A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark SAYFA
2
SAYFA
‹flçisin sen iflçi kal R›dvan Akar’›n Birand’la tart›flmas›, medya emekçilerine hangi s›n›ftan olduklar›n› hat›rlatt›
7
‹mam hatip hallolundu Neoliberal gericili¤in son hamlesi 1+4+4+4’lü e¤itim sistemine dair kanun teklifi mecliste
SAYFA
9
Kad›nlar›n yönetti¤i direnifl ‹stanbul ‹kitelli’de ço¤u kad›n 420 iflçi iflten ç›kar›ld›. ‹flçiler haklar› için direniflte
SAYFA
15
Sanatç›lar hedefte ‹çiflleri Bakan› sanatç›lar› hedef gösterdi, üç sanatç› evi bas›larak gözalt›na al›nd›
23 fiubat 2012 • 1.25 TL
Y›l 6 • Say› 151
Koltuk kavgasına karşı demokrasi mücadelesi
Gülen hareketi ile hükümet aras›ndaki kavga, her iki taraf›n iktidar ve rant h›rs›n› ortaya ç›kard›
Kendi aralar›nda kavgal›lar ama iflçilere, Kürtlere, muhaliflere, kad›nlara ve halk›n haklar›na karfl› müttefikler
Adalet, demokrasi ve halk›n haklar› için mücadele onlar›n saraylar›ndan de¤il sokaklardan yükseliyor
Savafla karfl› savafl AB ve IMF’nin dayatt›¤› y›k›m paketini kabul eden Yunanistan hükümeti halka savafl açt›. Halk için art›k tek çare savaflmak S. 5
‘Zira iktidar kavgası keskin’ ‹ktidar kavgas› art›k AKP ile has›mlar› aras›ndaki bir çat›flma de¤il, AKP içi bir çat›flmaya dönüflmüfl durumda. “M‹T krizi”, Gülen Hareketi ile Erdo¤an aras›ndaki kavgay› h›zland›rd› S. 4
Veremin s›rr› ne? Verem hastal›¤› yeniden yayg›nlafl›yor. Türkiye’nin onlarca y›lda kazand›¤› tedavi deneyimi sa¤l›kta dönüflümle siliniyor S. 6
YOL YAZISI Baharda iktidarlar›n› korumalar› zorlaflacak... SAYFA 3
Bir iktidar aracı: Özel Yetkili Mahkemeler
İtaat etmiyoruz 8 Mart’ta alanlara Halk›n Sesi’nde bu say› iki Kibele sayfas› var. ‹lk Kibele sayfas›nda, KESK ve ona ba¤l› sendikalar›n kad›n sekreterli¤ini yapan 9 kamu emekçisinin tutuklanmas›n› yazd›k. Bu tutuklamalar kad›nlar›n eflitlik mücadelesinden, emekten, Kürt halk›ndan, bar›fltan yana olanlara yönelik bir sald›r›n›n parças› oldu¤u yaz›yor. ‹kinci Kibele sayfas›nda, mahalleli, ev iflçisi, tekstil iflçisi, atamas› yap›lmayan ö¤retmen kad›nlar niçin 8 Mart alan›nda olacaklar›n› anlat›yor S. 10 - 11
AKP’nin hukuk anlay›fl›n›n simgesi konumundaki Özel Yetkili Mahkemeler (ÖYM) ald›klar› kararlarla Türkiye’nin yeni terör konseptini ve yenilenen rejimin yap› iskelesini oluflturuyor.
Sokak sokağı destekledi
Nuri Günay / Sayfa 7
Yeni bir 12 Eylül...
Tablet neye yarar?
Dünyan›n en zengin enerji yataklar›n›n ortas›nda enerjisiz kald›k. AKP krizi gizlemeye çal›fladursun, sermaye yeni zamlar için f›rsat kolluyor S. 9
Eşkıyalar ‘bu işleri’ bırakmıyor
D‹SK 14’üncü Genel Kurul’u 10-11-12 fiubat’ta gerçekleflti. Genel Kurul, D‹SK’i tepeden t›rna¤a yenileyecek olan›n, güvencesizlefltirmeye ve taflerona karfl› mücadele çerçevesinde yürütülecek sendikac›l›k oldu¤unu gösterdi S. 8
Ferda Koç / Sayfa 4
ÖYM’leri kendinden önceki “özel mahkemeler”den farkl› k›lan yaln›zca halk muhalefetini bast›rmak için de¤il ayn› zamanda düzen içi politik operasyonlar için de kullan›l›yor olmas› S. 12
Enerjide kriz ç›kard›lar
Söylefli sayfas›nda ‹zmitli mahpuslarla gözalt›na al›nmalar›, tutuklanmalar›, hapishane tecrübeleri hakk›nda yapt›¤›m›z söylefliyi yazd›k. S. 14
Tufan Sertlek / Sayfa 9
Filizlenen devrimci...
Halkevci Kad›nlar/ Sayfa 11
8 Mart’ta alanlara
DGM’leri ezmifltik! Dün 15-16 Haziran direnifllerinde, bugün güvencesizli¤e karfl› mücadelelerde boy gösteren D‹SK’in militan çizgisi, ‘70’lerde DGM karfl›t› toplumsal muhalefetin ön saflar›ndayd› S. 13
2
MEDYA 23 fiubat 2012 / 7 Mart 2012
Halk›n Sesi
28 fiUBAT BELGESEL‹N‹N ‹fiÇ‹S‹ RIDVAN AKAR, PATRONU M.A.B‹RAND
İşçisin sen işçi kal R›dvan Akar’›n çekti¤i belgeselden ismini silen patronu Birand’la tart›flmas›, medya emekçilerine hangi s›n›ftan olduklar›n› hat›rlatt›
R
ıdvan Akar, yedi yıldır emek verdiği 28 Şubat belgeselinden adının silinmesine itiraz edince patronu Birand “Bu belgesel benim. Hayatta her şeyle suçlayabilirsiniz ama emek hırsızlığı ile suçlayamazsınız” dedi. Birand unutmuş olmalı, medya endüstrisi dahil mevcut düzende tüm üretim sürçleri emek hırsızlığı üstüne kurulu. Ortaya çıkan tüm eser emeğin ürünüyken, mülk sahipleri, ona emeğinin yalnızca bir kısmının karşılığı veriyor. Tabii Birand gibi bir de emeğini çaldığı işçiye emeğinin bir kısmının bile karşılığını vermeyenlerinki emek hırsızlığından da fazlası oluyor. 7 YIL ÇALIfiTI B‹T‹REMEDEN AYRILDI Gazeteci Rıdvan Akar 14 Şubat’ta T24 internet sitesinde “Bir belgesel nasıl yapılır? Ya da emeğe ‘son darbe’ “başlıklı bir yazı kaleme aldı. Akar yazıda CNNTürk’te M. Ali Birand imzasıyla yayımlanmaya başlayan ‘Son Darbe: 28 Şubat’ belgeselini kendisi ve ekibinin çektiğini fakat “patronu” Birand ile yolları ayrılınca hem kendisinin hem ekibinin adının belgeselden silindiğini anlattı. Yedi yıl süren belgesel hazırlık sürecinin ayrıntılarını, Birand’ın belgeselin içeriğinden dahi habersiz olduğunu yazan Akar, Birand’ı “emek arsızlığı” ile suçladı. Yazısında belgesel üzerinde-
ki haklarını hukuki yollarla arayacağını söyleyen Akar’ın anlatımına göre belgesel fikri 2005 yılında kendisinden çıkmış, patronu konumundaki Birand’a öneriyi götürmüş Birand, tüm süreçleriyle Akar’ın ilgilenmesi koşuluyla belgeseli kabul etmişti. Mali aksaklıklar yüzünden belgeselin çekimi yedi yıl sürmüş, belgesel çalışmasında sona yaklaşılıyorken Birand ile Akar’ın yolları yaz başında Akar’ın CNNTürk’teki işinden çıkmasıyla ayrılmıştı. Akar, Birand’ın ekibinden ayrılınca son aşamasına gelinen belgesel çalışmasını da bırakmıştı. “BEN ÇEKT‹M” DEM‹YOR “BEN‹M” D‹YOR Rıdvan Akar ve belgesel için oluşturduğu ekibin belgeselden isimlerinin silinmesi iddiaları üzerine “patron” Mehmet Ali Birand bir açıklama yaptı. Medyatava.net sitesinin haberine göre Birand, hakkındaki iddiaları, Cengiz Semercioğlu ve Sema Eren'in sunduğu "Böyle Bir Şey Var mı?" programında şöyle yanıtladı: “Bu konunun üzerinde bile durmaya gerek yok. Yaptığım her belgeseli başında olduğum bir ekibe bırakırım. Bu sefer de 32.Gün'e bıraktım iyi bir çalışma yaptılar, ancak süresi uzadı o zaman durdurduk. Onlar benim çalışanlarımdı bir bölümü ayrıldı bir bölümü CNN’e geçti. Rıdvan Akar başka bir konudan dolayı bana "sizinle çalışamayacağım" dedi. Bütün projeyi ve 32. Gün'ü
Patrondan AKP’ye namert mesajı Medyan›n AKP’lilefltirilmesi operasyonu iflten atmalarla ve polisiye operasyonlara sürüyor. Medyada AKP’ye muhalefet eden isimler ya iflsiz b›rak›l›yor ya da çeflitli suçlamalarla hapsediliyor. Medya endüstrisinin çiçe¤i burnunda patronu Demirörenler, iktidarla uyumlu olduklar› mesaj›n› vermek için Nuray Mert’in sesini k›st›. Tasfiye operasyonunda s›ra beklenen bir isme, Nuray Mert’e geldi. Baflbakan›n “namertsin” diyerek seçim meydanlar›nda yuhalatt›¤› Nuray Mert’in ad› AKP’nin istemedi¤i gazeteciler listesi yap›lsa üst s›ralarda yaz›lacak gibiydi. AKP’nin bask›c› politikalar›n› ve Kürt sorununda izledi¤i çizgiyi elefltiren Mert, uzunca bir süredir medyada yürütülen itibars›zlaflt›rma operasyonunun da hedefindeydi. KCK tutuklusu Prof. Dr. Büflra Ersanl› ile gündelik telefon sohbetleri “flok görüflmeler” olarak sunulan Nuray Mert, “yeni Kandil muhipleri” yaz›s›yla kendisinin PKK sempatizan› oldu¤unu öne süren Hilal Kaplan baflta olmak üzere AKP’li köfle yazarlar›n›n linç giriflimine maruz kalm›flt›. Mert’in iktidar›n hedefinde olmas›, gazetesinin yeni patronu Demirörenlere de AKP’yle iyi geçinme mesaj› vermek için bir f›rsat sundu. Yay›mlanan son yaz›s›n›n alt›na Mert’in y›ll›k izne ç›kaca¤› duyurusu eklendi. Mert’in yaz› günü olan 15 fiubat Çarflamba günü gazeteye gönderdi¤i yaz›s› yay›mlanmad›. Mert yay›mlanmayan yaz›s›n› di¤er yaz› günü olan pazar da gazeteye yollayaca¤›n› belirtti. Fakat 19 fiubat Pazar günü de gazetede Mert’in yaz›s› yoktu. Milliyet gazetesi konuyla ilgili bir aç›klama yapmad›. Milliyet gazetesinin Mert’in yaz›lar›n› yay›mlamay› kesmesi, Milliyet ve Vatan gazetelerinin hisselerinin tamam›n›n 3 fiubat’ta Demirören’e devredilmesinin hemen ard›ndan geldi. Karacan-Demirören ortakl›¤›, a¤ustos ay›nda Vatan ve Milliyet gazetelerini Do¤an Medya Grubu’ndan sat›n alm›flt›. Fakat ortaklar aras›nda ödeme plan›na dair anlaflmazl›klar ç›km›flt›. Bu çekiflme tüm hisselerini Demirören Grubu'na devretmesiyle sona ermiflti. Demirören kontrolü almas›n›n ard›ndan AKP’nin hedefindeki bir ismi iflten ç›kard›. Bu tercih medya endüstrisine giren Demiören grubunun AKP’nin suyuna giden bir yay›n çizgisi izleyece¤inin iflareti.
bıraktı. CNN’den yeni bir ekip kurdum, her şey yeniden yazıldı ve belgesel bitti. Neyin kavgası var anlamıyorum. Oraya kimin isminin konulacağına ben karar veririm. Ben işi yarıda bırakanın değil işi bitirenin adını yazarım. Bir mal iyi olunca sahibi çok olur. Bu belgesel benim. Hayatta her şeyle suçlayabilirsiniz ama emek hırsızlığı ile suçlayamazsınız.” Birand’ın “emek hırsızlığı yapmam” açıklamasını değerlendiren iktisatçı Mustafa Sönmez Cumhuriyet’teki köşesinde Marx’ın kapitalizme dair temel analizini hatırlattı. Sönmez 18 Şubat’ta yayımlanan “medyada emek hırsızlığı ve çakallık” başlıklı yazısında şunları yazdı: “Emeğin gerçek karşılığı, kapitalizmde hiçbir zaman verilmez. Verilse, sermayeye, patrona bir şey kalmaz. Çünkü yaratılan değer adına ne varsa emeğin ürünüdür. Ama harcanmış emeğin sadece bir kısmı emek sahibine ücret olarak verilir, kalanı sermayedara artık-emek karşılığı, kâr olur. Bu anlamda bir emek hırsızlığı vardır. Bu kapitalizmin bütün türlerinde, en ilkelinde de, en gelişkininde de böyledir. Emek hırsızlığı, kapitalist birikimin anayasasıdır. Kapitalizmin doğasında olan emek hırsızlığı her sektöre, dolayısıyla medya-kültür sektörüne de içkin bir şeydir.” YAPIMCIM DEMED‹ PATRONUM DED‹
Akar’ın açıklamaları ve Birand’ın tavrı, ürettiği ürünün fikri niteliği olsa da “medya endüstrisi” nin de işçi-patron ilişkisi açısında diğer “endüstri”lerden farkı olmadığını göstermiş oldu. Dizi, müzik, sinema, haber sektöründe çalışanlar da en nihayetinde işçi. Gazeteci, editör, metin yazarı, senarist veya müzisyenler üretim sürecinde daha karmaşık, yetenek veya eğitim isteyen, bu nedenle “hünerli emek” olarak tanımlanan bir emek sarf ediyor. Sarf ettikleri emek gücü karşılığında ücret alıyorlar, bu da onları “işçi” yapıyor. Medya endüstrisi genişledikçe, kullanılan teknoloji geliştikçe ortaya çıkan eserler de standartlaşıyor. Bu sektörde gazeteci, editör, metin yazarı gibi kadrolarda çalışan fikir işçileri de bu standartlaşmaya bağlı olarak “hünerli emek” sergilemeleri gerekmeyen yeni üretim süreçleri içinde konumlanıyor. Emeğin niteliksizleştirilmesi ve değersizleştirilmesi basıncı altında işçi sınıfının bir parçası olduklarını idrak ediyor. Bu nedenle Rıdvan Akar emek verdiği belgeselden isminin silinmesine tepki gösterirken yalnızca bir telif sorununu gündeme getirmiş olmadı. Birand için “yapımcım” yerine “patronum” ifadesini kullanması bile 28 Şubat belgeselinde kimin isminin kimin kararıyla yazılacağı sorununun bir sınıf sorunu olduğunu gösteriyor.
AKP medyası hiç bu kadar ‘çok sesli’ olmamıştı MİT-Yargı / Polis ekseninde yaşanan cemaat - Erdoğan çatışması AKP medyası olarak tanımlanan medya bloğunun da iki parçalı olduğunu, hangi medya grubunun cemaat, hangi medya grubun Erdoğan cephesinden yer aldığını su yüzüne çıkardı. KCK soruşturması bahanesiyle MİT ile yargının karşı karşıya gelmesi Erdoğan ile cemaat arasında yaşanan iktidar çatışmasının bir göstergesi olarak okundu. Bu çatışmanın medya gündeminde ele alınış biçimi, son yıllarda tek ses olan AKP medyasındaki ilk büyük çatlağı da yarattı. MİT yöneticilerinin ifadeye çağrılmasını 9 Şubat’ta çıkan gazetelerin hepsi manşet veya sürmanşetten gördü AKP medyası ilk defa bu KCK operasyonu konusunda “tek ses tek yürek” değildi. Cemaatin gazetesi Zaman ile Bugün ve Taraf gazeteleri cemaat kadrolarının etkin olduğu iddia edilen emniyet ve savcılardan yana manşetler attı. Bu gazetelere göre MİT içinde halen Ergenekon kalıntıları vardı. MİT, KCK’nın kuruluşunda etkin görev almış, Ergenekon bağlantısı sayesinde KCK’yla etkileşim içinde bulun-
başlığıyla duyurulan yazısında, iki yapı arasında bir çatışma yaşanmadığını ve yaşanmayacağını vurguladı.
muştu. MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve MİT yöneticileri, örgütün yönetilmesine aracılık etmişti. KCK içine sızan MİT elemanları örgütün eylemlerine katılmış, MİT ise istihbarat aldıkları halde birçok baskın ve eylemi önlememişti. AKP medyasının bir diğer büyük gazetesi Yeni Şafak, Star ve Sabah ise MİT yöneticilerine sahip çıkıp AKP’nin yanında yer alan manşetler attı. Bu gazetelere göre MİT’e yönelik soruşturma AKP iktidarını hedef alıyordu. MİT Erdoğan’ın bilgisi ve onayı ile hareket eden, doğrudan
Başbakan’a bağlı bir kurumdu. Bu nedenle MİT üzerinden Erdoğan sıkıştırılmak isteniyordu. Tartışma ve saflaşmaya ilerleyen günlerde iki cephenin kanaat önderleri de katıldı. Cemaat cephesinden Ali Bulaç 13 Şubat’ta Zaman gazetesinde yayımlanan “Fitne” başlıklı yazısında “Üçüncü şahısların, iç ve dış güçlerin körüklediği fitne”ye dikkat çekti. Aynı gün Zaman’ın genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı da “Aman dikkat” başlıklı yazısında AKP ve cemaat düşmanlarının sevindirilmemesi
gerektiğini yazdı. Bugün’ün Ankara temsilcisi Adem Yavuz Arslan da aynı gün savcının hata yapmış olabileceğine dikkat çekerek AKP ile çatışma görüntüsü sergilememeye çalıştı. Aynı itidal çağrısı kısa bir süre sonra Erdoğan cephesinden de geldi. Yeni Şafak gazetesinde Yasin Doğan takma adıyla yazılar kaleme alan AKP milletvekili ve Başbakan Erdoğan'ın Danışmanı Yalçın Akdoğan, 15 Şubat tarihli 'Her türlü oyunun farkındayız..." başlığını attığı ve gazetenin manşetinden 'Bu oyun bozulur'
‹DD‹ALARDAN VAZGEÇ‹LMED‹ Bu uzlaşı mesajlarına rağmen taraflar birbirlerini yıpratmaya dönük iddiaları yinelemekten geri durmadı. 13 Şubat’ta uzlaşma çağrısı yapan Ali Bulaç, 16 Şubat’ta MİT’te dönüşümün sağlanmadığını vurgulayarak savcıların KCK-MİT ilişkisine dair iddialarını yineledi, MİT içinde halen Ergenekon kalıntıları olduğunu ima etti. Taraf’ın polisyazarı Önder Aytaç 18 Şubat’taki yazısında hükümetin asıl amacının Ergenekon ve KCK sanıklarını kurtarmak olduğunu, MİT olayı ile bu operasyonun hayata geçirildiğini iddia etti. AKP cephesinden Fehmi Koru asıl operasyonun Erdoğan’ı köşeye sıkıştırma amacıyla birileri tarafından başlatıldığını iddia etti. İktidar içi çatışmada akil kalemler bir yandan kamuoyuna çatışmalı bir görüntü vermemek için çabalarken bir yandan da karşılıklı yapılan hamlelere göre pozisyon aldı, almaya devam ediyor.
Sendika olacaksa onu da biz yaparız Anadolu Ajansı’nda AKP tarafından atanan yönetim, kurumu yeniden yapılandırıyor. Ağustos başında göreve gelen yeni yönetimin en büyük meşguliyeti ajansta örgütlü sendika. Altı aydır sendikalı üyelere baskı yapılarak sendikal örgütlülüğü dağıtmaya çalışan yönetim bu yolla başarılı olamayınca sendikayı ele geçirmek için harekete geçti. İşin ilginci Türkiye bu plandan 14 yıl önce Demokratik Kongo’da yaşanan bir kaza vesilesiyle haberdar oldu. Ağustos ayında Anadolu Ajansı ile ilgili iki önemli gelişme oldu. 2 Ağustos 2011’de Bülent Arınç'ın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olur olmaz baş danışmanlığına getirdiği, ardından
Başbakanlık Basın Danışmanlığı yapılan Kemal Öztürk AA Genel Müdürlüğü'ne atandı. 22 Ağustos’ta “bir grup AA çalışanı” imzasıyla bir mektup yayımlandı. Çalışanlarının ajansta yaşananlara dair kamuoyuna hitaben kaleme aldığı bu mektubu okuyanlar için ajansın Demokratik Kongo hatası şaşırtıcı olmamıştır. Çünkü ajans çalışanları bu mektupta AA’da başta sendika üyeleri olmak üzere deneyim sahibi 70 çalışanın emekli olmaları için baskı gördüğünü, emekli olmayanların görevlerinin değiştirildiğini, haber giriş şifrelerinin iptal edildiğini anlatmıştı. Demokratik Kongo’ya dair hatalı haber sendikasız çalıştırma ve deneyimli kadroların görevden uzaklaştırılmasının bir sonu-
cu olarak görülebilir. Radikal gazetesinde Erkan Goloğlu imzasıyla 17 Şubat’ta yayımlanan bir yazıda Kongo hatasından yola çıkarak AA yönetiminin sendika düşmanı tavrını ortaya koyan bazı iddialar ortaya atıldı. Goloğlu imzalı yazıya göre “AA yönetimi, TGS’yi olağanüstü genel kurula götürmeye çalışıyor. Başkan adayı olarak ajansın Genel Müdürlük ve bürolarını gezen aday Genel Müdürlüğün mevcut Türkiye Gazeteciler Sendikası yönetimi ile toplu sözleşme masasına oturmayacağı yönünde propaganda yapıyor. Sendikayı olağanüstü genel kurula götürmek için sendika üyelerinden zorla imza toplanıyor. İmza vermeyen üyeler AA’dan atılmakla veya
sürgünle tehdit ediliyor. TGS de basına yansıyan bu iddiaları doğrular nitelikte bir açıklama yayımladı. Sendika AA yönetiminin sendika yönetimine karıştığını duyurarak basın emekçilerini, sendikaları, basın meslek örgütlerini ve demokratik kitle örgütlerini kendileriyle dayanışma içinde olmaya çağırdı. TGS’nin dayanışma çağrısına ilk yanıt Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Halkevleri İletişim Hakkı atölyesinden geldi. ÇGD yaptığı açıklama ile AA’daki sendikal örgütlülüğe saldırıya karşı TGS’nin yanında olduğunu belirtti. Halkevleri İletişim Hakkı Atölyesi de açıklamasında AA’daki sendika düşmanlığının halkın haber alma hakkının gaspı sonucu doğuracağına dikkat çekti.
3
GÜNDEM 23 fiubat 2012 / 7 Mart 2012
Halk›n Sesi
Solun Suriye tavrı oyun bozdu H
atay halkı, 19 Şubat’ta sokağa çıkıp “Ortadoğu’ya ve Suriye’ye Emperyalist Müdahaleye Son” diyerek fiili bir miting düzenledi. Çevre kentlerden katılımcıları da içeren 3 binin üzerinde antiemperyalist, kent merkezine yürüyerek Ulus (Künefeciler) Meydanı’nda bir miting yaptı. Hataylı demokrasi güçleri, Suriye’ye yönelik baskılara ve emperyalist müdahale çabasına karşı halkların kardeş olduğunu haykırmak ve barış istemek için eylem yapma kararını açıklamış, bunun üzerine Hatay Valiliği engel olmaya çalışmıştı. Valilik, eylemi yasaklamış, tüm yerel basın eliyle baskı kurulmaya çalışılmış, radyolardan saat başı yapılan duyurular ve televizyonlardan yapılan haberler ile mitinge katılım düşük tutulmak istenmişti. Halkı korkutmak için Suriyeli mültecilerin eyleme bomba atabileceği gibi dedikodular dahi yayıldı. Ancak her şeye rağmen binlerce kişi miting alanına yürüdü. ‘EMPERYAL‹ZME KARfiI, HALKIN YANINDA’ Kurumlar adına ortak basın açıklamasını okuyan Eğitim-Sen Şube Başkanı Ayhan Erkal, Ortadoğu coğrafyasına yapılan emperyalist müdahalelere karşı halkların kardeşliği için
mücadele ettiklerini belirtti. Ortadoğu’da gelişen halk hareketlerinin emperyalizm tarafından manipüle edilmeye çalışıldığını belirten Erkal, bu müdahalenin yanı başlarında olan Suriye’ye de yansıdığını söyledi. Erkal açıklamasının devamında Antakya kentinin Suriye’de gelişen olaylardan siyasi ve ekonomik olarak etkilendiğine dikkat çekti. Demokrasi ve devrim mücadelesi veren güçler olarak bu tarihsel dönemeçte devletler düzleminde taraf almadıklarını ezilen halklardan yana taraf aldıklarını söyleyen Erkal, valiliğin yasağını da kınadı. SA⁄IN ‘SUR‹YE’ TEKEL‹ KIRILDI Mitingin kitleselliği ve başarısı Suriye meselesini kendi tekelinde gören AKP çevrelerinde rahatsızlık yarattı. Sağcı-İslamcı basın eylemde Esad fotoğrafı taşıyan birkaç kişiyi bahane ederek, eylemin Esad yanlılarınca örgütlendiği ve diktatörlüğün savunulduğu iddiasına sarıldı. Taraf gazetesi de bu kara propagandayı manşetine taşıdı. Mitingin örgütçülerinden Halkevleri MYK Üyesi Serhad Savaş mitinge ilişkin bu karalamalara da yanıt verdiği bir değerlendirme yazısı kaleme alarak, şunları belirtti: “19 Şubat mitinginde örgütlediğimiz fiili meşru militan ve ‘bağımsız’ çizgi
Türkiye Üniversiteler Meclisi, “Paral› e¤itime, zorbal›¤a, AKP’ye karfl›” 25-26 fiubat’ta ‹stanbul Teknik Üniversitesi’nde buluflacak. Yumurtal› eylemleri ve Hopa Davas› ile kamuoyunun tan›d›¤› Kolektifçiler yeni dönemi konuflacak. Ö¤renci Kolektifleri’nin örgütledi¤i etkinlikte hem Türkiye’deki üniversitelerden hem de
Q
Ni¤de'nin Uluk›flla ‹lçesi'nde maden arama ve iflletme ruhsat› alan Ayd›n Do¤an'›n orta¤› oldu¤u Gümüfltafl flirketi mahkemenin yürütmeyi durdurma karar›na ra¤men faaliyetlerini sürdürünce köylülerin tepkisi ile karfl›laflt›. Köylülerin ihbar› üzerine 21 fiubat’ta flirketin çal›flmalar› durduruldu.
Q
Liseli Genç Umut 18 fiubat’ta Bursa’da Van ile dayan›flma konseri düzenledi. Nilüfer Kent Konseyi’nin katk›s›yla, Konak Kültür Evi’nde gerçekleflen etkinlikte yerel gruplar sahne ald›.
Q
Hatay’da sol güçler emperyalist müdahaleye karşı Suriye halkıyla dayanışma mitingi düzenleyince, ‘birilerinin’ huzuru kaçtı. Valiliğin aktif engelleme girişimlerine karşın eylem gerçekleşti önümüzdeki dönemde toplumsal muhalefetin referans noktası olacaktır. Yasaklara rağmen mitingde yakalanan kitlesellik, coşku çeşitli grupların hatalı eğilimlerine rağmen solun halkla buluşabilme kanalını yaratmış oldu. Bu buluşma
kitleselleştikçe ve politik olarak derinleştikçe emperyalizmin Ortadoğu planlarına karşı en ciddi çekim merkezi olamaya adaydır. Miting çalışmasını yürüten kurumlar olarak sürecin sıkıntılı noktalarından birinin yerel ve ulusal basın
aracılığıyla çabamızın maniple edilme ihtimalinin olduğunun bilincindeydik. Sürecin politik iradesi de kitlesel öncülüğü de devrimcilere aittir. Tüm Türkiyeli devrimcilerin içi ferah olsun. “2012’yi AKP’nin zorunu arttıracağımız bir yıl olarak
Kolektif Meclisi ‹stanbul’da toplan›yor Almanya, Yunanistan, K›br›s ve Lübnan’dan üniversiteliler yer alacak. Kolektifler ikinci kez Kolektif Yürütme Kurulu’nu seçecek. Üniver-
sitelilerin mücadele deneyimlerini paylaflacaklar› ve “Üniversitede haklar›m›z, rektörlerden flartlar›m›z var” kampanyas›n› tart›flacaklar› mecliste,
ilan etmiştik. Çukurova’da hem AKP’yi hem de emperyalistleri zor bir yıl bekliyor. Bizler de kendi safımızı örgütleyerek bölgemizden ve ülkemizden emperyalistler ve yerli işbirlikçilerini def edene kadar mücadelemiz sürecek yolumuz açık olsun.”
Kolektif tiyatro grubu, üniversiteli müzik gruplar› ve RitmArt da sahne alacak. Etkinli¤in ikinci gününde Kolektif Atölyeleri yap›lacak. Atölyeler T›p Fakülteleri, E¤itim Fakülteleri, Hukuk Atölyesi, ‹letiflim Atölyesi ve Kolektif Sinema ayr› ayr› toplanarak gelecek dönemi birlikte programlayacak.
Pufli takt›¤› için 2 y›ld›r tutuklu bulunan Galatasaray Üniversitesi ö¤rencisi Cihan K›rm›z›gül için arkadafllar› ve hocalar› 21 fiubat’ta eylem yapt›. Galatasaray Üniversitesi içinde toplanan 200'ü aflk›n kifli, alk›fllar ve sloganlarla, Befliktafl Adliyesi'ne yürüyerek Cihan’›n tahliyesini istediklerini söyleyen bir aç›klama yapt›.
Q
Çanakkale merkezindeki Barbaros Mahallesi'nde Çanakkale Ticaret ve Sanayi Odas› taraf›ndan yap›lacak yat liman› için 20 fiubat’ta ÇED toplant›s› yap›ld›. Toplant›n›n yap›laca¤› Mehmet Akif Ersoy Toplant› Salonu önünde bir araya gelen Çanakkale Çevre Platformu üyeleri, Yat Liman› Projesi için yer seçimine karfl› ç›karak toplant›y› protesto etti.
Q
Gazi Mahallesi’nde Nalbur Çetesi diye bilinen grubun devrimcilere yönelik sald›r›s› bir yürüyüflle protesto edildi Eyleme Al›nteri, BDP, BDSP, Devrimci Yolda Özgürlük, DHF, ESP, Gazi Muhtarl›¤›, Gazi Cemevi, Gazi Halkevi, Partizan, SODAP, Sultangazi Dersimliler Derne¤i ve TKP kat›ld›
Q
Mu¤la Yata¤an’daki maden iflçileri 11 fiubat’ta Marafl Çöllolar Maden Sahas›’nda göçükte hayat›n› kaybeden madencileri and›.
