi hep birlikte karar alırken işverenler çok daha öncesinde kararlarını almışlar. İşçilerin sendikalı olmak istediklerini belirten
AKP’N‹N KALES‹NDE AKP’YE TEPK‹ İşçiler eyleme geçmeden bir ay önce çalışma koşullarının düzeltilmesi ve yıllık izin gibi taleplerini işverenlere hatta belediye başkanına dahi bildirdi. İşverenler önce talepleri karşılayabileceklerini söyledi ancak sözlerini tutmadı. Çoğu AKP’li olan ve belediye seçimlerinde de AKP’nin adayına oy veren işçiler belediye başkanını aramışlar ancak kapı duvar. İşçilerin yürüyüş sırasında Başkan işçilere sahip çıkamayınca işçiler yürüyüş boyunca “Başkan istifa” sloganları attı. 10 yıldır tabakhanede çalışan işçiler “yıllık izin” diye bir kavram bilmiyorlar. Ramazan ve Kurban bayramında da çalıştırılıyorlar. Çoğu dini hassasiyetleri yüksek olan işçilerin en büyük itiraz noktaları da bu. Nitekim işçilerin bu duyarlılığı siyasiler tarafından çokça sömürülmüş. Engin Çelik, AKP’ye oy veren işçilerde büyük bir pişmanlık gözlediğini aktarıyor. Çelik, işçilerin kendi oyları ile iktidara gelen AKP’nin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nı sorumlulularını yerine getirmeye çağırdığını ve bölgeye müfettiş gönderilmesini istediğini iletiyor. Gerede’de işçiler şimdilik işverenlerin verdikleri, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, ücretli izin ve fazla mesai ücretlerinin verilmesi sözlerini tutmasını bekliyor. İşverenin baskısı, Deri-İş hakkında yapılan karalama çalışmaları, polis saldırısı, gözaltına alınmaları “insanca çalışma” talebine şimdilik yenik düşmüş gözüküyor.
Yeni yılda da talep aynı: Atama A
Taşeronu nereye süpürmüş? 2
012’nin ilk günlerinde İstanbul’da Beşiktaş Belediyesi’nin önünde 135 işçi, aynı şekilde Maltepe Belediyesi’nde de çok sayıda belediye işçisi eylemler yaptı. İşten çıkarılan işçiler işlerine geri dönmek ve taşeron sisteminin son bulmasını istiyordu. Maltepe’dekiler çalışma koşullarının düzeltilmesini de istiyordu. Bu belediyeler, CHP’li belediyelerdi. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu 12 Haziran seçimleri öncesinde “Taşeron, 21. yüzyılın kölelik rejimidir. Kamuda taşeronu bitireceğim” demişti. Genel-İş’e üye oldukları için işten çıkarılan işçiler, Beşiktaş Belediyesi önünde 31 Aralık’ta direnişe geçti. İşçiler 4 Ocak’ta sendikalı olarak işlerine geri döndüler. Maltepe Belediyesi önündeki eylemde işlerine geri dönmek, taşeron sisteminin son bulması gibi talepleri dile getiren işçiler, aynı işi yaptığı diğer belediye işçileriyle aynı maaşı almak ve aynı sosyal haklardan yararlanmak istiyordu. İşçiler bu taleplerini 400 imzayla belediye başkanlığına iletti. Belediye yetkilileri tarafından “Kimse işten çıkarılmayacak” denilmesine rağmen ertesi gün bir işçi işten çıkarıldı ve işten çıkarılan işçi arkadaşlarıyla birlikte Maltepe Belediyesi önünde çadır kurarak 21 Aralık günü direnişe geçti.
taması yapılmayan öğretmenler 2012’de de eylemlerine devam etti. Ücretli öğretmenliğin kaldırılması ve kadrolu atama, ataması yapılmayan öğretmenlerin temel taleplerini oluşturuyor. Sokaklar, ataması yapılmayan öğretmenlerin talepleriyle yankılanıyor. 2011’in son gününde de eylem yapan güvencesiz ataması yapılmayan öğretmenler, 6 ve 9 Ocak günlerinde gerçekleştirdikleri eylemlerle taleplerinin takipçisi olduklarını gösterdi. Ataması yapılmayan öğretmenler 6 Ocak günü Eğitim-Sen’le birlikte Ankara’da bir eylem yaparak taleplerini Milli Eğitim Bakanlığı’na da iletti. Ataması yapılmayan öğretmenler, İstanbul’da da 9 Ocak günü eylemdeydi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın şubat ayında yaptığı öğretmen atamaları öncesinde Milli Eğitim Bakanı’nın 12 Haziran 2011 seçimlerinden önce verdiği 55 bin atama sözünü tutmasını isteyen öğretmenler, 44 bin
atamanın daha yapılması gerektiğini söyledi. İstanbul Şişli’deki Cevahir Alışveriş Merkezi önünde buluşan öğretmenler bakanın sözünün tutması talebiyle Şişli AKP İlçe binasına kadar yürüdü. Öğretmenler taleplerini iletmenin yanı sıra 6 ay önce hayatını kaybeden ataması yapılmayan öğretmen Şafak Bay hakkında 3 yıl hapis istemiyle dava açılmasını da protesto etti. Şafak Bay, 9 Haziran 2004 tarihinde Elazığ Postanesi önünde bir basın açıklamasına katılmış ve orada gözaltına alındıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. Şafak’ın ağabeyi Deniz, Şafak’ın tutuksuz yargılandığı gerekçesiyle yurtdışında tedavisine başlanmasının geciktiğini dile getirdi. Ataması yapılmayan öğretmenlerin seslerini duyurmada büyük katkıları olan Şafak öğretmene devlet tarafından 2004 yılında
açılan dava, 2012’de sonlandı. Yargı, 6 ay önce hayatını kaybeden Şafak öğretmeni “2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet etmek” gerekçesiyle 3 yıl hapse mahkum etti. Şafak öğretmenin ailesi, kararın “İntikam alma amaçlı” olduğunu belirterek, manevi tazminat davası açmaya hazırlandıklarını ifade etti.
Hak arayan işçi bölücü oldu S
amsun’daki Gazi Devlet Hastanesi’nin bahçesinde Devrimci Sağlık-İş üyesi işçiler tarafından 26 Ocak 2011’den bu yana sürdürülen direnişle ilgili basının sorularını yanıtlayan AKP İl Başkanı Osman Çetinkaya, işçileri bölücülükle suçladı. Çetinkaya şunları söyledi: “Oradaki arkadaşlar belirli bir ideolojiye hizmet etmenin, bölücü unsur olmanın ve oradaki huzuru kaçırmanın peşindeler. İnatla ve ısrarla istenmeyen yerde durmaya çalışıyorlar. Yasal hakları varsa gitsinler iş mahkemesine tazminatları varsa alsınlar. Kimsenin huzuru kaçırmaya hakkı yok” Samsun Valisi de 28 Aralık günü basına bir demeç vererek işçilerin mağduriyetini gidermek için uğraştığını ancak başarılı olamadığını söylemişti. Sorunun taşeron firma ile işçiler ve hastane yönetimi arasında or-
taya çıkan bir durum olduğunu belirten Vali, “idari olarak orta yol bulmaya çalıştığını” ancak bulunamadığını ifade etmişti. Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç da memleketi Samsun’u ziyaret ettiğinde işçilerin “İşimizi geri istiyo-
ruz” şeklindeki talebini “Sizin çıkmanız gerekiyormuş vardır bir sebebi” diyerek geçiştirmişti. Samsun Gazi Devlet Hastanesi’ndeki taşeron sağlık işçileri 2012’yi direniş çadırında “İşimizi geri istiyoruz” talebiyle karşıladı.
DİSK’te genel kurullar
D
İSK’e bağlı Nakliyatİş ve Sosyal-İş sendikaları, 7-8 Ocak günlerinde olağan genel kurullarını gerçekleştirdi. Sosyal-İş genel kurulunda örgütlenme modelleri ve işçi sorunları tartışılırken Nakliyat-İş genel kurulunda da emekçilere yönelik saldırılar masaya yatırıldı. Yapılan seçimlerde Ali Rıza Küçükosmanoğlu gene Nakliyat-İş Genel Başkanı seçilirken aynı şekilde Metin Ebetürk de tekrar Sosyal-İş Genel Başkanı seçildi.
Güvenlikçi eylemci oldu
E
rzurum Atatürk Üniversitesi’nde işten çıkarılan 22 özel güvenlik görevlisi işlerine geri dönmek için eylem yaptı. 2 Ocak günü Rektörle görüşmek isteyen güvenlikçileri özel güvenlikçiler ve polis engellemeye çalıştı. İşten çıkarılan güvenlikçiler Rektörlük binasına girdi. İşçilerden biri kendini üçüncü kattan atmak istedi. İşten çıkarılan güvenlikçiler, müdürün şahsi işlerini yapmadıkları için isimlerinin toplandığını ve bu sebeple işten çıkarıldıklarını söylediler.
‹stanbul 6. ‹dare Mahkemesi, ücretli ö¤retmenlerin paso hakk› için ‹ETT’ye açt›klar› davada ö¤retmenleri hakl› buldu. Mahkeme, takdir hakk› tan›nan ‹ETT’nin bu hakk›n› anayasada yer alan kamu hizmetinin sa¤lanmas›nda eflitlik ilkesine ayk›r› bir flekilde kulland›¤›n› belirtti. Kazan›lan dava tüm ücretli ö¤retmenler için emsal oluflturuyor.
KESK: ‘Sokağa!’ 4688 say›l› Kamu Görevlileri Sendikalar› Yasas›’nda Memur-Sen’in istekleri do¤rultusunda de¤ifliklikler öngören ve kamu emekçilerine grev hakk› tan›mayan taslak KESK taraf›ndan protesto ediliyor. KESK, bir bas›n aç›klamas› yay›mlayarak tasla¤›n kabul edilemez oldu¤unu belirtti ve 10 Ocak günü ülke genelinde bas›n aç›klamalar› yaparak postanelerden Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤›’na faks gönderme eylemleri yapt›. 14 Ocak günü de bordro yakma eylemleri yapaca¤›n› duyurdu. KESK, yasadaki de¤iflikliklerin görüflülece¤i gün de tüm ülkede sokaklarda olacaklar›n› aç›klad›.
Enerji-Sen 2012’ye hızlı girdi
E
lektrik, Gaz, Su ve Baraj Çalışanları Sendikası (Enerji-Sen) 2012’ye hızlı girdi. Türkiye’nin birçok kentinde ve enerji santralinde enerji işçileri Enerji-Sen’e geçmeye başladı. Mersin, Adana, Antakya, Urfa, Ağrı’da elektrik açma kapama, okuma işçilerinin yanı sıra Osmaniye’deki Aslantaş ve Berke ile Samsun’daki Altınkaya, Hasan Uğurlu ve Suat Uğurlu barajlarındaki enerji işçileri Enerji-Sen’e geçmeye başladı.
9
EKONOMİ 12 Ocak 2012 / 25 Ocak 2012
Halk›n Sesi
Rekoru AKP’ye cefası işçiye ENG‹N DURAN
T
ürkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) yaptığı açıklamaya göre 2011 yılında ihracat 134 milyar dolar olurken ithalat 240 milyar dolar oldu. İhracatın cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdığını Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan büyük bir müjdeyle duyurdu. AKP özellikle 2001’den sonra ihracat odaklı bir ekonomi politikasının sonucunda miktar olarak artan ihracatla ekonomi güzellemesi yapmaya devam etti. Hükümetin ekonomi politikasını övmeye hazır bekleyen haber ajansları ve gazeteler ihracatta rekor başlıklarını güzel güzel kullandılar. Açıklanan sonuçlarda çok da görülmek istenmeyen bir rekor daha vardı. O da ithalat rekoruydu. Hükümetin ekonomi politikasını eleştirmek için yapılan haberlerde de ithalat rekoru öne çıkarıldı. Sonuç olarak herkese kullanması için bir rekor çıkaran dış ticaret rakamları ortaya çıktı. Ayrıca ihracat ile ithalatın farkından oluşan dış ticaret açığı da kendi başına bir rekor kırarak 106 milyar dolara ulaştı. ÇOK ‹THALAT ONDAN AZ ‹HRACAT 2001 yılından sonra uygulanmaya başlanan ekonomik program sıkı mali disiplin altında ihracata yönelik bir büyüme politikasını öngörüyordu. 2001 yılında Türkiye’de ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 75’ti. Yani her yüz liralık bir ithalat için 75 liralık bir ihracat yapılabiliyordu. 2011 yılında ise bu oran yüzde 55’lere kadar geriledi. Bunun anlamı ise yapılan ihracatın ithalata bağımlılığı son 10 yılda uygulanan ekonomi politikaları ile sürekli artması. Sonuç olarak hem Türkiye’de kullanılmak üzere yapılan ithalat için hem de ihracat için ithal edilen gerekli ara malı ve
Türkiye ihracatta rekor kırdı. Peki otomotiv, kimya ve tekstilin üst sırada yer aldığı rekortmen sektörlerde emekçilerin çalışma ve geçim koşulları ne?
yatırım malları için bulunması gereken döviz miktarı sürekli arttı. REKORLAR NASIL DEVAM EDER? Bu gidişatın sürdürülebilmesi iki koşulun aynen devam etmesine bağlı. Bunlardan ilki ihracat yapılan Avrupa ülkelerinin ekonomilerinin 2012 yılında ciddi bir krize girmemesi. Çünkü ihracatın yarıya yakınını Avrupa ülkeleri oluşturuyor. En fazla ihracat yapılan ülke de yüzde 10’luk
pay ile Almanya. Gidişatın devamı için ekonominin döviz bulabilmesi, bir başka ifadeyle cari açığın finansmanı da kritik önemde. 2012 yılında dünya ekonomisine dair endişeler, olumsuz beklentiler düşünüldüğünde Türkiye’nin yeterli kaynağı bulması zorlaşacak. Bir “sürpriz” olur da pazar ve döviz sorunu beraber aşılırsa bu rekorların yenilerinin kırılması söz konusu olabilir. Bu gerçeğin farkında olan hükümet pazar sorununa karşı Afrika çıkarmaları
yaparak yeni pazarlara açılmaya çalışıyor. Kaynak sorunu için de cari açığı azaltacak teşvik paketi hazırlığı yapılıyor ancak henüz ne tasarlandığını açıklamış değiller. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan çalışmaların gizlilikle sürdüğünü söyleyerek şimdilik açıklama yapılmayacağını belirtti. KURTARICI SEKTÖR OTOMOT‹V İhracat yapılan sektörlere baktığımız zaman birinci sırayı oto-
Tekelleşmede rekor U
luslararası denetim firması Deloitte’un raporuna göre Türkiye’de 2011 yılında şirket birleşmeleri ve satın almaları rekor kırdı. Yabancı sermaye yatırımlarının Türkiye Ekonomisine ilgisi 2011 yılında arttı ve özellikle piyasalaşmanın yaygınlaştırılmaya çalışıldığı sağlık, ulaşım, enerji gibi sektörlere oldu. Rapora göre yabancıların toplam birleşmelerdeki payı yüzde 74’leri buldu. Yabancı şirketlerin iştahını önümüzdeki dönemde özelleştirme planları ve enerji ve sağlık sektörleri arttıracak gibi görünüyor. Cari açığın kapatılması için enerji itha-
latını azaltmamız gerekir bahanesi ile yeni planlanan enerji ihalelerine yabancıların ilgisi 2011 yılında artacak. Ayrıca kamu harca-
malarını azaltmak için sağlık hakkının adım adım piyasalaştırılmasıyla özel sektörün bu alanda yeni planları olacak. Bu raporda açıklanan
sonuçlara göre de 2011 yılında yapılan şirket birleşmelerinin yüzde 42’sini enerji, sağlık, gıda ve ulaşım şirketlerinin birleşmesi oluşturuyor.
motiv sektörü alıyor. Otomotiv sektörünün en temel özelliği yüzde 80-90’ları bulan ithalat bağımlılığıdır. Otomotiv sektörü ekonomik büyümeyi hızlı bir şekilde sağlamak isteyen hükümetlerin gözde sektörüdür. Özellikle ülkeye sermaye girişinin yaşandığı dönemlerde bankacılık sektörünün tüketicilere krediler sağlayabildiği koşullarda otomotiv sektörü adeta kurtarıcı sektör olur. Ayrıca otomobil sanayisi için kurulan yan sanayi ile birlikte ekonominin birçok sektörü bu yapıdan etkilenir. Çünkü otomotiv sektörü inşaat sektörüyle benzer şekilde diğer sektörleri etkilemektedir. Diğer sektörler ise kimya ve tekstil sektörüdür. Her iki sektör de ucuz iş gücünün yaygın olarak kullanıldığı sektörlerdir. REKORUN BEDEL‹ K‹ME AKP hükümetinin rekorları şunu gösteriyor: Türkiye hızlı bir şekilde ‘Çinleşme’ye doğru gidiyor. Çin ekonomisi ucuz emek gücünün sağladığı rekabet gücüyle ihracata dayalı bir büyüme gerçekleştirmekte. Türkiye ekonomisi de benzer şekilde ucuz emek gücünü bir rekabet unsuru olarak kullanıp ihracatını artırmaya çalışıyor. Bunu da 2001 yılına kıyasla hayata geçirmiş durumda. Türkiye sermayesine can veren rekabet gücü emekçinin canını alıyor: Haftalık ortalama 60 saat çalışma ile Avrupa birinciliği, insanca yaşam şartlarının çok uzağında olan bir ücretler seviyesi, normal koşullarda 10 işçi çalıştırması gereken ihracatçı firmaların 6-7 işçiyle aynı işleri yapması, iş kazalarında dünya rekoru. Bu sayede rekabet avantajını elde ederek artan ihracat, sadece ithalata bağımlı olduğu için değil daha da önemlisi emeğe düşman olduğu için bizim için faydasız!
