A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark SAYFA
2
Ne içerisi sustu ne d›flar›s› Tutuklu gazeteciler içeride haber yapt›, susturulanlar ise kendi medyalar›n› yaratt›
SAYFA
5
‹kinci direnifl dalgas› geliyor Yasalarla önü aç›lan do¤an›n talan›na karfl› direnifl büyüyor Çanakkale, Amasra, Ordu...
SAYFA
11
Ö¤rencilerin flartlar› var Yüz yüze de Ö¤renci Kolektifleri’ni a¤›rlad›k, genel kurullar›n› anlatt›lar
SAYFA
14
Jet Fad›l’›n saraylar› Yedi y›ld›zl› otelle gündeme gelen Jet Fad›l, piyasa ‹slam›n›n en ç›plak sureti
8 Mart 2012 • 1.25 TL
Y›l 6 • Say› 152
Halk düflman› yasalar art arda mecliste
Halkın meclisi sokakta
AKP, meclisi e¤itim, bar›nma, örgütlenme haklar›n› gasp eden yasalar› ç›karmak için iflletiyor. E¤itimdeki düzenlemeler çocuklara karanl›k bir gelecek haz›rl›yor
Meclis, AKP’nin oyun alan›na döndürülürken halk haklar›n› sokakta kurulan meclislerde savunuyor. 11 Mart’ta Türkiye Büyük Sa¤l›k Meclisi kuruluyor
AKP’ye yak›fl›r düzenleme Kademeli e¤itim sistemi getiren yasa teklifi, e¤itimin gericilefltirilmesinde önemli bir s›çrama noktas›. Meslek lisesi düzenlemeleri de ucuz iflgücü ordusu yarat›lmas›n›n zeminini haz›rl›yor. Yasaya yönelik elefltiriler AKP-TÜS‹AD gerilimini yaratt›. TÜS‹AD’›n yasaya itiraz noktas›n› gericilik de¤il, kendi ç›kar›na hizmet etmeyen meslek lisesi düzenlemeleri oluflturuyor S. 12
‹stanbul Halkevleri 80. y›l›n› dev bir flenlikle kutluyor. 'Kuflaklar söylüyor ‹stanbul bulufluyor' konseri 8 Nisan Pazar günü Türkiye'nin en büyük spor salonu Sinan Erdem'de gerçekleflecek
TÜS‹AD’a balans ayar› AKP ‘dönüflümcü’ birinci iktidar döneminde ittifak etti¤i geleneksel sermaye ile ‘tasfiyeci’ ikinci dönemde gerildi. ‘Bask›c›’ üçüncü dönemde kavgaya tutufltu S. 4
Parçal› sald›r›ya karfl› her cephede direnifl YOL YAZISI S. 3
Fikirleri hep iktidarda Tevhidi Tedrisatla hayat bulan imam hatip okullar›n›n geliflimi, y›llar boyunca devam etti. Partilerin seçim vaatlerinde hükümetlerin programlar›n-
Dev flenlik 8 Nisan’da
Organ ba¤›fl›na AKP engeli
da yer buldu; 12 Eylül’de, mezunlar›na üniversite yolu aç›ld›. ‹ktidar ve ordu deste¤inde büyürken bir parças› oldu¤u ‹slamc›l›k da onlar› besledi S. 13
Ferda Koç / Sayfa 4
Hüseyin Boy / Sayfa 6
CHP ve tercihli körlük
Mamak sa¤l›k hakk›...
S
ağlık Bakanı Recep Akdağ Hacettepe Üniversitesi’nde organ nakilleri sonrası Şevket Çavdar’ın hayatını kaybetmesinin ardından yaptığı açıklamada 'Alınan olumsuz sonuçlar vericilerin, organ nakli bekleyen hastaların ve doktorların hevesini kırmasın' dedi ama Halkevlerinin düzenlemek istediği organ bağışı kampanyası Sağlık Bakanlığı engeline takıldı. 79’uncu kuruluş yıldönümünde “Umut Ol” çağrısıyla yüzlerce kişinin organlarını bağışlamasını sağlayan Halkevleri, aynı kampanyayı 80’inci kuruluş yıldönümü etkinlikleri kapsamında da yapmak istedi. Ancak her sene düzenli yapılmak ve yaygınlaştırılmak istenen kampanyaya bu
Tufan Sertlek / Sayfa 9
28 fiubat, ordu ve...
‘Yeni gün’e yeniden direnifl Newroz yeni gün anlam›na geliyor. Kürt sorununda AKP’nin ‘operasyon çizgisini’ sürdürece¤i, Kürtlerinse yeni ve kitlesel bir direnifl gelifltirmeye çal›flt›¤› göz önüne al›n›rsa ‘yeni gün’ün bayram› yeni bir direniflin de k›v›lc›m› olabilir S. 3
sene Ankara İl Sağlık Müdürlüğü'nden izin çıkmadı. Müdürlükten gelen cevapta bağışların hastanelerdeki organ bağışı bürolarında yapıldığı söylendi. Halkevleri bunun üzerine bir basın açıklaması yaptı. Halkevleri Sağlık Hakkı Meclisi sözcüsü Sultan Çıracı, Halkevi şubelerinde çok sayıda kişinin organ bağışı yapmasını sağladıklarını aktardı. Çıracı, organ bağışının yaygınlaşamamasının önündeki engelin AKP'nin gerici zihniyeti olduğuna dikkat çekti. Çıracı sözlerini şöyle sonlandırdı: “Tüm engellemelere rağmen bu kampanyaya sahip çıkacağız. Bizler umut olmaya devam edeceğiz. Şu an umut bekleyen yüzlerce insanın umudunu yok etmeye hakkınız yok.”
Dost da belli düflman da Suriye’de yaflanan süreç emperyalistlerin Libya’daki tezgah› tekrar etmek istedi¤ini gösteriyor. ‹flin içine emperyalistlerin girmesi Türkiye solunu çekimser b›rakt› S. 5
Tuba Günefl / Sayfa 10
4+4+4 ya¤l› ball› ekmek
Sanat soka¤a indi Halkevleri, 80’inci kurulufl y›ldönümü etkinlikleri kapsam›nda Ankara’da sanat› soka¤a indirdi. Ankaral›lar sadece izlemedi, sanat›n öznesi de oldu S. 15
Kaza de¤il cinayet ‹flçilerin anlatt›klar›, TMMOB ve EnerjiSen’in incelemeleri ve bakanl›¤›n aç›klamalar› Adana’daki kazan›n ‘geliyorum’ dedi¤ini gösteriyor S. 8
2
MEDYA 8 Mart 2012 / 21 Mart 2012
Halk›n Sesi
DAVALAR, OPERASYONLAR, BASKILAR, GAZETEC‹LER‹ S‹ND‹REMED‹
Ne içeridekiler ne dışarıdakiler sustu Tutuklu gazeteciler ‘içeride’ haber yapt›, kitap yazd›. D›flar›da kal›p iflten at›lan gazetecilerse seslerini duyuracak yeni mecralar buluyor www.banuguven.com sitesinde kendi yaptığı azeteci Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasının birinci yıldönümünde haberleri yayımlamaya başladı. Güven meslektaşları ve demokrasi mücadele- sitesinde bu sitede haber telaşı içinde bulunmadan haberler hazırlayıp yayınlayacağını si verenler sokağa çıktı. AKP’nin yeni medya anlatıyor. Güven kendi imkânlarıyla çekim düzeni yaratma operasyonlarının simgesi yaparak hazırladığı haber videolarını sitesinden haline gelen Oda TV davası bir yılı geride bırakırken işten çıkarılarak “sesi kısılanlar” lis- yayımlıyor. Vimeo adlı bir video yükleme tesi de kabardı. Bir yılda tutuklu gazeteci sayısı sitesini kullanan Güven’in sitesinde bugüne kadar hazırladığı video-haberler arasında 68’den 104’e yükseldi. Nuray Mert, Banu Hrant Dink davası, Taksim’in yayalaştırılması Güven ve Ece Temelkuran’ın aralarında bulunduğu onlarca gazeteci işsiz kaldı. Oda TV projesi ve projeye itiraz edenlerin talepleri, davasında tutuklu gazetecilerin savunmaları ve Gerze’deki termik santral karşıtı mücadele haberleri bulunuyor. Güven’in sitesinde yazdıkları yeni eserler hapse atmanın onları Beşiktaş teknik direktörü susturmaya yetmeyeceğini Carlos Carvalhal’le gösterdi. Köşesi ellerinden yapılmış özel bir söyleşi alınan, işten çıkarılan gazetede bulunuyor. ciler ise kendilerine yeni mecralar yaratarak bildikleriECE TEMELKURAN ni, gördüklerini anlatmaya TW‹TTER’DA devam ediyor. Sol duyuyla kaleme Milliyet gazetesinin hiçbir aldığı yazılarıyla muhalif açıklama yapmadan 17 köşe yazarlarının başında Şubat’tan itibaren Nuray Ece Temelkuran geliyor. Mert’in yazılarını yayımlaTemelkuran’ın maya son vermesi AKP’nin Habertürk’teki işine 4 istemediği yazar ve gazeteciOcak’ta son verilmişti. lerin susturulmasının son Bu durumu Temelkuran örneği oldu. Fakat köşeleri, Twitter hesabından sayfaları ellerinden alan duyurmuştu. gazeteciler susmadı. Ellerinin Ciner medya grubu altındaki her türlü imkanı başkanı M. Kenan Tekkullanarak gazetecilik yapdağ, Ece Temelkuran’ın maya, görüşlerini yazmaya işten çıkarılmasını devam ettiler. Ekranlarda Twitter ile açıkladı. Bir Sefaköy’den Halkevcilerin kardan göremediğiniz yazarları ve röportajında bu durumu adam›n› Ece Temelkuran Twitter’deki gazetecileri nerede bulabilir, şu sözlerle anlattı: tüm takipçileriyle (‘adam gibi kardan nasıl takip edebilirsiniz? “Ece’nin son dönemde Medyada 12 Haziran adam’ yorumuyla) paylaflt› Tunus’a yerleşmesi, sosyal genel seçim süreciyle medyaya odaklanması, başlayan baskıcı ssüreçte sussosyal medyayı kullanma turulan isimleri ve onların tarzı ve orada oluşturduğu profil yeni bir durum yeni “ifade kanallarını”, “medya mecralarını” oluşturdu.” kısaca okurlarımıza tanıtalım, AKP sansürünü Ece Temelkuran, işten çıkarılmasına delmek için okurlarla-yazarları buluşturalım bahane olarak gösterilen Twitter’da görüşlerini istedik. paylaşmaya devam ediyor. Bazen bir davadan, bazen bir etkinlikten an an bilgi geçen ya da BANU GÜVEN HABER‹N‹ KEND‹ ÇEK‹YOR kendisine gelen bilgileri paylaşan Temelkuran, Banu Güven NTV’deki tasfiye toplumsal muhalefetin duyuru ve eylemlerini operasyonunun en ses getiren hedefi oldu. NTV ana haber sunucusuyken AKP iktidarının de bu hesaptan okurlarıyla paylaşıyor. Yazarı https://twitter.com/#!/ETemelkuran adresingüçlenmesiyle beraber önce tali bir program den 234 binden fazla kişi takip ediyor. Yazarın yapmakla görevlendirildi. 12 Haziran seçimhttp://www.ecetemelkuran.com adresli bir de lerinden hemen önce de işine son verildi. İşsiz sitesi bulunuyor. kalan Banu Güven habercilik yapmaktan vazgeçmedi. Kendisine iş aramak yerine
G
Birinci yılda yürüdüler
Ahmet fi›k ve Nedim fiener’in tutuklulu¤u 3 Mart’ta birinci y›l›n› doldurdu. Onlar›n tutuklan›fl›n›n y›ldönümünde Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadafllar›’n›n (ANGA) ça¤r›s›yla tutuklu 104 gazeteci için ‹stanbul Taksim’de bir yürüyüfl düzenlendi. “Ahmet, Nedim onurumuzdur” diyerek yürüyüfle kat›lan yüzlerce kifli, özgür bas›n ve tutuklu gazetecilerin serbest b›rak›lmas› için yürüdü. Eylemde öne ç›kan talep, özel yetkili mahkemelerin ve Terörle Mücadele Yasas›’n›n kald›r›lmas› oldu.
AKP KARfiITLI⁄I CÜNEYT ÜLSEVER’‹ ODA TV’YLE BULUfiTURDU AKP’ye muhalif tavrı nedeniyle işine son verilenler arasında daha sonra tercihi nedeniyle en dikkat çekici isim Cüneyt Ülsever oldu. Uzun yıllar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yapan Cüneyt Ülsever’in işine Mayıs 2011’de son verildi. Ülsever yazılarını Oda TV’de yayımlamaya başladı. Hürriyet gazetesinin “insan kaynakları” uzmanı, Harvardlı köşe yazarı olarak tanınan Cüneyt Ülsever ilk iktidar döneminde AKP’yi desteklemiş, ikinci iktidar döneminde iktidarı eleştirmeye başlamıştı. Hürriyet’teki son günlerinde AKP’ye karşı takındığı muhalif tavırla öne çıkmıştı. İşten atıldıktan sonra yazılarını “ulusalcı” çizgide yayın yapan Oda TV’de yazdı. Ülsever yeni kurulan Yurt gazetesinde köşe yazarlığı yapmaya başladı. ZEYNEP KURAY: B‹R KALEM YETER Ana akım medyanın yazar ve gazetecileri
işsiz bırakılarak susturuluyor fakat sol, sosyalist basın patron baskısı ile dize getirilemediği için devreye operasyonlar tutuklamalar giriyor. Birgün gazetesi muhabiri Zeynep Kuray, Aralık ayında gerçekleştirilen bir KCK operasyonu ile tutuklanan 36 gazeteciden birisiydi. Demir parmaklıkların, tutuklama terörünün Kuray’ı susturacağını düşünenler ise yanıldı. Kuray hapishanede tanık olduklarını mektupla haber yapıyorlar. Yabacı uyruklu kadın mahpusların maruz kaldığı mahkum emeği sömürüsü, sağlık hakkı gasp edilen kadın mahkumlar, Kuray’ın içeriden geçtiği ilk haberleri. Birgün gazetesi, ANF haber ajansı Kuray’ın mektup-haberlerini yayımlıyor, hapiste bile sönmeyen gazetecilik aşkını okurlarına taşıyor. Oda TV davasından tutuklu bulunan Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan da hapishanede "Sızıntı-Wikileaks'te Ünlü Türkler" adlı bir kitap yazdı. Kitap şubat ayında basılarak kitabevlerine dağıtıldı.
Zeynep Kuray tutuldu¤u Bak›rköy Kad›n Hapishanesi’nden haber geçmeye devam ediyor. Kuray bu foto¤rafta haber yapmak için derdini dinledi¤i bir kad›nla birlikte görülüyor.
Ufukta bir operasyon mu var? T
‘Hopa ve Eşkıyalar’ yazısı Mumcu’ya ödül getirdi Türkiye Gazeteciler Cemiyeti taraf›ndan verilen 52. Türkiye Gazetecilik Ödülleri sahiplerini buldu. 2011 y›l›nda imza att›klar› haberleri de¤erlendirilen gazeteciler haber, sayfa düzeni, radyotelevizyon ve internet dal›nda ödüllendirildi. Gazetecilik dal›nda seçici kurul ‹smail Ball›, Turhan Bozkurt, Necdet Do¤an, Sevim Ertemur, Ayfle Özek Karasu, Vahap Munyar ve Mustafa Mutlu’dan olufltu. Radyo TV dal›nda seçici kurul Zafer Arapkirli, Engin Baflç›, Prof. Dr. fiükran Esen, Sibel Günefl, Nurettin Soydan, Do¤an fientürk ve Sevinç Yefliltafl’tan olufltu. ‹nternet dal›nda seçici kurulun üyeleri ise Ercüment ‹flleyen, Hakan Kara, Erol Öndero¤lu, Prof. Dr. Nurdo¤an Rigel, Olay Tan, Recep Yaflar ve Ahmet Yefliltepe oldu.
Köfle yaz›s› dal›nda ödüle lay›k görülen yaz› Radikal’den Özgür Mumcu’nun ‘Hopa ve Eflk›yalar’ yaz›s› oldu. Mumcu, Hopa olaylar›n› anlatt›¤› yaz›s›n› Baflbakan’›n Lokumcu’nun ölümü üzerine sarf etti¤i “Tabii bu arada bir tanesi de kalp krizi geçirerek, kimli¤ini bilmiyorum, üzerinde durmaya da gerek duymuyorum, kalp krizi sonucu ölmüfl” aç›klamalar›na cevaben flöyle bitirmiflti: “Ö¤renirsiniz Baflbakan kimli¤ini. Bir gün gelir ö¤renirsiniz.” Birgün gazetesinden Sevgi Koço¤lu, “Adaletin Bu mu ‘Taraf’l›/ s›z Devlet” bafll›kl› araflt›rmas›yla ödül al›rken internet kategorisinde de Bianet’e ödül verildi. Gazeteci ‹smail Saymaz’›n 12 Eylül’ün Kahramanmarafl S›k›yönetim Komutan Yard›mc›s› emekli Tümgeneral Yusuf Haznedaro¤lu ile yapt›¤› söylefli de ödül ald›.
ürkiye siyasi tarihi ve İslamcı hareketin tarihinde önemli kırılma noktalarından birisi olan 28 Şubat’ın 15’inci yılı geride kaldı. Bu yıl 28 Şubat döneminde ortaya atılan iddia ve tartışmalar, o dönem MGK çizgisinde yayın yapan ve 28 Şubat’ın psikolojik harp ayağında ileri görevler alan gazetecilere dair yeni bir operasyon hazırlığını gündeme getirdi. İslamcı basın 28 Şubat sürecinde atılan manşetler ve şantaj olaylarını hatırlattı fakat bununla da yetinmedi. AKP medyasından üç isim Mehmet Baransu (Taraf), Salih Tuna (Yeni Şafak), Ahmet Kekeç (Star) 28 Şubat dönemindeki faaliyetleri nedeniyle bazı gazetecilerin ve gazete sahiplerinin tutuklanacağını öne sürdü. HEDEFTE MEDYANIN ESK‹ MUKTED‹RLER‹ VAR AKP’nin üçüncü iktidar döneminin ana karakterini “baskıcı” politikalar oluşturuyor. Pürüzsüz bir iktidar dönemi isteyen AKP’nin hukuk ve medya yoluyla yürüttüğü “karşıtlarını tasfiye” operasyonunda ibre 28 Şubat’ın yıldönümü vesilesiyle egemen medyanın eski “muktedirlerini” gösteriyor. Bu tartışmada ilk kıvılcımı 1 Mart’ta “Manşetler şahit” kapağıyla çıkan Yeni Şafak çaktı. Yeni Şafak 28 Şubat sürecinde başta Hürriyet ve Sabah olmak üzere TSK’yı destekleyen gazetelerin attığı başlıkları hatırlattı. Genelkurmay Karargahı'nda generallerce verilen 'brifing' sonrası 12 Haziran 1997’de Hürriyet’in "Gerekirse silah bile kullanırız", Sabah’ın, “Muhtıra gibi brifing” manşetlerini gündeme getiren haberde 28 Şubat’ın simgesi haline gelen Sincan’da tankların yürütülmesi olayının da TSK-medya kurmacası
AKP medyas› 28 fiubat soruflturmas›n›n derinleflece¤ini, Ertu¤rul Özkök ve Zafer Mutlu dahil bir grup gazetecinin tutuklanaca¤›n› yazd›
olduğu iddia edildi. AYNI GÜN AYNI ‹S‹MLER Bu haberi AKP medyasının farklı gazetelerinde köşe tutan üç ismin iddiaları izledi. Üç isim de dikkat çekici bir biçimde aynı gün (5 Mart) 28 Şubat soruşturmasının derinleşeceğini ve bazı gazetecilerin tutuklanacağını iddia eden yazılar
yazdı. Üstelik yazılarda soruşturmaya dahil edileceği iddia edilen isimler de hemen hemen aynıydı. Mehmet Baransu 5 Mart’ta Taraf’ta yayımlanan "Erez'i nasıl istifa ettirmiştiniz" başlıklı köşe yazısında şunları yazdı: “28 Şubat süreciyle ilgili soruşturma derinleşecek. Ankara’nın “siyaset” koridorlarında şu sıralar konuşulan
konulardan biri bu. Soruşturma derinleştikçe Ertuğrul Özkök de, Zafer Mutlu da, Uğur Dündar da, Fatih Çekirge de, ATV’nin ‘kasetçi generalleri”’de, Aydın Doğan da, dönemin bazı Ankara temsilcileri de ve medyanın diğer tetikçileri de kendilerini yargı önünde bulacaklar.” Aynı gün Ahmet Kekeç Star’daki ‘Sen kimsin ki, şikâyetçi olacağım!’ başlıklı yazısında isim vermekten kaçınmıştı. Ama 28 Şubat operasyonun yapılacağına dair şu ifadeleri kullanmıştı: “Kulağı delik gazeteciler, ‘28 Şubat soruşturması”’çerçevesinde, birtakım gazetecilerin ‘bilgisine’ başvurulacağını söylüyor. Bazıları da tutuklanacakmış... Ben herhangi bir liste görmedim... ‘Tutuklu adayı’ herhangi bir isim de bilmiyorum. Dileğim, bu soruşturmanın bir ‘sürek avına’ dönüşmemesi, her şeyin hukuk çerçevesinde yürümesi ve bir ‘Nedim Şener-Ahmet Şık faciası’ yaşanmaması...” HAYAL‹ MAHKEME KURDU Yeni Şafak yazarı Salih Tuna da, gazeteci Alper Görmüş’ün darbe girişimini tecavüzle bir tutmak gerektiğini anlatan yazısına atıfla “Bu köşe yazarları tecavüzcü mü?” başlıklı bir yazı yazdı. Tuna, 28 Şubatçıları yargılayan mahkemenin hayali bir duruşmasını kaleme aldığı yazısında sanık sandalyesine Ertuğrul Özkök, Bayram Meral, Uğur Dündar, Ali Kırca, Zülfü Livaneli, Aydın Doğan, Oktay Ekşi, Zafer Mutlu, Reha Muhtar, Fatih Çekirge’yi oturttu. AKP, iktidar içi çatışmada elde ettiği konumu, şimdilik egemen medyanın bir önceki dönem muktedirlerini yıpratarak güçlendiriyor. Bu iddialar ufukta yeni “siyasi operasyonların” belirdiğine de işaret ediyor olabilir.
3
GÜNDEM 8 Mart 2012 / 21 Mart 2012
Halk›n Sesi
‘Yeni gün’ün bayramında direniş Newroz yeni gün anlamına geliyor. Kürt sorununda AKP’nin ‘operasyon çizgisini’ sürdüreceği, Kürtlerinse yeni ve kitlesel bir direniş geliştirmeye çalıştığı göz önüne alınırsa ‘yeni gün’ün bayramı yeni bir direnişin de kıvılcımı olabilir
K
ürtçe “yeni gün” anlamına gelen Newroz yaklaşıyor. İsmiyle müsemma bu gün yalnızca doğaya değil sokağa, toplumsal muhalefete de baharı getiriyor. Newrozla başlayan bahar eylemleri kentlerde 1 Mayıs’a uzanan bir mücadele takvimini beraberinde getirecek. Kürt hareketi içinse “açılım” tartışmalarıyla geçen uzun bir dönemin ardından, tasfiyeye karşı direnişle ivme kazanması beklenen bir mücadele dönemi başlayabilir. Bu koşularda Newroz Kürt hareketi için “yeni dönem mücadelesinde” her zamankinden daha stratejik bir gün olarak öne çıkıyor. AKP’nin Kürt sorununda izlediği politika, 27 Şubat’ta düzenlenen MGK toplantısı kararlarına da yansıyan ikili bir çizgide sürüyor. Hükümet hareketin kitlelerle bağını koparmak ve hareket zeminini daraltmak için hem askeri/hukuki operasyonlara devam ediyor hem de TBMM’deki Kürt siyasetçileri etkisizleştirecek hukuksallaştırılmış bir saldırı hattı izliyor. KESK’li kadınların tutuklanmasıyla sonuçlanan 2009’dan sonraki en büyük operasyon dalgasını, 6 Mart günü Adana, Antep, İstanbul ve Mardin’de düzenlenen KCK operasyonları izledi.
BDP yöneticileri ve Pozantı Hapishanesi’ndeki çocuk istismarını ortaya çıkaran DİHA muhabirlerinin de aralarında bulunduğu 61 kişi gözaltına alındı. Tunceli ve Şırnak bölgesinde yoğunlaşan askeri operasyonlar sürüyor. Son iki haftada yaşanan çatışmalarda 5 PKK’linin hayatını kaybettiği biliniyor. Askeri ve hukuki operasyonları sürdürerek hareketin kitle zeminini daraltmak isteyen AKP bir yandan meclisteki BDP grubunu eritmeye çalışıyor. Seçilmişleri atanmışlara kul etmeyeceğini açıklayarak MİT Müsteşarını savcılar soruşturamasın diye özel yasa çıkaran Erdoğan, Hatip Dicle’nin vekilliğini gasp eden, 4 BDP’li vekili hapishanede tutan yargıya müdahale etmedi. BDP Van Milletvekili Kemal Aktaş’ın kesinleşmiş hapis cezası almasıyla BDP’nin 6’ıncı vekilini de kaybetme tehlikesi belirdi. Yargı kararları AKP’nin, Kürt siyasetçilere dönük hukuklaştırılmış saldırısının bir parçası olarak görülüyor. ‹ÇER‹DE DIfiARIDA D‹REN‹fi Yoğun baskı ve iktidar kuşatmasına rağmen Kürt hareketinin eylemleri de iki eksende devam ediyor. Birincisi hapisteki Kürt siyasetçilerin başlattığı ve dışarıda örgütlenen dayanışma eylemlerle
gündemleştirilen açlık grevleri, ikincisi de operasyonlara karşı kitlesel yanıt verilmesi ve hareketin gücünün gösterilmesi için 15 Şubat’la başlayan, 8 Mart eylemleri ile yükseltilen ve güçlü bir Newroz’la sonlandırılacak sokak eylemleri programı. Şu an aralarında tutuklu BDP milletvekillerinin bulunduğu 400 Kürt mahpus hapishanede açlık grevlerine başladı. Kent merkezlerinde ve Ankara’da, dayanışma amacıyla düzenlenen açlık grevleriyle bu eylemlerin etkisi ‘dışarıya’ taşındı. Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinin yıl dönümünde kepenk kapatma ve kitlesel çatışmalarla başlayan sokak eylemleri, 1 Mart’ta Hakkari ve Nusaybin’de başlangıcı yapılan 8 Mart mitingleri ile ivme kazandı. Diyarbakır’da yaptığı bir açıklamada bu yıl Newroz’un 90’lı yıllardaki gibi çatışmalı geçebileceğini söyleyen BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, AKP’nin Kürt dinamizmi ve kitleselleşmesini Newroz’a saldırarak bastırma yolunu seçebileceğine işaret etti. BEKLENEN FAKS DE⁄‹L TECR‹T‹N KALKMASI Böylesi hareketli bir dönemde BDP’lilerin başlattığı açlık grevine ilişkin İmarlı’dan gelen faks AKP’nin
İşkenceyi T gören ve duyuran tutuklu
MK mağduru çocuklar hapishanede gördükleri işkence ile yeniden gündemde. Adalet Bakanlığı, ailelerin şikayetinden bir yıl sonra, konunun basına yansımasıyla 26 Şubat’ta işkence ve cinsel istismarla ilgili iddaları araştırmak üzere Pozantı M Tipi Çocuk ve Gençlik Ceza İnfaz kurumuna bir müfettiş görevlendirdi. Yapılan incelemelerin ardından basına açıklama yapan Adalet Bakanı Sadulah Ergin, Pozantı hapishane müdürlerinin görevden alınğını, çocuk mahpusların da Ankara Sincan Çocuk ve Gençlik Kapalı hapis-
Q
Halklar›n Demokratik Kongresi, Azeri Sosyalistler, Gürcü Kültür Merkezi, Hemflin Kültür ve Araflt›rma Derne¤i, Jineps gazetesi, Kafkas Dernekleri Federasyonu, ve Kangal Dernekleri Federasyonu 5 Mart günü ‹stanbul’da Hocal› katliam› mitingini protesto etti. ‹stanbul’da Taksim’de ‹mam Adnan Sokak’ta 3 Mart 2004’te Devrimci Hareket dergisi bürosundan ç›kt›ktan sonra vurularak öldürülen Önder Babat, Devrimci Hareket taraf›ndan düzenlenen anmada, vuruldu¤u yerde an›ld›. Kocaeli Üniversitesi ö¤rencileri, Büyükflehir Belediyesi'nin ulafl›ma yapmay› planlad›¤› yüzde 15'lik zam ve ulafl›mda kart zorunlulu¤u getirilmesini protesto etti. ÖDP, 26 fiubat’ta Hatay’da bir miting düzenleyerek Suriye'ye emperyalist müdahaleye "hay›r" dedi. Liseli Genç Umut, 24 fiubat günü AKP’nin 4+4+4 e¤itim sistemini Milli E¤itim Bakanl›¤› önünde “paral› e¤itim tinerci yapar” slogan›yla protesto etti. 12 Eylül faflizminin Diyarbak›r zindanlar›ndaki iflkencelere karfl› insanl›k onurunu savunan ve 1984’te girdi¤i ölüm orucunun ard›ndan yaflam›n› yitiren Devrimci Yol militan› Orhan Keskin, aram›zdan ayr›l›fl›n›n 28. y›l›nda mezar› bafl›nda 3 Mart’ta an›ld›. Kendilerine K›z›l Hack ad›n› veren sanal aktivistler, Ankara Emniyet Müdülü¤ü'nün sitesi hekledi ve çok say›da belgeyi 27 fiubat’ta kamuoyuyla paylaflt›. TTB Merkez Konseyi, 24 fiubat’ta "Cezaevleri ve sa¤l›k" konusunda bir bas›n toplant›s› düzenledi, koflullar›n iyilefltirilmesi gerekti¤i vurgulad›.
Q Q
tavrını göstermesi bakımından önemli bir gelişme. Öcalan ile birlikte İmralı Özel Tip Cezaevi'nde yatan PKK'lı Cumali Karsu, Asrın Hukuk Bürosu'na gönderdiği faksta cezaevlerinde sürdürülen açlık grevlerinin “Makul bir sürede bitirilmesi” görüşünde olduklarını bildirdi. Öcalan’a yönelik tecrit yedinci ayını doldururken ve avukatlara çeşitli bahanelerle görüş izni verilmezken Kürt hareketi bu faks
hanesine nakledilceklerini söyledi. Bakan’ın açıklamasının ardından aileler karara tepki gösterdi. Pozantı Hapishanesin’de çocuğu bulunan Ruşen Kutlu Pozantı’da yaşananlardan sonra aynı olayların Sincan’da yaşanmayacağına dair güven duymadıklarını söyledi. Kutlu Pozantı’da yaşanaları 7 ay önce Adalet Bakanlığı’na bildirdiklerini fakat hiçbir inceleme başlatılmadığını hatılattı. Asgari ücretle geçindiklerini söyleyen Kutlu, Ankara’ya gidişlerinin zorlaşacağını ve çocuklarına nasıl destek olacaklarının kaygısını taşıdıklarını dile getirdi. Kutlu alınan
üzerinde fazlaca durmadı. Görünen o ki tecrit son bulmadığı ve görüşme sağlanmadığı müddetçe de bu tarz mesajlar ihtiyatla karşılanacak. Karayılan’ın açlık grevlerini yapanların iradesine bıraktığı ama kendi eğilimini “inisiyatifli olsunlar” ifadesiyle belli ettiği açıklaması, AKP’nin kendini zor duruma düşürebilecek bu eylemleri tecridi bile esnetmeden sonlandırma umudunu ertelemesine yol açtı.
kararı “bu da bize ceza oldu” diyerek değerlendirdi. Pozantı da işkence gördüğüne dair açıklama yapan çocuklardan biri ile işkenceyi haber yapan DİHA muhabiri tutuklandı. Pozantı hapisahanesinde işkence ve cinsel istimar iddaları Temmuz 2009’da gündeme gelmişti. Hapishane koşullarında iyileşme olmayınca aileler Ocak 2010’da işkence ve kötü muamele olduğuna dair açıklamalar yapmıştı. Eylemler sonrasında hapishanede incelemeler yapılmış ancak kötü muameleye ilişkin bir veriye rastlanmadığı söylenmişti.