Baharda, iktidarlar›n› korumalar› zorlaflacak u kadarına Ergenekoncular bile cesaret edememişti. Hükümeti falan değil, doğrudan Tayyip Erdoğan’ı götürme tehdidini içeren bir operasyon. Evet, bahsedilen özel yetkili savcı Sarıkaya’nın MİT Müsteşarı Fidan’ı şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırması. Neyin şüphelisi; PKK ile işbirliği yapmak! Hükümetin yanıtı, hemen savcıları ve iki polis şefini görevden alıp, alelacele yasal koruma sağlamak oldu ve “MİT görevlilerini sorgulamak için mutlaka Başbakanın izni gerekir” yasası hızlıca Meclis’ten geçirilip saatler içinde Gül’e onaylatıldı. Bu kadar hızın nedeni tehlikenin büyük olması. Çünkü söz konusu olan Tayyip’in karizması ve geleceği. Eğer bunlar yapılmasaydı neler olabilirdi? Savcı ifadeye gelmeyen MİT’çiler için tutuklama kararı çıkarttırıp, MİT binalarını polis eşliğinde basabilirdi. Hatta Başbakan hakkında da bir şeyler isteyebilirdi. Nihayetinden Başbakan’ın icraatları sorgulanıyor. Çünkü “suç”un işlendiği zamanda Başbakan’ın temsilcisi olan şimdiki MİT Müsteşarı, doğrudan Başbakan’ın emriyle PKK ile müzakerelere katılıyordu. (Her ne kadar Tayyip “hükümet değil, devlet görüştü” dese de.) Fidan, savcılık sorgusunda “emri Tayyip’ten aldım” dese -ki herhalde “kafama göre takıldım, Oslo’dan geçiyordum, bi arkadaşa bakıp çıkacaktım” demeyecektir- savcının Tayyip’i de ifadeye çağırmayacağını kim (!) garanti edebilir? Süreç, Tayyip’in Yüce Divan’a “vatana ihanet” suçlamasıyla ilerletilebilecek kadar büyük bir tehdit içermekteydi. (Bu arada dünyada bu duruma benzer kaç örnek var bilinmez; ama bizim ülkemizde benzer bir durum daha önce de yaşanmıştı. Menderes döneminin MİT Başkanı Ahmet Salih Korur sorgulanmıştı.) Tayyip ise üç-beş gün süren suskunluğun ardından (Bu suskunluk sırasında yeni yasa çıkartılmış, iki
B
polis şefiyle bir sürü polis memuru değiştirilmiş ve elbette gerekli görüşmeler de yapılmıştı), “sınırları aşan her türlü girişim yetki gaspıdır. Hiçbir zaman seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz” diyerek sözüm ona süreci noktaladı. Tabii burada söz konusu edilen seçilmişler ve atanmışlar kimlerdir, tam bir muamma! Fidan mı seçilmiş, yoksa Sarıkaya mı? İkisi de atanmış değil mi? Fethullah’ı kim seçti ya da atadı? Tayyip’in asıl kastettiği, kendi seçtiklerini başkalarının atadıklarına kul ettirmeme tercihidir. Bu çatışmanın karşı tarafındaki Fethullah cemaati ise Tayyip kadar kendi elemanlarına sahip çıkmadı. Süper savcılarının, seçkin polislerinin arkasında durmadı. Hatta, Mehtap TV’de yayımlanan ‘Düşünce Günlüğü’ adlı programda süreci değerlendiren Zaman yazarları Hüseyin Gülerce, Ali Bulaç ve Ahmet Turan Alkan, MİT Müsteşarı Fidan’ı ifadeye çağıran Özel Yetkili Savcının, yabancı istihbarat servisleri tarafından önüne konulan malzeme ile düğmeye basmak zorunda kalmış olabileceğini söylediler. Bu ifadelere Radikal’den Akif Beki alkış tutmakta gecikmedi; “Zaman yazarı gibi ‘MOSSAD’dır MOSSAD’ diyorum. Çünkü sonuç bir tek İsrail’e yarıyor. Gülerce’ye katılıyorum; yabancı istihbarat teşkilatlarının nam-ı hesabına çalışan ajanlar içimize sızmış, kurumlara nüfuz etmiş, diyorum.” Burada özel bir parantez açmak gerek. Çünkü bu değerlendirmeler, siyasal İslamcı kadroların bilgi kirliliği yaratmak, takiye yapmak için sergiledikleri cin fikirliliklerin nadide örneklerinden. Yukarıda da görüldüğü gibi Fethullah’ın sözcüsü Gülerce, kendi cemaatlerinin üyesi savcı Sarıkaya’yı MOSSAD ajanlarıyla işbirliği yapmakla suçluyor. Eğer bu iddiası ciddiye alınacak olsa MİT’in -ki asli görevi yabancı istihbarat teşkilatlarına karşı çalışmak- tüm yargı ve polis kadrolarını araştırması, fişlemesi
ve takip etmesi gerek. Fethullah ve Gülerce bunu gerçekten ister mi? Cin fikirlilik işte! (Nerelerde dolaşacağı belli olmuyor.) Bununla birlikte, “padişahın karşısında eğilen ama gaz çıkarmaktan da geri durmayan köylü” misali davranmaya devam ettiler. Aynı sahibin aynı sesi Gülerce, “öfke ile kalkan zararla oturur, hele bu öfke, yeni kanun düzenlemelerine alelacele yansırsa” demekten geri durmadı. Medya aracılığı ile karşılıklı mesajlaşma, anlaşıldığı kadarıyla bir süre daha devam edecek. Gülerce’nin muadili yani Tayyip tarafının sözcüsü Yalçın Akdoğan (Başbakan Başdanışmanı) önce Yeni Şafak’ta daha sonra (kesmemiş olacak ki) Star’da ayrıntılı iki yazı yayımladı. Bu yazılarda öz itibariyle söyledikleri; “hükümetin güvenlik politikalarına müdahale etmeyin”, “parti ve cemaat ‘kaybet-kaybet’ sarmalına sürüklenmek istenmektedir”, “cemaat mensuplarını kamu kurumlarından tasfiye etmeye çalıştığımız çirkin bir iftiradır”, “biz gücümüz yettiğince hak bildiğimiz yolda yürür ve kardeşlik hukukunu korumaya gayret gösteririz”. Bunlarla birlikte Akdoğan’ın sürekli hatırlattığı “ortak düşmanlar” vurgusunu da eklemek gerek. Sonuç: 1- “Yeni” iktidar sahipleri arasındaki kavgada bir raunt daha yaşandı. (Deniz Feneri Davasını ve Şike operasyonunu daha önceki rauntlardan birkaçı olarak görmek gerek.) Bunun son olmayacağı hatta daha öncekiler düşünülürse, her seferinde biraz daha ileri, daha da şiddetleneceği aşikar. 2- Son kapışmada Tayyip Erdoğan’ın kişisel otoritesinin ve karizmasının ciddi ölçüde sarsıldığı kesin. Fethullah Gülen Hareketi’nin de cüreti ve bu uğurda en hayırlı “evlatlarını” bile feda edebileceğini göstermesi dikkate değer. Tayyip
kazanmış gösterilse de; hatta Ahmet Altan “Türkiye’de hükümetleri herhangi bir siyasi karar almaya siyaset dışı bir gücün ‘zorlayamayacağı’ anlaşıldı” dese de gerçek durumun bu olmadığı ortada. İçine girilen yeni çatışma süreci, her iki taraf açısından da ciddi avantaj ve dezavantajlarla dolu uzun ve gerilimli günlere gebe. Zaten tarafların söylem kurucuları da bunun bilinciyle, şimdiden, durumu kendi lehine çevirmek için meşruiyet söylemi oluşturma yarışına giriştiler. Örneğin, Tayyip’in başdanışmanı Yalçın Akdoğan tarafından, MİT-PKK görüşmesiyle ilgili suçlamalar Tayyip lehine yorumlanmaya çalışılıyor. (Gerçi kaş yaparken göz çıkaran Akdoğan kendi zaafiyetlerini de “itiraf” etmiyor değil.) Star’da çıkan yazısında Akdoğan “Son dönemde İmralı ile devletin yürüttüğü bir müzakere veya diyalog söz konusu değildir. Bu durum, taktiksel ve konjonktürel bir tavır değildir. Önümüzdeki aylarda diyaloğun yeniden başlayacağı iddiaları ise tamamen spekülasyondan ibarettir” demekte. Daha da ileri gidip kişisel garanti vermektedir; “Kürt meselesinin nihai çözümü için diyaloğun gerekli olduğuna dair yaklaşımlar kadar bunun fayda değil zarar getireceğine yönelik kanaatler de bulunmaktadır. Şahsen benim kanaatim de bunun farklı sıkıntılara zemin hazırladığı, kötü niyetli aktörlerle arayış içine girmenin fayda getirmediği yönündedir.” 3- Yaşanan çatışmalarda kadrolaşma, çıkar paylaşımı önemli nedenler olmakla birlikte artık politik tercih farklılıkları daha belirgin hale gelmektedir. Başbakanı tehdit edebilecek bir operasyonun tek nedeni sırf kadro ihtiyacı olamaz. Özellikle son yaşanan kapışmanın içerisinde doğrudan Kürt sorunu ve Suriye sorunu vardır. Hatırlanacak olursa aynı dönem içerisinde Hatay’da görevli MİT mensupları, Suriye’den kaçan ve Esad yönetimine muhalif bir albayı Suriye
istihbaratına teslim etmekle suçlandı ve tutuklandılar. Bu durum Suriye politikasına, MİT’in kendi içinde müdahale etmesine izin vermeden, yargı aracılığıyla doğrudan müdahaledir. Ayrıca zaten Fidan’ın ve diğer iki MİT ajanının suçlanma nedeni PKK ile yapılan müzakerelerdir. Bu da doğrudan bir politika tercihidir. Bunu yapanların ya da yaptıranların, Kürt sorununa bakışı ve “çözüm yöntemleri” bellidir. Her iki iktidar odağı da Kürt sorununda savaş yanlısı ve Suriye sorununda emperyalizm yanlısı olmakla birlikte, bu sorunlarda ortaya çıkan gelişmeleri bir üstünlük aracı olarak kullanmaya çalışmaktadır. 4- AKP iktidarının daha önceki dönemlerindeki bileşenleri, kendilerini bir araya getiren ve bir arada tutan özelliklerini kaybetmeye başlamışlardır. 10 yıllık süreçte iktidarın olanaklarına bağlı olarak tarikat ve cemaat ilişkileri değişmiş; yeni çıkar ilişkilerine bağlı olarak dini ve ekonomik harç çözülmeye başlamış, geleneksel çıkar ilişkileri yerine iktidar paylaşımı ve politik tercihler üzerinden yeni ittifaklar/bileşimler ortaya çıkmaya başlamıştır. 5- Söz konusu çıkar ilişkilerindeki değişim ve bunlara bağlı politik tercihlerdeki farklılaşmalar zaten bir süredir gözlenmekteydi. Sermaye gericiliğini ve sermayenin en genel çıkarlarını temsil eden neoliberal politikaların yürütülmesinde aralarında hiçbir fark görülmemektedir. (Örneğin Fethullah’ın “eğitim, sağlık parasız olmalı” dediğini duydunuz mu?) Ancak süreç içinde Kürt sorunu ve uluslararası politikalar gibi çetrefilli sorunlar üzerinden de farklı politik konumlar oluşturmaya çalıştıkları görülüyor. 6- İktidarı paylaşanların en önemli ortak noktası kendi “işlerine gelmeyen” hiçbir hukuki kural oluşturmamaları, hiçbir denetim aygıtı geliştirmemeleridir. Örnek, yaşanan krizin sözde “çözümü”nde
rahatlıkla görülebilir. Krizi aşmak için hükümet, “Kürt sorununu çözmek için diyalog dahil her türlü girişimi yapmak için” yetki istememiştir, tam tersine gizlilik ve keyfilik için yasa çıkarmıştır. Tıpkı Öcalan’ı hava muhalefeti nedeniyle avukatlarıyla 7 aydır görüştürmediği gibi. Diğer yandan Türkiye siyasetinde bu denli belirleyici rol oynayan Fethullah Gülen acaba hangi hukuka tabidir. Otoritesini kimin ve neyin hukukundan almaktadır? 7- İktidarı paylaşanların her şeyden daha da önemli ortak noktası ise sola, toplumsal muhalefete olan düşmanlıklarıdır. Süper savcı Sarıkaya, HSYK’nın alelacele kararı ile görevden elçektirilmiş; ancak onun bir gün önce aldırdığı, “KCK’nin kadın örgütlenmesine” yönelik operasyon harfiyen uygulanmıştır. Son kapışmanın büyüklüğüne ve vahametine rağmen tarafların hepsi “düşmanı sevindirmeme” vurgusu yapmakta, “ortak düşmanı” işaret etmektedir. Tayyip’in her iç gerilimde aynı taktiği uyguladığı zaten bilinmekte ve görülmekte. Bunu özellikle CHP üzerinden yapmakta; Dersim’e ilişkin sözde özür, İzmir Belediyesi’nin yolsuzluk dosyaları vs. Baharla birlikte toplumsal muhalefetin gündemlerinin yoğunlaşacağı ve doğal olarak (ve biraz da zorunluluktan) ciddi bir hareketlenmenin yaşanacağı rahatlıkla görülebilir. Bu durum AKP’nin “özel ilgi”sini çekecektir mutlaka. İktidarı paylaşanların tüm bu özellikleri de toplumsal muhalefetin “özel ilgi”sini çekmeli mutlaka. İster cemaat eksenli ister politik eksenli, ister ayrışsınlar ister bütünleşsinler, “halka düşman” olmaları ortak noktaları ve toplumsal muhalefet de hepsiyle birden savaşmalı, mücadele etmeli. Baharla birlikte iktidarlarını korumaları daha da zorlaşacak. “Zor”u ise hiç mi hiç sevmiyorlar!
4
GÜNDEM 23 fiubat 2012 / 7 Mart 2012
Halk›n Sesi
Yeni bir 12 Eylül Kürtler için ne anlama gelir? Tutuklu BDP milletvekilleri Selma Irmak ve Faysal Sarıyıldız’ın da aralarında olduğu 60 Kürt siyasi tutuklu, Kürtlere yönelik siyasi ve askeri operasyonların durdurulması, Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit politikasına son verilmesi talebiyle süresiz açlık grevine başladı. “Açlık Grevi” bir “çaresizlik” eylemi. Ama “çaresiz” görünen bir çok süreçte açlık grevlerinin “çare”nin önünü açabildiği de bir başka gerçek. 12 Eylül faşizminin Kürtlere boyun eğdirmek için uyguladığı vahşete karşı Mazlum Doğan’ın 1981 Newroz’unda cezaevi hücresinde intihar ederek başlattığı “ölümüne direniş”in en önemli halkalarından biri Kemal Pir, M.Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’in ölümleriyle sonuçlanan açlık greviydi. Bu “ölümüne direniş”, Ferda 12 Eylül’ün “Kürtleri onursuzKoç laştırma” siyasetine karşı, Kürt halkının “derinlerinde yatan” ferdakoc@ direniş potansiyelini açığa hotmail.com çıkaran bir başka süreci tetiklemişti. Ama açlık grevi, çözüm güçlerini harekete geçiremediğinde, çaresizliğin tesciline de yol açabilecek bir mücadele yöntemi. Bu yönüyle de insanda kaygı uyandırıyor. BDP’nin verdiği rakamlarla 6.000 Kürt siyaset kadrosu tutuklu. Bölgede bir çok belediye, Belediye Başkanları, Belediye Meclisi üyeleri ve kadrolarının çoğu cezaevinde olduğu için çalışamaz halde. Demokratik Kürt kurumları, tutuklamalarla işlevsizleştirilmenin eşiğinde. Yalnızca Kürt siyasi kurumları değil bahsettiğim. Işıkçılar, kostümcüler tutuklandığı için tiyatro oyunları dahi sergilenemeyebiliyor. AKP faşizminin iktidarını konsolide etmek için temel bir araç haline getirdiği “Kürt Düşmanlığı”, Kürt siyasi kurumlarını “hareketsiz” hale getiriyor getirmesine ama Kürt özgürlük hareketinin Kürt halkı içindeki desteğini azaltmakta başarılı olamadığı da ortada. A&G’nin anketi, Robotski katliamı öncesinde BDP’nin oy oranını yüzde 8.2 olarak saptadı. Bölgede AKP desteğinin, artık neredeyse tamamen bölgedeki asker ve polislere daralma eğiliminde olduğu zaten biliniyordu. Ama yüzde 8.2, Kürtlere yönelik “siyasi soykırım”ın Batı’daki Kürt nufusunu da AKP’ye karşı saflaşmaya yönelttiğini gösteriyor. Kürt siyasi temsil kurumlarına yönelik saldırı, Kürtler içinde yeni bir ulusal-siyasal bilinçlenme sürecini harekete geçiriyor. Bu sürecin önemli yansımalarından birini Kürt siyasetinin PKK dışı unsurlarında izleyebiliyoruz. Bundan birkaç yıl öncesine kadar Kürt siyasetinin PKK dışı unsurlarında gördüğümüz “yeminli PKK düşmanlığı” KCK operasyonlarının sonrasında ciddi bir gerileme gösteriyor. AKP iktidarı Kürt siyasetindeki parçalanma eğilimlerini Kemal Burkay’ı Türkiye’ye getirmek gibi manevralarla kaşımak isterken, tam tersine bir sonuçla yüz yüze geliyor. “Sopa ve havuç” politikası Kürtlerin “Bizansı” Diyarbakır’da dahi sonuç vermiyor. AKP Burkay’ı yeni Şerafettin Elçi haline getirmek isterken, kırk yıllık “gerici Kürt siyaset adamı” Şerafettin Elçi’nin “Kürt ulusal özgürlük hareketi”nin militanına dönüşümünü izliyoruz. Kürt siyasetindeki bu “birleşme eğilimi”nin, Kürt halkı içindeki bir “dip dalgası”nın yansıması olduğunun mutlaka anlaşılması gerekir. Kürt açık siyasetinin baskı altına alınmış olması, hatta hareketsizleştirilmiş olması, yani Kürtler için yeni bir 12 Eylül, bu nedenle bir “son” değil, yeni bir başlangıç anlamına geliyor. Bu dip dalgasının siyasi karşılığının ne olacağını şimdilik kestirebilmek olanaklı değil. Ancak Kürt ulusal özgürlük hareketinin gelişim sürecinin AKP faşizmine karşı direnişle tanımlanacağı da açık. Bu çerçevede gelişecek yeni siyasallaşma sürecinin, Kürt siyasetindeki “sola yönelim”i toplumsal alana taşıması gerçek bir olanak. Kürt ulusal özgürlük hareketinin bir “ezilen halk hareketi” olmaktan kaynaklanan eşitlikçi ve özgürlükçü potansiyelinin ortaya konulması açısından içinde bulunduğumuz anın çok ciddi imkanlar sunduğu görülmeli. Bu olanağın gerçeğe dönüşmesi halinde, Kürt siyasetinin Türkiye toplumundaki karşılığının köklü bir biçimde değişebileceği de ortada. Kürt hareketinin Türkiye cephesinde ırkçılıktan çok demokratik güçleri harekete geçirdiği günler çok uzakta olmayabilir.
‘Polis çiçek atacak değil ya’ Eskişehir de 17 Şubat’ta görülen Şerzan Kurt davasında, Şerzan’ın katil zanlısı polis Gültekin Şahin’in avukatı Erol Halka, müvekkilinin Şu sözlerle savundu: Polis çatışanlara çiçek mi sunacaktı? Bir önceki davada da Halka, “çoluk çocuğu sevinecek” diyerek Şahin’in serbest bırakılmasını istemişti. Üniversite öğrencisi Şerzan Kurt, 12 Mayıs 2010 tarihinde Muğla’da Kürt öğrencilere yönelik faşist saldırı sırasında polisin açtığı ateşle yaralanmış ve 19 Mayıs günü yaşamını yitirmişti. Şerzan Kurt’un öldürmekle suçlanan polislerin davası Eskişehir’e taşınmıştı.
‘Zira iktidar kavgası keskin’ ‹ktidar kavgas› art›k AKP ile has›mlar› aras›ndaki bir çat›flma de¤il, AKP içi bir çat›flmaya dönüflmüfl durumda. “M‹T krizi”, Gülen Hareketi ile Erdo¤an aras›ndaki bu kaç›n›lmaz kavgay› yaln›zca h›zland›rd›
A
KP medyasının farklı kanatları, “Cemaatlehükümet arasında çatışma yok, olamaz” mealinde yorumlar yapadursun, emniyette büyük bir tasfiye operasyonu yürütülüyor. Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasının ertesi günü Terörle Mücadele Şube (TMŞ) Müdürü Yurt Atayün ve İstihbarat Şube Müdürü (İŞM) Erol Demirhan görevden alındı. Bir hafta sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğü İŞM ile TMŞ Müdürlüğünde görevli 9 polisin görev yeri değiştirildi. Birkaç gün sonra da TMŞ, Organize Şube ve İstihbarat Şubesi’nde görevli 700 polisin “şark hizmeti”ne yollanacağı öğrenildi. Tasfiye edilen ya da kenara itilen bu kadrolar “Cemaat” diye anılan Fethullah Gülen Hareketi’ne yakınlıkları ile dikkat çekiyor.
“CEMAAT” DOSYASI Olaylar Fidan’ın ifadeye çağrılması ile tetiklenmiş görünse de, ne Gülen Hareketi ile Erdoğan arasındaki gerilim MİT krizi ile başladı ne de Gülencilere yönelik tasfiye operasyonu. Gerilim şike yasası değişikliğinde de AKP içi saflaşmalarla gündeme gelmişti. Daha önce de Beşir Atalay ve Hakan Fidan gibi iktidar kadroları Gülencilerin yıpratma kampanyalarına hedef olmuştu. Vatan yazarı Bilal Çetin, 14 Şubat tarihli yazısında polise yönelik büyük bir atama ve görevden alma dalgası olacağını yazmıştı. Söz ettiği dalga iki gün içinde başladı. Ancak ilginç olan Çetin’in bu görevden almaları MİT krizine değil, MİT krizi öncesi Tayyip Erdoğan’a sunulan “cemaat örgütlenmesi ile ilgili bir dosya”ya bağlaması idi. Çetin’in henüz gerçekleşmemiş diğer iddiasına göre tasfiye operasyonu polisin
ardından yargıya da uzanacak. Fidan, bu dosyayı sunan kişi olmakla itham ediliyor. Hürriyet yazarı Şükrü Küçükşahin’in yazdıklarına bakılırsa, Fidan bir görüşmede “Gülen Cemaati devlette örgütleniyor” sorusuna “Paralel bir örgütlenmeye devlet içinde izin vermemek ana görevimiz” şeklinde yanıt vermiş. Söz konusu itham AKP medyasının amiral gemisi Sabah Gazetesi yazarı Ferhat Ünlü tarafından dolaylı olarak şu cümlelerle doğrulandı: “Krizi, ‘devlet, 'paralel devlet'e karşı’ ifadesiyle özetlemek mümkün. Beklenen son savaş Armageddon- biraz erken başladı.” Ali Bayramoğlu ise daha açık ve dürüsttü: “[Cemaate karşı] tedbirlerin niteliği, yerindeliği,
Gün gün MİT krizi M‹T müsteflar› Hakan Fidan’›n ifadeye ça¤r›lmas› ile bafllayan kriz, Halk›n Sesi’nin bir önceki say›s› bask› aflamas›ndayken patlak verdi. O nedenle, 14 gün için yaflananlar› hat›rlatmak yerinde olacakt›r
hukukiliğine ilişkin tartışmalar, şu aşamada, fazla anlam taşımıyor, zira iktidar kavgası keskin... ''
MEDYADA AYRIfiMA “MİT krizi”nde Sabah, Star, Takvim, Yeni Şafak ve Akit gazeteleri Fidan’ın ve Erdoğan’ın yanında; Zaman, Taraf ve Bugün gazeteleri Fidan’ın karşısında saflaştı. Gülenciler savcılara ve polislere övgüler dizerken, Erdoğancılar MİT’i savundu. Manşetlerde açık saflaşma, ağır kalemlerin iç sayfalardaki yazılarında ise itidal, dostluk, kardeşlik çağrıları vardı. Ancak iki taraf da kardeşlik çağrısını yaparken, karşılıklı tehditleri ve kavgayı sürdürüyordu. Erdoğan’ın akıl hocası Yalçın
7 fiubat: M‹T Müsteflar› Hakan Fidan, eski Müsteflar Emre Taner ve eski Müsteflar Yard›mc›s› Afet Günefl, KCK soruflturmas›n› yürüten ‹stanbul Özel Yetkili Savc›s› Sadrettin Sar›kaya taraf›ndan telefonla aranarak ertesi gün ifade vermeye ça¤r›ld›. 8 fiubat: ‹fade vermeye giden olmazken M‹T, Baflbakanl›k ve Cumhurbaflkanl›¤› aras›nda yo¤un bir trafik bafllad›. Hükümet, ‹stanbul Terörle Mücadele fiube Müdürü Yurt Atayün ve ‹stihbarat fiube Müdürü Erol Demirhan’› görevden ald›.
Akdoğan’ın Yeni Şafak’taki yazısı bunun bir örneğiydi. “Cemaatle aramızda bir kavga yok, zaten olamaz da” diyen Akdoğan, bu hamlenin Başbakan’ı hedef aldığını yazıyor ve “Cemaat”i üstü kapalı olarak tehdit ediyordu: “Eğer bu girişimi başlatanlar istemeden böyle bir duruma sebep oldularsa bir adım sonrasını göremeyecek bir yetersizlik içindedirler.” Erdoğan’ın “Seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz” sözleriyle öne çıkan açıklamaları da, Fidan’a yönelik hamleyi kendisine yönelik bir tehdit olarak gördüğünü ortaya koyuyordu. Erdoğan haksız değil. Başbakan’ın emriyle ile PKK ile görüşen Fidan’ın bu görüşmeden dolayı soruşturulması, Erdoğan’ın suçlanması anlamına geliyor.
9 fiubat: M‹T karfl› hamlesini yapt› ve “‹fade için Baflbakanl›k'tan izin al›nmas› gerekir. Soruflturma Ankara'ya gönderilmeli” diyerek savc›l›¤a görev ve yetkisizlik itiraz›nda bulundu. 10 fiubat: Adana’da Esad yönetimi ile iflbirli¤i yapt›¤› iddias› ile 5 M‹T’çi gözalt›na al›nd›. Öte yandan hükümet “M‹T mensuplar›n›n veya Baflbakan taraf›ndan özel bir görevi ifa etmek üzere görevlendirilenlerin” suç iflleseler dahi Baflbakan izni olmadan soruflturulmas›n› engelleyen bir yasa teklifi haz›rlad›. 11 fiubat: Savc› Sadrettin
Sar›kaya görevden al›nd›. 12 fiubat: Fethullah Gülen, kriz patlak verdi¤i s›rada ikinci ameliyat› nedeniyle tedavi gören Tayyip Erdo¤an’a “geçmifl olsun” mesaj› gönderdi. Erdo¤an, ilk ve as›l ameliyat›n›, Gülen Hareketi ile karfl› karfl›ya geldi¤i fiike Yasas› krizi s›ras›nda geçirmifl, Gülen “geçmifl olsun” dememiflti. 15 fiubat: ‹stanbul Emniyet Müdürlü¤ü ‹stihbarat fiube Müdürlü¤ü ile Terörle Mücadele fiube Müdürlü¤ünde görevli 9 personelin görev yerleri de¤iflti. Bu polisler, Hanefi Avc›’n›n “Haliç’te
Baharın gelişi şubattan belli M
edyanın “güzide” kalemleri MİT krizi sırasında Fethullah Gülen ve Tayyip Erdoğan’dan hangisinin müzakereci hangisinin çatışmacı olduğunu tartışırken, 13 Şubat’ta şu ana kadarki en büyük KCK operasyonlarından biri geldi. Operasyonlarda KESK yöneticisi kadınlar ve sanatçılar hedef alındı. Ankara’da aralarında KESK Kadın Sekreteri Canan Çalağan ve SES Kadın Sekreteri Bedriye Yorgun’un bulunduğu 9 kadın sendikacı tutuklandı. Operasyonlarda sinemacıların ve şairlerin de hedef alınması İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in sanatı da içine alan “terör” tanımını hatırlattı. Operasyonlara KESK başta olma üzere toplumsal muhalefet bileşenleri sokağa çıkarak yanıt verdi. İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın 28 ilde 149 kişinin gözaltına alındığı operasyonlarla KCK’nın kırsalmetropol ağı çökertildiğini ve sonunun geldiğini iddia ederken, gözaltına alınlardan büyük bölümünün serbest bırakılıp 26’sının tutuklandığı operasyon son dönemlerde tutuklama oranı en düşük operasyon olarak dikkat çekti. Delilleri özel yetkili mahkemelere dahi tutuklama gerekçesi üretemeyen bir
operasyonun “örgütü çökerttiği” iddiası, 30 yıldır defalarca tekrarlanan “operasyon palavraları” arasına katıldı. Diğer taraftan Abdullah Öcalan'ın avukatlarının bir görüşme başvurusu daha 21 Şubat’ta reddedildi. 27 Temmuz 2011’den bu yana Öcalan’la görüşmelerin engellenmesi Kürt sorununda çözümsüzlüğü derinleştirmeye devam ediyor.
SOKAKLAR ISINACAK Hükümet cephesi saldırılarını sürdürürken Kürt hareketi baharda “Edi bese, An azadi, an azadi” (Yeter artık, ya özgürlük, ya özgürlük) sloganıyla yeni bir
hamle yapmayı hedefliyor. Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinin yıldönümü olan 15 Şubat’taki eylemler, tecrite ve savaşa karşı açlık grevleri, 21 Şubat Uluslararası Anadil Günü etkinlikleri etrafında ısınan muhalefet, Mart ayında daha da yükselecek. 15 Şubat eylemlerinin dikkat çeken yönleri yaygınlığı ve hedefiydi. ANF’nin geçtiği bilgiye göre toplam 40 il ve ilçe merkezinde kitlesel basın açıklamaları yapıldı. Kürt illerindeki dükkanlar kepenk açmadı, öğrenciler okul boykotu yaptı. Diyarbakır’da uzun süredir kepenklerin kapanmadığı Ofis
semtinde dahi eylem kararına uyuldu. Köln, Paris, Zürih ve Londra'da Zaman gazetesi büroları hedef alınırken, Türkiye’deki çeşitli eylemlerinin hedefinde BİM marketler zinciri vardı. Öte yandan, aralarında Şırnak milletvekilleri Selma Irmak ve Faysal Sarıyıldız'ın da bulunduğu altmışın üzerinde tutuklu, “hükümetin baskı, tecrit, savaş ve katliam politikalarını protesto etmek amacıyla” süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine başladı. Bu eylemleri desteklemek üzere çok sayıda ilde ve ilçede açlık grevleri başlatıldı. Blok vekilleri de eylemlere destek vermek için iki günlük açlık grevi yaptılar. Bu arada BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş süresiz açlık grevine giren tutuklu BDP Şırnak Milletvekili Selma Irmak ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada açlık grevine giren tutuklulara görüş yasağı getirildiğini duyurdu. BDP Eş Genel Başkanı Gülten Kışanak da grup toplantısında yaptığı konuşmada tutuklu milletvekilleri ve belediye yöneticileriyle ilgili konuşurken Tayyip Erdoğan’ın MİT krizi konusundaki sözlerini hatırlattı: "Hani seçilmişleri atanmışlara kul etmeyecektiniz?" dedi.
KAÇINILMAZ KAVGA Kavga, iktidar gücünü tekelinde toplayan Erdoğan ile yeni rejimin operasyonel kurumlarında kadrolaşan Gülen Hareketi arasında sürüyor. “Devlet - paralel devlet” söylemi bu gerçeğin bir ifadesi. AKP’nin iktidar mücadelesinde, ulusalcı hasımlarına karşı birleşip iç farklılıklarını geri planda tutan bu iki güç şimdi iktidar içi rekabet gerçeği ile baş başa. Çünkü, şimdi sorun iktidarın nasıl ele geçirileceği değil nasıl paylaşılacağı sorunu. Polis ve yargı gibi yeni rejimin merkezi operasyonel araçları haline gelen iki kurumda Gülen Hareketi etkin ancak bu kurumlar üzerinde kontrol kurma gücü de dahil olmak üzere bütün iktidar Erdoğan’ın elinde toplanmış durumda. Çatışma kaçınılmaz ancak hem kavga için haklı gerekçelerin gösterilmesi hem de paylaşılabilecek bir iktidar olması için hasımlara karşı iktidar içi bütünlüğün sağlanması gerekiyor. Gülen Hareketi kendi hamlelerini gerekçelendirmek için Kürt sorunundaki ve dış politikadaki krizleri kullanırken, hükümet bu hamlelerin İsrail’in, Ergenekon’un vs işine geldiği söylemini kullanıyor. Çatışma sırasında iktidar içi bütünlüğün ve taban desteğinin korunması için de, ortak düşmanla kavga tırmandırılıyor. İç kavgada dahi söylem olarak “KCK, vesayet ve Ergenekon ile mücadele” öne çıkarılıyor. Sadece birbirlerini yemiyorlar; AKP içi dalaşa Kürtlere, sola ve CHP’ye saldırılar eşlik ediyor. Ancak, bazı Gülencilerin iddia ettiği gibi iktidar kendi ayağına sıkmıyor. İktidarı muhafaza etmenin gereği ne ise o yapılıyor. Ve iktidar bazen kendi evlatlarını da yiyor…
yaflayan Simonlar” adl› kitab›nda polisteki “Cemaat örgütlenmesi”nin as kadrosu olarak an›lm›flt›. 17 fiubat: Hükümetin, Baflbakan’a ba¤l› kifli ve kurumlar› Özel Yetkili Mahkemeler ve genel olarak yarg› karfl›s›nda dokunulmaz k›lan yasas› Meclis’te kabul edildi. Yasa 13 saat sonra Cumhurbaflkan› Abdullah Gül taraf›ndan onayland›. 19 fiubat: Tayyip Erdo¤an, kriz sonras›nda ilk kez konufltu 20 fiubat: Terörle Mücadele, Organize fiube ve ‹stihbarat fiubesi’nde görevli 700 polise flark tayini ç›kt›¤› haberi medyaya düfltü.