Enflasyonda çift haneye dönüş 2 011 yılı için açıklanan enflasyon verilerine göre yıllık Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) yüzde 10,45 olurken Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) yüzde 13,33 oldu. Özellikle gıda fiyatlarında yaşanan artışla birlikte dövizdeki yükselişin fiyatlara yansımasıyla birlikte Kasım 2008’den beri en yüksek enflasyon seviyesi görüldü. 2012 yılı için enflasyonun hedeflenen yüzde 5’ler seviyesine düşeceğini ısrarla vurgulayan Merkez Bankası bunun nasıl gerçekleşeceği konusunda ikna edici açıklamalarda bulunmadı. 2012 yılında ekonominin büyümesinin yavaşlayacağı öngörülüyor. Dolayısıyla kamu gelirleri azalacak olan
hükümet, bu gelir kaybını telafi etmek için yeni zamlara başvuracak. Ayrıca döviz fiyatlarının yüksek seyretmesi durumunda ithalat ve enerji maliyetleri nedeniyle fiyatlar genel seviyesinin artmaya devam edeceğini söyleyebiliriz. Hatta doğal şirketlerinin otomatik zam yapmasının önünü açan düzenleme ile sözleşmesi 8 yılı dolduran şirketlere yüzde 3 ile yüzde 20 arasında değişen oranlarda zam yapma izni verilecek. İlk başta 18 ili kapsayacak bu uygulama ile özelleştirme için yeni bölgelerin de cazibesi artırılmaya çalışılacak. Bu sürecin yansımasını da vatandaş daha yüksek doğal gaz faturası ile ödeyecek.
Yeni yıl işten çıkarmalarla başladı, direnişlererle sürecek Yeni y›l, yeni iflten ç›karma sald›r›lar›yla bafllad›. Tafleron flirketlerde çal›flan iflçiler yeni sözleflme dönemi anlam›na gelen bu y›l›n bafllamas›yla iflten ç›karma sald›r›lar›na en çok maruz kalan kesim oldu. ‹zmir’deki Çi¤li Atatürk Organize Sanayi Bölgesi’nde (AOSB) bulunan Billur Tuz’da Tek G›da-‹fl üyesi olan iflçiler, bir hafta öncesinden 1 Ocak 2012 tarihinde iflten ç›kar›lacaklar›n› ö¤renmiflti. Gerekçenin “Tek G›da-‹fl üyesi olmak” ve bahanenin “Performans düflüklü¤ü” oldu¤u da biliniyordu. Billur Tuz’da 1 Ocak günü 54 iflçinin ifline son verildi. ‹flçiler 2011’in son günlerinde bir araya gelip iflten ç›kar›lmalar› durumunda direnifle geçme karar› alm›fllard›. 54 iflçi, 1 Ocak günü Billur Tuz önünde bir çad›r kurarak direnifle geçti. Direniflin ilk günlerinde AOSB’de bulunan metal iflçileri, deri iflçilerinin yan› s›ra Menemen’de direnifllerini sürdüren Deri-‹fl üyesi Savrano¤lu iflçileri de Billur Tuz
iflçilerini ziyaret etti. Patron da bofl durmad›, direnifli k›rmak için d›flar›dan iflçi getirtti. ‹flten ç›kard›klar›n›n yerine daha ifli bilmeyen ve orada ö¤renecek olan tecrübesiz iflçi almak “Performans düflüklü¤ü” bahanesinin gerçek niyetle ilgisi olmad›¤›n› ortaya koydu. Patronun getirtti¤i iflçiler de kap› önünde direnen iflçileri görüp ifle girmekten vazgeçti. Hatta bir iflçinin annesine fabrika önündeki durumu anlat›rken gözlerinin doldu¤una 54 iflçi flahit oldu.
erede, Bolu’nun bir ilçesi. Dericilik Gerede’nin önemli bir ekonomik faaliyeti. Bölgede kaymakamın söylediğine göre 3500 civarında deri işçisi çalışıyor. Ama nasıl çalışıyor? Günde 12 saat çalışıp 35 TL yevmiye alıyorlar. 800 kadar işçinin sigortası var. Onlar da asgari ücretten ödeniyor ya, buna da şükür! Geri kalan 2700 işçi sigortasız çalışıyor… 2009’da yapılan belediye seçimlerinde AKP %50, Saadet Partisi %43 oy almış. Deri İş Sendikası ise Gerede’de çalışan işçilerin çalışma koşullarını tarif ederken “Ortaçağa yakışan” çalışma ortamlarından bahsediyor. İşçiler bir süredir bu sıkıntılarını dile getirmeye başlamışlar. Deri İş Sendikası’na üye olmak istiyorlar ama bin türlü tehditle karşılaşıyorlar. 4 Ocak günü “bundan daha gerisi yok” deyip toptan iş bırakıyorlar. Çevik Kuvvet önlerini kesiyor ve bir polis yetkilisi eline megafonu alıp işçilere hitap ediyor: “Bir çocuk hemen mi Tufan ortaya çıkıyor, siz de acele Sertlek etmeyin, senelerce beklediniz 3 gün daha bekleyin, ben söz Dev Sa¤l›k-‹fl veriyorum, sorunlarınızı takip Yönetim Kurulu edeceğim.” Fakat kimsenin Üyesi artık bir söz dinleyecek hali kalmamış. Öyle bir tane işçi liderinin çıkıp işçileri ajite ettiği falan yok… Tepeden tırnağa safi işçi kesilmiş hepsi… Alın terine yönelik bu haksızlığa, vefasızlığa daha fazla tahammül göstermek istemiyorlar. Şurası çok net: Dayanacak güçleri kalmadığından değil, artık tahammül göstermek istemediklerinden başkaldırıyorlar… Bunu gözlerine bakın hemen anlarsınız: O kadar kayıtsızlar ki polise karşı yürürken. Ne verilen sözlere bir güvenleri kalmış, ne polisin tehditlerinin bir kıymeti.. Bir polis yetkilisi “toplu yürüyemezsiniz, suç işliyorsunuz” diye önlerini kesince içlerinden birinin “Arkadaşlar müdür beyin dediğini duydunuz mu suç işliyormuşuz. Eee madem öyle hadi hep birlikte karakola yürüyelim” deyince bütün kitlenin geri dönüp bağıra çağıra karakola doğru yürümesi karşısında polis hepten çileden çıkıyor… Sonuç malum: Cop, biber gazı, sokak aralarında işçi avı, tek tek polis otobüsüne tıkılan işçiler… Geride kalanlar ise bırakıp gitme, dağılma halinde değiller. Arkadaşlarını almadan gitmek niyetinde olmadıklarını ifade etmek için karakoldaki çocuğunu merak eden kalabalık bir aile gibi gelip dikiliyorlar karakolun önüne. Almadan gitmeyiz diyorlar… Çaresiz serbest kalıyor gözaltındaki işçiler. Gerede sokaklarına biber gazını koklatan bu düzene karşı bizim de söyleyecek bir sözümüz olsun diye 14 Ocak Cumartesi günü miting yapma kararı alıyorlar. Gerede işçisinin hali bir işçinin en yalın halidir. Kendisini bir sınıf olarak görmez, ama bir sınıf gibi hareket eder. Bu nedenle polis müdürü iki laf edince dönüp gitmez. O güne kadar çok beklemiştir çünkü, çok sabretmiştir, çok şükretmiştir patronuna, bir iş verdi diye minnet duymuştur. Sadece Geredeli işçiler değil 1830’larda Fransa’nın tekstil işçileri tarihi değiştirmeye karar verdiklerinde de hemen öyle akıllarına geldi diye dökülmemişlerdi sokaklara… Kim bilir kaç kuşak geçmiştir öyle… Günde 16 saat çalış babam çalış… Sonra patronları veya hükümetleri onları o en saf, en aptal, en koyun sürüsü gibi görüyorken onlar birden “sınıf” olmaya başlarlar. Bir taraftan günde 12 saat 35 liraya köle gibi çalışıyorken diğer taraftan bir “oluş” içine girerler. Hem ezilirler, horlanırlar hem de kendi hayatlarının biriktirdikleriyle, paylaştıkları umutları, umutsuzluklarıyla “işçi sınıfı” olmaya başlarlar. Mücadele ve örgütlenme isteği bu “oluş” halinin ilk durağıdır. Bunun bilinçli olarak yapılıp yapılmadığının bir önemi yoktur. Yapılması lazımdır, yapılır… Bir kez yapılmaya başlandı mı adil bir düzenin filizleri de yeşermeye başlar bu mücadelenin içerisinde… Yaşadığımız günler bu günlerdir, kıymetini bilelim. Tarihin başlangıç dönemlerine tanıklık etmek herkese nasip olmaz!
G
Asgari geçim mucizesi A
ÇAPA VE CERRAHPAfiA’DA 2 SAATL‹K ‹fi BIRAKMA EYLEM‹
Sadece Billur Tuz iflçileri de¤il, Çapa ve Cerrahpafla’da çal›flan 22 tafleron sa¤l›k iflçisi iflten ç›kar›ld›. ‹flten ç›karmalara karfl› toplanan Çapa Meclisi ifl b›rakma karar› ald›. 10 Ocak günü Çapa ve Cerrahpafla’daki tüm sa¤l›kç›lar 2 saatlik ifl b›rakma eylemi yaparak üniversite ve hastane yönetimini uyard›.
‹flçinin en yal›n hali
İSG’de işten çıkarma
Di¤er iflten ç›karma sald›r›s› da Sabiha Gökçen Havaalan›’nda gerçekleflti. ‹SG Yer hizmetlerinde çal›flan Hava-‹fl üyesi 550 iflçi 3 Ocak günü iflten ç›kar›ld›. As›l iflveren Limak Holding, iflten ç›karmalar›n gerekçesi olarak
Pegasus firmas›n›n ‹SG Yer Hizmetleri’nden hizmet al›m›n› durdurmas›n› gösterdi. Limak Holding, yasa d›fl› olmas›na ra¤men Pegasus’un hizmet al›m›n› durdurmas› karfl›s›nda hiçbir ifllem bafllatmad›.
sgari ücret komisyonu 2012 yılı için asgari ücrete yapılacak zammı ilk altı ay için yüzde 6 ikinci altı ay için de yüzde 6 olarak belirledi. Zamlardan sonra asgari ücret 16 yaşından büyükler için ilk altı ayda net 701 lira olurken ikinci altı ay için ise 739 lira olacak. Zamların yapılmasından sonra yayımlanan DİSK-AR’ın araştırmasına göre yeni asgari ücret ile eşi çalışmayan iki çocuklu bir ailede günlük yemek için 8,25 lira ayrılabilirken çocukların eğitimi için ise çocuk başına 2,5 lira gerekecek. Ekonomideki gidişatı buzdolabı satışlarının çokluğuyla değerlendiren ve yoksul bir ülkede bu kadar çok buzdolabının nasıl
satıldığını soran Başbakan’a yanıt niteliğinde olan sonuca göre ise bir asgari ücretlinin buzdolabı alabilmesi için 28 ay çalışması gerekiyor. Ayrıca ulaşım harcamaları için günlük sadece 1,87 lira ayırabilen asgari ücretlinin Türkiye’de ulaşım ortalama maliyetinin 1,45 lira olduğu göz önüne alınırsa işe gitse bile dönmesi zor gözüküyor. Kültür ve sanat harcamaları için ise aylık sadece 9 lira ayırabiliyor asgari ücretli bir aile. Tüm bu sonuçlar Türkiye’de sayıları 5 milyona yaklaşan asgari ücretlinin her ay tekrar tekrar nasıl bir mucize gerçekleştirdiğini gözler önüne seriyor.
10
KİBELE 12 Ocak 2012 /25 Ocak 2012
Halk›n Sesi
Uludere: Ad› da ulu ac›s› da dı gibi gerçekten ulu dağların arasına kurulmuş bir yer, bembeyaz dağların arasında öbek öbek köyler kurulmuş ve bu köylerde insan hayatları... Roboski katliamı gerekçesiyle oradaydık. Acıları paylaşmak, devletin ikiyüzlülüğünü haykırmak, yalnız olmadıklarını, devletin bu katliamı örtmesine izin vermeyeceğimizi ifade etmek, acıyı bal eylemek mümkün mü bilmiyorum ama acılarının bir kısmını onlardan alıp omuzlayabilmek için oradaydık. Sabah Diyarbakır’dan hareket ettik. Epey uzak bir mesafe, ancak akşam karanlığı çökmeye başladığında varabildik oraya. Artık karanlık çökmüştü, “kimseyi bulabilirmiyiz çok geç” diye düşünerek ilk taziye yerine ulaşabildik. İnsanlar sabahtan beri heyet gelecek diye Zeynep bekliyorlardı. Çelik Bizi görünce tüm acılarına rağmen tebessüm ediyorlarcelik@ dı. Elimizi her tutan “Sağolun sendika.org geldiniz ya bu da yeter, sesimizi duyanların olması da yeter” diyordu. “Biz hiç kimse ses çıkarmayacak öldüğümüzle kalacağız diye düşünüyorduk bu dağın başında, kim bizi duyar kim bize el uzatır?” Erkekler taziye yerlerinde bizi karşılarken tüm yoksulluğun, yoksunluğun, savaşın en ağır bedelini ödeyen kadınlar, kenardan köşeden çaresizce gelenleri görmeye çalışıyorlar, koca çınarlar gibi sessiz ve derinden içten içe ağlıyorlarlardı. Kendi yalnızlıklarının farkındalardı. Azıcık dokunmak yetiyordu bunu hissetmek için. Kendi hayatları hakkında asla söz sahibi olamamış bu koca çınarlar yaşadıklarını çok çok iyi anlıyor ve ifade edebiliyorlardı. Konuştuğumuz kadınların hepsi yaşanan bu katliama karşı öfkelilerdi ancak onları daha da öfkelendiren hükümetin tavrıydı: “Bizi insan yerine koymuyorlar, bizi kan parası ile satın alacaklarını sanıyorlar. Biz kan parası değil insan yerine konmak istiyoruz, bu katliamın hesabı sorulsun istiyoruz, insanca yaşamak istiyoruz. Hangi anne çocuğunu sınıra gönderir? Çaresizlikten, başka seçeneğimiz yok ki, ya korucu olacaksın burada ya da kaçak işi yapacaksın. Bu iş yeni değil ki yılardır biz buralarda bu işi yapıyoruz. Bu yeni değil ki. Benim babam, onun babası da kaçak işi yapıyordu. Devlet buraya sadece asker olarak geliyor, biz devleti iş, aş için hiç görmedik ki. Bizleri ancak seçim zamanı, bir de oğullarımızın askerlik zamanı hatırlıyorlar.” Gece karanlığı çöktüğünde mezarlığa ancak ulaşabildik. Gördüğümüz manzara karşısında söylenecek hiçbir söz yok. Hani kelimeler kifayetsiz kalıyor derler ya gerçekten öyle. Büyük çoğunluğu küçücük otuz beş mezar, hiç ara verilmeden yan yana gömülmüş otuz beş çocuk. “Birlikte öldüler ayırmaya yüreğimiz el vermedi” diyorlar, o yüzden yan yana gömmüşler hepsini. Yoksulun mezarıda mı bu kadar yoksul olur. Ne çelenklerle süslenmiş, ne taze bir çiçek ekilebilmiş ne de anıt mezarlar yapılmış. Ama yüreği elvermemiş ananın evindeki naylon çiçekleri koymuş yavrusunun mezarına. Öyle çıplak kalmasın, çocuk renkleri ile donatılsın istemiş o yüzden bütün mezarlar rengarenk naylon çiçeklerle donatılmış. Tüm bunlara rağmen daha fazla acılar yaşanmasın istiyorlar. Diyorlar ki: “Daha fazla can alınmasın, insan yerine konulalım, insan gibi yaşayalım istiyoruz ama biliyoruz ki biz mücadele etmezsek bu da olmayacak. Vicdanlı insanların olduğunu görmek, bizim acılarımızı paylaşan, sesimizi duyan insanların olduğunu bilmek içimizi rahatlattı. Bu katliamı unutturmayalım, sorumlular yargılansın, hesabı sorulsun. Yoksulluğumuzdan bize rüşvet teklif ediyorlar. Tazminat ödenecekmiş, hangi para evladımı geri getirir.” Ayrılırken bizi sıkı sıkı kucaklayıp “Yine gelin, bizi yalnız bırakmayın” diyorlardı. Evet gitmek, ellerini tutmak, yüreklerine dokunmak boynumuzun borcu. Uludere katliamının hesabını AKP iktidarından sormak, savaş çığlıkları karşısında kardeşliğin bayrağını dalgalandırmak boynumuzun borcu.
A
Evlenmeyen kalmasın! “Tüm evliliklerin, sonsuza kadar mutlu bir toplumu oluşturma uğrunda sürmesini temenni ederek, sizlere sevgi ve saygılarımı sunuyorum” /Gaziosmanpaşa Belediyesi Başkanı Dr. Erhan Erol Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Erol ve onun gibi düşünenleri mutlu edecek bir proje üstünde çaışıyor. Bakan Fatma Şahin, Gaziosmanpaşa Belediyesi’nde 2010’dan beri sürdürülen “Evlilik vizesi” eğitim programını yurt geneline yayma projelerini açıkladı. Bakan Şahin’in projeye dair gerekçeleri şu şekilde: “Mesela bir araba kullanırken bile kursa gidiyorsunuz, sertifika alıyorsunuz. Ama evlilik birliği dediğiniz, ömür boyu devam edilmesi gereken ve toplum açısından çok önemli bir müessese. Evlilik kurumunu güçlendirmenin yolu çiftlerin bir ön eğitimden geçmesi.” Şahin kimi yerel yönetimlerin bu uygulamayı hayata geçirdiğini ve çalışmaların çok başarılı olduğunu aktardığı açıklamasında, bu eğitimler sayesinde birçok eşin farkındalığının arttığını gözlemlemiş. Şahin bu nedenle Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde bunun çalışmasını yaptıklarını duyurdu. Bakan Fatma Şahin kriz dönemlerinde boşanmaların artmasının kendilerini evlilik eğitimine götürdüğünü söylerken, Gaziosmanpaşa Belediyesi bu konuyu çoktan gündemine almıştı. Hatta Şahin’in boşanmaların önünü kesmek için harekete geçerken aldığı örnek tam da onun ihtiyacına yanıt veriyor. Bakanlık, kriz dönemlerinde aileyi korumak için fedakarlık ve sorumluluğu kadına yüklemek istiyor ve Gaziosmanpaşa’nın deneyimi de
tam ona layık. Belediyenin evlilik eğitiminde “ekonomik durum bozulduğunda eş ile iletişim kuralları" maddesi de bulunuyor. BAKANLIK ‹Ç‹N ÖRNEK AKP’li Gaziosmanpaşa Belediyesi’nin programını kendisini Evlilik ve İletişim Uzmanı olarak tanıtan ve Aile Yaşamını Koruma Derneği Başkanı İnci Yeşilyurt hazırlıyor. İnci Yeşilyurt’un sloganı: “Evlilik, aynı yolda sırt sırta verip,
her koşulda yürüme başarısıdır.” Boşanmaların önüne geçmek için bu eğitimleri verdiğini belirten Yeşilyurt, bu sloganı “Evlilik Vizesi” isimli kitapçığında da kullanıyor. Kitapçıkta bazı tavsiyelerle belediye başkanının deyimiyle “mutlu bir toplumu oluşturmak uğruna” evliliği ve aileyi diri tutmak için kadınlardan “fedakarlık” yapmaları bekleniyor. VIDI VIDI ETMEY‹N
Eğitim kitapçığında kadınların para yiyici olarak algılanmasına şöyle bir önlem öngörülüyor: "Çalışmayan bir kadının sabah eşinden önce kalkıp eşinin ihtiyaçlarını hazırlamaması, işe güler yüzle uğurlamaması durumunda eşi tarafından ‘sürekli uyuyan, tembel, hiçbir işe yaramayan, para yiyici’ olarak algılanabilmektedir." Kitapçıkta ayrıca kadınlara vıdı vıdı yapmamaları öğütleniyor: “Problemin çözümünde konuşmak
AKP’nin eli kadın sağlığında H
alkevci Kadınlar ekimden bu yana kadına yönelik şiddetin raporunu tutuyor. Kadınlar raporlarını her ay, kadın mücadelesinin gündemiyle uyumlu bir yerde açıklıyor. Aralık ayı raporu Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğü önünde açıklandı. Buranın seçilmesinin nedeni 1 Ocak’ta yürürlüğe giren Genel Sağlık Sigortası’nın (GSS) uygulayıcı kurumu olması. Halkevci Kadınlar kurumun önünde yaptıkları açıklamada, GSS’nin “paran kadar sağlık” anlayışını hayata geçirdiğini ve kadınları babaya ya da kocaya daha fazla bağımlı hale getirdiğini söyledi. Halkevci Kadınlar’ın aktardığı bilgilere göre, GSS’ye geçiş sürecinde, kadınların en fazla ihtiyaç duyduğu, gebelik ve kanser önleme süreci açısından kritik anlam taşıyan birinci basamak koruyucu sağlık hizmetlerini veren sağlık ocakları kapatıldı. Yerine getirilen ve bir işletme mantığı ile kurulan Aile Hekimliği’ne her başvuruda 3 TL ücret ödeme zorunluluğu getirildi. KADINLAR HASTANEYE G‹DEM‹YOR Kadınlar, yaptıkları basın açıklamasında koruyucu sağlık hizmetlerinin ortadan kaldırılması ile kadınların ölüme yakınken dahi hastaneye gidemeyeceğini söyledi.
