155

Page 1

A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark

Halk›n Sesi 7. y›l›nda

SAYFA

6

SAYFA

‘O gazete’ Meral Okay’›n ard›ndan ‘O kad›n öldü’ manfleti atan Yeni Akit’in zikri, AKP’nin fikri

13

Varl›klar› da izleri de silindi Ulus devlet yaratma pratikleri Ermenilere ait ne var ne yoksa silmeye gayret etti

SAYFA

14

Yeni köye yeni adet Bugünlerde bir gelene¤in icad›na tan›kl›k ediyoruz: Kutlu Do¤um Haftas›

19 Nisan 2012 • 1.25 TL

Y›l 7• Say› 155

Karanlığa meydan okuyoruz 1 May›s’ta AKP’nin patron dostu, emek düflman› gerici ve bask›c› düzenine karfl› halk aya¤a kalk›yor

Haklar› için iflyerlerinde, mahallelerinde, okullar›nda, derelerin bafllar›nda direnenler 1 May›s’ta bulufluyor

Muhaliflere, kendisi gibi olmayanlara sald›ran AKP’ye karfl› adalet ve demokrasi mücadelesi meydana ç›k›yor

1 May›s’›n güncel devrimci içeri¤ini oluflturan hak mücadeleleri ve AKP faflizmine karfl› demokrasi mücadelesi, toplumsal muhalefetin de birlefltirici çizgisidir YOL YAZISI S. 3

‹syan›n mektubu Neoliberal sald›r›lar›n yo¤unlaflt›¤› Yunanistan’da emekli bir eczan›n ‘onurlu yolu’, öfkenin fitilini ateflledi. Eylem, halka tek çözümü gösterdi: Direnifl S. 5

Özgürlüğe şarkı söylediler Halkevleri’nin 80. y›l›nda on binlerce kifli özgürlük ve demokrasi flark›lar› söyledi. Türkiye’nin en büyük spor salonu Sinan Erdem t›kl›m t›kl›m doldu. S. 15

Söylefli: Asl› Odman Tuzla konusundaki çal›flmalar›ndan tan›d›¤›m›z Asl› Odman’la, ifl kazalar› ve meslek hastal›klar›yla ilgili konufltuk S. 11

HES, köprü y›kt› Çaycuma’da 61 y›ll›k köprü bak›ms›zl›k ve HES’ler nedeniyle çöktü. Köprünün çökece¤ini tahmin eden belediye baflkan› önlem almay›nca 15 kifli öldü S. 7

Halkın Sesi’nden 1 Mayıs özel eki ‹flçi Filmleri Festivali ‘Özgürlük emek ister’

Halkın Sesi nisan 2006’da, yine bir 1 Mayıs’ın öngününde çıkmıştı. Güvenceli bir gelecek, insanca bir yaşam isteyenlerin sesini duyurma, halkın hak mücadelelerinin gazetesi olma iddiasıyla hazırladığımız

Bu yıl 7’ncisi düzenlenen Uluslararası İşçi Filmleri Festivali 1 Mayıs’ta İstanbul, Ankara, İzmir ve Diyarbakır’da eş zamanlı olarak başlayacak. Festivalin bu yılki teması AKP baskılarına yanıt olarak “Özgürlük Emek İster” şeklinde belirlendi. Dünyadan ve Türkiye’den çok sayıda film ve belgeselin gösterileceği festival her yıl olduğu gibi biletsiz ve parasız.

Özge Sapmaz / Sayfa 6

Taylan Kaya / Sayfa 7

Polis nezaretinde bahçe...

Kardefl derelerin...

155 sayıyı geride bırakıyoruz. Bu yıl dönümünde, yaklaşan 2012 1 Mayıs’ının coşkusunu, 1 Mayıs meydanlarına çıkacakların sokaklarda, iş yerlerinde ve yaşamın her alanında mücadeleyle

biriktirdiklerini, hazırladığımız özel sayı ile okurlarımızla paylaşmak istedik. AKP karanlığına, sermaye talanına, emperyalist saldırganlığa karşı meydan okuyanların 1 Mayıs’ı kutlu olsun

Acele kamulaflt›rma

Bunun ad› kader de¤il

Dosya sayfas›nda AKP’nin sermayeyle el ele yapt›¤› acele kamulaflt›rmalar› iflledik. Acele kamulaflt›rma nedir? Bu ifllemlerdeki ‘kamu yarar›’ kavram› nas›l anlafl›lmal›? S. 12

Nisan ay›n›n ilk 15 gününde meydana gelen ifl kazalar›nda 40’tan fazla iflçi öldü. ‹stifa eden kimse yok, laf çok: ‘Yasay› de¤ifltirece¤iz zaten’, ‘‹flçiler dikkatli olsun’... S. 8

Tufan Sertlek / Sayfa 9

Sendikalar düzenin...

Selcan Ad›yaman / Sayfa 10

1 May›s’a...

HSYK’dan flikayetçiler HSYK, kad›na yönelik basit yaralamalar›n soruflturulmas›n›n flikayete ba¤l› olmas›n› istedi. Ancak, üç kad›ndan biri fliddet görüyor, bunlar›n yüzde 92’si flikayetçi olmuyor S. 10


2

MEDYA 19 Nisan 2012 / 2 May›s 2012

Halk›n Sesi

YEN‹ AK‹T’‹N MERAL OKAY NEFRET‹ TÜKENM‹YOR

“O gazete” ve iktidarın düşmanları ÖZGE YURTTAfi

Y

eni Akit (sanal ortamda habervaktim.com) Meral Okay’ın ardından “O kadın öldü” manşeti attı, gazete hem bu manşetle hem de kendisine yönelik eleştiriler karşısında manşetinin arkasında duran açıklamaları ile tepki gördü. İkinci Bahar, Asmalı Konak, Bir Bulut Olsam ve Muhteşem Yüzyıl’ın aralarında bulunduğu çok sayıda TV dizisine yapımcı ve senarist olarak imza atan Meral Okay, 9 Nisan’da hayatını kaybetti. Kanser tedavisi gören Okay’ın ölümü sevenlerini üzdü. Fakat yaşarken onunla kavga edenler ölümünün ardından da kavgayı sürdürdü. Meral Okay’ın hayatını kaybetmeden önce imza attığı son proje, Kanuni Sultan Süleyman’ı ve dönemini anlattığı Muhteşem Yüzyıl dizisiydi. 2010 yılında başlayan dizi ikinci sezonuyla sürüyor. Bu dizi henüz ekrana gelmeden, tanıtım filmleri ekranda dönmeye başladığı günden itibaren İslamcı-ırkçı kesimin tepkisini çekti. “Osmanlı’nın yanlış tanıtıldığını”, “ecdada hakaret edildiğini” öne süren dinci kesimler dizi yapımcılarını ve senaristi Meral Okay’ı tehdit etti. Okay için başını Yeni Akit’in çektiği gerici medya organları ağır eleştiriler yazdı. Bu tehdit ve hakaretlere, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve Fethullah Gülen’in açıklamaları da cesaret verdi. YEN‹ AK‹T’‹N ZEHR‹ Meral Okay’a dönük karalama kampanyası ölümünün ardından da sürdü. Habervaktim.com, Okay’ın ölümünü Muhteşem Yüzyıl dizisine ait bir görün-

Meral Okay’›n ard›ndan “O kad›n öldü” manfleti atan Yeni Akit, ‹slamc› hareketin ve AKP’nin özünü yans›tt›

tü üzerine “O kadın öldü” manşetini atarak duyurdu. Gazete bu tepkilere yönelik eleştirileri aynı üslubu sürdürerek cevapladı. Eleştirilere cevap veren Yeni Akit yazarı Ali Karahasanoğlu, gazetesini savundu. Hayatını kaybeden Meral Okay’a saldırmaya Okay’ın dizi hakkında yaptığı bir açıklamaya gönderme yaparak şu sözlerle devam etti: “Ne oldu? Öldürebildin mi, Şehzade'yi Meral Hanım?”

Geçmişte balerin kıyafeti giyen ilköğretim öğrencilerinin resmini mozayikleyen, türban yasağı kararını onayan Danıştay üyelerinin resimlerini basıp isim isim yayımlayarak hedef gösteren haberler, Yeni Akit-Vakit gazetelerinin adı anılınca ilk akla gelenler oluyor. B‹R DÜfiMAN ‹MGES‹: O KADIN Meral Okay’ın ölümünün ardından kullanılan “O kadın” ifadesi Yeni

Akit’in ideolojik dünyasında yeri olmayan, onun istediği gibi düşünmeyen, yaşamayan kadınları tanımlamak ve dahası düşmanlaştırmak için kullanılıyor. Meral Okay’ın yanı sıra Büşra Ersanlı da gazetenin manşetlerinde “O kadın” olarak anılmıştı. (Ersanlı’nın gözaltına alınmasını gazete “Her taşın altında o kadın” manşetiyle duyurmuştu.) Her iki kadının temsil ettiği özgür akıl, aydın ve

özgür kadın profili gerici ideolojinin evreni ile ters düşüyor. Tam da bu noktada İslamcıların kendileri gibi olmayanlar karşısındaki tavrı anlaşılıyor: Yok sayma ve düşmanlaştırma. Habervaktim’in (Yeni Akit) dili, ırkçılığı-gericiliği-ayrımcılığı resmi hükümet politikası haline getiren ve zorbalaşan AKP iktidarıyla aynı ideolojik kaynaklardan besleniyor. ÜÇÜNCÜ ‹KT‹DAR DÖNEM‹N‹N GAZETES‹ Habervaktim’in bu saldırgan üslubunun öne çıkışı AKP’nin üç döneme ayrılan iktidar stratejisi ile de uyumlu. İlk iktidar döneminde “demokrat” bir kimlik inşa eden AKP hükümeti bu dönemde medya vizyonunu elindeki iktidar imkanları ile yarattığı Sabah-Star gibi yaygın kitle gazeteleri ile kuruyordu. İktidarının ikinci döneminin temel karakteristiği olan tasfiyeci politikalarını ve giriştiği iktidarını tahkim etme stratejisini de bu yaygın kitle gazeteleri aracılığıyla meşrulaştırıyordu. Fakat 2011 genel seçimleri sonrası başlayan AKP’nin üçüncü iktidar dönemi baskıcılıkla karakterize oluyor. Arka arkaya meclisten geçen yasalarla piyasacı ve gerici uygulamalar eğitiminden sağlığa yaşamın her alanına sirayet ediyor. AKP tipik bir İslamcımuhafazakar sağ parti profili çizerken AKP medyasında da dengeler değişiyor. İktidar ittifakının yaygın kitle gazetesi olan, vitrin konumundaki Sabah gibi gazeteler satış yolu ile elden çıkarılırken AKP’nin söylemi ırkçı-gerici-ayrımcı dili ile öne çıkan Yeni Akit ile özdeşleşiyor.

AKP-Yeni Akit kardeşliği Geçmiflte marjinal bir az›nl›¤›n, gericimilitan yay›n› olarak tan›mlanabilecek olan Yeni Akit bugün art›k marjinal olan› de¤il, merkezde duran› ve iktidar› temsil ediyor. Baflbakan Erdo¤an’›n Sivas Davas›’nda verilen zamanafl›m› karar› sonras› yapt›¤› aç›klama ''Milletimiz için, ülkemiz için hay›rl› olsun. Zaten onlar da söylüyorlar... Y›llar y›l› içerde olan vatandafl, içlerinde kaçak olanlar vard›. Bilemiyorum tabii onlar da var...'' fleklinde olmufltu. Yeni Akit yazar› Ali Karahasano¤lu’nun 17 Mart 2012 tarihli “Mad›mak dur-

duk yerde mi ç›kt›” bafll›kl› yaz›s› da ayn› do¤rultudayd›: “Hayat›nda karakol yüzü görmemifl, sadece Peygamber’e hakaret eden Nesin’e tepki için gösteri yapan yüzlerce insan›n topland›¤› yerde, birkaç kifli (kimli¤i hâlâ meçhul) otelin önündeki arabay› yakarsa.. Ve otel içinde kalan 35 kifli ç›kan bu yang›n sebebi ile ölürse...” KCK operasyonu kapsam›nda tutuklanan Büflra Ersanl› için iktidar cephesinden sarf edilen sözlerle Yeni Akit’in haberleri aras›ndaki benzerlik de halen haf›zalar›m›zda tazeli¤ini koruyor.

Ersanl›’n›n tutuklanmas›na dönük elefltirilere cevap veren ‹çiflleri Bakan› ‹dris Naim fiahin ve Ersanl›’n›n tutuklanmas›n› manfletine tafl›yan Yeni Akit ayn› argümanlar› ortaya koymufltu. Ersanl›’n›n solcu geçmifli, eski eflinin gayrimüslüm oluflu ve ablas›n›n eskiden Do¤u Perinçek’le evli olmas›. AKP ile Yeni Akit’in ortak noktas› ayr›mc› ve ayr›mc›l›ktan öte kendisi gibi olmayana düflmanl›k. Bu durum tesadüf de¤il. Seçimle beraber AKP’nin sa¤ seçmeni saflaflt›rmak için t›rmand›rd›¤› ›rkç›gerici-ayr›mc› söylem seçim

meydanlar›nda “Alevileri”, “Kürt hareketini”, “panzer üzerine ç›kan kad›nlar›”, “tek yol sokak” diyenleri yuhalatmak üzerine kuruluydu. Yuhalat›lanlar AKP iktidar›n›n ve taban›n›n kimleri kendine düflman belledi¤inin iflaretleriydi. Devrimci Karargah, Hopa, Oda TV, KCK davalar› ve son olarak haz›rlanan 12 Eylül iddianamesi sol ve muhalefet düflmanl›¤›n› “hukuk” yoluyla yasal bir zemine oturturken, bu düflmanl›¤›n ideolojik söylemini ise Yeni Akit’te simgeleflen fakat tüm AKP medyas›na sirayet eden dil oluflturuyor.

Redhack Gülen’i hackledi

R

edhack grubu, Fethullah Gülen'in sitesini hackledi ve sitenin girişinde orak çekiç amblemi ve bir bildiri yayımladı. Kızıl Hackerlar Birligi (Redhack), solun mücadelesini sanal ortamın imkanları ile birleştiren bir ilişkiler ağı. Faşist siteleri, devlet kurumlarına bağlı siteleri hackleyerek yani erişilemez hale getirerek sanal ortamda militan eylemler yapıyor. Redhack Mart ayında Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün sitesini ele geçirerek siteye gelen ihbar mesajlarını ve emniyet yazışmalarını kamuoyuyla paylaşmıştı. Bu eylem nedeniyle Ankara Özel Yetkili Savcılığı bir operasyon düzenleyerek 17 kişiyi gözaltına almış, bunlardan 7’sini tutuklamıştı. Redhack Gülen’in sitesini hackleyip burada yayımladığı mektupta bu operasyona atıfta bulunarak şunları yazdı: Cezaevinden hack yapmaya devam ediyoruz.. Ozel savci hakan bunuda yaz kenara ;) Nus ile uslanmayani etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanin hakki Redhack'tir! Redhack Gülen’in sitesine koyduğu açıklamasında, Türkiye’nin yarı açık hapishaneye çevrildiğini, uygulanan baskıları protesto etmek için yaptıkları eylemler nedeniyle emniyet tarafından yürütülen soruşturmada masum insanların gözaltına alındığını belirterek, “Buna devam edenlerin karizmasını çizmeye devam edeceğiz” dedi.

Zaman Twitter’da da solu çekemedi Zaman gazetesi, Türkiye solunun sosyal medyada etkinlik kazanmas›ndan rahats›z oldu. Gazete AKP solcular› ile bir görüflme yaparak “Twitter’›m›n solcusu” bafll›kl› bir haber yapt›. Solculu¤u internet bafl›ndan yapanlar tüm solu kendileri gibi olmakla elefltirdi

A

KP baskısı ile katılaşan medya sansürünü aşmak için kullanılan sosyal medyada solun etkinlik kazanması AKP cephesini rahatsız etti. Solun sanal ortamdaki karizmasını çizmek amacıyla bir haber hazırlayan Zaman gazetesi, AKP’nin dümen suyuna girdikten sonra solla ideolojik ve duygusal bağını koparan DSİP’liler ile bir grup “yetmez ama evet”çiye solu karalatan bir haber yaptı. Zaman gazetesi, 15 Nisan tarihli sayısında gazetenin basılı formatında “Mavi kuşun sol kanadı kırık” başlıklı bir haber yayımladı. Aynı haber gazetenin internet sitesinde “Twitterımın solcusu” başlığıyla duyuruldu. Gazetenin “yazmak yapmaktan daha mı kolay” sorusuyla giriş yaptığı makalesi, bu sorunun akıllara 'Twitter solculuğu' kavramını getirdiği tespiti ile başlıyor. Daha en başından sola saldırma niyetiyle yazıldığı anlaşılan Fatih Vural imzalı haberde “Twitter solculuğu” kavramını tanımlamak için

de bazı görüşlere başvuruluyor. Gazete bu haber için DSİP üyesi Ahmet Kılcı, dijital medya ajansı yöneten AKP liberali çizgisindeki Emin Şen ve Twitter kullanıcısı Burak Tekin’den görüş almış. Zaman muhabiri, solu karalama amaçlı haberine ciddiyet ve inandırıcılık katmak için de Konya Selçuk Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. Hasret Aktaş’ın beyanatlarına yer vermiş. SOKAKTAN HABER‹ YOK Zaman’a konuşan DSİP üyesi Ahmet Kılcı, solun Twitterda etkisinin olmadığını şu sözlerle anlatmış: “Twitter kullanıcılarının üzerinde kendisine 'solcu' diyenlerin sanıldığı gibi bir etkisi olduğunu sanmıyorum. 'Sol'un Twitter'daki hali biraz 'kendin çal, kendin oyna.” Kılcı’ya göre sol Twitter’da yaşam tarzı savunuculuğu yapıyormuş ama “grev var” duyurularına itibar etmiyormuş.

Kılcı’nın sola karşı önyargılı ve küçümseyen açıklamaları mensubu olduğu siyasi partininkiler ile örtüşüyor. Bir süredir sol düşmanlığını AKP medyasına verdikleri beyanatlarla sürdüren bu siyasi anlayış Zaman’ın Twitter’da sol etkisini kırma amacı ile hazırladığı habere malzeme olmakta da sakınca görmemiş. Aynı haberde solu sokakla ilgisi olmamakla eleştiren Ahmet Kılcı “ABD ve Kanada'da eylem sırasında Twitter kullanımını engellemek için teknolojinin bütün imkânları seferber ediliyor. ...Türkiye'den bir 'Twitter aktivisti'ne sorsan, şirketin adını bile hatırlamaz” deyor. Bu sözlerle sokakla kimin ilgisi olmadığını da gösteriyor. Örneğin Kılcı ve arkadaşları KESK’in 4+4+4 eyleminde olsalardı polisin GSM erişimini keserek eylemcilerin maruz kaldıkları polis şiddetini sosyal medyada paylaşmasının engellendiğini de bilebilirdi.

Sosyal medyanın mavi kuşu Twitter’›n ad› ‹ngilizce c›v›ldamak anlam›na gelen Twit sözcü¤ünden geliyor. Sitenin simgesi de mavi bir kufl. Twitter, bir sosyal paylafl›m sitesi. Kullan›c›lar›na tvît ad› verilen 140 karakterle s›n›rl› metinler yazma imkân› veriyor. Kullan›c›lar›n att›klar› tweetler onlar› takip edenler taraf›ndan görülüyor. Bir Twitter kullan›c›s› hem kendi mesajlar›n› yaz›p hem de istedi¤i isimlerin takipçisi olarak onun yazd›klar›n› ve paylaflt›klar›n› görebilir.

Twitterde temel kavramlar: Top Trend (TT): Sa¤ taraftaki en çok konuflulan konular›n listelendi¤i alana Top Trend denir. Retweet (RT): Baflka bir twitter kullan›c›s›n›n twitini sizin takipçilerinizde görsün diye retweet tufluna bas›p sizin profilinizde görünmesini sa¤lama ifllemidir. Hastag / etiket ise bafl›na # iflareti konularak üzerinde yorum yap›lan bir konunun ortak ad›. Bu etiket, yorumlar›n ortak bir

bafll›k alt›nda toplanmas›n› ve kolayca ulafl›lmas›n› sa¤l›yor. Sosyal medya eylemcileri etiketler s›k s›k paylaflarak gündeme tafl›mak istedikleri konular›/etiketleri TT’ye sokmaya günün en çok konuflulan olay› yapmaya çal›fl›yor.

PARKA HATIRLATMASI Gazetenin sola saldırıya bilimsel dayanak yaratmak için görüş aldığı akademisyen Yrd. Doç. Dr. Hasret Aktaş ise 80’lerde sola dönük ideolojik saldırılarda etkin kullanılan karikatürleştirme kodlarını hatırlatan bir açıklama yapmış: "Geçmişin yeşil parka, muhtar çakmağı, Cumhuriyet gazetesi kombinasyonu kendini internet üzerinde bir nevi yeniden tanımlamakta. Artık hem Facebook, hem Twitter sol düşünce ve bu düşüncede olan insanlar için yeni bir kendini ifade aracı.” Zaman’ın haberi, AKP’ye sanal ortamda yapılan muhalefete bile tahammül edilemediğini gösteriyor.

Yumurtadan önce son Tweet M

uhalefetin Twitter kullanımını yansıtan örnek eylemlerden birisi Öğrenci Kolektifleri’nin düzenlediği #yumurtadanöncesontweet’ti. Göreve gelir gelmez öğrencilere "yumurta atmayın tweet atın", mesajı veren YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya öğrencilerin taleplerini görmezden gelince Kolektifler 13 Nisan 22.00'de YÖK başkanına bu etiketle tweet atarak onu son kez uyardı. Öğrenci Kolektifleri üniversitelerin piyasacı-gerici dönüşümünde etkin rol alan YÖK Başkanı Çetinsaya’nın kapalı kapılar ardında gizli toplantılar yaparak üniversitenin dönüşümü için plan yaptığını ama bu planda öğrencilere ve onların taleplerine yer vermediğini söyleyerek Çetinsaya’yla onun istediği mecrada son kez görüştüklerini ama seslerine kulak vermemesi durumunda yumurtalı eylemlere hazırlandıklarını duyurdu.


3

GÜNDEM 19 Nisan 2012 / 2 May›s 2012

Halk›n Sesi

AKP’ye üniversitede rahat yok T

utuklamalar, gözaltılar, soruşturmalar, cezalar, polis ve özel güvenlik saldırıları üniversitelilerin kampüsleri AKP’lilere dar etmelerine engel olmuyor. Protestoların 6 Nisan tarihindeki adresi Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) idi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün rektör Sezer Komsuoğlu ile bir görüşme yapmak için üniversiteye gelmesi üzerine günün erken saatlerinden itibaren üniversite polis ablukasına alındı. Rektörlük önünde de TOMA adlı zırhlı araçlar konuşlandırıldı. Üniversiteliler ise polisin ve özel güvenliğin tüm çabalarına karşın “Abdullah Gül’ü üniversitemizde istemiyoruz” ve “AKP defol üniversiteler bizimdir” pankartları açarak rektörlüğe doğru yürüyüşe geçti. Rektörlük önünde bir basın açıklaması yapmak isteyen üniversitelilere polis, cop, biber gazı ve tazyikli su ile saldırdı. 49 üniversiteliyi darp ederek gözaltına alan polis, hızını alamayarak fakülte binalarına girip kantinlerin ve tuvaletlerin camlarını ve kapılarını da kırdı. Üniversitelilere yönelik saldırılara ilk tepki Kocaeli muhalefetinden geldi. Halkevleri, ÖDP, TKP ve SDP tarafından düzenlenen basın açıklamasında Saraybahçe Halkevi Şube Başkanı Mihrican Atalay, 12 Eylül ile yüzleştiğini söyleyen AKP’nin takkesinin bir kez daha düştüğünü söyledi. Atalay’ın ardından söz alan Öğrencime Dokunma Platformu temsilcisi öğretim görevlisi Ömer Furkan Hoca da bir konuşma yaparak öğrencilerinin yanında olduklarını ifade etti.

AKP, üniversiteleri ‘dikensiz gül bahçeleri’ne dönüştüremiyor. Abdullah Gül’ün Kocaeli Üniversitesi ziyareti 49 gözaltıyla sonuçlanırken, Bülent Arınç da Alanya ve Bursa’da protesto edildi

Ö⁄RENC‹LER ÖZÜR BEKL‹YOR KOÜ’deki Gül terörüne ikinci tepki ise üniversitelilerden geldi. 11 Nisan günü yaşadıkları polis terörünü protesto etmek isteyen KOÜ öğrencileri, rektörlüğe yaptıkları yürüyüşte bu defa da özel güvenlik barikatı ile karşılaştı. Rektör yardımcısının “Sizi asla tehdit etmek istemem ama eğer bunu yaparsanız soruşturma açarım” dediği üniversiteliler, özel güvenlik barikatını aşarak açıklamalarını gerçekleştirdi. Abdullah Gül’ün

yönetim pazarlığı için geldiği üniversiteye gaz, cop ve polis saldırısını da getirdiğini söyleyen KOÜ öğrencileri, “Merak ediyoruz, rektörlük soruşturma ve cezalarla bu süreci devam mı ettirecek, yoksa öğrencilerinden özür mü dileyecek?” diye sordu. Üniversiteliler açıklamalarını “Süreç nasıl işlerse işlesin, haklı mücadelemizi sürdürmeye, AKP’ye üniversiteleri dar etmeye devam edeceğiz” diyerek sonlandırdı. ARINÇ’A HUZUR YOK Başbakan Yardımcısı Bülent

Arınç da ensesinde üniversitelilerin soluğunu hisseden bir diğer isimdi. 7 Nisan günü Antalya’da Alanya Ticaret ve Sanayi Odası’na konuşma yapmak üzere giden Arınç, bina girişinde üniversiteliler tarafından “Katil ABD, işbirlikçi AKP” sloganlarıyla karşılandı. Polisin ve korumaların saldırısına uğrayan 5 öğrenci gözaltına alındı. Arınç, tam bir hafta sonra da Uludağ Üniversitesi’ndeydi. "Bölgesel Gelişmeler Işığında Türk Dış Politikası ve Kamu Diplomasisi" konulu panelin açılış konuşmasını

yapmak üzere üniversiteye gelen Arınç, Öğrenci Kolektifleri tarafından protesto edildi. Üniversitelilerin yerine çok sayıda korumanın, polisin ve özel güvenliğin doldurduğu salona gitmek isteyen Kolektifçiler, rektörlük önünde renkli bir eylem gerçekleştirdi. Eylem sırasında polisin üniversitelileri çembere alması ve eylemin basında yer almaması için kameramanları uzaklaştırması dikkat çekti. ‘AND OSCAR GOES TO…’ AKP’nin dış politikasını ABD yapımı bir filme benzeten üniversiteliler, Arınç’a da performansından ötürü “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscarı” verdi. “And Oscar goes to Arınç” pankartı açan Kolektif üyeleri, gişe rekorları kıran filmin başrolündeki Tayyip Erdoğan’ın izleyenleri büyüleyen performansını da şöyle tanımladı: “Filmin ilk sahnelerinde Filistin’e dost görünerek herkesi inandıran aktörümüz, ardından Kürecik’te emperyalizme kalkan oluyor. Bununla da yetinmiyor, izleyenleri bir kez daha şaşkına çevirerek arasından su sızmadığı Kaddafi’ye karşı bir anda demokrasi kahramanına dönüşüyor. Rolden role bürünen Erdoğan, ilerleyen sahnelerde ‘dostum’ dediği ve ailecek yemeklerde buluştuğu Esad’a karşı savaş naraları atarak tekrar tüm sinemaseverleri şok ediyor.” Bülent Arınç’ıngözyaşlarıyla dolu filmlerini “ailecek beğenerek izlediklerini” aktaran üniversiteliler, Arınç’a “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscarı”nı layık gördüklerini açıkladı.

Hopalı eşkıyalar ilk mahkemelerine çıktı H

opa olayları sonrasında tutuklanan ve üç ayrı dava dosyasına ayrılarak yargılanan 17 kişiden 9’unun davası 9 Nisan’da Hopa’da görüldü. 9 Hopalı, iki ayrı dosyaya ayrılarak, 12 yıla kadar hapis istemiyle yargılanıyordu. Üç davanın ikisinin, ‘aralarında hukuki ve fiili bağ bulunduğu’ gerekçesiyle birleştirilmesine karar verildi ve duruşma ertelendi. Hopa halkı, duruşma sonrasında adliye önünde bir basın açıklaması yaparak, AKP’nin baskı politikalarına rağmen doğa ve yaşam

mücadelesi vermeye devam edeceklerini duyurdu. Açıklmayı yapan Kamil Ustabaş 31 Mayıs günü gerçekleştirilen eyleme saldıran polisin Metin Lokumcu’yu katlettiğini ifade etti. “Türkiye halklarına yoksulluk ve sefalet vaat eden, muhalefet edenleri ‘terörist’ ilar eden, tehdit eden AKP’nin topyekun saldırısı karşısında direniyoruz ve direnmeye devam edeceğiz” diyen Ustabaş, Hopa davasını muhalefetin AKP’yi yargıladığı bir davaya dönüştürme niyetinde olduklarını söyledi.

HOPA SAVCISINA TERF‹ Hopa davası iddanemesini hazırlayan savcı Hüsnü Hırka, mart ayında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Müfettişliği’ne atandı. Hopa’da 31 Mayıs’ta Cumhuriyet Savcısı olarak görevini sürdüren Hırka, Hopa olaylarında atılan taşları silah olarak değerlendirmişti. Bu nedenle TCK'nın 265/4. maddesi uyarınca yarı oranında artırıma gidilmesi gerektiği görüşünü belirtmişti.

Q

Diyarbakır’da ataması yapılmayan öğretmenler, intihar eden arkadaşları için 15 Nisan’da AKP İl Binası’na yürümek istedi. Polis yürüyüşü engelledi.

Q

Öğretim görevlileri “Öğrencime Dokunma” kampanyası çerçevesinde 600 tutuklu lise ve üniversite öğrencisine dikkat çekmek için 16 Nisan’da Tekirdağ F Tipi önünde temsili ders verdi.

Q

SODAP, “AKP'nin halk düşmanı politikalarına, iş cinayetlerine, zamlara, kadın cinayetlerine, ‘ileri demokrasi’ yalanlarına ve Suriye'ye yönelik savaş hazırlıklarına karşı yürüyoruz ”diyerek 15 Nisan’da Taksim'de eylem yaptı.

Q

İçişleri Bakanlığı, TKP’nin 15 Nisan’da ‘Suriye’den elini çek’ sloganıyla düzenlediği Barış Seferi’ni engelledi. Hatay sınırına gitmek isteyen TKP üyelerinin araçları durduruldu ve 7 kişi gözaltına alındı.

Q

Türkiye’nin dört bir tarafından Ankara’ya gelen mimarlar Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na yürüyerek AKP’nin, odaların demokratik ve mesleki haklarını kullanmasını engellemesini protesto etti.

Q

Adana Tabip Odası, SES ve Dev Sağlık-İş, 12 Nisan’da Balcalı Hastanesi SES Temsilciliği’nde “Çalışma koşulları ve ücretler, toplu sözleşme ile düzenlenmeli” talebiyle bir basın açıklaması yaptı.

Q

İstanbul'da 18 Mart günü yapılan Newroz kutlamalarına katıldıkları gerekçesiyle yapılan gözaltılara karşı Milyonlar Adalet İstiyor İnsiyatifi 11 Nisan’da İstiklal Caddesi’nde yürüyüş gerçekleştirdi.

Q

Eğitim Sen Trabzon Şubesi, öğretmen intiharları üzerine, 11 Nisan’da AKP’nin öğretmen düşmanı politikalarını protesto etti.

Q

Fatih Üniveristesi öğrencileri okul ve yurt ücretlerine yapılan yüzde 11’lik zamma karşı 4 Nisan’da üniversite içinde eylem yaptı.

