PROLETER KURTULMAK YOK TEK BAŞINA ! YA HEP BERABER YA HİÇ BİRİMİZ Cilt 2, Sayı :15
ÇAĞIMIZ EMPERYALİZM VE PROLETER DEVRİMLER ÇAĞIDIR Yugoslavya’nın parçalanması, ABD ve AB arasında paylaşılması, Irak’ın ABD emperyalizmi tarafından işgal edilmesi, Somali’nin paylaşılması ABD ve AB arasında süren Kıbrıs’ın paylaşım savaşı, Lübnan’ın ABD emperyalizmi tarafından işgal hazırlığı, Lübnan da iç savaşın kışkırtılması, eski Sovyet topraklarında ABD, AB, Rusya ve Çin’in rekabeti, Suriye ve İran’ın sıraya konulması, çöken “Sovyet” Rus Emperyalizmi’nin sömürgelerinde geçici olarak “bağımsız” lığına kavuşmuş Orta Asya, Kafkaslarda dünyanın yeniden paylaşılması için verilen kıyasıya rekabet “barışçıl” savaşlar, hükümet
NİSAN
2005
darbeleri, Balkanlar Gürcistan ve Ukrayna’dan sonra emperyalist basının Kadife Devrimler adlarını verdikleri darbelerin sonuncusu Kırgızistan da sahneye kondu. Sırada eski Sovyet Rus Emperyalizmi’nin etki alanları Tacikistan, Kazakistan, Moldova, Belerus, Özbekistan vb ülkelerin olduğu emperyalist basın tarafından yazılıyor. Kapitalist üretimin eşitsiz gelişim yasası güç den düşen ve elindeki sömürgeleri koruyamayan etki alanlarını tek tek kaybeden eski yıkılan Sovyet Rus Emperyalizmi’nin egemenlik alanlarında yeni bir paylaşım savaşının tüm şiddetiyle sahneye konduğunu gösteriyor. Emperyalistler arsında ki güç dengelerinin birbirine yakın olduğu ikinci paylaşım savaşı sonrası tarihsel 1
dönem kapanıyor. Bu dönemde, paylaşılmış dünyanın yeniden paylaşılması için kıyasıya bir rekabet sürüyor. ABD Emperyalizmi en büyük emperyalist güç olarak yeryüzünün tümüne gözünü dikmiş durumda. Güçler dengesinin eşit olduğu dönemde iki emperyalist blok NATO ve VARŞOVA arasında geçici olarak varlığını sürdürebilen, bu iki kamptan kah birine, kah ötekine geçen sözde bağlantısızlar, bloksuzlar üçüncü dünya vb adlarla adlandırılan ülkeler görünüşteki bağımsızlıklarını da yitiriyorlar. Önce Varşova çöktü, ardından NATO. Sonuncusu resmen varlığını sürdürse de fiili olarak artık ABD Emperyalizminin çıkarlarına hizmet ettiği sürece resmi konumunu sürdürebilecek durumda. Gerçekte ise içinde yer alan AB Emperyalistleri, NATO’ya ve ABD Emperyalizmine karşı başta Almanya ve Fransa olmak üzere yeni bir askeri örgütlenmenin peşindeler, 2
şimdilik yaşam geçmese de ABD’ye karşı Avrupa ordusu kurma peşindeler. Uzun bir süredir emperyalist yazarlar kapitalist, emperyalist dünyanın bu gün içinde bulunduğu durumu birinci paylaşım savaşı öncesi koşullara benzetiyorlar. Emperyalist kapitalist dünyada hüküm süren kronik bunalımlar şiddetini artırıp, dünya çapında genel bir krize doğru yol alırken rekabet, pazarlar ve hammadde kaynakları için şiddetlenen tekeller arası savaş yeni bir paylaşım savaşının pek de uzak bir gelecekte olmadığını hissettiriyor. “Tek kutuplu dünyanın sonuna mı geliyoruz?” diye soran Milliyet yazarı Derya Sazak, Ukrayna da ki darbenin daha başlamadan Rusya ve Çin devlet başkanlarının Latin Amerika ülkelerine yaptıkları ziyaretleri dikkat çekiyordu. D. Sazak “Çin patlama yapan ekonomisiyle 20.yy lın devi olmaya aday, ABD ise Afganistan ve Irak işgalleriyle Ortadoğu dan Avrasya ya uzanan petrol
coğrafyasına yerleşti. Balkanlarda Rusya ya karşı açık bir kuşatma politikası izleniyor. Doğu Avrupa ülkeleri AB ye dahil oldular. Gürcistan dan sonra Rusya’nın ‘Avrupa Kapısı’ Ukrayna’da da ‘Kestane Devrimi’ adıyla Batıya açık bir rejime gidiliyor. ... Rusya’nın satranç tahtasında ki bu hamlelere nasıl karşılık vereceği henüz meçhul. (28.11.2004 Milliyet D. Sazak) Emperyalistler arası kutuplaşmalar ABDİngiltere, Almanya- Fransa, Rusya-Çin vb. kutuplaşmalar insanlığı nasıl bir dehşetin, kan gölünün beklediğini gösteriyor. Elbette ki emperyalistler arası çıkar, tekeller arsı ilişkiler sürekli değişkendir. Değişmez olan rekabet, paylaşımın kaçınılmaz sonucu savaştır. Emperyalist burjuvazi tarafından Kadife Devrimler olarak nitelenen darbeler, yoksulluk ve sefaletten bunalmış örgütsüz yığınlar, bu paylaşım savaşının piyonları olarak emperyalist
burjuvazinin şu ya da bu kesimi tarafından rakip burjuva iktidarlarına karşı büyük paralarla sarın alınan tantanacı küçük burjuva gençliği tarafından harekete geçiriliyor. Öfke ve şiddetleri emperyalist politikaların çıkarlarına hizmet ediyor. En son olarak Ukrayna da ki gösterilerin nasıl örgütlendiği bu “Kestane Devrimi”nin ertesinde çeşitli basında şöyle ifade edilmişti.”ABD yolsuzluğa batmış baskıcı yönetimlere sahip ülkelere devrim ihraç ediyor. Ukrayna da ki öğrenci hareket ‘zamanı geldi’ nin arkasında ABD var. Sırada Moldova ve Orta Asya’nın olduğu söyleniyor.” Milliyet gazetesinin bir gün önceki The Guardian dan aldığı yazı şöyle devam ediyor. “ABD’nin kapitalist pazarlama teknikleri kapsamında tasarlandı ve ABD’li uzmanlar tarafından kumanda yöntemiyle uygulandı. Finansman ve eğitimli uzman desteği hepsi Beyaz Saray tarafından karşılandı.” Milliyet 27.11.2004 “Ukrayna da ki 3
‘sivil darbe’ girişiminin ardında ABD deki iki büyük parti olan demokratlar ve cumhuriyetçiler de bulunuyor. Demokrat Parti, ‘Ulusal Demokratik Enstitü’ Cumhuriyetçi Parti ise ‘Uluslar Arası Cumhuriyetçi Enstitü’ aracılığıyla muhalifleri yönlendiriyor. Bütün bu faaliyetler ABD Dış işleri bakanlığı ve USAID adlı ‘Yardım kuruluşu’ tarafından desteklenmekte. The Guardian, Ukrayna operasyonunun ABD’ ye maliyetinin 14 milyon dolar civarında olduğunu yazdı.” Evrensel 27.11.2004 “Piyasa devriminde şu strateji izleniyor. Önce muhalefetin arkasında birleştirebileceği bir aday objektif bir şekilde belirleniyor. Bu adayın ABD yanlısı olması şart değil. Sonra gösteriler devreye sokuluyor. En önemlisi ise seçim zamanı ABD de Eğitilmiş çok sayıda uzman gözlemci devrim cephesine sürülüyor. Ardından sandık çıkışlı anketler düzenleniyor. Böylelikle muhalif adayın 4
kazandığı duyuruluyor.” Milliyet 27.11.2004 ABD, İsrail ortaklığıyla Lübnan’da tezgahlanan Hariri cinayeti hiçbir ulusal ve uluslar arası burjuva hukukunu tanımayan yeryüzünün yeniden paylaşımı ve sömürgeleştirilmesi politikaları iki yüzlü bir propaganda ve yalanla nasıl tezgahlandığını gösteriyor. Ukrayna’da sandıklar açılmadan muhalefetin kazandığı duyuruluyor. Lübnan’da Hariri cinayeti anında Suriye ‘ye büyük bir kampanya ile yıkılmak isteniyor. Bu pembe devrimlerin arkasında yeryüzünü nasıl bir kan denizinin beklediğini Irak gösteriyor. 100 binden fazla kadın, çocuk, genç, ihtiyar Irak halkının katledildiği, kentlerin yerle bir edildiği demokrasi nutukları atan emperyalist burjuvazinin gerçek yüzünü gösteriyor. Emperyalist haydutlar tarafından soyulan bu ülkelerin yoksul yığınları, yeni bir paylaşımın,
rekabetin, dünyayı ele geçirmeye çalışan emperyalist ülkeler ve tekeller tarafından organize edilen bu darbeler sonucu yaşamlarında daha da ağır sömürü koşulları, baskı ve şiddetle karşı karşıya bırakılıyor. Afganistan ve Irak da ‘kurtarılan’ yığınlar ölüme gönderilerek dertlerine son veriliyor. ABD Emperyalizminin önleyici savaş adını verdiği emperyalist işgal doktrini ile rakipleri AB, Rusya ve Çin’i hammadde kaynaklarından mahrum etmeye, yeni yüzyılda dünyanın efendisi olarak varlığını korumaya, güçlendirmeye çaba gösteriyor. ABD, Rusya ve Çin’i kuşatmak, AB’nin etki alanlarını sınırlandırmak için yeryüzünün her yerinde darbeler tezgahlıyor. Rusya gittikçe köşesine ‘sinmiş’, gittikçe geriliyor. Çin sessiz, yavaş ama daha şimdiden ABD için en büyük tehlike büyük paylaşım savaşında hasmı ABD’nin gerileyen iktisadi rekabet gücünün iyice zayıflamasını bekler durumda. AB
Emperyalistlerinin iki devi Almanya, Fransa eski ağabeyleri karşısına ortak bir güç olarak bazen onunla birlikte, bazen ona karşı politikalar geliştirerek paylaşımda hesaplarını yapıyor. Biz de varız diyor. Örneğin Kıbrıs da ABD ile ortak politika yapıyor görüntüsü ile onun karşısında yer alıyor. Kıbrıs’ı ABD ye bırakmayacağını gösteriyor. AB’ ne rağmen G. Kıbrıs’ın Hayır oyu kullanamayacağını politikayla izleyen herkes bilir. Ukrayna’da ilk hamleyi ABD Emperyalizmi kazanmış görünüyor. Oysa ki daha neyin olup bittiği ABD Emperyalizminin mi? AB Emperyalistlerinin mi? Rusya’nın mı kazanacağı kocaman bir soru işareti. Afganistan’ı doğrudan işgal eden ABD Emperyalizmi bu ülkede daha Kabil dışında denetimi sağlamış değil. Yine keza Irak ABD’nin işgal ettiği bu ülke her gün artan direnişle ABD’nin denetiminde yapılan seçimlere rağmen seçim sonuçları hiç de sanıldığı 5
gibi işgalcilerin işine yaramayacak. Seçim sonuçları bu ülkede İran’ın etkisinin artacağını gösteriyor. Yeryüzü yeni bir alt üst oluşla, Emperyalist burjuvazinin paylaşım savaşıyla uyuklayan bütün güçler harekete zorlanıyor. Emperyalist şiddet dünyayı kan ve ateşe boğan şiddet, yeni bir şiddetin de tohumlarını ekiyor. Bu tohum emperyalizmi yenilgiye uğratacak yeni bir devrimler çağını açacak işçi sınıfının ezilenlerin, halkların devrimci şiddetidir. Çağımız emperyalizm ve devrimler çağıdır. Türk Burjuvazisi’nin Durumu. Şizofrendik bir hastanın nöbetleri gibi toplumsal bir histeri nöbetine tutulan, tüm toplumun aklını kendi umutsuz çırpınışı içinde cinnete getiren Türk burjuvazisi, emperyalist paylaşımın en şiddetli sürdüğü Ortadoğu coğrafyasında ekonomik varlığını korumak, siyasal 6