Trans bireylerin talepleri var Pembe Hayat Derne¤i, Kad›n ve Aile Bireylerinin fiiddetten Korunmas›na Dair Kanun Tasar› Tasla¤› ile ilgili görüfl ve önerilerini Aile ve Sosyal Politikalar Bakan› Fatma fiahin’e iletti. Görüfl ve önerilerde Trans bireylerin, istihdam, e¤itim, sa¤l›k, bar›nma ve benzeri birçok alanda ayr›mc›l›k ile karfl›laflt›¤› belirtildi. Trans bireylerin sokakta, evde, hizmet al›m› s›ras›nda, devlet kurumlar› ile girdikleri iliflkilerde nefret söylemine maruz kald›¤›n› söyleyen dernek, keyfi
AKP dört koldan atak yapıyor: Derhal evlenin! Önce eğitim programımızı uygulayın ki aileniz güçlü olsun. Evlenince kocalarınıza vıdı vıdı yapmayın! Aman sakın boşanmayın!
Halkevci Kadınlar, her ay kadına yönelik şiddetin raporunu tutuyor. Rapor, şiddetin sorumlularından hesap sormak için her ay kadın gündemi ile ilgili bir yerde açıklanıyor
Halkevci Kadınlar, kadınların eğitim ve sağlık hakkına ulaşmasının diğer aile bireylerine göre daha zor olduğunu belirttikleri açıklamalarında “Sağlıkta ticarileşmenin kadınların yaşamına kastedeceği ortadayken, herkes sigortalı olacak yalanına inanmamızı kimse beklemesin” dediler. Sağlık haklarına sahip çıkan kadınlar, sosyal haklarının babalarından ve eşlerinden
bağımsız olarak tanıması için, kadınların ev içinde harcadıkları emeğin karşılığı olarak erken emeklilik, cinsiyete dayalı yıpranma payı tanınması taleplerini yineledi. ULUDERE’DE ÖLDÜRÜLEN 35 ÇOCU⁄A… Halkevci Kadınlar, sağlıkta dönüşümün yaratacağı tahribat ile ilgili mücadele edeceklerini vurguladıkları eylemlerinde ayrıca aralık ayı şiddet
raporunu açıkladılar. Rapor Uludere katliamında hayatını kaybeden çoğunluğu çocuk 35 kişiye adandı. Aralık ayının kadın düşmanını belirleyen kadınlar bu kez bu ünvanı iki Şahin’e verdiler. Rojin’e “aşüfte” diyen TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin ve İzmir’de karakolda şiddet uygulayan polislerin soruşturulması için “polisleri asalım mı?” diyen İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin.
Şiddeti şiddetle kınıyorum A
idari yapt›r›m kararlar›, keyfi gözalt›lar, kötü muamele ve iflkence uygulamalar› ile trans bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin k›s›tland›¤› ve güvenliklerinin tehdit edildi¤ini aktard›.
KP medyasının kadına yönelik şiddeti es vermiyor. Haber 7 internet sitesinde ‘Yaşam koçu’ ünvanıyla okurlardan gelen sorulara yanıt veren Orhan Çınar kadına yönelik şiddeti “şiddetle” kınadı. Çınar’a “Feminist” rumuzlu bir kişiden şu mesaj geldi: “Orhan Bey, ben kadına yapılan şiddeti kınamak istiyorum. Erkeklerin yaptığı bu kabul edilmez davranışa eğer siz de karşı iseniz, bize destek verirseniz çok sevinirim. Her ne kadar kadın düşmanı deseler de, yazılarınızdan hakkaniyetli biri olduğunuz belli. İnşallah bilinçli
bir toplum olabiliriz de bu vahşet biter.” Çınar 6 Ocak tarihli yazısında Feminist’i yanıtladı. Çınar kadına yönelik şiddetin sorumlusunu buldu. Çınar’a göre kadınlar konuşmayı çok sevdikleri için erkeklerden aynı şeyi bekliyorlardı. Hele ev kadınları, bütün gün evde konuşulacak her şeyi biriktirip, kocalarını yoruyordu. Ev dışına çıkmaları neredeyse mümkün olmayan ev kadınlarının sosyal hayatlarını küçümseyen Çınar, “Çocukların böyle yaptı, komşu şunu dedi, dizideki erkekler karılarını aldattı. Böylesine çok önemli
konuları sanki koca bir anda çözüm üretecek gibi, kocasının kucağına atar” dedi. Bu durumdaki kocayı “zavallı” olarak nitelendiren “yaşam koçu” bu zavallı adamın gün boyu yaşadığı sorunların üzerine evdeki sorunlarla da muhatap olmasının şiddeti doğurduğunu anlattı. Son olarak şiddet uygulayan erkekleri yetiştirenlerin de anneler olduğunu ekleyen Çınar, faturayı yine kadına çıkardı: “Bizi doğru yetiştirin, sorunlar bitsin.” Çınar yanlış anlaşılmalara karşı da okurlarını uyardı: “Kesinlikle şiddeti savunuyor değilim.”
ama vıdı-vıdı yapmamak gerekir.” Eğitim seminerleri ve o seminerlerde dağıtılan kitapçık hem erkekler hem kadınlar için. Ancak Yeşilyurt’un eğitim programında seslendiği, ikaz ettiği kesim daha çok kadınlar. Programda “kız isteme” sırasında gereken davranışlardan gelin-kaynana iletişimine kadar pek çok madde bulunuyor. Hükümetin örnek alacağı Gaziosmanpaşa Belediyesi’nin programı hazırlamak üzere anlaştığı Yeşilyurt’un profilini incelemekte ayrıca yarar var. Yeşilyurt, emniyet müdürlüklerinde eğitmen olarak bulundu. Dört kitabı olan Yeşilyurt’un kitaplarından biri “Kocacığım, istersen kölen olurum.” Yeşilyurt, kadınların erkekleri ezdiğine inanıyor. Yeşilyurt’un sitesinde yayımladığı ‘Erkeklerle dalga geçenler’ başlıklı yazısından: “Televizyon ve gazetelerde yer alan kadın görüntülerinin çoğu erkeklerin aslında nasıl ezildiğini göstermiyor mu? Göğüs ucuna kadar açanından tutun da bacaklarını öne çıkartanlara kadar ‘görsel’ adı altında erkeklerle dalga geçiyorlar. Eh güzele bakmak sevaptır ya. Erkekler de açana bakıp, hayallerinde o kadınla anlık beraber olurken zaman geçiyor, rating o programa akıveriyor. Kadın hakları diyoruz. Eşitlik istiyoruz. Ama biz kadınlar vücudumuzla erkekleri ezmiyor muyuz? Olmuyor hanımlar olmuyor. Kadın eşitliğini neyle sağlamayı düşünüyoruz. Bacakla mı? Göğüsle mi? Akılla mı? Yoksa biz eşitlik isterken cinselliğimizi kullanarak erkek milleti ile alay mı ediyoruz?”
Gözden çıkarılan kadınlar Halkevci Kad›nlar’›n “Kad›na yönelik fliddetin aral›k ay› raporu”nda sayfalarca kad›na yönelik fliddet vakas› yer al›yor. AKP ‘yak›n iliflki içinde yaflayan’ kad›nlar›n koruma tedbirinden yararlanmas› önerisini reddetmiflti. Biz de aral›k ay› raporunun bir k›sm›ndan, AKP’nin evli olmad›klar› için korumayaca¤› kad›nlara yönelik fliddet olaylar›n› al›nt›l›yoruz. AKP’nin gözden ç›kard›¤› kad›nlardan baz›lar›n›n hikayeleri: -Trabzon’un Yenicuma Mahallesi’nde birlikte yaflayan Hacer T. (31) ile A. fi. aras›nda tart›flma yaflanmas›n›n ard›ndan A. fi. Hacer T.’yi gö¤sünden ve s›rt›ndan b›çakla yaralad›ktan sonra bo¤az›n› keserek öldürdü. Karakola giden A. fi. cinayet nedeni olarak “Hacer T'nin cep telefonuna cinsel içerikli mesajlar geldi¤ini gördü¤ünü, son zamanlarda kendisini sürekli tersledi¤ini, sinirlerine hakim olamad›¤›n›” söyledi. -Beyo¤lu’nda, O.A. birlikte yaflad›¤› kad›na halk otobüsünde fliddet uygulad›. Kendisini uyaran 58 yafl›ndaki Zeki Çaylo¤lu’nu da yüzünden b›çaklad›. -Samsun’da efli taraf›ndan terk edildikten sonra komflusunda kalmaya bafllayan N. K.’ye (39) evinde kald›¤› komflusu Nurettin Metin Tafltan (52) tecavüz etti. -‹zmir'de yaflayan 15 yafl›ndaki S.F. bundan 8 ay önce bir evde 4 kiflinin tecavüzüne u¤rad›. Genç kad›n hamile kal›nca ailesi S.F.'yi tecavüzcülerden biri olan ‹.B. ile birlikte yaflamaya zorlad›. Ve bu büyük dram 8 ayl›k hamile k›z ‹.B. taraf›ndan feci flekilde dövülünce ortaya ç›kt›. Mahkemeye ç›kart›lan ‹. B. serbest b›rak›ld›.
11
YÜZ YÜZE 12 Ocak 2012/ 25 Ocak 2012
Demokrasi ve açılım, işte budur
Halk›n Sesi
Şırnak Uludere’de 28 Aralık’ı 29 Aralık’a bağlayan gece çoğu çocuk yaşta 35 Kürt köylüsünün katledildiği olayda ilk inisiyatifi o aldı. Olayı sosyal medyada duyurdu, Bakanları telefonla aradı, bölgeye gitti, cenazeleri kaldırdı, taziye çadırında ev sahibi oldu. Bu öne çıkışı
nedeni ile de AKP’nin ve AKP medyasının hedefi oldu. BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’la, Uludere katliamı ve sonrasında yaşananlar üzerine konuştuk. Kaplan’a göre Kürt’lerdeki kopuş, korucuları bile devletle karşı karşıya getirecek bir güven kırılması ile büyüyor
‘KEND‹ VATANDAfiINI ÖLDÜREN SEN K‹ME AKIL VER‹YORSUN!’
Kürt’teki müthiş güven kırılması S ‹ lk gidenler, “Gittiğimizde cesetler hala yanıyordu ve 4-5 kmlik bir alanda bombaların tesiriyle karlar erimiş, cesetler paramparça olmuştu” dediler. Yaralı olan 13 kişi de geç müdahale sonucu yaşamını
ludere’de köylülerin bombalandığını duyduğunuzda ilk tepkiniz ne oldu? Bana İl Başkanımız gece 2.00’de, olaydan iki saat sonra haber verdi. Şok oldum. Böyle bir olay bugüne kadar orada yaşanmamıştı. Bölgeyi iyi bilirim. Her bölgede bir tabur vardır. Kaçakçılık askerin bilgisi dahilinde yapılıyor, onu da bildiğim için doğrusu inanamadım. Oradaki köylülerden dehşet verici haberler aldık. Asker yolu kesiyor ve köylüler orada üç saat bekletiliyor. Arkasından dört F-16 uçağı gelip bombalıyor. Böylesi bir toplu katliamın yaşanması tek kelimeyle dehşet vericiydi. “Bir grup bombalardan korunmak için kayalıkların altında mağaraya sığınmışlar. Ama bombalamayla kayalıkların altında kalmışlar. Onların çıkarılması ayrıca bir problem, iş makineleri gerekiyor” şeklinde haberler geldi. İlk gidenler, “Gittiğimizde cesetler hala yanıyordu ve 4-5 km bir alanda bombaların tesiriyle karlar erimiş, cesetler paramparça olmuştu” dediler. Yaralı olan 13 kişi de geç müdahale sonucu yaşamını yitirdi. Köylülerin olanaklarıyla getirildiler. Her taraf askeri birlik olmasına rağmen maalesef hiçbirisi olay yerine ne geldi ne ilgilendiler. Bu da bu katliamın bilinçli, planlı ve önceden tasarlanarak yapıldığının işaretiydi. O saatten itibaren ROJ TV muhabirleri oradan canlı yayına geçti. Sabaha karşı 3.00 itibariyle twitter’da olayı duyurdum. Ama maalesef medya bu olayı duyduğu halde 15 saat boyunca yazmadı. O ayrı bir dehşet konusuydu. Sabah uçağıyla eş başkanlar ve milletvekilleriyle olay yerine gittik. Tek kelimeyle dehşet vericiydi. Yaşları 13-25 arası 35 genç… O insanlar hiçbir zaman yukardan bomba atılacak da öldürülecekler gibi bir ihtimali düşünmüyorlardı. Olaydan kurtulan biri yaralı iki kişi vardı. Tanıklıklarını anlatınca, Genelkurmay açıklamasından sonra bu da basına düşmeye başladı. Bu olayı gizleme imkanını yitirdiler. Toplu taziye günü Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, bakanlar ve AKP milletvekillerinin geleceği öğrenilince kaymakam, vali, emniyet, komutanlar, AKP ilçe ve belde başkanları toplantılar yapıp “bakanlarımız geliyor, onları karşılayalım” diye her ilçede toplu çıkışlar yaptılar. Mağdur aileler buna büyük bir tepki gösterdi. “Dün katliamı destekleyen açıklamalar bugün bu taziyeye gelmek acımıza daha büyük acı katacaktır, kabul etmiyoruz” dediler. Gençler çok öfkeliydi.
abaha karşı 3.00 itibariyle sosyal medyada, twitter’da olayı duyurdum. Ama maalesef medya bu olayı duyduğu halde 15 saat boyunca yazmadı. O ayrı bir dehşet konusuydu
ölenleri insan gibi görmemesi, değer vermemesi ailelerin dediği gibi acıları daha da derinleştirmiştir.
U
Bakmayın “Ben en güçlüyüm” dediğine. Hepsi hikaye. Sen kendi içinde katliam yapıyorsun hala, kendi taşını toprağını bombalıyorsun!
KAYMAKAMI BEN KURTARDIM Gittiğimizde AKP milletvekili, il başkanı, eski milletvekili ve iki belde başkanının orada olduğunu gördüm. Kaymakam da öyle gelmişti. Bir pankart vardı içeride “33 kurşun şimdi de Uludere’de, katil Erdoğan” gibi bir slogan vardı. Kaymakam indirsinler gibi bir şey söylemiş. Bir ara basınla bir söyleşi için dışarıdaydım. Benim orada olmadığım bir saatte kaymakam çıkınca öfke patlamasıyla bir saldırıya maruz kalıyor. Fakat parti yöneticisi arkadaşlar, mağdur aileleri, BDP il encümeni orada kaymakamı korudular. Benzinlikte etrafı sarılıyken anons aracıyla korunması için ben anons yaptım. Ambulansı getirip kendi ellerimle helikopterle hastaneye gönderdim. Buna rağmen kaymakamı o anda yalnız bırakan, geçmişte JİTEM’le, failli meçhul cinayetlerle ilişkisi olan bazı korucular bizimle ilgili dilekçeler verdiler, “onlar kışkırttı” diye. Kamuoyu ve basının önünde gelişen bir olaydı. Tutturamadılar ama böyle bir iftira var.
o da yakını kaybolmamış, öldürülmemiş bir aileye misafir oldular. Orada Beşir Atalay telefonu çıkarıp Başbakan’la konuşuyor, sonra telefonu alıyor köylüye veriyor. Sonra köylüyle yapılan konuşmaları orada kendi getirdikleri basından gördük, saatlerce yayımladılar.
Amacı ne sizce bunun? 35 kişi öldü, kaymakam da bir gün hastanede kaldı. Kaymakamın dövülme olayını daha büyük bir olay haline getirmek istediler. 35 kişinin öldürülmesi olayını kapatmak, gündemden düşürmek için psikolojik saldırıya geçtiler. Avukatlarımız basındaki bütün bu haberlerle ilgili olarak dava açtı. Bu olaydan sonra bakanlar gelemedi taziye yerine. Tugay komutanlığının bitişiğinde bir evde,
Gelmeyin diye bir açıklamanız oldu. Kitle psikolojisini az çok bilen birisiyim. Oradaki köyler korucu köyleri ve herkeste silah var. Bunlar devletin verdiği silahlar. Tehlikeli durumu gördüm, uyardım. Taziye yerine bakanlar inseydi çok daha büyük olaylara neden olabilirdi. Tabii bu uyarımızı bile tehdit olarak algıladılar. Bana can borçları var, ben onların hayatını kurtardım. Oranın yerlisiyim, her şeyi biliyorum, bölgeyi az çok tanıyorum.