AKP kör numarasına yatıyor M
eclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesinde oluşturulan Uludere Alt Komisyonu 34 kişinin öldürüldüğü Roboski katliamının Heronlar tarafından çekilmiş görüntülerini izledi. AKP’li vekiller dışında görüntüleri izleyen herkes katliamın “göz göre göre” geldiğini kabul etti ancak cinayeti bir tek iktidar partisi vekilleri göremedi. Genelkurmay Başkanlığından görevlilerin ve ASELSAN'dan gelen uzmanların geldiği komisyonda görüntülerin izlenmesinin ardından BDP’li ve CHP’li vekiller bombalanan kişilerin sınır ticareti yapan köylüler olduğunun apaçık olduğuna dair çeşitli açıklamalar yaptılar. BDP-Blok milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün ifadesiyle ’Köylüler Roboski’de ne anlattıysa görüntülerde de aynı şeyleri vardı”. Apaçık görüntüleri sadece AKP’li vekiller “seçemediler”. AKP’li milletvekillerinin çoğunluğu soruşturmanın gizliliğini öne sürerek herhangi bir açıklamada bulunmazken, sadece TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün "Görüntüler tek başına büyük resmi görmeye yetmez" dedi. Süreç ilerledikçe başka kapıların ve pencerelerin açıldığını savunan Üstün sürecin bu nedenle uzayabileceğini söyledi ve “sabırlı olunmasını” tavsiye etti.
5
DÜNYA 23 Şubat 2012 / 7 Mart 2012
Halk›n Sesi
Yunanistan: Savaşa karşı savaş E
konomik krizdeki Yunanistan’a verilecek 130 milyar Euroluk ikinci “kurtarma” paketi 21 Şubat’taki Euro Bölgesi Maliye Bakanları toplantısında kabul edildi. Avrupa Merkez Bankası, IMF ve AB tarafından denetleneceği açıklanan kemer sıkma politikalarına bağlı olan kredi paketi Yunanistan’a “kurtuluş” getirmedi. Çok sıkı denetlenecek olan ve kredi için koşulan olmazsa olmaz şartlar halka yönelik ağır bir saldırı dalgası anlamına geliyor. 130 milyar Euro daha ülkeye gelmeden hükümet, 3 milyar Euroluk harcama kesintisi taahhüdünde bulundu. Bu kesintiler kamu harcamalarından yapılacak. Pakete göre en az 2020’ye kadar kamu emekçilerinin maaşlarında kesintiler yapılması, vergilerin arttırılması, emeklilik haklarının kısıtlanması ve büyük bir özelleştirme dalgasının başlaması öngörülüyor. YENİ BİRİKİM SÜRECİ Devletin boşalttığı alanlara özel şirketler yerleştirilerek ülkede büyük devletlerin kontrolünde yeni bir sermaye birikim süreci başlatılacak. Bu süreçte yer alabilmek için şirketler “fedakârlık” bile yaptı. 21 Şubat’ta kabul edilen pakete göre devletin özel kurumlara olan 200 milyar Euro borcunun 107 milyarlık kısmının silinecek olması, şirketlerin kaz gelecek yerden yumurta esirgemek istemediğini gösterdi. Borçlarda indirime gidilmesinin bir diğer sebebi de, Yunanistan’ın iflasını açık-
A
B ve IMF’nin dayatığı yıkım paketini kabul eden hükümet halka savaş açtı. Halk için artık tek çare savaşmak
laması durumunda hiç para alamama korkusu. Papandreu hükümetinin istifasından sonra göreve gelen teknokrat hükümet, kredi anlaşması nedeniyle önümüzdeki günlerde en az 385 milyon Euro tutarında yeni bir kesinti paketi daha açıklayacak. Bu kesintilerin borçlar tamamen bitene kadar (resmi olarak 2020 hedef gösteriliyor) devam edecek olması da ülkede büyük bir yıkım meydana getirecek.
Almanya, Fransa ve İngiltere’nin başını çektiği Avrupa devletleri de Yunanistan’ın bu durumundan istifade ederek, neoliberal politikalarla ülke üzerinde egemenlik kurma derdinde. Son paketin ortaya çıkmasında ve kabul edilmesinde en büyük payı da bu üç ülke oynadı. Yapılan anlaşmaya göre Yunanistan’ın borçlarının vadesi yedi yıldan otuz yıla çıkarıldı. Beklenen kesintiler yapıldıktan sonra ülkeye 14.5 milyar Euro tutarında ilk öde-
me yapılacak. Bu parayla Yunanistan’ın 20 Mart’a kadar vadesi gelen borçlarını ödemesi ve temerrüde (gecikme) düşmesinin engellenmesi hedefleniyor. Yunanistan’ın temerrüde düşmesi durumunda güvensizlik ortamının oluşmasından ve 2008’dekine benzer bir kredi sıkıntısı yaşanmasından korkan Avrupa devletlerinin Yunanistan’a neden “şefkat” gösterdikleri de tüm bunlarla anlaşılmış oluyor.
İber yarımadası isyanda E
uro Bölgesi'nin dördüncü büyük ekonomisi olan İspanya'da neoliberal yıkım paketlerine karşı eylemler devam ediyor. 21 Şubat’ta Valancia'da yapılan eylemde, eğitimde yapılan kesintileri protesto eden binlerce öğrenci sokağa çıktı. Öğrencilerin eylemine polis saldırınca eğitim hakkını savunan öğrenciler ile polis arasında çatışma yaşandı. Eyleme katılan bir öğrenci, "Geçen haftaki eylemde polisin uyguladığı orantısız gücü protesto için de bir araya geldik. Ancak bugünü sorarsanız geçen haftayı aratıyor diyebilirim" dedi. Öğrenciler, yerel hükümet istifa edene kadar protestolarını sürdürme kararı aldıklarını ifade ediyorlar. İspanya’da geçen yıl Mayıs ayında büyük bir eylem dalgası başlamış ve büyük çoğunluğunu öğrencilerin oluşturduğu 15 Mayıs hareketi ülke genelinde meydanları işgal etmişti. Başkent Madrid’deki Sol Meydanı’nda başla-
Suriye açmazı
Immanuel Wallerstein
Etkili konuşmaların tonu yüksek, iç savaş çirkin olmasına karşın, hiç kimse gerçekten Esad’ın gitmesini istemiyor. Bu nedenle Esad ne olursa olsun kalacak
yan eylemler dehalkın haklanı için neoliberal politikalara karşı mücadele yükselmişti. PORTEKİZ GREVE GİDİYOR Ekonomik krizden çıkmak adına neoliberal paketlerle emekçilere yüklenen Portekiz hükümetine karşı tepkiler büyüyor. Ekonomik kriz ve neoliberal politikaların etkisini derinden hissettirdiği Portekiz'de İşçiler Genel Konfederasyonu 22 Mart'ta genel grev çağrısında bulundu. Konfederasyon Genel Sekreteri Armenio Carlos, "22 Mart'ta sömürü ve yoksulluğa karşı genel grev yapacağız" dedi. Konfederasyon, Avrupa Birliği ve Uluslararası Para Fonu'nun talimatları çerçevesinde hazırlanan neoliberal paketin kazanılmış hakları gasp ettiğini, sömürü ve yoksullaşmayı arttırdığını belirterek tüm emekçileri hakları için sokağa çıkmaya çağırdı. Portekiz'de 2 Şubat’ta toplu taşıma çalışanları büyük bir grev yapmıştı.
GENÇLERİN YARISI İŞSİZ Ülkede son bir yıl içinde iki yıkım paketi onaylanırken işsizlik oranı da aynı sürede yarı yarıya arttı. Yunanistan İstatistik Kurumu’nun verilerine göre geçen yıl 2010 yılı Kasım ayında yüzde 13.9 olan işsizlik oranı Kasım 2011’de yüzde 20.9’a yükseldi. Ülkede 25 yaş altı genç nüfusta işsizlik oranı ise yüzde 48'e vardı. Diğer yandan, açıklanan verilere göre Yunan halkının yüzde 27.7'si yoksulluğun eşiğinde yaşıyor. Eurostat verilerine göre, yoksulluk sıralamasında Yunanistan 27 AB üyesi arasında 7. sırada yer alıyor. Romanya ve Bulgaristan yüzde 41, Letonya yüzde 38, Litvanya yüzde 33, Macaristan yüzde 30, Polonya yüzde 27.8, Yunanistan yüzde 27.7 ile en yüksek yoksulluk oranlarına sahip ülkeler. Pakete karşı çıkan Yunan halkı da, neoliberal yıkıma tepkisini sokakta gösteriyor. Paketin onaylandığı gün başta Atina olmak üzere, on kentte hayatı durduran Yunanistanlılar, önümüzdeki süreçte de grevler ve sokak eylemleriyle bu yıkımı durdurmak için mücadele vereceklerini dile getiriyorlar. Ülkedeki yıkımın büyüklüğü ve bu yıkımdan tüm halkın etkilenmesi, sokaklarda hükümete ve emperyalistlere karşı verilen savaşı meşrulaştırmaya yetiyor. Daha önce hükümetin halka savaş açtığını dile getiren Yunan halkı sokaklarda öfkesini haykırırken şu mottoyu kullanıyor: “Savaşa savaşla cevap verilir!”
Fabrikayı işçiler ‘açtı’ F
ransa'nın Belçika sınırındaki Flarange kasabasında bulunan ArcelorMittal Demir-çelik Fabrikası'nda işçiler, geçici olarak kapatılan iş yerlerinin bir süre daha kapalı tutulması kararını protesto etmek için fabrikalarını işgal etti. "İşgal Et" hareketlerinden ilham alarak eylem başlattıklarını belirten işçiler, çadır kasaba kurarak işletmeyi süresiz olarak işgale karar verdiklerini bildirdi. İşçiler, geçen yıl geçici kapatma kararıyla 3 bin işçiye kapıyı gösteren şirketin, aralıklarla yaptıkları başvurularını karşılıksız bıraktığını ya da "red" cevabı verdiğini ifade ettiler. Dünyanın en büyük demir-çelik işletmesi olan ArcelorMittal, 2011'in son çeyreğinde 757 milyar Euro kayıp açıklamasına rağmen şirketin hala karda olduğu belirtiliyor.
7
iklim 5 kıta
Yemen’de ‘yeni’ dönem
Y
emen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih'in halk isyanları sonrası görevini devretmesinin ardından 33 yıllık Salih dönemine son verecek seçim yapılırken, Salih’i deviren muhalif grupların büyük çoğunluğu seçimi boykot etti. Salih’ten sonra tek adayın Salih’in sağ kolu Mansur Hadi’nin aday olmasıyla ülkede bir şey değişmeyeceğini belirten muhalifler, Salih’in kalıntıları temizlenene kadar mücadele devam etme kararı aldılar.
Christian Wulff istifa etti
M
ali usulsüzlük soruşturmasının sanığı olan Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff istifasını açıkladı. Wullf, kendisine duyulan güvenin azalmasını gerekçe göstererek 17 Şubat’ta görevden ayrıldı. Mali usulsüzlük iddialarını araştıran savcılar, federal parlamentodan Cumhurbaşkanı Wulff'un dokunulmazlığının kaldırılmasını talep etmişti. Suçsuz olduğunu iddia eden Wulff’un istifa etmesi için Ortadoğu’daki eylemlerden esinlenerek “ayakkabılı” eylemler yapılmıştı. Merkez sağ Hıristiyan Demokrat partinin üyesi olan Wulff’un istifasından sonra bir ay içinde yeni bir aday çıkması bekleniyor.
Dünya gündeminde en çok yer edinen ülkeerin başında Suriye geliyor. Bir yandan emperyalist blokun ülke üzerindeki planları, diğer taraftan emperyalist işbirlikçisi ülkelerin paçasından tutup al aaşğı etme çabası... Suriye’ye ilişkin tüm bu tartışmaları ABD’li yazar Wallerstein’in kaleminden sizlere sunuyoruz... Beşar Esad, dünyada en az sevilen insanlardan biri olmada zirveye doğru yükseliyor. Hemen hemen herkes tarafından zalim olmakla, gerçekten de çok kanlı bir zalim olmakla suçlanıyor. Onu kınamayı reddeden hükümetler bile ona baskıcı yöntemlerini dizginlemesi ve içerdeki muhaliflerine karşı çeşitli siyasi tavizler vermesi yönünde tavsiyelerde bulunuyor gibi görünüyorlar. Peki, Esad’ın tüm bu tavsiyeleri görmezden gelmesi ve Suriye’nin siyasi kontrolünün devamı için yaptığı had safhadaki baskıyı sürdürmesi nasıl oluyor? Koltuğunu bırakması için neden hiçbir dış müdahale yok? Bu soruları yanıtlamak için ilkin onun gücünü değerlendirelim. Evvela, Esad’ın oldukça güçlü bir ordusu var ve şimdiye kadar, birkaç istisna dışında, ordu ile ülkedeki diğer şiddet aygıtları rejime sadık kaldı. İkincisi, bir iç savaş tanımının artarak yapıldığı bir durumda o hâlâ halkının en az yarısının desteğine hakim görünüyor. Hükümetin kilit görevleri ve resmi kurumlar, Şiiliğin bir kolu olan Alevilerin elinde. Aleviler, nüfusun bir azınlığı ve kuşkusuz çoğunluğu Sünni olan muhalif güçlerin iktidara gelmesi halinde kendilerine ne olacağından korkuyorlar. Ayrıca kayda değer diğer azınlık güçler Hıristiyanlar, Dürziler ve Kürtler- bir Sünni hükümete karşı aynı derecede ihtiyatlı görünüyorlar. Son olarak büyük ticaret burjuvazisi henüz Esad ve Baas rejiminin karşısına geçmiş değil. Ama bu gerçekten yeterli mi? Eğer hepsi bu olsaydı, Esad’ın gerçekten uzun süre
direnebileceğinden kuşku duyardım. Rejim, ekonomik bakımdan sıkıştırılıyor. Muhalif Özgür Suriye Ordusu, Irak Sünnilerinden ve muhtemelen Katar’dan silah desteği alıyor. Ve dünya basını ile her tür politikacıdan gelen kınama korosunun sesi günden güne daha güçlü çıkıyor. Buna karşın bugünden bir ya da iki yıl sonra, Esad’ı gönderilmiş veya rejimi kökten değişmiş olarak bulacağımızı düşünmüyorum. Nedeni, onu en güçlü sesle suçlayanların, onun gitmesini gerçekten istememeleri. Bunları tek tek inceleyelim. Suudi Arabistan: Dışişleri Bakanı New York Times’a “Şiddet durdurulmalı ve Suriye hükümetine daha fazla şans tanınmamalı” dedi. Bu sözler gerçekten sert, ancak arkasından gelen “Uluslararası müdahale reddedilmeli” kısmı işin rengini değiştiriyor. Gerçek şu ki, Suudi Arabistan, Esad karşıtlarına inanılmasını istiyor ama ardından gelecek hükümetten de çok korkuyor. Esad sonrası (muhtemelen oldukça anarşik/kargaşalı) bir Suriye’de El Kaide’nin bir dayanak bulacağını biliyor. Ve Suudiler, El Kaide’nin ilk hedefinin Suudi rejimini devirmek olduğunu da biliyor. Öyleyse “uluslararası müdahaleye hayır.” İsrail: Evet, İsrailliler aklını İran ile bozmayı sürdürüyor. Ve evet, Baas Suriye’si, İran dostu bir güç olmaya devam ediyor. Fakat aslına bakılırsa Suriye, İsrailliler için nispeten sessiz bir komşu, bir istikrar adası olmuştur. Evet, Suriyeliler Hizbullah’a yardım ediyor ama Hizbullah da nispeten sessiz. İsrailliler, Baas sonrası
Suriye’de çalkantı riskini almayı gerçekten neden istesin ki? Hem o zaman iktidarı kim alacak ve bunlar kendi meşruiyetlerini İsrail’e karşı cihat ilan ederek kurmak zorunda kalmayacak mı? Ve Esad’ın düşüşü, Lübnan’ın şu an keyfini çıkarıyor göründüğü nispi sakinliğinin ve istikrarının altüst olmasına, Hizbullah radikalizminin güçlenmesi ve yenilenmesi ile sonuçlanmasına neden olmaz mı? Esad’ın düşmesi durumunda İsrail’in kazanacağı pek bir şey yok, kaybedeceği ise çok şey var. ABD: ABD hükümeti, kendinden emin konuşuyor. Ama pratikte ne kadar ihtiyatlı olduğunun farkında mısınız? Washington Post 11 Şubat’taki bir haberine şu başlığı attı: “Katliam yapılırken ABD Suriye’de ‘iyi bir seçenek’ görmüyor.” Makale ABD hükümetinin “askeri müdahale heveslisi olmadığına” işaret ediyor. “Bu sadece özgürlük meselesi değildir” sözleriyle durumu itiraf edecek kadar dürüst olan Charles Krauthammer gibi neo-con entelektüellerin baskısına karşı heves yok. Onun da dediği gibi, bu gerçekten İran’daki rejimi yıkmak ile ilgili. Ama Obama ve danışmanlarının iyi bir seçenek görememesinin nedeni tamamen bu mu? Libya’ya operasyon için sıkıştırdılar. ABD’nin pek can kaybı olmadı ama sonuçta gerçekten jeopolitik fayda sağladılar mı? Yeni Libya rejimi, şayet yeni bir Libya rejiminden söz edebilirsek, daha mı iyi? Ya da bu, Irak’tan çıkışına neden olan uzun süreli bir iç istikrarsızlık sürecinin başlangıcı mı? Bu nedenle Rusya, Suriye üzerindeki Birleşmiş Milletler önergesini veto ettiğinde, ABD’nin derin bir oh çektiğini anlayabildim.
Çatışmanın hedefini büyütmeye ve Libya-tarzı bir müdahale başlatmaya yönelik baskı kaldırıldı. Obama, Rus vetosu ile cumhuriyetçilerin Suriye tacizine karşı korunmuştu. ABD’nin Birleşmiş Milletler’deki elçisi Susan Rice, suçu Rusların üzerine atabilir. “İğrençlerdi” dedi o; oh ne diplomatça. Fransa: Suriye’de bir zamanların egemen rolüne her zaman hasret duyan Dışişleri Bakanı Alain Juppé, bağırıyor ve suçluyor. Ya askeri birlikler? Şaka yapıyor olmalısın. Yaklaşan bir seçim var ve askeri birlikleri göndermek asla destek görmez, özellikle Libya’da olduğu gibi pastadan dilim alamadığından beri. Türkiye: Türkiye, Arap dünyasıyla ilişkilerini son on yılda inanılmaz derecede geliştirdi. Sınırlarındaki iç savaş nedeniyle kuşkusuz mutsuz. Bir tür siyasi uzlaşma görmekten mutlu olur. Ama Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, garanti vererek şunları söyledi: “Türkiye taraf değiştirmiş ordu mensuplarına silah ya da destek sağlamıyor.” Türkiye aslında tüm taraflarla dost kalmayı istiyor. Ve ayrıca Türkiye’nin kendi Kürt sorunu var ve Suriye, şimdiye dek yapmaktan çekindiği şeyi yapıp Kürtlere aktif destek verebilir. Bu şartlar altında kim Suriye’ye müdahale etmeyi ister? Belki Katar. Ama Katar, zengin olsa bile hemen hemen hiç büyük bir askeri gücü yok. Sözün özü, etkili konuşmaların tonu yüksek, iç savaş çirkin olmasına karşın, hiç kimse gerçekten Esad’ın gitmesini istemiyor. Bu nedenle Esad ne olursa olsun kalacak. 15 Şubat 2012
M›s›r bir y›ld›r ‘ayn›’
O
n binlerce Mısırlı başkent Kahire'de Mübarek rejiminin devrilmesinin yıldönümünde yine sokaklara çıktı. Mübarek’in devrilmesinin yıl dönümünde bu kez orduyu devirmek isteyen Mısırlılar, bütün ülkeye yayılmasını bekledikleri grevi de 11 Şubat’ta başlattılar. Savunma Bakanlığı önünde toplanan on binlerce kişi “Kahrolsun ordu” sloganları atarak Mübarek rejimini devam ettiren askeri yönetimi istifaya çağırdı. Mısırlılar 11 Şubat’ın özgürlük ve demokrasi için yaşandığını ancak bir yıllık sürede değişen bir şey olmadığını ifade ediyorlar.
Senegal’de isyan
S
enegal'de seçimler yaklaşırken var olan yasaları ihlal ederek yeniden aday olan devlet başkanına karşı tepkiler gittikçe yükseliyor. 12 yıldan bu yana devlet başkanı olan ve bir daha seçimlere giremeyecekken meclis kararıyla aday olan Abdoulaye Wade’ye tepki gösteren Senegallilerle polis arasında çatışmalar yaşanıyor. Wade seçimlerin adil olacağını söyleyerek eylemlerin sona erdirilmesini istese de, iktidar baskısıyla çıkarılan bir yasayla Wade’in başkan olmasını istemeyen Senegalliler, talepleri gerçekleşene kadar eylemlere devam edeceklerini belirtiyorlar.
6
İNSANCA YAŞAM 23 fiubat 2012 / 7 Mart 2012
Halk›n Sesi
Yoksulluk var ki verem var Bakanlığı’nın birincil olan bu hizmetin yürütülmesinden de çekildiğini söyledi. Hastaların tanı ve takibi aile hekimlerine devredildiğini belirten Ağkoç piyasa odaklı sağlık politikaları uygulayan ülkelerde tüberküloz vakalarında artışlar olduğunun altını çizdi. Ticari perspektifle düşünenler açısından tüberküloz tedavisinin kârlı bir alan olmadığını söyleyen Ağkoç sağlık kuruluşlarının bu hizmetlerden çok kâr edemediği için de üzerine eğilmediğine işaret etti. Ağkoç, bu süreçten en fazla zarar görenlerin tüberküloz hastaları olduğunu vurguladı. Ağkoç son olarak Sağlık Bakanlığı teşkilat yapısını düzenleyen 663 Sayılı KHK ile Verem Savaş Daire Başkanlığı’nın kaldırıldığını ve bu merkezlerin Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’na devredildiğini belirtti.
B
olu’da bir lisede otaya çıkan verem vakası, halk sağlığını yakından ilgilendiren ve toplumsal bir sorun olan verem konusunda Türkiye’nin sağlıkta dönüşümle beraber başa döndüğünü gösterdi. Sağlıkta dönüşümle beraber Verem Savaş Dispanserleri ve ilgili sağlık kurumlarının tasfiye edildiği sağlık sisteminde, bu hastalığa yakalananları işten atma uygulamaları yaygınlaşabilir. Bolu Anadolu Lisesi’nde çalışan temizlik işçisi İ.T’ ye verem tanısı konuldu. Verem teşhisi konulmasının ardından, okulda yapılan tüberkülin cilt testi sonucu, aralarında öğrencilerin ve öğretmenlerin olduğu 12 kişide daha verem hastalığına rastlandı. Bolu Valisi, Milli Eğitim Müdürlüğü’nün veremli işçinin işine son verdiğini açıkladı. Türkiye İş Kurumu’nun işsizleri kapsayan Toplum Yararına Çalışma Projesi’yle Bolu Anadolu Lisesi’nde çalışmaya başlayan 47 yaşındaki temizlik işçisi İ.T. verem hastalığı tedavisi görüyor ve artık bir işi yok. Akciğer sağlığı ile ilgili çalışmalar yürüten Türk Toraks Derneği temizlik işçisinin işine son verilmesini son derece tehlikeli ve sakıncalı bulduğunu açıkladı. Dernek, yaptığı açıklamada veremin tedavisinin mümkün olduğunu ve hastaların tedaviden sonra işine dönebileceğini ve her işi yapabileceğini hatırlattı. Konuyla ilgili olarak veremin ortaya çıkma sebeplerini ve sağlıkta dönüşüm programının toplum sağlığı üzerine etkisini İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Süheyla Ağkoç’la konuştuk. Ağkoç, verem hastalığının tek başına biyolojik bir sorun olmadığını, veremin ortaya çıkmasında yaşam koşullarının çok önemli rolü olduğunu anlattı. Ağkoç, veremin bir yoksul hastalığı olduğunu belirtirken,
Verem hastalığı yeniden yaygınlaşıyor, Türkiye’nin onlarca yılda kazandığı tedavi deneyimi sağlıkta dönüşümle siliniyor tüberkülozun tedavisinin yıllardır bilindiğini fakat dünyada en yaygın bulaşıcı hastalıklardan birisi olduğunu vurguladı. NEREDE DÖNÜfiÜM ORADA TÜBERKÜLOZ Dr. Süheyla Ağkoç tüberküloz hakkında şu bilgileri verdi:
Tüberküloz hastalığının ortaya çıkmasında işsizliğin, yoksulluğun, barınma ve beslenme koşullarının önemli bir rolü var. Bu yoksunluklar tedavinin önünde de engel oluşturuyor. TTB’nin hazırladığı Tüberküloz Raporu’nda da Türkiye’de tüberküloz hastalarının yüzde 79’unun herhangi bir
işte çalışmadığı, yüzde 30’unun iş bulma güçlüğü çektiği verileri yer alıyor. Ağkoç, ayrıca, piyasa odaklı sağlık politikalarının uzantısı olarak ülkemizde de uygulamaya giren sağlıkta dönüşüm programıyla, verem savaş dispanserlerinin konumunun ikinci plana itildiğini, uzun zamandır Sağlık
PARALI SA⁄LIK TEDAV‹YE ENGEL TTB’nin hazırladığı Tüberküloz Raporu’nda sağlık hizmetlerinin piyasalaştırılması sonucunda hangi hastalıkların tedavisine öncelik verileceğinin, hastaların sisteme getirdikleri maliyet yükü ve hastalığın tedavisinin karlı olup olmadığına göre hesaplandığı belirtiliyor. Tüberkülozun, sosyoekonomik yönüyle değerlendirilmesi gereken bir hastalık olduğu vurgulanıyor. Bu nedenle hastalıkla mücadelenin de hastalığı toplumsal bağlamda ele alan bir program içinde yürütülmesi ve tedavinin sürekliliğini sağlayacak sağlık politikalarının oluşturulması gerektiği ifade ediliyor. Dr. Süheyla Ağkoç’un sözleri ve TTB’nin raporunda belirtilenler, veremin sadece bir hastalık olmadığını, yaşam koşullarının ve sağlık hizmeti politikalarının verem tedavisinin önemli bir parçası olduğunu gösteriyor.
Otelcinin çırasını yaktılar
A
ntalya’nın Kemer İlçesi’nde bulunan Çıralı köyünde halk, sahillerine sahip çıkıyor. Bir doğa harikası olan ve türü tükenmekle karşı karşıya olan caretta caretta kaplumbağalarının yaşam alanı bölge, mesire alanı ve otel yapımı tehditiyle karşı karşıya. Sahillerine dokunulmasını istemeyen halk ise bu duruma karşı çadır kurarak nöbet tuttmaya başladı. Verilen bu mücadele sonucunda halk da ilk kazanımlarını elde etti. Antalya Valisi Ahmet Altıparkmak proje alehine açılan davalar sonuçlanana kadar bir çivinin dahi çakılmayacağı sözünü verdi. Dava sonuçlanana kadar kazanım sağlayan yöre halkı ise bu projenin tamamen iptal edilmesi için mücadelelerini sürdürmekte kararlı. Halk bir yandan da internet ortamında imza kampanyası sürdürüyor.
Sağlık için ilk meclis Mamak’ta Sağlık hakkı mücadelesi bileşenlerinin 21 Aralık grevinde kurdukları Sağlık Hakkı Meclisleri ete kemiğe bürünmeye başladı. İlk adım Mamak’ta atıldı
S
İhale işbirlikçi Özaltın’da A
rtvin’in Cerattepe bölgesinde çıkartılması planlanan madenler için, yapılan ihale sonucu Özaltın A.Ş.’ye ruhsat verildi. Artvin halkı ise madenleri yaptırmamakta kararlı. Cerrattepe’de yıllardır verilen mücadele sonucunda iptal edilen maden çıkartma ruhsatı yeni maden kanunuyla tekrar gün yüzüne çıktı. 17 Şubat günü Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nde gerçekleşen ihale sonucunda bölge yaklaşık 98 milyon liraya Özaltın A.Ş’ye teslim edildi. Artvin’in Merkezi’nin 15 katı büyüklüğünde olan bölüm artık Özaltın A.Ş’nin. Özaltın A.Ş. bu alanda bulunan altın, bakır ve çinko gibi elementlerin çıkartılması için çalışmalar başlatacak. Çalışmaların tünel mi yoksa açık maden ocağı şeklinde mi yapılacağı tam olarak bilinmemekle birlikte maden mühendisleri bu kadar büyük bir arazide ancak açık işletmelerin yapılabileceğini söylüyor. Bu da bin 400 bitki türünün bulunduğu, 120 endemik çeşidin yer aldığı, yırtıcı kuşların göç ederken kullandığı ve 2 milyondan fazla ağacın bulunduğu bir bölgenin yok olması anlamına geliyor. Bunun yanında altın madenlerinde kullanılan siyanürün depolanacağı alanlar Artvin’in jeolojik durumundan dolayı mevcut değil. Maden çıkartılması için kullanılacak olan siyanürün nasıl depolanacağı ise soru işareti.
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
ağlık alanında yapılan saldırılara karşı birçok yerde Sağlık Hakkı Meclisleri ile direnişe hazırlanırken Türkiye Büyük Sağlık Hakkı Meclisi 11 Mart’ta toplanıyor. Genel Sağlık Sigortası’nın yürürlüğe girmesi, tam gün yasasının KHK’larla geçirilmesi ve Sağlık Bakanlığı Teşkilat Yapısı ve Görevleri hakkındaki KHK’nin yürürlüğe girmesiyle sağlık alanında neoliberal dönüşüm sürüyor. Halkın ve sağlık hizmeti üretenlerin hakkını gasp eden ve sağlığı piyasalaştıran bu dönüşümlere karşı direniş merkezleri de oluşuyor. 21 Aralık grevi ile sağlık hakkı için meclisleşme kararı alan sağlık örgütleri bu direniş merkezlerinin temelini atıyor. İş yerlerinde Sağlık Çalışanları Meclisi kurma çalışması yapan emekçiler sokakta da Sağlık Hakkı Meclisleri’yle mücadeleyi büyütüyor. Türkiye Büyük Sağlık Hakkı Meclisi 11 Mart Pazar günü Ankara’da Ahmet Taner Kışlalı Spor Salonu’nda toplanacak. Mamak Sağlık Hakkı Meclisi’nin kuruluş çalışmalarında yer alan SES Ankara Şube üyesi Hüseyin
Boy, Halkın Sesi’ne yaptığı değerlendirmelerde, piyasacı yaklaşımın güçlenmesinden dolayı mücadele araçlarının da yenilenmeye ihitiyaç olduğunu belirtti. Mamak bölgesini pilot bölge seçtiklerini söyleyen Boy, “Mahallede oturan sağlıkçılar ve ziyaret ettiğimiz kurum temsilcileriyle ortak yaptığımız toplantıda meclis kuruluşunu daha geniş katılımlı halk toplantısıyla yapmayı uygun bulduk ve 4 Mart tarihini kararlaştırdık” dedi. Tek amaçlarının Mamak Sağlık Hakkı Meclisi’nden Ankara Sağlık Hakkı Meclisi’ne katılmak olmadığını söyleyen Boy asıl işlerinin Mamak’ta komisyonlar kurarak mahallelerde ekipleşebilmek ve halkçı bir yaşamı halk olarak kurabilmek olduğunu belirtti. Boy, herkesi 11 Mart’ta toplanacak olan Türkiye Büyük Sağlık Hakkı Meclisi’ne katılmaya davet etti. Pilot bölge Mamak’ta, Mamak Sağlık Meclisi’nin kurulması için de hazırlıklar başladı. Meclisin kurulması için Mamak’ta sokak sokak, ev ev gezilerek sağlık hakkı meclisleri anlatılıyor. Yapılan kahve ve ev
‹lki Mamak’ta kurulan Sa¤l›k Hakk› Meclisi’nin toplant›lar›na çok say›da mahalleli kat›ld›. toplantılarında, AKP’nin sağlık alanında gerçekleştirdiği neoliberal dönüşüm nedeniyle yaşadığı deneyimleri paylaşılıyor. Taşeron sağlık işçilerinin örgütü Devrimci Sağlık İş’in İç Anadolu Bölge Temsilci Sevinç Hocaoğlulları’nın da katılımıyla sağlıkta yaşanan uygulamalara ve sorunlara dair söyleşiler düzenleniyor. MUHTARLAR DA SA⁄LIK HAKKI MECL‹S‹’NDE
Öte yandan, SES Ankara Şubesi üyeleri Hüseyin Boy ve Kemal Yılmaz Mamak ilçesinde bulunan 18 muhtarla görüşerek Sağlık Hakkı Meclisi’ni anlattılar. Muhtarlarla yapılan değerlendirmenin ardından Sağlık Hakkı Meclisleri kurulması için toplantılar yapılması, bilgilendirici materyallerin dağıtılması kararı alındı. DOKTORLAR EMEKL‹LERLE BULUfiTU Batıkent semtinde de doktorlar
emeklilerle buluştu. Ankara Tabip Odası Başkanı Beyazıt İlhan’ın katıldığı toplantıda sağlıkta dönüşüm programı adı altında gelinen mevcut durum, performans uygulamaları, kamusal sağlık kurumlarının çökertilerek özelleştirmelerin özendirilmesi ve paralılaştırma süreci üzerine bilgi paylaşımı yapıldı. Yapılan konuşmalarla Türkiye Büyük Sağlık Hakkı Meclisi toplatısına kitlesel katılma kararı alındı.