Q Q Q
Q
Q
Parçal› sald›r›ya karfl› her cephede direnifl ol siyasal muhalefet için mart ayı, bilindiği üzere yoğun geçer. Bunun nedeni mart ayında, sol için önemli “tarihsel olaylar”ın diğer aylara göre fazla oluşudur. Ayrıca 1 Mayıs hazırlıkları bu dönemden itibaren başlar. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, 12 Mart Gazi Katliamı’nın yıldönümü, 16 Mart Beyazıt’ta 7 devrimci üniversitelinin katledilmesinin yıldönümü, 21 Mart Newroz, 30 Mart Kızıldere’nin yıldönümü. Bugün siyasal mücadeleyi sürdürenler açısından bu tarihler sadece anılması, hatırlanması ve sorumlularına lanet okunması gereken ritüellerden oluşmazlar. Mutlaka bugünün mücadelesi ile birleştirilir, hedeflenen kazanımlar için birer basamak olarak değerlendirilir. Devrimci kadınlar için 8 Mart, sadece 1857’de Amerika’nın New York şehrinde çoğu kadın 129 dokuma işçisinin katledildiği gün değildir; aynı zamanda AKP’nin kadın düşmanlığının bir örtüsü haline getirmeye çalıştığı yeni yasaya karşı mücadeleyi en üst noktaya çıkardığı gündür. Devrimciler için 12 Mart sadece 1995 yılında kontrgerillanın yoksullara, Alevilere karşı gerçekleştirdiği katliamın unutulmayacağı gün değildir, aynı zamanda Uludere’nin, Sivas’ın hesabını sorma kararlığı, bugünkü AKP kontrgerillasına karşı mücadele çağrısıdır. 16 Mart da sadece 1978 yılında Beyazıt’ta yedi üniversitelinin katledilmesi değildir; aynı zamanda, bugün, üniversitelere yönelik gericifaşist saldırılara ve AKP baskısına karşı mücadele günüdür. Benzer bir biçimde Newroz da, ezilen Kürt halkının siyasal taleplerinin yükseldiği bir mücadele günü oluyorsa, gerçek gücüne ulaşır. Yine benzer şekilde, Kızıldere katliamını protesto eylemleri ve devrimci önderleri anma etkinlikleri, AKP iktidarının devrimci harekete ve sola saldırılarına ve kirli karalama kampanylarına karşı güncel, somut mücadele çizgisine dönüştürülüyorsa anlamlıdır. Mart ayının, daha doğrusu
S
önümüzdeki dönemin gündemleri bunları sınırlı değil. AKP’nin saldırı programının parçaları Meclis gündeminde kanun tasarıları olarak sıraya girmiş bulunuyor. Uzun zamandır söylenen, 3. dönemin nasıl bir ustalık olacağı artık yasalara dökülerek gösterilmeye başlandı: “ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun”, “kamu görevlileri sendikaları ve sözleşme kanunu”, “ilköğretim ve eğitim kanunu”, adında “sendika” sözcüğü bile geçmeyen “toplu iş ilişkileri kanunu”, “kentsel dönüşüm kanunu”… Bunlar sadece en belirgin olanları. Bu tasarıların hepsinin ortak noktası özensiz, aceleye getirilmiş ve olgunlaşmamış oluşu. Bu durum yasa tasarılarının her aşamada değişikliğe uğramasına ve eklektik bir yapıya bürünmesine yol açıyor. Daha da önemlisi hiç kimse sürecin tüm bilgisine sahip olamıyor, ve bu durum tam bir bilgi kirliliği yaratıyor. (Belki de istenen budur!) Böyle olmakla birlikta, bu tasarıların hepsinin arka planında, gerici zihniyetin giderek yaygınlaşan mantığını görmek mümkündür. Ayrıca hepsinin ana amacının halka değil sermayeye hizmet etmek olduğunu da görebiliriz. “AKP’nin kadın kanunu”ndan başlayalım. Tasarının en çok eleştirilen kısmı, adı, “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” olarak kaldı. (Daha saçma isimler de önerilmişti.) Bunun gerekçesi olarak AKP’li vekiller “aile kutsaldır, kadın olmadan aile olmaz, bu nedenle kadını aileden ayrı düşünmemek gerekir” açıklaması yaptı. Yine tartışmalara neden olan “toplumsal cinsiyet” kavramı da tasarıdan çıkarıldı. “Cinsel yönelim ayrımcılığı” da “koruma kararının ertelenemeyeceği ve para cezasına çevrilemeyeceği” de tasarıya girmedi. Kadın örgütlerinin, kadına şiddet davalarına müdahil olma talebi de reddedildi. Kamu görevlilerinin kadına yönelik şiddet eğitimlerine katılması zorunluluğu da çıkarıldı. Ve son olarak tasarıya şiddetin belgesinin “gerektiği hallerde” aranma-
yacağı eklendi; yani aslında istisnai durumlar dışında şiddet mağduru kadınların şiddeti belgelemesi istenecek. Ancak haklarını yememek lazım (!); eğitim müfredatına kadınerkek eşitliği ve kadına yönelik şiddet konusunda ders eklenmesi kabul edildi. [Yani sorunun çözümü gelecek kuşaklara erteleyerek, bugünü kurtardılar (!)] Kadın ve erkeğin eşit olmadığına “ruhu ve bedeni” ile inanan bir siyasi iradeden ne bekleyebilirsiniz? Taslak bu haliyle eski yasaya esastan hiçbir fark getirmemektedir. Ama bu toz duman içinde sanki “Kadın Devrimi” yapılmış gibi pazarlanacaktır bizzat Tayyip Erdoğan tarafından, hiç kimsenin şüphesi olmasın. “Kamu Görevlileri Sendikaları ve Sözleşme Kanunu” da aylardır Meclis’te sırasını bekliyor. Bu kanunun kritik noktalarından biri, hükümet ile “Kamu Görevlileri Sendikaları Heyeti” toplu görüşmelerde anlaşamazsa, arayı bulacak; yani son kararı verecek kurulun hükümetin denetiminde olmasıdır. Bu sözde tarafsız kurulun adı, “Kamu Görevlileri Hakem Kurulu”dur. Ancak sözde bile tarafsız olması mümkün değil; çünkü 11 kişilik kurulun 9’u hükümet tarafından atanan bürokratlardan oluşmaktadır. Ayrıca Kamu görevlileri Sendikaları Heyeti’de ağırlıkla hükümeti destekleyen konfederasyonların temsilcilerinden oluşmaktadır. Toplusözleşmeyi en fazla üyeye sahip konfederasyonun başkanı (bugün Memur-Sen) imzalayacaktır. Ama sonuç değişmeyecek, Tayyip Erdoğan şu anki toplu sözleşme düzeninden bile daha geri bir düzenlemeyi yeni bir “Kamu Devrimi” yapmış gibi göstermeye çalışacak! Meclis’te hazır bekleyen bir başka yasa tasarısı ise “Kentsel Dönüşüm”. AKP’nin gözde patronları olan ancak bir süredir kârları azalan “inşaat baronları” bu yasayı dört gözle bekliyor. Van depremine sevindikleri bile söylenebilir; çünkü bunlar o deprem sayesinde “kentsel dönüşüm”ün ne kadar gerekli olduğunu, anlata anlata bitiremiyorlar. Eskilerini yıkıp kendilerine yeni rant alanları açarken cep-
lerini kat be kat dolduracaklar. “Biz zenginlerin iktidarı olmayacağız” diye nutuk atmasını bilen Tayyip, bu inşaat patronlarının davalarını o kadar sahiplenmiş ki “iktidarımıza mal olsa da yapacağız” diyebilecek kadar tutkulu. Kentsel dönüşüm yasasının en canalıcı özelliği ise hükümete, “afet riski altındaki alanlar ve bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arazi ve arsalar ile ilgili yapılacak iyileştirme, tasfiye ve yenilemeler” için sınırsız yetki tanıması. Bunun için yetkilendirilen TOKİ, dolayısıyla Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, her türlü yasal kolaylığın yanında her türlü yasal denetim ve yaptırımdan da muaf tutuluyor. Yani TOKİ istediği yeri “afet riski” gerekçesi ile kendi belirlediği fiyattan kamulaştıracak ve burayı inşaat şirketlerine pazarlayabilecek. Ve bunun hiçbir yasal yaptırımı olmayacak. Sabah gazetesinin haberine göre “start” bizzat Tayyip Erdoğan tarafından nisan ya da mayıs ayı içinde verilecek. İlk etapta İstanbul’un dört ilçesini (Zeytinburnu, Ümraniye, Pendik ve Avcılar) gözlerine kestirmiş durumdalar. Bu yasayla on yıl içerisinde 400 milyar lira (yıllık 40 milyar) inşaat sektörüne aktarılmış olacak. 2B arazilerinin şatışını sağlayan yasa ile de yaklaşık 30 milyar lira ve yabancılara mülk satışını serbest bırakan yasa ile de her yıl yaklaşık 5-10 milyar lira aktarılacağı düşünülürse, inşaat baronlarının neden Tayyip’in arkasına dizildiği daha rahat anlaşılabilir: Tayyip “İnşaat Devrimi” yapıyor çünkü. İşçi sendikalarını çok yakından ilgilendiren bir başka yasa da Meclis koridorlarında bekliyor. Bu yasa ile “çalışma hayatı”, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün standartlarına kavuşturulacak sözde. En önemli değişik; işkolu barajının %10’dan %3’e düşürülmesi; yani o işkolunda bulunan toplam işçi sayısının %3’ünü örgütleyen sendikanın yetkili ilan edilmesi. Ancak hükümet bunu yaparken işkolu sayısını 28’ten 18’e indirdi. Durum böyle olunca işkollarındaki işçi sayısı arttı ve sendikaların üye sayısı azaldı. 2009
Temmuz istatistiklerine göre, toplam 94 sendikadan 51 tanesi toplu sözleşme (TİS) yapabiliyor. Bunların 34’ü Türk İş’e; 9’u Hak İş’e; 6’sı DİSK’e bağlıdır; 2 tanesi ise bağımsız sendikadır. Ancak değişecek durumda Hak-İş’e ve DİSK’e bağlı sendikaların neredeyse tamamı baraj altında kalacak; Türk-İş’te ise 12-14 sendika tutunabilecek. Bu durum karşısında ufak sendikalarla uğraşmamak (!) için %3 talep eden Konfederasyonlar cayırtı kopardı ve Komisyon’da iş kolu sayısı 18’den 22’’ye yükseltildi. Bununla da yetinilmeyip şu an yetkili gözüken sendikalar üye sayıları düşecek olsa da 5 yıl boyunca yetkili kalma ayrıcalığı edindi. Hükümet bu yasa ile işçi sendikalarını birer STK'ya dönüştürme amacında. Adı sendika olan ama hiçbir yaptırım gücü olmayan zayıf örgütsel yapılar haline dönüştürmek en büyük ideal. Ayrıca hükümet, bu yasayla, Hava İş örneğinde görüldüğü gibi “grev”i olanaksız hale getiriyor. Havacılık işkolunda grev sırasında işverene işçilerin yüzde 40’ını çalıştırma yetkisi veriyor. Üstelik siyasal iktidar, sendikaların yönetim kurulunun sayısına, işleyişine ve karar alma süreçlerine de müdahale edebiliyor. Artık sendikalara üye olabilmek için “noter şartı” aranmayacak; ancak yerine getirilen “E-Devlet üyeliği” ile devlet ve işveren sendikalaşma süreçlerini doğrudan denetim altına alabilecek. Gelelim, Çalışma Bakanlığı’ndan büyük umutlarla (!) Milli Eğitim Bakanlığı’na geçen intihalci (bilim hırsızı) Ömer Dinçer’in zihni sinir projesine, yani 4+4+4 kesintili ama zorunlu 12 yıllık eğitim yasa tasarısına. İlk olarak yasaya sıkıştırılan “kaptıkaçtı”yı hatırlatmakta yarar var; bu yasa ile Rize Üniversitesi’nin adı “Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi”, Kayseri Erciyes Üniversitesi’nin adı ise “Abdullah Gül Üniversitesi” olarak değiştiriliyor. (Ne çok severler adlarını orada-burada görmekten.) Diğer tüm yasa tasarılarında olduğu gibi bunda da özensizlik, acele getirmenin zaafları ve teknik
eksiklikler daha ilk günden ortalığa döküldü. (Örneğin, önce ilk 4 yıldan sonra açık öğretim de olacak dedi bakan, ertesi gün “bürokrat yanlış anlamış” deyiverdi). Sonuçta AKP, imam hatiplerin önünü açıp fiili olarak Kuran kurslarını da eğitim sistemine dahil eden, meslek lisesilerine dair düzenlemeleriyle de işgücü piyasacılarının gençleştirilip kadınlaştırılmasına hizmet eden yasal düzenlemede ısrarcı. Yıllardır “meslek lisesi memleket meselesi” diyen TÜSİAD ise gericilikten değil bu yasanın tanımladığı meslek düzenlemelerinin kendi ihtiyaçlarına öncelik vermemesinden rahatsız. TÜSİAD’ın “cahil işçi işimize yaramaz” vurgusu, faaliyet yürüttüğü sektörler ve sermaye birikim düzeyi itibarıyla daha “nitelikli” işgücüne duyduğu ihtiyacı ortaya koyuyor. Tüm bu gelişmeler AKP'nin izlediği yöntemin çarpıklığına işaret etmesi açısından da önemli. Üç dönemdir yeni anayasa yapma iddiasını seçimlerde bir koz, bir vaat olarak ileri süren AKP yine önceliğini yasal düzenlemelere çevirmiş durumda. Oysa işin doğal mantığı nedeniyle de olması gereken önce bütünü yapıp (Anayasa) sonra ona uyumlu yasalarla süreci tamamlamak olmalı idi. Bunun tersinin işliyor olmasının nedeni AKP'nin bilimsel yöntemden uzak, eklektik zihniyeti olduğu gibi, aynı zamanda yeni anayasa yapma isteğinin ve anayasa yapabilecek çoğunluğunun olmamasıdır. AKP'nin saldırı programı çok parçalı ve çok katmanlı. Her yerden saldırıyor, her cephede pervasızlaşıyor. Toplumsal muhalefet de kendisini bu parçalı ve katmanlı saldırıya göre donatmalı ve yanıt vermeli. Neoliberal gericiliğin parçalı saldırılarının halk ve hak mücadelelerini birleştirici, birbirine yakınlaştırıcı yönü gözden kaçırılmamalı. Evet sokaklara bahar geliyor ve her köşebaşında bir isyan… Ve irili ufaklı isyanlarla aydınlanan tüm o sokaklar, halkın neoliberal gerici iktidarın karanlığına meydan okuyacağı 1 Mayıs’a çıkıyor.
4
GÜNDEM 8 Mart 2012 / 21 Mart 2012
Halk›n Sesi
CHP ve tercihli körlük HP’nin tüzük kurultayı, partinin “sosyal demokrasinin evrensel değerlerine uygun bir biçimde yeniden yapılandırılması”na vurgu yapan söylemler eşliğinde gerçekleştirilen tüzük değişiklikleriyle sonlandı. Parti tüzüğünün “Siyasal İlkeler ve Değerler” başlığını taşıyan 2. maddesi ile “Amaç” başlıklı 3. maddeleri değiştirildi. Siyasal İlkeler ve Değerler’e, “kadın erkek eşitliği” ve CHP’nin “devleti kişilerin özgürlüklerini ve refahını sağlamaya yönelik bir hizmet aracı olarak kabul eden çağdaş demokratik sol bir siyasi parti” olduğu ibareleri eklendi. Amaç maddesinde ise “Ülkenin güvenliğini ve bütünlüğünü, ulusal birliği, ekonomik ve siyasal bağımsızlığı, yurtta ve dünyada barışı koruyup güçlendirmek”le başlayan eski tüzük maddesinin genel yaklaşımı “yer değişiklikleri” ile korundu; sosyal haklara daha geniş yer ayıran ve kültürel farklılıkları zenginlik kabul ederek bir arada yaşayacakları ortam ve koşulları oluşturmayı Ferda içeren eklemeler yapıldı. Koç Deniz Baykal’ın Genel Başkan’a çok geniş yetkiler ferdakoc@ tanıyan tüzüğünde “parti içi hotmail.com demokrasi” kavramı ekseninde çeşitli değişiklikler yapıldı. Parti yönetimi, şimdi sıranın “program değişikliğinde” olduğunu, Haziran ayında yapılacağı söylenen Olağan Kurultay’da da bu adımın atılacağını deklare ediyor. Bütün bunların CHP’yi “Sosyal Demokrasinin evrensel değerlerine” ne kadar yaklaştıracağı ve de bu yolla sağlanacak “ilerleme”nin CHP’yi ne ölçüde “iktidar alternatifi” haline getirebileceği ise belirsizliğini koruyor. CHP’nin tüzük ve program değişiklikleriyle, yani “kağıt üzerinde” çözemeyeceği yapısal sorunları var. Bunların başında CHP’nin “halk”la ilişkilerini belirleyen Türkiye’nin iki büyük sorunu karşısındaki “körlüğü” var: CHP “siyasi soykırıma” tabii tutulan Kürt halkına kör! CHP neo-liberal yıkıma maruz bırakılan emekçi halka kör! CHP, Kürtleri ve emekçileri yalnızca delegelere, CHP’lilere “gaz vermek” gerektiğinde “görüyor”. Emekçilere ve ezilenlere kör bir “Sosyal Demokrasi” “iktidar alternatifi” olabilir mi? Biliyorum sorum faullü; çünkü cevabı belli: Olamaz! Ama CHP’nin körlüğüne yaptığım vurgudaki ve sorudaki amacım “CHP iktidar alternatifi olabilmek için Kürt sorununda ve emekçi halkın karşı karşıya olduğu neo-liberal saldırganlık karşısında sol bir politik strateji oluşturmalıdır” diyerek CHP danışmanlığı yapmak değil. Amacım, CHP’nin “körlüğü”nün “tercihli” bir körlük olduğunu ortaya çıkarmak. Türkiye’de sosyal demokrasinin iktidara gelecek bir oy oranına ulaşabilmesi çok güç. Türkiye sosyal demokrasisinin oy oranının %33’le %44 arasında salındığı “tarihsel” bir gerçek. Sosyal Demokrat Kürt milletvekillerinin SHP’den kovulduğu 1989’dan bu yana, Türkiye’de SHP, CHP, DSP gibi “sosyal demokrat” etiketli partilerin %26’nın üzerine çıkamadığı biliniyor. Sosyalist Enternasyonal’e üye BDP’nin geçtiğimiz seçimlerdeki %6.5’luk oyunu ilave ettiğimizde ise Türkiye’deki sosyal demokrasinin %33’lük “asgari oy tabanı”na ulaşıyoruz. Bu oy tabanının bir araya gelmesi ise artık CHP’nin Kürt Sosyal Demokratlarını yeniden içine alması değil “Türk Sosyal Demokrasisi” ile “Kürt Sosyal Demokrasisi”nin birliğini sağlama sorunu. Böyle bir “birlik sorununu” ortaya koyabilmenin gerçek bir temeli ise neredeyse tükenmiş durumda. Kendisini “Türk Sosyal Demokrasisi”ne mahkum eden, Kürt Sosyal Demokrasisi ile yeniden buluşmanın yolunu arayamayan bir CHP’nin genişlemek için yönelebileceği “seçmen tabanı” belli: AKP ve MHP seçmenleri. Bu seçmen tabanının “muhafazakar” karakteri ile, Türkiye’nin şu anki iklimi bir araya getirildiğinde, bu seçmen tabanında bir “çatlak” oluşturabilmesi için CHP’nin kullanabileceği tek araç, sağ iktidar ile seçmen tabanı arasındaki sınıfsal fay hatlarını kıpırdatmak. Burada da CHP’nin ikinci “körlüğü” devreye giriyor. CHP “örgütü”nün bir “müteahhitler örgütü” olduğu herkesin bildiği bir başka gerçek! Son zamanlarda güvencesiz işçilerin mücadelesiyle gündemde öne çıkmaya başlayan “taşeron işçileri”nin diğer adı da “müteahhit işçisi”. Yani neo-liberal emek cehenneminin “kötü adamı” müteahhit, CHP örgütünün “yapı taşı”. CHP’nin bu “kimyası” ile AKP ve MHP’nin tabanındaki “muhafazakar” kitleyi sosyal demokrasiye transfer edebilmesi için “barutu” yok. Yani CHP’nin %33’lük “çekirdek” sosyal demokrat oyu bir araya getirip, %45’lere ulaşacağı bir siyasal-toplumsal hareketlilik momentini yakalayabilmesinin yolları bizzat CHP’nin kendisi tarafından kesilmiş görünüyor. CHP “iktidar alternatifi” olamayınca, iktidar hedefini, “iktidara bir ucundan yapışma” projeleriyle sınırlamak zorunda kalıyor. CHP’yi iktidara bir ucundan yapışmak için 1990’lı yıllarda TSK’nın kucağına oturtan bu gerçeklik, şimdi de “yeni CHP’yi” TÜSİAD’ın “cici liberal demokrasiciliği”ne doğru sürüklüyor. Peki CHP kurmayları benim gördüğümü göremiyor mu? Ne münasebet; elbette görüyorlar, ama belli ki “kör kalmayı” tercih ediyorlar; böylece gerçekten de “evrensel sosyal demokrat” oluyorlar!
C
TÜSİAD’a ‘balans ayarı’ T
ürkiye’de egemenler arası kavgalar oldukça sert yaşanmaya başladı. Gülen Cemaati ile hükümet arasındaki kavganın ardından bir kavga da Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ile hükümet arasında yaşandı. TÜSİAD’ın kesintili eğitime dair eleştirileri hükümeti oldukça öfkelendirdi. Erdoğan’ın Meclis grup toplantısında TÜSİAD’ı statükoculukla, 28 Şubat destekçiliğiyle ve ideolojik saplantı içinde olmakla suçladığı zehir zemberek açıklamaların ardından AKP’nin çeşitli isimlerinin taarruza devam etmesi kavganın tasarlanmış olduğu izlenimi yarattı. Başbakan Erdoğan'ın katılması planlanan ve TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner'in de konuşmacı olarak davet edildiği 8 Mart'ta Mardin'de yapılacak "Kadınların İstihdama Katılımı" konulu panelin iptal edilmesi krizin yansımalarından biri olarak kayda geçti.
BU KAVGA NE D‹YE? TÜSİAD’a en sert tepkilerden biri AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik’ten geldi. “Türkiye'de geçmişte elinde silah olanlar hükümetlere baskı yapmaya kalkıyordu, bugün cebinde para olanlar hükümete baskı yapmaya kalkıyor” diyen Çelik aslında yeni bir gelişmeyi değil, devlete tam hakimiyeti sağlamalarının ardından kendi yeni hedeflerini açıklıyordu. Zira Çelik’in konuşmasının devamında TÜSİAD tarihinden, çeşitli politik operasyonları (1979’da Ecevit hükümetine karşı kampanyasını, 12 Eylül’ü vs.) sıralamasına bakılırsa, cebinde para olanların politik etkisinin “bugün” ortaya çıkan bir durum olmadığının farkında. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in “STK’lar STK’lığını, siyasetçiler siyasetçiliği yapacak” demesine ve AKP grup başkan vekili Nurettin Canikli’nin "TÜSİAD ringdeyse yumruk yemeyi göze alacak" şeklindeki açıklamalarına bakılırsa AKP’nin ne yapmaya çalıştığı çok açık:
AKP ‘dönüşümcü’ birinci iktidar döneminde ittifak ettiği geleneksel tekelci sermaye ile ‘tasfiyeci’ ikinci dönemde gerildi, ‘baskıcı’ üçüncü dönemde ise açık kavgaya tutuştu
Hükümetler kurmasıyla ve devirmesiyle, yeri geldiğinde “balans ayarı vermesiyle” meşhur TÜSİAD’a balans ayarı veriliyor. Ve bunun için de “zengin alerjisi”ne oynuyor. Erdoğan’ın “Biz, seçkinlerin, elitlerin, patronların hükümeti değiliz” açıklaması, kesintili eğitime karşı çıkanları “Anadolu’nun yoksul çocuklarına bariyer koymak”la eleştirmesi ve Ömer Dinçer “28 Şubat, bir kısım büyük sermayenin Türkiye'yi soyma operasyonudur” saptaması bunun en açık örnekleriydi. AKP bu demagoji ile bir taraftan İslamcı kesim arasındaki farklı sınıfların çelişkili birliğini korumaya, bir taraftan da egemen sınıflar arası mücadelede kendi omurgasını oluşturan sermaye kesimlerinin pozisyonunu güçlendirmenin hesaplarını yapıyor. Özellikle
ekonomik kriz rüzgarları eserken hem kendi iç birliğini sağlamanın hem de sermayeler arası mücadelede kendine yakın çevreleri kollamanın önemi artıyor. AKP Genel Sekreteri Haluk İpek konuya dair açıklamalarında "TÜSİAD bence büyük sanayi ölçekli kuruluşların var olduğu bir kuruluş. Daha küçük ölçekli sanayicilere baksınlar” diyerek bu kaygıyı açıkça ifade etti.
BOYNER F‹T‹L‹ 14 fiUBAT’TA ATEfiLED‹ Diğer taraftan geleneksel tekelci sermayenin hükümetin kimi ekonomik politikalarından rahatsızlığı daha yüksek sesle dile getiriliyordu. Ümit Boyner’in eğitim tartışmasına önce TÜSİAD’ın 2012 programını açıkladığı 14 Şubat’ta yaptığı
açıklamalara bakılırsa rahatsızlıkların başında özerk kurullarda artan AKP egemenliği geliyor. Ömer Çelik’in son krizde sözü buraya getirmesi ve “İsterler ki Merkez Bankası Başkanlığı’na onların istediği kişi atansın. İstediği kişiyi atamadığınız zaman içerde ve dışarıda Türkiye'nin imajını bozmaya çalışırlar” sözleri bu konudaki gerilimi teyit ediyor. Bankacılık sektöründe daha etkin olan geleneksel tekelci sermayenin bu konuda da şikayetleri bulunuyor. Cari açığı azaltma adına, ithalat talebini azaltmak için tüketici kredilerinde kimi kısıtlamalara gidilmesi bu sektördeki kesimlerin eleştirilerine neden olmuştu. TÜSİAD bu sorunun TL’nin değersizleştirilmesi veya kredi satışlarının kısıtlanmasıyla değil sanayideki “yapısal dönüşüm”
Faşistlerin ipleri AKP’nin elinde T
aksim’de 26 Şubat’taki Hocalı katliamını protesto mitingi, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ve İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun katılımıyla gerçekleşti. Miting, Fransa ve ABD’deki Ermeni soykırımına dair yürütülen tartışmaların yükseldiği bir ortamda yapıldı.
AKP, VAL‹S‹ VE BAKANIYLA ‹MZA ATTI AKP, sağ milliyetçilerin sokak gücünü kontrol altına alma çabasını, mitinge İçişleri Bakanı düzeyinde katılım sağlayarak gösterdi. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in katılımının yanı sıra AKP, Bursa’daki Atsızlar grubu gibi “çizgi dışı” aşırı sağcı grupları da polis vasıtasıyla engelleyerek miting katılımcıları konusunda da kontrolünü hissettirdi. Mitinge İstanbul Valisi Mutlu’nun
Taksim’deki Hocalı mitingi, AKP’nin milliyetçi hareketin sokak ‘militanlarını’ kontrol altına aldığını gösterdi katılımıyla”devlet” imzası da atılırken Türk-İş ve Hak-İş’in katılması da sürpriz olmadı. Mitingde “Hepimiz Türküz, hepimiz”, “Hepiniz Ermenisiniz, hepiniz piçsiniz” dövizleri taşındı, beyaz bereler takıldı ve ırkçı sloganlar atıldı. Miting sonrasında bir değerlendirme yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “İstanbul'da Hocalı katliamını anma mitinginde münferit birkaç pankart açılması veya slogan atılması, Hocalı dayanışmasını gölgelemeye yetmeyecektir” diye konuştu. Erdoğan, bu açıklamayla mitingin tepki toplayan yanlarını kendisi
dışındaki milliyetçi unsurlara havale etti. Erdoğan, tepkiyi “marjinal” varsaydağı pankartlara yönelterek, eylemin içindeki ve eylemin örgütlenişi sürecindeki AKP destekli diğer ırkçılıkları akladı. “Ermeni yalanına hayır” diyen anapankart, miting konuşmasında “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” diyen bakan, AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin sorumluluğundaki reklam panolarında günlerce asılı duran ve ırkçı ifadeler içeren miting çağrısı afişleri, AKP’nin “makul ırkçılık” tarifini oluşturdu. Bu tarif de genel olarak “AKP’li
olmak” anlamına geliyordu.
IRKÇILAR ÜN‹VERS‹TEDE Başbakanın “münferit” dediği sloganlar Hacettepe Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi’nde öğrencilere dönük saldırılarda faşistlerin dilindeydi. Faşistler, 28 Şubat günü İstanbul Üniversitesi’nde Fen Fakültesi’nde öğrencilere, özel güvenlikçilerin ve polisin gözetiminde saldırdı. 29 Şubat günü Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü’nde faşistler yine sahnedeydi. Faşistler burada da özel güvenlikçiler ve polis gözetiminde öğrencilere saldırdı. Ankara’daki faşist saldırılar, üniversitelilerin müdahalesiyle püskürtüldü. Hacettepe Üniversitesi’nde faşist saldırılara ve Hocalı provokasyonuna karşı üniversiteliler 7 Mart günü kitlesel bir yürüyüş gerçekleştirdi.
‘Kim bu çocuklar?’ A
dıyaman’ın kuzeydoğusunda bulunan Karapınar Mahallesi’nde 28 Şubat günü bazı evlerin işaretlendiği farkedildi. İşaretlenen evlerin Alevilerin oturduğu evler olması “Yeni bir Maraş Katliamı mı geliyor” endişesini uyandırdı. Mahallelilerin tespitlerine göre 41 evde Arapçaya benzeyen ve anlaşılır olmayan işaretler vardı. Alevilerin ve Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgede mahallelilerin tepkilerinin
açığa çıkmasından ve olayın sosyal medyada gündeme gelmesinden sonra Adıyaman Emniyeti harekete geçti. 29 Mart günü akşam saatlerinde Valilik, “faillerin kısa sürede bulunacağını ancak işaretlerin çocuklar tarafından yapılmış olabileceğini” söyledi. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin de tıpkı vali gibi Alevilerin yaşadığı ciddi endişeyi gidermek, olayı açığa çıkarmak için irade göstermek yerine olayı
Hrant Dink ve Rahip Santaro cinayetlerinde de “çocuk”lara tetikçilik yapt›r›lm›flt›. Devlet “iyi çocuklar›”n›n eylemlerini ayd›nlatamazken, tafl atan çocuklar› hiç atlamadan hapse at›yor. önemsizleştirmeye çalıştı. Sanat eserinde, şiirde, romanda terör izi arayan Şahin bu sözlerle olası yeni provokasyonları yapanları da cesaretlendirdi. Önemsizleştirme çabası Cemaat basın ve İslamcı medyada da devam etti.
DEVLET DE⁄‹L ALEV‹ ÖRGÜTLER‹ TAK‹PÇ‹ İşaretlerin yapıldığı bölgelerde bazı dükkanlarda kamera görüntülerinin olduğu bilinmesine rağmen faillerin bulunamaması üzerine Alevi örgütleri 3 Mart günü Adıyaman’da
bir miting düzenledi. Binlerce kişinin katıldığı mitingde “Kim bu çocuklar?” diye soruldu. Alevi örgütleri, Adıyaman’daki olayların açığa kavuşturulmasının devletin görevi olduğunu belirtti ve olayın takipçisi olduklarını duyurdu.
ile aşılacağını söylüyor. İleri teknoloji kullanan, yani daha fazla sermaye yoğun üretim yapan kesimlere destek istiyor. Bu noktada yeni teşvik sistemi de gerilim alanlarından birini oluşturuyor. TÜSİAD Başkanı 14 Şubat açıklamalarında teşvik için kriterin subjektif olmaması gerektiğini “inovasyon (yenilik) kapasitesi” eksenli teşvik verilmesi gerektiğini savunarak kendilerine işaret etmişti. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan tarafından 29 Şubat’ta çalışmalarının tamamlandığı açıklanan teşvik sistemi, Başbakan’la paylaşıldıktan sonra Pazartesi günü Bakanlar Kurulu’na getirilecekti. Ama açıklanmayan bir sebeple getirilmedi. Başbakan Yarımcısı Bülent Arınç gazetecilerin konuya dair soruları üzerine çalışmaların tamamlanmamasını gerekçe olarak göstererek Çağlayan’ın açıklamaları yalanlamış oldu.
HALKA KARfiI TATLIYA BA⁄LARLAR Egemenler arası gerginlikte, ilk geri adımlar TÜSİAD’dan geldi. Erol Sabancı’nın Radikal gazetesindeki röportajında "Türkiye’de önemli bir şey var: Sağlam bir iktidar ve istikrarlı bir hükümet. Avrupa’da ülkelerin gemi kaptanlarına bakarsanız bizim kaptan gibisi Avrupa’da yok" şeklindeki ifadeleri dikkat çekiciydi. Bu açıklamaların ardından TÜSİAD heyeti, AB Bakanı Egemen Bağış’ı Brüksel'de AB Daimi Temsilciliği binasındaki makam odasında ziyaret etti. Ümit Boyner, Hükümet-TÜSİAD arasında yaşanan kademeli eğitim gerginliğine atıfta bulunarak, “Tatlı yiyelim tatlı konuşalım" dedi. Bağış ise "TÜSİAD hazırsa biz de tatlı konuşmaya hazırız” şeklinde cevap verdi. Bağış, TÜSİAD heyetine “Bir telefon açsaydınız; dediklerinizi dikkate alırdık. Biz zaten sizin görüşlerinize değer veriyoruz" dedi. Bu “tatlı” ifadelere rağmen çatışmanın çeşitli düzeylerde sürmesi, buna rağmen emeği ve doğaya karşı savaşta ittifakın devam etmesi bekleniyor.
Katillerin AKP’li avukatları
S
ivas Katliamı davasının zamanaşımı süresi 13 Mart günü doluyor. Toplumsal muhalefet davanın zaman aşımına uğramaması için çeşitli eylemler ve protesto gösterileri yaparken Alevilerin yaşadığı mahallelerde de eylemler yapılıyor. Katledenlerin yargılandığı davanın zamanaşımına uğramaması için CHP’nin hazırladığı yasa teklifinin TBMM’de görüşülmesi, 6 Mart günü AKP’li vekillerin oylarıyla reddedildi. AKP’li vekillerin Sivas katliamına dair hassasiyetlerinin kaynağı, katledenlerin avukatları incelendiğinde ortaya çıkıyor: Başbakan Erdoğan’ın ve Süleyman Mercümek’in avukatı Faik Işık, Afyon Barosu Başkanı ve AKP oylarıyla Anayasa Mahkemesi üyesi olan Celal Mümtaz Akıncı, Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, AKP Isparta Milletvekili Haydar Kemal Kurt, AKP Tokat Milletvekili ve Başbakanın eski avukatı Zeyid Aslan, AKP Konya Milletvekili Hüsnü Tuna, AKP Maraş Milletvekili ve Anayasa Komisyonu üyesi M. Ali Bulut, AKP Afyon Milletvekili ve kayıp trilyon davası sanığı Halil Ürün, 22. Dönem AKP Afyon Milletvekili İbrahim Hakkı Aşkar, AKP İstanbul Başakşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal, AKP’li Afyon Belediye Başkanı Burhanettin Çoban...
5
DÜNYA 8 Mart 2012 / 21 Mart 2012
Halk›n Sesi
Dost da belli düşman da 7 S S uriye’de çatışma ortamı bir yılı geride bıraktı. Ülkede son bir yılda yaşananlar, emperyalistlerin gündeminde olduğu kadar muhalefetin de gündemini meşgul ediyor. Emperyalistler Suriye’ye müdahalenin yol ve yöntemlerini tartışırken, Türkiye’de sol muhalefet de Suriye konusunda takınılması gereken tavır konusunda kafa karışıklığı yaşıyor. Sol adına bir taraftan emperyalist propagandanın güçlendirildiği, diğer taraftan da emperyalistlere karşı Esad rejimini destekleme noktasına varan tartışmalar yapıldığı görülüyor.