İkinci gün Kemal Kılıçdaroğlu geldi. Normal bir şekilde geldi, taziyesini yaptı, gitti. Çünkü bir ters açıklaması olmadı. “Açıklığa kavuşsun, aydınlığa kavuşsun, biz meclise taşıyacağız” gibi şeyler söylüyordu. Onun dışında çok fazla sivil toplum kuruluşu, emek ve meslek örgütleri geldi. İHD, Mazlum Der, KESK, DİSK, TTB, TMMOB bunların ortaklaşa hazırladığı bir rapor deklare edildi. O rapor olayla ilgili en sağlıklı kaynaktır. Çünkü tanıklıklar var orada, bizzat yerinde görmüşler, olay yerini incelemişler. Binlerce insan taziyeye geldi. Birinci gün olaylar nedeniyle Valilik, yolları tanklarla panzerlerle kesip taziyeye gelenlerin dahi engellendiği bir durum yarattılar. Milletvekillerimizin de olduğu bir konvoy 1,5 saat bekletildi. Aydınsanatçılara kadar taziye yerine gelen birçok insan herkes bunun çok açık bir katliam olduğu, bunun hesabının mutlaka verilmesi gerektiği konusunda hemfikirler. Bundan sonra ilişkiler nasıl değişir? Oradaki resmi yetkililerle, bürokrasiyle, devletle, askerle halk arasında müthiş bir güven kırılması var artık. Bu kırılma katliamdan sonra güçlenmiştir. Kaçakçılık dolayısıyla köylüleri suçlayan açıklamalar da oldu. Yapılanı mazur göstermek için vicdanları körelerek konuşuyorlar. Siyasetçilerin bu kadar can kaybı karşısında bu kadar duyarsız olması,
Siz duyduktan sonra bakanları aradınız, telefon açılmadı… Gece üçte aradım. Başbakanı, İçişleri ve Adalet bakanlıklarını. Bir daha bize dönmediler. Bence olayın farkındaydılar. İkincisi mecliste grubu bulunan bu partiye karşı yaklaşımları ne siyasi etik, ne demokrasi, ne iktidar ve muhalefet ilişkileri açısından kabul edilebilir. Tek kelimeyle düşmancadır. Biz o makamlarda oturdukları için arıyoruz, o partiden oldukları için aramıyoruz. O makamın getirdiği bir görev sorumluluğu var. Ben de grup başkan vekiliyim. Onların bize dönmemesi, bu konuda konuşmaması gerçekten vahim bir hata. Umut kıran son derece tehlikeli bir yaklaşım. Biz bakanları makamları nedeniyle ararız. O makamlarda oturdukları sürece bir görevleri var, sorumlulukları var onun yerine getirilmesini isteriz. Aradığımızda telefonlarımıza çıkmıyorlarsa bu çok vahim bir durum. Bu bir diktatöryal yaklaşım tarzıdır, faşist bir yaklaşım tarzıdır. AKP’nin Kürt sorununda bir çözüm adresi olabileceğine ilişkin genel kanı kırılmakla birlikte, bu beklentiyi bahaneler üreterek devam ettirenler var. Ne düşünüyorsunuz? Açılım dedikçe bize operasyon çektiler. Demokratikleşme dedikleri budur. Dün bize bir operasyon çekilmiştir. Bunları yaşadığımız için, samimi olmadıklarını başından beri söyledik. Ancak ABD’nin, Pensilvanya’nın, uluslararası güçlerin, sermayenin baskı kurması sonucu bazı adımlar atabilirler. Böyle bir iktidar var. Kendi rüştü elinde değil. Yüzde 49 oy almış ama kendi iradesiyle sorun çözücü konumda değil. Bakmayın “ben en güçlüyüm, en çok oyu aldım, Ortadoğu’da liderim, dünyada 16. ülkeyim” dediklerine. Hepsi hikaye. Sen kendi içinde katliam yapıyorsun hala, kendi taşını toprağını bombalıyorsun. Uçakların kendi vatandaşlarını öldürüyor. Sen kime akıl veriyorsun? İlker Başbuğ’un tutuklanmasına ne diyorsunuz? 2009’da bu deliller, bu veriler vardı. Niye bugüne kaldı? Onu sormak lazım. Kendileri tayin ettiler genelkurmay başkanını. Ne oldu da 2 yıl sonra tutukladılar. Ne oldu? AKP artık kendi derin devletini kurmaya başlıyor.
Korucular bile onları “şehit” olarak gördü Korucu köylerinin yoğun olduğu bir bölgede cenazeler sırasında devlete tepkinin bu kadar öne çıktığı bir manzaranın açığa çıkmasını neye bağlıyorsunuz? Korucu köyleri de bu vaziyete geldiyse daha bütünlüklü bir kopuş mu yaşanıyor? O bölgede 200-300 korucu köy var ama o şeyler değişebiliyor. Korucu olmalarına rağmen yüzde 80’lerde oy aldığımız yerler bunlar. Biraz da sosyal düzeyi, gelişmişlik düzeyi olan köyler bunlar. Geneli, bütün yoksulluğa rağmen dışarıya çalışmaya gittikleri için duyarlı olan insanlar. Zaten 1999’dan bu yana o bölgede olay olmamış. Düz bir alan karşı tarafı da akrabaları olunca böyle bir sınır ticareti geçmiş yollara uzanan bir şekilde devam ediyor. Haftanın her günü sınırın öte tarafına
gidiliyor, bunu da komutanlar biliyor. Korucu olmalarına rağmen olayla ilgili karakolları aradıklarında, kendilerine olumsuz cevap verilmesi mağdur olan ailelerin büyük tepkisini çekti. O insanlar olay sonrası Roboski şehitlerinin yüzüne bakıyorlar artık. Kimisi için onlar “Kürdistan şehitleri.” Aslında bu katliamlar giderek ciddi bir ayrışmanın zeminini yaratıyor. Duyguda ayrışıyorsun, dayanışmada ayrışıyorsun. Devlet bir yanda, halk bir yanda zaten. Oradaki köylüler ‘90’lı yıllarda çok büyük katliamlar gördüler, yani sıfır noktası çok acılı bir bölge. Bunları eğer devlet bilseydi, kaymakam bilseydi (ki biliyorum diyor ama bence o ortamın ne kadar gerilimli olduğunu bilmiyor) daha dikkatli olurlardı.
CHP’nin günahı çok CHP’nin tavrını nasıl buluyorsunuz? CHP’nin bu konuda günahları çok büyüktür. Tezkereye imza atan bir partidir ancak bu olayla ilgili insan hakları ve hukuk açısından ilgileri oldu. Yoksa bölgede örgütleri yok denecek düzeydedir. Olumlu bir katkı olabilir mi CHP’den? İnsan gitmediği, çalışmadığı bir yerden kendine taban edinemezki. AKP ediniyorsa niye diğer partiler edinemesin? Demek ki burada sorun parti politikalarından kaynaklanıyor. Kürt sorununda inkâr politikaları bölgede CHP’yi bitme noktasına getirdi. Kılıçdaroğlu’nun ziyaretini neye yormalı? O tabii duygusal bir şey. Elbette gitmiş olması olumludur. Ama yetmiyor. Anadilde ne düşünüyorsun, sorunun çözümünde ne düşünüyorsun? Bunlar önemlidir. Sonuçta operasyon tezkeresine verilen imza sonucu o savaş uçakları bombayı indirdi. Onu da görmek lazım.
İngiliz gelmiş sınır çizmiş Kaçakçılık dedikleri ne? Bir bidon mazot, biraz şeker. Bir gidişte elli lira yüz lira para kazanılıyor. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de sınır ticareti var. Yunanistan’la Türkiye arasında Edirne’de hafta sonu vizesiz 48 saatliğine giriş çıkış yapılabiliyor. Böyle istisnalar var. Eğer bu bölgelerimizde de buna benzer bir tedbir alınsaydı bütün bunların hiçbirisi yaşanmazdı zaten. Şimdi bir bidon mazot için insanlar ölürken bir taraftan da Mersin, İzmir, İstanbul limanlarına kaçak petrol tankerleri geliyor ve trilyonları getiriyorlar. Şimdi bu biraz vicdansızlık. Bu insanlar karşı tarafı hiçbir zaman farklı bir ülke, aradaki Hezil Çayı’nı da hiçbir zaman sınır olarak görmemiş ki. Gelmiş I. Dünya Savaşı’nda İngilizler böyle bir sınır çizmişler. Neye göre ayırmışlar, nasıl ayrılmış? Karşı tarafı akrabası. Akrabası olunca da ilişkileri hep sürmüş. Yüz bin sınır olsa yine bu ilişki kopmaz. Karşı taraftaki akrabalarını yok saymak mümkün değil. Devlet biliyor. Ama hiçbir önlem almamış. Orada da Habur kapısı gibi bir kapı açılabilirdi.
12
DOSYA 12 Ocak 2012 / 25 Ocak 2012
Halk›n Sesi
Sınırda geçinenler Kaçakçılar ştirilmesi Osmanlının yarı-sömürgele yulan ağır sürecinde tütün ve tuza ko n kaçakçılık, vergiler yüzünden başlaya arı gereği İngiltere”nin bölgesel çıkarl Kürt illerinde çizilen Türkiye-Irak sınırıyla arında köyleri yaygınlaştı. Kirli savaş yıll cbur kaldığı yakılan Kürt köylülerinin me isinin bir bu faaliyet savaş ekonom gün Uludere parçası olarak büyüdü. Bu in yeni sınır katliamıyla beraber AKP’n şrulaştırılması güvenliği konseptinin me için kullanılıyor.
“İngiliz sınırı çizdiğinden beri biz bu güzergahta sınır ticareti yani bu işi yapıyoruz. Asker ve devlet görevlileri bu işi yani kaçakçılık yaptığımızı biliyorlar.” Ortasu Köyü Muhtarı Hamiş Encü katliam tanıklığını anlatmak için söze böyle başlıyor. Muhtarı olduğu Ortasu Köyü ve bu köyün yanı başında bulunan Gülyazı Köyü’nden 17’si çocuk 34 gencin öldürülmesini incelemek üzere bölgeye gelen heyete konuşuyor. “Kaçakçılık” kendileri için ne zamandan beri bir geçim kapısı, önce onu söyleme ihtiyacı duyuyor. Bölgede inceleme yapan İHD ve çeşitli kitle örgütü temsilcilerinin hazırladığı ‘Şırnak İli Uludere İlçesi Roboski Köyü Katliamı Raporu’nda köy muhtarının yanı sıra görüşülen tüm tanıkların ifadelerinin ortak noktası 34 kişinin mecburiyetten “kaçakçılık” yapan köylüler olduğu. Bölgeye giden gazetecilerin gözlemleri de kaçakçılığın bölgedeki temel geçim yolu olduğunda birleşiyor. Aynı raporda katliamdan sağ kurtulan üç kişiden birisi olan Servet Encü de tanıklığını anlatmaya şu sözlerle başlayarak tespitleri doğruluyor: “Bu işi (sınır ticareti) babalarımız da, dedelerimiz de yapıyordu. Biz de yaptık. Burada fabrika falan yok. Biz bu iş ile geçiniyoruz. Bu köyde bu sınırlarda herkes bu işi yapıyor.” Kaçakçılık sınırlarla birlikte doğan ve savaşlarla büyüyen bir gerçek. Sınır sosyolojisi üzerine çalışmalar yapan Prof.Dr.Neşe Özgen kaçakçılığı şu sözlerle anlatıyor: “Kaçakçılık ancak bir sınır konulduktan sonra olmaya başlar. Yani herkesin bildiğinin aksine kaçak olduğu için sınır çizilmez, sınır olduğu için kaçakçılık yapılır.” Türkiye’de kaçakçılık emperyalist politikaların sonucu olarak artırılan vergilerin ve çizilen yapay sınırların bir
Kirli savaşta ölümcül işçilik: Kaçakçılık Uludere katliamıyla gündeme gelen kaçakçılık, bölgesel çatışmalar ve çizilen yapay sınırlarla başladı, uzun yıllar Türkiye’nin sınır güvenliği politikalarına yön veren bir toplumsal gerçek oldu
Geçmişte kirli savaşla büyüyen, savaş ekonomisinin bir parçası olan kaçakçılık, Uludere sonrası AKP’nin yeni sınır güvenliği konseptini hayata geçirmesinin gerekçesi haline getirildi
“Evi Türkiye’de, tarlaları Irak’ta” K
sonucu. Ortaya çıkışı Osmanlı’nın dış borçlarını ödemek üzere tuz ve tütün gibi çok kullanılan tüketim mallarına konulan vergiye dayanıyor. İngiltere’nin bölge çıkarlarını güvence altına almak için oluşturduğu böl-yönet politikasına uygun olarak 1926’da Irak-Türkiye sınırının çizilmesiyle Kürt illerinde yaygınlaşıyor. KAÇAKÇILIK YEN‹ KONSEPT ‹Ç‹N GEREKÇE OLDU 1980 sonrası yükselen kaçakçılık, kirli savaşla birlikte, bölgede yaygınlaşan bir ekonomik faaliyete, savaş ekonomisinin
bir parçası haline dönüştü. 1990’larda kirli savaşın bölgeyi insansızlaştırma stratejisi köylerin boşaltılması, tarla ve meraların insan geçişine kapatılmasıyla kaçakçılık bölgenin tek geçim kaynağı haline geldi. Ortaya çıkan özel savaş rejimi kaçakçılığı da kapsayan bir mekanizma oluşturdu. Uludere katliamının ardından AKP hükümetinin açıklamaları ve uygulamaları ise kaçakçılığın, 2006 sonrası geliştirilen yeni terörle mücadele konsepti ve buna uygun sınır güvenliği stratejisinin meşrulaştırılması için gerekçe haline getirildiğini gösteriyor.
Savaş teknolojilerine dayalı, özel sınır birlikleri ve güçlendirilmiş karakollarla oluşturulan yeni sınır konsepti kaçakçılığı savaşın bir parçası olarak “terörle mücadeleyle” birlikte yeniden şekillendiriyor. AKP cephesi Uludere’de hayatını kaybeden sivillerin ölümü yerine “kaçakçı” olduklarını bunun için öne çıkarıyor. Kaçakçıların PKK’ye vergi verdiği yönünde haberlerle, bölgedeki yeni karakollar, insansız hava araçlarıyla yürütülen savaş ve planlanan özel birlikler meşrulaştırılmaya, Uludere’nin üstü örtülmeye çalışılıyor.
açakçılık faaliyetinin kökenleri Osmanlı’nın yarı-sömürgeleşmesi sürecinde, 1872’de Düyun-u Umumiye’nin kurulmasına dayanır. Osmanlı’nın dış borçlarını denetleyen bu kurum, damga, alkollü içki, balık avı, tuz, tütün ve ipekten gelen vergi gelirlerini dış borçların ödenmesine tahsis eder. Bu ürünler üzerinde vergi arttıkça, bu ürünleri sınırdan vergi vermeksizin geçirip ülke içinde daha ucuza satmak da yaygınlaşan bir ticaret biçimi olur. Kısaca kaçakçılık faaliyeti Osmanlı’nın yarı sömürgeleştirilmesiyle ortaya çıkar. İngilizlerin sınır çizmesi vakası ise Kürt köylülerini kaçakçı haline getiren bir başka sömürgecilik politikasıdır. 1. Dünya Savaşı ile bölgede cereyan eden emperyalist paylaşım çatışmaları, petrol kentleri olan Musul ve Kerkük üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu kentleri kapsayan bölgede çoğunlukla Kürtler yaşamaktadır. Savaş sorası İngiliz işgali altındaki bu topraklar üzerine Türkiye ve Irak hak iddia etmektedir. Sonuç olarak 1924’te sorun İngiltere tarafından Milletler Cemiyeti’nin gündemine getirilir. İngiltere’nin çıkarları Türkiye ve Irak’ın onayı gözeti-
lerek bölüşülür. Kürt halkının yaşadığı topraklar ikiye bölünerek güneyi Irak’a, kuzeyi Türkiye’ye verilir. Bu paylaşımdan sonra Musul ve Kerkük davası bir süre daha sürse de Türkiye’nin bir süreliğine kardan pay alması ve daha sonra payını satması ile tamamen kapanır. Emperyalist çatışmalar bölgede yaşayan halkın icat edilen / çizilen bir sınırla iki farklı ülkenin vatandaşı haline getirilmesi sonucunu doğurur. Arada tel örgülerin, duvarların bulunmadığı bu farazi sınır elbette ki akrabalıkları, komşulukları ortadan kaldırmaz. Bölge halkı sınıra bakmaksızın alışverişe, ekmeye biçmeye devam eder. Kaçakçılık olarak nitelendirilen faaliyetlerin bir kısmının icat edilen sınıra rağmen süren ikili ilişkiler olduğunu BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın 2 Ocak günü TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı şu konuşma doğrulamaktadır: “Köylülerin evi Türkiye sınırında, tarlaları Irak sınırındadır. O köylüler her gün sizin deyiminizle sınırı kaçak olarak geçip tarlalarında ekin biçip hayvan otlatıyorlar. Ne sınırı? Neyin kaçakçılığı?”