Demokrasi ve hak mücadeleleri 1 May›s’a nümüz 1 Mayıs. Gerek tarihsel misyonu gerekse de döneme özgü politik çizginin/taleplerin dile getirilmesi bakımından toplumsal muhalefetin yıl içindeki en önemli günü. Bu “müzmin muhalif gün” siyasi iktidarlar ve sermaye için de en korkutucu gündür. Çünkü yönetilenler ve onların içinde en “özel yer”e sahip olan işçi sınıfı, neyi istemediğini ve ne istediğini gücü ölçüsünde söyler. Ve o güç; ya bastırılarak ve maniple edilerek etkisizleştirilir ya da politiktoplumsal hareket yaratma gücüyle iktidar üzerinde baskı yaratıp zorunlu olarak dikkate alınmak zorunda kalınır. AKP hükümeti ise tüm iktidar dönemi boyunca, toplumsal muhalefetin bu gücünü bastırmanın, maniple etmeye çalışmanın simgesi oldu. Bu dönemde farklı değil. Ve AKP’nin gündemleri arasında toplumsal muhalefetin talepleri yok. AKP’nin bu dönemki gündemleri; sermaye egemenliğini pekiştirecek yapısal adımlar atmak, olası bir ekonomik kriz karşısında sermaye lehine önlemler almak, sistem içerisinde kendisi için tehlike gördüğü orduya ve biraz da CHP’ye karşı pozisyonunu güçlendirmeye devam etmek ve emperyalizm için vazgeçilemeyecek aktör olma niyetini tekrar tekrar kanıtlamak. Bu dönem, sermaye lehine aldığı önlemlerin başında kuşkusuz yeni teşvik kararları var. 9 yıllık AKP döneminde bu dördüncü teşvik paketi. Bu dönemkinin sözde gerekçesi, cari açığı kapatmak. Ancak Ali Babacan’ın da itiraf ettiği gibi, bu paketin kısa dönemde cari açığı kapatmak gibi bir olasılığı yok. Bu paketin en önemli özelliği ise orta ölçekli sermayeye (bilindiği gibi bunlar daha çok AKP yandaşı sermeye grupları) çok büyük “kıyaklar”

Ö

sağlaması. Ayrıca devletin teşvik paketleri sunmasında, liberallerin hiç üzerinde durmadıkları, durmak istemedikleri bir konu var ki, o da, bu teşviklerin devletin ekonomiye doğrudan müdahalesi anlamına gelmesidir. Bizim çarpık gelişmiş liberallerimiz, işlerine geldiğinde devlet ekonomiden elini çekmeli hatta hiç müdahale etmemeli derken, teşvikler söz konusu olduğunda ellerini ovuşturmaktalar. Sermaye lehine alınan önlemlerin bir diğeri ise bütçenin açık vermeye yılın ilk iki ayından itibaren başlaması. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in açıkladığına göre bütçe ilk iki ayda 2.6 milyar TL açık verdi. Yine aynı Maliye Bakanı, bu durumu engellemek için de kamu emekçilerinin zam oranında oynama yapılması (yani çok düşük tutulması) gerektiğini ifade etti. Tayyip’in ekonomik krize bir diğer çözümü ise Çin gezisi sonrası Suudi Arabistan’a uğramasında aranabilir. Demokrasi aşığı (!) Tayyip Erdoğan, Suriye’ye “demokrasi dersi” vermek için neredeyse savaş ilan etmek üzereyken Suudi Arabistan ziyaretinde demokrasiden elbette hiç söz etmedi. Oysa Suudi Arabistan, Suriye’yle birlikte, muhaliflere yönelik baskılar dolayısıyla uluslararası kuruluşların notlama sisteminde en alt kademede bulunmakta. Tayyip, bu durumu büyük ihtimalle bilmiyordur, hatta Suudi Arabistan’ı dünyada “ileri demokrasi” uygulayan en nadide örneklerden biri sanıyordur. Parasının bir kısmını AKP iktidarına aktardığı sürece bilmemeye (!) devam edecek. AKP’nin sürekli hale gelen gündemlerinden biri ise kuşkusuz ordu, daha doğrusu gericiler üzerindeki darbe korkusunu tamamen silmek ve hükümeti üzerinde etkide bulunabilecek “eski rejimin” tüm kalıntılarını

devre dışı bırakmak. Bunları yaparken de kendi derin devletini yeniden ve yeniden oluşturmak. Bu dönemki başlık ise “28 Şubat”. O dönemin Batı Çalışma Grubu komutanı Çevik Bir ve onunla birlikte sekiz komutan “hükümeti ortadan kaldırmak” gerekçesi ile tutuklandı. Star Gazetesi yazarı Mustafa Karaalioğlu’nun dediği gibi bu kez “28 Şubat soruşturmasını yapanlar, bütün diğer darbe, Ergenekon, Andıç vs. davalarının tecrübelerinden yararlandıklarını gösteriyor. Her şey, ne usul ne de hukuk açısından kimsenin bir kulp takamayacağı netlikte ilerliyor.” Mustafa haklı, ince çalışıyor, çabuk öğreniyorlar. İnce ve uzun erimli çalıştıkları, 12 Eylül davasının zamanlamasını ayarlamalarından ve 28 Şubat soruşturmasını bu dava ile bağlandırmalarından rahatlıkla anlaşılabilir. 12 Eylül davası, 28 Şubat soruşturmasına aperatif (iştah açmak için yemekten önce içilen içki) oldu. Bu arada “12 Eylül Davası” saçmalığına da değinmek gerek. 12 Eylül darbesini ve 12 Eylül sürecini sadece iki kişiye indirgeyen, tüm o dönemin devlet görevlilerini, işkencecilerini, o dönemden çıkar sağlayan sermaye gruplarını görmezden gelen bir komedi sahneye konmakta. Bu yetmiyormuş gibi davanın 1 numaralı mağduru Muhsin Yazıcıoğlu yapılmış. Bu da yetmiyormuş gibi dava günü Türkeş’in ölüm yıldönümüne (4 Nisan) denk getirilmiş. Bütün faşist sitelerde neredeyse aynı cümle yer aldı; “12 Eylül diktasının mimarlarının yargılanmasının başlangıç tarihi ile merhum başbuğumuz Alparslan Türkeş beyin aramızdan ayrılışının 15. yıldönümü yani 4 Nisan’ın örtüşmesi gayet manidar ve ilahi bir rastlantıdır.” (Hatırlanacağı gibi referandum da ne tesadüfse 12 Eylül

gününe denk gelmişti.) Diğer yandan “28 Şubat soruşturması” göstermiştir ki tarafların her ikisi birden politik cesaretten yoksundur. O dönemin Orgenerali Çevik Bir kendisini savunurken diyor ki “hükümetin, MGK’nın ve zamanın başbakanı Erbakan’ın talimatlarını uyguladım.” Bu dönemin Cumhurbaşkanı diyor ki “bana gelince; o zaman ki Refah-Yol hükümetinde bakandım, ama MGK üyesi değildim. Dolayısıyla o günkü MGK Kararlarında da imzam yok. Daha sonra o konular Bakanlar Kurulu’na getirilip herhangi bir Bakanlar Kurulu kararı çıkartılmadığı için benim imzam yok”. (Bir not: Abdullah Gül, 28 Şubat 1997’de Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü idi. Devlet Bakanlığı yaptığı bu dönemde 1 milyar 652 milyon lirayı şahsi harcamaları için kullandığı için mahkum oldu.) Pekiyi aynı dönemde şimdiki Başbakan Tayyip Erdoğan ne yapıyordu? “28 Şubat kararlarına meydan okuyor ve tankların üzerine çıkıyordu” yanıtı verenler elbette yanılacaklar. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğunda paşa paşa oturuyor, karın ağrısını geçirsin diye “Ziya Gökalp’ın şiirlerine” (aslında Adil Avaz’ın dönüştürdüğü şiir) sığınıyordu. (Bu kadrolar, dile kolay, tam 15 yıl sabretmişler, hangi “uyuyan hücre bu kadar sabredebilir?) Diğer yandan Tayyip haklı, bu süreç, kesinlikle bir intikam alma değildir (her ne kadar Sincan’da tankları yürüteni Sincan Cezaevi’ne koyarak kendi kitlesine gücünü kanıtlasa da). Siyasette geçmişe hesap sorulmaz, geleceğe hesap yapılır! Gelelim AKP’nin üçüncü gündemine; emperyalistlerin özellikle de ABD’nin dönem politikalarında etkin

rol alma/rol çalma atraksiyonlarına. İhtiyaç çok belli; özel ısmarlama Ahmet Davutoğlu, bütün cafcafına rağmen geldiğinden beri hiçbir dış politika başarısına imza atamadı. Mısır-Tunus-Libya yağmasında AKP hükümeti zamanlama hatası yaptığından avucunu yaladı, iç politika için uluslararası karizmanın işlevini çok iyi bilen Tayyip “one minute”ten sonra bir türlü tekrar gündem olamadı. AKP’ye göre kazanacak olan da belli; Suriye üzerinden yaşanacak Rusya-ABD kapışmasında ABD, yine Suriye üzerinden yaşanacak AleviSünni kapışmasında yani İran karşısında Suudi Arabistan kazanacak. Böyle bir öngörüyle bütün para bahse yatırılabilir. AKP de bu gerekçelerle Suriye’ye resmen ilan edilmemiş bir savaş açmış durumda. Bu öngörüde hukuk kuralları yok, bu öngörüde halkların çıkarları yok. Bu öngörüde emperyalizm için aktif taşeronluk, halklar için katliam ve yoksulluk var. AKP’nin tüm bu gündemlerini değiştirecek, tersine çevirecek olan ise güçlü bir toplumsal muhalefet. Böyle bir toplumsal muhalefet için gerekli olan doğru bir politik çizgi ve devrimci bir siyaset tarzı. Çok değil geçen yıl bu dönemlerde şiarımız “tek yol sokak, tek yol devrim” idi. Geçen bir yıl boyunca bu şiarın, yaptırım gücü olan yegane seçenek olduğu defalarca kanıtlandı. Seçim süreçleri, Hopa sokakları, adliye önleri, direniş çadırları, sağlık hakkı meclisleri, barınma hakkı barikatları, 4+4+4’e karşı sokak direnişleri, şenlik alanları vb… bunun tanıklarıdır. Bu gerçeği anlamamak için direnen toplumsal muhalefetin sözde önderlerine rağmen tek yol sokak ve o sokaktaki gerçek devrimci inisiyatif. Bu yazı hazırlanırken, 1 Mayıs’a 12 gün vardı ve DİSK’in 1 Mayıs afişleri

hala sokaklarda yoktu. 1 Mayıs’ın örgütlenmesi konusunda toplumsal muhalefetin bileşenleriyle ve devrimcilerle yan yana gelmek bir yana, anlamsız bir oyalama ile, 1 Mayıs’ın ortak örgütlenmesine ilişkin DİSK’in çağrısına bile icabet etmeyen Türk İş ve Hak İş’ten gelecek yanıt bekleniyordu. 1 Mayıs’a giderken sermayenin ve onun hükümeti AKP’nin emeğe ve halklara yönelik saldırılarına her geçen gün yenilerini eklemeye çalıştığı günümüzde, artık safların netleştirilmesi gereklidir. 365 günün 364 günü, hiçbir sermaye politikasına karşı mücadelede yan yana dahi gelemeyen DİSK, Türkİş’le, Hak-İş’le, Kamu-Sen’le 1 Mayıs’ta hangi birlikteliği kuracaktır? Amacı ve misyonu artık herkes tarafından net olan, iktidar politikalarını sınıf içinde uygulanmasını kolaylaştırma ve meşrulaştırmaya çalışan; AKP’nin 1 Mayıs’ı maniple etme aracı olarak kullandığı bu konfederasyonlarla hangi ortak mücadele zemininde yan yana gelinecektir? Bir yıl boyunca hiçbir ortak hedefte buluşulamayan bu kurumlarla 1 Mayıs’tan 1 Mayıs’a “birlik” yapmanın anlamı nedir? DİSK, KESK ve devrimcilerin 1 Mayıs konusundaki tarihsel misyonu, bir dönem Taksim’i almak ve özgürleştirmekti; bugün ise mücadele saflarını netleştirmektir. Dostalarımızı, düşmanlarımızı, yanımızdakileri, karşımızdakileri, yolumuza çıkanlarla yol arkadaşlarımızı, yoldaşlarımızı iyi tanımaktır. Böylece, tarihsel olarak, işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü, ülkemiz geçekliğine uygun somut, devrimci bir mücadele çizgisine dönüştürülebilir. 2012 1 Mayıs’ının güncel devrimci içeriğini oluşturan hak mücadeleleri ve AKP faşizmine karşı demokrasi mücadelesi, toplumsal muhalefetin de birleştirici çizgisidir.


4

GÜNDEM 19 Nisan 2012 / 2 May›s 2012

Halk›n Sesi

AKP ‹KT‹DARININ VURUCU GÜCÜ: EMN‹YET TEfiK‹LATI

Polis yargı birliğine bir ilmek daha Polis haftası emniyete methiyelerle geçti. İçişleri Bakanı meclis gündemine gelen polisin biber gazını savundu. Anayasa Mahkemesi’ne bir polis atandı. Emniyet teşkilatı kat ettiği yolla rejim içindeki konumunu güçlendirdi 6 Aralık 2009’da polis tarafından Ümraniye’de bir eylemde gözaltına alınan 7 genç ve iki çocuk İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'ne götürüldü. Gözaltı süresi dolan çocuklar mahkemeye çıkarıldıklarında avukatları Terörle Mücadele Şubesi’nde çocukların sorgusuna giren polislerin de mahkeme salonunda olduğunu gördü ve bu duruma itiraz etti. Avukatların itirazına Hakim Yakup Hakan Günay, "Güvenlik gerekçesiyle gerekli" cevabını verdi. Avukatlar, hakim hakkında "görevi kötüye kullanmak"tan HSYK'ya şikayette bulundu. Ancak, HSYK, hakim ile aynı görüşü paylaşarak, şikayeti kabul etmedi. Hakimin uygun gördüğü durumlarda sorgu polislerinin salona girebileceğini söyledi. Avukatlar sorgu polislerinin mahkeme salonunda da bulunmasının psikolojik baskı uygulanması anlamına geldiğini söyledi.

“M

illetimizin gözbebeği olan Türk Polis Teşkilatımız, özellikle son yıllardaki başarılı performansıyla, milletimizin nazarındaki itibarını daha da güçlendirmiş, hepimiz için gurur kaynağı olmuştur.” Başbakan Erdoğan, Emniyet Teşkilatı’nın kuruluşunun 167’nci yıldönümü nedeniyle yayımladığı mesajda polislere bu sözlerle sesleniyordu. Benzer bir tebrik mesajı da AKP grubu tarafından yayımlanmıştı. AKP grup başkan vekili Ahmet Aydın Emniyet teşkilatının kuruluş yıldönümü tebrik mesajında polisi milletin gözbebeği olarak nitelemiş, ‘Genç ve dinamik kadrosu, modern teşkilat yapısı ve sahip olduğu asırlık tecrübesiyle görevini sürdürdüğünü’ söylemişti. Erdoğan’ın ve AKP kurmaylarının gözbebeği ilan ettiği polisin “gururlandıran” performansını öğrenmek için yayımlanan iki rapora bakmak yeterli. İHD’nin geçen ay yayımladığı 2011 hak ihlalleri raporuna göre, 2011 yılında beş kişi gözaltında hayatını kaybetti. 3 bin 252 kişi işkenceye ve kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla İHD’ye başvuru yaptı, 12 bin 685 kişi gözaltına alındı. Bunlardan 2 bin 922’si tutuklandı. 2010’da 7 bin 100 gözaltına alınmış, 1599 kişi tutuklanmıştı. 2011 yılı sonu itibariyle 128 bin 604 olan tutuklu sayısı 2012 Şubat ayında 130 bin 167 oldu. Tutukluların 2 bin 100’ü çocuk.

fiAH‹N ‹NSAN ÖLDÜREN GAZ BOMBASINI SAVUNDU Raporda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye’yi biber gazı kullanımının işkence ve kötü muamele yasağına aykırı olduğu gerekçesiyle mahkûm ettiği bilgisi yer alıyor. İktidar ve emniyet, AİHM’nin kararına meydan okurcasına biber gazı kullanımının hak ihlali sayılamayacağını TBMM gündemine gelen itirazlara rağmen savundu. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, 7 Nisan’da BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın göz yaşartıcı gaz kullanımına ilişkin yazılı soru önergesini yanıtladığı açıklamasında kendisine bağlı emniyet teşkilatına açık destek verdi. Bakan Şahin polis tarafından kullanılan göz yaşartıcı gazların, laboratuvar sonuçlarına göre insan sağlığı

Polisin kamuoyu nezdindeki imaj›n› güçlendirmek için bir halkla iliflkiler faaliyeti olara örgütlenen polis haftas›, 10-15 Nisan tarihleri aras›nda ‘kutland›’. Emniyet teflkilat› “halkla bütünleflmek” için bir dizi etkinlik yapt›. ‹stanbul’da Taksim’in göbe¤inde polis sergisi açt›, Rize’de halkla beraber horon tepti, Tokat Erba¤’da yoldan gecen araçlar›n floförlerine kolonya ve çikolata ikram etti, Mardin’de liseler aras› futbol turnuvas› düzenledi… üzerinde hiçbir kalıcı etki bırakmadığını söyledi. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Ağustos 2011’de göz yaşartıcı gazın etkileri üzerine yayımladığı ‘Kimyasal Silahlar Gösteri Kontrol Ajanları’ raporunda gaz bombasının halk sağlığına zararlarını ortaya koymuştu. TTB “İnsan sağlığına etkileri nedeniyle bir kimyasal silah olduğu kabul edilen göz yaşartıcı gazların ‘hiçbir durumda’ kullanımına izin verilmemesi ve uygulayanların cezalandırılması gerektiği” kanaatini açıklamıştı. TTB tarafından Hopa olaylarının hemen arkasından 1 Haziran’da yayımlanan ‘Halka silah kullanmaya son verin’ başlıklı basın açıklamasında da gaz bombasının yan etkilerini şöyle sıralamıştı: “Göz yaşartıcı gazların ani etkileri arasında; göz yaşarması, hapşırık, öksürük, zorlu soluma, gözlerde ağrı, geçici körlük, göz kapaklarında, boğazda ve midede tahriş, bulantı,

Açl›k grevi eylemleri yayg›nlafl›yor Kürt hareketinin dört temel talep etraf›nda bafllatt›¤› açl›k grevleri, yayg›nlaflarak sürüyor. Öcalan’a özgürlük, siyasi-askeri operasyonlar›n son bulmas›, anadil önündeki tüm engellerin kald›r›lmas› ve Kürtlere statü tan›nmas› talebiyle 15 fiubat’tabafllat›lan açl›k grevi eylemleri hem Türkiye’de hem de uluslararas› düzlemde sürüyor. Türkiye’nin 37 hapishanesinde 2 binden fazla tutuklunun sürdürdü¤ü süresizdönüflümsüz açl›k grevleri yeni kat›l›mc›larla devam ediyor. 24 Nisan’da ‹zmir K›r›klar 1 No’lu, ‹zmir K›r›klar 2 No’lu, Tekirda¤ 1

No’lu, Tekirda¤ 2 No’lu, Edirne, K›r›kkale, Sincan erkek, Sincan kad›n, Bolu, Bak›rköy, Gebze, Bergama, Denizli, Manisa, Kand›ra 1 No’lu, Kand›ra 2 No’lu cezaevlerinde bulunan 500 tutuklu ve hükümlünün daha süresiz-dönüflümsüz açl›k grevi eylemine kat›lacaklar› duyuruldu. Almanya, Belçika, ‹sviçre, Hollanda ve Fransa'n›n baflta olmak üzere açl›k grevleri Türkiye d›fl›ndaki ülkelerde de sürüyor. Açl›k grevlerinin temel gündemlerinden birisi olan Öcalan’a tecrit ise 9’uncu ay›n› geride b›rakt›.

kusma, ishal ve deride tahriş, tansiyon yüksekliği.” İçişleri Bakanı “gaz bombası sağlığa zarar vermiyor” dese de sadece son bir yılda gaz bombası yüzünden biri çocuk üç kişi hayatını kaybetti. Metin Lokumcu, polisin attığı gaz bombası sonrası fenalaşıp hayatını kaybetti. İstanbul’da Newroz kutlamasına katılan Hacı Zengin kafasına isabet eden gaz bombası yüzünden öldü. Aralarında Batman milletvekili Ayla Akat Ata’nın da olduğu 4 kişi vücudunun çeşitli yerlerine gaz bombası isabet ettiği için yaralandı. Polisin ölüm ve yaralamaya yol açan saldırıları, iktidarın sokak muhalefetini ve sokağa çıkan halkın tepkisini bastırmak için ona verdiği görevin bir sonucu. Öte yandan polis teşkilatı son dönemde yargı kurumları ile iç içe geçiyor. Yargı-polis birliği güçlendiriliyor.

I AKP, 2 Haziran 2007’de Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nda de¤ifliklik yaparak, polisin yetkilerini geniflletti. Bu düzenleme ile polise, hiçbir karar ve izin aranmadan durdurma ve kimlik sorma yetkisi tan›d›. Yarg›s›z infazlar›n önünü yetki de bu düzenleme ile verildi. I Ocak 2011’de yürürlü¤e giren düzenleme ile emniyet teflkilat› a¤›r silah (harp silah›) alma yetkisine sahip oldu. Geçmiflte a¤›r silah al›m hakk› TSK ile s›n›rl›yd›. I 'Entegre S›n›r Güvenlik Sistemi Projesi' ile kara s›n›r› TSK’n›n görev alan› olmaktan ç›k›p polise devredilecek. S›n›r karakollar›nda 70 bin kiflilik özel polis birlikleri görev alacak. POL‹S MAHKEME SALONUNDAK‹ YER‹N‹ SA⁄LAMLAfiTIRDI Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) soruşturma polislerinin mahkemede de bulunabileceğine ilişkin kararı bu görüşü güçlendiren önemli bir örnek. HSYK karakoldaki polis baskısının mahkeme salonlarında da sürmesini yasal zemine kavuşturan önemli bir karara imza attı.

ANAYASA MAHKEMES‹’NE POL‹S ATANDI Emniyet ile yargı arasındaki yakınlaşmanın önemli bir halkasını da Cumhurbaşkanı tarafından yapılan Anayasa Mahkemesi ataması oluşturdu. Prosedüre uygun olarak YÖK tarafından Anayasa Mahkemesi’ne atanması için Cumhurbaşkanı Gül tarafından seçilmek üzere üç isim önerilmişti: Dicle Üniversitesi’nden Prof.Dr.Fazıl Erdem, Selçuk Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mehmet Ayan ve Polis Akademesi Başkanı Zühtü Arslan. Gül bu isimler arasından “güvenlik uzmanı” Zühtü Arslan’ı seçerek Anayasa Mahkemesi’ne atadı. Zühtü Arslan AKP için kritik iki konuda görev almış bir isimdi. Zühtü Arslan, AKP tarafından hazırlanan anayasa taslağında imzası olan isimlerden birisiydi. Arslan’ın ismi “Kürt açılımı” sürecinde de gündeme gelmişti. Açılım toplantılarına 1 Ağustos 2009’da Polis Akademisi Anıttepe Kampüsü’nde ‘Kürt Meselesinin Çözümü: Türkiye Modeline Doğru Çalıştayı’ ile başlanmış Arslan bu Çalıştay’a ev sahipliği yapmıştı. AKP’nin haklar ve özgürlükler alanının sınırları konusunda etkili olan bir kuruma uzmanlık alanı “Güvenlik” olan bir ismi atanması “demokrasi” ve “özgürlükçülük” kavramlarından iktidarın ne anladığını gösteriyor.

Uludereli aileler mecliste fi›rnak Uludere'ye ba¤l› Roboski köyü yak›nlar›nda 28 Aral›k 2011 gecesi savafl uçaklar›n›n bombard›man›nda hayat›n› kaybeden 34 genç ve çocu¤un ölümüne iliflkin inceleme i¤neyle kuyu kazarcas›na ilerliyor. TBMM ‹nsan Haklar›n› ‹nceleme Komisyonu bünyesinde kurulan Uludere Alt Komisyon’u olay›n üzerinden geçen 110 güne ra¤men köylülerin ölümüne yol açan istihbarat bilgisini kimin verdi¤ini ortaya ç›karamad›. Komisyon çal›flmas›n›n yavafl ilerlemesi ve faillerin halen a盤a ç›kar›lmamas› nedeniyle Uludere’de yak›nlar›n› kaybeden aileler Meclis’e bir ziyaret düzenledi. Komisyonla görüflen Uludereli aileler, ac›lar›n›n bir nebze de olsa dinmesi için sorumlular›n a盤a ç›kar›lmas›n› istedi. Uludereli aileleri, BDP Grup Toplant›s›’na kat›larak burada kürsüye ç›kt›. Bu konuflmalar TBMM TV taraf›ndan yay›mlanmad›.

AKP’nin üçüncü iktidar döneminin en çok tart›fl›lan isimlerinden birisi ‹çiflleri Bakan› ‹dris Naim fiahin. fiahin kamuoyunda gaf olarak alg›lanan aç›klamalar› ve sa¤-muhafazakar-›rkç› söylemi yumuflatmadan do¤rudan kullanmas›yla tan›nan bir isim. Bu nitelikleriyle AKP’nin bask›c› ve sa¤ muhafazakar siyasetle karakterize olan üçüncü dönemini temsil ediyor. ‹dris Naim fiahin’in ad› ‹çiflleri Bakan› olarak atanana kadar fazlaca bilinmiyordu. Oysa fiahin Erdo¤an’›n “kara kutusu” olarak an›lan, ‹stanbul Büyükflehir Belediye Baflkanl›¤› döneminden beri yak›n çal›flma arkadafl› olan bir isimdi. 1980’de kaymakam olarak bafllad›¤› kariyerini Mülkiye Baflmüfettifli olarak tamamlad›. Devlet ve güvenlik bürokrasisinin en önemli makamlar›ndan birisi olan bu görevin ard›ndan 1994’te ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi Genel Sekreter Yard›mc›l›¤› görevine getirildi. Erdo¤an’la bu y›llarda bafllayan mesaisi bugüne dek sürdü. AKP’nin kuruluflunda görev alan fiahin, iki dönem AKP Genel Sekreterli¤i görevini yürüttü. fiahin geçmiflte, Baflbakan Erdo¤an’la beraber Akbil yolsuzlu¤u davas›nda san›k olarak yarg›land›¤› için gündeme gelmiflti. 5 Eylül 2007’de ise AKP grup toplant›s›nda ifle al›nmak üzere torpil yap›lacaklar listesi haz›rlarken objektiflere yakalanm›flt›.

Kardeş kavgasında yeni aşama

‹stanbul Newroz’una tutuklama ‹stanbul’da valilik taraf›ndan yasaklanmas›na ra¤men gerçekleflen Newroz kutlamalar› polisin muhaliflere dönük av›na dönüfltü. 1 May›s haz›rl›klar›n›n h›z kazand›¤› bir dönemde polisin bafllatt›¤› Newroz operasyonun ilk dalgas› 3 Nisan’da 38 BDP üyesinin gözalt›na al›nmas›yla gerçekleflti. 10 Nisan sabah› ise aralar›nda Halkevleri ve Ö¤renci Kolektifleri üyeleri, Aka-Der, Sosyalist Parti, ESP yöneticileri ve ETHA muhabirinin de bulundu¤u 20’den fazla kifli gözalt›na al›narak operasyon Türkiye soluna do¤ru geniflletildi. Gözalt›na al›nanlar iki ayr› grup halinde adliyeye ç›kar›ld›. 12 Nisan’da savc›l›k ifadesi al›nan 9 kifli serbest b›rak›l›rken 13 Nisan’da savc›l›k taraf›ndan ifadesi al›nan 13 kifliden 3’ü serbest b›rak›ld›, 7'si tutukland›, 3 kifli de adli kontrolle serbest b›rak›ld›. Tutuklananlar aras›nda Ö¤renci Kolektifleri’nden ‹hsan O¤uz Yüzgeç ve Kadir Ev de bulunuyor.

AKP’nin aynası Şahin

Ö

nce şike davası sonra MİT-yargı çekişmesi derken aylardır gündemi işgal eden Gülen hareketi ile AKP arasındaki kardeş kavgasında, Gülen cephesi geri adımını bir deklarasyonla ilan etti. Konuya dair açıklama Fethullah Gülen’in onursal başkan olarak resmi organik bağının olduğu tek cemaat örgütü olan Türkiye Yazarlar ve Gazeteciler Vakfı vasıtasıyla yapıldı. Böylece ilk kez Gülen ve avukatları dışında bir kurum Cemaat adına açıklama yayımladı. Açıklamada MİT-yargı geriliminin Gülen hareketinin “gündemi ve ilgi alanı dışında” olduğu ve kendilerinin ‘bu krizin bir tarafında olmadığı’ iddia edildi. Birçok cemaatçi yargı mensubu ve polisin ayağının kaydırıldığı sürecin sonunda gelen bu açıklama, “düşenleri” bırakarak geri çekilme anlamına geliyor. “Gündeme Dair Önemli Açıklamalar” başlıklı açıklamada Gülen hareketinin kendini “Hizmet hareketi” veya kısaca “Hizmet” olarak adlandırması dikkat çekiciydi. Sosyal hayır ve hizmet işleri yapan bir sivil toplum örgütü oldukları vurgusu, çeşitli kesimlerden gazeteciler arasında Gülencilerin, siyaset alanını AKP’ye bırakma taahüdü olarak yorumlandı. Diğer yandan açıklamada “Hizmet’in” daima siyasete mesafeli olduğu, partiler üstü pozisyonu hatırlatıldı. Bu

hatırlatmanın bir taraftan hareketin geleneklerini referans göstererek tabanı bu taktik geri çekilmeye ve kimi kadroların harcanmasına ikna etme amacını taşıdığı söylendi. Fakat bunun cemaatin klasik taktik geri çekilmelerinden olduğu, AKP’ye de aynı numarayı çektiği de özellikle iktidara yakın medyada yer alan iddialardandı.

EN KUVVETL‹ K‹M? Gülen hareketinin AKP’nin başarılarını takdir ettiği, bu anlamda “kadirşinas” olduğunun dile getirildiği açıklamada “bütün muvaffakiyetler de sadece bir partiye veya bir gruba mal edilemez” denerek iktidarın bugünlere gelmesinde kendi rollerinin altı çizildi. Açıklamada “Hizmet-AK Parti” çatışmasının “vesayetçiler”in eseri olduğu iddia edildi. Böylece Gülenciler kendi ikbal ve kolyuk kavgalarının arkasından “Ergenekon” çıkarmayı başardı. Ancak açıklamadaki “vesayet, bu sefer entrikalarla, dedikodularla velhasıl en kuvvetli insanları bile tuş edebilen zaaflarla karanlık emellerine geniş kulvarlar açabilir” cümlesiyle yaptığı ince dokundurmanın Erdoğan’a yönelik olduğu sanılıyor. Bu gerilimin galibi şimdilik Erdoğan gibi gözükse de 28 Şubat yargılaması gibi gündemler etrafında, çatışmanın alevlenme ihtimali de bulunuyor.


