A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark SAYFA
7
SAYFA
Sa¤l›kta büyük buluflma Hekim, hemflire, sa¤l›k iflçisi, hasta bir araya geldi Türkiye Büyük Sa¤l›k Hakk› Meclisi’ni kurdu
9
Soyguncular çok enerjik Son 5 y›ldaki elektrik özellefltirmlerinde halk›n paras›, devlet eliyle özel flirketlere aktar›ld›
SAYFA
13
Gericili¤in de¤iflmeyen kini Kanl› Pazar tertipçisi, 12 Eylül destekçisi, halka inanmayan bir ‘üstad’: Necip Faz›l
SAYFA
14
Gazeteciler serbest... Gazetecilere özgürlük mücadelesinin simgesi haline fi›k ve fiener tahliye edildi
22 Mart 2012 • 1.25 TL
Y›l 6 • Say› 153
Milyonlar zorbalığa meydan okuyor
AKP halk›n bayram›na zorbaca sald›r›rken, barikatlar› aflarak Newroz alanlar›n› dolduranlar karfl›s›nda çaresiz kald›
Sivas Katliam›’n› aklayan iktidar›n polisi ve sivil uzant›lar› adalet isteyenlere sald›rd›. Halk hesab› sokakta soruyor
AKP 4+4+4’ü zorbal›kla geçirmeye çal›fl›yor. Karanl›¤› teslim olmayan halk, e¤itim hakk›n› sokakta savunuyor
‘‹flaretler’ ‹zmir’de Sivas Katliam› san›klar› aklan›yor, baflbakan “Hay›rl› olsun” diyor. Marafl Katliam›’n› hat›rlatan iflaretlemeler Alevileri endifleleniyor, hükümet potansiyel katliamc›lar› cesaretlendiriyor S. 4
‹flbirlikçi ‘isyan’ Suriye isyan› bir y›l› doldurdu. ‘Muhalif’ler sürekli emperyalistlerin eteklerinde dolaflt›. ‘‹syan’›n iflbirlikçileri dostlar›n›n ç›karlar› için çal›flsa da ifller pek yolunda gitmiyor S. 5
Adalet ve demokrasi egemenlerin de¤il halk›n ihtiyac›d›r YOL YAZISI S. 3
K›z›ldere hala bahar› örgütlüyor ’70’lerde Amerikanc›, faflist askeri cuntaya karfl› bahar› örgütleyenler, bugün neoliberal gerici zorbalara karfl› bahar› örgütleyenlere rehber oluyor S. 3
Katil Hopa’daki ifadesini tekrar etti İstanbul Valiliği’nin engellemeye çalıştığı 18 Mart’taki Newroz kutlamalarında polisin attığı gaz bombası başına isabet eden BDP İl yöneticisi Hacı Zengin hayatını kaybetti. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu Zengin’in hayatını kaybetmesini astım hastası olmasına bağladı. Hatta Vali Mutlu, Zengin’in evinde öldüğünü iddia etti. Zengin’in ölümü ve sonrasında yapılan
Samut Karabulut / Sayfa 4
Sema Trifi / Sayfa 6
Sivas davas›...
Bütün veliler birleflin
Sald›r›y› sokak durdurur AKP’nin 4+4+4 düzenlemesine karfl› e¤itim emekçileri, greve haz›rlan›yor. E¤itim Sen üyeleri tasar›ya karfl› yapt›klar› eylemlerde yasakl› meydanlara girdi, baz› illerde polis barikat›n› aflt› S. 6
açıklamalar Hopa’da polis gazıyla öldürülen Metin Lokumcu’yu hatırlattı. ‘Hopa olayları’nda polisin sıktığı gaz nedeniyle ölen Metin Lokumcu’nun ölümü için de aynı gerekçe gösterilmişti. TTB, Lokumcu’nun ölümünün gaza maruz kalmasıyla ilişkili olduğunu açıklamış, Adli Tıp ve AKP’liler Lokumcu’nun astım yüzünden öldüğünü iddia etmişti.
Tufan Sertlek / Sayfa 9
Kahrolsun merhamet
En çok ölüm ifl kazalar›ndan Esenyurt’ta bir AVM inflaat›n›n flantiyesinde 11 iflçinin yanarak ölmesi, ifl kazalar›n›n›n yan› s›ra inflaat iflçilerinin çal›flma koflullar›n› da tart›flmaya açt›. S. 12
Duramam ben evde Bu sözler 8 Mart’ta, kad›n cinayetlerine, kad›na yönelik fliddete, güvencesizlefltirmeye, bask›lara, tutuklamalara va savafla karfl› alanlara ç›kan kad›nlar›n dilindeydi S. 10
Gülflah Öztürk / Sayfa 10
fiahin kaç, kaç, kaç...
Özgürlü¤e flark› karanl›¤a meydan okuyoruz Dilovas› burada... Halkevleri 80. y›l›n› ‹stanbul’da dev bir flenlikle kutluyor. Kuflaklar flark›lar›n› özgürlük ve demokrasi için söylüyor. Halkevciler büyük kat›l›m bekledikleri flenli¤in, sanat› terörizm sayan AKP’ye karfl› bir meydan okuma oldu¤unu söylüyor. 8 Nisan’da AKP’ye meydan okuyanlar bulufluyor S. 2
‘Dilovas› burada, çevre hakk› nerede?’ forumuna kat›lan Prof.Dr. Onur Hamzao¤lu, Cem Terzi, Beyza Üstün, Yrd. Doç. Dr. Özgür Müftüo¤lu ve gazeteci Banu Güven ile görüfltük S. 11
Tekinsizim size göre Sivas’ta yitirdi¤imiz ayd›nlar geride, zihnimize yerleflen dizeler ve ezgiler; mücadeleye güç veren eserler b›rakt›lar S. 15
2
HALKEVLERİ 80 YAŞINDA 22 Mart 2012 / 4 Nisan 2012
Halk›n Sesi
On binler özgürlüğe şarkı karanlığa meydan okuyor Halkevleri 80. y›l›n› ‹stanbul’da dev bir flenlikle kutluyor. Kuflaklar flark›lar›n› özgürlük ve demokrasi için söylüyor
Halkevciler büyük kat›l›m beklenen flenli¤in, fliiri flark›y› terörizm sayan AKP’ye karfl› bir meydan okuma oldu¤unu söylüyor. 8 Nisan’da AKP’ye meydan okuyanlar bulufluyor olarak sürdürdüğü yıkım politikalarına direnci ortadan kaldırmaya çalıştığı bir ortamda bir cüret, bir meydan okuma sergilenmesi gerektiğini belirten Ozan, “Baskılar karşısında sinmeyi de tercih edebiliriz cüretkar olmayı da. Biz cüretkar olmaktan yanayız” diyor.
H
alkevleri, 80. yılını dev bir şenlikle kutluyor. “Özgürlük ve Demokrasi için Kuşaklar Söylüyor, İstanbul Buluşuyor” sloganıyla 8 Nisan Pazar günü Türkiye’nin en büyük kapalı salonu olan Sinan Erdem Spor Salonu’nda gerçekleşecek olan buluşmada, farklı kuşaklardan 14 grup ve sanatçı sahne alacak. Şairler ve oyuncular şiirlerini paylaşacak. Bu büyük buluşmada farklı kuşaklardan emek, özgürlük, demokrasi ve insanca yaşam mücadelesini yürütmüş Halkevcilerin yanı sıra 1932’den bu yana Halkevleri’nde yetişmiş, ülkenin kültür ve sanat yaşamına damgasını vurmuş aydın ve sanatçılar da yer alacak. “ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRAS‹ ‹Ç‹N BULUfiUYORUZ” Eğitimden, sağlığa, barınmadan suya hakları için, insanca bir yaşam için mücadele edenlerin, doğanın ve kentlerin talan edilmesine dur diyenlerin, alternatif eğitimi ve sanatsal üretimi yoksul mahallelerde büyütenlerin, Van Çocuk Evi gibi çalışmalarla halklar arasında ilerici dayanışma deneyimlerini yaratanların örgütü Halkevleri, 80. yıl şenliğini “Özgürlük ve Demokrasi için” büyük bir buluşmaya dönüştürüyor. Şiir yazmanın “terörist faaliyet”ten sayılmadığı, hakları için mücadele edenlerin, muhalif olanın baskı altına alınmadığı, basının, bilimin, üniversitenin, kadınların ve sokağın özgür
olduğu bir ülke için Halkevleri şenliğinde onbinler “Özgürlüğe şarkı, karanlığa meydan okuyor.” 1932’deki açılışı ile başlayan tarihi boyunca iki kez kapatılan, sayısız saldırılara uğrayan, yönetici ve üyeleri yargılanan, varlıklarına el konulan; ama her defasında bu topraklarda halkın ellerinde yeniden doğan Halkevleri 80. yılında tüm İstanbul’u özgürlük şarkıları söylemeye, yanyana olmaya çağırıyor. Halkın Sesi’ne konuşan İstanbul Halkevi Başkanı Özge Ozan, AKP iktidarının baskıları tırmandırdığı mevcut politik atmosfere karşı bir
meydan okuma olacağını vurguluyor. AKP’YE TESL‹M OLMAYANLARIN MEYDAN OKUMASI “Özgürlük ve demokrasi için karanlığa meydan okuyoruz” diyen Ozan, şunları söyledi: “Ülkeye hakim olan siyasal atmosfer ortada. Muhalif milletvekilleri hapiste, binlerce BDP’li hapiste, gazeteciler hapiste, yazarlar hapiste,
öğrenciler hapiste, çocuklar hapiste, köylüler hapiste… Yalnızca panzere taş atan Kürt çocuğu değil hapse atılan, Erzurum Tortum’da deresine sahip çıkmak için belki de ilk kez devletine karşı gelen köylüler de gaz bombasına, hapis cezasına hedef oluyor. Termik santral istemeyen Gerzeli köylüler de, zamlara karşı otobüse parasız binme eylemi yapanlar da hedefte. Hopa’yı birlikte yaşadık, deresini, yaşamını savunan Metin Lokumcu’yu bu saldırganlığın sonucunda kaybettik. Hopa ve
Ankara’daki davalar devam ediyor. En son KESK operasyonlarında gördük, çok sayıda kadın sendikacı tutuklandı. Emek hareketi de hedefte… Halkevleri halkın hakları mücadelesini aynı zamanda özgürlük ve demokrasi mücadelesi olarak görüyor ve böyle örgütlüyor. Özgürlük ve demokrasi talebi bugün hem bütün ilerici muhalefetin ortak paydasıdır hem de AKP iktidarına teslim olmayanların meydan okumasıdır. 8 Nisan’da bu meydan okumaları buluşturmak istiyoruz.” “B‹Z S‹NMEY‹ DE⁄‹L, CÜRETKAR OLMAYI TERC‹H ED‹YORUZ” İktidarın tüm muhaleti “kendini savunma” çizgisine çekmeye ve asıl
Halkevleri 80 yaşında
İstanbul buluşuyor kuşaklar söylüyor
Köklü ve genç bir çınar... Bundan 80 y›l önce, yani 1932’de kurulan Halkevleri tarihi boyunca iki kez kapat›lm›fl, binlerce kez sald›r›ya u¤ram›fl, yönetici ve üyeleri yarg›lanm›fl, varl›klar›na el konulmufl ama her defas›nda yeniden bu topraklarda filizlenmifl bir halk örgütüdür. Bunca bask›ya ve ra¤men hala ayakta durmas›n›n nedeni de köklerini halk›n yaflant›s›n›n, mücadelesinin içine salmas›nda yat›yor. Köklerini darbelerle, katliamlarla, idam sehpalar›yla, halk düflmanl›¤›yla bezeli nice karanl›k dönemde halkla birlikte direnerek, boyun e¤meyerek derinlefltirmifl. Emek, demokrasi ve özgürlük mücadelesini veren, vermeye devam eden nice kuflaklar›n ö¤retmeni, yoldafl›, çat›s›, buluflma noktas› olmufl. Bu köklerin üzerinde ülkenin en genç ve dinamik halk örgütlerinden biri büyüyor flimdi. Halk nerede bir y›k›m yaflasa o an yan›nda Halkevleri var. Yeni zaman haramilerinin karfl›s›nda Halkevleri var. ‹flte bu köklü ve genç halk örgütü tarihini ve bugününü yaratan onbinlerce insan›n eme¤iyle 80. yafl›n› kutlaman›n onurunu yafl›yor. Mücadele ediyor. Büyüyor. Kuflaklar boyu süren halk mücadelelerinin de¤er ve kazan›mlar›n› bugün iktidar edenleri sarsan cüretkarl›klar›yla yükselen hak mücadelelerine tafl›yor Halkevleri. ‹nsanca yaflam mücadelesini, faflizme, emperyalizme ve gericili¤e karfl› mücadeleyi boyun e¤meden, biat etmeden sürdüren Halkevleri tarihte oldu¤u gibi bugün de egemenlerin hedefinde. “Kamu yarar›na dernek” statüsü kald›r›ld›. Hopa halk›n›n isyan›n›n ard›ndan yönetici ve üyeleri tutuklan›p hakk›nda soruflturma bafllat›ld›. Hak mücadelelerini sürdürürken bask›yla, fliddetle karfl› karfl›ya kal›yor. Halkevciler tüm bunlara ra¤men “Vard›k, var›z, var olaca¤›z” diyor. Halkevleri bugün Türkiye’nin dört yan›ndaki faaliyetleriyle, haklar› için mücadele edenlerin buluflma noktas›, kimi zaman mahallede okul, kimi zaman deprem y›k›nt›lar›n›n üstünde çad›r, kimi zaman da¤ bafl›nda yürüyüfl kolu, kimi zaman derebafl›nda nöbet noktas›, kimi zaman meydanlarda turuncu bir sel olup büyüyor. 80. y›llar›n› “özgürlük ve demokrasi” için flark›lar söyleyerek kutlayan Halkevciler, gelecek güzel günlere olan inançlar›yla, on binleri 8 Nisan’da güzel bir gün geçirmeye ça¤›r›yor.
BÖYLES‹ B‹R fiENL‹K DE B‹R D‹REN‹fiT‹R BUGÜN Şenlik için pek çok sanatçı herhangi bir maddi beklentisi olmaksızın emek sarfederken, yüzlerce Halkevci ve Halkevleri dostu da komiteler oluşturarak tanıtımdan ulaşıma şenlik çalışmalarını titislikle yürütüyor. Çalışmalarının bütünüyle gönüllü emek ve sanatçı dostların katkılarıyla ilerlediğini belirten Ozan, “şenliği direnişe çevirelim” diyor: “Sonuç olarak bu bir şenlik. Ama bu ülkenin devrimcileri bir direnişi şenlik gibi yaşamayı, bir şenliği direnişe çevirmeyi iyi bilir. Hele de bugün iktidarın şiirden, şarkıdan, resimden terör icat ettiği bir dönemde bunları yapmak; eğitimden sağlığa kadar tüm haklarımıza yönelen saldırılarına karşı direnen bir halk örgütünün 80. yıl kutlamasında buluşmak; tüm toplum ve muhalefet baskıyla zorla susturulmaya, sindirilmeye çalışırken hep birlikte halay çekip, güzel günlere inançla birlikte gülmek de, kısaca “şenlik” de meydan okumadır. Biliyoruz ki orada karanlığa meydan okuyanlar daha sonra meydanları da dolduranlar olacak.”
H
alkevleri’nin İstanbul’da düzenlediği 80. yıl kutlamasına 20 bini aşkın kişinin katılması bekleniyor. Bu şenlikte müzikal serüvenleriyle de farklı kuşaklardan sanatçılar aynı sahneyi paylaşacak, düetleriyle sahne alacaklar. Gecenin açılışı Anadolu Ateşi’nin dans gösterisiyle başlayacak. Daha sonra sırasıyla Yavuz Bingöl & Halkevleri Çocuk Korosu; Agire Jiyan & Diyarbakır Sur Belediyesi Gençlik Koros; Yeni Türkü & Şevval Sam; Erkan Oğur & İsmail Hakkı Demircioğlu; Bulutsuzluk Özlemi & Hayko Cepkin; Volkan Konak & Melike Demirağ birlikte sahne alacak ve şenliğin finalini diğer sanatçılarla birlikte Edip Akbayram yapacak. Gece boyunca şairlerimiz
Ahmet Telli, Şükrü Erbaş, Ali Özgür Özkarcı, Gonca Özmen, Altay Öktem, Deniz Durukan ve iki usta oyuncu Turgay Tanülkü ve Altan Gördüm şiirler seslendirecekler. Halkevleri’nin 80. yıl şenliği 8 Nisan 2012 Pazar günü, İstanbul’un en büyük kapalı salonu Sinan Erdem Spor Salonu’nda gerçekleştirilecek. Şenlik giderlerini karşılamak için belirli sayıda bilet 15 TL’ye satışa çıkarıldı. Şenliğe gelmek isteyenler için İstanbul’un farklı noktalarından Halkevleri tarafından servisler kaldırılacak. Şenlik programına, bilet satış noktalarına ve servis kalkış noktalarına http://www.halkevleri.org.tr/halkevleri-80-yilsenligi adresinden ulaşılabilir.
İletişim bilgileri için
80. y›l flenli¤inde farkl› kuflaklardan sanatç›lar birlikte sahne alarak düet yapacaklar. Yavuz Bingöl’e 150 kiflilik Halkevleri Çocuk Korosu, Agire Jiyan’a Diyarbak›r Sur Belediyesi Gençlik Korosu efllik edecek.
Bilet sat›fl ve otobüs kalk›fl noktalar›: http://www.halkevleri.org.tr/halkevleri-80-yil-senligi Facebook etkinlik sayfas›: http://www.facebook.com/events/35 4061261280914 Telefon: 0212 245 82 65 e-mail: istanbul@halkevleri.org.tr Biletler: Biletix ve Halkevleri www.halkevleri.org.tr
3
GÜNDEM 22 Mart 2012 / 4 Nisan 2012
Halk›n Sesi
Kızıldere hala baharı örgütlüyor! 1970’lerde Amerikancı, faşist askeri cuntaya karşı “baharı örgütleyenler”, bugün neoliberal gerici zorbalara karşı “baharı örgütleyenler”e rehber oluyor. 40’ıncı yılında devrime akmaya devam eden Kızıldere’nin mirası sokaklarda boy gösteriyor
T
am 40 yıl geçti üzerinden. Ne Kızıldere’nin Türkiyeli devrimciler için anlamı ne de düzenin Kızıldere’den kalan devrimci mirasa düşmanlığı tükendi. Düzenin bitmeyen öfkesinin de solun Onlar’ın mirasını sahiplenmesinin de nedeni aynı aslında: Kızıldere bugün hala düzene karşı politik ve ideolojik bir zafer! Kızıldere Katliamı'nın "galipleri" kazandıkları "zafer"in tadını hiç çıkaramadılar. Türkiye devrimci hareketinin iki büyük kurucu örgütünün, THKP-C ve THKO'nun liderlerini yok etmek düzen için "huzur ve güven" sağlamadı, giderek büyüyen bir huzursuzluğun ve korkunun kaynağı oldu. 12 Mart faşizmine karşı direniş, 1972 sonrasında Türkiye halklarının kitlesel bir biçimde sola yönelmesinin önünü açtı. Bu nedenle düzenin Kızıldere’ye düşmanlığı hiç bitmedi. 12 Mart faşizmine karşı bu silahlı devrimci direnişi gölgelemek ve gölgede bırakmak egemen güçlerin her dönemde sürdürdükleri politikaları oldu. ONLAR’DAN HALA KORKUYORLAR İçinden geçtiğimiz süreçte 1971 devrimci hareketine saldırmak devletin özel bir gündemi haline dönüştü. Polis/yargı/medya üçlüsü 1971 devrimci hareketini karalamayı ve kriminalize etmeyi iş edindi. Kızıldere ve Deniz Gezmiş anmalarına açılan soruşturmalar ve kesilen hapis cezaları yetmedi. Mahir’in kitabı, Deniz’in posteri “terör örgütü” üyeliğine delil olarak gösterildi. Bu devrimcilere ait her şey Hopa ve Kocaeli davalarında olduğu gibi “terör örgütü” delili yaratmakta kullanıldı. O dönemin devrimciliğine karşı ideolojik alanda da kirli bir savaş açıldı. Kızıldere’de öldürülen devrimciler de içinde olmak üzere dönemin devrimci
Q
Devrimci Yol militanı Soner İlhan, ölümünün 31. yılında Adana'da anıldı. Adana Halkevi 18 Mart’ta İsmet Gökdemir Kültür Salonu'nda yapılan anma etkinliğine İlhan'ın yoldaşları da katıldı. KESK’e bağlı sendikaların Adana şube yöneticilerine, basın açıklaması yaptıkları için açılan dava 14 Mart görüldü. Eğitim Sen, SES ve İHD Adana şube yöneticilerinin yargılandığı dava 30 Mayıs 2012’e ertelendi. İzmir Aliağa’da yapılaması planlanan termik santrallere karşı, 1 milyon İzmirli Termik Santrale Karşı Platformu ve Petrol-İş Aliağa Şubesi 12 Mart'ta İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde bir basın açıklaması yaparak protesto etti. Türkiye, 2004'te evlerinin önünde polisin açtığı ateş ile yaşamını yitiren 12 yaşındaki Uğur Kaymaz ve babası Ahmet Kaymaz hakkında AİHM’e şok bir savunma yaptı. İlk ateşi baba ve oğlunun açtığının ileri sürüldüğü savunmada, “Ahmet Kaymaz 5, Uğur Kaymaz 8 kez ateş etti” denildi. Savunmada Uğur’un 13, babasının ise 8 kurşunla öldürülmesi de ‘orantılı güç kullanımı’ olarak değerlendirildi. İzmir Nükleer Karşıtı Platformu tarafından 13 Mart’ta düzenlenen ‘Nükleere hayır’ eyleminde insan zinciri oluşturularak, ‘Güneş bize yeter’ dendi. Ayrıca Japonya’da 2011’de meydana gelen Fukushima nükleer santral kazasının yıl dönümü nedeniyle yapılan açıklamada yeni ölümler yaşanmaması için nükleer istemediklerini söylediler. Ankara Adliyesi Adalet Komisyonu Başkanlığı, Hopa olaylarını protesto etmek amacıyla Ankara'daki eylemde 'Ölümün, zulmün iktidarı AKP'den hesap soracağız' pankartı taşıyan zabit kâtibi Turgay Akçay'a 'kınama cezası' verdi. Akçay, karara itiraz etti.
Q
araçları kullanarak, önleyici bir savaş yürütüyor.
30 Mart 1972'de Tokat'›n Niksar ilçesine ba¤l› K›z›ldere köyünde öldürülen 10 devrimci Türkiye Halk Kurtulufl Partisi/Cephesi (THKP-C) ve Türkiye Halk Kurtulufl Ordusu (THKO) gibi en önemli iki devrimci hareketin önder kadrolar›yd›. THKO önderleri Deniz Gezmifl, Yusuf Arslan ve Hüseyin ‹nan'›n idamlar›n› engellemek üzere 26 Mart 1972'de Ordu Ünye'deki NATO üssünde görevli iki Kanadal› bir Britanyal› hareketleri karalama kampanyalarının hedefi oldular. Sadece faşist, İslamcı, sağcı, muhafazakar kalemler değil, liberal ve sol-liberal isimler de bu “cihat”ın bir parçası oldular. 12 Mart darbesinin faşist yüzünü silahlı direnişle açığa çıkaran ve faşizme karşı tarihsel bir “Kurtuluş Savaşı”nı başlatırken yaşamlarını yitiren devrimcilere “darbeci” diyecek kadar pervasızlaştılar. Faşist darbecilerin kurduğu idam sehpalarını tekmelerken “Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği” diye haykıranlara “ulusalcı/Ergenekoncu” yaftası yapıştırmaya kalkacak kadar arsızlaştılar. AKP iktidarının antikomünist söyleme giderek daha sıkı sarılması ve Türkiye devrimci hareketinin
teknisyeni rehin alarak K›z›ldere’ye geçmifllerdi. Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Sinan Kaz›m Özüdo¤ru, Hüdai Ar›kan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Ertan Saruhan, Nihat Y›lmaz ve Ahmet Atasoy 30 Mart akflam saatlerinde bir kontrgerilla operasyonuyla katledildiler. K›z›ldere katliam›n› düzenleyen kontrgerillac›lar, 1970'li y›llarda da sivil faflist terörün ve 12 Eylül faflizminin mimarlar› aras›nda yer ald›lar.
halkın bilincindeki olumlu izlerini tahrip etmeyi hedef alması tesadüf değil. 12 Mart faşizmine karşı devrimci direnişe yönelik bu saldırganlık, faşist bir politik stratejinin temel bir bileşenidir. Devleti neoliberal yeni sömürgecilik politikaları ekseninde yeniden yapılandırmak için girişilen “büyük operasyonun” faşist yüzünü gizlemek, reformist bir maske takabilmek için Türkiye devrimci hareketini karartmak, yaydığı ışığı ortadan kaldırmak özel bir önem taşıyor. Kızıldere direnişinde simgeleşen 1971 devrimci hareketi faşizme karşı mücadelenin en büyük kurucu olayı olarak kaldığı sürece, yeni kontrgerilla iktidarlarının “reformcu maskesinin” inandırıcı olamayacağı biliniyor.
AKP faşizminin ve yardakçılarının 1971 silahlı direnişine saldırmak için bir başka nedeni daha var: Neoliberal sömürgeciliğe karşı halk direnişlerinin büyümesini birleşmesini devrimci bir doğrultuda politikleşmesini önlemek. AKP hükümeti, neoliberal gericiliğin tökezletildiği her yerde, karşısında Türkiye devrimci hareketinin direniş geleneğini buluyor. Bugünkü halk direnişlerinin devrimci direniş geleneğiyle iç içe gelişmesi halinde bu topraklarda sosyalizmin yeniden halk hareketi haline gelecek olmasından da ürküyor AKP. Geçmiş, nostalji olduğunda değil, bugünün düzeninin krizini devrimci biçimlerde çözecek öznelere ilham verdiğinde “tehdit” halini alıyor. Ve AKP bu tehdide karşı, elindeki tüm
ON’LAR Y‹NE MEYDANLARDA OLACAK İktidarın ve yardakçılarının Türkiye sosyalist hareketinin devrimci mirasına karşı başlattığı edepsiz saldırganlık karşısında, bugünün devrimcileri geniş cepheli bir savunma hareketini başlatmış bulunuyor. Geçtiğimiz sene Kızıldere Katliamı’nın yıldönümü olan 30 Mart’ta, Deniz’lerin idam edildiği 6 Mayıs’ta, İbrahim Kaypakkaya’nın işkence tezgahında katledildiği 18 Mayıs’ta düzenlenen geniş katılımlı anma etkinlikleri, “yalanın iktidarı”na karşı etkili bir direniş eylemi olmuştu. "Direnişin ve Dayanışmanın Tarihi Onurumuzdur" diyenler On’ların mirasını başta Taksim olmak üzere kent meydanlarına taşımışlardı. Kızıldere Direnişi’nin 40’ıncı yılında “Onlar” yine aynı şekilde ama bu kez daha güçlü, daha geniş bir direniş hareketiyle anılacaklar. Türkiye halklarının bilinci bu yolla tazelenecek, Onlar’ın devrimci eyleminden bugüne kalanlar, AKP faşizminin çirkin yüzünü açığa çıkaracak biçimde ortaya konulacak. 1970’lerde Amerikancı, faşist askeri cuntaya karşı “baharı örgütleyenler”, bugün neoliberal gerici zorbalara karşı “baharı örgütleyenler”e rehber olacak. Kızıldere devrime akmaya devam edecek.
Q Q
Q
Q
Adalet ve demokrasi halk›n ihtiyac›d›r lkemiz tarihinin en karanlık dönemlerinden birini yaşıyor. Bunu daha önce 12 Mart ve 12 Eylül faşizmlerinde ve ’92 kirli savaş döneminde de yaşamıştık. Kuşkusuz her dönemin kendine has özgüllükleri vardır. Ancak içinden geçtiğimiz dönemin özgüllüğünün en belirgin yönü parlamenter rejim altında darbeyi andıran açık baskıların sürdürüldüğü (örtülü faşizm) bir dönem olmasıdır. Cezaevine kapatılmış insan sayısı 12 Eylül faşizmini aşmış durumdadır. 2012 sayısı 130 bin/(nüfus 70 milyon) oransal olarak: binde 1,8; 1985 sayısı 52 bin kişi/(nüfus 45 milyon) oransal olarak: binde 1,1. Neredeyse 2 katı. Binde 0,4’lük bir fark da AKP demokrasisinin nimeti sayılabilir. 12 Eylül 1980 döneminde 31 gazeteci cezaevine girdi. AKP döneminde 100’ü aştı. Hopa’da Başbakan’ı protesto eyleminde Metin Lokumcu öldürüldü. (Denilebilir ki Kenan Evren protesto bile edilemiyordu) Ankara’da Metin Lokumcu’nun öldürülmesini protesto edenlerden Dilşat Aktaş feci şekilde dövülüp 6 ay hastanede yattı. 50’den fazla kişi gözaltında saatlerce ağır işkencelere uğradı. Sonuç: 35 kişi tutuklandı ama protestocular. Metin Lokumcu’nun öldürülmesine dair dava açılmadı. Saatlerce işkence yapanlara ve Dilşat Aktaş’ın kalçasını kıranlara dava açılmadı. Van’da deprem oldu kimse yargılanmadı. Ama çadır taleplerini karşılamayan Van Valisi’ne hakaretten1 kişi tutuklandı. Deniz Feneri soygunu davası Alman yargısı tarafından sonuçlandırılmasına rağmen Türkiye ayağı sürüncemeye bırakıldı. Davada adım atmaya kalkışan savcılar görevden alınıp, dava tutukluları serbest bırakılmakla kalmadı; savcılar yargılanmaya başlandı! Uludere’de (Roboski) 34 kişinin katledilmesinden sorumlu kimseye henüz bir dava açılmadı ama öldürülenlerin acılı akrabalarından
Ü
kaymakamı tartaklayan 5 kişi tutuklandı. Özerk demokratik üniversite, parasız eğitim isteyen 600 den fazla öğrenci hapishanede. Cezaevlerindeki çocuk sayısı 2 bin 300 ü aştı ve ‘ıslah’ edilmek için olsa gerek şiddete, tacize ve tecavüze uğruyorlar. HES şirketlerine karşı sularını savunanlar 7-8 yıldan başlayan hapis cezalarıyla yargılanıyorlar. Ormanların altın madencileri tarafından talan edilmesine karşı direnenler polis, jandarma saldırılarına uğrayıp yargılanıyorlar. Yasal alanda siyaset yapmaya çalışan Kürt siyasetçiler yığınlar halinde tutuklanıyorlar: şimdilik sayı 6500. Gerze’de topraklarına termik santral kurulmasına karşı çıkanlardan 3 genç tutuklandı. Solaklı’da HES yapımına karşı çıkan 3 genç tutuklandı. Gazeteciler tutuklanıyor, işten atılıyor, tehdit ediliyor. Gazete ve TV’lerin büyük çoğunluğu bırakın hükümeti eleştirmeyi AKP’ye AK Parti demek zorunda bırakıldılar. Seçilmiş milletvekilleri Özel Yetkili Mahkemelerin verdiği kararlarla cezaevlerinde tutuluyorlar. Muhalif belediyeler operasyonlar ve tutuklamalarla işlemez, iş yapamaz hale getiriliyor. Başbakan’ı ve Bakanları protesto edenler ‘hakaret’, ‘aşağılama’ gibi zorlama suçlamalarla ağır cezalarla yargılanıyorlar. Balcalı Devlet Hastanesi’nde işlerine sahip çıkan işçiler 27 yılla yargılanıyor, her sendikalaşma girişimi işten atılma, polis saldırısı ve yargılamalarla karşılanıyor. Kentsel dönüşüm yağmasına karşı evlerine sahip çıkanlar, uğradıkları polis şiddetinin ardından ağır cezalarla yargılanıyorlar. Devletin çeşitli uygulamalarına halk artık güvenmiyor ve devlet baskılarına direnerek haklarını korumaya çalışıyorlar. Zaman zaman halk lehine sonuçlanan mahkeme kararları dahi uygulanmıyor. Devlet, istatistikleri sendikalar
üzerinde bir tehdit gibi kullanarak şantaj yapıyor. Parlamentodan yıllardır işçiler, emekliler, kadınlar, hastalar, öğrenciler, işsizler lehine tek bir yasa çıkarılmadı. Yasalar çıkartılırken karşı çıkanlar polis şiddetiyle susturuluyor. AKP, seçim yapılmasını ve yüzde elli oy almış olmasını demokrasi için yeter şart sayıyor. Parlamentoyu, devre dışı bırakıp seçimlerden sonra da beş ay boyunca KHK’lerle işleri yürütmeye kalkışması, halk düşmanı politikaları kendi milletvekillerine dahi onaylatma ihtiyacı duymadığını veya bir çekincesi olduğunu gösteriyor. Bunu hızlı karar alma ihtiyacı ile izah ederek AKP’yi aklamaya çalışanlar, en hızlı işleyen rejimin faşizm olduğunu bilmiyorlar herhalde! Bu hız ihtiyacı, Meclis TV’nin yayın gün ve saatlerinde kısıtlama yaparak işine gelmeyen gündemleri yayın olmayan günlere ve saatlere denk getirmekten başlayarak TBMM Milli Eğitim Komisyonunda tekme tokat karar geçirmeye kadar vardı. Son MİT kriziyle bir kez daha, devletin yapısında demokratikleşme doğrultusunda değil, tarikat ve ABD ortaklığıyla bir yapılanma şekilleniyor. Emperyalizmin şekillendirdiği devlet yapısının da demokratikleşme yönünde olmayacağı yüzlerce kez ortaya çıkmıştır. Demokrasi adına ne varsa işlemez hale getiriliyor; gerici bir toplumsal doku yeni rejimin kitle temeli olarak inşa ediliyor. Bir yandan sendikasızlaştırma ve sendika düşmanlığı yapılırken, sendikalaşma olanağı elde edebilen çalışanlar ise yandaş sendikalara üye olmaya mecbur ediliyor. Sendikalar yasasında yaptıkları değişiklikler sürekli olarak işçilerin aleyhine sonuçlar doğuruyor. Din istismarı ile ve eğitimde bilimdışı yol ve yöntemlerle gericiliğin kitlesel temeli genişletilmeye çalışılmaktadır. 4+4+4 gibi formüllerle dinci gericiliği eğitimin temeli haline getirirken aynı zamanda çocuk işçiliğini de yasalaştırıyor. Gericilik ve piyasa kenetlenmiş olarak birlikte ilerliyor.