Savaşla büyüyen ekonomi K
Sınır güvenliği TOKİ’ye rant kapısı K
açakçılıkla mücadele Türkiye’nin geçmişteki sınır güvenliği politikasına yön veren başlıklardan birisiydi. Geçmişte sınırdaki karakollar kaçakçıları gözetleyip denetleyebilecek mevkilere yapılmış, karakolların donanımı ve güvenliği de kaçakçılarla mücadele edecek askerlerin ihtiyaçlarına yetecek kadar sağlanmıştı. Fakat 1980 sonrası PKK baskınlarıyla başlayan ve 30 yıl süren savaş, kaçakçılıkla mücadele için kurulan karakolları TSK’nın yumuşak karnı haline getirdi. Karakolların mevkileri buraları gerilla baskınlarına karşı açık hedef haline getirirken, derme çatma yapıları da güvenlik zafiyeti oluşturdu. AKP, terörle mücadele stratejisi gereği bu soruna kendi bildiği yöntemlerle el attı ve devreye TOKİ girdi. Milli Savunma Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve TOKİ arasında Kasım 2008’de imzalanan
anlaşmalarla sınır karakolları TOKİ tarafından yenilenmeye başladı. Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in verdiği bilgiye göre Kara Kuvvetleri Komutanlığı için 155, Jandarma Genel Komutanlığı için 228 olmak üzere toplam 383 karakol inşası planlanıyor. Bu karakolların 312’sinin TOKİ tarafından yapılması planlanıyor. Karakolların çoğunluğu sınırda olan şu illerde inşa ediliyor: Ağrı, Batman, Bingöl, Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Hakkari, Kars, Mardin, Muş, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak, Tunceli, Van. Bu karakol inşaatları, AKP’ye has güvenlik politikalarıyla sermaye birikim stratejilerinin kesiştiği nadide bir örnek halini alıyor. Çünkü karakollar TOKİ’ye kurum için oldukça karlı bir anlaşma karşılığı yaptırılıyor. Kent merkezlerinde bulunan TSK’ya ait değerli Hazine arazileri TOKİ'ye devrediliyor. Böylece
TOKİ kentlerde rant değeri yüksek araziler karşılığında hudutlarda TSK’ya karakollar yapıyor. Yenilenen ve saldırılara karşı güçlendirilen karakollar sınır denetimlerini kolaylaştıracak. Türkiye’nin sınır güvenliği politikalarını konuşurken bu politikaların üyesi olduğu NATO ile uyumlu planlandığını da unutmamak gerekiyor. Güvenlik anlayışını yeniden tanımlayarak buna uygun bir yapılanma içine giren NATO, sınırların güvenliğini sağlamak için üye ülkelerin tek başına çalışması yerine birlikte hareket etmesi gerektiği ilkesiyle hareket ediyor. Bu anlayışın somut karşılığı Malatya’ya kurulacak füze kalkanı ve kalkanın yanı sıra TSK’de yaşanan dönüşüm. NATO konseptine uygun bir biçimde TSK’nın etkinleşerek küçülmesi, donanımının modernizasyonu, sınır güvenliği için kullanılan savaş teknolojilerini de belirliyor.
açakçılık sınırlarla ve halkın belini büken vergilerle başlasa da piyasa ilişkilerinin döndürdüğü çarkın içinde kendine yer edinen bir faaliyet. Maliye Bakanlığı verilerine göre Türkiye ekonomisinin yüzde 39’u “kayıt dışı.” Yani Türkiye’de alışverişi yapılan malların yüzde 39’u vergilendirmeye tabi olmuyor, olamıyor. Kayıt dışı ticaret genelde “kar”ını devletle paylaşmak istemeyen üreticiler tarafından benimseniyor. Örneğin Uludere’de köylülerin kaçak olarak ticaretini yaptığı mazot yani akaryakıt sektöründe en büyük kaçakçılar petrol şirketlerinin kendisi. Başbakanın 2008 yılında yaptığı bir konuşmaya göre Türkiye’nin 31 ülkeyle yaptığı petrol ticaretinin 38 milyar doları kaçak. Meclis Araştırma Komisyonu tarafından 2006 yılında hazırlanan akaryakıt kaçakçılığı üzerine bir raporda akaryakıt kaçakçılığının yaklaşık yüzde 90’ının deniz yoluyla yapıldığı belirtilmiş. Kaçakçılığın da petrol dağıtım şirketleri ile Irak’a petrol ürünleri temin eden tedarikçi firmalar tarafından gerçekleştirildiği tespit edilmiş. Uludere köylülerinin yaptığı türden kaçakçılık ise akaryakıt kaçakçılığının sadece yüzde 10’una karşılık geliyor. K‹RL‹ SAVAfi TEK SEÇENEK YAPTI Kürt illeri için kaçakçılık temel bir geçim kapısı. Terörle mücadele stratejisinin bir parçası olarak bölgenin insansızlaştırılması için Kürt
illerindeki köy ve mezraların boşaltılması, güvenlik gerekçesiyle halkın geçim kaynağı olan tarlaların ve meraların yasaklanması elindeki tüm üretim araçlarını kaybeden bölge halkına geçimlik faaliyet olarak “kaçakçılık” seçeneğini bıraktı. Bu haliyle kaçakçılık savaşın bir sonucu. Terörle mücadele stratejisinin bir parçası olarak bölgenin insansızlaştırılması bölge halkına geçimlik faaliyet olarak “kaçakçılık” seçeneğini bıraktı. Bu haliyle kaçakçılık savaşın bir sonucu. Fakat bu seçenek herkese açık olmadı. Güvenlik gerekçesiyle sınırlardaki denetim artınca bu sınırlardan “yük” götürüp getirmek ancak denetimi yapanların onayıyla mümkün oldu. Uludere katliamı sonrası köy halkının üstüne basa basa söylediği “Karakolun haberi var. Kaçakçılık yolunun ikisi de karakolun önünden geçer. Sınır geçenler askerin bilgisi dahilinde girip çıkar” sözleri de bu durumu doğruluyor. ‹K‹ B‹DON BENZ‹N‹N VERG‹S‹ M‹ OLUR? 1990’lı yıllarda kirli savaş taktiği olarak gündeme getirilen koruculuk sisteminin adının kaçakçılıkla beraber anılması da yine bu denetim ilişkileri nedeniyle oluyor. Güvenlik güçleri “aynı cephede yer aldıkları” korucuların kaçakçılık yapmasına müsamaha gösteriyor. Katliamın yaşandığı Ortasu ve Gülyazı köyleri de zaten “korucu köyleri”. Her iki köyün halkı da kaçakçılıkla geçiniyor. Kirli savaşın yarattığı ekonomi “daha büyük güçlere” silah,
uyuşturucu kaçakçılığı yapma imkanı tanırken savaş nedeniyle mülksüzleştirilen Kürt köylüleri de katırlarla taşınabilecek ölçekte, bir seferde 50-60 liralık gelir getirecek miktarda “sigara, şeker, mazot” kaçakçılığı yapma imkanı buluyor. Kaçakçılık konusunda iktidar cephesinin en sık dile getirdiği iddia kaçakçılığın PKK denetiminde yapıldığı, kaçakçıların PKK’ye vergi verdiği. Fakat bu
iddialar bizzat köy halkının ifadeleriyle yalanlanıyor. Örgütün vergi ve kaçakçılık denetimi yaptığı iddiaları konusunda Ortasu’dan korucu emeklisi Hüseyin Dede Radikal gazetesi muhabiri Serkan Ocak’a şu sözleri söylemiş: “Onlar bizimle karşılaşmaz. Bize görünmekten çekinir. İstihbarat vereceğimizi bilir. zden ne vergisi alsın ki, iki bidon mazotun vergisi ne olur?”
13
TARİH 12 Ocak 2012 / 25 Ocak 2012
Halk›n Sesi
Destan diye anlatılan Sarıkamış kıyımı ÖZEN TAÇYILDIZ
Başbakan Erdoğan, Uludere Katliamı sonrası partisinin Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmada o günün Sarıkamış faciasının 97. yıldönümü olduğunu hatırlattı, katliamı eleştirenleri bu vesileyle de hedef haline getirdi. Erdoğan’ın ifadeleri ile “oradaki destan bir Türkiye destanı”ydı, “1915 baharında Alluhekber Dağları'nda kar eridiğinde kardelenler, çiğdemler değil, gözyaşları dahi donmuş, birbirlerine sarılmış, kucaklaşmış, birbirinin omzuna başını dayamış Mehmetlerin şehit bedenleri ortaya çıkmıştı. Etnik kökenleri ve mezhepleri ne olursa olsun, bölgeleri, illeri, köyleri ne olursa olsun yan yana şehit düşenleri hepsi aynı şeyi söylüyordu: 'La ilahe illallah' deyip gözlerini yumdu.” Erdoğan’ın hamaset dolu bu sözleri, Bülent Arınç gibi sürekli ağlayan insanları derin duygulara gark etmek için değildi sadece. Erdoğan Kürtlere karşı yine İslamcılığa sarıldı. BDP’ye yüklenerek “tarihinde böyle kahramanlık destanları olan bir millet bu nifak girişimlerinin tamamını boşa çıkarır ve Allah'ın izniyle çıkaracaktır” dedi. Erdoğan’ın “milli birlik” sağlayamadığı Kürtlere karşı dönüp yine İslamcılığa başvurması bir yana Sarıkamış’ta insanların göz göre göre ölmelerini destan olarak değerlendirmesi en hafif tabirle sorunlu. İktidarların başkalarının hayatı üzerinden kahramanlık yapması ne ülkemizde ne de AKP içinde yeni değil elbette. Daha geçen yıl Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Sarıkamış anması için düzenlenen törende “Gerekirse bir 90 bin daha, gerekirse bir 900 bin daha bu aziz topraklar için bedenimizde can, dizimizde derman kalana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz” demişti. Ama bu canlar ne için mücadele etmişti, nasıl can vermişti, bahsetmedi. İşte bir “kahramanlık” hikayesi…
Sar›kam›fl cephesinin mimar› Enver Pafla’ya göre “baflar› giysilerle de¤il, her askerin kalbindeki yi¤itlik ve cesaretle kazan›l›r”d›. Ancak -39 derecede Sar›kam›fl’›n çetin co¤rafyas›na sürülen askerler için öyle olmad›. So¤uk, açl›k ve hastal›ktan öldüler, kalanlar esir düflüp y›llarca evine dönemedi. Pafla harekat bitmeden önce ‹stanbul’dayd›.
O
smanlı bir yarı sömürge olarak kaybettiği topraklarını kazanabilmek, imparatorluğun “eski görkemli günlerine” yeniden dönebilmek için 1. Dünya Savaşı’nda emperyalist ittifakların birinde yer almaya çalışmış, İttihat Terakki ve Enver Paşa, Almanya’nın zaferi varsayımına dayanarak onun yanında yer almıştı. İttifak antlaşması Enver Paşa’nın da aralarında bulunduğu dört kişi tarafından, diğer kabine üyelerinden gizli olarak yapılırken, Almanların Akdeniz'de faaliyet gösteren Goeben ve Breslau zırhlılarının Çanakkale'den geçirtilmesi ise yine Enver Paşa ve Sait Halim'in
Kara gömülen ordunun zafer haberleri Sar›kam›fl’ta neler olup bitti¤ini halk uzun süre bilmedi. Öyle ki sadrazam Said Halim Pafla bile Sar›kam›fl felaketini çok sonra haber ald›¤›n› söylemiflti. Asl›nda sansür karar› savafl bafllamadan al›nm›flt›. Genelkurmay’›n savafl bafllamadan, Eylül 1914’te ald›¤› karar gere¤i seferberlik ve savafl zamanlar›nda harbe ait her türlü haberi genel karargah verecek, bu karara uymayanlar Divan-› Harbe gönderilip fliddetle cezaland›r›lacakt›. Ordunun kara gömüldü¤ü günlerde, ‹stanbul gazeteleri Genel Karargâh'›n zafer bildirisini yay›ml›yordu: "Ordumuz Sar›kam›fl'a dek ilerleyerek kesin baflar› kazanm›flt›r." Harekat›n sona ermesine iki gün kala, ordunun durumu aflikarken, Erzurum Mebusu Seyfullah Bey Erzurum’dan Meclis’e geçti¤i telgrafta “fianl› ordumuzun her tarafta geliflen galibiyet ve muzafferiyetini tebrik ederiz.”
diyordu. Telgraf›n tarihi olan 3 Ocak 1915’ten sonra gazetelerde Kafkas Cephesi’nden hiç söz edilmedi. Enver Pafla, sonucu kamuoyundan gizleyerek, ‹stanbul'a döndü. Sar›kam›fl’tan ayr›l›rken “casus ve bozguncular›n yalan haberlerle halk›n moralini bozmalar›n› önlemek” gerekçesiyle “hareketinin gizli tutulmas›n›” istemiflti. Zafer haberlerini yerini bu kez Ermenilerin düflmanla ittifak yap›p orduyu arkadan vurdu¤una dair yaz›lar ald› bas›nda. 5 ay sonra da ünlü tehcir karar› ç›kt›. Sar›kam›fl konusundaki sansür ancak 1921 y›l›nda k›r›ld›. Ruslara eflir düflen Yarbay fierif Köprülü, ‹stanbul’a döndükten sonra, an›lar›n› 1921’de Akflam gazetesinde yay›mlamaya bafllad› ancak bir süre sonra gazete gördü¤ü bask›y› gerekçe göstererek an›lar›n› yay›mlamay› durdurdu. Köprülü an›lar›n› bu kez kitap olarak yay›mlad›.
gizledikleri bir iş olmuştu. SEFERBERL‹⁄‹N SONU GEL‹fi‹NDEN BELL‹ İttifak sonrası seferberlik emri hükümetin kararı olmadan yine Enver Paşa tarafından verildi. İttifakın imzalandığı gün ilan edilen seferberlik de durumun vehametini göstermekteydi. Uzun soluklu bir savaş yerine birkaç hafta içinde kaderi belli olacak bir savaş düşünülmüş, “hesap kitap yapılmadan” orduyu toplamak yoluna gidilmişti. Üç gün içinde 20-45 yaşları arasındaki bütün erkeklerin üç günlük yiyecekle askerlik şubelerine başvurmaları istendi. Bu emir üzerine, şubelerin önlerine yığılan kalabalığı askere almak haftalarca
sürmüş, işlemler tamamlanmadan başvuranlara yemek verilemediğinden büyük sefalete yaratılmıştı. Öyle ki birçoğu kaçaklığı, eşkıyalığı göze alarak askerlikten vazgeçmişti. “ASKER‹ KIRDIRAN ENVER PAfiA” Enver Paşa’nın maceracılığının yaşanan en vahim sonuçlarından biri kumandasını bizzat üstlendiği, parlak sonuçlar vermesi beklenen Sarıkamış Harekatı’ydı. Plana göre Polonya cephesinde Ruslarla savaşta olan Almanlara yardım sağlamak için Ruslara karşı Sarıkamış cephesi açılacaktı. Böylece Ruslar’ın bazı birliklerini Polonya'dan Kafkaslara çekeceği umuluyordu.