BÖYLE DOST DÜfiMAN BAfiINA Suriye’de Esad yönetiminin düşmesi için yürütülen faaliyetleri bir çatı altında toplayan “Suriye’nin Dostları” toplantısı 24 Şubat’ta Tunus’ta yapıldı. İsyanların başlangıç noktası olan Tunus’ta yapılan toplantı, Tunus halkının devirdiği Ben Ali’den sonra iktidara gelen En Nahda’nın (Tunus’un AKP’si) emperyalistlere kapılarını sonuna kadar açacağını göstermesi açısından da önemli bir mesaj verdi. Tunus’ta yapılan toplantıda net bir karar çıkmasa da, önümüzdeki süreçte “Suriyeli isyancılar”ın beslenmeye devam edileceği, hem toplantıdan önce hem de toplantıdan sonra yapılan açıklamalarla anlaşılmış oldu. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Suriye’deki “muhaliflerin” kendilerini savunmak için gerekli şeyleri mutlaka “bir yerlerden” tedarik edeceğini ancak sadece savunmanın yeterli olmadığını söyleyerek ülkesinin Suriye’deki “özgürlük mücadelesi”ne gereken katkıyı yapacağını, bu konuda Suriye’nin dostlarının da ellerinden geleni yapması gerektiğini ifade etti. EVET, SUR‹YE HALKINDIR! AKP tarafından da “Suriye kimsenin babasının mülkü değildir. Suriye, Suriye halkınındır” diye çıkış yapan Davutoğlu, Irak’ta,
Mücadele engel tanımadı B
olivya’da sosyal hakları her geçen gün daha da kırpılan ve devletten sadece 130 dolar ödenek alan engelliler, 400 dolarlık yardım ve sosyal hakları için La Paz’da bulunan Devlet Başkanlığı binasına 100 günlük bir yolculuk gerçekleştirdi. 1500 kilometrelik yol kat eden yaklaşık 50 engelli, uğradıkları kentlerdeki engelliler ile birlikte sık sık basın açıklamaları ve eylemler gerçekleştirdi. Çoğu tekerlekli sandalyeli ve koltuk değnekli olan engelliler yolculuklarının 100. gününde La Paz’daki Devlet Başkanlığı binasının önüne geldi ve bir basın açıklaması yapıldı. Engelliler, yaptıkları açıklamada haklarının ellerinden alındığını ve yoksulluğa itildiklerini söyledi. Hayatın her alanında ezildiklerini belirten engelliler, insanca yaşayabilmek için mücadele etmekten başka çarelerinin kalmadığını söyledi. Basın açıklamasından sonra taleplerini yetkili makama iletmek isteyen engellilere polis izin vermedi. Koltuk değnekleri ve sopalarla barikatı aşmak isteyen engellilere polis, biber gazıyla saldırdı. Saldırının ardından pek çok kişi hastaneye kaldırıldı. Polis saldırısına uğrayan engelliler, ertesi gün meclis binasının önündeki meydanda kamp kurdu. Beş engelli açlık grevine başlarken yapılan açıklamada talepler karşılanana kadar eylemlerin süreceği belirtildi. Engelliler, “Bunca yolu haklarımızdan ve mücadelemizden vazgeçmek için gelmedik. Polis bizi engelleyemez” dedi.
iklim 5 kıta
uriye’de yaşanan süreç emperyalistlerin Libya’daki tezgahı tekrar etmek istediğini gösteriyor. Emperyalistlerin işe karışmasıyla çekimser kalan Türkiye soluna düşen görevse bu tezgahları teşhir etmek
Putin 4 y›l sonra yeniden Kremlin’de
R
usya'da yapılan devlet başkanlığı seçiminde Vladimir Putin, oyların yüzde 64’ünü alarak üçüncü kez devlet başkanı oldu. Putin'in en yakın rakibi olan Rusya Komünist Partisi Başkanı Gennadiy Zuganov ise yüzde 18 oranında oy aldı. Putin’in rakiplerinin ortak tepkisi seçimlerin adil ve tarafsız bir şekilde gerçekleşmediği yönünde oldu. 2011 sonunda yapılan parlamentonun alt kanadı olan Duma seçimlerine de hile karıştığı iddia edilmiş ve uzun süren sokak eylemleri gerçekleştirilmişti.
Afganistan’da halklara ait olan ne varsa işgal etmekte beis görmeyen emperyalistleri Suriye’deki duruma el atmaya çağırarak baklayı ağzından çıkarmış oldu. Bilindiği gibi Suriye’de iki taraflı bir çatışma ortamı hakim. Esad’a bağlı ordu birlikleri ve Humus, Bab-ı Amr gibi kentlerde kümelenen Özgür Suriye Ordusu ve Suriye Ulusal Konseyi militanları arasında kanlı çatışmalar yaşanmakta. Buralardaki isyancılara en büyük lojistik destek Türkiye tarafından sağlanıyor. Askeri eğitim ve silah teminatı yaptığı ayyuka çıkan AKP hükümeti, Suriye’yi nüfuz alanı haline getirmek için, emperyalist çıkarlarla çelişmeden Suriye’deki faaliyetlerini sürdüreceğini belli ediyor. Libya ve Mısır’da model ülke olma konusunda yaşadığı hüsrandan sonra Suriye’de de benzer bir duruma düşmek istemeyen
AKP hükümetinin, Esad yönetimini düşürmek için daha çok çabalayacağı görülüyor. Suriye’nin Dostları toplantısının ikincisinin İstanbul’da yapılacak olmasından da anlaşılıyor ki Türkiye bu sürecin sonunda istediklerini alabilmek için her türlü çabayı gösterecek. Hatırlanacağı üzere Libya’nın Dostları toplantısının da ikincisi İstanbul’da yapılmış ve burada alınan kararlardan sonra BM Güvenlik Konseyi Libya’ya müdahale kararı vermişti. MUHALEFET’‹N SUR‹YE TUTUMU Emperyalistlerin müdahil olmasından sonra geri çekilen Türkiye sol muhalefetinin Suriye konusundaki kararsız tutumu ve bundan sonraki süreçte alması gereken tutum konusunda Halkevleri Örgütlenme Sekreteri Kutay Meriç’in Sendika.Org’daki
yazısından bir kesit sunuyoruz: (*)“Türkiye’deki Arap-Nusayri toplumunun, geleneksel olarak sol politik tavır içinde olmalarıyla Esad rejimini savunan tutumları birleşince, Türkiye solunda Saddamcılığı da aşan başka bir vaka ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu duruma bir de Kürtlerle Esad’ın isyandan sonraki ilişkilerini de eklemek gerek.(…) (Ancak) Esad rejimi antiemperyalist bir rejim değil. Suriye’nin görüntüsü, 1980’lerin başındaki Türkiye gibi… Bütün mesele, korumacı ithal ikameci ekonomiden neoliberal kapitalist düzene geçmeye çalışırken “Arap Baharı”na yakalanmış olmak. (…) (…)Baskıcı otoriter bir diktatörlük olan Suriye rejimi, bilinenin aksine laik bir rejim de değil. İslam hukuku, eğitimden medeni hukuka kadar devletin ve sosyal yaşamın geneline hâkim durumda. (…)
(…)Türkiye solu Suriye’ye yönelik emperyalist müdahaleye karşı tavır alırken, Suriye halkının demokrasi ve özgürlük talebini görmezden gelmemeli. Türkiye devletinin yakın vadede Suriye’yi işgal etmek gibi bir politikası görünmüyor. Kriz, şiddetli bir iç savaş-mezhep savaşına doğru evirilecek gibi duruyor. Suriye sorunu konusunda sol, tavrını belirlerken, açık işgal ve bunun sonuçlarını beklemek yerine olan bitenin sürekli politik teşhirini esas alan bir çizgi izlemelidir. Suriye sürecinde sürekli politik karşı atakla AKP’nin ve onun emperyalizmle uyumlu İslamcılığının teşhiri etkili şekilde yapılmadır. Sol, Suriye konusunda yalnız başına…” *Alıntı yapılan yazı, Sendika.Org’da 21 Şubat 2012 tarihinde yayımlanmıştır.
Hong Kong eylemde
H
ong Kong'da binlerce kişi, görev süresi dolan Hükümet Başkanı Donald Tsang'ın yargılanması talebiyle hükümet binasına yürüdü. Tsang hakkında bazı sermaye çevreleriyle yaptığı anlaşmalarda usulsüzlük iddiaları ortaya atılmıştı. 2005’ten beri Hong Kong’u yöneten Tsang, yaptığı özel yat ve uçak gezileri nedeniyle halkın tepkisini çekmişti. Tsang hakkında bazı iş çevreleriyle yaptığı anlaşmalarda etik davranmadığı iddiaları da ortaya atılmıştı. Hong Kong'da yeni hükümet başkanı, bir ay sonra yapılacak seçimlerle belirlenecek.
İran’a müdahale başladı S
uriye’ye emperyalist müdahaleler devam ederken, ABD’nin bölge politikalarındaki en büyük ayak bağı olan İran’ın devre dışı bırakılması, etkisizleştirilmesi için de girişimler sürüyor. ABD’nin baş müttefiki Siyonist İsrail devletinin en büyük tehdit olarak gördüğü İran konusunda atılan adımlar sadece bir takım yaptırım açıklamalarından ibaret de değil. Suriye üzerinden yürütülen planların büyük bir çoğunluğu bir şekilde İran politikasını da belirlerken, ABD ve İsrail, Ortadoğu’daki ortak çıkarları için İran’a karşı bir araya geldi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Cumhurbaşkanı Simon Perez, İran konusundaki
ABD ve İsrail’in en büyük tehdit olarak gördükleri İran’a karşı faaliyetleri sürüyor. Bu ikili İran’ı zayıflatmak için Suriye’ye vurup, bir taşla iki kuş vurmak istiyor beklentilerini iletmek üzere ABD’ye gitti. ABD Başkanı Barack Obama’yla yapılan görüşmelerde Netanyahu’nun İran’a müdahale konusunda ABD’nin desteğini istediği öğrenildi. İsrail’in bölgede kendi kaderinin çizebilecek güçte olduğunu söyleyen Netanyahu yaptığı açıklamada “İran’a karşı verilecek olası bir savaşın zor olacağını ancak sonunda zaferi kazanacaklarını” ve “ülkesini yok etmekle tehdit eden İran’a daha fazla tahammül etmeyeceğini” söyleyerek savaş çığırtkanlığı yapmaya
devam etti. Obama da Netanyahu’nun açıklamalarından sonra “savaşın çokça dillendirilmemesi gerektiği” yönünde bir açıklama yaparak akil devlet adamı görüntüsü yaratmaya çalışsa da sonrasında yaptığı “ABD ile İsrail arasında koparılamaz bir bağ var ve ABD her zaman İsrail’in arkasını kollayacaktır” açıklamasıyla olası bir savaş durumunda zaten malum olan tarafını bir kez daha belli etmiş oldu. Türkiye’de kurulan füze kalkanı sistemiyle İran’a yönelik operasyonun bir
parçası tamamlansa da İsrail’in daha fazlası için çabalayacağı da aşikâr. İsrail’in Suriye’ye yönelik bir müdahalenin gerçekleşmesi için de girişimlerde bulunduğu biliniyor. Esad yönetimini İran’ın yanında bir tehdit olarak gören İsrail, Suriye’nin düşmesiyle birlikte Filistin’deki direnişçi grupların İran desteğinden mahrum kalacağını ve yine Suriye’nin düşmesiyle birlikte bölgede yalnız kalacak olan İran’ın bir kozunu daha kaybedeceğini hesaplayarak Suriye’deki çatışma ortamını
körükleyecek adımlar atıyor. Bu şekliyle İran’a yönelik müdahaleyi başlatmış olan ABD-İsrail bloku, İran’ı dize getirme konusunda yakaladıkları bu “fırsatı” değerlendirmek için ellerinden geleni yapacaklar. Eski MOSSAD yöneticisi Efraim Halevy’nin 8 Şubat’ta New York Times’ta yayımlanan yazısında da bu gerçek dillendiriliyor. Yazısında Suriye’nin İran’a müdahale için bir fırsat olduğunu ve İsrail’in bu fırsatı kaçırmamak için elinden geleni yapması gerektiğini yazan Halevy ekliyor: “İran, Bay Esad’ın akıbeti ne olursa olsun Suriye'deki gücünü garantiye almaya niyetli ve İsrail ile Batı her ne pahasına olursa olsun buna engel olmalı.”
Do¤u Libya ayr›ld›
L
ibya'da Kaddafi'nin öldürülmesinin ardından işbirlikçiler arasında ayrışma yaşanıyor. Ülkenin doğusu batıya karşı özerklik ilan etti. Aşiret şefleri ve milis kuvvet komutanları, Libya'nın petrol zengini doğu bölgesinde yarı özerklik ilan etti. Doğu birliği ayrıca seçimlerde 200 meclis üyesinden sadece 60'ının kendilerine verilmesine de karşı çıkıyor. Ülkede seçimler haziran ayında yapılacak. Başkent Trablus'ta iktidarda olan Ulusal Geçiş Konseyi, bölgesel özerkliğe karşı olduğunu açıkladı ve bu durumun ülkenin bölünmesine neden olacağını ifade etti.
Yunanistan “yardıma” karşı direnişte Y
unanistan sermayesi, AB Maliye Bakanları’nın onayından geçen 130 milyar Euroluk ikinci yardım paketini almaya “hak kazanırken”, emekçi sınıfın omuzlarındaki yük de giderek artıyor. Kabul edilen paketle birlikte çok uzun bir süre IMF ve AB’nin sıkı kontrol altına girecek olan Yunanistan’da tüm Avrupa sermayesini yakından ilgilendiren krizin bedeli her kapitalist ekonomide olduğu gibi emekçilerin sırtına yükleniyor. Emekli aylıklarında, kamu çalışanlarının maaşlarında kısıtlamalar, eğitim ve sağlıkta özelleştirmelerle birlikte Yunan halkını çok güçlü bir neoliberal
saldırı dalgası bekliyor. İki yıldan bu yana Yunanistan sokaklarında grevlerle, mitinglerle boy gösteren işçi sınıfı, temerrüd, iflas tehditleriyle baskı altına alınmak istense de, önümüzdeki
süreçte sokaklarda olmayı sürdürmek zorunda. Bu kavramlar Yunan halkının gelecek saldırılara karşı sessiz kalması için baskı aracı olarak kullanılıyor. Alınan yüz milyarlarca Euroluk
“yardım” kısa vadede Yunanistan’ı temerrüde (gecikme) düşmekten kurtarsa da (o da şüpheli) uzun vadede ekonomiye ek borç yükü getirecek. Gelirlerin borca oranı bir yıllık bir süre sonunda daha da azalacak. Bu halkın cebinden daha fazla kesinti yapılıp sermaye sınıfına daha fazla kaynak yaratma anlamına geliyor. 20 Mart’ta Yunanistan’ın 14.5 milyar Euro tutarındaki borç tahvillerinin vadesi dolacak. Ülkenin temerrüde düşüp düşmeyeceğini 20 Mart’ta göreceğiz ancak sonuç ne olursa olsun, Yunan halkının önünde tek bir seçenek var: Daha fazla cüret etmek, daha fazla direnmek.
Hollanda’da grev
H
ollanda’da hükümetin ilan ettiği eğitim alanındaki kısıtlamalara karşı greve giden eğitim emekçileri başkent Amsterdam’da büyük bir eylem düzenledi. Hollanda Genel Eğitim Sendikası’nın çağrısı üzerine düzenlenen gösteriye 50 bin eğitimci katıldı. Eğitimciler, eğitim alanında yapılmak istenen kısıtlamalara tepkilerini, “Uygun, ama kimin için?” yazılı pankart ve dövizlerle dile getirdi. Hükümetin, giderlerin artmasına bağladığı kesintilere karşı çıkan sendikalar en az 6 bin eğitimcinin işinden olacağını belirtiyor.
6
İNSANCA YAŞAM 8 Mart 2012 / 21 Mart 2012
Halk›n Sesi
Mamak sağlık hakkı için ilk adımı attı ağlık örgütleri olarak 21 Aralık 2011’de yaptığımız g(ö)revle yeni bir sağlık hakkı mücadelesinin startını verdik. Sağlık örgütlerinin ortak çağrısıyla işyerlerinde sağlık çalışanları meclisleri ve yerellerde sağlık hakkı meclisleri kurulması için çalışmalara başladık. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Ankara Şubesi olarak bir yandan işyerlerimizdeki çalışmalarımızı değerlendirdik, diğer yandan sağlık hizmeti alıcısı olarak yaşadığımız mahallelerde, ilçelerde meclisleşme çalışmalarını başlatmaya karar verdik. Sağlık Hakkı Meclisleri’nin ilk örneği olan Mamak’taki meclisleşme çalışmasına, bölgede oturan sağlık emekçileri olarak dahil olduk. Mamak’ta oturan 18 sağlık ve sosyal hizmet emekçisi olarak 7 Şubat’ta Tuzluçayır’da bir pastanede buluştuk. Meclis hazırlıkları için görev paylaşımı yaparak, bölgedeki köy derneklerini, muhtarları ziyaret ederek meclis fikrini tartışacağımız bir toplantıya insanları davet Hüseyin ettik.11 Şubat Cumartesi günü Tuzluçayır’da bulunan Boy Eğricek Köy Derneği salonunda yapılan toplantıda, SES Ankara sağlık alanındaki son fiube üyesi gelişmeleri mahalle halkına anlattık. Toplantıda, 4 Mart günü bir halk toplantısıyla Mamak Sağlık Hakkı Meclisi kurulmasına, o tarihe kadar bilgilendirme ve hazırlık çalışmalarını yürütmek üzere 10 kişilik kurucu komite belirlenerek görevlendirme yapılmasına karar verildi. Sağlık emekçileri olarak biz bunları yaparken Mamak, Şirintepe, Saimekadın ve Mutlu Halkevi Şubeleri genel kurullarında sağlık hakkı özel gündem olarak tartışıldı. Şirintepe ve Batıkent Halkevi şubelerinde sağlık alanındaki saldırılarla mücadele için halk toplantıları yapıldı. Tepecik Dostlar Halk Odası’nda ve mahalledeki bir kahvehanede yapılan bilgilendirme toplantıları ile 4 Mart’taki toplantıya katılım çağrısı yapıldı. Tepecik’teki toplantıda yeşil kartı iptal edildiği için şeker ilacını alamadığını, belinde tüple gezdiğini belirten bir mahalleli, daha önce AKP’ye oy verdiğini, şimdi de mahallede sağlık hakkı temsilcisi olmak istediğini söyledi. Söylediklerini doğru yolda olduğumuzun bir göstergesi kabul ettik. Büyük Avşar Köy Derneği’nde aylık yapılan kadınlar toplantısında ve Mamaklı Muhtarlar Derneği’nde 18 muhtarın katıldığı toplantıda yine sağlıktaki piyasalaştırma, GSS uygulamaları üzerine bilgi ve görüşlerimizi paylaştık. Muhtarlar Derneği’ndeki toplantıda 1 Ocak 2012’den itibaren başlayan sağlıkta cepten ödeme kararlarını anlattığımızda, çoğunluğu hükümete gönül veren muhtarlar, halkın sağlık alanında parayla hizmet almaya razı olmayacağını söylüyordu. Bölgedeki Halkevi şubeleri gün içinde ve akşam 8’den sonra ev ziyaretleri düzenledi. 10-15 kişinin gerçekleştirdiği ev ziyaretlerine sağlık çalışanları olarak biz de katılıyorduk. Bu toplantılarla biz sağlık çalışanları da sağlık hakkı mücadelesinin işyerinin dışında ve günün her saatinde yapılabileceğini gördük. Sağlık hizmetini üretenler olmakla birlikte bizim de aynı zamanda bu hizmeti alanlar olduğumuzu anlattık. Bunu karşılıklı olarak keşfettikçe, misafir olduğumuz evlerde daha rahat sohbet edebildiğimizi gördük. Eylem bildirilerini işyerlerinde vatandaşa verdiğimizde yaşadığımız çalışanhizmet alan ayrımından sıyrıldık. Tüm bu süreçte 16 bin bildiri dağıttık, 300 afiş astık, ilçenin merkezi noktalarına 10 sokak pankartı asarak meclis toplantısının duyurusunu yaptık. Son kez 3 Mart Cumartesi günü sokaklara çıktık. Şirintepe-Şahintepe civarında Halkevi üyeleri, Tuzluçayır bölgesinde de kurucu komite üyeleri olarak sokakta, caddelerde, kahvehanelerde bildiri dağıtarak halkı toplantıya davet ettik. 4 Mart günü yaklaşıyordu, hava çok soğuk ve yağışlıydı. Endişeliydik, çalışmalar etkili olsa da bu soğukta insanların evlerinden çıkmak istemeyebileceğini düşünüyorduk. Kar elimizdeki bildirilerin üzerinde birikiyordu ama biz 4 saat boyunca sokaklarda dolaşmaya devam ettik. 4 Mart günü Açıkalın Düğün Salonu 500 kişi ile doldu. Demek ki soğuk havaya rağmen 500 insan “paran kadar sağlık hizmeti” anlayışını durdurmak istediğine, sağlık hakkına sahip çıkmaya karar vermişti. Toplantıda Mamak Sağlık Hakkı Meclisi ilan edildi. 7 Mart’ta SGK önünde eylem yapmaya ve 11 Mart Türkiye Büyük Sağlık Hakkı Meclisi’ne katılmaya karar verildi. 40 kişilik meclis üyesi ve 8 kişilik yürütme kurulu seçildi. Şimdi daha çok çalışma yaparak halka ulaşmaya, Mamak’ta sağlık hakkı mücadelesinin baharını karşılamaya hazırız.
S
*Hüseyin Boy - Mamak Sağlık Hakkı Meclisi Yürütme Kurulu Üyesi
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
Adım adım hak meclislerine S
ağlıkta dönüşüm programına kaşı uzun zamandır mücadele eden sağlık örgütleri, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, meslek odaları, hasta hakları dernekleri mahalleliler meclislerde bir araya geldi. İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Manisa, Denizli, Batman, Muğla ve daha birçok ilde Sağlık Hakkı Meclisleri kuruluyor. Meclisler, 11 Mart’ta Ankara’da Ahmet Taner Kışlalı Spor salonunda yapılacak büyük buluşmaya hazırlanıyor. İstanbul’da Sağlık Hakkı Meclisi 50’ye yakın örgütle kuruldu. Meclis’in kuruluşu 28 Şubat’ta Mimarlar Odası’nda yapılan toplantıyla ilan edildi. Toplantıda konuşan SES Aksaray Şube Başkanı Ersoy Adıgüzel, Genel Sağlık Sigortası’nı durdurmak için bir araya geldiklerini açıkladı. Adıgüzel, sendikaların, meslek odalarının, demokratik kitle örgütlerinin, aydınların, sanatçıların, işsizlerin, kadınların ve gençlerin katılımıyla meclisin ulaşılabilir, nitelikli parasız sağlık hizmeti için mücadele edeceğini belirtti. Devrimci Sağlık-İş adına konuşan Gürsel Kaya, sağlık hizmetlerinde kâr hedefiyle, tedavi katılım payı, reçete payı adı altında alınan paraların, açlık sınırının altında yaşamaya çalışan insanların yaşam hakkını ortadan kaldırdığını ifade etti. Kaya, güvencesiz sağlık işçileri olarak paralı sağlık hizmetlerine ve taşeronlaştırmaya karşı sağlık hakkı meclislerinde mücadele edeceklerini ifade etti. Ankara Sağlık Hakkı Meclisi 4 Mart’ta kuruldu. Meclis Tuzluçayır’da, Şirintepe’de köy derneklerinde mahalle kahvelerinde yapılan bilgilendirme toplantılarıyla oluşturuldu. Mamak Muhtarlar Derneği’nde, Sivas Eğricek Köy Derneği’nde, Büyük Avşar Köy Derneği’nde, Tepecik’te kahvehanelerde ve Tepecik Halk Kütüphanesi’nde Sağlık örgütlerinden temsilciler ve Hakevcilerin örgütlediği
A
nkara’da 11 Mart’ta yapılacak Büyük Sağlık Hakkı Meclisi buluşması öncesinde il meclisleri kuruluyor, eylemler düzenleniyor, mahalelerde ve işyerlerine toplantılar örgütleniyor
İ
stanbul’da Tokat yöre dernekleri 27 Şubat’ta sağlıkta dönüşümle ilgili bir panel düzenledi. Avcılar Halkevi 25 Şubat’ta Dev Sağlıkİş’ten Funda Keleş’in katıldığı bir panel gerçekleştirdi. Gültepe Halkevi 26 Şubat’ta bir sağlık hakkı paneli yaptı. Eskişehir Halkevleri sağlık hakkı için 19 Şubat’ta Sosyal Güvenlik Kurumu’na yürüdü. Bursa Halkevleri sağlık alanında yaşanan sorunları görünür kılmak için “Alo Sağlık Hattı” kurdu.
toplantılar yapıldı. Meclis’in kuruluşunun duyurulduğu toplantıda Ankara Sağlık Hakkı Meclisi adına açıklamayı Kemal Yılmaz yaptı. Yılmaz, mücadelelerinin yaşama hakkını savunanlarla “insan hayatını fırsata çevirenler” arasındaki mücadele olduğunu söyledi. Manisa Sağlık Hakkı Meclisi, 19 Ocak’ta Manisa Tabip Odası, Diş Hekimleri Odası, Ziraat Mühendisleri Odası ve Sağlık Hakkı Derneği öncülüğünde çalışmalarına başladı. Manisa Tabip Odası Genel Sekreteri Şahut Duran, gazetemize mağdur olan hastalarla temas ettiklerini, önümüzdeki günlerde muhtarlarla toplantılar yapacaklarını anlattı. Adana, Hasta Hakları Derneği, Halkevleri, güvencesizliğe karşı mücadele eden Balcalı işçileri ve aralarında meslek odalarının, sendikaların bulunduğu Adana Sağlık Hakkı Meclisi 1 Mart’ta kurulduğunu duyurdu.
Halk, sağlıkçı yan yana Sa¤l›k Hakk› Meclisleri'nin tohumlar› mahallelerde düzenlenen etkinlikler ve buluflmalarla yeni deneyimler yaratarak at›l›yor. Okmeydan›’nda 25 fiubat’ta "Sa¤l›k sisteminde neler de¤iflti?"bafll›¤›yla düzenlenen panel, sa¤l›k hakk› meclislerine giden yolda düzenlenen etkinliklerden birisi oldu. Sa¤l›k hakk› örgütlerinin temsilcilerini, mahallede sa¤l›k hizmeti veren tabiplerle buluflturan etkinli¤e mahalle halk›n›n ilgisi de yo¤undu. Panele kat›lan Eczac›lar Odas›’ndan Cem Ünal, ilaçta kat›l›m pay› uygulamas› ile sa¤l›¤›n nas›l ticarileflti¤i anlatt›. Ünal, hastalardan al›nan kat›l›m paylar›n›n 2005’te 80 kurufl olarak bafllay›p 2012 Ocak ay›nda 3 ile 15 lira aras›na geldi¤ini belirtti. Mahmutflevketpafla Mahallesi Aile Sa¤l›¤› Merkezi’nden aile hekimi Merdan Çelik, aile hekimli¤i uygulamas›n› anlatt›. Bir aile hekimi olarak karfl›laflt›¤› sorunlar› hizmet verdi¤i mahalle halk›yla paylaflt›. Çelik, GSS'yle birlikte hekimlerin hastalar›n
sorunlar›ndan çok, kira ve malzemelerin tam olup olmamas›na önem vermek zorunda kald›klar›n› ifade etti. ‹stanbul Tabip Odas› Genel Sekreteri Ali Çerkezo¤lu panelde yapt›¤› konuflmada sa¤l›k hakk› mücadelesinin gelecek dönemine dair önemli tespit ve önerilerde bulundu. Panelde toplant›lar›n devam ettirilerek Okmeydan› Mahallesi sa¤l›k meclisinin oluflturulmas›na karar verildi. MAHALLEL‹, SA⁄LIK EMEKÇ‹S‹, HEK‹M YANYANA
Mamak’ta Halkevleri ve SES Ankara fiubesi’nin düzenledi¤i bir dizi halk toplant›s› sonucu Sa¤l›k Hakk› Meclisi kuruldu. Meclisin kuruluflu mahallelilerin, engellilerin, kad›nlar›n ve sa¤l›k iflçilerinin kat›ld›¤› bir toplant› ile gerçekleflti. Toplant›da konuflan Sultan Ç›rac› sa¤l›kta piyasalaflt›rman›n kad›nlarda yaratt›¤› ma¤duriyete karfl› meclis bünyesinde bir Kad›n Komisyonu kurulmas›n›, Hasan Y›ld›z ise emeklilerin ve engellilerin sa¤l›k haklar›n› ele alan
Toplum sağlığı değil rant peşinde A
kdeniz ve Hacettepe üniversitelerindeki nakil ameliyatları hakkındaki gelişmeler, haber bültenleri ve gazetelerde gün gün ve neredeyse dakika dakika halka duyuruldu. Bir anda memleket meselesi haline gelen bu gündem, ilk başlarda heyecan uyandırırken, hasta Şevket Çavdar’ın ölümünden sonra bu duygu yerini kuşku ve telaşa bıraktı. Öyle ki Hacettepe Üniversitesi’nde ameliyatı gerçekleştiren doktor Serdar Nasır’ın açıklamalarına göre, nakil ameliyatları gündeme gelmeden önce bağış için ayda ortalama 20 kişi başvururken, geçen ay bu sayı 100’e yükseldi. Ancak ölüm haberinden sonra bu sayı 5’e indi. Kısmen fiyaskoyla sonuçlanan, bir kişinin öldüğü “tıpta gelişiyoruz reklamları”nın nedeni de 61. hükümet programında ve Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü Sağlık Turizmi
Kas-Der eylemle kazandı
Meclislere doğru
AKP dört koldan sağlık turizmini geliştirmek adına çalışıyor. Türkiye’ye de an be an nakil ameliyatı haberlerini takip etmek kalıyor Koordinatörü Dr. Dursun Aydın’ın yaptığı açıklamada gizli. Hükümet programında geçirilen “Türkiye’nin Avrupa’da ve Ortadoğu’da termal turizmi ve sağlık turizmi konusunda önemli bir merkez olması yolunda çalışacağız” ifadeleri ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın programına aldığı aynı hedefler doğrul-
İ
tusunda sağlık turizmini geliştirmek adına “tıpta büyük adımlar” temalı haberlerin süreceği görülüyor. Dr. Dursun Aydın’ın 1 Mart’ta yaptığı açıklama da niyetin bu programlarla ilişkisini açık ediyor. Aydın, Türkiye’nin son 9 yılda “sağlıkta dönüşüm programı”yla devrim niteliğinde işlere imza attığını iddia etti.
stanbul’daki Kas Hastalıkları Derneği (KasDer) merkez binasının İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından tahliye edilmesine karşı eylem yapan Kas-Der’liler davayı kazandı. Kas-Der’in, İBB’nin tahliye kararına karşı açtığı davada mahkeme, tahliyenin ihtiyati tedbir yoluyla durdurulmasına karar verdi. Mahkeme, “Tahliye işleminin derneği maddi zarara uğratacağı” gerekçesiyle durdurma kararı verdi. Kas-Der’in kazanımında mahkeme kararı kadar yaptıkları eylemler de etkili oldu. Kas-Der, tahliye kararının duyulmasından hemen sonra 24 Şubat’ta İBB önünde bir protesto eylemi yaptı. İBB’nin kira
Aydın açıklamasında şunları söyledi: “Türkiye'de ‘yüz nakli dahil’ tüm organ nakilleri, robotik cerrahi, kardiyovasküler cerrahi, onkolojik tedaviler, göz, diş ve estetik başta olmak üzere her türlü sağlık hizmeti sunuluyor.” 'Ekonomi Bakanlığı, sağlık turizminin yurt dışında tanıtım teşviki başlattı. Kültür ve Turizm Bakanlığı da sağlık turizmini teşvik kapsamına taşımaya çalışıyor.” Sağlık turizminde hizmet sunumu işinin öncelikli olarak özel sağlık sektöründe olduğunu söyleyen Aydın, batı ülkelerinde sağlık hizmetlerinin çok pahalı olduğunu, bu nedenle Türkiye’ye akın edilmeye başlandığını ifade etti. Bu veriler, AKP’nin sağlık hizmetlerini piyasaya açacağının, sağlık çalışanlarının ücretlerinde ve sosyal haklarında kötüleşmeye gidileceğinin habercisi. AKP’nin dört koldan saldırdığı bu hedefte “toplum sağlığı”nın lafı bile geçmiyor.
borcu gerekçesiyle tahliye işlemi yapmak istediğini ancak, derneklerinin kira borcu olmadığını belirten Kas-Der’liler derneklerine sahip çıkacaklarını ifade etti. Kas-Der 2010 yılında da İBB tarafından tahliye edilmek istenmiş, dernek üyeleri, tahliye kararını protestoyla karşılamışlardı. Protestolar sonucunda tahliye kararı durdurulmuştu. Dernek, kas hastalarının sosyal yaşama tam ve etkin katılımını sağlamak, kas hastalarını doğru bir şekilde bilgilendirmek ve yönlendirmek, fiziksel, sosyal ve ruhsal olarak mümkün olan en iyi duruma getirmek için çalışmalar yapıyor.
komisyonlar kurulmas›n› önerdi. Öneriler karara geçirildi. Meclis kurulufl toplant›s›nda Dostlar Halkodas›’ndan Hüsnü Akkufl’un önerisiyle bir de eylem karar› al›nd›. Akkufl, hastaneye gitti¤inde yaflad›klar›n› etkinli¤e gelenlerle paylaflarak 7 Mart Çarflamba günü 12.30’da Sosyal Güvenlik Kurumu önünde eylem yapmay› önermiflti. Toplant›da konuflan SES Ankara fiube Baflkan› ‹brahim Kara, hizmet alanlar› sa¤l›k hakk›na, hizmet verenleri de güvenceli ifl hakk›na sahip ç›kmaya ça¤›rd›. Konuflmalar›n ard›ndan, gönüllü delege olan 40 kiflinin Mamak Sa¤l›k Hakk› Meclisi temsilcileri olmas›na karar verildi.