Sağlıkta dönüşüm uygulamaları kelle vergisi ile fiilen kelle vergisi uygulaması başlatılıyor. Yoksullar (belki açlar yırtabilirler) ayda en az 36 TL ile 213 TL arası kelle vergisi ödeyecekler. Ödenmediğinde ömür boyu hesaplarına borç kaydedilecek. Hastaneye gittiklerinde ise tedaviye göre ek paralar ödeyecekler. Şovenizm ve dincilik, (bunları ırkçılık, kadın düşmanlığı, homofobiklik, mezhepçilik takip ediyor) kitle desteğinin başat temeli haline getirilmektedir. Ermeni düşmanlığı, Alevi düşmanlığı, Kürt düşmanlığı, Arap düşmanlığı giderek artan dozda yayılıyor. Yezidi, Zerdüşti düşmanlıkları ise bizzat Başbakan tarafından kışkırtılıyor. Sivas Katliamı Davası zamanaşımına uğratılarak insanları sadece Alevi oldukları için yakarak öldürenler, yani nefret suçu işleyenler affediliyor. Sivas Katliamı’na zamanaşımı isteyen savcı ile Hopa protestocularına ağır cezalar isteyen savcı aynı. AKP’nin başı Sivas Katliamı’nı şimdiye kadar kınamadığı gibi zamanaşımı kararını da “hayırlı olmasını” diledi. Ardından da “ben zamanaşımı tanımlamasını yanlış buluyorum” deyiverdi (Oysa Başbakan’ın neyi doğru bulduğunun bir önemi yoktur çünkü mahkeme kararının gerekçesi ‘zamanaşımıdır’). Şovenizm, ırkçılık, dincilik, mezhepçilik, kadın düşmanlığı, homofobiklik ve benzer insanlık suçları faşizmin kitle tabanını oluşturan eğilimlerdir. 20’inci yüzyıldan bu yana bu eğilimler egemen sınıflar tarafından kullanılarak faşizme kitle tabanı yaratılabilmektedir. Newroz kutlamalarının kitleselliğini önlemek için hafta sonlarında yapılması engellendi, ’92 kirli savaş dönemini hatırlatan uygulamaların işareti veriliyor. Newroz bayrama dönüşmeye başlamışken, AKP iktidarı tarafından yeniden kanlı günlere dönüştürülüyor. 2012 Newroz’u, bırakın Kürtlerin haklarını tanımayı, AKP’nin Kürtlerin bayramını dahi tanımaya ne kadar uzak olduğunu gösterdi. Her türden hak talebi ve
demokratik eylem ‘terör örgütlerinin amacı doğrultusunda faaliyet göstermek’ olarak suçlanıp Özel Yetkili Mahkemelerde ve Terörle Mücadele Yasası kapsamında yargılanabiliyor. Halkın haklarını savunması, siyaset üzerinde etkili olabilmesi için demokrasi gerekir. Ancak halkın haklarını savunmasının tüm yasal veya fiili yolları kapatılmaktadır. Her türden hak arama eylemi başta polis şiddeti olmak üzere, tutuklu yargılamalar veya yüksek cezalarla yargılamalar yoluyla bastırılmaya çalışılmaktadır. Toplumda adalet ve demokrasi beklentisi kırılmakta ve halk mevcut siyaset mekanizmalarından (parlamento, yargı, hükümet, belediyeler vb) umudu kesmeye başlamaktadır. Bugün 12 Eylül sonrasına (198384-85 sonrası) benzer bir adalet ve demokrasi beklentisi toplumda yaygınlaşmaya başlamıştır. Ancak adalet ve demokrasi beklentisi olanların hem örgütlenme hem de yolyöntem üreteme sorunları, bu beklentinin kitlesel politik bir harekete dönüşememesinin en temel nedenidir. Özellikle Hopa Davası’nda elde edilen sonucun geniş kesimler üzerinde yarattığı olumlu etki, adalet talebi olanların arayışının ifadesi olarak okunmalıdır. Ahmet Şık ve Nedim Şener’in okuyucuları tarafından kitlesel olarak sahiplenilmesi; aynı zaman diliminde Sivas Davası’nın zamanaşımına uğratılmasına (önceden örgütlenilmemesine rağmen) gösterilen hızlı tepkiler de aynı potansiyelin göstergesidir. 4+4+4 eylemlerinin yine örgütlenme eksikliklerine rağmen kitleselliğinin de üzerinden atlanmamalıdır. AKP ise, adalet ve demokrasi beklentisinin kitlesel bir harekete dönüşme potansiyelini gerici, şovenist kitle temelini genişleterek dağıtmaya çalışıyor. Adalet ve demokrasiyi suçluların, bozguncuların, dinsizlerin, zenginlerin, siyaset elitlerinin, ülkenin kalkınmasını istemeyenlerin istismar ettiği talepler olarak sunmaya çalışmaktadırlar. İktidarın bu yöndeki çabaları aslında kendisini meşruiyet
krizine doğru da götürüyor. Haksızlığa uğrayanlar ya AKP’den bulacakları bir torpille mağduriyetlerini bireysel olarak giderecekler -ki bu istisnai bir durum ve artık mümkün olamıyor- ya da topluca direnecekler(*). Direnme seçeneği her gün kendisini daha fazla dayatmaktadır. Halkın hakları ile adalet ve demokrasi talepleri aynı mücadele programının parçası haline getirilebildiğinde, halkın siyasal mücadeleye kitlesel katılımının önü de önemli oranda açılmış olacaktır. Çünkü adalet ve demokrasi halkın ekmeğidir. Adalet ve demokrasi yönetenlerin değil yönetilenlerin, sermayenin değil halkın ihtiyacıdır. Demokrasi sularını, ormanlarını, doğalarını, yaşam ortamlarını savunanların ihtiyacıdır; yaşam alanlarının kullanımında söz hakkı isteyenlerin ihtiyacıdır. HES şirketlerinin, termik santralcilerinin, altın madencilerinin değil. Adalet evlerini, kentlerini, parklarını, meydanlarını, ulaşım haklarını savunanların ihtiyacıdır; kent rantını yağmalayanların, büyük müteahhitlerin, belediyeleri bir şirket gibi yönetenlerin değil. Adalet ve demokrasi parasız, eşit, nitelikli eğitim ve sağlık hakkı isteyenlerin ihtiyacıdır; ilaç şirketlerinin, sigorta şirketlerinin, özel hastanelerin, özel okulların, dershanelerin değil. Adalet ve demokrasi işçilerin ihtiyacıdır, maden göçüklerinde, tersanelerde, denetimsiz işyerindeki patlamalarda, lüks AVM şantiyelerindeki çadırlarda yanarak düzineler halinde ölmek istemeyenlerin ihtiyacıdır; kölece çalıştıranların değil. İnançlarından dolayı ezilmek istemeyen Alevilerin ihtiyacıdır; dilini, kimliğini nasıl kullanacağına kendisi karar vermek isteyen Kürtlerin ihtiyacıdır. Öğrencilerin ihtiyacıdır, kadınların. Patronların, rektörlerin, tarikatların, ırkçıların değil. Adalet ve demokrasi milyonların ihtiyacıdır; (*)Fakiri ezmek, zengini sevmek"; yok öyle! http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_ no=43731
4
GÜNDEM 22 Mart 2012 / 4 Nisan 2012
Halk›n Sesi
Sivas davas› AKP’nin istedi¤i gibi sonuçland› “Yürü bre Hızır paşa senin de çarkın kırılır Güvendiğin padişah o da bir gün devrilir” Yıl 1993, Türkiye’nin karanlık dönemlerden biri. Kirli savaş yürütülüyor, muhalifler, devrimciler, Kürt siyasetçiler kaçırılıyor, kaybediliyor, ‘vatan için kurşun atan da yiyen de şereflidir’ diyen Başbakan çeteleri savunuyor... Ve 2 Temmuz Sivas Katliamı, dönemin Başbakan’ı Tansu Çiller açıklama yapıyor: “Otelin etrafını saran vatandaşlarımıza hiçbir biçimde zarar gelmemiştir.” Yıl 2012, tüm muhalifler soruşturmaya uğruyor. Gazeteciler tutuklanıyor, Kürt siyasetçiler yığınlar halinde cezaevlerine dolduruluyor, parasız eğitim isteyen, yumurta atan gençler terör suçlamasıyla yargılanıyor. Parlamentoda Samut milletvekilleri tartaklanarak Karabulut oylamaya katılmaları engelHalkevleri leniyor… Ve 13 Mart; Sivas Gn. Bflk. Yard. Katliamı Davası zamanaşımından düşürülüyor. Dönemin Başbakan’ı Recep Tayyip Erdoğan açıklama yapıyor: “Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun. Yıllar yılı içerde olan vatandaş, içlerinde kaçak olanlar vardı”. Devlette devamlılık bu olsa gerek. Şimdiki Başbakan Çiller olsa herhalde aynı sözleri tekrar ederdi. Davanın ardından Başbakan, “Sivas Davası zamanaşımına uğramamıştır” ve Adalet Bakanı “'Sivas davası zaman aşımından dolayı düştü' ifadesinin doğru olmadığını ifade ediyorum” açıklamaları yaptılar. Bu açıklamalarla aslında kararın kendi istedikleri doğrultuda olduğunu da itiraf etmiş oluyorlar. Başbakan ve Bakan kararın sonucuyla (davanın kapanması ve kimi faillerin kurtulması) bir sorunları yok, meşruiyet paniğiyle kararın adlandırılma şekline itiraz ediyorlar. Başbakan Erdoğan asıl derdinin insanlık suçu işleyenleri korumak olduğunu şu sözleriyle adeta itiraf ediyor: “Sivas'a gidişimizde 18-19 yaşındaki kızlar yanımıza gelip babalarının haksız yere idama mahkum olduğuyla ilgili ağlıyor. Tek taraflı bakmayı doğru bulmuyorum. Ankara'da Adliye Sarayı'nın önünde gösteri yapmak suretiyle belli bir ideolojinin borazanlığını yapmanın doğru olduğunu düşünmüyorum”. Başbakan’ı rahatsız edip bu açıklamayı yaptıran şey ise mahkeme önünde başlayan cılız tepkinin aynı gün içinde diğer illere de yansımasıdır. Sivas Davası’nın zamanaşımına uğratılması AKP için önemli bir ‘işti’. Maazallah içinden geldiği gelenekten dolayı dava kendilerine de sirayet edebilirdi. Eğer insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında değerlendirilip zamanaşımı reddedilseydi tüm failleri (başarısız dahi olsalar; teşvik eden, tahrik eden, destek veren, gerçekleştiren) için yargılanma yolu açılabilirdi. Türkiye’de değilse bile yurt dışında, bugün değilse bile yarın başları belaya girebilirdi (MİT Müsteşarının kurtarılması operasyonunun daha dumanı üstünde). Sivas Katliamı, Pir Sultan Abdal Şenlikleri’nin günler öncesinden başlayan bir dizi tahrikle hazırlanmasına rağmen tahrikçilerin çoğu mahkeme önüne dahi çıkarılmadı. Dava sürecinde yazılanlar, çizilenler hakkında bir şey yapılmadı. İnsanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında yapılacak gerçek bir yargılamada sanık sandalyesine oturacakların tamamına yakının AKP kadroları olacağından kimsenin kuşkusu olmasın. İşin asıl önemli yönü ise AKP, iktidarını sürdürmek için son dönemde açık bir biçimde militan dinci gericiliğe ve militan şovenizme sarılmaya başlamasıdır. Bu açıdan da mobilize etmeye çalıştığı kitleleri ürkütmemesi gerekmektedir. Zaten katliamı gerçekleştiren zihniyet, gerçekte hiç sorgulanmadı tüm diriliğini koruyor. 2 Temmuzlarda Sivas’a gidip etrafı dolaştığınızda tehditkâr davranışları ve söylemleri görmeniz, duymanız hiç de istisna değildir. Bu da gerçekte devletin katliamla hesaplaşmamasından alınan cesarettir. Madımak Oteli’nin Utanç Müzesi yapılmayıp ‘anı evi’ yapılmasının, hatta iki katliamcının da bu evde anılmasının nedeni yine bu gerici-faşist güruhun ruhunun diri tutulması politikasıdır. Bu ruhun diri tutulmasının son tezahürü ise zamanaşımı ve üniversitelerde başlayan saldırılar oldu.
Baskı politikası iflas etti
Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
N
ewroz kutlamaları AKP’nin yasakçı politikalarını boşa düşürdü. Kürt hareketinin etki alanını daraltmak ve kitleselleşmesini önlemek için sürüdürülen operasyonlarının da işe yaramadığı görüldü
olduğu propagandasının inandırıcılığını zedeleyeceği için Newroz yasakları geldi. Tüm engellemelere rağmen Diyarbakır, İstanbul, Batman ve Van başta olmak üzere çok sayıda kentte ve ilçede Kürt halkı sokaklara çıktı. Hareketin yeni dönemde öne çıkaracağı talepler Newroz alanlarına da damgasını vurdu. Newroz’da öne çıkan talepler şunlar oldu: "Statüsüzlüğe karşı Demokratik Özerklik", "Anadilde eğitim", "Kürt kimliğinin anayasal güvenceye alınması", "Örgütlenme hakkı" ve "Öcalan'a özgürlük". BDP’li Selahattin Demirtaş’ın Newroz konuşmasındaki “Dialog ve müzakere direnişle olacak” açıklaması yeni dönem mücadele stratejisinin de ipuçlarını verdi. Bu talep ve perspektifle gerçekleşen Newroz kutlamaları büyük Kürt illerinde gövde gösterilerine
dönüştü. Diyarbakır’da engellemelere rağmen her yılki kadar katılımcı alana geldi. Depremin yıkımını yaşayan Van’da Kürt hareketinin gücünü koruduğu, on binden fazla insanın katıldığı ve polis barikatını aşarak gerçekleşen Newroz kutlamasında görünür oldu. Bu yıl kutlamaların çatışmaya dönüşmesi Newroz alanlarına çıkanların büyük çoğunluğunun Kürt gençlerinden oluştuğu bir katılımcı profili ortaya çıkardı. Kürt kadınları, kutlamalar yasaklı olmasına rağmen geleneksel kıyafetlerini giyerek alanlara giden yollara çıktı.
HALKIN ‹RADES‹ YASAK TANIMADI İstanbul başta olmak üzere ülke çapında Kürt halkının büyük bir
bölümü, ücretli çalışanlardan oluşuyor ve kutlamalara ancak özel araç ve organizasyonlarla taşınması mümkün olan kentin çeperlerinde yaşıyor. AKP de, Kürt halkının proleter ve kent yoksulu niteliğini kendisi için bir avantaja dönüştürerek Newroz’u hafta içine denk düşen 21 Mart’a aldı, kutlamalara katılım sayısını düşürmek istedi. Fakat bu kararla 18 Mart’tan başlayarak başta Kürt illeri olmak üzere ülke çapına yayılan çatışmaların fitilini ateşlemiş oldu. Miting yasaklama kararını tanımayacağını açıklayan BDP, programında değişiklik yapmayacağını duyurdu. Mitingin yasaklandığı İstanbul’da binlerce kişi Newroz alanının bulunduğu Zeytinburnu’ndan Yedikule ve Aksaray’a kadar geniş bir alanda polisin alana giden yollara kurduğu barikatları aşmak için
Adıyaman’daki ‘çocuklar’ İzmir’de Sivas Katliam› san›klar› aklan›yor, baflbakan “Hay›rl› olsun” diyor. Marafl Katliam›’n› hat›rlatan iflaretlemeler Alevileri endifleleniyor, hükümet potansiyel katliamc›lar› cesaretlendiriyor
B
aşbakan Erdoğan’ın, Sivas Katliamı davasının zamanaşıına uğratılmasının ardından ettiği “Hayırlı olsun” lafı katliamcıları cesaretlendirmişe benziyor. Adıyaman’dan sonra İzmir ve Antep’te Alevilerin oturduğu evler işaretlendi. İzmir’deki işaretler ilk olarak Çiğli İlçesi Harmandalı semti Cumhuriyet Mahallesi’nde görüldü. 17 Mart günü kapılarında dini içerikli (Alevileri dine davet eden) notlar gören Aleviler tedirgin. Mahallenin muhtarı Dursun Ali Kazar, daha önce mahallelerinde böylesi bir olayın hiç yaşanmadığını söyledi. Olayla ilgili inceleme yapan polis, dini içerikli yazıların mezhep ve siyasi görüş ayrımı gözetilmeksizin birçok eve bırakıldığını ve aynı kişi tarafından yazıldığını söyledi. Aynı gün, İzmir’in Buca İlçesi’ndeki Göksu Mahallesi’nde gece saatlerinde benzer bir olay yaşandı. Gece saatlerinde Alevilerin evlerinin işaretlendiği fark edildi. Mahallelilerin Halkın Sesi’ne aktardığı bilgilere göre evlerde gece saat 23.00’a kadar hiçbir işaretin olmadığı ve
işaretlerin ilk olarak 00.30’da fark edildiği öğrenildi. İşaretlerin gece saatlerinde yapıldığı tespit edilince İçişleri
Bakanı’nın “çocuklar yapmıştır” iddiaları da Göksu için geçerliliğini yitirmiş oldu. Göksu’daki olayın ardından polis bir açıklama ya da bilgilendirme yapmadı. Az sayıda Alevi’nin oturduğu mahallede Aleviler 17 Mart gecesi birlikte sabahladı. İşaretlemeler 19 Mart’ta Alevilerin yoğun olduğu Antep’in Şahinbey İlçesi’ndeki Ulaş, Kıbrıs ve Onur mahallelerinde de fark edildi. Toplam 40 sokağın başındaki işaretler, “ö” harfinin altında ok işareti şeklinde yapıldı. Mahalleliler karakollara gidip şikayetçi oldu. Polis “GASKİ (Gaziantep Su Kanalizasyon İdaresi) çalışması” dedi ancak muhtarlar, GASKİ’nin mahallelerde çalışması olmadığını söyledi. Alevilern evlerine yönelik ilk işaretlemeler 28 Şubat günü Adıyaman’da fark edilmişti. Evlerinin işaretlenmesi ile ilgili İçişleri Bakanı, “Çocuklar yapmıştır” diyerek olayı “hafifsemeye” çalışmıştı. Polis, soruşturma sırasında, evleri işaretlenenlere suçlu muamelesi yapmış, mağdurlardan el yazısı örnekleri almıştı.
Kindar gençlik işbaşında S
Halk›n Sesi
direndi. Gün boyu süren çatışmalar sonucu 135 kişi gözaltına alındı. BDP Arnavutköy İlçe yöneticisi Hacı Zengin polisin attığı gaz bombası ile yaralanarak hayatını kaybetti. Onlarca kişi yaralandı. Hacı Zengin’in ertesi gün (19 Mart) Arnavutköy’de kaldırılan cenazesine kitlesel bir katılım gerçekleşti. Cenazeyi sol, sosyalist örgütler de sahiplendi. ÖDP, TKP ve Halkevleri yöneticileri cenaze törenine katılarak Kürt halkının acısını paylaştı.
G
ününden önce kutlanamayacağı bahanesiyle “yasaklı” hale gelen Newroz’da ortaya çıkan manzara, hükümetin Kürt hareketini tasfiye ve hareketin Kürt halkı ile ayrıştırılmasına dayalı siyasetinin iflas ettiğini gösterdi. Kürt halkı hem kent merkezlerinde gösterdiği direnişlerle hem de Newroz katılımındaki kitleselliği ve kararlılığıyla AKP’nin siyasi tasfiyeye dayalı “yeni terörle mücadele” konseptini boşa çıkardı. Kürt halkının Öcalan’ın yakalandığı 15 Şubat’ta başlayan 8 Mart ile ivme kazanan kitlesel sokak eylemleri, Newroz’a katılım ve yaşanan çatışmalarla tepe noktasına çıktı. BDP’nin öncülüğünde 127 il ve ilçe merkezinde gerçekleşmesi planlanan Newroz kutlamalarına 15 Mart’ta İstanbul, 16 Mart’ta Diyarbakır ve Ankara Valiliği izin engeli çıkarttı. İçişleri Bakanlığı’nın valiliklere genelge yollayarak Newroz’un 21 Mart Çarşamba günü dışında kutlanmasına izin verilmemesi yönünde talimat verdiği anlaşıldı. Bu genelge sonrası tüm kentlerde Newroz için miting başvuru talepleri reddedildi, başvurulara verilen onay ise iptal edildi. Newroz günü (18 Mart) kentlerde toplu ulaşım araçlarına erişim durduruldu. Çevre illerden Diyarbakır Newroz kutlamalarına gidenler şehir girişlerinde engellendi. Newroz’u sistematik engelleme iradesi AKP’ye aitti. 2007’den beri yürütülen KCK operasyonları ile Kürt hareketini tasfiye etmeye çalışan, hareketin kitle bağlarını kuran örgüt ve kadrolarını tutuklayarak kitleselleşmesini ve kentlerde yaygınlaşmasını önlemeye çalışan AKP hükümeti, operasyonlarla “örgütün belini kırdığı” propagandasını sıklıkla yaptı. KCK operasyonları ile Kürt hareketini bastıramayınca, hareketin kitleselliğinin ve kent dinamizminin görünür olacağı Newroz gösterilerini engellemeye, engelleyemeyeceği noktalarda da katılımını düşürmeye çalıştı. Kitlesel bir Newroz AKP’nin “yeni terörle mücadele startejisi”nin başarılı
ivas davasının 13 Mart’ta Ankara’da görülen duruşmasında çıkan zamanaşımı kararını bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan sahiplendi. Erdoğan kararla ilgili ‘Vatana millete hayırlı olsun’ dedi ve Sivas ana davasında mahkum edilenlenleri masumlaştırarak “Bazı kızlar babalarının haksız yere idama mahkum olduğu için ağlıyor” yorumunu yaptı. Erdoğan’ın bu açıklamaları sadece kendi kitlesini ajite etmeyi amaçlamıyordu. Kontrgerillanın dümenini eline geçiren iktidar, bu meka-
nizmada kullanacağı insan gücünü cesaretlendirmek istiyordu. Erdoğan’ın verdiği mesaj, birkaç gün sonra üniversitelerde Sivas davasının zamanaşımına karşı tepki gösteren üniversitelilere saldırıyla karşılığını buldu. AKP iktidarının kendi sokak gücüne verdiği bu mesajla yeni katliamların önü açıldı. 15 Mart’ta İstanbul Üniversitesi merkez kampüsünde üniversiteliler karara "Sivas'ın hesabı sorulacak", "Katleden de aklayan AKP’den de hesabı gençlik soracak” yazılı
afişler asarak tepki gösterdi. Asılan afişlere karşılık kendilerine Müslüman Gençlik diyen bir grup "Ya Müslüman Türkiye, ya hiç", "Düzenin muhbirleri kimseden kendilerine Müslüman hesap soramaz" yazılı dövizler astı. Üniversitelilerin tepkisi üzerine grup gerici faşist yazılarını indirmek zorunda kaldı. Ertesi gün Öğrenci Kolektifleri’nin gazete masası açtığı bölgeye yönelen Müslüman Gençlik üyeleri, üniversitelilere demir sopalar ve soda şişeleriyle saldırdı. Saldırıda ona yakın üniversite öğrencisi
yaralandı. Yaklaşık on kişi gözaltına alındı. Aynı gün saldırıyı protesto eden üniversiteliler açıklamalarında saldırıların üç sorumlusu olduğunu belirtti: “Zamanaşımı kararına 'Hayırlı olsun' diyen Başbakan, saldırıya göz yuman rektör ve Müslüman Gençlik adlı grup.” Üniversiteliler saldırıların AKP’nin zamanaşımından alınan cesaretle gerçekleştiğine dikkat çekti. Üniversiteliler ayrıca bu saldırılara ve gerici faşistlere karşı bilimi ve aydınlığı savunacaklarını söyledi.
D‹YARBAKIR BAR‹KATLARI AfiTI Diyarbakır’da yüz binlerce kişi polis barikatını aşarak alana girdi. Bölgedeki farklı kentlerden ve Diyarbakır’ın ilçelerinden Newroz için yola çıkanların bir kısmı şehirlerarası yolda durduruldu. Kente girişler engellendi şehirlerarası yollarda bekletilenler yürüyerek Newroz meydanına ulaştı. Ses düzenine el koyulan mitingde konuşmalar BDP otobüsünden yapıldı. Çatışma ve yalnızca konuşmaların olduğu bu yılki kutlamalara en az geçen yıllardaki kadar katılım sağlandı. Böylece geçmiş yılarda düzenlenen Newroz’un kitleselliğini görkemli konser ve şenliklere bağlayanların bu tezi de çürümüş oldu. Çatışmalar 20 Mart’ta da sürdü. Van, Mardin, Mersin, Antalya, Şırnak ve Urfa ile buralara bağlı ilçelerde Newroz kutlamaları polis engeliyle karşılaşınca çatışmalar çıktı. Bu çatışmalarda BDP’li milletvekilleri de polis şiddetinin hedefi oldu. Mersin’de Ertuğrul Kürkçü, Batman’da Ahmet Türk polisler tarafından darp edildi. Urfa Viranşehir’de Leyla Zana eyleme katılanlarla birlikte polis saldırısına maruz kaldı. Onlarca yaralının olduğu Newroz’ların ardından bir açıklama yapan BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “bizim işimiz direnmek” açıklaması Kürt hareketinin bir bayramdan çok ulusal mücadele gününe dönüşen Newroz’da sergilediği direnişin, politik bir tercih ve stratejinin yansıması olduğunu gösteriyor.
Marjinal polis terfi etti G
azeteci Hrant Dink’in katili Ogün Samast’la çektirdiği fotoğrafla gündeme gelen dönemin Samsun Asayiş Şube Müdürü Yakup Kurtaran, ceza almaması bir yana, o günden bu yana peş peşe terfiler alıyor. Dink cinayetinden saatler sonra, Samsun otogarında yakalanan Ogün Samast’la Türk bayrağı eşliğinde fotoğraf çektiren ve Samast’a kahraman muamelesi yapan Kurtaran hakkında, fotoğrafın ortaya çıkmasından sonra 16 ay kıdem durdurma cezası istenmiş ancak Kurtaran’a 1 günlük maaş kesim cezası verilmişti. Kurtaran bu cezaya itiraz etmiş ve ceza kaldırılmıştı. Kendisini “ak”layan Kuratan’ın yükselişi o günden sonra hiç durmadı. Radikal gazetesi muhabiri İsmail Saymaz’ın haberine göre, Kurtaran fotoğrafın ortaya çıkmasından sonra ilk önce Amasya’ya ardından da trafik tescil şubesinde görevli olarak Malatya’ya tayin edildi. Kısa süre trafik tescilde çalıştıktan sonra da kariyeri hızla yükseldi. Kurtaran önce 4’üncü sınıf, ardından da ikinci sınıf komiserliğe, nihayetinde bu yıl da Malatya Emniyet Müdür Yardımcılığı’na getirildi. Habere göre Ogün Samast’la birlikte fotoğraf çektirmek için birbirleriyle yarışan kamu görevlileri beraat edip terfi alırken, bu görüntüleri basına veren, kimliği belirsiz kişi veya kişiler hakkında, ‘fotoğraf ve kamera görüntülerinin görsel ve yazılı basında yer alması suretiyle soruşturmanın gizliliğini ihlal’ iddiasıyla soruşturma dosyası bulunduğu da ortaya çıktı.
MARJ‹NAL POL‹S Yakup Kurtaran’ın gündeme gelmesine neden olan ve Dink cinayetinin simgelerinden biri haline gelen fotoğraf, Devlet Denetleme Kurulu’nun cinayetle ilgili raporunda da yer almıştı. Kurul raporunda fotoğrafla ilgili olarak “Esasen, Hrant Dink’i hedef haline getiren ve Hrant Dink’i öldüren kişinin eline bayrak vererek resim çektiren ‘marjinal’ anlayışların ortaya çıkmasına yol açan bazı paradigmalarla yüzleşilmesi (…)” gerektiği belirtilmişti. MALATYA’NIN ANLAMI Kurtaran’ın emniyet müdür yardımcısı yapıldığı Malatya birçok açıdan kritik bir öneme sahip. Batı illerini Kürt illerine bağlayan kavşak konumunda olan Malatya bölge siyaseti açısından devletin özel önem verdiği kentlerden biri. Bunun yanı sıra Hrant Dink’in katiliyle fotoğraf çektiren Kurtaran, Zirve Yayınevi katliamının yaşandığı kente emniyet müdür yardımcısı yapılmış oldu.
5
DÜNYA 22 Mart 2012 / 4 Nisan 2012
Halk›n Sesi
‘İsyanın’ işbirliği emperyalizmle
7
iklim 5 kıta
Suriye isyanı bir yılı geride bırakırken, ‘muhalif’ler bu sürede sürekli emperyalistlerin eteklerinde dolaştı. ‘İsyan’ın işbirlikçileri dostlarının çıkarları için çalışsa da işlerin pek yolunda gitmediği açık
S
Medyanın görmedikleri Bask›c› Esad yönetimine karfl› bir y›l önce bafllayan isyan, egemen medya taraf›ndan da maniple ediliyor. Suriye’den emperyalizmin ç›karlar› do¤rultusunda yap›lan haberler ço¤u zaman ya gerçek d›fl› ya da gerçe¤inden sapt›r›lm›fl bir flekilde veriliyor. Ancak medyan›n görmedi¤i haberler de var. Medyada ç›kan haberlerin aksine Beflar Esad nüfusun yar›s›ndan fazlas›n›n deste¤ine
sahip. Esad destekçilerinin yapt›¤› eylemler görmezden gelinse de milyonlarca kifli bir araya gelerek s›k s›k Esad’a destek mitingleri yap›yor. Son olarak 15 Mart’ta eylemlerin bafllamas›n›n y›ldönümünde yap›lan mitingte yüzbinlerce kifli Esad’a destek vermek için Suriye sokaklar›nda yürüdü. Ancak bu da medya taraf›ndan haber yap›lmaya de¤er bulunmayan eylemlerin yan›ndaki yerini ald›.
uriye’nin güneyindeki Dera kentinde Esad karşıtı yazılama yapan gençlerin tutuklanmasıyla başlayan gerilim 15 Mart’ta bir yılını geride bıraktı. İsyanın ilk günlerinde meşru taleplerle sokağa çıkan halka Esad’ın şiddetle karşılık vermesi ve çok sayıda insanın ölmesi kısa bir süre sonra emperyalistler tarafından bir “fırsat”a dönüştürülerek Suriye’de asıl amacı çok farklı olan bir “muhalefet” yaratıldı. Suriye Ulusal Konseyi ve Özgür Suriye Ordusu adıyla kurulan ve ABD işbirlikçisi Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi ülkeler tarafından açıkça desteklenen, birçoğu dışarıdan Suriye’ye sokulan kişilerin oluşturduğu birlikler kısa bir süre içinde Esad rejimini sona erdirmek için çalışmalara başladı. Libya’da olduğu gibi merkezi hükümete karşı savaş bir başka merkezden, Humus kentinden yürütülüyordu. Özgür Suriye Ordusu ve Suriye Ulusal Konseyi burada organize oluyordu. Doğal olarak en büyük çatışmalar da bu kentte yaşandı. Ancak Humus’taki merkez Libya’daki “muhalif dostlar”ından daha kötü durumda. Esad’a bağlı birlikler Humus’ta hâkimiyeti ele geçirdiler ve emperyalistler en azından şimdilik dostlarını kurtaracak bir operasyon kararını verebilmiş değiller. Ancak bu konuda çaba gösterildiği görülüyor. Suriye’deki isyancı gruplarla yakından ilişki kuran AKP hükümeti, Esad karşısında oldukça zayıf düşen dostlarını kurtarmak
için, Libya’da olduğu gibi yine kendisiyle çelişerek, Suriye’de yardım koridorları açılması ve tampon bölge oluşturulması fikrini ortaya attı. Libya’da çatışmalar devam ederken Tayyip Erdoğan Fransa’nın teklifi üzerine “NATO’nun ne işi var Libya’da” demiş, daha sonra emperyalist çıkarlar doğrultusunda Türkiye’yi NATO’nun operasyon komuta merkezi haline getirmişti. KÜRTLERE KARfiI TAMPON HAMLES‹ Oluşturulması gündeme gelen tampon bölge, aslen silahlı grupların rahatça organize olarak çatışmalara hazırlanacağı ve lojistik destek alacağı yerler olarak planlanıyor.
Kenya’da grev ‘AKP’yi yendi Kenya’da sağlık emekçilerinin başlattığı grev, dünyada neoliberal politikalara direnenlere moral oldu. Özelleştirmeyi AKP’den öğrenen Kenya hükümeti grev karşısında geri adım attı politikaların getirdiği yıkımın ortak sonucunun bir eseri olsa da, Kenya’da başlayan neoliberal saldırı politikasında AKP hükümetinin de bir payı var.