egemenliğini emperyalist tekeller gruplar ve ülkeler arasında şu yada bu emperyalist gruba bağlılık, öfke ve çaresizlik içinde ABD ve AB arsında gidip gelerek Rusya’yı ürkütmeden Irak’ın akıbetine uğrama korkusuyla, Suriye ve İran’la ilişki kurup kurmamak arasında ABD’nin isteğine, baskısına, şantajına karşın çatışmayı göze alıp alamama arasında çaresiz dolaşırken adım adım eriyen yatalak bir hasta gibi ölüm korkusuyla histeri nöbetlerine giriyor. ABD ve AB Emperyalistleri açıktan açığa, fütursuzca Türk burjuvazisine saldırıyor. Kürt ulusal sorununu emperyalist burjuvazinin sömürge politikalarının bir uzantısı olarak ele alıyor. Türk burjuvazisini köşeye sıkıştırıyor. Olağanüstü bir yoksulluğun pençesinde kıvrandırdığı emekçi sınıfların başkaldırısından korkan Türk burjuvazisi, burjuva demokratik hiçbir açılımı yapamıyor. Kürt burjuvazisi için özgürlük ve
demokrasi isteyen Kürt ulusal hareketine öfke ve nefret ateşiyle yığınları şovenizm zehriyle kışkırtarak göz dağı vermeye çalışıyor. Ama ne yaparsa yapsın Türk burjuvazisi öyle bir cenderenin içinde ki içerde örgütsüz yığınların kabaran öfkesi, dışarıda işgalci sömürgeci emperyalist sınıf kardeşlerinin keskin dişleri varlığını tehdit eden pençeleri, hasta adamı kabuslara gömüyor. Türk burjuvazisini ölümle bitecek bir teslimiyet bekliyor. Türkiye işçi sınıfı, dünya işçi sınıfı gibi henüz kendisi için bir sınıf olamamış, kendisi için bağımsız bir politik davranış gösterebilmiş değil. Kendiliğinden de olsa sınıf hareketleri gittikçe yükseliyor. Özelleştirmeye, sefalet ücreti dayatmasına, akıl almaz sömürü koşullarına karşı davranışı kendi bağımsız sınıf politikaları değil. Türkiye işçi sınıfı burjuvazinin şu ya da bu politikalarına katılıyor. Kapitalizmin yıkımı, emperyalist burjuvaziye,
savaş yerine geriye düne dönüyor. Bu günkü burjuva sömürüsüne karşı, dünkü burjuva sömürü koşullarını talep eder durumda. Ne var ki tarih geriye, düne değil, ileriye, yarına doğru akıyor. Bu akış Türkiye işçi sınıfının aklını ve sınıf bilincini geliştirmeye, kurtuluşunun bilimsel sosyalizmde olduğunu ona göstermekte çok da gecikmeyecek. Tarih, ağlamayı, sızlanmayı, karamsarlığı ve umutsuzluğu değil geleceği bu günden yarını hazırlar. Ve kendi geçekliği, kendi usulünce yapar bunu. Burjuvazinin çaresizliği, umutsuzluğu, yarınsızlığı, işçi sınıfını yükseltecek. Emperyalist kapitalizmin bu günkü gelişmesi devrimci işçi sınıfının önüne sosyalizmi koydu. Bu ya savaşlar ve yıkımların sonucunda, ya da savaşları ve yıkımları önleyerek olacak. Karl Marks’ın bilimsel öğretisi Marksizm sınıf mücadelesinin, toplumların ilerlemesinin yönünü, kapitalizmin çöküşü 7
ve sosyalizmin bu çöküşten çıkışını göstermişti.
okuyucu kitlesine bilgilendirme açısından yayımlanmaktadır
Mart 2005 M.ÇETİN KARADENİZ BÖLGESİNİN YAPISI VE TARIMSAL DURUMU Geçen Sayıdan Devam.
(TÜRKİYE SOSYO EKONOMİK YAPI) Önemli Not: Bu yazı dizisi bu yayının görüşlerini yansıtmamakta, sadece bu konuda tartışmaların oluşması yönünden Toprak Dilimleri (Dekar) 1-20 21-50 51-100 101-200 201-500 501+ Toplam 1
Tablo 1 8
Hane % 64.8 18.1 10.4 3.5 3.2 ......... 100.00
Toprak % 14.3 16.2 20.2 14.6 34.7 100.00
Tarımsal işletmelerin en çok parçalandığı bölgelerin başında gelen Karadeniz Bölgesinde işletme açısından baktığımızda:
Hane Sayısı 395,690 110,525 63,505 21,372 19,540
İşlenen Alan (Ha) 351,715 398,447 496,829 359,092 853,462
610,632 2,495,545
Ortalama İşleme Alanı 8.9 36 78 168 137
1-20 dekarı işleten aileler %64.8 iken işledikleri alan bölge alan toplamının %14.3’ünü işlemektedirler. 21-50 dekar alanı işleten aileler toplam ailelerin %18.1’i iken işledikleri alan %16.2’dir. 201-500 dekar alanı işleten aileler toplam ailelerin %3.2 iken toplam alanın %34.7’sini işlemektedirler. Burada dengesizlik kendini göstermektedir. Ailelerin küçük bir kısmı toplam alanın 1/3’ini işlemektedir. Geri kalan %76.8 aile toplam alanın %65.3’ünü işlemektedirler. Bu işletmeleri gelirleri açısından incelersek; 1980 verileri ile Tahıl olarak kuru tarım açısından incelersek:2 1
1970 DİE. Oktay Varlıer, Mustafa Keten Türkiye’de Tarımsal Yapılar 2
1983 verilerinden bir işçinin aylık geliri asgari ücret+KDV olmak üzere 10.600 TL. Vasıfsız sanayi işçisi için aylık 19.500.TL’dir. Kaynak DPT. İşçi ve Memur için Aylık Ücret Endeksleri, Yayın No:2122 9
İşlenen Alan (Dekar) 1-20 21-50 51-100 101-200 201-500 501+
Ortalama İşlenen a.(Hektar) 0.9x1829 3,6x1829 7.8x1829 16.8x1829 43.7x1829 --
Hektar Başına Üretim Yıllık Gelir 1646 kgx19 TL 31,275 6584 kgx19 TL 125,096 14266 kgx19 TL 271,054 30727 kgx19 TL 583,813 79927 kgx19 TL1.518.613
Tablo 2 Kaynak ibid. Yukarıdaki tabloda3 kuru tarım yapılan alanlarda tahıl ekiminin ağırlığını göz önüne alarak tahıl üzerinde incelememizi sürdürürsek ; 1-20 dekar işleten ailelerin bir hasat döneminde toplam gelirleri yıllık 31.275 TL iken aylık geliri Aile için , 2.606 TL’dir. 21-50 dekarlık alan ise toplam yıllık geliri bu gelir tarım harcamalarının düşünülmediği gelir olduğu akılda tutulmalıdır. Toplam yıllık gelir 125.096 ve aylık gayri safi Aile geliri 10.425 TL’dir. 3
1980 DİE verilerinde bir hektar alandan elde edilen tahıl ortalama 1829 kg/ha’dır. 1 kg buğdayın fiyatı ise basit aritmetik ortalama ile 19 TL’dir. İstatistiklerin özeti , Yayın No:1474 10
Bir hasat dönemi içinde 1-20 dekar arası arazi işleten ailelerin geliri aylık 2.606 TL’dir. 21-50 dekar işleten ailelerin brüt gelirleri aylık. 10.425 TL olmaktadır. Tarımsal faaliyette işletme büyüklüğüne bağlı olaak aile emeğini içeren işletmeleri düşünürsek, ortalama üretime dört kişinin katıldığı varsayılırsa gelir düşüklüğü açıkça ortaya çıkmaktadır. 1-20 ve 21-50 dekarlık alan tarımsal faaliyette bulunan ailelerin net ücretleri asgari ücretin altında seyretmektedir. Ailenin geçimini sağlaması için kendi işletmesi dışında iş araması gerekmektedir. 51-100 dekar işletenlerin ortalama
işledikleri alan ve gelirleri ile orta büyüklükte işletmeleri oluşturmaktadır. Aylık gelirler 22.588 TL’dir. 101-200 dekar işletenlerin ortalama gelirleri aylık 48.651 TL’dir. 201-500 dekarlık alanda ise ortalama aylık gelir 126.556 TL’dir. İşlenen alanların yapısı gereği 1-51 dekarlık alanlarda aile emeği yoğun olarak kullanılmakta ve modern tarım girdileri bu işlemlerde asıl olacağından geleneksel üretim ile üretim yapılmakta. 51-100 dekarlık alanlar ise büyük oranda aile emeğine dayanırken sadece hasat dönemi geçici işçi ihtiyacı hissedilirken diğer tüm işlerde geçici işçi kullanmak gereklilik olarak kendini ortaya koymaktadır. Özellikle bu işletmelerde modern tarım aletleri ve bu konudaki harcamalarda yüksektir. Bölgenin mevsim yapısı da göz önüne alınırsa hasatın zamanında yapılması ve yıllık ekimde nadas payının %12 olduğu göz önüne alınırsa yabancı
iş gücü kullanmak gerekli olmaktadır. Bu işletme grubunda tarım ticari bir nitelik kazanmaktadır. Özellikle ortalama aile emeğini aşan tarım alanlarında işçi kiralamak söz konusu olduğuna göre emeğini satan bir grubunda olduğu anlamını taşır. Özellikle sanayi bitkisi ve sebze ekimi yapılan alanlarda 51 dekardan yüksek tüm işletmeleri aile emeğini aşmaktadır. Tahıl dışındaki tüketim bitkileri yoğun insan ve makine gücü istemektedir. 1-20 da. Aile emeğinin yeterli olması ve bu ailelerin tarımsal işlerden artan zamanlarından ya büyük tarımsal işletmelerde geçici işçi olarak ya da şehirlerde mevsimlik işçi olarak çalışan işçi ordusuna katılmaktadırlar.sanayi ürünleri eken ailelerde 5 da.’dan fazla eken ailelerin ortalama gelirleri şehirde çalışan sanayi işçisinin gelirinin iki katıdır. Bu alanda 20 dekardan büyük tüm 11
işletmeler ticari tarıma yönelmektedirler. Zira ortalama gelirin yüksekliği tarımsal işletmeyi buna zorlamaktadır. Büyük tarım işletmelerinin işgücü bu tarım işletmelerini işleten ailelerden oluşmaktadır. “Dolayısıyla burada kapitalist üretim teorisinin konusu olan iç pazarın yaratılma sürecinin ta kendisini görmekteyiz. ‘-iç Pazar’ bir yandan ticari girişimci çiftlik ürününün bir meta haline dönüşmesinin
Toprak Dilimleri Dekar 1-50 51-100 101-200 201-500
1950 İşletme % 80.28 14.34 5.01 0.36
bir yandan da kötü durumdaki köylülerce satılan iş gücünün bir meta haline dönüşmesinin sonucu olarak büyür.” (R.K.G. Sy.56) Zengin köylü sahip olduğu alanda yetinmek istemesi söz konusu olmayacağından satılan, kiraya verilen toprakların büyük kısmını ellerinde toplamaya da çalışacaklardır. 1950 ve 1973 arasındaki işletmelerdeki değişiklikleri incelediğimizde bunu görürüz.