Van’a hala sağlık lazım
T
ürk Tabipleri Birliği (TTB) ile Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) tarafından hazırlanan Van Depremi 4. Ay Değerlendirme Raporu, 23 Şubat’ta açıklandı. TTB, Sağlık Bakanlığı’na başvurarak sağlık kuruluşlarındaki hasar tespitine ilişkin bilgi aldı. Bu bilgiler ışığında yapılan değerlendirmelerde depremin üzerinden geçen 4 ay ardından, iddia edilenlerin aksine, Van’da koşulların daha da zorlaştığı, depremin yarattığı yıkımın gün geçtikçe kronikleştiği belirtildi. 4. Ay Değerlendirme Raporu’nda şu tespitler yer aldı: Van’da sadece bir tane hastanenin faaliyette olması nedeniyle, sağlık hizmetleri ulaşılabilir, parasız ve nitelikli değil. Bu yüzden de, hastanelerin güçlendirilmesi ve yeni bina inşaatlarının bir an önce tamamlanması gerekiyor. Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi’nin de bir an önce faaliyete geçirilmesi, Van halkının en acil ihtiyaçlarından biri. Sosyal güvencesi olmayanlar için bir ay devam eden parasız ilaç dağıtımı 21 Aralık’ta kaldırıldı. İlaç yardımının tekrar parasız olarak sunulması gerekiyor. Birinci basamak sağlık hizmetlerinin sunulmasını daraltan aile hekimliği uygulamasının kaldırılması gerekiyor.” TTB ve SES, Van’da depremin ardından yaşanan sorunların takipçisi olduklarını, sorunlar çözülene kadar Van’ı terk etmeyeceklerini dile getirdi.
7
İNSANCA YAŞAM 8 Mart 2012 / 21 Mart 2012
Halk›n Sesi
YASALARLA DO⁄ANIN TALANININ ÖNÜ AÇILDI
İkinci direniş dalgası geliyor D
oğanın talanına yönelik AKP saldırıları güçlenerek sürerken bu talana sessiz kalmayanlar da direnişlerini güçlendiriyor. 12 Eylül referandumuyla itiraz davalarının önünü kapatan, çıkardığı Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile SİT alanlarının yok edilmesinin önündeki engelleri kaldıran iktidar yeni rant projelerine art arda onay vermeye başladı. Birçok kentte dava ve mücadele ile rafa kaldırılan maden ve santral projeleri yeniden ihaleye çıkarıldı, ruhsatlandırıldı. Santral yapımı ve madencilik faaliyet ruhsatı verilen iller listesine yeni kentler eklendi. AKP, SİT alanlarında mahkeme kararıyla iptal edilen, durdurulan projelerin tekrar çalışabilmesini sağlamak için çıkartığı 648 sayılı KHK ile saldırı politikalarını güçlendirirken halkın başvurabileceği hukuki yolların önünü tıkamaya çalışıyor. Halk, Çanakkale, Amasra, Ünye, Çıralı ve birçok yerde yaptıkları eylemlerle, kurdukları çadırlarla önlerine barikat kuranlara karşı yaşanabilir çevre hakkını savunuyor. İktidar yağma politikalarının hızını kesmiyor. Buna karşılık halk hareketleniyor. Doğanın talanı karşılıksız bırakılmıyor. Direnişler gün geçtikçe yayılıyor.
AKP’nin üçüncü iktidarı döneminde hızını arttıran yağma politikalarına karşı ikinci direniş dalgası da kabarmaya başladı. Termik santral, HES, maden faaliyetleri ve yaşam alanlarını yok eden birçok rant projesine karşı halk sessiz kalmıyor
ÇANAKKALE Çanakkale’ye bağlı Kızılelma ve Kirazlı köylerinde altın çıkartılmasına karşı bir araya gelen yöre halkı, 25 Şubat’ta yapılmak istenen ÇED toplantılarına izin vermedi. Valilik, toplantıları protesto etmek için köylere giden Çanakkale Halkevi üyeleri için özel emir çıkartı. Emirde “Maden şirketinden gelenler ve beraberinde gelenler, toplantının yapılacağı köy halkı haricinde toplantıyı sabote etme ihtimali yüksek olan kişiler köye sokulmayacak” denildi. Buna karşı çıkan yöre halkı jandarma barikatını, tarlaları ve dağ yollarını kullanarak aşarken Halkevcilerle birlikte ÇED toplantısına karşı çıktı. Köyün dışından para karşılığı tutulan insanlarla ve jandarma gözetiminde gerçekleştirilen ÇED toplantısına karşı halk, madenci şirketleri protesto etti.
AMASRA
ÇIRALI
Enerji Bakanı Taner Yıldız, Hattat Holding'e ait Hema Endüstri AŞ'nin Bartın-Amasra'da Çinli AVIC International ile ortak bir termik santral kurmak için anlaşma imzaladığını duyurması üzerine bölge halkı ayaklandı. Halk, şirketin bölgeye kömür çıkartmak bahanesiyle geldiğini ancak asıl amacının termik santral yapmak olduğunu belirtti. 22 Şubat’ta yapılan basın açıklamasında halk, iş makinalarını, Amasra’ya sokmayarak direneceğini duyurdu.
Antalya Kemer’e bağlı Çıralı Köyü’ne ait sahilde yapılması planlanan otel ve mesire alanına karşı halk direniş çadırı kurarak eyleme geçti. Bölgenin SİT alanı olduğunu ve türü tükenmekte olan caretta caretta kaplumbağalarının üreme alanı olduğunu hatırlatan halk sürdürdüğü direnişle bu projelerin gerçekleşmesine izin vermedi. Halkın direnişi gören Antalya Valiliği “Yürütmeyi durdurma istenen davanın kararı gelinceye kadar” projenin başlatılmasını engelledi.
ÜNYE Termikçi OVM şirketi, çıkan yürütmeyi durdurma kararına rağmen termik santral inşaatına devam edince Ünye halkı da sokağa çıktı. Ünye’de ve Karadeniz’de birçok yerde yapılması planlanan termik santrallere karşı, 21 Şubat’ta Akçay Köyü’nde bir araya gelen halk yaptıkları eylemde “Ünye ve çevresi enerji çöplüğüne dönüştürülmeyecek” pankartı açtı. Ünyeliler adına konuşan Mehmet Şensoy, “Onların yani binlerce kilometre uzaklardan gelip çevremizi mahfetmek isteyen OMV gibi uluslararası kapitalist şirketlerin rant ve çıkar dağıtarak elde ettiği yerli işbirlikçileri ve yardakçıları varsa bizim de hiçbir çıkar gözetmeksizin, üstüne cebinden para harcayarak her türlü zorlukları göze alıp sadece doğanın, çevrenin ve canlı yaşamın çağrısına uyarak burada bizimle olan çevre dostlarımız var. Onların çıkar ortaklığına karşı bizim dayanışmamız var” dedi. Şensoy, inşaatın durdurulmaması durumunda çadır kent kuracaklarını söyledi.
Taksim emeğin kalacak T
Sarıyerli yıkıma karşı birlikte A
KP’nin “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı” olarak bilinen kentsel yıkım planına karşı Sarıyer Yaşam Platformu, mahallelerde toplantılar düzenliyor. Platform, ilk toplantısını 28 Şubat’ta Ferahevler Mahallesi’nde gerçekleştirdi. Toplantıda mahalllelilerden Demet Çakıl, kentsel dönüşüm tehdidinin son dönemde özellikle Sarıyer için eskisinden daha yakın ve gerçek bir tehdit olarak mahallelinin karşısında durduğunu belirtip buna karşı birlikte olmanın önemine vurgu yaptı. Platform, ikinci toplantısını 3 Mart ‘ta Kazım Karabekirpaşa Mahallesi’nde yaptı. Mahalleli Mesut Akbulut’la birlikte Maden Mahallesi Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Derneği Başkanı ve Sarıyer Yaşam Platformu Temsilcisi Ali Doğan’ın konuşma yaptığı etkinlikte, şehir plancısı Özgür Yayla ve avukat Mehmet Ümit Erdem de mahalle halkını kentsel dönüşümün teknik ve hukuksal boyutları konusunda bilgilendirdi. Toplantıda barınma sorununun çözümü için Sarıyer’e hep birlikte sahip çıkma çağrısında bulunuldu. Platform, önümüzdeki günlerde Havantepe, Cumhuriyet, Kocataş ve Maden mahallelerinde yapılacak toplantılarla calışmalarını sürdürecek.
aksim Gezi Parkı’nın yayalaştırma adı altında otoban kavşağına dönüştürülmesine karşı 70 örgüt bir araya gelerek Taksim Dayanışma Platformu’nu kurdu. Bu projeyle birlikte hem Taksim Meydanı’nın tarihinin, hem de 1 Mayıs alanı olan meydanın yok edileceğini savunan platformda, Taksim Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, DİSK, KESK, İstanbul Tabip Odası, TKP, ÖDP, BDP, Halkevleri, Taksim Platformu, NHKM ve çok sayıda demokratik kitle örgütü yer alıyor. ‹STANBULLU MEYDANINA SAH‹P ÇIKIYOR Taksim Dayanışma Platformu, Gezi Parkı’nın dönüştürülmesi projesine karşı 3 Mart’ta Gezi Parkı’nda bir araya geldi. Çok sayıda sendika, oda ve kitle örgütünün yer aldığı platform İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin hayata geçirmeyi planladığı projeyi protesto etti. Platform adına açıklama yapan Cem Tüzün, Taksim Gezi Parkı’nda uygulanacak kentsel dönüşüm projesinin, betonlaştırma, insansızlaştırma
Yayalaştırma adı altında otoyol kavşağına dönüştürülmek istenen Taksim’e sahip çıkan örgütler Taksim Dayanışma Platformu’nu kurdu ve kimliksizleştirme projesi olduğunu söyledi. Bu projenin Taksim Gezi Parkı’nın tarihini yok edeceğini belirten Tüzün, Ayrıca 1977’den bu yana 1 Mayıs alanı olan meydanın da yok olacağını vurguladı. Tüzün, Taksim Meydanı'nın bir kamusal alan olduğunu belirterek Taksim çevresinin, mahalleleri, yaşayan-
ları, işyeri ve ziyaretçilerini hesaba katarak planlanması gerektiğine vurgu yaptı. DİSK’in de destek verdiği eylemde açıklama yapan DİSK Genel Sekreter’i Adnan Serdaroğlu Taksim’de milyonlarca emekçinin ayak izi olduğunu belirterek "Taksim'i kimsenin rant alanı yapmayacağız, emeğin
alanına sahip çıkacağız" dedi. Cem Tüzün son olarak 12 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne on binlerce imza ileteceklerini dile getirdi. Tüzün, itirazlar dikkate alınmadığı takdirde, Taksim'e sahip çıkan tüm İstanbulluların 17 Mart’ta meydanda olacağını söyledi.
Yeni okula deprem denetimi yok O
kmeydanı Fuat Soylu İlköğretim Okulu velilerinin okullun deprem, zemin ve bina etüdünün yapılması yönündeki dilekçelerine yanıt geldi. İl Milli Eğitim Müdürlüğü “Okulunuz yeni olduğu için ve 99 depremi öncesi yapılan kamu binalarının denetimi bitmediği için şu an sizin okulunuzla ilgilene-
meyeceğiz” dedi. Halkevleri Eğitim Hakkı Atölyesi’nde yer alan Fuat Soylu İlköğretim Okulu velileri okullarının depreme dayanıklılığın denetlenmesi için dilekçeler toplamışlardı. Topladıkları dilekçeleri İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne götüren velilere 2 Mart’ta yanıt geldi. Cevap dilekçesinde
yer alan gerekçe şöyle: “Depremsellik analizi İstanbul İl Özel İdaresi İstanbul Proje Koordinasyon Birimi tarafından İSMEP kapsamında önceliğin 1999 Marmara depremi öncesi yapılan ve henüz güçlendirilme fizibilite çalışmaları yapılmamaış olan kamu binalarına verilmiş olması nedeniyle Fuat Soylu İÖO 2007 yılında
yapıldığından dolayı talebiniz İSMEP kapsamında değerlendirilmemektedir.” Müdürlükten gelen yazı, depremin üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen hala denetlenmeyen kamu binaları olduğunu göstermiş oldu. Velilere gönderilen yanıt kamu binalarının güvenli olmadığını gösteriyor. Halkevleri
Okmeydanı Eğitim Hakkı Atölyesi’ne katılan veliler çocuklarının canını hiçe sayan eğitim sistemine karşı bu konuda her türlü mücadeleyi sürdüreceklerini söylüyor. Atölye, çocuklarının nasıl bir bina içinde eğitim gördüğünden endişe duyan tüm velileri okul yönetimlerine dilekçe vermeye çağırıyor.
Dindar nesiller kime hizmet etti? aşbakan, “dindar nesil yetiştireceğiz” çıkışıyla başlattığı tartışmaya itirazlar gelince hemen devam etti: “Tabi dindar yetiştireceğiz, tinerci mi olsunlar.” Tartışmayı herkes bir tarafından tuttu çekiştirdi. Kimimiz şaşırdık. Bir başbakan dindar olmamanın alternatifi olarak tinerci olmayı nasıl gösterebilirdi? Bunun tercih edilmiş bir çıkış olduğu açık. Bu, her tür kötülüğün komünizmden, dinsizlikten geldiğine inandırılmış geleneksel Anadolu gericiliğine bir mesajdı. Gülen Cemaati’yle kapışmanın öncesinde yapılan bu çıkış aynı zamanda 4+4+4 modelinin de zemin hazırlıkları için kullanılmış oldu. Öte yandan ülkemiz tarihinde dinci yapılanmaların yeraltına itildiği kısa bir dönemin dışında dindarlık Nuri ve dindar yetiştirme poliGünay tikası süreklilik arz etti. Ancak buna rağmen siyasal Halkevleri GYK İslam ezilmişlik propaganüyesi dasını hiç dilinden düşürmedi. 60 yıldır ülkemizi dindar nesiller yönetmiyormuş gibi. Oysa ki dindar nesillerin yaptıklarının ülkemiz ve halklarımız açısından hiç de iyi sonuçları olmadı. Ülkemiz dindar nesiller sayesinde emperyalizme bağımlı oldu, haklarının büyük çoğunluğunu kazanamadı, kazandıklarını kaybetti. 1945 sonrası ülkemiz egemenleri Sovyetlere karşı ABD emperyalizmi tarafında safını belirleyince her türlü ilerici unsurun tasfiyesi beraberinde geldi. Dinin siyasetten uzaklaştırılması fikriyle hareket eden unsurlar CHP’den tasfiye edildi. 1930’lu yıllardan sonra tamamen kaldırılan din dersleri 1946’da CHP’li milletvekilleri tarafından “komünizme karşı direnci sağlamak” amacıyla tekrar önerge olarak meclise sunuldu. Bundan sonra din dersleri bütün sınıflara yayıldı. DP iktidarı, AP iktidarı, MC hükümetleri ve elbette 12 Eylül faşizmi bu dersleri sürekli artırdı ve mecbur hale getirdi. Komünizme karşı dinciliği yaygınlaştırmak için 1948 yılında kapatılan imam hatipler DP’yle tekrar açıldı ve hızla yaygınlaşması sağlandı. 1965’te imam hatip sayısı 45 iken 12 Eylül’e gelene kadar bu sayı 333’e kadar ulaştı. 12 Eylül’den sonra da hızla yaygınlaştı. 1945 sonrası, yeraltına itilen cemaatler gün yüzüne çıkarak örgütlendi. Başbakanın cumhurbaşkanın tevhidi tedrisatından geçtiği Nakşibendîlik, Süleymancılık, Nurculuk ve bir kolu olarak Gülen Hareketi bizzat devlet ve onun jandarmalık ettiği emperyalist güçlerce desteklendi. Gülen hareketi özellikle eğitim alanını kendisine üs olarak seçti. Bu politika dinsel gericiliğin köklü bir gelenek oluşturduğu toplumsal yapımızda etkisini çabucak gösterdi, dinci gericilik kurumsallaştırıldı. 1960’ların başında komünizmle Mücadele Dernekleri kuruldu. Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) anti-komünizmin gençlik örgütü olarak işlevlendirildi. Ülkemiz sağının bilinen bütün isimleri bu birlikten geçti. 1945 yılında birliğin çabasıyla gerçekleştirilen Tan Matbaası baskınında Demirel, Özal ve Erbakan da bulunuyordu. Bu ilk dindar kuşağın ardından 60’lı ve 70’li yıllar birlikle dindar kuşaklar devrimci harekete karşı konuşlandırıldı. Irkçı temelleri olan Türk milliyetçiliyle dinci gericilik 60 sonrası tarihsel buluşmasını gerçekleştirdi. MTTB, Ülkü Ocakları, MHP, MNP, MSP, Akıncı Gençlik vb. örgütler dindar neslin yelpazesini oluşturdular ve tarihsel görevlerini üstlendiler. Bu anlayışla 68’lerin dindar gençliği devrimci gençliğe saldırıyor, NATO gemilerine karşı namaza duruyordu. 1970 sonrası dindar gençlik ya da nesil, emperyalizmin hizmetinde devrimcilere, Alevilere saldırıyor, kitle katliamları yapıyordu. Ülkemiz sağının bütün kadroları dindar gençliğin ya sivil faşist kolunda, ya da çatışmalardan uzak kalmayı tercih eden islamcı örgütlerinde yer aldı. Ama hepsinin kıblesi aynı oldu. Dindar neslin entelektüelleri sömürge tipi faşizmin her döneminde ve dönüşümünde ideolojik altyapının tesis edilmesini sağladı. 1960’larda kurulan Aydınlar Ocağı, 12 Eylül faşist darbesinin dindar nesil yetiştirme projesinin hattını oluşturan Türk İslam Sentezi’ni ülkemize armağan(!) etti. Ve AKP, varlığını da iktidarını da yıllardır sürdürülen dindar nesil projelerine borçlu. Şimdi AKP dindar nesil yetiştirmede yeni bir dönüşümü işaret ediyor. Kendisi için, işbirlikçilik yaptıkları için ama her zaman olduğu gibi halk için değil.
B
8
EMEK 8 Mart 2012 / 21 Mart 2012
Halk›n Sesi
‘İş kazalarında ölmek istemiyoruz’ Adana’daki ifl kazas›n›n ard›ndan ‹stanbul ‹flçi Sa¤l›¤› ve ‹fl Güvenli¤i Meclisi (‹S‹G) 2 Mart günü BEDAfi’a yürüdü. Ayl›k ifl kazalar› ve meslek hastal›klar› raporunu aç›klayan ve her ay, bir sektördeki ifl kazalar›n› inceleyen ‹S‹G’in bu ayki gündemi enerji iflçilerinin maruz kald›klar› ifl kazalar› oldu. Enerji-Sen üyelerinin yo¤un bir kat›l›m gösterdi¤i eyleme Limter‹fl üye ve yöneticilerinin yan› s›ra ifl kazalar›nda
Tuzla grevi davası Adana’daki baraj kazas› konuflulurken, 2008’de ifl kazalar›na karfl› grev yapan tersane iflçilerinin davas› 28 fiubat günü Tuzla Adliyesi’nde görüldü. Duruflma öncesinde Tuzla Adliyesi önünde bir bas›n aç›klamas› yap›ld›. Bas›n aç›klamas›na D‹SK Genel Baflkan Yard›mc›s› Ali R›za Küçükosmano¤lu, ÖDP Genel Baflkan› Alper Tafl, ‹stanbul Ba¤›ms›z Milletvekili Abdullah Levent Tüzel, ESP Genel Baflkan› Figen Yüksekda¤, Tekstil-Sen Genel Sekreteri Beycan Taflk›ran, Deri-‹fl Tuzla fiube Baflkan› Binali Y›ld›r›m, Enerji-Sen üyeleri, ESP, BDP, EMEP il ve ilçe yöneticileri kat›ld›. Aç›klamay›, Limter- ‹fl Genel Baflkan› Kamber Sayg›l› okudu. Sayg›l›, ifl kazalar›na taflerona ve güvencesiz çal›flt›rmaya karfl› mücadelenin devam edece¤ini vurgulad›. Duruflma sonucunda dava 7 May›s’a ertelendi. Tersanelerdeki ifl kazalar›na karfl› 27-28 fiubat 2008 tarihlerinde gerçeklefltirilen grevde polis sald›r›s› sonucu gözalt›na al›nan 75 iflçiye, 3 y›l hapis istemiyle dava aç›lm›flt›.
hayat›n› kaybedenlerin yak›nlar› da destek verdi. ‹S‹G bileflenleri önce Taksim Meydan›’nda bulufltu ve burada konuflmalar yap›ld›. Enerji-Sen Genel Baflkan› Kamil Kartal, Adana’daki izlenimlerini paylafl›rken Limter-‹fl Genel Baflkan› Kanber Sayg›l›, D‹SK Genel Baflkan Yard›mc›s› Ali R›za Küçükosmano¤lu, EMO ‹stanbul fiube Baflkan› Beyza Metin, 2 y›l önce ifl kazas›nda hayat›n› kaybeden Erkan
Kelefl’in a¤abeyi Haydar Kelefl ve 3 fiubat’ta geçirdi¤i kaza sonucu kolunu kaybeden Seyithan A¤›r’›n a¤abeyi Hadi A¤›r da birer konuflma yapt›. Konuflmalar›n ard›ndan BEDAfi Genel Müdürlü¤ü önüne yüründü. BEDAfi önünde ayl›k ifl kazalar› ve meslek hastal›klar› raporu bir bas›n aç›klamas›yla birlikte aç›kland›. Bas›n aç›klamas›n› Enerji-Sen üyesi bir iflçi okudu.
Su balıklara, ölüm işçilere A
dana Kozan’daki Gökdere Köprü Barajı’nda 24 Şubat günü öğlen saatlerinde derivasyon tünelinin kapağı patladı. Patlamayla birlikte barajdan İstanbul’un 35 günlük ihtiyacını karşılayacak kadar su saniyeler içinde boşaldı. Barajın inşaatında çalışan işçiler sulara kapıldı. EnerjiSA’ya ait barajın inşaatını üstlenen Özaltın ve Cengiz adlı taşeron firmalarında çalıştırılan 4 işçi hayatını kaybetti, 2 işçi de yaralandı. Sulara kapılarak kaybolan 6 işçi için arama ve kurtarma çalışmaları devam ediyor. Şantiye şefi Öncü P. ve proje müdürü Erdal N. gözaltına alındı; savcılığa çıkarıldı ve tutuklanarak Kozan M Tipi Cezaevi’ne gönderildi. Şantiyenin işgüvenliği uzmanı da tutuklandı. Kaza sonrasında Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) ve TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) üyeleri bölgeye gitti. Bölgede yapılan incelemeler, işçilerin ve Velicanlı Köyü Muhtarı’nın anlattıkları sonucunda olayın, EnerjiSA’nın açıklamasında bahsettiği gibi “talihsiz bir kaza” değil göz göre göre işlenen bir ‘cinayet’ olduğu ortaya çıktı. İMO heyeti bölgeyi inceledikten sonra bir ön rapor yayımladı. Ön rapora göre kaza, derivasyon tünelinin kapağının patlaması sonucu meydana geldi. HES inşaatı yapılırken akarsuyu inşaattan uzak
ru da denetimsizliği doğruluyor. Bakan Eroğlu, Danıştay'ın Su Yapıları Denetim Hizmetleri Yönetmeliğini durdurma kararı nedeniyle DSİ'nin denetim yapamadığını iddia etti. Oysa yönetmeliğin yürütmesinin durdurulması DSİ’nin kanunla kendisine verilen denetleme yetkisini kullanmasına engel olmuyor. Bakanın bahsettiği yönetmelik denetim mekanizmasının özel şirketlere devredilmesini düzenliyordu ve TMMOB’nin açtığı davalar sonucunda yürütmesi durduruldu. Yürütmesi durdurulan yönetmelik, yapımcı firmaya çalışacağı yetkili denetim firmasını belirleme hakkı tanıyordu. Bir yapımcı firmanın parasını kendi ödediği bir denetim firmasından hizmet alması, uygulamada “şeklen denetimin” önünü açıyordu.
İşçilerin anlatıtıkları, TMMOB ve Enerji-Sen’in incelemeleri, bakanlığın açıklamaları Adana’daki HES inşaatında meydana gelen kazanın, ‘geliyorum’ dediğini gözler önüne serdi
tutmak için yapılan derivasyon tünellerinin kapağının patlamasının nedeni, dayanıksız malzeme kullanılması ve barajın ne kadar su tutacağının hesaplanmaması. ‘REKOR SÜRE’DE B‹TEN ‹NfiAAT HES inşaatları için kullanılan “İnşaatı rekor sürede bitirdik” ifadeleri kazanın nedenleri hakkında ipucu veriyor ve İMO’nun raporunu destekliyor. Nitekim daha baraj inşaatı bitmeden su tutmaya başlanmış.
SIZAN SU BALIKLAR ‹Ç‹NM‹fi Bölgede işçileri dinleyen Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal, işçilerin barajda çatlak olduğunu bildiklerini ve şirketi uyardıklarını aktardı. Tüneldeki çatlaktan su sızdığını şirkete bildiren işçiler, yetkililerden “O su balıklar için” yanıtını aldıklarını söyledi. Kartal, barajda çatlak tespit edildiği andan itibaren denetimli ve güvenli bir su tahliye işlemi yapılabileceğini ancak bunun yapılmadığını belirtti. Çatlaktan su
sızdığı bildirilmesine rağmen şirket, işçileri çalıştırmaya devam etti. EnerjiSA, barajın su tutmaya başlamasına az bir zaman kala 350 işçiyi kıdem tazminatlarını vermeden işten çıkarmıştı. Baraja yakın köylerden Velicanlı Köyü Muhtarı Ali Özcan Halkın Sesi’ne konuştu. Daha önce enerji sektöründe çalıştığını belirten Özcan, barajlarda çalışan işçilerin tamamının güvencesiz bir şekilde çalıştırıldığını ifade etti. Özcan ayrıca, 9 Şubat’ta barajın su tutmaya başlamasından sonra EnerjiSA yetkilile-
rinin köye gelip kendilerinden “Baraj su tutmaya başladı, bir risk yoktur” şeklinde imza almak istediklerini belirtti. Özcan, içeriğini bilmediği bu belgeyi imzalamadığını söyledi. Baraj inşaatında çalışan işçilerin yarısını civar köylerden gelenler oluştururken diğer yarısını da Kürt illerinden gelen işçiler oluşturuyor. BAKAN YALAN SÖYLÜYOR Orman ve Su Bakanı Veysel Eroğlu’nun kaza sonrasında yaptığı açıklama da İMO’nun ön rapo-
‘KAZA DE⁄‹L HES C‹NAYET‹’ Kazanın ardından Adana’da emek ve demokratik kitle örgütleri 25 Şubat günü İnönü Parkı’nda bir basın açıklaması yaparak iş kazalarını protesto etti. Yapılan açıklamada HES projelerinin doğanın tahribatının yanı sıra işçilerin hayatlarına mal olan çalışma koşullarını içerdiği belirtildi; işçi sağlığı ve güvenliği sorununun bütüncül politikalarla ele alınması gerektiği vurgulandı. Adana’daki eyleme Halkların Demokratik Kongresi, Türk-İş, DİSK, KESK, Adana Tabip Odası, BDP, EMEP, ESP, ÖDP katıldı.
Güvencesiz öğretmenler paso kavgasında İstanbul’da öğretmenden sayılmayan ücretli öğretmenler ve dershane öğretmenleri indirimli ulaşım hakkının, Bakan Ömer Dinçer ise tüm öğretmenleri güvencesizleştirmenin peşinde
M
‘Korkmuyoruz susmuyoruz teslim olmuyoruz’
K
ESK İstanbul Şubeler Platformu’nun “Korkmuyoruz, teslim olmuyoruz, susmuyoruz” başlığı ile 26 Şubat günü Kadıköy Meydanı’nda düzenlediği mitingde binlerce kişi “KESK’li tutsaklar onurumuzdur” dedi. Sahte sendika yasasına, baskı ve tutuklamalara karşı demokratik kitle örgütleri ve partilerle birlikte tepki gösteren KESK’in mitinginde, direnişteki HEY Tekstil işçileri ile Maltepe Belediyesi taşeron işçileri söz aldı. Mitingde, KESK’in fiili ve meşru mücadelesinin tüm yöneticileri gözaltına alınsa da, tutuklansa da süreceği vurgulandı.
ahkeme, paso hakkı için dava açan iki ücretli öğretmene “Paso hakkınız var” dedi. Fakat İstanbul Büyükşehir Belediyesi, paso hakkı için kendilerine gelen dilekçeleri “Biz o karara itiraz ettik” diyerek kabul etmedi. Bunun üzerine ücretli ve güvencesiz öğretmenler 5 Mart günü Karaköy’deki İETT Genel Müdürlüğü önünde bir eylem yaptı. Toplu halde dilekçe yazan öğretmenler paso
talebinde bulundu. Ücretli ve güvencesiz öğretmenler adına bir konuşma yapan Duygu Semiz, sigorta primlerinin eksik yatırılması, ücretin yarı yarıya olması gibi sorunların yanında indirimli ulaşım hakkından da yararlanamadıklarını belirtti. Eğitim-Sen Güvencesiz Öğretmenler Komisyonu 2011 Mart-Nisan ve Mayıs ayları boyunca okullardan ve dershanelerden topladıkları dilekçelerle paso hakkı
talebiyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne başvurdu. Büyükşehir Belediyesi talebe olumsuz yanıt verdi. Bunun üzerine iki ücretli öğretmen idare mahkemesine eşitlik ilkesine dayanarak dava açtı. Mahkeme, davayı açan iki öğretmenin paso hakkının olduğuna hükmedince ücretli ve güvencesiz öğretmenler aynı haktan yararlanmak için mahkeme kararıyla birlikte İBB’ye dilekçe yazmaya başladı.
Tek merkezden ücretli öğretmen Atamas› yap›lmayan ö¤retmenlerin ve ücretli ö¤retmenlerin sorunlar› sürerken Milli E¤itim Bakan› Ömer Dinçer, Milli Güvenlik Kurulu’na ça¤›r›ld›. MGK’da Kürt illerindeki ö¤retmen a盤› konufluldu. Dinçer, 27 Ocak günü bir televizyon program›nda Kürt illerinde kadrolu
ö¤retmen a盤› nedeniyle ücretli ö¤retmen almak zorunda kald›klar›n› öne sürerek ücretli ö¤retmenlerin PKK taraf›ndan yönlendirildi¤ini iddia etmiflti. Dinçer, “bölücü ücretli ö¤retmenler” sorununu çözmek için ücretli ö¤retmen al›m›n› merkeze ba¤layacaklar›n› aç›klam›flt›.
Ramazan A¤ar
ürk-İş’e bağlı Yol-İş’in Genel Başkanı Ramazan Ağar, işkolu barajının kalkması durumunda her önüne gelenin sendika kuracağını bu durumdan en çok terör örgütlerinin ve işverenlerin yararlanacağını söyledi. Ağar’ın 28 Şubat’ta sarfettiği sözleri, uzun süre Bakanlar Kurulu’nda bekletilen ve halen TBMM gündeminde olan Toplu İş İlişkileri Yasası hakkında Türk-
İş’in “hassasiyetlerini” gözler önüne serdi. Toplu İş İlişkileri Yasası Tasarısı Bakanlar Kurulu’na gönderilmeden önce işkolu barajının binde 5 olacağı açıklanmıştı. Aradan geçen 3 ay sonunda tasarı TBMM gündemine geldiğinde işkolu barajının yüzde 3 olduğu öğrenilmişti. Ağar, barajın kalkması durumunda her önüne gelenin sendika kurabileceğini söylese de barajla
İ
nşaat Mühendisleri Odası (İMO) Genel Merkezi’nde çalışan Cansel Malatyalı, sendikalı olduğu için işten çıkartılmasına karşı sessiz kalmadı. Malatyalı, 18 Şubat’ta İMO Genel Merkezi önünde süresiz oturma eylemi başlattı. Üyesi olduğu Tez Koopİş’in yanı sıra emek ve demokrasi güçleri de Malatyalı’yı yalnız bırakmıyor. Her öğle arası Tez Koop-İş üyeleri Malatyalı’yı ziyaret ediyor. 23 Şubat’ta işe iade davası açan Malatyalı, işine geri dönene kadar direnişini sürdüreceğini söylüyor.
Enerji işçisi Adana’da direnişte
A
dana’da Toroslar Elektrik Dağıtım A.Ş’de işten çıkartılan Enerji-Sen üyesi enerji işçileri direnişe geçti. Elektrik açma ve kapama işinde çalışan 33 işçi, Adana Demirköprü’de bulunan Toroslar Elektrik Dağıtım A.Ş işletmesi önünde 5 Mart günü direnişe geçti. İşçiler, işlerine geri dönene kadar mesai saatleri boyunca direnişlerini sürdüreceklerini söylüyor. Enerji-Sen üyesi 48 işçi, yatmayan maaşlarını talep ettikten sonra işten çıkarılmıştı.
Öğretmen ne demek? ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi’ne (‹BB) göre ö¤retmen: “Örgün e¤itim kurumlar›nda kadrolu veya tam zamanl› fiilen görev yapan e¤itim ve ö¤retim s›n›f› personeli.” Yani ‹BB’ye göre dil kurslar›nda, sürücü kurslar›nda, özel dershanelerde ve özel e¤itim alanlar›nda çal›flan ö¤retmenler, ö¤retmen de¤il. Oysa Batman ve Bursa’da dershane ö¤retmenlerine ve ücretli ö¤retmenlere indirimli seyahat hakk› resmen tan›n›yor.
Türk-İş’in baraj ‘hassasiyeti’ T
Cansel Malatyalı direniyor
sendika kurulması arasında bir ilişki yok. TBMM’de bekleyen Toplu İş İlişkileri Yasası, işverenlerin de işçi sendikası kurmasının önündeki engelleri kaldırıyor. Ağar’ın bahsettiği iş kolu barajı toplu iş sözleşmesi yetkisi için gerekli ve Türkiye’de toplu iş sözleşmesi yetkisi olmayan birçok sendika var. İsteyen her işçi, sendika kurabilir.
CHP’den taşerona ‘iş teklifi’
‘T
aşerona hayır’ dedikleri için, ‘Taşeronu bitireceğiz’ diyen CHP’nin belediyesi tarafından işten çıkarılan İstanbul Maltepe Belediyesi taşeron işçileri CHP Genel Merkezi’ne ulaştı. İşlerine geri dönmek ve taşeron uygulamasının son bulmasını talep eden işçiler 2 Mart günü CHP Genel Merkezi’nde yetkililerle görüştü. İşçilere çözüm yerine başka belediyelerde iş teklif edildi. 8 Şubat’ta Ankara’daki CHP Genel Merkezi’ne yürüyüş başlatılmıştı.