5

DÜNYA 19 Nisan 2012 / 2 May›s 2012

Halk›n Sesi

Fitili ateşleyen son nefes 7 A

ntik Yunan’da insan hayatı olgusunu ele alan düşünürlerin pek çoğu intihara karşı çıkarken, kimi düşünürler istisnai durumlarda intiharı onaylamış. Bu isimlerden Aristoteles, intihar eyleminin “savaş sırasında onurlu bir duruş” olarak gerçekleştirilebileceğini söylemişti. Aradan yüzyıllar geçtikten sonra aynı sözler, 77 yaşındaki emekli bir eczacının yaşamına son verdiği mektubunda yer aldı. Yunanistan’ın başkenti Atina’nın ünlü meydanı Syntagma, 4 Nisan sabahı bir intihar eylemine sahne oldu. 77 yaşındaki Dimitris Christoulas, görgü tanıklarının aktarımına göre “Çocuklarıma borç bırakmak istemiyorum” diye bağırdı ve ardından kafasına sıktığı tek kurşunla hayatını kaybetti. Christoulas’ın haykırışının, teknokrat hükümetinin neoliberal saldırılarına karşı bir isyan çığlığı olduğu, ardında bıraktığı mektuptan anlaşıldı. Christoulas şöyle yazmıştı: “Tsolakoglou’nun işgal hükümeti (Yunanistan’da işgal yıllarında Nazilerin işbaşına getirdiği işbirlikçi hükümete atıf yapıyor), 35 yılda devletin bir katkısı olmaksızın, kendi çalışmamla edindiğim emekli maaşımı silip süpürerek hayatta kalma olanağımı tam manasıyla ortadan kaldırmış durumda. Dinamik bir biçimde direnecek yaşta olmadığımdan (aslında bir Yunanlı eline kalaşnikof alacak olsa, onu ilk takip edenlerden olmak isterdim) ve hayatımı çöpleri karıştırarak yaşamak zorunda kalmadan önce, hayatıma son verecek başka bir onurlu yol göremiyorum. İnanıyorum ki geleceksiz gençler, bir gün silahlarını kuşanıp tıpkı 1945’te İtalyanların Mussolini’ye Milano’nun Pireto Meydanı’nda

‘Neoliberal saldırıların yoğunlaştığı Yunanistan’da emekli bir eczacının “onurlu yolu”, öfkenin fitilini ateşledi. Eylem, halka tek çözümü gösterdi: Direniş!

yaptıkları gibi, bu hainleri de Syntagma Meydanı’nda bacaklarından asacaklardır.” ‹NT‹HAR ÖNCÜ EYLEM OLDU Christoulas’ın Syntagma Meydanı’ndaki cenazesine on binlerce kişi katıldı. İntiharın gerçekleştiği yere çiçeklerin ve mumların bırakılmasıyla başlayan tören, neoliberal politikalara karşı öfke kusulan bir mitinge dönüştü. Günün ilerleyen saatlerinde ise ülkenin pek çok kentinde halk ile polis arasında çatışmalar başladı. Üç gün boyunca ge-

Avrupalı işçi direniyor E

konomik krizle sarsılan Avrupa’da emekçiler neoliberal saldırı politikalarına karşı direnişlerini sürdürüyor. Yunanistan, Belçika, İspanya ve İtalya’da emekçiler kemer sıkma politikalarına karşı alanları doldurdu ve “yıkıma hayır” dedi. YUNANİSTAN’da teknokrat hükümetin uygulamaya koyduğu borç takasının, şimdiye kadar yaptıkları birikimlerini silip süpürdüğünü söyleyen yüzlerce işçi 7 Nisan’da Atina’da Yunan Merkez Bankası önünde eylem yaptı. Eyleme saldıran polise karşı koyan emekçiler, bankanın etrafını saran polisi ablukaya aldılar. Yaşanan çatışmalarda 2 kişi yaralandı. 11-12 Nisan’da hükümetin emeklilik ve sağlık yasalarını protesto eden deniz taşımacılığı çalışanları, iki günlük greve başladı. Deniz taşımacılığının yoğun olduğu Paskalya Bayramı’nda yapılan grevde, emekçiler gelecekleri için mücadele etmek zorunda olduklarını ifade ettiler. Grev nedeniyle Yunanistan'ın adalarla bağlantısı kesildi, yaklaşık 10 bin feribot bileti iade edildi. 12 Nisan günü de şehirlerarası otobüslerde çalışan şoförler greve gitti. Otobüs şoförleri, arkadaşlarının işten çıkarılmasını ve toplu iş sözleşmesi yapılmamasını protesto etti. BELÇİKA’da 4 Nisan günü bir kontrolörün öldürülmesi üzerine ulaşım emekçileri 7 Nisan’da greve başladı. İş güvenliğinin artırılmasını isteyen toplu taşıma çalışanları, bu adım atılmadığı sürece grevi sonlandırmayacaklarını açıkladı. Hükümetten ise Haziran ayından itibaren güvenlik tedbirlerini artırmaya yönelik yeni önlemlerin devreye sokulacağı açıklaması geldi. İSPANYA’nın başkenti Madrid’deyse hükümetin eğitim ve sağlık sektörlerinde yapmayı planladığı bütçe kesintilerine karşı eylem düzenlendi. Binlerce kişinin katıldığı eylemde kesintilerin 40-50 yıl içerisinde mücadeleyle kazanılmış hakların gasp edilmesi anlamına geldiği belirtildi. İTALYA'nın başkenti Roma'da bir araya gelen işçi sendikaları, teknokratlar hükümetinin başbakanı olan Mario Monti'nin kıdem tazminatını ortadan kaldıran yeni emeklilik düzenlemesine karşı yürüdü. Krizin nedeninin kendileri olmadığını dile getiren işçiler, krizin bedelini ödemeyeceklerini belirtti. Üç yıllık kemer sıkma ve büyüme paketi, bütçe kesintileri ve 30 milyar Euro civarında vergi artışı öngörüyor.

celi gündüzlü süren çatışmalarda polisin tazyikli suyla yaptığı saldırılara karşı halk barikatlar kurdu. Atılan biber gazlarına ise kaldırım taşları ve ağaçlardan toplanan portakallar ile karşılık verildi. ‹NT‹HARA DE⁄‹L, ‹ST‹KRARA BAKIN! Ekonomik kriz ortamında hükümet ise sermayenin talepleri doğrultusunda hareket etti. Kamu emekçilerinin ve emeklilerin maaşlarında kesintiler yaptı, enerji alanında ve vergi sisteminde zamlı dü-

zenlemelere gitti. Avrupa Konseyi’ne bağlı EuroStat’ın verilerine göre 15-24 yaş arası işsizlik oranı yüzde 50’nin üzerine çıktı, ülkedeki borçlu yurttaş sayısı katlandı. Yoksulluğun ve işsizliğin derinleşmesi, intiharların artmasına yol açtı. Dimitris Christoulas’ın intiharı 2012 yılı içerisinde ülkedeki 150’inci intihar olayıydı. Ancak hükümetin “istikrar” söylemli politikası, medyayı Christoulas’ın “politik eylemini” görmezden gelmeye itti. Gazeteler ve televizyonlar “çaresizliğin ürünü”, “umutsuz bir kaçış”,

“bireysel bir buhran” ifadelerini kullandı. Medyaya en büyük tepki ise emekli eczacının kızı Emmi Christoulas’tan geldi. B‹Z‹M ‹SM‹M‹Z D‹REN‹fi! “Babamın el yazısı notu hiçbir yanlış anlamaya mahal vermiyor. O bütün hayatı boyunca solcu bir kavga insanı, çıkar gözetmeyen bir idealist olarak kaldı. Hayatına son veren eylem de yaşamı boyunca inandığı ve yaptıklarıyla tamamen tutarlı olan bilinçli bir politik eylem oldu. Ülkemizde, Yunanistan'da bu açık gerçekleri katlediyorlar. Kimileri için, ‘Chimera'nın (imkansız sayılan düşlerin) şımarık çocukları’ olan bizler için, yaşadığımız koşullarda intiharın anlamı kaçış değil, bir uyanış çığlığıdır. Bu nedenle babamın eylemi başka bir muhtevaya bürünüyor. İlk defa babamla çok sevdiğimiz Mikis'in (Theodorakis) 1975'teki konserinde birlikte söylediğimiz şarkıdaki anlamı kazanıyor. O zamandan beri daima bizim bayramlarımızda, bizim ölülerimiz için söylediğimiz şarkılardaki anlamını… Sen uyu baba ve ben kardeşlerime gidiyor ve senin sesini alıyorum (burada Giannis Ritsos'un Theodorakis tarafından bestelenmiş Epitafios şiirine bir gönderme var). Sen, gençler için sadece bunun düşünü kuruyordun, bunu anlatmaya çalışıyordun ve sanırım başardın. Bizi bıraktığın noktada bir gencin kaleme alıp bıraktığı bir not var: “Bugün ölen insanın adı Demokrasi; ancak biz geride kalan 11 milyon canlıyız. Ve bizim de bir ismimiz var: Direniş!” * Mektuplar Foti Benlisoy tarafından Türkçeleştirilmiştir.

Suriye’de ateşkes AKP’de telaş S

uriye’de bir yılı aşkın süredir devam eden çatışmalar yerini ateşkese bıraktı. Birleşmiş Milletler’in (BM) Suriye temsilcisi olarak görevlendirilen eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın hazırladığı plana göre iki taraf da saldırılarına son verecek. Yapılan anlaşmaya göre, Suriye yönetimi halkın meşru taleplerine yanıt verecek “siyasi geçiş” için Annan’la işbirliği yapacak, askeri operasyonlar son bulacak, insani yardım için kolaylık sağlanacak, gelişigüzel tutuklananlar serbest bırakılacak, gazetecilerin ülke içinde serbest dolaşımı sağlanacak ve “barışçıl” gösterilere izin verilecek. Ateşkesin ardından BM Güvenlik Konseyi toplanarak Suriye’ye gözlemci gönderilmesi konusunda karar çıkarttı. İlk aşamada 30 gözlemci 16 Nisan tarihinde Şam’a giderek göreve başladı. Bu sayının ilerleyen dönemde 200’e kadar çıkması bekleniyor. Düne kadar Esad yönetimini devirerek ülkeyi yönetmeye talip olan Özgür Suriye Ordusu ve Suriye Ulusal Konseyi’nin bu anlaşmadan sonra demokrasiyi Esad yönetiminden talep

Suriye’de ateşkes ilan edildi. Esad yönetimi yerinde kalacağını gösterdi, işbirlikçileri büyük bir telaş sardı eder pozisyona çekilmeleri, Suriye’deki isyanın geldiği nokta hakkında önemli göstergeler sunuyor. Gerek Rusya ve Çin’in BM’deki sert tutumu, gerekse de emperyalist blokun kendi iç dinamikleri nedeniyle Suriye’de bir savaş durumuna girmekten kaçınmasıyla yeterince beslenemeyen “isyancıların” Esad birlikleri karşısında sürekli geri çekildiği haberleri geli-

yordu. EMPERYAL‹STLER ÇEK‹LD‹ Önümüzdeki kasım ayında seçime gidecek olan ABD’de Barack Obama petrol fiyatlarını oynatacak bir hamle yaparak ülkesinde bu durumdan oldukça etkilenecek olan orta sınıfı karşısına almak istemiyor. AB de içinde bulunduğu derin kriz nedeniyle Suriye konusunda çekimser kalıyor.

Bu durumdan en çok rahatsız olan ülkelerden biri Türkiye. Yeni Suriye’de ve dolayısıyla bölgede söz sahibi olma hayalleri suya düşme noktasına gelen AKP’nin önünde Esad’la uzlaşmaktan başka bir çare kalmamış gibi görünüyor. Ancak Esad’a karşı savaşan paralı askerleri barındıran ve eğiten AKP’nin bu uzlaşıyı nasıl sağlayacağı merak konusu. AKP’nin en

büyük korkusu şüphesiz Esad’ın Türkiye sınırında özerk bölge kurulması konusunda Kürtlerle anlaşması. Bu durumun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği orta vadede açıklığa kavuşacak. Öte yandan Suriye’de “muhalif”lerin etkisi kırıldıkça birtakım gerçekler de ortaya çıkmaya başladı. The Times gazetesinden Martin Fletcher Asi Nehri’nin Türkiye tarafında olduğunu belirttiği silahlı Özgür Suriye Ordusu militanlarını Kızılay çadırlarında görüntüledi ve AKP’nin silahlı gruplara desteği bir kez daha kanıtlanmış oldu. Bir başka gerçeklik de medyada yapılan haberler üzerine oldu. Körfez sermayesinin ajansı olan El Cezire’nin Beyrut bürosundan gelen istifalar yapılan yalan haberleri ortaya çıkardı. Suriye’de kasıtlı olarak Esad’ın katliam yaptığına dair haberler yapıldığını belirten büro çalışanlarından 5 kişi bu durumu protesto ederek görevi bıraktılar. El Cezire’deki istifalar birçok yazar ve akademisyenin dile getirdiği medya manipülasyonunun kanıtı oldu. Annan planından sonra Suriye’deki dengelerin ne yönde değişeceği merakla bekleniyor.

İsrail istemedi, THY götürmedi Filistin halk›n›n meflru direniflini her f›rsatta kullanarak prim yapan AKP, “Filistin’e hoflgeldiniz” kampanyas› kapsam›nda ‹srail’e gitmek isteyen eylemcilere izin vermedi. ‹srail’in Türk Hava Yollar›’na talimat göndererek eylemcilerin uça¤a al›nmamas›n› istemesine karfl›l›k sesini dahi ç›karmayan AKP’nin ‹srail karfl›tl›¤›n›n sözde oldu¤u bir kez daha görüldü. ‹srail’in direktifiyle uça¤a al›nmayan dünyan›n çeflitli ülkelerinden yaklafl›k 50 eylemci durumu protesto etmek için havaalan›nda eylem yap›nca da

iklim 5 kıta

polis müdahalesiyle karfl›laflt› ve alandan d›flar› ç›kar›ld›. ‹srail daha önce Gazze’ye giden Mavi Marmara gemisine asker ç›karm›fl ve 9 kifliyi öldürmüfltü. O olaydan sonra her f›rsatta ‹srail’e yüklenip di¤er yandan iliflkileri devam ettiren AKP hükümetinin tek amac› Filistin halk›yla dayan›flmak olan eylemcilere izin vermemesi, d›fl politikayla paralel biçimde Filistin davas› konusundaki ikiyüzlülü¤ü de gözler önüne serdi. Eylemciler ‹srail’e gitmek için farkl› yollar deniyor.

Bahreyn F-1’e karfl›

F

ormula 1 Bahreyn Grand Prix'i öncesinde Bahreynli muhaliflerin, başkent Manama'da 2 adet F1 aracını yaktığı bildirildi. Bahreyn İçişleri Bakanlığı da yaptığı açıklamayla olayı doğruladı. Ülkede geçtiğimiz ay binlerce hükümet karşıtı, devletin Bahreyn Grand Prix'sini politik bir kazanıma dönüştürme çabasında olduğu iddiasıyla sokaklara dökülmüştü.

‹stihbarat alev alev

S

alı günü Kahire'deki gösterilere polisin saldırması sonucu 2 kişinin öldürülmesini protesto eden göstericiler, askeri istihbarata ait bir binayı ateşe verdi. Libya sınırındaki bina kullanılamaz hale geldi. Eylemciler Mübarek döneminde istihbarat şefi olan ve şu anda iktidardaki FJP içinde yer alan Ömer Süleyman'ın ölümlerden doğrudan sorumlu olduğunu ifade etti. Mısır'da geçtiğimiz yıl diktatörlük halk isyanı ile yıkılmıştı. İsyancılar ile askeri yönetim arasındaki anlaşmaya rağmen ordu iktidarı hala elinde tutuyor.

Tunus’ta sokak bu kez Ennahda’ya karfl›

E

konominin kötüye gitmesi ve işsizliğin artması üzerine sokağa çıkan binlerce Tunuslu, başkent Tunus'un Habib Burgiba Caddesi'nde yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüşe saldıran polisler, eylemcilere gaz bombası attı ve coplarla saldırdı. Bunun üzerine çevre sokaklara sığınan eylemciler polisle çatıştı. Tunus’ta yapılan seçimlerin ardından yönetime gelen ‘uyumlu İslamcı’ Ennahda'nın politikasının bir değişiklik yaratmaması üzerine son dönemlerde halk, yeniden sokaklara çıkmaya başlamıştı.

Amazonlar direndi otobanc›lar yenildi

B

olivya'daki otoyol yapımını engellemek isteyen yerliler, Devlet Başkanı Morales'e geri adım attırdı. Yerli başkan Evo Morales, yol yapım anlaşmasını iptal ettiğini açıkladı. Şirketin işinin askıya alındığını ifade eden Morales, "Yol yapım şirketi OAS'ın yetkilendirildiği sözleşmesinin iptal edilmesi için süreci başlattık çünkü şirket şartlara uymadı" dedi. Ülkenin ilk yerli Devlet Başkanı Evo Morales, otoyol inşaatında ısrar ettiği için yerliler tarafından ihanetle suçlanıyordu.


6

İNSANCA YAŞAM 19 Nisan 2012 / 2 May›s 2012

Halk›n Sesi

Polis nezaretinde bahçe talanı ÖZGE SAPMAZ

B

aşbakan 2007 yılında Mersinli limon üreticisinin şikayetlerine “ananı da al git” diyerek yanıt vermişti. Narenciye üreticilerine kılavuzluk eden “Narenciye gen bahçesi”ni koruyan bilim insanlarına saldıran Adana Valisi Başbakan’ının Valisi olduğunu gösterdi. Adana'daki 14 Nisan’da Kutlu Doğum Haftası programı kapsamında Çetinkaya Mağazası'nda düzenlenen toplantıya katılan Vali Hüseyin Avni Coş burada davetli olduğu etkinliğin gündemiyle ilgisi olmayan bir konuşma yaptı. Olayı bilmeyenlerin anlayamayacağı konuşmasında Vali Coş kızdığı birilerine şöyle sesleniyordu: “İnsanımızın eğitimini engelleyip, ağaçları adeta bir 'totem' gibi algılayarak, onların dokunulmaz, saygı duyulacak, erişilmez bir varlık gibi algılanması ve bulundukları yerlerin de bir tabu gibi gösterilmesiyle çağdaş olamazsınız. Böylesine çağdaş bir zihniyet de olamaz. Bu gen bahçeleri acaba dokunulmaz, girilmez tabu alanları mıdır? Bu ağaçlar her dakika korunacak, tıpkı Hindistan'daki gibi kutsal inekler mi?” Vali Coş’u kızdıranlar Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nin öğretim görevlileri ve öğrencileriydi. Bu öğrencilerin “kutsal inek”, “tabu” muamelesi yaparak koruduğu şey ise fakültenin binbir emekle hayata geçirdiği, dünyada eşine az rastlanır “Narenciye Araştırma ve Gen Bahçesi”ydi. Adana Valiliği’nin talimatıyla çevik kuvvet polisi, 5 Nisan Perşembe günü saat 10.00 sularında TOMA aracı ve onlarca sivil polisten oluşan takviye birliklerle Çukurova Üniversitesi'ne (ÇÜ) tahsis edilmiş bir araziye girdi. Bu arazi Ziraat Fakültesi tarafından “Narenciye Araştırma ve Gen Bahçesi” olarak kullanılıyordu. POL‹S NEZARET‹NDE HUKUK Ç‹⁄NEND‹ Kolluk güçlerinin araziye girişinin nedeni Adana Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’ne tahsis edilen gen bahçesine yapılmak istenen sondaj calışmasıydı. Olaydan haberdar olup

Başbakan limon üreticisine “ananı da al git” derse, Valisi de limon üreticisi için çalışan bilim insanının bahçesine saldırı emri verir, “Ağaç bu Hindistan ineği mi” diye çıkışır

gelen üniversite öğretim üyesi, öğrenci ve çalışanların alana gelmesine ve yapılanın yasalara aykırı olduğunu belirtmelerine karşın Çevik Kuvvet Müdürü’nün emriyle, zor kullanılarak ve darp edilerek iş makineleri Gen Bahçesine sokuldu. Toprak ve gen miras ve değerleri yok sayıldı; Çukurova Üniversitesi’nin tahsis kararına yaptı itirazın sonucu beklenmeden yapılan bu sondajla mahkeme sonucu beklenmeden, yeni üniversitenin kampus inşaatı için ön çalışma polis zoruyla yapıldı. TÜRK‹YE’N‹N NARENC‹YE BAHÇES‹ ‹Ç‹N Vali Coş, bilim insanlarına tabu

muamelesi yaptığı için kızsa da bahçe bu nitelikleriyle “tabu” sıfatını hak etmiyor değil. Çünkü bölgedeki ve ülkedeki narenciye yetiştiriciliği açısından büyük önem taşıyan çalışmaların yürütüldüğü önemli bir alan. Adana Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'ne verilmek istenen gen bahçesi 40 yıllık emeğin ürünü. Türkiye’deki narenciye üretiminin yüzde 75’ini sağlayan Çukurova bölgesinde, bölgeyle aynı ismi taşıyan üniversitenin 1976’da 1100 dekar alan üzerine kurduğu Gen Bahçesi’nde 903 farklı narenciye çeşidi, 13 Avokado ve 17 Pikan cevizi geni bulunuyor. Bahçenin üzerine kurulduğu arazi birinci sınıf mutlak tarım arazisi ve

üzerinde yerleşim yerinin açılması 5403 sayılı Toprak Koruma Yasası’na tabi. İlgili yasa gereğince söz konusu mutlak tarım arazisi alternatifi olduğu sürece amaç dışı yerleşime açılamaz. Fakat bu arazi 2011 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla kurulan Adana Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'ne tahsis edildi. 40 yıllık emeğin ve bölgedeki temel tarımcılık faaliyetine yön gösteren bilimsel çalışmanın yok edilmesine izin vermek istemeyen Ziraat Fakültesi de öğrencisiyle, hocasıyla bu talanı durdurmak istedi. POL‹SE PROFESÖRÜ GELSE FARK ETMEZ Sondaj için polis ekipleri geldiğinde,

Adana Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürü Erhan Yıldırım’a yasal olarak polisin özerk üniversiteye giremeyeceği ve araştırma materyaline dokunamayacağı öğretim görevlileri tarafından söylendi. “Narenciye Gen Bahçesinin” ve bulunduğu arazinin mutlak sulu tarım toprağı olduğu ve tarım bilimcileri olarak arazinin amaç dışı kullanımına karşı olunduğu ve buna her ne nedenle olursa olsun izin vermeyeceği belirtildi. Ancak kolluk kuvvetleri TOMA aracı, akrep ve onlarca sivil polis, gaz tüpleri dahil her türlü duruma hazırlıklı gelmişti. Nihayet basına da yansıdığı gibi Adana Valiliği’nin emriyle çok sayıda çevik kuvvet polisi Çukurova Üniversitesi tarafından halen bilimsel araştırma amacı ile kullanılan nadir bir koleksiyon oluşturan Ziraat Fakültesi “Narenciye Araştırma ve Gen Bahçesi” alanına tüm itirazlara rağmen girerek sondaj çalışmasına başladı. Polis hiç kimsenin sözünü dinlemedi. “Profesörü gelse fark etmez” anlayışı ile polisler tarafından hak ve hukuk hiçe sayılarak alana girildi. Polisin şiddetine rağmen hocalar ve öğrenciler alanı terk etmedi. Üniversite çalışanlarının, en doğal hakkı olan çalışma alanını korumak için gösterdikleri tepki, aslında doğa ve insan hakları tüccarlığı yapanlaraydı. Yazının başında olaya dair yorumlarını aktardığım Adana Valisi Coş’un tepkisi ise AKP’li bakanların buyruğuna karşı üniversitelerini, bilimsel çalışmalarını korumayı tercih etme cüreti gösteren Ziraat Fakültesi’nin bilim insanlarına ve öğrencilerineydi. DAHA ÖNCE DE ZEYT‹N VE PAMUK BAHÇELER‹ TALAN ED‹LD‹ Çukurova Üniversitesi’nin Zeytin Gen Bahçesi de bir süre önce Fen Lisesi inşaatı için yapılaşmaya açılmıştı. 386 çeşitten oluşan 773 zeytin ağacının bulunduğu bahçedeki 58 ağaç sökülmüştü. Pamuk Araştırma Alanı’na da üzerine hastane yapılmak üzere el konulmuştu. Bu arazi için açılan mahkeme kazanılsa da arazi geri döndürülemez bir biçimde tahrip olmuştu.

‘Üçüncü Köprü suçtur’ 3

. Köprü Yerine Yaşam Platformu, Başbakan ve ilgili bakanlar hakkında ‘3. köprü cinayettir’ diyerek suç duyurusunda bulundu. 18 Nisan’da Çağlayan Adliyesi önünde buluşan Platform üyeleri, 20 Nisan’da Ankara Karayolları Genel Müdürlüğü’nde yapılacağı açıklanan Kuzey Marmara Otoyolu Projesi Odayeri –Paşaköy (3. Boğaz Köprüsü dahil) kesimi Yap-İşlet–Devret Projesi ihalesi ile ilgili olarak Başbakan Tayyip Erdoğan, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Tarım Bakanı Mehmet Mehdi Eker ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş hakkında görevi kötüye kullanma, kamuyu zarara uğratma, kanuna aykırı işlem yapma suçlarından suç duyurusunda bulundu. Platform, 3. Köprü Projesiyle ilgili bilimsel değerlendirme raporlarını da kamuoyuyla paylaşarak, tüm İstanbulluları birlikte mücadeleye çağırdı.

Trafik lambası yok, Halkevciler var Halkevleri, 8’i ölümlü 12 trafik kazasının olduğu Nato Yolu’nda trafik denetimine başladı. Demokrasi İlköğretim Okulu öğrencilerinin kullandığı yolda halkın tek talebi trafik lambası

A

Polisin Derbent’i bölme çabası S arıyer Derbent mahallesi halkına karşı, 13 Mart Salı günü sabah saatlerinde Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerinin düzenlediği ev baskınları ve 19 mahallelinin gözaltına alınmasıyla başlatılan baskılar sürüyor. Derbent mahallesinde barınma hakkı mücadelesi verenlere yönelik polis baskısı sürüyor. 4 Nisan’da mahalleye gelen Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’ne bağlı 150 polis, kira ödeyemedikleri için başka mahallelerden gelerek daha önce polis nezaretinde boşaltılan evlere yerleşen Derbentlileri Şafak Operasyonu kapsamında bir hafta içinde ifade vermeye çağırdı. Polis, bazı evlerin kapısını kırmakla tehdit etti. Kimi evlerin kapısını kırmakla tehdit eden polis, evlerde bulduğu mahallelileri “Şafak Operasyonu” kapsamında başlatılan soruşturma çerçevesinde “şüpheli sıfatıyla” bir hafta içinde ifade vermeye çağırdı. Polis baskısı, daha önce boşaltılmış evlere yerleşenlerle, önceden beri mahalle sakini olanlar arasında bir bölünme yaratmayı amaçlıyor. Böylece mahallenin Cemre İnşaat Şirketi’ne peşkeş çekilmesini kolaylaştırması hedefleniyor. AKP’nin yıkım politikalarına direnen Sarıyer Derbent'te 13 Mart’ta sabaha karşı 30’a yakın kişi evleri basılarak gözaltına alınmıştı. Gözaltıların gerekçesi olarak da “konut dokunulmazlığının ihlal edilmesi” gösterilmşti.

nkara’nın Mamak ilçesinde yaşayanlar Nato Yolu üzerinde gerekli önlemler alınmadığı için trafik kazalarıyla karşı karşıya kalıyor. Ege Mahallesi’nde bulunan Demokrasi İlköğretim Okulu’nun yakınında herhangi bir trafik önlemi alınmadığı için son bir yılda sekizi ölümlü toplam 12 trafik kazası gerçekleşince halk isyan etti. HALKEV‹ DENET‹ME BAfiLADI Yetkililerle yapılan görüşmelerin sonuç vermemesi üzerine halk kendi çözümünü kendi üretti. Halkevleri üyeleri ile görüşen mahalle halkı, yapılan toplantıların ardından okulun bulunduğu bölgede ders çıkış saatlerinde trafik denetimine başladı. Denetim boyunca ellerinde “Dur–geç” yazan bir dövizle yolu kapatan Halkevciler bu şekilde öğrencilerin güvenli bir şekilde karşıdan karşıya geçmesini sağlıyor. Veliler ise bu durumdan oldukça memnun. Komşusunun çocuğunun bu cadde üzerinde öldüğünü söyleyen bir veli yapılan uygulamayla ilgili şunları söylüyor: “Halkevleri’ne çok teşekkür ediyorum. Bu sorunun çözümü için elimizden geleni yapmaya hazırız. Tek

istediğimiz trafik lambası. Buraya trafik lambası konulana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz.” Trafik kontrolünün dışında başka eylem biçimleri de seçen mahalle halkı her pazar günü cadde üzerinde buluşarak trafiği kapatıyor. Yaklaşık bin kişinin katıldığı eylemlere Ege Mahallesi Muhtarı Ali Kahraman, Cengizhan Mahallesi Muhtarı Cemal Gülşen, Mamak Belediyesi Meclis Üyesi Yusuf Sağlık ve Ankara Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi Durmuş Özcan da destek veriyor. SÖZ VAR ‹CRAAT YOK Son yapılan eylemin ardından mahalle temsilcileri Ankara Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Dairesi Başkanı Mümtaz Durlanık ile görüşerek bu sorunla ilgili çözüm istediler. Durlanık yapılan teknik incelemelerin ardından bu sorunu en geç 16 Nisan tarihine kadar çözeceğini söyledi ancak tarih geçmesine rağmen sorun çözülmedi. Daha fazla çocuğun ölmemesi için konuyu gündemde tutacaklarını söyleyen mahalle halkı bu durum çözülene kadar eylemlerini ve trafik kontrollerini sürdüreceklerini tüm kamuoyuna duyurdu.

‘Çay’, ‘Çilek’, ‘Özgürlük’ için Akdeniz Belediyesinin düzenledi¤i “Kentsel Dönüflüme Alternatif Yaklafl›mlar, Sa¤l›kl›laflt›rma ve Sosyal Politikalar” bafll›kl› panel 15 Nisan’da Mersin Büyükflehir Belediyesi Kongre ve Sergi Saray›’nda gerçeklefltirildi. Akademisyen, mimar, yazar ve bar›nma hakk› mücadelesi verenlerin konuflmac› olarak kat›ld›¤› panel için, kentsel dönüflüm projesi kapsam›ndaki Çay, Çilek ve Özgürlük gibi mahallelerden ücretsiz servisler kald›rd›. Panelde kentsel dönüflümün ekonomik, kültürel sosyal y›k›mlar›na karfl› mücadele vurgusu yap›ld›. Konuflmac› TMMOB fiehir Planc›lar› Genel Sekreteri Ümit Özcan kentsel dönüflümün

yaflam standartlar›n› gelifltirmek için de¤il rant sa¤lamak için yap›ld›¤›na dikkat çekerken, MSGS Ünv. Mimarl›k Fak. Dekan Yrd. Doç.Dr. Murat Cemal Yalç›ntafl bu projelerin TOK‹ ve hükümet taraf›ndan iki flekilde de¤erlendirildi¤ine dikkat çekti. Yalç›ntafl, bunlardan birincisinin ekonomik ç›karlar, di¤erinin kendisine ters düflen siyasal yap›lar›n bulundu¤u yerleflkeleri da¤›tma amac› oldu¤undan bahsederek, bu durumu ‹stanbul Tarlabafl›’nda uygulanmak istenen projeyle örneklendirdi. BARINMA HAKKI BÜROSU MERS‹N’DE

Bar›nma Hakk› Bürosu’ndan Kutay Meriç de Akdeniz Belediyesi’nin mücadele eden

mahallelilerin yan›nda olmas›n›n flans oldu¤unu ifade etti. Mersin’de kentsel dönüflüm alan› olarak belirlenen ve Bakanlar Kurulu taraf›ndan acil kamulaflt›rma kapsam›na al›nan mahallelerde yaflayanlar›n a¤›rl›kla Kürt oldu¤unu ve kimlik mücadelelerini y›llard›r verdi¤ini, daha önce de göç ettirildiklerini söylerken, s›n›fsal, sosyal mücadelelerle kimlik mücadelesinin birbirinden kopmamas› gerekti¤ini vurgulad›. Son sözü alan Akdeniz Belediyesi Baflkan› Faz›l Türk, mücadelenin yeni bafllad›¤›n› ve mücadeleyi sonuna kadar halkla götüreceklerini söyledi. Türk, Bar›nma Hakk› Bürosu’nun ileriki süreçlerde yanlar›nda olmalar›n›, deneyimlerini aktarmalar›n› istedi.


7

İNSANCA YAŞAM 19 Nisan 2012 / 2 May›s 2012

Halk›n Sesi

Çaycuma’da çöken AKP’dir ALP TEK‹N BABAÇ

Z

onguldak’ın Çaycuma İlçesi’nin iki yakasını bağlayan 61 yıllık köprü 6 Nisan günü çöktü. Köprüyle birlikte 10’u minibüste, 6’sı iki otomobilde bulunan 16 yolcu ve 5 yaya Filyos Çayı’na düştü. Otomobildekiler kendi imkanlarıyla ve itfaiyenin yardımlarıyla karaya çıkmayı başardı ancak 15 kişi ırmağın sularında kayboldu. Kazada kaybolanlar: “Minibüs sürücüsü İsmail Örenbaş. Minibüsteki yolcular; Mehmet Başören, Meryem Başören, Tahir Özkafa, Kadın Saraç, Serdar Saraç, Aziz Gülşen, Kemal Gülşen, Sezgin Gülşen, Alim Başören. Hayriye Güner, Nazife Kabuk, Veli Kaya, Necati Azaklıoğlu, Ali Rıza Kaya.” Hava karardığında, köprünün çöken parçasını kaldırmak için herhangi bir vinç ya da benzeri bir araç gelmedi. Haberi duyar duymaz köprüye koşan kayıp yakınları kurtarma çalışmalarının başlamamasına tepki gösterdi. Tepkiler karşısında gece saatlerinde helikopterlerle arama çalışmaları başladı. ÇÖKME R‹SK‹ OLAN KÖPRÜYÜ BOYAYACAKTI Kazanın hemen ardından, babası da kayıplar arasında olan Çaycuma Belediye Başkanı AKP’li Mithat Gülşen fenalık geçirdi. Gülşen, üzüntünün etkisiyle sarf ettiği sözlerle köprünün çöküş nedeniyle ilgili bazı bilgileri ifşa etti: “Birkaç gün önce arkadaşlara, 'Köprüyü boyayalım' demiştim. Çizgileri yapılacaktı. Siparişleri verildi. Ama 'her an her dakika burası göçebilir' diye aklıma da geldi. Çünkü çayda sel vardı.” YEREL BASIN UYARMIfiTI Filyos’un akışını yavaşlatıp 61 yıllık köprünün zarar görmesini engellemek için yapılan taş setin 19 Mart’ta yıkılması köprünün yıkılma

Çaycuma’da 61 yıllık köprü bakımsızlık ve HES’ler nedeniyle çöktü. Köprünün çökeceğini tahmin eden belediye başkanı önlem almak yerine köprüyü boyamayı tercih etti. 15 kişi öldü riskini artırmıştı. Bu durum Çaycuma’daki yerel basın tarafından 20 ve 26 Mart tarihlerinde gündeme taşındı. Çaycuma Sanat gazetesi, setin yıkılmasıyla ırmağın debisinin arttığına ve köprünün yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığına işaret etti. Gazete, tüm yetkilileri uyardığı haberini şu sözlerle sonlandırdı: “Umarız ilgili makamlarca gereken yapılır.” Gereken yapılmadı ancak köprünün riskli olduğu 19 Mart’ta ortaya çıkan bir durum değildi. Çaycuma Güncel gazetesi 2010 yılında yaşanan kuraklık sırasında köprününayaklarının fotoğrafını çekmiş ve köprünün olası bir selde

çökme tehlikesiyle karşılaşacağını belirtmişti. Ulaştırma Bakanlığı ve Zonguldak milletvekilleri dahil tüm yetkilileri de göreve çağırmıştı. Gazetenin köşe yazarları da benzer uyarıları defalarca tekrarlamıştı. Karayolları Genel Müdürlüğü, son bakımını 2010 yılında yaptığı köprüyü, 2011’de yol ağından çıkararak belediyeye devretti. Köprü çöktükten sonra belediye köprüyü devraldığını kabul etmedi. Çaycuma yerel basınında da değinilen aynı konu İnşaat Mühendisleri Odası Zonguldak Şubesi’nin raporunda da yer buldu. Yerel basının işaret ettiği durumun yanı sıra kazadan hemen

sonra konuyla ilgili uzmanların açıklamaları sonucunda köprünün çökme nedeniyle ilgili iki görüş ağırlık kazandı. Bunlardan biri köprünün bakımının yeterli düzeyde yapılmaması, diğeri de suyun akış rejiminin değişimi. Aydın Üniversitesi Afet Eğitim, Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Dr. Kubilay Kaptan, yetersiz bakım yapan Karayolları’nı suçlu bulurken İTÜ Hidroloji ve Su Kaynakları Uzmanı İlhan Avcı ise hidroelektrik santrallerinin etkilerini öne çıkardı. İMO Zonguldak Şubesi üyeleri de bölgedeki ilk incelemelerini 11 Nisan günü bitirdi ve bir ön rapor

yayımladı. İMO’nun raporunda da çökme gerekçesinin ırmağın akış rejiminin değişmesi olduğu görüşü ağırlık kazandı. İMO heyeti, inceleme yaptığı sırada köprünün bir bölümü daha çöktü. Yeni çöken köprünün temellerini inceleme fırsatı bulan heyet, temelin oyulduğunu kaydetti. İMO, Filyos çayında çok sayıda taş ve kum ocağı olduğunu belirtti. Bölgedeki inşaatlar için çaydan sık sık kum alındığını belirten İMO üyeleri, bu işlemin dere yatağını değiştirdiği gibi suyun debisini de yükselttiğine işaret etti. Temelin oyulması, yetersiz bakım iddialarını ve HES etkisini de güçlendirdi. Olaylar şu şekilde gelişti: Köprünün 50 kilometre güneyinde bulunan Karabük’teki HES, Filyos Çayı’nı, taşıdığı taş ve kumdan arındırdı. Taşıdığı kum ve taş oranı azalan Filyos Çayı, daha hızlı akmaya başladı. Daha hızlı akan çay Çaycuma’daki köprünün ayaklarına eskisinden daha sert çarpmaya başladı, nehrin taşıdığı taşlar da köprünün ayaklarına daha hızlı çarpmaya başladı. Köprünün su tarafından boşaltılan ayaklarının altı, ırmak eskisinden daha az taş ve kum taşıdığı için yeterince dolmadı. Ayakların hareketi, köprünün ağırlık merkezini kaydırdı ve ayakların taşıdığı köprü çöktü. Kaza sonucunda 6 kişinin cesedine ulaşıldı, 9 kişi için arama ve kurtarma çalışmaları sürüyor. ‘fiOV YAPMAYA MI GELD‹N‹Z!’ AKP hükümeti kazadan bir hafta sonra Çaycuma’ya gitti. Çaycuma’ya 12 Nisan günü gelen Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, kayıp yakınlarının tepkisiyle karşılaştı. Kayıplardan Nazife Kabuk’un kızı Sevilay Kabuk, bakanlara “7 gün sonra neden buraya geldiniz? Şov yapmaya mı geldiniz?” diyerek tepki gösterdi.