1973 Alan % 52.40 23.73 19.89 3.97
İşletme % 82.90 10.40 3.50 3.20
Alan % 30.50 20.20 14.60 34.70
Tablo 3 Kaynak:ibid. Bölgede ellerindeki toprak alanlarına göre toprak tutan ailelerin %12.8’i yani 77.529 ailedir. Bu aileler içerisinde en çok toprak 12
tutan aileler 1-20 dekar arasındaki aileler olarak görünürken kiraya verilen toplam alanın ancak %18.39’unu 21-50 dekar
arası işletmeler ise %6.08 ile en alt grubu oluştururken 51-100 dekar işletenler %15.18 ile alanın %37.21’ini tutmaktadırlar. 101 dekardan büyük işletmeler %10.12 ile toplam alanın %37.20’sini elde tutmaktadır. 1-20 dekarlık alanda genelde kiracılıktan çok ortakçılık ilişkileri kendini gösterirken 101 dekardan büyük alanlarda kiracılık
ilişkileri kendini göstermektedir. Ortakçılık ilişkileri bölgede yarı-feodal özellikler taşımaktadır. Tüm işletme masrafları çıktıktan sonra geri kalan ürün ½ oranında bölüşülmektedir. Dışarı arazi veren ailelerle birlikte bakıldığında dışardan toprak tutanların hangi işletme grubunda toprak aldığı daha belirginleşmektedir.
Dışarı Toprak Verenler. Toprak Dilimleri Dekar 1-20 21-50 51-100 101-200 201-500 Toplam
Hane %
Alan %
49.57 31.67 18.07 1.69 -43.432
18.66 35.63 38.52 7.19 -132.404 (ha)
Tablo 4 Kaynak:ibid Dışarı arazi veren aileler yine bölgede en çok
1-20 dekar ile 21-50 dekar arası toprak grubundan işleten ailelerdir. İşledikleri 13
alanın darlığı aileleri buna zorlamaktadır. Toplam ailelerin %6.08’i arazisini dışarı vermektedir. Toplam 43.432 ailenin dışarı verdikleri toplam toprak 132.404 (Ha) dır. Küçük ve orta işletmelerde dışarı toprak verirken 201 dekar üzerindeki işletmelerde dışarı toprak verilmemektedir. Orta gruptaki köylüler küçük işletmeler ve büyük işletmeler arasında gezinen istikrarsız yapışlardır. Dışarı arazi veren ailelerin toprakları çoğunluk 201-500 arasındaki işletmelerde 1950 den 1973’e kadar %2.84 lük bir artış varken işledikleri alan %3.97 den %34.70’e yükselmiştir. Bu açık bir toprak toplanmasının ifadesidir. Zira 1-50 dekar arası işletmeler %2.61 artarken işledikleri alan %21.9 azalmıştır. Bölgede 201-500 dekar işleten işletmeler hariç tüm işletmelerde işledikleri alan da büyümüştür. Bu gruptaki ailelerin sahip oldukları tarım araçları 14
orta ve küçük köylülükten daha iyi bir durumda olduklarına göre bunların diğer çiftçilere göre ortalamanın çok üstünde bir çiftçilik teknikleri ve buna bağlı mali kaynakları olması ve bunu kullanmaları oldukça doğaldır. Zira işletme büyüdükçe ekim deseni ne olursa olsun birim başına maliyet bir dekar için yapılan harcama, hayvan ve insan işgücü , makineler ve aletler için harcamalar küçük ekili alanlara oranla oldukça düşüktür. Bu durum “meta üretimi tahıl ekimine ne kadar çok girerse ve dolayısıyla tarımcılar arasındaki rekabet toprak ve ekonomik bağımsızlık mücadelesi ne kadar keskinleşirse bu yasa o kadar güçlü bir biçimde ortaya çıkar.; orta ve yoksul köylülerin köylü burjuvazisi tarafından sürülüp atılmasına yol açan bir yasadır bu. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki tarımdaki teknik ilerleme tarım sistemine ve tarla ekim sistemine bağlı olarak farklı biçimlerde ortaya
çıkar” (R.K.G. Sy.59) Zira büyük topraklara sahip işletmeler daha büyük üretkenlik ve buna bağlı olarak daha istikrarlıdırlar. Orta büyüklükteki işletmeler küçülürken ki bu onların istikrarsızlıklarını gösterir . Bu istikrarsızlık ve küçük üreticinin topraktan yalıtılması yasası; büyük işletmelerin istikrarlı olması yasasıdır. Çok az toprak ekenler ve hiç toprak ekmeyenler kendi köylerindeki büyük topraklarda işçi olmak,
dışardan tarımsal işlerde çalışmak veya şehirlere göç etmek zorunda kalmaktadırlar. Bunlar kır proletaryasına dahildirler. İş güçlerini satarlar. Bunun yanı sıra ellerindeki küçük topraklarını kira veya ortaklığa vererek de gelir elde ederler. İşledikleri alanlara göre dışardan arazi tutan ailelere göz attığımızda bu yoğunlaşma daha net görülmektedir.
Dışardan Toprak Tutanlar Toprak Dilimleri Dekar 1-20 21-50 51-100 101+ Toplam
Hane %
Alan %
68.64 6.06 15.18 10.12 77.529
18.39 7.19 37.21 37.21 316.252 (ha)
Tablo 5 Kaynak:ibid Dışardan toprak tutan ailelere bakıldığında 51-100
ve 101 den büyük alanları işletenlerde toplanmaktadır. 15
Fakat küçük köylünün kendisine yetmesi ve geçimini sürdürmesi asgari düzeyde de olsa sürebilir. Şöyle açıklamaya çalışalım: Marks bu konuda “bir toprak parçasına sahip bir köylü için kendisi küçük bir kapitalist olduğu ölçüde sömürü sınırı sermayenin ortalama karı ile hesaplanmaz; öte yandan bir toprak sahibi olduğu ölçüde rant zorunluluğu ile de saptanmaz. Bir kapitalist olarak onun için mutlak sınır gerçek maliyetlerin çıkarılmasından sonra kendisine ödediği ücretlerden başka bir şey değildir. Ürünün fiyatı bu ücretleri karşıladığı sürece toprağını ekecek ve çoğu kez asgari maddi düzeyde ücretlerle ekecektir.” (K.C.III.Sy.207) Bu köylünün buna rağmen toprak tutması geleneksel olarak topraktan kopamamaktan kaynaklanırken zira küçük
köylü kendisinin temel üretim aracı emek ve sermayesinin vazgeçilmez alanı kendi toprağının sahibi olduğunda “Toprak parçası sahibi köylünün toprağını işlemesi ya da işlemek üzere toprak satın alması (veya kiralaması için –b.a) normal kapitalist üretim tarzında olduğu gibi tarım ürünlerinin piyasa fiyatının ona ortalama karı getirmeye ve hele bu ortalama karın üzerinde rant biçiminde bir sabit getirmeye yetecek biçimde yüksekliğe çıkması gerekli değildir. (N.K.C.III. Sy.707) Zaten onun tuttuğu alanın küçüklüğü de bunu göstermektedir. Zira toprak tutan küçük aileler toplam ailelerin %8’i iken kiraladıkları veya ortağa tuttukları alan toplam bölge alanının %2.37’si gibi küçük bir alandır. İşledikleri alanın tümünü ortakçı yada kiracı olarak tutan ailelerde bu durum daha belirgindir.
Yalnız kiracı veya ortakçı olanlar. 16
Toprak İşletenler Grubu (Dekar) 1-20 21-50 51-100 101-200 201-500 501-+ Toplam
Hane %
Alan %
50 ... 50 .. ... .... 78.45
13.79 ... 86.21 .. ... ... 45.503 (ha)
Tablo 6 Kaynak:ibid İşledikleri alanın tamamını kiracı yada ortakçı tutan ailelerde toplam 7845 aile görülmektedir. Bu ailelerin %50 si 1-20 dekarlık alanda görülürken toplam işledikleri alan 6275 Ha’dır. Toplam alanın %0.026’dır 51-100 dekarlık alan işletenler ise 39228 Ha ile toplam alanın %1.6’sını işlemektedirler. Bölgede salt ortakçılık ve kiracılık yaygın bir işletme biçimi olmazken, dışardan işlenen toprağa ek olarak ortakçı veya kiracı olarak arazi tutmak oldukça yaygın görülmektedir. Zira 100 dekar üzerinde sadece kiracı yada ortakçı olarak
arazi tutmak hiç görülmemektedir. Bunların yanında büyük toprakları işleten aileler kiraya verilen toprakları tutmaktadırlar. “Açıktır ki ailenin enginlik derecesi kiracı olarak toprak tutmada belirleyici unsurdur. Ve toprağın bölüşüm ve kiralama koşullarındaki değişiklikle birlikte bu unsur yalnız değişikliğe uğrar ama belirleyici olmaktan çıkmaz.” (K.K.G.Sy.81) Buradaki düşünce yukarıdaki küçük köylünün toprak tutması düşüncesi ile çelişir gibi görülebilir. Küçük üretici köylü genelde kendi toprağından ürettiği ürünü yine kendisi 17
tüketmektedir. “Ancak bunun üzerindeki fazla meta olarak kent tüccarlarına ulaşacaktır. Tarımsal ürünlerin ortalama tarımsal fiyatı nasıl düzenlenirse düzenlensin farklılık rantı üstün yada daha elverişli topraktan gelen meta fiyatlarındaki bir bölüm kapitalist üretim tarzı altında olduğu gibi kuşkusuz burada da var olmalıdır. Bu farklılık rantı, bu biçimin genel piyasa fiyatının henüz gelişmediği koşullar altında ortaya çıktığı yerlerde bile mevcuttur. Farklılık rantı o zaman daha fazla artı üründe ortaya çıkar. Ancak o zaman dır ki emeği daha elverişli doğal koşullar altında gerçekleştiren köylünün cebine akar.” (K.C.III. Sy.706) Küçük işletmelerin üretimde geleneksel yapılarını koruma çabalarına rağmen sayılarının giderek artması ve buna bağlı olarak işledikleri alanların daralması ile birlikte toprak sahibi olup işçilik yapanların sayısı hem aile olarak hem de ailelerden sürekli dışarı 18
işgücü göndererek giderek artmaktadır. Karadenizde: 1- Topraksız çiftçi sayısı (Hane) :29.825 2- 200’den az yerlerdeki topraksızlar tarım işçisi ve işçi olarak çalışanlar: 47.072 3- topraksızlar toplamı (1+2):76.897 4- Toprak sahipleri:628.162 Topraksız çiftçi oranı:%4.53 - Topraksız haneler oranı::10.91 1-20 dekar alanın içindeki ortalama 8.9 dekar alan işlenildiği göz önüne alındığında toplam işletmeler içindeki oranı %64.8 olduğu düşünüldüğünde, kentsel alanlardaki topraksız ailelerle birlikte alındığında, toplam toprak gereksinimi olan ailelerin %70’e dayandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Orta gruptaki ailelerin uçlara doğru dağılması, bunun yanında
ücretli işçi konumuna düşüp tamamen mülksüzleşen ailelerle birlikte çelişkiler daha derinleşip keskinleşmektedir. Toprak sahibi hanelerle bu karşılaştırıldığında bu çelişki kendisini net bir biçimde ortaya koymaktadır. 1-20 dekar arası işleten aileler %60.51 ile toplam alanın 1/6’sına sahiplerken büyük topraklara sahip aileler
toplam alanın %23’üne yakın bir yüzdesine sahip durumdalar. Küçük toprak sahibi aileler durmadan artmakta, bu aileleri sayı olarak besleyen orta büyüklükteki işletmeler iki üç arasında dağılmakta . Diğer alt grup köylüler ise giderek yoksullaşıp proleterlerin safına katılmaktadır.