K
enya’da yaklaşık 40 bin sağlık çalışanının çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve ücret artışı talebiyle başlattığı grev kazanımla sona erdi. Yaklaşık iki hafta süren grev, Kenya’da başlatılan özelleştirme dalgasının da teşhiri oldu. Çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve ücret artışı talepleriyle sağlık çalışanları, 1 Mart’ta greve gitti. 40 binden fazla sağlık çalışanının katıldığı grev nedeniyle hastaneler işlemez hale geldi. Grevin etkisi kısa sürede ülkeye yayılınca hükümet grevci emekçilere savaş açtı. 8 Mart’ta emekçilere grevi bırakma çağrısı yapan hükümet, talepler karşılanmadan grevin sona ermeyeceği yanıtını alınca ilk hamlesini yaptı. Greve devam eden 25 bin hemşirenin işten çıkarıldığını açıklayan hükümet bu yolla grevi sonlandırmaya çalıştı. İşten çıkarılanların yerine de daha önce işsiz kalmış olan ya da emekli olan hemşirelere iş başvurusu yapma çağrısında bulunarak grevi kırmaya çalışan hükümet
bunlarla da yetinmeyerek araya sendikayı sokup grevi bitirmeye çalıştı. Grevdeki sağlık çalışanlarının da örgütlendiği Kenya Kamu Çalışanları Sendikası hükümetle anlaşarak grevi sona erdirme çağrısı yaptı. Sendikanın işçilere danışmadan vardığı anlaşmanın greve gitmelerine neden olan hiçbir talebi karşılamadığını belirten emekçiler, bu koşullarda işbaşı yapmayacaklarını ilan ettiler. Sendikanın tutumunu eleştiren grevci emekçi-
lerin direnişinin yarattığı kamuoyu baskısı ve sağlık alanındaki hizmetlerin durma noktasına gelmesi nedeniyle köşeye sıkışan hükümet, en sonunda emekçilerle masaya oturmak zorunda kaldı. GREV KAZANDI 17 Mart’ta yapılan görüşmelerde hükümet emekçilerin taleplerini büyük ölçüde kabul etmek zorunda kaldı ve bazı talepler için de ileriye dönük sözler verdi. Yapılan görüşmelerde daha önce
işten çıkarıldığı açıklanan 25 bin hemşire de işe iade edildi. Masadan istediklerini büyük ölçüde alarak kalkan emekçiler grevi sona erdirme kararı aldılar. Yapılan anlaşmaya göre sağlık çalışanlarının döner sermayeden aldıkları pay %100 oranında arttırıldı. Diğer ödeneklerden de daha fazla pay alacak olan emekçilerin çalışma saatlerinde de düzenlemelere gidilecek. Kenya’da yaşananların ülkemizdeki grev süreçleriyle benzerliği genel olarak neoliberal
KLAVUZU KARGA Özelleştirme sürecinde Kenya’dan özel heyetler sık sık Türkiye’ye gelerek Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’ndan (ÖİB) teknik bilgiler aldı. ÖİB Kenya’da yapılan ve yapılması gündemde olan enerji, iletişim, sağlık ve eğitim gibi özelleştirme planlamalarına “yardım” etti. Kenya’da yapılan birçok özelleştirme ihalesine Türkiye’den şirketler katıldı. Coğrafi konumu nedeniyle Afrika’da önemli bir yere sahip olan Kenya’yı “giriş kapısı” olarak gören Türkiye sermayesinin Kenya’yla ilişkileri 2009’da Abdullah Gül’ün yaptığı ziyaretten sonra güçlendirildi. 180 patronla birlikte yapılan ziyaretten sonra Kenya’da yatırımlar artmıştı. Türkiye sermayesinin Kenya’da tekstil ve inşaat alanında yatırımları bulunuyor.
Afganistan’da 12 asker öldü A
fganistan’da 2001’den bu yana işgalci konumunda olan ISAF’ın hizmetinde görev yapan, TSK’ya ait helikopterin bir evin üstüne düşmesi sonucu 12 asker öldü. Evde bulunan en az 4 kişi de hayatını kaybetti. 2001 yılında başlayan işgalden sonra 2003 yılında NATO komutasına geçen
ISAF birliklerinde 1800 Türk askeri bulunuyor. Türkiye ISAF komutası NATO’ya geçmeden önce 8 ay boyunca ISAF komutasını üstlenmişti. Afganistan’da daha önce bir subay ve bir uzman çavuş ölmüştü. 2009 yılında yaşanan bu olayın “kaza” olduğu açıklanmıştı. Konuyla ilgili görüşünü
aldığımız Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı Samut Karabulut, TSK’nın Afganistan’da bulunmasının kabul edilemez olduğunu belirtti. Askerlerin ABD’nin talepleri doğrultusunda Afganistan’a gönderildiğini ifade eden Karabulut yaşanan tüm ölümlerde AKP hükümetinin payının bulunduğunu dile getirdi.
Üstelik Suriye sınırında kurulacak olan bu bölgeler açık bir işgal anlamı da taşıdığından, Türkiye ile Suriye ordusunun karşı karşıya geleceği de çok net görülüyor. Bu da çokça dillendirildiği üzere bu bölgede savaş çıkması demek. Tampon bölge önerisi henüz AKP’nin kendi içinde bile tükettiği bir tartışma değil. Suriye’ye yönelik böyle bir hamlenin neden olacağı sonuçlar konusunda AKP’nin de çekinceleri var. Ancak tampon bölgenin kurulması AKP için Suriye’deki Kürtlerin de kontrol altına alınması için önemli bir konu. AKP, 2003’te Irak’ta Saddam rejiminin çökmesiyle Irak’ta kurulan “de facto” bir yönetimin Suriye’de de kurulmasını istemiyor. Yapılan tampon bölge açıklamalarının bu açıdan da önemi büyük. Kürtler daha önce Irak’ta Körfez Savaşı sürecinde yaşadıkları sıkıntıları yaşamamak için Suriye’de temkinli davranıyor. Suriye’deki Kürtler ne Esad’la ne de emperyalist destekli isyancılarla işbirliği yapıyor. Askeri müdahaleye karşı olan Kürtler, Esad yönetiminin halkın çıkarları doğrultusunda devrilmesinden yana olduklarını ifade ediyorlar. Esad yönetimine karşı çatışmalara katılan El Kaide’ye karşı bir tavır takınılmaması ve El Kaide’yle omuz omuza savaşan grupların desteklenmesi, orta vadede emperyalistlerin “düşman”la işbirliği yapmak pahasına da olsa açık bir savaşa girmek yerine içerideki grupları destekleyerek amaca ulaşmaya çalışacaklarını gösteriyor.
İsrail Gazze’yi yine vurdu
fiili’de ö¤renciler tekrar sokakta
L
atin Amerika ülkesi Şili'de ücretsiz ve nitelikli eğitim için mücadele eden liseli öğrenciler, 15 Mart’ta başkent Santiago'da yürüyüş yaptı. Yüzlerce öğrencinin katıldığı yürüyüşe polisin saldırmasıyla çatışmalar yaşandı. Öğrenciler geçen yılki eylemler nedeniyle okullarından atılan öğrencilerin geri alınması için Eğitim Bakanlığı’na yürümek istiyordu. Şili'de öğrenciler ücretsiz ve nitelikli eğitim için 1 yılı aşkın süredir mücadele ediyor.
Faflist çeteler ifl bafl›nda
Y
unanistan’da iki yıldır süren sokak hareketlerine karşı devlet destekli sivil faşist çeteler kuruluyor. Çoğu yedek subaylardan oluşan “Vatansever Milis Gruplar Ordusu” adında bir oluşum kuran faşistler eğitimler yapıyor ve sokağa tehditler yağdırıyor. Kendisini gizleme ihtiyacı duymayan bu grup boş arazilerde silah eğitimi yaptıklarını bir radyo kanalından duyururken, grubun devlet destekli olduğu polisin yaptığı açıklamayla da gözler önüne serildi. Yunan Polis Teşkilatı’ndan yapılan açıklamada bu grubun kimseye zararı olmadığı ve eğitim yapmasında bir sakınca olmadığı söylendi.
İ
srail’in Filistin’e yönelik saldırılarının ardı arkası kesilmiyor. Bir yandan Mahmud Abbas yönetimiyle “barış” görüşmelerinin sürdürülmesini önemli gördüklerini söyleyen İsrail, yine aynı bahaneyi kullanarak Gazze’yi bombaladı. 9 Mart sabahı “terörist hedefleri yok etme” bahanesiyle başlatılan bombardıman 5 gün boyunca aralıksız devam etti. Mısır’ın arabuluculuğuyla 13 Mart’ta ateşkes ilan edildi ancak 24 saat geçmeden İsrail saldırıları tekrar başlattı. Saldırılarda aralarında çok sayıda çocuğun ve geçtiğimiz ekim ayında yapılan esir değişiminde serbest kalan Mahmud Ahmed Hunein’in de bulunduğu 26 Filistinli hayatını kaybederken yaklaşık yüz Filistinli de yaralandı. İsrail saldırıları Türkiye’ye PKK ile savaşması için sattığı insansız hava aracı Heronlar ve F-16’larla gerçekleştirdi. İsrail’in saldırılarına Filistin tarafından atılan roketlerle karşılık verildi. İsrail uçaklarının düzenlediği 40 saldırıya karşı İsrail tarafına onlarca ev yapımı füze atıldı. Atılan füzeler nedeniyle 8 İsraillinin yaralandığı açıklandı. ‘BEN DE OLSAM KAÇIRIRDIM’ İsrail’in saldırıları henüz sona ermemişken, Hamas tarafından 2006 yılında kaçırılan ve geçtiğimiz ekim ayında 1027 Filistinli tutsağın serbest bırakılması karşılığında salıverilen İsrail askeri Gilad Şalit’in babasından açıklama geldi. Noam Şalit Filistinlileri haklı bulduğunu ifade ederek “Ben de olsam özgürlüğümü kazanmak için İsrail askeri kaçırırdım” dedi. Filistin davasının meşruluğunu gösteren bu sözlerin ardından Şalit “Eğer ben parlamentoda olsaydım ABD’nin istemediğini yapıp Hamas’la müzakere masasına oturudum” dedi. Oğlunun serbest bırakılması sürecinde Başbakan Benyamin Netanyahu’nun izlediği politikayı da eleştiren Şalit, “Toplumun yüzde 70-80'i Gilad'ın serbest bırakılması için müzakere yapılması gerektiğini düşünüyordu Netanyahu da sonunda bunu görebildi” dedi.
FARC-EP’den eylem
K
olombiya Devrimci Silahlı Güçleri-Halk Ordusu’nun (FARC-EP) bir petrol şirketinin tesisini ve kullandığı yolları koruyan askeri birliğe düzenlediği saldırıda on asker ve bir subay öldü. Ülkenin güney doğusunda Venezuella sınırı yakınlarında gerçekleştirilen saldırıda iki askerin de yaralandığı belirtildi. Saldırının gerçekleştirildiği Arauquita bölgesi, petrol şirketlerinin araştırma sahası olarak kullanılıyor. Saldırıda öldürülen askerler petrol şirketlerine ait olan petrol tesislerini ve petrol tankerlerinin kullandıkları yolu koruyordu.
Fas’ta madene karfl› köylü direnifli
F
as’ın güneyinde yer alan İmiter köyünde köylüler maden şirketine karşı direniyor. Kraliyet ailesine bağlı Managem grubunun işlettiği gümüş madeninin yeraltı kaynaklarını kuruttuğunu ve maden her yıl onlarca milyon lira kazanırken kendilerinin yoksulluğa mahkum edildiğini dile getiren köylüler ağustos ayından beri oturma eylemi yapıyor. Protesto için madene giden su vanalarını kapatan köylüler hastane ve okullarının olmadığını ve talepleri yerine getirilene kadar eyleme devam edeceklerini belirtiyor.
6
İNSANCA YAŞAM 22 Mart 2012 / 4 Nisan 2012
Halk›n Sesi
Bütün veliler birleflin ğitim hakkı mücadelesinin ivme kazanacağı bir döneme giriyoruz. Bunun iki temel nedeni olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi eğitim alanında paralılaştırmanın ve eşitsizleştirmenin yarattığı sorunlardaki birikim diğeri ise eğitim alanını hedefleyen yıkıcı model değişiklikleri. AKP hükümetinin eğitim alanındaki niyeti artık çok açık. Eğitim bir taraftan fiili uygulamalar ve yasal düzenlemelerle bir hak olmaktan çıkartılıp paralılaştırırken bir taraftan da gerici toplumsal dönüşüm için etkili bir araç olarak kullanılıyor. AKP bu hedefleri için hiçbir hak kavramını, bilimsel ölçütü, pedagojik değerlendirmeyi, eleştiriyi önemsemiyor aksine otoriter bir yaklaşımla çocuklarımızın geleceğini etkileyecek köklü değişimlerin yasalarını bir bir çıkarıyor. 4+4+4 modeliyle somutlaşan saldırı paketi eğitim alanındaki yıkımı derinleştiren bir içeriği taşımakla beraber, modelin yarattığı toplumsal refleks eğitim alanının tüm Sema biriken sorunlarıyla yeniden tartışmaya açıldığı Trifi ve yeni saflaşmaların yaşandığı bir sürecin de Bahçelievler önünü açıyor. Halkevi E¤itim Hakk› Meclisi Eğitim emekçilerinin öncülüğünde son günlerde yaygınlaşan eylemler süreci durdurmaya yetmese de, bu tür karşı duruşların saldırılar karşısında toplumsal bir bilinç oluşturmada oldukça faydalı olduğu rahatlıkla söylenebilir. İktidarın eğitim alanında dönüşümlerde bu kadar cesaretli davranabilmesin en güçlü nedenlerinden biri velilerin örgütsüz izleyici konumunda olmalarıdır. Türkiye’de 17 milyon ilköğrenim ve ortaöğrenim öğrencisi olması ülkenin neredeyse yarısının öğrenci velisi olduğunu gösteriyor. Eğitim hakkı mücadelesinin öğretmen ve öğrencinin yanında vazgeçilmez bir unsuru olan velilerin örgütlenmeleri çocuğunun geleceğinden kaygı duyan her veli için bir zorunluluk haline gelmiştir. Ülkemizde veli örgütlenmesi alanında irili ufaklı bir takım deneyimler olsa bile sürekliği olan, kurumsal, yaygın, hak kazanan bir veli örgütlenmesi henüz yaratılabilmiş değil. Bahçelievler Halkevi Eğitim Hakkı Meclisi olarak özellikle ilköğretim bünyesindeki eğitim hakkı çalışmalarını bu dönemin başından itibaren kurumsal, sürekliliği olan ve hak kazanabilen bir veli örgütlenmesinin tohumlarını atmak hedefiyle sürdürdük. Bu amaçla Bahçelievler’de bulunan Mustafa Kemal İlköğretim Okulu’nda sırasıyla kayıt paralarına, okul çıkışında güvensiz trafik sorununa ve aidat paralarına karşı sürdürülen mücadeleler sonucunda hem ciddi kazanımlar elde edilmiş hem de bu çalışmaları sürdüren bir veli topluluğu yaratılmış oldu. Bu okulda yürütülen sürekli mücadele çevre okullarda benzer sorunları yaşayan velileri de etkiledi. Birçok veli kısa süre içinde Halkevi Eğitim Hakkı Meclisi’nin özneleri haline geldi. Şubat ayında yapılan, mahalle çapında 200 velinin katıldığı halk toplantısında ise 7 okulu içine alan veli meclisinin kurulması toplantıya katılanların onayıyla kabul edildi. Dönem başında çıkılan bu yolda bu denli hızlı mesafe alınması eğitim hakkı mücadelesinin yakıcılığına işaret ediyor. Veliler her biri eğitim alanında yaşanan genel sorunların birer yansıması olan olumsuzluklara karşı müdahale ve mücadele ederek eğitim hakkı kavgasında deneyim kazanıyorlar. Kalabalık ve öğretmensiz sınıf sorunundan, 40 başlık altından toplanan paralara kadar, okullardaki fiziksel sorunlardan eğitimin bilimsellikten uzaklaştırılmasına kadar, çocuklarımızı robota dönüştüren ve şifresiz girilemeyen sınavlardan gerici dönüşüme kadar birçok başlık altında okul okul mahalle mahalle sürdürülmesi gereken eğitim kavgasının “veli meclisleriyle” hızlıca yaygınlaşacağını düşünüyoruz. Eğitim emekçileri ve öğrencilerle birlikte sürdürülecek bu kavga parasız, nitelikli ve çağdaş bir eğitim için elimizdeki tek şifre.
E
Halkın eğitim hakkı sokakta savunuluyor E
ğitim sistemini kademelendirecek ve mesleki yönlendirmeyi ilköğretim ikinci aşamaya indirecek olan yasa tasarısı meclis gündeminde. TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu’ndan geçen yasa tasarısı meclis genel kurulunda görüşüleceği günü bekliyor. “222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin komisyon görüşmeleri oldukça olaylı geçti. 16’sı AKP’li 26 kişilik komisyonda CHP grubu çoğunluğa dayalı oylama sonucunu engelleyemeyeceği için komisyon görüşmelerini tıkama yolunu seçti. AKP’liler 2 haftada yalnızca 6 maddesi geçen yasa teklifinin geçmesi için 11 Mart Pazar günü komisyon salonunu işgal etti. CHP’lileri salona dahi sokmayan AKP’liler fziksel şiddet uygulayarak yarım saatte 20 maddeyi komisyondan geçirdi ve tasarıyı Genel Kurul’a gemek üzere komisyondan çıkardı. MECL‹STEN ZORBALIKLA GEÇT‹ 4+4+4’ün komisyon görüşmeleri AKP’ye parlamento için muhalefetin sınırlarını da gösterdi. Yasanın meclis içi muhalefetle durdurulamayacağının ortaya çıkmasıyla sokak eylemleriyle yasaya itiraz eden eğitim emekçileri de yeni ve daha güçlü bir eylem programı açıkladı. Eğitim Sen’in eylem planına göre yasa TBMM Genel Kurulu’na geldiğinde eğitim emekçileri tüm Türkiye’de greve gidecek. Eğitim Sen üyeleri aynı gün Ankara’da buluşarak Meclis’e seslerini duyuracak. Tüm illerde kitlesel eylemler düzenlenecek, yasaya karşı veliler başta olmak üzere tüm halkı bilgilendirecek etkinlikler düzenlenecek. Eğitim emekçilerinin eylem programı kısa sürede emek ve
Ağaçlar asfalt oldu A
AKP’nin 4+4+4 sistemine karşı eğitim emekçileri, veliler, öğrenciler sokağa çıktı. Kitlesel eylemlerde yasaklı meydanlara girildi, bazı illerde polis barikatı aşıldı meslek örgütleri tarafından da benimsendi. KESK, DİSK, TTB ve TMMOB 14 Mart günü düzenledikleri ortak basın açıklamasıyla tüm Türkiye’de Eğitim Sen’in eylemlerini destekleme kararı aldıklarını açıkladı. Örgütler grev günü ve kitlesel sokak eylemlerinde üyelerinin de eğitim emekçileriyle birlikti alanlarda olacağını duyurdu. Eğitim Sen’in çağrısıyla 15 Mart’ta tüm Türkiye’de eylemler yapıldı. Çorum, Samsun, Afyonkarahisar, Trabzon, Bursa, Hatay, İzmir, Çaycuma, Mersin, Ankara, İstanbul ve daha bir çok
ilde yapılan eylemlerde yasa tasarısına karşı tepkiler dile getirldi. AfiILAN BAR‹KATLAR YASAKLI MEYDANLA Çorum’da 12 Eylül’den sonra en kitlesel eylemlerden birisi 4+4+4’e karşı gerçekleştirildi. 7 bin kişi “Başka bir eğitim mümkün” pankartının arkasında yürüdü. Hatay ve Mersin’de Eğitim Sen çağrısıyla bir araya gelenler yasaya karşı eylemlerini polis barikatını aşarak yaptı. 4+4+4’e karşı İzmir’de yapılan eylemde emekçiler yıllar sonra
yasaklı Konak Meydanı’na üç koldan yürüyerek girdi. İzmir Halkevleri de Konak Meydanı’nda iki günlük oturma eylemi gerçekleştirdi. Ankara’da emekçiler okul önlerinde insan zinciri oluşturdu. İstanbul’da okul önlerinde ve kent meydanlarında stand açan Eğitim Sen üyeleri TBMM’ye iletilmek üzere hazırladıkları dilekçelerle imza topladı. Bursa’da yasaya tepki Eğitim Hakkı Meclisi’nin eyleminde dile geldi. Oldukça kalabalık bir katılımın olduğu eylemde Orhangazi Parkı’na bir yürüyüş gerçekleştirdi.
ntalya Muratpaşa İlçesi Ermenek Mahallesi’nde yol yapımı nedeniyle yüzlerce yıllık ağaçlar kesiliyor. Ağaçların kesilmesine tepki gösteren mahalleliler “Ağaç katliamına son verin” diyor. Yetişmesi uzun yıllar alan ağaçları yol uğruna kesen belediyeye defalarca başvurduklarını belirten mahalleliler, vurdumduymaz tavrını sürdüren Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne tepki gösteriyor. Halkın Sesi’ne konuşan mahalleli Ayşen Öz, kent ormanı kapsamında olan yüz yıllık ağaçların yol güzergahında olmamasına rağmen kesildiğini söyledi. Antalya kentinin oksijen deposu olan ağaçların kesilmesini katliam olarak değerlendiren Öz, mahalle halkının istediği yeşil alanların belediyenin anladığından farklı olduğunu şöyle ifade etti: “Aşırı su ihtiyacı olan, sürekli bakım isteyen, rant kapısı haline gelen çim ve çiçeklerden oluşan ağaçsız parklar yeşil alan değildir. Yeşil alan, gölgesinde serinleyeceğimiz, spor yapabileceğimiz, canlı yaşama ev sahipliği yapan ve az su kullanan, kendiliğinden yaşayan alanlar olmalıdır.”Öz, belediyenin, yeşil alanları genişletmek yerine bin bir emekle yetiştirilmiş çam ağaçlarını kestiğini ifade etti ve Ermenek Mahallesi’nin yeşil alan katliamına
Taksim Meydanı hepimizin A
KP’nin Taksim projesine karşı binlerce İstanbullu 17 Mart’ta Taksim Meydanı’ndaydı. Taksim Dayanışması adıyla bir araya gelen meslek odaları, sendikalar, demokratik kitle örgütleri Taksim projesine itirazlarını ortak deklarasyon ve kitlesel bir yürüyüşle duyurdu. “Betonlaştırma, insansızlaştırma, kimliksizleştirme projesine karşı meydanımız, parkımız, kültür merkezimiz için yürüyoruz” diyerek Taksim’e yürüyen binlerce kişi adına meydanda bir basın açıklaması yapıldı. Eylemde konuşan Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu, Taksim Meydanı’nın bir bütün olduğunu, bir parçasının yok edilmesinin meydanı ortadan kaldırmak anlamına geldiğini ifade etti. DİSK Genel Sekreteri Adnan Serdaroğlu, “Şehirler meydanlarıyla anılır ve bir şehirde meydan yoksa özgürlük yok demektir. Taksim 76’dan beri emekçilerin ayak izleriyle doludur” dedi. Beyoğlu Semt Dernekleri Platformu adına konuşan Cem Tüzün, kentsel dönüşüm projeleriyle kolluk gücü kullanarak ve ekonomik baskı yaratarak insanların yerlerinden edildiğini ifade etti. Derbent, Tarlabaşı, Sulukule, Gülsuyu ve Tokludede’de kentsel dönüşüm sorununa dikkat çeken Tüzün, Taksim projesinin gerçekleşmesi durumunda
Fırtına HES yapma kalemize gol atma
Trabzon Çaykara’daki Uzungöl Beldesi'nde halk, Trabzonspor’un yapmak istedi¤i HES’e karfl› topland› ve miting yapt›. Ard›ndan, projede katledilecek olan alabal›klar için temsili cenaze namaz› k›ld›. Uzungöl halk›n›n daveti üzerine, Trabzon’dan bölgeye gelen sendika, siyasi parti ve kitle örgütlerinden temsilciler Sezgin Otel’in toplant› salonunda bulufltu. Uzungöl Esnaf Sanatkar Odas› Baflkan› Murat Akyüz, Solakl›’daki HES’lerin do¤aya verdi¤i zarar›n boyutlar›n›
yürünecek yol ve solunacak havanın kalmayacağına işaret etti. TOPLUM TAKS‹M’E AKAMAYACAK Taksim projesini ve itirazları, TMMOB Mimarlar Odası Afet Komitesi Başkanı Mücella Yapıcı’yla görüştük. Yapıcı, “Taksim yayalaştırılacak” denilerek trafiğin tamamının
yer altına ineceğine, planla birlikte ortaya çıkacak kavşakların, raylı sistemlerin ve egzoz salınımının tehlikeli sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekti. Gezi Parkı’ndaki yeşil alanın Beyoğlu’nda nefes alınabilecek tek yer olduğunu belirten Yapıcı, projeyle bunun ortadan kaldırılacağına işaret etti. Taksim Meydanı’nın sadece İstanbul’a ait bir yer olmadığını söyleyen Yapıcı, tüm Türkiye’nin emek ve demokrasi mücadelesinin sembolü olan meydanın önemini şu sözlerle ifade etti: “Halkın hak taleplerini savunmak için aklına ilk gelen Taksim’e gitmektir, Taksim’e akmaktır. Toplumsal hak talebi alanı ya da toplumun kendini gösterdiği bir alandır. Projeyle bu alan yok edilmeye çalışılıyor. Projeyle İstiklal Caddesi dışında Taksim Meydanı’na yayanın toplu girişi yok edilecek. Cumhuriyet Bayramı, 1 Mayıs, Newroz, dünya kupası hangi gerekçeyle olursa olsun toplum olarak akarak Taksim’e çıkmamız imkansız olacak. Teker teker, üçer üçer ya da beşer beşer içeri girebileceğiz.” Dünya’nın hiçbir yerinde böyle bir yayalaştırma projesi olmadığını söyleyen Yapıcı, aksine meydanların trafikle barıştırıldığını söylüyor. Yapıcı, “Bu okulları kapatıp eğitim derdinden kurtulmaya benziyor” diyor.
aktard›. DEKAP Dönem Sözcüsü ifadesini hat›rlatan fian, “Yani Ömer fian, eyleme deste¤e gelen derelerimizi savunmak göreTrabzonspor taraftar grubu vimizdir, hakk›m›zd›r” dedi. Vira’ya teflekkür ederek Suyun yaflam demek oldu¤unu “HES’çiler söyleyen fian, bu mücadeTrabzon’a neyle lenin Ka rad en iz bö lge sin de 700’e yaln›zca girersek tepki yak›n HES projesi var. almay›z dediler çevre de¤il 1.6 00 ’ü de yol da . Bölge halk› yaflam ve Trabzonspor’u 700 projenin 120’sine dava bu ifle alet ettihakk› açt ›. 10 0’e yak ›n›n› ler” dedi. mücadelesi mahkemeler iptal etti. Anayasadaki oldu¤unu “Herkes sa¤l›kl› anlatt›. bir çevrede yaflama hakk›na Toplant›dan sonra, Uzungöl sahiptir ve yaflam alanlar›n› k›y›s› boyunca uzanan yolda koruyup kollamakla mükelleftir” yürüyen yüzlerce kifli miting
alan›na geldi. Miting alan›nda konuflan Zeki Soylu, HES'lere izin verilmesi sonucunda derelerin yok olaca¤›n› belirterek, “Uzungöllüler olarak Solakl› deresi üzerinde yap›m› düflünülen HES'lerin yap›lmas›na izin verirsek, sahip oldu¤umuz bu de¤erler yok olacak. Yeflilimiz solacak, alabal›klar›m›z ölecek ve ormanlar›m›z kuruyacakt›r” dedi. Miting alan›nda kurulan dara¤ac›nda temsili olarak as›lan alabal›k için k›l›nan cenaze namaz› kat›l›mc›lar taraf›ndan ilgiyle izlendi.
İhale yerine yaşam 3
. Köprü Yerine Yaşam Platformu, yaşamı ve İstanbul'u savunmak için 3. köprüye karşı ihalenin yeniden açılacağı 5 Nisan'da Ankara'da olacaklarını belirtti. 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu 17 Mart’ta Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi'nde basın açıklaması yaptı. Hükümetin 3. köprü projesi için 5 Nisan’da yeni ihale açacağını belirten platform, o gün Ankara'da olacaklarını duyurdu. “Yaşam ihaleye çıkarılamaz” diyen platform adına basın açıklamasını Prof. Dr. Zerrin Bayraktar yaptı. Bayraktar, 3. köprü projesinin AKP'nin siyasi projesi ve rantçı inşaat şirketlerinin ihtiyacı olduğunu söylediği açıklamada İstanbulluların yeni köprülere değil, raylı ulaşımla deniz yolunun etkin biçimde kullanılmasına, yani bu ikisinin kesiştiği yeni Haydarpaşalara ihtiyaç duyulduğunu vurguladı. Bayraktar, “İnsanca yaşanacak bir İstanbul için 5 Nisan'da köprü değil orman, köprü değil su, köprü değil toplu ulaşım, köprü değil barınma hakkı demek için Ankara'da ihalenin yapılacağı Karayolları Genel Müdürlüğü önünde olacağız” dedi.
7
İNSANCA YAŞAM 22 Mart 2012 / 4 Nisan 2012
Halk›n Sesi
Sağlıkta büyük buluşma Başkent, 38 kentten “Sağlık haktır” diyerek gelen sağlık hakkı meclisleri temsilcilerine ev sahipliği yaptı. Hekim, asistan hekim, hemşire, taşeron sağlık işçisi, hasta, hasta yakını bir araya geldi; Türkiye Büyük Sağlık Hakkı Meclisi’ni (TBSHM) kurdu
3
8 kentteki Sağklık Hakkı Meclisleri’nden gelen TBSHM bileşenleri 11 Mart günü Ahmet Taner Kışlalı Spor Salonu’nda buluştu. 2500 koltuğun her birinde “Sağlık haktır” yazan beyaz balonlar vardı ve TBSHM bileşenleri beyaz balonların yerini kısa sürede doldurdu. Etkinlik, grevlerde sahne alan Hacettepe Band’ın müzikleriyle başladı. Tü Tabipleri Birliği (TTB) yöneticisi Osman Öztürk’ün sunumunun ardından “Bize Yalan Söylediler Sağlık Sistemi Soygun Sistemine Dönüştü” başlıklı slayt gösterisi yapıldı. Slayt gösterisinin ardından meclisin açılış konuşmasını TTB Merkez Konsey Başkanı Eriş Bilaloğlu yaptı. Bilaloğlu’nun sözleri TBSHM’nin nasıl kurulduğunu özetliyordu: “AKP sağlık alanını paralı hale getirdi. Biz sağlıkçılar buna karşı mücadele ettik ancak ‘bu bizi aşar’ dedik ve o yüzden herkesi çağırdık, herkesi davet ettik, geldiniz.” Bilaloğlu, AKP’nin sağlıktaki dönüşüm programına karşı mücadele edeceğini ve sağlık alanındaki her saldırıya TBSHM’de karar alınarak müdahale edileceğini belirterek TBSHM’nin amacını tanımladı. Bilaloğlu’nun konuşması yer yer sloganlarla kesildi. Sloganların taşeron sağlık işçileri tarafından atıldığı sesin gür çıkmasından anlaşılıyordu. Bilaloğlu’nun konuşmasının ardından Hoy Tur halkoyunları ekibi bir gösteri sundu. Birçok yöreden halk oyunlarını sergileyen gösteri herkes tarafından coşkuyla alkışlandı. Halkoyunu gösterisinin ardından
TBSHM bileflenleri: Adana, Antalya, Ayd›n, Bart›n, Batman, Bolu, Bursa, Denizli, Diyarbak›r, Düzce, Edirne, Eskiflehir, Gaziantep, Hatay, Isparta, ‹stanbul, ‹zmir, K›rklareli, Kilis, Kocaeli, Konya, K›rflehir, Manisa, Malatya, Mardin, Mersin, Mufl, Ni¤de, Rize, Samsun, Urfa, Tekirda¤, Ankara, Mu¤la, Hopa, Ayval›k, Karabük, Bal›kesir. sağlık hakkı meclisi temsilcileri söz aldı. Salona asılı pankartlarda da yazdığı gibi Kürt illerinden gelen temsilcilerin konuşmalarında öne çıkan, anadilde sağlık hakkı talebi oldu. EfiKIYALARI SA⁄LIK HAKKI MÜCADELES‹NDE GÖRÜN Hopa temsilcisi Kamil Ustabaş, su ve yaşam hakkı mücadelesi veren Hopalıların ‘eşkıyalık’la damgalandığını hatırlatarak “Asıl
eşkıyalığı sağlık hakkı mücadelesinde göreceksiniz” dedi. Isparta temsilcisi sadece Isparta Sağlık Hakkı Meclisi bileşenlerini okudu ve sağlık hakkı mücadelesinin AKP dışındaki farklı kesimleri birleştirdiğini gösterdi: CHP, DSP, MHP, BBP, Demokrat Parti, HAS Parti, Saadet Partisi, TKP, ÖDP, EMEP, ÇYDD, ADD, İP, köy dernekleri, muhtarlar. Çapa ve Billur Tuz direnişlerinden gelen işçiler de
desteklerini belirtirken Samsun Gazi Devlet Hastanesi’ndeki direnişin selamını da Samsun Sağlık Hakkı Meclisi getirdi. Ankara Sağlık Hakkı Meclisi temsilcisi, “Mamak’ta ilkini kurarak başlattığımız yürüyüşü büyüteceğiz” dedi. Konuşmacıların büyük kısmı 14 Mart Tıp Bayramı’nda eylemler yapılmasını önerdi. TBSHM’nin nasıl örgütleneceğini, Eskişehir temsilcisi olan mahalleli Elif Yıldız anlattı:
“Mahallelerde kahve toplantıları ve etkinlikler düzenlemeli, mahalledeki mağduriyetlerin takipçisi olmalı, ev ev dolaşmalı, gündeme ilişkin açıklamalar yapmalı.” Konuşmaların ardından AKP’nin sağlık politikaları oylandı. Sağlık Bakanlığı’nın holdinge dönüşmesi, muayenelerin soyguna dönüşmesi, acil servislerin paralı hale gelmesi, hastanelerin özelleştirilmesi, primini ödeyemeyenlerin hastaneye alınmaması oybirliğiyle reddedildi. Hemen ardından TBSHM gündemi oylamaya sunuldu. Oybirliğiyle kabul edilen maddeler şu şekilde: “Sağlık haktır, eşit, ulaşılabilir ve parasız olmalıdır. Sağlık masrafları katkı, prim, katılım gibi ödemeler olmadan, genel vergilerden karşılanmalı. Kâr değil toplumsal yarar, piyasa değil insan olan bir sağlık sistemi oluşturulmalıdır. Koruyucu sağlık hizmetlerine öncelik verilmeli, sağlık hakkı için ayrılan kamusal kaynaklar kamusal sağlık hizmeti için kullanılmalıdır. Sağlıkta taşeron çalışma yasaklanmalı, sağlık işçileri insanca yaşayabilecekleri güvenceli bir çalışma koşuluna kavuşturulmalıdır. Sağlık çalışanlarına yönelik mesleki dayatmalar son bulmalı, performans uygulaması kaldırılmalı.” Gündemlerin belirlenmesinin ardından etkinlik son buldu ve TBSHM bileşenleri sağlık hakkı mücadelesini örgütlemek için memleketlerine döndü. TBSHM’de karar alındığı gibi 14 Mart Tıp Bayramı’nda Antalya, Manisa, İzmir, Mersin ve Samsun’da il sağlık müdürlüklerinin önünde ya da hastanelerde eylemler yapıldı.