‘Baz istasyonları için bir güzellik yapın’ Ulaflt›rma Denizcilik ve Haberleflme Bakan› Binali Y›ld›r›m, 81 ilin valisine genelge göndererek baz istasyonlar›n›n kurulmas› için kolayl›k yap›lmas›n› istedi. Bakan Y›ld›r›m, valiliklere gönderdi¤i genelgede elektronik haberleflmenin, herkes için vazgeçilmez bir ihtiyaç haline dönüfltü¤ünü belirterek, yerel yönetimlerin baz istasyonlar›na müdahalesinin engellenmesini istedi. Y›ld›r›m, yerel yönetimlerin, baz istasyonlar›n›n yerinin seçilmesine müdahalesini, haberleflme hizmetlerinin aksamas› olarak tarif etti. Yap›lan müdahalelerin, kurulum ve iflletme aflamalar›nda faaliyetlerin enerjisini kesti¤ini söyleyen Y›ld›r›m, valilere sorun ç›kmas›n› önleme talimat› verdi.
Y›ld›r›m baz istasyonlar›n›n “güvence”sini de Bilgi Teknolojileri ve ‹letiflim Kurumu (BTK) sertifikas› ile kuruldu¤unu söyleyerek verdi. Ancak BTK, flikayet baflvurusu olmadan denetim yapabilecek durumda de¤il. Çünkü hem personel yeterlili¤i bak›m›ndan hem teknik anlamda oldukça eksik. Buna ra¤men yasal olarak insan sa¤l›¤› ve çevreye olumsuz etkileri bak›m›ndan, baz istasyonu kurmak için uygun yer belirlenmesi ifllemi için BTK’den baflka yetkili tan›nm›yor. BTK’nin sorumlu oldu¤u Bakan ise baz istasyonlar›n›n kurulumuyla ilgili çevre ve insan sa¤l›¤›n› esgeçerek yay›mlad›¤› genelgede amaçlar›n› flöyle s›ral›yor: “Enerji hatlar›n›n tesisi ve enerji aboneliklerinin yap›lmas› dahil her türlü ko-
layl›¤›n sa¤lanmas› elektronik haberleflme hizmetlerinin sa¤l›kl› bir flekilde yürütülebilmesi, elektronik haberleflme sektörünün geliflimi ve yat›r›mlar›n aral›ks›z devam etmesi aç›s›ndan büyük önem arz etmektedir” BIRAKINIZ KURSUNLAR
Bakan›n “B›rak›n›z, kursunlar” talimat› verdi¤i baz istasyonlar›, yerleflim bölgelerinde uygun güvenlik mesafesi ve uyar› levhalar› dikkate al›nmadan infla edildi¤inde çevreyi ve halk sa¤l›¤›n› tehdit ediyor. Ancak, bu istasyonlar, baca, reklam panosu, mobese kameras› içine gizlenerek ve pek çok flekilde kamufle edilerek sa¤l›¤› tehdit eden yerlerde kurulmaya devam ediliyor.
7
İNSANCA YAŞAM 23 Şubat 2012 / 7 Mart 2012
Halk›n Sesi
İmam Hatip meselesi hallolundu A
KP, eğitim sisteminin zorunlu ve kademeli 1+4+4+4 yıl olarak yeniden düzenlenmesini öngören yasa teklifini 21 Şubat’ta meclis gündemine sundu. AKP parti grup başkan vekillerinin imzasını taşıyan “222 İlköğretim ve Eğitim Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”yle kesintili ve kademeli bir eğitim yapısı oluşturulacak. Yeni kademelendirmede 1 yıl okul öncesi (ana sınıfı) eğitimi, 4 yıl temel eğitim, 4 yıl yönlendirme ve ortaöğretime hazırlık eğitimi, 4 yıl ortaöğretim şeklinde olacak. SERMAYENİN, MESLEK LİSESİ RÜYASI GERÇEK OLUYOR Kademelendirilen eğitim sisteminde İlk 4 yıllık eğitimin ardından ikinci 4 yıllık aşama (ortaokul dönemi) “mesleğe yönlendirme” adını taşıyacak. Söz konusu kanun teklifinin gerekçeleri arasında öğrencilerin meslek eğitimine yönlendirilmesi yer alıyor. Meslek liseleri Koç’un “Meslek lisesi memleket melesi” sloganıyla simgelenen bir sermaye projesi olarak sürekli gündemde. Türkiye’de Dünya Bankası patentli MEGEP (Mesleki Eğitim ve Öğretim Sistemini Güçlendirme) projesi ile meslek liselerine ilginin artması, bu liselerin etkinleşmesi hedeflenmişti. Yeni yasa düzenlemesiyle “katsayı” uygulaması da değiştirilerek meslek liselilerin sınavlarda düz liseler karşısındaki “dezavantajlı” konumu da ortadan kaldırılıyor. Böylece geçen yıl çıkarılan torba yasa ile “stajyer”, “çırak emeği” adı altında meslek lisesi öğrencilerinin emeğini
Bir sermaye projesi olarak gündeme gelen 1+4+4+4 kademeli eğitim sistemi, imam hatiplerin önünü açan düzenlemelerle beraber yasalaşıyor
sömürüye açma planı, meslek liselerinin doluluk oranını garantileyerek bütünlendi. KIZ ÇOCUKLARI EVE KAPANACAK Eğitim sisteminin kademeli hale getirilmesinden en fazla zarar görecek kesim ise “kız çocukları.” Mevcut uygulamada ilkokula başlayan kız öğrenci 8 yıllık eğitimini tamamlıyor. Fakat eğitimin kademelendirilmesi durumunda
eğitimciler, kız öğrencilerin aile baskısı, erken yaşta evlenme veya ev içi veya ev dışı çalıştırılma gibi gerekçelerle okula gönderilmemesi tehlikesine işaret ediyor. Kanun teklifi ilköğretim öğrencilerinin, ikinci 4 yıllık kademeden itibaren eğitimini “açık” yani okula gitmeden görmesi olanağını sunarak da ailelerin çocuklarını okuldan uzaklaştırmasına dayanak yaratıyor. Başbakan Erdoğan’ın üzerine basa basa söylediği “Dindar nesil
yetiştirme” çabası da yeni eğitim sisteminde karşılık bulacak. İktidara geldiği günden beri AKP’nin gündemlerinden birisi olan imam hatip sorunu da yeni yasayla çözülecek. Kademelendirmeyle beraber İmam Hatip eğitimi ilk 4 seneden sonra, ikinci kademede devreye girecek. 8 yıllık kesintisiz eğitim öncesi “orta kısmı” bulunan İmam Hatipler bu bölümleri yeniden açabilecek. Yeni sistemin ilk okulu dört yıla indirip, orta
okulu 4 yıla çıkarması sayesinde İmam Hatip eğitimi bugünün 5. sınıfına kadar indirilebilecek. Katsayı uygulamasının kaldırılmasıyla imam hatiplere olan ilginin yeniden artması da beklenen bir diğer gelişme Teklifi meclise sunan isimlerden AKP Grup Başkan Vekili Nurettin Canikli 21 Şubat’ta katıldığı bir TV programında konuştu. Kesintisiz eğitimi bir dayatma olarak nitelediği konuşmasında Canikli imam hatiplerin önünün açılması iddialarını şu sözlerle savundu. “Aileler çocuklarını istedikleri okullara gönderebilir, (İmam hatipleri) vatandaş kendi rızasıyla orayı tercih ediyorsa bize saygı duymaktan, önünü açmaktan başka bir şey düşmez.” FİKRİN KAYNAĞI CEMAAT Bu kanun teklifinin temel dayanağını 18. Milli Eğitim Şura kararları alıyor. Türkiye’nin orta vadeli eğitim politikalarının belirlendiği son Şura 1-5 Kasım 2010 tarihleri arasında yapılmıştı. AKP hükümetinin bürokratları ve AKP yandaşı Memur Sen temsilcilerinin katıldığı Şura’da eğitimim gericileştirilmesi ve piyasalaştırılmasına dönük kararlar alınmıştı. Bu çerçevede Memur Sen’in önerisiyle eğitimin 1+4+4+4 modeline geçmesi benimsenmişti. Eğitim sisteminin kademelendirilmesi, meslek liseleri ve gerici eğitimin önünün açılmasına dair öneriler ilk olarak 1-3 Temmuz 2005 tarihlerinde toplanan, Gülen Hareketi’nin başını çektiği Abant Platformu’nda gündeme gelmişti. Gülen Hareketi’nin aldığı kararlar, yandaş sendika aracılığıyla Şura’ya, AKP sayesinde TBMM’ye taşındı.
‘Her pazar Haydarpaşa’ya’ “İ
‘Bu şehri terk et Recep’ B
üyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’nin Bursalılara yaptığı süprize Bursa Halkevi de sevgililer günü hediyesi ile karşılık verdi. Bursa’da bir yılda üçüncü kez ulaşıma zam yapıldı. Halkevciler Altepe’ye bir mektup yazdı ve hediye olarak yumurta verdi. Belediyenin ve Bursa Ulaşım A.Ş.’nin duyuru yapmadan 11 Şubat’ta uygulamaya koyduğu zamma karşı “Yeter artık! Aşkımız bitti Recep Altepe. Bu şehri terk et” yazılı pankartla eylem yapıldı. Altepe genişletilen metronun sıfır maliyetle yaptığını ilan ederken, Halkevciler, alınan bu kararın belediyenin kâr elde emek amaçlı olduğunu kaydetti. Eylemde ayrıca, Halkevciler’in belediye başkanına sevgililer gününe özel mektubu okundu. “Sevgi emek ister Recep. Ancak; belediye başkanı olduğun günden beri aramızda oluşması muhtemel sevgiye dair en ufak bir çaban olmadı. Bütün işin gücün yalan Recep. Sıfır maliyetle metroyu Emek’e götürdüğünü söylüyorsun, faturayı sırtıma yüklüyorsun. Gözün paradan başka bir şey görmüyor; ulaşımdan zaten kar ediyorken zam üzerine zam yapıyorsun. Gözün doysun Recep!” Öte yandan Adana’da da belediyenin ısrarlı saldırıları karşısında Halkevcilerin ulaşım hakkı mücadelesi sürüyor. Geçtiğimiz ay, Halkevcilerin açtığı dava sonucu yapılan ulaşım zammını geri çekmek zorunda kalan Adana Büyükşehir Belediyesi yeni bir zam yaptı. Yüzde 20’yi geçen zamla ilgili Halkevleri bir basın açıklaması yaptı. Ünsal Bolat’ın okuduğu açıklamada belediyenin mahkeme kararını hiçe saydığını söylenerek, yeniden zam yapılmasının “halka hakaret” olduğu ifade edildi. Adana Büyükşehir Belediyesi, ağustos ayında zam kararı almış, Halkevciler karara karşı hukuki mücadele başlatmıştı. Belediye bir süre mahkeme kararını uygulamamış, Halkevcilerin baskısı sonucu kararı uygulamak zorunda kalmıştı.
stanbul’un kapısı” Haydarpaşa Garı birkaç ay içerisinde halka kapanacak. Haydarpaşa gar binası ve çevresi, kentin tarihi ve kültürel simgesi olmanın yanında şehirlerarası ve kent içi ulaşımda kritik bir öneme sahip. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın açıklamalarına göre yüksek hızlı tren projesi nedeniyle Haydarpaşa-GebzeKöseköy hattı 2 yıllığına kapatılacak. 2010’da “Gar ve Liman Dönüşüm Projesi” ile Haydarpaşa ve çevresinin turizm ve ticaret merkezi olması kararlaştırıldı. Bina, kültürel tesislere, turizm ve konaklama alanlarına ayrıldı. Anadolu seferlerinin kaldırılmasının ardından hazirana kadar Pendik-Gebze tren ulaşımı ve 130 bin yolcuyu taşıyan banliyö seferleri iptal edilecek. İstanbullular uygulamaya her pazar yaptıkları eylemlerle itiraz ediyor. Haydarpaşa Dayanışma Platformu kentsel dönüşüm projesinin, Haydarpaşa Garı’nın tarihi ve kültürel değerlerini yok edeceğini ve ulaşım hakkına müdahale anlamına geldiğini belirtiyor. HAYDARPAŞA HALKA KAPATILAMAZ Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası 1 No'lu
2/B arazileri konusunda çalışmalarını sürdüren AKP faturayı halka kesti. 2/B alanlarını rant merkezlerine çevirmek isteyen iktidar, yoksul halkı mağdur ederken zenginin işini kolaylaştırıyor
Haydarpaşa ve çevresinin rant projelerine ve ulaşım hakkının ortadan kaldırılmasına karşı İstanbullullar her pazar eylemde
Şube, Halkevleri ve Halkların Demokratik Kongresi üyeleri, uygulamayı protesto etmek için 13 Şubat’ta Haydarpaşa Garı önünde bir araya geldi. Eyleme Aka-Der ve Halkın Takımı da destek verdi. Eylemde Halkevleri adına açıklama yapan Ezgi Özdemir Haydarpaşa’yla ilgili alınacak kararda İstanbulluların da söz hakkı olduğunu belirtti. Özdemir, bölgede yapılacak dönüşümde sermaye gruplarının ihtiyaçlarını giderildiğini ancak asgari koşullarda yaşam mücadelesi veren
halka zarar verildiğini söyledi. Özdemir, tren raylarının kapatmak yerine tek hattın açık kalması gerektiğini vurguladı. Kocaeli Halkevleri üyeleri de Sakarya-Kocaeli-İstanbul demiryolu hattının kapatılmasına karşı sokaktaydı. 12 Şubat’ta yapılan basın açıklamasında Kuzey Boy, Köseköy-Derince arasında yük taşımacılığı için açık bırakılan hattın kullanılabileceğine dikkat çekti. Boy, İstanbul'a iki vasıtayla yapılan gidişdönüşlerin ulaşım harca-
malarını 2-3 kat artırdığını ve halkın otobüs firmalarına mahkum edildiğini söyledi. Halkevleri ayrıca, 80. yıldönümünü etkinlikleri kapsamına “80. yılında Haydarpaşa’ya sahip çıkıyoruz” yürüyüşünü de aldı. Halkevciler, raylar üzerinde yapılan yürüyüşün ardından Haydarpaşa Dayanışma Platformu’yla buluştu. Burada yapılan basın açıklamasında Haydarpaşa’ya sahip çıkmak için her pazar saat 13.00’da garın önüne çağrı yapıldı.
Tablet kime yarar? illi Eğitim Bakanlığı “büyük atılım”, “milat” gibi söylemlerle, Başbakan Erdoğan’ın da dahil olduğu cilalı bir kampanya çalışmasıyla pilot okullarımızı akıllı tahtaya ve tabletlere kavuşturdu. Söylediklerine göre pek yakında bütün okullarımız teknolojik araç gereçlere kavuşacak. Bu öyle bir kampanya oldu ki, medyada zaman zaman AKP’ye muhalefet edenlerin birçoğu “Canım iyi şeyler yapılsın, destekleriz”e geldiler. Sokakta “Yahu illa muhalefet edeceksiniz” diyenler bile oldu. Öyle ya, “Okullara bilgisayar girmesin” demek pek acayip olurdu. Ama 10 yıldır eğitim alanını her yönüyle harabeye çeviren hükümetin bir uygulamasına bakıp güzel oldu demek de pek acayip, pek safça.
M
*** Hak mücadelesi vermesek, Şırnak’ta okuyan bir öğrenciyle büyük kentlerin özel okullarında okuyan öğrencinin aynı sorulara cevap vererek okul kazanmaya çalıştığı eğitim sisteminde bu “her derde deva” gösterilen tabletlerin Nuri tüm eşitsizlikleri ortadan Günay kaldıracağına inanalım. Yüz binlerce öğretmen Halkevleri açığı ve atama bekleyen GYK üyesi öğretmen olduğunu bilmesek, ücretli köle gibi çalışan öğretmenlerimiz olmasa, öğretmenlerimizin özlük hakları her geçen gün ellerinden alınmasa, bakan tarafından aşağılanmasalar bu büyüyle gözlerimiz kamaşsın. Örneğin hükümet okullara ödenek ayırsa, okullarda para toplanması gerçekten tarihe karışsa, yetmez ama evet diyelim. Ya da mesela okulları şehir dışına taşımak yerine depreme karşı sağlamlaştırma projeleri hayata geçirilse “Evet teknolojik eğitim de, iyi olur” diyelim. *** Maalesef ne niyet ne de proje iyi. Neden mi? Çünkü bu projeyle hepimizin vergileriyle toplanan paralar hükümet eliyle şirketlerin kasasına aktarılıyor, milyon dolarlar hükümet eliyle şirketlerin kasasına indiriliyor. Bu projeyle teknoloji devleri eğitim alanına doğrudan dalış yapıyor. Peki, ne işe yarayacak bu kadar masraf? Teknolojinin cazibesi mevzunun bu yönünü perdeliyor. Bilgisayarlı eğitimin “bilgi toplumu” olma yolunda önemli bir aşama olduğu söyleniyor. Öğretmen eğitimci kimliğinden soyutlanarak öğrenciyle bilgisayar arasında bağ kuran kişi pozisyonuna indirgeniyor. Oysa eğitimde esas olan öğrenci-bilgisayar değil öğrenci-öğretmen ilişkisidir. Yani konu teknolojik değil pedagojik. Bir de malum bilgisayar insan yönetiminde bir araç, içine ne yüklersen onu gösterir. Yani araç eğitimin niteliğini değiştirmiyor. Türk-İslam sentezli, AKP’yle tekrar ayar verilen gerici müfredatı kitapla vermekle, bilgisayarla vermek arasında niteliksel bir fark yok. Diğer yandan teknoloji malum hızla ilerliyor. Bu tabletler kısa sürede teknolojideki yeni ilerlemelere kurban gitmeyecek mi? Çok kısa sürede evler eski tabletlerle dolacak. Hükümet artık bilmem hangi teknoloji devinin kasasına milyon dolarları tekrar indirecek. *** Maalesef ilk bakışta birçoğumuza cazip gelen tabletin, akıllı tahtaların ve Fatih Projesi’nin amacı, olmuşu, olacağı budur. Bu projeden vatandaşa tabletli gerici, paralı niteliksiz eğitim, şirketlere bol para, hükümete bol rant düşmektedir. Teknoloji şirketleri ve AKP durumdan doğal olarak memnun. Ancak bizler için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Eğitim alanı her yönüyle çökertiliyor. Öğretmenlerin, öğrencilerin ve velilerin yani hak sahiplerinin duruma acilen el koyması gerekiyor.
Yoksula zengin gömleği 2/B’deki de¤ifliklik TBMM’de henüz görüflülmedi. Taslak yasalafl›rsa yoksulun pay›na büyük borçlar, zenginin pay›na da fazlaca rant düflecek. Orman vasf› kaybettirilen alanlar›n üzerine iki flekilde yerleflim kuruluyor. Ya bar›nma ihtiyac› için kurulan gecekondular veya köy evleri ya da lüks konutlar veya oteller. Yeni yasa bar›nma ihtiyac›n› karfl›lamaya çal›flan yoksul ile bu arazilerden rant elde etmek isteyen zengini eflit bir flekilde borçland›r›l›yor. Kanundan yararlanabilmek için hak sahibi olmak, hak sahibi olmak için belirlenen sat›fl bedeline itiraz etmemek
gerekiyor. Bedeli kabul etmeyenler do¤rudan sat›fl hakk›ndan yararlanam›yor. Hak ve tazminat talep edemedi¤i gibi dava açma hakk› elinden al›n›yor. Baflvuru bedeli 1.000 ila 2.000 lira aras›nda de¤iflecek. Arazilerin sat›fl›nda sözde indirimler de yapan iktidar tafl›nmaz› var olan fiyat›n›n yüzde 70’i olarak belirleyor. Ancak rayiç bedelin nas›l belirlenece¤i ise büyük bir soru iflareti olarak duruyor. Hak sahiplerine do¤rudan sat›lmas› gereken tafl›nmazlar a¤açland›r›lmak üzere Orman Genel Müdürlü¤ü’ne tahsis edilmiflse, kamu hizmetine ayr›lm›flsa,
özel kanunlar gere¤ince de¤erlendirilecekse, bu tafl›nmazlar›n sat›fl› yap›lmayacak. Maliye Bakanl›¤›nca belirlenen tafl›nmazlar da hak sahiplerine sat›lmayacak; ayn› ilde bulunan baflka 2/B arazilerinden yer sat›lacak. Birçok köylü bu yasayla iflgalci konumuna düflecek. Orman ve Su iflleri Bakan› Veysel Ero¤lu, devlete para ödenmedi¤i için bu bölgelerin iflgal edildi¤ini söylüyor. 2/B arazilerinde inisiyatifin TOK‹’de olmas› da kentlerdeki 2/B’li arazilerin kentsel dönüflüm alanlar› haline gelesine yol açacak.
8
EMEK 23 fiubat 2012 / 7 Mart 2012
Halk›n Sesi
YEN‹DEN F‹L‹ZLENEN DEVR‹MC‹ SEND‹KACILIK
Sokak sokağı destekledi DİSK Genel Kurulu sonucunda Erol Ekici DİSK Genel Başkanı oldu. DİSK’i tepeden tırnağa yenileyecek olanın güvencesizleştirmeye ve taşerona karşı mücadele çerçevesinde yürütülecek sendikacılık olduğu ortaya çıktı
D
İSK, 14’üncü Olağan Genel Kurulu’nu 10-11-12 Şubat günü İstanbul’da Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde gerçekleştirdi. Maltepe Belediyesi’ndeki taşeron belediye işçilerinin Kemal Kılıçdaroğlu’nu protestosuyla başlayan genel kurul, delegelerin ve genel başkanların konuşmalarıyla devam etti. Kürsüde konuşma yapanlar, güvencesizleştirmeye karşı birleşik bir mücadelenin örgütlenmesinde hemfikir olduklarını dile getirdi. Genel Kurul’un son gününde yapılan seçimle Genel-İş Genel Başkanı Erol Ekici, DİSK Genel Başkanı olurken Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu da DİSK Genel Sekreteri oldu. 14. Olağan Genel Kurul, sınıf hareketini ve DİSK’i ileriye taşıyacak bir dizi fırsatın değerlendirilemediği bir genel kurul oldu. Enerji-Sen’in DİSK’e üyeliğinin yeni yönetim kuruluna bırakılmasıyla DİSK, devlet sendikacılığına ve Türk-İş’teki sarı sendikacılığa karşı vereceği yanıtı ertelemiş oldu. Aynı şekilde Dev Turizm-İş’in üyeliğinin yeni yönetime bırakılması da DİSK’in Hak-İş’e yani hükümete vereceği yanıtı ertelemesi anlamına geldi. DİSK’in turizm alanındaki sendikası OLEYİS, 12 Haziran seçimlerinden önce Hak-İş’e geçirilmişti. Genel Kurul boyunca kadınların örgütlenmesi konusuna çok sık vurgu yapılsa da yönetim kurulunda bir tek kadın bile yer almadı. Yeni proleterleştirme sürecinde kadın emeğinin ve buna bağlı olarak da kadın militanlığının önem kazandığını hatırlatan Arzu Çerkezoğlu genel başkanlığını yaptığı Devrimci Sağlık-İş’in kadın yöneticileriyle öne çıktığını ve Devrimci Sağlıkİş’in yönetim dışı bırakılmasıyla böylesi bir fırsatın da kaçırıldığını ifade etti. Genel kurulun sürprizini Dev Sağlıkİş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, DİSK yönetim kuruluna aday olduğunu kürsüden açıklayarak yaptı. Çerkezoğlu adaylık sürecini şu sözlerle ifade etti: “Çok sayıda delegesi olan sendikalarımız tarafından oluşturulan ve içerisinde bizim ve Limter-İş, Bank-Sen gibi bazı sendikalarımızın da yer almadığı bir yönetim listesi
‘Taşeron’ CHP’ye yürüyor C
HP’li İstanbul Maltepe Belediyesi’nde taşeron sistemine ve işten çıkarmalara karşı direnişe geçen belediye işçileri 18 Şubat günü Ankara yürüyüşüne başladı. İşçiler, direnişlerini sürdürdükleri Maltepe Belediyesi önünden kitlesel bir basın açıklamasıyla uğurlandı. Dev Sağlıkİş, Genel-İş, Tüm Bel-Sen, EğitimSen, ÖDP, TKP üyelerinin yanı sıra demokratik kitle örgütlerinden temsilciler de işçilere destek verdi. 2 Mart’ta Ankara’ya ulaşmayı planlayan işçilerin Ankara’daki durağı CHP Genel Merkezi olacak. İşçiler Tuzla’da iş cinayetlerine karşı, Gebze’de Pippa Baca anısına, Dilovası’nda çevre kirliliğine karşı, İzmit’te de özelleştirmelere karşı basın açıklamaları yaptı. Taşeron belediye işçileri, çalışma koşullarının iyileştirilmesi için Maltepe Belediyesi önünde 21 Aralık’ta direnişe geçmişti. Direniş, 9 işçinin işten çıkarılmasının ardından büyüdü. Direnişin sürmesi ve işçilerin eylemleri sonucunda belediye 17 Ocak günü işten çıkarılanların işe geri alınacağına haftada 45 saati aşan çalışmanın fazla mesai sayılacağına söz verdi. Belediye sözünü tutmayınca işçiler 24 Ocak’ta tekrar direnişe geçti.
hazırlanmıştı. Bu liste sekiz sendikanın (Genel-İş, Birleşik Metal-İş, Lastik-İş, TEKSTİL, Tüm Ka-İş, Gıda-İş, Sosyalİş, Nakliyat-İş) bir ortak mutabakatı olarak sunuldu. Fakat özellikle genel kurulun ilk gününden itibaren, gerek sendikamızdan gerekse de genel kuruldaki delege arkadaşlarımızdan aldığımız talepler karşısında, bu listenin tamamen dışında, fiili-meşru-militan mücadelenin, taşerona, güvencesizleştirmeye karşı mücadelenin, DİSK’in gelecek dönemlerine daha etkin taşınması açısından yönetim kuruluna adaylığımızı açıkladık.” DİSK Genel Kurulu’nda 388 delege oy kullandı. Genel başkanlığa ve genel sekreterliğe tek aday çıkarken kalan 7 kişilik yönetim kurulu için 8 aday vardı. İlk tur seçimlerinde üçte ikilik çoğunluğu bulan adaylar yönetim kuruluna seçilirken, çoğunluk oyu alamayan adaylar ikinci turda tekrar seçime girdi. İlk turda 3 aday, çoğunluk oyu alamadı. Arzu Çerkezoğlu 198 oy, İsmail Yurtseven 237 oy, Ergun Tavşanoğlu 247 oy aldı. İkinci tur öncesinde Genel-İş Genel Başkanı Erol Ekici, Arzu Çerkezoğlu’na oy verilmemesi konusunda 165 kişiden oluşan delegasyonunu uyardı. Tüm uyarılara rağmen Çerkezoğlu 166 oy aldı ancak yönetim dışında kaldı. Çerkezoğlu, sonuçları Halkın Sesi’ne değerlendirdi. SOKAKTAK‹LER B‹RB‹R‹N‹ DESTEKLED‹ DİSK içinde oluşturulan ortak listeye rağmen ilk turda alınan 198 oyla işçilerin ve delegelerin iradelerini ortaya koyduklarını hatırlatan Çerkezoğlu ikinci turda da tüm uyarılarına rağmen aynı iradenin devam ettiğini söyledi. “Bu başarı, güvencesizleştirmeye, taşeronlaştırmaya karşı fiili-meşru-militan mücadelenin, yani sokağın başarısıdır” diyen Çerkezoğlu hakları için sokakta mücadele edenlerin birbirini desteklediğini ifade etti. Çerkezoğlu, ‘Üye yap, aidat topla, yetki al, toplu sözleşme imzala’ ezberine dayanan ve taşeron sistemi karşısında etkisini yitiren geleneksel sendikal anlayışa rağmen DİSK içinde devrimci bir müdahalenin olanaklarının da herkes tarafından görüldüğünü söyledi. Sendikal hareketin güvencesizliğe karşı mücadele çerçevesinde belirleneceğini belirten Çerkezoğlu şunları söyledi: “Bu belirleyicilik ne genel kurul salonlarıyla, ne tüzük maddeleriyle, ne de kağıt üzerinde yapılan ittifaklarla sınırlanabilir bir durum değil. Genel kurul bunu göstermiştir.”
‘Onaylayan emekçi düşmanıdır’
S
endikal Güçbirliği Platformu, Toplu İş İlişkileri Yasası’na tepki gösterdi. Türk-İş içindeki 10 sendikadan oluşan platform, yasanın 12 Eylül’ü kemikleştirdiğini belirterek yasaya destek veren herkesi “emek düşmanı” ilan ettiklerini açıkladı. Platform, işkolu barajının yüzde 3’e düşürülmesinin göz boyama amacıyla yapıldığını, diğer barajların aynen korunduğunu belirtirken yasayla birlikte devletin, sendikal faaliyetleri denetim altına aldığını, grev hakkını yok ettiğini söyledi.
Samsun Gazi Devlet Hastanesi’nde ifllerine geri dönmek için direniflte olan Dev Sa¤l›k-‹fl üyeleri özel güvenlikçiler ve çevik kuvvet taraf›ndan defalarca sald›r›ya u¤rad›lar, gözalt›na al›nd›lar ama y›lmad›lar.
Samsun’da kazanım Samsun Gazi Devlet Hastanesi’nde Dev Sa¤l›k-‹fl üyesi tafleron sa¤l›k iflçilerinin 26 Ocak 2011’den beri sürdürdükleri direniflin hakl› oldu¤u mahkeme taraf›ndan da tescillendi. ‹flten ç›kar›lan üç iflçinin açt›¤› ifle iade davas› 17 fiubat günü sonuçland›. Mahkeme, Dev Sa¤l›k-‹fl Samsun Temsilcisi Yüksel Arslan, Dev Sa¤l›k-‹fl üyeleri Songül Ak›n ve Kadriye Esra Savafll›’n›n sendikal nedenle iflten at›ld›klar›na ve iflçilerin as›l iflverenin iflçileri olarak ifllerine iade edilmesine karar verdi. Mahkeme karar›n› de¤erlendiren Dev Sa¤l›k-‹fl Samsun Temsilcisi Yüksel Arslan, flunlar› söyledi: “Mahkeme karar›yla, üyelerimizin Gazi Devlet Hastanesi’nin kendi iflçisi (kadrolu iflçisi) statüsünde çal›flt›r›lmas› gerekirken hukuka ayk›r› bir flekilde
(muvazaal› bir flekilde) hizmet al›m ihaleleri ile tafleron firmalar üzerinden usulsüz çal›flt›r›lmas› da belgelenmifl oldu.” Arslan, kararla birlikte iflçilere dönük sendikal bask›, istifaya zorlama, ve iflten atma fleklindeki tüm hak gasplar›n›n da belgelendi¤ini sözlerine ekledi. Dev Sa¤l›k-‹fl üyeleri 20 fiubat günü bir bas›n aç›klamas› yaparak Gazi Devlet Hastanesi Baflhekimli¤i’ne dilekçe verdi. ‹flçiler, dilekçelerinde hastane yönetiminden mahkeme karar›n› uygulamalar›n› istedi. Mahkemenin verdi¤i ifle iade karar› ve iflten ç›karmalar›n sendikal nedenle oldu¤una dair karar 391 günlük direniflte iflçiler lehine al›nan ilk karar. ‹flçilere daha önce ‘ma¤duriyetinizi giderece¤iz’ diyen Samsun Valisi
Hüseyin Aksoy, dört ay sonra ‘konuyu çözemiyoruz’ demiflti. AKP Samsun ‹l Baflkan› Osman Çetinkaya hakk›n› arayan iflçiler için “bölücü ve ideolojik” gibi kelimeler kullanm›flt›. Spor Bakan› ve AKP Samsun Milletvekili Suat K›l›ç da iflçilerin ç›kmalar›na gerek görüldü¤ü için görevlerine son verildi¤ini savunmufl “iflten ç›kmalar›na gerek görülmese karar verilmezdi” demiflti. Dev Sa¤l›k-‹fl üyeleri defalarca polis ve özel güvenlikçilerin sald›r›lar›na u¤ramalar›na ra¤men hastane bahçesindeki direnifllerine bir an olsun ara vermediler. Halk›n Sesi’ne konuflan Yüksel Arslan direniflte 7 iflçi oldu¤unu ve ifle iadeleri durumunda tüm iflçiler ifl bafl› yapana kadar direnifllerini sürdüreceklerini söyledi.