Toprak Sahibi Haneleri Toprak dilimleri (Dekar) 1-20 21-50 51-100 101-200 201-500 501-+
Hane %
Alan %
60.51 22.72 10.73 4.16 1.88 ...
15.34 21.40 22.04 18.46 22.75 ...
Tablo 7 19
Kaynak:ibid
( Devam edecek....) MARKSİZM LENİNİZM HER ZAMAN GÜNCEL VE BİLİMSEL ÖĞRETİ ERDOĞAN HÜKÜMETİNİN VE ŞÜREKASININ TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELERİ VE GERÇEKLER Hükümet üye ve sözcüleriyle Başbakan Erdoğan ve şürekası her ekonomi konusu açıldığında ortalık güllük gülistanlık gibi gösterilmekten geri durulmadığı gibi yandaşları ve burjuvazinin emperyalist uluslar arası sözcüleri de bu kervana katılarak insanların gözüne baka baka yalanlarına ve çarpıtmalarına devam ediyorlar. Bu yazımızın konusuyla ilgili daha önceki sayılarımızda öz olarak işlemiştik. Konunun herzaman güncelliğini koruması 20
açısından bu sayımızda da başka biçimde incelemeye çalışacağız. Kapitalizmin amacı bilindiği üzere artı-değer üretmektir. Kapitalistin amacı ise bu artıdeğeri karşılıksız el koymaktır. Bu amaçla yola çıkan kapitalistimiz olabildiğince artıdeğeri sahip olabilmek için bütün yolları denemekte ve büyük çabalar sarfetmektedirler. Bu çabalar kapitalistin tarih sahnesine çıktığı günden beri devam etmekte ve proletaryanın tarihin çöplüğüne atıncaya kadar da bu çabasını sürdürecektir. Şimdi konumuza dönelim: Nedir eleştiriler ve anlatılanlar. Öncelikle bazı rakamlar vererek birtakım olguları beyinlerimizde canlandırmaya çalışalım. “2001 krizinden sonra sanayide üretim arttı. Veerimlilik yükseldi. İhracat dolu dizgin. Ücretler mum gibi eridi.
1. yılda : - İşçilik maliyetleri %27 düştü. - İşçi sayısı %4.2 azaldı. - Üretim %21 arttı. - İhracat % 103,2 arttı “ (Güneş 31.03.2005) rakamları çoğaltmak ve çeşitlendirmek elbette mümkün. Biz rakamlarla kafa karıştırma yerine ekonomideki oluşumlaın kapitalist üretim süreci açısından rakamların nasıl ortaya çıktığı üzerinde duralım. Kapitalistler sermayelerini temelde iki kısımda yatırırlar. Birincisi üretim araçları dediğimiz bina, makine, hammadde, vb türdeki sabit sermayeye. İkşincisi işgücüne, başka bir deyişle değişen sermayeye. Kapitalistimiz ekonominin o andaki gelişme ve ilişkileri ölçüsünde hangi sermayeye nekadar sermaye yatırılacağı oran olarak belirli oranda yatırır. Kapitalist üretim sürecinin belli aşamalarını geçen sermayemiz (ÜretimDolaşım ve yeniden üretim) kendini sürekli olarak büyütmek, çoğaltmak isteyecektir. Kısıtlı sermayesi olan bir kapitalist daha fazla sermayeye sahip olması için
ya borç alacak yada yeni ortaklar alıp daha fazla artıdeğeri el koymaya sahip olabilecektir. Bu mutlak sermaye artışı ile elde edilmiş artı değerdir. Kapitalistimizin artı değeri artırmasının daha birçok yolu vardır. Bunları kısaca belirtirsek: a. İşgününün uzatılması. Bu terim çalışma saatlerinin uzatılması demektir. 2001 krizinden sonra hatırlanırsa birçok fabrikada kapitalistler işçilere işinizden olmak istemiyorsanız ya ücretlerinizi düşürmemize izin verin yada işinizi son vereceğiz tehditleri karşısında yarı ücrete çalışmayı kabul etmişlerdi. Şu günlerde de işgününden daha fazla çalıştırıp fazla mesai ödemeyi yanaşmamaktadırlar. ( Toptan Alışveriş merkezi METRO bunu uyguluyor. Y.Kredi Bankası Çalışanlarına bu yönde talimatlar vermektedir.) b. Çalışma yoğunluğunun artırılması işçinin aynı işgününde daha fazla emek harcamasına neden olmakta. Bu makinelerin hızlarının artırılması, bant hızlarının artırılması, makine devirlerinin artırılması yoluyla gerçekleştirilmektedir. 21
c. İş bölümünü artıran organizasyonlar yoluyla daha fazla vasıfsız işçi kullanarak ilave bir ‘tasarruf’ sağlama yoluna gidiyorlar. d. Sabit sermaye yatırımları olan makine ve techisatları teknolojik olarak geliştirip işgücüne yaptırılan işlerin makine ve robotlara yaptırılması. e. Hammade ve mamül pazarları üzerinde tekel yaratılarak daha ucuz hammadde temin edrken ürünlerini piyasa değerinin üzerinde satma koşullarına sahip olma gibi özelliklere dayanarak el konulan artı değerin yükselmesi sağlanıp daha büyük sermayenin oluşturulması sağlanarak toplam toplumsal srmayenin büyümesi sağlanacaktır. Bu süreç bir yandan küçüklerin yok olması veya büyükler tarafından yutulmasını içeren bir süreçte olup hepsi aynı ayna yaşanmaktadır. Yukarıdaki rakamlar bize bu süreçlerin her birinden ayrı ayrı yaşandığını göstermekte ve burjuvalar tarafından da itiraf edilmktedir. Burada ücretler reel olarak düşerken toplam olarak çalışan işçilerin toplumsal 22
ücretlerinin de azaldığını göstermektedir. İhracatın 2001-2004 döneminde % 103,2 artması iç tüketimden dış pazarlara zorunlu yönelmenin bir sonucudur. Üretilen artıdeğerin paraya çevrilmesi nerede mümkünse oraya topyekün hücum edilmektedir. Bu ister bir Afrika ülkesi olsun ister Rus. Elden ne geliyorsa yapılacak yetmezse devlet desteğini onlara akıtacaktır. Dün ‘krizin yaraları’nı tamir için nasıl ödenmeyen vergileri, borçları sildi veya faiz vs. vazgeçerek elinden gelidiğinin ötesinde katkısını sağlarken, işçilere tehdit ve şantajlardan başka bir şey yapmamışlardır. Türlü mücadelelerle kazanılmış haklar bile tırpanlanıp ekonomik haklar kuşa çevrilmiştir. Seka’dan attıkları işçilerin ücretlerini bile uluslar arası sermayenin yöneticilerine terk etmiş ve 8 ay boyunca Dünya Bankası tarafından ödenecektir. (Güneş 31.03.2005) Sermaye bir taraftan “büyüme”, “ihracatın artması”, “faiz dışı fazla” rakamlarıyla öğünürken artan işsizlik, eğitim, sağlık, tarım vs birçok
alanda sorunları gizlemeye çalışmakta asıl önemlisi hasımlarıyla aralarındaki rüşvet, yolsuzluk yağmasını gizleme çabalarıyla kendisine hasım gördüğü her kesime tehditler yağdırmaktadırlar. Burjuvazinin diğer kesimleriyle birlikte birçok kışkırtma ve baskılar oluşturarak sorunları başka yönlere taşımaya çalışmaktadırlar. “Bayrak krizleri,” “linç girişimleri” , “askeri öğrenci krizleri” tamamen ulusal ve uluslar arası kışkırtma ve hedef saptırma eylemleridirler. Yaklaşan uluslar arası İşçi Sınıfının Birlik Dayanışma Ve Mücadele Günü 1 Mayısı kimsenin gücünün yetmeyeceği, katılımı azaltmak ve korku salmak yönündedir. Uluslar arası yeniden paylaşım örgütlenmesinde kapitalist emperyalizme asıl bekleyen sorun artı-değer sorunları temelinde azalan kar oranlarıdır. Sermaye bu konuyu düşünmek bile istememektedir. Çünkü bu sorunun kapitalist üretim şartları içinde çözümü kapitalist üretimin parçalanarak yerine kurulacak sosyalist üetim ilişkileridir. Sermayenin organik bileşimi
sürekli olarak değişen sermaye aleyhine değişmekte ve sonuç olarak “İşsiz büyüme var, ekonominin insanla ilişkisi kopuyor” yönündedir. “Niye büyüme istenir? Eskiden bize ‘pastayı büyütelim pasta büyüyünce herkese daha fazla dilim düşecek’ diyorlardı. Ama öyle bir noktaya geldikki büyüsek de bir çoğuna düşen dilim büyümüyor. Büyüyoruz , dış borcumuzda yoksullukda artıyor. Rakamlar 20 milyon 721 kişinin aylık 167 YTL gelirle yaşadığını gösteriyor. Resmi işsizlik % 10 , gerçekte daha fazla olduğu daha açık. Aktif nüfus içinde işgücüne katılma oranı sürekli düşüyor. ... İmalat sanayiinde istihdam 2002’de % 0.6 , 2003’te % 1.8 2004’te % 2 artmış. Bunca büyüme , bunca ihracat artışı sadece % 2’lik bir istihdam artışı sağlayabilmiş. Büyüme rakamları karşısında şu da söyleniyor; bu olumlu gidiş henüz istihdama yansımadı, ancak yarın daha iyi olacak. Ama ben bunun , hem bir avuntu olduğunu, hemde olumsuz çalışma koşullarını daha da aşağıya çekmek için bahane olarak kullanıldığını düşünüyorum. Özetle 23
söylenen şey şu: daha az vergi verelim, daha az sigorta primi ödiyelim, daha düşük ücrete razı olalm., böylece istihdam sağlamamız mümkün. İşveren örgütlerinin en önemli şikayeti vergi ve sosyal güvenlik sistemi. Ben de soruyorum bu koşullarda nereye kadar düşüş sağlanırsa istihdam artacak? Bunun alt düzeyi ne? Küreselleşen kapitalizm içinde alt sınır diye bir şey yok. Siz 1 dolara saat başı çalışmaya razı olduğunuzda 50 sente çalışmaya razı olan bir ülke çıkabiliyor. Örneğin Çin”4 (Prf.Dr. Meryem KORAY Milliyet 17.04.2005) Görüldüğü gibi Profesörümüz bile bir takım kaygılar çekmekte ve kapitalizmin geleceğinden endişeli. Ne diyelim . çözümsüz proplem mümkün değil. Profesörümüzün sosyalizmden haberi yok anlaşılan. Öyle ya “Körler Sağırlar birbirlerini ağırlar.”