‘İstediğin hastaneye gidebilirsin’ yalan oldu Sağlık Bakanlığı özel hasteneleri sevindiren kararlarla sağlığın paralılaştırılmasına parça parça devam ediyor
A
KP iktidarının sağlıkta yeni bir devir başlıyor diyerek iktidarı boyunca övündüğü ‘herkes özel hastanelere gidebilecek’ propagandası çöküyor. Sağlık hizmetlerindeki paralı uygulamalara her gün bir yenisi ekleniyor. 29 Şubat’ta Resmi Gazete’yle yürürlüğe giren reçete ve muayene katılım payına zam getiren Sağlık Uygulama Tebliği’ne (SUT) göre devlet hastanesinde muayeneler için 5 lira, özel hastanelerdeki muayenelerde 12 lira katılım payı alınacak. Reçete de artık paralı. Artık hastalar her bir reçete için; ilk 3 kutuya kadar 3 TL, 3 kutuya ilave temin edilen her bir kutu ilaç için 1 TL ödeyecek. 7 Mart Devlet hastanelerinde “ağır olmayan hastalardan” acil servislerde katkı payı alınmasının ardından özel hastaneler ve vakıf üniversitelerinin acil servislerinde de “katılım payı” uygulamasına başlanacak. Uygulamaya göre, acil servislerde kaza,
yaralanma, hastanın hayatını kaybetme riski taşıyanlar dışında tüm hastalar ilave para ödeyecek. “Yeşil alan” olarak adlandırılan ve “Genel durumu itibariyle ayakta tedavisi sağlanabilecek basit sağlık sorunları bulunan hastalar”dan muayene parası alınacak ve ilave ücret ödemeyi ve ödediği ilave ücreti Sosyal Güvenlik Kurumundan talep etmeyeceğine dair taahhütname imzalatılacak. ÖZEL HASTANELERDE ZAM ÜSTÜNE ZAM Özel hastanelerin yüzünü güldüren bir diğer uygulama ise Bakanlar Kurulu kararıyla çıkarıldı. 2008’den beri özel hastanelerin ve sağlık kurumlarının hastalardan alabileceği fark bedelini belirleyen Bakanlar Kurulu kararı mart ayında çıktı. Karar Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Kararla özel hastanelerin vatandaştan yüzde
K
rizi fırsata çevirmek sermaye sahiplerini sevindirmek için çalışmalarını sürdürenler hak mücadelesi savunucularına saldırmayı da ihmal etmiyor. İstanbul Sarıyer’de bulunan Derbent Mahallesi’nde, kentsel dönüşüm projesine karşı mücadele eden ve Sarıyer Yaşam Platformu’u üyesi olan 15 kişi terörle mücadele ekipleri tarafından evleri basılarak gözaltına alındı. Dikmen Vadisi’nde ise kentsel dönüşüm projesine karşı açılan davada Vadi halkı yürütmeyi durdurma kararı alsa da Gökçek saldırgan tavırlar sergilemeye devam ediyor.
S
ağlık Hakkı Meclisleri 14 Mart Tıp Bayramı’nda Türkiye’nin dört bir yanında eylemdeydi. İzmir, Antalya, Mersin, Manisa, Samsun ve İstanbul’da yapılan eylemlerde, prim katkı-katılım payı ve ilave ücretlerinin olmadığı, nitelikli, ulaşılabilir kamusal sağlık hakkı için mücadeleye çağrı yapıldı.Yapılan açıklamalarda, sağlığın piyasaya sunulduğu ve sağlık çalışanlarının da güvencesizleştirildiği bir dönemde Sağlık Hakkı Meclisleri’nin Tıp Bayramı’nı kutlamadığı vurgulandı.
UYARI ÇADIRI D‹REN‹fi ÇADIRINA DÖNDÜ İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi
‹LAVE ÜCRET NED‹R Özel hastanelerdeki her tür tetkik ve tedavi işlemi için ayrı ayrı fiyat belirleyen SGK, özel hastanelere, tespit edilen ücretin
üzerine ilave yapma hakkını tanıyor. Buna göre SGK'nin ücretini 100 lira olarak belirlediği bir tedaviden özel hastane 170 lira alabiliyordu. Bakanlık tarafından yapılan zammın ardından bu oran yüzde 90'a yükseldi ve özel hastanelerin 100 liralık bir tedaviden 190 lira alabilmesi sağlandı.
TOKİ mafyasına karşı direniş
Kutlama yok eylem var
PRAT‹SYEN HEK‹MLER SOKAKTA İstanbul Tabip Odası’ndan pratisyen hekimler de 14 Mart Tıp Haftası etkinlikleri çerçevesinde, yazdıkları açık mektupları halka dağıttı. Hekimler, aile hekimliği uygulamasının sorunlarına ve birinci basamak sağlık hizmetlerinde yaşanan erozyona dikkat çekmek için hazırladıkları broşürleri Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda ve Beşiktaş’ta halka dağıttı.
70 oranında alabildiği "ilave ücret" oranına zam yapıldı ve bu oran yüzde 90'a yükseldi.
Çapa Kampüsü’nde işten çıkarılacakları söylenen 105 taşeron sağlık işçisinin açtığı uyarı çadırı, 14 Mart Tıp Bayramı’nda direniş çadırına dönüştü. İşçiler, “14 Mart Tıp Bayramı’nı kutlamıyoruz” diyerek işten çıkarmaları protesto etti. Eyleme İstanbul Tabip Odası, SES, Dev Sağlık-İş, öğrenci, taşeron işçi, asistan, öğretim üyeleri ve sağlık çalışanlarından oluşan Çapa Kampüsü Meclisi, Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu ve çok sayıda kurum katıldı.
GÖZALTINA ALAN TOK‹ MAFYASI İstanbul Sarıyer’de bulunan Derbent Mahallesi’nde kentsel dönüşüm projesine karşı direnen 15 hak mücadelesi savunucusu, sabaha karşı yapılan polis operasyonlarıyla gözaltına alındı. Gözaltıların ardından sokağa çıkan Sarıyer halkı komşularını geri istedi. Eylemde konuşan Sarıyer Halkevi Yönetim Kurulu üyesi ve Kocataş Mahalle Derneği Başkanı Ramazan Ünal, terörle mücadele ekiplerinin saldırısını şöyle anlattı: “Sabahın ilk saatlerinde komşularımızın kapısına dayananlar aslında daha dün 11 işçiyi yakan dev inşaat şirketleri, kent yağmacıları, TOKİ, yani arazi mafyasının ta kendisidir". Ünal “Afet Yasası”na da dikkat çekerek, Derbent’e yapılan saldırının TOKİ mafyasının
başı diye nitelendirdiği Erdoğan Bayraktar’ın kentsel yıkım yasasını meclisten geçirmeye hazırlandığı günlerde olmasının tesadüf olmadığını belirtti. Gözaltına alınan barınma hakkı savunucuları, çıkartıldıkları mahkeme tarafından serbest bırakılırken hak savunucuları bu saldırıları hep birlikte püskürteceklerinin mesajını verdi. VAD‹ HALKI KAZANIYOR Derbent’de yapılan operasyonlarla yöre halkının barınma hakkı gasp edilmeye çalışılırken Ankara’da mücadele edenler kazanmaya devam ediyor. Yıllardır süren mücadelelerinden bir gün bile geri adım atmayan Dikmen Vadisi halkı kentsel dönüşüm projesine karşı açtığı davayı kazanarak projenin durmasını sağladı. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ise hukuku hiçe sayarak bu yaz Vadi’de yıkım gerçekleştireceğini söylüyor. Hatta söylemekle kalmayan Gökçek evlere yıkım tebligatı gönderiyor. Mahkemenin iptaline rağmen yıkım tebligatlarını gönderen Gökçek’e, Vadi halkı tepkili. Belediye önüne giderek Gökçek’e bu mücadelede geri adım atmayacaklarını hatırlatan Vadi halkı Gökçek’i hukuka uymaya davet etti. Vadi halkı yaptıkları eylemde Derbent halkının sonuna kadar yanlarında olduklarını da söyledi.
Hedef 2023’ün “afet riski” yalan› Van depreminin ardından başbakanın kafasında ampul yanmış olmalı. “Afet bölgesi” ilanına mali külfet diyen Başbakan, bir bölgenin afet bölgesi ilan edilmesi durumunda “normal hayatın akışı bozuluyor” diye de ekliyor. Başbakan’ın derdi hayatın normal akışının sağlanması değil elbet. Van depreminin ardından, bölgede neden devletin olmadığını, AKP’nin afet riskini öne sürerek hazırladığı kentsel dönüşüm yasasından anlıyoruz. Hazırladıkları kentsel dönüşüm yasasıyla, afet durumlarında, devletin parasız kamu hizmeti verme yükümlülüğünü de ortadan kaldıracak bir düzenleme yapıyor. Artık hiçbir yer “afet bölgesi” ilan edilmeyecek! Afet riski taşıyan bölgeler Evrim yasayla birlikte önceden belirlenip, buralara müdaÇak›r hale edileceği için bu uyguBursa lamaya gerek kalmayacak. Halkevi Peki bu müdahale gerçekten halkı afetten korumayı mı hedefliyor? Bu anlamak için AKP’nin “Hedef 2023” projesine bakalım. 2023’e kadar, kentsel dönüşüm projelerini 10 yıl içerisinde bitirip 400 milyar dolara ulaşan ekonomik büyüme hedefleniyor. Ayrıca dünyanın en büyük 6 ekonomi olan ABD, Japonya, Çin, Almanya, Fransa ve İngiltere arasında Türkiye’nin de yer alması öngörülüyor. Bu hedefe ulaşmak için de inşaat sektörünün büyütülmesine özel önem veriliyor. Böylece “iktidarıma mal olsa da bu yasayı uygulayacağım” diyen Başbakan'ın bu kadar yana yakıla çıkarttığı kentsel dönüşüm yasasının sırrı çözülüyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İstanbul İl Müdürü Emin Birpınar da yasanının gerçek amacına açıklık getiriyor. Birpınar “Bu proje içerisinde milyar dolarlar dönecek” diyor. Başbakan’ın 2011 TOKİ kurultayında, “başaramadık” dediği kentsel dönüşüm projeleri hakkında Birpınar, “biz bunu başarabiliriz” diyor. Projelerde ne kadar rant döneceğini ballandıra ballandıra anlatıyor. Peki bu rant kimin olacak, kimin evi yıkılacak? Memleketin yüzde 90’ının afet riski taşıdığını biliyoruz. Yıkılacak riskli evlerin çoğunda yaşayanların da yoksullar olduğunu da… Yoksullar için iş başında olduğu iddia edilen TOKİ, riskli bölgeleri belirleyip, projeyi yürütecek. TOKİ önünde hiçbir yasal, idari vs. engel kalmamasının kolaylığıyla, afet riski taşıdığını tespit ettiği yerleri istediği fiyattan kamulaştırıp, istediği inşaat şirketine pazarlayabilecek. Yani yoksulları evlerinden edecek. 10 yıllık iktidarı boyunca uygulamaya çalıştığı kentsel dönüşüm projelerinde AKP’yi bu uygulamadan alıkoyan ne kadar engel varsa, her birini devre dışı bırakmak için kentsel dönüşüm yasasında ayrı bir maddeye yer verilmiş. Yasada her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş. Yasaya göre binaların afet riski tespitini ilk olarak TOKİ ve belediyeler yapacak. Tespit uyarısı yapıldıktan sonra 30 gün içerisinde binaların tahliye edilmesi istenecek. Ayrıca anlaşma sağlanamayan binaların yıkım masrafları bina sahiplerinden çıkartılacak. Tanınan süre içinde evini terk etmeyenlerin elektriği, suyu kesilerek yaptırım uygulanacak. Bu yaptırımın ilk mucidi Melih Gökçek, bunu Dikmen’de uygulamıştı. Dikmen Vadisi’nde barınma hakkı için direnenlerin elektriğini kesmiş, ulaşım araçlarını göndermemiş, Vadi’yi yaşanmaz bir hale getirmek için elinden geleni yapmıştı. Dikmen Vadisi halkı ise hem hukuksal yollardan hem de fiili mücadelelerle AKP’yi başarısızlığa uğratmıştı. AKP bu yenilgiden ders almış görünüyor. Bu nedenle yasada barınma hakkı için direnenlere de yer var. Yasada “halkın gönüllülüğü”nü esas alacaklarını üstüne basa basa söylüyorlar. Ancak yasada öngörülene göre, şayet gönüllü olmayıp, barınma hakkımız için direnirsek, hem bizden aldıkları paralarla evimizi başımıza yıkacaklar hem de kamu düzenini bozduğumuz için hapishanenin yolunu gösterecekler. Hapishaneye girmek istemeyen yoksullara ise borçlandırma seçeneği sunuluyor. Gecekondu kanununa göre yıkılacak evlerin yerinde yapılacak binalarda kalabilmek için ömür boyu borç ödemek zorunda kalacaklar. Borçlar ödenemezse kapı dışarı edilecekler. Barınma hakkı mücadelelerinin hukuksal yollardan elde ettikleri kazanımların önünü kesmek de yasada düşünülmüş. Öyle ya halk kanuna itiraz edip, dava açarsa, yargı da kamu yararı gözeterek yürütmeyi durdurursa ne olacak bu projeler? “Afet riski” söz konusuysa gerisi teferruattır! Hazırlanan kentsel dönüşüm yasası, Anayasa’nın 125. maddesine dayanarak projenin yürütmesinin durdurulmasını engelliyor. Bu maddeye göre kamu düzeni, genel sağlık ve olağan üstü durumlar gözetilerek yargıya başvurulması sınırlanabiliyor. İsteyen istediği kişiye, istediği yerde dava açabiliyor. Ancak yargı yürütmeyi durdurma kararı alamadığı, yani işlevsizleştirildiği için ne olursa olsun o yıkımlar gerçekleşecek. AKP, “Hedef 2023” planına yaklaşırken, çoğunlukta olduğu meclisiyle, yasalarıyla ve mahkemeleriyle karşımıza dikilmeye hazırlanıyor. Düzenin tüm mekanizmaları halkın barınma hakkını hedef alırken, mahkemelerle sonuç almamız bile olanaksız hale getiriliyor. Biz bu durumlarda ne yapılması gerektiğini biliyoruz. “Sermayedarlara verecek bir karış toprağım yok” diyen Dikmenlilerin, Mamaklıların, Derbentililerin örgütlü mücadelesi için artık tek yol sokak! Yazının kamamı Sendika.Org’da yayımlanmıştır.
8
EMEK 22 Mart 2012 / 4 Nisan 2012
Halk›n Sesi
‘Sarı imparatorluğun’ çöküşü B
ursa’da 6 bin işçinin çalıştığı Bosch fabrikasında 14 – 15 Mart günlerinde adeta ‘İşçi Baharı’ yaşandı. Yıllardır, işten çıkarılma tehditleri karşısında zorunlu olarak Türk Metal üyeliklerini sürdüren işçilerin büyük kısmı Türk Metal’den istifa edip Birleşik Metalİş’e üye olmaya başladı. Üyelik işlemlerinin başladığı 14 Mart günü Türk Metal, Kocaeli’nden getirdiği birkaç yüz temsilcisiyle Bosch işçisini yıldırmaya çalıştı. Bosch işçileri, iki gün boyunca “Bursa DİSK’e mezar olacak”, “Şehitler ölmez vatan bölünmez” gibi ırkçı sloganlar atan sarı sendika yöneticilerini yara yara Orhangazi Emek Kültür Merkezi’ne ulaştılar: “Biz, biz, biz Bosch işçisiyiz, sarı sendikayı götüreceğiz!” Bosch’u iki günde kaybeden Türk Metal, elindeki Renault ve Tofaş fabrikaları için endişelenmeye başladı ama artık çoban ateşleri yakılmıştı ve o iki büyük fabrikadan da telefonlar yağıyordu. Tofaş ve Renault işçileri Türk Metal’den kurtulmanın mümkün olduğunu görmüştü bir kere. Bosch’ta 14 Mart günü 08.00 – 16.00 vardiyasından çıkan işçiler üyelik işlemlerinin yapılacağı salona geldi. İşçiler, Birleşik Metal-İş üyeleri tarafından alkışlarla, davullarla zurnalarla karşılandı. Metal işçileri birbirleriyle kucaklaşırken birçok işçi gözyaşlarını tutamadı. 30 YILLIK HASRET SONA ERD‹ Gözyaşlarının altında “30 yıllık hasret” vardı. 12 Eylül faşist darbesinin ardından DİSK’in kapalı olduğu günlerde Maden-İş üyesi işçiler, aynı dönemde çıkartılan Sendikalar Yasası’na konulan bir ek maddeyle ve MESS (Metal Sanayicileri Sendikası) üyesi işverenlerin işyerinde çalışanların isim listelerini ve sigorta sicil numaralarını Türk Metal yetkililerine verilmesi talimatı göndermesiyle, Türk Metal’e üye yapılmıştı. Böylece Türk Metal bir gecede işkolunun en kalabalık sendikası haline getirilerek MESS işyerlerinde sarı bir imparatorluk kurmuştu.
İşçiler tercihlerini MESS’le anlaşan sendikadan değil, MESS’e karşı mücadele bayrağını taşıyan sendikadan yana kullandı. Sarı sendika Türk Metal’in kalelerinden biri olan Bosch’da işçilerin büyük çoğunluğu Birleşik Metal-İş’e geçti
30 yıl boyunca Türk Metal üyeleri, iki senede bir gerçekleşen toplu iş sözleşmesi süreçlerinden hep mutsuz ayrıldı. Ne toplu sözleşmelerde ne de sendika yönetici ve temsilcilerinin belirlenmesinde söz hakları oldu. Türk Metal yöneticileri her seferinde yüz bin işçinin geleceğini belirleyen toplu iş sözleşmelerini gece geç saatlerde MESS yöneticileriyle aralarında halletti. Sendikadan istifa etmek isteyen işçilerse işten çıkarılmakla tehdit edil-
di. Örgütsüz işyerlerindeki metal işçileri ne zaman örgütlenmek istese MESS, Türk Metal’i “majestelerinin sendikası” olarak yardımına çağırdı. 2000’den bu yana MESS-Türk Metal arasında sürdürülen “Ortak Eğitim Projesi”nin son meyvesi ise 2011 yılında ortaklaşa kurulan “MEMAŞMesleki Eğitim Merkezi Ticaret AŞ” oldu. 2010-2012 yılı metal grup toplu iş sözleşmesi sürecinde de Türk Metal
A
Balcalı davasında ikinci duruşma
dana’daki Çukurova Üniversitesi Balcalı Tıp Fakültesi Hastanesi’nde, geleceklerine sahip çıkıp taşeron ihalesini protesto ettikleri için 27 yılla yargılanan Dev Sağlık-İş üyelerinin davasının ikinci duruşması 12 Mart günü görüldü. İlk duruşması 16 Aralık 2011’de görülen davanın ikinci duruşmasında da karar çıkmadı. Duruşma, polis saldırısına ilişkin delillerin toplanması için 18 Mayıs tarihine ertelendi. İçeride dava görülürken
yüzde 3 ile binde 5 aras›nda de¤ifltirmeye yetkili k›l›nd›. Bir toplu ifl sözleflmesi, ayn› iflkolunda bir veya birden çok iflyerini kapsayabilecek. Ayn› iflkolunda ve ayn› zamanda farkl› iflverenlere ait iflyerlerinde çal›flan iflçiler birden çok sendikaya üye olabilecek. Sendikalara üyelikte ve sendikalardan istifalarda noter flart› kald›r›ld›. Bu ifllemler e-devlet üzerinden yap›lacak. Üyelik baflvurusu, sendika taraf›ndan 30 gün içinde reddedilmedi¤i takdirde, kabul edilmifl say›lacak. ‹flçi "sendikal› oldu¤um için at›ld›m" derse iflveren aksini ispatlamakla yükümlü olacak. ‹flçi sendikas› üyesinin bir y›l› geçmemek üzere iflsiz kalmas› üyeli¤ini etkilemeyecek. SGK'dan yafll›l›k veya malullük ayl›¤› ya da toptan ödeme alarak iflten ayr›lan iflçilerin sendika üyeli¤i sona erecek. Sendikalar sanayi ve ticaret kurulufllar›na yat›r›m yapabilecek, bu gelirler e¤itim ve grev gibi kalemlerde harcayabilcek.
Adana’daki emek ve demokrasi güçleri de Adliye önünde eylemdeydi. Adliye önünde yapılan açıklamalarda davanın tüm taşeron işçilerin davası olduğu ifade edilirken işçilerin taşeron ihalesine karşı çıkarak gerçekleştirdikleri eylemin meşru ve hukuki olduğu dile getirildi. Çukurova Üniversitesi yönetiminin, yasa dışı olmasına rağmen taşeron ihaleleri yaptığının belirtildiği açıklamalarda, taşeron sağlık işçilerinin bu hukuksuzluğa karşı çıktıkları ve has-
‘‹fiÇ‹LER‹N SÖZ VE KARAR HAKKININ OLDU⁄U SEND‹KA’ Birleşik Metal-İş Bursa Şubesi Başkanı Ayhan Ekinci, örgütlenme sürecini Halkın Sesi’ne anlattı. Ekinci, 2010 – 2012 metal işkolu grup toplu iş sözleşmesi süreci sonrasında Türk Metal üyelerinin sendikalarına tepkili olduğunu bildiklerini söyledi. Grevlerdeki kazanımın hemen ardından Bosch’ta örgütlenme çalışmasının başladığını aktaran Ekinci, ilk iş olarak bir komite kurduklarını ve sonra seri toplantılar yaparak fabrikadaki tüm işçilere ulaşıldığını belirtti. Ekinci şunları söyledi: “Biz işçilerin söz ve karar sahibi olacağı bir sendika olduğumuzu örgütlenme sürecimizde kurduğumuz komitelerle işçilere gösterdik. Kardeşlerimiz Türk Metal çetesinden kurtulmuş oldu. Bu hareket, Renault ve Tofaş gibi fabrikalara da yansıyacak.” Ekinci, Bosch’taki işçilerin yüzde 80’inin Birleşik Metal-İş’e üye olduğunu söyledi. 2012 metal iş kolu grup toplu iş sözleşmesi sürecinin mayısta başlayacağına işaret eden Ekinci hedeflerinin Bosch’taki işçilerin tamamını örgütlemek olduğunu söyledi. Bosch işçileri sarı sendikayı devirme iradelerini açıkça beyan ederek korku duvarını yıkıp büyük bir adım attılar; örgütlü örgütsüz bütün işçiler için büyük bir umut havası yarattılar.
tane içinde polisin coplu ve biber gazlı saldırısına uğradıkları hatırlatıldı. Rektörlük 22 Ağustos 2011 tarihinde yasadışı bir şekilde taşeron ihalesi yapmaya çalışmış ancak Dev Sağlıkİş üyelerinin tepkisiyle karşılaşmıştı. Polis, hastane içinde işçilere saldırmış ve birçok işçiyi yaralamıştı. Polis saldırısı sonrasında gözaltına alınan 27 işçi hakkında “ihaleye fesat karıştırmak” gerekçesiyle 27’şer yıl hapis istemiyle dava açılmıştı.
James Bond’a aç›lan yollar enerji iflçisine kapal›
Sendikalar yasası komisyondan geçti Toplu ‹fl ‹liflkileri Kanunu Tasar›s› 13 Mart gecesi TBMM Sa¤l›k, Aile, Çal›flma ve Sosyal ‹fller Komisyonu’nda kabul edildi. Tasar›, Bakanlar Kurulu’ndan TBMM’ye gönderildi¤i ilk halinden oldukça farkl›. Tasar›n›n toplu ifl sözleflmesi yap›lmas›nda yetkiyi düzenleyen maddesinde de¤ifliklik yap›ld›. Sendikan›n iflyeri veya iflletme için toplu ifl sözleflmesi yapmas› için 2 bin üyesinin bulunmas›, kurulu bulundu¤u iflkolunda çal›flan iflçilerin en az yüzde birinin üyesi bulunmas› gerekecek. Yüzde 50 +1’lik iflyeri baraj› korundu. ‹flkolu say›lar› da 21 olarak korundu. Sendika kurucusu olmak için o iflkolunda çal›flma flart› kald›r›ld›. Düzenlemenin yürürlü¤e girdi¤i tarihten itibaren 5 y›l süreyle Ekonomik ve Sosyal Konsey’e üye konfederasyonlara ba¤l› olmayan iflçi sendikalar› için iflkolu baraj› yüzde 3 olarak uygulanacak. Bakanlar Kurulu, bu oran›
yöneticileri benzer bir şekilde “bir gece ansızın” MESS yöneticileriyle saatlik 20 kuruş zamda anlaşıverdi. Türk Metal, “Bundan iyi koşulların imkanı yok” diyerek metal işkolundaki diğer sendikaları da MESS’le anlaşma yapmaya çağırdı. Birleşik Metal-İş, MESS’in dayatmalarına karşı çıkarak örgütlü olduğu 21 işyerinde tek tek grevler örgütledi. MESS üyesi patronlar Birleşik Metal-İş’le saatlik 55 kuruş zam ve en üst düzeyde sosyal haklar
konusunda anlaşma yapmak zorunda kaldı. Birleşik Metal-İş, devletin ve sermayenin koltuğu altında yetki alan sarı sendikanın değil, mücadele eden sendikanın daha güçlü olduğunu gösterdi. Grevlerin hemen ardından Türk Metal üyesi işçilerden Birleşik Metalİş’e telefonlar yağmaya başladı. Talep açıktı: “Bizi de örgütleyin.” Böylece Türk Metal’in kalelerinden biri olan Bursa’daki Bosch fabrikasında Birleşik Metal-İş’in örgütlenme çalışması başladı. Büyük bir çoğunluğu meslek lisesi mezunu ve genç Bosch işçileri, AKP’ye yanaşıp işçileri baskıyla denetim altına alan Türk Metal’in ‘esaret zincirlerini’ kırdı.
Enerji-Sen üyesi iflçiler 5 Mart’tan beri Adana Demirköprü TEDAfi binas› önünde derinifllerini sürdürüyor.
A
dana’da James Bond filminin çekimleri için kent trafiğini alt üst edecek derecede tahsis edilen yollar, işlerine geri dönmek isteyen enerji işçilerine kapanıyor. Üç aydır maaşlarını alamadıkları için itirazda bulunun enerji işçileri 5 Mart günü işten çıkarıldı. Enerji-Sen üyesi işçiler de Toroslar Elektrik Dağıtım A.Ş’nin (TEDAŞ) Demirköprü şubesi önünde direniş çadırı kurdu. 48 işçinin işten çıkarıldığı TEDAŞ önünde 33 işçi aileleriyle birlikte direnişlerini sürdürüyor. İşçilere Dev Sağlık-İş ve Halkevleri üyeleri başta olmak üzere Adana muhalefeti de destek ziyaretlerinde bulunuyor. İşçiler, 3 aydır maaşlarını alamadıkları için gerçekleştirdikleri eylemlerini 4857 sayılı İş Kanunu’nun 34’üncü maddesine dayandırıyor. “21
gün maaşı ödenmeyen işçi çalışmama hakkına sahiptir” hükmü yer alan maddede işçilerin bu sürede kıdem tazminatları ve maaş alacakları verildiği takdirde işten çıkarılabileceğini de söylüyor. İşçiler bu durumu Valiliğe bildirmek için yollara düştüğünde polis engeliyle karşılaştı. Valilik önündeki polis barikatını 9 Mart günü aşan işçiler Adana Valisi Hüseyin Avni Coş ile görüştü. Vali, işçilerin sıkıntılarının çözülmesi için 13 Mart günü bir toplantı yapma sözü verdi. TEDAŞ yetkililerinin ve çalışma bölge müdürlüğünden yetkililerin de bulunduğu toplantıda yine “sıkıntıların giderileceği” söylendi. Valilik sözünü tutmadığı gibi TEDAŞ yetkilileri de işten çıkarılan enerji işçilerinin yerine yeni işçi almak için kurslara başladı.
Kurslara giden işçi sayısı günden güne azalsa da Enerji-Sen üyeleri 16 Mart günü TEDAŞ yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulundu. İşçiler bu sefer de Adana Adliyesi önünde polis barikatıyla karşılaştı BOND ‹STED‹ YOLLAR KAPANDI Enerji işçileri haklarını aramak için düştükleri yollarda polis barikatlarıyla karşılaşırken James Bond’a tüm yollar bir anda açıldı. Adana’da Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) James Bond serisinin son filminin çekimleri için her gün on binlerce aracın geçtiği Kasım Gülek Köprüsü’nü 17 – 26 Mart ile 56 Mayıs tarihleri arasında kapatma kararı aldı. 17 Mart’ta köprünün kapanması Adana trafiğini adeta kilitledi. Halk, belediyeye tepkili.
DİSK’ten ILO işgali
T
oplu İlişkileri Yasa Tasarısı’nın TBMM’de görüşüldüğü gün DİSK Uluslararası Çalışma Örgütü ILO'nun Ankara ofisinde işgal eylemi gerçekleşti. İşgal öncesinde DİSK üyeleri yeni sendikalar yasasını, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önünde protesto etti. 8-9 Mart tarihlerinde süren işgal boyunca DİSK ILO’nun yasa tasarısına karşı yaptırım uygulamasını talep etti. DİSK Genel Başkanı Erol Ekici’nin okuduğu, eylemin amacına ulaştığını belirten basın açıklaması ile eylem sona erdi.
MEPA direnişe başladı
İ
stanbul’un Esenyurt ilçesi, Kıraç bölgesinde mobilya aksesuarları üreten MEPA'da çalışan işçiler direnişe başladı. İşçiler, haftada 55 saat ağır çalışma koşullarına karşı örgütlenmeye başladıktan sonra patronun baskısı arttı. MEPA patronu 1 Mart günü hiçbir gerekçe göstermeden bir işçiyi, 2 Mart günü de polis zoruyla 4 işçiyi işten çıkardı. İşçiler, 8 Mart günü fabrika önünde bir açıklama yaparak keyfi işten çıkarmalara ve güvencesiz çalıştrımaya karşı direnişe geçti.
Dargeçit’te toplu iş sözleşmesi
M
ardin’in Dargeçit İlçesinde Belediye ile Genel-İş Siirt Mardin Şubesi arasında toplu iş sözleşmesi imzalandı. Sözleşmeye göre işçi ücretlerine yüzde 15 zam yapılırken 1 Mayıs'ın yanı sıra 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, 21 Mart Newroz ve 1 Eylül Dünya Barış Günleri için işçilere 100 lira ikramiye verilmesi ve bu günlerin idari tatil sayılması kararlaştırıldı. Genel-İş 24 Şubat günü de Siirt’in Eruh İlçesi’nde belediye ile aynı toplu sözleşleyi imzalamıştı.
