A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark SAYFA
6
26 y›l geçti, izleri silinmedi Yaflam hakk› savunucular› Çernobili hat›rlatarak nükleerden vazgeçilmesini istedi
SAYFA
7
Alo, ö¤retmeni dövüyorlar Bakanl›¤›n flikayet hatt› kurmas›ndan sonra ö¤retmenlere dönük sald›r›lar artt›
SAYFA
14
‹ktidar kavgas› gazetelerde Erdo¤an-Gülen cemaati çat›flmas› medyaya Akif BekiEmre Uslu kavgas›yla yans›d›
SAYFA
15
‹ki usta Türkiye’de Resmin büyük ustalar› Van Gogh ve Goya’n›n eserleri Türkiye’de sergileniyor
3 May›s 2012 • 1.25 TL
Y›l 7 • Say› 156
Yüz binler meydan okudu
Türkiye’de yüzün üzerinde merkezde yüz binler 1 May›s meydanlar›nda AKP’nin gerici, faflist, piyasac› karanl›¤›na karfl› omuz omuza verdi
‹fl kazalar›na, tafleron sistemine, savaflta ve iflbirlikçilikte ›srara, muhafazakar sanat dayatmas›na tepkiler meydanlara damgas›n› vurdu
Eme¤in sermaye iktidar›na öfkesi, eflitli¤in, özgürlü¤ün ve bar›fl›n hakim oldu¤u yeni bir dünya özlemi 1 May›s’lara damgas›n› vurdu
Mahkeme AKP’ye mülk Özellikle referandumdan sonra yarg›da istedi¤i gibi at koflturan AKP’ye bu da yetmiyor. Hükümete özellefltirmelerle ilgili baz› mahkeme kararlar›n› uygulamama hakk› veriliyor S. 4
Taksim 1 May›s’› S. 2 Dünyada 1 May›s S. 5,
1 May›s’›n AKP’lilefltirilmesi çabas› S. 3, Türkiye’den 1 May›s haberleri S. 16
Meydan, karanl›¤a meydan okuyanlar›n YOL S. 3
Sanatçı bu 6 Mayıs’ta üç fidan için yürüyecekler Ö¤renci Kolektifleri, Gençoyunlara gelmiyor lik Muhalefeti ve TKP'li Ö¤ fiehir Tiyatrolar›’nda yap›lan yönetmelik de¤iflikli¤ini ve sonras›nda soka¤a ç›kan sanatç›lar›n eylemini Oyuncular Sendikas› Baflkan› fiebnem Sönmez’le konufltuk. Sönmez seyirci ile oyuncu aras›na kimsenin girmedi¤i bir tiyatro hayalini anlatt› S. 11
renciler "Üç Fidan’›n idam›n›n 40. y›l›nda büyük gençlik yürüyüflü düzenliyor. Yüzlerce ö¤renci 6 May›s'ta Galatasaray Lisesi önünde buluflup, Dolmabahçe’ye yürüyecek
Sağlıkta dönüşüm şiddetine isyan Sa¤l›kta dönüflümün etkileri ve AKP hükümetinin hekimleri itibars›zlaflt›rma politikalar› güçlendikçe sa¤l›k emekçilerine yönelik fliddet vakalar›n›n say›s› da art›yor. Antep’te Dr. Ersin
Ferda Koç / Sayfa 4
Duygu Semiz / Sayfa 7
Mutlu bir yaz›
Formasyon meselesi
Aslan’›n ölümü sa¤l›k emekçisinin sab›r tafl›n› çatlatt›. Binlerce sa¤l›k çal›flan› ülke çap›nda ifl b›rakma eylemi yapt›, fliddete maruz kalmalar›n› önleyecek düzenleme talepleriyle soka¤a ç›kt› S. 8 Tufan Sertlek / Sayfa 9
Utanmazlar
Köprünün faturas› halka
MEB’in sütü zehir küpü Milli Eğitim Bakanlığı’nın “Okul sütü-Akıl küpü” projesi kapsamında okullarda parasız süt dağıtımının ilk gününde 9 ilde yüzlerce çocuk zehirlenerek hastanelik oldu. Adana, Diyarbakır, Edirne, Sivas, Sakarya, Antalya, Konya, Samsun ve Kırıkkale’de süt dağıtımından kısa bir süre sonra öğrencilerde zehirlenme belirtileri görüldü. Toplu zehirlenmelerin gerekçesi gazetemiz yayına hazırlanıyorken halen netlik kazanmamıştı. Hükümet çocukların süte hassasiyeti olabileceğini söyledi. TTB ise bu ihtimalin önceden gözetilerek dağıtımının buna göre yapılması gerektiğini, kaldı ki hassasiyetin bu kadar yaygın olamayacağını açıkladı ve ‘hükümet okul sütü projesini eline yüzüne bulaştırdı’ dedi.
Ali Ergin Demirhan / Sayfa 12
Solun 28 fiubat sefas›
Ocak ay›nda hiçbir firman›n teklif vermedi¤i 3. köprü ihalesine Nisan ay›nda befl firma teklif verdi. Bu ilginin alt›nda köprünün bedelinin halka ödetilerek, projenin karl› hale getirilmesi yat›yor S. 6
Kad›nlara kölece ifl Kad›n eme¤inin sömürülmesinde yeni düzenekler öngören Ulusal ‹stihdam Stratejisi 2012 tasla¤›n› ve tasla¤›n kad›n eme¤i için anlam›n› Prof.Dr. Gülay Toksöz anlatt› S. 10
2
1 MAYIS 3 May›s 2012 / 16 May›s 2012
Halk›n Sesi
Taksim notları
Faşizme karşı emeğin korosu 1 May›s kutlamalar›n›n kalbi Taksim Meydan›, yüzbinleri bulan görkemli kitleye ev sahipli¤i yapt›
T
aksim, tarihi günlerinden birini yaşadı. AKP iktidarının emek düşmanı, faşist, gerici, ayrımcı politikalarına karşı yüz binler omuz omuza verdi. Geçtiğimiz yıla göre daha kitlesel ve kararlı bir katılımın sergilendiği mitingin ruhunu en iyi yansıtan şey, 14.00'de tüm 1 Mayıs meydanları ile aynı anda atılan "Faşizme karşı omuz omuza" sloganıydı. AKP’nin gerici-faşist, baskıcı politikalarına karşı tepkiler bir sel olup Taksim’e akmıştı. B‹REYSEL KATILIM Z‹RVE YAPTI Taksim'deki 1 Mayıs mitingi için Şişli, Şişhane ve Beşiktaş güzergahlarından yüz binler yürüdü. Taksim Meydanı dolduğunda Şişli kolunun bir ucu hala, yaklaşık 4 km uzaklıktaki Mecidiyeköy metro durağındaydı. Alana girişler ancak alanın boşalmasıyla sağlandı. Çıkışların yanı sıra Taksim Meydanı’nın arkasındaki Gezi Parkı’nın da hınca hınç dolması sayesinde tüm gruplar alana girebildi ve program başlatılabildi. 1980 sonrasının en kitlesel 1 Mayıs’ı
olduğu görüşü dile getirildi. Mitingde en kalabalık topluluk kuşkusuz bağımsız gelenlerdi. Özellikle solun büyük bölümünün bulunduğu Şişli kolunda katılımcıların önemli bir bölümü kortejlere girmeden doğrudan alana yürümeyi tercih etti. Geçtiğimiz senelerde DİSK korteji bağımsız katılanlar için odak olurken bu sene böylesi bir çekim merkezinin yaratılamaması dikkat çekti. DİSK kortejinde de mücadeleci, taşeron sistemine ve iş cinayetlerine direnen sendikalar ile iktidarla karşı karşıya gelen sinema emekçileri öne çıktı. Türk-İş’in muhalif sendikaları olan Sendikal Güç Birliği’nin ve bu birlik dışındaki Harb-İş, Liman-İş, Selüloz-İş ve Yol-İş 1 nolu şubenin Taksim kutlamasına katılması, iktidar güdümlü yönetimin yarattığı rahatsızlık nedeniyle Türk İş içinde başlayan çözülme eğiliminin işaretlerinden biri olarak alana yansıdı. SANATIN ‹SYANI Kürsüde AKP’ye karşı tepkileri en iyi açığa çıkaran konuşmalar sanatçılar tarafından yapıldı. “Muhafazakâr sanat” ve Şehir
Yüzbinler Taksim’de, AKP iktidar›na ve sermayeye öfkesini, yeni bir dünyaya özlemlerini hayk›rd›
Tiyatroları’na dair tartışmaların şiddetlendiği bir dönemde kürsüde söz alan sanatçıların doğrudan AKP’yi hedef alan konuşmaları ilgiyle dinlendi. Özellikle oyuncu Altan Gördüm’ün “Sanatı yapanlar, sanatı yakanlardan güçlüdür” dediği ve Tayyip Erdoğan’a “Sen kimsin” diye seslendiği konuşma ve İslamcıların hedefi haline gelen Meral Okay’ın görüntüleri büyük alkış aldı. Sloganlarda AKP'ye ve Cemaat'e öfke ile faşizme karşı mücadele vurguları öne çıktı. Sayısal artış olarak mitingin dikkat çeken kortejlerinden olan Oyuncular Sendikası, Dışarıdaki Gazeteciler ve taraftar gruplarının kortejlerinde atılan sloganlarda, AKP hedefteydi. KÜRSÜDE D‹REN‹fi‹N SES‹ Kürsüde DİSK, KESK, TMMOB ve TBB Genel Başkanları ve direnişteki işçilerin sesi yükseldi. Dev Sağlık-İş üyesi Samsun Gazi Devlet Hastanesi işçileri, Enerji-Sen üyesi Toroslar Elektrik Dağıtım AŞ işçileri, Deri-İş üyesi Kampana Deri işleri, Birleşik Metal-İş üyesi GEA Klima işçileri, TAŞİŞDER üyesi
Çapa Tıp Fakültesi işçileri, HEY Tekstil işçileri ve Genel-İş üyesi Maltepe Belediyesi işçileri direnişlerinin coşkusunu kürsüye taşıdı. Sol adına da kürsüden ortak bir metin okundu. Ortak metni üç örgütten üç kadın birlikte okudu. ENTERNASYONALLE KURTULUR ‹NSANLIK Alana AKP’nin Kürt sorunundaki savaş ve imha politikalarına tepki de damgasını vurdu. Kürsüden çalınan Kürtçe ezgiler, solun ortak metninin Kürtçe okunması, sık sık yapılan Kürtçe anonslar 1 Mayıs’ı bir kardeşlik buluşmasına dönüştürdü. 1 Mayıs’a gelen kimi CHP’lilerin Herne Peş çalarken büyük coşkuyla bayrak salladığı görüntü üzerinde düşünülmesi gereken bir manzaraydı. 1 Mayıs meydanını dolduran yüz binlerin kürsüden yedi dilde selamlanması ve programın “Enternasyonal Marşı” ile başlaması, halkların kardeşliği ve barış bayrağının sahibinin hangi sınıf olduğuna işaret etti. Özgürlük ve barış ‘en güzel elbisesiyle’ boy gösterdi.
Üç yürüyüfl kolunda flu gruplar yer ald›: fiiflli: D‹SK, Sendikal Güç Birli¤i Platformu, Liman-‹fl, Selüloz-‹fl, Oyuncular Sendikas›, ‹nflaat ‹flçileri Derne¤i Giriflimi ve Güvencesizler Hareketi, ESP, DHF, Partizan, Mücadele Birli¤i, BDSP, Ça¤r›, Al›nteri, Köz, D‹P, EÖC, Devrimci Hareket, SDP, EHP, Proleter Devrimci Durufl, Odak, Devrimci Dönüflüm, ‹flçi Cephesi, ‹flçi Mücadelesi Derne¤i, Devrimci Proleterya, TKP 1920, Halk Cephesi, Kald›raç, ÇHD, Savunmaya Özgürlük Platformu, ‹stanbul Barosu, Devrimci 78’liler, taraftar gruplar›, anarflist topluluklar, PSAKD, Divri¤i Kültür, Kangal Derne¤i, Devrimci Amasyal›lar, Dersim Dernekleri, Nor Zartonk, ‹mece, Tüko-Der, Veganlar, Askeri Darbe Ma¤duru Askerler, Tozkoparan, GülsuyuGülensuyu mahalle dernekleri, Devrimci Vosvosçular, K›z›l Aktivistler Befliktafl: TMMOB, TTB, Veteriner Hekimler Odas›, Difl Hekimleri Odas› ve Eczac›lar Odas›, Halkevleri, Ö¤renci Kolektifleri, Genç Umut, ‹FF, TKP, Mali Müflavirler Odas›, Plaza Eylem Platformu, Biliflim Çal›flanlar› Derne¤i, Biyologlar Derne¤i, Toplumsal Dayan›flma için Psikologlar Derne¤i, TS‹P, Yol-‹fl, Belediye‹fl. Bu kolda CHP, HKP ve ‹P, Dolmabahçe’de bulufltuktan sonra Taflk›flla istikametine yönelerek ana koldan ayr›ld›lar. fiiflhane: KESK, HDK, BDP, ÖDP, EMEP, U‹D-DER, SFK, LGBTT, TÖP, SDH, ‘Sosyalist Kurulufl ‹çin Yürüyoruz’, Anti-kapitalist Müslümanlar I Sendikalardan D‹SK Birleflik Metal ‹fl kitleselli¤i ile dikkat çekerken, mitingin en kalabal›k kortejlerini Halkevleri, TKP, BDP, Halk Cephesi, ÖDP oluflturdu. I Sayg› duruflunun ard›ndan 1 May›slarda katledilenlerin isimleri okundu. Her bir isim okundu¤unda bütün meydan "Burada" diye yan›t verdi. I fiiflli kolundan yürüyen neredeyse tüm kortejler Agos gazetesi önünden geçerken “Faflizme inat kardeflimsin Hrant” slogan› att›. I Antikapitalist Müslümanlar grubu, ifl kazalar›nda yaflam›n› yitiren iflçiler için Fatih Camii'nde namaz k›larak yürüyüfle geçti. ‹hsan Eliaç›k, Kanl› Pazar öncesi bu camiinin buluflma yeri olarak kullan›ld›¤›n› ve kendilerinin buna karfl› bir tav›r gelifltirdiklerini belirtti.
Bayram Beşiktaş’tan başladı! ‘AKP karfl›t› odak’ haline gelen Halkevleri, artan kitleselli¤i ve disiplinli kortejiyle dikkat çekti
DİSK’ten notlar Taksim mücadelesinin simge örgütü D‹SK’in korteji geçen y›llara göre daha sönüktü. D‹SK kortejinde geçmifl y›llar›n aksine Genel ‹fl de¤il Birleflik Metal-‹fl en
kalabal›k sendika olarak yer ald›. D‹SK’e üyelik baflvurusu halen bekletilen Enerji-Sen, D‹SK’in birçok sendikas›ndan daha kalabal›k bir kortejle Dev Sa¤l›k-‹fl’in arkas›nda yürüdü. Dev Sa¤l›k-‹fl s›n›f mücadelesinin taze gücü tafleron iflçilerin güvenceli ifl mücadelesini alana tafl›yan bir kortej oluflturdu. Sinema ve TV emekçilerinin örgütü Sine Sen kitlesel kortejiyle a¤›r çal›flma koflullar›na karfl› tepkiyi görünür hale getirdi. Sine Sen belgesel emekçileri ve senaryo yazarlar› dahil bu ifl kolundaki farkl› örgütlerin de buluflma noktas› oldu.
Beşiktaş kolu, daha az bireysel katılım olmakla beraber çok daha örgütlü ve iyi hazırlanılmış bir kurgu ile Taksim’e yürüdü. Bu kolun en güçlü kortejleri, Halkevleri, TKP ve geçmiş senelere göre bir artış gözlenmese de TMMOB oldu. Beşiktaş’ta 1 Mayıs coşkusu sabahın erken saatlerinde başladı. Saat 8 civarında Beşiktaş Meydanı bayram coşkusunu yansıtacak şekilde süslenmişti. Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri ve TKP’nin bayrakları, pankartları, rengarenk balonlar, devrimci önderlerin resimleri meydanı ve Barbaros Bulvarı’ndan Dolmabahçe’ye dönen yolu baştan başa kaplamıştı.
Halkevleri kortejinde Metin Lokumcu’nun pankart› tafl›nd›
Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri ve Genç Umut, Demokrasi Anıtı etrafında toplanırken TKP İskele Meydanı’nda 1 Mayıs kutlamalarına başladı. Halkevleri Türkçe ve Kürtçe yazılı olarak "Halkın hakları var" pankartı, arkasında Metin Lokumcu fotoğrafıyla birlikte "Tek yol sokak, tek yol devrim" pankartı taşıdı. "Karanlığa meydan okuyoruz" diyen Halkevleri’nin kortejinde çeşitli hak mücadelesi kortejleri de yerini aldı. Halkevci Kadınlar, Engelli Hakları Atölyesi, Eğitim Hakkı Atölyesi, Emekli Hakları Atölyesi pankartlarının yanı sıra, “Sermaye defol, İstanbul Bizimdir” pankartının arkasında Sarıyer Yaşam Platformu 3. köprüye karşı talepleriyle yerini aldı. "Biz de karanlığa meydan okuyoruz" pankartıyla ve Dev Adıvarlılar adıyla Adıvarlı mahallesi Halkevleri kortejine katıldı. Halkevleri kortejinin hemen önünde ise İşçi Filmleri Festivali “Özgürlük Emek İster” pankartıyla yerini aldı ve 1-7 Mayıs tarihleri arasında yedincisi gerçekleştirilecek festivali duyurdu. Halkevleri kortejinin arkasında ise Aktivist Düşünce Topluluğu yürüdü. Peşlerinden Genç Umut ve Öğrenci Kolektifleri yerini aldı. Kolektifler en önde "Gençlik, gericilerin, faşistlerin iktidarı AKP'ye gününü gösterecek" pankartını açarken, Kolektif Yumurtası da ön saflardaydı.
Gümüflsuyu'nda Mahir Çayan pankart› aç›ld› ve yüzlerce üniversiteli Dev-Genç marfl›n› okudu. Kortej Taksim'e yaklafl›rken ‹TÜ Gümüflsuyu'nda aç›lan "Denizlere sözümüz devrim olacak" pankart› ve ayn› anda patlat›lan onlarca konfeti yürüyüflçüler aras›nda büyük bir coflku yaratt›.
3
GÜNDEM 3 May›s 2012 / 16 May›s 2012
Halk›n Sesi
AKP 1 Mayıs’ı alamadı 1
Mayıs kutlamaları öncesindeki tartışmalarda Türk-İş, Hak-İş Memur-Sen ve Türkiye KamuSen, hükümet yanlısı bir tutum aldı. Hükümet yanlısı tutum hem Türk-İş ve Kamu-Sen’in hem de Memur-Sen ve Hak-İş’in 1 Mayıs etkinliklerine yansıdı.
YANDAfi KONFEDERASYONLAR BECEREMED‹ Tüm konfederasyonlar 1 Mayıs öncesinde İstanbul’da Taksim’i işaret etti ancak hükümet yanlısı sendikalar 1 Mayıs’ın içeriğini AKP’lileştiremeyince 20 Nisan günü Taksim'den çekildiklerini açıkladı. Hükümet yanlısı konfederasyonlar, ilerici emek örgütlerinin 1 Mayıs’ta okunacak ortak metinde yer almasını önerdiği bazı konulara itiraz etti. İtiraz noktaları 4+4+4 eğitim sistemine ilişkin eleştirilerin olduğu bölüm, Ortadoğu ve Suriye’deki emperyalist saldırganlığa karşı olan bölüm ve Kürt sorunun demokratik çözümüne ilişkin bölüm olarak öne çıktı. Türkİş, Türkiye Kamu-Sen, Memur-Sen ve Hak-İş AKP’nin politikalarıyla örtüşmeyen bu bölümleri kabul etmedi. Bu konfederasyonlar, metin üzerinde ortaklaşamadıklarını gerekçe göstererek 1 Mayıs’ı ortak kutlamama kararı aldı. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB Taksim’de Türkiye’nin her yerinde 1 Mayıs’ı kutlayacaklarını açıklarken Hak-İş ve Memur-Sen Ankara Tandoğan Meydanı’nda, Türk-İş ve Türkiye Kamu-Sen de İzmir’de Bornova Meydanı’nda 1 Mayıs’ı kut-
AKP 1 Mayıs’ı resmi bir devlet töreni haline getirmek için elinden geleni yaptı ama olmadı. Hükümet yanlısı sendikalar, Taksim’den çekilince İstanbul Valisi ‘hassaslaştı’. AKP tüm çabalarına rağmen 1 Mayıs’ı maniple edemedi
Hüseyin Avni Mutlu layacaklarını belirtti. Türk-İş’in açıklamasında Türkiye’de Hak-İş ve Memur-Sen’le ortaklaşılabileceği yer alıyordu ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Türk-İş içindeki muhalif sendikaların oluşturduğu Sendikal Güç Birliği Platformu 1 Mayıs’ta Taksim’de olacaklarını açıkladı. Türk-İş İzmir Şubeleri de İzmir’de DİSK ve KESK ile Gündoğdu Meydanı’nda olacaklarını duyurunca Türk-İş Genel Merkezi ortada kaldı. Bu açıklamanın ardından 26 Nisan günü Türk-İş ve Türkiye
Kamu-Sen, 1 Mayıs’ı Bursa’da kutlama kararı aldı. Bursa’da 6 bin Bosch işçisinin Türk-İş’e bağlı sarı sendika Türk Metal’den istifa edip Birleşik Metal-İş’e üye olması Türk-İş’in 1 Mayıs’ı Bursa’da kutlama kararı almasında etkili oldu. VAL‹ HASSASLAfiTI Hükümet yanlısı konfederasyonların manipülasyon çabası etkili olmayınca ve bu konfederasyonlar Taksim’den çekilince Taksim Meydanı ile ilgili provokasyon söy-
lentileri ortaya çıkmaya başladı. 1 Mayıs’ta AKP’ye karşı tepkilerin ön plana çıkacağı endişesi, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’yu ‘hassas’laştırdı. İstanbul’da afiş yaparken 25 Nisan günü polis tarafından gözaltına alınan Halkevciler, polisin “1 Mayıs’ta anıta saygısızlık yapılıyor” şeklinde diyaloglara girdiğini söyledi. Bu söylem, 26 Nisan günü İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu tarafından dile getirildi. Mutlu, Taksim Meydanı’ndaki Cumhuriyet
Anıtı’na yönelik “en ufak bir saygısızlık" olması durumunda Taksim’e bir daha izin vermeyeceğini ifade etti. Mutlu şunları söyledi: “Taksim Meydanı'nında milletimizin üzüntüsüne sebebiyet verecek, milli hassasiyetlerimizi rencide edecek, Taksim'de anıt çevresinde ve anıtta bir takım olumsuz ve bizleri rahatsız edecek görüntüler verildiği takdirde, bundan sonra açık söylüyorum, Taksim'de kutlama konusunda yeni bir karar alabilirim.” Mutlu, bu açıklamasıyla Taksim Meydanı’nın emekçilerin direnişi sonucu kazanıldığını unutturmaya çalıştı. 2007’den itibaren üç yıl boyunca Taksim'de 1 Mayıs kutlanmasına izin verilmemişti. İstanbul’da sıkıyönetim görüntülerine eşlik eden direnişlerle emekçiler Taksim’i geri almıştı. AF‹fi VE B‹LD‹R‹YE B‹NLERCE L‹RA CEZA 1 Mayıs öncesi afişi yapanlara, bildiri dağıtanlara yönelik gözaltılar yoğunlaştı, çok miktarda para cezası kesildi. 27 Nisan günü Mersin’de 1 Mayıs bildirisi dağıtan 4 SDP'li genci polis önce darp etti, sonra da 'kabahatler kanunu'na uymadıkları gerekçesiyle 20.680 lira para cezası kesti, polis, bildirilerin çevre kirliliği yarattığını öne sürdü. Tüm tehditlere, manipülasyonlara, provokasyon söylentilerine boyun eğmeyen emekçiler, 1 Mayıs günü yandaş sendikaların değil, AKP’ye meydan okuyan meydanları doldurdular.
MİT, 1 Mayıs Katliamını gizledi
1
2 Eylül davasına çok sayıda belge gönderen Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), “1 Mayıs” katliamından sonra hazırladığı 5 Mayıs 1977 tarihli istihbarat raporunu mahkeme ile paylaşmadı. Teşkilatın belge sakladığı ise Genelkurmay Başkanlığı’nın, kendi arşivinde bulunan bu raporu mahkemeye göndermesiyle ortaya çıktı. Ancak Genelkurmay, raporu mahkemeye sunarken bunun “devlet sırrı” niteliği taşıyabileceğini belirtti. Mahkeme ise raporun devlet sırrı kapsamında olup olmadığına kendisi karar vermek yerine, soruyu belgenin asıl sahibi MİT’e yöneltti. MİT’ten yanıt gelene kadar da 1 Mayıs raporu, adliyenin “kozmik odası” olarak bilinen teknik takip odasındaki özel kasaya konuldu. Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi, 12 Eylül iddianamesini kabul ettikten sonra MİT, Emniyet ve Genelkurmay’a yazı göndererek, arşivlerindeki 1 Mayıs, Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarına ilişkin bilgi, belge ve raporları istemişti MİT, 1 Mayıs’a ilişkin mahkemeye 68 adet belge göndermişti. 4 sayfalık üst yazıda, “1 Mayıs kutlamaları sırasında meydana gelen olayların gelişimi, çatışmalar, tepkiler ve gelişmeler ile yurtdışında Türk vatandaşlarının katıldığı vb. tahlillerin yer aldığı ‘1 Mayıs 1977 Olayları ile İlgili İstihbarat Raporu’ başlıklı yazı, 5 Mayıs 1977 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve MGK Genel Sekreterliği’ne intikal ettirilmiştir” denilmişti. MİT’in, üst yazısında 5 Mayıs 1977 tarihli raporun arşivinde bulunduğu belirtmesine karşın, bu raporu mahkemeye göndermemesi dikkat çekmişti.
Türk-İş Taksim’i kaçarak nasıl kazandı? AKP’nin Tandoğan bayramı T
ürk-İş ve Türkiye Kamu-Sen Bursa’da 2500 kişinin katıldığı merkezi bir 1 Mayıs kutlaması gerçekleştirdi. Kutlamalarda konuşan Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, “Bizim için her yer Taksim” dedi. Türk-İş, 1 Mayıs kutlama kararı aldığı Taksim’den ve İzmir’den vazgeçerken yaptığı açıklamalarda sürekli Taksim’in Türk-İş’in yoğun gayretleri sonucu kazanıldığını iddia etti. Türk-İş aynı iddiayı Bursa’da
düzenlediği merkezi 1 Mayıs kutlamalarında da sürdürdü. Oysa DİSK’in ve ilerici toplumsal muhalefetin Taksim’e çıkma iradesini ortaya koyduğu 2007, 2008 ve 2009’da emekçiler ve devrimciler polis terörüne karşı Taksim’e çıkarken Türk-İş ortalarda yoktu. 2007’de 11 Nisan günü Taksim’den vazgeçip Kadıköy’de miting yapma kararı alan Türk-İş, 2008’de son gün 1 Mayıs’ı kutlamama kararı almış,
2009’da da yine 1 Mayıs’tan birkaç gün önce Kadıköy’de miting kararı almıştı. Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk da aynı ifadeyi tekrarladı. Koncuk’un konuşmasında ‘Taksim’ derken aslında ‘bölüştürme’ anlamına gelen taksim kelimesini kullandığı anlaşıldı. Koncuk, şunları söyledi: “Hakların adil taksimi, hukukun adil taksimi için çalışıyoruz. Mücadelemiz taksimin adil yapılması içindir.”
H
Mustafa Kumlu 1 May›s 2010’da iflçilerden kaçarken
ak-İş ve Memur-Sen de 1 Mayıs günü Ankara Tandoğan Meydanı’nda 1 Mayıs adı altında bir miting gerçekleştirdi. Mitingde Çalışma ve Sosyal güvenlik Bakanı Faruk Çelik, AKP’li yöneticiler ve AKP milletvekilleri boy gösterdi. Mitingde anılanlar ve alkışlananlar Memur-Sen ve Hakİş’in çizgisini ortaya koydu. Merhum faşist Muhsin Yazıcıoğlu, merhum gerici Necmettin Erbakan ve sarı sendikacılığın simge ismi
merhum Mustafa Başoğlu anılırken Anadolu Kaplanları da alkışlandı. Memur-Sen, Bakan Çelik’i alkışlayarak, patronunu 1 Mayıs’ta alkışlayan ilk sendika oldu. 2007’de 1 Mayıs kutlamalarının sönük geçmesinden aldığı dersle hareket eden Memur-Sen ve Hakİş, bu seneki afişlerinde Mustafa Ceceli konserine geniş yer verdiyse de Türkiye merkezi mitingdeki kitle, Sıhhiye’deki mitinginin üçte biri kadar olabildi.