9
EMEK 8 Mart 2012 / 21 Mart 2012
Halk›n Sesi
Yasal değnekçi soygunu İ
stanbul Bayrampaşa ve Ataşehir'deki hallerde giriş ve otopark ücretlerine yapılan zammı protesto eden pazarcı esnafı ve nakliyecilerin eylemi giderek büyüyen ve tüm kenti esir alan bir sektörü gündeme getirdi. Hal girişlerine yapılan yüzde 100’e yakın zammın ardından pazarcı esnafı ve nakliyeciler Bayrampaşa ve Ataşehir hallerinin girişlerinde lastik ve pazar kasalarını yakarak yolu trafiğe kapadı. Yaklaşık 5 saat süren direniş üzerine İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) geri adım atarak yüzde 100'e varan zammı durdurdu. Zammı yapan İstanbul'un resmi değnekçisi İstanbul Otopark İşletmeleri A.Ş (İSPARK) idi. İBB iştiraki olarak 2005 yılında kurulan İSPARK, Belediyeye ait açık, katlı ve yol üstü otoparkları devralıp, yönetip işletiyor. İstanbul'da çoğunluğu asgari ücretle çalışan 2 bin personeliyle kaldırımları parselleyen İSPARK, hal, adliye sarayı, taksi ve minibüs durakları gibi farklı noktalarda da otopark işletiyor. İSPARK ilk kurulduğunda halkın isyan ettiği kimi uygulamalar gündeme gelmişti. Bir çok kişi yıllardır arabasını park ettiği evinin, işyerinin önü için bir anda para ödemek zorunda kalmıştı. Bu sayede hızla büyüyen ve 2011'de 100 milyon TL cirosu olduğu tahmin edilen İSPARK'ın özelleştirilmesine hazırlanılıyor. Bir çok yerli ve yabancı şirketin ilgi duyduğu açıklanan İSPARK'a Belediye 4 milyar Euro değer biçiyor. Son
elediyeler, park sorununu çözmek adına kentin tüm kaldırımlarını, acil ulaşım ve bisiklet yollarını işgal ederek otoparka çeviriyor
B
‹stanbul’da belediye ifltirak› olarak 2005 y›l›nda kurulan ‹SPARK, özellefltirme sürecinde zam yaparak karlar›n› art›rmaya kalk›nca nakliyeciler yol kapatarak direnifle geçti ve zamm› geri ald›rmay› baflard› zammın özelleştirme öncesine gelmesinin, İSPARK'ın satış bedeline dair kaygılardan kaynaklandığı sanılıyor. YOLLAR, KALDIRIMLAR SATILIK! Yolların, kaldırımların önce
ticari bir metaya çevrilmesi ve ardından özelleştirilmesi İstanbul’a özgü bir uygulama olarak kalmayacak. Bir çok kentte belediyeler buldukları her yeri otoparka çeviriyor. Ankara’da da Melih Gökçek bu işe ilk soyunanlardan olmuştu. Altınpark İşletme Limited Şirketi
eliyle yürütülen ve halkın evinin, işyerinin önünde park için para ödemesine varan gelen sokak otoparkı uygulamasına Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin kararıyla son verilmişti. Bursa Büyükşehir Belediyesi de bu alanda özel şirket kuran
belediyelerden. Bursa Bakım Onarım, Ulaşım, Taşıma İşetmeciliği AŞ. (BURBAK) asıl olarak otopark işetmeciliği yapıyor. Otopark parası ödemeden park yerinden ayrılsanız bile para ödemekten kurtulamıyorsunuz. Plakanıza borç kaydediliyor. BURBAK’ın internet sitesindeki “borç sorgulama” ekranında aracın plakası yazılıp kaydedilen borçlar öğrenilebiliyor. Belediyelerin her yeri rant getirecek otopark alanlarına çevirme sevdası önemli kamusal alanların işgaline yol açıyor. Örneğin İstanbul’da depremde kullanılmak üzere ‘1. Derece Acil Ulaşım Yolu’ olarak belirlenen Fatih Fevzipaşa Caddesi’nin her iki tarafı geçen sene İSPARK’ın işgaline uğradı. Otopark alanına çevrilmeyen yeri kalmayan Antakya’da geçtiğimiz günlerde Atatürk Caddesi’nin bisiklet yolu olarak planlanan alanları da otoparka çevrildi. İmar Kanunu’na göre cadde, meydan ve yollar alınıp, satılamaz, kiralanamaz. Ama kim dinler! Belediyelere sorarsanız tüm yolları otoparka çevirmelerinin gerekçesi halkı mafyadan kurtarmak. Yasal değnekçilerin tüm kent mekanlarını kapatarak haraç kesmesi sonucu kimse kendini kurtulmuş hissetmiyor. Park sorununu otopark inşaa ederek ya da daha köklü biçimde toplu taşımayı geliştirerek çözmek yerine, kamusal alanda ne kaldıysa onu parsalleyip satmak ise Belediyelere daha cazip geliyor.
Patrondan hep aynı şikayet T ÇIPA: Türk Lirası’nın (TL) yeni simgesi “çıpa”ya benzetildi. Başbakan Erdoğan, çıpanın TL'nin kıymet saklama aracı olarak güvenli bir liman olduğunu vurguladığı. Ekonomide sıkça kullanılan çıpa, denizcilikten gelen bir kavram. Bir deniz taşıtını bir yerde sabit tutmak üzere suyun dibine bırakılan metal alete çıpa deniyor. Ülke ekonomisinin “sürüklenmemesi” için kullanılan çıpalar ise halk açısından hiç de olumlu sonuçlar doğurmuyor. Ekonomide “çıpa” kavramını Türkiye halkı 2000’li yıllarda bolca kullanılan “IMF çıpası” kavramıyla tanımıştı. Bu “çıpa” olmazsa Türkiye’nin batacağı söylendi. Bu çıpa sayesinde kamusal hiz-
metlere kaynak aktarılması engellendi işçi sınıfını güvencesizleştirici düzenlemeler hayata geçirildi. O çıpa sayesinde hizmetler özelleştirildi, ticarileştirildi, kentler ve doğa sermayeye peşkeş çekilmeye başlandı. Sonra bir gün gazetelerde “IMF çıpasına ihtiyacımız kalmadı”, “iç çıpalar yeterli” dendi. Bundan kastettikleri devlet kurumlarının sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılanması idi. Sermayeye hizmette kusur etmeyen Merkez Bankası, üst kurullar, yargı, meclis hepsi Türkiye’nin “iç çıpaları” olarak tanımlandı. Ve çıpa şimdi TL’ye simge oldu. Sermaye için güvenli bir limanı temsil eden o çıpa halk için yoksulluk, güvencesizlik ve kendisine karşı açılmış bir savaş demek.
ürkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) tarafından hazırlanan “2010 yılı Çalışma İstatistikleri ve İşgücü Maliyeti” başlıklı rapor açıklandı. Raporda detaylı bir şekilde 2010 yılında gerçekleşen ücret değişimleri ve işgücünün sanayiciye maliyeti inceleniyor. Çalışmanın anafikrini ise ‘işgücü maliyeti artıyor bunu düşürmek lazım’ fikri oluşturuyor. Uluslararası Yönetim Geliştirme Enstitüsü tarafından yapılan araştırmaya göre Türkiye 2010 yılında 48 ülke içinde dolar bazında işgücü maliyeti en hızlı artan 4’üncü ülke olmuş. ‘İşverenler’in bu sonuçtan son derece rahatsız olduklarını açık açık yazan rapor özellikle Türkiye’nin rakibi gelişmekte olan ülkelerde birim işgücü maliyetinin düştüğünü ya da Türkiye’ye göre az arttığını vurguluyor. 2009 yılı için Türkiye’de imalat sektöründe birim maliyet saat başına 11,22 dolar, Rusya’da 2,99 dolar, Çin’de 1,96 dolar ve Hindistan’da 1,09 dolar olarak hesaplandı. Rekabet gücünün yanında sıkça kullanılan bir diğer kavram ise verimlilik oldu. Özellikle işgücü maliyetlerindeki durumu rekabet edilen
TİSK’in işgücü maliyetleri üzerine hazırladığı bir rapor, patronların hayalindeki çalışma yaşamını özetliyor ülkelere göre yüksek bulan rapor aynı şekilde ücretler ile verimlilik arasındaki ilişkide de Türkiye’nin rakiplerine göre ücretler lehine geride olduğunu belirtiyor. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü verilerine göre verimliliği Türkiye’ye göre yüzde 25 yüksek olan Macaristan’ın ücret düzeyi Türkiye’den düşük. Türkiye’nin
uluslararası rakipleriyle rekabetinde büyük engel teşkil ettiği söylenen bu ücret-verimlilik farkının kapatılması için de şu gibi öneriler bulunmakta: Üretime bağlı ücretin işgücü maliyeti içindeki payı büyütülmelidir. Bu önerinin karşılığı ücretlerin içindeki sosyal güvenlik primleri yani işsizlik sigortası, kıdem tazmi-
natı kesintileri olabildiğince azaltılmalı. Diğer bir öneri ise performansa dayalı ücret sistemi yaygınlaştırılmalı. Bunun anlamı ise işçilerin kendi aralarındaki rekabete göre ücretlendirilmesi ve “ne kadar çalışırsan o kadar para alırsın” algısını yerleştirerek az olan maaşların sorumluluğunun çalışanlardan kaynaklandığına işçileri ikna etmek ve de bu yolla işgücü maliyetini azaltırken, ücretleri de verimlilik artışına bağlı hale getirmek. Son öneri ise çalışma mevzuatının ücrete ve çalışma süresine ilişkin esneklik imkânları artırılmalı şeklinde. Bunun anlamı da işçilerin esnek ve güvencesiz çalıştırılabilmesinin önündeki yasal engellerin kaldırılması. Raporun sonuç kısmında sanayicinin talepleri özetleniyor: Kıdem tazminatı yükü hafifletilmeli, istihdam vergilerive sosyal sigorta primleri azaltılmaya devam etmeli, işgücü maliyetleri rakip ülkelerin seviyesine düşürülmeli ve ücretler verimliliğe göre artırılmalı. Bu talepleri karşılamak için Torba Yasa ya da Ulusal İstihdam Stratejisi gibi çalışmalar yapan AKP hükümetinin kimin sözcüsü olduğu daha iyi anlaşılıyor.
Biri söyledi, di¤eri yapt›, itiraz sokaktan geldi:
Atamas› yap›lmayan itfaiyeciler direniflte AYCAN TEK‹N
‹zmir’de Büyükflehir Belediyesi’nin önünde geceli gündüzlü oturma eylemi yapan 286 atanamayan itfaiye iflçisinin hikâyesi biraz garip. ‹tfaiyede çal›flmak için gerekli s›navlara giren ve kazanan 286 kifli, iflbafl› yapmay› beklerken iflsiz kald›. ‘Dan›fltay›n karar›n› uyguluyoruz’ diyerek itfaiyeye yap›lacak yeni iflçi al›m›n› durduran ‹zmir Büyükflehir Belediyesi’ne gerekli cevab› itfaiyeciler sokakta verdi. 21 fiubat’ta oturma eylemine bafllayan itfaiyeciler, bugüne kadar 40 bin imza toplad›lar. Direniflteki itfaiyecilerden U¤ur Tepe yaflad›klar›n› Halk›n Sesi’ne anlatt›: “Bizler belediyenin açt›¤› s›nav› kazanan 286 kifliyiz. ‹tfaiyeci olmay› beklerken iflsiz kald›k. Dan›fltay›n itfaiyeci al›m fleklini de¤ifltirme karar› bizim s›nav sonucu aç›kland›ktan sonra aç›kland›.
Belediye yasal çeliflki oldu¤unu söyleyerek itfaiyeci al›m sürecini durdurdu. Dan›fltay bu karara 1 hafta içinde itiraz ediyor, ‹çiflleri Bakanl›¤› itiraz ediyor, belediye de davan›n taraf› de¤il, Dan›fltay’›n mahkeme karar›n› bekleyece¤ini söyledi. Dan›fltay karar› 17 Kas›m’da aç›klad›, bizim s›nav zaman›m›z 2 Kas›m’d›. Bizi etkilemiyor asl›nda Dan›fltay›n karar›. Türkiye genelinde al›m yapan 65 belediye var. Onlar Dan›fltay'›n karar›na ra¤men itfaiyecileri ifle bafllatt›. Onlar›n atad›¤› itfaiyeciler flimdi 2’inci, 3’üncü maafllar›n› ald›lar.” Oturma eylemi ile ‹zmir halk›ndan destek gören atanamayan itfaiyeciler, mahkeme karar›n›n da olumlu yönde olaca¤› kanaatindeler. Bir an önce iflbafl› yapmay› ve haklar› olan maafllar›n› almak isteyen itfaiyeciler, kent güvenli¤i aç›s›ndan da görev yerlerinde ‹zmir’in göbe¤inde Büyükflehir Belediyesi’nin önünde yere battaniyeleri serip olmak istiyorlar. üniformalar›yla eylem yapan bu gençler atamas› yap›lmayan itfaiyeciler
28 fiubat, ordu ve cumhuriyet 8 Şubat’ın yıl dönümü vesilesiyle darbe karşıtlığının had safhaya vardığı günler yaşadık. Tartışmanın esası gericilik ve Kemalizm arasına sıkışmış durumda. AKP 28 Şubat’ın rövanşını almak istiyor. Ama ne mutlu ki bize, Süleyman Demirel adında “88’lik bir bilge” büyüğümüz var ve bize Yurt gazetesine verdiği röportajda “halkın karşı devrime izin vermeyeceği” müjdesini vererek içimizi rahatlatıyor! Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kemalizmin bekçisi olduğu iddiası üzerine kurulu bir paradigmadan hareketle 28 Şubat’ın kötünün iyisi bir hareket olduğunu savunmak tam anlamıyla abesle iştigaldir. Kuşkusuz burada esas tartışılması gereken Kemalist devletin kendisidir. Daha çok sosyal demokrat, Atatürkçü, ulusalcı çevreler tarafından savunulan teze göre cumhuriyet devrimleri ile ülke çağdaş medeniyetler seviyesine çıkarılmak isteniyordu ama önce Demokrat Parti iktidarıyla sonra da AKP ile bu süreç tersine çevrilmek isteniyor. Bu çerçeve bütünüyle yanlış değil. Gerçekten de ülkemizin içsel dinamikleri modern bir devrimle çağdaşlaşmaya geçişe direnmek için hayli güçlü gerekçelere sahipti. Nitekim bu dinamikler fırsat buldukları her aralıkta cumhuriyete karşı mesafeli duruşlarını sergilemekten çekinmediler. Ancak 28 Şubat vesilesiyle yapılan tartışmalarda dikkati çeken Cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkmanın giderek cumhuriyet devletine sahip çıkmakla özdeşleşmeye dönüşmesidir. 1950’de iktiTufan dara gelen DP iktidarıyla Sertlek devletin temel niteliğinde Dev Sa¤l›k-‹fl bir kırılma olduğu Yönetim Kurulu yanılsaması bazı sol çevreÜyesi lerde 1960’lı yıllarda kurumsallaşmaya başlayan NATO etkisi ve faşist yapılanmanın Kemalist devlet yapılanmasına rağmen olduğunu düşündürüyor. Oysa 1930’lu yıllarda şekillenmeye başlayan Cumhuriyetin devlet niteliği şeklen faşist-otoriter bir devlet yapılanmasıydı ve 1950’li yıllarla birlikte emperyalizmle girilen ilişkilerle kurumsallaşma sürecine giren “faşist derin devlet” niteliği ham olarak bu devlet yapılanması tarafından içerilmekteydi. Bir başka deyişle DP, devletin faşizan niteliğinin gelişimi açısından bir kırılmayı ifade etmiyor, aksine 6-7 Eylül olaylarında olduğu gibi bu mekanizmayı büyük bir ustalıkla kullanabiliyordu. Dolayısıyla faşizmin çekirdeğinin Kemalist devlet mekanizmasında gizli olduğu görmezden gelinmemeli. Zira emperyalizmle ilişkiler daha CHP’nin son dönemlerinde kurulmaya başlanmış ve hatta 2.Dünya Savaşı’nda galip çıkacağından emin olunan faşist Almanya safında yer tutulmuştu. Ordu 1950 sonrası NATO eliyle şekillendirilen faşist devlet yapılanmasının hep bel kemiği oldu. Bu nedenle Türkiye’de bütün zamanlarda emperyalizme en göbeğinden bağlı siyasal aktör her zaman ordu idi. Genelkurmay Başkanı kulağından tutulup hapse atılan bir ordunun, bir futbol kulübünün başkanı kadar bile posta koyamaz hale gelmesinin tek bir açıklaması vardır: O da kendisini var eden gücün artık arkasında olmamasıdır, söylemeye gerek yok ki o güç ‘Yüce Türk Milleti’ değildir, emperyalist ABD’dir. Cumhuriyetin toplumsal yaşamdaki kazanımları kuşkusuz görmezden gelinemez ve bu kazanımlar cumhuriyetle her fırsatta hesaplaşmaya yönelen İslamcı muhafazakar hareketin saldırılarına karşı savunmasız bırakılamaz. Ancak bu savunma refleksi dincilere karşı “laik-üniter devleti” korumaya dönüşünce bir an için bizim neyi savunduğumuzu ve bu savunma eylemi içerisinde kimlerle birlikte olabileceğimizi iyi hesap etmemiz gerekiyor. 50 yıldır ülkenin bütün ilerici dinamiklerini kurutan, yok eden bir devlet mekanizmasını İslamcı iktidar karşısında savunma pozisyonuna düşmek hem ideolojik hem de pratik olarak ilerici yurtsever hareketlere hiçbir şey kazandırmayacaktır. Ulusalcı zihniyet 28 Şubat’ın cumhuriyetin kazanımlarını korumak için yapılmış ve bu anlamıyla çok yerinde bir müdahale olduğunu düşünse de bugün gelinen noktada neden ikinci bir 28 Şubat’ın gerçekleşmediğini açıklamak zorundadır. Bu konuda Ulusalcı çevrelerin sızlanmalarını anlamaktan başka bir şey gelmez elimizden. Sonuç olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet yapısı, kuruluşundan itibaren kendi içsel dinamiklerine içkin olan otoriter-baskıcı yapısallaşma, 2.Dünya savaşı sonrası emperyalizmle girilen ilişkilerin niteliğinin değişmesiyle faşizan bir niteliğe bürünmüştür. Devletin bu niteliği laik ve üniter yapıyı da etkilemiştir. Laiklik bir Sünni egemenliğine üniterlik ise Türk egemenliğine dönüşerek (laik) çağdaş yaşamın ve (modern) ulus devlet modelinin kendi coğrafyasında yaşayan vatandaşların önemli bir kısmına sadece zulüm olarak yansımasına neden olmuştur.
2
10
KİBELE 8 Mart 2012 / 21 Mart 2012
Halk›n Sesi
4+4+4 ya¤l› ball› ekmek
Sonuna kadar direnin
B
D
elgelerimle gelebilirdim. İstatistiki verilere dayanarak ne kadar da çok kız çocuğunun okula gönderilmediğini kanıtlayabilirdim. Google’da aratsam binlerce verisini bulabilirim. Ama lüzum yok. Fatma Şahin bile ağzından düşürmüyor: “Kız çocuklarımızı okullaştıracağız.” Hatta her birimizin onlarca deneyimi var. Şunun gibi; 5’inci sınıfa giderken sınıf arkadaşımız Ayşegül’ü okuldan aldılar. Annesi sebebi şöyle açıklamıştı: “Ama onun vücudu çok gelişti.” Meğer Ayşegül büyümüş. Ergenliğe girmiş olmalıydı, memeleri büyümüştü ve bir kız çocuğunun okumasının uygun olduğu süre dolmuştu. O değil de 8 yıllık eğitim zorunlu olmasaydı da ortaokulda imam hatip lisesine gitmek mümkün olsaydı öyle mi olurdu Ayşegül’ün hayatı? Değil mi Tayyip Erdoğan? Haber 7’de Mehmet Teber de onu anlatmış: “Dinimize göre ergenlik çağına gelen bir genç kızın başını örtmesi gerekiyor. Bu da yaklaşık 11-13 yaş arasına denk geliyor. Ne var ki, bu yaş grubundaki kızlar halen okulda oluyor ve okula kapalı girmeleri yasak.” Teber bu yazıyı yazarken unuttuğu ünvanını sonunda imza atarken hatırlıyor: Psikolojik Danışman-Pedogog. Sıkma canını Teber, zaten benim okulumdaki öğrencilerin yarısı eğitim hayatına son vermek için 8 yılın dolmasını Tuba bekliyordu. Çünkü “Sonuçta Günefl bu ülkenin çıraklara da ihtiyatuba@ cı var”dı. Kimileri cidden bu sendika.org gerekçenin sahici olduğuna inanmaya çalışsa da arkadaşlarımız gerçekte yoksul oldukları için okula devam edemiyorlardı. ‘Nasılsa liseye gitmeyeceksiniz’ deyip ders anlatmayan öğretmenimiz vardı. “Günlük hayatta” ne işimize yarayacaktı ki fen bilgisi? Dolayısıyla, lisede de sayısal öğrencisi olmadığım için yalnızca derdimi anlatacak kadar fen bilgisi biliyorum. 4+4+4 kademeli eğitim sistemi de benzerini getiriyor. Kız çocukları dertlerini çat-pat anlatacak kadar, çocuklarına ödevlerinde yardımcı olabilecek kadar matematik öğrenecek. AKP elbette bu sistemle kız çocuklarını tamamen okuldan almıyor. Yasa teklifinin son halinde okula başlama yaşı geri çekiliyor. Ergenlik dönemine denk gelen 8 yılın sonunda açık öğretimle “evden okuma” sistemi getiriliyor. Böyle söyleyince, bu kelime grubu bir yerden tanıdık geliyor: “Evden çalışma.” Kadınları sosyal güvenceden dışlayan esnek çalıştırma biçimlerinden biri. AKP için bundan iyisi Şam’da kayısı. Kadınlar hem “istihdama” katılacak, hem evdeki “kadınlık vazifeleri”ni aksatmayacak. Üstelik bu kadınlar hiçbir sosyal hak talep edemeyecek. Bu sistemi uygularken yalnızca okula gitmek sorun yaratırdı. O da çözülüyor. Kadınlar böylece, çok küçük yaşlarda sermayenin ve AKP’nin deyimiyle “istihdama” katılabilecekler, Türkçesi, daha küçük yaşlarda ucuz işgücü olarak sömürülebilecekler. AKP, kademeli eğitim sistemiyle esnek çalıştırma biçimlerine olanak sağlayacak, kadınları okullardan uzaklaştıracak, namahrem olan evde kalacak ve dindar nesilleri yetiştirecek eğitimli anneler yaratacak. Çünkü eğitimli her anne, dindar nesile üç çocuk katabilmek için gerici eğitim müfredatına da hakim olabilir, çocuklara “evde annelerinizle yapın” diye verilen proje ödevlerine rahatlıkla yardımcı olur. 4+4+4 nereden baksanız yağlı ballı ekmek. Çocukların AKP’nin kapattığı o evlerden gelin edilip, gönderileceğine hiç değinmedim bile. Çokça söylendi, söyleniyor. Ha evet, AKP saldırıyor, iyice çirkinleşiyor ama size sayfanın diğer kısımlarına bakmayı öneririm. Diyarbakır’dan İstanbul’a, Ankara’dan Urfa’ya, direnen, yürekli kadınları göreceksiniz. AKP, Kibele sayfasında sadece çok azına yer verebildiğimiz yüz binlerce kadını da bir yolunu bulup susturdu mu tamamdır. Yalnız bunu denerken dikkatli olsun, bu kadınlar derenin başında, panzerin üstünde, sokaklarda, hapishanelerde, okullarda, üniversitelerde, hastanelerde, adliyelerde, kapıda, bacada. Kadınlar her yerde!
‘Gecelere hapsedilmek istemiyoruz’ P
embe Hayat LGBTT Derneği seks işçiliği ve insan haklarının tartışıldığı iki günlük etkinlik gerçekleştirdi. Etkinlik kapsamında İngiltere, Danimarka, İsveç, Portekiz, İtalya, Sırbistan, Ukrayna, Makedonya, Polonya ve Amerika’dan seks işçilerini ve seks işçileri hakları savunucularını ağırlayan Pembe Hayat, son olarak 3 Mart Dünya Seks İşçileri Günü’nde pembe şemsiyelerle “Patronsuz, pezevenksiz bir dünya istiyoruz” yürüyüşü yaptı. Etkinlikler öncesi yapılan basın açıklamasında Pembe Hayat Derneği Genel Başkanı Buse Kılıçkaya “Bizler bu ülkenin vatandaşları olarak, eşit ve adil muamele istiyoruz. ‘Kamu düzeni’, ‘genel ahlak’ gibi son derece muğlak gerekçelerle hayatlarımızın cehenneme çevrilmesine karşı duruyoruz. Genelevlerde, sokaklarda, evlerde, barlarda, gece kulüplerinde, parklarda ve diğer mekanlarda karşımıza çıkan ikiyüzlü ahlak anlayışına sessiz kalmıyoruz” diye konuştu. Kılıçkaya, gecelere hapsedilmek istemediklerini, polisin ayrımcı uygulamalarına ve tacizine maruz kalmadan yaşamlarına devam etmek istediklerini ifade etti.
evrimci Sağlık İş ve İstanbul Tabip Odası Kadın Komisyonu Şişli Etfal Hastanesi Konferans Salonu’nda “Kadın Emeği ve Güvencesizlik” konulu bir forum gerçekleştirdi. Forumda Birgün gazetesi yazarı Bilge Çetinkaya, Ankara Tabip Odası’ndan Dr. Müge Yetener ve Halkevci Kadınlar’dan Çiğdem Çidamlı sunumlarıyla birer giriş yaptı. Billur Tuz direnişinden kadınlar, Samsun Gazi Devlet Hastanesi direnişinden kadınlar, Tekel işçisi kadınlar, DİSK’li Kadınlar, Sendikal Güç Birliği Kadın Koordinasyonu, KESK’li Kadınlar, Ev Eksenli Çalışanlar Sendikası Girişimi, taşeron sağlık işçileri,
İMECE’den kadınlar ve diğer katılımcı kadınlar sunumlar ışığında deneyimlerini paylaştı. Bilge Çetinkaya sunumunda kadınların çok çalışmalarına rağmen, çok yoksul olduklarını anlattı. Toplumsal cinsiyete dayalı işbölümünün kadınları az ücret getiren işlerde çalışmaya ittiğini ve bunun da tekrar aynı işbölümünü yarattığını belirten Çetinkaya, tüm bunların dışında kadınların öldürüldüğünü, şiddet gördüğünü ekledi. Dr. Müge Yetener de kadınların biyolojik yapılarından yola çıkarak, naif olduklarını ve bu yüzden daha sık depresyona girdiklerini iddia edenlerin bir gerçekliği görmediklerini
Selma Arslan Samsun Gazi Devlet Hastanesi’ndeki direnifllerini, Dev Sa¤l›k-‹fl’e üye oluflunu anlatt›. Arslan’›n sendikaya üye oldu¤undan beri geçirdi¤i süreyi özetledi¤i konuflmas›, tüm salonu etkildi. Arslan, sendikal› olduklar› için iflten ç›kar›ld›klar›n› ve bunun yarg› karar›yla netlefltirildi¤ini, ifle iade davalar›n› da kazand›klar›n› söyledi. Arslan, sendika sayesinde tan›flt›klar›n› söyledi¤i efliyle iki y›ll›k evliliklerinin 1 y›l›n› çad›rda geçirdiklerini anlatarak “Tatile gitmek için plan yap›yorduk ama iflten at›l›nca tatilimiz çad›r oldu” diye konufltu.
aktardı. Kadınların erkekler gibi, futbol, arkadaşlarıyla gece dışarı çıkma gibi imkanları olmadığını, hobilerinin olmadığını, kendilerini gerçekleştirmek için fırsat bulamadıklarını söyleyen Yetener, kadınların daha fazla depresyona girmesinin nedenini bu şekilde açıkladı. Bunlarla birlikte, GSS’nin de kadınlar için yıkım anlamına geldiğini anlatan Yetener, “Kadınlar, doğal olarak, karşılıksız ve sevgiyle işlerini yaptıkları için sosyal güvence mekanizmasından da dışlanıyorlar” dedi. GSS’nin kadınları sanki soyut-eşit bireylermiş gibi ele aldığını anlatan Yeneter, kadın ve erkeklerin emeklilik yaşının 65 yaşta eşitlenmesi hedefinin de bununla ilgili olduğunu ifade etti. Yetener, kadınların en rahat ulaşabildikleri 1. basamak sağlık hizmetlerinin kdirenişlerini kâr getirmediği için terkedilmesi ve yerine aile hekimliği uygulamasının getirilmesini de eleştirdi. Yetener “Kadınlar sağlık ocaklarına okuma yazma bilmeseler de Türkçe bilmeseler de izin almasalar da ulaşabiliyordu” dedi. Çiğdem Çidamlı da AKP’nin yasalaştırmak istediği 4+4+4 kademeli eğitim sisteminin kadınları eve kapatacağından bahsedildiğini söyleyerek, bir önemli sorunun daha olduğunu vurguladı. Çidamlı’ya göre bu yasa ayrıca kadınların ucuz işgücü olması anlamına geliyor. Çünkü Ulusal İstihdam Stratejisi’yla
K
adın Emeği ve Güvencesizlik Forumu’nda direnişteki kadınlar buluştu. Tekel’de direnen bir kadın onlara “Sonuna kadar direnin, zafer sokakta kazanılır’ diye seslendi
Bo¤aziçi Gösteri Sanatlar› Toplulu¤u’ndan kad›n müzisyenlerin seslendirdi¤i kad›n flark›lar›na foruma kat›lan kad›nlar›n halaylar› efllik etti. birlikte ele alındığında bu yasanın, kadınları tele çalışma, evden çalışma, yarı zamanlı çalışma gibi esnek çalışma biçimlerine yönlendirdiği görülüyor. Esnek çalışmanın güvenceli olmasının asla beklenemeyeceğini ifade eden Çidamlı “esnek güvence”yi “sıcak kar”a benzetti. Yeni sendikalar yasasının dönüştürülmesinin de kadınlar açısından anlamını açıklayan Çidamlı, bu yasayla güvencesiz çalışan kadınların sendikal haklarının da alınmaya çalışıldığını söyledi.
Forum kısmında Tekel direnişinden Songül Aydın, direnişte olan kadınlara şöyle seslendi: “Bizim çadırlarımızı artık mahkeme süreci başladı diye kaldırdılar. Ama siz sonuna kadar direnin. Mahkemelere güvenmeyin. Direnin, zafer sokakta kazanılır.” Etkinlikte Feryal Öney ve Boğaziçi Gösteri Sanarları Topluluğu’ndan kadın müzisyenler de bir konser verdi. Kadın şarkılarının çalındığı konserde, bu parçaların hikayelerine de yer verildi.
KESK’li kad›n mahpuslara selamlar›n gönderildi¤i etkinlikte, KESK’li kad›nlar ad›na Semra Ustabafl› konufltu. KESK’in Kürt halk›yla dayan›flma içerisinde oldu¤unu ve bu nedenle bask› alt›na al›nmaya çal›fl›ld›¤›n› belirtti¤i konuflmas›nda “Ben Kürt de¤ilim, Ermeniyim. Piç de¤ilim. Babam›n belli olup olmad›¤› da kimseyi ilgilendirmezdi. Ben savafla hay›r diyorsam ve bu beni PKK’li, KCK’li yapacaksa kabul ediyorum” dedi. Ustabafl› tüm kad›nlar›n birbirleriyle zincirlerle ba¤l› oldu¤unu anlatt›. Kendisinin de bir sa¤l›k emekçisi oldu¤unu ve sa¤l›k hizmeti verdi¤ini, ayn› zamanda sa¤l›k hizmeti ald›¤›n›, çocu¤unu okula göndererek e¤itim hizmeti ald›¤›n› söyleyen Ustabafl›, kad›nlar›n dayan›flmas›n›n önemini vurgulad›.
Cinsel, ulusal, sınıfsal sömürüye son 8
‘Susmuyoruz, y›lm›yoruz’ KESK Ankara fiubeleri Kad›n Platformu, KESK’li kad›nlara yönelik tutuklama terörünü protesto etti. Yüksel Caddesi’nden Sakarya Meydan›’na yürüyen KESK’li kad›nlara çok say›da kurum temsilcisi kad›n da destek verdi. Tutuklanan KESK’li kad›nlar›n resimlerinin tafl›nd›¤› eylemde aç›klamay› E¤itim-Sen 1 Nolu fiube Kad›n Sekreteri Acun Karada¤ okudu. Karada¤, “Tutuklamalar›, KESK’li Kad›nlar’›n hak ve özgürlük mücadelesine yap›lan bir sald›r› olarak görüyor ve y›lmayaca¤›m›z›n, susmayaca¤›m›z›n bilinmesini istiyoruz” dedi. Pek çok ilde de kad›nlar, KESK’li kad›n mahpuslara kart atma eylemleri yap›yor.
Mart gelmeden, Dünya Kadınlar Günü mitingleri başladı. Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH) bu yıl yaptığı mitinglerde KESK’li kadın mahpuslar ve tüm kadınlar için özgürlük istedi. Kadın katliamına karşı mücadelenin, kadın hareketinin isimlerine yönelik tutuklama terörünün önemli gündemler haline geldiği yoğun bir yıldan sonra “Jin jiyan azadi” sloganıyla 1 Mart’ta Hakkari ve Nusaybin’de mitingler başladı. Diyarbakır'da yapılan mitingde on bini aşkın kadın buluştu. Kadınlar, mitingde çözümü için müzakere ve özgürlük talebini öne çıkardı. Mitingde, Barış Anneleri İnisiyatifi adına konuşan Hava Kıran, her kadının birer militan olduğunu onuru için mücadele etmesi gerektiğini ifade
etti. Kirli siyasete karşı ve kanın durması için bahardan önce tüm kadınların alanlarda olması gerektiğini vurgulayan Kıran, kadın cinayetlerine değinerek "Kimse, kadın benim namusumdur diyemez. Kadın eşitliktir" dedi. Urfa, Mardin, Kurtalan, Varto, İzmir, Hakkari, Silopi, Adana, Antep, Manisa, Van, Batman, Dersim ve Sur’da, polis müdahalelerine rağmen kadınlar kararlı duruşları ile mitinglerini gerçekleştirdiler. İzmir mitinginde konuşan BDP İstanbul Milletvekili Sabahat Tuncel, KCK adı altında yapılan operasyonlara değinerek, “Şu anakadar 6 bin 5 yüz BDP’li tutuklandı. Bunların 500’ü kadın. Cezaevindeki kadın arkadaşlarımızı selamlıyoruz. Baskılara boyun eğmeyeceğimizi bir kez daha haykırıyoruz” dedi.