Ancak Enver Paşa dışında kimsenin bir kış taarruzuna niyeti yoktu. Balkan Savaşı’ndan yeni çıkmış ordunun eksiklikleri yanında ağır kış yaşanan Sarıkamış’ın coğrafyası da çetindi. Ruslara karşı görevlendirilmiş 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa da, "Bu karda kışta, teçhizatsız birlikleri savaşa sürmenin cinayet olacağı" kanısındaydı. Nitekim bütün olumsuzluklara rağmen Kasım 1914’te, Rusları Eleşkirt’te durdurmuş, ama şartları düşünerek çekilen Rusların peşine düşmemişti. GER‹ ADIM ATAN VURULDU Enver Paşa cesur bulmadığı Hasan İzzet Paşa’yı görevden alıp
ordunun başına geçti. Yayımladığı bildiride de "Başarı giysilerle değil, her askerin kalbindeki yiğitlik ve cesaretle kazanılır" dedi. Enver’in zorlamasıyla eksi 39 derece havada, kayıplarla harekat başladı. Enver Paşa, sonuç belli olmaya başladığı halde taarruzda ısrar ediyordu. “Geri adım atanı üstü vuracaktır!” emri bile verdi, askerleri ‘ibretlik’ olsun diye kurşuna dizdirdi. Ocak ayıyla birlikte her şeyin bittiğini kabul etmek zorunda kalan Enver Paşa, komutayı paşa yaptığı Albay Hafız Hakkı Bey’e bırakarak Erzurum’a doğru yola çıktı, oradan da İstanbul’a. 4 Ocak 1915’te Hakkı Paşa geri çekilme emri verdi ve Sarıkamış Harekâtı onbinlerce kişiyi
soğuk, açlık ve hastalıktan dağlarda bırakarak bitti. Rusların esir aldığı askerlerse kamplara götürüldü. Bir kısmı kamplarda öldü, sağ kalmayı başarabilenlerse ancak yıllar sonra ülkelerine dönebildiler. EMPERYAL‹ZME ALET OLANIN SONU... Almanların dünyaya, İttihatçıların da Asya'ya hakim olacakları hayaliyle gelişen Alman emperyalizmi ve İttihatçı birlikteliği, Osmanlı’yı savaşa sokmuştu. Ancak, İttihat ve Terakki iktidarının, Alman emperyalizminin bir aleti haline gelerek dünyanın emperyalistlerarası yeniden paylaşımına taraf olması ve sonunda I. Dünya Savaşı'na girilmesi devletin dağılma sürecine
damgasını vurdu. Bugün AKP, dış politikada bu eğilimden farklı bir yol izlemediğine, emperyalist paylaşımı “fırsat”a çevirip bölgesel güç olmak, ABD taşeronu olarak görev almak gayretinde olduğuna göre, böyle bir dış politika macerasında binlerce insanı savaşa sürüp ölüme sürüklemeyi destanlaştırılmasına da şaşmamak gerek. Kaynakça: Feroz Ahmad – İttihat ve Terakki (1908-1914) Sina Akşin – Sarp Balcı – Barış Ünlü – 100. Yılında Jön Türk Devrimi Ateşe Dönen Dünya: Sarıkamış – Birgün Sönmez-Reyhan Yıldız Sarıkamış Dramı – Alptekin Müderrisoğlu
Sen hiç Sarıkamış’ı gördün mü? S
arıkamış’ta kaç kişinin cepheye sürüldüğü, kaç kişinin öldüğü yıllardan beri tartışıldı. Harbiye Nezareti'nin Ordu İkmal Dairesi Müdür Vekili Miralay Behiç Erkin’in hesabına göre 600 bin kişi esir olmuş, donmuş, yaralanmış, ölmüş ve firar etmişti: “Bu hesabı Enver Paşa’ya gösterdiğim zaman yüzüme baktı: ‘bunlar nasıl olsa bir gün ölmeyecekler miydi?’ diyerek meseleyi halletti.” Verilen rakamlar benzer biçimde onbinlerle ifade edildi ama daha önemli olan insanların karşılaştığı koşulların ve ölüm şekillerinin fecaatiydi. İşte, Yaşar Kemal’in kaleminden Sarıkamış: “Sen hiç Sarıkamış'ı gördün mü kedi? Sarıkamış içinde Aynalı Çarşı. Aynalı Çarşı cehennem. Sen Aynalı Çarşı’da uçup da denize gömülen gemileri gördün mü hiç? İyi ki görmedin. Sen hiç parça parça olmuş, üst üste tepelerce yığılmış, siperleri, koyakları, çukurları ağzına kadar doldurmuş ölüleri gördün mü? Ovalar dolusu çürümüş, kokmuş, kokusu insanı boğan ölülerin üstünden hiç yürüyerek geçtin mi? Sarıkamış savaşını görmemiş, yaşamamış insan dünyada hiçbir şeyi görmemiş, yaşamamış demektir. Erzurum içinde Aynalı Çarşı. Sen kedi, sen hiç, uykucu, rahat, gerinen kedi, sen hiç Allahuekber dağında olup bitenleri gördün mü? İnsan boyu iki insan boyu karın içinde yalın ayak, başı
Sarıkamış’a ve orada ölenlere ilişkin sansür ve dolayısıyla muamma uzun yıllar devam etse kayıpları olanların yaktığı ağıtlar ve türkülerle tarihe kazındı Sarıkamış’ta yaşanan felaket asker kaçaklarından, cepheden sağ dönebilenlerden öğrenildi, halkın acılarında dile geldi, pek çok ağıt ve türküyle tarihe kazındı. Onlardan biri de Ruhi Su’nun dilinden: Oltu’dan girdik de Sarıkamış’a Akıl ermez orda yatan üleşe Askeri kırdıran Enveri Paşa Kitlendi kapılar, mekan ağladı Yüzbaşılar, yüzbaşılar Tabur tabura karşılar Yağmur yağıp gün değişin Yatan şehitler ışılar İbrişimin kozaları Battın Avşar kazaları Sarıkamış’ta kırıldı Gonca gülün tazeleri kabak, pantolonu yırtılmış, kaputsuz, ceketsiz, koyunları bit dolu, donmuş elleriyle kaşınamayanları, Rus topçusunun karlı dağları ateşe, zindana çeviren güllelerini, karla birlikte uçuşan kolları, bacakları, kollarla bacaklarla, gövdelerle birlikte gökten yağan kanları, Allahuekber dağlarının doruk-
larında fırtınaya, boraya tutulup donan, taş kesilen, donmuş kirpikleri, kaşları, donmuş gözleriyle bakan on binlerce askeri gördün mü hiç? Sen bunları görmediysen hiçbir şey görmedin demektir… Sen bunları görmediysen, insanların yüzüne bakmaktan niçin utanasın?.. Balkan Harbi, Çanakkale,
Sarıkamış, Amele Taburları, sen bunların hepsini birkaç yılda üst üste yaşadın mı kedi? Günlerce aç kaldın mı, günlerce susuz kalıp, kurtlu sular içtin mi? Dumlupınar'da öldürülmüş, binlerce kokmuş, çürümüş, liyme liyme olmuş ölüyü toplarken, toplar gömerken, yüzlerce Amele Taburu askerinin
öldüğünü duydun mu, gördün mü? Duymadıysan görmediysen bu dünyada ne hiçbir şey duydun ne de hiçbir şey gördün. Sen bir insan olsan bir daha şu insanların içine çıkar, bir daha onların yüzüne bakabilir misin?” (Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana Bir Ada Hikayesi 1)
YAŞAM
14
12 Ocak 2011 / 25 Ocak 2011
Halk›n Sesi
Ustalardan Do¤a ve ekonomipolitik çoğunlukla sert deneyler, tarih(…) doğa üzerinde sel malzemenin toplanması ve kazandığımız zaferlerden dolayı incelenmesi sonucu, üretim kendimizi pek fazla övmeyelim. faaliyetimizin dolaylı, daha uzak Böyle her zafer için doğa bizden öcünü alır. Her zaferin bek- toplumsal etkileri konusunda aydınlığa varmayı öğrenmektelediğimiz sonuçları ilk planda yiz; böylece, bu etkileri sağladığı doğrudur, ama ikinci denetleme ve onları düzenleme ve üçüncü planda da büyük olanağına da kavuşuyoruz. çoğunlukla ilk sonuçları Bu düzenlemeyi ortadan kaldıran, bambaşka, gerçekleştirmek için de, salt bilönceden görülmeyen etkileri giden başka şeyler gereklidir. vardır. Mezopotamya, Bunun için bugüne kadarki Yunanistan, Küçük Asya ve başka yerlerde işlenecek toprak üretim tarzında ve onunla birlikte tüm toplumsal düzenimizde elde etmek için ormanları yok eden insanlar, ormanlarla birlik- tam bir devrim gereklidir. Şimdiye dek var olmuş te nem koruyan ve biriktiren bütün üretim tarzları, ancak merkezlerin ellerinden gittiğini, emeğin en yakın, en dolaysız bu ülkelerin şimdiki çölleşmiş yararlı etkisine ulaşmayı hedef durumuna ortam almıştır. İlerde ortaya çıkan, hazırladıklarını akıllarına hiç yavaş yavaş yinelenerek ve getirmiyorlardı. Alpler'deki yığılarak etkili hale gelen daha İtalyanlar, dağların kuzey sonraki sonuçlar tamamen yamaçlarında dikkatle korunan ihmal edilmiştir. Toprağın ilkel çam ormanlarını güney yamaçlarında yok ederken, böl- ortak mülkiyeti, bir yandan, ufukları genel olarak sınırlı olan gelerinde sütçülük sanayisinin köklerini kazıdıklarını sezemiyor- insanların gelişme düzeyine tekabül ediyor, öte yandan ise, lardı. Böylece, yılın büyük bu en ilkel ekonominin olası kısmında, dağlardaki kaykötü sonuçları karşısında, belirli nakların suyunu kuruttuklarını, bir telafi olanağı sağlayan, aynı zamanda da yağmur işlenebilir fazla toprağı gerekmevsiminde azgın sel tiriyordu. Bu toprak fazlalığı yığınlarının ovaları basmasına neden olduklarını hiç bilemiyor- tükenince, ortak mülkiyet de lardı. Avrupa'da patatesi yayan- son buluyordu. Oysa, daha ileri bütün üretim tarzları, nüfusun lar, nişastalı yumrularla birlikte, çeşitli sınıflara bölünmesine ve sıraca hastalığını yaydıklarını bununla birlikte de egemen ve bilmiyorlardı. İşte böylece her ezilen sınıflar arasındaki adımda anımsıyoruz ki, hiçbir karşıtlığa götürüyorzaman, başka du; ama aynı zamantopluluğa egeda, egemen sınıfların men olan bir çıkarları üretimin itici fatih, doğa unsuru haline geldi, dışında buluçünkü üretim, artık nan bir kişi ezilen halkın en gibi, doğaya temel tüketim egemen araçlarının sağlandeğiliz; tersine, masıyla sınırlı değildi. etimiz, kanımız Bu, bugün Batı ve beynimizle Avrupa'da egemen ondan bir olan kapitalist üretim parçayız, onun tarzı içinde, en iyi tam biçimde yerine getiortasındayız, rildi. Üretime ve onun üzerinde değişime egemen kurduğumuz olan bireysel kapitabütün egeFriedrich listler, yalnızca menlik, başka Engels faaliyetlerinin en bütün yakın yararlı etkileriyyaratıklardan le ilgilenebilmekteönce onun dirler. Hatta bu yararlı etki bile yasalarını tanıma ve doğru üretilen ya da değişilen malın olarak uygulayabilme üstünlüğüne sahip olmamızdan yararlılığı söz konusu olduğu ölçüde- tamamen arka plana öte gitmez. geçer; satıştan elde edilecek (…) Üretime yönelmiş kâr, tek itici güç olur. faaliyetlerimizin en uzak doğal Burjuvazinin toplumsal bilietkilerini hesaplamayı bir deremi, klasik ekonomi politik, daha ceye kadar öğreninceye dek, çok, yalnız üretim ve değişim binlerce yıllık bir emek gerekli alanlarındaki insan eylemlerinin olmuşsa da, bu eylemlerin gerçekten tasarlanmış toplumdaha uzak toplumsal etkileri bakımından bu iş çok daha güç sal etkilerini ele alır. Bu, onun teorik olarak ifade ettiği olmuştur. Patatese ve onunla birlikte yayılan sıraca hastalığına toplumsal düzene tamamen uygundur. Kapitalistler, değindik. Oysa, işçilerin yiyedoğrudan doğruya kâr için üreceklerinin yalnız patatese indirgenmesinin bütün ülkelerin tim ve değişim yaptıklarından ilk planda yalnızca en yakın, en halk yığınlarının yaşayış durudolaysız sonuçlar hesaba mu üzerinde yaptığı etkilerle, katılmalıdır. Bir fabrikatör ya da 1847 yılında patates hastalığı tüccar, ürettiği ya da satın aldığı dolayısıyla İrlanda'nın uğradığı, metayı normal bir kârla satarsa, yalnızca ve yalnızca patates durumdan hoşnuttur ve yiyen bir milyon İrlandalıyı mezara yollayan ve iki milyonu- metanın ve alıcısının sonradan ne olacağı onu ilgilendirmez. nu da denizaşırı ülkelere göç Bu faaliyetlerin doğal etkileri etmeye zorlayan açlıkla için de aynı şey geçerlidir. karşılaştırıldığı zaman, sıraca Küba'da dağ yamaçlarındaki hastalığı nedir ki? Araplar alkol ormanları yakarak en verimli damıtmayı öğrendikleri zaman, kahve ağacının bir kuşağına o zamanlar henüz keşfedilmeyetecek gübreyi bunların külünmiş olan Amerika'nın asıl den sağlayan İspanyol yerlilerinin ortadan kalkmasına yarayan başlıca silahlardan biri- tarımcılarını, sonradan şiddetli tropikal yağmurların artık ni meydana getirdiklerini korunamayan üst toprak düşlerinde bile görmemişlerdi. tabakasını alıp götürmesi ve Ve sonradan Kolomb, geriye yalnız çıplak kayalar Amerika'yı keşfettiğinde, bırakması ilgilendirir miydi? Avrupa'da çok önceleri yenilBugünkü üretim tarzında, giye uğrayan köleliği yeniden toplum karşısında olduğu gibi canlandırmakta ve köle ticaredoğa karşısında da, daha çok, tinin temelini atmakta önce ilk ve elle tutulur başarı olduğunu bilmiyordu. 17. ve dikkate alınır. Sonradan da, 18. yüzyıllarda, buhar makinesinin yapımı üzerinde çalışan buna yönelmiş faaliyetlerin en uzak etkilerinin tamamen insanlar, başka her şeyden değişik ve tamamen ters düşen daha çok tüm dünyanın öteki sonuçlarından dolayı;(…) toplumsal ilişkilerini kökten Almanya’nın “çöküntü”sünde değiştiren ve özellikle bu deneyimi geçirdiği gibi arz Avrupa'da, zenginliğin azınlık tarafında ve yoksulluğun büyük ve talep dengesinin tersine dönmesinden dolayı; özel çoğunluk tarafında mülkiyetin, zorunlu olarak, yoğunlaşmasını, önce burjuişçilerin mülksüzleştirilmeleri vazinin toplumsal ve siyasal egemenlik elde etmesini, sonra yönünde gelişmesi, buna karşılık bütün zenginliklerin da burjuvazi ile proletarya giderek işçi olmayanların elinde arasında, ancak burjuvazinin toplanmasından dolayı yıkılması ve bütün sınıf şaşakalırlar(…) karşıtlıklarının ortadan kalkmasıyla sona erebilecek olan Engels, Doğa’nın bir sınıf savaşımını ortaya D i y a l e k t i ği , “Maymundan çıkaran aracı hazırladıklarından İnsana Geçişte Emeğin Rolü” habersizdiler. Ama bu alanda başlıklı bölümden da yavaş yavaş, uzun ve
Yurt içinde ve yurt d›fl›nda fahri doktora ünvanlar› alan Erdo¤an’›n “tüccar” ideolojisi üniversitelere damgas›n› vuruyor.
Memleketimden üniversite manzaraları UMAR KARATEPE
Radikal gazetesinden Pınar Öğünç AKP’li gençlerle konuşmuş. Öğünç’ün 9 Aralık’ta yayımlanan yazısında AKP’li gençler tutuklu üniversitelilerle ilgili sorulara kendilerince şöyle yanıt vermişler: “Neden yumurta değil de gül atmıyorlar”… Gençlerin zeka düzeyi üzerine iyimser olmaya çalışırsak “Yumurta atacaklarına yesinler” esprisini 40 defa tekrarlamaktan bıkmayan Bakan ağabeylerinden daha “yaratıcı” bir yanıt olarak değerlendirebiliriz. Ancak “okumuş insan” üzerine beklentileri hala yüksek olanlardaysak büyük hayal kırıklığı! Hani 80 civarı devlet üniversitesi olmak üzere 100’e yakın üniversite açmakla övünen AKP iktidarının eğitim atağına hiç yakışmıyor. Ya da çok yakışıyor! Zira uluslararası düzlemde akademik araştırma alanında giderek gerileyen Türkiye üniversitelerinden gelen kimi haberler Egemen Bağış esprilerinden bile beter… Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’ni sadece Rize Üniversitesi’nin yeni ismi sananlar fena halde yanılıyor. Tüm üniversiteler RTEÜ tüm üniversite yöneticileri birer RTE olmuş bile! Tüccar, “iş bitirici”, küfürbaz rektörlerden ufak bir derleme… “PARAYI BASAN ONURLANDIRILIR” Dilovası halkının sanayi tarafından zehirlendiğini ortaya çıkarttığı bilimsel çalışması nedeniyle Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’na "şarlatan" diyen Kocaeli Belediye Başkanı, kendi üniversitesi tarafından "onurlandırıldı." Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Hamzaoğlu’nun Dilovası ilçesinde yaptığı araştırmalar sonucunda hamile kadınların sütünde ve dışkısında ağır metaller bulunduğunu ortaya çıkarmasının ardından Belediye
‘Pideci’ rektör yardımcıları, küfürbaz sponsorları onurlandıran bölüm başkanları, olmayan programı pazarlayan girişimciler... Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, Hamzaoğlu’nu “şarlatanlık” ile suçlamıştı. Kendi üniversitesinin bilim insanına sahip çıkması beklenen Kocaeli Üniversitesi yönetimi ise Belediye Başkanı’yla “bir” olup Onur Hamzaoğlu hakkında soruşturmalar açarak bilimsel bir araştırmaya savaş açmıştı. Üniversite’nin etik kurulunun gizli olması gereken soruşturması Belediye Başkanı’nın yargılandığı davaya “yetiştirilmişti.” Üniversite bununla da tatmin olmamış olacak ki Belediye Başkanı’nı “onurlandırmaya” karar verdi. Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölümü’nün her yıl mayıs ayında düzenlediği Felsefe Günleri’nin Onur Kurulu’na Karaosmanoğlu’nun ismi yazıldı. İşin kötüsü bu kararın altında solcu olarak bilinen Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sinan Özbek’in imzasının bulunmasıydı. Bu durumu Belediye ile sponsorluk anlaşmasıyla açıklayan Özbek, “parayı verenin düdüğü çaldığı” üniversite modelini kabullenmiş görünüyordu. Özbek’in Hamzaoğlu’nu bilimsel araştırması nedeniyle kınayanların arasında olması, AKP sponsorluğunu kendisi için bir etkinliği aşan anlamını gösteriyordu. “SICAK SICAK P‹DELER‹M VAR” 2012’ye girmemizle birlikte Marmara Üniversitesi’nde Deniz Bank müşterisi olmayan hiç kimse okulun yemekhanesinden yemek yiyememeye başladı. Yaz aylarından itibaren üniversitenin kimlik kartları, banka kartı özel-
liği de olan Kampus Kartlar ile değiştirilmişti. Tüm akademisyenlerin, üniversite emekçilerinin ve öğrencilerin ancak Deniz Bank’taki bu hesaplarına para yükleyerek yemek yiyebilecekleri duyurulmuştu ve söylenilen yapıldı. Asıl olarak banka kartı olan yeni kimlikleri kullanmayı kabul etmeyen akademisyenler, öğrenciler ve üniversite emekçileri 2 Ocak pazartesi gününden itibaren Marmara Üniversitesi kampuslarının yemekhanelerine alınmamaya başladı. Üniversite yönetimi her mensubunu zorla Deniz Bank müşterisi yapan bir anlaşma yapmış, üniversitelilerin bu bilgilerini hiçbir izin almadan bu bankaya aktarmıştı. Oluşan tepkiler üzerine Kampus Kart’ın pazarlanmasına soyunan yönetim yeni kartlar ile bir pideciden % 25 indirimli alışveriş yapılacağına dair mailleri üniversitelilere yollamaya başladı. “Koskoca” rektör yardımcısı binlerce kişiyle bir bilimsel çalışmayı değil pide firmasının adreslerini ve indirim koşullarını paylaştı! “B‹Z‹M ÜN‹VERS‹TEDEN SÜPER AVM OLUR” Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Mehmet Füzün, İzmir’in en gözde semtlerinden Alsancak’taki rektörlük binasını para kazandıran bir mekan haline getirmeyi planladığını açıkladı. Tam gün çalışma yasasını çiğneyerek Başbakan Erdoğan’ın ameliyatını yapmasıyla adından söz ettiren Füzün’ün şu sözleri Başbakan’dan ne çok şey kaptığını gösterdi: “Buradan üniversite kira geliri kazanacak. Böylece üniver-
sitemiz bir arazisini iyi bir şekilde değerlendirmiş olacak.” Kendisi ekonomist değil bir tıpçı ancak neoliberal iktidarın dilini iyi kapmış. Öyle ya kentin merkezinde üniversitenin de emekçilerin de yeri yok, kent merkezleri sermaye içindir… “fiU AN EL‹M‹ZDE KALMADI AMA GELECEK” Tüccarlığın klasik lafıdır; müşteri bir ürün sorduğunda “yok” denmez, “kalmadı ama gelecek” denir. Gülen Cemaatine yakınlığıyla bilinen özel Gazikent Üniversitesi de tam bu stratejite uygun davrandığı ortaya çıktı. Üniversite, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile bir anlaşmaya imza attı. Söz konusu anlaşmayla 1000 öğretmen 3 bin lira karşılığı, formasyon yerine geçen yüksek lisans diploması sahibi olacak. “Antep nere İstanbul nere” sorusu bir yana, 20-30 kişilik olması gereken yüksek lisans programlarında bin kişinin nasıl, hangi binada eğitim göreceği belirsiz. Ancak büyük bir akademik skandal yaratan bir başka gerçek, bu üniversite bünyesine eğitim fakültesi olmaması! Yüksek lisans açmak içi ne bölümü ne yeterli öğretim kadrosu ne de binası bulunan bir üniversiteyle İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nün hangi kriterlerle anlaşmaya vardığı ise açık: Cemaat kriterleri. “Diplomanı bakkaldan mı aldın” sorularına muhatap olma riskine rağmen hala bu bölüme ilgi duyanlar için Milli Eğitim Müdürlüğü “müthiş” bir avantaj da koparmış: Kredi kartına 12 taksit yapıyorlar!