M.Dündar. 4
24
Nisan 2005 23 NİSAN HANGİ ÇOCUKLARIN BAYRAMI? Her yıl olduğu gibi bu yılda gösterişli törenler, yağlı, besili, ensesi kalın hükümet sözcüleri, bakanlar, başbakanlar,cumhurbaşkanını n sevecen dost gülümsemeleri, çeşitli hediyeleri ile ışıl ışıl parlayan yüzleri, şen şakrak gülüşleri ile çocuklara hediye edildiği söylenen bayramda bu şen gülüşlü yüzlerinde; karamsarlıktan, bakışlarında sıkıntının hiçbir izi görünmeyen, tertemiz giyimli çocukların bayramı kutlandı. Ülkemize hiç gelmemiş, Türkiye’nin yoksul mahallelerini hiç görmemiş yabancıları hasetten çatlatacak mutlu sahneler göründü. Ekranlarda sırayla, elbette tüm bunlara bakan bir yabancı yada yoksulluğa çok uzak olan saygıdeğer beyler ve hanımlar, tüm bu görüntüler karşısında “ah ne güzel bir ülke büyüklerle beraber tüm çocuklar da mutlu yaşıyor.” Diye hayranlık duymuşlardır. Oysa gerçeğin hiç de böyle
mutluluk tablolarından ibaret olmadığını, tam tersine milyonlarca çocuğun çocuk olduğuna pişman olduğu bir ülke olduğunu Türkiye’nin zenginliği yaratan, kendileri ise sefalet içinde yüzen halkı çok iyi biliyor. Tüm bunların; gecekonduların, yoksul mahallelerin sefaletini gizleyen büyük kentlerin, geniş tertemiz ışıklı caddelerinin, yalancı parlaklığı gibi ikiyüzlüce olduğunu, bizler biliyoruz. Kapitalist para babaları ve onların tüm yöneticileri, yarattıkları sefaleti ve halka çektirdikleri bin bir acıyı öylesine güzel, öylesine utanmazca gizliyorlar ki, o sefaletin içinde yaşayanlar bile buna çoğunlukla inanmayı başarıyorlar. Milyonlarca çocuğun daha henüz temel eğitimini bile almadan, vücutları şekillenmeden, kapitalist soygunun vahşetinde, nasıl acı çektiklerini, gözlerden kaçırmaya, unutturmaya, gösterişli şatafatlı törenlerle, kendi çocukları için yaptıkları bayramlarda milyonlarca acı çeken çocuğu yok sayıyor, onları insan hesabına bile katmıyorlar. Fakat yaşadığımız yoksul mahalleler, bizim
gerçeğimizi bize bir kez daha gösteriyor. Dostumuzu ve düşmanımızı bir kez daha tanımamamızı sağlıyor. 23 Nisan da bunlardan biri. 23 Nisan’ın çocuk bayramı olduğu söyleniyor. Hangi çocukların bayramı? Kapitalist köleliğin sefalete ittiği işçi sınıfının çocuklarının bayramı mı? Yoksa emekçi sınıflar sömürerek, zenginlik içinde yaşayan, burjuvalar sınıfının şımarık, bir dediği iki edilmeyen, en iyi okullarda okutulan, acı ve dayağı tatmamış mutlu azınlığın çocuklarının mı bayramı? Kapitalizm emekçi sınıfların alın terlerinin, emeklerinin sömürülmesi temeline dayanır. Kapitalistler milyonlarca emekçiyi mülksüzleştirerek, kendilerine emek güçlerini satmak zorunda bırakır. İşçinin emek gücünü satın alan kapitalist bunun karşılığında işçiye ücret öder. Böylece işçiyi belirli bir saat karşılığında kendisi için üretim yapmak zorunda bırakır. İşçi emek gücünü kapitaliste satar ve karlılığında kendisini en asgari koşullarda yaşatacak temel ihtiyaçlarını satın alır. İşçi iş gücünü satar satmaz artık o iş gücü 25
kapitaliste aittir ve kapitaliste zenginlik yaratır. Satın aldığı bu iş gücü kapitalisti sürekli zenginleştirir. Emekçi ise artık sadece kapitaliste zenginlik yaratan bir makine haline gelir. Tıpkı makinenin bakıma, yağlanmaya, dinlenmeye ihtiyacı olduğu gibi işçinin de bir takım ihtiyaçları vardır. Kapitalist işçiye bunun için ücret öder. İşçi insan olarak kapitalizmde kapitalist para babalarına zenginlik üreten bir makine durumuna dönüşür. Emekçinin kapitalist sınıf adına çalışması sonucu Bütün kapitalistler durmaksızın zenginleşir. Para ve malca akıl almaz bir zenginliğin sahipleri durumuna gelirler. Emekçi sınıfın yarattığı zenginliği kendi aralarında paylarına düşen oranlarda paylaşan tek tek kapitalistler ve kapitalist ülkeler bu zenginliği daha çok artırmak için emekçinin çalışma aletlerini makinelerini durmadan geliştirirler. Ellerinde ki servetin bir kısmını buna harcarlar. Makinenin gelişmesi üretimin gitgide daha da basitleşmesi emekçi sınıflar arasında ki farklılığı ortadan kaldırır. Kapitalist daha yüksek ücret ödediği usta emekçinin yerine, 26
basitleşen makineleri kullanabilecek vasıfsız emeği geçirir. Daha düşük ücretle usta emekçinin yerini fabrikalarda kadın ve çocuk emekçilerle doldurur. Kapitalist zenginliğin sermayenin gücüne kafa tutamayan küçük sermaye sahipleri gitgide mülksüzleştirilir. Küçük üreticiler karınlarını doyuramaz duruma gelir. Yaşamak için ellerinde tuttukları küçük makinelerini, geçim araçlarını satmak zorunda kalır. İşçileşirler. Bu durum işçi ücretlerini daha da düşürür. İşçi aileleri karınlarını doyurmak için; kadın, erkek, çocuk tümü birden çalışmak zorunda bırakılır. Kapitalistlere yer yüzü cennetini sunan kapitalist üretim tarzı, emekçiyi ise tüm ailece sefalete iter. Tümünü birden köleleştirir. Emekçinin eşi ve çocukları da ücretli, köleler haline gelir. Dünya da çocuk bayramı kutlayan tek ülke olmakla övünen Türkiye kapitalistlerinin yöneticileri, milyonlarca emekçi çocuğunu en vahşi koşullarda sömürdüklerine, bu körpecik çocukların emeklerinden kendilerine ve çocuklarına nasıl bir zenginlik tarattıklarına
ise hiç değinmiyorlar bile. DİE’nin 1994 yılı araştırmasına göre Türkiye deki 6 ile 14 yaş arasındaki 11.889.000 çocuğun 3.847.000’si çalışmak zorunda kalıyor. Dünyanın diğer ülkelerinin kapitalistleri de Türkiye’deki para babalarından geri kalmıyor. Bugün “dünya genelinde çalışan çocuk işçi sayısı 200.000.000’a yaklaşıyor. Çocuk işçi sayısı artarken gelişmekte olan ülkelerde işsizlik %30’a kadar çıkıyor. Dünya genelinde 6-15 yaş arasındaki çocukların %2030’u zor şartlarda çalışıyor. Bütün dünya da çalışan kesimin %8’ini çocuklar oluşturuyor.” (31 Mayıs1995 Milliyet) Çocuk işçilerin ücretlerinin düşük olmasının yanı sıra büyüklerden daha uzun süre çalıştırılmaları, dövülmeleri karşısında bile zayıf fizikleri nedeniyle çaresizce boyun eğmeleri kapitalistlerin iştahını daha da kabartıyor. Öyle ki en zor işlerde bile kapitalistler çocuk işçileri çalıştırmaktan utanç duymuyorlar. Türk İş Çocuk Bürosunun 5.10.1994 tarihli anketine göre çalışan çocuk işçilerin büyük bir bölümü
%38’i 10 saatin üzerinde çalıştırılıyor. Çocuk işçilerin çalıştıkları alana göre dağılımı ise, %65.5 ile başta tarım, %18 ile imalat sanayi başta olmak üzere madenler, inşaat ve hizmet alanları geliyor. Her türlü sosyal güvenceden mahrum, çoğunlukla usta ve şeflerin baskı, küfür ve dayaklarına maruz kalan çocuk emekçiler tüm bunların karşılığında aldıkları ücret ile bir çukulata bile alamıyorlar. Kendilerini soyan para babalarının çocuklarının yanaklarından kan fışkırırken, emekçi çocuklar kapatıldıkları ışıksız tozlu atölyeler de yada tarım alanlarında kızgın güneşin altında sararıp kızaran benizlerinde daha yaşamın başlangıcında sayısız ağrılarla tanışıyorlar. Çırakların sağlık sorunlarıyla ilgili yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre (5 Mayıs 1995) %44’ü bel ağrısından, %38’i göz, %36’sı sık sık baş ağrısından, %35’i baş dönmesinden, %31’i mide ağrısından, %31’ sırt ağrılarından yakınıyor. Emekçi sınıfın yoksulluk ve sefaleti,emekçi çocuklarını alınıp satılır kölelere dönüştürüyor. İşte yüz binlerce 27
çocuktan, resmi raporlara bile geçmeyen bir kaçı. Abdullah Erkuş: 14 yaşında tarlada çalışsın çobanlık yapsın diye babaları tarafından zengin çiftçi ailelerine kiralanan çocuklardan biri. Abdullah Sinop’un yoksul dağ köylerinden Ağçaalan’dan babasının 15 keçisi ve verimsiz tarlalarıyla geçimleri sorun olunca ağabeyi Ali Abdullah’ın elinden tutup Bafra’daki çocuk pazarına getirmiş. Burada şu anda evinde hizmetkar olarak çalıştığı Emine Yeşilyurt’a 6 yıllığına toplam 18 milyona satılmış, ağabeyi 9 milyonunu peşin almış kalanını ise kiralama süresi tamamlanınca alacak. Abdullah Bafra’nın Sürmeli köyünde kendisine “anneni özledin mi?” diye soran Milliyet gazetesi muhabirine şu cevabı veriyor. “özlemişsin ne olacak!” Hayri Tekin: Evren Uşağı köyünden Ali Üneye kiralanmış bu kiralamadan babası 8 milyon almış, koyun otlatıyor.