Batman mitinginden
8 Mart dedi¤in 1 gün de¤il
K
adınlar, 8 Mart’ı beklerken, hazırlıklarını hep birlikte yaptı. Türkiye’nin her köşesinde küçüklü büyüklü toplantılar yapan kadınlar, renkli bir hafta geçirdi. EV ALETLER‹NDEN SERG‹ İstanbul Kartal Kadın Platformu, bir resim sergisi açarak, kadınları 8 Mart’ta yapacakları eylemlere çağırdı. Sergide, ev işlerinde kullanılan aletlerin maketleri ve fotoğraflardan oluştu.
Eskişehir’de Halkevci Kadınlar 4 Mart’ta gerçekleştirdikleri bir etkinlikle her yaştan kadını bir araya getirdi. 8 Mart ve kadın mücadelesinin tarihinin anlatıldığı bir slayt gösterisi yapılan etkinlikte, Eskişehirli şair Funda Aytüre, kendi şiirini okudu. Handan Ustabaş ve Gülgün Şengider’in okuduğu kadın şiirlerinden sonra da Halkevci Kadınlar’ın oluşturduğu koro sahne aldı.
KAHVALTI SOHBET‹ Hopa-Kemalpaşa'da kadınlar 8 Mart öncesi Kemalpaşa Halkevi'nde bir araya geldi. 8 Mart öncesi yaptıkları ev toplantılarında kahvaltı çağrısında bulunan Halkevci Kadınlar gittikleri mahallelerdeki kadınlarla kahvaltı organize ettiler. 8 Mart’ta yapacakları etkinlik öncesi son eksikleri tamamlayan kadınlar Dünya Kadınlar Günü’ne hazır olduklarını belirtti.
11
YÜZ YÜZE 8 Mart 2012 / 21 Mart 2012
Halk›n Sesi
Öğrenciler taleplerini söylüyor
Fakültelerde, kantinlerde birer kutu var. Bu kutunun etrafından birçok üniversiteli harıl harıl birşeyler yazıp kutulara atıyor. Kutunun başında Öğrenci Kolektifleri üyeleri yeni kampanyalarını anlatıyor. Kolektif Yürütme Kurulu üyesi İstanbul Üniversitesi öğrencisi Mesut Can İstanbul’da Halkın Sesi bürosuna konuk oldu. Kolektif Yürütme Kurulu üyesi Hacettepe Üniversitesi öğrencisi
Umut Tektürk’le Ankara’da, yeni açılan Kolektif Kültür Merkezi’nde görüştük. Öğrenci Kolektifleri üyeleri “Üniversitelilerin hakları rektörden şartları var” kampanyasını anlattı. Kolektifçiler, kampanyalarının yanı sıra ikinci genel kurullarını, iki genel kurul arasında geçen bir yıllık süreci ve ülke gündemine dair son gelişmeleri değerlendirdi.
‘ÜN‹VERS‹TEL‹LER‹N HAKLARI REKTÖRDEN fiARTLARI VAR’
Kolektifler haklarının takipçisi fi Ö artlarımızın, öğrenciler nezdinde bir karşılığı, rektörler üzerinde bir yaptırımı olduğunu gördük. Rektörler reddetse de biz haklarımız için mücadele edeceğiz
nümüzdeki günlerde birçok üniversitede taleplerini oluşturan, toplantılar yapan ve taleplerinin takipçisi olan üniversiteliler göreceksiniz
Öğrenci Kolektifleri 2. Genel Kurulu’nu 25 Şubat’ta gerçekleştirdi ve bir kampanyaya başladı. Bu kampanyadan bahseder misiniz? İstanbul Üniversitesi’nden Mesut Can: Kampanyamızın adı “Üniversitede haklarımız, rektörden şartlarımız var.” Üniversitelerde rektör ve dekanlar ile görüşmeler yapıp üniversitelilerin taleplerini sunacağız. Sorunların çözülmesini ve denetlenmesini isteyeceğiz. Hacettepe Üniversitesi’nden Umut Tektürk: Biliyorsunuz, daha önce Hacettepe’de şartlarımızı kabul ettirmiştik. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde de dekan öğrencilerle bir forum yaptı. Yine Ankara Üniversitesi rektörü ile görüştük. Şartlarımızın, öğrenciler nezdinde bir karşılığı, rektörler üzerinde bir yaptırımı olduğunu gördük. Rektörler kabul ederse eder, etmezse de biz bu haklarımızı fiili olarak almanın mücadelesini sürdüreceğiz. Üniversitenin demokratik bir yapıya kavuşması için çeşitli yürütme kurullarını fakülte fakülte, üniversite üniversite kuracağız. Üniversitelilerin, sorunlarının takipçisi olmasını sağlayacağız. Tüm üniversitelilerin 5 genel talebini belirledik. Daha sonra ayrı ayrı üniversitelere özgü sorunları da belirlemeye başladık ve yereldeki sorunları da genel beş taleple birlikte işledik. Talepler neler? Mesut: Bizim taleplerimiz yerelin özgün koşullarına göre değişiyor ancak genel olarak beş talebimiz var. Bunlar: Harç paralarının ve kayıt paralarının kaldırılması, soruşturmaların geri çekilmesi, öğrencilerin üniversitelerde söz yetki ve karar hakkının sağlanması, polisin üniversiteden dışarı çıkması, Bologna süreci uygulamalarının iptal edilmesi. Yerel taleplere örnek olarak İstanbul Üniversitesi’nde yoğun bir özel güvenlik baskısı var. Bu baskının son bulması talebi buranın özgün talebi. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde öğrencilerin ulaşım sorunu var. İTÜ’de olanakların genişletilmesi talebi ve kantindeki ürünlerin fiyatlarının düşürülmesi talebi var… Kampanya kararını genel kurulda mı aldınız? Mesut: Evet ama tartışmalara genel kurul öncesinden başladı. Genel kurulda son şeklini verdik. Son dönem Hacettepe Üniversitesi’ndeki görüşmelerin gündem olmasının ardından, tabii ihtiyaçlarımız doğrultusunda da böyle bir kampanya kararı aldık. Hacettepe demişken; AKP tarafından atandığı unutulmaması gereken yeni rektörünüzün şartlarınızı bir bir kabul etmesi ve hayata geçirmesi, ‘demokratik bir rektör’ izlenimi veriyor. Gerçekten öyle mi? Umut: Hacettepe Üniversitesi Rektörü Murat Tuncer’in yaptıklarını anlamamız için geçtiğimiz yıl yükselen öğrenci hareketine ve onun taleplerine bakmamız lazım. AKP iktidarını sarsan gençlik hareketi, parasız eğitim ve insanca yaşam istiyordu. Gerici kadrolaşmaya karşıydı. İktidarın üniversitelerden elini çekmesini, polis ve ÖGB’lerin yerleşkelerden gitmesini istiyordu. Tuncer’in yönelimlerinin bu talepler ekseninde olduğunu görüyoruz. Gençlik hareketinin yükselişinden ders çıkarmış bir rektör gibi. Yemekhanelerin ucuzlaması, burs ve barınma olanaklarının artması
gibi talepleri karşılayacağını, polisin üniversitede yeri olmadığını söylüyor; soruşturmaları kaldırıyor. Bunu YÖK’ün yeni stratejisiyle birlikte değerlendirmek lazım. Yusuf Ziya Özcan başkanlığındaki YÖK, reform tartışmalarını bir noktadan ileriye götüremedi. Göreve yeni bir başkan yeni bir strateji ile geldi. Zaten yeni YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya’nın ilk atadığı rektörlerden birisi de Murat Tuncer. Hatta Tuncer’le gerçekleştirdiğimiz bir toplantıda üniversitelilerin sorunlarıyla ilgilenmesinin nedenini “YÖK’ün yeni stratejisi bu” olarak anlattı. Daha doğrusu ağzından kaçırdı. Bu strateji nedir peki? Umut: Öğrenci dostu görünen, öğrenci sorunlarını ve taleplerini dinleyen, öğrencilerin tepkilerini azaltmaya çalışan bir kişi görünümü. Oysa Hocalı mitingi sonrasında Hacettepe Üniversitesi’ndeki faşist saldırılarda Tuncer’in gerçek yüzünü gördük. Afişlere yönelik saldırılar, yerleşkenin farklı noktalarında öğrencilere yönelik saldırılara dönüştü. Faşistler, Hocalı Katliamı bahanesiyle Taksim’deki ırkçı-faşist anmanın havasını üniversiteye taşımaya çalıştı. Biz, Hocalı’da Azerilerin uğradığı katliamın benzerlerinin Ermenilere, Uludere’de Kürtlere karşı da yapıldığını söyledik. “Bütün katliamlara karşı çıkalım” diyerek protestomuzu gerçekleştirdik. Ancak okul
Bir panele bir AKP’li geldiğinde kantinde otururken bile gözaltına alınabiliyorsun. Bu üniversiteliler tarafından belleklere kaydediliyor dışından gelen faşistlerin saldırısına uğradık. Okulumuzu basmaya çalıştılar, kendimizi savunup dağıttık onları. Fakat rektör Tuncer, saldırıyı gerçekleştirenlerin “kendi misafiri olduğunu ve bizim onlara saldırdığımızı” anlatan bir bildiri yayımladı. Böylece Tuncer’in demokrat maskesi düştü. Hacettepe Üniversitesi’nde yaşananlar, AKP’nin ilk döneminde Türkiye’de yaşananlardan farklı değil. Demokrasi maskesiyle göreve gelen, ezilenlerin sorunlarını çözeceğini söyleyen, iktidarı ele geçirdikçe ezilenlere saldıran bir iktidarın yansıması. Kampanya nerelerde olacak, ne zaman sonuçlanacak? Mesut: Öğrenci Kolektifleri’nin bulunduğu üniversitelerde hatta
Kolektif çalışmasının olmadığı ama Kolektiflerle iletişim içinde olan üniversitelerde de yürüyecek. Örneğin deprem sonrasında dayanışma amacıyla gittiğimiz Van’dan, kampanyayı yapmak istediklerine dair talepler geldi. Orada da bu kampanya olacak. Biz, kampanya için şu tarihte başlayacak ve şu tarihte bitecek gibi kesin bir zaman belirlemedik. İstanbul ve Ankara’daki üniversitelerde kampanya başladı, diğer üniversitelerde de genel kurul öncesinde belirledikleri çalışmaları bitirdikten sonra başlayacaklar. Kampanyaya ilgi nasıl? Mesut: Yoğun bir ilgi var örneğin Yıldız Teknik Üniversitesi’nde bu kampanyayı başlattığımız ilk gün, bini aşkın öğrenci kutulara taleplerini attı. Kutu nedir? Mesut: Kutuyu biz kampanya aracı olarak düşündük. Fakültelerde afişlerimiz var. Afişlerde “Fakültende bir kutu var. Sen de taleplerini ve rektörden şartlarını yaz bu kutulara at” şeklinde duyurularımız oluyor. Kantinde ya da fakültede bir kutu var. Öğrenciler de sorunlarını yazıp bu kutulara atıyor. Kutuların başında Kolektifçiler duruyor. Kutulardan ne gibi talepler çıkıyor? Mesut: Harç ve kayıt paralarının kaldırılması, ulaşım barınma ve beslenme sorunlarının giderilmesi gibi talepler ağırlıkta ancak kam-
püslerde başı boş köpeklerin dolaşmaması gibi sorunlar da yazılıyor. Yurt sorunlarının çözümü, ışıklandırmaların yapılması gibi taleplerin yanı sıra LGBTT kulüplerinin kurulması gibi talepler de yer alıyor. Kutular üniversitelilerin söz söyledikleri ve taleplerini ilettikleri bir kürsüye dönüşmüş durumda. Üniversitelilerin yoğun ilgisi, üniversitelilere hiçbir biçimde söz hakkının tanınmadığının bir göstergesi diyebilirim. ÖTK’lar yok muydu, ya da bir çok üniversitede paneller gerçekleşiyor, buralarda öğrenciler söz söylemiyor mu? Mesut: ÖTK, üniversiteliler tarafından kurulmadığı için üniversitelilerden kopuk ve bunu tüm öğrenciler biliyor. Panellerse daha çok AKP’liler ya da sermaye çevreleri tarafından düzenleniyor. Bu panellere bırakın katılmayı yanına yaklaşmak mümkün değil. Bir panele bakan ya da her hangi bir AKP’li geldiğinde üniversiteliler kantinde otururken bile gözaltına alınabiliyor. Zonguldak’ta YÖK Başkanı daha gelmeden arkadaşlarımız gözaltına alındı, Bolu’da da Abdullah Gül geldiğinde okuluna girmek isteyen arkadaşlarımız gözatına alındı. Bunların hepsi üniversiteliler tarafından görülüyor. Tanık olunuyor, belleklere kaydediliyor. Böylece Kolektif’in mücadelesi birçok üniversiteli tarafından sahipleniyor. Kutular dışında başka özgün araçlar var mı? Mesut: Var. Örneğin YTÜ’de bir video ürettik. Üniversitedeki herhangi bir öğrenciye kamerayı çevirdik. Sorunlarını ve taleplerini söylemesini istedik. Kısa 2-3 dakikalık videolar. Bunları üniversite içinde uygun alanlarda ve sosyal medyada gösteriyoruz. Böylece tartışılan talepler çok daha geniş bir kesime ulaşmış olacak. Kutulardaki talepler ne olacak? Mesut: Talepler toplandıktan sonra ana taleplerimizi belirlediğimiz toplantılar yapacağız. Bu toplantıları tüm üniversitelerde tüm öğrencilerin katılımına açık yapacağız ve öne çıkan talepleri belirleyeceğiz. Daha sonra rektörlüklerle randevular alıp bu talepleri rektörlüklere taşıyacağız. Randevusu belirlenmiş yerler de var. Sözün özü, önümüzdeki günlerde birçok kentte taleplerini oluşturan, toplantılar yapan ve taleplerinin takipçisi olan üniversiteliler göreceksiniz.
Bir yılda Kolektifler nereden nereye geldi? Öğrenci Kolektifleri merkezileşme ve kurumsallaşma tartışmaları ile birlikte geçtiğimiz sene Ankara’da I. Genel Kurulu’nu gerçekleştirmiş, yeni birimler oluşturmuştu. Aradan geçen bir senede attığınız adımlarda ne gibi deneyimler edindiniz? Umut: Merkezileşme tartışmamızda hem daha demokratik hem de daha bütünlüklü bir yapı halinde ülke ve üniversite gündemine müdahale edebilmeyi, aynı sözü söyleyebilmeyi önümüze hedef olarak koymuştuk. Bu anlamda oldukça başarılı bir yıl geçirdik diyebilirim. Özellikle dönem başında Hopa davası ile Kolektifler, ülke gündemine müdahale edebilmeyi, merkezi yayınları ile üniversitelerde aynı gündemi yaratabilmeyi başardı. Toplumsal muhalefetin önemli bir öznesi haline geldi. Kurumsallaşma adına da daha
demokratik ve güçlü bir örgüt kurmayı hedeflemiştik. Türkiye Birim Koordinasyonu’nun ve Kolektif Yürütme Kurulu’nun sık sık bir araya geldiği, kendi tartışmalarını tabanına, tabanının tartışmalarını örgütün bütününe yaymaya çalıştığı bir yapı kurmaya çalıştık. Gazetenin daha etkin hale gelmesi, Kolektifler.net’in yenilenmesi, Gençlik Filmleri Festivali’nin ikincisinin düzenlenmesi, bine yakın öğrencinin katıldığı ve her anlamda zenginleşen bir yaz kampı, hem yoksul mahallelerde hem de Van’da yapılabilen Okumuş İnsan Halkın Yanındadır kampanyası, Van’la yapılan dayanışma kampanyaları bu dönemin parlak işleriydi. Üniversiteli Kadın Kolektifi’nin kurumsallaştığı, propaganda ve kültür-sanat gibi birimlerimizin oturduğu bir dönem geçirdik.
Hopa’yla gördük yedek üye şart Merkezileşmenin ortaya çıkardığı sorunlar hiç mi olmadı? Mesut: Eksikliklerimizi de değerlendirdik. Hopa olayları sonrasında arkadaşlarımızın tutuklanmasının ardından yürüttüğümüz “Özgür Bırak” kampanyası vardı. “Arkadaşlarımız tutuklu onlar serbest bırakılsın” talebi tek talebimiz olmadı. Yerellerdeki sorunlarla da ilgilendik. Ama bazı aksamalar da oldu. Örneğin bir üniversitede yemekhanede sorun oluyor. “Özgür Bırak” kampanyası merkezi bir şekilde örgütlendiği için yemekhane sorunuyla o bölgede yeterince ilgilenilemiyor. Bu tür aksaklıklar oldu. Bunları 2. Genel Kurul’da tartıştık ve son kampanyayı da biraz da bu eksiklikleri giderebileceğimiz bir biçimde şekillendirdik. Bir eksikliğimiz de önceki genel kurulda yedek üye seçmememizdi diyebilirim. Bunu Kolektif Yürütme Kurulu’ndaki 3 arkadaşımız Hopa olaylarından sonra tutuklanınca anladık.
Dindar gençliği gördük Kampanyayı yürütürken AKP’nin dindar gençliğiyle karşılaştınız mı? Umut: Bu AKP’nin gerçeği. AKP’nin faşizminin ortaya çıktığını görüyoruz. Dindar gençlik söyleminin ardından Ankara’da faşist saldırılar arttı. Hacettepe Üniversitesi’nde ve Ankara Üniversitesi Cebeci Kampusu’nda faşist saldırılar oldu. Hopa’da yaşanan olayların ardından tutuklanan Nuri Özçelik’in 0yaşadığı ev kimliği belirlenemeyen kişiler tarafından bir günde iki kere taşlandı. DTCF Kolektif üyesi Gülen Uzun okuldan çıktığı sırada faşistler tarafından ev adresi söylenip saldıracakları yönünde tehdit edildi. Yine DTCF Kolektif üyesi Murat Çamlıtepe okuluna giderken satır ve sallama tabir edilen kesici aletlerle saldırıya uğradı, burnu ve iki dışı kırıldı. Mesut: Örneğin Hocalı mitingi. Oradaki ırkçı pankartların bazı marjinal grupların işi olduğu yönünde İçişleri Bakanı’ndan açıklamalar geldi oysa Büyükşehir Belediyesi’nin bilbortlarında ırkçı afişler günlerce yer aldı. O mitinginden bir gün sonra eli satırlı faşistler İstanbul Üniversitesi’nde üç öğrenciye saldırdı. Özel güvenlikçilerin ve polislerin önünde oldu bu. Fen Fakültesi Dekanı, görüntüleri izlediğinde şok olduğunu söyledi ama görüntüleri yayınlamayacağını sadece yasal işlem yapacağını söyledi.
12
DOSYA 8 Mart 2012 / 21 Mart 2012
Halk›n Sesi
A KP’ye ya kışır düz enleme ndiren yeni Eğitim sistemini kademele süredir gündüzenleme AKP’nin uzun tip sorunu”nu deminde olan “imam ha milyonlarca hallederken kadın-erkek arına ya da genci evlere, Kuran kursl fliyor. Okula atölyelere kapatmayı hede rine, açık gitmenin önünü açmak ye okullaşma öğretim uygulamalarıyla sa teklifi oranını düşürecek olan ya tirilmesi ve emek piyasalarının gençleş ediyor. kadınlaştırılmasına hizmet
“Kesintisiz eğitim bizim için olumsuz bir uygulamaydı ve yıllardır bu uygulamanın kaldırılmasıyla ilgili çabalarımız vardı. Bu görüşmede, bu durum gündeme geldi. En son Milli Eğitim Şura Genel Kurulu’nda, 1+4+4+4 şeklinde bir tavsiye kararı çıkmıştı. Bizim önerimiz, yeni bir düzenleme ile hem çıraklık eğitimi, hem imam hatip liselerinin orta kısmı, hem de Kuran-ı Kerim ve hafızlık eğitimi için sistemin, yönlendirmeye, geçişlere izin vererek, kesintili hale getirilmesi idi. Bu konuda Sayın Başbakanımız da 1+4’ten sonra arzu edenlerin açık öğretimden de eğitim alabileceklerini ve olmazsa olmaz şeklinde bir örgün eğitimin dayatılmayacağını söyledi” Bu sözler şubat başında Başbakan Erdoğan ile görüşen İmam Hatip Mezunları Derneği (Önder) Başkanı Hüseyin Korkut’a ait. Korkut, ay sonunda Meclis gündemine gelen tasarıyı Meclise gelmeden günler önce basın mensuplarına zaten anlatmıştı. AKP’nin eğitimde kademelendirme getiren kanun teklifini İmam Hatip Mezunları Derneği’nin duyurmasına şaşmamak gerek. Yasanın temel amaçları Başbakan Erdoğan’ın da üyesi olduğu bu derneğin tüm “öneri ve istekleri” ile örtüşüyor. “222
Eğitim sisteminin ruhu dincilere, ‘getirisi’ sermayeye teslim Kademeli eğitim getiren yasa teklifi, eğitimin gericileştirilmesinde önemli bir sıçrama noktası. Meslek lisesi düzenlemeleri de ucuz işgücü ordusu yaratılmasının zeminini hazırlıyor
İlköğretim ve Eğitim Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” 21 Şubat’ta Meclis gündemine geldi. AKP grup başkan vekillerinin imzasını taşıyan yasa teklifi meclise sunulduğu tarihten itibaren tüm ülkenin gündemi oldu.
Hukuken eğitim resmi özeldevlet okullarında verilirken fiili olarak “Kuran kursları” da bir eğitim kurumu gibi işleyecekti. Mesleki yönlendirme ilköğretim ikinci kademeden başlatılıyordu. Çıraklık yaşı 14’ten 11’e indiriliyordu.
İKİLİ HAYAT Kanun teklifinin meclis komisyonuna sunulan ilk taslağı 17 sayfadan oluşuyordu, eğitim sistemini temelden değiştiren 24 madde içeriyordu. İlk taslak metin eğitim sistemine şu değişiklikleri getiriyordu: Eğitim 4’er yıllık üç kademe olarak planlandı. Bu kademeler ilköğretim ilk kademe, ilköğretim ikinci kademe ve ortaöğretim (lise) olarak belirlenmişti. Öğrencinin okula devam etmesine gerek bırakmayan, dışarıdan girilen sınavlarla diploma alınmasını sağlayan “açık öğretim” uygulamasının kapsamı genişliyordu. Mevcut uygulamada “açık lise” olarak bilinen açık öğretim hakkı ilköğretim ikinci kademeye devam edecek öğrencilere de tanınıyordu. Yani okula devam etme zorunluluğu 4 yıllık ilköğretim ilk kademeyle sınırlı tutuluyordu. “Açık öğretim” uygulaması ile sağlanacak esneklik eğitimde ikili sisteme geçişin önünü açmış olacaktı.
KIZLAR YA EVE YA ÇALIŞMAYA İlk teklif metnine itirazlar iki noktada öne çıktı. “Açık”tan okul bitirme uygulamasının ilköğretim ikinci kademeye indirilmesi, kız çocuklarının okullaşmasını olumsuz etkileyeceği, öğrencileri okul ortamından uzaklaştıracağı için eleştiri konusu oldu. Çıraklık yaşının 11’e indirilmesi ve mesleki eğitiminin ilköğretim ikinci kademeden itibaren verilmeye başlanması ise çocuk işçiliğinin ve çocuk emeği sömürüsünün önünü açacağı için tepki ile karşılandı. Bakanlık bu itirazları değerlendirmek ve yasa teklifinde değişiklikler yapmak için öneriyi alt komisyona geri çekti. TBMM Eğitim Komisyonu yasa teklif metni üzerinde 28 Şubat’ta yeniden görüşmelere başladı. Bakanlık açık öğretim imkânını yeniden lise düzeyine yükselttiğini, çıraklık yaşını 11’e düşüren maddeyi de iptal ettiğini açıkladı.
‘Ya türban ya açık öğretim’ A
KP ne tür değişiklik yaparsa yapsın, yasa teklifinin gerici özünü korumakta kararlı. Teklif için ikinci düzenlemede açık öğretim uygulamasını orta kademeye uygulamaktan vazgeçse de, bu sefer de okula başlama yaşını 7’den 6’ya düşürerek yeni bir tartışma başlattı. Eğitimciler yaş düşürme önerisinin “türbanlı” öğrencilerin okula devam sorununu çözme amacı taşıdığı kanaatinde. Kanun teklifinde gericiliği güçlendirecek düzenlemelerin başında imam hatipler başta olmak üzere meslek liselerinin üniversiteye girişlerini zorlaştıran katsayı uygulamasının kaldırılması var. Meslek liselerinden mezun olanlar, öğrenim gördükleri alanla ilişkili bir yüksekokul veya fakülteyi tercih etmeleri durumunda ek puan alırken, aksi bir tercih yaptıklarında puanlarının düşürülmesi uygulamasıyla karşılaşmayacak. Bu düzenleme ile “üniversiteye girişte” öğrencileri dezavantajlı konuma düştüğü için kan kaybeden imam hatip liseleri yeniden canlanabilecek. İlköğretim kademelendirildiği için de imam hatiplerin orta kısmı yeniden açılabilecek. Böylece 4 yıllık ilköğretimin ilk kısmını bitiren çocuklar imam hatipli olabilecek. TÜRBANA ÖZEL DÜZENLEME Teklifin 28 Şubat’ta gündeme gelen ikinci halinde birbiriyle bağlantılı izlenimi veren iki önemli değişiklik var. Birincisi, gelen tepkiler üzerine açık öğretim hakkının ilköğretim ikinci kademeye indirilmekten vazgeçilmesi, ikincisi
okula başlama yaşının düşürülmesi. Yasa teklifinin ikinci düzenlemesinde ilköğretim yaşı 7’den 6’ya düşürülüyor. Bu durumda lise başlangıç yaşı da 14’e düşecek. Böylece AKP ilköğretim ikinci kademede açık öğretim olmamasının yaratacağı “sıkıntıyı” açığa gitme imkanını daha erken yaşa taşıyarak çözecek. Eğitim emekçilerinin bir kısmı, okul başlangıç yaşının 6 olması önerisinin, İslam inancına göre mükellefiyet çağına giren kız çocukları gözetilerek getirildiği kanısında. Okul yaşının düşürülmesi düzenlemesi ergenlik çağına giren kız çocuklarının “kapanma” ile okula gönderilme çelişkisini ortadan kaldırma imkanı doğuruyor. Liseye 14 yaşında başlanacağı için ergenlik çağına girerek “türban” takan öğrenciler de öğretime açıktan devam etme “imkanına kavuşacak”. Eğitim sisteminde okula başlama yaşı ile oynanması ve “açık” öğretimden devam gibi uygulamaların altında türbanın eğitim sistemi ile bütünleştirilmesi niyetinin yattığını AKP’li kalemler zaten dile getirmişti. Zorunlu-kesintisiz eğitimi savunarak bundan vazgeçilmesinin kızların okullaşma oranını düşüreceğini söyleyenlere Star yazarı Fehmi Koru’nun cevabı tasarının bu gayesini gösteriyordu: “Nâzik beyler ve daha nâzik hanımların kızların eğitilmesi konusunda samimiyet sınavından geçebilmeleri için, her şeyden önce, kız liseleri uygulamasının yeniden başlamasını ve başörtüsü yasağının resmen kalkmasını savunmaları gerekiyor.” (26 Şubat 2012 – Star)
Yasaya yönelik eleştiriler AKP-TÜSİAD gerilimini yarattı. TÜSİAD’ın yasaya itiraz noktasını gericilik değil kendi çıkarına hizmet etmeyen meslek lisesi düzenlemeleri oluşturuyor
Dünyada benzeri yok Meslek e¤itiminin 11 yafla denk gelen ilkö¤retim ikinci kademeden bafllamas› yasa teklifine yönelik en s›k dile getirilen elefltirilerden birisi. AKP’liler, meslek e¤itiminin dünya standartlar›n› yakalamak için yeniden düzenlendikleri teklifi, tüm dünyada bu e¤itimin ikinci kademede verildi¤ini söyleyerek savunuyor. Dünyada meslek e¤itiminin ikinci kademede verildi¤i iddias› do¤ru fakat AKP’lilerin saklad›¤› bir fley var. Dünyada yayg›n uygulamada ikinci kademe, 10 y›ll›k zorunlu e¤itimden sonra bafll›yor. Çocuklar 14 yafl›ndan önce mesleki e¤itime yönlendirilmiyor. MESLEK EĞİTİMİ 14’TE BAŞLIYOR
E¤itim-Sen de Avrupa örnekleri üzerine bir rapor haz›rlayarak yasa metninin iddialar›n› çürüttü. E¤itim-Sen’in raporunda Danimarka, Estonya, ‹rlanda, Yunanistan, Fransa, ‹talya, Finlandiya, Slovenya, ‹sveç, ‹zlanda ve Norveç ve pek çok Avrupa ülkesinde meslek e¤itiminin “orta kademe”den sonra ve genelde 14 yafl›ndan itibaren bafllad›¤› aktar›l›yor. Türkiye’nin planlad›¤› gibi orta kademe öncesi mesle¤e yönlendirme yaln›zca Almanya ve Çek Cumhuriyeti’nde uygulan›yor. Almanya’daki sistemin kökeni 2. Dünya Savafl› sonras› “iflçi ihtiyac›” gözetilerek planlanan e¤itim sistemine dayan›yor.
‘Kusura bakma TÜSİAD, bizimki çıkar çatışması patrona avantaj sağlamayan bir işçi profili ortaya çıkarır.
E
rdoğan’ın eğitimde 4+4+4 değişikliğini eleştirenler içinde en çok öfkelendiği, TÜSİAD’dı. 28 Şubat’taki AKP grup toplantısında eğitim değişikliği teklifine dair ilk kez konuşan Erdoğan, düzenlemeyi TÜSİAD’a yüklenerek savunmayı tercih etti. TÜSİAD’a “Kusura bakma TÜSİAD ama senin arzun değil milletin arzusu olacak” diye seslenip şunları söyledi: “Bu ülkenin eğitim sisteminde, Anadolu'nun çocuklarının okumasına yönelik yolları kapatmaya gelip de bariyer oluşturmayın. …TÜSİAD 28 Şubat'taki rolünü sorgulasın. TÜSİAD, 8 yıllık eğitimle ekonomiye vurduğu darbeyi sorgulasın. Ben de TÜSİAD' a aniden değişmesini, kör ideolojiden arınmasını tavsiye ediyorum.” TÜSİAD GERİCİ İÇERİĞE İTİRAZ ETMEDİ Başbakan TÜSİAD’ı “kör ideolojiyle hareket etmekle” suçluyordu, sorunu AKP’nin elini güçlendiren "dinci-laik” çatışmasına yığıyordu. Ama TÜSİAD’ın eleştirilerinde imam hatip ve din eğitiminin adı bile geçmemişti. Eleştiri açıklamasının en geniş ve detaylı bölümünü “meslek eğitimi” kısmı oluşturuyordu. TÜSİAD, taslak 21 Şubat’ta gündeme geldikten sonra bir açıklama yayımlayarak değişikliğe dair bir dizi eleştiri sıralamıştı. TÜSİAD’ın eleştirileri üç odakta toplanıyordu: *Meslek eğitimine dair düzenlemeleri nitelik kazandırmaktan uzak. *Okul öncesi eğitimin zorunlu tutulmaması eksiklik. *İlköğretimin kademe-
lendirilmesi kız çocuklarının okullaşma oranını azaltabilir ve ilköğretim ikinci kademeye geçişi düzenleyecek merkezi bir sınav daha gerektirebilir. Türkiye tekelci sermayesinin örgütü TÜSİAD eğitim reformunu “nitelikli iş gücü” ihtiyacından hareketle öncelikli gündemleri arasında sıralıyor. Bu örgütün meslek liselerine yaklaşımını, Koç grubunun “Meslek lisesi memleket meselesi” kampanyası da yansıtıyor. AKP yasa teklifi gerekçeleri arasında “meslek eğitiminin” önündeki engellerin kaldırılması, sanayileşme ve kalkınma arzusuyla uyumlu bir biçimde mesleki eğitimin “arzulanan seviyeye” ulaştırılması olarak sunsa da ilgili düzenlemeler TÜSİAD’ı memnun etmemişti.