KESK baskılara pabuç bırakmıyor K
ESK Ankara Şubeler Platformu, konfederasyona ve bağlı sendikalara yönelik operasyonlar ile maaş zamlarının iki aydır ödenmemesine karşı 16 Şubat günü Başbakanlığa yürüdü. Başbakanlık kapısında yapılan basın açıklamasını KESK Genel Başkanı Lami Özgen okudu. Özgen, 1 milyon 800 bin kamu emekçisinin yılın ikinci ayında da zamsız maaş aldığını belirterek söze başladı. 12 Eylül referandumunun üzerinden 18 ay, Bakanlar Kurulu’nun önüne gelmesinin üzerinden 4 ay geçmesine karşın toplu sözleşme yasasının çıkamadığını hatırlatan Özgen, aynı gecikmenin fatura, vergi ve faiz ödemelerinde halkın karşısına çıkmamasına dikkat çekti. Özgen, KESK’e yönelik baskı, gözaltı ve
KESK, ‘sahte sendika yasasına’ ve AKP’nin toplumsal muhalefete yönelik baskılarına karşı mücadele ediyor
Kad›köy, çad›r eylemi. tutuklama terörüne de değindi. KESK’li kadınların mücadelesinin ve KESK’in 4688 sayılı yasaya karşı olmasının AKP için tehdit olduğunu kaydeden Özgen, mücadeleden vazgeçmeyeceklerinin altını çizdi. Basın açıklamasının ardından kamu
emekçileri temsili olarak bordrolarını yaktı. KESK üyeleri Ankara’da Başbakanlılk önünde baskılara ve 4688 sayılı yasaya karşı tepkilerini dile getirirken İstanbul’daki KESK üyeleri de üç ayrı merkeze çadır kurdu. KESK
İstanbul Şubeler Platformu’nun 4688 sayılı yasaya ve KESK’e yönelik tutuklama terörüne karşı başlattıkları eylemlerde ilk çadır 14 Şubat’ta Bakırköy’de, ikinci çadırı 15 Şubat’ta Mecidiyeköy’de kuruldu. Üçüncü çadır da 16 Şubat gü-
nü Kadıköy İskele Meydanı’nda kuruldu. Çadır eylemleri, demokrasi kürsülerine dönüştü. Eylemi ziyaret edenler KESK’in yanında olduklarını dile getirirken yaşadıkları sıkıntıları da paylaştı. Kadıköy’deki eylemde KESK İstanbul Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Barış Uluocak, 26 Şubat günü Kadıköy Meydanı’nda bölge mitingi yapacaklarını duyurdu. Halkın Sesi’ne konuşan Uluocak şunları söyledi: “Mecliste bekleyen 4688 sayılı yasa ve Toplu İş İlişkileri Yasası gibi emekçilere yönelik saldırılara aynı zamanda AKP’nin toplumsal muhalefete yönelik baskısına, özel yetkili mahkemeler aracılığıyla uyguladığı faşizme karşı ‘susmuyoruz, korkmuyoruz, teslim olmuyoruz’ diyeceğiz.”
‘Ya Hak-İş ya fesih’e 2,5 yıl hapis Sendikaları yok etmeye çalışan AKP, Hak-İş’i kayırıyor. Eski Isparta Belediye Başkanı da bundan gurur duyuyor
E
ski Isparta Belediye Başkanı Hasan Balaman, Belediye-İş’e üye 152 işçiyi baskı ve tehditle Hizmet-İş’e üye olmaya zorladığı gerekçesiyle 2,5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 2006’da açılan dava 9 Şubat 2012’de sonuçlandı. Kararın ardından Hak-İş’i kayırmakla suçlandığını ve bunun “Onur duyulacak” bir olay olduğunu söyleyen Balaman, ayrıca “Allah’a şükür yolsuzluktan,
hırsızlıktan suçlanmadım” dedi. Balaman, Meclis’te bulunan ‘yargı reformu’nda yer alan bir düzenlemeyle hapis yatmayacağını iddia ederek karara itiraz etti. Karar, Yargıtay’da bekliyor. AKP’li belediyelerde Hak-İş’in yükselişi ve Balaman’ın sözleri şaşırtıcı değil. 2004’ten bu yana binlerce işçi Hizmetİş’e üye olmadığı için işten çıkarıldı ve Balaman da bundan gurur duydu.
2004 Yerel Seçimleri’nde AKP’den belediye başkanı olan Hasan Balaban 2006’da Belediye-İş üyesi işçileri baskı ve tehdit yoluyla yandaşları Hak İş’e bağlı Hizmet İş’e üye yapmaya çalıştı. Hizmetİş’e geçmek istemeyen 152 işçi işten çıkarıldı. Belediye İş’in açtığı davalar sonucunda işten çıkartılmaların sendikalar nedenlerden olduğu ispat edilerek 152 işçinin tamamı işine geri döndü.
ÇOMÜ’de işe iade için imza at
S
osyal-İş, Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi'nde çalışan 36 işçinin işe geri alınması için 16 Şubat’ta bir imza kampanyası başlattı. İşçilere Bursa Uludağ, Konya Selçuk ve Ordu üniversitelerinde taşeron şirketlerde çalışan Sosyal-İş üyesi işçiler de destekliyor. Sosyal-İş, kentteki herkesi kampanyalarına destek olmaya çağırırken imzaları üniversite rektörlüğüne göndereceklerini duyurdu. İşçiler, 2012 yılı başında keyfi bir biçimde işten çıkartılmıştı.
Üretim zorlaması öldürdü
M
araş Afşin’de 11 Şubat 2011’de meydana gelen ve 11 kişinin yaşamını yitirdiği iş kazasıyla ilgili TMMOB bir rapor yayımlandı. Rapor, insanların daha fazla kar için öldüğünü gözler önüne seriyor. Projede 2011 yılı sonuna kadar 200 milyon m3 toprak kazısına karşılık 12 milyon ton kömür üretilmesi planlanırken, 60 milyon m3 eksik kazı yapılarak planlanandan 14 milyon ton daha fazla kömür üretildiğine dikkat çekilen raporda “gerekli güvenlik sağlanmadan, bir üretim zorlaması olmuştur” denildi.
9
EKONOMİ 23 fiubat 2012 / 7 Mart 2012
Halk›n Sesi
Havada grev yasağına Hava-İş’ten kampanya TBMM’de bekleyen Toplu ‹fl ‹liflkileri Yasa Tasar›s› hava iflkolundaki iflçi sendikalar›n›n grev hakk›n› elinden al›yor. Türkiye’deki tek sivil havac›l›k sendikas› olan Hava-‹fl, grev haklar›n›n ortadan kald›r›lmas›na karfl› bir imza kampanyas› bafllatt›. Mecliste bekleyen taslakta, grev yap›lmas› yasak iflkollar› aras›nda olmayan havac›l›k
Enerji-Sen atakta Enerji-Sen Genel Baflkan› Kamil Kartal, örgütlenme çal›flmas› için gitti¤i Afflin-Elbistan’da sendikalar›n›n yeni dönem planlar›na iliflkin aç›klamalar yapt›. Elbistan’da üç yeni termik santralin yap›lmas› planland›¤›n› söyleyen Kartal, bu santrallerde yaklafl›k 10 bin iflçinin tafleron flirket arac›l›¤›yla, güvencesiz çal›flaca¤› öngörüsünde bulundu. Kartal,
alan›nda, yasaya eklenen 64’üncü maddenin 6’›nc› f›kras› grev hakk›n› fiilen ortadan kald›r›yor. Tasla¤›n 64. Maddesi’nin 6’›nc› f›kras›na göre, havac›l›k iflkolunda bir grev olmas› durumunda iflveren, ulafl›m faaliyetlerinin yüzde 40’›n› sürdürebilecek. Yani, iflveren iflçilerin yüzde 40’›n› çal›flt›rabilecek.
Enerji denizinde enerji krizi mek yerine emperyalizmin dümen suyuna ilerlemesinin bedelini ödüyor. AKP’nin her işbirlikçi adımı Rusya ve İran’dan doğalgaz aktarım sıkıntıları ile karşılanıyor.
ENG‹N DURAN
A
ğır kış koşulları dolayısıyla artan doğalgaz ve elektrik talebinin karşılanamama riskinin gündeme gelmesiyle birlikte enerji üzerine tartışmalar tekrardan alevlendi. Azerbaycan, Rusya ve İran’dan doğalgaz akışının yavaşlaması karşısında panik havasını engellemek isteyen Enerji Bakanlığı, konutlarda doğalgaz ve elektrik kesintisi yaşanmayacağını belirtti. Ancak Elektrik Üreticileri Derneği Genel Başkanı Önder Karaduman, doğalgaz arzında ciddi şekilde düşüş olduğunu ve bunun sonucunda da elektrik arzında da sıkıntıların olacağını söyledi. Türkiye’de doğalgazda dışa bağımlı bir ülke olmasına karşın, elektrik üretiminin yüzde 46 oranında doğalgaz santrallerinden karşılanıyor. İthal edilen doğalgazın yarıya yakını ısıtmada kullanılırken, yüzde 53’ü elektrik üretmek için kullanılıyor. Bu durumda doğalgaz alımında yaşanan aksamalar konutlarda ve sanayide zincirleme sıkıntıları da tetikliyor. Enerji Bakanlığı, doğalgaz kesintisi yaşanmaması için elektrik üretiminde doğalgazın yerine ikincil yakıt olan “ fuel-oil”e geçilmesi talimatı verdi. Ancak bu müdahale ile birlikte elektriğin maliyeti fuel-oil’in doğalgazdan pahalı olmasından dolayı yükselecek, karından vazgeçmek istemeyen şirketler elektrik fiyatlarına yeni zamlar yapacak.
D
ünyanın en zengin enerji yataklarının ortasında enerjisiz kaldık. AKP krizi gizlemeye çalışadursun, sermaye yeni zamlar için fırsat kolluyor
DO⁄ALGAZ N‹YE KISILDI? Türkiye coğrafi olarak enerji kaynakları açısından zengin Kafkasya, Ortadoğu ve Orta Asya ile enerji açısından fakir Avrupa arasında bir doğal köprü konumunda. Dünyadaki yaklaşık 1 trilyon dolar civarındaki yıllık enerji ticareti ve yatırım miktarı içinde; Türkiye çevresinde bulunan piyasa, yaklaşık 360 milyar dolar ihracat ve 320 milyar dolarlık ithalat ile en büyük paya sahip. AKP de yıllarca bu durumu avantaja
çevirmekten söz etti ve şaşalı törenlerle boru hattı projelerini başlattı. Bakü Tiflis Ceyhan (BTC) ve Nabucco projeleri enerji akışını Türkiye üzerinde toplayarak yalnızca bizim değil Avrupa’nın da enerji ihtiyacını karşılayacak ve Türkiye’ye milyarlarca dolar kazandıracak projeler olarak tanıtılmıştı. Ancak Türkiye ve komşuları arasındaki anlaşmalara dayanmaktan çok çokuluslu petrol devlerinin ve emperyalizmin belirleyi-
ciliğinde gelişen bu projeler, haliyle Rusya ve İran gibi enerji devi komşularımızın da tepkisini çekti. BTC şu anda zararda olan bir proje. Nabucco hattı için ise gaz bulunamıyor. AKP’nin son enerji “başarısı”, Rusya’nın Nabucco’ya alternatif olarak öne çıkardığı Güney Akım projesi kapsamında Rusya ile imzalanan enerji alım anlaşması oldu. Enerjide Rusya ve İran’a bağımlı olan Türkiye, AKP hükümetinin bağımsız bir dış politika izle-
SERMAYE ‹Ç‹N KARLI HALKA ZARARLI Öte yandan 1980 sonrasında, özelleştirme politikaları eşliğinde teşvik edilen doğalgaza dayalı elektrik üretimi pahalı ve sürdürülebilirlikten yoksun. Ancak doğalgaz santralleri ucuz kurulum maliyeti nedeniyle sermayenin gözdesi oldu ve neoliberal hükümetlerce teşvik edildi. Doğalgaz santrallerinin ürettiği elektrik için hükümet alım garantisi veriyor, yani santral ihtiyaç fazlası üretim yapsa da parası ödeniyor. Ancak bu santrallerin halkın enerji ihtiyacını karşılama zorunluluğu yok. Özel üreticiler fiyatları beğenmediklerinde kasıtlı arızalar çıkararak kesintilere gidebiliyor. 2006 dünya kupası sırasında Marmara ve Ege’de göstere göstere yapılan büyük çaplı elektrik kesintileri, özel doğalgaz santrallerinin zam talebini hükümete kabul ettirmelerini sağlayan bir eylem olmuştu. Enerji Bakanı Taner Yıldız’a kalırsa, hükümetin emperyalizm işbirlikçisi ve sermaye yanlısı politikalarında sorun yok. Yıldız, Van’da çadır yangınlarında ölen insanları teferruattan sayıyor olacak, “Avrupa’da insanlar sokakta donarak ölüyor” demagojisiyle, kendi kusurlarını mazur göstermeye çalışıyor. Ancak geçiştirme politikaları ile ötelenmeye çalışılan enerji krizi eli kulağında bekliyor.
Kadınların yönettiği direniş ALP TEK‹N BABAÇ
‹stanbul ‹kitelli’de 212 AVM binas›n› ufukta görünce otobüsten inip HEY Tekstil’i bulmak üzere yola koyuldum. Bölge tekstilciden geçilmiyor. Bir iflçi HEY Tekstil’i tarif etti, biraz umutsuzdu: “Bofluna bekliyorlar” diyordu. HEY Tekstil’in yan›nda 50 kadar iflçi bekliyor, 100 kadar› da fabrika yak›n›ndaki kahvede oturuyordu. ‹flçiler beni hemen ‘komite’ye yönlendirdiler. Masalar›na oturdu¤umda ertesi günkü eylem için ç›ta almay› ve döviz yazmay› planl›yorlard›. Öneri fluydu: “Yazd›¤›m›z dövizlerin alt›na kim oldu¤umuzu da yazal›m.
HEY Tekstil ‹flçileri diyelim.” Öneri, oy birli¤iyle kabul edildi ve sohbete bafllad›k. Komitenin tamam› kad›n iflçilerden olufluyor. Çal›flanlar›n büyük k›sm› kad›n ve komite önerisi daha önce sendikal deneyimi olan emekli bir iflçiden gelmifl. Dört ayd›r maafllar›n› alamayan iflçilerden Nurcan, 6 fiubat’ta fabrika içinde eylemlere bafllad›klar›n› ve bu eylemlerin bir saat ifl b›rakma, oturma eylemleri fleklinde oldu¤u bilgisini verdi. 13 fiubat’tan beri fabrika önünde beklediklerini de 8 y›ll›k iflçi Melek söyledi. 13 fiubat günü fabrikaya gittiklerinde iflten ç›kar›ld›klar›n› ö¤renmifl iflçiler. Kap›daki
müdürler de iflten ç›kar›ld›klar›na dair yaz›n›n iki gün içinde adreslerine ulaflaca¤›n› söylemifl ancak yaz›lar hala yok. HEY TEKST‹L’‹N BAfiARISININ SIRRI ÇALIfiMA KOfiULLARINDA
Nurcan, 420 iflçisini “ekonomik s›k›nt›” gerekçesiyle soka¤a atan›n 2008 y›l› baflar› öykülerinde ad› geçen Aynur Bektafl oldu¤unu söyledi. Bektafl, ayn› zamanda Türkiye Odalar ve Borsalar Birli¤i Giriflimci Kad›n Kurulu Baflkan›. ‹flçiler, k›dem tazminatlar›n› ve 4 ayl›k maafllar›n› istiyor. Sloganlar› ve dövizleri bunu anlat›yor. Neden ifle girmek istemedikleri de HEY Tekstil’in “baflar› öyküsü” gibi çal›flma koflullar›nda gizli. ‹flçilerin att›¤› “Gece gündüz çal›flt›k sokaklara at›ld›k” slogan› asl›nda her fleyi özetliyor. ‘ÇOK SU ‹Ç‹YORSUN!’
Günde en az 10 saat çal›flan iflçilerin ö¤len aras› bir saat ve günde iki defa çay molas› var fakat ço¤unlukla eldeki ifli bitirmek için bu molalar feda ediliyor. Hatta eldeki iflin bitirilmesi için iflçiler sabahlara kadar çal›flt›r›l›yor. Bu çal›flma karfl›l›¤›nda verilen ücret asgari ücret ki o da 4 ayd›r verilmemifl. Verilse bile
iflçilerden Çi¤dem ve Meryem’in anlatt›¤› gibi sadaka misali 100 lira 100 lira verilmifl. Sabaha kadar çal›flma yetmiyor, iflçilere molalar›nda bile bask› uygulan›yor. Nurcan anlat›yor: “Lavaboya gitti¤imizde müdürler gelip ‘Hadi iki dakika oldu yeter, çok su içiyorsun’ diye ba¤›r›yorlard›.” HEY Tekstil’de üç y›l öncesine kadar bin 500 iflçi çal›fl›yormufl. Birkaç defa sendikal› olmak istemifl iflçiler ancak müdürler bu durumu önceden fark ederek iflçileri toplay›p “Sendikaya üye olan› iflten ç›kart›r›z” demifl. Sohbetimiz, fabrika önüne yap›lan yürüyüflle sona erdi. Yürüyüfl sonras›nda komiteden Melek, herkesin sabah 8’de ifle gelir gibi fabrika önüne gelmesini söyledi. Kad›n iflçilerin ailelerinden gördü¤ü bask› ile ilgili konufluldu. Yan›tlar› haz›rd›, “Eve para getirirken iyiydi, hakk›m›z›n pefline düflünce mi kötü olduk.” Direnifle iflten ç›kar›lan 420 iflçi de kat›l›yor. Hatta daha önce iflten ç›kar›lan iflçilerden de destek var. Bebe¤ini emzirdi¤i için 4-5 saat direnifl alan›nda kalan iflçilerden, hamile iflçilere kadar hepsi kenetlenmifl durumda.
Makineleri işçiler taşımış ‹flçilerden Engin, 26 Ocak’tan itibaren fabrikadaki makinelerin yavafl yavafl kaç›r›ld›¤›n› söyledi. Üstelik makineler iflçilere tafl›t›lm›fl. Nas›l m›, Engin anlat›yor: “Müdürler, ‘‹cra gelecek, geldi¤inde makineleri görmemesi laz›m
o yüzden makineleri yak›ndaki depolara tafl›yaca¤›z’ dedi. Birçok iflçi, makineleri tafl›d›. Tafl›ma ifllemi bittikten bir gün sonra depoya bakt›k. Makinelerin yerinde yeller esiyor.”
çal›flanlar›n giderek güvensizlefltirildi¤i enerji iflkolunda sendikal mücadelenin önem kazanaca¤›n› söyledi Elbistan'da, iflçilerin söz ve karar sahibi oldu¤u yeni bir sendikal anlay›fl yaratmak için örgütlenme süreci bafllatt›klar›n› söyleyen Kartal, mart ay›n›n ortalar›nda da Enerji-Sen’in Elbistan fiubesi’nin aç›l›fl›n› yapacaklar›n› duyurdu.
Filizlenen devrimci sendikac›l›k İSK bir genel kurulunu daha bitirdi. Delegelerin çoğunluğunu oluşturan sendikaların başkanlarının mutabakatıyla oluşturulan yeni bir yönetim kurulu göreve geldi. Genel kurulda kürsüye ve delege konuşmalarına da yansıyan sınıf hareketinde ve DİSK’te yaşanan sorunlara ilişkin güvencesizlerin örgütlenmesi, kafa-kasa birliğinin sağlanması gibi vurgular öne çıktı. DİSK Genel Kurulu’nu rutin bir salon toplantısının dışına çıkartan en önemli şeylerden birisi de Devrimci Sağlık İş’in yönetim kuruluna adaylığı ve bunun yarattığı etki oldu. Dev-Sağlık İş’in aldığı oy sayısı yalnızca bir sendikanın değil, taşerona ve güvencesizleştirmeye karşı mücadelenin yeni dinamiklerinin örgütlenmesinin doğruluğunu ve gerçekliğini gösteriyordu. Zira sendikaların üye sayısına değil, ödenen aidata bağlı delegasyon sistemi nedeniyle 2 delegeyle salona gelen bir sendikanın adayının 198 oy alması DİSK delegelerinin “sınıf bilinçli bir işçi” olarak bağımsız davranabilme kabiliyetlerini göstermiştir. DİSK adına umut edilecek bir şey varsa bu da yıllardır her ortamda dile getirdiğimiz ve genel kurul günü de üzerine basa basa söylediğimiz “işçi sınıfının ihtiyaçlarına cevap verecek bir sendikal mücadeleyi yürütmeye var mıyız, yok muyuz?” sorusuna “Evet varız“ diyen bir dinamizmin DİSK’te olduğunu gösteren bir olgu olduğu için; DİSK delegelerinin sendika yönetimlerinin oluşturduğu listeye rağmen güvencesizliğe karşı mücadeleyi örgütleyen bir sendikanın adayını ısrarla iki turda da öne çıkarmasıdır. Önemli olan bir başka şey DİSK Genel Başkanı’nın bu delege iradesini “eğer liste delinirse ben DİSK başkanlığından istifa ederim” Tufan yaklaşımıyla aşmaya çalışmasıdır. Sertlek Bu dayatma DİSK’in, kolektif bir aklı sınıf mücadelesinin yönetimine Dev Sa¤l›k-‹fl getirme konusundaki samimiyetin Yönetim Kurulu göstergesi olsa gerek. Eğer bu akıl Üyesi ve irade sendika yönetimlerinin kendi aralarında oluşturduğu akıl ve iradeyle çatışıyorsa burada çatışmayı çözecek olan işçi sınıfının kendi iradesi olmalıdır. DİSK Genel Başkanı sendika yönetimlerine rağmen DİSK delegelerinin desteğini alan bir sendika yöneticisine yaptığı “ya o, ya ben” dayatmasının gerekçesini DİSK delegelerine açıklamak zorundadır. Liste oluşturularak kurdukları ittifak hangi ortak politikalara, hedeflere ve programa dayanmaktadır? Listede var olan sendikalar işçi sınıfı hareketi ve DİSK’in herkesçe kabul edilen yetersizliklerini aşmak için hangi ortak strateji ve hedeflerde buluşmuştur? Devrimci Sağlık-İş’in DİSK yönetimine girmesi hangi ortak strateji ve hedefleri bozmaktadır ki, “onlar olursa biz yokuz” denilebilmektedir. Devrimci Sağlık-İş bugüne kadar fiili, meşru bir mücadele yürüterek büyümek dışında ne yapmıştır ki bazı sendika başkanları “eğer siz seçilirseniz, biz yönetimde görev almayacağız” diyebilmiştir. Bunun cevabı işçi sınıfına ve devrimcilere verilmek zorundadır. DİSK gibi bir mücadele örgütünün içerisinde bu ancak –eğer kişisel bazı kaygılar yoksa- programatik ve sendikal politikalarda birliği olanlar tarafından programatik ve sendikal politikalarda ayrımları olanlara ya da sınıf uzlaşmacılarına, sınıfa ihanet edenlere söylenebilir! Genel Kurul salonuna takılıp kalmanın anlamı yok. Çok açıktır ki sınıf hareketindeki yenilenme dinamikleri, yeni işçi kitlesinin mücadele çizgisi birçok sendikada ve sendikasız işçilerin direnişlerinde büyüyerek devam edecek; tüm geleneksel örgütlenmeleri de tepeden tırnağa devrimci bir tarzda yenileyecektir. Devrimci Sağlık İş bugüne kadar ne yaptıysa bundan sonra da daha büyük sorumlulukla yapmaya devam edecektir. Esas sorun DİSK’in bundan sonra ne yapıp ne yapmayacağıdır. Sanırız DİSK’in yetkili organları bir mücadele programı açıklayarak bunun gereğini yerine getirmeye çalışacaklardır. Emek hareketinin önümüzdeki sorunlarını tekrar tekrar sıralamaya gerek yok. Esas sorun emek hareketinin ve onun ana gücü DİSK’in bu sorunlar karşısında etkin bir özne haline gelebilmek için nasıl bir stratejik plan içerisinde mücadele edeceğidir. Bu konuda DİSK’e gerçek hayatın soruları vardır. DİSK işçi örgütüdür ve ancak işçi sınıfı içerisindeki gücüyle toplumsal-siyasal bir güç haline gelebilir. Güvencesiz taşeron işçilere, genç işçilere, kadınlara karşı bu ürkek ve korkak tutumun DİSK’teki etkisinin kırılması birincil görev olarak durmaktadır. Emeğe ve emek hareketine karşı bu kadar stratejik saldırıların olduğu bir dönemde sınıfın bütün unsurlarını tek bir cephe altında toplamak için nereden başlayıp nasıl bir yol izleneceğine ilişkin ne düşünüyoruz? Siyasal bir öznenin olmadığı tarihsel bir konjonktürde DİSK işçi sınıfının birliğini sağlamak için ne yapmalıdır, nasıl yapmalıdır? Kayıt dışı, örgütsüz ve güvencesiz olarak çalışmaya mahkum edilmiş milyonlarca emekçiye ulaşmak için planlarımız nedir? Bu amaca yönelik olarak sendikalarımızın gücünü birleştirmek, olanaklarını ortaklaştırmak için iş kolu sendikacılığı cenderesinden çıkmaya cesaret edip bölgesel merkezi mücadele örgütleri kurmaya yönelebilecek miyiz? DİSK Genel Kurulu’nda yaşananlar, yönetimin oluşum biçimi ve bileşimi, sınıf hareketinin ihtiyaç duyduğu yenilenmeyi ortaya çıkaracak dinamikleri içermiyor. Dev Sağlıkİş’in aldığı 198 oyda cisimleşen şey, bu süreçte DİSK’i belirleyecek ve geleceğe taşıyacak olan bir mücadele örgütü olarak bu çizginin büyütülmesi gerekliliğidir.
D
10
KİBELE 23 fiubat 2012 / 7 Mart 2012
Halk›n Sesi
Şiddetle mücadele tasarının neresinde? HANDE YANAR
Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri, toplumun büyük kesiminin tepkisini çekti. Çözüm beklentisi AKP’yi hareket etmeye zorladı. 22 Temmuz seçimleri öncesi ismi ve yapısı değiştirilen ve “kadının adının geçmediği” Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı görevine getirilen Fatma Şahin’in ilk icraatı “Kadının ve aile bireylerinin şiddet korunmasına dair kanun” taslağı hazırlamak oldu. Kadın-erkek eşitliğine inanmayan, gerici bir iktidarın kadına yönelik şiddeti önleme iddiasıyla hazırladığı tasarı kadınlara güven vermiyor. Tasarının oluşturulma sürecinde edinilen izlenimler, AKP’nin kadın sorunları karşısında attığı adımların gericineoliberal-erkek egemen politikaların çerçevesi içinden çıktığını gösteriyor. Ayşe Paşalı’nın eski kocası tarafından (nikâh olmadığı için koruma verilmemişti) öldürülmesiyle başlayan yasa tasarısının görüşülmesi süreci, seçimlerin ardından Fatma Şahin öncülüğünde devam etti. Bakanlık, taslağı 236 kadın örgütünün bir araya geldiği Şiddete Son Kadın Platformu’ndan görüş alarak hazırladığını açıkladı ve AKP’nin “ılımlı, uyumlu” Şahin çizgisi böylece parlatılmış oldu. Şahin, göreve geldikten sonra şiddet uygulayan erkeğe kelepçe ya da hadım etme gibi kadına yönelik şiddeti besleyen erkek egemen sistemi gözden uzak tutan, sorunu birkaç erkeğin problemine indirgeyen öneriler getirmişti. Bakanlık aileyi koruma, kadını aile içinde var olduğu sürece makul vatandaş sayma ideolojisini şiddet tasarısında da göstermeye devam etti. Fatma Şahin’in şiddeti önleme konusunda Diyanet İşleri Başkanlığı ya da Emniyet Kurumları ile imzaladığı protokollerde sürekli aileyi koruyan öneriler geliştirdiğini biliyoruz. Malatya’da ailelere hizmet verecek imam projesi de bu anlayışın tezahürüydü. Şiddet tasarısı için ince, titiz ve yoğun bir emek harcayan kadın örgütlerinin tasarı hazırlama sürecinde edindikleri izlenimler Şahin için muhafazakâr ama uyumlu olduğu iken Bakanlık için kadın sorunları konusunda tecrübesiz kadrolarla dolu, işlevsiz olduğu yönündeydi. Bakanlık ile oturulan her toplantı sonrası tutulmayan sözler, baştan güvensiz bir ilişki kurulmasına neden oldu. Kadın örgütleri ile Bakanlık ilk
olarak 19 Eylül tarihinde bir toplantı düzenledi. Kadınlar alan deneyimlerini aktardılar ve kanun maddelerinden daha önce gelen uluslararası sözleşmelerin gerekliliğini ve taleplerini ilettiler. Bakanlığın bu talepleri bir hafta içinde yazılı olarak istemesi üzerine kadınlar yoğun bir emekle, gece gündüz çalışarak bir taslak hazırladı. Avrupa Konseyi Kadına Karşı Şiddet Sözleşmesi esas alınarak hazırlanan taslak, kadının şiddetten korunması, şiddetin önlenmesi, şiddetin ortadan kaldırılması, şiddetin tanzim edilmesi ve bu amaçla oluşturulacak kurumsal yapılar ve denetleme mekanizmaları esas alınarak hazırlandı. Bakanlığın hazırladığı taslak metin ise 98’de kabul edilen kanunun çok gerisinde düzenlemeler içeriyordu. Sonrasında yapılan bir dizi çalışma ve toplantıda yine bakanlık yasa taslağının kadın örgütleri yasa taslağı temelinde değiştirilmesi üzerine tartışmalarla ve taleplerle geçti. 5 Ocak 2012 tarihinde Bakanlık tarafından KSGM sitesinde yayınlanan tasarı ise öncekilerden çok daha farklı çok daha geriydi. Bu tasarıya göre şiddetten koruma tedbirlerinin verilmesi siyasi otorite olan vali, kaymakam gibi mülki idari amirlere verilmişti. Karar verme sürecinde bağımsız olmayacağı aşikâr olan ayrıca basına yansıyan kimi tecavüz olaylarında tecavüzcü sıfatıyla yer aldığı bilinen mülki amirliklere verilen görev ve yetkileri kadın örgütleri kabul etmedi. Tasarıda tartışmalı bir diğer konu da tedbir kararına uymayan erkeğe verilecek zorlama hapsinin erkeğin taahhüt etmesi durumunda kaldırılmasıydı. Kadınlar bu maddeye ve sadece resmi nikâhlı kadınları koruyan maddelere itiraz etti. İstanbul Feminist Kolektif “Canımız Üzerinden Pazarlık Yapılmasını Kabul Etmiyoruz” diyerek bir basın açıklaması düzenledi. 12 Ocak’ta tekrar bir araya gelen kadın örgütleri ve Bakanlık itiraz edilen maddeler üzerinde anlaşmaya vardı ve tüm kadınları kapsayan bir tasarı hazırlandı.28-29-30 Ocak günlerinde yapılan teknik bir çalışma sonrası tasarının son hali kadın örgütlerine gösterilmeden Bakanlar Kurulu’na imzaya gönderildi. Eksikleri ve yanlışlarıyla imzaya açılan tasarıyı 4 bakanlık imzalamadı. İmzalamayan bakanlıklardan Maliye Bakanlığı’nın çekincesi ise tasarıda yer alan düzenlemelerin maliyetli olacağı idi.