Yeni felaketlere davetiye Çaycuma’da köprü y›k›lmadan önce, yerel bas›n›n defalarca y›k›m tehlikesine iflaret eden ve yetkilileri göreve ça¤›ran yaz›lar yazd›¤› biliniyor. Uyar›lar›n dikkate al›nmad›¤› da ortada. 15 kiflinin hayat›na mal olan köprü y›k›m›n›n hemen ard›ndan Çaycuma E¤itim-Sen fiube Baflkan› ‹smet Akyol, baflka bir y›k›m tehlikesine iflaret etti. Akyol, 5 y›ld›r uyard›klar› halde Çaycuma Anadolu Lisesi’nin y›k›lmad›¤›n› ve e¤itimin, y›k›lacak binan›n hemen yan›ndaki prefabrik binalarda yap›ld›¤›n› söyledi. Zonguldak Valili¤i, 16 Nisan 2007 tarihinde Çaycuma

Suda soyguna izin yok

Anadolu Lisesi hakk›nda, depreme dayan›kl› olmad›¤› gerekçesiyle "acil tahliye ve y›k›m" karar› verdi. Ancak bina, çat›s› çökmesine, duvarlar›ndaki çatlaklar ve iki bina aras›ndaki yar›lma aç›kça görülmesine ve her an y›k›lma tehlikesi alt›nda olmas›na karfl›n 5 y›ll›k sürede halen y›k›lmad›. Dahas›, tahliye ve y›k›m karar›n›n ard›ndan bina boflalt›ld›, ancak e¤itim-ö¤retim binan›n hemen bitifli¤indeki prefabrik binalara tafl›nd›. Dersliklerin yan› s›ra ö¤rencilerin teneffüs yapt›klar›, dinlendikleri, spor ve oyun alan› olarak kulland›klar› alanda 350 ö¤renci ve 30 personel ölümle burun buruna.

‘Seyyar gruplar’ bilimi savunuyor Bakan Eroğlu, HES karşıtı mücadele veren bilim insanlarını ‘seyyar gruplar’ diyerek hedef gösterdi. Doğasına ve yaşama sahip çıkanlar bilime ve bilim insanlarına da sahip çıktı

O

A

dana Seyhan Belediyesi’nin sorgusuz sualsiz dönüşüm planıyla yıkım tehdidi altında olan İsmetpaşa ve Barış mahallelerinde belediyeye bağlı Adana Su ve Kanalizasyon İdaresi (ASKİ) su sayaçlarını değiştirmek istedi. Mahalle halkı 11 Nisan Çarşamba günü “Sorma, itiraz etme, öde” şeklinde bir dayatma ile yaklaşan ASKİ görevlilerine itiraz etti. YIKACAKLARI EVLER‹N SAYAÇLARINI DA⁄‹fiT‹RMEK ‹ST‹YORLAR Adana Barınma Hakkı Bürosu’nda örgütlenen İsmetpaşa ve Barış mahalleleri halkı, mahallelerinin kentsel dönüşüm alanı ilan edildiğini ve yıkılmak istenen evlerdeki sayaçların değiştirilmesinin gereksiz bir uygulama olduğunu belirttti. Barış ve İsmetpaşa mahallelerine gelen ASKİ görevlileri, su sayaçlarını yeni model sayaçlar ile değiştirmek istediler. 26 lira değerindeki yeni sayaçların da 13'er liralık iki taksite bölünerek faturaya yansıtılacağını söylediler. Sayaç değişikliği hakkında bilgilendirilmediklerini belirten mahalle halkı uygulamaya engel oldu. Mahallelinin tepkisi üzerine ASKİ görevlileri sayaçları değiştirmekten vazgeçerek mahalleden ayrılmak zorunda kaldı.

Bakan›n hedef gösterdi¤i bilim insanlar› içinde köy köy dolafl›p HES gerçe¤ini halka anlatan Beyza Üstün de var.

Orman ve Su ‹flleri Bakan›’n›n HES karfl›t› bilim insanlar›n› hedef göstermesine karfl› yaflam› savunanlar eylem yapt›.

rman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu 3 Nisan’da Cumhuriyet gazetesine yaptığı ziyaret sonrası açıklamalarıyla isim vermeden Prof. Dr. Beyza Üstün’ü ve HES karşıtı öğretim görevlilerini hedef gösterdi. Doğası için mücadele eden pek çok örgüt doğa savunucusu bilim insanlarına destek açıklaması yaptı. Eroğlu’nun açıklaması şu şekilde: “Dışarıdan bazı gruplar var, sürekli seyyar gruplar. Bunlar tamamen bu enerji şirketleri tarafından yönlendirilmiş olan gruplar. Bunlar, biz tespit ettik bir grup halinde gidiyorlar, propaganda yapıyorlar. Hatta bir tanesinin ismini de ben aldım, üniversiteden bir öğretim üyesi yalan yanlış şeyler söylemiş. Hiç bilimle bağdaşmayan, son derece cahilane şeyler söylemiş. Efendim suyunuz zehirlenecek, suyunuzu sattılar demiş. Onunla ilgili savcılığa suç duyurusunda bulunacağız. İlk defa savcılığa gideceğiz. Hem savcılığa, hem YÖK’e hem üniversiteye başvuracağız. Böyle bilim adamı olmaz hiç kusura bakmasın.” Bakanın bahsettiği “seyyar gruplar”, saldırıya karşı harekete geçti. İstanbul’da Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu, 11 Nisan’da Orman Bölge Müdürlüğü önünde "Yaşam alanlarımıza ve bilim insanlarımıza sahip çıkıyoruz" dedi. Platform adına açıklamayı okuyan TTB Merkez Konsey üyesi Hüseyin Demirdizen, "Bakan bu beyanı ile sadece bilim insanlarını, bilirkişileri tehdit etmekle kalmıyor akademiye duruş ve

görev tanımlıyor" dedi. Eylemden sonra görüşlerini aldığımız Beyza Üstün de Bakan Eroğlu’nun sermayenin sözcülüğünü üstlendiğini ifade etti. Üstün, “Bakanın açıklaması aslında bütün hak mücadelesi verenlere yöneliktir. Yaşamını ve yaşam alanlarını savunanlara ve bilgilerini bu doğrultuda kullanan bilim insanlarına yöneliktir” diye konuştu. Kocaeli’de Onurumuzu Savunuyoruz Hareketi bir basın toplantısıyla bakanın açıklamasına tepki gösterdi. Açıklamayı yapan TTB Kocaeli Şube Başkanı Kemal Keşmer, bilim insanlarının bilimsel çalışmalar yapacağı yerde, vakitlerini savcılıklarda ve mahkeme salonlarında harcadıklarını, bilim insanlarının yalnızlaştırılmaya ve itibarsızlaştırılmaya çalışıldığını söyledi. Ege Çevre ve Kültür Platformu da (Egeçep) 11 Nisan’da gerçekleştirdiği basın açıklamasıyla hak mücadelesi verenlere, bilim insanlarına sahip çıktı. Platform Eroğlu’nun, temsil ettiği sermaye sınıfının sözcülüğünü yapacağım diye, onların çıkarlarını savunacağım diye çırpınırken, hukuka, bilime ve ülkesini gerçekten seven tüm yaşam savunucularına savaş açmış göründüğünü belirtti. Platform doğasını, havasını, suyunu, toprağını her türlü parasal değerden daha üstün gören, çocuklarımıza yaşanılabilir bir gelecek bırakma mücadelesi veren yaşam savunucuları olarak mücadelede kararlı olduklarının altını çizdi.

Kardefl derelerin buluflmas›ndan... erelerin Kardeşliği Platformu’ nun ikinci meclis toplantısı Doğu Karadeniz bölgesinde hidroelektrik santrallere karşı (HES) mücadele eden yaşam savunucularını bir araya getirdi. Rize Tek Gıda-İş Sendikası Bölge Şubesi'nde yapılan toplantıya, 20 ilden 67 temsilci katıldı. HES’lere karşı mücadele eden vadilerdeki platformlar tarafından seçilerek gönderilen temsilcilerden oluşan meclis, yeni dönem yürütme kurulunu da bu toplantıda seçti. HES karşıtı mücadele açısından oldukça hareketli geçen bir yılın ardından yapılan meclis toplantısında, mücadele içerisinde yaşanan deneyimler ışığında, önümüzdeki döneme dair değerlendirmeler yapıldı. Taylan Bu değerlendirmelerden Kaya hareketle, AKP iktidarıyla Trabzon kol kola derelerimize Halkevi saldıran şirketlere karşı yürütülen direnişi daha güçlü ve yaygın hale getirebilmenin yolları tartışıldı. Yasal düzenlemeler ışığında mücadelenin hukuksal durumu değerlendirildi.

D

F‹‹L‹ D‹REN‹fiLER YÜKSEL‹YOR Meclis toplantısında söz alarak konuşan her direnişçi, HES’lere karşı direnişin fiili boyutuna vurgu yaptı. Önceki yıllara göre, konuşmacılar tarafından fiili mücadelenin altının daha çok çizilmesi, özellikle son bir yılda yaşananlarla doğrudan ilgili. AKP iktidarı son dönemde çıkardığı yasa ve yönetmeliklerle, bir yandan HES’lerin yapılmasına engel olan mahkeme kararlarını geçersiz kılmaya çalışırken, idare mahkemelerinin görev ve yetki alanına ilişkin yaptıkları değişikliklerle de mahkemelerden HES’lere engel olan kararlar çıkmasının önüne geçmeye çalışıyor. HES’lere karşı mücadelenin bir aracı olarak başvurulan hukukun bu şekilde etkisizleştirilmesi, yaşamı savunanların direnişinde fiili mücadelenin daha da öne çıkmasına yol açıyor. Siyasi iktidar derelerimizin talanının önündeki her türlü yasal engeli bir bir kaldırırken, su ve yaşam hakkı mücadelesi, fiili direnişlerle yükseliyor. Hopa’da, Tortum’da, Gerze’de Solaklı’da sermayenin suyumuza yönelik saldırısı karşısında yükselen fiili direnişler doğayı ve yaşamı savunanlara yol gösterici oluyor. SU HAKKI MÜCADELES‹ B‹R BÜTÜN Derelerin Kardeşliği Platformu esas olarak HES karşıtı mücadele üzerinden oluşmuş olsa da, HES’lerin, neoliberal yağma rejiminin doğayı talanının ve suyu ticarileştirmesinin bir biçimi olduğu, yaşam savunucuları açısından bilinen bir durumdu. Fakat henüz suya sahip çıkma mücadelesi, HES’lere karşı mücadelenin sınırlarını aşamadı. Derelerin Kardeşliği Platformu ikinci meclis toplantısında bu açıdan da önemli tartışmalar yapıldı. Ülkemizin her yanında hızla yaygınlaştırılan kontörlü su sayaçlarının Karadeniz bölgesinde de pek çok belediye tarafından “indirim kampanyaları” ile kullanıma sokulması, meclis toplantısının önemli gündem başlıklarındandı. Daha önce suyun ve doğanın metalaştırılması konusunda olan bitenin farkına varamadığı için HES’ler konusunda çekimser kalan, karşı çıkmayan insanlar, şimdi kontörlü su sayaç dayatması ile karşı karşıya kalınca, sermayenin sularımız üzerine kurduğu planların farkına varmaya başladı. Derelerin Kardeşliği Platformu’nu oluşturan yerel bileşenlerin, şimdilik kent merkezlerinde kullanılmaya başlanan kontörlü su sayaçlarına karşı mücadeleyi de gündemine alması HES karşıtı mücadeleyi güçlendirecektir. İşte bu yüzden, kent merkezlerinde suyuna sahip çıkanlarla, dere boylarında nöbet tutanların ortak mücadelesini açığa çıkaracak bir çabaya ihtiyaç var. Çünkü sermayenin suyumuza derelerimize saldırılarını geri püskürtebilmek için, bütün alt başlıklarını içermek üzere “su hakkı” mücadelesi vermekten başka yol yok. Aksi halde vadilerimizi kuşatmış halde pusuda bekleyen sermaye, saldırılarla ya da mücadelenin rehavete kapılması için zamana yayarak bu kuşatmayı her geçen gün daraltacak, bizleri su ve yaşam hakkı mücadelesinin barikatlarını bir adım geriye kurmaya zorlayacaktır. Kar sularının erimesiyle birlikte derelerimiz gürül gürül akmaya başladı. Kabarmış bir biçimde vadilerimizden akan derelerimizi gören sermayenin de iştahı kabarıyor. Yazla birlikte iş makineleri dere boylarında yol almaya hazırlanırken, vadilerimizdeki direniş ateşi, su ve yaşam hakkı mücadelesinin yolunu aydınlatmaya devam ediyor.

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.


8

EMEK 19 Nisan 2012 / 2 May›s 2012

Halk›n Sesi

Bunun adı kader değil ALP TEK‹N BABAÇ

N

isan’ın ilk iki haftasında televizyon ekranında “Flaş” ibaresiyle altyazı olarak geçen çok fazla iş kazasına tanık olduk. İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin ve Sendika.Org’un ulaştığı bilgilere göre nisanın ilk 15 gününde iş kazaları sonucu 49 işçi öldü. Ölümlü kazalara inşaatlarda, madenlerde, hidroelektrik santrallerinde, tekstil fabrikalarında ve tersanelerde yaşandı. TAVAN H‹KAYE, KAR HIRSI GERÇEK Ölüm, işyerlerinde mesaisine 2 Nisan’da Eskişehir’de bir maden ocağında başladı. Eskişehir’in Mihalıççık İlçesi’ne bağlı Koyunağılı Köyü yakınlarındaki kömür madeninde göçük meydana geldi, 4 işçi hayatını kaybetti. Kazanın ardından, çöken tavanın yalancı tavan olduğu ifade edildi. Ölen madencilerin yakınları Eskişehir’deki bir yerel gazeteye konuşunca işçilerin ölümünün gerçek nedeni ortaya çıktı. Ölen işçilerden Karadeniz Madencilik’te çalışan Ramazan Karacan’ın yeğeni, can güvenliği olmadığını söylemelerine rağmen işçilerin çalıştırıldığını ifade etti. Kendisi de aynı madende çalışan Yaşar, normal şartlarda 80 santimde bir kafes yapılması gerekirken iki kafes arası mesafenin 3 metre olduğunu söyledi. Kazada hayatını kaybeden Hamza’nın arkadaşı Ramazan da göçüğün olduğu yerde “Buraya en azından bir direk dikelim burası tehlikeli” demiş ancak işveren dinlememiş: “Zaman kaybederiz, daha fazla kömür çıkarmalıyız.” İşçilerden Muzaffer de hayatını kaybeden Ramazan’ın 1 Nisan Pazar günü madende çalışırken ayağına düşen

N

isan ayının ilk 15 gününde meydana gelen iş kazalarında 40’tan fazla işçi öldü. İstifa eden kimse yok, açıklama bol: ‘Yasayı değiştireceğiz zaten’, ‘İşçiler dikkatli olsun’…

kaya nedeniyle yaralandığını, 2 Nisan günü işe gelip çalışamayacağını söylemesine rağmen çalıştırıldığını söylüyor. Tarım ve hayvancılığın olmadığı köyün tek geçim kaynağı madencilik ve köyde herkesin en az bir akrabası madende hayatını kaybetmiş. Eskişehir’deki madende sendika yok ve işlerin tamamı taşeron şirketler tarafından görülüyor. VAL‹N‹N ZAMANI ‹fiÇ‹LERE GEREKEN ZAMAN DE⁄‹LM‹fi Eskişehir’deki kazadan bir gün sonra Erzurum’un Aşkale ilçesindeki Karasu HES baraj gölünün ortasındaki direği onarmak için 5 TEDAŞ işçisi

yola çıktı. İşçilerin kullandığı deniz bisikleti alabora oldu ve işçiler buzla kaplı gölde hayata tutunmaya çalıştı. İşçiler 3 saat boyunca yardım bekledi ancak gölde herhangi bir kurtarma botu yoktu ve donarak öldüler. O sırada Erzurum Valisi helikopterlerin havalandığını söylüyordu. Kurtarma rezaletine ölen işçilerin yakınları Aşkale Bayburt karayolunu trafiğe kapatarak tepki gösterdi. Vali ise şu açıklamayı yaptı: “Ama zaman derken, zaman şudur; Bizim gidebileceğimiz zaman. Vatandaşın lazım olan zamanı değildi, demek ki” Aşkale’deki kazadan bir gün sonra İstanbul Tuzla Tersaneler bölgesi bir patlamayla sarsıldı. Ada Tersanesi’nde

değildi, işçi ölümleri durmuyordu. Tuzla’dan 5 gün sonra Elazığ Maden’de meydana gelen hortum, karayolları şantiyesinde çalışan işçilerin konteynerini kayalara çarptı. 6 işçi hayatını kaybetti, 9 işçi yaralandı. B‹R YILLIK ‹fiÇ‹LER O GÜN ‹fiE BAfiLAMIfi Kazadan hemen sonra taşeron şirket yetkilileri ölen 4 işçinin o gün işe başladığını söyledi ve o gün sigorta girişlerini yaptıklarını iddia etti. Ancak Halkın Sesi’ne ulaşan ve bölgedeki şantiyelerde çalışan işçiler, taşeron şirketin yalanını teşhir etti. Yeni işe girdikleri iddia ettikleri o dört işçi, bir buçuk yıldır aynı şantiyede çalışıyordu. Erzurum’daki kazanın ardından bir kişi tutuklandı ancak HES’lerde ölümler sürdü. Erzurum’un İspir İlçesi’ndeki EnerjiSA’nın Arkun HES Barajı’nın yapımını üstlenen Limak Holding’in şantiyesinde 11 Nisan’da meydana gelen iş kazasında bir işçi öldü. 13 Nisan günü Maraş’ta bir tekstil fabrikasında patlama meydana geldi. Kot boyama işi yapılan fabrikadaki patlama sonrasında 4 işçi hayatını kaybederken 9 işçi de yaralandı.

meydana gelen patlamada 2 işçi ölürken 6 işçi de yaralandı. ‘SORUMLU AKP’D‹R’ Erzurum’daki kazanın ardından bir açıklama yapan Enerji-Sen de, Tuzla’daki kazanın ardından açıklama yapan Limter-İş de kazaların sorumlusunun işçi sağlığı önlemlerini ‘maliyet’ unsuru olarak gören patronlar ve buna göz yuman AKP olduğunu söyledi. İstanbul Valisi, Tuzla’daki kazanın ardından ‘işçilerin daha dikkatli olması gerektiğini’ salık verirken hükümet yetkilileri “Yeni bir yasa çıkaracağız” demekle yetindi. Ancak durum hükümetin geçiştirebileceği gibi

EKRANLARA YANSIMAYANLAR Televizyon ekranlarına yansıyan bu kazaların yanı sıra Adana’da 17 yaşındaki Abidin Altay, pencere demirlerini, iç kabin kapısı bulunmayan asansörle 9’uncu kata taşırken demirin asansörle kat arasına sıkışması sonucu boynu kırılarak hayatını kaybetti. Altay, lise öğrencisiyken para kazanmak için demirci atölyesinde çalışmaya başlamıştı. Nisanın ilk 15 gününde meydana gelen iş kazalarında 49 işçi hayatını kaybetti, yüzden fazla işçi yaralandı ancak 3 şirket yetkilisi tutuklandı, istifa eden hiçbir yetkili olmadı.

Bosch-Türk Metal, işçiye saldırdı

T

ürk Metal, Bosch işvereninin desteğiyle 16 Nisan günü fabrika önünde basın açıklaması yapan Birleşik Metal İş üyesi işçilere ve sendika yöneticilerine saldırdı. Türk Metal saldırısı 17 Nisan’da DİSK yöneticileri ve bağlı sendikaların üyeleri tarafından Bosch Genel Müdürlüğü önünde yapılan eylemle protesto edildi. Bosch’un işçilerin anayasal hakları olan sendika seçme özgürlüğüne saygı göstermemesi halinde, eylemlerin devam edeceği vurgulandı.

Çocuklar ağır iş yolunda ‹fl kazalar› sonras›nda hükümetin her f›rsatta dile getirdi¤i “Yeni yasa”, tasar› halinde TBMM’ye sunuldu. Hükümetin “ifl kazalar›n› azaltmaya” yönelik ç›kard›¤›n› iddia etti¤i tasar› çocuklar›n a¤›r ve tehlikeli ifllerde çal›flt›r›lmas›na dair yasa¤› ortadan kald›r›yor. Sunulan tasar›yla, ‹fl Kanunu'nun a¤›r ve tehlikeli ifllerde çocuk iflçi çal›flt›rmay› yasaklayan, kad›nlar ile

Kıdemli gaspçılık Ç

alışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, 13 Nisan günü Zaman’a yaptığı açıklamalarda işverenlerin ödediği kıdem tazminatı oranlarının çok yüksek olduğunu belirtti. Kısa bir süre içinde kıdem tazminatını düşürecek düzenlemelerin TBMM gündemine geleceğini söyleyen Çelik, oranların düşürüldüğünde çok sayıda kişinin kıdem tazminatından yararlanacağını iddia etti. İşverenlerin, çalışanların 92’sine kıdem tazminatı vermediğini ifşa eden Çelik, işverenin suçunu görmezden gelerek “Kıdem tazminatı çok fazla” dedi. Mevcut yasalara göre bir işçi, çalıştığı bir sene başına, bir aylık ücreti kadar kıdem tazminatı hakkı kazanıyor. Bakan Çelik, işçinin mevcut yasada var olan kıdem tazminatı hakkına dokunmayacaklarını söylese de kıdem tazminatını azaltacaklarını belirtti. Mevcut 4857 sayılı İş Kanunu’nda işverenin işçiye kıdem ve ihbar tazminatı vermeden (Bazı istisnai durumlar dışında) işten çıkaramayacağı yer almasına rağmen Çelik, kıdem tazminatını yeni bir yasayla düzenleyeceklerini söyledi. Oysa 4857 sayılı kanundan 2003 yılında AKP hükümeti tarafından çıkarılmıştı. Çelik, kıdem tazminatıyla ilgili bireysel fon hesabı öngördüklerini belirtirken fonda biriken paranın nasıl çekileceğinin belli olmadığını söyledi. Çelik, fonun sürdürülebilmesi konusunda sıkıntı yaşanırsa işsizlik fonundan bir puanın kıdem tazminatı fonuna aktarılabileceğini de ifade etti.

16-18 yafl aras›ndaki genç iflçilerin hangi koflullarda a¤›r ve tehlikeli ifllerde çal›flabileceklerini düzenleyen 85’inci maddesi yürürlükten kald›r›l›yor. Tasar›da, hangi ifllerin a¤›r ve tehlikeli ifllerden say›laca¤› ile kad›nlarla, 16-18 yafllar›ndaki iflçilerin hangi tehlikeli ifllerde çal›flt›r›labileceklerinin ise yönetmelikle düzenlenebilece¤i öngörülüyor. Tasar›, ‹fl Kanunu’nun

çocuklar›n a¤›r ve tehlikeli ifllerde çal›flt›r›lmas›n› yasaklayan 85’inci maddesinin yan› s›ra a¤›r ve tehlikeli ifllerde çocuk ve genç iflçi çal›flt›ran iflverenlere para cezas› verilmesi için düzenlenen 105’inci maddeyi de kald›r›yor. Mevcut yasaya göre çocuk ve genç iflçileri a¤›r ve tehlikeli ifllerde çal›flt›ranlara iflçi bafl›na 1358 ‹stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde ifl kazalar›n› Kürtçe protesto etmek isteyen lira para cezas› var. ö¤rencilere polis sald›rd›

Denetimli, ücretsiz mahpus emeği Uyguladığı baskı ve tutuklama terörünün bir sonucu olarak dolan hapishaneleri Denetimli Serbestlik Yasası ile boşaltmayı hedefleyen AKP, çıkan mahpusları ücretsiz çalıştırarak başka bir esaret hedefliyor

T

BMM’de 6 Nisan günü 289 milletvekilinin oyu ile kabul edilen Denetimli Serbestlik Yasası kapsamında ilk tahliyeler 12 Nisan’da başladı. Adalet Bakanı Sadullah Ergin, uygulamadan 15 bin kişinin yaralanacağını tahmin ettiklerini söyledi. Yasadan yararlanan mahpusların üç gün içinde en yakın Denetimli Serbestlik Şube Müdürlüğü’ne başvurması gerekiyor. Başvurmayanlar hapse atılacak. Yasayla birlikte tahliye edilenler, koşullu salıverilme tarihine kadar “kamuya yararlı” bir işte ücretsiz çalıştırılacak. Bir konutta ya da bir bölgede elektronik cihazlarla denetim altında tutulacak mahpuslar, kurum tarafından belirlenen yerlere

giremeyecek ve belirlenen programlara uyacak. Yasa kapsamında ücretsiz çalıştırılacak tutukluların çalışma koşulları hakkında bilgi verilmiyor. Bu nedenle uygulamadan yararlananlara fazla mesaili yaptırılıp yaptırılmayacağı, işi red hakkı olup olmadığı, sendika hakkının olup olmadığı, çalıştığı işyerinde mevcut yol, yemek gibi sosyal haklardan yararlandırılıp yararlandırılmayacağı belirsizliğini koruyor. Ayrıca yasada yer alan ‘Mahpus herhangi bir suçtan ya da önceden işlediği bir suçtan dolayı soruşturma geçirirse tekrar hapse atılır’ hükmü, mahpusun çalışma koşullarına direnmesinin önünü kapatıyor.

A

dana’da 7 Nisan günü oynanan Adana Demirspor - Denizli Belediyespor maçında Adana Demirspor taraftarları “Atılan TEDAŞ işçileri geri alınsın” yazılı bir pankart açtı. Maraton tribününde açılan pankartın ardından stattaki 3 bin taraftar pankartı alkışladı ve hep bir ağızdan “Atılan işçiler geri alınsın” tezahüratını attı. Maçın ardından direnişlerinin 34’üncü gününde olan enerji işçileri, taraftarlara teşekkür etti; işlerine geri dönene kadar mücadele edeceklerini belirtti.

Kimler yararlanacak?

Ücretsiz çal›flt›rma mahpuslara ‘müjde’ olarak gösterildi.

* Aç›k cezaevinde, cezas›n›n son 6 ay›n› kesintisiz olarak geçiren, çocuk e¤itim evinde toplam cezas›n›n beflte birini tamamlayan, koflullu sal›verilmesine 1 y›l ve daha az süre kalan iyi halli hükümlüler. * Koflullu sal›verilmesine 2 y›l veya daha az süre kalan ve 0-6 yafl grubunda çocu¤u bulunan kad›n hükümlüler. * Maruz kald›klar› a¤›r bir hastal›k, sakatl›k veya kocama nedeniyle hayatlar›n› yaln›z idame ettiremeyen ve koflullu sal›verilmesine 3 y›l veya daha az süre kalan hükümlüler. * Aç›k cezaevinden ayr›lma flartlar› oluflmas›na karfl›n ayr›lamayan veya bu nedenle kapal› cezaevine geri gönderilen iyi halli hükümlüler.

ceği de toplu sözleşme düzenekleri de devlet tarafından belirlendi. Yasaya göre toplu sözleşme görüşmeleri, Kamu İşveren Heyeti ile Kamu Görevlileri Sendikaları Heyeti arasında yapılacak. İşveren heyeti Devlet Personel Başkanlığı’nın (DPB) bağlı olduğu Bakan’ın başkanlığında, Çalışma ve Sosyal Güvenlik, Kalkınma, Maliye, İçişleri bakanlıkları ve heyet başkanınca uygun görülen bakanlık temsilcileri ile Hazine Müsteşarlığı ve DPB temsilcilerinden oluşuyor. Kamu çalışanlarının heyeti de en fazla üyesi olan sendikanın (Memur-Sen) belirleyeceği heyet başkanı ile her bir hizmet kolunda en fazla üyeye sahip sendikalar tarafından belirlenecek birer temsilci (11 hizmet kolunun 10’unda Memur-Sen, birinde KESK), ve üç

Asistan hekimin 5 talebi

T

Devletin kazanacağı adi(l) bir toplu sözleşme 4 688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı 4 Nisan günü TBMM tarafından kabul edildi. TBMM’nin kabul ettiği yasa, 11 Nisan günü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanarak hayata geçti. Yasa tasarısı kamu emekçileri tarafından gerçekleştirilen protesto eylemleriyle uzun süre gündemde kaldı. KESK, tasarıyı “sahte sendika yasası” olarak değerlendirdi. Memur-Sen sessiz kalırken, Memur-Sen adına konuşan AKP’li milletvekilleri yasayı Memur-Sen için çıkardıklarını gizlemedi. 11 Nisan’da hayata geçen yasayla birlikte toplu sözleşme düzenekleri hükümetin ve Memur-Sen’in istediği biçimde düzenlendi. Yasayla birlikte kamu emekçilerinin hangi işyerinde kaç temsilci belirleye-

Enerji-Sen’e demir gibi destek

konfederasyondan da birer temsilci olmak üzere 15 kişiden oluşacak. Yani kamu emekçilerini 12 Memur-Sen, 2 KESK ve 1 Kamu-Sen üyesi temsil edecek. Görüşmelerde anlaşmazlık çıkması durumunda Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun verdiği karar bağlayıcı olacak. Bu kurulun başkanlığını Yargıtay, Danıştay veya Sayıştay’daki görevliler içinden Bakanlar Kurulu tarafından seçilen bir üye yapacak. Kurul, başkan dışında Maliye ve Kalkınma bakanlıkları, Hazine Müsteşarlığı ve DPB’den birer üye, Bakanlar Kurulu tarafından üniversite ve sendikalardan seçilecek iki üye, Memur-Sen’den iki üye, Kamu-Sen’den bir üye ve KESK’ten bir üye olmak üzere onbir üyeden oluşacak.

ürk Tabipleri Birliği Asistan Hekim Kolu, Türkiye Asistan Hekimler Günü olan 5 Nisan’da 5 talebini açıkladı: “İnsanca mesai saatleri, nöbet ertesi izin hakkı, nitelikli uzmanlık eğitimi, hastanelerde can güvenliğinin sağlanması ve performans eğitiminin kaldırılması.” Asistan hekimler, 5 Nisan 2011’de performans sistemine ve ağır çalışma koşullarına karşı Dokuz Eylül Üniversitesi’ndeki grevlerini kazanımla sonuçlandırmış ve o günü Asistan Hekimler Günü olarak ilan etmişlerdi.