CAHİL İŞÇİ İŞİMİZE YARAMAZ Bu memnuniyetsizliğin sebebinin altında sınıf çıkarının yattığını görmek için TÜSİAD’ın açıklamasında şu ifadelere bakmak yeterli: “Hızlı teknolojik değişimler, toplumdaki herkesin bu değişime ayak uydurmak için temel eğitimlerinin ve becerilerinin güçlü olmasını gerektirmektedir. Bu husus, rekabet gücümüzün artması bakımından önem taşımaktadır. Kanun teklifiyle mesleki yöneltme ve yönlendirmenin erken yaşlara çekilmesinin; temel eğitim ve becerilerin yetersiz kalması ve bilinçsiz meslek seçimleri gibi riskleri bulunmaktadır.” TÜSAİD açıkça şöyle diyor: “Cahil işçi işimize yaramaz”. “Hızlı teknolojik
değişime ayak uydurmak” için beceri kazandırılması TÜSİAD eleştirisinin temel dayanağı. TÜSİAD üyelerinin faaliyet yürüttüğü sektörlerin birçoğunda (otomotiv, teknoloji, enerji v.b.) üretim teknolojilerinin sürekli geliştiği bu sektörde çalışan işçilerin gelişen teknolojiye uyum sağlayacak yeniden öğrenme, eğitilme süreçlerine uyumlu bir nitelikte olması gerektiği görülüyor. TÜSİAD’ın açıklamasında da değindiği gibi hızlı teknolojiye ayak uydurma becerisi kazandırmayan bir meslek eğitim sürecine bu örgütün onay vermesi düşünülemez. Bu becerilere sahip olmayan işçiler sermayenin “emek normlarının yükseltilmesi”* çabasında işlevsiz kalır. Rekabet ve kâr yarışında
MÜSİAD’IN ONAYI DA İDEOLOJİK DEĞİL SINIFSAL Bu durumda “İslamcı patronlar örgütü” olan MÜSİAD neden yasaya onay veriyor sorusu sorulabilir. Bunun için de MÜSİAD üyelerinin faaliyet yürüttüğü sektörlere bakmak gerekli. MÜSİAD üyelerinin çoğu tekstil, inşaat gibi “nitelikli ve donanımlı” iş gücüne ihtiyaç duymayan sektörlerden, sermayedarlardan oluşuyor. Yasa teklifinde planlanan mesleki eğitim MÜSİAD açısından işlevsiz değil. İleri teknoloji yerine kol emeğinin öne çıktığı sektörlerde örgütlü olan MÜSİAD için “temel teknoloji becerisinden yoksun işçiler” sorun değildi. Bu nedenle MÜSİAD açısından teklifte bir sorun yok. Bu ihtiyaçlar 4+4+4 teklifinde sermaye örgütlerinin sınıfsal çıkarlarına uygun tavır aldığını gösteriyor. İki sermaye örgütünün farklı tavırları ise sınıf içi çatışmanın bir yansımasından ibaret. Erdoğan’ın TÜSİAD’a çattığı açıklamasında “elitlerin değil halkın istediği olacak” açıklaması da gündeme getirilen tasarıyı hem İslamcı hem yoksul kitlelere benimsetmesinde elini kolaylaştıracak bir eksen yaratmasını sağlamış oldu. *Emek normu belirli bir işin yerine getirilmesi için zaman saptanması (zaman normu) ya da belirli bir zaman birimi içinde üretilecek parça sayısının saptanmasıdır.
13
TARİH 08 Mart 2012 / 21 Mart 2012
Halk›n Sesi
D Ü Z E N ‹ N
H A R C I
O L A R A K
‹ S L A M C I L I K
Fikirleri hep iktidarda Tevhid-i Tedrisat’la hayat bulan imam hatip okullarının gelişimi yıllar boyunca devam etti. Partilerin seçim vaatlerinde, hükümetlerin programlarında yer ÖZEN TAÇYILDIZ
A
KP’nin eğitim sistemini kesintili ve kademeli hale getiren 4+4+4 tasarısıyla beraber imam hatip liseleri tartışmaları yeniden başladı. Bilindiği gibi “imam hatip liselerinin önünün açılması” ülke gündemimize sıklıkla düşen konulardan biri ve her defasında “laiklik”, “irtica”, “İslamcı hareketin gizli ajandası” kavramları çerçevesinde tartışılıyor. Ancak sadece İslamcı kesimin beslediği, büyüttüğü bir mesele değil bu. Öyle olsa, imam hatiplerin, Kuran kurslarının önünü açan CHP’yi, TSK’yı, İslam’a yaslanarak birikimini yapan sermayeyi ne yapacağız? İmam hatip liselerini din-devlet işbirliğinden nasıl ayrı tutacağız?
Tarih boyunca birbirini kullanm›fl din ve devlet, Semih Balc›o¤lu ve Metin Gökçe’nin çizgileriyle. Semih Balc›o¤lu, Akbaba, 11.03.1959 Metin Gökçe, Tan, 30.03.1956 Karikatürler: Karikatürkiye – Karikatürlerle Cumhuriyet Tarihi 1923-2008 – NTV Yay›nlar›
D‹N-DEVLET ELELE Din ve devlet, tarih boyunca birbirleriyle bütünleşmiş bir örgütlenme görünümündedir; Mısır firavunlarının tanrı, Antik Yunan ve Roma’da kralların din başkanı olarak kabul edilmeleri bunun görünürdeki en bilinen örnekleri. Kimi dönemlerde din, toplumun başat örgütlenmesi olarak devleti kuşatan bir kurum da olmuştur. Dolayısıyla bu iki alanın ülkemizde de birbirini beslediğini, birbirinden beslendiğini hatırda tutarak dini eğitim ve özelde imam hatip
Kaynakça: İrfan Bozan - Devlet ile Toplum Arasında Bir Okul: İmam Hatip Liseleri Bir Kurum: Diyanet İşleri Başkanlığı – TESEV Yayınları Ruşen Çakır - İrfan Bozan - Balkan Talu - İmam Hatip Liseleri: Efsaneler ve Gerçekler – TESEV Yayınları Neşe Erdilek – Hükümetler ve Programları Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi – İletişim Yayınları Halkın Devrimci Yolu dergileri Milliyet gazetesi arşivi
buldu; 12 Eylül’le mezunlarına üniversite yolu açıldı. İktidar ve ordu desteğinde büyürken bir parçası olduğu İslamcılık da onları besledi
okulları meselesini düşünmek gerek. KAP‹TAL‹ZMLE YÜKSELEN ‹SLAMCILIK Cumhuriyetin kuruluşunun ardından bastırılan İslamcılığın rolü, 50’lerden itibaren kapitalizmin yeni egemenlik tipinin kuruluşuyla birlikte artmaya başladı. DP iktidarıyla başlayan, 80’e kadar süren, İslamcı gericiliğin yeni sömürgeciliğe uyarlanarak sıçrama yaptığı ve bunu yaparken elbette iktidarı da güçlendirdiği yıllar oldu. İslamcılık, dünya ölçeğinde “komünizme karşı yeşil kuşak” projesinin bir parçası olarak kullanılırken ülke içinde de komünizmle mücadelenin etkin öğesi olarak öne çıktı. Sol hareketin ve toplumsal muhalefetin yükseldiği yıllarda gericiliği ve ABD işbirlikçiliği ile devrimci hareketlerin önünü kesmeye çalıştı, Kanlı Pazar gibi katliamlara imza attı. ORDUDAN TAM DESTEK Ordu açısından da durum farklı değildi. Örneğin, Milli Nizam Partisi’nin (MNP) kurulduğu yıllarda komünizm askerlerin tehdit algısında önde olduğu için tarikatlara destek veriliyordu. Bu kaygıyla 12 Mart’ta MNP’nin kapatılmasını ordu içinde tereddütle karşılayanlar olmuştu. MNP’nin kapatılması kampanyasına MGK Genel Kurulu
Genel Sekreteri Rafet Ülgenalp karşı çıkmıştı. Nuri Emre (MİT Mensubu), Ülgenalp’in sol anarşinin hız kazandığı, bunu önlemek için dini eğitime ağırlık verilmesi gerektiği görüşünde olduğunu belirtiyor. Hatta o sıralarda toplanan Maarif Şurası’na hitabeti kuvvetli bir konuşmacıyı göndererek, Şura’da bu konuda menfi bir karar çıkmasını önlemek istemişti.” MNP kapatılınca İsviçre’ye giden Erbakan’ı, 12 Mart paşalarından Muhsin Batur ile Turgut Sunalp’ın Zürih’te ziyaret ederek, Türkiye’ye dönüp parti kurması için ikna ettiği de iddia edilir. 12 Eylül’le birlikte cuntanın hizmetine giren İslamcılık, 80 sonrasının Türk-İslam senteziyle Türkçüleşti, ırkçılaştı. 28 Şubat’tan sonra AKP’nin önü açılınca da neoliberal yeni sömürgecilikle birlikte en ciddi sıçramasını kaydetti. “Neoliberal dönüşümle birlikte Türkiye kapitalizmi, İslamcı gericilikte aradığı zinde özneye ve İslamcı gericilik ise aradığı sıçrama olanağına kavuştu.” (Halkın Devrimci Yolu/Nisan-Haziran 2009) Özetle, Cumhuriyet tarihi boyunca İslamcılık siyasal iktidarlara tutunarak gelişirken iktidarlar da sıkıştıkça ona sarıldı, onunla toplumsal tabanını genişletti, meşruluğunu sağlamlaştırdı. İmam hatip liseleri de bu ilişkiyle birlikte bugüne geldi.
İHL’nin seyir defteri C
umhuriyetle birlikte 3 Mart 1924’te kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile ülke genelinde tüm eğitim öğretim kurumları Maarif Vekaleti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı) bağlanırken medreseler de kapandı. Ancak, yasanın 4. maddesi din görevlisi yetiştirilmesi için okullar açılmasını öngörüyordu. Böylece aynı yıl 29 merkezde, 2258 öğrenci ile dört yıllık ortaokul seviyesinde imam hatip mektepleri açıldı. Mekteplerin yalnız orta kısmının olması, mezunlarına istihdam alanlarının bulunmaması, yeni rejimin getirdiği laiklik anlayışı ve uygulaması gibi nedenlerle 19281929 yılına gelindiğinde 2 okulda 100 öğrenci kaldı. Mektepler 1930’da öğrenci azlığı gerekçe gösterilerek kapatıldı. 1948’e dek de din eğitimi Diyanet bünyesindeki Kuran kursları tarafından verildi. Eğitim Bakanlığı bünyesinde din görevlisi yetiştirmeye yönelik orta ve lise okulları seviyesinde herhangi bir okul açılmadı. CHP’N‹N D‹N‹ AÇILIMI: ‹MAM HAT‹P KURSLARI 1946’da çok partili hayata geçildikten sonra din eğitimi CHP içinde daha çok tartışılır oldu. “Dini açılım” vaatlerinin de etkisiyle kuruluşunun hemen ertesindeki seçimlerde DP’nin 54 milletvekili çıkarması ve “komünizm” tehlikesi etkiliydi elbette. Konuyla ilgili meclis görüşmelerinde hükümet üyelerinin birçoğu din eğitimi için lehte görüş bildirirken Bursa Milletvekili Muhittin Baha Pars ve İstanbul Milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver “Komünizm tehlikesine karşı manevi direnci sağlamak üzere” okullara din eğitimi konulmasını istediler. Başbakan Recep Peker ise, “komünizm denen bir içtimai zehirden bünyeyi korumak için onun
Burjuvazinin, ç›karlar› gere¤i dinsel gericilikle yapt›¤› iflbirli¤ine her dönem rastlamak mümkün. 21.01.1965 tarihli Milliyet, ‹lim Yayma Cemiyeti ad›na imam hatip okulunda iftar veren Vehbi Koç’u, “Tan›nm›fl ifl adam›, Valinin de bulundu¤u yemekte ‘Münevver din adam›na ihtiyaç var’ dedi” spotuyla veriyordu.
yanında yavaş yavaş genişleyecek bir şeriat hayatının ikamesi ihtimalini bir tedbir diye düşünmek başka bir zehirle tedavi edileceğini zannetmekten ibarettir” yanıtını verdi. Ertesi yıl toplanan parti kurultayında partinin din eğitimine önem verdiğini belirten bir maddenin parti programına konulması, din derslerinin velilerin yazılı müracaatıyla ilk ve ortaokul müfredatına dahil edilmesi, imam hatip okullarının yeniden açılması gibi çeşitli kararlar alındı. Alınan kararların hayata geçmesi fazla gecikmedi. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı açılan kurslarda din hizmetlerini görecek eleman yetiştirmek üzere 10 ilde 10 ay süreli imam hatip kursları açıldı. Kurs süresi daha sonra 2 yıla çıkarıldı. DP’N‹N SEÇ‹M VAAD‹ OKULLAR 1950 seçimlerinde iktidara gelen DP seçim öncesinde vaat ettiği gibi iktidarının ilk yılında yedi il merkezinde imam hatip okulu açtı. Bu okulların ilkokula dayalı birinci evresi dört, ikincisi devresi üç yıldı. Mezunlarının devam etmesi amacıyla da 1959’da Yüksek İslam Enstitüleri açıldı. 1960 darbesinin ardından okulların kapatılması teklif edildiyse de uygulanmadı. ‹LK PARASIZ YATILI Ö⁄RENC‹ Darbe sonrası kurulan İnönü hükümeti daha önceki CHP hükümetlerinin aksine hükümet programında din eğitimine de değindi; “… aydın din adamları yetiştirmek ve bunları layık oldukları refah seviyesine ulaştırmak için gerekli tedbirler alınacaktır.” Bu okullara ilk defa parasız yatılı öğrenci alınması da 1963-1964 öğrenim yılında, yine
İnönü hükümeti döneminde oldu. Okulların pansiyon ve burs olanakları yıllar içinde belirgin şekilde arttı. Özellikle pansiyon olanağıyla, diğer okul türleri içinde önemli bir üstünlük yakaladı. Bu sayede de yoksul aile çocukları için cazip hale geldi. DEM‹REL’DEN ÜN‹VERS‹TE ‹Ç‹N YEfi‹L IfiIK İmam hatiplilerin üniversiteye doğrudan girebilme meselesi ise, bu hakkı kazanmasalar da, ilk kez 1965’te Demirel hükümeti programında yer aldı: “İmam hatip okulları, mesleki orta ve teknik okul mezunlarına yükseköğretim imkanlarını açık tutarak kabiliyetlerini geliştirmelerini sağlayacağız” 1971’deki muhtıranın ardından imam hatip okulları iki önemli değişiklik geçirdi; orta kısımları kapandı ve 1972’de yayımlanan bir yönetmelikle okulun öğrencileri “kendi alanlarında” yüksekokula hazırlayacağı belirtildi. Böylece mezunlar kendi alanları dışında yükseköğrenime devam edemediler. ‹MAM HAT‹P OKULU’NDAN ‹MAM HAT‹P L‹SES‹’NE Ancak bu yönetmelikten 1 yıl sonra çıkarılan Milli Eğitim Temel Kanunu ile durum değişti ve imam hatip okulları öğrencileri için dönüm noktası oldu. Okullar “imam hatip lisesi” (İHL) adını aldı. Yasa maddesi komisyondan gelirken “kendi alanlarında yükseköğretime devam ederler” ifadesi Adalet Partili milletvekillerinin meclisteki değişiklik önergeleri ile yasa metninden çıkınca üniversite kapıları açık hale geldi ancak liselerin edebiyat kollarından mezun olan öğrencilerin girebileceği yüksekokullarla sınırlandı. MESELE “MESLEK L‹SES‹”! Okullar lise adını alınca kapanan orta kısımlarına çare de 1974’te kurulan CHP-MSP hükümetinden geldi. Programında “öğretimde kimsenin önünün tıkanmaması ilkesi gerçekleştirilmiş olacaktır” ibaresi bulunan hükümet döneminde orta kısım yeniden açıldı. Program vaatlerinde mesele yine “meslek lisesi meselesi” olarak anlatılıyordu tabi: “Meslek okullarının orta kısımları öncelikle açılacak, meslek okullarının ikinci dönem mezunlarının üniversite ve yüksek okul giriş imtihanlarına girebilmeleri sağlanacaktır.” Sadece bununla da kalmadılar, liselerin sayısını da arttırdılar; 10 aylık hükümet döneminde 29 yeni İHL faaliyete geçti. Koalisyon hükümetinin ardından gelen Milliyetçi Cephe (MC) hükümetleri İHL’lerin sıçrama yılları oldu. İki MC hükümeti döne-
12 Eylül döneminde aç›lan tek ‹HL Tunceli’dedir. “Tunceli’den geldiler ‘Efendim, her ilde bir, iki, üç tane var, bir tek Tunceli’de yok, bir tane de orada açal›m’ dediler. Peki dedik, bir tane Tunceli’de aç›lm›flt›r, baflka aç›lmam›flt›r.” (Kenan Evren) minde (toplamda 3 yıl 9 ay) 230 yeni İHL açıldı. Okulların lise adını aldığı dönemden 1980’e gelindiğinde öğrenci sayısı %410 artmıştı. 1973-1977 yıllarını kapsayan Üçüncü Beş yıllık Kalkınma Planı’nda “mevcut okullarda fazla kapasite yaratılmış bulunduğundan yeni İHO açılması yoluna gidilmeyecektir” denmesine karşın bu yıllarda toplam 262 yeni lise açılmıştı. Üstelik 1977’deki 5. Demirel hükümetinin programında “ülkemizde her seviyede yeteri kadar din görevlisi yetiştirilmesi için gereken tedbirler alınacaktır” deniyordu hala. ‹LK KIZ Ö⁄RENC‹ DANIfiTAY KARARIYLA Bu dönem aynı zamanda kız öğrencilerin de okula alınmaya başladığı dönem oldu. Kızını İHL’ye kayıt ettirmek isteyen bir velinin açtığı dava sonucu Danıştay’ın 1976 tarihli kararı ile İHL’ye kız öğrenciler alınmaya başlandı. 12 Eylül’e gelinirken İHL’li öğrencilerin sayısı hızla arttığı halde dini eğitim hala teşvik edilen bir meseleydi. Darbe öncesi Demirel hükümetinin programında din eğitiminde Kuran kurslarına da özel yer vermişti: “Din öğreniminin kaynağını teşkil eden Kuran Kursu öğrenimi üzerinde titizlikle durulacak, Kuran Kurslarının bina, araç, gereç ve kadro yönünden noksanlıkları giderilecektir.” 12 EYLÜL’ÜN ‹HL’S‹ TUNCEL‹’YE 12 Eylül yönetimi yeni İHL açmadı ancak meslek lisesi mezunlarının üniversitelerin her bölümüne girmesine olanak sağlayarak bu zamana dek üniversitelerin edebiyat ile ilgili bölümlerine devam edebilen İHL mezunlarına tüm bölümlere girebilme şansı sağladı. Okul
sayısında rakamsal olarak önemli bir artış olmasa da öğrenci sayısı 10 yılda %45 arttı. Bu arada 1980-85 arası hiç yeni İHL açılmazken 1985’te Tunceli’de İHL açıldığını, gerekçe olarak da “bölge halkının etnik yapısı, anarşi ve terörün bölgede yoğunluğu” olarak gösterildiğini belirtmek gerek. Darbe iktidarının hem bu okullara hem de bölge halkına bakışını gösteren bu tavır fazla yoruma gerek bırakmıyor. Yine de bugünün “dindar nesil” yetiştirme isteğinin o dönem “anarşi ve terörden uzak nesil” yetiştirme olarak kodlandığını söyleyelim. Kentte bu yönde bir talep olmadığı, devlet eliyle yaratılmaya çalışıldığı için okul bir süre sonra kapandı. Bu dönemde ayrıca yeni okul açmak yerine var olan imam hatip okulları genişletildi, şubeler şeklinde yaygınlaştırıldı, daha nitelikli hale getirildi. Örneğin 1985’te yabancı dil eğitimi olan ilk Anadolu İHL açıldı. Tevhid-i Tedrisatla başlayan “din görevlisi yetiştirilmesi için okullar açılması” uygulamasının yıllar içinde geldiği nokta, “din görevlisi ihtiyacı”nın çok çok üstüne çıkan okullar ve bu okullarda öğrenim gören öğrenci sayısı oldu. Bilindiği gibi 1997’de 8 yıllık kesintisiz eğitim ile okulların orta kısmı kapanması ile de öğrenci sayısı düştü. Şimdi en büyük sıçramasını da AKP iktidarı ile ilkokul seviyesine inerek yapmak üzere. Değişmeyen şey ise; gelmiş geçmiş tüm iktidarların ve laikliğin bekçisi (!) TSK’nın, İHL’leri ve aslında bir bütün olarak dini kullanmayı, ona yaslanmayı, bunu yaparken beslendiği düzeni de besleyip büyütmeyi ihmal etmemiş olmaları.
14
YAŞAM 8 Mart 2012 / 21 Mart 2012
Halk›n Sesi
Hala jet gibi maşallah
Piyasa İslamının sarayları UMAR KARATEPE
“gözümde neon ışıklarla süslü, parıl parıl parlayan, koca bir ‘islamic hotel’ tabelası canlandı. marx'a anlamadan dinlemeden çok mu küfrettik ne, acısı çıkıyor şimdi.” (‘Dindar gençliğin’ internetteki buluşma noktası olan İHL sözlüğün bir yazarının İslami otellere dair yorumundan) Bu memlekette “Fadıl Akgündüz’ü nasıl bilirsiniz?” diye sorsak “iyi biliriz” diyenlerin sayısının oldukça az olduğunu düşünenlerdenseniz çok yanılıyorsunuz. Jetpa Holding üzerinden mağdur ettiği milyonlar nedeniyle ismi “Jet Fadıl” olarak kalan Akgündüz yeni projeleriyle sahneye çıkabiliyorsa, hala onu “iyi bilenler” var demektir. Jet Fadıl’ın yeni projesi İstanbul Bayrampaşa’da yaptırdığı “7 yıldızlı” Caprice Gold isimli saray otel. Reklamlarından kaçabilmek imkansız. Kentin panoları, televizyonlar, radyolar sizi her gün, her saat, her dakika Caprice Gold’dan oda satın almaya çağırıyor. Jet Fadıl, Osmanlı müziğiyle huzur, İstanbul’un fethi anımsatmasıyla gaz veren reklam filimiyle şu ana kadar 500 kişiyi avladı bile. Fatih Sultan Mehmet’in fetihten önce otağını kurduğu iddia edilen Bayrampaşa’da, fetih için inşa edilen Rumeli Hisarı’nın mimarisini örnek alan otelin inşaatı sürüyor. İlk defa henüz tamamlanmayan bir otelin odaları devremülk usulü satılırken, bugünlerde bir oda alana bir oda bedava. Riski ve macerayı sevenlerdenseniz hiç kaçırılmayacak bir teklif!... Peki Caprice Gold otel size ne vaat ediyor. Erkekler ve kadınlar için ayrı havuzlar, eğlence yerleri ve hatta lobiler, otelin hiçbir tesisinde içki satılmaması, saray bünyesindeki camilerde namaz kılma olanağı… Bunlar “alternatif tatil” ya da “İslami otel” olarak adlandırılan ve son 10 yılda sayıları 50’yi geçen tesislerin ortak vaatleri. İslami otellerin tamamında öne çıkan başka unsurlar da var: Otellerin lokantalarında yer alan israfla ilgili hadis ve ayetler, lobilerinde klasik müziğin yerini alan Osmanlı musikisi, altın renginin ağır basması bunlardan ilk akla gelenleri. Caprice Gold’u farklı kılan ise lüks ve ihtişamı abartılı biçimde ortaya koyması. Kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı 12 havuz, odalarda abdesthane, “Mega Center Caprice Gold Camii” adındaki 4 bin kişilik camii ismiyle ve cisimiyle bu abartının ilk dikkat çeken örnekleri arasında sıralanabilir. Bunu yapmak da Akgündüz’e
Jet Fadıl yeni çılgın projesi Capirice Gold Otel ile yeniden gündemde. O, piyasa İslamının bir arızası değil, en çıplak, en açık sureti ve belki de bu nedenle ‘günah keçisi’
yakışırdı. Zira Akgündüz, İslami turizmin öncüsü konumunda. 1989 yılında Aydın Didim’de kurduğu Caprice Termal Otel bu sektörün simgesi oldu. Haremlik-selamlık plajı oldukça önemli bir tartışma konusu oldu. Özellikle kadınların plajının büyük brandalarla tecrit edilmesi, aksine erkeklerin plajının halkın kullandığı plajla yan yana olması dikkat çekiciydi. İslamcı sermayenin ve İslamcı erkeğin yarattığı kamu, sanki sadece kadınların tecridi için vardı. Erkekler ise bildiğimiz “kamu”nun dibinde, kadınların da olduğu bir plajın yanında, “namahrem” meselesini fazlaca takmadan güneşlenmeye devam ediyordu. En fazla diğer plajdan yürüyerek gelen kadınlar güvenlik görevlileri tarafından “nazikçe” olmayan yöntemlerle uzaklaştırılıyorlardı. Bunun da gerekçesi “bu plaj otele ait” iddiasıydı. P‹YASA ‹SLAMININ P‹YASACILARI Özellikle de AKP iktidarıyla bu tip otellerin sayısının hızla arttığı görülüyor. Bu tesislere giderek artan talep ise AKP iktidarının omurgasını oluşturan kendini ahlaki alanda muhafazakâr, ekonomide liberal diye tanımlayan “girişimci sınıf”lardan geliyor. İslami değerleri öne çıkaran bu egemen sınıfın talepleri, ‘Piyasa İslamı’ terimini ortaya atan İsviçreli araştırmacı ve sosyolog Patrick Haenni’nin bir çok saptamasını doğruluyor. İslam’ın neoliberalleşmesini mercek altına alan Haenni, kapitalizm-İslam ilişkisinin 21. yüzyılda aldığı biçimin İslam’da önemli dönüşümlere yol açtığını savunu-
Ustalardan Karl Marx’ın, muhafazakar bir Prusya gazetesi olan “Rheinischer Beobachter”da çıkan ve bir tür Hıristiyan sosyalizminin mümkün olduğunu iddia eden bir makaleye karşı yanıtından bir bölümü yayımlıyoruz
yor. Ona göre yeni dindarlaşma süreci, Amerikalılar’ın pop kültürüne, tüketim standartlarına, kapitalist değerlere ve yaşam tarzına yakınsamayı beraberinde getiriyor. ‘Piyasa İslamı’nın en açık örneği olarak ise Müslüman Kardeşleri ve özellikle de Türkiye’yi gösteren Haenni, sadece yükselen İslami burjuvazinin yaşam tarzından örnekler vermiyor. Müslüman olmanın yeni kriterlerinin “performans, başarı ve rekabet” gibi kapitalizme özgü kriterler üzerinden yeniden tanımlandığına dikkat çekiyor ve “yeni bir ekonomik refah teolojisinin (din biliminin)” ortaya çıktığının altını çiziyor. Ve bu teolojide zenginlik kutsallaştırılırken, zenginin şatafatlı yaşam biçimleri tartışılmaz kılınıyor. KAP‹TAL‹ST TÜKET‹MC‹L‹⁄E SARAY KÜLTÜRÜ ÖRTÜSÜ Yükselen dindar egemen sınıf, şatafatlı tüketim kültürü ile kapitalizm ilişkisinin üzerini örtmek için Osmanlı’ya ve “saray kültürü”ne atıfta bulunuyor. “Ecdadımız da böyle yaşardı ve yapardı” vurgusuyla geleneğe sarılarak, hem kapitalistleşmenin sonucu değişen yaşam tarzlarını hem de her türlü icraatlarını meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Caprice Gold Otel’in reklamlarında da bu projenin ‘3 kıtaya hükmeden Osmanlı İmparatorluğu’nun güçlü tarihini temsil ettiği’ iddia ediliyor. Reklamlarda geçen “Saray odalarında saltanatınızın keyfini sürün” çağrısı, İslamcı kitleler için “lüks odalarında zenginliğinizin keyfini sürün” demekten daha meşru geliyor. Klasik beş yıldızlı otellerin kral dairelerinin ismi
Caprice Gold Otel’de “zevkü sefa sultan suitleri” olunca burjuva yaşam tarzları kutsallaştırılıveriyor. “Lüks ve konfordan vazgeçemeyenler için özel süitlerden oluşan seçenekleri ile sultanlara yaraşır bir konaklama” vaat eden Caprice Gold, lüks odalarının isminden birinin adını, İstanbul’un fethinde Bizans surlarına Osmanlı sancağını ilk diken kişi olduğu söylenen “Ulubatlı Hasan” koymuş. Ulubatlı Hasan Köşkü “Rumeli Hisarı Burçlarından Caprice Gold’un Zirvesine” diyerek pazarlanıyor. Dindar kesimler arasında derinleşen sınıfsal çelişkiler sadece nostaljik ögelerle bastırılamıyor. “Müslüman herşeyin en iyisine layıktır”, “Biz yaşamayalım da kafirler mi yaşasın” gibi “ümmet dışı” kesimlerle rekabeti öne çıkaran söylemler de yükselen çelişkileri yatıştırmak için kullanılıyor. İslami burjuvazi tarafından yaygınlaştırılan bu söylemler de Caprice Gold’un tanıtımında bolca kullanılıyor. Aynı tabandan yoksul milyonların gözünün içine baka baka kurulan bu ihtişamlı saray, kafirlerle rekabetin konusu haline getiriliyor. “Hayallerin ötesinde lüks ve konforla bezenen, şıklığını parıltısına borçlu Avrupa’nın en güzel süitleri”ni yapmakla övünen bu projenin reklamlarında “Avrupa’ya diz çöktüren bir imparatorluğun mirasçısı” olarak bu işe girişildiği masalı anlatılıyor. Varsa yoksa Türk-İslam, kalır mı bu işte en ufak haram! Ancak mızrak çuvala sığmıyor ve İslami kesimdeki sınıfsal farklılaşma kimi zaman kendi yayınlarında dahi gündem oluyor. Haksöz Dergisi’nden Bülent Şahin
Erdeğer yükselen İslami egemen sınıfları şu sözlerle tanımlıyor: “(…)bu sınıf elbette gecekondulardaki yaşam mücadelelerini, sömürgeciliği, Amerikan emperyalizminin saldırganlığını, Filistin’i değil Caprice Otel’de geçirecekleri yaz tatilini, liderlerinin taktığı kravatın markasını gündemlerine alacaklardı.”* ANNE BAK, SULTAN ÇIPLAK Toygar Sinan Baykan, Birikim dergisindeki yazısında Caprice Gold’un Türkiye’de muhafazakarlığın, mazlumluktan ürettiği enerjiyi, kısmen de olsa tükettiğini haber verdiğini savunuyor. Baykan’a göre muhafazakarlık artık mazlum ve mağdur kitlelerle olan özdeşliğini kolaylıkla bir kenara atabilmektedir. Ancak bu durumun kolaylıkla bir çatlak yaratacağı da beklenmemelidir. Zira zenginleşmenin, “kafir” cepheye karşı “hep birlikte” güçlenmenin en önemli yolu olduğu dindar yoksul kesimlerin bilincine kazınmıştır. Hem inançlı zenginler zenginleştikçe, yoksullara daha fazla merhamet gösterebilecektir. Bu noktada Caprice Gold’da açığa çıkan ve aşırılığa varmış gibi görünen “zenginliğin kutsanması” bir sapma değil, yıllardır gelişen bir eğilimin mantıki sonucudur. Bu eğilimin kökenleri arasında Özal’ın “ben zengini severim” söylemini, Erbakan’ın ve Erdoğan’ın 5 yıldızlı otellerdeki şatafatlı düğünlerini, bir tek kuş sütünün eksik olduğu gösterişli iftarları hatırlamak gerekmektedir. Ancak şunu da rahatlıkla söyleyebiliriz ki yeni burjuvazinin emeğin ve doğanın karşısında eskisinden hiç de farklı olmadığı ortaya çıktıkça, çıplaklaşan sınıf karakterini örtmek için “semboller”e daha fazla sığınmaktadır. Sınıfsal farklılıklar derinleştikçe, ezilenlerle dinsel-ideolojik özdeşlikler kurulması kaçınılmaz hale geliyor. Caprice Gold sarayının pazarlama stratejisi bir Fadıl çılgınlığı değil, memleketin genel istikametinin yansımasıdır. Başbakan Erdoğan’ın İslami söylemlerinde eşik atlamasının nedeni, “yeterince para ve güç kazandık, şimdi sıra ideolojik/uhrevi meselelerde” saptamasını yapması değil, kazanılan para ve gücün çıplaklaştırdığı eşitsizlikleri örtme telaşıdır. Ancak her durumda “sultan çıplak” diyenler çıkacaktır. * Yazar, yazısının devamında piyasa İslamı’nın bir diğer yansıması olan tesettür giyim firmalarını ve onun defilelerini şu sözlerle eleştiriyor: “Benim kuşağım tekbir sözünü duyduğu zaman bir davet almış olmanın heyecanı içinde bağırır, "Allahu Ekber" diye kalbini ve zihnini Allah'ın emirlerine hazır hale getirirdi. Kızım tekbir kelimesini duyduğunda ilk önce mankenleri ve defileleri hatırlayacak.”
H›ristiyanl›¤›n toplumsal ilkeleri ne vaaz eder? ıristiyanlığın toplumsal ilkeleri İlkçağ köleliğini gerekçelendirdi, Ortaçağ'ın serfliğini övdü ve gerektiğinde, kederli bir yüz ekşitmesiyle, proletarya üzerinde kurulan baskının nasıl savunulacağını da iyi bilir. Hıristiyanlığın toplumsal ilkeleri, bir yönetici ve ezilen sınıfın zorunluluğunu vaaz eder ve ikincisi için sunmak durumunda oldukları tek şey birincisinin hayırsever olmasına dair dindar dileklerdir. Hıristiyanlığın toplumsal ilkeleri, ezenlerin ezilenlere karşı aşağılık hareketlerini, ya ilk
H
günahın ve diğer günahların adil bir cezası ya da Tanrı’nın kurtarılanları sonsuz bilgeliğiyle takdir edeceği sınavlar olduğunu ilan eder. Hıristiyanlığın toplumsal ilkeleri korkaklık, kendini küçük görme, aşağılama, boyun eğme ve hüzün vaaz eder, kısacası bir güruh olarak muamele görmeye izin vermeyecek olan ayaktakımının ve proleteryanın tüm kesimlerinin cesarete, kendine güvene, gurura ve bağımsızlık duygusuna ekmekten daha çok ihtiyacı vardır. Hıristiyanlığın toplumsal prensipleri, sinsicedir, iki yüzlüdür ancak proleterya devrimcidir.