Kadına, Kürde, emeğe operasyon KESK ve ona bağlı sendikaların kadın sekreterliğini yapan 9 kamu emekçisi KCK operasyonuyla tutuklandı. Bu tutuklamalar kadınların eşitlik mücadelesinden, emekten, Kürt halkından, barıştan yana olanlara yönelik bir saldırının parçası
K
CK operasyonları adı altında yapılan saldırılar, toplumsal muhalefetin gündemini takip ediyor. Dünya Kadınlar Günü yaklaşırken, 13 Şubat’ta sabahın erken saatlerinde yapılan baskınla KESK’teki kadın sekreterleri ve daha önce kadın çalışmalarında etkin rol almış 14 kadın gözaltına alındı. 9 kadın (KESK Kadın Sekreteri Canan Çalağan, Eğitim Sen 1 Nolu Şube üyesi Hatice Beydilli, SES Ankara Şube Kadın Sekreteri Nurşat Yeşil, eski KESK yöneticisi Belkıs Yurtsever, Tüm Bel-Sen Kadın Sekreteri Güler Elveren, SES Kadın Sekreteri Bedriye Yorgun, Eğitim Sen 1 Nolu Şube üyesi Evrim Oğraş, SES Ankara Şube Yöneticisi Hülya Mendilligil, Eğitim Sen 2 Nolu Şube Kadın Sekreteri Güldane Erdoğan) tutuklandı. Konuyla ilgili bilgilerini ve değerlendirmelerini Halkın Sesi ile paylaşan Eğitim-Sen Kadın Sekreteri Sakine Esen Yılmaz, tutuklamaların KESK’e, kadınlara, emeğe ve Kürt sorununun demokratik yollarla çözümünden yana taraf olanlara dönük saldırı anlamına geldiğini anlattı. Yılmaz, 40’a yakın KESK üyesinin, her ay yapılan baskınlar sonucu tutuklandığını ancak kadın çalışmasının aktif isimlerinin 8 Mart öncesi tutuklanmasının tesadüf olmadığını vurguladı. 100 bini aşkın kadın üyesiyle KESK’in kadın örgütlenmelerindeki yerinin büyük olduğunu söyleyen Yılmaz, operasyonun KESK Kadın Meclisi’nin 8 Mart programını belirlediği toplantısının hemen ertesinde olmasına dikkat çekti. Yılmaz, yaklaşık 350 kadının katıldığı kadın meclisinde ciddi kararlar aldıkları ve bunlardan birinin 8 Mart’ın tatil edilmesi için o gün hizmet üretmeme kam-
panyası olduğu bilgisini verdi. KÜRTLERLE DAYANIfiMA SUÇ Yılmaz, Kadın Meclisi’nin aldığı kararlardan birinin de Roboski katliamını protesto etmek ve Kürt ailelerle dayanışmak için “Unutmadık, unutmayacağız, takipçisiyiz” diyerek 25 Şubat’ta Uludere’ye gitmek olduğunu bildirdi. Yılmaz bu nedenle, 9 KESK’li kadının tutuklanmasının Kürt halkıyla dayanışma içinde olan kadınları sindirme çabası olduğunu söyledi. KESK’e dönük tüm baskınların ayrıca emeğe ve kadın emeğine yöneldiğini aktaran
Bakanlığın kabul ettiği taslak metinde, tasarının amaç, kapsam ve temel ilkeler maddesinde yer alan “kadınlar, çocuklar, aile bireyleri ve tek taraflı ısrarlı takip mağdurları” ifadesi ile kapsam genişletildi. Cinsel yönelim ifadesinin eklenmesi talep edilmesine rağmen yer almadı. Ev içi şiddet, toplumsal cinsiyet gibi tanımlar yer alırken “fiili eşitlik hayata geçirilmelidir” ifadesi tanımlanmayarak kadın-erkek eşitliği muğlak kalmış oldu. Şiddet mağdurları tariflenirken şiddete direkt maruz kalan kadınlar dışında şiddete tanıklık edenleri de kapsam içine alan düzenleme net olmasa da dolaylı olarak kabul gördü. Tartışmalı konulardan olan mülki amirlerin yetki ve görevleri
Gül de can da alma ünde eylemdeyken, bir Kad›nlar bir yandan sevgililer gün ekçe gösterilerek yandan baflka kad›nlar “sevgi” ger flire, ayr›lmak istedi¤i öldürüldü. Bodrum’da Ya¤mur hem fiubat tarihli gazeteler, sevgilisi taraf›ndan öldürüldü. 14 len Ayfle Hanay’› Van’da aile meclisi karar›yla öldürü baflka birileri ile “gönül yaz›yordu. Bu cinayet de Hanay’›n terilerek k›l›fa sokuldu. iliflkisi içinde olmas›” gerekçe gös gününde yapt›klar› Sosyalist Kad›n Meclisleri sevgililer dan yaflam hakk› tan›nmaeylemde "Kad›nlar erkekler taraf›n am ediyor. Erkeklere yarak sevgi ad›na öldürülmeye dev ürüyor... Biz kad›nlar sesleniyoruz sizin sevginiz bizi öld uz. Hediye de¤il yaflam mucize de¤il yaflam hakk› istiyor ayetlerini protesto etti. hakk› istiyoruz” diyerek kad›n cin
Yılmaz, her ay şube başkanlarının, yöneticilerin tutuklandığı bir ortamda sendikacılık yapmalarının beklendiğini ifade etti. Bülent Arınç’ın “Referandumda ‘evet’ demeyenlerin toplu sözleşme isteme hakkı yoktur” sözlerini hatırlatan Yılmaz, “Yasalarla güvence altına alınmış toplu sözleşme hakkına dahi saldırılan bu ortamda nasıl örgütlenebiliriz?” diye sordu. Yılmaz, operasyonun nedenlerini bu şekilde sıralarken, polis kadın sendikacıların 2009’daki bebek ölümlerini duyuran Seher Tümer’in tutuklandığı ve hüküm giydiği duruşmaları
adınlar sevgililer gününde, “sevdiği için” öldürdüğünü, şiddet uyguladığını iddia eden kadın düşmanlarına karşı eylemdeydi. Ankara ve İstanbul’da 14 Şubat’ta sokağa çıkan kadınlar, erkeklere “Gül de alma, can da alma. Öldüren sevgi istemiyoruz” diye seslendi. Sosyalist Feminist Kolektif, basın açıklamasını sevgililer günü kampanyalarıyla donatılmış Demirören AVM önünde yaptı. "Hangi hediye erkek şiddetini unutturabilir?" diye soran kadınlar, erkeklerin sevgisinin her gün 5 kadın öldürdüğünü hatırlattı. Halkevci Kadınlar ve Üniversiteli Kadın Kolektifi İstanbul ve Ankara’da yaptıkları eylemlerde kadın düşmanlığını yeniden üreten AKP’ye, tacize, tecacüze karşı ses çıkardı. Erkeklerin sevgisinin ölüm ve taciz de getirdiğini belirten kadınlar, sevgililer
CEZAEV‹NDEK‹ KADINLAR KART BEKL‹YOR Aralarında Büşra Ersanlı’nın da bulunduğu 40 tutuklu üye için eylemlerinin
Tasarıda ne var ne yok? kadın örgütlerinin talepleri doğrultusunda iyileştirildi. Mülki amirler sadece acil durumlarda karar alacak. Kadınların bu noktada itiraz ettiği “mülki amirlerin uygun görecekleri tedbirlere hükmedebileceği” ifadesi ve mülki amirlerin psikolojik destek vermesi için yapılan düzenleme tasarıda yer almaya devam ediyor. Tasarıda yer alan önemli maddelerden biri de “şiddet önleme ve izleme merkezleri”nin düzenlenmesi oldu. Kadın örgütlerinin her ilde olması gerektiğini söylediği merkezlerin ilk olarak 14 ilde açılması karar-
Öldüren sevgi istemiyoruz K
izlemelerini gerekçe gösteriyor. Yılmaz, bunların operasyonlara kılıf uydurmak için yapıldığını teşhir etmek için “Duruşmaların üzerinden 3 yıl geçti. Peki neden şimdi?” diye sordu. Operasyonları yapanların yanıt veremediği bu soruyla ilgili olarak Yılmaz, “Sorun şu ki, belli zamanlarda hükümet, operasyonlar için gerekçeler buluyor. 8 Mart öncesi saldırılar da bunu gösteriyor” diye konuştu.
gününde bunun için eylemde olduklarını belirtti. Halkevci Kadınlar eyleme bir de hediye paketi getirdi. Paketin içinden kocası tarafından öldürülen Ayşe Paşalı’nın, sevgilisi tarafından öldürülen Münevver Karabulut’un ve öldürülen onlarca kadının öyküsü çıktı. Kadınlar şiddeti önlediği söylenen kanun taslağını hediye paketine benzetti. KESK’li kadınlara dönük polis operasyonunun AKP’nin kadın düşmanı yüzünü tekrar gösterdiğini belirten kadınlar, operasyonları da protesto etti. Kadınlar, operasyonların 8 Mart öncesinde bir gözdağı ve bastırma harekatı olduğunu ifade ettikleri eylemde, baskı ve tutuklamaların kısacası devlet şiddetinin örgütlü kadın mücadelesini yok edemeyeceğinin altını çizdi.
laştırıldı. Maliye Bakanlığı “mali yük” olarak gördüğü merkezlere, daha önce savcılık ve kolluk bünyesinde kurulması planlanan “şiddetten koruma büroları”na karşı çıktığı gibi, itirazına devam ediyor. Bu merkezlerle ilgili tasarıda hala boşluk var. Kadınların başvuracağı merkezlerin denetiminin kimin yapacağı, kimlerin çalışacağı, kadın örgütü temsilcilerinin yer alıp almayacağı gibi düzenlemeler sonradan çıkarılacak yönetmeliklere havale edildi. Bu merkezlerin Sibel Üresin’in görüşlerini paylaşan kadın düşmanlarıyla doldurulup doldurul-
sürdüğünü ifade eden Sakine Esen Yılmaz, tüm kadın örgütlerinden destek beklediklerini duyurdu. Cezaevindeki 9 kadına kart, mektup ve kitap gönderilmesini isteyen Yılmaz, tutuklunun ismine “Sincan F Tipi Cezaevi” adresi eklenerek postaların ulaştırılabileceğini bildirdi. Son tutuklamalara konfederasyon hukuki yollarla itiraz etti. İtirazın reddi halinde görülecek duruşmalarda KESK’li kadınlar adliye önünde olacak. Yılmaz, tüm kadınları yanlarında olmaya çağırdı.
mayacağı ayrı bir merak konusu. Kolluk kuvvetlerinin “kadın erkek eşitliği”, “toplumsal cinsiyet” konularında eğitim alması tasarıda yer alırken kadına yönelik şiddetle ilgili yaptırımlarda son kararı verecek hâkim ve savcılar bu kapsamın dışında tutuldu. Tasarının en önemli maddelerinden biri de hakkında tedbir kararı alınan kadınların sağlık giderlerinin karşılanması ile ilgili düzenleme. Kadınların çoğu kocaya bağlı sosyal güvenceye sahip ve tasarıya göre sosyal güvencesi olan kadınlar sağlık giderlerini kendisi karşılamalı. Bu durum hastane masraflarını ödeyecek olan kocanın, kadının yerini öğrenmesi anlamına geliyor ve gizlilik ihlal edilmiş oluyor.
KİBELE
11
23 fiubat 2012 / 7 Mart 2012
Halk›n Sesi
MERHAMET D‹LEM‹YORUZ, ‹TAAT ETM‹YORUZ
Kadınlar 8 Mart’ta alanlara Kadına yönelik şiddetle mücadelenin toplumsallaştığı, kadın militanlığının yükseldiği bir dönemde Kadınlar 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde buluşmaya hazırlanıyor. Kadınlar hangi taleplerle alanlara çıkacaklarını anlattı SELCAN ADIYAMAN
B Gücümüzü birliğimiz veriyor Dilşat Aktaş - Halkevleri MYK Üyesi Halkevleri ile üniversitedeyken tanıştım. Faşizme, emperyalizme, ırkçılığa-şovenizme ve erkek egemenliğine karşı mücadeleyi burada öğrendim, emeğimi herkesle paylaşmanın mutluluğunu da. Kendi başınıza sorunların üstesinden gelmek zordur. Ancak örgütlüyseniz kolektif akıl ve irade ile çözüm bulmak, birlikte mücadele etmek güç verir. İçinde yaşadığımız toplumda kadınların güçlenmesinin önemli olduğunu düşünüyorum, o nedenle gerek kadın üye sayısının gerekse de yönetici kadın sayısının Halkevleri'nde artması gerektiğini düşünüyorum. Gelin eşit ve özgür bir toplumu birlikte kuralım, 8 mart alanında buluşalım
Emeğimiz işten sayılsın Serpil Kemalbay - İMECE İMECE 8 Mart’a nasıl hazırlanıyor? Ev hizmetlerinin iş yasası kapsamına alınması için kampanya sürdürüyoruz. ILO 189 No’lu Ev İşçilerine İnsanca İş Sözleşmesi’nin hükümet tarafından onaylanması için çalışıyoruz. 5 Mart’ta Ankara’da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’le heyet olarak görüşmek isteyeceğiz. Meclise gireceğiz ve BDP’li, CHP’li vekillerle görüşeceğiz. Meclis önünde bir basın açıklaması gerçekleştirmeyi planlıyoruz. 8 Mart’ta alana da aynı taleplerle çıkacağız. Ev hizmetlerinin iş yasası kapsamına alınmasını, gündelikçi veya aylıkçı çalışan tüm ev işçilerinin sosyal güvenlik çatısı altına alınması için gerçekçi ve uygulanabilir yasal düzenleme yapılmasını talep ediyoruz. Çalışma yaptığımız Esenyurt’ta pek çok ev işçisi var. Bu kadınlara ulaşarak, İstanbul Kadın Platformu’nun düzenlediği 8 Mart mitingine hep birlikte gidebilmek için masalar açıyoruz. Sokak eylemleri düzenliyoruz. Taleplerimizin karşılanması için hepimiz sesimizi yükseltmeliyiz ve basıncı artırmalıyız.
u 8 Mart AKP iktidarı ve onun medyası açısından belki de bugüne dek hiç olmadığı kadar önemli, popüler bir gün olacak. Ne de olsa son 8 Mart’tan bu yana kadın cinayetleri konusu “popülerliğini” katladı. Akşam haberlerinde kanal başına, günlük gazetelerin üçüncü sayfalarında gazete başına ayrı bir kadın cinayeti haberi verilebiliyor zorlanmadan. Sahi sizin son duyduğunuz cinayette kullanılan silah neydi, kadın hangi sebeple öldürülmüştü, güzel miydi, adam nereye kaçmıştı hatırlıyor musunuz?
Şu noktayı vurgulamakta fayda var; en azından kız kardeşlerimizin bir bölümü için bile olsa bir korunak haline gelen bu yasa AKP’nin kadın sevgisiyle dolup taşan gönlünden kopmadı, aksine AKP ne kadar tırpanlasa da tüm şiddet karşıtı yasalar gibi sözü geçen yasa da Türkiye’de on yıllardır evlerde, iş yerlerinde, sokaklarda, mahkemelerde inadına haklarını savunmaya çalışan tek tek ya da çoğul kadın hareketlerinin
HÜKÜMET‹N 8 MART HED‹YES‹ İmza atmamış olan dört bakanlık imzalarını atar da 8 Mart gününe yetiştirilebilirse, başbakan nur topu gibi bir şiddet yasası hediye edecek biz kadınlara. Öncelikle söyleyelim ki şiddet karşıtı her yasal düzenleme namlusuna mermi sürülmüş bir silahın önünde savunmasız duran bir kadının elindeki somut caydırıcı etkendir. AKP’yi kadına dönük şiddet konusunda yasal düzenleme yapma üstelik bu işe kadın örgütlerini dahil etme noktasına getiren gerçek, bu toprakların alışkın olduğu insan kanı oranındaki kadın kanı miktarının, görmezden gelinemeyecek bir boyuta gelmesidir. Sistematik hale gelmiş olan bir cins katliamını “çözmekten” imtina etmeyi hiçbir iktidar göze almaz. Diğer yandan tüm toplumsal sorunlarda, bir sorunun nasıl çözüldüğü, çözülmüş olması kadar önemli bir durum açığa çıkarır. Toplumda yaşanan son on yıllık dönüşümle birlikte düşünüldüğünde; örneğin şiddete karşı “mülki amirlerin uygun görecekleri tedbirlere hükmedebilme yetkisini” okuyunca ve mülki amirin bölgenin cemaat önderi, AKP şefi vs olduğu da göz önüne alınca berat kandilinde camilerde toplanan adamların, toplu pişmanlıktan yararlanma başvurusu çok abartılı bir hayal olmasa gerek. YASA KADIN MÜCADELES‹N‹N KAZANIMIDIR Tabii evli ama düzgün eş olmayan, utanmadan evlenmemiş ya da boşanmış olarak yaşamaya karar vermiş olan, üstüne üstlük geceleri dışarıda olabilen, hele hele politik, mesela bir de bunun üstüne Kürt olanlar için hali hazırda zaten yürürlükte olan bir yasa var: “Kadın mı kız mı belli değil yasası”.
‘Okunmadık fermanım var düşman elinde, onu da yazan yanlış yazmış sarhoş halinde’
Geçmişten bugüne 8 Mart 1857- NewYork’ta kadın tekstil işçilerinin gösterisine polis saldırdı. İki yıl sonra Mart ayında, tekstil işçisi kadınlar ilk Kadın İşçiler Sendikası’nı kurdular. Ağustos 1907 - Clara Zetkin, II. Enternasyonal yıllık toplantısında, eşit işe eşit ücret ve tüm kadınlara oy hakkı talepleriyle her yıl uluslararası bir kadın gösterisi yapılması önerisini ilk kez dile getirdi. 1910’da - Kopenhag’da yapılan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Kongresi, Clara Zetkin’in, 1908 gösterileri anısına, bir Uluslararası Kadınlar
Günü gösterisi düzenlenmesi önerisini kabul etti. 1921 - TKP, Türkiye’de ilk 8 Mart kutlamasını yaptı. 1922- Lenin, Clara Zetkin’in önerisiyle Uluslararası Kadınlar Günü’nü Sovyetler Birliği’nde resmi tatil ilan etti. 8 Mart 1968- 2. Dünya Savaşı sonrasında yapılmayan Uluslararası Kadınlar Günü, ABD’nin Chicago kentinde kadınlar tarafından yeniden başlatıldı. 16 Aralık 1977 - İlerici Kadınlar Derneği 8 Mart’ı Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutladı.
tarihsel mirasıdır. “Okunmadık fermanım var düşman elinde, onu da yazan yanlış yazmış sarhoş halinde, getir beyim ben yazayım zülfüm telinde” (Hisarlı Ahmet) Kadınlar bunca şiddetin yanı sıra bir de yoksulluğun, güvencesizliğin ve savaşın karşısında insanca yaşama mücadelesinde hep en öndeler. Güvencesiz işçilerin sendikası Dev-Sağlık İş’in DİSK genel kuruluna taşıdığı cürret her türlü tehdide rağmen güvencesizliğe karşı sadece patronlara değil topluma da başlarını kaldırmayı başarmış kadın işçilerin cürreti değil miydi aynı zamanda? Savaşın kurallarına itaat etmesi buyrulan aydınların içinden barışı savunduğu için hapsedilen bir kadın aydının, Büşra Hoca’nın otobüsteki gülümsemesi aydınların tamamının gözünü kör eden korku karanlığını aralamadı mı? Toplumun tamamına umut olan üniversite hareketinde “her taşın altından” bir üniversiteli kadın çıkmıyor mu olanca güzelliğiyle? Yoksul mahallelerde halkın hakları mücadelesini bayrak edinenlerin önemli bir bölümü kadınlar değil mi? Evet öyle… SALDIRILARA KARfiI B‹R KADIN BAR‹KATI KURAB‹L‹R‹Z Neo liberal gerici savaş iktidarının toplumun farklı kesimlerine dönük saldırganlığının önündeki barikat kadın çoğunluğuna dayanıyorsa, kadına dönük her türden saldırganlığın karşısında çok daha güçlü bir kadın barikatı kurulabilir demektir. Öyleyse öncelikle yaşamsal bir sorun haline gelmiş olan kadın cinayetleri ve kadına dönük şiddet karşısında kadınları güçlendirecek politik çağrıyı evde, sokakta, iş yerinde, sendikada, partide, Halkevi’nde en geniş topluluklarla üretmek acil görevimiz olmalı. Kadınların erkeklere itaat etmeden, AKP’nin merhametine sığınmadan, patronların güvencesizlik dayatmasına baş eğmeden kurtuluşunu sağlayacak olan mücadelenin ve dayanışmanın adresi 8 Mart alanları olmalıdır. Şiddete, eşitsizliğe ve güvencesizliğe karşı kadınların kurtuluşunun fikrini üreten kadınlara ve onları destekleyen erkeklere selam olsun! Bu fikrin evde, sokakta, iş yerinde, sendikada, Halkevi’nde, partide, AKP’ye, erkeklere ve patronlara karşı devrimci eylemini örgütleyen tüm kadınların 8 Mart’ı kutlu olsun!
‘Hey Tekstil’de biz varız’ Bize kendinizi tanıtır mısınız? İsmim Songül Kahraman. 32 yaşındayım ve 11 yıldır Hey Tekstil de çalışıyorum. Çalıştığım yıllar içerisinde güvenceli çalıştırılıyordum; ama son 3 yıldır maaşlarımızın ödenmesinde gecikmeceler yaşanıyordu. İşten atılacağımı tahmin bile etmezdim. Şu an 420 işçi işten çıkarıldı ve 200’e yakını kadın işçi. Kadın olarak bu süreçte karşılaştığınız zorluklar var mı? Ben evli değilim ama evli olan arkadaşlarım kadar iyi hissediyorum bu zorluğu. Özellikle engelli bir kadın arkadaşımızdan bahsetmek istiyorum. Bacağının birini kullanamadığı için tuvalet ihtiyacını ve işten çıkış saatini işçiler çıkmadan 5 dk önce yapmak için günlerce tartışmıştı. Bırakın erken çıkmasını, bunu söylediği için işten kaçıyor dendi arkadaşımıza. Sizin kadınlar olarak bu direnişte ayrı bir talebiniz var mı? Yaklaşık 1 haftadır neredeyse tüm gün burada direnişteyiz. Kadın olduğumuz için evde sorumluluklarımız daha fazla ve buna rağmen saatlerimiz burada geçiyor. Attığımız bir slogan vardı. Ben burada öğrendim slogan atmayı ve ilk sloganım da kadınların taleplerini anlatıyor. “Kadınlar burada Aynur Bektaş nerede?” 8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşıyor. Sesinizi ulaştırabildiğiniz kadınlara neler söylemek istersiniz? Yaşamak için sürdürdüğümüz büyük bir mücadele zaten var. Babalarımızdan, kocalarımızdan evlerde, her yerde kadınlar olarak yıllarca zulüm görmüşüz. Ben arkadaşlarım adına tüm kadın arkadaşlarımıza bir çağrıda bulunmak istiyorum. Bizlere sahip çıkın arkadaşlar. Çünkü kadınlar el ele verdiğinde her zorluğun üstesinden gelirler. Şimdiden çok teşekkürler.
Kadrolu iş için Duygu Semiz - Ataması yapılmaya eğitim emekçisi Eğitim hakkı ve güvenceli iş mücadelesinin öznesi kadın öğretmenler de 8 Mart’ta sokağa çıkacak. Semiz 8 Mart alanına taşıyacakları taleplerini şöyle sıraladı: Eğitimde gericileşmeye ve cinsiyetçiliğe karşı, Tacizin, mobingin olmadığı bir çalışma ortamı için, Doğum ve emzirme izinlerinden eşit yararlanmak için, Çocuk ve yaşlı bakımının toplumsallaşması için, Güvencesiz kadın öğretmenlere sosyal güvence için 8 Mart alanında olacağız.
12
DOSYA 23 fiubat 2012 / 7 Mart 2012
Halk›n Sesi
A KP’nin ‘ya rgı gücü’ yaptığı AKP’nin hukuk alanında r Özel Yetkili değişiklik ve düzenlemele geleşiyor. Mahkemelerle (ÖYM) sim uhalefeti DGM’lerden devralınan “m kemelerle bastırma” çabası bu mah sürüyor. ÖYM’lerin ahkemelerkendinden önceki “özel m politik den” temel farkı, iktidarın in operasyonlarında ve rejim aktif bir dönüşümünde kullanılan unsur haline gelmesi
İ
stanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı KCK soruşturması kapsamında 8 Şubat akşamı MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski müsteşar Emre Taner ve eski müsteşar yardımcısı Afet Güneş’i ve iki üst düzey MİT yöneticisini “şüpheli” sıfatıyla ifadeye çağırdı. Özel Yetkili Savcılar bugüne kadar BDP’li siyasetçilerden gazetecilere kadar çok sayıda muhalifi; eski genelkurmay başkanından, JİTEM komutanlarına kadar rejimin önemli aktörlerini ifadeye çağırmıştı. Fakat bu sefer Özel Yetkili Savcı’nın doğrudan Başbakan’a bağlı bir bürokratı ifadeye çağırması Özel Yetkili Savcı ve Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin (ÖYM) yetki-
Bir iktidar aracı olarak Özel Yetkili Mahkemeler AKP’nin hukuk anlayışının simgesi konumundaki Özel Yetkili Mahkemeler aldıkları kararlarla Türkiye’nin yeni terör konseptini ve yenilenen rejimin yapı iskelesini oluşturuyor
lerinin sınırını tartışma konusu haline getirdi. Özel Yetkili Mahkeme ve Savcılık, AKP eliyle kurulan neoliberal-İslamcı hukuk anlayışının bir ürünü. AKP eliyle yürütülen rejimin neoliberalİslamcı dönüşümünde hukuk, mahkemeler ve polis önemli bir yer tutuyor. Adalet sağlaması beklenen bu kurumlar MİT örneğinde de görüldüğü üzere iktidar içi hesaplaşmalarda kullanılan, politik alana müdahale aracına dönüşüyor. Geçmişte “terörle mücadele”yle görevli kurum olarak TSK öne çıkarken bugün “terörle mücadele”de özel yetkili savcılar ve mahkemeler öne çıkıyor. Sınır ötesi askeri operasyon-
ÖYM’leri kendinden önceki “özel mahkemeler”den farklı kılan yalnızca halk muhalefetini bastırmak için değil aynı zamanda düzen içi politik operasyonlar için de kullanılıyor olması
ların yerini, yurt çapında süren KCK operasyonlarının alması rejimin ağırlık merkezinin TSK’dan bu kurumlara kaydığını da gösteriyor. Çünkü “terörle mücadele” rejimin dönüşüm ve kırılma süreçlerinde devlet aygıtlarının dönüşümü ve konumlandırılmasında kurucu bir söylem. Özel Yetkili Savcılık ve ÖYM’ler, kanunlar, polis, jandarma, emniyet ve güvenlik bürokrasisinde yapılan değişiklikler, yetkilendirme ve görevlendirmeler “etkin bir terörle mücadele stratejisi”nin parçası olarak sunuluyor. Ortaya çıkan manzarada ÖYM’ler ve polis, rejimin öne çıkan ve süreci belirleyen aktörlerine dönüşüyor.
Bu yetkiler herkesi suçlu çıkarır Ö
DGM’lerin mirasçısı T
ürkiye’nin özel mahkeme geleneği erken Cumhuriyet dönemine kadar dayanıyor. Ortak noktaları rejimin “düşmanlarını” özel ve yok etmeye dayalı bir hukuk anlayışı ile yargılamak olan bu mahkemelerin kökeni İstiklal Mahkemeleri olarak gösterilebilir. İstiklal Mahkemeleri’nin işlevini ilerleyen yıllarda sırasıyla, Sıkıyönetim Mahkemeleri, Olağanüstü Hal Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) sürdürdü. DGM’ler yerini ve en önemlisi yetkilerini Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerine bıraktı. DGM’lerin gündeme gelişi Türkiye’de sömürge tipi faşizmin kurumsallaştığı bir döneme denk gelir. 12 Mart Muhtırası’nın ardından 1973’te anayasaya yapılan bir ekleme ile DGM’ler kurulmuş fakat o dönem DİSK’in “DGM’leri ezdik” kampanyası ile simgeleşen bir toplumsal direnç sayesinde Anayasa Mahkemesi tarafından bu düzenleme iptal edilmiştir. Bu gelişmenin ardından DGM’nin yeniden gündeme gelmesi rejimin dönüm noktalarından 12 Eylül darbesinin ertesinde olur. 1982 Anayasası’na 83’te eklenen bir madde ile DGM’ler kurulur. “Terör” ve “suç örgütü” davalarına bakan DGM’lerin işleyişi 1990’lı ve 2000’li yıllarda önce toplumsal muhalefetin, ardından da muhalefetin yarattığı direnç sayesinde Türkiye AB ilişkilerinin gündemi olur. Bu dönemde görülen “Manisalı gençler davası”, “Mecliste pankart açan öğrencilerin davası”, DGM’nin savunma hakkını gasp eden adaletsiz işleyişini ülke çapında kabul gören bir gerçeğe dönüştürdü. Meşruluğu zedelenen DGM’ler AB görüşme sürecinde de Türkiye’nin ayağına dolanınca anayasanın DGM'leri düzenleyen 143. maddesi 2004 yazı başında yürürlükten kaldırıldı, yerine 5190 sayılı Kanunla Özel Ağır Ceza Mahkemeleri kuruldu. Bu mahkemeler DGM’lerle aynı hak ve işlevlere sahip. Hukukçular düzenlemenin mahkemelere dair isim değişikliğinden ibaret olduğu görüşünde. Türkiye’de 8 kentte, 22 ÖYM var. Özel Yetkili Mahkeme ve Savcılara bu yetkiler Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından veriliyor. ÖYM’ler sömürge tipi faşizmin AKP dönemine özgü mahkemeler olarak da tanımlanabilir. Geçmiş dönemlerden farklı olarak yalnızca halk muhalefetini bastırmak için değil aynı zamanda politik operasyonlar içinde kullanıldılar. ÖYM’leri kendinde önceki “özel mahkemeler”den farklı kılan da bu operasyonel niteliği olduğu. İşlevsel farklılıklarının yanı sıra ÖYM’lerin çağın imkanların, etkin kullanması için yeni “güvenlik teknoloji”lerinin kullanılması yetkileri ile donatıldığını, bu sayede hareket alanının genişletildiğini de belirtmek gerekiyor.