9
EMEK 22 Mart 2012 / 4 Nisan 2012
Halk›n Sesi
Soyguncular çok enerjik E
lektrik özelleştirmeleri meşrulaştırılmaya çalışılırken halkın cebinden çıkan elektrik parasının azalacağı propagandası yapılıyordu. Oysa Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun (EPDK) kararıyla 1 Ocak 2012 tarihinden itibaren uygulanmaya başlayan yeni elektrik tarifesiyle dağıtım, iletim ve hizmet bedellerinde ciddi artışlar yaşandı. Özelleştirmelerde ihaleyi alan firmaların yükünü hafifletmek, yani karlılığını sağlamak için yapılan her işlem fiyatlandırılıyor. Bu fiyatlamalardan bir tanesi de sayaç okuma parası adı altında alınan hizmet bedeli. 2009 yılı için dağıtım şirketleri mesken abonelerinden 40 milyon lira sayaç okuma parası topladı. Aynı şekilde bu yıl için yapılacak tahsilat tahminin olarak 100 milyon lira olacak. Dağıtım özelleştirmelerinin yapılmaya başlandığı Aralık 2007’den bu yana dağıtım hizmet bedeli altında alınan paraya da yüzde 141 artış yapılırken perakende hizmet bedelinde de yüzde 155’leri bulan artışlar yapıldı. Oysa söz konusu 4 yıllık dönemde Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) yüzde 37 arttı. Bu artışlar ile birlikte dağıtım şirketlerinin enflasyonun yaklaşık 4 katı düzeyinde zamlı tahsilat yapmasına olanak verildi. Elektik faturasının halkın bütçesindeki payı ise sürekli artış gösterdi.
Son 5 yılda yapılan elektrik özelleştirmlerinde halkın parası, devlet eliyle özel şirketlerin kasasına aktarıldı
Ocak 2012 itibari ile meskende elektrik birim fiyatı 29,85 kuruş kilowat saate (KWh) yükseldi. Böylece 4 kişilik bir ailenin aylık elektrik tüketimi 230 Kwh olarak
kabul edildiğinde fatura bedeli 69 lira oldu. DÖRT KOLDAN HIRSIZLIK Elektriğin yükü halkın bütçesini
yakarken, tüm hızıyla sürdürülen özelleştirme ile birlikte şirketlere doğrudan para aktarıldığı da ortaya çıktı. Radikal gazetesinden Ömer Şahin’in haberine göre,
Elazığ, Malatya, Tunceli ve Bingöl’de elektrik dağıtımıyla görevli Fırat Elektrik Dağıtım A.Ş, AKSA Enerji’ye devredilirken Fırat Elektrik’in kasasında 8 milyon liranın gizlendiği ortaya çıktı. Sayıştay’ın hesapları incelemesiyle çıkan tabloya göre Fırat Elektrik 7 Ocak 2011 yılında 230 milyon dolara AKSA Elektrik’e devredildi. Fırat Elektrik’in TEDAŞ’a bildirdiği raporda kasasında 7 milyon 3 bin lira bulunduğu belirtildi. Hâlbuki yapılan incelemeler sonucunda anlaşıldı ki Fırat Elektrik’in kasasında tahsil edilecek alacaklar ile birlikte 15 milyon 156 bin lira bulunmaktaydı. Bu yanlış hesap bildirimiyle birlikte özelleştirme sonucunda AKSA Elektriğe kayıtta gözükmeyen 8 milyon lira aktarılmış oldu. Benzer vurgun diğer birçok elektrik özelleştirmesinde de üstü kapalı yapılıyordu. Özelleştirme öncesinde elektrik sayaçlarının okunması çeşitli sebepler öne sürülerek erteleniyor ve biriken tahsilatın özelleştirme sonrası ihaleyi alan şirket tarafından yapılması sağlanıyor. Bu şekilde şirketlerin kazançları katlanıyor. Son 4-5 yıllık süreç çok net bir şekilde ortaya koyuyor ki özelleştirme sürecinin maliyeti, bedeli halka yüklenirken devlet eliyle yaratılan rantın kaymağı da özel şirketlere peşkeş çekiliyor.
Çin’e sosyalizm mi geliyor? ENG‹N DURAN
REKABET GÜCÜ: Kesintili eğitime dair yasa tasarısının “gerekçeler” bölümü şu saptamayla başlıyor: ‘Ekonominin rekabet gücü eğitimin kalitesiyle doğrudan ilintilidir’. Yasada bahsedilen “rekabet gücü” Türkiye’de üretilen malların dışarıya satılabilme yeteneğini anlatıyor. Türkiye’de üretilen malların yurt dışında daha kolay alıcı bulması için ne gerekiyor? Dünyada üretilen benzer nitelikteki ürünlerden ucuz olması gerekiyor. Bunun yolu esas olarak emeği ucuzlatmaktan geçiyor. Bu nedenle Çin dünyada rekabet gücü en yüksek ülkedir ve dünyanın atölyesi olarak anılır. Yani eğitim yasasını çıkaranların niyeti, yasanın daha ilk cümlelerinden belli. Amacı “rekabet gücü” olan bir eğitimin kalitesinin kriterleri ne olabilir? Patronların işine yarayacak nitelikte işgücünü arttırmak. Patronların istediği gibi havuzda ne kadar çok işçi birikirse, işgücü o kadar ucuzlayacak. Böylece daha “nitelikli” emek, daha ucuz hale gelecek. Eğitim sistemi sadece işgücünü arttırarak ücretleri düşürmeyecek. Aynı zamanda “uysal nesiller” yetiştirerek kaderine razı işçiler yaratacak. Rekabet gücü yükselecek. Kadınlara, annelik görevlerinin esas görev olduğunu anlatacak. Böylece kadınlar, düşük ücretlerden şikayet etmeden çalışacaklar. Yine “rekabet gücü” yükselecek. Kadınların esas işleri ise evde. Canlarını dişlerine takacaklar; ülke “rekabet gücü” kazansın diye yoksullaşan evlerinin ihtiyaçlarını karşılayacaklar.
D
ünya ekonomisinin kriz içinde olduğu dönemde bile ortalama yüzde 10’un üzerinde büyüyen Çin ekonomisinden yavaşlama ya da hız kesme sinyalleri geldi. Çin Başbakan’ı Wen Jiabao Ulusal Halk Kongresi’nde yaptığı konuşma ile mevcut ekonomik modelin sürdürülemez olduğunu ve hem ekonomik hem de siyasi reformlara acil ihtiyaç olduğunu belirtti. Dünya ekonomileri içinde üretilen toplam değer olarak ABD’den sonra ikinci sıraya yükselen Çin, özellikle 2000’li yıllarda genişleyen dünya pazarının ve ABD’nin dış açıklarının finansörü olmuştu. Üretim alanında ucuz ve bol emek gücü ile rekabet üstünlüğü kazanan Çin, birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin üretim için tercih ettiği ülke konumuna geldi. ABD firmaları da benzer şekilde üretimlerinin bir kısmını Çin’e kaydırdı. Ayrıca, Çin devriminin kazanımlarının serbest piyasa ekonomisine geçişle birlikte piyasalaşmasına paralel olarak ulusal tasarruf oranı rekor seviyelere ulaştı. Çünkü halk başta sağlık, eğitim, barınma gibi ihtiyaçlarını güvence altına almak için gelirlerinin yarıdan fazlasını tasarruf eder hale getirildi. Bu durum sonucunda ihracata odaklı, toplam üretimin sadece üçte birinin iç tüketime gittiği bir ekonomik yapı ortaya çıktı. S‹STEM TIKANDI Ancak bu yapının sürdürülebilmesi, kapitalizmin sürekli kriz üreten yapısından
Kimi sosyal hakları artıran Çin hükümeti, bunu ‘sosyalizmden sapmıyoruz’ şeklinde propaganda ediyor oysa Çin emekçilerini çok uluslu tekellere köle ediyor dolayı çok mümkün olmuyor. Çünkü ihracat yapılan ülke ekonomileri krize girince Çin mallarına olan talep azalıyor. Bu koşullar altında sistemin devamlılığının ancak mevcut üretimin iç pazara ağırlık verilerek sağlanabileceği tartışılıyor. Bunu bilen Çin yönetimi bir dizi sosyal kazanımın kaybolmasının yarattığı rahatsızlıkları da göz önüne alarak önümüzdeki dönemde asgari ücretleri, devletin sağlık ve emeklilik harcamalarını
artırmayı tartışıyor. Sosyal konut harcamaları da benzer şekilde artırılarak halkın tasarruf etme eğilimi kırılmak isteniyor. Bu durum Çin hükümetince “Sosyalizmden sapmıyoruz” denilerek propaganda edilse de, emekçilerin çok uluslu sermaye şirketlerince kölece, ölümüne çalıştırıldığı bir ülkenin tabii ki sosyalizmle uzaktan yakından ilgisi yok. Yapılması planlananları da “sosyalizme dönüş” olarak adlandırmak doğru değil
Çin halkı ayağa kalkıyor Sefalete, uzun ve ölümüne çal›flmaya karfl› 2010 y›l›nda büyük grev dalgas›na tan›k olunan Çin’de s›n›f mücadelesi 2011’de de yükseliflini sürdürdü. Apple, IBM, LG, Citizen, Honda, Pepsi gibi çok uluslu flirketler için üretim yapan fabrikalardaki direnifllerde yer yer önemli kazan›mlar elde edildi. Maddi kazan›mlar›n ve mesai saatlerinin düflürülmesinin yan› s›ra Çin’deki “sar› sendika” egemenli¤i de yer yer y›k›ld› ve sendikalarda iflçilerin özyönetimine dair deneyimler yaflanmaya baflland›. 2011’de de özellikle ifl kazalar›na ve hastal›klar›na karfl› çeflitli grevler gerçeklefltirildi. Maden ve metal sektörlerinde bu soruna dair tepkiler yükseliyor. Bu y›l›n fiubat ay›nda da Hanzong Çelik fabrikas›n›n 5000 iflçisi, daha yüksek ücret talebiyle greve gitti. Grevin ertesi günü eyaletteki baflka iflçilerin de kat›l›m›yla yürüyüfl ve gösteriler düzenlendi. Çin’de k›rlardan geçici olarak gelen göçmen iflçiler direnifllerde öne
ç›kmaya bafllad›lar. Bunun en büyük sebebi kentteki varolufllar›n›n “geçici” olmaktan ç›kmas› olarak gösteriliyor. K›ra geri dönüfl umudunun yok olmas› ve kente tutunma zorunlulu¤u gösteriliyor. K›rlarda yerel yöneticilerin halk›n topraklar›n› gasp ederek, flirketlere pazarlamas› kente göçlerin kal›c›laflmas›na neden oluyor. 2011’in sonlar›nda, Wukan bölgesinde köylülerden gasp edilen topraklar›n, Çin'in en zenginlerinden birine ait olan bir emlak flirketine sat›lmas› üzerine bir ayaklanma patlak vermiflti. Bu ayaklanma geçti¤imiz ay topraklar›n bir k›sm›n›n iadesi ile sonuçlanm›fl, isyan sürecinde tutuklanan köylüler serbest b›rak›lm›flt›. Kentte de yükselen direnifller kazan›m sa¤lad›kça direnifl e¤ilimleri güçleniyor. Özellikle ucuz eme¤in kayna¤› olan k›rdan boflalan ucuz ifl gücü arz›n›n sonuna gelinmesi de ücretlerin yukar›ya do¤ru zorlanmas›na f›rsat veriyor.
çünkü yapılmak istenenlerin hepsi sistem sınırları içinde kimi sosyal hakların artırılmasına dayanıyor. Bu hakların ne kadar “sosyal” olacağını ise iktisadi tercihle değil toplumsal-politik mücadeleler belirleyecek. Zira Çin’de işçi sınıfı başta olmak üzere toplumsal mücadeleler her geçen gün yükselmeye davam ediyor. Çin’de sosyalizm işçi düşmanı devlet katından değil, işçi sınıfının sokaktaki direnişinden yükseliyor.
Kahrolsun merhamet luk oluk işçi kanı dökülüyor bu ülkede. Hadi diyelim ki Kürt meselesinde ölen de öldüren de bir dava için ölüyor, öldürüyor. Peki bu kadar işçi kanı niye dökülüyor. İşçiler kimin için ölüyor? Hani ekonomi kutsaldı… Büyüme rakamları kutsaldı… yüzde 9 büyüme deyince, tüylerimiz diken diken oluyor, ekonomi tanrısı önünde yerlere kapanıyorduk… İşçiler bu ekonominin neresinde? Avrupa’nın en büyük AVM’sini dikecekmişiz İstanbul’a. Ne gurur ama… Kazasız belasız bitseydi patronu kim bilir başbakanı mı getirecekti açılışına cumhurbaşkanını mı? Gazetelerde boy boy fotoğraflar… İşçiler bu fotoğraf karesinde yer alacaklar mıydı? Bütün bu ihtişam karşısında işçiye düşen ne? Sadece “ucuz hayatlar” edebiyatı mı, sadece “vah vah” mı, sadece “ekmek parası” edebiyatı mı? Yok Van’dan gelmiş de çoluğu çocuğundan uzakta onlara nafaka çıkarmaya çalışıyormuş, yok “daha yeni evliymiş…” Hani büyüyen Türkiye’nin fedakar işçileri, hani ihracat rakamlarının arkasındaki gerçek kahramanlar… Kimin sırtında büyüyor bu rakamlar… Avrupa’nın en büyük AVM’sini inşa ederken üç kuruşluk çadırlarda cayır cayır yanmak niye? Hepsi “vah zavallılar” denmek için mi? Vah zavallılar, 850 lira maaş için memleketlerinden gelip buz gibi bir İstanbul gecesinde Tufan cayır cayır yandılar. Daha çok Sertlek geçmemişti oysa bir baraj gölünün sularına kapılıp kayDev Sa¤l›k-‹fl bolup gitmişlerdi… Bir maden Yönetim Kurulu ocağının altına gömüldüklerini Üyesi de unutmadık daha, bir mezar taşları bile yok hala… Topluca “merhamet ayini” yaptık çadırın içinde diri diri yaktığımız işçilerimiz için. En haydut patronundan bir dönerci büfesinde sigortasız çalışıp asgari ücret bile alamayan bir işçiye kadar hepimiz çok üzüldük… Ne talihsizdiler, ne zavallı… Ah o gözü doymaz kötü patron bir yanmaz çadırı çok görmüştü işçisine… Oysa hemen yanı başındaki haberden de çok iyi anlaşılıyordu ki patronların çoğu iyiydi: İşte neredeyse her bir santimetrekareye bir yangın söndürücü koymuştu iyi patronun biri… Konuşa konuşa bitiremedik merhametimizi televizyon programlarından, sabah işe gidişlerde akşam işten dönüşlerde otobüs, minibüs muhabbetlerimizde… Oysa merhamet zulmün can yoldaşıdır. Zalim, merhametsiz zulmedemez… Merhamet, zulmedilene şefkat gösterisinde bulunurken zalimi saklar. Bu yüzden ezilen sınıflar, mazlumlar, merhametin tuzağına düşmemelidir. İş cinayetleri sermayenin emek üzerindeki tahakkümünün doğal bir sonucudur. Sorunun çözümü basittir ve çözüm sömürülen sınıfların elindedir. Sermayenin egemenliği dengelenmediği veya tasfiye edilmediği sürece sermaye cinayet işlemeye meyillidir. Bunun iyi patron-kötü patronla bir ilişkisi yoktur yani… Sermaye hem cinayet işler hem maktulün cenaze namazını kılar hem de evine taziyeye gider… Merhamet gösterisine bayılır… Bunun karşılığında ezilen sınıflar buz gibi bir gerçeklikle karşı karşıya olduklarını unutmamalıdır: Ya her türlü çalışma koşuluna boyun eğip çalışacaksın ya da işsiz kalıp sürüneceksin... Her köşe başında, inşaat çadırında, baraj gölünde, maden ocağında bizi bekleyen cinayetlere karşı mezarlarımızdan kalkıp kendi ellerimizle yazmalıyız mezar taşlarımıza “Merhamet değil, adalet istiyoruz.”
O
Akaryakıta zam
A
karyakıta arka arkaya zam gelmeye davam ediyor. Mart ayı içerisinde yapılan ve yüzde 3’ü aşan zamla motorinin litre fiyatı ilk kez 4 lirayı geçti. Benzininde de 10 gün içerisinde yapılan iki zamla litre fiyatı 17 kuruş arttı. Bu zamla birlikte, İstanbul'da benzinin litre fiyatı 4,61 liraya çıktı. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ise 2009’dan beri akaryakıta bir kuruş zam yapmadıklarını savundu. Şimşek 'Zam denilen şey aslında tamamen uluslararası petrol fiyatlarından kaynaklanmakta' dedi. Şimşek’in bu açıklaması şaşkınlık yarattı. Zira bir Maliye Bakanı herkesin kolayca ulaşabileceği rakamlar varken göz göre yalan söyledi. Uluslararası petrol fiyatları 2008’den bugüne düşerken Türkiye’de petrol fiyatları sürekli olarak arttı. Türkiye halkı dünyada en pahalı petrol kullanan halk olmaya devam ediyor.
10
KİBELE 22 Mart 2012 / 4 Nisan 2012
Halk›n Sesi
fiahin kaç kaç kaç kad›nlar geliyor u yıl 8 Mart Dünya Kadınlar Günü memleketin dört bir yanında şiddetin ikiyüzüne de meydan okuyan kadınların başkaldırışlarıyla, coşkuyla kutlandı. 8 Mart’ta sokaklar, kadın düşmanlığına karşı meydan okumaya ev sahipliği yaptı. Tüm Türkiye’de şiddete, tacize, gericiliğe, güvencesizliğe ve topyekûn kadın düşmanlığına karşı eşitlik, özgürlük talepleriyle sokağa çıkan kadınlar, AKP’nin, polisin tüm engellemelerine rağmen bu yıl 8 Mart’ı en coşkulu şekilde, meydan okuyarak geçirdi. Mersin, Antakya ve Diyarbakır’da olduğu gibi…
B
TAYY‹P ERDO⁄AN VE FATMA fiAH‹N: GER‹C‹L‹⁄‹N ‹K‹ YÜZÜ Baskının, zorbalığın, hak gaspının yükseldiği bir ülkede kadınlar umudu tekrar yükselttiler 8 Mart’ta. Kadın düşmanlığının meşrulaştırılmaya çalışıldığı, sokakta evde işyerinde şiddetin, tacizin ve tecavüzün neredeyse ödüllendirileceği, kadınların yaşam hakkının her an tehdit altında olduğu bu gerçekliktir bardağı taşıran. İşte bu tepki, isyan ve hak arayışı akan coşkun selin nedenidir. En çok açığa çıkan tepki ise Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Gülflah Fatma Şahin’in başını çektiği, Öztürk AKP’nin kadın düşmanlığını gözler önüne seren ikiyüzlülüMamak ğe ve “şiddet yasası”na oldu. Halkevi AKP kendisine yakışanı yaptı ve hazırladığı yasayla bir kez daha “Kadının adı yok” dedi. Kadınları sadece aile içerisindeyken koruyan(!) ve kadını aile içerisinde tanımlayan, bu çerçeve dışında kalan tüm kadınlara ise ‘işte bizim gibi olmazsanız böyle olur’ diyen yasa en başından beri okunuyordu zaten. Fatma Şahin göreve ilk geldiğinde “Kadınlara uygulanan şiddeti, kötü muameleyi engellemek için tüm çabayı göstereceğim” demişti. Hemen ardından “Elimden geleni yapacağım ama başbakanım bilir” diyerek aslında AKP’nin her türlü kadın düşmanı politikasını itiraz etmeden uygulayacağının taahhüdünü vermişti. 12 Haziran seçimleri sonrasında Tayyip bakanlıklarını zaten bu garanti ile oluşturmuştu. Ustalık döneminde en küçük bir risk söz konusu olamazdı. Fatma Şahin bu risk grubunda değildi ve bakan koltuğunu hak ediyordu.
SOKAKLAR GECE GÜNDÜZ KADINLARLA DOLDU
Bundan böyle duramam evde BandSista’nın ‘Bundan böyle duramam ben evde, sokağa özgürleşmeye’ diyen şarkısı 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde alanlara çıkan kadınların dilindeydi. 8 Mart’ta kadın cinayetlerine, erkek şiddetine, güvencesizleştirmeye, baskılara, tutuklamalara ve savaşa karşı mücadele öne çıktı 8 Mart Dünya Kadınlar Günü yürüyüşler, mitingler, tiyatrolar ve konserlerle AKP’nin kadını aile içine kapatan politikalarına karşı başkaldırı niteliğindeydi. Kadınlar, kocadan, babadan bağımsız sosyal güvence istedi, AKP’nin yalnızca aile içindeki kadınları şiddetten korunmasını öngören yasasını protesto etti, yoksulların en yoksulu olmaya, düşük ücret almaya itiraz etti, kız çocuklarından ucuz niteliksiz işçiler yaratacak 4+4+4 kademeli eğitim sistemini reddetti, erkek şiddetine karşı örgütlü mücadeleyi öne çıkardı. Mersin ve Diyarakır’da polisin engellemeye çalıştığı 8 Mart etkinlikleri tüm Türkiye’de coşkuyla yapıldı. Ankara’da Halkevci Kadınlar, Dikmen Vadili Kadınlar, Mamak Barınma Hakkı Bürosu’ndan Kadınlar, Genç Umutçu Kadınlar ve Üniversiteli Kadın Kolektifi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'na yürüdü. Halkevci Kadınlar, Fatma Şahin'e ikiyüzlülüğü simgeleyen madalyon hediye ederken, Dikmen Vadili Kadınlar , Gökçek’in “Kocan limon satsın” sözlerini hatırlatarak Şahin’e limon yolladı. KESK’li kadınlar 8 Mart’ın tatil olması için “Hizmet üretmiyoruz” dedi.
8 MART’TA KADINLAR DENKLEM‹ ÇÖZDÜ: GELS‹N TAYY‹P GELS‹N FATMA ‹NADINA ‹SYAN ‹NADINA ÖZGÜRLÜK Bir yandan “Kadınlara uygulanan şiddeti engelleyeceğiz” diyerek çıkarılan şiddet yasası, bir yandan artan kadın cinayetleri, 4+4+4 kanun teklifi ile çocuk gelinler projesi, tutuklamalar v.s. … İşte AKP’nin ve (sözde kadın dostu) Fatma Şahin’in ikiyüzlülüğüne karşı 8 Mart günü kadınlar, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın önünü eylem alanına çevirdiler. 8 Mart resmi tatil olsun diyerek savaşa ve güvencesizliğe karşı hizmet üretmeyen kadınlar iş yerlerinden sokağa taleplerini taşıdılar. Artan kadın cinayetlerine, baskı ve tutuklamalara, yoksulluğa, güvencesizliğe, gericiliğe karşı Dünya Kadınlar Günü bu yıl daha coşkulu, daha kitlesel ve daha kararlı gerçekleşti. Ve kadınların öfkesinin açığa çıktığı gün oldu 8 Mart. Sloganlar daha güçlü atıldı, ‘Dere başında, panzer üstünde, kadınlar her yerde mücadelede’, ‘AKP’den hesabı kadınlar soracak’… Ve bu öfke, ülkenin dört bir yanında, kendi hayatları ve hakları üzerinde söz ve karar sahibi olma iddiasıyla, kadınların ayak sesleriyle büyüyor. Öyle ki; 4+4+4 saçmalığına, GSS yıkımına, şiddet yasasına, HES talanına karşı her yerde her daim hep kadınlar var, var olmaya da devam edecek. 8 Mart alanlarından yükselen öfke, Tayyip Erdoğan ve Fatma Şahin’in yüreğini hoplatmaya, ezgiler ise kulaklarını çınlatmaya devam edecek. AKP’nin yasasıyla özgürlük olur mu, özgür olmak isteyen kadın sessiz durur mu?
ÖLDÜRÜLÜYORUZ
yaklafl›m›m›zdan hiç hofllanm›yor. Hele ele ana ifadesine, aman yarabbim atefl köpürüyor” dedi. Kad›nlar›n toplumda yaln›zca anneler olarak bulundu¤unu varsayan Erdo¤an “Yau anne dedi¤imiz kim? Kad›n de¤il mi?” diye sordu. Erodo¤an, “bunlar” diyerek bahsetti¤i kad›nlarla ilgili flöyle konufltu: “Ama bunlar›n aile diye bir kavram› dünyalar›nda yok. Bunlar›n yüre¤inde millet diye de bir anlay›fl yok.” Erdo¤an bu cümlelerin sonunda bir de “yüreklere dokunacak” bir an› buldu: “Anneye
GÜVENCES‹ZLEfiT‹R‹L‹YORUZ
Eylemlerde, erkekler tarafından öldürülen kadınların fotoğrafları taşındı. İzmir Kadın Platformu’nun eyleminde basın açıklamasını okuyan Didem Tosun kadın cinayetlerine karşı mücadele vurgusu yaptı. Tosun, “Mezar değil sığınak istiyoruz” dedi. Eskişehir Demokratik Kadın Platformu gerçekleştirdiği eylemde AKP döneminde kadın cinayetlerinin yüzde 1400 arttığına dikkat çekti. Dövizlere AKP’lilerin gerici kadın düşmanı sözlerini yazan kadınlar, kadın cinayetlerine meşru bir ortam sağlayan iktidarı teşhir etti. İstanbul’da 8 Mart geceleri yapılarak geleneksel hale getirilen İstiklal Caddesi yürüyüşünde kadınlar “Öldürülüyoruz” dedi. Taksim’de yapılan açıklamada “Kadın erkek eşitliğini kabul etmeyen zihniyetin, heteroseksizmi güçlendiren aile politikalarının her gün 3 kadının öldürülmesine ve trans cinayetlerin artarak devam etmesine neden oluyor” denildi. Bursa Kadın Platformu’nun her yıl yaptığı yürüyüş bu yıl aşırı yağmura rağmen gerçekleştirildi. Orhangazi Parkı’na yürüyen kadınlar, töre-namus-kadın cinayetlerine kurban olmamak için sokakta olduklarını söyledi ve kadın cinayetlerini doğuran erkek egemen zihniyete, homofobiye ve transfobiye karşı mücadeleye devam edeceklerinin altını çizdi.
‹stanbul
‹stanbul
Çanakkale
Kadınlar güvencesiz ve esnek çalıştırılmaya karşı hem alanlarda hem iş yerlerinde seslerini yükseltti. Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde, Dev Sağlık-İş ve SES üyesi kadınlar 8 Mart’ı kutladı. Kadınlar adına basın açıklaması yapan Neşe Akçora, evde görünmeyen, iş yerinde ucuz ilan edilen emeklerine sahip çıktıklarını belirtti. Akçora, hamile kalanların işten çıkarıldığını, kreş olanaklarının sağlanmadığını söylediği açıklamada, güvencesizliğin, esnek ve peformansa dayalı çalışmanın, yoksulluğun ve örgütsüzlüğün dayatıldığı bir dönemde kadınların daha fazla sömürüldüğünü ifade etti. Dünya Kadınlar Günü’nü türküler şiirlerle kutlayan Çaycuma Eğitim-Sen “Tüm çalışanlar, iş güvencesine, eşit ve adil ücrete ve sosyal güvenlik hakkına kavuşana; sağlık ve eğitimin ticarileştirilmesine son verilene; sözleşmeli, kısmi zamanlı geçici öğreticilik ve ücretli öğretmenlik gibi uygulamalar son bulana; kapatılmış kreşler tekrar açılana kadar mücadele edeceğiz” dedi. Direnişteki HEY Tekstil işçileri de Kadıköy’deki mitinge “Kadınlar işe, çocuklar kreşe” sloganıyla katıldı. Kadıköy mitinginde İMECE, ev işçileri için iş güvencesi istedi.
fi‹DDET GÖRÜYORUZ 8 Mart etkinliklerinde en çok öne çıkan gündem kadına yönelik şiddet oldu. AKP hükümetinin kadına yönelik şiddeti önlemek için kadın örgütleriyle birlikte hazırlamaya başladığı ancak daha sonradan “Ailenin korunması” yasa tasarısına dönüşen metin kadınların hedefindeydi. Çanakkale'de 8 Mart günü eylem trafiği yoğundu. Halkevci Kadınlar ve Üniversiteli Kadın Kolektifi erkek egemen zihniyeti ve erkek şiddetini ve erkek medyayı oynadıkları sokak tiyatrosuyla teşhir etti. Yürüyüş yapmak isteyen kadınlara polis engel olmaya çalıştı. Kadına yönelik şiddete karşı dayanışmayı yükselten kadınlar polis ve devlet şiddetiyle karşılaştı. Mersin Valisi kadınlara miting yapmaları için hayvan pazarını önerdi. Yapılmak istenen 8 Mart eylemine polis saldırdı. 4 kadının gözaltına alındığı Dünya Kadınlar Günü’nde kadınlar polis tacizine ve terörüne maruz kaldı. Kadınların eylemine 800’den fazla polis, TOMA ve polis aracı getirildi. Diyarbakır'da 8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinleri çerçevesinde yürüyüş yapmak isteyen BDP'li kadınlara izinsiz olduğu gerekçesiyle polis engel oldu. Kadınlar oturma eylemi yaparak polis baskısını protesto etti.
Mersin
TUTUKLANIYORUZ KESK’li kadınlar hizmet üretmeyerek çıktıkları sokaklarda onlarca tutuklu kadını andı. Tutuklu kadınların fotoğraflarının taşındığı eylemlerde kadınlar baskılara boyun eğmeyeceklerinin altını çizdi. Kadıköy’de yapılan mitingde BDP İstanbul Milletvekili Sabahat Tuncel, AKP’nin 8 Mart öncesi hızlandırdığı kadınlara dönük tutuklama terörünü eleştirerek, "Kadın özgürlüğü için direnen fakat şu an aramızda olmayan zindanlarda olan tüm kadın yoldaşlara selamlarımızı iletiyoruz. Ve onlara diyoruz ki, merak etmeyin dört duvar arasında olsanız da sizin serbest bırakmanız için yoldaşlarınız mücadele edecek" dedi. TUTUKLU HED‹YE AKSOY’DAN MEKTUP Miting alanında Bakırköy Kadın Hapishanesi’nde tutuklu bulunan kanser hastası Hediye Aksoy’un mektubu okundu. Taksim’de yapılan gece yürüyüşünde de kadınlar, savaş yüzünden Kürt kadınların iki kat mağdur olduğunu ve 8 Mart organizasyonuna katıldığı, ders verdiği, düşündüğü için ya da sadece Kürt olduğu için kadınların tutuklandığınını belirtti.
Kadınlar ne istedi ne oldu?
‘Kadın aile içinde değerli’ AKP ‹stanbul ‹l Kad›n Kollar›’n›n 8 Mart’ta Taksim’de da¤›tt›¤› kitapç›kta “AKP iktidar›nda yap›lan kad›n çal›flmalar›n›n hedefleri” bölümünde say›lan maddelerden ikincisi “ailenin korunmas›n› sa¤lamak” idi. AKP boflanma oranlar›n›n yükseldi¤i tespiti üzerine “ailenin korunmas›” çabas›na sar›ld›. Kad›nlar› fliddet gördükleri ailelerine mahkum etmek isteyen AKP lideri Tayyip Erdo¤an, kad›nlar›n bu konudaki itirazlar›na yan›t verdi. Erdo¤an, “Baz›lar› aileye
Ankara
bu ifadeyi kullanmakumhurbaşkanı Abdullah Tasarı yasalaşırken geriye, içeriği ninde tan kaçınıyor. Gül, "Ailenin Korunması Kadın örgütlerinin metne ve Kadına Karşı Şiddetin değiştirilmiş, amacı kaydırılmış, koyduğu, kamuya sorumluk Önlenmesine Dair Kanun"u onayladı. Türkiye’nin artık söylemi gericileştirilmiş kaba bir veren, amacı belirten, ev içi şiddeti tanımlayan tüm cümAKP’nin kadın politikasının leler metinden çıkarıldı. metin kaldı dayandığı “ailenin korunmaAKP’nin yasanın reklamını sı” adı altında bir yasası var. yaptığı kısım da halkın semGül’ün onayladığı metnin patisini kazandıktan sonra kadın örgütlerinin hazırladığı kaldırılıverdi. Şiddet veya şiddet uygulama kanun tasarısıyla ilgisi yok. Öyle ki kadına yönelik tehlikesinin varlığı halinde herkesin şikayet etmesi şiddet konusunda ihtiyaç duyulan neredeyse tüm yükümlülüğünü düzenleyen madde yasanın son düzenlemeler reddedildi. Tasarı yasalaşırken, halinde bulunmuyor. Kadınların önerdiği hakimin kadınların önerdiklerinden geriye, yalnızca içeriği tamamen değiştirilmiş, amacı kaydırılmış, söylemi ger- re’sen tedbir kararı verebilmesi ifadesi de metinden çıkarıldı. Mağdurların tedbir kararını talep etmesi cileştirilmiş kaba bir metin kaldı. gerekiyor. Yasada, kadınların toplumsal cinsiyet, eşitÖncelikle “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten lik ve kadına yönelik şiddet konusunda tüm kamu kuKorunması” olan yasa adı “Ailenin Korunması ve rumlarını eğitim vermek için görevlendirilmesi önerisi Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi” olarak değiştrildi. yok. Kadınlar tasarılarında, şiddet önleme ve izleme Yasanın isminin değiştirilmesi, amacın da değiştirmerkezlerinin öncelikli olarak iki yıl içinde Adana, ilmesi anlamına geliyor. Metin bu haliyle odağına Ankara, Antalya, Balıkesir, Diyarbakır, Erzurum, ailenin korunması fikrini alıyor. Yasa tasarısındaki Gaziantep, İstanbul, İzmir, Kayseri, Konya, Samsun, tüm “birey” sözcükleri “kişi” olarak değiştirildi. Bu Trabzon ve Van illerinde kurulmasını geçirmişti ancak ifadenin kullanımı salt hukuki bir dil kullanmak anlamına gelmiyor. “Birey” ifadesi, toplumu oluşturan neredeyse tüm somut öneriler olduğu gibi bu da yasada bulunmuyor. insanların her biri anlamına geliyor. AKP yasa met-
C ‘AKP ‹ktidar›nda Kad›n’ broflüründe yer alan bir resim
sayg›y› de¤erlerimizde bulduk ve cenneti de annelerin ayaklar› alt›nda bulduk. Bak baban›n aya¤› alt›nda de¤il, annenin aya¤› alt›nda. Onun için annelerin ayaklar›n›n alt› öpülür. Ben hep annemin aya¤›n›n alt›n› öptüm, allah rahmet eylesin.” Erdo¤an as›l söyleyece¤ini de konuflman›n sonuna sakla-
d›: “Ak Parti’nin iktidar›n› be¤enirsiniz, be¤enmezsiniz biz kad›na aile içindeki önemli rolü sebebiyle ayr› bir de¤er veriyoruz.” Baflbakan bu ifadeyle ilk kez 8 Mart 2012 tarihinde kad›n› yaln›zca aile içinde konumland›ran politikalar›n›n arkas›nda yatan AKP zihniyetini aç›kça söylemifl oldu.