Karl Marx
Caprice Gold Otel’in temelini Cübbeli Ahmet Hoca atmış ve içerisine haram karışmamış bir yatırım olduğundan bu yatırıma destek verdiklerini belirtmişti. Otelde alkol yok diye, kadınlar tecrit edilmiş diye ve Osmanlı musikisi çalıyor diye Caprice Gold’u “içine haram karışmamış bir proje” olarak tanıtan Cübbeli, Jet Fadıl’ın bu oteli yaptığı parayı nasıl kazandığını bilmiyor değil. Aksine Cübbeli her türlü hırsızlığı, arsızlığı aklamayı meslek edinen bir kuşağın bir üyesi. Yalancı şahidin en makbulü “piyasa İslamı”nın şeyhlerinden çıkıyor. Kazancı “helal” olduğu iddia edilen Fadıl Akgündüz, İslami duyarlılıklara vurgu yapan sermaye gruplarının “hızlandırılmış birikim” telaşının simge isimlerinden. Bu öyle bir hız ki, her yol, korkunç emek sömürüsü, dolandırıcılık, yolsuzluk, doğanın yağmalanması vs. mübah sayılıyor. Fadıl bu sürecin simge isimlerinden biri ve kirli sicilini büyütmeye devam ediyor. 1990’lı yılarda yıldızı parlayan Akgündüz, “alsat” yaparak edindiği birikimi önce inşaat, sonra da otomotiv sektörüne aktarmıştı. Özellikle Avrupa’daki Türklerden 1998 ve 2000 arasında ‘yüksek kar payı’ vaadiyle toplanılan paralarla büyüdü. Jet Pa Holding batınca, parasını topladığı inşaatları da sahiplerine teslim etmemişti. Teslim ettiği inşaatlara da haciz geldi. Otomotiv sektöründe, Türkiye’nin ilk yerli otomobilini yapma iddiasıyla yola çıkan Akgündüz, “İmza” adını verdiği otomobili hiç üretemedi ancak bu projeler için toplanan paralar da geri ödenemedi. Buna rağmen millevekili seçildi ancak AKP’nin de oylarıyla dokunulmazlığı düşürülerek hapisten kurtulması engellendi. Fadıl Akgündüz, dolandırıcılık suçunu işlediği gerekçesiyle 10 Ekim 2002 tarihinde tutuklandı. Jet Pa gibi onlarca İslamcı şirket benzeri yollarla topladığı paraları iç ederken Akgündüz “günah keçisi” oldu, ancak diğerlerine hiç dokunulmadı. Hakkında 494 ile 1.235 yıl arasında hapis cezası istenilen dava zaman aşımı nedeniyle 2008’de düştü. Ancak o hiç uslanmadı. Fadıl Akgündüz yüzde 98’ine sahip olduğu Aytepe Turizm’deki hisselerini ev kadını ablası Avniye Obut ve emekli memur eniştesi İbrahim Obut’un kurduğu Mai Turizm’e devrederek turizm alanındaki varlığını korudu. Yeni şirket Caprice Gold Otel için Bayrampaşa Belediyesi’nden Forum İstanbul ile eski Bayrampaşa Cezaevi arasında kalan 26 bin metrekarelik arazi 49 yıllığına kiraladı. Fadıl son olarak, Caprice Gold saray otelinin reklamlarında, mevzuatta tanımı olmayan '7 yıldız' ifadesini kullanarak müşteriyi yanılttığı ve haksız rekabete neden olduğu için Reklam Kurulu tarafından toplam 652 bin lira cezaya çarptırıldı. Reklamlarda yer alan 'Kendisini 5 Yılda Ödeyen Dünyanın En Karlı Yatırımı', 'Caprice Gold Sarayı'nda Neler Var?', 'Tapu ve Kira Garantili Otel Odaları' gibi ifadeler nedeniyle de ceza verildi.
Retaj yönetiminden Mohammed Bin Johar, Türkiye’de 500 milyon dolarl›k ‹slami otel yat›r›m› yapmay› planl›yor.
Kıbleleri Katar Uzun süredir AKP iktidarını ve onun etekleri altında serpilen sermayenin pusulası da, finans kaynağı da Katar olarak öne çıkıyor. Fadıl Akgündüz de 7 yıldızlı otel projesinde Katar’dan feyz almış. Dubai’de bir ada üzerinde inşaa edilen Burj El Arab oteli de 7 yıldızlı bir otel. Oysa dünya konaklama sektörünün yıldızlama sisteminde bir otelin en fazla 5 yıldızı olabiliyor ve 7 yıldız diye bir tanımlama bulunmuyor. Burj El Arab, her tarafından zenginlik akacak diye trabzanlarının, muslukların, kapı kollarının bile altından yapıldığı bir otel. Fadıl’ın Caprice projesinde ise her taraf altın sarısı ve bu açıdan Dubai’deki 7 yıldızlık örneğinin “çakması”. Katarlılar bu sektörde iddialılar. 2011 yılının Kasım ayının sonlarında Katarlı yatırım grubu Retaj, Türkiye’de ”İslami modelde” oteller yapmayı planladığını açıklamıştı. Katar İslami Bank ve Katar Diyanet İşleri Bakanlığı’nın ortakları arasında bulunduğu Retaj, 500 milyon dolarlık yatırımlarla hem iç piyasayı hem de Körfez ülkelerinden gelecek turistleri hedefleyeceklerini açıklamıştı. Caprice Gold projesinde de “Anadolu kadar yurtdışındaki muhafazakâr kitlenin” de müşteri olarak hedeflendiği ifade ediliyor.
KÜLTÜR SANAT
15
8 Mart 2012 / 21 Mart 2012
Halk›n Sesi
Oscar’›n y›ld›z› ‘The Artist’ Oscar adıyla bilinen Akademi Ödülleri açıklandı. Bu yıl Michel Hazanavicius'un “Artist”i ile Martin Scorsese'nin “Hugo”su Oscar Töreni'nde beşer ödül aldı. En iyi film ve yönetmen dahil büyük ödülleri toplayan “Artist”, “Wings”den sonra bu ödüle kavuşan ilk sessiz film oldu.
Yeralt›'nda geri say›m
Kürtçe Pinokyo
Zeki Demirkubuz’un merakla beklenen son filmi ‘Yeraltı’, 13 Nisan’da vizyona giriyor. Dostoyevski’nin ‘Yeraltından Notlar’ romanının serbest bir uyarlaması olan ve Ankara’da çekilen filmde Engin Günaydın, Nergis Öztürk, Serhat Tutumluer ve Nihal Yalçın rol alıyor.
İtalyan yazar Carlo Collodi’nin 1881’de yazdığı, dünya çocuk edebiyatının klasikleşmiş başyapıtlarından Pinokyo, Kürtçeye de çevrildi. Yüzyılı aşkın süredir neredeyse dünyanın bütün dillerine çevrilen Pinokyo, Türkan Tosun’un İngilizce’den Kürtçe’ye çevirisiyle raflarında yerini aldı.
'Rembrandt ve Ça¤dafllar›' Sabancı Müzesi’nde açılan "Rembrandt ve Çağdaşları" sergisi, Avrupa resim sanatının gelişiminde önemli bir dönem olan 17. asır Hollanda resmini biraz daha yakından tanıyabilmek, kimi resimleri yakından görebilmek için önemli bir fırsat sunuyor.
Sanat sokağa indi Halkevleri, Ankara’da sanatı sokağa indirdi. Ankaralılar sadece izlemedi, sanatın öznesi de oldu
8
0. kuruluş yıldönümünü şubat ayında ülkenin dört bir yanında kutlayan Halkevleri, özgün çalışmalardan birisine Ankara’da imza attı. “Sokak Özgürleştirir” adlı sanat sergisi, 20-26 Şubat tarihleri arasında Kızılay’a ve Konur Sokak’a hayat getirdi. Halkevleri Kültür Sanat Atölyesi ve Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Üyesi Füsun Kavalcı’nın işbirliği ile düzenlenen sergide 25 sanatçı yer aldı. Sergiye sokak esnafı ve emekçileri de destek verdi. Düzenleniş biçimi ve üç boyutlu resimler gibi özgün eserleri ile Ankara’da bir ilk olan sergi, herhangi bir sermaye sponsoru, banka ya da sanat tacirinin tahakkümü altına girmeden modern bir sanat sergisinin kentin göbeğinde halkla buluşabileceğini gösterdi. Sergi kapsamında sadece sokak değil, bahçeler, binaların içleri, kafeler, barlar, hatta çatı araları sergi alanı olarak kullanıldı. Konur Sokak’ın misafirleri, sergiyi bir yandan izlerken, diğer yandan serginin öznesi haline gelebildi.
HALKIN SES‹’N‹N GÖZÜNDEN “Sokak Özgürleştirir” sergisi, bir Konur Sokak sakini olan Ankara büromuzca da izlendi. Sergiye davet, sokağın her iki girişindeki rengarenk "Sokak Özgürleştirir" pankartı ve balonlarla yapılıyor. Binaların arasında ve önünde asılı LGBTT Özgürleştirir ve Öpücük adlı çalışmalar, ilk göze çarpan eserler. Pankartlar, gerici-cinsiyetçi saldırılara karşı bir isyan bayrağı sanki. Ankara’nın olmazsa olmazı memurların sessizliğine şöyle bir gülümseyip kaldırımlardaki gölgeleri takip etmeye başlıyoruz. "Dans et", "çal" diyorlar bize, "resim çek", "koş". Sergi bizi AKP’nin duble yollarına inat yürütürken boş bir tuvale denk geliyoruz, "Bu bir terör faaliyetidir" yazıyor. Biraz ilerde zafer işareti ve yumruk yapmış heykelleri ve Anadolu Kadını'nı anlatan eserleri inceliyoruz. Sanat eserlerine "ucube" diyen AKP zihniyetine karşı özgürleşiyor heykeller. Gezimizde bir kalabalığa denk geliyoruz, merakla katılıyoruz aralarında. Kaldırım taşlarının altında gökyüzünü ve özgürlüğü bulan çocuk, üç boyutlu bir resim ile sunulmuş. Bu çalışmaları bugüne kadar sadece internette
Sanatçılar reddediyor! İ S anatçılar Girişimi, sanatçılar dahil tüm muhalif kesimlere yönelik baskılarına karşı "Reddediyoruz" isimli bir imza kampanyası başlattı. 29 Şubat günü bir bildiri yayımlayan sanatçılar, AKP’nin sanata dönük saldırılarına karşı açık muhalefet çağrısında bulundu. İstanbul Beyoğlu’ndaki Ses Tiyatrosu’nu dolduran sanatçıların bildirisini Sanatçılar Girişimi adına tiyatro sanatçısı Orhan Aydın okudu. Eğitimin gericileştirildiğine değinen Aydın, gençliğin özgürlük, emekçinin hak arayışının, polis copu ve zindan tehdidi altında olduğunu belirtti ve şunları söyledi: “Bağımsız düşünce demir parmaklıklar arkasında. Adalet, adaletsizliğin aracı olmuş. Halkın haber alma özgürlüğü gasp edilmiş, sanatçıların eserleri sansür ve otosansür tehdidi altında. Çocuklarımız ve sonraki kuşakların gelecekleri için kaygılıyız. Kaygılıyız ve reddediyoruz. Tepkimizi Türkiye ve dünya kamuoyuna duyurmayı görev sayıyoruz.” Açıklamanın ardından sanatçılar söz aldı. Avukat ve insan hakları savunucusu Eşber Yağmurdereli de sanatçılara destek verdi. Sinema Sanatçısı Menderes Samancılarla birlikte toplantıya katılan Yağmurdereli söz alarak, “Türkiye hapishanelerinde 150 bin kişinin tutulduğunu söylemek zorundayım. Bu rakam 12 Eylül'ün iki veya üç katıdır” diye konuştu.
görmüştük. Sokağın ortasında el arabaların üzerinde takım elbiseli birileri var. Ne olduğunu anlamaya çalışırken serginin broşürü yetişiyor imdadımıza. Makam araçlarında öylece oturan figürler, politikacıları ve sermayedarları temsil ediyor. TAVAN ARASINDAK‹ SOKAK Bizzat sanatçılar dağıtıyor serginin broşürünü. Biraz sohbet ettikten sonra eserlerin yaratıcılarını ve konularını inceliyo-
ruz ve bir çalışmayı görüyoruz: “Tavan Arası”. Halkevleri Genel Merkezi’nin bulunduğu binanın tavan arasına “Tek yol sokak”, “Tek yol devrim” yazılı resimlerin arasında çıkıyoruz. Büyük merak içerisindeyiz. Sudaki Suretler adlı belgesele imza atan Erkal Tülek, bu kez bir video çalışması hazırlamış. Açıkçası darmadağınık bir tavan arasının bile sanat ile nasıl buluşabileceğini göstermesi anlamında çok değerli.
Zar zor çıktığımız gibi iniyoruz tavan arasından. Yeniden sokağa dönüyoruz. Sokakla buluşan sanatın özgürleştirici gücünü keyifle içimize çekiyoruz. “AKP’nin neden saldırdığını anlamak zor değil” diye düşünerek büromuza giderken birkaç saat önce boş olan tuvali görüyoruz. Ufak bir tebessüm oluşuyor yüzümüzde. Çünkü eşkıyalar “Bu bir terör faaliyetidir” yazan tuvalde boş yer bırakmamış…
Şehir Tiyatroları’na Rosenberg Adaleti
stanbul Şehir Tiyatroları’nda (İŞT) sahnelenen “Rosenbergler Ölmemeli” oyunu 25 Şubat günü kaldırıldı. İŞT, ONK Ajans’la Fransız yazar Alain Decaux (Döko) arasında yapılan anlaşmaya göre, yazarın oyunun sahnelenmesini istemediği gerekçesiyle oyunu kaldırdıklarını açıkladı. Oysa ONK Ajans, Fransız tarihçi yazar Döko ile Şehir Tiyatroları’nın belirttiği gibi bir anlaşma yapılmadığını duyurdu. Oyun kaldırılmadan önce Hürriyet’ten Hadi Uluengin ve Sabah’tan Engin Ardıç oyunu karalarken Zaman’dan İskender Pala da başka bir oyunu göstererek Şehir Tiyatroları’nı hedefine aldı. Pala, “Müstehcen Sırlar” adlı oyunun cinsel içerikli olduğunu ifade ederek Şehir Tiyatroları’ndaki oyunların yüzde 80’inin cinsel içerikli olduğunu söyledi. Pala’ya yanıt Şehir Tiyatroları’ndan geldi: “Oyunların en azından isim–yazar ve konularına göz atan akıl ve izan sahibi hiç kimse İstanbul Şehir Tiyatroları oyunlarında yüzde 80 cinsel sululuk ve müstehcenlik var çıkarsama-
fiehir tiyatrolar› gerici sald›r›lar›n hedefinde. Mc Carty dönemi “komünist av›n›n” kurbanlar›n-dan Rosenbergler’i anlatan oyun kad›r›ld›
sında bulunmaz.” Ömrünü sol düşmanlığına adayan liberal kalemlerden Ardıç ve Uluergin’in oyunu karalaması ilginç değil. ABD’deki Komünist Parti üyesi Rosenbergler, Mc Carty dönemi “komünist avının” kurban-
larından. SSCB casusu olduğu iddia edilen Rosenbergler, haklarında hiçbir delil bulunmamasına rağmen 1953’te idam edilmişti. ALKAYA T‹YATROSU Oyunun yönetmeni Orhan Ak-
laya da oyunun kaldırılmasına ve oyunla ilgili çıkan yazılara tepki gösterdi. Alkaya, 2008’de Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun yıkılmasına karşı “Dozerin önünde buluşmak üzere. Artık söz bitti, eylem” açıklaması yapmıştı. Daha sonra Kadir Topbaş tarafından İstanbul Şehir Tiyatroları’nın başına geçirildi. İŞT’nin Ocak 2008 – Mayıs 2009 tarihleri arasında genel sanat yönetmenliğini yapan Alkaya bu göreve geldikten sonra fikir değiştirerek yıkılmı destekleyen açıklamalar yaptı. ZAMANIN KOLTUK YALANI Şehir Tiyatroları’yla ilgili tartışmalar sürerken Zaman gazetesi 20 Şubat’ta “Şehir Tiyatroları’nda koltuk sayısı artıyor, seyirci azalıyor” haberleri yapmaya başladı. Zaman’ın, tiyatroların doluluklarıyla ilgili verdiği istatistik bilgisi de Şehir Tiyatroları tarafından yalanlandı. Tiyatrocular, Zaman’ın karalama haberlerine tepki gösterdi ve 23 Şubat günü Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu önünde Zaman’ı protesto etti.
Dinsiz Türkler alçak Bizans ESEN ÖZDEM‹R
Recep ‹vedik serisinin yap›mc›s› Fatih Aksoy’un 2009’dan beri ç›kmas› beklenen filmi “Fetih 1453”, 16 fiubat’ta Tayyip Erdo¤an’a yap›lan ilk gösterimle birlikte sinemalardaki yerini ald›. Asl›nda film daha gösterime girmeden fragman› ve hakk›nda yap›lan “bizim de efektimiz var” minvalindeki haberlerle gündeme girmeyi baflarm›flt›. Yap›mc› flirket filmi “17 milyon dolar harcad›k”, “Türkiye böyle efekt görmedi” diye pazarlanmaya çal›flt›. Halihaz›rda hastal›kl› bir milliyetçilik anlay›fl›na sahip olan bir ülkede hem “tarihin en büyük fethi” hem de “biz de efekt yapt›k” söylemi birleflince filmin “baflar›s›z olmas› da imkâns›z hale geldi.” Nitekim film gösterime girdikten 17 gün sonra tüm zamanlar›n gifle rekorunu k›rd›. Pazarlama faaliyetini baflar›yla sonuçland›ran yap›mc› flirketin filmi diziye dönüfltürmek için çal›flmalara bafllad›¤› haberi de geldi. Faruk Aksoy’un yönetmenli¤indeki filmde II. Mehmet’in Devrim Evin, Ulubatl› Hasan karakterini ‹brahim Çelikkol ve Era karakterini Dilek Serbest canland›r›yor. Filmin senaristi Atilla Engin. Müzikleri ise V for Vandetta filminin de müziklerini yapan Benjamin Wallfish üstlenmifl. Filmin milliyetçi-‹slamc› damardan girece¤i ve bu bak›mdan bizim be¤enimizi kazanamayaca¤› zaten malumdu. Ancak filmin senaryosunun lise tarih kitaplar›ndan farkl› olmamas› bir yana, filmde geçen diyaloglar›n Kara Murat Fatih’in Fedaisi, Battal Gazi vb. filmlerden çok daha kabaca yaz›lm›fl olmas›n› da beklemiyorduk. Filmde Bizans imparatoru Konstantin zevk düflkünü bir adam olarak tasvir edilmekten geri kalmam›fl elbette. Bizans imparatoru “Ha ha ha… Dinsiz Türkler demek bizi yeneceklerini san›yorlar!” tad›nda Bizans saray›ndaki havuzunda sefa sürerken, Fatih Sultan Mehmet surlar›n öbür taraf›nda dini motifleri bol konuflmalar yap›yor, askerler mütemadiyen tekbir getiriyor, surlar›n önünde namazlar k›l›n›yor. Fatih’in hocas› Akflemseddin’in dahil oldu¤u sahnelerde, tarihi bir olay anlat›rken giriveren metafizik ö¤eler, inand›r›c›l›ktan uzaklaflt›r›yor. Film bu yönüyle, Türk-‹slamc› fantazi dünyas›ndan inciler sunuyor. Filmde, Bizans imparatoru da tanr›ya s›¤›nsa da ‹lahi güç tabi ki Fatih’in yan›nda… Yönetmen filmi “biz öyle bir milletiz ki” safsatas›n› tavan yapt›rarak bitirme karar› alm›fl . 17 milyon dolar harcanan efektlerin (en az›ndan paras› oran›nda) tam bir hayal k›r›kl›¤› oldu¤unu söylemek gerek. “Biz yapt›k, süper yapt›k” denilen efektlerin yaklafl›k 30 kiflilik bir “yabanc›” grup taraf›ndan yap›lmas› bir yana, efektler televizyonda yay›nlanan çizgi filmlerden hallice görünüyor. K›sacas›, film “baflar›s›n›” tamamen yaratt›¤› beklentiye ve ucuz milliyetçi propagandaya borçlu. Türk-‹slamc› motiflerin bol bol ifllendi¤i film genel olarak vasat›n alt›nda kal›yor.
‘Kadınlar sinema yapıyor’ ‘K
adınlar sinema yapıyor’ sloganıyla sadece kadın sinemacıların filmlerine yer veren festival Filmmor 10 yaşında. 9-19 Mart arasında İstanbul’da, ardından Van, Hakkari ve Çanakkale’de sürecek festivalde yirmiyi aşkın ülkeden 70 film var. Festivalin 10’uncu seneye özel programında dikkat çekici yenilikler bulunuyor.
‘Elemtere Fiş Kem Gözlere Şiş’ bölümünde feminist sinema tarihinden ve Filmmor’un geçmişinden filmler bir araya getirilmiş. ‘Feminist sinemanın 100’üncü, Filmmor’un 10’uncu Yılı’ altbaşlıklı bölüm, sinema tarihinde feminist duyarlılıklarıyla öne çıkan kadın yönetmenlerin filmlerini görmek için
kaçırılmayacak bir fırsat. Amerikan yeraltı sineması efsanesi Maya Deren’in ‘Meshes of the Afternoon / Akşamüstü Kafesleri’, makaleleriyle feminist film teorisinde çığır açan Laura Mulvey’nin ‘Frida Kahlo ve Tina Modotti’si bölümün ilgi uyandıran filmleri. Festival kapsamında "Antonia'nın Yazgısı" filmiyle
1995'te Yabancı Dilde En İyi Film Oscar ödülünü alan festival konuğu Marleen Gorris ile bir söyleşi gerçekleştirilecek. Feminist sinemanın daha yeni örnekleri ise ‘Kadınların Sineması’ bölümünde. Margarethe von Trotta’nın ‘Kehanet’iyle yer aldığı bölümde, Hollanda’nın Oscar aday adayı ‘Evladım Sonny, Fina Torres’in Küba’da geçen ve hika-
yesini bildik romantik komedilerden farklı bir uslupla anlattığı ‘Havanalı Eva’ da yer alıyor. Tunus’tan kadın yönetmenlerin konuk olduğu ‘Tunus’un Yaseminleri’, Marie Mandy toplu gösterisi, cinsel kimlik meselelerini konu edinen filmlere yer veren ‘Cins-iyet-ler’ ise festivalin diğer bölümleri.
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ
8 Mart 2012 / 21 Mart 2012
16 Halk›n Sesi
AKP düzeniyle davam›z var AKP iktidarının neoliberal, gerici, faşist politikalarına karşı demokrasi ve hak mücadelelerini yükseltenler, kendilerini mahkeme salonlarında buluyor
Hukuksal alandaki saldırı muhalifleri baskılamakla sınırlı kalmıyor, AKP’nin gerici-faşist tarihini “aklama” çalışmalarına da dönüşüyor
Mart ayındaki davalar, AKP adaletine karşı demokrasi talep eden “milyonların adaleti”ni sağlamak için buluşma noktaları olacak
A
nkara Adliyesi’nde 13 Mart günü iki önemli dava görülecek. 9 Aralık’ta 22 tutuklunun tahliye olmasıyla sonuçlanan Ankara Hopa davası ile Sivas Katliamı davasının görülmesine 13 Mart’ta devam edilecek. Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Hakan Yüksel her iki davanın da iddia makamı. 31 Mayıs’ta Metin Lokumcu’nun polis tarafından öldürülmesini protesto eden 17 kişiyi “terör örgütüne yarar sağlayıcı faaliyette bulunma” suçlamasıyla, 5 kişiyi de “kamu malına zarar” ve “polise mukavemet” suçlamalarıyla tutuklatan Yüksel, 9 Aralık’taki duruşmada da 17 kişinin tutukluluğunun devamını istemişti. AKP’nin haklarına sahip çıkanları dört duvar arasında tutma politikasının görünür yüzü olan savcı Yüksel, ‘özel yetkilerini’ Sivas Katliamı davasında tam aksi yönde kullanmıştı. 2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nin yakılması ve 34 aydının ölmesiyle ilgili 7 firari
sanığın yargılandığı davada Yüksel, 6 sanık hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesini talep etmişti. Yüksel, sanıklar Şevket Erdoğan, Köksal Koçak, İhsan Çakmak, Hakan Karaca, Yılmaz Bağ ve Necmi Karaömeroğlu’nun işlediği suçu “Anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüse iştirak” olarak tanımlamış, bu suç için öngörülen 15 yıllık zamanaşımının dolmasını sağlamıştı. Savcı, sanık Cafer Erçakmak’ın ise “Anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs” suçundan yargılanmasına devamını istemişti. Erçakmak’ın hayatını kaybetmesi ile zamanaşımı talebi, Sivas Katliamı dosyasının kapanması anlamına gelecekti. Yüksel’in talebi 6 Aralık’ta görülen duruşmada kabul edilmemiş, dava 13 Mart’a ertelenmişti. KAÇAN YOK KOLLANAN VAR Sivas Katliamı davası, gericiliğin ve faşizmin tarihinin AKP
tarafından sahiplenildiği ve aklanmaya çalışıldığı davalardan sadece birisi. AKP iktidarında firari olduğu iddia edilen ve bulunamayan sanıkların kimisinin yıllarca ikametgâh adresinde yaşadığı, kimisinin evlenip çocuğunu nüfusa kaydettirdiği, kimisinin ise AKP’li belediyelerde görev aldığı ortaya çıkmıştı. Davanın bir numaralı sanığı, dönemin Refah Partisi Belediye Meclis Üyesi Cafer Erçakmak’ın Sivas’ta öldüğü iddiasının ardından AKP’li yetkililer, Erçakmak’ın Fransa’da firari olduğu açıklamasını yapmıştı. Ancak DNA testi sonuçları, mezardaki kişinin Erçakmak olduğunu kanıtlamıştı. Daha sonra Erçakmak’ın arandığı 18 yıl içerisinde 26 Mayıs 1998’e kadar SSK’den emekli aylığı aldığı, 2007’de ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ulaşım A.Ş.’nin Güngören’deki metro durağında gişe memuru olarak çalıştığı ortaya çıkmıştı.
Davanın bir başka sanığı İhsan Çakmak arandığı süre zarfında 22 Mayıs 1997’de Amasya’ya askere gitti, 27 Temmuz 1999’da Sivas’ın Altınyayla Belediyesi’nde evlendi, bir sene sonra çocuğunu nüfusa kaydettirdi. Çakmak 2000’de emniyete başvurarak ehliyetini aldı, 2005’te İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile de çalışan Avrasya Destek ve Savunma Sanayi’nde kadrolu olarak işe girdi. Bir diğer sanık Yılmaz Bağ da Sivas’ın Kangal İlçesi’nde evlendi ve 2006 yılında Sivas’ta öldü. Ancak sanıklar, bu resmi işlemlerinin hiçbirisinde var olduğu iddia edilen “yakalama kararı” ile karşılaşmadı. Asker ve polisin de herhangi bir müdahalede bulunmadığı Sivas Katliamı’nda resmi yetkililerden de hesap veren olmadı. ‘DEMOKRASİ VE ADALET İÇİN YÜRÜYORUZ’ 13 Mart’ta görülecek olan
Sivas Katliamı ve Hopa davaları için demokratik kitle örgütlerinden eylem çağrıları yapıldı. Alevi Bektaşi Federasyonu, sanıkları hakkında zamanaşımı talep edilen Sivas Katliamı davasına kitlesel katılım çağrısı yaptı. ABF Genel Yönetim Kurulu, yaptığı açıklamada “Sivas Katliamı insanlık suçudur. İnsanlık suçlarında zamanaşımına hayır” dedi ve davanın takipçisi olacaklarını açıkladı. Ankara Halkevleri ve Ankara Öğrenci Kolektifleri saat 15.00’da başlayacak Hopa davası için adliye önünde olacaklarını duyurdu. Ankara Halkevleri ayrıca Sivas Katliamı ve Hopa davaları için 10 Mart akşamı Mamak’ta Tek Mezar Parkı’ndan Tuzluçayır Meydanı’na, Dikmen’de de Mahzuni Şerif Parkı’ndan Ahmet Arif Parkı’na iki büyük yürüyüş gerçekleştireceklerini, AKP adaletini yargılarken ‘demokrasi’ ve ‘adalet’ taleplerini bir kez daha haykıracaklarını açıkladılar.
Gazi’nin yıl dönümünde sanık değil tanık mahkemede 1
995 yılında 22 kişinin öldürülmesiyle sonuçlanan Gazi Katliamı, “çetelerle hesaplaşma” iddiasını sık sık dile getiren AKP’nin ve “Çeteleri arıyorsanız Gazi’ye bakın” diyen Tayyip Erdoğan’ın gündemine girmedi. Aradan geçen 17 senede yargılanan, katliamın sorumluları değil, olayları bütün gerçekliğiyle aktaran gazeteci Ahmet Şık oldu. Aralarında Ahmet Şık’ın da bulunduğu 11’i tutuklu 13 gazeteci, Gazi Katliamı’nın yıldönümünde 11. kez İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde olacak. TETİĞİ ÇEKEN DIŞARIDA Gazi Katliamı, sadece 1990’lardaki kontrgerilla faaliyetlerinin değil, AKP adaletinin de turnusol kağıdı oldu. 12 Mart 1995’te bir otomobilden kahvehanelere ateş açılması sonucunda Halil Kaya adlı Alevi dedesi yaşamını yitirdi. Sokaklara dökülen Gazi halkına ikinci saldırı hedef gözeterek ateş açan polisten geldi. Gazi ve Ümraniye’de 4 gün süren çatışmalar, 22 kişinin yaşamını yitirmesiyle sonuçlandı. Katliam ile ilgili açılan davalarda sadece iki polis sorumlu tutuldu
ve 4 yıl hapis cezası aldı, 18 polis ise beraat etti. Gazi Katliamı dosyası, kapandığı 2000 yılından sonra AKP iktidarı tarafından tekrar açılmadı. Dönemin İçişleri Bakanı Nahit Menteşe, İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar ve İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir ölümlerin hesabını vermedi. Polise ateş emrini veren dönemin Gaziosmanpaşa Emniyet Müdürü Mehmet Han Tokuş, hakkında açılan davalardan her seferinde beraat etti. Katliamın baş sanığı “Operasyonu yöneten Mehmet Ağar, Necdet Menzir ve Hayri Kozakçıoğlu’ydu. Emri onlar verdi, yargılanan biz olduk” dedi, ancak iktidardan ses çıkmadı. Olayların ardından yapılan “Saldırıyı PKK yapmış olabilir, Dev-Sol da olabilir ya da İBDA-C”, “Ateş açanlar TİT üyeleriydi” ve benzeri açıklamalar, AKP iktidarında yerini Ergenekon’a bıraktı. Ancak Ergenekon davasından yargılanan dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı’ya Gazi Katliamı sorulmadı. Olaylarda halka ateş açarken
görüntülenen özel timci Ayhan Çarkın’ın verdiği isimlerin üzerine de gidilmedi. Olaylar sırasında kot ceket ve pantolonu ile hedef gözeterek halka ateş açarken görüntülenen, mahkeme salonunda ise “Benim için adam vurdu diyorlar. Ben adam vurmadım. Adam olana mermi atmam, olmayana atarım. Adamlar vurulmaz, adam olmayanlar vurulur” diyen davanın baş sanığı Adem Albayrak’a da AKP kısa sürede sahip çıktı. 2002’de Rize Terörle Mücadele Şubesi’ne terfi eden ve 2006’ya kadar mesleğini sürdüren Albayrak, 2007’de de AKP’li belediye başkanlarıyla bir yemekte buluştu.
Ahmek fi›k haber peflinde
FOTOĞRAFI ÇEKEN İÇERİDE Gazi Katliamı, pek çok basın-yayın organında ya sansüre uğradı ya da “terör örgütleri var” iddialarıyla maniple edilmeye çalışıldı. Ancak yaşananları tüm çıplaklığıyla halka ulaştıran gazeteciler de vardı. O dönem Cumhuriyet gazetesinde çalışan Ahmet Şık, Gazi olaylarını gün gün aktararak halkın doğru haber alma hakkına sahip çıkmıştı. Şık, Adem Albayrak’ın halka ateş açtığı anları karelemiş ve katliamın gerçek yüzünü gözler önüne sermişti. Ahmet Şık, Gazi Katliamı’ndan bir süre sonra çalışma arkadaşları ile birlikte “Olayların Perde Arkası: Gazi Mahallesi Dosyası” adlı bir yazı dizisi de hazırlamıştı. Ahmet Şık, Gazi Katliamı’ndaki “gazetecilik” faaliyetini kimi zaman Cumartesi Anneleri’nin yanında, kimi zaman yolsuzluk yapanların karşısında, kimi zaman Hayata Dönüş Katliamı’nın iç
yüzünü yazdığı sırada, kimi zamansa Gazze’de ve Irak’ta inatla sürdürdü. Şık, Fethullah Gülen Cemaati’nin derin devletin yeniden yapılanmasında aldığı rolü ve polis teşkilatı içerisindeki örgütlenmesini anlattığı İmamın Ordusu adlı kitabını bitirmek üzereyken, 3 Mart 2011 günü Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındı. “Ergenekon Terör Örgütü’nün amaç ve faaliyetleri doğrultusunda örgütsel doküman hazırlayarak örgüte yardım etmek” suçlamasıyla 6 Mart 2011’de tutuklandı. Ahmet Şık, kendisi gibi “gazetecilik” faaliyetinden ötürü tutuklanan 10 kişi ile birlikte 12 Mart günü yeniden hakim karşısında olacak. Şık, tam 17 yıl önce yaptığı “gazetecilik” faaliyetini bir kez daha savunacak. Tutuklu gazetecilerin davası, demokrasi ve adalet mücadelesinin önemli bir adımı olacak.
İhaleye fesat davası 12 Mart’ta
Çukurova Üniversitesi Balcal› T›p Fakültesi Hastanesi’nde, üniversitenin yasa d›fl› bir flekilde gerçeklefltirdi¤i tafleron ihalesini protesto eden Dev Sa¤l›k-‹fl üyeleri “ihaleye fesat kar›flt›rmaktan” yarg›lan›yor. Davan›n 2. duruflmas› 12 Mart’ta Adana Adliyesi’nde görülecek. Balcal›’da taflerona karfl› mücadele eden Dev Sa¤l›k-‹fl üyeleri, SES ve Adana Tabip Odas› ile birlikte yürüttükleri mücadeleler sonucunda üniversitenin as›l iflçileri olduklar›n› rektöre kabul ettirmifllerdi. Ancak rektör, her ay ceza ödemeyi göze alarak tafleron ihalelerini devam ettirdi. 12 A¤ustos’taki ihaleyi protesto eden iflçilere polis sald›rd› ve çok say›da iflçi yaraland›. Ard›ndan 27 Dev Sa¤l›k-‹fl üyesi hakk›nda “‹haleye fesat kar›flt›rmaktan” 27’fler y›l hapis istemiyle dava aç›ld›.
Halepçe ve Beyazıt’ı unutma!
16 Mart 1978’de faflistler taraf›ndan gerçeklefltirilen Beyaz›t Katliam›, 34’üncü y›l›nda an›lacak. ‹stanbul Üniversitesi baflta olmak üzere birçok üniversitede eylemler yap›lacak. 16 Mart ayn› zamanda Halepçe Katliam›’n›n da y›l dönümü. Binlerce Kürt’ün Saddam rejimi taraf›ndan kimyasal silahla katlediliflinin 24’üncü y›l›nda birçok kentte eylemler gerçeklefltirilecek.