Meydan, karanl›¤a meydan okuyanlar›n nlaşılmıştır ki bundan sonra Taksim; emekçiler, devrimciler tarafından 1 Mayıs alanı olarak kazanılmasıyla birlikte her yıl giderek artan bir biçimde çok daha çoşkulu çok daha kitlesel kutlamaların, protestoların alanı olmaya devam edecek. Bu yıl sadece Taksim değil, ülkedeki tüm 1 Mayıs gösterileri (bu yıl 110 noktada) geçmişte gerçekleştirilenlere göre çok daha kitleseldi. Bu “başarı”da en önemli pay sahibi kuşkusuz AKP'dir. AKP'nin emekçiyi güvencesizleştiren, örgütsüzleştiren politikalarıdır, emeği değersizleştiren saldırılarıdır. Bugün işsizlik yüzde10'un üzerindedir, bugün asgari ücret açlık sınırının altındadır, bugün emekçilerin yüzde 90'ı sendika üyesi değildir, yüzde 46'sının sosyal güvencesi yoktur. Ülke taşeron cumhuriyetine dönüştürülmüştür. Bunlar yetmiyormuş gibi AKP'nin emeğe, emekçiye yeni saldırı planları sırada bekliyor: kıdem tazminatının kaldırılması, özel istihdam bürolarının yasallaşması, bölgesel asgari ücret, TMMOB ve TTB’nin etkisizleştirilmesi, özelleştirmelere dava açılamaması, çocuk işçiliğinin yaygınlaştırılması… AKP'nin kitleleri alanlara döken “başarı”sının nedenleri sadece bunlar değil! 5 binin üzerinde Kürt siyasetçi hapishanede, 100'ün üzerinde gazeteci hapishanede, 1000'e yakın öğrenci hapishanede. Basın özgürlüğü konusunda Türkiye 148’inci sırada yer alıyor (2002'de 100’üncüydü). Ayrıca Sivas davasının zaman aşımına uğratılmasını ve 1977 1 Mayıs katliamı kaşısındaki karartma çabasını da AKP'nin “başarı”larına eklemek gerek. AKP'nin sanata, sanatçıya olan düşmanlığı ise tüm patavatsızlığıyla devam ediyor. Tiyatroları özelleştireceklerini söyleyen Tayyip, “Hem maaş alıp hem eleştiremezsin” diyor. Tayyip'in maaşına göz diktiği tiyatro
A
çalışanı sayısı ülke genelinde 1300, ancak AKP'nin borazanlığını yapan TRT'nin çalışan sayısı 8000 (onlar eleştirmedikleri müddetçe maaş almaya devam edebilirler). Bu arada tiyatrocuların durumu ibret alınmalıdır, AKP zihniyetine, uygulamalarına karşı çıkmak için ille de sıranın kendilerine gelmesini beklemek mi gerekiyor? Bilindiği gibi AKP'nin emek ve emekçi düşmanlığının simgeleştiği şahsiyet Tayyip Erdoğan’dır. Ve Tayyip bu 1 Mayıs'ta da çalışanların bayramını kutladı: “'İnsanı yücelt ki devlet yücelsin' anlayışını benimsemek suretiyle, emekçilerimizin sorunlarını kendi meselemiz olarak gördük.” (Şecaat arz ederken sirkatin söylüyor). Tayyip'in de insanı neden sevdiğini anlamış olduk. Bu aslında yeni değil, hatırlanacağı gibi kendisi her fırsatta "Bizim ilkemiz: Yaratılanı severiz yaratandan ötürü..." der durur (ateist olsa idi kesin seri katil olurdu). Bu ülkenin sağcılarının anlamadığı: Emekçi dünyayı yaratan olduğu için sevilir, saygı duyulur oysa. Bu yılki 1 Mayıs için birkaç önemli yenilikten söz edilebilir. İlki, iki yıl sonra DİSK-Türk-İş-Hak-İş bloğunun parçalanmasıdır. DİSK ve KESK İstanbul'da ve Türkiye'nin her yerinde, Hak-İş ve Memur-Sen Çalışma Bakanı'nın katılımıyla(!) Ankara'da, Türk-İş ve Türk Kamu Sen Bursa'da idi. Bu ayrışmayı ortaya çıkartan ise DİSK'in ya da KESK'in sınıf siyasetleri değil, bizzat AKP manipülasyonu altındaki Türk-İş ve Hak-İş'in tezgahıdır. AKP, 1 Mayıs'a giden süreci çok iyi örgütledi. Türk-İş aracılığı ile DİSK'i uzun bir süre bekletti, oyaladı, hareketsiz bıraktı. Öyle ki 1 Mayıs'a bir hafta kalana dek DİSK, hala bildirisini ve afişini çıkartmamıştı. KESK’in de son güne kadar neredeyse hiçbir özel hazırlığı olmadı. Böylece 1 Mayıs'ın kent ve ülke gündemini belirlemesi uzun süre engel-
lenmiş oldu. (Bu arada DİSK'in bu yılki 1 Mayıs'a yüklediği özel politik anlamı bilen var mı?). Türk-İş'in başını çektiği bloğun ayrı miting yapma kararının gerekçesi ise gayet politik: ortak metinde AKP'nin eleştirilmesinden yana olmamak. 1 Mayıs’ın ortaya çıkardığı dikkat çekici bir gelişme de genel merkezi sıkı sıkıya AKP’ye bağlanan Türk-İş içindeki çözülme eğiliminin güçlenmesiydi. Taksim’in kazanılması sürecinde Türk-İş içindeki mücadeleci sendikalar, genel merkezin inisiyatifine karşı koyamayarak Taksim mücadelesini kırmak için düzenlenen ayrı eylemlere katılmıştı. Ancak bu 1 Mayıs’ta genel merkezin Bursa kararına karşı Sendikal Güç Birliği Platformu’nu (SGBP) oluşturan 10 Türk-İş sendikası Taksim’e geldi. Ayrışma SGBP ile sınırlı kalmadı ve Yol-İş, Selüloz-İş, Harb-İş, Liman-İş de ayrı kortejlerle Taksim’e geldi. AKP, 1 Mayıs'ın resmi ismini “emek ve dayanışma” olarak belirlese de Ankara Tandoğan'da örgütlediği ikinci 1 Mayıs gösterisiyle dayanışmadan ne anladığını gösterdi. Böylece AKP'li Çalışma Bakanı Faruk Çelik, Hak-İş ve Memur-Sen tarafından Tandoğan'da yapılan çakma 1 Mayıs'ta konuşma fırsatı yakaladı. Ve bu durum AKP’lilerce, “35 yıl sonra 1 Mayıs gösterisinde konuşan tek bakan” propagandasının servis edilmesini sağladı. Ancak bu propagandada “Tandoğan Alanı'na, bırakın solcuları Eğitim-İş'in bile biber gazı kullanılarak alınmaması” yer almadı. Bu yılki ikinci önemli yenilik ise “anti-kapitalist müslüman genç” adlı grubun Fatih Camisi'nde hayatlarını kaybeden işçiler için gıyabi cenaze namazı kılıp, kortej oluşturup bir süre yürüdükten sonra HAS Parti saflarına katılarak Taksim'deki 1 Mayıs gösterisine gelmeleri oldu. Bu “yenilik” gerek bütün medya kuruluşları
tarafından gerekse de başta liberaller olmak üzere bir çok sol grup tarafından övgüye mazhar bulundu. 1 Mayıs kürsüsünden neredeyse on defa isimleri anıldı. Hatta bu topluluğa “devrimci İslamcılar”, “sosyalist islamcılar” yakıştırmaları yapanlar oldu/olmakta. (Radikal yazarı Koray Çalışkan bu durumu “siyasi devrim” olarak tanımlıyor). Bazı haber kanalları “İnşallah Sosyalizm Gelecek” pankartı taşıdıklarını bile haber olarak geçtiler. AKP iktidarından yılmış bir topluluğun ruh hali düşünüldüğünde bu yaklaşım/yakıştırma anlaşılabilir elbette. Ancak gerçek durum bu değil. Bu grubun, anlaşıldığı kadarı ile biraz sözcüsü, biraz örgütleyicisi olan İhsan Eliaçık Taksim alanından katıldığı canlı yayında düzeltmeyi yaptı: “'inşallah sosyalizm gelecek' yazan ne bir pankart var ne de böyle bir düşünce var, İslam gelirse sosyalizme gerek kalmayacak, sosyalizm de olmayacak”. Her şeye rağmen, yani 40 küsur yıllık Milli Görüş geleneğine, 10 yıllık AKP iktidarına rağmen gecikmiş bir adım da olsa İslamcıların içinden, var olan İslami uygulamaları eleştiren birilerinin “siyasi bir topluluk” oluşturması, değerlendirilmesi gereken bir konudur. Mehmet Elkatmış, Mehmet Bekaroğlu, Numan Kurtulmuş, İhsan Eliaçık gibi şimdiye kadar kişilerle temsil edilen İslam’ın insancıl, eşitlikçi, adil olduğu vurgularını sahiplenerek oluşturulmaya çalışılan bir siyasi muhalefet henüz yolun daha çok başında. Asıl yapması gereken de rüştünü sol içinde değil, AKP iktidarına karşı kanıtlaması. (Bunun için de radikal kopuşlar gerekli, HAS Parti'nin referandumdaki “evet” tavrı, AKP'den radikal kopuşu sağlar mı?) Çoğu solcu için durum biraz daha karmaşık! İdeolojik çelişkileri görmezden gelmek bir yana tam bir taktiksel hata yapmaktalar. Bu tür “arkadaşlar”ı sol platformlarda tut-
maya çalışmak, AKP iktidarını zayıflatmaya değil, AKP kitlesi içinde bu “arkadaşlar”ı zayıflatmaya yol açmaktadır. Bırakınız, bu “arkadaşlar” fikirlerini solculara propaganda etmesin, gitsinler AKP'lilere propaganda etsinler. Taksim 1 Mayıs'ına gelmektense Hak-İş'in 1 Mayıs'ına gitsinler. (Nasrettin Hoca'nın deyişiyle onlar yüzüğü bodrumda kaybettiler, gidip orada arasınlar.) Bu yılki bir diğer yenilik ise Diyarbakır’da geçtiğimiz yıllarda Dağkapı Meydanı’nda ortak basın açıklamalarıyla kutlanan 1 Mayıs'ın, bu yıl İstasyon Meydanı’nda (32 yıl aradan sonra) miting olarak düzenlenmesi oldu. Ezilen Kürt halkının ulus kimliğinin yanında emekçi kimliğinin de öne çıkartılması bakımından kuşkusuz önemli adımlardan biri. Hareketin önde gelen Selahattin Demirtaş ve Aysel Tuğluk gibi önemli sözcülerinin “Newroz ruhuyla 1 Mayıs’a gitme”, “1 Mayıs’ı Newrozlaştırma” şeklindeki açıklamalarının alanda karşılığını bulması umut verici bir gelişmedir. Tüm bunlara rağmen 1 Mayıs günü, 365 gün içinde sadece biri. AKP, bu günü boş geçirmiş olabilir ancak kalan 364 günde emeğe, emekçilere, halka karşı saldırılarına devam etti, devam edecek. 21 Mayıs'ta kamu çalışanlarının toplu görüşmeleri başlıyor. Meclis gündemi, neoliberal yasa tasarılarını tüm hızıyla geçirmek üzere oluşturulmuş durumda. Bu hafta, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı (Kentsel Dönüşüm) görüşülecek. Üçüncü yargı paketi sırada, Şubat'tan beri bekliyor. Ve Anayasa Uzlaşma Komisyonu yeni anayasanın yazımına başlıyor. AKP'nin artık yeni ve başat bir gündemi daha oldu. Gündem saptırmak, değiştirmek istediği her durumda yeni anayasanın olası maddeleri tartışma yaratacak.
Ve eğitim. Ucube bakan Dinçer, ucubeliklerine devam ediyor. “4+4+4 Yasası” gibi bir ucubeyle ülke çocuklarının tüm geleceğini belirleme hakkının kendine vahiy yoluyla geldiğini sanan bu şahsiyet, pervasız saldırılarına devam ediyor, devam edecek. 19 Mayıs gösterilerini yeniden düzenleyen yönetmeliğinin Danıştay tarafından iptal edilmesine çok hiddetlendi. Tayyip'i de arkasına alarak, bu kez, tüm bayramları kapsayacak yeni bir yönetmelik çıkaracağını açıkladı. Aklı sıra eğitim yasasını halleden bu ucube şahsiyet, şimdi kafayı yönetmeliklere takmış durumda. “Ortaöğretim Yönetmelik Taslağını” da sözüm ona tartışmaya açmış durumda. Bu taslağa göre, Anadolu Lisesi’nde okuyan öğrencilerin Anadolu İmam Hatip Liseleri’ne geçişi kolaylaştırılıyor. Ayrıca seçmeli bir dersin öğretime açılması için en az 10 öğrenci tarafından seçilme şartı taslakta 8 öğrenciye indiriliyor. Böylece “4+4+4 yasasında” düzenlenen seçmeli “Kuran-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin Hayatı” derslerinin açılması için 8 öğrencinin başvuru yapması yeterli olacak. 20 gün olan özürsüz devamsızlıktan kalma süresi 45 güne çıkarılıyor. Ders geçmeler daha kolaylaştırılıyor. Ve eski yönetmelikte yer alan “öğrenciyken evlenenlerin kaydı silinir” ibaresinin kaldırılıyor. (Ortaöğretimde okurken evlenen erkek çocukların oranı ile kız çocuklarının oranı kaçtır, acaba?) Kısaca bu taslak, ucube bakan Dinçer'in amaçlarını nasıl uygulamaya koymak istediğinin daniskası; Gerici, Özelleştirmeci ve Kadın Düşmanı. İktidarın hesaplarına rağmen 1 Mayıs’lar karanlığa meydan okuyan azımsanamaz bir toplumsal güce işaret ediyor. Ve her doğan gün, karanlığa meydan okuyanlar için mücadelenin yeniden başladığının habercisidir, umududur.
4
GÜNDEM 3 May›s 2012 / 16 May›s 2012
Halk›n Sesi
Mutlu bir yaz›
B
u iyimser bir yazı.
İyimser olmam için "subjektif" nedenim çok; ama ben ikisini yazacağım: 1989'dan itibaren katıldığım 1 Mayıs Taksim mücadelelerinin ürününü aldığımızı "görmek" başlı başına bir büyük mutluluk. Çeyrek yüzyıl boyunca canımızı dişimize takarak verdiğimiz mücadelenin eksiksiz, tam bir başarı ile tamamlanması, bu mücadele boyunca yaşamlarını, sağlıklarını, özgürlüklerini, işlerini feda eden arkadaşlarımıza olan büyük borcumuzu birgün "ödeyebileceğimiz" umudunu yarattı bende. 1996 1 Mayıs'ındaki 100-150 kişilik "küçük ama devrimiciliğe inat etmiş" Halkevleri kortejinden bugünkü kitlesel, disiplinli, ne yaptığını bilen ve en önemlisi bir "halk direnişi örgütü"nü somutlaştıran Halkevleri kortejine ulaşmış olmak da bir o kadar mutluluk vericiydi. 1996'daki 100-150 kişilik topluluktan çok arkadaşım oradaydı; bir çoğuyla Ferda kucaklaşmaya fırsat bulabildim, Koç ama hepimizi kuşatan genç ve "diri" militan ortamında ferdakoc@ açıkçası eski 1 Mayıs’lardaki hotmail.com gibi "hasbıhal etme" fırsatı bulamamış olmaktan hiç mi hiç üzüntü duymadım. İyimser olmamın objektif sebepleri de çok; yazabileceğim kadarını sırılamaya çalışayım: Her şeyden önce "Taksim 1 Mayıs'ının" ilerici emek örgütleri ve sosyalistlerin eseri ve mevzisi olduğu bu 1 Mayıs'la tescil edildi. Önceki yıl, bizim kanımız ve terimizle Taksim'e kurdurduğumuz 1 Mayıs kürsüsüne tam bir yüzsüzlükle kurulmaya çalışan Kumlu, Uslu ve saz arkadaşları, geçen yılın direniş sembolü Tekel işçileri tarafından kürsüden kovulduğunda bunun böyle bir tarihsel sonuca yol açacağını doğrusu hissetmiştim ama bu takımın yüzünün "manda gönünden" olduğunu bildiğim için, aynı şeyi daha sonra tekrar deneyeceklerini düşünüp "erken konuşmaktan" kaçınmıştım. Meğer o gün "işçi tokadı" manda gönünü de delmiş. Türkİş'in, Hak-İş'in ve kuyruklarının önce İzmir'e hallenip sonra soluğu Bursa'da Tandoğan'da alacak kadar "kaçacak delik aramaları" doğrusu insanı pek bir hoşnut ediyor. (EMEP'li arkadaşlarımın ve onlar gibi düşünenlerin, "işçi sınıfı saflarının bölünmesinden hoşnut olunmamalı" yollu "ayıplamalarına" hedef olmak dahi bu mutluluğumu gölgeleyemez inanın.) Arkasına aldığı %50'lik (%65'e kadar da yolu var!) sağ seçmen desteğine güvenip, ortalığı kasıp kavuran AKP'ye karşı direnme kararlılığının bu denli güçlü bir biçimde dışa vurmuş olması, içimdeki "ya direnemezsek" kuşkusunu alıp götürdü, yerine 1 Mayıs marşının "gün gelir, zorbalar kalmaz gider, devrimin şanlı yolunda bir kağıt gibi erir gider" dizelerini dilime "pelesenk" etti. Nasıl etmesin ki? Türkiye'de 100’ün üzerinde farklı merkezde 1 Mayıs kutlanıyor, birkaç örgüt ve sendikanın dışında Taksim'e neredeyse yalnızca İstanbul geliyor ve geçen yıla göre katılım yüzde 3040 artıyor. Katılanların önemlice bir kısmı, 1 Mayıs'ın cazibesiyle alana akan "bağımsız" unsurlardan oluşuyor. AKP'ye karşı direniş eğiliminin solun önüne nasıl büyük bir politik ve toplumsal örgütlenme-mücadele alanı açtığını kör olsanız dahi gördürecek bir tablo. Ve derdi olan herkesin "politikleştiğini" görmek... Bazı arkadaşlarım "AKP karşıtlığı kitlenin sloganlarında fazlaca yoktu" deme gafletinde bulunduğunda, peki bu "Faşizme karşı omuz omuza" sloganının canlılığı, faşizme karşı mücadele sloganlarının bütün alana dalga dalga yayılması ne oluyor diye biraz da kızgınlıkla soruvermem... Sonra, 1 Mayıs kürsüsünden Hernepeş söylenirken CHP ve Türk bayraklarının tempo tuttuğunu görmüş olmam içimde bir başka havai fişeği patlattı. "1 Mayıs kürsüsü" ile "Jibo ala rengi"nin bir araya gelişi bir güzel renk topu, "artık geri dönülmez bir biçimde ırkçı oldular" denilen CHP tabanının, direksiyon merkezden birazcık sola doğru kırılınca sosyalizmin hegemonyasına girmekte gösterdikleri bu "heves" bir başka güzellikti. Ve Taksim 1 Mayıs meydanının coşkusunu yaşarken, kulağımı hep verdiğim Diyarbakır 1 Mayıs'ının coşku dolu bir kitleyle kutlandığını duymam; 1 Mayıs'ı Newrozlaştırma iradesinin başta Aysel Tuğluk olmak üzere Diyarbakır'daki tüm Yurtsever Emekçi sözcüleri tarafından dile getirildiğini öğrenmemle Diyarbakır da Taksim'e geldi ki, artık değmeyin keyfime... Dedim ya bu iyimser bir yazı. Arkama yaslandım mırıldanıyorum: Yaptık, eyi oldu...
Asgari ücret eridi gitti D
evrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü (DİSK-AR) tarafından çalışanların geçim koşullarını ortaya koymak ve temel ihtiyaç maddelerindeki fiyat artışını izlemek için yapılan araştırmaya göre mart ayında hem açlık hem de yoksulluk sınırı arttı. 2012 Mart ayı için 4 kişilik bir ailenin insani koşullarda açlık sınırı 1047 lira olurken yine 4 kişilik aile için yoksulluk sınırı 3312 lira oldu. Geçtiğimiz yılın mart ayına göre açlık sınırı 84 lira, yoksulluk sınırı ise 265 lira arttı. Asgari ücret ise bir önceki yılın aynı ayına göre asgari geçim indirimleri dâhil 71 lira arttı. Böylece açlık sınırı ve yoksulluk sınırı artışları asgari ücret artışını sildi.
Mahkeme AKP’ye mülk oldu 1
2 Eylül referandumuyla yargıyı istediği gibi düzenleyen AKP, bununla da yetinmeyerek özelleştirme konusunda yargının devre dışı bırakılması konusunda bir yasal düzenleme yaptı. Buna göre yargı, özelleştirme hakkında iptal kararı verirse Bakanlar Kurulu çeşitli gerekçelerle bu kararı uygulamayabilecek. Örneğin ihaleyi kazanan firmanın harcamaları bahanesiyle yargı kararları yok sayılabilecek. Böylece AKP hükümeti “fiili durum” olarak uyguladığı bir hukuksuzluğu yasal zemine kavuşturmayı amaçlıyor. Zira uzun süredir çok sayıda özelleştirme ihalesine dair mahkeme kararları uygulanmıyordu.
BÖYLES‹ GÖRÜLMED‹ Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, benzer kararların önceki hükümetler tarafından da alındığını savunsa da bu kapsamda bir karar ilk defa alınıyor. 1992 yılında Süleyman Demirel hükümeti, yine 1997 yılında Mesut Yılmaz hükümeti benzer kararlar almıştı. Ancak bu kararlar adı konulmuş belirli özelleştirmeler içindi. AKP’nin çıkarttığı yasa ise gelecekteki ve geçmişteki tüm özelleştirmelerde mahkeme kararlarına uymama hakkı veren sınırsız bir yetkiyi Bakanlar Kurulu’na tanıyor. ANAYASA’YA AYKIRI AMA… Yasanın açıkça Anayasa’ya aykırı olmasına rağmen AKP’nin istediği gibi düzenlediği Anayasa Mahkemesi’nin nasıl bir karar vereceği şüpheli. Anayasa’nın 138’inci maddesi “yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare,
Özellikle referandumdan sonra yargıda istediği gibi at koşturan AKP’ye bu da yetmiyor. Hükümete özelleştirmelerle ilgili bazı mahkeme kararlarını uygulamama hakkı veriliyor
mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” diyor. AKP hükümeti tam da bu maddenin “yapma” dediği şeyi yapıyor ancak toplumsal muhalefetin basıncının olmadığı koşullarda mahkemelerin ne kararlar aldıkları da biliniyor.
GASP ÖZGÜRLÜ⁄ÜNE SEV‹ND‹LER Mahkemeleri by-pass edecek yeni yasal düzenleme sermaye çevrelerinde coşkuyla karşılandı.
Zorlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Zorlu “Bu karar yerli ve yabancı yatırımcının tedirginliğini ortadan kaldıracaktır” derken, Cengiz İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz “anlamsız bir süreç” olarak adlandırdığı mahkeme kararlarının uygulanmamasıyla yatırımcının güveninin artacağını ifade etti. Yargının “olur olmaz kararlar” aldığını iddia eden Limak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir, yeni yasayı 'geç bile kalındı' sözleriyle yorumladı.
K‹MLER KAZANACAK? Bu yasal düzenlemeyle bir çok patron fiili işgallerini yasallaştırmış olacak. Örneğin, Yeni Şafak'ın sahibi Albayraklar, Danıştay’ın iptal kararına rağmen 9 yıldır devlete iade edilmeyen Balıkesir SEKA’ya Bakanlar Kurulu kararıyla sahip olabilecek. Albayraklar, 51 milyon dolar bedel biçilen Balıkesir SEKA fabrikasını 1.1 milyon dolara almıştı. Başbakan’a yakınlığı ile bilinen CE-KA İnşaatın sahibi Mehmet Cengiz’e satılan Seydişehir
Alüminyum'a dair iptal kararı da 2007’den beri uygulanmıyordu. O da fiilen el koyduğu fabrikanın yasal sahibi olacak. Tüpraş'ın yüzde 14.76'sinin haraç mezat İsrailli işadamı Sami Ofer'e satışı da Danıştay tarafından iptal edilmişti. Unakıtan’ın yakın dostu Offer’ler Kuşadası Limanı’nı almış, bu satış da iptal edilmişti. Çeşme Limanı’nın Ulusoylara satışı Danıştay tarafından 2005'te iptal edilmiş olmasına rağmen liman geri verilmedi.
Uludere’de ‘hata’ var sorumlu yok Meclis Uludere Komisyonu’na sunulan Genelkurmay ve İçişleri Bakanlığı raporları köylülerin bile bile katledildiğini doğruluyor. Ama raporlarda bir sorumlu göstermek yerine kurumlar kendilerini aklıyor
Ş
ırnak Uludere'ye bağlı Roboski köyü yakınlarında 28 Aralık 2011 gecesi savaş uçaklarının bombardımanında hayatını kaybeden 34 genç ve çocuğun ölümüne ilişkin soruşturma ağırdan alınıyor. Uludere olayının aydınlatılması için TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesinde kurulan Uludere Alt Komisyonu, yapılan görüşme ve devlet kurumlarının sunduğu raporlara rağmen çalışmalarını halen sonuçlandırmadı. Komisyonun nisan ayı sonunda Uludere’ye dair incelemelerini bir rapor haline getirmesi bekleniyordu fakat çalışmalar şimdiden mayıs ayına uzadı. Uludere Komisyonu’nu bugüne kadar iki farklı devlet kurumu tarafından hazırlanan raporları değerlendirdi. Genelkurmay ve İçişleri Bakanlığı’nın komisyona sunduğu raporlar Uludere’de bombaların hedefi olan insanların kaçakçı
olduğunun anlaşıldığı konusunda birleşiyor. Fakat iki raporda da göz göre göre gerçekleşen katliamın sorumlusunun kim olduğuna dair ipucu yok. Aksine bombalama olayında olası sorumluluğu bulunan Genelkurmay da İçişleri Bakanlığı da sundukları raporlarda kendilerini aklıyor. İçişleri Bakanlığı nisan ayı sonunda TBMM Uludere Alt Komisyonu'na gönderdiği 230 sayfalık Uludere Olayı Araştırma Raporu'nda ilk bombalama sırasında hedef seçilenlerin köylüler olduğunun anlaşıldığını fakat buna rağmen 15 kişinin hayatını kaybettiği ikinci bombalamanın gerçekleştiği belirtilmiş. İçişleri Bakanlığı raporunda olaya ilişkin Heron görüntülerinde kayma olduğu tespitinde bulunmuş. Raporda, bu kayma için, “Ya ikinci bir Heron var ya F16’lardan verilen koordinatlar girildi ya da başka bir ülkeden görüntü desteği alındı” görüşlerini sıralamış. Bu bilgiler ışığında komisyon
ASELSAN’dan görüş isteme kararı aldı. İçişleri Bakanlığı raporunda Şırnak ve Hakkari bölgesine özel “İç güvenlik yapılanması” olduğu için “sivil yönetimin” devre dışı kaldığını belirterek Uludere katliamında bakanlığa bağlı valilik, emniyet ve jandarma teşkilatının olayda sorumlu olmadığını ayrıca vurguladı. Bakanlık insansız hava uçaklarıyla ve ayrıca bombalama sırasında elde edilen bilgilerle hedef seçilen insan topluluğunun yörede yaşayan köylüler olduğunun anlaşılabileceğini, bu nedenle olayın sorumlusunun Genelkurmay veya Kara Kuvvetleri Komutanlığı olabileceğine işaret etmiş. Genelkurmay ise 5 Nisan’da Uludere komisyonuna sunduğu raporda, katliama yol açan istihbaratın “devletin istihbarat birimleri, mili kaynaklar ve kurumlardan” alındığını savunmuş ve “olayın üzücü insani boyutuna rağmen askeri kurallara uygun bir prosedür izlendiğini” ifade etmişti.