11
YÜZ YÜZE 22 Mart 2012 / 4 Nisan 2012
Halk›n Sesi
‘Dilovası burada çevre hakkı nerede’
Prof.Dr. Onur Hamzaoğlu, Dilovası çevresinde halk sağlığını tehdit eden sanayileşmeye dikkat çeken çalışması nedeniyle Kocaeli Belediye Başkanı’nın hakaretine uğramış, kendi üniversitesinin de “uyarı” cezasıyla yüz yüze kalmıştı. Hamzaoğlu ve yol arkadaşları, bilim adına bir onur mücadelesi verirken ilk raundu kazandılar ve Kocaeli Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu 3480 TL tazminat ödemeye mahkum edildi. Onur Hamzaoğlu’nun davasının görüldüğü 15 Mart’ta Kocaeli’nde TTB’nin Dilovası raporu-
nun halkla paylaşıldığı “Dilovası burada, çevre hakkı nerede?” başlıklı bir forum düzenlendi. Çok sayıda akademisyen, demokratik kitle örgütü, sendika ve siyasi parti üyesi, öğrenci ve çevre hakkı mücadelesi temsilcisinin katıldığı forumu Sendika.Tv canlı yayımladı. Sendika.Tv muhabirlerinin o gün foruma ve mahkemeye katılan Prof.Dr. Onur Hamzaoğlu, Prof.Dr. Cem Terzi, Prof.Dr. Beyza Üstün, Yrd. Doç. Dr. Özgür Müftüoğlu ve gazeteci Banu Güven ile yaptığı söyleşileri kısaltarak yayınlıyoruz.
KOCAEL‹ BÜYÜKfiEH‹R BELED‹YE BAfiKANI MAHKUM OLDU
Bilim örgütlü mücadeleyle kazandı
A
kademik faaliyetlerimizle bir çevre sorununun siyasallaşmasını, toplumsallaşmasını sağladık ve bu devam edecek. Hiçbir zaman geri adım atmayacağız
Sizce mahkemenin kararını olumlu olarak mı değerlendireceğiz, olumsuz olarak mı? Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu: Öncelikle kararsızlıktan iyidir. Türkiye’de beşinci duruşmaya uzayan bir hakaret davası var mı, bilmiyorduk. Tabii ki Belediye Başkanı’nın hakaret ettiğinin tanımlanması olumludur. Bütün bunları esasında örgütlülüğümüze borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Yargıda olsun, toplumsal yaşamda olsun bu kadar olumsuzluk yaşarken böyle bir sonuca ulaşmak önemli. Keyfini çıkarmamız lazım. Bununla birlikte, üniversitenin rektörü Belediye Başkanı’nın yanında üçüncü bir avukat olarak yer almıştır. Ve Belediye Başkanı’na eza indirimiyle ilgili verilen karardaki gerekçeler doğrudan doğruya Üniversite Etik Kurulu’nun şu anda yargıda olan karara dayandırılmıştır. Buna tabi itiraz etmemiz gerekiyor ama bütünüyle olumlu ve önemli bir sonuçtur. Karar duruşmasında sanık avukatları üniversiteden gelen bir belge sundular mahkemeye, bu neydi? Hamzaoğlu: Etik kurulunun kararına itirazımızın reddine dair belgeydi. Bu zaten yeni bir şey değildi ve kararı veren tabii ki itirazı da reddedecekti. Bizim avukatlarımız bu belgenin davayla ilgisi olmadığını, benimle üniversite arasında bir konu olduğunu söylemişlerdi. Bu mahkeme tarafından bu şekilde değerlendirilmedi. Bu belgeler herkesin ulaşabileceği belgeler mi? Hamzaoğlu: Hayır değil. Söylediğim gibi üniversite yönetimi belediye başkanına üçüncü bir avukatlık yapmış oldu. Üçüncü duruşmada da henüz benim haberim olmayan etik kurulunun benle ilgili vermiş olduğu karar yine sanığın avukatları tarafından
Onur Hamzao¤lu mahkemeye iletildi. Dilovasıyla ilgili önümüzdeki günlerde ne yapacaksınız? Hamzaoğlu: Sonuçta akademik faaliyetlerimizle bir çevre sorununun siyasallaşmasını, toplumsallaşmasını sağladık ve bu böyle devam edecek. Hiçbir zaman geri adım atmayacağız. Sayın Terzi, siz de bu mücadele sürecinin en başından beri içindesiniz. Anılan sonucu nasıl değerlendiriyorsunuz? Prof. Dr. Cem Terzi: Bu karar Türkiye’deki akademik özgürlük ve bilimsel özerklik mücadelesi için bir zaferdir. Tarihe böyle geçecektir. Bundan sonra toplumsal sorumlulukla hareket eden ve çıkar çevrelerinin keyfini kaçıran bilim insanlarına kolay kolay kimse tacizde, hakarette bulunamayacaktır. Bu yüzden çok mutluyuz. Belediye Başkanı mahkum olmuştur. Fakat süreç devam etmektedir. Bizlerin bundan sonraki görevi Kocaeli’ndeki çevre kirliliği ve halk sağlığı sorunlarını
B
undan sonraki görevimiz halk sağlığı sorunlarını takip etmek, bilim insanlarının baskıya uğramaması için mücadele etmek olacaktır
Cem Terzi
Yargıda bu kadar olumsuzluk yaşanırken Belediye Başkanı’nın ceza alması önemli. Keyfini çıkarmamız lazım takip etmek, bu alanda çalışan bilim insanlarının baskıya uğramaması için mücadele etmek olacaktır. Bu mahkeme süreci bize gösterdi ki sadece örgütlü mücadeleyle kazanabiliriz. Eğer Dilovası halkı, Kocaeli halkı Onur Hamzaoğlu’nun yanında yer almasaydı, demokratik kitle
örgütleri, işçi sendikaları, siyasi partiler, sorumlu bilim insanları Onur Hamzaoğlu’nun yanında yer almasaydı kolaylıkla, rahatlıkla bir bilim insanına hakaret edilebilecek, onun yaptığı bilimsel çalışma değersiz kılınabilecekti. Örgütlü mücadele ile bunun tersi gösterildi, bu bir kazanımdır. Bundan sonra gerçek kazanım Kocaeli’ndeki çevre kirliliğini önlemek halk sağlığı sorunlarını önlemek olacaktır. Buna yönelik örgütlü mücadelenin devam etmesi gerektiğine inanıyorum. Üniversiteden gelen bir belge ile mahkemenin tahrik indirimi vermesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Terzi: Çok ilginç bir şekilde başından beri, belgeler daha Onur Hamzaoğlu görmeden, onun avukatları görmeden mahkemeye Belediye Başkanı’nın avukatları tarafından sunuldu. Bu son derece rahatsız edici ve ürkütücü bir durum. Üniversite ile Belediye Başkanı arasında bir
işbirliği varmış izlenimi yarattı. Üniversitenin etik kurulunun Onur Hamzaoğlu aleyhine verdiği özensizlik kararı tam bir aldatmacadır. Bu karar şuna dayandırıldı. Onur Hamzaoğlu’na diyorlar ki ‘sen çalışmanı önce makale haline getir, sonra bize sun, sonra da bir bilimsel dergide yayınla, arkasından bunu kamuoyuyla paylaş’. Sen bunları yapmadan sonuçları halkla paylaştığın için bu bir özensizliktir diyorlar. Ancak bilimsel üretim süreçlerini bilen herkes bilir ki bir çalışmanın yayımlanması ortalama iki yıl almaktadır. Halk sağlığını ilgilendiren çok önemli bir konuda ve bölgeye yeni bir fabrika yapılırken harekete geçmemek aslında bilime ve bilimsel çalışmaya ihanet olurdu. Zaten Onur Hamzaoğlu bilimsel sonuçlarını bir ay sonra Trabzon’daki halk sağlığı kongresinde bildiri olarak sundu. Sonra yazı olarak uluslararası bir dergiye de gönderdi. Şu anda o dergide inceleme aşamasında. Tabi ki bu yayın zaman alacaktır. Eğer herkes çalışmalarının yayımlanmasını beklerse hiçbir acil konuda tedbir alınamaz. Ki Hamzaoğlu’nun açıklamasından sonra Valilik bu açıklamayı ciddiye alarak kendi genelgesini değiştirmiş ve çevre konusundaki önlemlerini arttırma kararı almış. Prof. İoanna Kuçuradi çalışmayı inceledi ve hiçbir etik kusur bulunmadığını, Hamzaoğlu’nun görevini yerine getirdiğini ve herkesin böyle davranması gerektiğini ifade eden bağımsız bir etik rapor verdi. Bu süreci bilimsel özensizlik olarak nitelendirmek aslen süreçle oynamaktır. Bilimsel özerkliğin, akademik özgürlüğün yanında yer almamaktır. Son derece şaibeli, rahatsız edici ve üniversite adına da yakışıksız bir tutumdur. Biz bunun da takipçisiyiz.
Doğayı ve toplumu etkileyen bir bilgiyi yaymak görevdir Üniversiteler kendi araştırmacılarına sahip çıkmadıklarında toplumun gözünde çok şeyler yitirecek, bilime olan saygı, onun bağımsızlığına olan güven ve saygı zarar görecek Hamzaoğlu davası, ekolojik sorunlarla ilgilenen sizin gibi bilim insanlarını nasıl etkiledi? Prof. Dr. Beyza Üstün: Mahkeme şimdi verdiği kararın tersine bir karar verseydi bilimsel özgürlüğün önünü tıkardı diye düşünüyorum. Bazı araştırmaları yapılamaz hale getirirdi. Bu tabii ki benim için ürkütücü. Çünkü mahkemede savunma tarafından iddia edilenler, işte raporlar yazılmadı, veriler yetersizdir diyordu. Somut olarak bilimci bir takım araştırmaların sonucunu gördüğü an, bu araştırma sonuçları kimi etkiliyorsa, doğayı ya da toplumu, bu bilgiyi yaygınlaştırma yükümlülüğündedir. Araştırmalarını da zaten bu mantıkla yapar. (…) Onur Hamzaoğlu ve arkadaşlarının yaptığı
çalışmaların kamuoyuyla paylaşılması önemliydi. Araştırmanın sonuçlarını nedenleri ile ele alan yani sermaye birikime işaret eden sayısı zaten az olan araştırmacıların susturulması için bir nirengi noktasıydı. Her ne pahasına olursa olsun araştırmalarını ekoloji ve toplum için yapan bir araştırmacıyla ben kendimi çok özdeşleştiriyorum. Üniversitenin Hamzaoğlu davasına yaklaşımı hakkında ne düşünüyorsunuz? Üstün: Bilim insanı özgürdür, özerktir, araştırmalarını kendi seçer. Biz araştırmalarımızı istediğimiz zaman kamuoyuyla paylaşırız. Bu bizim sorumluluğumuzdadır. Bu araştırmanın sonuçlarına karşı olan birileri varsa onlar da araştırmalarını ortaya koyar veya bunları tartışır. Birilerinin sizin
araştırmanızı onaylamasını beklemezsiniz. Bu nedenle üniversite etik kurulunun Hamzaoğlu’na verdiği uyarı cezası da kabul edilemez. Bu karar yanlış bir şekilde mahkeme kayıtlarına da girdi.
Bugün bir belediye başkanının sözünü üniversite görev kabul edip kendi kadrolu öğretim üyesi hakkında soruşturma açabiliyor. Yine Kocaeli Üniversitesi’nin yaptığı bir bilimsel panelde, bu bilim
insanına şarlatan diyen Kocaeli Belediye Başkanı onur kurulunda yer alabiliyor. O zaman anlıyorsunuz ki hakaret edenle üniversite arasında organik bir bağ var. Bu son dönemdeki dönüşümün de bir göstergesi. Öğretim üyesine hakaret eden birini onur kuruluna almak bir olumsuzluktur. Ne olursa olsun üniversitenin öğretim üyesini korumasını beklerdik. Ancak üniversite kendi öğretim üyesini korumamıştır, savunmamıştır. Ona hakaret eden belediye başkanının istekleri doğrultusunda bir etik kurulu raporu oluşturmuş ve uyarı cezası vermiştir. Üniversiteler kendi araştırmacılarına sahip çıkmadıklarında toplumun gözünde çok şeyler yitirecek, bilime olan saygı, onun bağımsızlığına olan güven ve saygı zarar görecek.
Çevre hakkı için haber alma hakkı Siz de kendi sitenizde bu davayı haber yaptınız. Buradaki konuşmanızda da halkın bilgi alma hakkına vurgu yaptınız. Çevre ve sağlık hakkı mücadelelerinin ayrılmaz bir parçası olarak tartıştığınız bilgi alma hakkı açısından neler yapılabilir? Banu Güven: Birçok başka başlıkta olduğu gibi çevre hakkına dair de ana akım medya iktidarla çatışmaya giremiyor. Bazı köşeler veya bazı gazetelerde bunlar konu edilebiliyor. Ne yapmak gerekiyor? Birincisi örgütlenmek ve bu konuyu gündeme getirmek gerekiyor. Bunu da yaparken alternatif mecralar, sosyal medya, bloglar önemli… İşte örneğin sizler Sendika.Org olarak bu işi yapıyorsunuz, bu gibi yollarla daha çok duyulmasına çalışacağız. Ben son dönemde özellikle ana akım medyanın artık toplumu o kadar fazla heyecanlandırmadığını düşünüyorum. Ekonomik çıkarlar sebebiyle, önlerine konulan birtakım katkılar sebebiyle iktidara sorgusuz sualsiz oy veren belirli bir kitle dışında ciddi bir uzaklaşma olduğunu düşünüyorum ana akım medyanın haberlerine yaklaşımında. Herkes hangi kaygılarla hareket edildiğini biliyor artık. Dolayısıyla ben alternatif mecraların, bağımsız bir medyanın, internetin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Gerçi orada da etrafımız TMK ile vs. çevriliyor ama yine de en azından oto sansür olmadan ilerleyebiliyoruz. Bu mecraları nasıl daha etkili hale getiririz, gücünü ne şekilde birleştirebiliriz? Güven: İnternet öyle bir şey ki yazdığınız şey zaten bir bütünün içinde yer alıyor. Böyle bir güç birliği şimdiden oldu bile ama bunu belki daha da somutlaştırabiliriz.
Orada işçiler oturuyor Onur Hamzaoğlu davasında sendikaları da taraf etmek için çalışmalar yaptınız. Bu daha önce çok olmuş bir şey değildi. Bu anlamda umutlu sonuçlara vardınız mı? Yrd. Doç. Dr. Özgür Müftüoğlu: Sendikalar sadece Türkiye’de değil dünyada da çevre konusuna uzak duruyorlar. Çünkü sanayileşmeye yönelik, çevre korumaya yönelik tedbirlerin sonucunda sanayi başka bir yere giderse işlerini kaybedeceklermiş gibi bir algı hakim. Hatta çevre hareketine karşı çıktıkları bazı durumlar da görülmüştü. Ama şimdi öyle bir noktaya gelindi ki artık insanların yaşamlarını etkilemeye başladı. Çünkü o fabrikaların etrafında evlerde oturanlar o fabrikalarda çalışan işçiler. Yani onlar bir taraftan ekmek parası kazanacağız diye çalışırken oradaki fabrikaların insanı yok sayan bir şekilde kurulması işçilerin ve ailelerin yaşamlarını doğrudan etkiliyor. Bu nedenle sendikaların çevre meselesini görmezden gelmesi mümkün değil. Orada bir örgütlülük devam edecekse işçilerin sağlık haklarını korumak zorundalar. Ben önümüzdeki dönemde sendikaların çevre konusunda daha duyarlı olacaklarına inanıyorum. Petrol-İş Sendikası ve Birleşik Metal-İş Sendikası genel merkezlerinden destek aldık, Kocaeli’ndeki birçok sendikadan destek aldık. Ayrıca Gebze Sendikalar Birliği de aktif olarak bu konunun içerisinde oldu ve orada işçilerin katıldığı bir panel örgütlendi. Umarım bu bir başlangıç olur ve sağlık hakkı ve yaşam hakkının sınıfsal bir temele oturduğu görülür.
12
DOSYA 22 Mart 2012 / 4 Nisan 2012
Halk›n Sesi
Çalışma k öldürür nan iş kazaTürkiye’de ölümle sonuçla . Aynı oran sı oranı 100 binde 20,5 de 2. Son Avrupa ülkelerinde 100 bin yatını kayon yılda Kürt savaşında ha trafik kazabedenlerin sayısı 2056; 8. 2000 sında ölenlerin sayısı 2.56 ında hayatını 2010 arasında iş kazalar bin 723. kaybedenlerin sayısı: 10 ları, Meslek 1945’te çıkarılan İş Kaza ortaları KanuHastalıkları ve Analık Sig işçi iş kazanu'ndan bu yana 60 bin larında hayatını kaybetti.
Tarih: 24 Şubat 2011. Yer: Adana, baraj patladı 4 işçi öldü 6 işçi kayıp. 3 Şubat 2011. OSTİM, iki işyeri patladı 20 işçi yanarak öldü. 17 Mayıs 2010. Zonguldak, grizu patlaması 30 işçi öldü. 23 Şubat 2010. Dursunbey, grizu patlaması 17 işçi öldü. 11 Arlık 2009. Mustafakemalpaşa, grizu patlaması 19 işçi öldü. 9 Eylül 2009. İstanbul, selde 8 işçi kapalı kasa kamyonette boğularak öldü. Nisan 2009 Afyon, mevsimlik tarım işçilerini taşıyan kamyonet kaza yaptı 9 işçi öldü. 31 Ocak 2008 Davutpaşa, havai fişek fabrikası patladı 20 işçi öldü. Tersanelerde 2008’den bu yana 147 işçi öldü… Bunlar ülke gündemine oturan iş kazaları. Ya bir de görünmeyenler: Her altı dakikada bir iş kazasının olduğu Türkiye, iş kazası bakımından Avrupa birincisi ve Dünya ikincisi. Türkiye’de iş kazalarının fazla olması ve ölümlü iş kazası oranının da yüksek olmasının nedenlerinin başında güvencesiz çalıştırmanın yaygınlaşması, taşeron sistemi ve devlet denetiminin olmaması geliyor. Öte yandan sendika düşmanlığı da iş kazalarının nedenleri arasında gösterilebilir. Örneğin Zonguldak havzasında sendikalı işletmelerde çıkarılan 100 bin ton kömür başına işçi ölümü 0,3 iken, sendikasız taşeron işletmelerde bu sayı 8,3. Oysa iş kazalarının çok büyük bir kısmı önlenebilir. Gıda ve Kalite Mühendisi Cihan Çiftlikli 2008’in Haziran’ında iş kazaları üzerine yayımladığı raporda Türkiye'de meydana gelen iş kazalarının yüzde 50'sinin basit yöntemlerle, yüzde 48'inin ise planlı tedbirlerle olmak üzere yüzde 98'inin önlenebileceğini söylemişti. ‘Üç kuruşluk’ basit önlem ve planlı tedbirler işverenler için ‘maliyet’ unsuru oluyor. Bu durum iş kazalarını kader olmaktan çıkarıyor, sistemin yapısal sorunlarından biri olduğuna işaret ediyor.
Ne trafik canavarı, ne savaş en çok ölüm iş kazalarında Esenyurt’ta bir AVM inşaatının şantiyesinde 11 işçinin yanarak ölmesi, iş kazalarını gündeme getirirken inşaat işçilerinin çalışma ve barınma koşullarını da gözler önüne serdi
Bu işyerinde ölüm var ‘İŞ KAZASI DEĞİL’ DİYECEKSİN Halkın Sesi’nin ulaştığı, Kayı İnşaat’ta çalışan bir işçinin anlattıkları ise kazanın nedenlerini özetliyor: “Vinçle çalışırken kaza geçirdim ve beni hastaneye kaldırdılar. Hastanede kalırken şirketin muhasebecisi geldi ve olayın iş kazası olmadığını söylememi böylece hastane masraflarını karşılayacaklarını söyledi. İş kazası olmadığını söylememe rağmen bana sahip çıkmadılar, ben de durumu şirket müdürüne durumu şikayet ettim sonucunda beni işten attılar.” Aynı işçi, inşaatlarda bu şekilde çok fazla kaza olduğunu söyledi.
İ
stanbul’un Esenyurt İlçesi’nde 11 Mart günü, Marmara Park Alışveriş Merkezi (AVM) inşaatı şantiyesinde işçilerin kaldığı çadırlarda çıkan yangın sonucu 11 işçi hayatını kaybetti. ECE Türkiye ve Deutsche Bank’ın yatırım şirketi DWS ortaklığında, Finansbank, İş GYO ve Kayı İnşaat'a ait Marmara Park AVM inşaatında ölen işçiler havalandırma işini üslenen Kaldem adlı taşeron şirket bünyesinde çalıştırılıyordu. Olayın arından 11 kişi gözaltına alındı. Mahkeme, bu kişilerden, Kaldem İnşaat’ın sahibi Abdullah Altun ile şantiye şefi Erdal Gümüş, iş güvenliği koordinatörü Cem Yıllar, elektrik teknikeri Şaban Bakırcı, saha mühendisi Hikmet Tezcan ve kalfa Kadir Altun’un tutuklanmasına karar verdi. İş güvenliği koordinatörü Cem Yıllar, elektrik kabloları ile ilgili eksiklikleri şirkete rapor ettiğini belgelemesi üzerine daha sonra serbest bırakıldı. Yangın, inşaat işçilerinin barınma sorununu da gözler önüne serdi. Daha önce Park Otel’de yangın çıkmış ve işçiler dumandan zehirlenmişti. Kağıthanede şantiyede kalan işçiler sobadan sızan gazdan zehirlenmişlerdi. İnşaat sahasının uzağında bulunan 10 kişilik çadırlarda 45 işçinin kaldığı öğrenildi. Yangın sonrasında İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nden (İSİG) işgüvenliği uzmanı Ertuğrul Bilir ile işyeri hekimi Mustafa Tamyürek bölgede inceleme yaptı. ELLERİNDE VALİZLER Bölgede, elinde valizi birçok işçinin olduğunu gören İSİG üyeleri, kazanın
Ölen iflçiler: Bayram Ege Pehlivan, Çetin Çoflgun, Seyfettin Topal, Abdurrahman Demir, Sevdin Özen, ‹sa Topal, Ahmet Yahal, Bar›fl K›yak, Hakim Alican, Fatih Acun ve Ahmet Keskin. olduğu şantiyede işçilere “Tüm alacaklarımı aldım, ücretsiz izne ayrılıyorum” şeklinde kağıtların imzalatıldığını öğrendiler. Kaldem’in işçileri Bodrum’da bulunan şantiyelere yönlendirdiği öğrenildi. İSİG üyelerinin yangın yerinde yaptıkları incelemelere göre şantiyede çadır ve konteynır olmaması gerekiyor, çadır malzemeleri uygun değil, çadırlar birbirine çok yakın yerleştirilmiş, elektrik tesisatı ve kabloları mevcut ısıtıcıları kaldıracak güçte değil, yangın algılama ve söndürme sisteminde eksiklikler var,
İnşaat yükseliyor ekmek küçülüyor İ
nşaat sektörü son 13 yıl hesaba katıldığında gayri safi yurtiçi hasılaya katkısı bakımından yüzde 35’lik bir büyüme yaşadı. 2001 ve 2009’daki krizlerde büyük daralmalar yaşayan sektör krizlerin ardından büyük genişleme dönemleri yaşadı. İnşaat sektörünün enerji, ticaret, ve imalat gibi temel sektörler arasında krizler sonrasında en fazla büyüyen sektör olması sektörün sermayedarlar için krizlere karşı can simidi olma özelliğini gösteriyor. Öte yandan kriz dönemlerinde özellike dış kaynak girişlerinin azalması sektörün ani daralmalar yaşamasına neden olurken, sektörün dış kaynaklara bağlı kredilere tabiyetinin yüksek olduğunu ve uluslararası piyasalarda meydana gelecek gelişmelerden fazlasıyla etkilendiğini de gösteriyor. Sermayenin her krizde inşaata sarılması inşaatın toplam istihdam içindeki payını da artırıyor. inşaattaki istihdam oranı artıyor İnşaat sektörü büyürken sektördeki istihdam da artıyor. 2002’de toplam istidam içinde inşaat sektöründe çalışanların oranı yüzde 4,5 iken 2011’de bu oran yüzde 7 oldu. Aynı dönemler arasında inşaat sektöründeki çalışan sayısı daha az bir büyüme gösterdi. Türkiye İstatistik Kurumu 2011 bilgilerine göre inşaattaki istihdam 1 milyon 700 bin kişi olarak hesap-
‘Rezidanslar yaparız, evimiz yok. Oteller yaparız, tatilimiz yok. Hastaneler yaparız, içinde rehin kalırız. Okullar yaparız, çocuklarımızı okutamayız. Biz inşaat işçileriyiz’
landı. Ancak, inşaat sektöründeki istihdam yaz ve kış farkediyor. Örneğin 2010’un kış döneminde 1,2 milyon olan istihdam, yaz döneminde 1,6 milyona kadar çıkabiliyor. Bu durum, inşaat işçilerinin adeta mevsimlik işçi olduğunu gösteriyor. Emtia fiyatlarının 2011’de (çelik yüzde 50, petrol yüzde 20) yükselmesi ve AB’deki kriz durumu Türkiye’deki sermayedarları endişelendirirken imdatlarına AKP hükümetinin Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun tasarısı (kentsel dönüşüm yasası) yetişti. Tasarının yasalaşması durumunda yüzde 92’si deprem bölgesi olan Türkiye tam bir şantiyeye dönüşecek. Devlet eliyle güçlendirilmeye çalışılan inşaat sektörü 200 alt sektörü hareketlendirecek. İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği’nin bilgilerine göre 2011’in ikinci çeyreğinde 1.8 milyon istihdamın olduğu sektörde istihdam da giderek artacak. Emtia fiyatları artarken ve dış kaynak girişleri azalrıken sermayedarların karlarını artırmaları için inşaat maliyetini azaltmaları gerekecek. Bu da işçi maliyetlerinin düşürülmesiyle mümkün olacak. İşçi maliyetlerinin düşürülmesi de ücretlerin düşürülmesi veya çalışma koşullarının niteliksizleştirilmesiyle mümkün olacak.
çadırların çıkışları sorunlu. İş Sağlığı ve Güvenliği mevzuatındaki 55’inci maddede meskun mahale dışındaki (köprü, demiryolu, şehirlerarası karayolu) inşaatlarında çadır ve baraka kurulabilir. Bunun dışındaki inşaatlarda çadır ve baraka değil, işçilerin ısınma, su, havalandırma, temizlenme, varsa çocukları için oyun alanı gibi ihtiyaçların karşılandığı binalar yapılması gerekiyor. Mevzuatta bu binaların en ufak ayrıntısına kadar tanımı yapılmış durumda. (Hacmi, alanı, yüksekliği, kullanılacak malzemelerin niteliği gibi.)
Esenyurt’taki şantiyede kamp alanında bulunan 4 çadırdan üçü yanmış. Yanan çadırların bulunduğu alanda konteynırlar da bulunuyor. AVM’nin elektrik işini yapan DESAT firmasındaki işçiler bu konteynırlarda kalıyor. On beş kişilik çadırlarda 40 işçi kalıyor. Naylon mazlemeden yapılmış çadırlarda işçilerin yatakları ve yorganları elyaf olduğu için yangın anında çok kolay tutuşuyor. Yangının başlamasıyla işçiler çıkış kapısına yöneliyor ancak çadırların tek çıkışı var. Çadırlarda, dolu yangın tüpü yok.
BAKAN YALAN SÖYLÜYOR Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, yangın sonrası yaptığı açıklamada “Türkiye’nin müstakil bir İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Yasası’na ihtiyacı var” dedi. Bakan Çelik, mevcut mevzuatın yeterli olduğunu ancak herşeyin yasalarla çözülmeyeceğini kişilerin de sorumlu bir şekilde davranması gerektiğini söyleyerek uygulamada sorunlar yaşandığını ifşa etti. Çelik açıklamasında “Belki de bildirim zorunluluğu gelecek” ifadesini kullandı. Çelik’in sözünü ettiği “bildirim zorunluluğu” bir iş kazasının çalışma bölge müdürlüklerine bildirilmesi zorunluluğu anlamına geliyor. Mevcut yasalarda işveren, iş kazasını ÇBM’ye yazılı olarak bildirmek zorunda. Ancak bildirimlerin yapılmaması durumunda işverenin ödeyeceği para cezası ise oldukça komik: 1000 lira.
İş kazası nedir ne yapmalıyız? Bir iflçinin, iflyeri içinde veya iflyeri ile bar›nd›¤› yer aras›nda flayet iflyerinde kal›yorsa kald›¤› yerde meydana gelen ve iflçiye fiziken ya da ruhen zarar veren, geçmiflte olmufl ancak etkiler sonradan ortaya ç›kabilen her olay ifl kazas›d›r. ‹fl kazas› geçiren bir iflçi sigortas›z bile olsa bölge çal›flma müdürlüklerine ya da SGK’ya yap›lan bir baflvuruyla sigortal› iflçilerin yararland›klar› tüm haklardan yararlanabiliriler. ‹fl kazas› oldu¤unda iflçinin en yak›n devlet hastanesine kald›r›lmas› gerekir. Özel hastanelerdeki tedavi masraflar› iflveren taraf›ndan ve devlet taraf›ndan ödenemeyebiliyor. ‹flçi hastaneye kald›r›l›rken iflverenin kazay›, bölgedeki zab›taya (savc›l›k, jandarma veya karakol) haber vermesi gerekir. ‹flçiler de bu bildirimi yapabilir. Bu bildirimin ard›ndan kaza yaz›l› olarak SGK’ya ya da bölge çal›flma müdürlüklerine bildirilir ve bölgeye müfettifller gönderilir. Müfetifllerin tuttu¤u rapora göre olay›n ifl kazas› olup olmad›¤› kesinlik kazan›r. Müfettifllerin kaza yeri incelemelerinde kazaya u¤rayan iflçi e¤er orada olabilecek durumdaysa mutlaka olay› müfettifllere anlatmas› gerekiyor. ‹flçi yoksa, olay› gören arkadafllar› mutlaka müfettifllere bilgi vermeli ve rapora tan›k olarak isimlerini yazd›rmal›. Olay ifl kazas› ise, iflçinin tedavisi yap›l›r. Tedavisi süresince geçici ifl göremezlik ödene¤i ödenir. Maluliyet durumu varsa tespit edilir ve maluliyet durumu yüzde 10’un üzerinde ise maluliyet ayl›¤› ba¤lan›r. Tedavi sonras›nda iflçinin ne kadar istirahat alaca¤›na hastane karar verir ve bu istirahat süresinde iflten ç›kar›lamaz. ‹stirahat süresinin iflçinin ihbar süresini 6 hafta geçmesi durumunda, iflveren iflçiyi ancak k›dem ve ihbar tazminatlar›n› vererek iflten ç›kartabilir. Kaza sonras›nda iflçi, ifl mahkemesine baflvurarak maddi ve manevi tazminat davas› da açabilir.
Öldüklerinde sigortalananlar, hekimsiz şantiyeler E
senyurt’ta 11 işçinin ölümüne neden olan yangın, inşaat işçilerinin insanlık dışı koşullarda barındırıldığını ortaya koyarken inşaat işçilerinin çalışma koşulları hakkında da bilgiler veriyor. Kazada ölen 11 işçiden ikisinin öldükleri gün sigortalı oldukları ortaya çıktı. Ölen işçilerden Çetin Coşkun’un yakınları, Çetin’in o gün sigortalı yapıldığını söyledi. Sosyal Güvenlik Kurumu bu durumun mevzuata uygun olduğunu söylüyor. Mevzuata göre işveren bir işçiyi iki gün geriye dönük sigortalayabiliyor. Bu durum, işverenin, iş kazası geçiren işçiyi kazadan sonra sigortalamasının önünü açıyor. 30 yıldır inşaatlarda çalışan mermer ustası Mustafa Adnan Akyol, çalışma koşulları ile iglili deneyimlerini Halkın Sesi’yle paylaştı. Türkiye’deki inşaat işçilerinin yüzde 80 kadarının Kürt olduğunu belirten Akyol, İstanbul’daki inşaat işçilerininse neredeyse tamamının İstanbul dışından geldiğini söyledi. İstanbul dışından gelen işçilerin çoğunun kalacak yerlerinin olmadığını ve şantiyelerde yatıp kalktıklarını söyledi. Daha önce Rusya, Afganistan ve İngiltere gibi ülkelerde de çalışan Akyol, oralarda kendilerine kalmak için apartman veya otel ayrıldığını söyledi ve 30 yıllık meslek hayatında bir ya da iki defa kendilerne kalacak yer tahsis edildiğini söyledi.