9

EMEK 19 Nisan 2012 / 2 May›s 2012

Halk›n Sesi

AKP’DEN ELEKTR‹K SOYGUNU YALANLARI

‘Patron suçsuz Kürtler hırsız’ Halk, arka arkaya gelen mahkeme kararlarıyla elektrikte kayıp-kaçak bedeli adı altındaki soyguna dur dedi. Enerji Bakanı ise soyguna imza atan özel dağıtım şirketlerine sahip çıkmak için ırkçılığa saldırdı

S

on zamanlarda çeşitli tüketici örgütlerinin ve bireylerin başvurularıyla alınan mahkeme kararları üzerine "kayıp-kaçak bedeli" tarihe karışmak üzere. Faturaların yüzde 10’a varan oranlarda zamlı gelmesine neden olan bu kaleme dair son mahkeme kararı Sakarya’dan geldi. Sakarya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, Serdivan İlçesi'nde yaşayan Figen Gülme'nin elektrik faturalarındaki 'kaçak kullanım ve sayaç okuma bedeli'ne yaptığı itirazı haklı buldu. Mahkeme, Sakarya Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi'ne (SEDAŞ), "Kaçak elektriği kullananları bul ve zararını onlardan tahsil et" dedi. Figen Gülme daha önceden Tüketici Hakem Heyeti Başkanlığı’na başvurmuş, bu kurum bu paranın kesilemeyeceğine dair karar almıştı. SEDAŞ tahsilatta direnince konu mahkemeye taşınmıştı ve mahkeme Hakem Heyeti'nin kararını yerinde buldu. Maraş’ta bir emekli öğretmenin başvurusu ve Mersin’de de 37 kişinin açtığı dava da kayıp kaçak bedelinin iptali ve iadesiyle sonuçlanmıştı. YILDIZ’DAN IRKÇI SAPTIRMA Türkiye’nin dört bir yanından benzeri kararlar gelmesi üzerine özel dağıtım şirketleri geçen hafta Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın kapısını çaldılar. Bakan, şirketlere mahkeme kararlarına uymalarını tavsiye etmek yerine konuyu ırkçı bir söylemle medyaya taşımayı tercih etti. Milliyet gazetesinden Fikret Bila'ya açıklamalarda bulunan Bakan Yıldız, kayıp kaçağın en yoğun olduğu bölgenin Güneydoğu Anadolu olduğunu söyledi ve batıdakilere bu parayı mecburen ödettiklerini savundu. Şirketlerin yasa dışı soygununu örtbas etmek için Güneydoğu’da yaşayan insanları hedef gösteren Yıldız “etnik ayrımcılık demesinler diye batıdakilere bu bedelleri ödetiyoruz” diyerek etnik ayrımcılığı körükleyen bir açıklama yaptı. Yıldız şunları söyledi: "Urfa, Diyarbakır, Siirt, Batman, Hakkâri. Şimdi bu bölgedeki kaçak elektriğin parasını sadece bu bölgedeki abonelere yansıtırsak, bunu siyasi olarak istismar ederler. Terör örgütü ve siyasette aynı

çizgideki partiler; ayrımcılık yapılıyor, diye istismar ederler. Fatura farkını etnik ayrımcılık diye gündeme getirirler." SOYGUNUN FA‹L‹ BELL‹ Yıldız bu açıklamasıyla batıda mahkeme kararlarını tanımayan özel dağıtım şirketlerince soyulan yurttaşlara, yüksek faturaların sebebi olarak 'doğuluları' işaret etti. Yıldız’ın kullandığı ve faturalara yansıyan "kayıp-kaçak" kavramı da soygunu gizleyen bir kavram. Kayıp, bir elektrik iletim hattı boyunca bulunan trafo ve iletim hatlarındaki kabloların iç dirençleri neticesinde oluşan kayıplara deniyor. Bu kayıpları çözmek, elektriği üretenlerin ve dağıtanların görevi. Bu değer dünyada yüzde 4-7 civarlarındayken Türkiye’de yüzde 10’un üzerinde. Ancak üretici ve dağıtıcı şirketler bu kayıp oranını tüketicilerden aldıkları için gerekli yatırımı yapmıyor, yapsa da olumlu sonuçlarını faturalara yansıtmıyor. Bakanlık da şirketlerle bir olup "kayıp oranı"nı 2010’dan beri açıklamıyor. Kaçak ise bir elektrik iletim hattından sayaç kullanmadan alınan elektriğe deniyor. Faturalara yansıyan kayıp-kaçak oranının önemli bir bölümünün kayıplardan oluştuğu biliniyor ancak halkı suçlu ilan etmek için bu oranlar açıklanmıyor. Böylece şirketlerin yaptıkları ya da yapmadıkları yatırımın bedeli halk tarafından finanse ediliyor. BDP’DEN KANUN TEKL‹F‹ Kaçak oranlarının en önemli sebebinin yoksulluk olduğu biliniyor. Enerji Bakanı ise son açıklamasıyla şirketlerin üstlenmesi gereken maliyeti halka yıkmak için yoksulları hedef gösteriyor. BDP ise Grup Başkanvekilleri Pervin Buldan ve Hasip Kaplan imzasıyla halkın temel ihtiyacı olan elektrik, su, doğalgaz ve diğer yakıt giderleriyle ilgili bir kanun teklifini meclise verdi. Tasarıda belirli gelir seviyesinin altındaki yurttaşların elektrik, su, doğalgaz ve diğer yakıt gibi her bir giderinin, asgari ücretin yüzde 10’u kadarının devlet tarafından karşılanması öngörülüyor.

‘Söndürün ışıkları Taner’in ‘Yıldızı’yla aydınlanacağız’ A

KP art arda yapılan zamları kış bitimine denk getirip halka hissettirmeme hesapları yapsa da birçok ilde yapılan eylemler bu hesabı bozdu. Mersin’de 7 Nisan günü Toroslar Elektrik Dağıtım A.Ş. (TEDAŞ) önünde açıklama yapan Halkevciler kurumun adını Zamlı Elektrik Dağıtım A.Ş. olarak değiştirdiler. Okunan basın açıklamasında Erzurum’da TEDAŞ çalışanı işçilerinin, yardım gelmediği için öldükleri de hatırlatılıldı. Adana Halkevi İnönü Parkı’nda buluşarak AKP İl Başkanlığı’na doğru yürüdü. 7 Nisan’da yapılan eylemde, yol boyunca pek çok Adanalı da alkışları ile destek verdi. Hatay’da 12 Nisan günü Ulus Meydan’ında düzenlenen eylemde ‘Zamüzer Faturaöder’ isimli temsili karakter kendisinin faturalardan ‘kafayı yediğini’ belirterek halka fatura dağıttı. Halkevleri adına okunan basın açıklamasından sonra ‘Zamüzer Faturaöder’ isimli karakter ‘donumuzdan başka verecek bir şey kalmadı’ diyerek Enerji Bakanı’na kargo gönderdi. Çanakkale’de yapılan yürüyüşte bir çobanın öncülüğünde yürüyen koyunları canlandıran bir

skeç oynayan Halkevciler ‘zamların yetersiz olduğunu, daha fazla zam istediklerini’ söyledi. Yapılan açıklamada Halkevciler, "Bizi koyun sananlara sesleniyoruz. Artık yeter! İnsanca yaşamak istiyoruz” dedi. Mamak’ta Halkevcilerin çağrısıyla bir araya ayrı gelen halk, Tuzluçayır Meydanı’nda fatura yaktı. Eylemde “AKP’nin ampulü parıl parıl, halkın cüzdanı cayır cayır yanıyor” pankartı açıldı. “Söndürün ışıkları, Taner’in ‘yıldız’ları ile aydınlanacağız” yazan dövizlerin taşındığı eylemde konuşan Mamak Halkevi yöneticisi Deniz Yalgın, AKP’nin halkı soğukta ve karanlıkta yaşamaya mahkûm ettiğini belirtti. Zamlara karşı KESK, Ankara ve Diyarbakır’da eylemler düzenledi. Emekçiler yaptıkları eylemlerde, zamların çekilmez hale geldiğini belirterek solunan havanın bile paraya endekslenmek istendiğini söyledi. Antep’te de emek ve demokrasi güçleri eylemdeydi. Burada yapılan eylemde açıklama yapan DİSK bölge temsilcisi Nihat Bencan, AKP hükümetinin eğitim, sağlık, enerji, su gibi kamu hizmetlerini piyasalaştırdığını ve halkın karşısına maliyetkar-zarar hesabı ile çıktığını söyledi.

AKP sermayeye ‘yürü ya kulum’ dedi çok alttan alta “bu kadar devlet desteği 1980 öncesi gibi verimsizliğe neden olabilir mi” gibi sorularla dile getiriliyor. En yüksek desteği alacak sektörlerin otomotiv, savunma sanayi, eğitim, madencilik ve turizm olması ekonomide, siyasette, sendikal mücadelede ve hak mücadelelerinde kritik alanlara dair ipucu veriyor.

ENG‹N DURAN

U

zun süredir beklenen teşvik sistemi Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından açıklandı. Yeni teşvik sistemi sermaye çevrelerinde coşkuyla karşılanırken, bu değirmenin suyu nereden gelecek sorularının yükselmesine sebep oldu. S‹STEM NE GET‹R‹YOR Bu teşvik sisteminde dört farklı teşvik unsuru bulunuyor. Bunlar “genel”, “bölgesel”, “büyük ölçekli” ve “stratejik yatırımlar”. Genel teşvik uygulamasında bölge ayrımı yapılmaksızın belirlenen asgari sabit yatırım miktarını aşan yatırımlara KDV istisnası ve gümrük vergisi muafiyeti desteği verilecek. Bölgesel başlıklı sistemde ise her il için yapılan sosyoekonomik gelişmişlik endeksine göre iller 6 bölgeye ayrılıyor ve her bölge için kademeli olarak vergi indirimi, sosyal güvenlik primi muafiyeti ve bedelsiz arazi tesisi sağlanacak. Birden altıya gittikçe teşvik güçleniyor. Ç‹NLEfiME UFUKTA 6. bölge olarak kabul edilen Doğu ve Güneydoğu’daki 15 ilde ise teşvikler tavan yapıyor ve işgücünün sermayedara maliyeti olabildiğince azaltılacak ve tüm sigorta primleri ve gelir vergisi stopajı devlet tarafından karşılanacak. Türkiye’nin ucuz emek gücü ve insanlıktan uzak çalışma koşullarıyla hızla Çinleşme yolunda olduğu tartışmalarının yapıldığı dönemde AKP resmi olarak Doğu ve Güneydoğu illerini Çinleştireceğini açıkladı. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan “Doğu ve Güneydoğu Türkiye’nin Çin’i olacak, vatandaş kahve köşelerinden kurtulacak” ifadeleriyle bölgenin ucuz emek cenneti yapılmasının resmi politika olduğunu ilan etti. 6. bölge illerinde özellikle tekstil gibi emek yoğun sektörlere destek verilecek. Bu plan, Kürtlerin ucuz

Yurdun dört bir yanında patronlar mutlu. Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı yeni teşvik paketinin emekçilere faturası ise ağır olabilir işgücü yoluyla Çin ve Hindistan ile rekabet etmeyi hedefliyor. ‹THAL ‹KAMEYE DÖNÜfi TARTIfiMASI Diğer teşvik unsuru da büyük ölçekli yatırımlara destek olarak açıklandı. Bu unsur ile teknoloji ve AR-GE (Araştırma-geliştirme) kapasitesini artıracak yatırımlara öncelik vererek uluslararası alanda rekabet gücünü artırmaya çalışılacağı ifade ediliyor. Bu unsurda sigorta prim indirimlerinin

yanında vergi teşvikleri ve yatırım yeri tahsisi gibi kolaylıklar da bulunuyor. Son teşvik unsuru da stratejik yatırımlara teşvik olarak açıklandı. Bu teşviklerle özellikle ithalata bağımlı ara malı ve yatırım mallarının Türkiye’de üretilmesinin ve cari açığın azaltılmasının amaçlandığı söyleniyor. Stratejik sektörler de nerede olursa olsun 5’inci bölge düzeyinde, yani en yüksek ikinci düzeyde teşvik alacak. Ekonomide ithal ikameye dönüş

olarak algılanacak bu teşvik paketi sermaye grupları arasında yeni tartışmaları filizleyebilir. Çünkü 1980 öncesi, ithal ikameci denilen dönemde, devlet desteğiyle serpilen sermaye grupları, bugün yeni teşvik paketiyle kendileriyle rekabet etmekten uzak sermaye gruplarının tıpkı kendileri gibi devlet teşvikleriyle canlandırılmasından ve hem iç hem de dış pazarda kendilerine rakip olmalarından rahatsız olabilirler. Bu rahatsızlıklar TÜSİAD’a yakın ekonomi yazarlarınca,

Patronlara besmele çekmek kaldı Sermayenin iştahını kabartan teşvikleri içeren paket, sermaye örgütlerinden tam not aldı. Patronlar paketten duydukları memnuniyeti şu sözlerle dile getirdiler. TÜSİAD Genel Başkanı Ümit Boyner: Teşvik paketi çok olumlu bir adım. MÜSİAD Genel Başkanı Ömer Cihad Vardan: Kendi bölgenizin veya yatırım yapabileceğiniz bölgenin size ne imkân sunduğuna bakın. Zaman, teşvikten istifade etme zamanıdır. Van STO Başkanı Mirza Nadiroğlu: Destekler

oldukça yüksek. Yatırımcıya bir tek besmele çekmek kaldı. TUSKON Başkanı Rızanur Meral: Özellikle 6. bölgede (Doğu ve Güneydoğu) yapılacak olan yatırımlara 7 yıl SGK prim desteği, gelir vergisi stopajı, faiz desteği, stratejik yatırımlara enerji desteğinin verilmesi gibi hususlar, yeni yatırımları teşvik edecek mahiyette. Boydak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hacı Boydak: Ustalık dönemine yakışır bir teşvik sistemi olmuş.

TEfiV‹⁄‹N FATURASI SORUNU 2012’de yürürlüğe girecek teşvik paketinde en dikkat çekici unsur, sermayenin karlılığındaki engel olarak görülen emeğin kazanımlarının kamu kaynaklarıyla karşılanması. Devlet sermayeden almaktan vazgeçeceği sosyal güvenlik primi ve vergilerin yerine kamu bütçesini sağlam tutmak için gözünü emekçilerin bütçesine dikecek. Kamusal hizmetlerin paralılaştırılmasına daha fazla hız verilecek ki sermayeye daha kolay kaynak aktarılsın. GSS ile öğrencileri bile prim ödemek zorunda bırakan ve her kutu ilaçtan reçeteye yazıldığı için para alan devlet, sermayedardan sosyal güvenlik primi 10 yıl boyunca almayacak. Tüm bunlar AKP’nin ekonomi politikasının emniyet sibobu olan bütçe dengesini sarsacak. AKP artan harcamaları yeni vergilerle ve var olan vergilerin artırılmasıyla halka ödetecek. Yatırım yeri garantisi için “acele kamulaştırma” silahı kullanılıp halkın yerinden yurdundan edilmesine de şaşırmamak gerekiyor. Sermayeyi büyük oranda mutlu eden paket karşısında CHP ve MHP’nin de ezberi bozulmuş durumda. Paketi teknik olarak eleştirip “şu sektörler yok” ya da “enerji sektörü az desteklenmiş” noktasına takılmış durumdalar. Sermaye içi sorun çıkmayınca, düzen içi muhalefetten de çıt çıkmıyor. Teşvik paketinin faturasının emekçiye çıkartılmasına direnmek ise yine sokağa kalıyor.

Sendikalar düzenin eli kolu mu olacak? ağlık-Sen Alanya Şube Başkanı Süleyman Karaman, sağlık çalışanlarının hizmet verdikleri sağlık kurumlarının yönetimi hakkında yeterli eğitim ve donanıma sahip olarak kurumun daha kaliteli ve verimli hizmet sunmasını amaçladıklarını söyledi.” “Bu protokol, Sağlık-Sen Antalya Şubesi ile Beykent Üniversitesi Rektörlüğü arasında düzenlenmiştir” “Protokolün konusu Sağlık-Sen Antalya Şubesi üyelerinin Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde “ Hastane ve Sağlık Kurumları Yönetimi” Yüksek Lisans programında eğitim görmeleri hususundadır.” “Yüksek Lisans programına katılacak her aday öğrenci Sendika aracılığıyla belgelerini üniversiteye teslim eder.” Yukarıda yer alan alıntıları okuyunca “ne var bunda” diye düşünebiliriz. Bir sendikanın üyelerine bazı imkanlar sunmasının, hele hele onları işçilikten kurtararak mesleklerini yönetici olarak yapmalarını sağlamasının ne zararı var?... Diğer taraftan sendika ne işe yarar, diye düşünerek bu sorulara cevap arayalım. Sendikanın görevi nedir? Üyelerinin hak ve hukuklarını koruTufan mak ve geliştirmek. Bunu kiSertlek me karşı yapacak? İşverene karşı. İşveren işyerindeki varlıDev Sa¤l›k-‹fl ğını yani yönetimini, denetimiYönetim Kurulu ni kimin vasıtasıyla yapar? Üyesi Eğer küçük ölçekli bir işletmeden bahsetmiyorsak yöneticileri aracılığıyla ki sağlık işletmeleri giderek büyük ölçekli yerli-yabancı sermayenin faaliyet gösterdiği bir sektör oluyor… Peki bir sendika niye işverenin vekilliğini yapacak kadrolar yetiştirmek için özel bir çaba içerisine girer. Sağlık Sen’in Alanya Şube başkanı bunu açıkça söylemiş: “Sağlıkta Dönüşüm Programı’na destek vermek istiyoruz.” Sana ne kardeşim, devletimiz veya sermayemiz hastanelere yönetici yetiştirme konusunda bir acze mi düştü? Hani sendikaların temel özelliklerinden biri devletten ve sermayeden bağımsız olmaktı? Burada önemli olan bir sendikanın hükümetin bir uygulamasını desteklemesi değil, hükümetin programına kadro yetiştiren organik bir ilişki içine girmesi. AKP sendikaları, bırakın devletten bağımsız olmayı, hükümetten bile bağımsız olamıyor. Bu önemli bir ilkedir; çünkü eğer bir sendika bu iki unsurla arasına mesafe koymazsa bunlardan üyelerine gelecek zararlara, hak ihlallerine karşı üyelerini korumakta acze düşer. Bu eşyanın doğası gereği böyledir. Kuşkusuz hal böyle olunca AKP sendikalarının işçi-kamu çalışanı haklarını korumak gibi bir işlevi olmadığını esas amacının iktidara kitle tabanı sağlamak ve işçi muhalefetini hareket edemez hale getirmek olduğu akla geliyor. Türk-İş kuruluş amacı gereği “partiler üstü, siyaset üstü” lafzıyla kendi misyonunu belirlerken esas olarak kendisini kapitalizmin ve devletinin sendikası olarak tarif ediyordu. AKP sendikaları ise doğrudan kendisini siyasi iktidarın ve onun düzeninin sendikası olarak tarif ederek faşizmin korporatist sendikal anlayışını temsil ediyor. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın yöneticilerinin sendikaların seçtiği insanlardan oluşması, faşist düzenin çok temel özelliklerinden biri olan bütün kurum ve kuruluşların devletin eli kolu olarak faaliyet göstermesi ilkesinden kaynaklanıyor. AKP sadece iktidarını sağlamlaştırmak için yargı, YÖK, emniyet gibi devlet kurumlarını ele geçirmekle kalmıyor. Çok ince yapılmış planlarla olası muhalefet dinamiklerini de köreltmek için uzun vadeli programlar uyguluyor. Sendikaları kendi iktidarının bir parçası yapmak için bugüne kadar izlediği yol bunu gösteriyor. Kendisine muhalif sendikal yapıları bir bir tasfiye ederek Memur-Sen’i bir numaralı sendika haline getirdi. İşçi alanında da Türk-İş’in altını oymaya devam ediyor. Bu sürecin sonunda iktidarın eli kolu olmuş bir sendikal yapının oluşması bekleniyor. Kuşkusuz işçi mücadelesinde evdeki hesabın çarşıya uymadığını çok iyi biliyoruz. 1950’li yıllarda da devletimiz Türk-İş’i kurarak olası bir işçi muhalefetini önlemek istemişti ama 60’lı yıllardaki işçi dalgasının önünde duramamıştı. Her gün bir iş cinayetinin yaşandığı AKP iktidarını da başka bir son beklemiyor…

“S

AKP’NİN SUKUK MERAKI Ekonomide dışa açıklığın hızla artmasıyla finansal işlemlerin ekonomideki gücü ve belirleyiciliği de artıyor. Ancak finansal işlemlerin can damarı olan faiz ve finansal kazançlar “İslami bankacılık” adıyla “şeriat’a” uygun olarak yürütüldüğü iddia edilen bankacılığa ters geliyor. İşte, bu noktada AKP’nin imdadına “sukuk” yetişiyor. Finansal işlemlerden alınan faiz yerine kira geliri, mülkiyet kullanım bedeli kullanılıyor ve işlemler şeriatın kılıfına sığdırılıyor. Oysa sukuk ya da başka bir adla yapılan finansal işlemde dönemler boyunca ödenen paralar, eninde sonunda para yatırılan finansal aracın getirisidir. Dolayısıyla bunun adını ne koyarsa koysunlar işin özü aynı: Paradan para kazanılıyor, ister faiz densin ister sukuk.


10

KİBELE 19 Nisan 2012 / 2 May›s 2012

Halk›n Sesi

1 May›s’a, Karanl›¤a meydan okumaya, en öne! ahar sadece doğanın yeniden uyanışı nedeniyle değil, emeğin biricik günü olan 1 Mayıs’ın yaklaşması nedeniyle de canlandırır umudumuzu. 1 Mayıs günü basit bir ritüel değil, ezilenlerin bir olup siyasi iktidara meydan okudukları büyük gündür. Ezilenlerin başlarını kaldırdıkları, yüzlerini iktidara döndükleri gündür. Kadın cinayetlerinin kat be kat arttığı, siyasi iktidarın bu cinayetleri durdurmak bir yana kadına dönük şiddetin artmasına yol açacak yasal ve toplumsal düzenlemeleri hayata geçirdiği, kadın ve çocuk emeğine dönük sermaye saldırganlığının pik yaptığı, kadınları ve çocukları merkezine alan kirli savaş saldırganlığının arttığı bu yıl, 1 Mayıs alanları özellikle kadın düşmanlığı tescillenmiş neo liberal gerici iktidara karşı kadınların başkaldırısıyla taçlanmalıdır. Türkiye’nin her yerinde, meydan okuyanların kadın yarısı en öne! “Kocan olmadan, baban olmadan, abin olmadan, başında erkek olmadan asla” denilerek kapatılan sokakları, dar edilen hayatlarımızı geri almak için en öne! Kreş hakkımız için belediye kapılarını aşındırışımız gibi; sığınak talebimizi, sosyal güvence talebimizi her yerde Selcan hep birlikte dile getirirkenki Ad›yaman inadımızla… Ayşe Paşalı’nın, Gülay Kartal Armağan’ın, Güldünya’nın, Halkevi Özlem’in, annemizin, büyükannemizin, senin ve benim vücudumuzdaki ve ruhumuzdaki tüm yaraları sararak en öne! Haksız tahrik indirimlerine, erkek egemen yargı kararlarına karşı erkeği aklayan, kadını şiddet gördüğü eve geri gönderen adliyelerin önüne yürür gibi, başbakana “eşit değilsiniz dedikçe öldürülüyoruz” derkenki direncimizle… Hastanelerde, okullarda, atölyelerde, fabrikalarda hep önde emeğe sahip çıkan kadın işçilerin bilinciyle en öne! Güllü Hanoğlu’nun Gül bahçesine gider gibi, Tekel çadırlarında Ankara’nın soğuğuna karşı yaktığımız ateşin umuduyla.... Karadeniz’de dere başlarında, Ankara’da Vadi’de sopa tutan nasırlı ellerin kulak çınlatan o sesleriyle en öne! Ellerimizde limonlarımızla Meclis’in Dikmen kapısına yürür gibi meydan okuyarak… Dolup dolup boşalan hapishanelerde özgürlüğü itinayla büyüten kız kardeşlerimizin direnciyle en öne! Gazeteci Zeynep’i ziyarete gider gibi, Hopa tutuklusu Demet’i hapishaneden çıkarıp almaya gider gibi heyecanla... 4+4+4 ve benzeri yasalarla bilimin kapıları üzerlerine kapatılıp yatak odalarına kilitlenen, iki örgüsü iki omuz başında kızlarımızın ellerinden tutarak en öne! Ankara’ya yürür gibi inatla... Çocuk işçiliğin yaş sınırını düşürüp, çocuk emeğini sermayenin talanına açanlara karşı çocuklarımızın ellerine oyuncaklarını verip en öne! Pozantı’da tecavüz saldırısına maruz kalan, Uludere’de altına saklandığı katırı delip geçen bombayla ölen kara gözlü oğullarımızı koynumuza sokarak en öne! Roboski’ye çocuklarımızı korumaya gider gibi cesaretle… Elbet gerçek olacak o büyük günde; kadınların ve erkeklerin eşit ve özgür oldukları o büyük günde, artık sadece çocukların sevinç çığlıklarının yankılanacağı sokaklarda yürürken, eşit ve özgür bir hayatın inşası sürecinde hep en önde olmuş olmanın onurun yüzümüzdeki tebessümüyle en öne! Yaşasın 1 Mayıs!

B

Kadınlar HSYK’dan şikayetçi HSYK, kadına yönelik basit yaralamaların soruşturulmasının şikayete bağlı olmasını istedi. Kurum, iş yükünü azaltmak için önerisini savunurken, Türkiye’de üç kadından biri şiddet görüyor ve zaten yüzde 92’si şiddet için şikayetçi olmuyor. Şikayetçi olan kadınlar bu yüzden yine şiddet görüyor, öldürülüyor

H

akimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), Yargıda Durum Analizleri Toplantıları’nı raporlaştırdı. Rapor, HSYK’nın yeni bir kadın düşmanı önerisini içeriyor. HSYK, aile içi şiddet olaylarında ‘basit yaralama’ suçlarında şikayet olmasa da şikayet geri çekilse bile ceza verileceğine ilişkin TCK düzenlemesinin, yasadan çıkarılmasını istiyor. Kurum, kadına yönelik şiddet olaylarının kovuşturulmasının şikayete bağlı olmasını talep ediyor. Ancak HSYK’nın önerisi kadınların mağduriyetini katlayacak nitelikte çünkü Türkiye’de her üç kadından biri şiddet görüyor. Mor Çatı’nın verilerine göre, sığınma evi için başvuru yapan bir çok kadın, hukuki süreçler sırasında dahi öldürülüyor. 2006’da Cinsel Tıp Derneği'nin 1000 kadın üzerinde yaptığı araştırmaya göre kadınların yüzde 40’ı cinsel şiddete maruz kalıyor. Uğradığı şiddeti şikayet edenlerin oranıysa yüzde 27. 2008’de Kadınlara Hukuki Destek Merkezi’nin mahkemelerin verdiği koru-

Halkevci kad›nlar, geçen y›l HSYK toplant›lar›nda dile getirilen kad›n düflman› önerilerini protesto etmiflti. ma kararlarıyla ilgili araştırmasına göre, şiddetle ilgili 2019 başvurunun 1404’ü savcılarca yapıldı. Şiddet gören yalnızca 614 kadın şikayetçi oldu. 2011’de Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu’nca hazırlanan

‘Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet’ raporuna göre, kadınların yüzde 92’si şiddetle ilgili şikayetçi olmuyor. Şiddet gören kadınların yüzde 4’ü şikayet hakkını kullanırken, sığınma evi, belediye, SHÇEK’e başvuranların oranı yüzde 1.

HSYK’ya gelince; kurum, önerisine gerekçe olarak, mevcut uygulamanın toplumsal barışın ve aile bütünlüğünün zedelenmesine neden olduğunu iddia etti. Raporda geçirilen şu ifadelerle öneri açıklandı: “Kasten yaralamanın,

basit tıbbi müdahaleyle giderilebilir nitelikte olmasına ve tarafların barışmalarına rağmen kamu davasının devam ediyor olması, toplumsal barışı zedelediği gibi aile bütünlüğüne de zarar verici hale gelebilmektedir. Tarafların

barışmaları ya da uzlaşmaya varmaları durumunda toplumsal barış sağlanacak, aile bütünlüğü de zedelenmeyecektir. Aynı zamanda, bu neviden suçlar hakkında şikayet yokluğu, şikayetten vazgeçme ya da uzlaşma sebebiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair kararların verilebilecek olması sebebiyle yargıda iş yükü de azalmış olacaktır.” HSYK toplantılarında geçtiğimiz yıl da yargının iş yükünü azaltmak için tecavüze uğrayan kadının tecavüzcüsüyle evlenmesi, böylelikle davaların kapatılması maddesinin geri çağrılması tartışılmıştı. Aynı toplantıda 15 yaşından küçüklere karşı rızaen cinsel ilişki suçlarının cezalarının düşürülmesi de konu edilmişti. 6 ay önce, ekim ayında yine HSYK tarafından yayımlanan bir genelgede, hakim ve savcılar, aile içi şiddetin şikayete bağlı olmamasıyla ilgili maddenin hassasiyetle ele alınmasına çağrılmıştı. 6 ay sonra, tam tersinin raporlarla kayda geçmesi, HSYK’nın samimiyetiyle ilgili soru işaretleri yaratıyor.

Ev işçileri bu kez ILO’da TÜRKAN KARAKUfi

İ

mece Kadın Sendikası Girişimi, ev işçiliğinin iş yasası kapsamına alınması ve Uluslararası Çalışma Örgütü İLO'nun ev işçilerini kapsayan 189 nolu İnsanca Yaşam Sözleşmesi'nin hükümet tarafından imzalanması talepleriyle ILO Türkiye Temsilciliği'yle görüştü. İMECE’den Serpil Kemalbay görüşmeyi Halkın Sesi gazetesine anlattı. Kemalbay, görüşmede, ev işçisi kadınların can güvenliği ve iş güvenliği ilgili yaşadıkları sorunlarla ilgili bilgiler verdiklerini söyledi. UMUT VER‹C‹ ADIMLAR Kemalbay, ILO temsilcilerinin 189 nolu sözleşmenin kabulü için işverenleri ve hükümeti ikna etmenin zor olduğunu söylediğini ama bu adımı önemli bir gelişme olarak gördüklerini aktardı. Ev içi alanın mevcut

yasalar kapsamında görülmediğini söyleyen Kemalbay, iş yaşamının ve çalışma yasalarının fabrika tipi üretim alanlarına dönük hazırlandığını söyledi. Kemalbay, bu alanın güvencesiz ve dışarıda kalmasının da bu zorluklardan kaynaklandığına dikkat çekti. Kemalbay, ILO temsilcilerinin kendilerine mevcut yasaya ek yapma ya da yeni bir yasa için tarafları biraraya getirme önerisinde bulunduğunu söyledi. MÜCADELE SÜRÜYOR Hükümetin ev içi hizmet üretiminde yaşanan sorunları ötelediğini söyleyen Kemalbay, kadınların iş güvenliği, can güvenliği, meslek hastalıkları ve cinsel şiddet gibi bir dizi sorunla karşı karşıya olduklarını belirtti. Kemalbay, yüzbinlerce ev işçisi kadının bu koşullarda çalıştığına, bu alanın tanımlanması ve yaşanan sorunlara çözüm üretilmesi gerektiğine dikkat çekti.

Kemalbay ev işçisi kadınların hukuki kazanımlarının da baskı unsuru oluşturduğunu ifade etti. Kemalbay son olarak kampanyalarını hatırlattı. İMECE, İstanbul Maltepe’de çalıştığı evin üçüncü katından düşerek hayatını kaybeden Fatıma Aldal ve Antalya’da benzer bir olay sonucu yüzde 90 iş göremez raporu olan Minire İnal için kampanya yürütüyor. Fatıma Aldal davasının 30 Mayıs’ta Kartal Adliyesi’nde görülecek duruşmasında işverenin yakalama kararıyla geleceğini söyleyen Kemalbay, yine 10 yıl önce aynı evde üçüncü kattan düşen ev işçisi kadının tanıklık edeceğini belirtti. Ev işçisi kadınların can güvenliği, sosyal hakları, iş güvenliği için ve ayrımcılığa karşı mücadele ettiğini belirten Kemalbay, mücadelenin meyvelerini vermeye başladığını şöyle özetliyor: “Ev işçisi kadınlar kendine işçi demezken şimdi işçi olduğunu söylüyor.”

Tecavüzcülerin avukatına protesto Fethiye davası sanık avukatı ve Muğla Barosu Başkanı Ankaralı kadınlardan sonra İzmir Kadın Platformu tarafından protesto edildi. 27 Nisan’daki duruşma yine kadınların katılımıyla olacak

17. ‹zmir Kitap Fuar›’nda 15 Nisan’da, 68’liler Birli¤i Vakf›, ‘‹damlar›n 40. Y›l›nda Arkadafllar› Denizleri Anlat›yor’ paneli düzenledi. ‹zmir Kad›n Platformu, panele konuflmac› olarak kat›lan Mu¤la Baro Baflkan› Mustafa ‹lker Gürkan’›, Fethiye davas› san›k avukat› olmas› nedeniyle protesto etti. Gürkan, 2007 y›l›nda Fethiye’de gerçekleflen toplu tecavüz olay›yla ilgili görülen davada

tecavüzcülerin avukatl›¤›n› yap›yor. ‹zmir Kad›n Platformu bu nedenle panelin yap›ld›¤› salona gelerek, Gürkan’›n konuflmaya bafllamas›yla “Tecavüzü savunmak, tecavüze ortak olmakt›r” pankart› açt›. Platform ad›na konuflan Aycan Tekin, salona yönelerek “Bu flahs›n kim oldu¤unu biliyor musunuz?” diye sordu. Tekin Baro Baflkan›n› tan›tarak “Biz kad›nlar bu adam›n buradan konuflmas›n› reddedi-

yoruz. O, Deniz’in, Mahir’in, Yusuf’un, Hüseyin’in yaflam hakk› ellerinden al›nm›flken, devrimci harekete b›rakt›¤› miras› kirleten bir flah›st›r. Herkesi buray› terk etmeye ve Denizlerin miras›na sahip ç›kmaya davet ediyoruz. Biz Fethiye davas›n›n takipçisi kad›nlar olarak salonu terk ediyoruz” diye konufltu. Kendisinin tecavüzcülerin avukat› oldu¤u belirtilince Gürkan “Yalan söylüyorsunuz” diye ç›k›flt›. Kendisini “Bu davada savc›l›k san›klar›n beraatini talep etmifltir. Hiçbir delil yoktur” diye savunan Gürkan, kad›nlar›n alk›fl ve ›sl›klarla yapt›klar› protestosuyla karfl›laflt›. Platform üyesi kad›nlar salonu terkederken Gürkan’›n hakaretlerine maruz kald›. Platform salon d›fl›nda bir bas›n aç›klamas› yapt›. Aç›klamay› yapan Aycan Tekin, “Biz, de¤erlerimizin bu insanlar taraf›ndan kirletilmesini istemiyoruz. Bizler ne tecavüzcülerin yan›nday›z ne de tecavüzcülerin devrimden bahsetmelerinden yanay›z. Bu insanlar› protesto ediyoruz ve etmeye devam edece¤iz” diye konufltu.