YM’ler demokrasi ve adil yargılama hakkını ihlal eden, savunma hakkını kısıtlayan yetkilere sahip. Saunma hakkı gaspının yeni biçimleri olarak ortaya çıkan bu yetkiler şöyle: I Teknik takip I Gizlilik kararı I Uzun tutukluluk I Gizli tanık uygulaması ÖYM’lerin en özel yetkilerinden birisi “örgütlü suç” şüphesi gördükleri her durumda, tek tek veya belirlenen isimlerin topluca teknik takibe alınması kararını verebilmeleri. Bu noktada ilgili kanunun (CMK) ÖYM’lerin dinleme kararı verebileceği suçların kapsamını son derece geniş tuttuğunu belirtmeliyiz. ÖYM’ler polisin başvurusu üzerine “iletişim denetlenmesi” olarak adlandırılan işlemlere izin veriyor. Bu işlemler “iletişimin dinlenmesi, kaydedilmesi, tespiti, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi ve mobil telefonun yerinin tespiti” uygulamalarını kapsıyor. Mevcut hukuk düzeninde bu takip kayıtları ile “delil imal ediliyor.” Mahkemelerde sunulan delillerin çoğu elektronik ortamda elde edilen takiplere dayanıyor. Teknik takip Ergenekon, Oda TV ve KCK operasyonlarında savcıların hazırladığı iddianamelerin temelini oluşturuyor. Örneğin Oda TV davasının 134 sayfalık iddianamesinin neredeyse tamamı 12 sanığın telefon konuşmaları ve mail yazışmalarına dayanılarak hazırlandı. Sanıkların örgütlü bir biçimde hareket ettiği, bu görüşmelere dayanarak ispatlanmaya çalışıldı. Andıç davasından tutuklanan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Ergenekon örgütü üyeliğine delil olarak sunulanlar arasında Ergenekon davasından yargılanan gazeteci Mustafa Balbay ile yaptığı bir telefon görüşmesi var. Bu görüşmede Başbuğ, Mustafa Balbay’a yaptığı bir haberin kaynağını soruyor fakat Balbay kaynağını açıklayamayacağını söylüyor. Savcı içerikten bağımsız olarak iki ismin telefon görüşmesi yapmış olmasının aralarında örgüt bağı olmasına delil olduğunu iddia ediyor. TEK B‹R MA‹L YET‹YOR Teknik takibe takılmak yani takip edilen birisiyle iletişime geçmiş olmak da kişiyi “suçlu” yapabiliyor. Örneğin Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Şeyma Özcan, Devrimci Karargah soruşturması kapsamında takip edilen bir avukata mail atarak kendisine bir gazetede staj yapması için yardımcı olup olamayacağını sordu. Bu mail dayanak yapılarak “örgüt üyeliği” suçlamasıyla tutuklanan Özcan, 9 Aralık 2011’den beri hapiste. Son
ÖYM’lerin benimsedi¤i “Terör” tan›m› bu konudaki uluslararas› e¤ilimlerle uyumlu bir biçimde geniflletilip dönüfltürülüyor. Yoksul ayaklanmalar›n›, hak temelli hak isyanlar›n› yeni “tehlike” olarak tan›mlayan NATO konseptiyle paralel bu yeni terör tan›m› Kürt sorunu ile özgün yanlar da kazanan bir Türkiye tipi terörle mücadele stratejisi ortaya ç›kar›yor. Hukuk terörle mücadele dayanak gösterilerek rejimin etkili bir ayg›t›na dönüflüyor. KCK dalgasında gözaltına alınan Fotoğraf sanatçısı Mehmet Özer’in gözaltına alınma gerekçesi de benzer bir biçimde KCK ile ilgili kendisine gelen bir mail. KCK operasyonu kapsamında 26 Kasım’da tutuklanan 33 avukatın “örgüt üyeliği” suçlamasıyla tutuklanmasına delil olarak gösterilen “en kuvvetli” dayanak ise Öcalan’ın görüşme notlarının bu avukatların maillerine gönderilmiş olması. Mahkeme dinleme iznini kolaylıkla verdiği için eleştiriliyor. Örneğim Oda Tv davası sanığı gazeteci Nedim Şener, İstanbul Emniyeti’ne 6 Mayıs 2009 tarihinde “M. Yılmaz” imzası ile elektronik posta olarak gönderilen bir ihbar mesajı üzerine dinlemeye alınmış. Bu mesajı kimin hangi delillere dayanarak attığına bakılmaksızın mahkeme dinleme kararı vermiş. Emniyetten giden dinleme taleplerinin mahkeme tarafından çok fazla incelenmeden onaylandığı da bir diğer eleştiri konusu. ‘Olağandışı yargılama usulleri, Özel Yetkili Ağır Ceza mahkemeleri’ makalesinde avukat Güçlü Sevimli bir örnekle anlatmış. Sevimlinin aktarımına göre kendisine telefon dinleme konusunda talep gelen bir hakim talep konusunu ve içeriğini hiç okumadığı için aralarında kendi telefonunun da bulunduğu dinlenme listesine onay vermiş.
fiOK GÖRÜfiME: ‘EVDEY‹M HASTAYIM’ Teknik takip yalnızca mahkemelerde delil olarak kullanılmıyor. AKP tipi hukuk düzeninde yürütülen operasyonların meşruluğunu sağlamak, operasyona hedef olan isimleri itibarsızlaştırmak için de teknik takip verileri kullanılıyor. Dosyalar üzerinde gizlilik kararı bulunduğu halde gözaltına alınan isimler henüz mahkemedeyken dava dosyasındaki deliller basına sızdırılıyor. Teknik takibe alınan konuşmalar, dialoglar haberleştirilerek tutuklanan isimler itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Örneğin KCK davası kapsamında tutuklanan Prof.Dr Büşra Ersanlı’nın gazeteci Nuray Mert’le telefon konuşması AKP medyasında “Şok görüşme” (Yeni Akit gazetesi), “Ersanlı ve Mert’i ele veren konuşma” (Bugün gazetesi) başlıklarıyla okura sunuldu. Oysa konuşma içeriğinde Ersanlı evde ve hasta olduğunu anlatarak söze başlamış, ardından iki isim artan çatışmalar nedeniyle kaygılı ve üzüntülü olduklarını belirten bir sohbet yapmış. TUTUKLANAN NEYLE SUÇLANDI⁄INI B‹LM‹YOR Teknik takiple elde edilen delillere dayanarak hazırlanan soruşturma sonrası yapılan operasyonlarla gözaltına alınan binlerce kişi Özel Yetkili Savcı karşısına çıkarılıyor. Özel yetkili
savcıların sahip olduğu “gizlilik kararı verme” yetkisi bu noktada devreye giriyor. Çoğu savcı dosya hakkında gizlilik kararı veriyor. Gizlilik kararı koyulan bir dosyayı yargılanan kişi ve avukatı iddianamenin hazırlık süreci tamamlanana kadar göremiyor. Yani gizlilik kararı bulunan bir dosya kapsamında tutuklandığınızda ilgili mahkeme iddianameyi kabul edene kadar neyle suçlandığınızı, hakkınızdaki delilleri, ne siz ne avukatınız görebiliyor. Savunma hakkının gaspı olarak nitelendirilen bu durum çarpıcı örnekler yaratıyor. Örneğin Kocaeli’nde 26 Kasım 2011’de yapılan ev baskınları ile gözaltına alınıp tutuklanan 13 kişi 2.5 ay cezaevinde yattı. 3 Şubat’ta avukatlarının tutukluluk durumuna itirazları üzerine serbest bırakıldı. Fakat serbest bırakılan 13 kişi dava üzerinde gizlilik kararı bulunduğu için ve halen ortada kabul edilmiş bir iddianame olmadığı için neyle suçlanıp tutuklandıklarını, neden 2.5 ay hapiste tutulduklarını halen bilmiyor. TUTUKLAMA CEZAYA DÖNÜfiÜYOR ÖYM’lerle ilgili kamuoyunun en sık tartıştığı durum bir önlem olması gerekirken bir cezalandırmaya dönüştürülen tutukluluk kararı ve uzun tutukluluk süresi. Özel yetkili savcıların talebiyle bugüne kadar gözaltına
alınan çoğu sanık tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edildi. ÖYM’ler de savcıların taleplerini yerinde görerek sorgu aşamasında tutuklama kararı verdi. Bu işleyiş nedeniyle şu an Türkiye’de on binlerce tutuklu bulunuyor. AKP iktidarın büyük tasfiye operasyonu olarak yürüyen davalarda uzun tutukluluk süreleri tartışma konusu haline geliyor. 2007’de Ergenekon ile başlayan, KCK, Devrimci Karargah, Balyoz ile süren operasyonlar silsilesinde tutuklananların yargılandığı davalardan henüz hiçbiri bitmedi. İlk dalgada gözaltına alınanlar neredeyse 5 yıldan uzun bir süredir hapishanedeler. Kanuna göre ÖYM’lerin yetkisi kapsamında tutuklananların tutukluluk süresi 10 yıla kadar uzayabiliyor. En sık başvurulan tutuklama gerekçesi sanıkların “kaçma şüphesi” ve “delilleri karartma şüphesi” olarak gösteriliyor. Fakat bunun bir ezber olduğu biliniyor. Ankara Hopa davasında haklarında arama kararı olduğunu öğrenen Halkevi üyeleri Doruk Yıldırım ve Özgür Atmaca kendi iradeleriyle adliyeye giderek savcıya ifade verdi. Fakat savcı ki Halkevciyi “kaçma ve delilleri karartma şüphesi” olduğu gerekçesiyle tutuklama talebiyle mahkemeye sevk etti. Mahkeme de tutuklama kararı verdi. HAFIZALARI KUVVETL‹ G‹ZL‹ TANIKLAR ÖYM’lerde savunma hakkı ihlaline yol açan bir diğer uygulama da gizli tanık uygulaması. Gizli bir tanığın ifadesi dayanak gösterilerek operasyonlar yapılıyor, iddianameler hazırlanıyor. Bu gizli tanıkların hafızası o kadar kuvvetli oluyor ki, hangi olay hangi tarihte nerede yaşanmış, isim isim kim bunlara katılmış her şeyi sıralıyor. Hatta geçen yıl Halk Cephesi üyelerine yapılan bir dizi polis operasyonunda gizli tanık ifadesi o kadar ayrıntılıydı ki tanık ifadesinde isim vermekle yetinmeyerek, üstüne ifade verilen isimlerin nüfus ve adres bilgilerini dahi vermişti. Polis fezlekelerini gibi verilmiş gizli tanık ifadeleri, polis tarafından yapılan yasa dışı dinleme ile elde edilen bilgilerin mahkemede kullanılabilmesi için başvurulan bir yol haline getirilmiş izlenimi veriyor. ÖYM’ler bu uygulamalarla adil yargılanma ve savunma hakkının gasp edildiği mahkemelere dönüşmüş durumda. Bu mahkemelere çıkarılanlar çoğu zaman nasıl toplandıkları bilinmeyen delillerle, kimin tarafından verildiği bilinmeyen ifadelere dayanılarak, neyle suçlandığını dahi bilmeden tutuklanıyor. Ve bu tutukluluk süresi en iyi ihtimalle iddianamenin hazırlanıp
13
TARİH 23 fiubat 2012 / 7 Mart 2012
Halk›n Sesi
DGM’LERE KARfiI D‹SK’TEN ‹fiÇ‹ SINIFI TAVRI
Sermaye mahkemelerine hayır ÖZEN TAÇYILDIZ
B
ugün siyasi çatışmaların merkezinde yer alan Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri, 2004’te kapatılan Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin (DGM) yerine getirildi. 12 Eylül faşizminin vurucu güçlerinden biri olarak 1983’te yürürülüğe sokulan DGM’ler, 1970’li yıllarda da gündeme getrilmiş; fakat toplumsal muhalefetin baskısıyla engellenmişti. Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin, 12 Mart sonrasında, 26 Haziran 1973 tarihli 1699 sayılı kanuna dayanılarak Ankara, İstanbul, İzmir, Adana ve Diyarbakır’da kurulan özel mahkemelerdi. Mahkemeleri kuran yasa, 11 Ekim 1975'de Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti; ancak mahkemenin bozma kararında, yasanın “anayasaya uygun hale getirilmesi” için bir yıl süre veriliyordu. Bu süre içinde, mevcut DGM yasası TBMM tarafından değiştirilmediği takdirde, tümüyle ortadan kalkacaktı. Bir yılın sonunda yasa tekrar TBMM’den geçemedi ve DGM’ler kalktı. M‹LL‹YETÇ‹ CEPHE DGM YASASINI GEÇ‹REM‹YOR Toplumsal muhalefetin baskısı, Milliyetçi Cephe (MC) koalisyon hükümetini iç krize sürüklerken, yasanını parlamentodan geçmesini engelledi. DGM yasasının iptal edilmesinin ardından, iktidardaki MC koalisyonu, DGM yasa değişikliğini Meclis’ten geçirmek istedi. İktidar ortaklarından AP, MSP ve MHP yasanın “laiklik karşıtı eylemlerin cezalandırılması” olarak bilinen TCK 163. maddeyi dışarıda bırakmasını isterken, Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) bu maddeyi de kapsamasını istiyordu. CHP zaten karşıydı; CGP’de hükümet içinden direnç gösterince, DGM’ler, hem hükümet içi bir krize dönüştü, hem de parlamento tıkanmış oldu. Ancak parlamentoyu krize sürükleyen temel gerekçe, sokaktan
DGM’leri “sınıf mahkemeleri” ve “sıkıyönetimsiz sıkıyönetim” olarak niteleyen DİSK, MC iktidarı anayasal ve demokratik yoldan düşürülene ve halktan yana iktidar kuruluncaya kadar tüm ülkede genel yas ilan etti. DGM’ler, sendikal özgürlük için, sarı sendikalara ve komando saldırılarına karşı direnen işçileri yargılayacaktı
Aslında DGM’lerde işçi sınıfının, halkın ve ülkenin çıkarları yargılanacaktı. Buna izin verilemezdi. Dün 15-16 Haziran direnişlerinde, bugün güvencesizliğe karşı kararlı mücadelelerde boy gösteren DİSK’in militan sınıf çizgisi, 1970’lerde DGM karşıtı toplumsal muhalefetin ön saflarında kendini gösterdi
‹flçi s›n›f› hareketine bir sald›r› arac› olarak gündeme getirilen Devlet Güvenlik Mahkemeleri, baflta iflçi s›n›f›n›n militan temsilcisi D‹SK olmak üzere, gençlik hareketi ve toplumsal muhalefetin di¤er öznelerince örgütlenen kararl› direnifllerle engellendi.
yükselen DGM karşıtı muhalefetti. Sokak hareketlendiği müddetçe yasa parlementodan geçirelemiyordu. Bu muhalefetin başını Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) çekiyordu.
D‹SK’TEN GENEL YAS VE F‹‹L‹ D‹REN‹fiLER DGM’leri “sınıf mahkemeleri” ve “sıkıyönetimsiz sıkıyönetim” olarak niteleyen DİSK, 16 Eylül 1976’da bir bildiri yayımladı. Genel Başkan Kemal Türkler, “MC iktidarının
anayasal ve demokratik yoldan düşürülmesine ve halktan yana iktidar kuruluncaya kadar tüm ülkede genel yas ilan edildiğini” açıkladı. Türkler, DGM’ye karşı olma sebeplerini ise şöyle açıklıyordu: “DGM kurulduğu takdirde sendika seçme özgürlüğü, toplu sözleşmenin uygulanmasını sağlamak, sarı sendikanın oyunlarını bozmak, işten atılmaları önlemek, komando saldırılarını durdurmak için direnen işçiler, bu eylemi sözle veya yazıyla destekleyenler, işçi sınıfının,
halkın ve ülkenin çıkarları doğrultusunda, MC’ye ve sermaye sınıflarına kaşı yazanlar, toplantı düzenleyenler ve bu toplantıya katılanlar DGM’lerde yargılanacaklardır.” Türkler, ayrıca hakimlerin siyasal iktidar tarafından seçilecek kişiler arasından atanacak olmalarının siyasal iktidara bağımlılık anlamına geleceğine de dikkat çekiyordu. DİSK’in kararı, her gün öğleden sonra sessiz matem yürüyüşleri veya mitinglerin yapılmasını da içeriyordu.
“Bu yürüyüşler sırasında iş duracak mı?” sorusuna Türkler’in cevabı “onu işverenler düşünsün” şeklindeydi. Direniş kararının ardından iş bırakma konusunda işçiler serbest bırakılmıştı. Aynı gün DİSK Yönetim Kurulu Taksim Anıtı’na siyah çelenk koyarken, işçiler de yaygın biçimde pek çok iş kolunda iş bıraktı. 300 bin kadar işçi direnişe geçti. Ankara ve İzmir’de otobüsler çalışmazken İzmir’de mezbahada et kesilmedi, çöpler toplanmadı. İpraş Aliağa petrol rafinerilerinde akaryakıt üretimi durdu. PROF‹LO CAN KAYBINA RA⁄MEN YILMADI En militan direniş İstanbul’daki Profilo fabrikasında oldu. DGM yasasını protesto amacıyla başlattıkları direnişten sonra, işten çıkarılan arkadaşlarının yeniden işe alınması için 2 bin kadar işçi direnişe geçti. İşçiler, polis saldırısına rağmen fabrikayı boşaltmadı. 30 Eylül’deki ikinci saldırıda, 12 Mart’ın İstanbul Siyasi Şube Müdürü Ilgaz Aykutlu işverenlerin danışmanı olarak çatışmayı yönetiyor; polis şeflerine talimat veriyordu. O gün, Yakup Keser adlı işçi polis tarafından öldürüldü, 200 işçi gözaltına alındı, 6’sı tutuklandı. Emniyet müdür vekili Nihat Kaner polisin silah kullanmadığını iddia ederek, “adı geçen işçinin direnişe karşı olduğunu için kendi arkadaşları tarafından vurulduğunu” iddia etti. Her zaman işçi eylemlerine düşmanca tavır takınan polis, Profilo direnişinde de işçi hareketini karalayan bir tutum sergiledi. Direnişin 6. gününde DİSK genel merkezi polis tarafından basıldı. Genel Sekreter greve teşvik suçuyla tutuklandı. Türkler ve 5 yönetici hakkında gıyabi tutuklama kararı çıktı; birkaç gün sonra da tutuklandılar. GENÇL‹K HAREKET‹ D‹REN‹fi‹N ÖN SAFLARINDA Sadece işçiler değil, başta gençlik hareketi olmak üzere toplumsal muhalefetin diğer kesimleri de ayaktaydı. ODTÜ’lüler Ankara-Eskişehir yolunu trafiğe kapatırken İstanbul’da da Şişli’de öğrenciler yolları kesti. Diyarbakır’da dersler boykot edildi. Buca Bölge Cezaevi’nde bulunan 50’den fazla siyasi mahpus DGM yasasını protesto amacıyla 3 günlük açlık grevine başladı.
Demirel, Erbakan ve Türkeş’ten antikomünist bastırma taktiği
‹stanbul Emniyet Müdürü fiükrü Balc›, Ilg›z Aykutlu, Nihat Kaner gibi emniyetçilerin M‹T Müsteflar› Fuat Do¤u’yla ba¤lant›l› kontrgerilla eylemlerinde adlar› geçiyordu. Bunlar, sadece iflçi eylemlerine saldr›lar de¤il, solculara ve komünistlere karfl› eylemler planl›yor, uyguluyor ve bunlar›n tümünü komandolar›n üstüne y›k›yorlard›.
DGM’lere karşı direniş sırasında iktidar da boş durmuyordu. İçişler Bakanı Oğuzhan Asiltürk eylemin “kanunsuz” olduğunu öne sürerek “Bu gibi eylemlerin işçi haklarını zedeleyebileceğini” söylüyordu. Asiltürk, “DGM’lerin işçilerle ilgisinin olmadığını” belirtiyordu: “Doğrudan doğruya komünizm ve bölücülük suçlarına bakan bir mahkeme kurulması ihtilal metodlarıyla hareket eden komünist suçlarına ayrı bir mahkemenin bakması elbette devletin güvenliğiyle ilgilidir.” Asiltürk, suç işleyenlerin mahkemeye verildiğini söylemeyi de ihmal etmedi. Direniş yapılan yerlerde savcılar soruşturma başlatmıştı bile. Başbakan Demirel de, yardımcıları Erbakan ve Türkeş’i de yanına alarak,
DGM’lerin “işçi haklarının ihlal edilmesiyle hiçbir ilgisi olmadığını, yasanın işçi haklarını zedeleyen bir yasa olmadığını” söylüyordu. PATRONLARIN KARA L‹STES‹ İşçiler yaygın bir biçimde iş bırakırken patronlar da yoğun bir baskıya girişmişlerdi. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Halit Narin “siyasi müzakerelerin yeri işyerleri değildir; siyasi müzakere mecliste olur” diyordu. İlerleyen günlerde de TİSK, iş akitlerinin ihbarsız, tazminatsız feshedileceğini açıkladı; direnişe liderlik edenlerin listesini hazırlanmasını istedi. Liste, tüm Türkiye’ye dağıtılarak bu insanlara iş verilmeyecekti.
TÜRK-‹fi Y‹NE ‹fiVERENLER‹N SAFINDA Patronlara göre “DİSK ve Türk-İş Meclis üzerinde baskı unsuru olamaz”dı; zaten Türk-İş’in de böyle bir niyeti yoktu. Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç, DİSK’in eyleminin fiyaskoyla sonuçlandığını ilan ederken, genel işçi eylemlerinin güçlü işçi kuruluşları tarafından yapılabileceği tespitini yapıyordu. Tunç’a göre güçlü işçi kuruluşu kendisiydi elbette. Türk-İş’e bağlı işçilerin bu eyleme katılmaları sözkonusu değildi; çünkü kırmızı çizgisi 163. maddeydi ve eğer kanun 163. maddeyi kapsam dışında bırakacak şekilde çıkarsa Türk-İş “etkili eylemlere” geçecekti.
Türkiye işçi sınıfının zaferi Sokakta toplumsal muhalefet yükselirken, Meclis’te CHP’nin oyalama taktikleriyle yasan›n bir tek maddesi bile geçmedi. Anayasa Mahkemesi’nin Meclis’e verdi¤i 1 y›ll›k süre doldu; böylece 11 Ekim’de Anayasa Mahkemesi’nin iptal karar› yürürlü¤e girdi. DGM’ler yeniden kurulaca¤› 1983'e kadar gündemden düflürüldü. Bu süreçte DGM’lerde 540 dava aç›lm›fl, 3244 kifli yarg›lanm›flt›. Verilen 143 karar temyiz edilmifl, Yarg›tay bunlardan 102’sini onam›flt›. Dönemin Milliyet gazetesinin ifadesine göre “DGM’de anarflik olaylar ile baz› iflçi ve ö¤renci
olaylar›na bak›lm›flt›.” DGM’lerin kapanmas›nda baflar› pay› parlamentoya; yani “Türk demokrasisi”ne ve hükümet içinde ortaya ç›kan çatlaklara ç›kar›lsa da, bu tür yaklafl›mlar bilinçli çarp›tmalard›r. DGM karfl›t› toplumsal muhalefet CHP kanallar›na aktar›lmak istendi¤inden bu tür çarp›tmalara baflvurulmaktayd›. Oysa hiç tart›flmas›z baflar› Türkiye iflçi s›n›f›n›n ve toplumsal muhalefetindir. Sokaktan yükselen politik gücün parlamento üzerindeki bask›s› olmasa egemenler aras› çatlaklar›n ortaya ç›kmas› ve parlamentonun t›kanmas› söz konusu olmazd›.
‘Adalet aşığı Konya’ 1970’lerde ülkenin hemen her yerinde “DGM’ye hayır!” mitingleri yapılırken, bir tek Konya’da destek mitingi yapıldı. Tıpkı 2009’da Konya barosuna bağlı 601 avukatın Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’le görüşüp Konya’ya da “özel yetkili mahkeme” istemesi gibi. Avukatlara göre, Adana’daki DGM’ye gidip gelen vatandaşlar uzun yolculuklardan mağdur oluyormuş!
YÜZ YÜZE
14
23 fiubat 2012 / 7 Mart 2012
Halk›n Sesi
İzmitli mahpuslar anlatıyor
İstanbul’dan Kocaeli’ne giderken muavin sorar: “Cezaevi mi, Halkevi mi?” İzmit kent merkezinde Halkevi ve Cezaevi iki önemli duraktır. Biz bu iki seçeneği de es geçmeyeceğimiz bir sohbet için Kocaeli’nin yolunu tuttuk. Yolu “Cezaevi’nden” geçen Halkevciler Mihrican Atalay, ve Tugay Çalışkan’la Öğrenci Kolektifleri’nden Yaşar Seğmen, Necati Henden ile sohbet ettik. Sohbetimize onların
gözaltına alınmasına tanıklık eden Hasan Yöndem de eşlik etti. Onlar, 22 Kasım sabahı evleri basılarak gözaltına alındılar. Ardından tutuklandılar ve 1 Şubat’ta tahliye edildiler. Neden gözaltına alındıkları ve tutuklandıkları henüz açıklanmadı ama Kocaeli’ndeki ulaşım, enerji, barınma, eğitim hakkı mücadeledesinde hep Halkevciler ve Öğrenci Kolektifleri vardı.
HAP‹SHANE HAK MÜCADELES‹N‹ ENGELLEMEYE YETMED‹
Eşkıyalar ‘bu işleri’ bırakmıyor Ç Ö nümüzdeki dönemde, hak mücadelesi çizgisini örgütlerken bir yandan da demokrasi mücadelesini beraber yürütmek zorundayız. Sosyal haklarla demokrasi talebi bu noktada birleşebilir
Neden tutuklandınız? Mihrican: Halkevleri’nin “kamu yararına dernek” statüsünden çıkarılmasıyla birlikte burada da baskılar arttı. İlk olarak on yıllık borçlar bahane edilerek Saraybahçe Halkevi’nin yerinden bizi çıkarmaya çalıştılar. Ulaşım zammı protestolarına polis saldırdı. 12 Haziran seçimlerinden sonra iki KCK operasyonu oldu, 16 üniversite öğrencisi tutuklandı. Seçim sonrasında polis sendikalara giderek “Artık AKP binasına ve Valiliğe yürümek de yasak” dedi. 19 Ekim’de Hakkari’de bir baskın oldu ve 24 asker öldürüldü. Bizim de Kardeş Türküler konserimiz vardı 21 Ekim’de. Özellikle basın mensuplarıyla konuşup konseri barış talebiyle gerçekleştirdiğimizi söyledik. Ama konserde çekilen halaya katılan bir gazetecinin çalıştığı gazete “Böyle bir yas gününde eğlendiler” diye haber yaptı. Yaşar: Tutuklanmadan hemen önce biliyorsunuz bir deniz otobüsü kaçırma olayı oldu ve bir kişi öldürüldü. Olay sonrasında Sonhaber.com diye hatırlıyorum ama bir haber sitesinde şu şekilde bir haber çıktı: “Bunları yapan PKK’dir. PKK’yi kentte besleyen de Öğrenci Kolektifleri ve Emek Gençliği’dir.” Çok provokatif bir haberdi bu. Bundan bir hafta sonra böyle bir operasyon oldu. 22 Kasım sabahına gelelim, evleriniz basılarak gözaltına alındınız, neler yaşadınız? Tugay: Sabahın 4’ünde içeri girer girmez “Telefonunu ver, gözaltındasın” dediler. Polisin kendini sürekli iyi göstermeye çalışan tavrı dikkatimi çekti. “Bizi yanlış tanıyorsunuz” falan diyorlardı. Yaşar: Kardeş Türküler konserinin afişi, Deniz Gezmiş halısı bunları hep delil olarak yazdılar. Hasan: Ben tutuklanmadım ama ama o sırada ben de evdeydim. Bir halı için polisler tartıştı. “Mahir halısı olsa alırız da bunda Deniz var” dedi biri, diğeri de “Tamam bunu da alalım mı” diye sordu. Sonra içeri geçip toplantı yaptılar ve “Al bunu” dediler. Böylece Deniz Gezmiş’in resminin olduğu halı “delil” olarak alındı. Benim evden çıkan eşyaların bana ait olduğuna dair imza attım. Yaşar: Ona rağmen eşyaları bizimmiş gibi yazmışlar. Savcılıkta ifade vereceğimizi düşündüler. Neyle suçlanıyordunuz peki? Biz, neden gözaltına alındığımızı bilmiyorduk, gizlilik kararı vardı ki hala var. O yüzden hangi sorularla karşılaştığımızı avukatlara aktarmaya çalıştık. “Neyle suçlandığımı görmek istiyorum” dedim, polisler şaşırdı. Polis bana sürekli “Bu işleri bırakın sizi tutuklatmayız. Bak dört gün gözaltında kaldınız artık bırakırsınız bu işleri” şeklinde konuşmalar yapıyordu. Şubede savcıya ifade verirken… Savcı şubede mi ifade alıyor? Evet, hatta ifade verirken şube müdürü geldi. Savcıyı odasına çağırdı. Nezarette de Tugay’ın bahsettiği “iyi hal” sürdü mü? Mihrican: Fiziksel şiddet yoktu ama biz su istediğimizde bardağa tükürüp veriyorlardı. Gece saat 3 civarında uyandırıp “sohbete gidiyoruz” dediler. HALKEV‹ ÖRGÜT, YA POL‹S TEfiK‹LATI NE?
Ben içeri girdiğimde Terörle Mücadele Şubesi Müdür Yardımcısı iki kişi vardı. “Halkevleri örgüttür” dediler. Ben de “Evet örgüttür” dedim. “Polis teşkilatı nedir, devlet nedir?” diye sorunca, “Örgüttür” demek zorunda kaldılar. Sonra hapishaneye… Tam da oraya gelecektim, hapishanede neler yaşadınız? Tugay: Hapishaneye girince iki xray cihazından geçiyorsun. Sonra seni boş bir odaya sokup “Soyun” diyorlar. “Soyunmayacağım” diyorsun, zorla soydular. Oradaki tutum çok önemli. İçeri girdik, hücrelerde “Yeni arkadaşlar geldi” diye hemen herkesin haberi oldu. Sabah olduğunda bize çay yolladılar, eşofman yolladılar. Hapishane nasıl bir yer? Yaşar: Gerçi biz çok az kaldık ama orada seni kimliksizleştirmeye çalışıyorlar bunu kavradık. Üç kişiden başka kimseyle görüşme imkanın yok ama devrimciler bunu yaratıcı eylemlerle aşıyor. Gardiyanlar için de orası bir işkence gibi. Her yirmi metrede bir gardiyan değişiyor. Aranıyorsun, ayakkabın çıkartılmaya çalışılıyor. Sen hepsine itiraz ediyorsun. Çünkü bunların hepsi seni onursuzlaştırmak için yapılıyor. Mektubu getiren, kantine götüren, revire götüren hepsi farklı insanlar. Bunların arasında da bir diyalog yok. 2-3 haftada bir rutin aramaları var. Seni önce hücrenden dışarı çıkarıyor, üzerini arıyor. Hücreyi sensiz arıyor. Neden böyle yapıyorlar? Sana ait hücreni bile senden almaya çalışıyor. Bizden önce bir buçuk yıl bunun mücadelesi veril-
‘Orada çok ciddi bir düzen var. Eğer bu düzen içinde devrimci bir duruşla bir program çıkaramazsan seni ve kişiliğini yok ederler’ miş. Bir kişinin 60 tane disiplin soruşturması var. Bunu yüzlerce mahpusla çarptığında ki, herkes aynı tutumu aldığı için dosyalar yığılmış. İdare, devrimcilerle anlaşmak zorunda kalmış. Bu yüzden bazı yerlerde ayakkabılarımızı çıkartmıyorduk. Hapiste psikolojik baskı yapıp sonra da rahatlatmak istiyorlar. Örneğin günde üç defa kapı açılır. İnsanın kırılma anlarında duvarları, kapıları yumruklamasını önlemek için yapıyorlar bunu. Senin 8 saatte bir bile olsa karşıdan biri olduğunu görmeni istiyor. Tugay: Orada çok ciddi bir düzen var. Nasıl bir düzen? Yemeğin ne zaman geleceği, mektubun ne zaman geleceği, duş günü, kantin günü her şey idare tarafından belirleniyor. Eğer bu düzen içinde devrimci bir duruşla bir program çıkaramazsan seni yok ederler. Örneğin yemek geliyor, “almam” diyemezsin ama yeme
ıkınca arkadaşlarımızın, koyduğumuz programı yerine getirdiklerini gördük. Mücadelenin sürekliliği açısından önemli olan bu. Baskıyla, zorla hak mücadelelerini engelleyemeyeceklerini görmüş olduk
isteğini kendi düzeneğin içinde sönümlendirebilirsin. Siz nasıl bir program kurdunuz? Yaşar: Gündüzleri üç kişi sesli okuma yapıp tartışarak ilerledik. Bize çok şey kattı. Ardışık kitaplar okuduk. Sonra o kitap üzerine tartıştık. Siyasal gündem tartışması yapıyorduk. Televizyon gelince daha rahat yapmaya başladık. Düzen konusunda içeri ile dışarısının aynı olması gerekmiyor. Zaman her yerde geçiyor. Hapiste daha çabuk geçiyor, çünkü orada tüketeceğin şey zaman. Dışarıda zamanı kaybetmemek için uğraşıyorsun. Orada zamana tahakküm kurabiliyorsun. Ortak düşmanı görüyorsun orada. Devrimci dayanışmayı yaşıyorsun. İnsanın yaratıcılığı artıyor. Kantinde size iğne, iplik, yapıştırıcı yok ama bunları üretebiliyorsun. Kantin nasıl? Necati: Kantin, tam bir alışveriş merkezi aslında. Kantinin bir listesi var ve bu listede aklına gelebilecek her şey var. Fiyatları, piyasayla aynı belki bazıları çok az daha yüksek. Örneğin Lacoste tişört var, 137 lira. Başka marka tişört yok. Televizyon alabiliyorsun 408 lira. Plazma alıyorsun. Her şeyin en pahalısı var. Yaşar: Bunların dışında mahpus için en önemli şey mektup, çünkü dışarıda kurabildiğin tek bağ. Üç görüşçü hakkın var, bunlarla haftada bir saat hiçbir şeyi karşılamıyor. Tugay: Kantinin önünde “Saygılarımla”, “Arz ederim” gibi yazıları karalıyorduk. Her itirazında müdüre çıkıp ifade vermen gerekiyor. Mazgaldan ifade alıyorlar. 15 santimetre karelik yerden.