Esenyurt’taki yang›n›n ard›dan emek ve demokrasi güçleri yang›n›n hemen bir gün sonras›nda eylem yapt› DOKTOR TABELADAN İBARET Yaralanma riski oldukça yüksek olan inşaatlarda doktor yok. Akyol anlatıyor. “Sapphire Tower inşaatında çalışırken elimi kestim. Şantiyede, üstünde Doktor yazan bir tabelanın olduğu bir müştemilat vardı. Kapıyı açınca bir depo ve küçük bir ecza dolabı gördük. Bana bir yarabandı verdiler.” Akyol’un anlattığı olay ‘Avrupa’nın en büyük gökdeleninin inşaatında geçiyor. İnşaatlarda sırasıyla, beton, demir, tesisat, şap, sıva, fayans-mermer ve
tavan işleri yapılır. Her işin ayrı ayrı ekipleri vardır ve bu ekipler birbirinin ardı sıra inşaatlara girerler. Marmara Park AVM gibi bir inşaatın başlangıcından bitimine kadar binden fazla işçi çalışır. Binden fazla işçinin çalıştığı işyerinde doktorun sadece tabelasının olmasının nedeni ise basit: Maliyet. Normal şartlarda doktorun mesai saatlerinde şantiyede bulunması gerekiyor. Akyol’un aktarımlarına göre işveren bir doktorla belli bir ücret üzerinden anlaşıyor. Doktor sadece çağırıldığında
şantiyeye geliyor. Doktor da genellikle teftiş olduğu zamanlar çağırılıyor. İNŞAAT İŞÇİSİ HER YERDE TURİST Yurt dışındaki şantiyelerde çalışan işçilerin büyük kısmı kaçak çalışıyor. Yani o ülkelere devlet kanalıyla değil kendi imkanlarıyla gidiyorlar. Yabancı ülkelerde kısa süreli çalıştırılan bu işçiler turist vizesiyle gittikleri için yabancı ülkelerde geçirdikleri kazalarda turist muamelesi görüyorlar, tedavileri devlet tarafından karşılanmıyor.
13
TARİH 22 Mart 2012 / 4 Nisan 2012
Halk›n Sesi
N E C ‹ P
F A Z I L
K I S A K Ü R E K ’ T E N
G Ü N Ü M Ü Z E
Gericiliğin değişmeyen kini Necip Fazıl Kısakürek her daim sağ cenahla yakın ilişki içinde olmuş, onlar tarafından sahiplenilmiş bir isim. Son günlerde AKP’nin hayalindeki gençlikle yeniden gündemde. İşte sağ cenahın “büyük” ismi Necip Fazıl... Komünizm aleyhtarı, Kanlı Pazar tertipçisi, 12 Eylül destekçisi, büyük Menderes aşığı... Halka inanmayan, gençliğe emekçiye acımayı, sermayeye inanç ihtarında bulunmayı telkin eden, ırkçı milliyetçi, baskıcı bir “üstad”...
N
ecip Fazıl Kısakürek, AKP’lilerin son günlerde sıklıkla andığı bir isim. Hem Başbakan Erdoğan hem de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, hayalini kurduğu gençliği anlatırken ona referans verdi. Necip Fazıl, elbette sadece “gençlik vizyonu” ile değil pek çok fikriyle de AKP’lilerin “üstad”ı. Üstelik, Türkİslam sentezinin fikir “baba”larından biri olarak sadece AKP’liler için bir başvuru kaynağı değil, tüm sağın sahiplendiği bir isim. Peki kimdir Necip Fazıl Kısakürek ve nedir onu sağ cenahta böyle yıldız haline getiren şey? Necip Fazıl, 1904 yılında İstanbul’da varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. İyi bir eğitim alan Necip Fazıl, 20 yaşında Paris’e felsefe okumaya gider, 1934 yılında Nakşi şeyhi Abdülhakim Arsavi ile tanışana dek bohem bir hayat sürer. Kendi tabiriyle uzun bir “çile” döneminin ardından Arsavi aracılığıyla İslam’a bağlanır. BÜYÜK DO⁄U ‹DEOLOJ‹S‹ Necip Fazıl’ın dünya görüşünün ve toplum projesinin temelini oluşturan Büyük Doğu, kendi tabiriyle “İslamiyet’in emir subaylığı”dır. Amacını, İslam’ın “çoktan beri kaybedilmiş bulunan saffet ve asliyetini 21. asrın eşiğinde eşya ve hadiselere tatbik etme işi” olarak tanımlar. 1943 yılında Büyük Doğu dergisinin yayına başlamasıyla da İslam’ı bir ideoloji olarak sunar. Necip Fazıl, Kemalizm ve cumhuriyetin “İslami değerleri kaybettiren aşırı batılılaşmacı devrimleri”ne olan tepkisini dini-kültürel bir yenilenme isteği olarak ortaya koyar. Öngördüğü şeyse, totaliter niteliklere sahip bir İslam devletidir. İdeolocya Örgüsü adlı eserinde İslam’ı “sosyal, siyasal ve inkılapçı yanlarıyla dünyayı
kurtaracak bir nizam/ideoloji” olarak sunmaktadır. Müslümanlık merkezli bir milliyetçilik tanımlarken Türklüğe özel bir yer vermekten de geri durmaz. Bugün bize tanıdık gelen bir biçimde, Türk olmayan Müslümanlar üzerinde velayetçi ve himayeci tavır sergiler. Dolayısıyla, din temelinde tanımladığı milliyetçiliği ırkçı bir karakterdedir: “…arnavutu, çerkezi, kürdü, hepsi Müslüman olarak nazarımızda müsaviyken (eşitken), bunlar kendilerini İslamiyet dışı bir nisbetle bizden koparıp da ayrılmaya doğru giderlerse o zaman her birinin, arnavutluğu, çerkezliği, kürtlüğü ayrıca kabahat olur. İşte o zaman Türklük girer araya...” Türklüğü açıkça bir sopa olarak gösteren Necip Fazıl, Türklük dışında diğer millet isimlerinin baş harflerini küçük harfle yazarak eşitlik anlayışını da açıktan kalemine yansıtır. “YEN‹ÇER‹L‹⁄‹ KALDIRMAK ‹Ç‹N YEN‹ÇER‹ OLMAK” İslam’ı bir dünya görüşü olarak uygulama amacı için “sırf metot olarak (faşist) olmayı” göze almaktadır. “Yeniçeriliği kaldırmak için bir kere yeniçeri olma”yı makul görür, Fevzi Çakmak’ı CHP’ye karşı darbe yapmaya teşvik ederken, Menderes’i İnönü’yü ve partisini kökünden kazımasını tavsiye eder. Anlaşılan Erdoğan’ın meclis içi muhalefeti bitirme çabaları da üstadından öğrendiklerinin tatbiki. Ancak darbeci üstadı dururken memleket muhalefetini darbeci diye yaftalaması en basitinden insafsızlık. Necip Fazıl, bütün bu düşünce dünyasının çıktısı olarak da güncel politikada DP, MHP gibi sağ partilerle yakın ilişkiye girer. ABD’nin soğuk savaş politikalarıyla uyumlu biçimde komünizm karşısında mücadeleyi görev bilir. 12 Eylül darbesini devleti ve milleti kurtaran bir hareket olarak
olumlar. KOMÜN‹ZMLE MÜCADELEDE S‹V‹L HAF‹YELER Sol ve komünizm aleyhtarlığı İslamcılığın Türk sağıyla kesiştiği en önemli nokta olunca Necip Fazıl’ın da komünizme karşı mücadeleyi sıklıkla dile getirmesi kaçınılmazdır, 40’larda Büyük Doğu’nun ilk yılında dile getirilen “Moskof” düşmanlığı, 60’larda saldırgan bir hal alır. Büyük Doğu’nun 11 Ocak 1946 tarihli 11’inci sayısı kapağında mezar taşı fotoğrafı ile çıkar. Mezar taşının üzerinde yazan yazı “Moskof keferesinden intikam alamayan merhum Alemdar Ali Ağanın ruhuna Fatiha/1183” olarak tercüme edilmiştir. 1965 sonrasında gençlik hareketinin sosyalist nitelik kazanmasını “uyuz” veya “Moskof nezlesi”ne benzetir ve ortada yalnız iki nesil olduğunu söyler: “Bu ihtilalin çıkardığı en korkunç hastalık, sosyalizm uyuzu… Demin de bahsettiğim gibi uyuz veya Moskof nezlesi diyorum buna… Bir zamanlar İspanyol nezlesi gibi –ki tüm dünyayı sarmıştı- ortalığı sardı. Evet! Ortada, şimdi yalnız iki nesil var: Biri komünistler ve öbürü biz, kökçüler…” “Din ve milliyetin can düşmanı” olan komünistlerle mücadele için tüm toplumu teftiş eden bir hafiye teşkilatı, “sivil” “Komünistlikle Mücadele Polisi” kurmayı bile önerir: “Demokrasi taassubu, komünizmayı himayeye kadar vardırılamaz. Devlet istediği şahsı durdurup: Komünist olmadığını ispat et diyebilmek vasıta ve selahiyetine sahip olmalıdır” NE KANLI PAZAR’DAN GEÇER NE 12 EYLÜL’DEN Necip Fazıl’ın önerdiği sivil birlikler bir başka biçimde sahneye çıkar. MTTB öncülüğünde düzenlenen
Şahlanış Mitingleri’nin 3 Mart 1968’deki İstanbul ayağında, “ülkeyi Küba ve Vietnam yapmak isteyenlere karşı cihat” ilan edilir. Dernek başkanının “Şimdi sıra fiili ikazda” açıklaması yaptığı mitingde Necip Fazıl da bir konuşma yapar ve gençliği “yaklaşmakta olan komünizm tehlikesine” karşı direnmeye çağırır: “Komünizm bir bütün olarak Türkiye’nin kapısına dayanmıştır. Gençlik, batan güneşlerle doğan katranlar arasındaki farkı sezgisel olarak bile anlamayan halktan bir beklenti içerisine girmemeli… İş kadrosundaki laf, hamle çapında iş…” Yaklaşık bir yıl sonra da Kanlı Pazar olarak bildiğimiz saldırı gerçekleşir. Saldırının önemli aracı, Necip Fazıl’ın da köşe yazıları yazdığı Bugün gazetesidir. Saldırıdan bir ay önce, 10 Ocak tarihli köşesinde “Amerika’yı tutmak zoru” başlıklı yazısında “Moskof dehşetine karşı Amerikalıyı tutmanın bir mecburiyet olduğu”nu yazar. Kanlı Pazar’ın ardından Büyük Doğu’da saldırıyı sahiplenir: “Hadisenin ruhunu tesbit için kaydedelim ki, bu işte müessir ne MTTB, ne de AP Gençlik kolu, ne komandolar, ne şu, ne budur! Doğrudan doğruya halk mukadderatçı yığın... Artık takdir etmenin günü gelmiştir ki Tük vatanında bir halk ve millet cephesi teessüs etmeğe başlamıştır ve kendini de, hükümetini de, milli siyasetini de koruyan odur!” Ancak hükümet saldırganlara yeteri kadar sahip çıkmamış, “mukaddesatçı Türk halkı her zaman olduğu gibi yine öksüz kalmıştı.” Necip Fazıl benzer biçimde 12 Eylül’ü de sahiplenir. Darbeyi, “Bu hareket olmasaydı devlet olmayacak, millet yerinde kalmayacaktı” diyerek destekler. 12 Eylül’den beklentisi “uyku saatlerine kadar bütün cemiyet
nizamını elinde tutacak bir adalet istibdadı”dır. “Sopaya kadar her vasıtayla, irfan, idrak, iman, ahlak mücadelesine
girişmek” gerekmektedir. Bunun için de “demokrasi lafzını zamanı ve hakikati gelinceye kadar bir kenarda bırakılacak”tır!
Üstad’ın Menderes “aşk”ı N
Kininin davac›s› gençli¤in eseri: Kanl› Pazar
Gençliğe hitabe Erdo¤an’›n AKP ‹stanbul Gençlik Kongresi’nde dile getirdi¤i “kininin davac›s› gençlik istiyorum” sözleri 1975 y›l›nda MTTB’nin düzenledi¤i ‘Milli Gençlik Gecesi’nde Necip Faz›l K›sakürek’in okudu¤u Gençli¤e Hitabe’den. Bu sözler, Erdo¤an’la gündeme geldi, tart›fl›ld› ama hitabenin devam› da bir o kadar ilginç. Her f›rsatta halk›n oyuyla iktidara geldi¤ini söyleyen, millet egemenli¤ine vurgu yapan, yapt›klar›n› “milletimiz böyle istedi” sözleriyle savunan Erdo¤an okudu¤u m›sralar›n hemen devam› olan “Halka de¤il, Hakka inanan; meclisinin duvar›nda ‘Hakimiyet Hakk›nd›r’ düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inan›flta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bulan bir gençlik…” sözlerine de¤inmedi “her nedense.”
Hitabedeki emek-sermayeye bak›fl ise ‹slamc› bak›fl›n prototipidir. Gençlikten beklentisi, emekçiye “Benim sana ac›d›¤›m ve yard›mc› oldu¤um kadar sen kendine ac›yamaz ve yard›mc› olamazs›n! Ama sen de, zulüm gördü¤ün iddias›yla, kendi kendine hakk› ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarc›lara yakan› kapt›rmakta bafl›bofl b›rak›lamazs›n!” ihtar›nda bulunmas›d›r. Kapitalist ise “Allah buyru¤unu ve Resul emrini kalbinin ve kasan›n kap›s›na kaz›mal›”d›r, aksi takdirde “serbest nefes bile alamaz” Necip Faz›l’›n arzu etti¤i, kininin davac›s› gençlik Kanl› Pazar’› yaratm›flt›. Bugün ona öykünen AKP’nin istedi¤i de bundan farkl› de¤il; sola sald›ran, üstten tavr›yla emekçiye ac›yan, sermayeye vicdan ve insaf ö¤ütleyen bir gençlik…
ecip Fazıl’ın sağ partilerle ilişkisi DP ile başlar. Başlangıçta DP’yi, CHP’nin devamı olarak değerlendirir ancak özellikle Menderes’in Müslümanlığa vurgu yapan İzmir konuşmasından sonra desteklemeye karar verir. Bunda 1951’de ortaklarıyla yaşadığı sorunlar dolayısıyla Büyük Doğu’nun kapanması da rol oynamaktır. Amacı Büyük Doğu’yu diriltmek, CHP’ye, onun zihniyetine karşı mücadele etmektir. Nitekim 14 Mayıs 1954 tarihli Büyük Doğu’da, “DP kazanmakla saadet devrimiz açılmadı. Fakat milletimiz ve
davamız adına yegane hafif ve ehven şartların ve yıldızlar gibi göz kırpan bazı ihtimallerin zemini açıldı” değerlendirmesini yapar. Benzer biçimde Menderes de dindar/muhafazakar kanada yaklaşmak istediğinde Necip Fazıl’ı arar, Büyük Doğu’ya destek verir, koşulların değiştiğini düşündüğü anda ise hiçbir biçimde görüşmez. ÖRTÜLÜ ÖDENEK BÜYÜK DO⁄U’YA İkilinin ilk teması 1952’de Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’yu çıkarmak için himaye talebiyle başlar. Bundan sonra da Menderes’le
ilişkisi özellikle Büyük Doğu üzerinden devam eder. Büyük Doğu’yu çıkarmak için yazdığı mektuplarla destek ister ya da bizzat görüşmek ümidiyle Ankara’ya gider. “Beni lütfen kabul etmenizi ve böyle bir lutfa layık görmenizi istiyorum” diyen mektuplar gönderdiği Menderes’ten haber bekler, kimi zaman göremeden geri döner. Kısakürek’in ihtiyaçlarını sıraladığı mektuplarda kullandığı dil ayrıca dikkat çekicidir: “her türlü size ait ve sizin içinim”, “ellerinizden dudaklarımı derinize yapıştıracak ve hiç ayırmayacak bir hararet ve merbutiyetle öperim” gibi ifadeleri bolca kullanır. Bu istikrarsız ve çıkarcı ilişki biçimi, Necip Fazıl’ın her defasında destek istediği yayımcılık işine de yansır; kimi zaman avans verilir, kimi zaman da İş Bankası’ndan ayarlanacağı vaat edilen kredi verilmez, resmi ilan sözü gerçekleşmez. Necip Fazıl, bu desteği hiçbir zaman “yeterli” bulmaz, “sadece birtakım örtülü ödenek tesellileri” diye şikayet eder. Ancak, Yassıada duruşmalarının örtülü ödenek davasında adı ön sıralardadır, çünkü verilen paralar örtülü ödenekten ödenmiştir. SEVEMEZ K‹MSE SEN‹... Kısakürek’in destek istediği tek konu bu değildir. Yargılanmaları ve aldığı mahkumiyet cezalarında da Menderes’e başvurur. 1957’de Fuat Köprülü aleyhine yazdığı yazılar nedeniyle ceza alıp hapse girince önce şeker hastalığı nedeniyle has-
taneye nakil ister. Yardım gelmeyince mektupları devam eder: “Ben İstanbulluyum, fakat aile köküm Maraşlı… Oranın en eski familyasındanım. Maraş ve bütün Şark Anadolusu, bana candan bağlıdır. Bu muhitten iki yüz rehber adamı tahrik edebilirim. Niçin seçimlerde beni bütün bu sahada seyahata çıkarmaz, halka DP davasını mutantan ve ölçülü konuşmalarla aşılamama zemin açmazsınız? Acaba DP listesinde Maraş’tan müstakil mebus çıkarılsam, müstakil Necip Fazıl’ın mecliste birtakım petenkerani sokak hatiplerine karşı doğuracağı tesir nasıl olur? Hatip Necip Fazıl’ı tanımıyorsunuz. Onun, Allahın verdiği zeka, irfan, belagat, sanat ve teshir kuvvetiyle önümüzde kuracağı barajı hayal etmek istemez misiniz? Beni neye layık görüyorsanız görün ve artık huzurunuza alın ve muhasebeye çekin.” “Kimse sizi benim kadar sevemez…” ilan-ı aşkıyla da mektubunu bitirir. Ancak Kısakürek’in tüm aşırı övgü ve pazarlamalarına rağmen tahliye umutları boş çıkar. Basın affı kanunu
seçimden sonraya kalır, milletvekilliği teklifi karşılık görmez, hava değişimi talebine yanıt gelmez. En son karar düzeltme talebiyle savcılığa başvurur, aynı gün bir mektup daha yazar. Başvurusu haklı bulunup çıkınca yine Büyük Doğu’yu çıkarmak için görüşme ve yardım talebinde bulunur. Dergi, 6 Mart 1959’da yeniden çıkar. Aslında ilk sayı şubat ayında çıkacaktır. Ancak Menderes 17 Şubat’ta uçak kazası geçirince aksar. Necip Fazıl bu vesileyle de Menderes’e bağlılığını gösterme fırsatını kaçırmaz: “Haberi aldığımız zaman makinedeydik. Durdurduk. Hayatta olduğunu ve küçük yaralarla kurtulduğunu öğrenince de kalıp değiştirip baş sahifemize şu mealdeki yazı oturttuk: ‘Eğer bu kaza seni bizden ayırsaydı, Büyük Doğu da, makine de, ana rahminde hayatı reddedip gün ışığına çıkmayacaktı.” İşte, DP ve Necip Fazıl’ın 10 yıl süren ilişkisinin kısa özeti budur ve bugün iktidarın mirasını sahiplendiği DP ve Necip Fazıl’ın ilişkisinin özü bu vıcık vıcık çıkar ilişkisinden ibarettir.
Kaynakça: Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt 6: İslamcılık İletişim Yayınları Alaattin Karaca- Necip Fazıl Adnan Menderes İlişkisi – Lotus Yayınevi Mustafa Eren – Kanlı Pazar – Kalkedon Yayınları Ruşen Çakır – Ayet ve Slogan – Metis Yayınları Tanıl Bora - Türk Sağının Üç Hali Milliyetçilik, Muhafazakarlık, İslamcılık, İletişim Yayınları Tanel Demirel – Türkiye’nin Uzun On Yılı DP İktidarı ve 27 Mayıs Darbesi – İBÜ Yayınları
14
MEDYA 22 Mart 2012 / 4 Nisan 2012
Halk›n Sesi
ODA TV’DE AHMET fiIK VE NED‹M fiENER DAH‹L 4 GAZETEC‹ ÖZGÜR
Gazeteciler dokuna dokuna kazandı Gazeteciler için özgürlük mücadelesinin simgeleri haline gelen Ahmet Şık ve Nedim Şener iki meslektaşlarıyla birlikte tahliye edildi. İki gazeteci de tutuklu gazeteciler için mücadeleye devam mesajı verdi ÖZGE YURTTAfi
I
ssız bir düzlüğün ortasına kurulu Silivri hapishanesi gecenin karanlığında yanan ışıklarla kendini gösteriyordu. Hapishane kampüsünü saran tel örgüler yalnızca hapishanenin sınırlarını çizmiyordu. Siyasi baskının simgesine dönüşen hapishane binaları önümüzde yükselirken ağır tecridin, baskı ve işkencenin olduğu başka bir dünyanın da bu tel örgü ile başladığını biliyorduk. 12 Mart gecesi, Oda Tv davasından tahliye edilen Ahmet Şık ve Nedim Şener’i karşılamak için çok sayıda gazeteciyle beraber Silivri’deydik. Oldukça soğuk bir havada haberi duyup hapishane önüne gelmek için yeterince hızlı davranan yüz kişilik bir kalabalıkla beraberdik. En az bizim kadar kalabalık bir gazeteci ordusu da tahliye haberini izlemek üzere hapishane önündeydi. Canlı yayın araçları ve kameraların ışığı sayesinde karanlık aydınlanıyordu. Bu sayede ıssız ve çamurlu bir bataklığın ortasına kurulu hapishanenin girişinde birbirimizi rahatlıkla görerek, tahliye kararının mutluluğunu paylaşabildik. HAP‹SHANE KAPISINDA BULUfiMA VE SEV‹NÇ Gece 21.30’da Silivri’ye ulaştığımızda bir hayli kalabalık bir grubun çoktan hapishane girişine ulaştığını, kameramanların ve fotomuhabirlerin hapishanenin hemen çıkışına konuşlandığını gördük. Etrafımızda tutuklu gazetecilere özgürlük mücadelesini örgütleyen Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları (ANGA) grubundan bir grup gazeteci vardı. ANGA’dan Elif Ilgaz, Ayça Söylemez, Mahmut Hamsici ilk anda karşılaştıklarımızdı. Radikal’den İsmail Saymaz, Pınar Öğünç, Milliyet’ten Murat Sabuncu ve Aslı Aydıntaşbaş, CNNTürk’te Medya Mahallesi programını yapan Ayşenur Arslan arkadaşlarını karşılamak üzere apar topar Silivri’ye gelebilenler arasında benim gözüme çarpanlardı. Kısa süren bir bekleyişin ardından saat 22.30 gibi Ahmet Şık ve Nedim Şener birkaç araçlık bir konvoyla hapishanenin kapısında belirdi. Her ikisi de gazeteciler tarafından kuşatıldı. Basına yaptıkları açıklamaların ardından özel araçlarla hapishanenin önünden ayrıldılar. Ahmet Şık ve Nedim Şener içeriden çıktıktan sonra Oda TV davasından tutuklu bulunan diger
375 gün sonra gelen özgürlük... iki isim, Coşkun Musluk ve Sait Çakır da sabaha karşı 2’de tahliye edildi. Sait Çakır Oda TV muhabiriydi. 26 yaşındaki gazeteci davanın en genç sanığıydı. Coşkun Musluk ise ODTÜ’de öğretim üyesiydi ve iddianamede Yalçın Küçük’ün kitaplarına editörlük yaptığı için suçlanıyordu. GAZETEC‹LER‹N MÜCADELES‹ YOL AYRIMINDA Tahliye kararı sonrası en sık tartışılan şeylerden birisi şuydu: Tutuklu gazeteciler mücadelesi sürecek mi? Ahmet Şık ve Nedim Şener tutuklu gazetecilere özgürlük talebinin simge isimleri haline gelmişti. Onların AKP’nin siyasi operasyonlarının hedefi olan farklı kesimler (Kürtler, sosyalistler ve ulusalcılar, sosyal demokratlar) açısından benimsenebilecek bir mesleki geçmişleri, siyasi duruşları vardı. İki gazetecinin tutuklanması,
Tutuklu gazeteciler mücadelesinin simgelerinden Ahmet fi›k ve Nedim fiener 375 günlük mahpuslu¤un ard›ndan serbest b›rak›ld›. 12’si gazeteci 13 san›kl› Oda TV davas›n›n 12 Mart’ta görülen duruflmas›nda savunmalar›n› tamamlayan gazetecilerin çapraz sorgusuna geçilmiflti. Davay› takip edenlerin tahliye umudunun k›r›ld›¤› üçüncü oturumda mahkeme heyeti Ahmet fi›k, Nedim fiener, Sait
Türkiye’de hapishanedeki gazeteciler sorunun görünür olmasında önemli bir paya sahipti. Bu nedenle onlar için özgürlük talebi tutuklu gazeteciler için özgürlük mücadelesini sürükleyici unsuru olmuştu. Gazetecilerin mücadelesi tahliye kararı sonrası bir yol ayrımında. Ahmet Şık ve Nedil Şener’e özgürlük talebiyle mücadele örgütleyen gazeteciler bunu bir meslek onuru ve ilkeleri mücadelesi olarak sürdürecek mi? Bu mücadeleyi ifade özgürlüğü ve demokrasi mücadelesinin bir tümleyeni olarak yürütmeye devam edecek mi? DEMOKRAS‹ ‹Ç‹N MÜCADELE Şık ve Şener serbest bırakılmış olsa da Türkiye hapishanelerinde halen tutuklu 102 gazeteci var. Bunların büyük bir kısmı KCK, Ergenekon gibi büyük operasyon dalgalarıyla bir kısmı da farklı örgüt davaları adı altında yine siyasi
Çak›r, Coflkun Musluk’un tahliye edilmesine karar verdi. Mümtaz ‹dil ve ‹klim Bayraktar’›n tutuksuz olarak yarg›land›¤› davada Do¤an Yurdakul da sa¤l›k sorunlar› nedeniyle 22 fiubat’ta tahliye edilmiflti. Oda TV davas›nda Soner Yalç›n, Bar›fl Pehlivan, Bar›fl Terko¤lu, Müyesser Y›ld›z; yazar Yalç›n Küçük ve eski emniyet müdürü Hanefi Avc› tutuklu olarak yarg›lanmaya devam edecek.
davalarla tutuklanan veya hüküm giyen gazetecilerden oluşuyor. Bu gazetecilerin hepsi de AKP’nin kendi iktidarını sağlamlaştırmak, kendine yönelik muhalefeti bastırmak için yürüttüğü operasyonlar, çıkardığı yasalar ve açtığı davalar nedeniyle parmaklıklar ardında. Bu nedenle tutuklu gazetecilere özgürlük mücadelesinin sürmesi, demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak önem kazanıyor. TUTUKLU HER GAZETEC‹ EKS‹K KALAN B‹R HABER Tutuklu gazetecilerin özgürlüğü mücadelesi halkın haber alma mücadelesi için de anlam kazanıyor. Son KCK dalgasında 8 Mart günü tutuklanan iki Dicle Haber Ajansı muhabiri Pozantı Hapishanesi’nde cinsel istismara maruz kalan çocukların başına gelenleri tüm Türkiye’ye duyuran haberleri yapmıştı. Onların tutuklanmasıyla,
diğer gazetecilere, yaptıkları haberler iktidarı rahatsız ettiğinde başlarına ne geleceği hakkında mesaj verildiği düşünülebilir. Bir gazeteci tutuklandığında onunla beraber bir haberin yapılmasının önlendiği, mağduriyetini veya talebini duyurmak isteyen bir kişinin sesinin kısıldığı da ortada. Bu nedenle hapishanedeki gazeteciler mücadelesini sürdürmek aynı zamanda halkın haber alma hakkı mücadelesini sürdürmek anlamına da gelecek. Tahliyelerinin ardından, onlara özgürlük talep eden meslektaşları ve toplumsal muhalefet kurumlarının mücadelesinin sürekliliğinin süreceğine dair Ahmet Şık’ın hapishane önündeki açıklaması umut vaat ediyor: “Herkes bilsin; bunca baskı ve zulümden o iktidarın korktuğu ama bizim de özlemini duyduğumuz ve mücadelesini sürdürmeye devam edeceğimiz bir hayat çıkacak,”
Eksik adalet demokrasi getirmez Ahmet fi›k’›n tahliye sonras› yapt›¤› fakat bas›n taraf›ndan önemli ölçüde sansürlenen konuflmas› davan›n demokrasi mücadelesinin bir parças› oldu¤una iflaret eden ve Cemaat eliyle AKP onay›yla yürütüldü¤ü tespitini dile getirdi. Savc›lar›n hakk›nda soruflturma bafllatt›¤› yönünde bilgilerin bas›na yans›d›¤› fi›k’›n konuflmas› flöyeydi: "Eksik kalm›fl adalet, bu ülkeye hukuk ve demokrasi getirmeyecek. ‹fade özgürlü¤ü meselesi bu ülkede sadece gazetecilerin sorunu de¤il. 600 civar›nda üniversite ö¤rencisi var. KCK davas›ndan 6000’in üzerinde tutuklu var. Bunlar›n hepsi düflünce ve ifade özgürlü¤ü ba¤lam›nda de¤erlendirilmesi gereken tutuklamalar... Bunun mücadelesine biz devam edece¤iz. Burada adalet ne zaman sa¤lanacak? diyeceksiniz... Bu komployu kuran, yürüten polisler, savc›lar ve hakimler bu cezaevine girecek. Burada ben and içiyorum. Onlar buraya girdi¤inde bu ülkeye adalet gelecek. O cemaat ba¤lant›l›, o çete ba¤lant›l› adamlar buraya girecek. Çok net bir fley var burada, bu iflin asli sorumlular› cemaat ba¤lant›l› - burada cemaatçi olan herkesi suçlam›yorum - Ama cemaatçi olup da bir çete faaliyeti gibi çal›flan, emniyetteki ve yarg›n›n içerisindeki bürokratik örgütlenme içerisindeki adamlard›r. Ama siyaseten sorumlusu da AKP hükümetidir, bunlara cevaz verdi¤i için, sesini ç›karmad›¤› için. Ama herkes flunu bilsin, bunca bask› ve zulümden o iktidar›n korktu¤u ama bizim de özlemini duydu¤umuz ve mücadelesini sürdürmeye devam edece¤imiz bir hayat ç›kacak, bundan korkun!"
Polis engelledi, medya kararttı A
AA’da sendika direnişi A
A yönetimi ajansta toplu sözleşme yetkisine sahip Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS)’ye karşı baskı ve eritme politikasını sürdürüyor. Geçen ağustos ayında AA Genel Müdürlüğü’ne, eski Başbakanlık Basın Danışmanı Kemal Öztürk’ün atanması ile ajansın yeniden yapılandırılması çalışmaları hız kazandı. AA yönetimi gazetecilerin esnek ve güvencesiz çalışmasının önünü açmak için karşısında engel olarak gördüğü sendikayı ele geçirmek üzere harekete geçmişti. Şubat ayında sendika üyelerinden zorla imza toplanarak sendika olağanüstü genel kurula götürülmek istendi. İmza vermeyen üyeler AA’dan atılmakla veya sürgünle tehdit edildi. Bu girişim sonuç vermeyince AA yönetimi yeni bir plan devreye soktu.
Ajans’ta çalışan 30 gazetecinin girişimi ile yeni bir sendika kuruldu. Medya-İş adlı sendika, 12 Mart günü AA genel merkezi önünde yaptığı basın açıklamasıyla kuruluşunu ilan etti. TGS yeni sendika Medyaİş’in işveren tarafından kurdurulduğunu, işyerine noter getirtilerek üyelerinin istifa ettirilerek Medya-İş’e üye olmaya zorlandığını duyurdu. TGS yönetimi baskılar karşısında eylemlerine devam ediyor. TGS Genel Başkanı Ercan İpekçi 9 Mart’ta sendikaya yönelik baskılara karşı açlık grevine başladı. TGS işverenin sendikal baskılarına karşı bir de suç duyurusunda bulundu. Yeni saldırı ve buna karşı mücadele stratejisini değerlendirmek üzere sendika 14-15 Nisan 2012’de Olağanüstü Genel Kurul’a gidiyor.
KP’nin Newroz’un kitleselliğini engelleme ve etkisizleştirme çabası egemen medyaya “körlük” olarak sirayet etti. Diyarbakır’da barikatlar aşılarak alana girildi, İstanbul’da gün boyu süren çatışmalar TV haberlerine yansımazken ertesi gün gazete manşetleri de Newroz meydanını kazanan Diyarbakırlıları, polis ve faşistlerin saldırısına uğrayan Kürtleri görmedi. Polisin attığı gaz bombası kafasına isabet ederek hayatını kaybeden Hacı Zengin’in ölümü bu konuda ancak İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun konuyla ilgili yaptığı açıklamayla beraber haber yapıldı. Newroz coşkusunu bastırmayan iktidarın imdadına AKP’lileştirilmiş medya yetişti. Newroz haberleri ve çatışmaları gösterilmedi. Çatışmaların her iki kentte de yoğun yaşandığı 18 Mart sabahı NTV'de haftasonu programında yaz tatili
Eğer dikkatli değilseniz gazeteler sizin zulüm gören insanlardan nefret etmenizi ve zulmü uygulayan insanları sevmenizi sağlar konuşuluyordu. CNNTürk'te “başarılı yaşlanma” üzerine yapılan bir sohbet ekranlardaydı. Habertürk'te moda ve kadın konuşuluyordu. S Haber'de ise İstanbul Mutfak Fuarı tanıtılıyordu. Bu dört haber kanalı da bir alt yazı ile dahi Newroz çatışmalarını haber olarak geçmeye gerek görmedi. AYSEL TU⁄LUK’UN UZUN NAMLULU S‹LAHLARI OYUNU Akşam saatlerinde yayımlanan ana haber bültenlerinde ise Newroz haberleri eyleme katılanların kırdığı camlar, kaldırım taşları eşliğinde anlatıldı. ATV haber ise yine çirkin bir oyuna başvurdu. Diyarbakır’da arama noktasından geçen bir araçta uzun namlulu
silah bulunduğuna dair haberi arama noktasından geçen bir araçta şoförün Aysel Tuğluk’un meclis kartını polislere gösterdiği görüntü eşliğinde sundu. İzleyenlerde sanki silahlar Aysel Tuğluk’un arabasında yakalanmış gibi bir algı sunuldu. Newroz’un hemen ardından çıkan gazetelerin manşetlerinde bayramı yasaklanan Kürt halkı suçlanıyordu. Hürriyet haberi sürmanşetinden “Kin ateşi” diye verip izin verilmediği halde Newroz’u kutlayanların, etrafı ateşe verdiğini yazdı. Habertürk, Diyarbakır’da ateşe verilen baz istasyonu görüntüsü eşliğinde “bayrama bak” manşeti ile çıktı. AKP medyası olayların etkisini azaltmak için haberleri küçük görmeyi tercih etti.