Habur grubuna ceza yağdı AKP’nin ‘Demokratik aç›l›m’ siyasetinde dönüm noktas› olarak an›lan Habur karfl›lamas› iktidar›n Kürt hareketine dönük tasfiye politikas›yla uyumlu olarak a¤›r cezalarla sonland›. “Demokratik aç›l›m" kapsam›nda devlet ad›na verilen güvenceyle Irak Kürdistan Federal Bölgesi'ndeki Mahmur kamp›yla Kandil’den gelerek 19 Ekim 2009'da Habur’dan
Marmara’da organize ‘işler’ Marmara Üniversitesi’nde faşistler, ölüm tarihi 4 Nisan olan Türkeş’i anmak için 1 Mayıs arifesini seçti
M
armara Üniversitesi’nde 24-25 Nisan’da ülkücü faşistler ve polis, Alparslan Türkeş anması bahanesiyle üniversitelilere saldırdı. Türk Kültürü Kulübü adı altında örgütlenen ülkücü faşistler, anma programını içeren bildiriyi almak istemeyen iki üniversiteliyi darp etti. Ertesi gün etkinliğin yapılmasını engellemek isteyen üniversitelilere polis saldırdı. Rektörlüğe doğru yürüyen üniversitelilerin yolu çevik kuvvet tarafından kesildi. Engele rağmen üniversiteliler, etkinliğin iptal edilmesi için temsilcilerini rektörlüğe gönderdi. Görüşme için beklerken faşistler üniversitelilere
saldırdı. Faşistlerin saldırıyı gerçekleştirdikleri noktaya yalnızca Rektörlük içerisinden çıkılabiliyordu. Üniversitelilerin mücadelesiyle, etkinliğin izninin kaldırılmasına rağmen etkinlik yapıldı. Bunu protesto için üniversiteliler, toplu çıkış için ana kapıya yöneldiklerinde polis biber gazı ve copla saldırdı. 7 kişi gözaltına alındı. Olaylarla ilgili bir basın açıklaması gerçekleştiren üniversiteliler, bunun münferit bir olay olmadığını söyledi. Üniversiteliler, faşistlerin daha önce de bıçaklı, satırlı ve silahlı saldırılarını hatırlattı ve üniversite güvenliğinin bu aletleri “bulamadığına” dikkat çekti.
Türkiye'ye girifl yapan 34 kiflilik “bar›fl grubu” art›k mahkum. 25 Nisan’da Diyarbak›r 4. A¤›r Ceza Mahkemesi'nde görülen duruflmada bar›fl grubundan 10 kifli hakk›nda “terör örgütü üyesi olmak”, “örgüt ad›na suç ifllemek” ve “terör örgütünün propagandas›n› yapmak” suçlar›ndan 9 ile 16 y›l aras›nda de¤iflen hapis cezas› verildi.
İHD tecrite karşı Ankara’ya yürüdü ‹stanbul ‹nsan Haklar› Derne¤i (‹HD) Cezaevi Komisyonu üyeleri “Tecrit öldürüyor F tipi hapishaneler kapat›ls›n" slogan›yla ‹stanbul'dan Ankara’ya üç günlük bir yürüyüfl düzenledi. 25 Nisan’da Bak›rköy Cezaevi’nde yap›lan aç›klaman›n ard›ndan yola ç›kan ‹HD üyeleri üç günün sonunda Ankara’ya ulaflt›.Yürüyüfl boyunca ‹stanbul AKP il
binas›, Maltepe,Gebze, Kand›ra Cezaevi ve Bolu Ftipi hapishaneleri önünde bas›n aç›klamas› yapan insan haklar› savunucular›, yürüyüflün son gününde bir bas›n aç›klamas› yapt›. Ankara fiube Baflkan› Halil ‹brahim Vargün aç›klamas›nda 36 bin siyasi tutsa¤›n üçte birinin Türkiye'de oldu¤una iflaret ederek, F tipi hapishanelerin kapat›lmas›n› istedi.
5
DÜNYA 3 May›s 2012 / 16 May›s 2012
Halk›n Sesi
DÜNYA HALKLARI NEOL‹BERAL SALDIRILARA KARfiI BULUfiTU
Fransa
‹spanya
N
eoliberal saldırılara karşı bir yılını eylemlerle geçiren dünya halkları 1 Mayıs’ta yine sokaktaydı. Avrupa’da Yunanistan, İspanya ve Fransa en kitlesel eylemlerin yapıldığı ülkeler oldu. Kemer sıkma politikalarına ve neoliberal dönüşüme “hayır” diyen emekçiler, baharı Avrupa’ya getirdi. ‹SYAN 1 MAYIS ALANINDA Bir yıldır sürekli eylemlere sahne olan Yunanistan’da, Yunanistan Mücadeleci İşçiler Sendikası (PAME) tarafından yapılan gösteri en kitlesel ve dikkat çekici olanıydı. Demir çelik işçileriyle dayanışmak için, 6 aydan beri grevde bulunan ve Atina'nın dışındaki demir çelik fabrikasında gerçekleştirilen eylem çok coşkulu ve güçlü geçti. Demir çelik işçileri yaptıkları konuşmalarda altıncı ayına giren grevin tüm işçi ve emekçilerin direnişinin sembolü olduğunu vurguladı. Dolayısıyla işçi ve emekçilere yönelik saldırılara dur diyebilmek için tüm Yunanistan'ın demir çelik fabrikasına dönüştürülmesi gerektiği vurgulandı. Yunanistan'da taşıma işçileri ve liman işçileri de grev yaparak kutlamalara katıldı. GÖÇMEN ‹fiÇ‹LER YÜRÜDÜ İngiltere’de sendikalar tarafından kitlesel olarak kutlanmayan 1 Mayıs’ta ağırlıklı olarak göçmen örgütler sokağa çıktı. Londra'da yapılan yürüyüşe sendikaların katılımı temsili düzeyde oldu. Kutlamaların yapıldığı Trafalgar Meydanı'na gelen eylemcilerin yaklaşık yarısı Türkiye kökenli göçmenlerdi. Göçmen işçiler insanca çalışma ve yaşam koşulları talebini 1 Mayıs alanına taşıdı.
Sa¤c› hükümetler düfltü
Bir dünya, 1 Mayıs Yunanistan
‘Neoliberal saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde dünya halkları 1 Mayıs’ta buluştu. Özellikle Avrupa’daki eylemler krize karşı muhalefetin buluşma noktası oldu FRANSA’DA YÜZ B‹NLER YÜRÜDÜ Fransa genelinde yapılan 300’e yakın eyleme toplamda 750 bin kişi katıldı. Fransız sendikalar CGT’nin çağrısı üzerine bir araya gelen emekçiler eylemde “Sarkozy’yi alt etme” çağrısı yaptı. CGT’ye göre ülke genelinde 1 Mayıs eylemlerine 250 bini Paris’te olmak üzere 750
bin kişi katıldı. Tüm bölgelerde son yılların en yüksek katılımlı eylemlerinin yapıldığı gözlendi. Fransa’nın dört bir yanında düzenlenen gösterilerde katılımın geçen yıla göre çok daha fazla olduğu, bütün gösterilerin Sarkozy karşıtı bir havaya büründüğü ve seçim yaklaşırken Sarkozy’ye karşı Fransız solunun tahammülünün de giderek azaldığı gözlemlendi.
CFDT Genel Sekreteri François Chérèque, Sarkozy’nin emekçilere yönelik saldırılarının ve emek düşmanı söylemlerinin “dayanılmaz” olduğunu söyledi ve “1 Mayıs işçilerindir ve başka kimseye ait değildir, buradan aldığımız güçle Sarkozy’i yıkacağız” dedi. Sarkozy’nin aynı güne koyduğu provokasyon mitingine de 40 bin kişiyi aşan bir sağcı seçmen katıldı.
Sarkozy provokasyon mitinginde sendikalara ve kızıl bayrağa savaş açarken, kızıl bayrağın komünizmin rengi olduğunu, kendisinin ise Fransa bayrağının üç rengini birden temsil ettiğini iddia etti. ‹SPANYA’DA REKOR KATILIM Ekonomik krizin derinleştiği İspanya’da 1 Mayıs vesilesiyle 80 ayrı kentte yüzbinlerce kişi sokaklara indi. İspanya’da bu yılki 1 Mayıs, resesyon, bütçe kesintileri ve hükümetin rekor düzeydeki işsizlik oranlarını düşürmek iddiasıyla yapılan iş reformu ortamında gerçekleşti. İspanya’nın en büyük sendikaları UGT ve CCOO’ya göre 1 Mayıs’a İspanya genelinde 1 milyona yakın emekçi katıldı. 1 MAYIS’TA ‹fiGAL ABD’de işgal Hareketi’nin “1 Mayıs’ta genel grev” çağrısı kısmen de olsa yerini buldu. 1 Mayıs’ta emekçiler işbaşı yapmadı, okula gitmemeleri ve para harcamamaları istendi. İşgalciler San Francisco'da da Golden Gate köprüsü üzerinde bir eylem gerçekleştirdi. Eylemlere polis saldırınca çatışmalar yaşandı. Çok sayıda eylemci gözaltına alındı. BAHREYN SOKAKTA Bahreyn’de krallığa başkaldıran binlerce emekçi Formula-1 eylemlerinin yarattığı ivmeyle, son bir yıldır olduğu gibi 1 Mayıs’ta sokaklardaydı. ABD işbirlikçisi, baskıcı, gerici krallık yönetiminin yıkılmasını isteyen Bahreynli emekçiler çalışma koşullarının düzeltilmesi ve insanca yaşanabilir ücret taleplerini ön plana çıkararak sokaklara çıktı. Manama’da gerçekleştirilen eyleme Ortadoğu’da “demokrasi” dersi veren kralın polisleri saldırdı, gün boyu süren çatışmalar yaşandı.
Bahreyn F-1’i yaktı Latin Amerika yollara döküldü Ortado¤u’da tüm gözlerin Suriye’ye döndü¤ü bir dönemde Bahreyn’de gerçekleflen Formula 1 (F-1) eylemleri bir buçuk y›ld›r yanan isyan ateflinin emperyalistler taraf›ndan kontrol alt›na al›namad›¤›n›n kan›t› oldu. Geçen y›l çat›flmalar nedeniyle iptal edilen yar›fllar› bu y›l yapt›rarak uluslararas› kamuoyunda zedelenen imaj›n› düzeltmeye çal›flan kral›n oyunu sokakta bozulmufl oldu. Ülkede her fleyin normale döndü¤ü imaj›n› yaratmak isterken kendisini isyan ateflinin ortas›nda bulan kral en iyi bildi¤i yolu seçerek halka sald›rd›. Yar›fllar› yapt›rmamakta kararl› olduklar›n› belirten Bahreynliler iki F-1 arac›n› yakarak ne kadar ciddi olduklar›n› gösterdi. Bahreynliler yar›fllar›n yap›lmamas› konusunda uluslararas› bir kamuoyu yaratmay› baflard›lar. Suudi Arabistan / Körfez ‹flbirli¤i Konseyi iflgaline, rejimin Sünni-fiii gerilimi yaratarak mezhepçilik kart›n› oynamas›na ve muhaliflerin büyük bir bask› görerek ifllerinden, okullar›ndan at›lmas›na ra¤men rejim halk hareketini bast›rabilmifl de¤il. YANAN ‹K‹ ARAÇTAN ÇOK DAHA FAZLASI F-1 protestolar›nda a盤a ç›kan bu gerçek sadece Bahreyn’i mikro ölçekte ilgilendiren bir “sorun” de¤il. Bahreyn’deki muhalefetin canlanmas› ABD’nin sad›k ufla¤› Bahreyn yönetimini, dolay›s›yla da bölgedeki emperyalist dinamikleri sars›c› bir biçimde tehdit ediyor. Bu nedenle F1’in patronu Bernie Ecclestone, Bahreyn’de her fleyin normal oldu¤unu, sorun arayanlar›n Suriye’ye bakmas› gerekti¤ini söyleyerek yar›fllar›n yap›laca¤›n› aç›kl›yor. Bahreynliler yar›fllar›n yap›lmas›n› engelleyememifl olsa da as›l amaçlar›na ulaflt›lar ve bask›c› kraliyet yönetiminin kendisini aklamas›na izin vermediler. 22 Nisan’da yap›lan yar›fllardan geriye Bahreyn halk›ndan gelen güçlü bir mesaj kald›: “‹ki formula arac›, katledilen onlarca insan›n yükseltti¤i isyan ateflinden nasibini ald› ve Bahreynliler mücadelenin devam etti¤ini tüm dünyaya gösterdi.”
1
Mayıs yaklaşırken Latin Amerika halkları da hak taleplerini sokaklarda daha güçlü bir biçimde dile getirmeye başladı. Bolivya’da köylüler Amazonları korumak için polisle çatışırken, Şili’de öğrenciler parasız eğitim için sokakları tekrar mücadele alanına dönüştürdü. ABD destekli darbe yönetiminin hüküm sürdüğü Honduras’taysa tekellere karşı başkaldıran köylüler tarım arazilerini işgal ederek üretime başladı.
‘AMAZON’DA OTOBANA HAYIR!’ Bolivya hükümeti, 12 Nisan’da iptal ettiği Amazon ormanlarında otoyol projesini yeniden dillendirmeye başlayınca yaşam alanlarına sahip çıkan yerliler eyleme geçti. Bolivya hükümeti, otoyol projesinin “kârlı” bir iş olduğu gerekçesiyle projenin gerçekleşmesi yönünde açıklamalar yapınca yerlilerden bu açıklamalara anında etkili bir yanıt geldi. Projenin yağmur ormanlarına büyük zarar vereceğini söyleyen yüzlerce yerli, Bolivya’nın kuzeydoğusundaki Trinidad’dan başkent La Paz’a doğru yürüyüşe geçti. 8 hafta sürecek olan yürüyüşün sonunda on binlerce kişinin La Paz’a ulaşması bekleniyor. Bolivya’da yerliler, geçtiğimiz yıl da projeye karşı benzer bir yürüyüş düzenlemiş ve başkentte polisle yerliler arasında sert çatışmalar yaşanmıştı. Çatışmaların
7
iklim 5 kıta
R
omanya ve Hollanda’da sağcı hükümetler düştü. Romanya’da iki ay önce kurulan merkez sağ hükümet güven oylamasından geçemeyerek düştü. Muhalefet hükümeti özelleştirme programları nedeniyle eleştiriyor ve kamu fonlarını istedikleri yere tahsis etmekle suçluyordu. Hollanda’daysa ekonomik kriz nedeniyle yönetim krizine giren hükümetin en güçlü kanadı faşist Özgürlük Partisi koalisyondan çekilince hükümet düştü. Hollanda’da yeni seçimlerin kasım ayında yapılması bekleniyor.
Sudan’da OHAL ilan›
K
uzey Sudan, haftalardır devam eden çatışmaların ardından Güney Sudan sınırı boyunca olağanüstü hal ilan etti. Alınan kararla sınır bölgelerinde anayasa askıya alındı ve Güney Sudan'a ticaret ambargosu uygulanmaya başladı. Çarpışmalar nisan ayının başlarında Güney Sudan'ın Hiclic petrol sahasını işgal etmesiyle başlamış ve 10 gün sonra Güney Sudan birlikleri buradan çekilmişti. Güney Sudan, 20 yıl süren ve 1,5 milyon kişinin hayatına mal olan iç savaşın ardından geçen Temmuz'da referandumla Sudan'dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmişti.
Eski Libya baflbakan› Avusturya’da öldü
E
ski Libya Başbakanı ve Petrol Bakanı Şükrü Ganem Avusturya’da öldü. Ganem’in cesedi Tuna nehri kenarında bulundu. Ganem, geçen yılki ayaklanma sırasında ülkesinden kaçmış bakanlığını sürdüremeyeceğini söylemişti. 2003-2006 yılları arasında başbakanlık yapan Ganem daha sonra 2011'e kadar kadar petrol bakanı olarak görev yapmıştı. Ganem, Kaddafi döneminde sık sık Viyana'da ülkesini temsilen Petrol İhraç Eden Ülkeler Birliği OPEC'in toplantılarına katılıyordu.
ardından önce içişleri bakanı, ardından çok sayıda devlet yetkilisi görevlerinden istifa ettiklerini açıklamıştı. Ö⁄RENC‹LER Y‹NE SOKAKTA Şili’de Devlet Başkanı Sebastian Pinera'nın eğitim sorunlarına “çözüm” için kongreye yeni bir yasa tasarısı sunacağı gün (25 Nisan) elli bin öğrenci başkent Santiago'da eylem düzenledi. Kongre binasına girerek görüşmeleri yaptırmayacağını söyleyen öğrencilere polis saldırınca çatışma çıktı. Çatışmalar kısa sürede tüm kente yayılırken, çatışmalarda çok sayıda polisin yaralandığı bilgisi verildi. Şili'de öğrenciler askeri diktatörlük döneminde oluş-
turulan eğitim sisteminin tamamen kaldırılıp yerine parasız ve nitelikli olacak bir sistem getirilmesini talep ediyor. Öğrencilerin bir yıldan bu yana devam eden eylemleri son 5 ayda 2 bakanı istifa ettirmişti. ‘TARIM ARAZ‹LER‹NE EL KOYDULAR’ Haziran 2009’dan bu yana ABD destekli darbe hükümetinin yönettiği Honduras'ta binlerce tarım işçisi, ülke genelinde tarım tekellerinin kullandığı 12 bin hektar tarım arazisini işgal etti. İşgalin ardından 3 bin 500'den fazla aile, işgal edilen arazileri işlemeye başladı. Sekiz farklı bölgede işgal ettikleri arazilere gecekondu yaparak arazileri sahiplenen
tarım işçileri, bu eylemi Uluslararası Çiftçi Mücadelesi Günü'nde gerçekleştirdi. Hükümetin büyük toprak sahiplerinin yanında yer aldığını dile getiren köylüler, hükümetin tarımsal reform yasasına dayanarak yoksullara arazi dağıtma sözünü yerine getirmediğini vurguladı. Köylülerin eylemini “özel mülke saldırı” olarak niteleyen darbe hükümeti kısa süre sonra köylülere saldırdı ve 2 bin 500 hektarlık alan “kurtarıldı.” Geriye kalan arazilerde köylülerin “işgali” sürüyor. Geçtiğimiz yıllarda kuzeydeki Aguan Vadisi'nde büyük toprak sahipleri ile küçük çiftçiler arasındaki gerginlik, onlarca kişinin ölümüne neden olan çatışmalara dönüşmüştü.
Bolivya’da kamulaflt›rma
A
rjantin'in, İspanya'ya ait petrol şirketi YPF'yi kamulaştırmasının ardından İspanya'ya ait bir başka şirket için Bolivya yönetimi kamulaştırma kararı aldı. Alınan karara göre, Bolivya hükümeti, ülkenin en büyük elektrik dağıtım şirketi olan İspanyol TDE'yi kamulaştıracak. Karar, Devlet Başkanı Evo Morales tarafından 1 Mayıs'ta, La Paz kentinde düzenlenen özel bir törende açıklandı. TDE şirketi, 1997'deki özelleştirme dalgası sırasında İspanyol enerji şirketi Red Electirica Corporation'ın uluslararası kolu olan Red Electrica İnternacional tarafından satın alınmıştı. Bolivya hükümeti ayrıca, ülkede faaliyet gösteren diğer bir Avrupalı enerji şirketi olan Fransız GDF-Suez'i kamulaştırmıştı.
6
İNSANCA YAŞAM 3 May›s 2012 / 16 May›s 2012
Halk›n Sesi
26 yıl geçti izleri hala silinmedi TÜRKAN KARAKUfi
Ç
ernobil nükleer faciasının üzerinden 26 yıl geçti. Çernobil’in yıllar sonra etkisini anlamak bakımından en çarpıcı veri, Van Gölü’nde Mart 2011’de yapılan bilimsel araştırmada açığa çıktı. Gölün metrelerce derinliklerinden alınan çökelti örneklerinde, 25 yıl önce yaşanan Çernobil faciasına ait radyoaktif izler bulundu. Faciadan sonra özellikle Karadeniz bölgesinde yaşayanlar Çenobil’den yoğun biçimde etkilendi. Bölgede kanser vakaları arttı. Kazanın olduğu dönemde cumhurbaşkanı olan Kenan Evren, “Radyasyon kemiklere yararlıdır” demişti. Dönemin başbakanı Turgut Özal ‘Radyasyonlu çayın daha lezzetli’ olduğunu savunmuştu. Dönemin Ticaret Bakanı Cahit Aral da televizyon ekranları önünde çay içerek çayda radyasyon olmadığı mesajı vermiş ve “Dinine, imanına inanan ‘Radyasyon var’ demez” diye fetva vermişti. O gün bugündür dünyada, sonuncusu Fukuşima olmak üzere, irili ufaklı 100’e yakın nükleer kaza yaşandı. 2011’de Japonya’da meydana gelen 9 şiddetindeki deprem, Fukuşima Daiçi Nükleer Santrali’ne zarar verince nükleer tehlike tekrar tartışılmaya başlandı. Fukuşima'daki nükleer felaketin ardından Türkiye'nin nükleer gündemi yeniden tartışılır duruma geldiğinde ilk olarak Tayyip Erdoğan nükleer santral için tüp gaz benzetmesinde bulunmuştu. “Riski olmayan hiçbir yatırım yoktur. Yani evinize Aygaz tüpü de koymamak gerekir. Veya bir doğalgaz hattı çektirmemek gerekir” diyen Erdoğan, ardından da "Madem tehlikeli o zaman arabaya da binmeyin, bilgisayar da kullanmayın. Bu nasıl zihniyet!" demişti.
Üzerinden 26 yıl geçse de Çernobil’in izleri hala silinmedi. Yaşam hakkı savunucuları, Fukuşima’yı da hatırlatarak nükleer santrallerden vazgeçilmesini istedi
YEGEP Gerze için Ankara’da G
1986’da yaflanan Çernobil nükleer santral kazas› 26 Nisan’da meydana geldi. Fakat kaza kamuoyuna dört gün sonra aç›kland›. Bu kazada enkaz› temizlemek için çal›flan 600.000 21 Mart’ta yayımladığı bir genelge nükleer yapma planında ne kadar aceleci olduğunu gösteriyor. Genelge, 12 Mayıs 2010 tarihinde Türkiye ile Rusya arasında yapılan nükleer enerji santralı anlaşmasının hükümlerinin yerine getirilmesi amacını taşıyor. Genelde, projenin gecikmeye mahal vermeden zamanında tamamlanabilmesi için, kamu kurum ve kuruluşlarınca her türlü iş ve işlemlerin ivedilikle sonuçlandırılması talimatı veriliyor. Sinop’ta nükleer santral için görüşmeleri devam ettiren AKP’nin nükleer santral planlarında İğneada’nın da ismi geçiyor.
YAfiAMA MEYDAN OKUYORLAR Çernobil’in izleri 26 yıl sonra bile silinmedi. Tepkilere rağmen AKP Mersin Akkuyu’ya nükleer santral kurma planı yapıyor. AKP hükümetinin HES ve nükleer santrallerin bir an önce bitirilmesi için
kiflinin yüzde 10’unun öldü¤ü düflünülüyor. Ukrayna Sa¤l›k Bakanl›¤›, 6 y›l önce 428 bini çocuk 2.4 milyon Ukraynal›n›n felakete ba¤l› sa¤l›k sorunlar› yaflad›¤›n› duyurdu.
‘ÇERNOB‹L B‹R DAHA ASLA’ Nükleer karşıtlarının itirazı Çernobil faciasının 26’ncı yılında da sokaklardaydı. Ankara ve Mersin’de yapılan eylemlerde nükleer karşıtları ‘Çernobil bir daha asla’ diyerek bir araya geldi. Eylemlerde nükleer santrallerin zararları tekrar anımsatılarak kurulmalarına izin verilmeyeceği söylendi Çernobil’in 26’ncı yılında Mersin Nükleer Karşıtı Platform (NKP), Cumhuriyet Meydanı’na yürüyüş düzenledi. Cumhuriyet Meydanı’nda bulunan Rus şirketi NGS Elektrik Üretim A.Ş.'ye ‘Nükleere Hayır’ pankartı astı.
Burada nükleer karşıtları adına NKP dönem sözcüsü Sabahat Arslan açıklama yaptı. “Çernobil kazası tarihin en büyük kazasıdır” diyen Aslan, kaza sonucunda atmosfere salınan radyasyonun, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının 200 katı kadar olduğunu söyledi. Aslan Çernobillerin, Fukuşimaların bir daha yaşanmaması için nükleer santrallerin kurulmasına izin vermeyeceklerini belirtti. Ankara Nükleer Karşıtı Platform üyeleri de Ankara Yüksel Caddesi’nde bir araya geldi. Türkiye’de yapılması planlanan nükleer santrallerden
Halkevleri, 2006 y›l›nda “Karadeniz Kararmas›n” bafll›kl› bir kampanya yaparak bölgede kanserden yaflanan ölümlere dikkat çekmiflti. vazgeçilmesini isteyen platform üyeleri burada bir açıklama yaptı. Açıklamayı yapan Elektrik Mühendisleri Odası Genel Başkanı Cengiz Göltaş, Çernobil’deki kazadan 25 yıl sonra yaşanan Fukuşima Nükleer Santrali’ndeki patlamayı hatırlatarak “onca para, teknoloji, onca şirket Fukişima’da olan şeyi öncesinde hesaplayamamıştı” dedi. Göltaş, sözlerini şöyle tamamladı: “İnsanlık sizlerin olmadığı bir dünyada kendi kullanacağı enerjiyi kendi ihtiyaçları için fazlasıyla üretecektir, buna tek engel sizlersiniz. Tekrar söylüyoruz. Nükleer santrallerden vazgeçin!”
erze’de yapımı planlanan termik santral için son kararın verileceği ÇED toplantısı 30 Nisan Pazartesi günü İller Bankası’nın Ankara Bölge Müdürlüğü’nde gerçekleştirildi. Toplantı gerçekleştirilirken Gerzeliler de termik santral istemediklerini yeniden söylediler. Yeşil Gerze Çevre Platformu’nun (YEGEP) çağrısıyla toplantı binasının önüne gelen Gerzeliler burada “Termik yapma boşuna yıkacağız başına” pankartı açtı. YEGEP adına açıklamayı yapan Gökay Başcan, 4 yıldır termik santrale karşı mücadele ettiklerini belirterek karar alma süreçlerinde söz hakkı sahibi olmak istediklerini söyledi. Bölgenin SİT alanı olduğuna dikkat çeken Başcan, 8 bin 460 dilekçe topladıklarını hatırlatarak Gerze halkının termik santral istemediğini söyledi. Termik santrale karşı Gerze’den Ankara’ya yürüyen Mustafa Kıray ve Ferhat Hançer de 13 günlük yürüyüşün ardından toplantı salonunun önündeydi.
Belediye: ‘Biz değil düşen engelli suçlu’
Ataşehir’de zamma protesto İ
stanbul Ataşehir’de emek ve demokrasi güçleri, 20 Nisan günü AKP hükümetinin elektriğe ve doğalgaza yaptığı zamları AKP ilçe binasının önünde bir eylem yaparak protesto etti. İç Erenköy Muhtarlığı önünde buluşan emek ve demokrasi güçleri buradan AKP ilçe binasına yürüdü. Çevredekilerin ve esnafın alkışlarıyla desteklediği eylemde basın açıklamasını Eğitim Sen 2 No’lu Şube Yürütme Kurulu’ndan Fatma Terzi okudu. Terzi, sağlık ve eğitim başta olmak üzere kamu hizmetlerinin piyasalaştırılmasına, kamu arazilerinin yağmalanmasına, ormanların, suyun satılmasına, emekçilerin kazanılmış haklarının gasp edilmesine değinerek zamlarla hayatın daha da zorlaştırıldığını söyledi. Enerjinin insanların yaşamsal hakkı olduğu ve zamların derhal geri çekilmesi gerektiğini söyleyen Terzi, aydınlanma, ısınma başta olmak üzere temel ihtiyaçları karşılayabilecek oranda enerjinin halka parasız olarak sunulması gerektiğini vurguladı.