28
Yaşları 8-14 arasındaki mevsimlik işçi çocuklar her gün sabah 5.30’dan akşam saat 17’ye kadar güneydoğudan aileleriyle birlikte gelen çocuklar Çukurova’nın kavurucu güneşi altında 60 dereceye varan sıcakta köle gibi çalıştırılıyorlar. Büyük kentlerde yapılan istatistiklere bile girmeyen simit satan, su satan, ayakkabı boyayan çocuklar bütün gün evlerine katkıda bulunmak için çalışıyorlar. Petrol işin araştırmasına göre 1990-1991 öğretim yılında 5.000.000’u aşkın çocuk ortaokul sonrası okul dışı kalmıştır. Yedi milyonla başlayan ilköğretimden liseye gelindiğinde öğrenci sayısı yaklaşık bir buçuk milyona kadar düşüyor, altı milyonu aşkın çocuk okul dışı kalıyor. 12-18 yaş arası okul dışı kalan çocukların sayısı yedi milyonu aşıyor. 11-12 yaşlarından itibaren milyonlarca çocuk çırak olarak çalışmaya başlıyor. Beş milyonu aşkın çırak olduğu halde bunun ancak 170.232’si meslek okullarına
gidiyor. 1990 yılı boyunca hükümet üyelerinin ve meclis üyelerinin yıl boyunca süren oturumlarında çırakların, çocuk işçilerin adları dahi anılmamıştır. Petrol İş Sendikası’nın bir başka araştırmasına göre 1989 yılında 3.767 çocuk çeşitli suçlardan mahkemelerde yargılanırken 1990 yılında bu sayının ikiye katlandığı tahmin ediliyor. (Petrol İş 1990 Yıllığı) Çocukların elleri kelepçeleniyor, saçları kesiliyor, polis ve jandarma arasında gezdiriliyor. Çocuk ıslah ve ceza evlerinde hükümlülerin sayısı 4.644 olmasına karşılık yedi yıllık sürede dışarı çıkabilenlerin sayısı %50’dir. (Petrol İş 1990) Buda çocuklara verilen cezaların ne denli korkunç olduğunu gösteriyor. Emekçi sınıfların çocuklarının kötü ve yetersiz beslenmeden dolayı yaşıtlarına göte boy ve ağırlık açısından toplumsal ortalamanın altında olduğu resmi araştırmalarda bile ortaya çıkıyor. 1994’de yapılan araştırma sonuçlarına göre (AKT Petrol İş 93-94) yaşına
göre boy geriliği olan çocuklar, doğu bölgelerinde %33’e varan (üç çocuktan biri) rakam batı bölgelerinde %10’a ulaşmaktadır. Yaşına göre ağırlığı az olan çocuklar yine en çok yoksul sınıflar arasından çıkmaktadır. Temel besinlerin –et,süt, yumurtatüketiminde gelir durumlarına göre büyük farklılıklar görülmekte 1984 yılı için yapılan araştırmada (Gıda tüketimi ve beslenme araştırması 1987) emekçi sınıfların et tüketimi 1.4 gram iken (günlük) en yüksek gelir grubunun yani kapitalistlerin 31.5 gramdır. Arada tam 25 kat fark vardır. Yine günlük alınan kalori miktarı yoksul sınıflar da 1.890 kalori iken zenginler sınıfının aldığı günlük kalori 2.240 yani iki katıdır. Sömürüye dayalı zenginliğin kutsallığı mala ve paraya tapılan kapitalist toplumda zayıf ve cılız vücutlarıyla kapitalist zengin sofralarında tüm ailesi yeniliyor. Kapitalistin süslü tabağında zayıf, cılız, korkak, sararmış, çekingen, yüzü kir pas içinde elleriyle, vücutlarıyla emekçi çocuklarının yarattığı zenginlik 29
yeniliyor. Kapitalistlerin çocukları bu tabaklar da kendi yaşıtlarının emeğini yiyerek, içerek, boylu postlu bir vücut, tertemiz, kıpkırmızı, şen şakrak mutlu yüzlere, şımarık, ukala, kendini beğenmiş, kibirli bir karaktere sahip olarak büyüyorlar. Emekçi sınıfın tümünün çektiği acıları anlatmak ne istatistiklere ne de kitaplara sığar. Kapitalist sınıfın yer yüzünde kendisi ve tüm ailesinin yaşadığı cennetin, emekçi sınıfı nasıl bir kör karanlığa ittiğini, emekçiler kendileri yaşıyor görüyor. Hiçbir burjuva palavrası ve ikiyüzlülüğü bunları saklamaya örtmeye yetmiyor. Tantanalı gösteriler, şatafatlı törenler kendileri ve çocukları için düzenledikleri bayramlar, işçi sınıfının, yoksul halkın acılarını, çektiklerini daha korkunç bir gerçekle açığa vuruyor. Asya’nın, Avrupa’nın, Amerika’nın emekçilerinin çocukları kapitalist soygunun, kapitalist talanın çarklarında yok oluyor. Günlük burjuva basını Asya ve Afrika’nın yoksul ülkelerinde yüz binlerce çocuğun 13-14 yaşında fuhşa 30
sürüklendiğini, zengin Avrupalı para babalarının, dini bütün Arap şeyhlerinin hayvani cinselliğine Brezilyalı, Filipinli çocukların peşkeş çekildiğini gösteriyor. Bizim ülkemizde de on binlerce erkek ve kız çocuk yoksulluğun darmadağın ettiği aile düzeninden kopuyor, sokaklarda fuhşa sürükleniyor. Bunların gerçek sayısının ne olduğu bile bilinmiyor. On binlerce çocuk büyük kentlerin sokaklarında dilenciliğe sürükleniyor, pislik içinde yıkık harabeler de yaşıyor. Daha çocuk yaşlarında serserilik ve suça sürükleniyor. Dünyanın en gelişmiş örnek gösterilen kapitalist ülkelerinden İsveç’te daha geçtiğimiz aylarda TV haberlerinde kaçırılan ve fuhşa sürüklenen çocukların ölüleri bulunuyordu. Tüm bu olgular kapitalizmin egemen olduğu ülkeler de para hırsı ve bunun doğurduğu vahşetten başka bir şey tanımadığını gösteriyor. İşçi yoldaşlar; biz komünistler emekçi çocuklarının bu sömürü ve zorbalıktan, kapitalist sömürü ortadan kalkmadan kurtulamayacağımızı biliyoruz. Yeryüzünden sömürü ve ayrıcalık kalkmadığı sürece
vahşetin ve zorbalığın kalkmayacağını da biliyoruz. İşçi sınıfı tüm emekçiler bugün bir vahşet düzeni karşısında, kendi hakları için mücadele etmediği sürece zenginler sınıfının örgütlü güçleri, mafyaları, soygun çeteleri karşısında akıl almaz aşağılanmaya, ahlaki yozlaşmaya, sefalete uğrayacağı her şeyini kaybedeceği açıktır. Emekçi sınıflar kendi hakları için birleşmediği sürece hiçbir burjuva devletinin, hükümetlerinin onların yaşamlarını düzeltmek için çaba göstermeyeceği apaçık ortada görünüyor. Ham hayallerle kendimizi avutmayalım. Kendimiz, çocuklarımız ve ailelerimiz için özgür, onurlu ve sömürüsüz bir dünya kurmak için kendi gerçeklerimize sarılalım. Kapitalist zorbalığın sömürünün doğurduğu yoksulluktan kurtulmak için mücadele birlikleri kuralım. YAŞASIN İŞÇİ SINIFININ MÜCADELE BİRLİKLERİ !