Yarınları kurmak için K

adın Emeği Kolektifi üyeleri 13-15 Nisan tarihlerinde “Biz Kadınlar Tartışıyoruz, Yarınımızı Kuruyoruz” başlığıyla bir konferans gerçekleştirdi.15 ilden kadınların katılımıyla düzenlenen konferansta kadın emeği, sendikal örgütlenme, militarizm ve bir dizi kadın sorunun tartışıldı. Konferans, ev emekçisi Cemile Zübari’nin yaptığı açılış konuşması ile başladı. Zübari, konuşmasında “2008 yılından bu yana Kadın Emeği Kolektifi ile çalışma yürüten kadınlar olarak, kadınlara dayatılan tüm ötekileştirme, sömürü ve şiddet politikalarına inat bir arada olduk-

larını ve kadınların isyanını haykırmak, hayatı anlamak, yorumlamak ve değiştirmek için bu konferansı örgütlediklerini” ifade etti. Konferansa konuk olarak katılan Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Melda Yaman Öztürk "Ataerkil Kapitalist Toplumda Cinsiyete Dayalı İşbölümü", Marmara Üniversitesi Çalışma Ekonomisi Bölümü Doktora öğrencisi Sidar Çınar “Tarımda Kadın İşgücü - Mevsimlik İşçiler” başlıkları altında birer sunum gerçekleştirdi.


YÜZ YÜZE

11

19 Nisan 2012 / 2 May›s 2012

Halk›n Sesi

Bu ülkede günde dört işçi ölüyor ‹fi

Nisanın ilk on beş gününde en az 49 işçi iş kazaları sonucu hayatını kaybetti. Madenler, tersaneler, inşaatlar, fabrikalar, karayolları, hidroelektrik santralleri işçilere mezar oldu. Basına yansıyan kazalar karşısında ‘kader’ diyen AKP’li yetkililer, ‘işçilerin eğitimsizliği’ veya ‘ihmal’ diyen valiler, işverenler oldu. İşçi aileleri çoğu zaman verilen kan paralarıyla ikna edilmeye çalışıldı ancak ‘başkaları da

KAZALARININ

SEBEB‹

ölmesin’ diyerek yola çıkan aileler, kazaların kader olmadığını ısrarla anlatan akademisyenler ve sendikacılar da oldu. Bu ısrarın sonucunda kurulan İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, kazaların ve meslek hastalıklarının üzerine gidiyor. İş kazaları ve meslek hastalıkları ile ilgili meclis üyelerinden, Tuzla konusundaki çalışmalarından tanıdığımız Aslı Odman’la konuştuk.

E⁄‹T‹MS‹ZL‹K

M‹,

KADER

M‹?

Kapitalist iş hasta ediyor, öldürüyor

K

apitalizm yarattığı sorunlardan bir piyasa da yaratmayı beceriyor: “İş kazalarına karşı şirketler eğitim hizmeti sunsun, kalanı da takdiri ilahi”

Türkiye’de iş kazaların bugünlerde oldukça öne çıkmasını nasıl açıklayabiliriz? Birincisi iş kazaları artıyor, ikinci daha görünür hale geliyor. Niye artıyor? Türkiye kapitalizmine bakarak bunun yanıtını verebiliriz. Sermaye birikimi yoğunlaşıyor, Türkiye’de sermaye grupları daha fazla, daha yoğun bir biçimde üretiyorlar. Yani hem iş hacmi büyüyor hem de iş yoğunlaştırması dediğimiz mesele var. Örneğin inşaat sanayine büyük sermayeler girdi, gemi inşaat sektörü diye bir şey yoktu. Hem yeni sektörler hem de sektörlerin niteliğini değiştiren ölçekte sermayeler girdi. Bu da tabii ki daha fazla işçi ve karlılaştırma, verimlileştirme için daha profesyonel bir kapitalist yönetim getirdi. Ve sürekli önlerini açan bir rejim var. Yoğunlaşma dediğimiz tamamen güvencesizleştirmenin kırdığı zincirler içerisinde olabiliyor. Güvence yoğunlaştırmayı engelleyen bir şey, zira işçi “yapmıyorum, ben dün böyle çalışmıyordum, bugün de çalışmıyorum” diyebilir. İşin yoğunlaşmasını fark edebilmek için de bir işyeri belleği lazım. Orada uzun süre çalışıyor olman lazım. Güvencesizleştirme başta bunu ortadan kaldırıyor. Türkiye’de 2003 senesinde 4857 çıktı, şimdi ulusal istihdam stratejisi ile geçici işçilik, ödünç işçilik gelirse, istihdam büroları profesyonelleşirse gerçekten düşünmek istemiyorum. Kısacası bu durum doğal bir afet değil. Kapitalist iş zemininde, bir seçim olarak ortaya çıkıyor. İkincisi de bu iş artık kadın meselesinde, Kürt meselesinde olduğu gibi ismi koyulmadan halı altına süpürülemeyecek bir konu haline geldi. Siyasi iktidarların tepkisi “madem bunu halının altına süpüremiyoruz, o zaman biz kendi dikte ettiğimiz kavramlarımızla bu konuyu ele alalım” oluyor. İktidarın kavramlarını örneklerle biraz açabilir miyiz… İktidar çok mahir bir şekilde bunları formüle ediyor. İş kazası meselesi bireylerin kişisel riski olarak ele alınıyor. Mesela, bireysel olarak işçi baret takmadı, bireysel olarak işçi eğitimsiz… Yani mağduriyetinden mağdurları sorumlu tutan bir söylem öne çıkıyor. Hiçbir şekilde kolektif bir kategori kurulmuyor. Bu esasında dünyada pek çok neoliberal rejimde gördüğümüz “risklerin bireyselleştirilmesi” söylemi. Köşeyi dönme de bireyseldir, 6 tonun kafana inmesi de bireysel bir sorundur. Halbuki iş kazası dediğin şey kolektif bir süreç. Pek çok insanın entegre olduğu, bütünsel bir süreçte, üretim sürecinde oluyor. Bireyselleştirme sonucu ne gibi çözüm önerileri geliyor: “Biz bu işi şirketlere ihale edelim, bu şirketler vasıtasıyla eğitim verelim”. Ayrıca Türkiye’de bu neoliberal rejim, muhafazakar bir neoliberal rejim. Orada da dini söylemin, kader, takdiri ilahi, tevekkül gibi pasifleştirici olan kavramları var. Doğa ile Allah arasında insanın müdahale edemeyeceği, bir seçim olmayan, politik olmayan bir alanmış gibi de sunulması söz konusu. Kısacası “şirketler eliyle eğitim hizmeti sunulsun, kalanı da takdiri

Ö

lümüne çalışma ile karşı karşıyayız. Kimse hasta olmadan ve ölmeden üretebiliriz. Bu mümkün ve bundan daha meşru bir şey olamaz nundan kaynaklanan zamana yayılmış meslek hastalıkları, üçüncüsü de psiko sosyal riskler dediğimiz, ülkemizde “stresle başetmenin yolları” gibi kişisel gelişim kitaplarıyla gündeme gelen riskler var. Örneğin mobbing bir araz değil bir çalıştırma usülü aslında. Örneğin Fransa’da eski bir kamu kurumu olan telekomünikasyon şirketinde özelleştirmenin ardından sistem yeniden yapılandırılıyor ve 20082011 arasında 40’a yakın çalışan, ki bunlar beyaz yakalı ve üst düzey çalışanlar, çoğu işyerinde olmak üzere intihar ediyor. Önemli bir kısmı da intiharlarını işyeri koşullarına bağlayacak mektuplar bırakıyorlar. Bir seçim yapılıyor. Kapitalist işin bu şekilde örgütlenmesi, kararların daha tekelci biçimde yukarıdan dayatılması nedeniyle insanlar ölüme, sakatlığa ve altından kalkamayacakları yüklere sürükleniyorlar.

Asl› Odman ilahi”. İşçi sağlığı ve iş vüvenliği alanında öngürülen değişikliklerle murat edilen ne? İşlese de işlemese de kamusal bir tanımı vardı bu alanın. Şimdi burası işçi sağlığı ve iş güvenliği hizmeti veren şirketlere geniş bir yatırım alanı olacak. TMMOB ve TTB gibi bu işi kamu kurumu olarak yapan, hizmetleri veren, sertifikaları veren kurumların güçleri ellerinden alınıyor, şirketlere aktarılıyor. Kapitalizmin acımasız yanı bu: Bir politika seçimi olarak yarattığı sorunlardan bir piyasa da yaratmayı beceriyor. Çevrede, tarımda vs. de bunu görüyoruz ve kapitalizmi en dinamik kılan şeylerden biri bu. Çalışma Bakanı Esenyurt’ta 11 işçinin öldüğü yangının ardından “mevuzat eksik”demişti. Bahsettiği mevzuat bu tabii ki… Bu konuda sorunun nedenini mevzuat eksikliğine bağlayamayız. İşverenin işçi sağlığı ve iş güveniğinden sorumlu olduğunu, buna yatırım yapmak zorunda olduğunu söyleyen 1930 Umumu Hıfzısıhha Kanunu’dan, Türkiye hukukunun parçası haline gelmiş Avrupa Birliği direktifine kadar, Yapı İşleri Yönetmeliği’ne kadar bir dizi mevzuat var. Ama meselenin esası mevzuat değil fiiliyat. Fiiliyat da güç ilişkilerinin ve sınıfsal ilişkilerin alanı.

Neoliberal rejimde köşeyi dönme de bireyseldir, 6 tonun kafana inmesi de bireysel bir sorundur Hızla büyüyen sektörlerde iş kazalarının yoğunlaştığını söyleyebilir miyiz? Büyüme ile, yani sermaye birikiminin derinleşmesi ve saçılması ile iş kazalarının ve meslek hastalıklarının artması arasında bir ilişki olması lazım. Tuzla’da çok açıktı bu. Tuzla’nın başlangıcı 1980’lerin sonu 1990’ların başıdır. Tuzla daha önce bir sayfiye yeriydi. Patlamasını 2000’lerin başında yaşadı ve en hızlı yükseldiği dönemde de, 2008 senesinde 26 işçi öldü. Sonra kriz geldi, istihdam sayıları düştü, yapısal olarak nedenleri ortadan kalkmamasına rağmen kazalar azaldı. Şu anda Türkiye’de en hızlı büyüyen sektör, inşaat. En fazla çalışan sayısı inşaat sanayinde olmamasına rağmen en fazla ölüm inşaat işkolunda oluyor. Eksikli ve-

riler de olsa elimizdeki bir eğilimi görebiliyoruz. İnşaatlar yaygın, kayıtsız çalışanlar çok. Bu alanda veri anlamında ciddi eksiklikler var. Örneğin biz sanayi havzalarında adliyelere gidip şüpheli ölümleri incelesek acaba onların içerisinde ne kadarı mesai saatleri içerisinde ve iş sürecine bağlı olmuş olabilir? Şu anda günde dört işçi ölüyor gibi bir resmi rakam var elimizde. Bir de genelde gözden kaçan meslek hastalıkları var.. Bir insan iş kazasından öldüğünde üçüncü sayfa haberlerinden öğrenebiliyoruz ama mesela akciğer kanserinden ölmesi bir haber değeri taşımıyor. O işçinin Yalova’da asbest kullanan bir eternet fabrikasında çalıştığı için akciğer kanseri olup öldüğü, diş teknisyeninin havalandırılmamış odalarda çalıştığı zaman slikozizden öldüğü ortaya çıkınca bu haber olabiliyor. Meslek hastalıkları kayıt altına alınmadığı için dokunamadığımız bir alan. Asbest meselesi var, kanserojen siyanürün kullandığı altın madenciliği var, kot taşlama, diş tozlarıyla gündeme gelen slikoziz var gündeme gelen. Yani Türkiye’de kanserden öldü dediklerimizin yüzde kaçının meslek hastalığından öldüğünü bilmiyoruz. Aslında işçi sağlığı ve iş güvenliği meselesinin üç boyutu var. Birincisi iş kazaları. ikincisi iş organizasyo-

Yani işte, bir ölüm kavgası mı var… Türkiye’de çalışırken savaşırkenkinden fazla insan ölüyor. Daha doğrusu savaşta da barışta da insan ölüyor. İkisi birbirini tamamlıyor. Fransa’daki sosyal bilimcilerin üzerinde hemen hemen uzlaştığı bir tez var: Artık psikolojik olarak, fiziksel olarak “ölümüne çalışmak” denilen bir durumla karşı karşıyayız. İşin yoğunlaştırılmasının, sendikaların gücünün geriye gitmesinin etkileri bunlar. Sendikanın işi yavaşlatan bir etkisi vardır ancak bugünün kapitalizminde böyle bir şeye yer yok. Çok hızlandı. Yoğunlaşma, ısınma meselesi insanı yakıyor. Yani kapitali yakmıyor, makine yanmaz. Ama insan yanar. Çok daha yoğun, çok daha saçılmış çok daha tekelleştirilmiş karar mercileriyle, sermayeyle karşı karşıyayız. Bunlar çok daha kolay insan unusurunu silerek, çok daha güzel mekanizmalar kuruyorlar kendi açılarından. Ama biz çok değişmedik yıllardır. Antropolojik olarak mağara insanından çok bir farkımız yok ve psikolojik ve fizyolojik bir limitimiz olduğuna inanıyorum. Bu sınırları hatırlatınca bize “çok hayalcisiniz, böyle olamaz, kapitalizm dinamik olmaz, teknolojik gelişme olmaz” diyebilirler. Biz de şunu diyelim: Bugün vardığımız teknolojik ve sosyal organizasyon kabiliyetleriyle kimse hasta olmadan, yaralanmadan ve ölmeden biz üretebiliriz. Bu mümkün ve bundan daha meşru bir şey olamaz.

İş kazalarında ölenler 28 Nisan’da anılacak 28 Nisan Uluslararası İş Kazalarında Ölenleri Anma ve Kalanlar için mücade günü hakkında bilgi verir misiniz? Biz bunu kısa bir şekilde “yas günü” olarak adlandırıyoruz. Bu gün, sendikaların yüklenmesiyle devletlere kabul ettirilen, kabul ettirilemeyen yerlerde sendikal ağlar ve işçi aileleri tarafından düzenlenen bir gün. İş kazalarının ve meslek hastalıklarının önlenebilir olduğuna dikkat çeken, çalışırken neden hastalandığımıza, yaralandığımıza ve öldüğümüze dikkat çeken bir gün bu. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin şu an önüne koyduğu mütevazi hedef şu: bu işin doğal olmadığını ve ciddi bir boyutta olduğunu göstermek. Bunun için de böylesi bir gün bir vesiledir diye düşündük.

Bunun için de bence en önemli odak, yakınlarını kaybeden, sakat kalan işçilerini aileleri… Dünyada da pek çok yerde işçi sağlığı ve iş güvenliği alanındaki en önemli motor güç aileler. Değişik iş kazaları, meslek hastalıkları mağdurları birbirlerini buluyorlar. Çünkü çok ortak süreçlerden geçiyorlar. Birincisi, ceza davasına müdahil olmak gerekiyor. Bu işin müeyyidesini yalnızca özel hukuk alanındaki tazminat olmaktan çıkarıp, kamu hukuku, ceza hukuku alanına “bu bir çalışma suçudur” diye taşımak gerekiyor. İnsan daha önce bu yoldan geçmiş, benzer acıları çekmiş birilerini buluyor ve bu çok büyük bir güç oluşturuyor. Oldukça politik söylemler de eylemler de bu birliktelik-

Kar için öldürmeyi durdurun

Her işyerinde yangın var İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin amaçlarını biraz özetler misiniz? İş kazası ve meslek hastalıkları meselesine emek yönünden, doğallaştırmadan ve bütünsel bakan, ve herkes gibi bu çalışma koşullarına maruz kalan insanların sürdürdüğü bir çalışma bu. Güvenilir, güncel, emek perspektifinden bilgi üretmeye çabalıyoruz. Burada müdahil bilgi üretme sürecine ihtiyacımız var. Ayrıca işçi ailelerinin uzmanlarla, onların sendikalarla, işçi örgütleriyle buluşması gerekiyor. Yangın var, güneş balçıkla sıvanmaz, çalışmak öldürüyor, sağlığımızı kaybediyoruz, bu bir seçimdir, engellenebilir, bunu yapmak zorunda değiliz demek için bu koordinasyonu sürdürüyoruz. Her gün güncellenen yanginkulesi.org isimli web sitesi ve aylık bir bülten var. Bireyselkurumsal katılımın olabildiği aylık bir meclis toplantısı düzenleniyor. Her ay bir iş koluna odaklı bir basın açıklaması yapıyoruz. Önümüzdeki önemli adım da 28 Nisan’ın Türkiye’de yas günü olarak, ölenleri hatırlama ve kalanlar için mücadele günü olarak gündeme gelmesi ve bunun emek perspektifiyle yapılması.

Ölüme a¤›t yak yaflayanlar için ölümüne savafl

Canımız için birleşelim Sendikaların bu konuya yaklaşımı sizce nasıl? Burada gelelim çuvaldız meselesine… Türkiye’de 200 civarında sendika var desek, konfederasyon düzeyi dahil bir adet işçi sağlığı ve iş güvenliği uzmanı yok. Bazılarında şiltleri olan kapılar var, içeride kimse yok. Dünyaya bakıyorsunuz, bir tek Avrupa’da değil, Hindistan’da, Kanada’da var. Oysa bu o kadar somut bir alan ki. Bunun kazanımı herhangi bir ekonomik kazanımla karşılaştırılamaz. Candan bahsediyoruz. Geri gelmeyen birşeyden bahsediyoruz. Ve o kadar ortaklaştırıcı bir konu ki. Dünyada bir çok yerde başarılı sonuçlar alınmış. Uluslararası şirketlerin 16.5 sene hapis cezası alan genel müdürleri var. Bunların sendikaların, işçi ailelerinin bir araya gelmesiyle olduğunu görüyorsunuz. İşverene 16.5 sene ceza aldıran bir sendikanın örgütlenme gücünü gösterebilecek daha ne olabilir?


12

DOSYA 19 Nisan 2012 / 2 May›s 2012

Halk›n Sesi

A KP’ye ‘acil’ rant la zım gulamaları AKP kentsel dönüşüm uy için son zamanlarda ntemini ‘acele kamulaştırma’ yö , arazisine deniyor. Yoksulların evine yle bizzat Bakanlar Kurulu eli acilen seracilen el koyuyor, onları mayeye devrediyor. ilen daha çok AKP’ye 2023’e kadar ac rant gerekiyor. Peki ‘acele kamulaştırma’ halk için ne anlama geliyor?

Son sürat yıkım, gasp, talan: Acele kamulaştırma İktidar, kentsel dönüşüm telaşında yoksulların barınma hakkına saldırıyor. Evlerini, arazilerini sermayeye peşkeş çekip, yoksulları mülksüzleştiriyor

Halk, yıkım ve sermaye için rant odaklı kentsel dönüşüm değil, yaşanabilir bir çevre, barınma, insanca yaşam hakkını ve kendi kurdukları mahallelerini istiyor

AKP yaşam alanlarına zorla el koyuyor TUBA GÜNEfi

A

KP, kentsel dönüşüm uygulamalarının geldiği son noktada tartışmaları kendi kavramlarına kilitliyor: Başta “acele kamulaştırma” olmak üzere ona hizmet eden “Sürdürülebilir kalkınma”, “kamu yararı”, “stratejik yatırımlar” ve “istihdam.” Ancak kentsel dönüşümü anlatmak için bu kavramlar yetersiz. “Kamu yararı”, “toplum yararı”yla; “sürdürülebilir kalkınma”, “çevre hakkı”, “barınma hakkı” ve “kent hakkı”yla; “stratejik yatırımlar” ve “istihdam”, “acele mülksüzleştirme” ve “zorla el koyma”yla birlikte ele almak gerekiyor. ACELE KAMULAfiTIRMA DE⁄‹L ZORLA EL KOYMA AKP, Ardahan, Kars, Erzurum, Gümüşhane, Erzincan, Sivas, Yozgat, Kırşehir, Kırıkkale, Ankara, Eskişehir, Bilecik, Bursa, Balıkesir, Çanakkale, Tekirdağ, Kırklareli, Malatya, Adıyaman, Urfa, Mardin ve Şırnak illerinden başlayarak “acele kamulaştırma”yla halkın arazilerine el koyuyor ve sermayeye sunuyor. Bakanlar Kurulu, Mardin’de enerji nakil hatlarının yapımı için bazı taşınmazların acele kamulaştırılması için karar aldı. Rize’de İkizdere, Kalkandere, Çevre Yolu, Büyükköy ve Gündoğdu Veliköy yolları üzerinde karayolları için acele kamulaştırma kararı verildi. Kalkandere’de mahkemenin yürütmeyi durdurma kararına rağmen bir yurttaşınacele kamulaştırma ile el konulan arazisine HES regülatörü kuruldu. Diyarbakır’da Organize Sanayi Bölgesi’ne “ulaşımı sağlamak için” 100 bin metrekarelik taşınmaz üzerinde acele kamulaştırma kararı verildi. Trabzon Solaklı’da bazı taşınmazlar için “Rehabilitasyon ve Çevre Düzenlemesi” için acele kamulaştırma kararı alındı.

AKP’nin kentsel dönüflüm projeleri nedeniyle bar›nma haklar›, çevre haklar› gasp edienler kürsüde HEM ACELEC‹ HEM SORGULANAMAZ Resmi Gazete arşivi bunlar gibi onlarca acele kamulaştırma kararıyla doluyor, taşıyor. Acilen el koymaların özellikle direnişle karşılaşılan bölgelerden başlaması tesadüf değil. Çünkü acele kamulaştırma tam da bu işe yarıyor. İşlemin aceleciliği direnişlerin ve itirazların önünü tıkayabilmesini sağlayabiliyor. Bütün idari işlemler gibi kamulaştırmanın da tek yanlı işlem olması yani tek başına işlem yapmasından dolayı, bu kararların alınmasıyla muhatap olması gereken halk, (çoğunlukla gecekondu sahipleri ve köylüler) saf dışı bırakılıyor. Halk cüzi paralarla avutulmaya çalışılıyor. Tek yanlı işlemlerle idareye ve onun sayesinde sermayeye sağlanan kolaylığa “Acele kamulaştırma”

ile bir de acelecilik eklenmiş oluyor. DÜNYA BANKASIYLA ‹fiB‹RL‹⁄‹ “Acele kamulaştırma” aslen olağan durumlar için uygulanan bir yöntem değil. Kamulaştırma Kanunu’nun 27. maddesinde geçirilen ifadeye göre Milli Mükellefiyetler Kanunu’nun sayfalarının açılabileceği “savaş ve seferbelik” durumlarında kullanılması öngörülmüş bir yöntem. Anlaşılan o ki AKP için bu dönem de olağan sayılmaz. Zira “Hedef 2023”. 2013 yılına kadarki süre için hazırlanmış 9. Kalkınma Planı’ndaki hedefler doğrultusunda kentsel dönüşüm projeleri ve HES yatırımları yürütülüyor. Bu projelerin yatırımcısı sağır sultanın

Halk ne İstiyor?

SERMAYE KAR ETS‹N D‹YE, HALK MÜLKSÜZLEfiT‹R‹L‹YOR Yaşam alanlarının sermayeye meta olarak

‘Yeni kamu’ya yarar, halka zarar

A

cele kamulaştırma hukuksuz bir yol, üstelik dayandığı “kamu yararı” kavramı da sıkıntılı. Fakat bir başka önemli soru daha var. Sağlıksız denilen gecekondularda yaşayan halkın AKP’nin kentsel dönüşüm planlarına ihtiyacı var mı? Mersin Akdeniz Belediyesi’nin, sınırları içindeki Çay Mahallesi’nde yaptığı anket çalışması bu soruya önemli ölçüde yanıt veriyor. Çoğunlukla Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve İç Anadolu bölgelerinden göç eden kişilerin yaşadığı mahalle hakkında “yeniden yerleşim” projeleri yürütülmek isteniyor. Belediye bunun halkın ihtiyaçlarına ne derece yanıt verdiğini yaptığı anket sonucu hazırladığı raporla anlatıyor. Anket için görüşülen kadınların neredeyse tamamı ‘ev kadını’, erkeklerin yarısından fazlası serbest meslekle uğraşıyor. Yani Çay Mahallesi sakinlerinin çok büyük bir çoğunluğu hayatlarının büyük bir kısmını mahallelerinde geçiriyor. Ortalama 6’şar kişinin yaşadığı evlerin yüzde 91’inde sahipleri oturuyor ve bu konutların tamamının tapusu bulunuyor. Mahallelinin yaklaşık olarak yarısı 20 yıldan fazla süredir orada yaşıyor. Mahallelinin yüzde 95’i Türkiye’nin başka yerine yerleşmeyi düşünmüyor. Kalan yüzde 5 de ancak akrabalarının olduğu yerlere taşınabileceğini belirtiyor. Mahallelilerin başka bir yere taşınmak istememesinin nedeni de aynı. Görüşülen kişiler, “mahallesine alışmış olması, akrabalarına yakın olması, mahallesini sevmesi, iş yerine yakın olması, komşuluk ilişkilerinin iyi olması, mahallesinin yaşam tarzına ve kültürüne uygun

duyduğu üzere, Dünya Bankası. Kurumun, 1993’te yaptığı “Yeniden yerleşim eylem planı” çerçevesinde Türkiye’de ve dünyada kentsel dönüşüm projeleri hız kazandı. Öyle ki son on yılda baraj ve kentsel dönüşüm nedeniyle dünyada 80-90 milyon kişi yer değiştirmek zorunda bırakıldı. Dünya Bankası Türkiye Ülke Direktörü Martin Raiser, projenin ülkemizde ulaştığı noktadan oldukça memnun olduğunu belirtiyor. AKP, Dünya Bankası’yla yaptığı işbirliğinde başarıyı yakalamış görünüyor. Ancak bu başarının halk için kimi bedelleri var.

sunulması bir “mülksüzleştirme operasyonu.” Halkın arazilerine “zorla el konuluyor.” Bu araziler, sermayenin daha fazla gelir getirecek binalar inşa etmeleri, daha fazla kâr elde etmeleri için yeniden düzenleniyor. Gecekondu sakinleri ufak paralarla tatmin edilmeye çalışılıyor ya da gecekonduları yerine dikilen binalar için borçlandırılıyor. Sistem, böylece mülksüzleştirme yoluyla birikim sağlıyor. Engels’in 1872’de tarif ettiğinin çok benzeri, özgün yanlarıyla birlikte 2012 Türkiye’sinde yaşanıyor: “Büyük modern kentlerin büyümesi, belli bölgelerdeki, özellikle de merkezi konumda bulunan bölgelerdeki arsalara suni olarak ve devasa oranlarda artan bir değer kazandırır; bu arsalar üzerine dikilmiş binalar bu değeri artıracağına zora sokar, çünkü bu binalar artık değişmiş koşullara ait değildir. Yıkılır ve yerlerini yenileri alır. Bu durum her yerden önce, merkezi konumlarda bulunan ve kiraları ne kadar kalabalık olunursa olunsun belli bir azami değerinin üstene hiç çıkamayacak ya da ancak yavaş yavaş çıkacak işçi evlerinde yaşanır. Bu evler yıkılır ve yerlerine mağazalar, depolar ve kamu binaları dikilir.” AKP ise Engels’in kapitalizmin saldırısı olarak anlattığı bu duruma “stratejik yatırım” diyor. Acele kamulaştırılan başka bir deyişle zorla el konulan yerler kamu yararı gerekçe gösterilerek, kamunun özel mallarından, sermayenin özel mülkiyetine aktarılıyor. Özellikle enerji, ulaşım, konut alanlarında, ilgili şirketler kentleri ve kırsal alanları yağmalıyor. Bunun adına stratejik yatırım deniyor. Acele kamulaştırmayla AKP, hak mücadelelerine saldırıları ve piyasayla işbirliği için oldukça kullanışlı bir yol seçmiş görünüyor. AKP, “stratejik yatırımları”nın peşinde koşarken, halk yerlerinden ediliyor, ekonomik durum ve sosyal yaşamları olumsuz etkileniyor; sermaye daha çok, daha çok kâr ediyor.

olması, çocukları için uygun olması, gelir durumuna uygun olması, tekrar göç etmek istememesi, nedenleriyle mahallesinden ayrılmak istemediğini belirtiyor. AKP’N‹N TOK‹LER‹, MAHALLELER‹ YOK ED‹YOR Görüşülenlerin neredeyse tamamı TOKİ yapılarına taşınmak istemiyor. Bunların gerekçesi de kentsel dönüşümün halkı yalnızca yerlerinden etmekle kalmayıp, sosyal ilişkilerini de etkileyeceğinin çok mühim göstergesi. Anket için görüşülenler TOKİ yapılarını yaşam tarzlarına uygun olmaması ve apartman hayatını istemediği gerekçeleriyle bir kısmı kalabalık ailelere uygun olmaması, göçe zorlayacağı, küçük olması, gelir durumuna uygun olmaması, komşuluk ilişkilerinin bozulacağı gibi nedenlerle istemiyor. Ancak mahalleli, sağlıklaştırma projesine olumlu bakıyor. Bu konuda belediyeden en çok halkın yanında olmasını, evlerinin yıkılmasına engel olmasını, halkı bilgilendirmesini isteyen mahalleli

hükümetten de en fazla şunları bekliyor: “Dönüşüm yapmamalı, bize karışmasın, evlerinin yıkılmasına engel olunmalı, halkın sesine kulak vermeli, isteklerine göre hareket etmeli.” Belediye, anketin neticesinde bir de “Çay Mahallesi Kentsel İyileştirme ve Sağlıklaştırma Projesi” hazırladı. Bu projede kentsel dönüşüm yerine iyileştirme, basit onarım ve yenileme yapılması gerekliliği üzerinden çalışma yürütüldü. Anketin dikkate alınmasının sonucunda proje kriterleri şu şekilde sıralandı: “Yaşanabilirlik, koruma ve geliştirme, katılımcılık, yaşam kültürü, hakçalık, kullanım değeri.” Çay Mahallesi gibi pek çok mahalle, kentsel dönüşüm adı altında yapılan rantsal dönüşüme ihtiyaç duymuyor. Mahalleliler, kültürel yapılarını koruyacak, TOKİ’ye borçlanmadan barınma haklarını kullanacakları, yaşanabilir bir çevrede, piyasanın değil halkın ihtiyaçlarına göre şekillendirilecek projelere ihtiyaç duyuyor.

Yasalara göre her türlü kamulaflt›rma ifllemi için idarenin tek amac› olabilir: Kamu yarar›. Ancak “kamu yarar›” kavram› ülkemizde yasalarda tan›mlanm›fl de¤il. Bazen idarenin, bazen yarg›n›n takdirine göre flekil al›yor. Gerekirse temel olmayan bir ihtiyaç yarat›larak, bu ihtiyac›n giderilmesi hizmetini “kamu yarar›” ad› alt›nda vermesi için bir flirket yetkilendiriliyor. Dünya Bankas›’n›n önüne koydu¤u program› uygulayan AKP için halk›n haklar›n› temel almayan amaçlar ya da ekolojik de¤il ekonomik hedefler kamu yarar›n›n konusunu oluflturuyor. ‹flte bu nedenle Baflbakan Tayyip Erdo¤an’›n “fiimdi gidece¤iz, gerekirse evleri y›kaca¤›z” diye aç›klad›¤› kentsel dönüflüme devam etme planlar›nda, halk›n bar›nma hakk›n› dikkate alm›yor. Erdo¤an Bayraktar’›n TOK‹ Baflkan› oldu¤u dönemde yapt›¤› konuflma da “kamu yarar›” kavram›n›n kullanan kiflinin ideolojisine ba¤l› olarak nas›l anlamlanaca¤›n› göstermek için iyi bir örnek. Bayraktar “Devlet fakirden al›p zengine verir mi?” diye sorarak, flöyle diyordu: “Kentsel dönüflüme çok ciddi destek vermemiz laz›m. Bu bizim, çocuklar›m›z›n gelece¤idir, ülkemizin ça¤dafllaflmas›d›r. Hala bu kentsel dönüflümlerde karfl›m›za ç›kan gruplar oluyor. Ama bizler bu gecekondu bölgelerinde yaflayan, büyük flehirlerde yaflayan insanlar olarak bu tip ayk›r› ç›k›fllar›, devletin, milletin, topo¤rafyan›n, co¤rafyan›n aleyhinde olan bu tip ç›k›fllar› elimine etmemiz laz›m. Bunlar bizim çocuklar›m›z›n gelece¤iyle oynuyor. Bu 72 dönüm yerde yapaca¤›m›z nedir? Bu boflaltaca¤›m›z yerin zannediyo-

Bugün, acele kamulaştırmadaki ‘kamu yararı’ kamuyu elinde tutan İslamcı-liberallere hizmet ediyor rum yüzde 80’ini park yapaca¤›z. Hakikaten ‹stanbul’a örnek bir park olacak bu.” “Kamu yarar›” Bayraktar’›n dilindeyken, “ça¤dafll›k” ve “parklar” oluyor. Bundan çok sonra 3 Nisan 2012’de Tayyip Erdo¤an kamu yarar›n› sa¤layacak “park”lar›n yan›na aile huzuru ve saadetinin soka¤a taflt›¤› flehirler infla etmeyi koyuyor. ‹SLAMCI-L‹BERAL KAMU

“Kamu yarar›” kavram›n›n hukuki alanda tan›mlanmam›fl olmas›ndan daha önemli bir yan› da var: Siyasal yan›. “Kamu” halk›n içindeki eflitsizlikleri yok sayarak onu homojen olarak ele alan bir kavram. Bu yüzden yasa metinlerinde ve resmi kaynaklarda “toplum yarar›” yerine “kamu yarar›” ifadesi tercih ediliyor. Ancak kamu kimin elindeyse “kamu

yarar”› da ona hizmet ediyor. Patronlar›n kamusuna halk›n baz› haklar› ancak s›n›f mücadeleleriyle sokuldu. Bugünkü kamuda ise bu haklar d›flar›ya at›ld›. Bu nedenle “acele kamulaflt›rmalar›” da yeni kamuyu elinde tutan ‹slamc›-liberallere yar›yor. Gecekondularda yaflayan insanlardan evleri, paralar›, sosyal hayatlar› çal›n›p, yoksullar kentlerden d›fllan›rken, “kamu yarar›”n› öne sürüp acele kamulaflt›rma yapabilmesinin nedeni asl›nda kamu yarar›n›n olmamas› de¤il, “kamu”nun bugün Türkiye’de ‹slamc›-liberalleri anlat›yor olmas›. Mahallelerinden, yaflam alanlar›ndan kovulan, sürülen, kendi arazilerinde borçland›r›lan yoksullar›n, bütün bakanlar›n imzas›yla var denilen “kamu yarar›”n› hissetmemesinin nedeni de yine ayn›.