‹stanbul’da Temmuz 2011’de Osmanbey Metro ‹stasyonu’nda raylara düflen ve flans eseri yüksek gerilim hatt›na dokunmayan Halkevleri Engelli Haklar› Atölyesi üyesi görme engelli Mahmut Keçeci, vücudundaki k›r›klar nedeniyle günlerce hastanede kald› ve 6 ay ifl göremez raporu ald›. Keçeci, ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi (‹BB) ve ‹stanbul Ulafl›m A.fi’yle ilgili savc›l›¤a suç duyurusunda bulundu. Olayda belediyenin bir kusuru olup olmad›¤›n› araflt›rmak için olay›n yaflanmas›na neden olan ‹BB’nin müfettiflleri görevlendirildi. Ancak ‹stanbul Valili¤i, savc›l›¤›n soruflturma talebini müfettifller taraf›ndan haz›rlanan
teftifl raporunu dikkate alarak geri çevirdi. Müfettifller kamera kay›tlar›n› izleyerek haz›rlad›klar› raporda flöyle diyor: “Bastonu aç›yor ama dik konumuna getirmiyor ve tarama yapmadan h›zl› bir flekilde yürümeye bafll›yor. Kolunun sa¤a sola hareket etmedi¤i, yani bastonuyla tarama yapmad›¤› görülüyor. Dolay›s›yla kontrolsüz hareket etmifltir ve kusur kendisindedir.” Müfettifller bu nedenle ‘soruflturmaya gerek yoktur’ diyor. GÜVENL‹K ‹Ç‹N DURAKLARDA AÇILIRKAPANIR KAPI
2005’te kabul edilen ve engellilere yönelik düzen-
lemeler içeren 5378 say›l› yasada flu söyleniyor: “Büyükflehir belediyeleri ve belediyeler, flehir içinde kendilerince sunulan ya da denetimlerinde olan toplu tafl›ma hizmetlerinin özürlülerin eriflilebilirli¤ine uygun olmas› için gereken tedbirleri al›r.” Böylece engellilerin ulafl›ma eriflebilirli¤i belediyelerin görevi olarak tan›mlanm›fl ve belediyelerin gerekli düzenlemeleri yapmas› için 7 y›ll›k bir süre tan›nm›flt›. Bu süre temmuzda doluyor. Ancak görünen o ki en basit önlemler bile al›nmam›fl. Engelliler için rayl› ulafl›m araçlar›n›n oldu¤u duraklara aç›l›r-kapan›r presli kap›lar konularak tren yanaflmad›¤› sürece bu kap›lar›n kapal› tutulmas›-
iste¤i hala karfl›lanmad›. Valili¤in soruflturma karar›n› gazetemize de¤erlendiren Keçeci, olay›n tam da ‘Engelsiz ulafl›m’ çal›flmalar›n›n sürdü¤ü bir dönemde yafland›¤›n› belirtti. Raporda hastaneye gelen Belediye yetkililerinin, yard›m tekliflerini geri çevirdi¤inin de yer ald›¤›n› söyleyen Keçeci, kendi tavr›n›n sadaka yerine hak istemeye, dilenmek yerine direnmeye dair bir mücadele oldu¤unu söyledi. Engellilere tan›nan paras›z ve indirimli ulafl›m hizmetinin bir lütuf gibi sunuldu¤unu belirten Keçeci, raporun bafll› bafl›na soruflturma nedeni oldu¤unu ifade etti.
Afet yasasına insan zincirli protesto kademesinde olsun, siyasi kademede olsun, nerede olursa olsun düşünmek kefen soyuculuktur. Bunu da yan yana koymak çok büyük haksızlıktır. Dolayısıyla devlet böyle bir şey yapmaz. Devlet böyle bir şey yaparsa bu irtikaptır, suçtur. Böyle bir şey olamaz bunu söyleyenlere 'Hadi ordan sen de' demek lazım. Çünkü, Türkiye gelişiyor, kalkınıyor.”
A
fet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı, Van depreminin ardından neoliberal saldırıların bir parçası olarak halkın karşısına çıktı. Ülkenin dört bir yanında kentsel dönüşüm projelerinin hızlandırılması için hazırlanan bu yasa hızla meclisten geçirilmeye çalışıyor. İlk 10 maddesi kabul edildikten sonra görüşmelerine ara verilen ve diğer maddelerinin görüşülmesine kısa bir süre sonra başlanacak olan yasa teklifine itirazlar devam ediyor. Barınma Hakkı savunucuları meclis etrafında insan zinciri kurarak yasanın geri çekilmesini istedi. MECL‹STE ‹NSAN Z‹NC‹R‹ 25 Nisan Çarşama günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dikmen Kapısı’nda bir araya gelen bini aşkın kişi bu yasanın derhal geri çekilmesini talep etti. Barınma Hakkı Meclisi, çeşitli meslek odaları, demokratik kitle örgütleri ve siyasi parti temsilcilerinin bir araya gelerek gerçekleştirdikleri eylemde Dikmen Kapısı’ndan iğnelerle birbirlerine iliştirilen dilekçelerden uzun bir kuyruk oluşturuldu. Meclisin tamamının kuşatılmaması için devreye giren polis, kapının 200 metre ilerisinde bulunan kavşaktan kuyruğun önünü kesti. Bunun üzerine kuyruk iki sıra haline getirildi. Konuyla ilgili gazetemize konuşan Dikmen Vadisi Barınma Hakkı Bürosu Temsilcisi Tarık Çalışkan, bu yasanın
Barınma hakkı savunucuları, ‘afet yasasıyla’ kentsel yağmaya hız vermek isteyen AKP’yi, mecliste uzun bir dilekçe kuyruğu oluşturup büyük bir insan zinciri yaparak protesto etti insanların barınma hakkına yapılan bir saldırı olduğunu belirterek yasayı bertaraf edene kadar mücadele edeceklerini söyledi. Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Ali Haktan, bu yasayla birlikte mülkiyet hakkının da tartışmalı
hale geldiğini ifade ederek yasanın anayasaya aykırı olduğunu dikkat çekti. VAR MI BU SÖZLERE ‹NANAN? Bu konuyla ilgili son açıklamayı Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar yaptı. Bayraktar yasanın rant elde etmek için hazırlandığı iddialarına şu sözlerle karşı çıktı: “İnsanların can güvenliğini esas alan bir yasadır. Can güvenliğini esas alan bir yasayı kullanarak, rant düşüncesini devlet
HALK DÜfiMANI YASA Halkın barınma hakkını yok sayan, kanun karşısında insanların hak alma hürriyetini kısıtlayan, planlı ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını ihlal eden, kira yardımı ya da konut tahsisi gibi uygulamaları yapmayan, riski olmayan yapıları yıkım tehdidiyle karşı karşıya bırakan, sermaye için emekçileri mülksüzleştirecek olan bu yasa sadece bunlarla da kalmıyor. Yasa ile halkın elinde kalan araziler, “bu kanunun amaçları çerçevesinde kullanılmak üzere” çok geniş bir yetki ile satılabilecek. Barınma hakkına karşı mücadele edenlere cezanın önünü açan bu yasa tasarısı, yoksul gecekondu sahiplerinin de bütün haklarını ellerinden almakta. Riskli yapı tespitinin bilimsel yöntemlerle yapılacağı söylenen yasa teklifinde bu yapıların doğru seçilebilmesi için kullanılacak bilimsel ve teknik verilerin ne olacağı da açıklanmazken tespit Bakanlıkça lisanslandırılacak kuruluşlara yaptırılacak. Tespit yaptırılmadığı durumda konuyu bakanlık çözecek ve masraflar için tapu kaydına ipotek konulacak.
7
İNSANCA YAŞAM 3 May›s 2012 / 16 May›s 2012
Halk›n Sesi
Öğretmenleri dövüyorlar Sağlık Bakanlığı’nın güvenlik önlemlerini arttırmaktan ibaret önlemlerinin bir benzerinin eğitimde ne gibi sonuçlar doğuracağına Korkut’un yanıtı “Okullardaki gerilimi ve şiddeti artırır” oldu. Çözümün, okul polisleriyle, güvenlik kameralarıyla okulların karakola çevrilmesi olmadığının altını çizen Korkut, okulda şiddeti arttıran sorunlara çözüm üretmek gerektiğini, bunun için nitelikli bir eğitim ve insanca yaşanacak çalışma koşullarının öncelikli olduğunu söyledi. Korkut, okul kadar toplumda şiddeti derinleştiren yoksulluk, aile içi şiddet gibi sorunların üzerine gidilmesi gerektiğini vurguladı.
UMAR KARATEPE
S
ağlık çalışanlarına yönelik şiddette artışın bir benzeri eğitimde yaşanıyor. Nisan ayında öğretmenlere yönelik şiddet haberleri dikkat çekici bir noktaya ulaştı. Sakarya’da bir sınıf öğretmeni öğrencilerinin önünde servis şoförlerince darp edildi. Rize’de bir öğretmen okul müdürünün makamında okul dışından gelen kişilerce tartaklandı. Kütahya’da bir öğretmen kalbinden bıçaklandı. Adana’da bir öğrenci ve babasının taşlı saldırısı sonucu bir öğretmenin kolu kırıldı. Eskişehir'de bir öğretmen, öğrencinin velisi ve yakınlarının saldırısına uğradı. Muğla Milas’ta bir veli öğretmeni sınıfta darp etti. Sakarya’nın Sapanca ilçesinde bir veli okul basarak bir öğretmenin iki dişini ve burnunu kırdı. İstanbul Esenyurt’ta bir öğretmen öğrencisinin bıçaklı saldırısına uğradı. AYNI SA⁄LIKTAK‹ G‹B‹ Eğitimde öğretmenlere yönelik artan şiddet olayları sağlıktaki gelişmelere çok benziyor. Sağlıkta dönüşüm ile yaşanan yıkımın sorumluluğu Sağlık Bakanlığı tarafından sağlık çalışanlarının hedef gösterildiği açıklamalarla gizlenmeye çalışılıyor. Eğitimde de okullarda çığ gibi büyüyen her türlü sorunun sorumlusu olarak öğretmenler hedefe çıkarılıyor. Sağlık Bakanlığı’nın bu amaçla geliştirdiği
Ömer Dinçer’in öğretmenleri itibarsızlaştırmaya yönelik sözleri ve kurduğu şikayet hattı öğretmenlere yönelik şiddeti artırdı Alo 184 hattının bir benzeri Milli Eğitim Bakanlığı tarafından da açıldı. Bakanlık Alo 147 (MEBİM) hattı ile öğretmenlerin ihbar edilmesini istiyor. Ö⁄RETMENLER‹ ‹T‹BARSIZLAfiTIRIYORLAR Eğitim-Sen Genel Eğitim Sekreteri Betül Korkut ile
konuştuk. Korkut Milli Eğitim Bakanı’nın göreve ilk geldiği günden bugüne öğretmenleri itibarsızlaştıran açıklamalarını hatırlattı. Öğretmenlerin çok uzun tatil yaptığı, devamsızlığı, yetersizliği gibi açıklamalarla eğitim sisteminin tüm sorunlarının öğretmenlere fatura edildiğini söyleyen Korkut, Alo 147 uygulamasının da bu
itibarsızlaştırma girişimlerinin bir parçası olduğunu söyledi. Bu hat ile öğretmenlerin fişlendiğini savunan Betül Korkut, “terörist” olduklarına ve giyim kuşamlarına dair şikayetlerin öğretmenlerin karşısına çıkarıldığını anlattı. KARAKOLLAfiMA ÇÖZÜM MÜ? Şiddete yönelik çözüm olarak
MEB’E KARfiI B‹R OLMALIYIZ Eğitimdeki sorunların kaynağının Milli Eğitim Bakanlığı politikalarına yön veren AKP iktidarı olduğunu söyleyen Eğitim-Sen Genel Eğitim Sekreteri Korkut, velilerin, öğretmenlerin ve öğrencilerin bu politikalara karşı ortak mücadele vermesi gerektiğinin altını çizdi. 4+4+4 ile öğretmenler, öğrenciler ve veliler arasında yabancılaşmanın ve ayrışmanın derinleşeceğine dikkat çeken Korkut, bu duruma karşı EğitimSen olarak okullarda veli toplantıları düzenlemeyi planladıklarını anlattı. Velilere ve öğrencilere seslenen Korkut, “Bireysel çözümler aramak yerine yan yana gelerek haklarımızı talep etmeliyiz” dedi.
Tüm derslerde konu şiddet Ö¤retmenlere yönelik fliddetin artmas› karfl›s›nda E¤itim-Sen üyesi ö¤retmenler 30 Nisan’da Türkiye çap›nda siyah kurdelelerle girdikleri derslerinde fliddet konusunu ifllediler. ‹stanbul Esenyurt K›raç Lisesi'nde ö¤retmen Narife Çekcen'in bir ö¤renci
Dini dersler fiilen zorunlu
4
+4+4 düzenlemesiyle seçmeli olacağı iddia edilen "Kur'an- ı Kerim" ve "Hazreti Peygamberimizin hayatı" derslerinin fiilen zorunlu olacağına dair kaygılar giderek gerçeklik kazanıyor. Dersleri almayanların fiilen baskı altına alınacağı, çocuklarının “mimlenmesinden” çekinin ailelerin bu dersleri seçmeme hakkını kullanamayacağı yönündeki eleştirilerin haklılığı, Milli Eğitim’in tavrıyla pekişiyor. Cumhuriyet gazetesinin Ankara Pursaklar İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün dağıttığı bir ankete dair haberi, “seçmeli” dersin fiilen zorunlu hale geleceğinin ilk işaretlerini ortaya koyuyor. Habere göre okullara dağıtılan formlarda öğrencilerin "Kur'an-ı Kerim” ve “Hazreti Peygamberimizin hayatı" dersleri arasında tercih yapmaları isteniyor. Şıklarda "Kararsızım" seçeneği var ama "İstemiyorum" seçeneği bulunmuyor. Habere göre formlarda veli ve öğrencilerin isimlerine, sınıfına ve numarasına yer verilmesi, velilerde “fişleniyoruz” endişesine yol açıyor. İki dersi de seçmek istemeyen veliler anketle ilgili olarak “üzerimizde psikolojik baskı oluşturuyor” diyor. Derslerin seçmeli olsa da “mahalle baskısı” nedeniyle zorunlu hale geleceğini söyleyen görüşlerin eksik bıraktığı gerçek açığa çıkıyor: “Mahalle baskısı” denilen şey, aslında devlet baskısı ile yaratılıyor.
taraf›ndan s›n›fta b›çaklanmas› e¤itim emekçilerinin eylemleriyle protesto edildi. Sald›r›n›n gerçekleflti¤i K›raç Lisesi önünde toplanan ö¤retmenler kalemlerini k›rarak yola f›rlatt›. Ö¤retmenler daha sonra sald›r›ya u¤rayan Narife Çekcen'in tedavi gördü¤ü
Esenyurt Devlet Hastanesi'ne kadar slogan atarak yürüdü. "Alo 147 ö¤retmeni b›çaklad›lar", "Bakan ö¤retmene sahip ç›k", "Ö¤retmene fliddete hay›r" dövizlerinin tafl›nd›¤› protesto eylemine Narife Çekcen'in annesi ve babas› da kat›ld›.
İlköğretimdeki depreme ilk tepki 4+4+4 yasası ile ilköğretim okullarının ilk ve orta bölümlerinin parçalanmasının yarattığı sorunlara karşı ilk tepki Mersin’den geldi
4
+4+4 yasasının geçmesi eğitimde yeni bir kriz yarattı. İlköğretim okulları ile orta okulların ayrılması ve meslek liselerinin orta kısımlarının açılacak olması eski ilköğretim okullarının bölünmesine ve milyonlarca öğrencinin başka okullara gitmesine yol açacak. Bu gelişmeye ilk tepki Mersin’in Tarsus ilçesindeki Musalla Mahallesi’nden geldi. Veliler AKP hükümetinin meclisten geçirdiği kademeli eğitim yasası sonrası okullarının bölünmesine karşı bir araya geldi. Mahalle halkı 24
Nisan’da toplanarak okulları ve eğitim hakları için mücadele etme kararı aldı. 2 günde toplanan 1200 imza Tarsus Milli Eğitim Müdürlüğü’ne ve bakanlığa gönderildi. 27 Nisan’da da dağıtılması planlanan Ahmet Yesevi İlköğretim Okulu önünde bir basın açıklaması yapıldı. Yaklaşık 250 kişinin katıldığı basın açıklamasında Milli Eğitim Bakanı'na şu soruları sordu: “1. Çocuklarımızın can güvenliği nasıl sağlanacaktır? 2. Ulaşım sorunları nasıl giderilecek ve
bu ücretler biz velilerden mi alınacaktır? 3. Başka mahallelere gönderilecek olan çocuklarımızın öğle yemekleri nasıl karşılanacaktır? 4. Arkadaşlarından, öğretmenlerinden ve okul ortamından ayrılan çocuklarımızın ruhsal durumları düşünülmüş müdür?”
Kutlu doğum okullarda arasında şiir yarışması, ortaöğretim okulları arasında da para ödüllü kompozisyon yarışması düzenlenmesi için çalışma yürütmeye başladı. Çaycuma’da Kutlu Doğum Haftası sırasında öğretmenlere Kuran dağıtılırken, almak istemeyen öğretmenlerin köy ve kasabalarda deşifre edildiği öğrenildi
E
ğitimde gericiliğin yaygınlaşması yönündeki adımlarını hızlandıran AKP, her geçen gün yeni uygulamalarla halkın karşısına çıkıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı ve müftülükler aracılığıyla fiili durumlar yaratan iktidar, ocak ayındaki Umre gezisinin ardından Kutlu Doğum Haftası’nı fırsat bildi. Zonguldak’ın Çaycuma ilçesinde Müftülük, ilçe merkezi, belde ve köylerde anasınıflarını ve ilköğretim birinci kademe öğrencilerini “Kutlu Doğum Haftası” etkinliklerine dahil etti. Çaycuma Müftülüğü’nün internet sitesindeki haberde, Kutlu Doğum Haftası vesilesiyle müftülüğün İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ile koordineli bir çalışma yürüttüğü açıklandı.
Okullarda “peygamberimi çooook seviyorum” yaz›l› balonlar da¤›t›ld› Okullara gelen imamlar, kadın vaizler ve Kuran kursu öğrencileri, okul okul, sınıf sınıf etkinliklere katıldı.
Diyanet İşleri Başkanlığı da Kutlu Doğum Haftası gerekçesiyle ilköğretim 6, 7 ve 8’inci sınıflar
‹Z‹NLER NEDEN SÖZLÜ Eğitim-Sen Çaycuma Temsilcisi İsmet Akyol konuya dair yaptığı açıklamada, Milli Eğitim Müdürlüğü’nün imamlara, kadın vaizelere ve Kuran kursu öğreticilerine ne şekilde “sözlü izin” verdiğinin açıklanmasını istedi. Akyol, okulların Diyanet şubesi gibi görülmesine karşı Eğitim-Sen olarak sessiz kalmayacaklarını belirtti.
Formasyon meselesi umut tacirli¤i ÖK 5 Nisan 2012 tarihli Genel Kurul’unda ikinci öğretim ve pedagojik formasyon eğitimi ile ilgili yüz binlerce öğrenciyi ilgilendiren bir karar aldı. Öğretmen ihtiyacı olan Okul Öncesi, Rehberlik, Özel Eğitim ve Din Kültürü branşları hariç tüm ikinci öğretim programlarının, Açıköğretim Fakültesi bünyesinde yer alan öğretmenlik bölümlerinin ve pedagojik formasyon sertifka programlarının kapatılmasına karar verdiğini duyurdu. Bu karar Fen Edebiyat fakülteleri (FEF) öğrencileri için verilen formasyon eğitiminin kaldırılmasını da kapsıyor. YÖK bu kararı almalarındaki nedeni, “ataması yapılmayan öğretmen sayısındaki yığılmayı azaltmak” olarak açıklarken “öğretmen” olabileceğini Duygu düşünerek FEF’e başlayan Semiz yüz binlerce öğrencinin Sosyal ‹fl üyesi mağduriyetinin nasıl giderileceğine dair herhangi bir açıklama yapılmadı. Tepkiler üzerine YÖK, 3 Mayıs’ta yapacağı genel kurulda “formasyon kararlarını” yeniden görüşeceğini duyurdu. Öğretmen olabilmek için gerekli olan yaklaşım, davranış ve dersin nasıl olacağına dair verilen eğitime pedagojik eğitim denilmektedir. Pedagojik formasyon eğitimi üniversitelerin eğitim fakültelerinde okumayıp FEF’lerde okuyan öğrencilere veriliyor. Siyasi iktidarların üniversiteye müdahale aracı olarak kurulan YÖK, öğretmen yetiştirmeye dair yaklaşımlarını “öğretmenleri güvencesiz koşullarda çalışmaya ikna edecek kadar işsiz öğretmen yaratmak gerekir” anlayışıyla belirliyor. Bu amaçla son olarak 28.01.2010 tarihli TC YÖK kararı ile FEF’teki lisans programlarının yanında bütün lisans programlarından mezun kişilere not ortalamasının 2,5 olması ve gerekli parayı ödemek koşulu ile “pedagojik formasyon sertifikası” programları açıp “öğretmen” olarak KPSS’ye girme hakkı verdi. Yıllardır tartışmalara konu olan formasyon eğitimi dönem dönem formasyonun kaldırıldığı, sonra yeniden verildiği bir sürecin sonunda bu noktaya geldi. Yani bir nevi umut tacirliği yapılmaya devam edildi. Üniversite sınavlarına hazırlanan gençler FEF’e bilim insanı olmaları için değil öğretmen olmaları için yönlendirildiler. Eğitim fakültelerinin sayısı son 10 yılda 63’ten 97’ye, fen edebiyat fakültelerinin sayısı 91’den 184’e yükseldi. Halen, mevcut öğretmen sayısı kadar, yani 600 bin öğretmen adayı eğitim görüyor. Son 10 yılda ataması yapılmayan öğretmen sayısı 72 binden 350 bine çıktı. Şubat 2012 öğretmen atamasından sonra halen 2011 KPSS’ye giren ve atama bekleyen öğretmen sayısı 350 bin civarında. Mevcut okullarımızda öğretmen açığı ise resmi rakamlara göre 126 bin 213. Var olan açık, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in hiç çekinmeden söylediği gibi ücretli öğretmenlerle dolduruluyor. Ücretli öğretmenlik ise formasyonu olsun olmasın her yüksek öğrenim mezununun yapabileceği, kadrolu öğretmenlikle aynı işi yaptığı halde aynı haklardan yararlanılmayan modern kölelik sistemi. Bu sistemde özel sektörde de formasyonu olsun olmasın çalışan on binlerce dershane öğretmeni, yedek iş gücü olarak hazırda bekletilen yüz binlerce işsiz öğretmen var. Son dönem ataması yapılmayan öğretmenler mücadelelerinde dillendirdikleri taleplerden biri olan pedagojik formasyon sertifika programının kaldırılması, gerçekleşti. Şimdi öğretmen atamalarındaki adaletsizlik giderilecek mi, oluşan yeni mağduriyetin hesabını kim verecek? Öğretmen atamalarındaki yığılmanın çözümü için ne yapılmalıdır? Atama bekleyen yüz binlerce öğretmenin kadrolu ve güvenceli atanabilmesi için iyi bir devlet planlaması gerekmektedir; bu planlama kuşkusuz okullaşma oranımızdan, öğretmen ihtiyacımızdan ve bütçemizden bağımsız değildir. Ücretli öğretmenlik uygulaması bir daha dönülmemek üzere kaldırılmalı, hiçbir öğretmen güvencesiz çalıştırılmamalıdır. FEF’e ve diğer bölümlere tanınan formasyon kaldırılmalı ancak yeni mağduriyetlere sebep olmamalıdır. Formasyonun kaldırılması kararı, FEF’e formasyon hakkı tanındığı için öğretmen olma ümidiyle kayıt yaptırmış olanları değil, karar tarihinden sonra üniversite sınavına girecek ve FEF’i tercih edecek öğrenciler için uygulanmaldır. KPSS ve türevi öğretmenleri eleyen birbiri ile yarıştıran her türlü sınav anlayışı terk edilmelidir. Eğitim fakültesi kontenjanları nüfusa bağlı olacak şekilde planlanmalı, ihtiyaçtan fazla mezun verilmemesi için kontenjan sınırlandırılmalıdır. Öğretmen yetiştirme politikası yeniden belirlenmeli ve Eğitim Fakülteleri yeniden yapılandırılmalıdır.
Y
Halk›n Sesi
Reform yaptıkça sıfırlar artıyor 1
Nisan’da yapılan YGS’ye giren öğrencilerin 50 bin 805’i sıfır puan alırken 187 bin 587’si de barajı geçemedi. Böylece sıfır puan alanların sayısı 2 yıl öncesine göre 2.5 katın üzerinde arttı. Bursa’da Liseli Genç Umut sınav sonuçlarıyla ortaya çıkan bu yıkımı protesto etti. 23 Nisan’da saat 14.00’da Zafer Plaza önünde toplanan liseliler, sloganlar eşliğinde Fomara Meydanı’na yürüdüler. Fomara Meydanı’nda basın açıklamasını okuyan Nazlı Kaya, YGS sonuçlarıyla,
AKP’nin eğitim sisteminin niteliksizliğinin ve yetersizliğinin kanıtlandığını söyledi. Kaya bu sınavlarda başarısız olanların AKP’nın piyasacı, gerici, niteliksiz eğitim sisteminin, ezberci müfredatın ve dershanecilik siteminin mağdurları olduklarını dile getirdi. AKP’nin mağdurlar yığınını her yıl büyüttüğüne dikkat çeken Kaya, bu mağduriyetlerin her yıl yeni intiharlarla, yeni ölümlerle açığa çıktığını ifade etti.
Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
8
EMEK 3 May›s 2012 / 16 May›s 2012
Halk›n Sesi
Sağlıkta dönüşüm şiddeti
S
ALP TEK‹N BABAÇ
A
ntep’te göğüs cerrahisi uzmanı Dr. Ersin Aslan’ın bir hasta yakını tarafından bıçaklanarak öldürülmesinin ardından sağlıkçılar sokağa çıktı. Aslan, 17 Nisan günü ameliyattan çıktıktan sonra bir hasta yakınının bıçaklı saldırısına uğradı ve 18 Nisan günü hayatını kaybetti. 18 Nisan’da tüm ülkede sokağa çıkan hekimler, sağlık çalışanları ve sağlık işçileri hekime yönelik şiddeti protesto etti ve 19 Nisan günü iş bırakma kararı aldı. Sağlıkçılara yönelik şiddete karşı 19 Nisan’da birçok il ve ilçe yoğun katılımlı eylemlere sahne oldu. Diyarbakır’ın Çermik İlçesi’nden Yozgat’ın Boğazlıyan İlçesi’ne kadar Anadolu’nun neredeyse tüm kentlerinde devlet hastanelerinde ve üniversite hastanelerinde acil servisler ve yoğun bakım üniteleri gibi hayati birimler dışında hiçbir birim çalışmadı. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerde kitlesel eylemler yapılırken Erzincan, Siirt, Şırnak, Alanya, Reyhanlı’da da hastane önlerinde basın açıklamaları yapıldı. İzmir’deki devlet hastanelerindeki çalışanların tamamı eylemlere katılırken birçok kentte özel hastanelerde çalışan sağlık emekçileri de kent merkezlerindeki eylemlere katıldı. Eylemlerde hekime yönelik şiddetin sorumlusunun, AKP’nin sağlıkta dönüşüm programı çerçevesinde hayata geçirdiği politikalar olduğu vurgulandı. Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın istifa etmesi ve hekime yönelik şiddete karşı acil tedbirlerin alınması talep edildi. Eylemler sürerken Bakan Akdağ, TTB Merkez Konsey Başkanı Eriş Bilaloğlu ile görüşme talebinde bulundu. Bilaloğlu, TTB’nin hazırladığı hekime şiddete karşı acil talepleri Akdağ’a iletti.
ağlıkta dönüşümle birlikte, sağlık emekçisine yönelik şiddet olayları arttı. Antep’te Dr. Ersin Aslan’ın öldürülmesinin ardından sağlıkçılar ülke çapında iş bıraktı
fi‹DDET ARTIYOR Hekime yönelik şiddet son üç yıl içinde büyük artış gösterdi. TTB’nin nisan ayında yayımladığı rapora göre 3 yılda 107 olay yaşandı, 90 hekim dayak yedi, 6’sı bıçaklandı, 2’si hayatını kaybetti. 2009’da 23 olan şiddet vakası sayısı, 2010’da 27 iken 2011’de 50’ye yükseldi. Sadece Dr. Ersin Aslan’ın öldürülmesinin ardından dört ayrı hekime şiddet olayı basına yansıdı. 18 Nisan’da, Dr. Ersin Aslan’ın ölümünü protesto eylemlerinin gerçekleştiği hastanelerden Kilis Devlet Hastanesi’nde eylemin devam ettiği sırada hastanenin yoğun bakım ünitesinde tedavi gören Durmuş İlik-
li’nin ölümü üzerine yakınları servise çıkıp görevli doktorlar ve personele saldırdı. 19 Nisan’da hekime yönelik şiddete karşı iş bırakma eylemi sürerken İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Alper Toker fakültenin otoparkında bir hasta yakınının saldırısına uğradı. 7 yıl önce aynı otoparkta bir hasta yakını tarafından saldırıya uğrayan Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Göksel Kalaycı hayatını kaybetmişti. 20 Nisan günü Beyoğlu’nda bir yaralının yakınları olay yerine gelen 112 Acil Servis ekiplerine polisin gözü
Hekimin yanında değil BDP’ye karşı Hekime yönelik fliddet tart›flmalar› BDP’li milletvekili Özdal Üçer’in 20 Nisan günü Van Bölge E¤itim ve Araflt›rma Hastanesindeki bir doktoru darp etmesinin ard›ndan ›rkç› söylemlerle maniple edilmeye çal›fl›ld›. BDP ve TTB dahil birçok kurum Üçer’i k›nad› ve hekime fliddetin kabul edilemez oldu¤unu aç›klad›. BDP’li bir vekilin hekime fliddet olay›na kar›flmas›, AKP bas›n›na ve AKP’ye arad›¤› f›rsat› sa¤lad›. AKP medyas› olay›n üzerine “kan don-
Acıları da talepleri de aynı K
aderi bellidir. Büyüyünce madende çalışacaktır. Geri dönmeyecektir. Aile bunu bildiği için erkek çocuklarına Satılmış ismini verir Anadolu’da. Satılmış, “Allah’a adanmış” anlamındadır. 28 Nisan İş Kazalarında Ölenleri Anma ve Kalanlar için Mücadele Günü’nde İstanbul’da İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi tarafından düzenlenen forumda duygulandığı için “Konuşamayacağım” diyen Satılmış Kocakaya, adıyla bile çok şeyi anlatıyordu. Oğlunu 17 Mayıs 2010’da Karadon’daki grizu patlamasında yitiren Satılmış, madenlerde yıllarca çalışmış emektar bir işçi. Satılmış gibi, OSTİM’li, Davutpaşalı aileler, elektriğe kapılarak yaşamını yitiren Erkan Keleş’in abisi, oğlunu tersanelerde yitiren Limter-İş Genel Sekreteri Hakkı Demiral, ablasını inşaat alanında yitiren Hatice Yurttaş, Van depreminde çöken Bayram Otel’in altında can verenlerin yakınları, ev işçisi Fatima Aldal’ın eşi, 2007’de düşen Atlasjet uçağında yaşamını yitirenlerin yakınları Petrol-İş Genel Merkezi’ndeki forumda yerlerini aldılar. Kürsüye çıkan aileler, hukuk mücadelelerinde çok yalnız kaldıklarından yakınıyorlardı. Forumda “Bizim canımız yitti başkasının canı yanmasın, iş kazaları önlensin” diyerek yola çıkan aileler kendi gibi birçok aileyle ilk defa bir araya gelmiş oldu. Ailelerin koordinasyonu da önem kazandı. 28 Nisan’ın Türkiye’de de İş Kazalarında Ölenleri Anma ve Mücadele Günü olması talebi öne çıktı. Ailelerin hemen hemen tamamı dava süreçlerinin takipçisi olacaklarını söylerken Davutpaşalı aileler 1Mayıs’ta Taksim’de olacaklarını duyurdu.
önünde saldırdı. Aynı gün İstanbul Küçükçekmece’de bulunan Dr. Ahmet Sadık Hastanesi’nde yakınlarını kaybeden bir aile hastaneye saldırdı. Sağlık emekçileri kendilerini kurtarmak için başhekimlik katına sığındı ve yaklaşık üç saat burada rehin kaldı. ‘NE KADAR YAVAfi ÇALIfiIYORSUNUZ!’ 21 Nisan günü Adana Meydan Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi Çocuk Acil Bölümü’nde çocuk hastaya tedavi sırasında hasta yakını “ne kadar yavaş çalışıyorsunuz” diyerek hekimlere ve hemşirelere hakaret etti ve bıçakla sağlık çalışanlarına saldırdı.
Sa¤l›kç›lara yönelik fliddette iktidar›n pay› unutulmamal›. Hekimler, Tam Gün Yasas›’na itiraz ederken Baflbakan Erdo¤an, Sa¤l›k Bakan› Recep Akda¤ hekim leri “paragöz olmakla” itham etmiflti, Zaman gazetesinde ülkede askeri vesayet kadar doktor vesayeti yafland›¤› yaz›lm›flt›.
durucu” ifadeleriyle giderken Sa¤l›k Bakan› Recep Akda¤, Üçer’in istifa etmesi gerekti¤ini söyledi ve hekime fliddetin kabul edilemez oldu¤unu vurgulad›. Akda¤, ayn› duyarl›l›¤› AKP’li bir vekil için göstermedi. 10 Haziran 2009 tarihinde Kartal E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi’nde çal›flan doktor K.T. 23. dönem AKP Sinop Milletvekili Kadir T›ng›ro¤lu’nun yumruklu sald›r›s›na maruz kald›. T›ng›rl›o¤lu’nun sald›r›s› AKP bas›n› taraf›ndan da gündeme getirilmedi.
Performans sistemi ve Tam Gün Yasası, hekimlerin çalışma sürelerini artırırken, hastaların muayene sürelerini kısalttı. Bu durum nitelikli muayene olamayan hastaların hastaneye daha fazla gelmelerine neden oldu. Sağlık Bakanlığı hastanelerinde çalışan hekim sayısı 2002’de 18 bin iken 2010’da 28 bine yükseldi. Buna karşılık aynı dönemde bu kurumlarda muayene edilen hasta sayısı 110 milyondan 230 milyona çıktı. Hekim sayısı bir buçuk kat artarken hasta sayısı 2 kat arttı. İnsanların hekime başvurma sayısı da arttı. 2002 ortalamasına göre bir kişinin yılda hekime başvurma sayısı 3 iken 2011 sonunda bu rakam 8’e yükseldi. Bu piyasacı düzenlemeler hekimlerin hizmet koşullarını zorlaştırdı. 2004’te uygulamaya başlanan performans sistemi, 31 Ocak 2011’de üniversite hastanelerinde de hayata geçirildi. 27 Ağustos 2011’de kanun hükmünde kararname ile Tam Gün Yasası yürürlüğe girdi. Yasa, performans sistemiyle birleşince sağlık çalışanlarının çalışma süreleri arttı. Yasa özellikle üniversite hastanelerindeki hekimleri çok etkiledi. Üniversite hastanelerindeki hekimlerin muayene bedeli almasının önü kesildi. Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının çalışma koşulları performans sistemi ve Tam Gün Yasası ile giderek ağırlaşırken AKP hasta ile hekimi sürekli karşı karşıya getirdi. Hastanelerde kurulan SABİH hattı ile hastaların öfkesi hekimlere yöneldi. Her şikayet hekimlere soruşturma olarak döndü. SA⁄LI⁄IN BEDEL‹ ARTTI Sağlık çalışanları ve hekimler giderek güvencesizleştirilirken halk da sağlık hizmeti için giderek daha fazla para ödemeye başladı. 1 Ekim 2008’de hastanelerde muayeneler için katılım payı uygulaması hayata geçti; her muayeneden 1 lira alınmaya başladı. 2009 Ekim’inde muayene bedeli 2 lira oldu. Ekim 2011’de yayımlanan bakanlık tebliği ile katılım paylarına bir zam daha yapıldı. Muayene bedeli devlet hastanelerinde 5, üniversite hastanelerinde 9, özel hastanelerde 12 lira oldu. Her türlü basit belirti tanımına giren tüm acil servis hastaları için de bu bedeller geçerli kılındı. Aynı tebliğle birlikte AKP’nin “parasız” dediği aile hekimi muayeneleri de 3 lira oldu; reçete yazdırmak da paralı hale getirildi. Sosyal güvence sahipleri hastanelerde 3 kaleme kadar ilaç yazılan reçeteler için 3, üç kalemden sonra yazılan her bir ilaç için de 1’er lira ödemeye başladı.
‘Kırmızı gözlü’ işçiler Bakanlık önünde D
ev Sağlık-İş’in nisan ayı boyunca 8 kentte hastane bahçelerine kurduğu Güvenceli İş İnsanca Yaşam Çadırları 22 Nisan’da Ankara’da birleşti. 22 Nisan günü farklı kentlerden gelen işçiler, AKP İl Binası önünde toplandı. “Taşeron Cumhuriyeti’ne Hayır” pankartının arkasındaki işçiler sloganlarla Sağlık Bakanlığı’na yürüdü. Sağlık işçilerinin taleplerini Sağlık Bakanlığı önünde Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu dile getirdi. Çerkezoğlu, taşeron işçi değil sağlık işçisi olduklarını ve bunun Türkiye’deki birçok devlet ve üniversite hastanesinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müfettişlerince tespit edildiğini dile getirdi. Sağlık işçisi olmalarına rağmen ve bunun mahkemelerce de karar altına alınmasına rağmen Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerde ve üniversite yönetimlerince yargı
kararlarının uygulanmadığına dikkat çekti. Taşeron ihalesi yapılması yargı tarafından resmen yasaklanmış olmasına rağmen hastane yönetimleri ve üniversite yönetimlerinin taşeron ihalelerine devam ettiğini belirten Çerkezoğlu,
mahkeme kararlarının uygulanmasını istedi. SERBEST KÜRSÜ Sağlık işçileri, konuşmaların ardından Bakanlık önünde bir kürsü kurarak sorularını duyurdu. Samsun Gazi Devlet Hastanesi’nde mahkeme ‘iş
iade’ kararı vermesine rağmen hastane yönetimi tarafından işe alınmayan Yüksel Arslan, “454 gündür direniyoruz, direneceğiz” dedi. Sağlık işçileri hastanelerde yaşadıkları sıkıntıları anlattı. Taşeron sisteminin sıkıntılarını yaşayan EnerjiSen üyesi bir işçi kürsüye
çıktı. Açma kapama işçisi Tayfur, Adana’da Toroslar Elektrik Dağım AŞ önündeki direnişlerini anlattı. Bir sağlık işçisinin çocuğu da kürsüye çıktı. Sağlık işçisinin çocuğunun sözleri, işçilerin ağır çalışma koşullarını çocukça da olsa özetledi: “Babam çok çalışıyor, eve geç geliyor ve gözleri hep kırmızı kırmızı.” SES Genel Sekreteri Mehmet Sıdık Akın ise son günlerde sağlıkçılara yönelik şiddet karşısında üzülen Recep Akdağ’ın Diyarbakır’da, İstanbul’da, Hakkari’de AKP’ye karşı olduğu için gaza boğdukları sağlıkçılar için üzülmediğini söyledi. Kürsüye çıkan TTB Merkez Konsey Başkanı Eriş Bilaloğlu da sağlık işçilerinin mücadelesini selamladı. Kürsüdeki konuşmaların ardından eylem son buldu ancak Dev Sağlık-İş Bakanlık önündeki çadırı, haklarını aldıkları zaman kaldıracaklarını duyurdu.
Polis terörünü yıldıran enerji A
dana’da işlerine geri dönmek için Enerji Sen öncülüğünde 5 Mart’tan beri direnişlerini sürdüren işçiler polis terörüne karşı da mücadele ediyor. Polis saldırdıkça Adana Toroslar Elektrik Dağıtım AŞ (TEDAŞ) binası önünde bekleyenlerin sayısı arttı. Direnişin ilk günlerinde 30 işçinin beklediği alanda artık yüzlerce insan sabahlıyor, müzikler çalınıyor, oyunlar oynanıyor, çay sohbetleri yapılıyor. Aileler geceleri TEDAŞ önünde geçiriyor. İşçilere 2 gün boyunca saldıran
polis, çok insanın olduğu TEDAŞ önünde ‘güvenliği sağlayamamaktan’ endişe ediyor. 23 Nisan’da direniş çadırını çocuklarına bırakan işçiler basın açıklaması yapmak istediklerinde karşılarında Teröle Mücadele Şubesi polislerini buldular. Babalarının direnişte yaptıkları her şeyi yapan çocuklar basın açıklamasını da okudu. 24 Nisan’da Enerji işçileri direniş çadırını kurmak istediklerinde polisin saldırsına uğradı. 16 kişi gözaltına alındı, tepki gecikmedi. Enerji-Sen,
İstanbul ve Adana’da sokağa çıktı. Gözaltındaki işçiler “Direniş sürecek” dediği sırada işçilerin aileleri TEDAŞ önüne geldi ve beklemeye başladı. Serbest bırakılan 16 işçi de akşam saatlerinde TEDAŞ önüne geldi ve sabaha kadar beklendi. 25 Nisan sabahı direniş çadırı kurmak isteyen işçilere yine polis saldırdı. Polis bu sefer 3 yaşındaki işçi çocuğunu bile döverek gözaltına aldı. Gözaltına alınan 4’ü çocuk, 4’ü kadın biri gazeteci 14’ü enerji işçisi 23 kişi “Direnişe devam” dedi.
Hekimler AKP’yi onaylamadı
İ
stanbul Tabip Odası seçimleri 29 Nisan günü sonuçlandı. AKP’nin sağlık politikaları kabul görmedi. Hekimler tercihini haklarını savunacak ve mücadeleci bir tabip odasından yana kullandı. Seçimleri Demokratik Katılım Grubu oyların yüzde 63’ünü alarak kazandı. Özgür Hekimler Platformu yüzde 22, AKP’ye yakınlığıyla bilinen Sağlıkta Birlik Grubu yüzde 15’te kaldı. İstanbul Tabip Odası’nın Yönetim Kurulu şu şekilde: Taner Gören, Emel Atik, Fethi Bozçalı, Ali Çerkezoğlu, Ümit Şen, Ali Özyurt, Feray Kaya.
Sendikayı yasaklayan sözleşme
S
arı köpek sözleşmesi olarak bilinen işçilere sendikaya üye olmayacağına dair maddeler içeren sözleşme İstanbul’da Marmara Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde ortaya çıktı. Taşeron şirket, hastanede çalışan bine yakın işçiye dayattığı Belirli İş Sözleşmesi’ndeki iki maddede açıkça sendika üye olmayı yasakladı. Dev Sağlık-İş, taşeron sağlık işçilerine dayatılan ve içerisinde sendika yasağı hükmü bulunan sözleşme hakkında 19 Nisan’da suç duyurusunda bulundu.
Ölen enerji işçisinin evi ışıksız kaldı
E
rzurum'un Aşkale ilçesinde beş TEDAŞ işçisi, 3 Nisan’da Karasu HES'e ait göletin içinden geçen enerji nakil hattındaki arızayı onarmaya giderken bindikleri deniz bisikletinin alabora olması sonucu hayatını kaybetti. Ölen işçilerden Ferudan Öztürk'ün evinin elektriği, 34 liralık borcundan dolayı kesildi. Kayınpederi ve 3 çocuğu ile yaşayan Ferudan’ın eşi Perihan Öztürk, "TEDAŞ, hayatımızı karartı. Eşimin ölümüne neden oldu bir de bizi karanlıkta bıraktı” dedi.
9
EMEK 3 May›s 2012 / 16 May›s 2012
Halk›n Sesi
3. köprünün faturası halka Ocak ayında hiçbir firmanın teklif vermediği 3. köprü ihalesine nisan ayında 5 firma teklif verdi. Bu ilginin sırrı, köprünün bedelinin halka ödettirilmesine dair düzenlemelerle projenin karlı hale getirilmesi ENG‹N DURAN
3
. köprü yapımını da kapsayan Kuzey Marmara Otoyol projesi için 20 Nisan’da yapılan ihaleye beş firma teklif verdi. Firmalardan birinin dosyası eksik döküman nedeniyle iptal edildi. Böylece ihaleye dört sermaye grubu ile devam edilecek. Karayolları Genel Müdür Yardımcısı İhsan Akbıyık yaptığı açıklama ile ihale sürecinin mayıs ayı içinde tamamlanacağını belirtti. Proje için 10 Ocak’ta yapılan ihaleye teklif gelmemişti. Bu durum kriz alameti olarak tartışılmış, diğer yandan da sermayenin ancak uzun vadede karlı olacak bir projeye girmek istemediği söylenmişti. Panikleyen AKP hükümeti 20 Nisan’a kadar geçen süreyi iyi değerlendirerek projeyi sermaye için daha cazip hale getirmeye uğraştı. Bunun için ilk olarak proje ikiye ayrıldı. 3. köprüyü ve 90 kilometrelik bağlantı yollarını kapsayan projenin bir kısmı Yap İşlet-Devret (YİD) modeli ile ihaleye çıkarıldı. Projenin maliyetini arttıran 314 kilometrelik kısmının ise kamu kaynaklarıyla yapılması kararlaştırıldı. GEÇEN DE ÖDEYECEK GEÇMEYEN DE İhalenin cazibesini arttırmak için başka önlemler de alındı. Devlet köprü
ve bağlantı yollarının geçeceği tüm yerlerde kamulaştırma yaparak otoyol yapımı için gerekli altyapıyı sağlayacak. Ayrıca daha önceden 100 bin araca eşdeğer verilen araç geçiş garantisi yeni düzenleme ile 135 bine çıkarıldı. Son olarak da köprü inşaatı KDV’den muaf tutuldu. Tüm bu kolaylıklardan sonra gelen beş teklifin keyfini süren Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım “Türkiye'nin, dünyada her tarafta krizin ülkeleri kasıp kavurduğu, ekonomileri zorladığı bir dönemde böylesine 4-4,5 katrilyonluk bir projeyi, genel bütçe imkânlarını kullanmadan yap- işletdevret modeliyle gerçekleştirmiş olması güçlü siyasi irade, güven ve istikrarın bir sonucudur” değerlendirmesiyle gene kendi kabinesine bir güzelleme yaptı. OCAK’TAN N‹SAN’A NE DE⁄‹fiT‹? Binali Yıldırım ihaleye 5 teklif gelmesini ve projenin YİD ile yapılmasını AKP’nin başarısı olarak görüyor. Ancak Yıldırım, sermaye için yapılan kolaylıkların kimin cebinden çıkacağını açıklamadı. Kamulaştırma bedelleri ve araç geçiş garantisinin paralarının halktan toplanan vergilerle ödeneceğinden de bahsetmedi. Hükümet yetkilileri ocak ayında da güven ve istikrardan bahsediyordu. Ocak ayından nisan ayına değişen güven ve istikrar nakaratları değil, doğa katliamının faturasının halka çıkarılması oldu.
‘Yarın için direneceğiz’ ‹stanbul Bo¤az›’nda infla edilmesi planlanan üçüncü bo¤az köprüsünün ihalesi yap›l›rken 3. Köprü Yerine Yaflam Platformu üyeleri eylemdeydi. "Yaflam ihaleye ç›kar›lamaz" pankart› açan platform üyeleri Yüksel Caddesi’nden Karayollar› Genel Müdürlü¤ü’ne kadar yürüdü. Yürüyüfl boyunca "Köprü de¤il insanca yaflam", "Köprü y›k›ls›n Tayyip alt›nda kals›n", "Orman›ma suyuma, mahalleme dokunma" ve "Üçüncü köprü cinayet
demektir" sloganlar›n› atan platform üyeleri ellerinde de "Köprü de¤il su" yazan dövizler tafl›d›. Eyleme Dikmen Vadisi halk› ve Halkevleri de destek verdi. fiehir Planc›lar› Odas› ‹stanbul fiubesi Yönetim Kurulu Üyesi Akif Burak Atlar platform ad›na yapt›¤› aç›klamada yaflam alanlar›na, mahallelere, tarihsel – kamusal alanlara, kentlere, ‹stanbul’a yap›lacak sald›r›ya karfl› direneceklerini ilan etti.
Bu kadar borç hayra alamet değil B
Deliller kayıp soyguncular kaçak T
üketicilerin açtığı davalarda mahkemeler “kayıp kaçak bedeli alamazsınız” deyince elektrik şirketleri bu kalemi faturalarda gizleyerek sorunu çözmeye yöneldi. Belli bölgelerde nisan ayındaki faturalarda kayıp kaçak bölümü boş bırakıldı ancak bu bedel fatura tutarının içine dahil edildi. Şirketlere bu yolu gösteren ise Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) oldu. EPDK ve Enerji Bakanlığı şirketlere “mahkeme kararlarına uyun ve bu bedeli almayın” demek yerine kayıp kaçak bedellerini faturada gizlemelerinin önünü açtı. Bunun üzerine bazı dağıtım şirketleri bu bölümü boş bıraktı. Böylece bu bedel alınmıyormuş intibası yaratan firmalar, bedeli faturaya dahil etti. TBMM ‹Z‹N VERMEM‹fiT‹ Kayıp kaçak bedellerinin faturalarda gizlenmesi TMBB’de gündem olmuştu. TBMM’de konuya dair komisyonda 2003 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen Tüketici Hakları Beyannamesi'nin üçüncü maddesi hatırlatılmıştı. Bu maddeye göre elektrik faturalarında kayıp kaçak bedelinin belirtilmemesi, evrensel tüketici haklarından biri olan tüketicinin bilgilendirilmesi ilkesine aykırı. Ancak Türkiye’nin de imza attığı bu açık hükme rağmen şirketlere bu bedeli gizleme izni bizzat hükümet ve EPDK tarafından veriliyor. YARGIYI TAKMIYORLAR Kayıp kaçak bedeli konusunda elektrik dağıtım tekellerin aleyhine açılan davalar bitmek bilmiyor ve her seferinde şirketler kaybediyor. Tüketici Hakem Heyetleri’nden alınan kararlarla kayıp kaçak paralarını geri ödemekle yüz yüze kalan Sakarya Elektrik Dağıtım AŞ (SEDAŞ), soluğu mahkemede aldı ancak yine kaybetti. Sakarya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin SEDAŞ’ın itirazını reddettiği kararında şu ifadelere yer veriliyor: “Şirketin kaçakları yerinde tespit edip muhatapları yerine faturalarını düzenli ödeyen vatandaşlara yönelmesinin hiçbir vicdanda ve yasal çerçevede olumlu yer bulmasına imkân bulunmuyor. Sistemde enerji nakli sırasında meydana gelen kaybın tüketiciden tahsil edilmesi amacıyla bu bedelin tahakkuk ettirilmesi abone sözleşmesine ve tüketici haklarına aykırılık teşkil ediyor. Sistemdeki kaybı önleme konusunda yeterli tedbiri almayan şirketin, bu eksikliğini tüketiciden tahsil etmesi için yasal hakkı bulunmuyor."
ankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurumu’nun (BDDK) nisan ayında yayımlanan Aralık 2011 Finansal Piyasalar Raporu’nda hane halklarının borçluluk oranının giderek arttığı açıklandı. Açıklanan verilere göre 2003 yılında Türkiye’de 1,7 milyar lira olan kredi kartı borç bakiyesi 2006 yılında 10, 2010 yılında 20 milyar ve 2011 yılı sonunda 30 milyar liraya yükseldi. Kredi kartlarının kullanımına dair bir dizi önleme rağmen bu düzeyde bir artış dikkat çekti. Zira BDDK kredi kartlarının ödenememesinden doğabilecek bir krizi önlemek için kredi kartı dönem borcu asgari ödeme tutarı oranlarını düzenlemişti. Kredi kartı borcunu 3 defa dönem borcunun yarısından az ödeyenin nakit çekim hakkı elinden alınmıştı. Kredi kartlarının limitlerinin dönem borcunun tamamının ödenmesine kadar artırılamaması kararı alınmıştı. Tüm bu önlemlere rağmen kredi kartı kullanımının artışının nedeni çarkların ancak borçlanmayla dönmesi.
GEL‹R 2 KAT BORÇ 17 KAT ARTTI BDDK’nın açıkladığı en çarpıcı veri ise halkın gelir artışına oranla 8.5 kat fazla borçlanmış olması. 2003 yılında 180 milyar lira olan hane halkları harcanabilir geliri Eylül 2011’de 530 milyar liraya çıktı. Aynı dönemde hane halklarının finansal borçları (Kredi kartı, ihtiyaç kredisi, tüketici kredisi vb.) 13 milyar liradan 237 milyar
2003’ten 2012’ye 17 kat daha fazla borçluyuz. Kredi kartı kullanımına dair önlemler de kart borçlarını frenleyemedi liraya çıktı. Buna göre hane halkının geliri yaklaşık 2 kat artarken borçluluk seviyesi 17 kat arttı. BORÇLANMA NE ‹fiE YARIYOR? Dünya ekonomisinde yaşanan büyüme sıkıntılarına rağmen Türkiye’de gerçekleşen iç talebe bağlı yüksek büyüme oranlarının en temel nedeni muazzam şekilde artan borçlar. Enflasyondan daha düşük oranlarda yapılan ücret ve maaş artışlarının yarattığı alım gücü zayıflaması borçlanma imkânları artırılarak ve borçlanma sürekli teşvik edilerek ekonomi için problem olmaktan çıkarılıyor. Bir
anlamda sürekli vurgulanan “Türkiye’de tasarruf eksiği var” serzenişi borçlanma ile öteleniyor ve yaşanacak muhtemel krizler erteleniyor. Ancak ötelenen kriz, daha büyük bir kriz dinamiği yaratıyor. Bu borçların ödenemeyecek hale gelmesi “Türkiye mucizesi” masallarını yerle bir edebilir. BANKACILARDA TELAfi BAfiLADI Son dönemde hızla artan borçlanma ve çekilen kredilerde yaşanan geri ödeyememe problemi bankacıları tedirgin etmeye başladı. Garanti Bankası Genel Müdürü Ergün Özen yaptığı açıklama ile tüm bankacılık sektörünü uyararak
“tüketici ve ihtiyaç kredilerinde geri dönüş problemlerin arttığını ve bunun önümüzdeki dönem için tehlike oluşturacağını” söyledi. Şimdilik kredi geri dönüş probleminin Küçük ve Orta Boy işletmelere sıçramadığını ancak dikkatli olunması gerektiğini sözlerine ekledi. Aynı dönemde Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı da “Kredi verilmeyen kesimlere kredi açmayın” diyerek bankacılık sektörünü uyardı. Bu uyarılara rağmen, finans sektörünün para satarak kar eden bir sektör olması ve hükümetin de krizi ötelemekten memnun olması nedeniyle uçuruma doğru gidişi durduracak bir aktör bulunmuyor.
HANE HALKI Ekonomi haberlerinde sık sık geçen ‘hanehalkı’ kavramı, sınıflar arası farklılıkları görünmez kılıyor Türkiye ‹statistik Kurumu’na göre hane halk› flu flekilde tan›mlan›yor: “Aralar›nda akrabal›k ba¤› bulunsun veya bulunmas›n ayn› konutta veya ayn› konutun bir bölümünde yaflayan, kazanç ve masraflar›n› ay›rmayan, hanehalk› hizmet ve yönetimine ifltirak eden bir veya birden fazla kifliden oluflan topluluktur”. Bu tan›m, eme¤iyle geçinenler ile sermaye s›n›f›n›n unsurlar›n› ayn›laflt›ran bir yaklafl›m›n ürünü. Bu flekilde patron ile iflçi ayn› istatisti¤in bir parçalar›ym›fl gibi gösterilebiliyor.
Böylece “hanehalk›n›n toplam kazanc› artt›” ya da “hanehalk› harcamalar› geçen y›la göre artt›” fleklinde bafll›kl› haberler ile mevcut durumun iyileflti¤inin propagandas› yap›labiliyor. Gelir dedikleri ücret geliri mi, kar pay› m›, faiz geliri mi belli olmuyor. Harcamalar› artt›ranlar›n s›n›fsal da¤›l›m› da belirsiz oluyor. Ya da haberlerde “hane halk› borçlar›” denen fleyin büyük oranda eme¤iyle geçinenlerin borçlar› oldu¤u gizleniyor. Bankalar›n, bo¤az›n› s›kt›¤› kesimlerin s›n›fsal ortakl›klar› görünmez k›l›n›yor.