Josef Vissarionoviç Cugaşvili STALİN 1879-1953 Stalin 1879’ da Gürcistan’nın Gori Kasabasında yoksul bir kunduracının oğlu olarak dünyaya geldi. Çok genç yaşlarda orta öğrenimi sırasında Bolşevik Parti saflarına katıldı. 6 Mart 1953 yılında yaşama veda etti. O, öğretmeni Lenin’nin öğretisi Leninizmin sadık bir savunucusu idi. Yaşamı ve mücadelesi sosyalizmin zaferine adanmış bir ömürdür. Bundan dolayı sömürücü 31
sınıfların en çok nefretini kazanmış üzerine burjuva entrikalarının, iki yüzlülüğünün, akla hayale gelmeyecek her türlü iftira kampanyalarının düzenlendiği komünist oldu. Stalin yaşarken değil aynı zamanda ölümünden sonra da hangi ulustan hangi halktan olursa olsun tüm sömürücü sınıfların emperyalist burjuvazinin korkusunu ve nefretini çekme şerefine ermiş bir marksisttir. İnsanlık tarihinde yeni bir sayfa açan 1917 Ekim Devrimi, kapitalist gelişme olarak geri, yarı feodal Rusya da sayı olarak az ama bilinçli, örgütlü, bağımsız bir sınıf davranışına sahip Rus proletaryasının öncülüğünde yoksul Rus köylüsüyle bilimsel sosyalizmin ilk uygulanması ve geliştirilmesiydi. Ekonomik ve siyasal yaşamı, toplumların gelişim çizgisini dogmatik, şemalara, kalıplara, sığdırmaya, cansız, durgun olgular olarak bakan dar kafalı burjuvaların hiçbir zaman anlayamayacakları Rusya gerçeğinde Marksizmin uygulanmasıydı. 1917 Ekim Devrimi Rusya’ nın içinde bulunduğu o günkü tarihsel koşullar ne Rus işçi sınıfının 32
ne de Rus komünistlerinin arzu ve istekleriydi. Tarihin önlerine koyduğu görevi sonuna kadar götürdüler. Dünya işçi sınıfına ve insanlığa eşi bulunmaz bir zenginlik yaratarak zafer ve yenilgilerle olağanüstü bir miras bıraktılar. 1917 Ekim Devrimini izleyen Sovyet deneyimi, işçi sınıfının Rusya da sosyalizmi kurma eylemi tarihte ilk kez ezilen yığınların bilinçli eylemiyle, sömürücü sınıfların üzerinde, iktisadi, siyasal, kültürel yaşamın tüm alanlarında, işçi sınıfının ezilen milyonlarının egemenlik kurduğu ve bu egemenliğin işçi sınıfı ve yoksul köylüler için demokrasi özgürlük, kapitalist sınıf için, tüm burjuvalar için bir diktatörlük olarak gösterdiği dönemdi. Sömürücüleri çılgına çeviren işte bu gerçekti. Sovyet gerçeği. Sovyetler Birliğinde Proletarya Diktatörlüğünü kuran işçi sınıfı ve onun temsilcisi Rus Komünist Partisi ( Bolşevik) ve onun önderi Stalin dir. Rus kapitalistleri ve zengin toprak sahipleri, ellerindeki zora dayalı baskı ve şiddet unsuru egemenlik araçları devletlerini kaybettiklerinde, işçi sınıfı ve yoksulların
devrimci şiddetiyle karşılaştıklarında korkudan dehşete kapılıyorlar. Sömürücü sınıfların gözünde Stalin, milyonlarca emekçinin kapitalist ücretli kölelik koşullarında sömürülmesiyle yaratılan zenginliğin kaybedilmesi ve bir daha elde edilememesidir. Kaybedilen sadece tek tek kapitalistlerin zenginliği değil, bir bütün olarak kapitalist sömürme yasaları, burjuva ekonomisi, burjuvazinin ayrıcalıkları, burjuva yaşam biçimi, burjuva devletidir. Proletarya diktatörlüğü, kapitalist sömürücüler için ölümdür. Tarihi yapan tek tek bireyler olmadığı ancak bireylerin tarihin akışında olumlu ya da olumsuz rol oynayarak bu gidişi hızlandırmakta ya da geciktirmede o da ancak bir bireyin bireysel gücü toplumsal konumu temsil ettiği sınıfsal ilişkiler içinde geçerlidir. Toplumsal ilerleme şu ya da bu bireyin, kralın, imparatorun ya da liderin arzusuna dayanmadığına göre nasıl oluyor da insanlığın önüne olağanüstü muazzam bir zenginlik sunan Sovyet deneyimini Stalin in yada bir başka bireyin davranışlarıyla açıklayabiliriz. Kapitalist sınıf toplumsal gelişmeyi olumlu ya da olumsuz ilerle-
meyi, sınıflar ve üretim ilişkileriyle açıklamak yerine iyi yada kötü bireylerin davranışlarıyla açıklamayı tercih eder. Burjuvazi sınıfı için iyi olan kapitalist sınıfın çıkarlarından başka bir şey değildir. Sermayenin temsilcilerinin tarihe bakışı içinde Sovyet gerçeği ve Stalin den nefret etmesinden daha doğal ne olabilir? Komünistlere gelince sorun çok açıktır. Bireyi tarihsel gelişmenin içinde ele alır. Bu tarihsel gelişme içinde oynadığı rol nedir? Kimden yana, hangi sınıfın çıkarlarının yanında yer almıştır? Gücünü ve zayıflığını oluşturan nedir? Stalin tarihte nasıl bir rol oynamıştır? Kimden yana ve nasıl? 1917 Ekim Devrimi tarihsel bir zorunluluğun sonucu olarak, onu yaratan iktisadi siyasal koşulların bir bütünü olarak ortaya çıkmışsa bunun içinde Ekim Devrimine önderlik eden Lenin in rolü bu toplumsal gelişmenin kendisiyle ortaya çıkıyorsa toplumsal tarihin gelişmesi iktisadi ve siyasal yaşamın bütünü Rus işçi sınıfının siyasal iktidarını kaybetmesini de doğurdu. Her şeyden önce dünya proletaryası33
nı geçici olarak yenilgiye, geri çekilmeye, karamsarlığa umutsuzluğa gömen bu yenilgi, insanlık tarihinin ilerlemesi içinde büyük toplumsal altüst oluşların, değişimlerin yaşandığı yüzyıllarda olagelmişti. Tarihte ölen krallıklar, feodaller, devrimci burjuvazi karşısında kaybettikleri iktidarlarını yeniden elde etmişlerdi. Ne var ki bu yeniden canlanmaları sadece ve sadece tarihin ileri doğru akışını biraz geciktirmeden öte hiçbir işe yaramadı. Kaldı ki tarihin akışı ilerlemesi de biz istesek de istemesek de hep böyle olur. Proletarya diktatörlüğünü tasfiye edip, burjuva sınıf iktidarlarını gizleyen (halkın devleti) palavrasına sığına Kuruşev dönekleri Sovyetler Birliğinin tasfiyesinin ilk adımını Stalin’ e saldırarak, emperyalist burjuvaziyi memnun ederek ona barış elini uzatarak başlatmışlardı. Oysaki sağlığında Stalin için ( bizim on beşimizi bir araya getirince ancak bir Stalin ortaya çıkar) diyen Nikita Kuruşçev yüzüne taktığı sosyalist maskeyle emperyalist burjuvazinin iki yüzlü saldırılarına karalamalarına katıldığında tasfiye edilenin Stalin olmadığı 1917 Ekim Devrimi 34
olduğu, yenide köleleştirilen işçi sınıfı olduğu, karşı devrim olduğu bugün net ve açıkça anlaşılıyor. MART-2005 MAHİR “ANTİ-EMPERYALİZM” VE ÇANAKKALE SAVAŞI TARTIŞMALARI ÜZERİNE 18 mart 2005’deki Çanakkale Savaşının yıl dönümü her zamankinden farklı bir şekilde gerçekleşti. Bunun öncesinde, emperyalist burjuvazinin BBC’den yayınlanan Türkiye’deki %82’lik ABD karşıtlığı vardı. Amerikan tekelci burjuvazisi resmi ağızlardan bu konudaki rahatsızlığını Türk burjuvazisine bildirdi. Onlara göre Irak’taki başarısızlıklarının başlıca nedenide bu “ABD karşıtlığı” sonucu “1 mart teskeresi” ile Türkiye’den kuzey cephesini açamamalarıydı. Bütün bunlar gösteriyorki emperyalist burjuvazi payandası durumundaki burjuvazinin her
renkten (islamcı, ırkçı, “ulusalcı”) kesimininde kendi hizmetinde olmasını istemekte. Ahmak Türk ve Kürt burjuvalarının “stratejik ortak” hedeflerinin tersine o “konjoktürel ortaklık”lar için hareket etmekte. Nitekim, “islamcı”ların son kullanma tarihinin geçmekte olduğu görüldüğü için ırkçı, ulusalcı kesimin kullanımını öne çıkarmaya çalışmakta. Burjuvazinin bu kesimi ise “kızıl elma” bayrağını dalgalandırmakta, Çanakkale marşını yüksek perdeden söylemekte. “Kızıl elma koalisyonu” içinde kendine tutarlı “anti-emperyalizm” payesi veren kesim ile “Kemalizm” bayrağını elinde sallamakta. “Anti-emperyalist” kurtuluş hareketinin ve “kemalizm”in başlangıç noktası olarak “Çanakkale zaferi”ne dört elle sarılmakta. İçlerinden bir grup varki Çanakkale zaferine ve “milli”ciliklerine toz kondurmuyorlar. Bu yılki Çanakkale savaşı yıldönümünde bir başka “yenilik “ ise Yönetmen Tolga Örnek’in Gelibolu Filminin gösterime girmesi idi. Yönetmenine göre film “savaş karşıtı bir film”di. “Savaşın
kötülüğünü anlatıyor”du. Bizim o “millici” sosyalistlerimiz için böyle bir şey kabul edilemezdi. Bütün bunlar emperyalizmin hazırladığı senaryoların ürünüydü. Türkiye tarihine sahip çıkmalıydı: “Çok önemli bir gerçeği çok iyi anlamışlardır. Türkiye’nin tarihini dışardan yıkamazlar, ancak içerden yıkabilirler.” (Doğu Perinçek Aydınlık 20 mart 2005 S.922) “Çanakkale savaşı ‘kötü’ bir savaşmıydı? Çanakkale savaşına karşımıyız? İşte bütün mesele budur. Çanakkale savaşı, bizim 1914 yılında başlayıp 1922 yılında süvarilerimizin İzmir’e girişiyle sonuçlanan sekiz yıllık Kurtuluş Savaşımızın dünya tarihine yön veren altın sayfasıdır. Çanakkale savaşı, Türk Milleti ve mazlum dünyası açısından ‘kötü’ bir savaş değildi, iyi bir savaştı, haklı bir savaştı, vatan savunmasıydı. İngiliz ve fransız emperyalizmi ise emperyalist amaçlarla haksız savaş veriyorlardı. Aynı bu gün ABD emperyalizminin Irak’ı işgal etmesi gibi. 35
1914 yılında savaş İttihat-Terakki yönetiminin tercihi değildi. İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusyası, ülkemizi paylaşmak için savaşı başlattılar ve ve bizi vatanımızı savunmakta ve Almanlarla ittifaktan başka bir seçenek bırakmadılar.” (Doğu Perinçek Aydınlık 20 mart 2005 S.922) Partisinin adındaki işçi ibaresinin dışında işçi ve onun kurtuluş mücadelesi ile bir bağı olmayan “İşçi Partisi” lideri Doğu Perinçek “millici” çizgisini yıllardır savunageldi. Yaptığı işçiyi ve işçi sınıfı hareketini bu “millici” duygu seli , şövenizmi içinde boğmaktır. Bunu da “ulusal kurtuluşa” ve haklı savaşlara sahip çıkma örtüsü altında yapar. Onun için işçi sınıfının bağımsız hareketi hiçbir zaman sözkonusu olmadı. Savunur göründüğü işçi çıkarlarını burjuvazinin çıkarlarına feda etti. Bunu tarih konusu yaklaşımında da göstermekte. İşçi sınıfının kurtuluşu ile ulusal kurtuluş arasındaki diyalektik bağı kopardı. Burjuvazinin tarihine dört elle sahip çıktı. Ne Çanakkale savaşı konusunda ne de ulusal sorunda ırkçı, kafatasçı, milliyetçi 36