13

TARİH 19 Nisan 2012 / 2 May›s 2012

Halk›n Sesi

GAYR‹MÜSL‹MLER BU TOPRAKLARDA B‹R VARMIfi, B‹R YOKMUfi...

Varlıkları da izleri de silindi Anadolu’nun dağları, köyleri, nehirleri Türkleştirilirken onların “terk ettikleri” mülklerde “Kurtuluş Savaşı” planları yapıldı, Cumhurbaşkanları maaile ikamet etti. Bir zamanlar oralarda yaşadıkları unutturuldu

1915 kıyımı ve ardından gelen ulus-devlet yaratma pratikleri, Ermenilerin yalnızca fiziksel varlıklarını değil, bu topraklara bıraktıkları tüm izlerini de silmeye gayret etti. Yerlerinin yurtlarının, el konulan mülklerinin adı dahil ÖZEN TAÇYILDIZ

ASKERDEN ONAYLI HAR‹TALAR Toplumsal belleğe müdahalenin resmi düzeni için haritalara da el atıldı. Eski adları parantez içinde gösteren haritaların bile basılması, yurda sokulması ve dağıtılması yasaklandı. Her türlü harita basım ve yayımı Genelkurmay Başkanlığı bünyesindeki Harita Genel Komutanlığı’nın iznine bağlandı. Bugün yürürlükte olan yönetmeliğe göre “ülke menfaatlerine aykırı olabilecek coğrafi isimler ve ülke sınırlarının kontrolü maksadıyla” bu durum geçerli. Yapılan değişikliklerin ısrarlı takipçisi ise bir başka darbe rejimi oldu. Resmi işlemlerde az da olsa hala kullanılan eski isimler, özellikle Kürtçeler, 12 Eylül’ün zorlamasıyla kullanım alanını kaybetti. 12 Eylül’ün iki paşayla yargılandığı bugünlerde bunun da esamesi okunmuyor.

“M

illi hassasiyet” günlerinden 24 Nisan geliyor. İlk Ermeni tehcirinin başladığı 24 Nisan 1915’in yıldönümünde, bir tarafta anmalar düzenlenirken bir tarafta da Türk ecdadının karakterine uymadığından bahisle soykırım reddedilecek. Soykırımı tanıyan ülkelere de kendi geçmişleriyle yüzleşmeleri tavsiye edilecek. Gerçi bu yıl erken davranıldı. İki ay öncesinden, “Ermeni yalanına kanma” afişleri ile çağrısı yapılan Hocalı Katliamı’nı anma mitinginde Ermeniler’e ve Hrant davasına atıfla “Hepimiz Ermeni’yiz” diyen insanlara hakaret edildi, ölüm tehdidi yağdırıldı. İktidar da İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in intikam çağrısıyla mitingde yerini aldı. Aslında tek başına bu son olay bile resmi erkân açısından herhangi bir yüzleşme ve özrün söz konusu olmadığının göstergesi. Irkçılığın, Anadolu’nun Türk olmayan halklarına düşmanlığın bir devlet geleneği olması da cabası. EZELDEN “TÜRK” YURDU Bilindiği gibi, cumhuriyeti kuran ve pek çoğu İttihat Terakki içinde gelen kadrolar, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren Osmanlıcılık fikrinin birleştirici olamadığını görünce milliyetçiliğe sarılmaya başlamıştı. “Millileşme”, Cumhuriyet döneminde de ulus-devlet inşa sürecinin parçası olarak hemen her alanda devam etti. Uygulaması da Türk olmayan unsurların öldürülmesi, sürülmesi, mülksüzleştirilmesi oldu. “Azınlıklar” gidince adları yadigar kalmasın diye sıra yerlerine yurtlarına geldi. Bu toprakların “gerçek sahibi”nin Türk olduğunu kanıtlamak için dağlardan, tepelerden, derelerden, köylerden, mahallelerden eski isimler atıldı. Yerlerine kurgulanmış isimler getirildi, hayali bir ezeli Türk yurdu yaratıldı. Yer adlarının Türkçeleştirilmesi ya da Türkçüleştirilmesi diyebileceğimiz bu toplum mühendisliği, Balkan Savaşı’nı izleyen günlerde İttihatçıların bayraktarlığında başladı öncelikle. 1913’te İskan-ı Muhacirin

Nizamnamesi adlı genelge ile yer isimlerinin değiştirilmesi resmileşti. Bu yıllarda isim değiştirme operasyonunun en kapsamlı uygulandığı yer, Trabzon vilayetine bağlı Rize sancağı oldu. 224 yer adından çoğu Rumca olan 207’si değiştirildi, Türkçe olmadığı halde adı korunan tek yer sancak merkezi Rize oldu. Yeni isimler, Gölyayla, Değirmendere gibi coğrafi durumu anlatan isimler; Balıkçılar, Çakmakçılar gibi meslek adları; Tekkeköy gibi hayrat isimleri oldu. CO⁄RAFYANIN “M‹LL‹”S‹… İkinci hamle Enver Paşa’nın 1916’da yayımladığı bir genelgeyle geldi, “Ermenice, Rumca, Bulgarca, hasılı İslam olmayan milletler lisanıyla yadedilen vilayet, sancak, kasaba, köy, dağ, nehir, bilcümle isimlerin Türkçeye tahvili” kararlaştırıldı. Uygulama için Enver Paşa’nın 1.

Dünya Savaşı’nın devam ettiği günleri “şu müsaid zamanımızdan istifade edilerek” şeklinde tarif etmesi ilginçtir. Genelgeye göre, adlandırmada öncelikle övünülecek askeri olaylar, şanlı hadiseler göz önüne alınacak, bunların bulunmadığı durumlarda, memleketine hizmetlerde bulunmuş kişilerin ismi kullanılacaktı. Böylece “mekteb hocaları talebelerine coğrafya öğrettikleri sırada vatanımızın her parçasını zikrederken onlara aynı zamanda her mevkiin şanlı tarihine, iklim, mahsul, sanat ve ticaretine ait faideli mevzular” bulabilecekti. Liselerdeki “milli coğrafya” dersimizin temeli böyle atılmıştı belki de. Bu genelgeyle Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Gümüşhane, Rize, Artvin-Hopa ve Arhavi’yi kapsayan değişiklik önerildiyse de gerçekleşemedi. Savaş devam ederken askeri karışıklığa sebep olmamak için işlemler ertelendi.

TÜRK’E KESEN DA⁄LAR, NEH‹RLER, TEPELER … İsim değiştirilmesi cumhuriyetin ilk yıllarında da devam etti. Tehcirden önce bir Ermeni yerleşim yeri olan İzmit’e 1923 Yunan nüfus mübadelesi ile gelen göçmenler yerleştirildi, adı Kocaeli olarak değiştirildi. 1924’te Kırkkilise’nin adı Kırklareli’ne, 1927’de Bozok’un adı Yozgat’a çevrildi. 1925’te, Artvin ilinde büyük kısmı Gürcüce olan yerleşim adları değiştirildi. II. Dünya Savaşı nedeniyle ara verilen ad değiştirme operasyonunda esas hamle Menderes döneminde oldu: Türkçe olmayan yer adlarını belirlemek ve yeni adlar önermek amacıyla 1957’de Yabancı Adları Değiştirme Komisyonu kuruldu. 1959’da İçişleri Bakanlığı’na köy adı değiştirme yetkisi verildi. Hazırlıkların sonuçları 1960 darbesinden sonraya kaldı. Darbeyi izleyen dört ay içinde 10

bine yakın yeni köy adı kullanıma sokuldu. Bu yıllarda öne çıkan kaygı, etnik kökene ve ülkenin gayrimüslim geçmişine ilişkin her türlü izin silinmesiydi. Rum, Ermeni, kilise, papaz, manastır içeren adlar silindi, kimilerinin yerine “Türk” adı eklendi. Alanya’nın Kürtler köyünün adı Türkler, Elbistan’ın Gavurören köyü Türkören, Maraş’ın Eloğlu kasabası Türkoğlu olarak değiştirildi. Hatta Lüleburgaz’ın Keferçiftliği önce Türk Kefereçiftliği (kefere: gayrimüslim) oldu daha sonra Türkgeldi’ye çevrildi. Kimi zaman da “Türk” kelimesini içeren yer adları Türk olmayan bir yerle karşıtlığı ima ettiği için iptal edildi. 1965’e dek tüm yer adlarının yaklaşık üçte biri değiştirildi. Tabii sadece yerleşim yerleri değil binlerce dağ, nehir, tepe de bundan nasibini aldı, Türkleştirildi.

BÖLÜCÜ KÜRT T‹LK‹, ERMEN‹ KOYUN Gelelim bugüne… Her fırsatta ileri demokrasiden dem vuran, ceberut devlet geleneğini değiştirdiğini iddia eden AKP iktidarının uygulamaları da farklı değil. AKP, eski isimleri iade etmek bir yana, hayvan isimlerini bile değiştirdi. 2005’te Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın desteğiyle Ağrı'da yapılmış bir projeyle gündeme gelen Vulpes Vulpes Kurdistanica (Kızıl Kürdistan Tilkisi) ve Ovis Armeniana (Ermeni Koyunu) isimleri basında infial yaratınca Çevre ve Orman Bakanlığı harekete geçti. “Ülkemizin üniter yapısını bozucu nitelikte kasıtlı olarak konulmuş” olduğu tespit edilen hayvan türlerinin isimleri değiştirildi: Vulpes Vulpes Kurdistanica’nın Kürt kısmı atıldı, Vulpes Vulpes oldu. 1758’de zoolog Carl von Linne dem Wildschaf tarafından adı Ovis Armeniana olarak konulmuş yaban koyunu Ovis Orien Anatolicus oldu. Ancak, bu tür bilimsel isimler, uluslararası zooloji örgütü ICZN tarafından tescil edildiği; değişiklikler de bu komisyonun kurallarına göre yapılabildiği için uluslararası arenada hala eski isimler geçerli ama önemi var mı? Ülkemizin üniter yapısını korunduktan sonra gerisi teferruat…

Emval-i metruke cumhuriyeti Karabekir ve daha pek çok kişiyle görüşmeyi sürdürdüğü ve Kurtuluş Savaşı planlarını hazırladığı ev olarak bilinen, bugün de Atatürk Müzesi olan Şişli'deki binanın da Kasapyan ailesine ait olduğu belirtiliyor.

G

ayrimüslimlerden kalma yer isimleri değiştirilirken el konulan mülklerinin de geçmişi unutturuldu. Çünkü, “emval-i metruke” (terk edilmiş mallar) olarak tanımlanan bu mülklerin geçmişinin bilinmesi, sahipleri olan binlerce Ermeni’ye ve Rum’a ne olduğunu sordurtacaktı. “Başarı”ları ballandırılarak anlatılan yerli sermayenin bakkallıktan başlayan “girişimcilik” masallarının aslı ortaya çıkacaktı: servet, TürkMüslüman unsur lehine gaspla, yağmayla el değiştirmişti. Tüm ülkeye yayılmış bu süreç, devlet-halk-yerel eşraf suç ortaklığında gerçekleştiği için üzerinden yüzyıl bile geçmemiş bir zaman diliminde hafızalardan silinmiş. Özel mülk haline gelmiş olanlar bir yana hala devletçe kullanılan mülklerin tarihini, mesela Çankaya Köşkü’nün gerçek sahiplerinin Ermeni Kasapyan ailesi olduğunu bugün kaç kişi biliyor? Cumhurbaşkanlığı'nın resmi internet sitesinde, Çankaya Köşkü için, “Daha sakin ve huzurlu bir ortamda yaşamasını sağlamak amacıyla Bağlar bölgesi Çankaya'daki bağ evi, Ankara Şehremaneti

KAYNAKÇA

Kasapyan Ailesi’nin el konulan köflkünde bugün kim oturuyor? (Belediyesi) tarafından 30 Mayıs 1921'de Mustafa Kemal'e armağan edilmiştir” bilgisi veriliyor. Oysa, aile üyelerinden Kanada’da yaşayan Edward J. Çuhacı, köşkün satın alındığı iddialarına karşılık yazdığı mektupta olayı şöyle anlatır: “Çankaya köşkünü Kasapyan ailesi hiçbir kimseye satmamıştır. Devrin hükümeti yalnız o köşkü değil, bütün mallarını ve mülklerini ellerinden alıp Ağustos 1915’te tüm aileyi sürgüne sevk etmişlerdir.

Benim babam (Ankara doğumlu 1887-1930) o tarihlerde ecnebi bir şirketin sahibi olduğu demiryolunda çalışması yardımı ile tüm aileyi Ankara’dan (Konya yoluyla) İstanbul’a kaçırmıştır. Ayrıca Kasapyan ailesinin sahip oldukları mülkler arasında Keçiören’deki bağ evi vardı ve bu bağa da Vehbi Koç ailesi sahip olmuştur.” Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkmadan önce kaldığı, Rauf Orbay, İsmet İnönü, Kazım

SANSARYAN MEKTEB‹’NDE ERZURUM KONGRES‹ “Milli mücadele”nin önemli ayaklarından bir diğeri, Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919'da Ermeni Sansaryan Mektebi'nde toplanmıştı. Yoksul ve yetim öğrencilerin giyim ve eğitim masraflarının karşılanması amacıyla Rusyalı Ermeni Mıgırdiç Sansaryan tarafından kurulan, yönetimi de Ermeni Patrikliği’ne bırakılan vakfa 1936’da Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından el konuldu. Vakfın okula gelir sağlamak için İstanbul Sirkeci’de yaptırdığı Sansaryan Han’a da el konularak bir dönem Emniyet Müdürlüğü’nün tabutluklarıyla ünlü işkencehanesi olarak kullanıldı. Gayrimüslimlerden kalan mülkler tüm ülke topraklarında el değiştirirken devletin karakol, hapishane, ibadethane gibi kurumsal binaları haline geldi.

Agos gazetesi, Sevan Niflanyan – Hayali Co¤rafyalar: Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de De¤flitirilen Yeradlar› – TESEV Yay›nlar›, Suavi Ayd›n – Bir Tilkinin Etti¤i: ‹simler Milli Birli¤i Nas›l Bozar? – Toplumsal Tarih Kas›m 2005,

Kurtuluş kimlerden kurtarıldı? Kökeni Türkçe olmayan sokak isimleri ‹stanbul’da 1927’de de¤ifltirildi. Gayrimüslim kimliklerden “ar›nd›r›ld›”, “Ermeni”, “kilise”, “papaz” gibi kelimeler at›ld›. Kimi zaman da gayrimüslimlere karfl› bir meydan okuma niteli¤inde, Türklü¤ü kuvvetlice hissettiren isimler verildi. Öyle ki travmatik ça¤r›fl›mlara baflvurularak u¤rad›klar› k›y›mlar halklar›n belle¤inde daima taze tutulmaya çal›fl›ld›. ‹stanbul fiiflli ilçesi bunun önemli bir örne¤i. fiiflli’de Rumlar›n yo¤un olarak yaflad›¤›, ad›n› bölgede yap›lan tavlalardan (at ah›rlar›) alan Tatavla’n›n (Ta Taulon) ad› 1929’da Kurtulufl olarak de¤ifltirildi. Semte, cumhuriyetin kuruluflu ve ulus-devlet sürecinin önemli bir simgesi olan, “yabanc›”lara karfl› bir savafl› ifade eden Kurtulufl ad›n›n verilmifl olmas›n›n tesadüf olmad›¤› aç›k. Yine fiiflli’de özellikle ana cad-

delerde Bozkurt, Ergenekon gibi milliyetçi adland›rmalar yayg›n. Sokaklar yeniden adland›r›l›rken savafl, silahflör gibi militarist imgelerin yan›s›ra Osmanl› ve cumhuriyet döneminin Hac› ‹lbey, Kaz›m Orbay gibi askerlerinin isimleri de verildi. Ermeniler aç›s›ndan kritik bir isim olan Talat Pafla’n›n ad›n›n Bomonti’de bir ilkokula verildi¤ini de belirtelim. fiiddetin bu sembolik hali kimi zaman gerçek sald›r›ya da bürünüyor maalesef. Bilindi¤i gibi, Hrant Dink, fiiflli Halaskargazi Caddesi’nde öldürüldü. Ad›n›n, öldürüldü¤ü cadde ile ba¤lanan Ergenekon Caddesi’ne verilmesiyle ilgili öneri ise Büyükflehir Belediye Meclisi’nin AKP’li üyelerince “caddelerde isim de¤iflikli¤inin gereksiz oldu¤u” gerekçesiyle reddedildi. Konu Ermeniler olunca, AKP Ergenekon’u tercih etti.


14

YAŞAM 19 Nisan 2012 / 2 May›s 2012

Halk›n Sesi

Ustalardan Burjuvazinin kurtuluflu ve protestan reformu Avrupa ortaçağdan savaş narasına, politik niteçıktığı zaman, kentlerin likteki iki ayaklanma karşılık giderek büyüyen burjuvazisi, verdi: (…)Küçük soyluluğun Avrupa'nın devrimci öğesini ayaklanması (1523) ve oluşturuyordu. Ortaçağın Büyük Köylü Savaşı (1525). feodal örgütlenmesi içinde Bunların ikisi de bunda en hatırı sayılır bir yer çok çıkarı olan kent burjututmuştu; ama bu konum, valarının kararsızlığı yüzünonun genişleyen gücüne den bozguna uğradı. Bu şimdiden çok dar geliyordu. andan sonra savaş, yerli Orta-sınıfın, burjuvazinin prenslerle merkezî iktidar özgür gelişmesi, feodal sisarasında bir kavga olarak temin sürdürülmesiyle yozlaştı. Yine de Lutherci bağdaşmaz oluyordu; bu reform, tam tamına mutlak yüzden feodal sistem monarşinin gereksindiği yıkılmalıydı. yeni bir din ortaya çıkardı. Ama feodalizmin ulus(…) Luther'in başarısızlığa lararası büyük merkezi, uğradığı yerde, (diğer Katolik Roma Kilisesiydi. protestan reformcu –çn) (…) Feodal kurumları, Calvin'e gün doğdu. tanrısal kutsama halesiyle Calvin'in inancı, çağının en çeviriyordu. Kendi ilerlemiş burjuvaların hiyerarşisini feodal örneğe gereksinmelerine yanıt göre düzenlemişti ve Roma veriyordu. Onun alınyazısı Kilisesinin kendisi, katolik öğretisi, rekabete dayalı dünyadaki ticaret toprakların tam dünyasında, üçte-birini elinde başarının ya da tutan en güçlü başarısızlığın bir feodal idi. insanın Feodalizme her çalışkanlığına ya ülkede ayrı ayrı ve da becerikliliğine başarıyla değil de, onun saldırabilmek için, denetleyeönce onun kutsal meyeceği merkezî koşullara bağlı örgütünün olduğu olgusunun yıkılması gerekidinsel ifadesiydi. Friedrich yordu. Bu koşullar, (…) (…)Yukarıda bilinmedik üstün Engels söylenenler (…)o ekonomik güççağda feodalizme lerin lütfuna karşı her savaşımın dinsel bağlıdır. Bir ekonomik bir kılığa bürünmek ve her devrim döneminde, bütün şeyden önce kiliseye ticarî merkezlerin ve yolların yöneltilmek gerektiğini yerlerini yenilerinin aldığı, göstermeye yeter. (…) (…) ve en kutsal ekonomik Burjuvazinin feodalizme imanların –altının ve karşı giriştiği uzun dövüş, gümüşün değeri– üç büyük ve kesin savaşta sarsılmaya ve yıkılmaya doruğuna ulaştı. başladığı bir dönemde bu Birincisi, Almanya'daki özellikle doğruydu. protestan reformuydu. * Ütopik Sosyalizm, Luther'in kiliseye karşı attığı Bilimsel Sosyalizm

Bu adamı futboldan şutlayın!

F

utbol sahalarındaki ırkçı ve saldırgan hareketleriyle nam salan Emre Belözoğlu son vukuatıyla bardağı taşırdı. FenerbahçeTrabzonspor maçında Trabzonsporlu siyahi oyuncu Zokora’ya “pis zenci” diyerek ırkçı bir saldırıya imza atan Emre’nin ne kadar ceza alacağı merakla bekleniyor. Bugüne kadar sabıkası kabarık olan Emre açısından bu defa paçayı kurtarması zor görünüyor. Zira Emre’nin kamera görüntülerinde ırkçı küfür ettiği kesinleşti. FenerbahçeTrabzonspor maçı sonrası Didier Zokora’nın, Emre Belözoğlu'nu kendisine ırkçı sözler söylemekle suçlaması üzerine Emre “birbirimize çok kötü sözler söyledik. Benim ona, onun da bana ettiği ana avrat küfürler aptalcaydı” diye yanıt verdi. ‹LK VUKUATI DE⁄‹L Emre’nin, Newcastle’da oynarken Everton’daki Yobo’ya ve Boltonlu ElHadji Diouf’a ırkçı küfürler etmiş ancak o dönemde ırkçılığa karşı yaptırımların daha gevşek olması ve şikayet bulunmaması nedeniyle “yırtmış” idi. 2005 yılında Türkiye-İsviçre milli maçı sonrası İsviçrelilere saldırmış ve 4 maç ceza yemişti. 2007’de Türkiye-

Macaristan maçında basına kol işareti yapmış, buna rağmen Milli Takım kaptanlığını sürdürmüştü. Ancak 2008 yılında Konya’da bir gazeteciye ''Seni sabaha kadar döverim'' deyince Milli Takım kaptanlığından olmuştu. 2009’da Kayseri deplasmanında Cangele'ye boğaz kesme işareti yapmıştı. 2009’da Diyarbakırspor maçında hakem Suat Arslanboğa'nın eline vurmuş, yine aynı yıl Manisaspor karşılaşmasında rakibine küfür edince 3 maç ceza almıştı 2011’de TT Arena'daki Türkiye-Hırvatistan maçında seyircilere ağır küfür etmiş, aynı yıl Eskişehirspor maçında takım arkadaşı Gökhan Gönül'ün üzerine yürümüştü. Bunlar Emre deyince akla gelen olaylardan sadece birkaçı. CEZALAR HAF‹F Olayın ardından Belezoğlu’na yönelik büyük tepki oluştu. Futbol Disiplin Talimatnamesi ise ırkçı sözlerin karşılığı olarak 4 ila 8 maç men öngörüyor. Sporda şiddet yasasında ise 6 aydan 2 yıla hapis cezası öngörülüyor. Fenerbahçelilerin de aralarında olduğu milyonlarca futbolsever ise artık sabıkası iyice kabaran bu adam için "Emre Futboldan Men Edilsin" kampanyasına destek veriyor.

UYDURULAN GELENEK: KUTLU DO⁄UM HAFTASI

Yeni köye yeni adet

Bugünlerde yeni bir geleneğin icadına tanıklık ediyoruz: Kutlu Doğum Haftası. Yaşı yirminin üzerinde olan herkes için bu yeni bir icat. Devlet eliyle bir gelenek nasıl ve neden yaratılır? UMAR KARATEPE

E

n muhafazakar ailelerden gelenler için bile, Kutlu Doğum Haftası “önemli gün ve haftalar” ajandasına son yıllarda girdi. 27 Nisan muhtırası olarak bilinen 2007 yılındaki Genelkurmay Bildirisi’nin en önemli konularından biri oldu. O yıl Diyanet İşleri Başkanlığı öncülüğünde 11 binin üzerinde etkinlik düzenlenince Kutlu Doğum Haftası’nın 23 Nisan’a alternatif olarak tasarlandığı söylendi. İtirazların temelinde şu vardı: Dünyada tüm dini bayramlar ve kandiller hicri takvime göre belirlendiği için miladi takvim kullanan Türkiye’de bu dini günlerin zamanı her sene değişmekteydi. Muhammed peygamberin doğduğu güne denk geldiği söylenen Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri de 1989’da başladı ve hicri takvime göre, Mevlit Kandili’nin peşi sıra düzenlendi. Ancak 1994 yılından itibaren, durduk yerde, diğer dini günlerin aksine miladi takvime göre kutlanmaya başladı. Başlangıçta sembolik etkinlikler düzenlense de Kutlu Doğum Haftası AKP iktidarı tarafından hızla kurumsallaştırıldı ve neredeyse resmi bir bayrama dönüştü. Okullardan, işveren örgütlerine ve odalarına, işyerlerinden meydanlara kadar genişledi. Özellikle AKP’nin TSK’yı iktidarı açısından zararsızlaştırmasının ardından Kutlu Doğum Haftaları için atağa geçildi. Tek bir farkla. Diyanet 2008 yılında “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na alternatif kutlama olarak gösterilmesi gibi hiç de doğru olmayan bazı değerlendirmelere yol açması” gerekçesiyle haftayı yedi gün öne aldı ve 14-20 Nisan ilan ediverdi. Peygamber’in doğum günü resmi bir “genelge” ile bir kez daha değiştirilmiş oldu. KUTLU DO⁄UM RESM‹ GAZETE’DE İş öylesine ciddiyetsiz bir hal aldı ki yıllardır Türkiye’de Peygamber’in doğum günü yılda iki kere etkinliklere vesile oluyor. Zira yıllardır alışılageldiği üzere Müslümanların bir bölümü Muhammet peygamberin doğum gününde Mevlit kandillerinde buluşuyorlar. “Doğum zamanı” anlamına gelen Mevlit hicri takvime göre bu sene 3 Şubat’a denk geldi. Ve iki ay sonra, Nisan ayında bir doğum günü daha ilan edilmiş oldu. AKP döneminde bu kutlamaların resmi bir törene dönüştürülmesinin en çarpıcı örneğini ise Resmi Gazete’nin 13 Şubat 2010 tarihli sayısında yayımlanan bir genelgede bulabiliyoruz. Bu genelgede Kutlu Doğum Haftası’nın kutlanmasına ilişkin usul ve esaslar tek tek sıralanıyor. 2011 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın genelgesiyle okullarda Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri düzenlenmesi sağlanıyor. Laik olduğu iddia edilen bir ülkede önce bir dini gün yaratılıyor, sonra bunun tarihi ve kutlanma şekli genelgelerle, yönetmeliklerle, Resmi Gazete’de ilan ediliyor. GELENE⁄‹N YEN‹DEN ‹CADI Peygamberin doğumundan 1418 yıl sonra kutlanmaya başlayan, yaklaşık 20 yıl sonrasında da devlet eliyle yaygınlaştırılan bir dini gelenek olabilir mi? Bu ilginç durum Marksist tarihçi Eric Hobsbawm’un “geleneğin icadı”

kavramını hatırlatıyor. Hobsbawm bu kavramı 19. yüzyılda uluslaşma süreçlerini incelerken kullanıyor. Hobsbawm’a göre milli olduğu iddia edilen geleneklerin pek çoğu aslında geçmişe dayanmıyor. Aksine bu gelenekler, törenler, ritüeller ve bayramlar, ulus devletlerin oluşum sürecinde, “ulusal kimliği” yaratmak ve sağlamlaştırmak için icat edilmiş, yani tasarlanmıştı. Sanayi devriminin yarattığı keskin sınıfsal farklılaşmaları bu tasarlanmış “ulusal kimlik” giysisiyle kapatabilmek, işçi sınıfı saflarından yükselen itirazları bastırabilmek için bu tip icat edilmiş gelenekler oldukça işlevsel olmuştu. Siyasal ve toplumsal yapısının hızla değiştiği bir dönemde, geleneğe yapılan referanslar yoluyla değişimin tedirgin edici ve yıkıcı etkisi gözlerden uzak tutulmak istenmişti. Bugün yaşananlar Hobsbawm’un bu tespitlerini anımsatıyor. Türkiye’nin siyasal ve toplumsal yapısı hızla değişirken geleneklerin yenilenmesi, yani “yeni köye yeni adet” gerekiyor. Zira Cumhuriyet döneminde icat edilen gelenekler bugün egemenlerin birçok sorununu çözemiyor. Örneğin, sosyal devlet mekanizmalarının çözülmesi “sınıfsız-imtiyazsız bir kitle olarak ulus” masalı inandırıcılığını çoktan yitirmesine sebep oldu. Kürt sorunu, “homojen bir kitle” iddiasını geçersiz kıldı. Doğal olarak, bu vurgularla oluşturulmuş geleneklerin istikrarı, itaati, denetimi daha başarılı biçimde sağlayan yenileriyle ikame edilmesi gerekli oldu. YEN‹ M‹LL‹ GÜNLER VE M‹LL‹ D‹N Kutlu Doğum Haftası da bu ikame sürecinin bir örneği olarak öne çıkıyor. Kutlu Doğum Haftası’nın ana temaları da değişimin hangi ihtiyaçlardan türediğini gösteriyor. Hafta’nın geçen seneki ana temasının “merhamet” olması “sınıfsız-imtiyazsız bir kitle olarak ulus” iddiasının krizine işaret ediyor. Bu seneki soyut “kardeşlik” teması ise “homojen bir kitle olarak ulus” iddiasının çöküşüne soyut bir “çözüm” üretmeye çalışıyor. AKP iktidarı ve yandaşları eski milli günlerin yerine yenilerinin gelmesini “Resmi ideolojiyle mücadele” olarak adlandırmayı tercih ediyor. Oysa yaşanan rejimin ideolojik giysisi olan Türk-İslam sentezinde İslam kısmının ağırlığının artması, böylece sistemin krizlerinin üstünün örtülmesinden başka bir şey değil. 19 Mayıs ve 23 Nisan gibi eski geleneklerin fiilen ilga edilmesi “toplum mühendisliğinin sonu” olarak sunuluyor ancak bunların yerlerini bunlardan da

sert, ayrımcı başka dayatmalar alıyor. Kutlu Doğum Haftası’nın okullarda resmi olarak kutlanması değil sadece. Cami ve Din Görevlileri Haftası’nda çocuklar okullardan alınarak camilere götürülüyor. Milli Eğitim gençler için umre organizasyonuna girişiyor. Bu gelişmeler sadece içeriye yönelik bir tasarruf değil. Hobsbawm’a göre “geleneğin icadı”nın en önemli amaçlarından biri de çevrede yaşayan halklardan ayırt edilmektir. Bu açından Kutlu Doğum Haftası önemli bir işlevi yerine getiriyor. Zira böylesi bir dini hafta sadece Türkiye’de var. Bu sene kutlamalarda Başbakan Erdoğan İslam aleminin Kutlu Doğum Haftası’nı kutladı ancak bahsettiği İslam alemi içinde bu haftayı kutlayan tek ülke Türkiye. Bu açıdan bu hafta “milli” bir dini hafta olarak yerleştirilmekte. Deniz Baykal’dan aldığı bayrağı düşürmeyen Kemal Kılıçdaroğlu da belki de bu “milli” bilinçle, geleneğin Diyanet İşleri tarafından düzenlenen törenlerine iki yıldır katılıyor. PROTESTANLAfiMA VE P‹YASALAfiMA MI? Aslında adı üstünde bir gün olan doğum gününün bir haftaya yayılması Hıristiyanların Noel yortusuna alternatif bir hafta yaratılmaya çalışıldığı yorumlarının yapılmasına neden oluyor. Özellikle bu haftanın mucitlerinden Fethullah Gülen’in kimi ifadeleri bu yorumları destekliyor. Fethullah Gülen Ekim 1991’de Sızıntı dergisindeki yazısında şöyle diyor: “acaba bu Kutlu Doğum'u (…) daha içten ve daha ciddî olarak değerlendiremez miyiz? Hz. İsa ile alâkalı günler, halkı hıristiyan olsunolmasın, hemen her ülkede âdetâ neş'e, sevinç kıyametleriyle kutlanır; (…) her tarafa O'nun adına tebrikler, hediyeler yağar.. (…) dörtbir yan kandillerle süslenir; çarşı-pazar renklerle-ışıklarla kahkaha atar..” Çarşı pazar’ı coşturan bir hafta tasavvuru, doğal olarak “neoliberal İslam” veya “İslam’ın Protestanlaştırılması” tartışmalarını da alevlendiriyor. Hıristiyan dinin, kapitalizmle uyumlulaştırılması sürecinin ürünü olan Protestanlık gibi, İslam’ın da kapitalist gelişmeye paralel olarak yaşadığı dönüşümün bir yansıması olarak Kutlu Doğum Haftası örnek veriliyor. Dini yayınevlerinin yanı sıra kimi marketler bile Kutlu Doğum Haftası’na özel indirim kampanyaları ile satışlarını arttırmaya çalışıyor. Umre turları, milyonlarca gül, kitap, kent merkezlerindeki

Şubattaki Mevlit Muhammed içinse, nisandaki kutlama kimin için? Tart›flman›n bir di¤er önemli boyutu da Kutlu Do¤um Haftas›’n›n denk geldi¤i haftaya dair ilginç bir tesadüf. Türkiye d›fl›nda hemen hemen hiçbir Müslüman’›n Muhammed’in do¤um günü kabul etmedi¤i bu haftan›n 23 Nisan’a denk gelmesi d›fl›ndaki bir ilginç “tesadüf” de haftan›n mucidi Fethullah Gülen’in do¤um gününe denk gelmesi. Diyanet ‹flleri’ndeki Gülenci kadrolaflma göz önüne al›nd›¤›nda buna tesadüf denir mi bilinmez.