Utanmazlar aşbakan başta olmak üzere Sağlık Bakanı ve bazı AKP’li yetkililerin sanki gece gündüz hekimleri düşünüyormuşlar da bir hekim saldırıya uğrayınca çok öfkelenmişler havasında Van’da bir hekimin BDP’li vekilin saldırısına uğraması olayının ardından yaptıkları konuşmalara bakınca “Ne utanmaz adamlarsınız” demekten kendimi alamadım. Oysa daha birkaç gün önce Gaziantep’te gencecik bir hekim öldürülmüştü. Hem de çok bilinçli olarak ne yaptığını bilen biri tarafından… 80 yaşını geçmiş, ileri derecede hasta yakınının ölümünden bir hekimi sorumlu tutmak ve öldürmek nasıl bir insanlıktan çıkıştır ve daha önemlisi bir hekimi öldürme eylemini bu kadar kolaylaştıran şey nedir? Muhalif siyasi bir kişilik olarak BDP’li vekilin, hekimlerin şiddete karşı isyan ettiği bir dönemdeki aymazlığını ve vekil haliyle yaptığı ayıbı bir kenara not edip geçelim. Zira Başbakan’ından, Sağlık Bakanı’na ve Van üst düzey bürokrasisine kadar bütün iktidar bürokrasisi işi gücü bırakıp Van’daki hekim şiddetine odaklanması çok daha önemliydi. Van valisi ve emniyet müdürü olayın hemen ardından hastaneye gelerek hekime geçmiş olsun dileğinde bulunmuşlar. Saatler geçmedi ki Başbakan Van’daki olayın EN AZ Gaziantep’teki olay kadar vahim olduğunu söyledi. Oysa biri darptı diğeri ise telafisi olmayan bir öldürme eylemiydi. Nasıl oluTufan yor da bir kişinin öldürülmeSertlek siyle bir başka kişinin darp edilmesi olayı kıyaslandığında Dev Sa¤l›k-‹fl darp edilme olayı EN AZ Yönetim Kurulu öldürülme kadar önemseniÜyesi yordu. Bu nasıl bir ahlaki yozlaşmadır, nasıl vicdani bir yoksunluk halidir… Anlamak mümkün değil… Anlıyoruz, BDP’ye bir gol atacağız diye bunu yaptınız. Ama sırf BDP’lilere laf söyleyeceğiz diye sağlık politikalarınızla ölümüne, dayak yemesine, hakaret görmesine neden olduğunuz bir meslek grubuna karşı sahtekarca sahipleniyor görüntüsü yaratmaya çalışmanız nasıl bir riyakarlıktır? Muhafazakar siyaset ahlakı böyle bir şey midir? Hiç mi hicap duymadınız konuşurken? Oysa bu ölümün sorumlusu sizsiniz. Çünkü siz “sağlıkta dönüşüm programı” adını verdiğiniz vahşi kapitalist programı uygularken vatandaşa bir tane günah keçisi gösterdiniz: Hekimler. Vatandaş bu günah keçisiyle uğraşırken siz arka tarafta hastaneleri şirketleştirmekle uğraşacaktınız. Neydi? Hekimler tembeldi, yarım gün orada yarım gün burada çalışıyorlardı da bu yüzden yeterince sağlık hizmeti verilemiyordu. Bir de çok para kazanıyorlardı, doymuyorlardı. Koskoca Başbakan, Sağlık Bakanı utanmadan bunları defalarca ve defalarca basın yayın organlarından ilan ettiler. Doktorlar şöyle, doktorlar böyle diye… Vatandaşa “sizin iyi sağlık hizmeti alamamanızın sorumlusu hekimdir, katli vaciptir” mesajını çok açık verdiler ve vatandaş mesajı aldı. Son yıllarda hekime yönelik şiddetin hızla artması bunu çok açık gösteriyor. Çünkü AKP’nin sağlık sistemini oturtması için önce hekimi terbiye etmesi gerekiyordu. Zira hastaneleri kamu hizmeti kurumları olmaktan çıkartıp birer işletme haline getirmek için kamu hastanelerinin devlet bütçesinden para almadan döner sermaye kazanması gerekiyordu. Bunun içinse hekimlere ihtiyaçları vardı, çünkü hastaneye parayı hekim getiriyordu. Tam gün yasasıyla hekimleri kamu hastanelerine kapatmak istemelerinin sebebi buydu ama bu utanmazlar bunu bile “hekimler hastaları muayenehanelerine davet ediyorlar” propagandasıyla yaptılar. Hekimler tam zamanlı devlet hastanesinde çalışsın hastaneler para kazansın. Meselenin özü buydu. Bu yüzden hekimleri zapturapt altına almaları gerekiyordu. Çalışma düzenlerindeki esnekliği sınırlamak, ücretlerini “makul” ölçülere indirmek, kapitalist işletmenin gereklerine uygun bir çalışma ahlakına sahip olmalarını sağlamak. Bunun için doğrudan hekimlere saldırdılar ve onları vatandaşla karşı karşıya getirmekten çekinmediler. 10 yıllık iktidarları boyunca vatandaşın gözünü boyayan bir sürü teknik, şekil düzenlemesi dışında sağlık hizmetinin kalitesinde bir artış var mı, diye sormak kimsenin aklına gelmiyor. En basitinden hasta muayene süresi kaç dakikadan kaç dakikaya çıktı? Hekim hastasına yeterince zaman ayırabiliyor mu? Bunun nedeni hekimin tembelliği mi yoksa önüne konulan 6 dakikalık muayene periyotları mı, diye sormak yerine “hastamın yüzüne bile bakmadı, demek daha kolayına geldi vatandaşın. Olsun vatandaş açısından bunların bir sorunu yok, zaten yarısı oyunu da vermiş, Erdoğan’a kızacak hali yok ya! Sorun çıkarsa saldır hekime, kır çenesini rahatla… Kuşkusuz uygulanan her köklü dönüşümde olduğu gibi bu konuda da AKP’nin elini rahatlatan eski döneme dair pek çok veri vardı. Özellikle hekimlere ilişkin olanları: Üniversite hocalarının bir kısmının öğleden sonra hastaneden kaçıp para peşinde koşması, yine hatırı sayılır hekimin hastalara tepeden bakıp onları hakir görmesi, yine abartıldığı kadar olmasa bile “yarın muayenehaneme bir uğra da bakarız icabına…” vb. hekim hataları AKP’nin işini epeyce kolaylaştırdı. Bütün bunlar artık yavaş yavaş eskide kalıyor. Artık yeni şeyleri konuşmaya başlayacağız önümüzdeki günlerde. Türkiye’nin ve muhtemelen yakın bölgemizin en büyük Tabip Odası olan İstanbul Tabip Odası seçimlerinde 10 yıldır büyük bir cesaretle liste çıkartan AKP’li hekimlerin geçen hafta yapılan seçimlerde ortalıkta görünmemesi artık hekimlere söyleyecek bir yalanlarının kalmadığının en önemli işareti olsa gerek. AKP için sağlıkta artık balayı bitti, vatandaşlar için de… Bundan sonrası her ikisi için de acı gerçeklerle yüzleşme dönemi olacak.
B
10
KİBELE 3 May›s 2012 / 16 May›s 2012
Halk›n Sesi
DÜfiÜK ÜCRET, VASIFSIZ ‹fi, GEÇ‹C‹ ÇALIfiMA
Kadınlara kölece istihdam Ulusal İstihdam Stratejisi’nin 2012 taslağı bir önceki taslaktan daha saldırgan. Kadınlar 1 Mayıs’a yürürken egemenler de boş durmayıp yeni sömürü planları yapıyor
H
alkın Sesi hazırlanırken, kadınlar da 1 Mayıs’a hazırlanıyordu. 1 Mayıs’ta tacize-tecavüze, kadın cinayetlerine karşı mücadeleleriyle birlikte, iktidarın kadın emeğine dönük saldırılarını öncelikli gündemlerine almışlardı. Bu saldırıların planını büyük oranda belirleyen Ulusal İstihdam Stratejisi’ne sendikal alanda kadın çalışması yapanların, kadın örgütlerinin, kadın hareketi içinde yer alan herkesin dikkatini çekmek için Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Araşırma ve Uygulama Merkezi’nden Prof. Dr. Gülay Toksöz’ün görüşlerini aldık. Prof. Dr. Gülay Toksöz, Ulusal İstihdam Stratejisi’nin 2012 taslağının dört temel eksen etrafında şekillendiğini anlatıyor: “1) Eğitim-istihdam ilişkisinin güçlendirilmesi, 2) İşgücü piyasasının esnekleştirilmesi, 3) Kadınlar, gençler, özürlüler gibi özel politika gerektiren grupların istihdamının artırılması, 4) İstihdam-sosyal koruma ilişkisinin güçlendirilmesi.” Toksöz, taslağın “Özel Politika Gerektiren Grupların İstihdamının Artırılması” başlığı altındaki durum analizine dikkat çekiyor. Bu analizde, kadınların işgücüne katılım oranlarının düşüklüğü, bu durumda bakım
işlerini kadınların omuzlarına yükleyen toplumsal cinsiyet anlayışının rolü, işgücüne katılıp istihdam edilen kadınların ise “düzgün iş kapsamı dışındaki” kayıtdışı işlerde ve düşük ücretli işlerde istihdamı gibi sorunlara yer verdiliyor. “Buraya kadar iyi, hoş” diyen Toksöz asıl sorunun çözüm olarak getirilenlerde olduğunu ifade ediyor. OYSA KADINLIK ÖMÜR BOYU SÜRÜYOR... Esnek istihdam biçimleri olarak getirilen kısmi zamanlı çalışma, belirli süreli çalışma ve özel istihdam büroları üzerinden geçici çalışmanın kadınların ve gençlerin istihdama katılımı açısından mucizevi çözümler olarak sunulduğunu anlatan Toksöz, gençler ve kadınlar arasındaki bir farklılığa vurgu yapıyor. Toksöz, “Gençlik geçici bir durum. Gençler işgücü piyasasına güvencesiz konumlarda dahil olsalar bile bir süre sonra konumlarını iyileştirme fırsatları olabilir. Oysa kadınlık ömür boyu sürüyor ve işgücü piyasasına dezavantajlı konumda girilince bu durum, bütün bir çalışma yaşamını belirleyen ve içinden çıkılamayan bir kapan haline dönüşüyor” diyor. Toksöz geçen yılki taslakla 2012 yılının Ulusal İstihdam
Stratejisi taslağı arasındaki farkları açıklayarak, 2011 taslak metninde ailelere çocuk bakım yardımı verilerek özel sektörden hizmet satın alınması yoluyla kadınların istihdama katılmasına ilişkin politika önerisinin 2012 metninde tümden dışarı çıkarıldığını belirtiyor. Gülay Toksöz, bu öneri yerine “Çocuk bakım evlerinin sayısı artırılacaktır” cümlesi getirildiğini söyleyerek bu konudaki başka bir soruna da işaret ediyor: “2000’lerden bu yana sürekli kapatılarak sayısı giderek azalan ve kamu personeli için bile yetersiz olan kamu kreşlerinden özel sektör çalışanlarının da yararlandırılması gibi ne kastedildiği anlaşılmayan garip bir politika önerisi getiriliyor.” MET‹NDE C‹NSEL TAC‹Z YOK Bir önceki taslakta yer alan cinsel tacizi önlemeye yönelik yasal düzenlemeler ve yaptırımlara ilişkin politika önerisi bu taslakta çıkarılıyor. Toksöz, bunun da vahim olduğunu söylüyor. Yerine konan “İşyerinde psikolojik tacizi önlemeye yönelik yaptırımlar etkinleştirilecektir” önerisini eleştiren Toksöz, “Cinsel taciz gibi kadınları iş yaşamına katılmaktan alıkoyan önemli bir sorun, psikolojik taciz sorununa indirgenerek dışarıda bırakılıyor” diyor.
ESNEK ÇALIfiMA VASIFSIZ ‹fiLER DEMEK Esnek çalışma biçimlerinin cinsiyetçi işbölümünü pekiştirdiği, kadınların eviçi emeğinin karşılıksız bırakılmasını sürdürdüğü biliniyor. Toksöz, bunun aynı zamanda vasıfsız işlerde çalışmak demek olduğuna da dikkat çekiyor. Birçok İLO çalışmasında, genel ücret düzeylerinin tam zamanlı çalışmaya kıyasla daha düşük olduğu, kısmi zamanlı çalışma nedeniyle emekli olma koşullarını yerine getirmenin çok daha güç olduğu, emekli olunabildiği zaman ise alınan emeklilik ödeneklerinin düzeyinin çok düşük olduğunun görüldüğünü anlatan Toksöz, bu durumun geçici istihdam büroları üzerinden yürütülen belirli süreli çalışmalarda daha vahim bir durum aldığını belirtiyor. Toksöz bunun yarattığı sorunları özetleyerek “Belirli süreli çalışma içinde olmak, iş bittiği anda yeni işi ne zaman bulacağını bilememek ve geleceğe dair hiçbir şeyi öngörememektir” diyor. Toksöz son olarak olması gerekeni kısaca şöyle özetliyor: “Kadınların üzerindeki bakım yükümlülüklerini erkeklere ve topluma paylaştıran yasal ve kurumsal düzenlemeler üzerinden kadınların tam zamanlı ve güvenceli istihdama erişimlerine imkan sağlamak.”
‘Bir adım daha ilerlemeliyiz’ Evimde işçiyim, grevdeyim
B
DP Kadın Meclis Van, Mardin, İstanbul, İzmir ve Ankara’da ‘Ev işçisiyim grevdeyim’ sloganıyla grev yaptı. Van’da Sanat Sokağı’nda grev çadırı açıldı. BDP Kadın Meclisi, VAKASUM, Barış Anneleri İnisiyatifi, İl Genel Meclis ve Belediye Meclis üyeleri, kitle örgütü üyeleri ve ev kadınları greve katıldı. BDP Kadın Meclisi Üyesi Leyla Işık, yaptıkları eylemin 1 Mayıs’a hazırlık amaçlı olduğunu belirterek, kadınlar olarak sabahtan akşama kadar ev işleri ve yaşam için emek harcadıklarını söyledi. Işık kadınların görünmeyen emeğinin görünür kılınması için direnişin devam edeceğini
vurguladı Urfa’da açılmak istenen grev çadırı Vali tarafından yasaklandı. Yasaklamaya tepki gösteren kadınlar sabah saatlerinde BDP önünde bir oturma eylemi gerçekleştirdi. 1 Mayıs’a hazırlanan ev kadınları da Bakırköy Cumhuriyet Meydanı’nında grev çadırı kurdu. Çadırın kurulduğu alanda toplanan kadınlara, çevredekiler de destek verdi. İzmir’deki grevde BDP İzmir Kadın Meclisi Sözcüsü Hemşiye Ayaş, kadınların toplumsal yaşamda eşit olabilmeleri ve kadına yönelik şiddet ve sömürünün son bulması için alanlara ve sokaklara çıkarak, seslerini yükseltmesi gerektiğini vurguladı.
D‹SK Kad›n Komisyonu, “2012 1 May›s'›na Giderken Kad›n Eme¤i ve Mücadele” bafll›kl› bir panel gerçeklefltirdi. 21 Nisan’da Kad›n Dayan›flma Vakf› Konferans Salonu’nda gerçeklefltirilen etkinli¤e D‹SK’li kad›nlar›n yan› s›ra Sendikal Güç Birli¤i Kad›n Koordinasyonu, çeflitli oda ve meslek örgütlerinden kad›nlar kat›ld›. D‹SK Genel-‹fl fiube Baflkan› Nebile Irmak’›n moderatörlü¤ünde gerçeklefltirilen panelin konuflmac›lar› Dr. Nur Banu Kavakl› Birdal ve Prof.Dr. fiemsa Özar idi. Dr. Nur Banu Kavakl› Birdal, neoliberal politikalar›n muhafazakar politikalarla uyumuna de¤indi¤i konuflmas›nda, 4+4+4 e¤itim sistemini örnek vererek bu uyumu anlatt›. AKP iktidar›n›n kad›n politikas› olmad›¤›n›, aile politikas› oldu¤unu kaydeden Kavakl›, bunun en belirgin göstergesinin de bakanl›¤›n ad›ndan “kad›n”›n ç›kar›lmas› oldu¤unu söyledi. Ailenin öne ç›kar›lmas›n›n, kad›nlar›n birer yurttafl olaraka ele
Fethiye’de tecavüzcülere beraat F
ethiye’de görülen toplu tecavüz davasında, sanıklar beraat etti. Kadınların, olayın gerçekleştiği 2007 yılından bu yana süren mücadelesine karşın, tecavüzcüler hakkında delil yetersizliği gerekçesiyle beraat kararı verildi. Davanın başından beri takipçisi olan Fethiye’ye giderek davayı izleyen kadın örgütleri karara tepki gösterdi. Önceki duruşmalarda olduğu gibi bu duruşmada da adliye önünde bekleyen kadınlar, kararın ardından ilçe merkezine taşınan bir eylem yaptı. İlçe merkezi
girişinde, polis tarafından engellenmek istenen kadınlar, otobüsten inderek burada da bir oturma eylemi gerçekleştirdi. Kadınların 27 Nisan’da Fethiye’de yükselttikleri ‘Bu dava burada bitmez’ sloganı, 29 Nisan’da İstanbul Taksim’de gerçekleştirilen eylemde tekrar edildi. Tecavüze Karşı Kadın İnisiyatifi tarafından gerçekleştirilen eylemde “delil yetersizliği” gerekeçesi eleştirilerek, İstanbul Adli Tıp Kurumu’nun raporu, cep telefonlarını takibinde sanıkların olay yerinde bulunduğu raporu, jinekolog raporu ve
sanıkların birbirleriyle uyuşmayan çelişkili ifadelerinin delil sayılmadığına dikkat çekildi. Kadınlar yaptıkları basın açıklamasında “Delillerin yanı sıra esas olarak tecavüze maruz bırakılan kadının beyanı varken beraat kararıyla bu ülkede, devletin bir adalet kurumu eliyle tecavüzün yasal olduğu ilan edilmiş oldu" dedi. Kadınlar verilen bu yargı kararının tecavüzcüleri aklamak anlamına geldiğini ifade ederek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’i göreve çağırdı.
ERKEKLER KOCA KOCA YÜKLER TAfiIYOR
al›nmamas› olarak de¤erlendiren Kavakl›, bakanl›¤›n ve hükümetin tüm aç›klama ve uygulamalar›n›n, kad›nlar›n öldürülmesi pahas›na bu politikalar›n devam edece¤ini gösterdi¤ine dikkat çekti. Prof.Dr.fiemsa Özar “Kad›n eme¤ine yönelik sald›r›lar” bafll›kl› sunumuna bafllarken, y›llard›r ayn› fleyleri anlatt›¤›n› söyledi. Bundan s›k›ld›¤›n› ama mücadeleden
s›k›lmad›¤›n› söyleyen Özar, art›k kad›nlar›n yeni ve somut ifllerle bir ad›m öteye ilerlemesi gerekti¤ini belirtti. 1980 y›l›ndan beri kad›n mücadelesinin oldukça önemli baflar›lar elde etti¤ini söyleyen Özar, bu baflar›lar kadar geriye gidifl oldu¤unu da ekledi. Özar, Ulusal ‹stihdam Stratejisi’nin hükümetin esnek çal›flma biçimleriyle uygulad›¤› ezme poli-
tikalar›n› sürdürece¤ini ve bunu derinlefltirece¤ini gösterdi¤ini belirtti. Konfeksiyonda çal›flan kad›nlarla yapt›¤› görüflmelerde, kay›tl› iflyerlerinde sigortal› olarak çal›flan iflçilerin dahi pirimlerinin iflçiler taraf›ndan ödendi¤ini gördü¤ünü anlatan Özar, bunun çok normal karfl›lanmaya baflland›¤›n› aktard›.
Etkinli¤in ikinci bölümünde kat›l›mc› kad›nlar da görüfllerini belirtti. Deneyimlerini paylaflan Petrol-‹fl Kad›n Dergisi Editörü Necla Akgökçe, görüflmeler yapt›¤› iflyerlerinden birinde kad›nlar›n daha vas›fs›z ifllerde ve daha ucuza çal›flmay› normal karfl›lamaya bafllad›klar›n gördü¤ünü anlatt›. Akgökçe, el becerisi gerektirdi¤i için erkeklerin yapamad›klar› ve kad›nlara devredilen bir iflle ilgili görüfltü¤ü kad›nlar›n yorumlar›n› aktard›. Erkeklerin bu ifli kad›nlara devretmesinin ard›ndan kad›nlar›n bu ifli yapmaya bafllad›¤›n›, erkeklerin de yük tafl›d›¤›n› anlatan Akgökçe, kad›nlar›n “Elbette daha ucuza çal›fl›yoruz. Erkekler koca koca yükler tafl›yor çünkü” dedi¤ini söyledi. Kad›nlar paylaflt›klar› bu deneyimler üzerine, somut ifllerle kad›nlar›n ucuz, esnek ve güvencesiz olarak çal›flt›r›lmas›na karfl› pratik mücadelenin yarat›lmas› gerekti¤ine karar verdiler.
Bakan gereğini yapacak
A
ile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın, “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı”yla çözeceğine söz verdiği kadına yönelik şiddet sorunu katlanarak büyüyor. Koruma talep ettiği halde, talebi reddedilerek eşi tarafından öldürülen Ayşe Paşalı’dan sonra dile getirilen yeni bir kanun ihtiyacına, bakanlık kendince yanıt verdi. Söz konusu kanun, kadınların nerdeyse tüm önerileri reddedilerek ve tüm itirazlarına rağmen yürürlüğe girdi. Ancak şikayetçi olan kadınlar, şikayetçi oldukları erkekler
tarafından öldürülmeye devam ediyor. Küçükçekmece’de 8 yaşındaki çocuğunu okuldaki 23 Nisan törenine götüren Ayşe İnce, ayrı yaşadığı kocası tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Bir hafta önce ölümle tehdit edildiğini söyleyen İnce şikayetçi olmuş, bunun üzerine gözaltına alınan Mehmet İnce savcılık ifadesinden sonra serbest bırakılmıştı. Bakan olay üzerine bu kez yeni bir kanun önerisi getiremedi, ‘Görevini yapmayan için gereğini yapacağız’ şeklinde hedefleri ve yöntemleri belirsiz bir açıklama yaptı.
YÜZ YÜZE
11
3 May›s 2012 / 16 May›s 2012
Halk›n Sesi
Şehir Tiyatroları yok edilemez ‘HALK
Şehir Tiyatroları Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle Şehir Tiyatroları belediye bürokratlarına teslim ediliyor. Sanatçılar, değişikliğin özgür sanat ve özgür tiyatroya bir saldırı olduğunu düşünerek sokaklara çıktı. Onlara binlerce tiyatro izleyicisi katıldı. Kısa zamanda hem sosyal medyada hem sokaklarda en çok konuşulan gündemlerden biri haline gelen sanatçıların direnişini, Oyuncular
BU
T‹YATRO
Sendikası Genel Sekreteri Şebnem Sönmez’le konuştuk. 1 Mayıs hazırlıkları, Şehir Tiyatroları için yapılan tartışmalar, eylemler, çalışmalar ve tiyatro oyunları arasında oldukça yoğun bir dönemden geçen Sönmez, Adana’daki “Korkuya karşı özgür tiyatro” eyleminden sonra “Düğün” oyunuyla sahneye çıktı ardından bizimle telefonda sohbet etti.
OYUNLARINI
‹STEM‹YOR’MUfi!
Sanatçılar bu oyunlara gelmiyor S
iz kendi işinizle alakalı, kendi çalıştığınız yerde sizi kim yönetsin istersiniz? Benim mesleğimle ilgili hiçbir bilgisi olmayan bürokratın fikri var, enteresan bir şekilde
Şehir Tiyatroları’ndaki “Yönetim, belediye bürokratlarına bırakılıyor” denerek protesto edilen yönetmelik değişikliği genel olarak ne getiriyor? Yeni yönetmelikle, eski yönetmelikteki genel sanat yönetmenin yetkileri tamamen alınmış durumda. Genel sanat yönetmeninin yerine, Şehir Tiyatrosu’nun yönetim kurulunun başına belediyeden bir bürokrat geliyor. En önemlisi bu. İkinci önemli konu: Repertuar Kurulu, edebi kurul haline getirilmiş. Repertuar Kurulu’nda da belediyeden atanmış olan genel sanat yönetmeni yetkili oluyor, enteresan bir şekilde. Bundan önceki yönetmelikte Yönetim Kurulu, dört tane şehir tiyatrosu sanatçısı, artı üç tane belediyeden atanan bürokratlardan oluşuyordu. Genel sanat yönetmeni ve üç şehir tiyatrosu sanatçısı bulunuyordu. Fakat Şimdi Yönetim Kurulu’nda sadece bir tane şehir tiyatrosu sanatçısı var. Adı da genel sanat yönetmeni. Yetkisi olmadığı için adını bırakıp fikrinin içini boşaltmışlar diyelim. Bu çok önemli. Peki belediyenin “Daha demokratik bir işleyiş olacak, tek kişinin değil çok kişinin söz hakkı olacak” gibi bir savunması var. Onu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunu anlamıyorum. Yönetim kurulunda 6 tane bürokrat var. 1 tane de Şehir Tiyatrosu’na atanmış bir genel sanat yönetmeni varsa, çok sesliliğin sadece bir taraftan ve “fazlasıyla” geleceğini düşünüyorum. Altısı bürokrat olunca çok sesliliğin herhalde koral olması gerekiyor değil mi? Ben öyle anladım. Saçma sapan bir şey bu söyledikleri. Peki yönetmelikte şöyle bir şey geçiyor: Şehir Tiyatroları’nın dışardan proje satın alabilmesi mümkün olacak. Bu ne demek? Ne yapılmak isteniyor? Şu demek: Özel tiyatroların oyunları alınabilir ya da yurtdışından oyun getirilebilir. Bundan saçma bir durum yok. Türkiye genelinde bütün belediyelere gittiğiniz zaman görebilirsiniz. Belediyeler, özel tiyatroyla anlaşır, o oyunu alır. Biletlerini kendi satar, dışarıdan oyun almış olur. Aynısını burada da uygulamaya çalışıyorlar. Ben burada tehlike sakınca görmüyorum. Özel tiyatrolar için de çok iyi bir durum olduğunu düşünüyorum. Sanatçılar yönetmeliğe niçin itiraz ediyor? Bu, sanatçıların yalnızca istedikleri oyunu oynayamama sorunu mu? Yoksa ucuz ve nitelikli oyunlara ulaşmak isteyen tiyatro izleyicileri için
de bir anlamı, bir karşılığı var mı? Size cevap veriyorum. Çok da kesin bir cevap. Siz kendi işinizle alakalı, kendi çalıştığınız yerde sizi kim yönetsin istersiniz? Ben yapabilir miyim? Bu bir yetenek mevzuu. Bir bilgi, birikim mevzuu, e değil mi? Benim mesleğimle ilgili hiçbir bilgisi olmayan bir çok bürokratın fikri var, enteresan bir şekilde. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak gibi bir eğilimimiz var bizim. Hiçbir şekilde, hiçbir oyuncu, hiçbir tiyatro insanı, hiçbir tiyatro düşünürü, eleştirmeni, yazarı seyircisi buna evet diyemez. Sizin aklınız alıyor mu böyle bir şeyi Allah aşkınıza? Şu an çok elverişli bir ortamdayız aslında bu röportaj için. Çünkü oyun ekibimizle beraber oyundan çıktık. Arkadaşlarım da diyorlar ki bu soruya cevap olarak, herhangi bir ameliyata girebiliyor mu bürokratlar? Hastaneyi idare edebilir? Ama ameliyat yapabilir mi? Doktorların konsültasyonuyla ilgili herhangi bir fikir beyan edebilir mi? Bu bir literatür işidir. Tiyatro edebiyatı diye çok önemli bir edebiyat var biliyorsunuz ki. Bundan bihaber kim yönetebilir? Siz bana söyleyin. Ben şimdi çok keskin konuşuyorum ama belediyeden gelen herhangi bir bürokrata çok üzülüyorum, çok acıyorum. Çünkü hiçbir şekilde bilmediği bir konuda çok bilgili insanları yöneterek, çok acı çekecek o zavallı insancıklar. Ne diyecekler? Nasıl mizansen verecekler? Hangi teksti nasıl yorumlayacaklar? Neye dayanarak, hangi sağlam bilgiyle yapacaklar, oyun dağılımını nasıl yapacaklar? Çok üzgün oluruz onlar için. Üzülürüz, hatta belki onları daha fazla şevkatle kucaklamamız gereken günler olur. O yüzden işin başka tarafına da bakalım. Onlara da yazık olmasın. (gülüyor) Aslında şunu sormak istiyordum. Bugün Türkiye’nin bir çok yerinde yapılan eylemlerde yalnızca sanatçılar yoktu. Destek olan çok fazla tiyatro seyircisi de vardı. Hatta İstanbul’da 5000 kişi vardı. Bunun nedeni nedir sizce? 6 bine yakın kişi vardı İstanbul’da. Nedeni şu olabilir: Lütfen bu söylediğimi dikkate alınız isterim, özellikle yansıtılan bu olduğu için. “Halk bu oyunları istemiyor” diye; çoğunluğumuz, halkımızın çoğunluğu bu oyunları istemiyor diye bir propagandayla, gerekçeyle değiştirildi bu yönetmelik. Ama benim halktan anladığım şu: Bu söylemde bulunanlar yüzde 52’lik oy oranına sahip bir kesimden bahsediyorlar, yani oydan bahsediyorlar. Fakat be-
B
irlikte, kendi istediğimiz gibi, seyirciyle oyuncunun buluştuğu ve araya hiç kimsenin, hiçbir şeyin, başka bir unsurun girmediği bir ülke istiyorum
Hamlet tespih mi çekecek? Fırat Tanış da “Olmuyor” şarkısını değiştirdi. “Hamlet tespih çekiyor, şükür Godot geliyor, Juliet için Romeo dağları deliyor” dedi. Böyle mi olacak tiyatro gerçekten bundan sonra? Siz benden şunu istiyorsunuz galiba, bir kristal küreye bakarak muhafazakar sanat isteyenlerin nasıl bir dünya hayal ettiğini Şehir Tiyatrosu üzerine.