burjuvazinin bir parçası olarak rolünü oynamakta. Burjuvazinin egemen düşüncelerinin dışındakilere tahammülü yok: “Tolga Örnek filmi bu açıdan elbette Mahmut Esat Bozkurt ve Talat Paşa fetvalarıyla ve ‘ermeni soykırımı’ uydurmalarıyla aynı torbaya konamaz. Osman Şirin, Orhan Pamuk, Halil Berktay ve Taner Akçam gibileri Türkiye tarihiyle cepheden savaşmaktadırlar. İhanet bütün çıplaklığıyla ortadadır. Toplumumuz ihanete karşı daha uyanıktır.” (Aynı yerden) Bu ihanet çığlıkları altında, Aydınlık sayfalarını Vural Savaş gibi eski DGM savcılarına açarak “milli dava”larını yürütmekteler. Onlar için emperyalizm tetikçiliğini yapan Ermeniler tarafından şehit edilen Talat Paşa bir vatan evladıdır. Bunun için Atatürk’te bu tip ittihatçı liderlere ve ailelerine sahip çıkmıştır. Avrupa Birliği yolunda geleceğini hazırlamaya çalışan Türk burjuvazisi bu yolda önünde engelleri temizlemek için ermeni meselesini her iki kesimden tarihçilerin toplanıp arşivler üzerinde çalışmalarını
kabul eder görünmekte. Ama bunun altında yatan, bağımlı olduğu efendisi dünya tekelci burjuvazisinin çıkarlarını hizmet etme çabasıdır. Doğu Perinçek istediği kadar feryat etsin dünya kapitalizminin bir parçası olan Türkiye kapitalizminin burjuvazisi kendi tarihi dahil, herşeyi efendisinin hizmetine uyumlu hale getirecektir. Çanakkale savaşını “küresel kapitalizm” dönemine uygun yeniden üretimi olan Geliblu filmi, Orhan Pamuk’un ermeni meselesindeki çıkışı ve bu konuda uluslar arası bilim çevrelerini bir araya getirme çabaları, emperyalistkapitalizmin burjuva demokratik ulusal hareketlerle ilişkisini ortaya koymakta. Daha doğrusu içinde yaşadığımız dönemde dile gelişidir. Aydınlık yazarları bütün güçleri ile Gelibolu filmine saldırıyorlar. “Savaşın iki tarafı vardı. O iki tarafın ‘diğerleri niçin oradaydı? Biri Çanakkaleyi geçip İstanbulu işgal etmek ve Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak, diğeri ise vatan savunması için . Gelibolu’da ‘haklı savaş’, ‘haksız savaş’ kavramları yoktur, örnek’e
göre ‘savaşlar temelde kötüdür.’ Her iki tarafın hedefleri açısından belki de tarihin en ‘toplumsal’ hatta ‘evrensel’ deneylerden biri olan Çanakkale, örneğin ‘bireylerine’ feda edilmiştir. Böyle bir belgeselde ‘bireysel sahneler’ toplumsal ve evrensel gerçeğe oturmuyorsa hatta onunla gelişiyorsa bir örtü görevi görmekten başka bir işe yaramaz. ‘Gelibolu’nun ‘örneği’ sadece oradaki haklı savaşı ve vatanseverliği örtmeye yaramaktadır. Emperyalizm yalnızca Türk insanına karşı değil, tüm insanlığa karşı en vahşi saldırılardan biri, ‘insan’la maskelenmeye çalışılmıştır.” (Ferit İlsever Aydınlık 20.03.2005 S.922) Çanakkale “”zaferi”ni kendi tarihi içinde gören ve kendini “tutarlı antiemperyalist” payesi ile ödüllendiren evrensel sayfalarında da benzer düşünceler yer aldı Çanakkale marşı her iki yayında da aynı günlerde yayınlandı. “Geçtiğimiz hafta Çanakkale zaferinin 90. yıl dönümüydü. Doksan yıl önce vatan topraklarını kirli ve pis çizmeleriyle çiğnemelerine 37
engel olduğumuz düşman bu gün bize dost olmuş. Oysa aynı düşman Çanakkale’de ders almamış ki, bugün Irak’ta , Afganistan’da silahlı emperyalist güç olarak başkalarının toprağını işgal etmektedir. Bir ülkeyi işgal etmek isterken gebertilen düşman askerlerinin topraklarını işgale karşı korurken şehit düşenlerle aynı kefeye konduğu dünyanın neresinde görülmüştür? Maalesef bizdeki modacı zihniyetler ellerinde topları ve tüfekleriyle can almaya gelen düşman askerlerini, neredeyse “şehit” mertebesine çıkartmaktadırlar. Son yıllardaki uygulamalara bakılınca Çanakkale türküsü daha bir yanık geliyor kulağımıza.. “Çanakkale içinde vurdular beni ölmeden mezara koydular beni...” (Enver Şat Evrensel 21.03.2005) Aydınlık ve Evrensel yazarları “Çanakkale Zaferi”ni kendi tarihleri içinde görmeyi vazgeçilmez koşul olarak görmekteler. Bu onlar için ortak payda haline gelmiş. Görünüşe bakılırsa bu iki grup 38
hep kaygılıdırlar. Çanakkale ve “kemalizm”e sahip çıkma konusunda alttan alta bir yarış içindeler. Esasında bu bizdeki küçük burjuva sosyalizminin burjuva ulusal kurtuluş hareketi ve genel olarak burjuva devrimlerine karşı tutumunun göstergesidir. Bütün o tumturaklı “antiemperyalizm” söylemlerinin altında . küçük burjuvaziye dolayısıyla emperyalist kapitalizme bağımlılık yatmaktadır. Bu yasa vatanseverliğin ötesine gitmeyip aksine enternasyonalizmi baltalamaktadır. Sahip çıkmaya çalıştıkları Mustafa Kemal burjuva barış severliği ile Çanakkale mezarlarında yatan emperyalist orduların askerlerine “dost ülkenin topraklarında rahat uyuyun” diye seslenir. Evrensel yazarı için ise bir ülkeyi işgal etmek isterken gebertilen düşman askeridir. Onlar pisttirler ve gebertilmeyi haketmişlerdi. Tıpkı şimdilerde Afganistan ve Irak’ı işgal eden emperyalist orduların askerleri gibi. Bunun proletarya enternasyonalizmi ile uzaktan yakından ilişkisi yoktur. Proletarya burjuva ordularının askerlerini silah
bırakıp kendi burjuvazisine karşı “asker sovyetleri”nde örgütlenmeye çağırır. Kendi ülkelerinin proleterlerinin mücadelelerine ve dünya işçi sınıfının devrimine katılmalarını ister. Küçük burjuva sosyalistleri bunu lafta kabul eder görünürler ama böyle bir pratik adım atmak ve özel politika belirlemek sözkonusu olduğunda küçük burjuvalıkları emekçi yanlarına ağır basar. Çanakkale türküsünü daha “yanık” söylemeye başlarlar. Doğu Perinçek ve alıntı yaptığım diğer yazarlar Çanakkale savaşının “haklı savaş” olduğundan söz etmekteler. Öncelikle Çanakkale savaşı “haklı” bir savaş mıdır? Ona bakalım. Bu savaş 18 mart 1915 de sonuçlanır. I. Emperyalist Paylaşım Savaşının içinde yer alır. Savaş iki emperyalist blok arasında geçer. Burjuva tarihçileri bunlara itilaf ve ittifak devletleri derler. Bir yanda İngiltere, Franda, Çarlık Rusyası diğer yanda Almanya, Avusturya, Macaristan İmparatorluğu, Bulgaristan, Sırbistan, Japonya, gibi devletler yer alır. Şimdi Irak ve Afganistan işgal savaşlarında
olduğu gibi “destekçi” lerdir. Emperyalist savaşlar dünya egeömenliği için yapılırlar. Alman kapitalizmi geç gelişmişti. Sömürgecilikte ve dünya pazarlarında pay sahibi olmada geri durumdaydı. Çok hızlı ve yüksek oranda çok hızlı ve yüksek oranda gelişen kapitalizm olduğu için mevcut durum statüko onun aleyhineydi. Bu durumun değişmesi gerekiyordu. Bu da ancak bir emperyalist savaş ile, dünya ölçeğinde çatışma ile mümkündü. Yani I.Emperyalist savaşın kaynağı Alman ve İtalyan kapitalizminin bu durumuydu. İşte Çanakkale’de ordulara “vatan savunması” yapan Osmanlı İmparatorluğu bu emperyalistlerin yanında yer almıştı. Çanakkale savaşı emperyalist bir savaşın parçası olarak tarihteki yerini aldı. Emperyalist savaşlarda belirli topraklar üzerinde yapılır. İki emperyalist devlet ordularıda bazen birbirlerinin topraklarında savaşırlar. Biri diğerinin işgaline karşı direnir. Bu işgale karşı direnenin her koşul haklılığını göstermez. Afganistan ve Irak’ın ABD emperyalistlerinin işgali sırasında Taliban ve Saddam 39
Hüseyin’in ordusu yer yer direndi. Bu işgal savaşlarında bu gerici burjuva feodal rejim unsurlarının direnişini, işçi sınıfı destekleyecek midir? Emperyalist işgale karşı mücadele etmek ayrı, böyle güçlere Çanakkale örneğinde tarihe yapılan destek farklıdır. Küçük burjuva sosyalistleri bu savaşlarda da tutarsızlıklarını gösterdiler. Saddam ve Taliban’a açık destek olmasada , Tolga Örnek Gelibolu filmindeki burjuva savaş karşıtı bir politika izlediler. Aslında Çanakkale örneğindeki tutumlarına sadık kalıp, Taliban’ın ve Saddam’ın “direnişini” desteklemeliydiler. Onların kafası ile olaylar değerlendirildiğinde onların askerleride “vatan savunması” için ölmüşlerdi. Önemli olan burjuva ulusal kurtuluş hareketlerinin sosyalizmle ilişkisidir. Dünya işçi sınıfının sosyalizm mücadelesine kendini bağlamayan, bu mücadeleyi yürüten sınıfı kendi önderi olarak görmeyen bir burjuva demokratik ulusal hareket başarısız olup emperyalist kapitalizmin girdabına sürüklenmekten kendini kurtaramaz. Önemli olan işçi 40
sınıfının kurtuluş mücadelesinin gelişmesidir. Bu günlerde böyle bir şey göremeyen küçük burjuvalar. Emperyalist burjuvazinin dümen suyunda yol almayı sürdürmekteler. Kimisi emperyalizmden demokrasi beklemekte, kimisi gerici burjuva ulusal hareketleri kendi tarihi içinde görüp onlara destek vermekte. Irkçıfaşistleri de aynı kulvarda gören bazıları ise “ABD karşıtı” “anti-emperyalist” değilim deyip yan çizmekte. Dünya işçi sınıfının kurtuluş hareketinin on beş yıl gibi dünya tarihi için kısa olan bir süre önce dünya burjuvazisi tarafından ezilmiş olması burjuva demokratik hareketlerin başarısını engellemekte. Çünkü bu tip hareketler temelde “ulusal bağımsızlık” bayrağı ile çıksalarda sonuçta ya emperyalist dünya burjuvazisine yada dünya proletaryasına bağlanmak zorundadırlar. Yakın tarih örneklerle doludur. İşçi sınıfının geçici olsada bağımsız bir siyasi hareket olarak varlıktan yoksun olduğu günlerde Türk veKürt
burjuvaları bayrak kavgası yapmaktalar. Burjuva ırkçıfaşist başta olmak üzere gerici grupların en küçük burjuva demokratik hakka tahammülleri yok. Bu da gösteriyor ki demokratik hakların kazanılıp korunması dahi başta işçi sınıfı olmak üzere ezilen ve sömürülen emekçilerin burjuvaziden bağımsız kendi öz örgütleri olan Sovyet-Komün tipi merkezlerde ve örgüt tipleri olan sendika ve partide örgütlenmesinden geçmekte. Yoksa böyle bir güçten yoksun olan işçi ve emekçiler burjuvazinin “şamar oğlanı” olmaya mahkumdurlar. Böylelikle işçiler göndere burjuvazinin bayrağı yerine kendi sosyalizm bayrağını çekecektir.
23.04.2005 N.IŞIK
41