Yeni Şafak kapağında Newroz’u hiç görmezken Zaman kapağında küçük bir haberle “Newroz ateşiyle sokakları yakmaya çalıştılar” başlığı altında bayramı kutlayanları provokatör ilan ettiği bir haber yayımladı. Sabah ilk sayfasında ‘Bu nasıl nevruz!’ başlığını kullandı. Bugün de benzer bir biçimde küçük bir kutuda “Nevruz terörü” başlığını atmıştı. AKP medyasından yalnızca Star Newroz’u manşetine görmüştü. KIRILAN CAMIN HESABINI SORDULAR Çatışmanın yaşandığı 18 Mart’tan iki gün sonra devreye karartmanın yanı sıra karşı atak haberleri girmeye başladı. Newroz’da ölen Hacı Zengin’in adını anmayanlar, polis saldırısı
ile kaybedilen bir hayat için hesap sormayanlar kırık dökük otobüs duraklarını fotoğrafının üstüne “Bu zararı kim ödeyecek?” başlığı atarak (Kanal D haber ve Hürriyet gazetesi) Newroz’da ortaya çıkan maddi hasarın faturasını yazdı. İstanbul belediyesinin Newroz’da yaşanan çatışmalarda zarar gören metrobüs, tarmvay ve duraklar için 1 milyon 800 bin liralık masraf çıktığı duyurusunu Doğan Gurubu’nun iki büyük yayını öne çıkardı. Zaman gazetesi de esnafın zararlarının eylemcilerden taziminini isteyen açıklamalarını kapağına taşıdı. Polis saldırısı ile İstanbul’da hayatını kaybeden Hacı Zengin’in ne ölümü ne cenazesi bu gazetelerde yer aldı. Bu haberlerin ardından sosyal medyada Malcom X’in şu sözü sıklıkla paylaşıldı: “Eğer dikkatli değilseniz, gazeteler sizin zulüm gören insanlardan nefret etmenizi ve zulmü uygulayan insanları sevmenizi sağlar.”
KÜLTÜR SANAT
15
22 Mart 2012 / 4 Nisan 2012
Halk›n Sesi
Haco'dan yeni albüm Ciwan Haco'nun yeni albümü Veger (Dönüş) müzikseverlerle buluştu. Haco, gençlik yıllarında söylediği şarkılarıyla dinleyenleri ilk yıllarına götürüyor. Albümde, Aşık Daimi'nin "Ne Ağlarsın" ve Neşet Ertas'ın "Tatlı Dile" şarkısı da ilk kez Kürtçe sözler yazılarak okundu.
Ferhadi’ye tören yok
‘Moebius’ öldü
Ayrılık filmi ile geçen ay en iyi yabancı film dalında Oscar alan yönetmen Aşgar Ferhadi onuruna İran'da yapılacak tören, resmi izin alınamayınca iptal edildi. Ödül İranlı yetkililer tarafından övgüyle karşılansa da bazı muhafazakarlar filmden rahatsız olmuşlardı.
Ünlü Fransız çizer Jean Giraud, 73 yaşında hayata veda etti. Giraud, 1960'lı yıllarda "Blueberry" serisiyle ün kazanmış, daha sonra bilim kurgu alanına geçmişti. Dünyada binlerce hayranı tarafından "Moebius" takma adıyla tanınan Giraud, "Yaratık", "Tron" ve "Beşinci Element" gibi filmlerde de görev almıştı.
Çukurova Sanat Günleri Çukurova Sanat Girişimi tarafından düzenlenen ve bu yıl "barış" temasının işleneceği 6. Uluslararası Çukurova Sanat Günleri, 22 Mart tarihinde başlıyor. Toplam 94 ücretsiz etkinliğin gerçekleşeceği sanat günleri Adana'da başlayıp 6 kente uğrayarak Antakya'da sonlanacak.
Işığın ateşle göz göze geldiği an AYSEL DEREL‹ Islanmış taşlığında suskun bir bekleyişin Yutar yalnızlığın buzdan ayını, Akşamsefaları içinde karanlık gözlerin. Döker çiçeğini sararan rengiyle, Yaralı bir aşkla seğiren derin. Ve aklın seni sürgüne gönderir Yüzüne iğreti gelen isminle, En yalnız köşesinde donmuş yüreğinin. ivas Katliamı’nın ek davasında çıkan zaman aşımı kararını duyduklarında, Metin Altıok’un şiirlerini bilenlerin kulaklarında Yalnızlığın Buzdan Ayı şiirindeki “Ve aklın seni sürgüne gönderir” dizesi çınlamıştır belki. Ama en çok da Başbakanın kararla ilgili “vatana millete hayırlı olsun” açıklamasında şairin şu dizeleri yinelenmiştir zihinlerde: “heybesinde yılan işaretleri, / baldıran zehiri / yüzüğünün içinde / ve yanında / kav taşıyan ben; / tekinsizim size göre / ibret için yakılması gereken.” Zaman aşımı kararı ile yürekleri sızlatan Sivas katliamı, insanlığa vurulmuş büyük bir darbeydi. Çıkarılan yangında hayatını kaybedenler Sivas Pir Sultan Abdal Şenliği’ne giden semah ekibi üyeleri, aydınlar ve sanatçılardı. Anadolu’nun bin yıllık halk kültürünü kendi şiirlerinde, ezgilerinde birleştirenler, halk bilimin, edebiyatın ustası olanlar, o gün Madımak Oteli’nde buluşmuştu. Onların saçtığı aydınlığa tahammül edemeyenlerin çıkardığı yangın geride yalnızca acı ve öfke bırakmadı. Kulaklarımızda ezgiler, zihnimize yerleşen dizeler, karanlığa karşı mücadelede güç veren çalışmalar bıraktı. Onları anmak, "yangın yerinde yaşamayı görev bilenlere" bir kez daha hatırlatmak için şiirin, ezginin gücüne sığındık.
S
B‹R ACIYA K‹RACI ALTIOK Şair Metin Altıok’un “tekinsizim size göre ibret için yakılması gereken” dizeleri katliamı anıştırdığı için belki de en sık anımsanan şiirlerden oldu. Metin Altıok bir felsefe öğretmeniydi. Şair bir felsefe öğretmeni. DTCF Felsefe bölümünden mezun olmuş, hem öğretmenlik yapmış hem şiir yazmıştı. Aynı zamanda da ressamdı. Yalın bir dille ve duygusal bir
dokuyla yazdığı şiirlerini hayattayken aralarında Yerleşik Yabancı, Gerçeğin Öte Yakası kitaplarının da bulunduğu dokuz çalışmasında yayımladı. Ölümünün ardından 1998’de bütün şiirleri Bir Acıya Kiracı kitabında yayımlandı. Altıok’un bahsini yine kendi kaleminden tamamlamak en doğrusu. Sonunda kendime bir top yangın edindim, Soluğumla besledim dudağımın ucunda. Ömrümün külüydü savrulan hep ardımda, Örterek yavaş yavaş bıraktığım izleri Yanmış bir günün sürüklenen kanatlarıyla. Koştum, durmadan koştum o küçük yangınımla, Adımın çaresiz kıyılarında kendi göğümü bulmaya. ELEM DOKTORU BEHÇET AYSAN onu vurdular, gözümle gördüm onu ak bir zambağa binmiş gidiyordu zambak dur, sana da bulaştı kan. Madımak’ta yitirdiklerimizden biri de şair Behçet (Sefa) Aysan’dı. Ezginin Günlüğü’nden kulaklara aşina “Bir Eflatun Ölüm”, “Kuşlar da gitti”, “Sesler ve Küller” onun ezbere bilinen dizelerindendi. Bir Psikiyatr olan Aysan’ı ölümünün ardından yazan dostu Haydar Ergülen, şiiri ve mesleği arasındaki ilişkiyi vurgulamak için ona “Elem doktoru” demişti. Aysan’ın anısına Türk Tabipler Birliği her yıl “Behçet Aysan Şiir Ödülleri” veriyor. Aysan’dan geriye kalan şiirlerden birisi dostlarına vedası olarak bir kez daha yinelenmeli. hoşça kal ayak izim serseri sokaklarda hoşça kal yarım kalmış duvar yazıları hoşça kal bir gün gelecek akacak yeraltı suları hoşça kal yakut, bezirgan, gön hoşça kal eski zaman aktarları gidiyorum bu şehri bu yağmuru bu düşleri bu aşkı bu kavgayı bu kederi size bırakarak...
Katliamda hayatını haybedenlerdin biri karikatürist Asaf Koçaktı. İstanbul Davutpasa Lisesi isyanların ve karikatürün başlangıcı oldu onun için. Kırşehir Eğitim Enstitüsü'nü bitirdikten sonra fırçasını sırtına vurup göç etmeye başladı. 4 yıl Sivas'ta, 3 yıl Adıyaman'da 5 ayrı okulda çalıştı. Sonunda asıl sevdasını, karikatürü seçti
Bilirkişi krizi W
illiam Burroughs'un Yumuşak Makine adlı romanının beşinci duruşması ve Chuck Palahniuk'un yazdığı Ölüm Pornosu'nun üçüncü duruşması 13 Mart Salı günü görüldü. Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’nun verdiği rapora dayandırılarak açılan davalarda yaşanan bilirkişi sorunu devam ediyor. Bu duruşmada da bilirkişiden rapor gelmedi. Yayınevinin genel yayın yönetmeni İrfan Sancı, bir eserin edebi olup olmadığına herhangi bir kurulun verdiği raporla karar verilemeyeceğini söyledi. İki kitap için de bir sonraki duruşma günü 8 Mayıs 2012'de.
U⁄UR KAYNAR: ÖLDÜ⁄ÜMDE DO⁄DU⁄UM YERE G‹D‹YORUM "ah benim yaka cebim yaka cebimde kaybettiklerim şiir müsvetteleri müsvette aşklar ve köstekli bi saatin kurma kolları" Sivas’ta yaşamını yitirenlerden birisi de bu kentte doğan ve yaşamı bu kentte sona erse de Ankara sokaklarının şairlerinden olan Uğur Kaynar’dı. Kaynar, 12 Eylül öncesi Ankara’daki anti-faşist mücadele içinde yetişen devrimcilerdendi. Darbenin ardından 3 yıl Mamak Hapishanesi’nde yatmış, çıktıktan sonra şiir çalışmalarını yoğunlaştırmıştı. Kaynar’ın cenazesiyle beraber yakınlarına teslim edilen eşyalarının arasında bir peçeteye yazılmış son dörtlüğü çıktı. Ölüme giderken Kaynar şunları yazmıştı: "…Öldüğümde / doğduğum yere gidiyorum / yıllarca süren bir hasret ve bilinmezliği / işte böyle yeniyorum…” Sivas yalnızca dizeleri, şiirleri öksüz bırakmadı. Kaybedilenler arasında Anadolu’nun sesini sazına katanlar vardı. Nesimi 'yem vay başıma kanlar karıştı yaşıma yağın gerekmez aşıma yeter zehirin katmasın" Üç telli curanın son büyük ustası, Ozan Nesimi Çimen de 62 yaşında Madımak’ta son nefesini verdi. Adanalı ozan biraz sevdadan, biraz yokluktan Anadolu’nun birçok kentini dolaştı. Adana’dan ailesiyle Kayseri Sarıkız’a göçen Çimen, burada köy ağasının kızı Dilber’i sevip onu kaçırınca Elbistan’a yerleşti. İş bulmak için Elbistan’dan İstanbul’a göçtü. İşsiz kalınca Adana Kadirli’ye, sonra yeniden İstanbul’a yerleşti. Ozanlığı ekmek teknesi bellemesi, katıldığı bir grev sonrası çalıştığı fabrikadan atılmasıyla oldu. İşsiz kaldıktan sonra şehir şehir dolaşarak curası eşliğinde Alevi nefesleri okudu. Anadolu'da söylenen bir çok nefes ve türkünün derlenmesinde de kaynak oldu. Kendi eserleri arasında Barış Güvercini, Şifa İstemem, Gel Göçelim Buradan yer alır. Kaynak kişi olarak kayıt altına alınmasını sağladığı deyişler arasında Daha Senden Gayri Aşık Mı Yoktur, Duaz-ı İmam yer alır.
ve öğretmenliği bıraktı. 10 yıllık karikatür serüveninde altı kişisel sergi açtı, karma sergilere katıldı. Yunus Nadi mansiyon ödülü aldı. Katledildiğinde 35 yaşındaydı. Yitirilenlerden birisi ise Edebiyatçı Asım Bezirci’ydi. Bezirci, 1928'de demiryolu işçisi Hamdi Bey'le ev kadını Refika Hanım'ın tek
çocuğu olarak dünyaya gelmişti. 67 yıllık yaşamında 70 yapıt veren önemli bir edebiyatçıydı. Edebiyata katkısı olacağını düşündüğü kitapları araştırıp çevirerek dilimize kazandırdı. Birçok yazarın eserlerini derleyip yayına hazırladı. Nazım Hikmet’in “Tüm Eserleri”nin eleştirili, kaynakçalı basımı da onun elinden çıktı.
MUHABBET HEP EKS‹K KALDI Akarsuyum yansam da kül olup savrulsam da bazı bazı gülsem de yine gönlüm hoş değil Aşıklık geleneğinin Cumhuriyet sonrası bilinen en değerli isimlerinden birisi, Muhlis Akarsu da eşi Muhibe Akarsu ile birlikte katliamda hayatını kaybetti. Muhlis Akarsu, Alevi-Bektaşi aşıklığı geleneğini izleyen bir isimdi. Arif Sağ, Yavuz Top ve Musa Eroğlu ile birlikte Muhabbet albümlerini çıkaran Akarsu’nun 100’den fazla kırkbeşlik plağı, 20’den fazla da kaseti vardı. Ey Sevdiğim Sana Şikayetim Var ve Karlı Dağlar’ın aralarında olduğu yüzlerce ezgi Akarsu’nun sazı ve sesinden dinlendi ve sevildi. Sen kavga ol ben hasret* yüreğine al beni
Bu foto¤raf Sivas’ta sald›r› alt›ndaki Mad›mak Oteli’nin merdivenlerinde üç flairin çekilmifl son foto¤raf›. Önde Behçet Aysan, arkada Metin Alt›ok (solda) ve U¤ur Kaynar (sa¤da) otelin merdivenlerinde ölüm kadar uzun bir bekleyifl içinde.
Springsteen’in sokağı gören albümü “Kumarbazlar zarları sallar, emekçi insanlar faturaları öder/ Banker tepesinde enseler hâlâ kalın ve para kazanmak kolay”
B
ruce Springsteen’in kariyerinin 17’inci albümü olan ‘Wrecking Ball’ (Yıkım Güllesi) yayımlandı. Springsteen bu albümünde de, diğer albümlerinde olduğu gibi eşitsizlik, adaletsizlik gibi hayati sorunlara değinmiş. Springsteen ekonomik kriz-
den, gelir adaletsizliğinden ve diğer siyasi gelişmelerden etkilendiğini söyleyerek böyle bir albüm yaptığını belirtti. Wrecking Ball’un işçi sınıfını kaybeden bir ABD’yi resmettiğini ekledi. Bürokratların, bankacıların kısaca kapitalizmin hoşuna gitmeyecek bir albüm hazırlayan Springsteen bu albümü hazırlarken sokak hareketlerinden esinlendiğini söyledi. Özellikle, Wall Street’le başlayan ve kısa sürede yayılan ‘İşgal Et’ hareketleri Springsteen’e ilham vermiş. Albüm, Springsteen albümlerinden alışık olduğunuz zenginliği içeriyor. Springsteen bu yeni albümünde her türe yer vermiş. Kelt, blues, gospel ve hiphop gibi türlerinin yer aldığı albüm, zengin bir müzikalite sunuyor. 11 şarkıdan oluşan albüm dinlenerek vakit geçirilecek değil, vakit değerlendirilecek bir yapıt. SPR‹NGSTEEN, fiARKISINDA YAfiIYORLAR Springsteen çalışmalarında Amerikan gerçeğiyle Amerikan rüyası arasındaki
ateşle kül olaydım o hana gömün beni temmuz sende nem kaldı acı kederden gayri madımak’tan ötede türkün ve roni*n kaldı Katliamda ölenler arasında genç yaşına rağmen sazı güçlü bir ozan da vardı: Hasret Gültekin. Sivas’ta henüz 22 yaşında hayatını kaybettiğinde ardında henüz 16 yaşında çıkardığı ilk albümü “Gün Olaydı”nın olduğu üç kaset bırakmıştı. Sevgi Kuşun Kanadında, Kucaklarım Seni, Güle Yel Değdi Gültekin’in sesiyle kulaklarda yer eden çalışmalardan bazılarıydı. Kısa süren hayatından geriye Sosyalist Parti üyesi olarak devrimci mücadeleyle ve Anadolu müziğine verdiği katkı kaldı. * Roni Hasret Gültekin’in ölümünden iki ay sonra dünyaya gelen oğlu.
mesafeyi yorumladığını söylüyor ve son yıllarda bu mesafenin büyüdüğüne inandığını sözlerine ekliyor. Bu rüyadan kendini arındırmış olanlara, ilerici mücadelede hayatını kaybetmiş olan insanlara da bir şarkı hediye ediyor. Albümündeki “We are Alive” (Biz Yaşıyoruz) isimli şarkısı, ezilenlerin ve emekçilerin ABD’deki mücadele tarihini anlatıyor:“1877’de Maryland’de öldürüldüm/ Demiryolu işçileri haklarını aradıklarında/ Birmingham’da 1963 yılının bir Pazar sabahı öldürüldüm/ Geçen yıl çoçuklarımı San Pablo’da, ardımda bırakarak Güney çölünü geçerken öldüm… Biz yaşıyoruz/ Ve burada yalnız başımıza uzandığımız halde/ Ruhlarımız yükselecek/ Ateşi taşımak ve kıvılcımı yakmak için/ Omuz omuza ve kalp kalbe mücadele ediyoruz” Bruce Springsteen’e göre albümün adı olan “Yıkım Güllesi” (Wrecking Ball) ise son yıllarda yaşananlar için kullanılan bir metafor. Ona göre, “yeni bir şeyler inşa etmek için bazı şeylerin yıkıldığı” fikri son 30 yılda yerle bir oluyor. Yıkılan şey eski bir rüya…
Ezildikten sonra hepimiz şarabız F
arklı ve ilgi çekici yazar kadrosuyla yeni bir dergi yayın hayatına başladı: Fazla Mesai. Yazar kadrosunda mezar kazıcılarından, kağıt toplayıcılarına, işportacılara kadar bir çok emekçinin olduğu aylık dergi, işçilerin hayatlarını kendi ağızlarından okuyucuyla buluşturuyor. “Ezildikten sonra hepimiz şarabız” sloganıyla İstanbul’da yayına başlayan dergide sabit bir yazar kadrosu bulunmazken bütün emekçiler gazetenin yazarı, muhabiri ve
dağıtımcısı konumunda. Derginin emekçilerinden Dicle Kara, Fazla Mesai’nin bağımsız bir işçi gazetesi olmasının yanı sıra yazar kadrosu, dağıtımcı ağı ve satışına kadar emek dünyasının en alt kesimini oluşturan insanlardan oluştuğunu söylüyor. Derginin alışılmış işçi dergilerine bir alternatif olmasını amaçladıklarını ifade eden Kara, “Dergimiz, işçi ve emekçilerin kendi sorunlarını ve kendi kalemlerinden aktarabilmeleri için ortaya çıktı. Dergimizin gazeteciliğe de farklı bir bakış açısı kazandıracağına inanıyorum” diyor. Derginin ilk sayısının başyazısı yayın kadrosunun ilginçliğini de gösterir nitelikte. Başyazı, 14-15 yaşlarında İzmir Doğançay Mezarlığı’nda çalışan bir grup mezar emekçisinin kaleminden çıkmış.
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ
22 Mart 2012 / 4 Nisan 2012
Halk›n Sesi
SİVAS KATLİAMININ FİRARİ SANIKLARINA ZAMANAŞIMI
Zamanafl›m› karar›n›n verildi¤i duruflma sürerken Ankara’da Adliye önünde toplaan binler adalet istedi. (Yukarda) Karar›n ç›kmas›n›n ard›ndan soka¤a taflan tepki polis sald›r›s› ile karfl›landa. (Afla¤›da)
‘Bu dava mahşere kalmaz’ Sivas davasının firari sanıkları hakkında verilen zamanaşımı kararına karşı halkın tepkisi sokağa taştı
1
9 yıl süren bir davanın son 10 yılına tanıklık eden iktidar, “Bu katliam bizim zamanımızda olmadı” diyebilir mi? Devletin devamlılığı ilkesi, iktidarlar için değişkenlik gösterebilir mi? Babası şair Metin Altıok’u Sivas Katliamı’nda kaybeden Zeynep Altıok Akatlı’nın 19 Mart’ta kaleme aldığı ve babasının bir şiirine atıfla “Bazı sorular sordum sormamam gereken” yazısında “zamanaşımı” kararına tepkisi, sorumluları da işaret ediyor. Altıok bu soruları sorarken yalnız değil. Sivas davasında 5 sanık hakkında zamanaşımı kararının verildiği 13 Mart günü Ankara Adliyesi önünde onunla birlikte binlerce kişi vardı. 2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Oteli’nde gerici-faşist güruh tarafından yakılarak katledilen 35 insanın hesabını sormak için 19 yıl boyunca sokağa çıkanlar, 19 yıl boyunca davayı takip edenler, Madımak’ın müze olması için
16
mücadele edenler, 13 Mart günü de adliye önündeydi.
ÖDP, ESP, TKP, SDP, Aka-Der günler öncecinden davayı izlemek üzere adliye önünde olacaklarını duyurmuştu.
GÜNLER ÖNCESİNDEN ORADA OLMA SÖZÜ VERDİLER Sivas Davası’nın o gün görülen duruşmasında firari durumdaki 5 sanık için zamanaşımı kararının çıkması hukuki işleyişi bilenler açısından beklenen bir süreçti. Günler öncesinden dava günü adliye önünde vicdanların sesi olmak, zamanaşımı kararının önüne geçmek için çağrılar yayımlandı. Alevi örgütlerinin davaya katılım çağrısına toplumsal muhalefet kurumları yanıt verdi. KESK ve KESK’e bağlı sendikalar, Halkevleri, İHD, TTB, EMEP, EDP, BDP ve HDK 9 Mart’ta Mülkiyeliler Birliği’nde yaptığı basın toplantısıyla Sivas davasına sahip çıkma kararlılıklarını göstermek, zamanaşımı kararını engellemek için dava günü adliye önünde olacaklarını duyurdu.
31 Mart’ta Kadıköy’de Alevi örgütleri Sivas davas›nda mahkemenin verdi¤i zamanafl›m› karar›n› tan›mad›klar›n› aç›klad› ve katliam sorumlular›n›n hesap vermesi için mücadele program› aç›klad›. Alevi Bektafli Federasyonu, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu, Pir Sultan Abdal Kültür Derne¤i, Alevi Kültür Dernekleri ve Hac› Bektafl Veli Anadolu Kültür Vakf› mahkeme karar›n›n hemen ard›ndan 14 Mart günü Ankara’da bir toplant› gerçeklefltirerek ortak bir mücadele takvimi oluflturdu. Mahkemenin zaman afl›m› karar›n› tan›mad›klar›n› kamuoyuna duyuran örgütler 2 Temmuz’a kadar her ay›n ilk Perflembe günü “Çera¤ uyand›racak”. Çera¤ Alevi’lerin Cem töreni s›ras›nda yakt›¤› ›fl›k, atefl. Alevi örgütleri Sivas karar›na tepkilerini kitlesel bir biçimde göstermek için de 31 Mart Cumartesi günü Kad›köy Meydan›’nda kitlesel bir miting düzenleyecek.
KARARA TEPKİ SOKAĞA TAŞTI 13 Mart günü, Sivas davasının görüldüğü Ankara 11'inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde, duruşma sürerken binlerce kişi adliye önünde "Sivas'ta yakanlar AKP'yi kuranlar", "Faşizme karşı omuz omuza" sloganları eşliğinde öfkeli bir bekleyiş içindeydi. Adliye önündeki ses aracından yapılan konuşmalarda Sivas Katliamı’nın tüm sorumlularının hesap vermesi için mücadele kararlılığı dile getirildi. Mahkeme heyetinin firari durumdaki 5 sanık için zamanaşımı kararı verdiği haberi salondan dışarıda bekleyenlere telefonlarla aktarıldı. Karar kürsüden açıklanana kadar kimse doğru olduğuna inanamadı. Kürsüden “vicdanlarımızda bu dava kapanmayacak” sözleri eşliğinde mahkemenin zamanaşımı kararı duyurulduğunda, katliamda yakınlarını kaybedenlerin gözyaşları, adaletin sağlanamamasına duyulan öfkeyle atılan sloganlara karıştı. DAVA SALONDA BİTTİ SOKAKTA SÜRECEK Karara karşı alanda oluşan tepki kısa sürede sokağa taştı. Halkevciler “Bu dava salonda bitmiştir. Hesabını
sokakta sorma zamanıdır. Yürüyoruz” dedi ve Atatürk Bulvarı'nı trafiğe kapatarak Kızılay istikametine doğru yürüyüşe geçti. Devrimci Alevi Komitesi, ESP, ÖDP ve SDP de yürüyüş çağrısına kulak vererek yola çıktı. Binlerce kişinin Atatürk Bulvarı üzerinde yürüyüşe geçmesi üzerine polis hiçbir uyarıda bulunmadan gaz bombaları atarak ve su sıkarak yürüyüşü durdurmaya çalıştı. Yürümekte kararlı olanlar polis saldırısına karşı direnince adliye önünde kitlesel bir çatışma yaşandı. Alevi örgütlerinin çağrısı ile davayı izlemeye gelenler ve Sivas’ta katledilenlerin ailelerinin de aralarında bulunduğu bir grup ise adliye önünde bekleyişe geçti. Polis burada duran binlerce insana da gaz bombaları attı. Polisin yalnızca yürüyüşe geçenleri değil dava için adliye önünde bulunan-
ları da hedef alması amacın yürüyüşü durdurmak değil dava için orada ulunan herkesi dağıtmak olduğunu gösterdi. Adliye önünde dar bir alanda bulunanlar saldırı nedeniyle adliye binası ile polis panzerleri arasında sıkışıp kaldı. Adliye kapısında ve bahçede ezilme tehlikesi geçirenler oldu. BU ÖNLEMLER SİVAS’TA ALINSAYDI Polis saldırısına karşı yarım saatten uzun bir çatışma yaşandı. Yoldan geçen çok sayıda Ankaralı da polis saldırısına tepki göstererek sloganlarla kararı protesto edenlere destek verdi. Polisin kalabalığı dağıtmak için sıktığı suya eyleme katılan bir yurttaş, "Bu suyu Sivas'ta sıksaydınız da canlarımız yanmasaydı" sözleriyle tepki verdi. Bu söz iktidarın, kimin yanında kimin karşısında olduğunu göstermesi bakımından anlamlıydı.
Sivas davasının 19 yılı S
ivas katliamı davası 19 yıldır sürüyor. 13 Mart 2012 günü 5 sanık hakkında verilen mahkeme kararı ana davadan dosyaları ayrılan 7 sanık hakkındaki ek davada verildi. Mahkeme bu ek davanın 2 sanık yönünden ölmeleri (Cafer Erçakmak ve Yılmaz Bağ), 5 sanık yönünden ise zaman aşımı nedeniyle düşürülmesine karar verdi. Sivas katliamı davasının 19 yıllık uzun bir yargı yolculuğu oldu. Haber Türk gazetesinden Cemal Doğan ve Sibel Hürtaş 19 yıllık dava sürecini özetledi. İki gazetecinin aktarımı ile Sivas ana davası şöyle yaşandı: Sivas olayları sonrasında gözaltına alınan 190 kişiden 124'ü hakkında "laik anayasal düzeni değiştirip din devleti kurmaya kalkışma" suçlamasıyla dava açılmıştı. Sivas Davası'nın ilk duruşması, Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde 21 Ekim 1993 günü görüldü. 26 Aralık 1994'te karara bağlanan dava sonucunda, 22 sanık hakkında 15'er yıl, 3 sanık hakkında 10'ar yıl, 54 sanık hakkında 3'er yıl, 6 sanık hakkında 2'şer yıl hapis cezası, 37 sanık hakkında da beraat kararı verildi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi katliamın "Cumhuriyete, laikliğe ve demokrasiye yönelik olduğunu" belirterek Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin kararını esastan bozdu. Ankara 1 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Yargıtay'ın bozma kararına uyarak yargılamayı yeniden başlattı. 28 Kasım 1997'de açıklanan kararda, 33 sanık Türk Ceza Yasası'nın 146/1 maddesine göre idama ve 14 sanık 15 yıla kadar değişen hapis cezasına mahkûm edildi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 24 Aralık 1998'de hapis cezalarını onadı, 33 idam cezasını ise usul noksanlıkları nedeniyle bozdu. Şubat 1999 tarihinde usul eksikliklerinin giderilmesi için başlayan yargılama sonucunda 16 Haziran 2000'de 33 sanık Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce yeniden idam cezasına çarptırıldı. 2002 yılında idam cezasının kaldırılması ile idam cezası alanların cezası müebbet ağır hapis cezasına çevrildi. 13 Mart’ta, mahkemenin ek dosya hakkındaki zamaaşımı kararı, 16 Mart’ta avukatlar tarafındar temyize götürüldü.
Sokak için yok hükmünde M
ahkemenin zamanaşımı kararına tepkiler anında sokağa taştı. Ankara Adliyesi önünde çatışmaya dönüşen öfke, aynı gün akşam saatlerinde İstanbul, Çanakkale ve İzmir’de de eylemlerle dile getirildi. Taksim Meydanı'nda bir araya gelen binlerce kişi Sivas katliamı davasındaki zamanaşımı kararını protesto etti. KESK, Halkevleri, Divriği Kültür Derneği, Eyüp Alibeyköy Dersimliler Derneği, Kangal Dernekler Federasyonu, DHF, BDP, EMEP, ESP, ÖDP, TKP ve SDP’nin gerçekleştirdiği eylemde binlerce kişi Taksim Tramvay Durağı’ndan Galatasaray Meydanı’na yürüdü. İzmir’de KESK’in
çağrısıyla Konak meydanında toplanan yüzlerce kişi “insanlık suçunda zamanaşımı olmaz” dedi. İzmirliler “Dersim, Sivas, Roboski unutulmaz hiçbiri” sloganları eşliğinde yaptıkları açıklamada, katilleri ödüllendirmenin yeni katilleri cesaretlendirmek anlamına geldiği belirtildi. Sivas katliamının ‘zamanaşımı kararıyla’ aklanmaya çalışılmasına Çanakkale’de de tepki vardı. Çanakkale Halkevi ve TKP Çanakkale İl Örgütü, Saat Kulesi’nin önünde ortak basın açıklaması gerçekleştirdi. Eylemde adalet talebiyle Ankara adliyesi önünde buluşanlara dönük polis saldırısı da protesto edildi. Kararın açıklanmasına tehkiler ilerleyen günlerde de sürdü. İstanbul’da Pir Sulatan
Abdal Kültür Derneği’nin (PSAKD) çağrısı ile İstiklal Caddesi’nde binlerce kişinin katıldığı bir yürüyüş yapıldı. PSAKD’nin İstanbul Şubeleri, Alevi Dernekleri Federasyonu, Alevi Bektaşi Gençlik Platformu, Halkevleri, TKP, ESP, AKADER, Öğrenci Kolektifleri’nin de katıldığı yürüyüş Taksim Meydanı’nda yapılan basın açıklanması ile sona erdi. Yürüyüş kortejinin en önünde Sivas’ta hayatını yitirenlerin resimlerinin yer aldığı uzun bir pankart taşındı. Bu pankartla basın açıklamasının yapıldığı Taksim anıtının etrafı sarılarak büyük bir çember oluşturuldu. İstanbul Okmeydanı’nda da halk bir eylemle kararı protesto etti.
Zamanafl›m› karar›na karfl› yap›lan en anlaml› eylemlerden birisi Sivas’ta gerçekleflti. Sivas Demokrasi Platformu’nun ça¤r›s› ile Hükümet Meydan›’nda toplanan yaklafl›k 250 kifli Mad›mak Oteli’ne
yürüdü. Pir Sultan Abdal Kültür Derne¤i, Halkevleri, TKP, CHP ve E¤itim-Sen Sivas flubelerinin kat›ld›¤› eylemde mahkeme karar› Türkiye için bir “utanç belgesi” olarak nitelendirildi, AKP elefltirildi.