‘Sanatın iyisi kötüsü olur ama muhafazakarı olmaz’ lediyeler oy çoğunluğuyla değil, o belediyeye vergisini veren halkın çoğunluğu ile ölçülebilir. Dolayısıyla benim vergi verdiğim belediyeye, ben vatandaş olarak hizmet verecek en kaliteli durumu isterim. En kaliteli sunumu isterim. Çünkü benim vergimle o sanatçı oraya gidiyor, orada o maaş alıyordur. Şu anda bizi dinleyen arkadaşım diyor ki sanatın iyisi ve kötüsü olur ama muhafazakarı olmaz. İŞTİSAN’ın (İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu Sanatçıları Derneği) da bir yönetmelik taslağı var zannediyorum. Bu yönetmelik hakkında bilgi sahibi misiniz? Sizce yönetmelik nasıl olmalı? Hayır onu ben söyleyemem. Buna Şehir Tiyatroları kendileri karar verecek. Biz yalnızca meslektaşlarımıza destek olacağız, onların verdikleri ortak karar, ortak irade, strateji, plan her neyse, biz sonuna kadar kendi mesleğimize çok aşık olduğumuz için ve asla mesleğimizi bırakmak istemediğimiz için, her
zaman onların yanında olacağız. Ama onların vereceği karar ya da arzu ettikleri yönetim biçimi onlar tarafından karar verilmelidir. Bizlerin dışarıdan şu modelle çalışınız, bakın model de var demesi hiç de doğru olmaz. Ama araştırmalarımız onlarla birlikte devam etmektedir. Biz zaten birlikte çalışıyor ve davranıyoruz. Oyuncular Sendikası olarak söylüyorum bunu. Eylemlerdeki ana slogan “Korkuya karşı tiyatro”ydu. Buradaki korkuyu tanımlayabilir misiniz? Ben tanımlayamam çünkü ben korkmuyorum. Sanıyorum şunu ifade ediyordu arkadaşlarım: Sanatın yani tiyatronun tehlikeli olduğunu düşünenler ya da tiyatrodan korkanlara karşıydı o slogan. Muhafazakarlara karşıydı yani. Muhazafakar sanat isteyenlere karşıydı. İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın sanat danışmanı Kenan Işık da istifa etti. Hiç bu kadar radikal bir değişiklik olmamıştı
AKP medyası haberlerinden sonra gelen değişiklik AKP medyası bir süredir Şehir Tiyatroları’nın, Devlet Tiyatroları’nın ahlaksızlıkla, müstehcenlikle dolu olduğunu söyleyen haberler yaptı. Hatta bir ay önceden koltukları dolduğu halde, “tiyatrolar dolmuyor” diye günlerce haberler yaptı. Bunların arkasından da bu yönetmelik değişikliği geldi. Bunların hepsini birlikte değerlendirdiğinizde ne söylersiniz? Eh çok kolay bunlara baktığınız zaman söylenecek şey. Sanatı bitirmek isteyen ya da kendince yönetmek isteyen kesimler bunlar. Başka bir şey değil ki.
SANAT KAPSAR HERfiEY‹, BÜROKRAS‹ HALLEDEMEZ H‹ÇB‹R fiEY‹ Sanatı bitirmek mi istiyorlar yoksa kendi istedikleri tarafa evriltmek mi istiyorlar, nasıl düşünürsünüz? Sanatı kendi istediği tarafa evriltmek isteyen zaten sanatı bitirmiş demektir. Sanat bütün iktidarların ve bürokrasinin üstündedir. Sanat kapsar herşeyi ama bürokrasi halledemez hiçbir şeyi. Sanatçı bürokrat olabilir ama bir bürokrat sanatçı olamaz. Malesef sanatçı olmak yetenek gerektirir, onun için ayrıcalıklı bir şey.
demişti. Hiç bu kadar radikal bir değişiklik olmuş muydu? Benim bildiğim olmamıştı, hayır. Benim hatıramda bilgimde dağarcığımda hiç böyle bir şey yok. Hiç yok. Mesela Milli Gazete’de yazan Mustafa Miyasoğlu Şehir Tiyatroları’nın kendi halkına muhalif olduğu tespitini yapmış. Nereden varmış olabilir bu kanıya? Çok iyi tanıyorum onu. Bence bunu isterseniz tam da Mustafa Bey’e sorun. Çünkü ben hayatım boyunca hiç anlayamadığım bir insan olarak görüyorum kendisini. Çok merakla mercek altına yatırmak istediğim bir zihni var. Ne yemiş, ne içmiş olabilir? Nasıl okullarda nasıl bir eğitim almış olabilir? Arkadaşları kim olabilir? Bilemiyorum. Benim kavrayamadığım bir insan ruhuna ve zihnine sahip. Ama Mustafa Bey’e sorun. Beni sorun. Herhangi bir kişiyi sorun. O engin fikirleriyle size “herkes” hakkında baştan sona röntgen çekerek çok iyi yorumlarda bulunabilir. Aynen Şehir Tiyatrosu’na son derece net fikirlerde bulunduğu gibi. Kendileri kendi oyunu hiçbir şekilde repertuar kurulundan geçmediğini ifade ederek başladılar zaten eleştirmeye. Burdan da bir şey anlayınız rica ederim. O yüzden lütfen Mustafa Bey ve diğerlerini aynı kesede değerlendirerek, mesnetsiz yerlerden davranan insanları kendilerine soralım. Bundan sonra ne yapacaksınız? 17 bin imza topladık. Sanıyorum 30 bine kadar gidecek. Şehir Tiyatrosu’ndaki arkadaşlarımın kararları her ne ise, nasıl yönetilmek istediklerine dair bir plan proje isterlerse, onun yanında ve destekçisi olacağız. Oyuncular Sendikası olarak, bütün özel tiyatrolar olarak, seyirci olarak...
Ne görüyorsunuz, neyi eleştiriyorsunuz, bunu daha iyi netleştirmek için soruyorum. 24 Nisan’da İstanbul’da altı bin kişinin ayrıca bütün Türkiye’de 70 küsür ilde eş zamanlı olarak eyleme katılan bütün sanatçı arkadaşlarımla birlikte seyircinin oralarda olması... Bu en güzeli. Seyirci, tiyatrosuna, sanatına sahip çıkıyor anlamına geliyor. Birlikte, kendi istediğimiz gibi, gerçekten tiyatroya yakışan gibi, seyirciyle, oyuncunun buluştuğu ve araya hiç kimsenin, hiçbir şeyin, başka bir unsurun girmediği bir ülke istiyorum. Ben bunu hayal ediyorum. Başka hiçbir şey hayal etmiyorum. Oyuncu olduğum için böyle söylüyorum ama sanatın diğer bütün dalları için de bunu istiyorum elbette. Çünkü ben başka türlü yaşayamam. Benim arzum, diğer bütün arkadaşlarım ve seyirci gibi bu.
Seyirci yoksa tiyatro da yok Bazı Şehir Tiyatroları gösterimlerinde gündem oluyor bu yönetim değişikliği. Düğün oyunuyla Adana’dasınız. Nasıl tepkiler alıyorsunuz seyirciden, gündem oluyor mu oyunlarınızda? Biz bugün (24 Nisan) ve dün İstanbul’da değildik. Bunun için bütün ekibim üzgündük. Fakat Adana’da birlikte organize edip, arkadaşlarımızla buluştuk. Eylemden sonra 40-50 kişi kadar oturduk sohbet ettik. Bu akşamki oyunda yönetmenimiz Tilbe Saran çok güzel bir konuşma yaptı ve seyrici ne kadar destekledi anlatamam size. Çok duygulandım, çok az olur böyle anlar. Sanatın, seyircinin yalnızca sahip çıkabilmesiyle bir yere gelebileceğini yoksa Devlet Tiyatroları’nın da Şehir Tiyatroları’nın da özel tiyatroların da yok olacağını bu yüzden de yalnızca seyirciye güvendiğimizi söyledi ve seyirci de bunu çok büyük bir coşkuyla alkışladı. Bu birçok şeyi anlatıyordur, değil mi?
12
DOSYA 3 May›s 2012 / 16 May›s 2012
Halk›n Sesi
Sincan’da ki tank kimi ezdi post-modern Yaygın deyişle 28 Şubat süreç, 12 darbesi olarak da bilinen bir imhaya Eylül’ün sola yaptığı gibi e denk değil bir tür ehlileştirmey yesinde, düşüyordu. 28 Şubat sa l, Erdoğan ve Refah Partisi içindeki Gü Siyasal Arınç ekibinin önü açılarak umlu bir İslam neoliberalizmle uy süreçte ne rotaya sevk edildi. Ne bu lik düşman de sonrasında sola yöne algısı geri plana düştü.
Ezeni mağdur, ezileni suçlu ilan etmek için ‘28 Şubat’ Ezenlerin ezilenler karşısındaki klasik taktiği, ezileni suçlayıp ezeni mağdur ilan etmek. Memleketi hapishaneye çeviren AKP’nin bu kadar mağdur edebiyatı yapması boşuna değil
Okuma yazma özürlü liberallerin de katkısıyla, namlı faşistler bile solu 28 Şubat’ta TSK’yı desteklemekle suçluyor. “KESK 28 Şubat”ı destekledi” yalanı bunun ibretlik bir örneği
Solun 28 Şubat sefası yığını içinde umut arayanlar tarafından dikkatle okunmalı. Darbeci generaller tutuklanınca solda başlayan özeleştiri fırtınası gecikmiş ama yerinde bir çaba.” Sonra Türköne, liberallerin bu yalanı sayesinde bir başka yalan söyleyebiliyor rahatlıkla: “28 Şubat darbesi solun bütün hizipleri tarafından desteklendi.”
AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN
E
zenlerin ezilenler karşısındaki klasik taktiği, ezileni suçlayıp ezeni mağdur ilan etmek. Böylece ezenin ezilen üzerindeki şiddetini meşrulaştırmak. AKP iktidarının “darbe soruşturmaları” vesilesi ile liberallerin katkısıyla sola karşı başlattığı psikolojik saldırı da bunun tipik örneklerinden biri. 28 Şubat öncesi ve sonrasında siyasi iktidarın gerek sivil gerek asker kanadının saldırıları altında tarihinin en ağır süreçlerinden birini yaşayan sol, bugün 28 Şubat destekçiliğiyle suçlanıyor. 28 Şubat MGK kararları sonucunda, “irtica” denen Siyasal İslam’ın önceki askeri müdahale süreçlerinde görülmediği biçimde tehdit olarak tanımlanıp hedef alınması, solun önünü açan ya da üstündeki baskıyı hafifleten bir süreç değildi. Devrimci örgütleri hedef alan yargısız infazlar, sistematik işkence, hücre tipi hapishane dayatması ve 1996 ölüm oruçları, üç işçinin katledildiği 1996 1 Mayıs’ı, harç zamları ve öğrenci hareketine dönük polis terörü, Susurluk kazasıyla ortaya dökülen kokuşmuş kontrgerilla ağı, Refah-Yol hükümeti tarafından sahiplenilen, sürdürülen, bizzat yürütülmese bile dokundurulmayan uygulamalardı. “Kanlı mı olacak kansız mı olacak” diye iktidardaki rakiplerine diklenen Necmettin Erbakan’ın yediği “kansız darbe”, ne onu masumlaştırır ne de sola ve emekçilere dönük terörün altına koyduğu imzayı siler.
28 fiUBAT 1997 Siyasi iktidarın ağırlık merkezinin henüz TSK’da olduğu 28 Şubat 1997'de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararlar, dönemin RefahYol hükümetine karşı bir “postmodern darbe” olarak kabul edildi. Askerler önceki darbe süreç-
Aksiyon dergisinde devrimci sol örgütlerin 1996 ile 1997 arasındaki hareketliliği kıyaslanıp, 1997’deki düşüş solun askere desteği olarak yorumlanıyor. O yıllarda solu bastırmak için estirilen devlet terörü ise yok sayılıyor lerindeki gibi yönetime açıktan el koymamış, yaşananlar “12 Eylül’ün anayasal çerçevesi” içinde gerçekleşmişti. Ancak ordu ve bürokrasinin, sivil-askeri gövde gösterileri eşliğinde yönettiği bir psikolojik harekat sürecinde gündeme gelen bu kararlar koalisyonun büyük ortağı Refah Partisi’ni ve onun temsil ettiği uyumsuz Siyasal İslam çizgisini hedef alıyordu. Bu süreç İslamcı-liberal entelektüellerin açıkça ortaya koyduğu gibi Refah Partisi içindeki “yenilikçi kanat” diye bilinen neoliberalizmle uyumlu İslamcıların önünü açtı. Kır saçlı diye bilinen Erbakan ekibinin önünün kesildiği yerde Tayyip
Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç üçlüsünün önü açıldı. Sol, askerlerin de sermayenin de İslamcıların da ortak düşmanı olarak daima devletin şiddetine maruz kaldı. Bugün, solcular tarafından desteklendiği öne sürülen 28 Şubat’ta Sincan’da yürütülen tanklar İslamcıları tehdit etse de 12 Eylül’den bu yana kesintisizce yapıldığı gibi, paletler solu çiğnemeye devam ediyordu. ZAMANDA YOLCULUK 28 Şubat kararlarını destekleyen esnaf örgütü TESK’i, KESK’le karıştırdıklarını iddia edip, KESK’e ve sola “28 Şubatçılık” ithamında bulunan Ahmet İnsel ve Fuat
Keyman, AKP medyasına mükemmel bir pas verdi. Pası alan “militan demokrat”, 28 Şubat döneminde Tansu Çiller’in danışmanı olan ve Çiller’in Susurluk kazası sonrası faşist katil ve uyuşturucu kaçakçısı Abdullah Çatlı’ya sahip çıkmak için kullandığı “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” sözlerinin yazarı Mümtazer Türköne oldu. Ülkücü faşist geçmişiyle başlayan kariyerini şimdi Zaman’da AKP kalemşörlüğü yaparak sürdüren Türköne, “Sol, küllerinden yeniden doğacak!” başlıklı yazısında şöyle diyordu: “A. İnsel ve F. Keyman'ın, 28 Şubat üzerinden solun darbeciliğine yaptığı eleştiriler bu kül
ARfi‹VLER AKS‹N‹ SÖYLÜYOR Oysa Cemaat medyasını yalanlamak için kendi arşivini karıştırmak bile yeterli. Zaman grubunun, daha doğrusu Gülen Hareketi’nin haftalık dergisi Aksiyon 28 Şubat’ın ikinci yıldönümünde hazırladığı “Sol 28 Şubat’ın neresinde?” başlıklı dosyada, 28 Şubat’a açıktan destek verenler arasında yalnızca İşçi Partisi, Yalçın Küçük ve Deniz Baykal liderliğindeki CHP yönetimi olduğunu yazabiliyordu, ki bu öznelerin sol yelpazede sayılamayacağı kendileri dahil herkesin malumuydu. Aksiyon yazısında, 28 Şubat destekçilerinin ÖDP gibi yasal sosyalist partileri 28 Şubat’a destek vermedikleri için eleştirdiği belirtilmiş. Oysa aynı yayınlar şimdi ÖDP’yi 28 Şubat’çılıkla suçluyor. Yazıda 1996 ile 1997 arasındaki eylemliliklerle bir kıyaslama yaparak illegal devrimci örgütlerin eylemlerinin 1997’de düşüş göstermesinden, darbeci-solcu bağlantısı çıkarılmak isteniyor. Evet bir bağlantı var ancak o da devletin solun üstünden buldozer gibi geçmiş olduğu. İşte, İslamcılar ezilirken solun destek olduğu iddia edilen Şubat 1997’ye ilişkin İnsan Hakları Derneği raporunda sol ile devlet ilişkisinin açığa çıkardığı bilanço: 7 faili meçhul cinayet; 16 yargısız infaz, işkence sonucu ve gözaltında ölüm; 43 çatışmalı ölüm; 7 kayıp; 25 işkence; 964 gözaltı; 44 tutuklama; 2 köy boşaltma; 19 dernek, sendika, yayın kapatma; gazetecilere dönük 32 gözaltı; 15 yayın toplatma; 157 düşünce suçlusu.
Refah - Yol sütten çıkmış ak kaşık mıydı? Susurluk’ta saçılan pisliğin üstüne yatan, özelleştirmede gaza basan, OHAL’i sürdüren, İsrail’le anlaşan kimdi...
2
8 Şubat süreci ile birkaç ay içinde iktidardan çekilmek zorunda bırakılan Refah Partisi'nin egemenler açısından sorunu halk kesimlerine karşı tutumu değildi. Birbirleri arasında sorunlu olan bu egemen sınıf klikleri, ezilenlere karşı aynı programda buluşuyordu. Özelleştirmeler bu iktidar döneminde daha hızlı gerçekleştirilmişti. Devlet limanları, Deniz Nakliyat, Petlas, Etibank, Anadolu Bank, Deniz Bank ve Tütün Bank tez elden satılırken, Telekom ve Erdemir'in satış sözleşmeleri hazır hale getirildi. Olağanüstü Hal uygulamaları tarihindeki en uzun süreye uzatıldı. Kürt halkına yönelik savaşta inisiyatif (daha önceleri de olduğu gibi) orduya bırakıldı. MGK'nın tüm "tavsiyeleri" emir kabul edildi. MGK kararları hükümeti hedef alıncaya
kadar bu anti-demokratik mekanizma mesele edilmedi. İsrail’le yapılan eski askeri anlaşmalar onaylanırken yenileri gündeme geldi. IMF'nin kontrolü altında bir bütçe hazırlanarak uygulamaya kondu. DYP-SHP koalisyonu döneminde üniversite harçlarına yapılan astronomik zamlara karşı gelişen öğrenci muhalefetine karşı şiddetli bir polis terörü uygulandı. Beyazıt’ta yüzlerce öğrencinin kan revan gözaltına alındığı 6 Kasım 1996 hafızalara kazındı. Susurluk kazası sonrası, geniş kitlelerin kontrgerilla ilişkilerinin açığa çıkarılıp hesap vermesi talebiyle başlattğı bir dakika karanlık eylemlerine, “demokrasi aşığı” Refah Partisi hakaretlerle yanıt vermeyi ve olayın üstünü örtmeyi tercih etti. Necmettin Erbakan, eylemleri “gulu gulu dansı”
diyerek aşağılamaya, önemsizleştirmeye çalışırken; Adalet Bakanı Şevket Kazan da “mum söndü oynuyorlar”sözüytle tarihe geçti. Bugün olmuş, Abdullah Çatlı’nın sahte pasaport meselesini mahkemeye götürmekle Susurluk kazası karşısında yapılması gereken her şeyi yaptığını iddia eden Kazan, Refah-Yol döneminde kontrgerilla ilişkilerinin kollandığını inkar ediyor. Politik mahpuslara dönük hücre tipi hapishane dayatması karşısında 12 devrimcinin ölümüyle sonuçlanan 1996 ölüm orucu eylemi de bu hükümet döneminde gündeme geldi. Sivas Katliamı faillerinin avukatı Şevket Kazan, Mehmet Ağar’dan devraldığı Adalet Bakanlığı koltuğundaydı. Kazan, ölüm orucundaki devrimciler için “gizli gizli yiyorlar” diyerek mahpusların taleplerini görmezden geldi ve 12 devrimcinin ölümüne yol açtı.
Her devrin ‘solcu’ları Liberallerin 28 fiubat davas›n› gerekçe göstererek sola ve emek hareketine yönelik bafllatt›¤› prsikolojik harbin hedefi KESK’ti. Ahmet ‹nsel’in, kendi ifadesiyle “TESK yerine yanl›fll›kla KESK yazmas›yla” bafllayan ve ‹nsel’in düzeltme ve özrüne ra¤men Fuat Keyman ve DS‹P taraf›ndan yay›lan yalan ve karalama kampanyas› KESK’i 28 fiubat’ta
orduya destek vermekle itham ediyordu. Sendika.Org’un konuyu gündeme getirmesi üzerine KESK bu yalan ve karalama kampanyas›n› yürütenlere sert bir yan›t verdi. Bugün KESK’i 28 fiubatç›l›kla suçlayan AKP muhibbi DS‹P, 28 fiubat döneminde de “fieriata karfl› CHP’ye oy verelim” diye orduya göz k›rpan bir iktidar muhibbiydi.
Üçüncü cephe tavrı Solun, 28 fiubat sürecinde egemenlerden birine yamand›¤› ya da tarafs›z kald›¤› yönündeki ithamlara solun arflivlerinde yan›t arayal›m. 1997 tarihli Devrim dergileri “üçüncü Cephe” manfletleriyle yay›malan›yordu. Devrim’de, “Günün görevi, demokrasi sorununun ‘Yal› Çetesi-MGK’, gericilik sorununun ‘fieriat-Laiklik’ saflaflmas›yla çözümlenemeyece¤ini somut olarak ortaya koyan demokratik talepleri yükselterek bir ‘Üçüncü Cephe’nin gündemini, program›n› ve ba¤›ms›z temelini oluflturmaya giriflmektir.” Haziran 1997 tarihli Devrim dergisinden: “Devlet iktidar›na el koyan ordu, ‘fleriatç› gericili¤e’ karfl› olan herkesi kendi arkas›nda saflaflmaya ça¤›r›yor. Buna karfl›l›k Refah Yol bizzat ordu eliyle kök salm›fl olan gericili¤i, rejimin tamamlay›c› parças› olan çürümeyi hükümette kalman›n siyasal ve toplumsal deste¤i olarak kullan›yor. Emekçiler ve ezilenler, ordunun, hükümetin bu taktik savafl›n›n karfl›s›nda flaflk›na dönmüfl durumdalar. Belirsizlik her fleyden çok ordunun ifline yar›yor. Ordunun fleriatç›l›kla saflaflmas› sanki onun modernli¤inden ve ilericili¤inden kaynaklan›yormufl gibi, ilerici ve modern ordu imgesi fliflirilip duruyor. fieriatç›l›k ve laiklik çat›flmas› hem seçim sürecinde hem de seçim sonras›nda devlet iktidar› içi verilen mücadelenin ana zemini olar kalmay› sürdürecektir. Ba¤›ms›z solun bugünkü kriz içindeki temel sorunu düzenle hesaplaflmakt›r. Emek güçlerinin kriz politikas›n›n vazgeçilmez unsuru ise, ordu ile Refah Partisi aras›ndaki saflaflman›n gerçek nedenlerini, emekçiler için görünür k›lan üçüncü cephenin oluflturulmas›d›r. Önümüzdeki sürecin her ad›m›nda sol, tavr›n› belirlerken kendisine flu soruyu sormal›d›r: ‘Benimsedi¤im konum emekçileri ve ezilenleri düzen güçlerinin tasallutundan ne ölçüde uzaklaflt›r›yor. Ba¤›ms›z ve demokratik bir politik emek platformuna ne kadar hizmet ediyor?’ Emekçilerin ve ezilenlerin tepkilerini MGK flemsiyesine sokacak bir politikaya karfl› durmak için oluflturulacak bir üçüncü cephenin program› kuflkusuz azami bir sosyalist program de¤il, asgari bir demokratik programd›r. Tersine bir tutum asl›nda dolayl› biçimde emekçileri ve ezilenleri MGK solculu¤una mecbur b›rakmak anlam›na gelecektir. Güç kazanmak önemlidir ama güç kazanmak için her yol mübah de¤ildir.”
13
TARİH 3 May›s 2012 / 16 May›s 2012
Halk›n Sesi
CUMHUR‹YET DÖNEM‹ SOVYETLERLE ‹fiB‹RL‹⁄‹N‹N TAKS‹M ‹ZDÜfiÜMÜ
AKP bu anıtın nesini sevsin? Her 1 Mayıs öncesi kutlama alanı tartışmalarına konu olan Taksim, emekçilerin yıllarca süren mücadelesiyle kazanıldı. Ancak bu yıl anıta ilişkin hassasiyetler öne sürüldü, “Taksim’i vermem” tehditleri savruldu
Her gün binlerce insanın randevulaştığı, önünden gelip geçtiği, İstanbul valisinin bu yıl özel önem verdiği bu anıt neyi simgeliyor peki? Yeni ulus-devletin anıtında yer alan Sovyet askerleri bize ne anlatıyor?
ÖZEN TAÇYILDIZ
C
umhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul’da törenlerin yapılabileceği, yeni rejimi simgeleyen, ulusal bir anıtın olduğu büyük bir meydan yoktu. Anıt yapma fikri oluşunca önce Beyazıt Meydanı düşünüldüyse de meydandaki yüzlerce yıllık tarihi yapılarla tezat oluşturacağı gerekçesiyle vazgeçildi. Eski İstanbul’un biraz uzağında Taksim Kavşağı’nda karar kılındı. Belediye tarafından oluşturulan Taksim Cumhuriyet Abidesi Yaptırma Komisyonu 1926’da çalışmalara başladı. Yaşanan bütçe sıkıntısı nedeniyle bağış toplamaya ağırlık verildi. O dönemde, bilindiği gibi tüccar ve esnafın çoğunluğu gayrimüslimdi. Sermayenin yoğunlaştığı Beyoğlu İstiklal Caddesi ve Karaköy Bankalar Caddesi’ne yakın bir yerde bir ulusal anıt yapılırken sözkonusu kesimin buna kayıtsız kalması olanaklı değildi, yeni rejime bağlılıklarını gösterme zorunluluğu nedeniyle en fazla katkı onlardan geldi. Halkın yanı sıra American Express Bank, Banca Commerciale Italiana gibi yabancı şirketler de bağışlarla katkıda bulundu. GÖKTEN B‹R ANIT DÜfiMÜfi Kampanya sürerken komisyon, anıtın İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica’ya yaptırılmasına karar verdi. Canonica’nın önerisi tek başına Mustafa Kemal yerine anıtın Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’e ilişkin simgeleri de içermesiydi. Bütçe sıkıntısı nedeniyle abideyi havuz üzerine oturtma planı gerçekleşemedi. Henüz bir meydan halinde olmayan Taksim’de “gökten tozlu alana düşmüş” gibi görünse de, dönemi simgeleyen figürlerle yapılan anıt, 8 Ağustos 1928’de açıldı. ANITIN SOVYET ASKERLER‹ Dört cepheli anıtın Gezi Parkı’na bakan yüzünde Mustafa Kemal’in Kocatepe'deki pozu ile Kurtuluş Savaşı canlandırılmıştı. Beyoğlu tarafına bakan yüzünde ise Cumhuriyet Türkiye'si canlandırıldı. Bu cephede sivil kıyafetli Mustafa Kemal’in yanında İsmet İnönü ile Fevzi Çakmak yer almaktadır. Hemen arkadaki grubun içinde ise iki Sovyet generali Mihail Vasilyeviç Frunze ve Mareşal Kliment Yefremoviç Voroşilov bulunmaktadır. Anıttaki figürlerden birinin Voroşilov değil, Sovyet Rusya’nın ilk Türkiye Büyükelçisi Semyon İvanoviç Aralov olduğu da öne sürülüyor. Peki kimdir bu Sovyet askerleri ve “ulusal anıt”ta neden yer alır? Kızıl Ordu’nun kurucusu olarak bilinen Frunze, Ekim Devrimi’ne katkısı ile de Sovyetler Birliği’nde önemli bir
1928’de aç›l›fl› yap›lan Taksim Cumhuriyet An›t›’n›n Mustafa Kemal’i sivil giysilerle gösteren ve Cumhuriyet Türkiyesi’ni simgeleyen taraf›nda iki de Sovyet askerinin figürü yer al›yor. Askerlerin kimlikleri tart›flmal› olsa da bir dönemin iflbirli¤ini göstermesi aç›s›ndan anlaml›. Taksim Meydan›’yla beraber simge haline gelmifl bir an›ta iliflkin böyle bir bilginin çok da bilinmemesi ise ilginç. isimdi. Olağanüstü elçi sıfatıyla 1921’de geldiği Türkiye’de yaklaşık bir yıl kaldı. Voroşilov da Kızıl Ordu’nun generallerindendi. Cumhuriyet’in onuncu yıl kutlamalarına katılan Voroşilov’un bu tarihte ilk kez geldiği dolayısıyla sözkonusu figürün o değil Aralov olduğu iddia edilir. 1917 Şubat Devrimi ve Ekim Devrimi’nde yer alan Aralov, resmi temsilci olarak atandığı Ankara’da ve
Anadolu’da cephelerde ve cephe gerisinde bulundu. Savaş halindeki Ankara hükümetini tanıyan ve ilk uluslararası anlaşmayı imzalayan elçilik heyeti başında da Aralov vardı. Anıttaki Sovyet askerlerinin kim olduğu tartışmalı olsa da kesin bilinen gerçek, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında Bolşevikler’le bir işbirliğinin mevcut olduğu ve bunun da ulusal bir anıta yansıdığı.