Orada ifade vermezsen ne oluyor? Turgay: Vermeyince infaz hakimine çıkarılıyorsun. Biz çok az kaldık ama içeride onlarca hasta mahpus var, ölüm orucundan çıkanlar var. Yağlı yemek yiyemiyorlar ama yağlı yemekler çıkıyor. Sıcak suyla yağını süzmeye çalışıyorsun. Necati: Müzik, resim, ahşap oyma, çini sanatı, İngilizce, bilgisayar gibi dersler vardı. Bunlar devrimcilerin okuma saatlerini gasp etmek için alınmış önlemlerdi aslında. Mihrican: Ben diğer arkadaşlardan farklı olarak T Tipi hapishanede kaldım. Senin koşulların nasıldı? Mihrican: On kişi kaldık biz. Ben geldiğimde orada bir düzen vardı. 6-7 yıllık mahpuslar vardı, onların yol göstericiliği sayesinde orası bizim açımızdan daha yaşanabilir bir alan oldu. Bizim hapishanedeki müdür hapishaneden “tesis” diye bahsetti. “Şöyle imkanlarımız var” falan diyordu. Sanki biz isteğimizle gelmişiz de tatil yapacakmışız gibi anlattı. İşte “Diğer hapishanelerde bu yok, bizde var” türünden şeyler söylüyordu. D‹REN‹fi DÖNÜfiTÜRDÜ Aileniz nasıl karşıladı? Mihrican: Baskı ne kadar artarsa direnç o kadar fazlalaşıyor. Tutuklama denilen şey vazgeçirme, caydırma amacıyla yapılıyor ama bu tutuklamalar içeriye giren insanları mücadeleye daha sıkı bağlıyor, ailelerimizi de değiştiriyor. Örneğin, muhafazakar bir ailem var benim, hapishane görüşünde gerilla ailesiyle sarıldılar. Hapishane süreci aileyi bu şekilde dönüştürebiliyor. Medya bombardımanıyla hareket eden, devlete inanan bir aileydi benim ailem. Ben içerideyken devleti görme fırsatı buldular. Hapse atılanların çoğu üniversiteli, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Necati: Toplumun en dinamik unsurlarından olan üniversiteli gençliğin hapse atılması aslında normal bir durumdu. Bizimle beraber hapse atılan 12 kişinin 11’i üniversiteliydi. Bu durum çevrenizi nasıl etkilendi? Necati: Mücadeleye daha sıkı sarılmak sadece içeri atılan bizler için değil dışarıda kalanlar açsından da gerçekleşti. Biz tutuklandıktan sonra Kocaeli Üniversitesi’nde son yılların en kitlesel eylemi yapıldı. Hapishanedeki deneyimin hayatınızdaki karşılığı ne oldu mesela? Tugay: Tabii çok fazla kalmadık ama kendi hayatımızı programlamayı öğrendik ve bu hayatın her alanına yansıyor.
Demokrasi talebi sokakta İçeriden çıktıktan sonra dışarısını nasıl buldunuz? Mihrican: Biz tutuklanmadan önce bir program çıkarmıştık Halkevleri olarak, bir genel kurul sürecimiz vardı. Bu genel kurulda ben şube başkanı seçildim. Yaşar arkadaşımız da yedek üye olarak yönetime girdi. Dışarıya çıkınca arkadaşlarımızın, koyduğumuz programı aynen yerine getirdiklerini görünce çok mutlu olduk. Bir mücadelenin sürekliliği açısından önemli olan da budur zaten. Baskıyla, zorla hak mücadelelerini engelleyemeyeceklerini görmüş olduk. Biz içerideyken yaşananları Hopa davası süreciyle birlikte değerlendirirsek,
“demokrasi” talebinin yavaş yavaş sokaklara çıktığını görmek de mümkün. Örneğin Hrant Dink’in katledilişinin beşinci yılında on binlerce insanın yürümesi sadece davanın hassasiyeti ile ilgili bir durum değil; orada belirgin bir AKP karşıtlığı var. Operasyonlara tepki olarak ortaya çıkıyor. Önümüzdeki dönemde, gücümüzü aldığımız hak mücadelesi çizgisini örgütlerken bir taraftan da demokrasi mücadelesini beraber yürütmek zorundayız. Sosyal haklar denilen haklarla demokrasi talebi bu noktada birleşebilir.
Görüş mü hastane mi? Kronik karaciğer rahatsızlığına yol açan Gilbert Sendromu vardı sende. Acaba hapishanede bu hastalığa özel bir hassasiyet gösterdiler mi? Necati: Normalde her ay kan tahlili yaptırmam lazım. Hastane günüm, görüş günümle kasıtlı olarak denk getirildi. Çünkü gittiğimde de doktora özellikle söylemiştim pazartesileri görüşüm var diye. Üçüncü hafta durumu aileme söyledim. Gündem oldu. Gazetelerde yazılmış. Adalet Bakanlığı, aileme “Necati’nin sağlık durumuyla ilgileniyoruz” demiş. Sonra ben dilekçe yazmadan beni perşembe günü doktora götürdüler. Böyle olunca üç hafta sonra hastaneye gidebildim. Bu olaylar gazetelerde yazdıktan sonra bir de televizyon geldi. O zamana kadar defalarca dilekçe yazmıştık. Tek kişilik hücrede 18 gün kaldım.
İçeride de ‘haklar’ var Yaşar: Biz içeri girdiğimizde bir kitapçık verdiler. Oradaki haklarından bahsediyor. Kapağına bakınca zaten, ‘Sağlık hakkı, eğitim hakkı’ var. Halkevi bildirisini andırıyor. “Hak mücadelesi burada da bizimle” dedik. Hapishanede yer olmadığı için pazartesi günü bizi revire götürdüler. Ne duş şansın ne de üzerini değiştirme şansın var. Çarşamba günü hücrelere yerleştirildik. Mesela çarşamba bizim kantin günümüzmüş onu da sonra öğrendik. İlk on gün sıcak su görmedik. Normalde ilk başta tek kişilik hücrelere yerleştiriliyormuşsun daha sonra 3 kişilik hücrelere geçiyorsun tabii hapishanelerde yer olmadığı için bizi direk üç kişilik hücrelere yerleştirdiler. Kantin dışında başka nelerin günü var? Duş günün, görüş günün, her şeyin günü ve saati var. Bu günleri nasıl öğreniyorsunuz? Yandakilere soruyorsun, her şeyi sorarak öğreniyorsun. Gardiyanlara soruyorsun ama gardiyanlar bilmiyor ya da söylemiyor. Onun dışında her şeyi dilekçeyle öğreniyorsun.
KÜLTÜR SANAT
15
23 fiubat 2012 / 7 Mart 2012
Halk›n Sesi
Alt›n Ay› Taviani’lerin Berlin Film Festivali’nde 'altın ayı ödülü' Taviani kardeşlerin filmine gitti. Hapishanede Shakespeare'nin oyununu sahnelemeye çalışan bir grup hükümlünün hikayesini anlatan İtalyan yapımı "Sezar Ölmeli" filmi birinci oldu. Reis Çelik'in Lal Gece filmi kristal ayı ile ödüllendirildi.
Houston’a elveda
KESK’ten Van konseri
Ünlü pop şarkıcısı Whitney Houston, 48 yaşında öldü. 1980'lerde ve 1990'lı yıllarda çıkan albümleriyle ünü dünyaya yayılan Houston ülkemizde de Kevin Costner ile başrollerini paylaştığı "The Bodyguard" filminde söylediği "I Will Always Love You" şarkısı ile hafızalara kazınmıştı.
KESK Ankara Şubeler Platformu, Vanlı depremzedeler için 19 Şubat’ta Anadolu Gösteri Merkezi’nde konser düzenledi. Cevdet Bağca, Bandista, Helesa, Kibele, Kutup Yıldızı ve Koma Çiya'nın katılacağı konserin geliri ile Vanlı depremzedelere konteynır alınacak.
Fidel’in an›lar› kitap oldu Fidel Castro’nun anıları gazeteci Katiuska Blanco’nun söyleşisiyle kitap oldu. Yaklaşık bin sayfalık "Guerrilla of Time" adlı kitap, Castro'nun çocukluğundan başlıyor ve okuyucuyu Castro ile arkadaşlarının Fulgencio Batista yönetimini devirdiği Aralık 1958'e götürüyor.
BAKAN HEDEF GÖSTERD‹, POL‹S EVLER‹N‹ BASTI
Sanatçılar AKP’nin hedefinde ‹çiflleri Bakan› ‘terörün arka bahçesi’ deyip sanatç›lar› hedef gösterdi. Üç sanatç›, evi bas›larak gözalt›na al›nd› GONCA fiAH‹N
Y
önetmen Mizgin Müjde Arslan, görüntü yönetmeni Özay Şahin, şair ve fotoğrafçı Mehmet Özer 13 Şubat sabahı erken saatlerinde evleri basılarak gözaltına alındı. Dörder gün gözaltında tutulan sanatçılar serbest bırakıldı. Aynı günlerde Biletix, Grup Yorum’un biletlerini “terör” gerekçesiyle satmayacağını açıkladı. Yaşananları İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in 26 Aralık tarihinde yaptığı şu açıklama özetliyor: “Terör örgütünün yürüttüğü çalışma sadece dağda, bayırda, şehirde, sokakta, arka sokaklarda haince pusu kurarak yaptığı saldırılardan ibaret değil. Birileri de ciddi halde saptırma yaparak, kendine göre gerekçeler uydurarak makulleştirerek, teröre destek veriyor. Resim yaparak, tuvale yansıtarak, şiir yazarak, günlük makale yazarak… Arka bahçe İstanbul’dur, İzmir’dir, Bursa’dır, Viyana’dır, Londra’dır, Washington’dur, üniversitede kürsüdür, dernektir, sivil toplum kuruluşudur. Oraya da sızmışlardır. Dağdakiyle mücadele kolay. Ama arka bahçede ayrık otuyla tereler birbirine karışıyor. Bir kısmı faydalı, bir kısmı zehirli.”
Bobiler.Org sitesinden al›nm›flt›r
BABASININ KAYIP MEZARININ PEfi‹NDE 13 Şubat günü KCK adı altında gerçekleştirilen operasyonlar kapsamında gözaltına alınan yönetmen Müjde Arslan, görüntü yönetmenliğini Özer Şahin’in yaptığı son filmi Kayıp Mezar üzerinde çalışıyordu. Arslan, kendi hayat hikayesinden yola çıktığı belgesel filmde, Müjde bir yaşındayken dağa çıkan ve kısa süre sonra da ölüm haberi gelen babasının kayıp mezarının izini sürüyor. Kurgu aşamasında olan ve Kültür Bakanlığı’ndan da ‘senaryo geliştirme’ desteği alan filmin çekimleri için Arslan ve ekibi Mahmur’a gitmişlerdi. Arslan, gözaltındayken kendisine Mahmur’a gidişleri hakkında sorular soran savcıyı bu ziyaretin film çekimi için olduğuna ikna edebilmek için kaba kurgusu tamamlanmış filmi izletmek zorunda kaldı. Müjde Arslan, filmini 31 Mart’ta başlayacak İstanbul Film Festivali’ne yetiştirmeye çalışıyordu. Daha önce Dicle Haber Ajansı’nda sinema muhabirliği ve Gündem gazetesinde kültür sanat editörlüğü yapan Müjde Arslan, Agora Yayınları’ndan çıkan ‘Rejisör: Atıf Yılmaz’, ‘Kürt Sineması: Yurtsuzluk, Sınır ve Ölüm’ ve ‘Yeşim
Biletix’ten Yorum’a sansür
AKP’ye karşı dayanışma
Gözalt›na al›nan flair ve foto¤rafç› Mehmet Özer, Ankara muhalefetinin simge isimlerinden biri. Onun fliirleri, objektifi olmadan eylemler öksüz kal›r. Ankara’n›n direnifltekileri onun ‘Gül diyor ki: ‹syan’ dizesiyle isyan› hayk›r›r. Ustaoğlu: Su, Ölüm ve Yolculuk’ kitaplarının da editörlüğünü üstlenmişti. Kısa filmlerinden Son Oyun, Boston Belgesel ve Kısa Film Yarışması En İyi Kısa Film Ödülü’nün de aralarında olduğu beş festivalden ödülle dönmüştü. Yine ailesinden birinin, Emine halasının hikayesini anlattığı 2009 tarihli ‘Ölüm Elbisesi: Kumalık’ isimli belgesel çalışması da ilk kez geçtiğimiz yıl İstanbul Film
fiahin’in hedef göstermesinin ard›ndan Biletix de kendine vazife ç›kard›. Malatya’da Grup Yorum’un konser biletini satan üniversite ö¤rencileri hapis cezas› al›nca Biletix, Grup Yorum’un konser biletlerini satmaktan vazgeçti. Bursa’da yap›lacak konser öncesi Grup
ANKARA MUHALEFET‹N‹N S‹MGE ‹SM‹ Ankara muhalefetinin simge isimlerinden şair ve fotoğrafçı Mehmet Özer de Mizgin Arslan’la aynı operasyon kapsamında gözaltına alındı. Özer’in sorgusunda gözaltı sebebi olarak yolladığı bir e-posta gösterildi.
Yorum Biletix’ten sözlü olarak red cevab› ald›. Olay›n bas›na yans›mas›n›n ard›ndan gelen tepkiler üzerine geri ad›m atan Biletix yetkilileri satmama karar›n› yalanlayarak “Grup Yorum konserinin biletlerinin sat›fl›n›n hukuka ayk›r› olmad›¤›n› netlefltirmifl bulunuyoruz” dedi.
4 gün gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakılan Özer, "Böyle binlerce e-postam her yerde bulunur, üstelik bu e-postalardan haberdar bile değilim" diyerek bu keyfi gözaltı uygulamasına karşı öfkesini dile getirdi. İstanbul’da gözaltında tutulan Özer serbest bırakıldıktan hemen sonra, daha önce üstlendiği Van’a yardım için düzenlenen konserin sunuculuğunu yapmak üzere Ankara’ya döndü.
Biletix'den gelen "araflt›rd›k, bir sorun yok" aç›klamas›n›n üzerine "Grup Yorum'un meflrulu¤unu sorgulamak kimsenin haddine de¤ildir. Biletix, Grup Yorum'u yasa d›fl› göstermeye çal›flm›flt›r” diyen Grup Yorum ise Biletix’i özür dilemeye ça¤›rd›.
Karadeniz çiçek açtı
Bağımsız filmler 11 yıldır perdede !f Uluslararas› Ba¤›ms›z Filmler Festivali’nin ilk aya¤› 16 fiubat’ta ‹stanbul’da bafllad›. ‹stanbul aya¤› 26 fiubat’a kadar süren festival, 1- 4 Mart'ta Ankara'da ve tarihinde ilk defa 2 - 4 Mart aras›nda ‹zmir'de takipçileriyle buluflacak. 11. y›l›na giren festivalin bu seneki özel konu¤u, verdi¤i mücadeleyle eflcinsel aktörlerin ana ak›m sinemada ad›n› duyurmas›na önayak olan Britanyal› oyuncu Rupert Everett. daha önce bir belgesel çekimi için Türkiye'ye geldi¤i s›rada eflcinsel oldu¤unu ö¤renen babas› taraf›ndan öldürülen Ahmet Y›ld›z cinayetinden haberdar olan Everett, bu cinayeti konu alan Zenne filminin özel gösterimini sunacak. !f'in di¤er bir konu¤u ise "Piyano" ve Peter Greenaway filmleri dahil say›s›z filmin müziklerini besteleyen Michael Nyman.
Festivali’nde gösterilmiş ve beğeni toplamıştı.
Mizgin Müjde Arslan ve Özay fiahin’in gözalt›na al›nmas›na sinemac›lar ortak bir bildiri yay›nlayarak tepki gösterdi. Altyaz›, Ankara Uluslararas› Film Festivali, docIstanbul, Documentarist, Filmmor, ‹flçi Filmleri Festivali, Sinesen, Uçan Süpürge Uluslararas› Kad›n Filmleri Festivali, Yeni Film Dergisi gibi kurumlar›n yan› s›ra yönetmenlerin, yap›mc›lar›n, yazarlar›n ve oyuncular›n imza att›¤› aç›klamada ‹çiflleri Bakan› ‹dris Naim fiahin’in 26 Aral›k 2011 tarihinde sanatç›lar› hedef gösteren aç›klamalar› hat›rlat›ld›. Aç›klamada “Mizgin Müjde Arslan'›n, Özay fiahin’in ve beraberinde pek çok insan›n gözalt›na al›nmas›, bu tutuklamalar›n Kürtlere yönelik siyasi operasyonlar oldu¤unu bir kez daha olanca aç›kl›¤›yla ortaya koymufltur. Bugüne kadar kad›n, erkek, genç, yafll› binlerce insan›n ma¤dur oldu¤u operasyonlarda, ö¤renciler, siyasetçiler, gazeteciler, iflçiler, akademisyenler ile birlikte art›k sanatç›lar›n da hedef al›nd›¤› aflikârd›r” denildi. Ankara’da da Özer’in yaln›z olmad›¤›n› göstermek isteyen dostlar› bir dayan›flma metni yay›mlayarak “Hepimiz birer Mehmet Özer’iz” dedi. ÇHD, ‹HD Ankara fiube, Düflünceye Özgürlük Giriflimi, Ankara Ayd›n Sanatç› Giriflimi, Devrimci 78’liler Federasyonu ve Pir Sultan Abdal Derne¤i taraf›ndan yay›mlanan aç›klamada Mehmet Özer’in “Kral Ç›plak” dedi¤i için gözalt›nda oldu¤unu vurgulayan dostlar›, Özer’in yan›nda olduklar›n› ve onu sahipsiz b›rakmayacaklar›n› ifade ettiler.
K
aradeniz müziğini derelerin sesine, kadınların mücadelesine kulak veren bir Karadenizli kadından dinlemek istiyorsanız Bahçeye Hanımeli albümünü tavsiye ederiz. Karadeniz müziğini otantik dokusunu bozmadan ama kendi rengini vererek okuyan Ayşenur Kolivar’ın uzun süredir beklenen albümü çıktı. Akademik düzeyde Halkbilim ve kadın çalışmaları ile ilgilenen Ayşenur Kolivar’ı dinleyiciler Sonbahar filminin sonunda okuduğu "Daim Yusuf Orti" ağıdıyla hatırlayabilir. Kolivar doğup büyüdüğü Karadeniz’de 1996’dan beri derlediği ezgi ve hikâyeleri 25 şarkıdan oluşan Bahçeye Hanımeli’nde topladı. Albümdeki parçalar
Irkçılık heykel kaldırttı
A
KP’nin sanata yönelik saldırıları işgüzar rektörleri de hareketlendirdi. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nde bir heykel Ermenistan devlet armasına benzediği gerekçesiyle depoya kaldırıldı. Heykeltıraş Atanas Karaçoban’ın üniversite kampüsünde bulunan heykeliyle Ermenistan devlet armasındaki figür arsındaki tek benzerlik bir aslan ve kartalın yan yana durması. Üniversite Rektörü Ahmet Karaaslan konuyla ilgili bir açıklama yaparak şunları söyledi: “Üniversitemizin giriş kapısındaki 2 heykel estetik olarak da şık değildi. Bu
Kolivar’ın Karadenizli kadınlardan dinlediği öykü ve ağıtlara dayanıyor. Bu yanıyla da bir kadın albümü olma niteliği taşıyor. Lazca, Hemşince, Megrelce, Gürcüce, Pontus Rumcası, Çerkesce ve Türkçenin Karadeniz'deki lehçelerinde yorumlanan parçaların yer aldığı albümü bir “kültür bahçesi” olarak gören Kolivar, 25 parçayı Karadeniz’e özgü çiçek adları altında bölümlendirmiş. Albümde açan Karadeniz çiçekleri şöyle: Manuşag (Menekşe), Loresima (Papatya), Gastumra (Güz çiğdemi), Mekhak (Karanfil), Seteney (Düğün çiçeği), Tsifin (Ormangülü), Vargel (Bahar çiğdemi). Erkan Oğur’un gitarıyla, Se-
lim Bölükbaş’ın tulum ve kemençesiyle, Hikmet Akçiçek’in sesiyle katkı sunduğu albümde ‘Yaylar’, ‘Kar Yağayi’, ‘Mavili Eşarbum’, ‘Dida Voynana’ gibi tanıdık Karadeniz ezgileri var. Bu ezgilerin yanı sıra ‘E Asiye’, ‘Ela Mendemiyoni’, ‘Vay Beni ‘ gibi Karadeniz dışında duyulmamış parçalar da var. Albümde yer alan ‘Lafın Aykırısı’ parçası ise Karadeniz kadınının dereler aşkına isyanını anlatıyor. HES’lere karşı mücadele eden kadınlarla yapılan mülakat ve eylemlerde yapılan kayıtlardan alıntılar taşıyan bu parçada kadınlar sesleniyor: “Dereyi kurutanlar sopalıktur sopalık, Ander kalsın parası, dere değil satuluk.”
heykellerin Ermenistan'ın devlet armasına benzediği yönünde çok sayıda şikâyet aldık. Üniversitemizin danışma kurulu, şikâyetler üzerine söz konusu heykellerin kaldırılması yönünde bir karar verdi.” Heykelinin kaldırılması karşısında üzüntü duyduğunu söyleyen heykeltıraş Atanas Karaçoban "Heykeli yaparken beni alkışlayan yönetim bugün heykeli kaldırdı. Heykeli kaldıran yönetim kurulu üyelerinin soyadları arasında Erarslan, Karaarslan ve Arslan ismine sahip olanlar var. Olayı ironik buluyorum" açıklamasında bulundu.
Çocuklara 80’inci yıl hediyesi
H
alkevleri’nin 80.yıl kuruluş yıldönümü etkinlikleri kapsamında Şirintepe Halkevi, 11 Şubat cumartesi günü çocukları tiyatroya götürdü. Çocuklar, Ankara Sanat Tiyatrosu’nda izleyicilerle buluşan “Kırmızı Şapkalı Kurt” adlı çocuk oyununu izledi. Çocukların velileri de bu keyfe katıldı. Etkinliğe katılan çocuklar oyundan çıkardıkları dersleri birbiriyle paylaşırken bundan sonrası için de tiyatroya sık sık gideceklerini söylediler. 45 çocuğun katıldığı etkinlik sonrası çocuklar tiyatro oyuncularıyla fotoğraflar çektirdi.
SOKAĞIN SESİ
16
ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ
23 Şubat 2012 / 7 Mart 2012
Halk›n Sesi
Köklü ve genç bir örgüt
II. Halkın Hakları ödülleri sahiplerini bulurken sanat sokakla, sokak Halkevcilerle buluştu. Halkevleri’nin Çanakkale’deki yürüyüşüne polis saldırdı
Geçmişe gelecekten bakan 80 yıllık bir halk örgütü olan Halkevleri, halkın hakları mücadelesinin coşkusunu sokaklara ve salonlara taşıdı
B
u toprakların 80 yıllık örgütü Halkevleri insanca yaşam demokrasi ve özgürlük mücadelesi yürüyüşünü güçlenerek, yaygınlaşarak sürdürüyor. Piyasacı, gerici, faşist iktidarların baskısı üzerinden eksilmeyen Halkevleri, AKP’nin itibarsızlaştırma ve etkisizleştirme çabalarına karşın yürüttüğü halkın hakları mücadelesini 80’inci yıl etkinliklerine de taşıdı. Etkinlikler salonlarda da sokaklarda da büyük bir coşku içinde gerçekleşti. 80’inci yıl etkinliklerinin merkezinde Halkevleri Genel Merkezi’nin Ankara’daki etkinlikleri yer aldı. Ankara’da 80’inci yıl coşkusu, 10 Şubat günü düzenlenen yemek ile başladı. 450 kişinin katıldığı yemekte çok sayıda demokratik kitle örgütü, sendika ve meslek örgütü yöneticilerine ‘Halkevleri’ne üye ol’ çağrısına kulak verdikleri için teşekkür edildi ve üye kartları takdim edildi.
II. HALKIN HAKLARI ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU Etkinliklerin ikinci ayağı 18 Şubat günü gerçekleşti. Halkevleri Genel Merkezi önünde bir araya gelen, çoğunluğunu kadınların oluşturduğu 500 kişi, balonlarla süslenmiş kortej ve davul zurna sesleri eşliğinde kent merkezinin farklı noktalarında Halkevleri’nin 80’inci yılını kutladı. II. Halkın Hakları Ödül Töreni’nin gerçekleştirileceği İnşaat Mühendisleri Odası’na gelinmesinin ardından sokaktaki coşku salona yansıdı. Tiyatrocu ve sinema oyuncusu Taner Rumeli’nin sunduğu etkinlik, Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı Samut Karabulut’un açılış konuşması ile başladı. Karabulut’un ardından sahne alan Feryal Öney, türküleri ile salondaki coşkuyu artırdı. Öney’in dinletisinin ardından ödül törenine geçildi. II. Halkın Hakları Ödül-
leri’ne özgür basının simgesi olan Özgür Gündem gazetesi, Hopa haberleri nedeniyle Milliyet gazetesi muhabiri Türker Karapınar ve Radikal gazetesi muhabiri Mesut Hasan Benli, DHA kameramanı basın emekçisi Tahsin Güner, yaşam haklarına sahip çıkanların haberlerini yaptığı için Ömer Şan, Uludere Katliamı’nı sansüre karşın yayımlayan Ayşenur Arslan, halkın haklarını ve kadın haklarını köşelerine taşıyan Akşam gazetesinden Özlem Çelik, Radikal gazetesinden Ezgi Başaran ve yine Radikal gazetesinden Pınar Öğünç, Van depremini unutturmayan ve Van Çocuk Evi’ni anlatan yazıları nedeniyle Cumhuriyet gazetesi yazarı Müge İplikçi, halkların kardeşliğini türkülerine yansıtan Kardeş Türküler ve tutuklu gazetecilerin simgesine dönüşen Ahmet Şık ile Nedim Şener layık görüldü. Ödülleri BDP Milletvekili Hasip Kaplan, CHP milletvekilleri Levent Gök
Çanakkale’de kukla terörü
Eylem de sanat da sokakta “Tek yol sokak” diyen Halkevleri’nin sokaktaki 80. y›l kutlamalar›nda da coflku vard›. Antalya Halkevi’nin 19 fiubat’taki yürüyüflü, dayan›flma mesajlar› ile dikkat çekti. Yürüyüfle destek veren Devrimci Sa¤l›k-‹fl, Devrimci Turizm-‹fl, Sosyal-‹fl ve Pir Sultan Abdal Kültür Derne¤i temsilcileri, Halkevleri’nin insanca yaflam, demokrasi ve hak mücadelelerinin önemine iflaret ettiler. ‹zmir Buca Halkevi de 19 fiubat günü ‹zmirlilere üyelik ça¤r›s› yapt›¤› bir yürüyüfl gerçeklefltirdi.
ve Kazım Kurt, akademisyen Korkut Boratav, Akşam gazetesi yazarı Nihal Kemaloğlu, Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Bulut, Eğitim-Sen MYK üyesi Betül Öztürk Korkut, Dikmen Vadisi Barınma Hakkı Bürosu Temsilcisi Tarık Çalışkan, Hopa tutuklusu ve Halkevi üyesi Doruk Yıldırım, Halkevleri MYK üyeleri Dilşat Aktaş ve Oya Ersoy, Halkevleri GYK üyesi Metin Kaya ve etkinliğin sunucusu Taner Rumeli takdim etti. Yapılan konuşmalara halkın haber alma hakkına sahip çıktığı için hayatını kaybeden ve tutuklanan gazeteciler damgasını vurdu. İkinci defa düzenlenen tören ile birlikte halkın iletişim hakkının önemi, sansürün ve baskının had safhaya ulaştığı böylesi bir dönemde bir kez daha ifade edilmiş oldu. Ödüllerin verilmesinin ardından etkinlik sona erdi.
Halkevleri’nin 80. yıl yürüyüşüne saldıran polisin kutlamalara gölge düşüremedi
S Antalya
lefltirir” diyerek “Sanat sergisi”ni açt›. 25 sanatç› taraf›ndan yap›lan ve “Sanat› soka¤a, halk›n aya¤›na, halk›n yan›na getirdik” sözleriyle sunulan eserler, yüzlerce kiflinin kat›ld›¤› aç›l›flta ilgiyle izlendi. Sergide her biri birbirinden farkl› anlamlar içeren üç boyutlu kald›r›m resimleri, duvar resimleri, flablon SOKAKTA SANAT SERGİSİ çal›flmalar›, Ankara pankartlar, insan Halkevleri de fleklinde ka¤›ttan Konur Sokak’ta oyuncaklar, kukgünler süren lalar, heykeller çal›flmalar›n ve mimari ard›ndan 20 tasar›mlar yer fiubat akflam› ald›. “Sokak özgürAnkara: ‘Sokak Özgürlefltirir Sanat Sergisi’nden
on dönemde özellikle eğitim hakkı ile doğa ve yaşam mücadelesi başlıklarında yürüttüğü hak mücadeleleriyle dikkat çeken Çanakkale Halkevi’nin 19 Şubat günü yapmak istediği 80’inci yıl yürüyüşüne polis saldırdı. Halkevi üyeleri, Bankalar Caddesi’nden şarkılar ve sloganlarla Saat Kulesi’ne yürümek, daha sonra burada bir sokak tiyatrosu sergilemek istedi. Fakat yürüyüş henüz başlamadan polis barikatı kitlenin önünde yerini aldı. GÜVENLİK ŞUBE MÜDÜRÜ TAYYİP KUKLASINA ATLADI Yürüyüşün izinsiz olduğu uyarısında bulunan Güvenlik Şube Müdürü, sokak tiyatrosunda kullanılmak üzere hazırlanan “Padişah Tayyip” kuklasını görünce kuklanın üzerine atladı. Kuklayı vermek istemeyen Halkevcilere bu sefer çevik kuvvet saldırdı. Biber gazı, cop ve kalkanlarla saldıran polis, 6 Halkevi üyesini de
gözaltına aldı. Gözaltına alınan Halkevciler, maruz kaldıkları yoğun biber gazı nedeniyle hastaneye gittiler. Ancak polisin hastane kapısında barikat kurması üzerine hastane önünde yeniden çatışma çıktı. Bir Halkevi üyesi yaralandı. Gözaltına alınanlar akşam saatlerinde serbest kaldı. ÇANAKKALE MUHALEFETİ OMUZ OMUZA Saldırının ardından Çanakkale toplumsal muhalefeti tarafından bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Açıklamayı okuyan Halkevleri Onursal Başkanı Abdullah Aydın, yürüyüşün bir gösteri yürüyüşü değil, geleneksel bir kutlama yürüyüşü olduğuna dikkat çekti ve ‘izinsiz’ bir durumun olmadığını belirtti. Polisin AKP’ye muhalif olan kurumlara yönelik düşmanca tavrının bir örneğini gördüklerini söyleyen Aydın, hak ve demokrasi mücadelesini yükselteceklerini ifade etti.
Salonlarda 80 yıl coşkusu ‹zmir Halkevleri, 17 fiubat’taki etkinli¤inde yüzlerce kifliyi coflkusuna ortak etti. Halkevleri Kültür Sanat Atölyesi fiiir Grubu’nun “80 Yasakl› fiair/80 Yasakl› Dize” sunumuyla bafllayan etkinlikte Hilmi Yaray›c›, ‹zmirlilere sevilen flark›lar›n› seslendirdi. Etkinlikte Van Çocuk Evi gönüllüsü Rasmus Engelhard’a ve Umuda Ezgi grubu solisti Nihat Ayd›n’a da birer plaket verildi. ‹zmir
Çay›na, suyuna, deresine sahip ç›kan Hopa ve Kemalpaflal›lar ise farkl› alanlardaki etkinliklerini ortak flenli¤e tafl›d›. Hopa, Kemalpafla, Borçka ve F›nd›kl›’dan gelen ekipler, halkoyunundan fliire, gitar ve ba¤lamal› dinletiden tiyatroya, müzik grubundan çocuk korosuna kadar çok çeflitli gösterimler ile unutulmaz bir gece yaflatt›. Rize Pazar’da da Halkevleri’nin tarihsel geliflimi üzerine yap›lan sunumun ard›ndan Halkevleri mücadelesinin tart›fl›ld›¤› bir forum düzenlendi. Hopa
Çanakkale Halkevi de afifl sergisi, Press filmi gösterimi, tiyatro oyunu ile bafllatt›¤› 80. y›l etkinliklerini 19 fiubat akflam› düzenledi¤i yemek ile sonland›rd›. Etkinlikte SES fiube Baflkan› Eftel Y›ld›r›m’a “Halk›n doktoru”, Olay gazetesi baflyazar› Sermet Atadinç’e “Halk›n gazetecisi”, Ziraat Mühendisleri Odas› fiube Baflkan› Hicri Nalbant’a “Halk›n mühendisi”, Cüneyt Orcan’a “Halk›n avukat›”, emekli ö¤retmen fierife Ergün’e de “Halk›n ö¤retmeni” ödülü verildi.