THY’ye maaşallah Türk Hava Yolları (THY), yurtdışı uçuşlarında yolcuların daha eğlenceli vakit geçirmesi için film, oyun, müzik hizmetlerine bir yenisini daha eklediğini duyurdu: Kuran-ı Kerim hizmeti. Dış hat uçuşlarında Türkçe mealinin de dinletildiği Kur'an-ı Kerim hizmeti, yakın zamanda 4 dilde verilmeye başlanacak. Zaman gazetesinin haberine göre THY yönetimi, uçaklarda bulunan özel “eğlence” sistemine yolculardan gelen talep üzerine, Kur'an-ı Kerim sûrelerini ekledi. Uygulamanın en güzel şekilde gerçekleşmesi amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı ile işbirliğine giden şirket yönetimi, 5 hafız tarafından okunan sûreleri, yaklaşık iki ay önce sisteme yükleyerek 'sesli Kur'an-ı Kerim' hizmeti sunmaya başladı. Uygulamayla ilgili yolculardan olumlu tepkiler geldiğini ifade eden yetkililer, yakın zamanda
görüntülü hizmet sunmaya başlayacaklarını dile getirdi. THY daha önceden de uçaklardaki 13 numaralı koltuğu geri getirmişti. Uluslararası havacılık sisteminde bir gelenek olarak 13 numaralı koltuk “uğursuzluk” gerekçesiyle konulmuyordu. Bu tartışmalı geleneğe yönelik itiraz ise daha da tartışmalı olmuştu. MHP milletvekili Özcan Yeniçeri İstanbul’un fethedildiği yılın (1453) sayılarının toplamının 13 olduğunu ve bu nedenle 13’ün “uğursuz” ilan edildiğini savunmuş ve 13 numaralı koltuğa iade-i itibar istemişti. AKP’nin Türk Hava Yolları bu işlerle uğraşırken uzun çalışma saatleri ve taşeronlaştırma gibi nedenlerle uçuş güvenliğinde sorunlar yaşanabileceği yönündeki uyarıları ise dinleyen yok.
Barcelona al da at dedi Geçti¤imiz hafta ‹spanya’da Espanyol-Barcelona derbisi vard›. Ayn› kentin bu iki tak›m›ndan Espanyol Katalan bölgesindeki kral yanl›lar›n›n ve özellikle de ‹spanyol göçmenlerinin kurdu¤u ve yandafl› oldu¤u spor kulübü. Barcelona ise malum, solun, Katalunya’n›n kendi kaderini tayin hakk›n›n ve Kral karfl›tl›¤›n›n tribünlerine ve kültürüne hakim oldu¤u bir kulüp olarak biliniyor. Barcelona taraftar›n›n hemen her maçta açt›klar› “Katalunya ‹spanya de¤ildir” pankart› ‹spanyol milliyetçisi Espanyol taraftar›n› çileden ç›kar›rd›. Ancak son maçta Espanyol taraftar›n›n açt›¤› bir pankart aç›kças› Barcelona’n›n
bir çeliflkisini a盤a ç›kard›. “Katar Katalunya de¤ildir” yaz›l› pankart, Barcelona'n›n Katar'dan gelen yüksek mebla¤ sonucu 'formaya reklam almama' prensibini bir kenara b›rakmas›na iflaret etmekteydi. Y›llarca bir futbolcu fabrikas› gibi çal›flarak, öz kaynaklar›yla çok say›da y›ld›z› yaratan Barcelona, endüstriyel futbolun modalar›na uymaya kalk›nca ihtiyaç duydu¤u kaynaklar için Katar’dan gelen fonlara ve reklama kap›s›n› açm›flt›. Para geldi, üzerinde titrenen “kimlik” alay konusu oldu. ‹flin özü Barcelona kendi kalesine müthifl bir asist yapt›, Espanyol seyircisine ise sadece dokunmak kald›. Sonuçta maç da 1-1 bitti.
KÜLTÜR SANAT
15
12 Ocak 2012 / 25 Ocak 2012
Halk›n Sesi
Gülün ad› güncellendi İtalyan yazar Umberto Eco 80. yaş gününde ünlü romanı “Gülün Adı”, güncellenerek yeniden okuyucularına sunuyor. “Foucault Sarkacı”, “Baudolino”, “Güzelliğin Tarihi” gibi yapıtlarının sahibi Eco, romanın 1980 baskısında yer alan bazı ayrıntılara eklemeler ve düzeltmeler yaptı.
Sessizli¤in Sesi
Kürt ozan› yitirdik
Bu topraklarda yaşayan Ermeniler, sessizliklerini bozdu. Hrant Dink Vakfı, Türkiye'de yaşayan Ermenilerle yaptığı sözlü tarih çalışmasını 'Sessizliğin Sesi' adı ile yayınladı. Kitap içerisinde görüştükleri kişilerin anlatımlarında geçen yerlerin fotoları da bulunuyor.
Bir süredir tedavi gören Ozan Baran Gürhan dün yaşamını yitirdi. Dersimli Ozan Mahmud Baran'ın yeğeni olan ve sanatçılığını aileden gelenek olarak devralan Ozan Baran Gürhan, diasporada da olsa ölümüne kadar Kürt halkının başkaldırısını, umudunu aynı zamanda halkların kardeşliğini ezgilerine taşıdı.
Sabahattin Ali begeseli TPAO Batman Orkestrası'nı konu alan "Kara Altından Altın Mikrofona" adlı filmi ile 2010 TRT Belgesel Film Ödülü'nü kazanan yönetmen Metin Avdaç, Sabahattin Ali belgeselinin çekimlerini tamamladı. "Sabah Yıldızı" isimli belgeselin 2 Nisan’da gösterime girmesi bekleniyor.
Altı kadının tek öyküsü K
urtuluş Son Durak filmi kadın cinayetlerinin yüzde 1400 arttığı ve dolayısıyla “kadınların birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğu” son dönemde, sinemadan beklediğimiz ilgiye kısmen yanıt veriyor. Film için güçlü bir oyuncu kadrosu seçilmesi, kadına yönelik şiddet sorununa ilgi uyandırabilmesi açısından önemli. İstanbuldaki “Kurtuluş son durak”ta bulunan Saadet Apartmanı’na taşınan Eylem (Belçim Bilgin), aynı apartmanda kuaförlük yapan (Asuman Dabak), ömrü boyunca ağabeylerinin bakmadığı yatalak babasına bakan Vartanuş (Demet Akbağ), mafya sevgilisinin “metresi” Goncagül (Nihal Yalçın), her gün kocasından dayak yiyen Gülnur (Ayten Soykök), onun küçük yaşta çalışmak zorunda olan kızı Tülay (Damla Sönmez) film boyunca güçbirliği yapınca neler başarabileceklerini gören kadın karakterler. Kadınlara Ahmet Mümtaz Taylan, Mete Horozlu, Tuncer Salman, Hüseyin Soysalan eşlik ediyor. Filmin yönetmeni de (Yusuf Pirhasan) senaristi de (Barış Pirhasan) erkek. Kadınların kurtuluşu öyküsünü erkeğin dilinden dinliyorsunuz. Kadınların vücutlarını, tavırlarını ve tepkilerini erkeklerin gözünden seyrediyorsunuz. Filmi izlerken, kadınları erkek kültüre göre sınıflandırıyorsunuz, onları buna göre yargılıyorsunuz. Film boyunca en çok iki çocuklu ve evli bir adamın sevgilisi olan Goncagül’ü yargılıyorsunuz içten içe. Sevgilisine öfke duyarken, bir
K
urtuluş Son Durak kadına yönelik şiddet konusunda ilgi uyandırıyor ama film kadın sorununu erkeğin gözünden anlatıyor
yandan Goncagül’ün pişman olmasını bekliyorsunuz. Karısını döven adam için kesinlikle “maço” ve kirli bir adam imajı çizilmesi de senarist ve yönetmenin cinsiyetini belli ediyor, üstelik kadına yönelik şiddetin yaygınlığının algılanması konusunda sıkıntılı anlam ifade ediyor. Neyse ki senaryonun dayandığı öykünün sahibinin iki kadın olması sayesinde (Nükhet Bıçakçı ve Sinem Aykanat) aslında kadınların hikayesini izlediğinizden
emin olabiliyorsunuz. Filme henüz gitmemiş olanlar için uyarı: Karakterlerle ilgili yukarıdaki tanımlamalardan ötesini beklemeyin. Film, tek tek her kadının hikayesini anlatamıyor. Gülnur’u döven adamı ancak dışarıdan bir erkek gibi sadece daire kapısı önünde göreceksiniz. Baş karakterin hikayesini dahi bir arkadaşınızdan duymuş gibi bileceksiniz. Eğer daha önceden kadına yönelik şiddet konusunda özel bir öfkeniz,
eyleminiz yoksa, onların hissettiklerini gönülden hissedebileceğiniz sahneler beklemeyin. İzleyeceğiniz her sahnenin nedenini, bağlamını öğrenemeyeceksiniz. Saadet Apartmanı’nda yaşayan kadınların ilk eylemleri istedikleri gibi bitmediğinden, yönetmen size bu eylemdeki niyetlerini anlatamayacak, salondan kafanızda hikayeye dair bir dünya soru işareti ile çıkacaksınız. Film “özel alan politiktir” deme-
den özel alandan politik mücadelenin çıkışını verebiliyor. Devletin erkekliğini, erkek bir polis üzerinden oldukça başarılı bir şekilde simgeleyebiliyor. Ancak bu durumla uyuşmayan bir yanı var. Filmde kadınlar günlük yaşamdan örgütlendikleri halde, yukarıdan bir dille verilen didaktik mesajlar bulunuyor. Eylem karakteri üzerinden verilen bu mesajlar bir komedi filmi için abes kalıyor ve filmde yakalanan samimi hava kayboluyor. Film boyunca sanki Eylem değil senarist Barış Pirhasan konuşuyor. Diğer “bilinçsiz” ama daha gerçek görünen kadınlara o akıl veriyor. Filmde, tanıdığımız oyuncuların, bildiğimiz ve takdir ettiğimiz maarifetlerini izliyoruz ama hiç rahatsız edici görünmüyor. Özellikle Ahmet Mümtaz Taylan, Nihal Yalçın, Demet Akbağ’ın ve Damla Sönmez’in oyunculuğu konusunda yerleşmiş olumlu yönde fikirleriniz varsa onları destekleyecek mükemmel oyunculuklarla karşılacaksınız. Filmin en etkili yanlarından ilki, kadınların devrimindeki “devrimci şiddet” konusunda fikirlerinizi olgunlaştırabilmeniz için fırsat yaratacak sorular bırakması. İkincisi, “Bazı kadınlar şiddet görür, onlara destek olunmalıdır” algısının ötesine geçilmesi ve her kadının özne olarak mücadeleye çağrılması. Kurtuluş Son Durak, güncel bir soruna dair bir derdinin bulunması, görsel zenginliklerinin olması, izleyiciyi sonuna kadar çoğu zaman güldürebilmesi, keyifli ve merakta tutması açılarınndan izlenmeye değer.
Film değil eleştirisi yasak! T
elekomünikasyon İletişim Başkanlığı'ndan (TİB) yine bir sansür kararı geldi. TİB'in sansür kararları artık olağanlaşsa da bu defa gerekçesi şaşkınlık yarattı. TİB bu defa kendisi yasaklı olmayan bir film hakkında yazılan eleştiri yazısını sansürledi. TİB'in sansür gerekçesi yazının "filmdeki içeriği benimsediği" iddiası. Sansüre takılan yazı, otekisinema.com internet sitesinde Onur Atay tarafından “Srpski Film” (Bir Sırp Filmi) hakkında geçtiğimiz yıl yayınlanan bir eleştiri yazısı. Film, Türkiye’de vizyona girmedi ya da DVD olarak piyasaya sürülmedi ancak gösterimi yasağı da yoktu. TİB, yazının yayınlanışından 1,5 yıl sonra siteye bir yazı göndererek yazının yayından kaldırılmasını istedi. TİB'in mailinde sansürün gerekçesi “sunuş biçiminden, bağlantı sağladığı içeriği benimsediği ve kullanıcının söz konusu içeriğe ulaşmasını amaçladığı açıkça belli ise genel hükümlere göre sorumludur” şeklinde sunuluyor. Yazı, site editörü tarafından şimdilik yayından kaldırıldı. Site editörleri hukuki bir çözüm yolu bulana kadar yazıyı sitenin Facebook adresinden yayınlıyorlar. Ayrıca Öteki Sinema, konuya dair “Filmi Geçtik Eleştirisine Bile Sansür!”başlıklı bir açıklama yayımladı. Açıklamada “Herhangi bir kişi ya da kuruma hakaret etmedikçe, suça teşvikle ilgisi olmadıkça bir film sansürlü diye o filmi eleştirmek de bu kadar rahat bir biçimde sansürlenememeli" denildi.
Yazan yöneten Vanlı çocuklar B
Ritimsel Death Metal: Arch Enemy rch Enemy, 1995 senesinde İsveç'in Halmstad kentinde kurulan melodik death metal grubu. Grup, elektro gitarda Michael Amott, ikinci elektro gitarda Christopher Amott, bas gitarda Sharlee D'Angelo, bateride Daniel Erlandsson vokalde ise Johan Liiva ile ilk kadrosunu oluşturdu. 2000'de grubun vokalisti Johan ayrıldıktan sonra yerine Almanya'dan sert, öfkeli ve iyi bir brutal vokal sesi geldi. Angela Gossow adındaki kadın sanatçı artık Arch Enemy'nin yeni vokalisti oldu. Grup asıl bu döneminden sonra büyük yankı uyandırdı ve dinleyici kitlesini arttırdı. Bu ilginin en önemli nedeni metal müzik alanında kadın sanatçıların az olması gibi belirgin bir eksiklik olmasıydı. Gruptaki diğer bir belirgin değişiklik ise yaptıkları şarkıların
A
politik bir içerik kazanması oldu. Grup şarkı sözlerinde mitolojik değinmelerle demokrasi ve devrim savaşı gibi temalar işliyor. Nemesis, Revolution Begins ve We Will Rise gibi şarkıları bunlara en iyi örnekler. We Will Rise şarkısı, rock müzik dünyasında bir klasik oldu ve grubun marşı niteliğine büründü. Yaptıkları sert müzik, grubun dinleyici kitlesini kısıtlamadı, tam tersine ritimselliğiyle beğeni sağlamış bir grup olmalarına neden oldu. Müziklerindeki sert tınının ritimselliği ile metal müziğe yabancı olan insanların da metal müziği sevmelerine aracı olmuştur. Grup, çıkardıkları son albüm olan "Khaos Legions"ın tanıtımını yapacakları bir konserle yakın zamanda İstanbul'a geliyor. Eski hitleşmiş şarkılarını da söyleyecekleri konser 27 Ocak 2012'de saat 21:00'de Refresh The Venue, İstanbul'da olacak.
elgeselci yönetmen Elif Ergezen Van'daki çocuklarla buluştu. Halkevi’nin kurduğu Van Çocukevi’nde gerçekleştirilen atölyede, çocuklar, hayal güçlerini filme dönüştürdü. Film atölyesinde çocuklar tarafından yazılıp yönetilen kısa filmler çekildi. Bu kısa filmler internet ortamında paylaşıldı ve büyük ilgi gördü. Biz de Van'lı çocuklara sinema eğitimi veren Elif Ergezen’le atölye çalışmasına dair konuştuk. Öncelikle oradaki izlenimleriniz, deneyimleriniz ve yaşadıklarınızla başlayalım. Önce şunu söylemek lazım. Başka çocuk çadırları kuruldu Van'da. Ama Halk Çocuk Evi'nin ki (Halk Çocuk Evi diyorum çünkü orada bir öğrencimiz "Halk Çocuk Evi" dedi çok hoşuma gitti) daha etkili oldu. Çünkü diğer bütün çocuk evlerinin yanında aş evleri, yardım dağıtım ve koordinasyon merkezleri oluyor ve çocuklar yemek kuyruklarında, ailelerin yanında kalıyorlar. Onlardan ayrı çok fazla bağımsız bir şeyler yapamıyorlar. Ama Halkevi'nin çadırına sadece çocuklar geliyor ve büyükler yok. Orası çocuklara ait bir dünya gibi kurulmuş tasarlanmış. Bulunduğu yer, mekân olarak da çok güzel seçilmiş. Yoksul bir mahalle ve çevresi de öyle. Fazla yerleşim yok, etrafı da boş. Çocuklara özgürlük alanı hissi veriyor. Benim açımdan güzeldi çünkü çocuklarla çalışmak insana da bir şeyler katıyor.
Çocuklara sinemayı öğretmek büyüklere öğretmekten daha kolaydır. Hayal güçleri çok fazla şekillenmemiş ve kirlenmemiş oluyor. İçlerinden geldiği gibi her şeyi samimice paylaşıyorlar. Onu bir öyküye, masala, filme dönüştürmek onlar açısından daha kolay. 10 yaş üzeri kız çocukları özellikle, kardeşlerini oyalamak için oraya geliyorlardı. Bir çocukmuş gibi değil de sorumluluk sahibi yetişkinmiş gibi dâhil oluyorlardı. Bence yaptığımız çalışmalarla bunu kırabildik. Bir de yemek kuyruklarında ailesinin sorumluluğu taşıyan oğlan çocukları da (10–16 yaş) yemek almaya gitmek için ayrılıyorlar, kuyruklarda soğukta bekliyorlar. Öğrencilerin çoğu deprem öncesi demir toplayarak, mendil satarak ya da ayakkabı boyayarak geçiniyorlardı. Deprem sonrası böyle bir imkânları da yok. Zaten Van çocuk şehrine dönmüş durumda. Erkeklerin çoğu iş ya da başka nedenlerle şehir dışındalar. Kalanların çoğu çocuk. Van'da en büyük çalışmaya ihtiyaç duyulan alan çocuklar, sonra da kadınlar. Kadınlar onca çocuklar çadırda yaşıyorlar. Travmayı ve acıyı bile doğru düzgün yaşayamıyorlar. ÇOK SIKINTI ÇEKT‹K, ‹Y‹ fiEYLER ÇEKEL‹M Çocuklar ellerine kamerayı ilk aldıklarında ne hissetiler? Kamerayı hiç yadırgamadılar. O sorumluluğu aldıklarında çok heyecanlandılar. Kamerayı alıp “ben de çe-
keceğim” diye sırayla çektiler ve kamerayı kendileri kullandılar. Sonra onlar için çok normal bir şey gibi geldi. Biz de orada her şeye birlikte karar vermelerini sağladık. Önce sohbet ederek kendi aralarında öyküyü çıkarttılar, kendi hayatlarından yola çıkarak yapmalarını istedim. Sonra da onu kamerayla kayıtstop diyerek kendileri organize ettiler. Her söyledikleri şeye de kendileri karar verdi. Bir öğrenci çok güzel bir şey söylemişti. "Ne çekelim?" diye sordum, bir kız öğrencimiz "hocam çok sıkıntı çektik, iyi şeyler çekelim" dedi. İki müfettiş geldi Milli Eğitim’den ve "Ne yapıyorsunuz? Film göstermeye izniniz var mı? Valilikten izin aldınız mı? Hangi filmi gösteriyorsunuz?" diye konuştular.