çadırlar, dört bir yanı saran afişler, pankartlar, şaşalı organizasyonlar için harcanan paralar piyasaya can katıyor. Kutlu Doğum Haftası’nda çocuklara hediyeler alınmasının onlarda peygamber sevgisini arttıracağı nasihat edilerek tüketim kışkırtılıyor. Henüz Hıristiyanlığın Noel’i düzeyine ulaşmasa da murat edilenin piyasalara can vermek olduğu Gülen “hocaefendi”nin sözlerinden anlaşılıyor. “O'nun adına tebrikler, hediyeler yağar.. (…); çarşı-pazar renklerle-ışıklarla kahkaha atar..” ‹ÇER‹DEN DE ‹T‹RAZLAR VAR Aslına bakılırsa konu İslamcı/muhafazakar kesimler arasında bile tartışma yaratmış durumda. Gülen cemaatinin başını çektiği Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri, iktidar desteğiyle birçok tarikatın da katılmasıyla büyüse de hala bazıları için bu hafta tartışmalı bir “bi’dat” (yenilik) olarak görülüyor. İslamcı şair İsmet Özel, Kutlu Doğum Haftası’nı ve hatta mevlit geleneğini, Hıristiyanlıktaki gibi yortuları bulunmayan İslam’ın Protestanlaşması süreci olarak görüyor. İslamcı Cafcaf dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Kasım Gültekin de bu haftayı olumlu bulsa da konuya dair tereddütlerini gizlemiyor ve İsmet Özel’in bu değerlendirmesini “yabana atmamak lazım” diyor. Gültekin, Kutlu Doğum’da “Hıristiyani bir yan” gördüğünü söylüyor. Yine aynı çevreden yazar Zeki Bulduk da “27 Nisan’a yanıt” olarak bu haftayı desteklerken “Lutheryen” (Protestan) bir hal gördüğünü de itiraf ediyor, cemaat.com yazarı Fatih Bilge ise Kutlu Doğum Haftası’nı resmi bir kutlama olarak daha uzak gördüğünü şöyle anlatıyor: “Kandil denildiğinde 'hacı amcalar' zihnimde beliriyor. Kutlu doğum haftası denildiğinde kravatlı, takım elbiseli insanlar. (…) Ayrıca az önce google'dan baktım, Mevlid Kandili 412.000 defa, Kutlu Doğum Haftası 1.890.000 defa geçiyor. Bu da kutlu doğumun yaygınlaştırılmaya çalışılmasıdır diye düşünüyorum.” Muhafazakar/İslamcı kesimin internetteki buluşma noktalarından İHL sözlük gibi tartışma platformlarında Kutlu Doğum Haftası’nın şöyle gerekçelerle eleştirildiği görülüyor “Peygamber efendimizi gül ile maddileştirip, sembolleştirme hatası”, “Muhammed peygamberi İsa peygambere benzetme çabaları” ve “doğum günü kutlamasının İslam’da olmaması”, “Diyaneti işgal etmiş olan nurcuların işi”… DEVLET D‹N‹N GÖBE⁄‹NDE Bu kadar tartışmalı bir hafta, tamamen yukarıdan aşağıya topluma benimsetiliyor. Buna karşı itirazlar “ne güzel eski bayramlarımız vardı” ekseninde sıkıştığı sürece yaşananları açıklamakta yetersiz kalıyor. Baştan aşağı piyasacı, otoriter, dayatmacı ve dışlatıcı yeni bir gericilik toplumun dokularına yayılmaya çalışılırken bugün daha yaratıcı ve cüretkar karşı çıkışlara ihtiyacımız var.


KÜLTÜR SANAT

15

19 Nisan 2012 / 2 May›s 2012

Halk›n Sesi

Kaftanc›o¤lu an›s›na... 11 Nisan 1980'de katledilen GazeteciYazar Ümit Kaftancıoğlu, öldürülüşünün 32’nci yılında törenle anıldı. Törende Kaftancıoğlu adına düzenlenen öykü yarışmasının ödülleri de açıklandı. "Garnik ile Şaşik" adlı öyküsü ile Ayşe Başak Kaban birincilik ödülünü aldı.

Pulitzer’lik roman yok ABD'nin en prestijli ödüllerinden biri olarak kabul edilen Pulitzer ödülleri sahiplerini buldu. 35 yılda ilk kez bu yıl roman dalında Pulitzer ödülü kazanan olmadı. 21 kategoride verilen Pulitzer Ödülü, 1917 yılında Joseph Pulitzer adlı Macar asıllı ABD'li bir gazeteci tarafından kuruldu.

‘Kalbim nerde’

‘Sessiz’ filmi Cannes’ta 65. Cannes Film Festivali Jürisi, bu yılki 'Kısa Metrajlı Filmler'' kategorisinde yarışacak eserleri açıkladı. Bu kategoride Rezan Yeşilbaş'ın 'Sessiz' adlı filmi de yarışacak. Altın Palmiye için yarışacak ve yarışma dışı gösterilecek filmler 19 Nisan günü kamuoyuna duyurulacak.

Sevinç Eratalay, beş yıl aradan sonra çıkardığı yeni albümüyle 'Kalbin Nerde?' diyor. Albümde ‘Yavuz Bingöl ‘Aşk Dolu Devrim Dolu Kalbin Nerde’, İlkay Akkaya ‘Seni Düşündüm’ adlı eseri seslendirirken Bandista ‘İleri Demokrasi’ adlı eserdeki düetiyle yer aldı. Albümde, Metin Kahraman da bir şiir seslendirdi.

Karagöz ve Şarlo: ‘Şüpheliyiz’ ‹flçi Filmleri Festivali’nin bu y›lki temas› AKP’nin bask›lar›na bir yan›t olarak: ‘Özgürlük emek ister’

G

ündelik hayatın yaratıcısı olup yok sayılan emeğin hallerini yansıtmayı amaç edinmiş tek festival olan İşçi Filmleri Festivali’nin 7’ncisi bu yıl 1 Mayıs’ta İstanbul, Ankara, İzmir ve Diyarbakır’da eş zamanlı başlayacak. Sponsorsuz, biletsiz, parasız bir şekilde gönüllülerin ve emekten yana örgütlerin çabalarıyla gerçekleştirilen festival her sene olduğu gibi bu sene de sinemayı salonlardan, gişelerden kurtarıp işçi mahallelerine, meydanlara taşıyacak. İşçi Filmleri Festivali (İFF) bu yıl “Özgürlük Emek İster” temasını seçti. Türkiye’de halkların hak ve özgürlüklerine AKP tarafından yapılan saldırılara cevap olarak bu temanın seçildiği festivalin simgeleri Şarlo ve Karagöz de “Hepimiz Şüpheliyiz” dedi. Japonya, Hindistan ve ABD’den yönetmenleri ağırlayacak olan festivalde “Yağmuru Bile” filmi ile işçi sinemasının en önemli temsilcilerinden Ken Loach filmlerinin senaristi Paul Laverty de konuk olarak yer alacak. Japonya'da proleterya edebiyatının önemli temsilcisi olan "Yengeç Gemisi" filmi de Türkiye’de ilk defa İFF’de izleyicilerle buluşacak. Unutulmaz işçi filmlerinde “Güneşli Pazartesiler” yönetmeni De Aranoa’nın son filmi "Amador" da festivalde izlenebilecek. Dünya’nın değişik ülkelerinden işçi filmlerinin yanı sıra festivalde izleyici-

Sinemacılardan ‘Ersanlı’ya selam 3

1. İstanbul Film Festivali sona erdi. Festival kapanış gecesinde düzenlenen ödül töreninde ödül alan Emin Alper konuşmasında Büşra Ersanlı’yı selamladı. ‘Tepenin Ardı’ filmiyle ulusal yarışmada büyük ödül Altın Lale’yi kazanan yönetmen Emin Alper konuşmasında KCK soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Prof. Büşra Ersanlı’yı selamladı. Filmin bir ailenin hayali düşman yaratma öyküsünün anlatıldığını söyleyen Alper, “Gözümü açtığım andan itibaren iç ve dış düşmanlarla dolu bir Türkiye’de olduğumu anladım. Bana bu filmi yaptıran o düşmanlara teşekkür ederim” dedi. Alper, “son derece tehlikeli bir düşman olduğu için parmaklıklar arkasında” dediği Büşra Ersanlı’ya ve onun şahsında tutuklu tüm gazeteci, siyasetçi, belediye başkanı ve öğrencilere selam gönderdi. ‘Yeraltı’ filmiyle geceden en iyi yönetmen dahil beş ödülle ayrılan Zeki Demirkubuz, halk ödülünü alırken halkın korsan sayesinde kendisini keşfettiğine vurgu yaptı: “Korsancı arkadaşlarım bana ‘Kader’ ve ‘Masumiyet’in çok talep gördüğünü söylerlerdi, inanmazdım. Korsan sayesinde halk beni de

keşfetmiş. Demek ki gerçeğe her şekilde gidiliyor.” ‘İz/Rec’ filmiyle jüri özel ödülüne değer görülen Tayfur Aydın ise önce Türkçe söylediği “Herkesin doğduğu topraklara gömülmesini dilerim” sözünü Ailesine seslenerek Kürtçe tekrar etti. ‘BU F‹LM‹ ‹ZLEM‹YORUZ’ Törende jüri üyesi oyuncu Nazan Kesal ile ‘Tepenin Ardı’nın yapımcısı Enis Köstepen izleyicileri ‘Emek Sineması yıkılmasın’ eylemine davet etti. Kesal ve Keskin’in kapanış gecesinde sinemaseverleri davet ettiği eylem 15 Nisan Pazar günü gerçekleştirildi. Bini aşkın kişi, Emek Sineması için toplandı; Kamer İnşaat'ın Emek Sineması'yla ilgili projesini protesto ederek "Bu filmi izlemiyoruz" dedi ve protesto için özel olarak hazırlanan "Fetih Beyoğlu: Grand Pera 3D" yazılı biletler yırtıldı. Kamer İnşaat'ın projesinde, yerin altına inerek binaya üç kat daha eklemek, Emek Sineması'nı dördüncü kata taşımak, toplam on sinema salonlu yapının girişini pasaj haline getirmek, binaya yeni yemek ve alışveriş mağazaları açmak gibi planlar var.

ler, Uludere katliamını, Van depreminin yarattığı toplumsal yıkımı, Kürt savaşının izlerini de görecek. İFF gönüllülerinden Bahadır Ahıska, festivale başvuran film sayısının her yıl arttığını belirtirken İFF gönüllülerinden Önder Özdemir de bazı yönetmenlerin İFF için de film ürettiğini söylüyor. İFF’nin Ankara ayağında bu yıl hedef büyütülüyor ve 10 bin seyirci hedefleniyor. Mahallelerde nostalji film gösterimleri düzenlenmesi planlanan Ankara İFF kapsamında yönetmenlerle söyleşiler de yer alacak. İFF bu yıl İzmir'de çok daha yaygın ve güçlü bir şekilde örgütleniyor. Festival gönüllülerinden Didem Tosun, önceki yıllara göre sokak etkinliklerinin ve gösterim salonlarının sayısının ikiye katlandığını ifade etti. İzmir’de açılış, İnönü Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek. Gecede Pınar Sağ da şarkılarıyla sahne alacak. Festivalde Yusuf Kurçali imzalı “Karartma Geceleri” filminin gösteriminin ardından Rıfat Ilgaz anısına oğlu Aydın Ilgaz'ın katılımıyla “Karartma Geceleri'nden Aydınlık Yarınlara” başlıklı bir söyleşi düzenlenecek. Festivalin diğer bir etkinliği ise Ahmet Soner'in “İFF ve Türkiye'deki İşçi Hareketleri” başlıklı sunumu olacak. İzmirlilerin bir de sürprizi var. Didem Tosun’dan dinleyelim: “Bu yıla özel ilk defa bir

atölye çalışması örgütlendi. Atölye çalışmalarının meyvesi kısa filmimiz de festivalde gösterilecek filmler arasında yer alacak.” İzmir’deki festivalin düzenleyici kurumları yeni katılımlarla TekGıda-İş, Hava-İş, Petrol-İş, Deriİş, Tez Koop-İş, TÜMTİS, Konak Kent Konseyi, Dev Sağlık-İş, Halkevleri, TMMOB İKK’dan oluşuyor. Festival bu yıl Diyarbakır’da da 1 Mayıs’ta başlayacak. İFF’nin Diyarbakır’daki işçi mücadelesini görünür kılmak açısından önemli olduğunu belirten festival gönüllülerinden Dev Sağlık-İş üyesi Zeynep Çelik 3 kentle aynı anda gösterime başlamalarını şu sözlerle açıkladı: “İFF’nin batıya sıkışmış bir festival olmaktan çıkarmak ve bu kadar zengin kültürlere ve mücadeleye ev sahipliği yapan bir şehrin zenginliğini de katmak istiyoruz Diğer illerle birlikte bu yıl mücadelemizi ve sahnemizi hep birlikte açıyoruz.” 2010’da kurulan Diyarbakır İşçi Filmleri Festivali Atölyesi’nin ve festivali düzenleyen kurumların yanı sıra KESK ve TMMOB il şubeleri ile Sur Belediyesi de festivale katkıda bulunuyor. İstanbul’daki festival açılışı geçen yıl olduğu gibi İstanbul Teknik Üniversitesi Maçka Kampüsü’nde gerçekleştirilecek. “Yağmuru Bile” filminin gösterileceği gecede Nejat Yavaşoğulları ve Sarıyer Gençlik Korosu sahne alacak.

Özgürlüğe şarkı söylediler H

alkevleri’nin 80’inci yılında on binler özgürlük ve demokrasi için buluştu. AKP’ye meydan okuyanların gövde gösterisine dönüşen şenlik sonrası randevular 1 Mayıs’a kesildi. Halkevleri’nin 8 Nisan günü İstanbul Sinan Erdem Spor Salonu’nda gerçekleştirdiği şenlikte on binler buluştu, kuşaklar söyledi. Sunuculuğunu Volkan Yosunlu ile Ebru Erginbay’ın yaptığı şenliğe 22 sanatçı ve müzik grubu katıldı. Şenlik, sahnedekinden seyircisine, şarkısından videosuna, konuşmasından sloganına her şeyiyle bir meydan okumaya dönüştü. AKP’ye öfke, karanlığa karşı mücadele kararlılığı ve umutla birleşti. Yavuz Bingöl ve 160 kişiden oluşan Halkevleri Çocuk Korosu Hrant Dink anısına “Sarı Gelin” türküsünü söyledi. Koro, “Güzel Çocuk” şarkısıyla Fatsa Çocuk Korosu’na selam gönderdi. Agire Jiyan’a 9 dilde şarkılar söyleyen Diyarbakır Sur Belediyesi Gençlik Korosu eşlik etti. “Şemame”ye salon halaylarla eşlik etti. Yeni Türkü ‘80’lere damgasını vuran şarkısını, AKP’nin demokratikleşme iddialarını ima ederek “Maskeli balolar sürüyor” diyerek anons etti. 1990’larda 12 Eylül karanlığına karşı yükselen gençlik hareketi için bestelenen Fırtına seslendirilirken de fonda üniversiteleri AKP’lilere dar eden Kolektiler vardı. Şevval Sam şarkılarını söylerken fonda yer alan Kazım Koyuncu fotoğrafı salondan büyük alkış aldı. Bulutsuzluk Özlemi, “Karanlığa karşı yarınların daha güzel olacağına inanarak şarkılarımızı söylemeye devam ediyoruz” sözleri ile şarkılarını söyledi. Ardından, Volkan Konak ve Melike Demirağ sahne aldı. Demirağ “Arkadaş”ı söylerken fonda görünen Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya için alkış tufanı koptu. İsmail Hakkı Demircioğlu ve Erkan Oğur birlikte söyledikleri türkülerle, Hayko Cepkin özgün tarzıyla geceye renk kattı. BU KARANLI⁄I HALKIN MÜCADELES‹ YIRTACAK Şenlikte açılış konuşmasını yapan Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, 80 yıldır özgürlük, demokrasi ve halkın hakları için omuz omuza verdikleri yol arkadaşlarını selamlayarak şunları söyledi:

AKP karanl›¤›na karfl› meydan okuyanlar salona s›¤mad›, on binlerin kat›ld›¤› flenlik sola moral oldu “Halkevleri 12 Eylül karanlığına karşı ‘halkın muhalefet evi’ oldu. Sömürgecilere karşı bağımsızlık, şovenizme karşı kardeşlik, savaşa karşı militan bir barış kürsüsü oldu. Kocaeli depreminde bir dayanışma eviydi. Van depreminde çocukların oyun arkadaşı oldu. Doğası için deresi için Hopa’da Metin, Tortum’da Leyla, Sinop’ta Gerzeli bir köylü oldu.” Halkevleri Genel Sekreteri Oya Ersoy da bir konuşma yaparak ‘Tek yol sokak tek yol devrim’ sloganını dev bir koronun dilinde bir kavga ve umut ezgisine dönüştürmek üzere 1 Mayıs’a çağrı yaptı. KUSURSUZ 6 SAAT Şenlik günü on binlerin akın ettiği Sinan Erdem Spor Salonu’nun önünde

daha kapılar açılmadan binlerce kişi birikirken onları şenlik gönüllülerinden bir ekip, önceden hazırladıkları pankartlar ve süslemelerle karşıladı. Salona girmek için sabırsızlananlar halaylar çekti. Kapılar açıldıktan on beş dakika sonra Türkiye’nin en büyük spor salonu dolmuştu. Sahne alan bazı sanatçılar, hiç prova almadan kendilerine kusursuz eşlik eden müzisyenlere teşekkür ederken, bir taraftan da gecenin sorunsuz geçebilmesi için 400 görevli iş başındaydı. Sanatçı ve şairlerle birlikte 300 kişilik sahne ekibiyle, program hiç aksamadan 6 saat sürdü. İki kısa film gösterildi onlarca spot aktı, tıklım tıklım salon, şarkılarla bir oturdu bir kalktı. Yoğun programa rağmen gece neredeyse sorunsuz bitti.

Tiyatroya belediye darbesi ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi (‹BB) fiehir Tiyatrolar›’nda yetki ve karar mekanizmas›n› bürokrasiye devreden yeni yönetmelik tiyatro camias›n›n gündemine bomba gibi düfltü. ‹BB Meclisi taraf›ndan ç›kar›lan yeni yönetmelik, fiehir Tiyatrolar›’nda genel sanat yönetmeninin birçok yetki ve sorumlulu¤unu, tiyatro ile belediye aras›ndaki iliflkileri organize etmekle görevli tiyatro müdürüne devrediyor. Yönetmelik Yönetim Kurulu’na o sene sahnelenecek oyunlar›n seçiminde sadece önerilerde bulunma yetkisi verirken yeni aç›klanan yönetmelikte “O sene sahnelenecek oyunlar› belirler veg enel sanat yönetmeni bu oyunlar aras›ndan bir repertuar oluflturur.” deniliyor. Böylece oyun seçimindeki inisiyatif tamamen belediye taraf›ndan tayin edilecek memurlara b›rak›lm›fl oluyor. fiehir Tiyatrolar›’na yönelik bu sald›r› son günlerde yaflanan baz› olaylarla “geliyorum” demiflti. ‹skender Pala, Zaman’da yazd›¤› yaz›da “Günlük Müstehçen S›rlar” oyununu ‘ahlaks›z’ olarak de¤erlendirmifl ve kald›r›lmas› için kampanya bafllatm›flt›. Yeni Akit de “fiehir Tiyatrolar›’nda erotik skandal” haberiyle oyunu hedef göstermiflti. Oysa ‘Günlük Müstehcen S›rlar’, bask›c› rejimleri elefltiren bir politik komedi. Yeni yönetmelikte müdürlü¤e, son dönemlerde flehir tiyatrolar›na yönelik sald›r›lara hak verircesine, “toplumda sanat› ve estetik duygular› gelifltirmek, tiyatronun kurulufl gayesinden sapmadan günümüz insan›na verece¤i sanat hizmetinde toplumun genel etik de¤erlerine özen gösterilmesini sa¤lamak” gibi sorumluluklar atfediliyor. Yeni yönetmeli¤in aç›klanmas›yla tiyatrocular›n protestolar› gecikmedi. Türkiye Devlet Tiyatrosu Opera ve Balesi Çal›flanlar›, özyönetim deneyimi olan 98 y›ll›k flehir tiyatrolar›n›n tümüyle belediye yönetiminin belirleyece¤i bürokratlar›n hegemonyas› alt›na girmesinin, sanat›n özgürlefltirilmesini savunan hiçbir kesim taraf›ndan kabul edilemeyece¤ini vurgulad›. ‹BB fiehir Tiyatrolar› Sanatç›lar› Derne¤i ise Harbiye Muhsin Ertu¤rul Sahnesi’nde düzenledikleri bas›n aç›klamas›yla yönetmeli¤i protesto etti.


SOKAĞIN SESİ

ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ

19 Nisan 2012 / 2 May›s 2012

16 Halk›n Sesi

ZAL‹M‹N ZULMÜNE D‹RENENLER SALDIRIYI PÜSKÜRTTÜ

Ava gidenler avlandı Belediye güç gösterisi yapmaya geldi, halkının gücüne tanık oldu. Polisin geri çekilirken “Yeter artık bırakın peşimizi” sözleri kulaklardan silinmeyecek OSMAN NUR‹ ORHAN

Üstte: TOMA’n›n suyuna havai fifleklerle yan›t verildi.Yanda: Vadi halk› çat›flmadan sonra toplad›¤› gaz bombalar›n› dizdi. Altta:Yo¤urt kab›na su doldurup gaz bombalar›n›n üzerine dökerek etkisiz hale getirdi.

2

006 yılından beri bir direniş örgüteniyor Dikmen Vadisi’nde. Yaklaşık 600 ev yıkım tehditiyle karşı karşıya. 2007 yılında 5 bin polisin saldırısını göğüsledi vadi halkı. Ardından irili ufaklı onlarca çatışma daha yaşadı. Geçen süre zarfında bir direnişi örgütledikleri kadar hayatlarını da yeniden örgütlediler. Festivadi ismini verdikleri festivalleriyle bir çok sanatçıyı vadide ağırladılar. Üniversitelilerle buluştular. Kocaman bir bahçe kurup komün şekilde üretip paylaştılar. Onlar birlik olup güçlenirken Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek bu birliği bozmak için bir çok saldırı gerekçesi yarattı. Bu sefer saldırının gerekçesi olarak vadinin hemen üzerinde kurulacak olan “Özel Altın Koza Üniversitesi”ni gösterdi. AMAÇLARI GÖZDA⁄I VERMEK Sabahın ilk ışıklarıyla telefonum çaldı. Dikmen Vadisi’nden tanıdığım bir genç nefes nefese kalmış bir şekilde: “Osman yıkıma geldiler, tüm basın emekçilerini çağırıyoruz.”

Yataktan fırladığım gibi soluğu evin önünden geçen ilk takside aldım ve “Dikmen Vadisi’ne” dedim. İlker Durağı’na vardığımda polisin karşı tepeden indiğini görünce “müsait yer” dedim ve taksiden inip tepeye doğru koşmaya başladım. Ben vardığımda, polis attığı gaz bombalarını bir kabın içine dolduruyordu. Biber gazı dumanı dağıldığında bir evin yıkıldığını gördüm. Evde oturan Musaamber Aydemir’di ve iki çocuğu da gözaltına alınmıştı. Aydemir’e on bin lira karşılığında zorla sözleşme imzalatıldığını öğrendim. O sırada evin yakınında bulunan mahalleli İbrahim, “Abi asıl amaçları hepimize gözdağı vermek, koca belediye sadece Musaamber’in evini yıkmaya binlerce çevik kuvvetle niye gelsin” dedi. POL‹STEN PLAST‹K MERM‹ Evin yıkılması yıllardır biriken bir öfkenin fitilini ateşledi. “Yeter artık” diyerek bağıran elli yaşlarında bir adam attı ilk taşı. Ardından gençler ve kadınlar. “Sizin allahınız yok mu?” diye bağırıyordu bir kadın polisin üzerine yürürken. Polis, bu sefer gaz bombası ve tazyikli suyun yanı sıra plastik mermi de kullandı. Onlarca

kişi yaralandı mermilerle. Eli kırılanlar, parmakları kırılanlar oldu, hatta bir yaşında bir bebek de yaralananlar arasındaydı. Gaz bombasının etkisiyle fenalık geçirenlerler, hastaneye kaldırılanlar da oldu. F‹fiEK TOMAYI, KOVA GAZI YEND‹ Sabah saatlerinde başlayan çatışma öğlen saatlerine kadar sürdü. Polis saldırdıkça halkın kurduğu barikatlardan da ateşler yükseldi. Polis gaz attıkça havayi fişeklerle savundu vadi halkı hakkını. Mahalleye yerleşen hurda toplayıcılarını unutmamak gerek. Yeni yerleştikleri mahallelerini cansiperane bir şekilde koruyan hurdacıların ‘iş aracı’ olarak kullandıkları gaz maskeleri çok işe yaradı. Kafalarının üstünde patlayan fişeklere, yağmur gibi gelen taşlara dayanamayan Ankara polisi, panzerlerin suyu bitince geri çekilmek zorunda kaldı. Polis 3 saat önce naralar atarak indiği tepeyi aynı hızla tırmandı. Geri çekilen polis, mahalle halkı, üniversitenin yapılacağı şantiyeye girip güvenlik kulübelerini ateşe

verince tekrar geldi. POL‹S MA⁄LUP Bu sefer CHP Ankara Milletvekili Levent Gök girdi araya. Polis, Gök’ün gelişini sevinçle karşıladı çünkü bir an önce Vadi’den gitmek istiyorlardı ve mağlubiyet, polis amirleri maskelerini çıkardığında gözlerinden okunuyordu. Polis Vadi’den gittikten sonra halk da Barınma Hakkı Bürosu’nda toplandı. Büroya BDP milletvekili Adil Kurt ve birçok demokratik kitle örgütü, sendika ve oda temsilcisi de geldi. Kurt, vadiyi Uludere’ye, Kurt’tan sonra söz alan Barınma Hakkı Bürosu temsilcisi Tarık Çalışkan ise Filistin’e benzetti. Dikmen’e ilk kez gelen ve ilk kez böyle çatışma gören muhabir arkadaşım da Çalışkan’a katıldı. ULUDERE, F‹L‹ST‹N VE D‹KMEN VAD‹S‹ Gün sona ererken ‘zalimin’ tekrar geleceğini bilerek evlerine gitti. Vadi, Uludere’ye de Filistin’e de benziyor. Çünkü, zalimin zulmü karşısında ezilenlerin direnişinin simgesi olduğunu ve olacağını kanıtladı.

Çadırlardan alanlara Dev Sağlık-İş, taşeron sistemin kaldırılması ve mahkeme kararlarının uygulanması için hastanelerde çadır kuruyor, imza topluyor ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

Ü

lkenin dört bir yanında güvenceli iş mücadelesi yürüten Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası (Dev Sağlık-İş) üyeleri, yeni bir kampanya başlattı. Çalıştıkları hastanelerin sağlık işçisi olduklarına dair mahkeme kararlarının uygulanmasını ve taşeron sisteminin kaldırılmasını isteyen işçiler, “Güvenceli İş İnsanca Yaşam Çadırları” kurarak talepleri için imza toplamaya başladı. Sendika, imzaları 22 Nisan günü Ankara’ya, Sağlık Bakanlığı’na taşıyacak. Dev Sağlık-İş’in kurduğu çadırlar, yıllardır sürdürülen güvencesizlik karşıtı mücadelenin deneyimlerini de içerisinde barındırıyor. 5 Nisan günü Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde çadırın kurulduğu eyleme Birleşik Metal-İş, Enerji-Sen, SES, İstanbul Tabip Odası, Okmeydanı Halkevi üyeleri ve Çapa direnişçilerinin verdiği destek, dayanışmanın önemli göstergelerinden biriydi. Dayanışma, işçiler arasında da

tüm sıcaklığıyla hissediliyor. Aynı eylemde başörtülü bir kadın işçinin, başörtüsünden çıkardığı toplu iğneyi pankart asmakta zorlanan arkadaşlarına vermesi ve pankartın böylece tutturulabilmesi görülmeye değerdi. Kartal Koşuyolu Hastanesi işçileri de 11 Nisan’da, 200 kişilik bir eylemle kurdukları çadırda örnek bir dayanışma gösteriyorlar. Çadırda işçilerden Ziya ile konuşurken Ali yemek getiriyor. Az sonra çadıra asılı nöbet listesini görüyoruz. Listeye baktığımızı fark eden işçiler, “hastanede de burada da nöbet var” diyerek gülüyor. Hasta ve

hasta yakınları da kimi zaman “Taşeronu yok etmek lazım, her zaman arkanızdayız” diyerek, kimi zaman “Grevde misiniz, hayırdır?” diyerek geliyorlar çadırlara ellerinde çaylarla. Bu arada komşu hastane Lütfi Kırdar’daki işçiler de yemeklerini Koşuyolu’ndaki işçilerle paylaşanlardan. “Güvenceli İş İnsanca Yaşam Çadırları”, pek çok ilde sabah 7, akşam 7 vardiyasında açılırken, Adana Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi işçileri 24 saatlik nöbet tutuyor. Adana’da sağlık işçilerine en anlamlı desteklerden birisi çadırın

kurulduğu 10 Nisan günü grevde olan Enerji-Sen üyesi TEDAŞ işçilerinden geldi. Maaşlarını alamadıkları için iş durduran ve bu nedenle işten atılan TEDAŞ işçileri, “Birleşe birleşe kazanacağız” sloganıyla girdikleri alanda “TEDAŞ işçisi yalnız değildir” sloganıyla karşılandı. Samsun’da ise işten atıldıkları için bir seneyi aşkın süredir direnen Dev Sağlık-İş üyeleri, direniş çadırlarını “Güvenceli İş İnsanca Yaşam Çadırı”na dönüştürdü. Ankara, Diyarbakır, Kocaeli, Bursa ve Antalya’daki sağlık işçileri de çadırlarını peş peşe kuruyor. Dev Sağlık-İş’in kampanyası son hızıyla sürüyor. Çadırdaki işçiler haykırıyor: “Onlar emeğimizi de kimliğimizi de yok saymaya çalışıyorlar. Taşerona karşı verdiğimiz mücadeleyi engellemek için Adana’daki arkadaşlarımızı 27 yılla yargılıyorlar. Ama başaramayacaklar. Örgütlenmemize de taşeronu süpürmemize de engel olamayacaklar. Biz haklarımızı mücadeleyle kazandık. Önce 22 Nisan’da Ankara’da, ardından bütün gücümüzle 1 Mayıs alanlarında olacağız.”

Dev Sa¤l›k-‹fl’in Kocaeli Üniversitesi T›p Fakültesi Hastanesi’ndeki çad›ra 17 Nisan günü polis sald›rd›, 6 iflçi gözalt›na al›nd›. Dev Sa¤l›k ‹fl üyeleri, arkadafllar› serbest b›rak›lana kadar ifl b›rakt›. 5 saatlik ifl b›rakma eylemi sonucunda iflçiler serbest b›rak›l›rken çad›r da yeniden kuruldu. Dev Sa¤l›k-‹fl üyeleri iki gün boyunca hastane bahçesinde olacaklar›n› duyurdu.

‘Randevuyu Ankara’ya kestik’ Y›llard›r verdikleri mücadelenin ve kazan›mlar›n takipçisi olan Dev Sa¤l›k-‹fl üyeleri, “Tafleron iflçisi de¤il, sa¤l›k iflçisiyiz” diyerek randevuyu 22 Nisan gününe Ankara’ya, Sa¤l›k Bakanl›¤› önüne kesti. Örgütlü olduklar› hastanelerden ve sosyal hizmet

kurumlar›ndan gelecek olan iflçiler, taleplerini bir kez de Sa¤l›k Holding’e dönüflen Sa¤l›k Bakanl›¤›’n›n kaps›nda hayk›racak. Emekçiler, Güvenceli ‹fl ‹nsanca Yaflam Çad›rlar›’ndan birisini de bakanl›k önüne açacak.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.