Sonrasında biz derse devam ettik. Ve bu olayı da filme dönüştürmek istediler. Çok da güzel bir cevap verdiler. Yaşadıklarını sinema aracılığıyla nasıl sorgulayabileceklerini, eleştireceklerini ve onları nasıl insanlara anlatıp tartışabileceklerini deneyimlediler. Çekimlerden sonra, kendilerini izlediklerinde ne yaptılar? Çok gülerek izlediler kendilerini. Hemen film gösterimlerinden sonra yeni hikâyelerle bir sürü öğrenci ben de film çekmek istiyorum diye geldi. Hepsinin hikâyesi gerçekten güzeldi. Yönlendirme bile olmadan yaptılar. Mesela yoksullukla ilgili bir film yapın demedik. Kendi yaşamlarından böyle bir şey yapmayı istediler. Çocuklara yaşadıklarından sonra geride ne kaldı? Yaşadıkları şeyleri anlata-
bilmelerinin farklı araçları olduğunu bilmeleri. Bu konuda onlara bir şeyler kalmış olabileceğini düşünüyorum. Çünkü biz gittikten sonra oraya giden öğretmenlerine "benim aklımda şöyle bir öykü var" diye anlatan öğrenciler olmuş. Böylece yaşadıkları her şeyi, bu anın dışına çıkarak daha kalıcı hale getirebilecek ve onu düşünce süzgecinden de geçirebilecekleri bir refleks kaldığını düşünüyorum. Şu anda oradaki halkın yaşamı yeniden üretecekleri şeylere ihtiyaçları var. Van'da yaşamı kurabilecek en güçlü özne bence çocuklar. Onlarda büyük bir yaşam enerjisi, yaratıcılık, dünyayı algılamada başka bir boyut var ve bunun şekillenmesi, örgütlenmesi gerekiyor. Bunu yapabilecek insanların oraya gitmesi gerek.
SOKAĞIN SESİ 12 Ocak 2012 / 26 Ocak 2012
Halk›n Sesi
Van’da geçen bir haftan›n ard›ndan
Bir yanı hayat mücadelesinde Depremin yaralarını kendi imkanlarıyla saran Van halk ne durumda? Çocuk evi çalışmalarına katılmak için kente giden Mustafa Eberliköse Van’ı anlattı girişinde ve üniversite bahçesinde boş bekleyen yüzlerce konteynır olsa da, bu konteynırları kurabilecek kamu arazisi bulunamıyor. Çünkü hepsi zamanında peşkeş çekilmiş, afet durumları hiç düşünülmemiş. Kurulan çadırkentlerden ya da konteynırlardan hak sahibi olabilmek için büyük torpiller gerekiyor. Çadırlar ve konteynırlar halka eşit dağıtılmıyor. Hele de eviniz tapusuzsa yani gecekonduysa hiçbir çekilişe katılamıyorsunuz. Gecekondu sahipleri bahçelerine kurdukları derme-çatma çadırlarında bir yandan soğukla diğer yandan çadırlarının yanma riskiyle yaşıyorlar.
MUSTAFA EBERLİKÖSE
K
im demiş Van'da hayat normale döndü diye? Normale dönen hayat egemen medyanın kamerasının kadrajına giren kadar. Jandarma koruması altında yoksul halktan itinayla korunan birkaç çadır kentteki “elit” yaşamdan ibaret. Oysa hala devam eden artçı sarsıntılar bile Van’ı AKP’nin yarattığı yıkım kadar etkilemiyor. Eğitimden, sağlığa, barınmadan, ulaşıma Van'da tam anlamıyla bir çöküntü yaşanıyor. Şehrin neredeyse yarısından fazlası göç etti. Kalanlar ise işsizlik, hastalık, barınma, çadır yangınları gibi sorunlarla başbaşa kaldı. Hükümet temsilcileri sürekli olarak medyadan Van'da “hayat normale döndü” yalanlarını sürdürüyor. Oysa normale dönen deprem sonrası ortaya çıkan rantın paylaşımına yönelik ilişkiler. Kamoyunun gözünü boyamak için okullardaki çatlak kolonların üstüne boya çekmek için verilen ihaleler. ÖĞRETMENİM ELBİSENİZ ÜTÜSÜZ, HEM DE SAKALLISINIZ! Herhangi bir sağlam raporu bile almadan okulları açan Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer yalnızca öğrencilerin değil, 75 meslektaşlarını kaybeden öğretmenlerin de hayatlarını tehlikeye atıyor. Öğretmenler sadece gündüz okullarda risk altında değil. Geceleri de kalacak yer sorunları var. Evleri yıkılan ya da hasar gören birçok öğretmen hala konteynır ya da çadırkentlerden bir çadır alabilmiş değiller. Bir kısmı sözde az hasarlı okul yatakhanelerinde, bir kısmı
Van City gibi toplu konutlarda günlüğü 12 TL'den 4 kişi toplu yaşamak zorundalar. Evli öğretmenler ise suyu, tuvaleti bile olmayan çadırkentlerde ya da “az hasarlı” evlerinde soğukta barınmak zorundalar. Tabii ki Bakanlık Müfettişleri'ne ve okul idarecilerine göre bu durumda bile traşlarını olmuş, ütülü pantolon ve etekleriyle her gün sabah görevlerine gelmek zorundalar. Herhangi bir kameraya konuşurlarsa hemen haklarında soruşturma açılması endişesi de işin cabası. Ücretli öğretmenlerin durumu daha fena. Görev yapmadıkları süre boyunca maaşlarını alamadıkları yetmezmiş gibi, konut temini istekleri Milli Eğitim
Kitaplar Van’a Liseli Genç Umut 14 Ocak Cumartesi günü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi F›nd›kl› Kampüsü’nde Van'daki liseli kardeflleri için ‘kitab›n› al konsere gel’ diyerek bir dayan›flma konseri düzenledi. Konsere Kardefl Türküler, Suavi, Bandista ve Onur Ak›n kat›ld›. Paras›z olarak gerçeklefltirilen konserde liselilerden bilet yerine kitap al›nd›. Toplan›lan bu kitaplarla da Van Belediyesi üzerinden irtibat kurulan bir liseye kütüphane infla edilecek. LISELILER VANLI KARDEŞLERININ YANINDA
Van’da yaflanan depremin ard›ndan ortaya ç›kan y›k›m tablosunun sorumlusunun AKP iktidar› oldu¤unu söyleyen liseliler, Van’da yerle bir olan e¤itim sürecini tamir etmek bir yana üst üste darbeler indirildi¤ini söylüyor. Sa¤lam olmayan okullar›n göstermelik olarak aç›ld›¤›n› ve Vanl› ö¤rencilerin y›l›n sonunda tüm Türkiye’deki liselilerle ayn› s›nava tabii tutulacaklar›n›n söyleyen Genç Umutçular konserle Van’daki liselilerin yanl›z olmad›¤›n› göstermek ve dayan›flmay› örmek için çaba sarf ettiklerini belirtiyor.
16
ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ
Müdürlüğü tarafından “Paranız varsa üç-dört öğretmen birleşin konteynır alın” önerisiyle karşılanıyor. Deprem süresince kesilen ek ders ücretleri, 300 TL olan deprem tazminatından yararlanamamaları, bankaların ertelediği kredi ödemeleri için eğitim-öğretim başlar başlamaz maaşlara koydurduğu blokeler sonrası, Milli Eğitim Bakanı, hala öğrencilerin gelmediği okullarda öğretmenlerden eğitim vermelerini istiyor. Van'da eğitim-öğretim başladı. Bu doğru. Üzerinden hala deprem psikolojisini atamayan, bunun yanında depremin görünmeyen sarsıntılarıyla hala sallanan öğretmenler, okula velileri ile gelen kayıtlı öğrencinin yüzde 10'una
eğitim vermeye çalışıyor. Yaşanan bu durum karşısında 29 Aralık'ta Van Merkez'de bir eylem yapan Eğitim-Sen'li öğretmenler, şimdi de sakal bırakma, kot pantolonu ile okula gitme gibi sivil itaatsizlik eylemlerine hazırlanıyor. GEMİYİ İLK MEDİCAL PARK TERK ETTİ Gemi batmaya başlayınca gemiyi ilk fareler ter edermiş. Van depreminin ardından Van'ı ilk terk eden ise Medical Park Hastanesi oldu. Hem de Vanlıların sağlık hizmetlerine en çok ihtiyacı olduğu anda. Medical Park gibi birkaç özel hastane daha Van'ı “binalarımız hasarlı” diyerek hemen terk ettiler. Hasarlı kamu hastaneleri ise
bahçelerinde kurdukları dev çadırlarda hizmete devam ediyor. Van'da normale dönen bir diğer şey Vanlılar artık aldıkları sağlık hizmetleri için katılım paylarını ödüyorlar. Sağlıktaki dönüşüm programları Van'da da tüm Türkiye ile aynı anda başlamış durumda. Ama insanlar çadırlarda verilen sağlık hizmetlerinden Türkiye'nin diğer bölgeleriyle eşit oranda faydalanamıyorlar. Yeterli temiz su ve tuvaletten yoksun toplu yaşama alanlarında yaşayan Vanlılar salgın hastalık riskiyle de karşı karşıyalar. TAPULU EVİN YOKSA ÇADIR DA YOK! Vanlıların barınma problemi hala sürüyor. Kent
İŞSİZLİK KALICILAŞIYOR Depremin en büyük sarsıntılarından bir işsizlik. Deprem sonrası şirketlerin bir çoğu ya Van'ı terk etmiş ya da küçülmeye gitmiş. Gelişmiş bir sanayisi olmayan Van'da daha çok hizmet sektörüne ve inşaat sektörüne dayalı istihdam olanakları varken deprem sonra inşaat işleri durmuş. Hizmet sektöründeki firmalar ise işçilerinin birçoğunu işten çıkarmış durumda. Vanlı yurttaşlar bugünlerde söyledikleri özetle şöyle: “Nasılsın...? Diye sorma!... "VAN" gibiyim işte!... Bir yanım yıkık ve enkaz altında!... Diğer yanım ise hala direnişte!... Bir depremzede diyorlar bize, bir terörist diyorlar sorma, işte hem yaralı hem karalıyım, Deniz diye çağırmıyor artık. Van'ın sesiz geceleri' çünkü, Van eski Van değil artık, bir yanı yitik bir yanı hayat mücadelesi!”...
Halkevleri Van Çocuk evi gönüllüsü olarak Van’a gittiğimde depremin üzerinden iki buçuk ay geçmesine rağmen hala çoğu depremzedenin yeni kurulmaya başlanan konteynırlara ve çadır kentlere ulaşamadığını gördüm. Bir hafta boyunca Seyrantepe Mahallesi’nde Kurulu Çocuk Evi’nde çalışmalar yaptık. Van halkıyla deprem üzerine konuşma fırsatım oldu. Van’da kafamı nereye çevirsem mutlaka bir çadırla veya çadırkentle karşılaştım. İnsanlar bu çadırlarda eksi 6-7 dereceyi bulan soğuk havada yaşama savaşı veriyor. Tabii soğuktan korunmak için kurdukları sobalar çadır yangınlarına yol açabiliyor. Bazı çadır kentlerde su ve tuvalet yok. Özellikle kadınların ve çocukların hijyen ve sağlık sorunları yaşadığı görülüyor. Çadır yangınları can almaya devam ediyor. Neredeyse her gün ufak da olsa bir artçı sarsıntı oluyor Çadırları anlatırken Mevlana adlı çadır kente değinmeden geçmeyelim. Söylentilere göre buradaki çadırlar bir evde bulunan tüm olanaklara ve hatta daha fazlasına sahip. İçinde doktor var, Kuran kursu var. Kent sakinlerine düzenli yemek gidiyor vs. Söylentilere göre diyorum çünkü Mevlana Ergin Çadırkenti’ne öyle herkes Çevik giremiyor. Ben gittiğimde kapıda özel güvenlik ve asker İstanbul ile karşılaştım. Giriş kartı sor- Gültepe Halkevi dular. Bende kart olmadığı için içeriye giremedim. Neden giremediğimi sorduğumda ‘kartınız yoksa giremezsiniz emir böyle’ dediler. Mevlana Çadır Kenti’nin girişine park edilmiş lüks otomobillere bakarak uzaklaştım. Van’da deprem çalışmalarını koordine etmekle yükümlü valilik tarafından kurulan kriz masası ise işlevselliğini çoktan yitirmiş durumda. Kentsel dönüşümle uğraşmak daha cazip geliyor sanırım. Van Belediyesi’nin çalışmaları devam ediyor fakat bu çalışmalar tek başına yeterli olmuyor. Van’ın ve Van halkının genel durumu böyleyken ülke çapında kentsel dönüşüm kapsamında on milyon bina-ev yıkacağını söyleyen başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar Van depremini yıkım planını meşrulaştırmak için bir fırsata çevirdi. “Üç vakte kadar yıkım geliyor” diyen Erdoğan Bayraktar, Van halkına diyor ki “Ya evlerinizi yıkın yeniden yaptırın, ya da ben arsanıza el koyarım sana da arsa bedelini veririm.” Çoğunluğu işsiz olan Vanlılar bu masrafları nasıl karşılar? Bunu düşünen yok. Van’da bu süreci bilen bir mühendis, onarma masrafının yaklaşık 30.000 lira tuttuğunu anlatıyor. Halkın bu parayı ödeyemeyeceği ortada. Bu gibi durumlarda AKP’nin ve TOKİ’nin bir çözümü var. Evinizi verin biz yıkalım size arsa bedelini verelim (tabii bu bedeli onlar belirleyecekler) siz de 20 yıl vade ile yeni konutlarınıza sahip olun. Genel durumu kısaca özetlersek Van’da hayat normale dönmüyor. Doktor ve hastane sıkıntısı var. Okullar hala tam olarak onarılmış değil. Kamu kurumları, devlet daireleri neredeyse çalışmaz halde. Sürekli elektrik ve su kesintisi var. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de kentsel dönüşüm projeleri ile halkın üzerine kaldıramayacakları miktarda maddi külfet yükleniyor. AKP, Van’ın durumunu kentsel dönüşüm fırsatına çevirirken Van halkı kendi sorunlarıyla, boğuşarak bir yaşama savaşı veriyor.
Çocuk Evi’nde yeni yıl ve umut H
alkevleri Van Çocuk Evi’nde çalışmalar devam ediyor. Yeni yılın ilk gününü kendilerine gönderilen hediyelerle karşılayan çocukları 2 Ocak’ta başka bir heyecan sardı. Televizyonlarda izledikleri Kardeş Türküler grubundan Selda ve Burcu ablaları çocuklara ders vermeye gelmişti. Kardeş Türküler ekibi çocuklarla dans ve müzik etkinlikleri yaptı. Hep beraber Kürtçe ve Türkçe parçalar söyleyip halay, horon, Trabzon Kolbastı gibi oyunlar oynadılar. BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ VAN’DA BİR ÇOCUK EVİ VARMIŞ Yeni yılın ilk günlerinde masa tenisi oynamayı öğrenen çocuklar, Çocuk Evi’nde yaratıcı drama ve resim atölyesine katılıyor. Okuma saatlerinde kitap okuyor, eğlenceli matematik dersi alıyor. Koro çalışması ve film gösterimlerinin yapıldığı çocuk evinde çocuklar kendi hikayelerini de yazıyorlar. 2 - 8 yaş grubu çocuklarla masal atölyesinde "Van'da bir Çocuk Evi" başlığıyla bir hikaye yazıldı. Çocukların kendi cümlelerinden oluşturulan hikayede çadırların nasıl kurulduğu, çadırlarda neler yaptıkları, ne hissettikleri anlatılıyor. İşte çocukların masalında Çocuk Evi: VAN'DA BİR ÇOCUK EVİ Günlerden bir gün Van'ın Seyrantepe mahallesine bir çocukevi kurulmuş. Mahalle'nin çocukları meraklı bir halde izliyorlarmış Çocuk Evi'nin kurulmasını yapılan çalışmayı. Çocukların kısa zamanda eğlendiği, oyunlar oynadığı, film izle-
diği, her yapılan etkinliğin birlikte yapıldığı ve küçüğünden büyüğüne çocukların katıldığı bir ev haline gelir. Çocuklar böyle eğlenceli ve öğretici bir yeri gün geçtikçe daha çok sevdiler ve sahiplendiler. Her gün aramıza yeni yeni çocuklar katılmaya başladı ve onlarda bizimle birlikte dayanışmayı öğrenmeye başladılar. Çocuklar hocalarını çok severdi özellikle resim,film gösterimi ve oyun saatini sabırsızlıkla beklerlerdi. Sabahın ilk saatlerinde hocalarının kapılarına giden çocuklardan birisi seslenir. -Hocaaamm...Ne zaman başlayak? -Hocam ne zaman oyun saati? -Hocaam bugün resim yapacak mıyız? Hoca: -10 dakika sonra Çocuk : -Neden? Hoca: -Çünkü saat 10'a 10 var ders 10 dk sonra. Çocuk tekrar sorar: -Neden? Günlerin böyle eğlenceli ve dayanışma içinde geçtiği Çocukevi'nde çocuklar her yeni günü iple çekmeye başladılar ve Çocukevi'ni birlikte geliştirmek ve daha da güzelleştirmek için çalışmaya yeni arkadaşları Çocukevi’ne getirmeye başladılar... BU HİKAYE BURDA BİTMEZ... Halkın Sesi’nin Notu: Hikayeyi oluşturanlar 2-8 yaş arası çocuklardır. Hikayeyi hiçbir değişiklik yapmadan onların kaleme aldığı şekilde aynen yayımlıyoruz.
Vanl› çocuklar yeni y›la Van Çocuk Evi'nde da¤›t›lan yeni y›l hediyelerinin heyecan›yla girdiler. ‹stanbul ve Ankara'dan çeflitli kurumlar›n göndermifl oldu¤u y›lbafl› hediyeleri Van Çocuk Evi çocuklar›na da¤›t›ld›. Da¤›t›m s›ras›nda oldukça heyecanl› olan minikler, hediye paketlerinin içinden ç›kan oyuncaklarla hemen oyuna bafllad›lar.