An›t›n 8 A¤ustos 1928’deki aç›l›fl töreni. Dönemin gazeteleri sabah›n erken saatlerinden itibaren bafllayan kat›l›mla en az otuz bin insan›n geldi¤ini yazd›.
‹LK ‹fiB‹RL‹⁄‹ BOLfiEV‹KLERLE Ankara ve Moskova hükümetleri arasındaki siyasal ilişki 1920’de başladı. Her iki hükümetin de emperyalist işgalcilere karşı savaşıyor olması onları işbirliğine itmişti. Ankara açısından, doğu cephesini güvenceye alarak tüm gücünü batıya aktarabilmesi, Bolşeviklerin kapitülasyonları reddederek ülkenin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü tanıyan ilk devlet olması gibi etkenler de önemliydi. Moskova açısından ise Türkiye’nin kazanacağı savaş güney cephesini güvenceye alacak, İngiltere’nin desteklediği Yunanistan’ın yenilmesi İngiliz sömürgelerini de etkileyecekti. Elbette Ankara’nın Bolşevik Devrimi’ni benimseme umudu da vardı. 1920 ve 1921’de Moskova’ya giden heyetlerin yaptığı görüşmeler 16 Mart 1921’de bir Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlandı. Anlaşma, bundan sonra iki devlet arasında imzalanacak her anlaşmada referans yapıldı. Öte yandan bu yıllarda kendi savaş sanayine sahip olmayan Ankara’nın en önemli askeri malzeme ve ekonomik yardım kaynağı da Moskova oldu. Sovyetler Birliği, silah ve teçhizatın yanı sıra, nakit para olarak da kritik önemde destek sağladı. Bütün bu karşılıklı ilişkiler, yeni rejimi simgeleyen anıta yansıdı, Sovyet asker ve devlet insanı figürleri anıtta yerini aldı.
1 May›s 1977’de aç›lan ateflin yaratt›¤› panikle da¤›lan gruplar. Çelik Gürsoy – Taksim Bir Meydan›n Hikayesi
01.05.1977 ‘O an’
1
Mayıs kutlamalarının uzun yıllar yasaklanması 1970’lerde toplumsal muhalefetin yükselmesiyle birlikte değişmişti. 1975’te İstanbul Tepebaşı Gazinosu’nda yapılan kutlamayı, 1976 ve 1977’de Taksim Meydanı’nda yapılan mitingler izlemişti. Salon kutlamasından alanlara çıkan kitleler özel-
likle 1977’de Taksim’e aktı. Ancak halkın üzerine ateş açılması ile yaşanan paniğin ardından 36 kişi yaşamını yitirdi, 200’den fazla kişi yaralandı. 1977 1 Mayıs’ı tarihe Kanlı 1 Mayıs olarak geçti. Ertesi yıl 1978’de, yaratılan korku ortamına ve önceki yıla rağmen yüzbinler yine Taksim’deydi.
Anıttaki makbul vatandaş ‹stanbul Valisi H. Avni Mutlu, 1 May›s öncesi yapt›¤› aç›klamalarda an›ta ayr› bir hassasiyet göstermiflti. An›t çevresinde ve an›tta “milletimizin üzüntüsüne sebebiyet verecek, milli hassasiyetlerimizi rencide edecek olumsuz görüntüler verildi¤i takdirde” 1 May›slarda Taksim’i unutmam›z› ö¤ütlüyordu. Taksim’i kimin, nas›l ald›¤› meselesi bir yana, devlet
erkan›n›n bu y›l üzerine titredi¤i an›t, “hassas vatandafl”›n gösteri alan› olabiliyor. Menderes döneminin utançlar›ndan 6-7 Eylül Olaylar›’ndan oldu¤u gibi. Bu makbul vatandafllar birkaç ay önce de Hocal› Mitingi’nde an›ttalard›. Ermeniler’e nefret kustuklar› miting, “millet”i rencide etmemifl olacak ki an›ttaki bu “olumsuz görüntü ”den Vali hiç bahsetmedi.
14
MEDYA 3 May›s 2012 / 16 May›s 2012
Halk›n Sesi
AKP-CEMAAT ÇATIfiMASI MEDYADA: BEK‹-USLU KAVGASI
İktidar içi savaşta ‘Kara propaganda’ MİT krizi ile günyüzüne çıkan Erdoğan-Gülen gerilimi medya dünyasına yansıdı. Akif Beki ile Emre Uslu arasındaki kavga, iktidar cephesinin bugüne dek “karşıtlarına” karşı kullandığı psikolojik savaş yöntemlerini birbirleri için de kullanabildiğini gösterdi ÖZGE YURTTAfi
E
mniyet-MİT gerilimi ile günyüzüne çıkan Tayyip Erdoğan - Gülen Hareketi çatışması medyada da iki tarafın kalemşörleri arasında sürüyor. İktidar ittifakındaki çatlak, AKP medyası olarak tanımlanan medya bloğunda da Akif Beki ve Emre Uslu isimlerinin öne çıktığı bir kavgaya dönüştü. Bu kavga AKP ve cemaatin bugüne kadar ittifak halinde yürüttüğü iktidar mücadelesinde “karşıt” cephenin tasfiyesi için kullandıkları itibarsızlaştırma ve psikolojik savaş yöntemlerini yeri geldiğinde birbirlerine karşı da kullanabileceklerini gösterdi.
CEMAAT‹N KALEMLER‹ F‹DAN’I HEDEF SEÇT‹ İki taraf arasındaki çatışmanın fitilini siyasette olduğu gibi medya dünyasında da MİT’e dönük Cemaat atağı ateşledi. Taraf gazetesinin polis kökenli operasyonel kalemi Emre Uslu, Uludere katliamı sonrası olayın sorumlusu olarak MİT Başkanı Hakan Fidan’ı gösteren yazılar kaleme aldı. Aynı gazetede yazan ve Cemaate yakınlığı ile bilinen Mehmet Baransu da Uludere sonrası MİT’in sorumlu olduğu tezini savunan yazılar yazdı. Bu iki isim KCK, Ergenekon ve Balyoz operasyonlarında etkin görev almıştı. Operasyonların zeminini hazırlayan, kişi ve kurumları hedef gösteren yazılar kaleme almış, polis ve savcılık operasyonlarında gözaltına alınan, tutuklanan isimlerin ifadelerini yayımlamış, teknik takip sonucu elde edilen ve “gizlilik kararı” olan dava dosyalarında yer alan “özel” bilgileri kamuoyuyla paylaşmıştı. İki isim de iktidarın hedef seçtiği kesimleri ifadelerini, özel bilgilerini yayımlayarak itibarsızlaştırmaya çalışmıştı. Yayımladıkları bilgiler ancak teknik takiple elde edilebilecek türden ve polis / savcı tarafından dava dosyalarına delil olarak koyulan içeriklerdi.
Taraf yazar› Emre Uslu Gülen Cemaati’ne yak›n operasyonel bir kalem.
Aynı yöntemler şimdi AKP-Cemaat çatışmasında taraflarca birbirine karşı kullanılıyor. Erdoğan cephesinin bu açıdan ilk hedefi MİT’e karşı Cemaatin açtığı savaşta öncü rol üstlenen Emre Uslu oldu. Gerçi bu olayda Emre Uslu önce kendi megalomanisinin ardından Erdoğan cephesinin kurbanı oldu. Fakat Erdoğan, MİT’e saldırı vesilesi ile kendisine dönük operasyonda etkin görev alan iki ismi, Baransu ve Uslu’yu hedefe koymuştu bir kere.
Başbakan’ın kendisi hakkında söylediği “gelemiyor gelirse başına bir iş gelir” sözlerini Akif Beki’nin duyurduğunu, Beki’nin bu sözleri yayımlatmak için çeşitli sitelere bilgi sızdırdığını söyledi. Akif Beki 3.5 yıl boyunca Başbakan Erdoğan’ın önce basın danışmanı sonra basın sözcüsü olarak yakın ekibinde görev aldı. Beki bugünlerde 24 haber kanalının genel yayın yönetmeni koltuğunda oturuyor. Medya dünyasında doğrudan Erdoğan’ın uzantısı olarak görülüyor.
BU SEFER USLU HEDEF OLDU Uslu’ya dönük itibarsızlaştırma kampanyası yazgazeteci.com adlı bir internet sitesinin yayımladığı belgelerle başladı. Site 13 Nisan’da Emre Uslu’nun asker kaçağı (bakaya) olduğunu gösteren ve Uslu’nun kimlik bilgilerinin de deşifre edildiği belgeler yayımladı. Emre Uslu bu bilgilerin yayımlanmasına ateş püskürdü. Aynı gün Twitter hesabından belgeleri MİT’in sızdırdığını, hakkında kara propaganda yapıldığını, anne ve babasının belgelerde ismi deşifre edilerek PKK’ye hedef gösterildiğini öne sürdü. Uslu 16 Nisan’da Taraf gazetesindeki köşesinde de başbakana açık mektup yazdı. Bu mektupta Uludere sonrası gazetesinin ve kendinin hem fiziki hem psikolojik kuşatma altına alındığını, kendisine karşı psikolojik bir harekat yürütüldüğünü söyledi ve tartışmanın seyrini belirleyecek şu iddiayı ortaya attı: “3 Mart tarihinde bana ulaşan bilgilere göre Başbakan’a çok yakın bir medya organının başının, ‘Emre Uslu Amerika’dan gelemiyor. Çünkü gelirse başına çok kötü bir iş geleceğini bizzat Başbakan’dan kulaklarımla duydum’ diye bir fitne dedikodusu dolaştırıyor.” Uslu aynı mektupta hakkında yayın yapan sitenin MİT tarafından kurdurulan korsan bir site olduğu görüşünü de ortaya attı. Erdoğan’dan askerlik bilgilerini kimin sızdırdığını bulmasını istedi. Bu mektuptan bir hafta sonra Emre Uslu yeni bir iddia ortaya attı.
‘O BAVULLA BELGELER SANA NASIL GELD‹YSE BANA DA O fiEK‹LDE GELD‹’ Emre Uslu onu hedef göstererek kendisine yönelik “kara propaganda” faaliyetini medyada doğrudan Erdoğan’ın yürüttüğünü ima etti. Bu açıklama üzerine Akif Beki olayı yalanladı. AKP medyasında Erdoğan bloğu içinde yer alan Star gazetesi de Emre Uslu’yu doğrudan hedef alarak Beki’nin savunuculuğuna soyundu. Refah Partisi kadın kollarındaki etkin çalışmalarıyla tanınan ve bugünlerde Star gazetesinde köşe yazıları yazan Sibel Eraslan imzası ile bir haber yayımlayan gazete, Emre Uslu’yu komploculukla suçladı. Akif Beki’nin Emre Uslu’ya verdiği yanıt şaşırtacak cinstendi. Çünkü Beki de Uslu’yu kendisine karşı kara propaganda yapmakla suçluyordu: “Bir kara propaganda odağı gitmiş, başka biri gelmiş sanki. Bir iftira çetesi gitmiş, başka biri gelmiş. …Kara propaganda imalatçısı, sureta (yalandan) kara propagandaya maruz kalmaktan şikâyet ediyor. Uyanıklığa bakın; yavuz hırsız, ev sahibini bastıracak. Vay açıkgöz vay!” İki taraf da birbiri hakkında aynı iddiaları sıralıyordu. Uslu hakkında devlet kurumlarının elinde bulunan bilgilerin yayımlanması ile başlayan bu tartışma AKP’nin tasfiyeci karakterinin öne çıktığı dönemde yürütülen polisiye soruşturmalarla benzer yöntemlere sahipti. Gizli belgelerle itibarsızlaştırma yöntemi izlenmiş, ardından taraflar birbiri aleyhine propaganda yürütmeye başlamıştı. Tarafların yönteminin benzerliğini Emre Uslu hakkında asker kaçağı olduğunu gösteren belgeleri yayımlayan ve Uslu’nun belgeleri nasıl ele geçirdiğini ısrarla sorduğu yazgazeteci.com’un yayın yönetmeni Ömer Adıyaman’dan geldi: “O bavulla belgeler sana nasıl geldiyse bana da o şekilde geliyor…” Akif Beki-Emre Uslu arasındaki bu atışma son günlerde cumhurbaşkanlığı seçimi etrafında odaklanan ErdoğanCemaat çekişmesinin medyaya yansımış hali. İktidar içi bu çekişme uzun zaman daha sürecek gibi görünüyor. Uslu-Beki kavgası bugüne kadar Erdoğan-Cemaat ittifakının iktidar için birlikte kavga ederken kullandığı yöntemleri iktidar içi kavgada da karşılıklı olarak kullanmaktan çekinmeyeceğini gösteriyor.
Akif Beki 3.5 y›l bas›n dan›flman› ve sözcü olarak Erdo¤an’›n ekibindeydi.
Cambaz ip üstünde oynuyor Baflbakan Erdo¤an, Uludere sonras› M‹T’i hedef alan yaz›lar› nedeniyle önce do¤rudan Mehmet Baransu’yu hedef alarak susturdu. Erdo¤an Uludere’nin sorumlusunun M‹T oldu¤una dair ç›kan haber ve köfleyaz›lar›na flu sözlerle çatt›: “M‹T’in böyle bir istihbarat› yoktur (Uludere’yi kastederek) …Bunu yazan köfleyazar› görünümlü cambazlar var. Köfleyazar› görünümlü bu cambazlar›n herhalde M‹T içinde böcekleri var ama do¤ru bilgi alam›yorlar.” Baransu Baflbakan›n bu ç›k›fl›na ayn› gün Twitter hesab›ndan cevap verdi: “Say›n baflbakan bir ipte iki cambaz oynamaz” diyen Baransu M‹T’i suçlamaya devam ederek Erdo¤an’a da flöyle seslendi: “…Eli silah tutanlardan korkmad›m, Kas›mpaflal› Erdo¤an'dan korkaca¤›m› zannediyorsan›z yan›l›yorsunuz.” Bu sözlere Erdo¤an’›n yan›t› gecikmedi: “Ben eli silahl› olandan korkmad›m, Kas›mpaflal›’dan m› korkaca¤›m, diyor. fiunu unutma veya unutmay›n. Ben Kas›mpaflal› Tayyip olmaktan fleref duyar›m. Kas›mpafla’dan ç›kan, oran›n bir evlad› olarak, tüm
halk›m›n da bizi oralara getirmesinden dolay›, milletime hizmet etmekten onur duyar›m. Bu ülknin yüzde 50’si oyunu bize verdiyse, ondan sen gocun. Herhalde bu yüzde 50’den daha ak›ll› de¤ilsin. Kendinizi kontrolden geçirin. Bu ancak adaletle olur. Bu ancak dürüstlükle olur. Biz bunu yapt›k, yap›yoruz. Ama kendi kendinize sorun biz ne yapt›k? Kusura bakmas›nlar beyler. Bizim istikametimizi her zaman millet çizdi. Bunlar gibi, bunlar›n tafleron fikirlerini alacak de¤iliz. Biz devlet millet kaynaflmas›n› sa¤lamaya çal›fl›yoruz. Bunlar da terör örgütünün düflman devlet alg›s› için çanak tutuyorlar." Erdo¤an’›n aç›klamas›n›n yaln›zca Baransu’yu de¤il onun içinde bulundu¤u Gülen Hareketini hedef ald›¤› aç›k. Erdo¤an’›n bu ç›k›fl› üzerine Mehmet Baransu geri ad›m atarak üslubunu yumuflatt›. Erdo¤an’a kendisine oy veren yüzde 50 içinde oldu¤unu söyledi. Sarf etti¤i ifadeler yüzünden özür diledi. Erdo¤an’a sözleri ile yan›t verdi: “Kendinizi kontrolden geçirin. Acaba nerde yanl›fl yap›yoruz?”
Hitler yaptırımına AKP engeli
RedHack internetin fişini çektirdi
B
K
ir kozmetik firmasına ait ‘erkek şampuan’ reklamında Hitler’in reklam kahramanına dönüştürülmesine dönük tepkiler yaptırım noktasına geldi. İzleyici tepkileri ile yayından kaldırılan reklam hem Reklam Kurulu hem de Radyo Televizyon Üst Kurulu’nda (RTÜK) gündeme geldi. RTÜK, 20 Nisan’da bir araya gelerek reklamı yayımlayan 15 kanala yaptırım uygulanıp uygulanamamasını tartıştı. Toplantıda RTÜK’e AKP kontenjanından atanan üyeler Hitlerli reklamları yayımlayan kanallara yaptırım uygulanmasına karşı çıktılar. AKP üyelerinin karşı çıkma gerekçesi ise mevzuatta bu tür reklamlara uygulanacak yaptırımla ilgili bir düzenleme olmaması. AKP’li üyeler ayrıca reklama imza atan reklam ajansını disiplin kuruluna sevk eden Reklam Kurulu’nun kararının beklenmesini talep etti,
RTÜK’TE DE AKP ZORBALI⁄I Bilindiği üzere RTÜK, 1’i başkan olmak üzere 9 üyeden oluşuyor Bu 9 üye, meclisteki partilerin milletvekili sayısı oranında gösterdikleri adaylar arasından seçiliyor. RTÜK’ün mevcut yönetiminde 5 AKP, 2 CHP, 1 MHP, 1 BDP kontenjanından üye bulunuyor. AKP’li üyeler sayısal olarak çoğunlukta olduğu için aldıkları kararlar RTÜK için belirleyici oluyor. Hitler’li reklamın yayımlanmasına ilişkin tartışmada da AKP’li üyelerin konunun üzerini kapatan tavırları diğer partilerin kontenjanından üst kurula giren üyelerin muhalefetine rağmen kabul gördü. Bu kararda AKP’nin Hitler sevgisi mi, söz konusu reklamın cemaatin sermaye örgütü TUSKON’un üyesi bir şirkete ait olması mı etkili oldu, bilinmiyor.
AKP baskılarına karşı sanal alemde eylemler yapan RedHack’in son siber saldırısını TİB, ancak tüm Türkiye’de bir kaç saatliğine internete erişimi durdurarak engelleyebildi ızıl hackerların eylemi Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) emriyle TTNet fişi çektirdi. İnternet sitelerinin sistem bilgilerini ele geçirerek sanal alemde eylemler gerçekleştiren Rehack (Kızıl hacker ağı) son eylemi ile tüm Türkiye’yi etkiledi. AKP’nin baskı politikalarını protesto için Kızıl hackerlar tarafından 27 Nisan gecesi Emniyet Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı ve Yargıtay başta olmak üzere çok sayıda devlet kurumunun internet sitesine sanal saldırı gerçekleştirildi. Sanal saldırıya uluslararası hacker ağları Anonymous, DGVirus, AnarcyCrew de katıldı. Saldırının çapı büyük olunca TTNet çözümü ülke çapında internet erişimini durdurmakta buldu. Türkiye’de 2 saat boyunca sabit hatlardan internete erişim sağlanamadı. Bu durumdan 3G kullanıcıları etkilenmedi. TTNet, 27 Nisan gecesi internet erişiminin durmasını alt yapı çalışmalarına bağlayarak açıkladı. Fakat internet erişiminin çökmesinin hemen ardından 28 Nisan’da bir açıklama yayımlayan Redhack devlet kurumlarına yaptıkları sanal saldırıyı engelleyemeyen TİB’in internet erişimini durdurma yoluna gittiğini duyurdu. Redhack tarafından yapılan açıklama Kızıl hackerların ağının
yaptıkları eylemi demokrasi ve iletişim hakkı mücadelesinin bir parçası olarak gördüğünü de gösterdi. Açıklamada şu ifadelerle eylemlerinin amacı anlatıldı: 1- Playstation ve chat geyikleri delil olarak alınarak tutuklanan ve RedHack eylemleriyle bağlantıları olmayan biri 17
yaşında 7 gencin ‘derhal’ serbest bırakılmasını istemek! RedHack'e "terör örgütü" muamelesi yapılarak peşine Interpol'un bile takılmasının RedHack'i yıldıramayacağını göstermek, ayrıca ‘biz buradaysak tutukladıklarınız kim?’ diye sormak.
2- Anonymous'un bizimle dayanışma eylemine içeriden destek vererek dostlarımızı yalnız bırakmamak. Anonymous'un dayanışmasından mutluluk duyduğumuzu göstermek. 3- Yaklaşan 1 Mayıs'ı sanki "kendi işçi sınıfına vermiş" gibi "sömürge valisi" edasıyla ona buna "dayılanan" AKP hükümetine ve onun valisine dikkat çekerek, halkımızı işçi kardeşlerini sahiplenmeye çağırmak. 4- Adil kota vb uygulamalarla "düşük hızda" internet ile kullanıcıyı sömüren, zenginlere daha iyi ulaşım sağlarken durumu iyi olmayanlara çok yavaş interneti fahiş fiyata satan TTNet'i protesto etmek. 5- Pensilvanya İmamı'nın ve ordusunun "yenilmez" "her şeye kadir" olmadıklarını halkımıza göstermek "cesaret gayri" demek. 6- Eğlenmek. Kızıl Hackerlar olarak bilinen RedHack grubu hackerlar tarafından kurulan bir ağ. Hacklemek bir sistemin gizli, ulaşılamayan bilgilerini ele geçirmek anlamına geliyor. Hackerlar çeşitli internet sitelerine girerek bu siteleri bazen erişime kapatıyor, bazen bilgilerini ele geçiriyor bazen de bir internet sitesine kenedi istedikleri içerikleri yükleyerek siteyi değiştiriyor.
KÜLTÜR SANAT
15
3 May›s 2012 / 16 May›s 2012
Halk›n Sesi
Yeniden Pentagram Türkiye’de heavy metalin öncülerinden Pentangram 10 yıl sonra altıncı albümü “MMXII” yı çıktı. Gitarda Hakan Utangaç ve Metin Türkcan, basgitarda Tarkan Gözübüyük ve davulda Cenk Ünnü’den oluşan gruba vokal Murat İlkan’ın hastalığının ardından Gökalp Ergen katılmıştı.
Yunus Nadi ödülleri
Eme¤in flairiydi
Gazeteci Yunus Nadi'nin adını yaşatmak için 1946'dan itibaren verilmeye başlanan kültür-sanat ödüllerine öykü dalında bu yıl "Hanımlar Dikkat" adlı eseriyle Seray Şahiner layık görüldü. Şahiner’in "Gelin Başı" isimli öykü dosyası 2006 yılında ödül almıştı.
Sosyalizm mücadelesinin emektarlarından yazar, şair Güngör Gençay 22 Nisan sabahı tedavi gördüğü Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde hayatını kaybetti. Toplumcu gerçekçi şiirin önemli temsilcilerinden olan Gençay halkına yoksulları ve ezilen insanları anlatan şiirlerini geride bıraktı.
Amed'de tiyatro festivali 29 Nisan - 6 Mayıs tarihleri arasında Amed Tiyatro Festivali'nin ilki gerçekleştiriliyor. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nin düzenlediği festivalde, İstanbul, Ankara, Duhok, Süleymaniye ve Urumiye başta olmak üzere pek çok şehirden 16 tiyatro grubu Diyarbakır'a konuk olacak.
Resmin iki büyük ustası Türkiye’de R
esim sanatının iki büyük ustası Türkiye’de. Romantik akımın öncülerinden Goya’nın eserleri İstanbul Pera Müzesi’nde sergileniyor. Sıradışı renklerin ressamı Van Gogh’un eserleri ise teknolojinin sunduğu imkanlarla birleşerek İstanbul ve Ankara’ya geldi. Pera Müzesi, dünyaca ünlü usta ressam Francisco Goya’nın 230 eserinden oluşan “Goya Zamanın Tanığı” sergisine ev sahipliği yapıyor. Romantik akımın öncüsü sayılan ve
Türkiye resim sanat›n›n iki büyük ustas›n›n, Goya ve Van Gogh’un eserlerine ev sahipli¤i yap›yor kendinden sonra gelen, Manet, Picasso ve Bacon gibi büyük ressamları etkilediği düşünülen Goya’nın eserleri 29 Temmuz’a kadar ziyaret edilebilir. Sergi, 218'i gravür 230 parçadan oluşuyor. Kullandığı renkler ve İzlenimcilik akımında öncülük yapan eser-
leri ile resmin büyük ustalarından kabul edilen Vincent Van Gogh ise ziyaretçilerine oldukça sıra dışı bir deneyim yaşatan Alive sergisi ile önce İstanbul sonra Ankara’da. Van Gogh’un eserleri, yüksek çözünürlüklü resimler haline getirilerek duvarlar, kolonlar, zemin ve hatta tavana yansıtılıyor. 300’den fazla dev boyuttaki Van Gogh eserini duvara yansıtan sergi, ressamın eşsiz renklerini klasik müzik eşliğinde sunuyor. Sergi 15 Mayıs'a kadar İstanbul Karaköy Antrepo 3'te; 15 Ekim - 30 Aralık tarihleri arasında ise Ankara Cer Modern'de olacak. SAVAfiIN TANI⁄I RESSAM Ressam Francisco de Goya 17461828 arasında yaşadı. Zamanının en büyük İspanyol ressamlarından biri oldu. Çizimleri, seçtiği renkler ve çizgileriyle tanındı, kraliyet ailesinin
portrelerine imza atan bir isim oldu. 1808'de başlayan İspanyol İç Savaşı Goya'yı çok etkiledi. Goya bu dönemde diğer ressamlardan sıyrılarak savaşın karanlık ve korkunç yüzünü çizdi; savaşı gurur duyulacak bir durummuş gibi göstermedi. Bu farklılık sanata yeni bir soluk getirdi. GECES‹ S‹YAH OLMAYAN RESSAM Van Gogh ise İzlenimcilik akımının öncüsü bir ressam. Oldukça ağır psikolojik rahatsızlığı olan Van Gogh, ruh halini yaptığı tablolara yansıttı. Tablolarında kullandığı renkler eşsiz olarak tanımlanır. Geceyi resmettiği tablolarında hiç siyah kullanmaması ve meşhur resimlerinden ayçiçeklerinde kullandığı sarının benzersizliği onun resmini yansıtan iki önemli örnek.
Özgürlük emek ister Perdelerini yedinci kez açacak olan ‹flçi Filmleri Festivali’nin 2012 temas› AKP’nin bask›lar›na bir yan›t olarak: ‘Özgürlük emek ister’ Uluslararas› ‹flçi Filmleri Festivali yedinci y›l›nda ‘Özgürlük Emek ‹ster’ diyor. Festival 1-7 May›s tarihleri aras›nda ‹stanbul, Ankara, ‹zmir ve Diyarbak›r’da efl zamanl› olarak gerçeklefltirilecek. Festival daha sonra geçen y›llarda oldu¤u gibi kent kent süren ve bütün bir y›la yay›lan uzun bir yolculu¤a
Gösterim salonları Festival bu y›l ilk kez ‹stanbul, Ankara ve ‹zmir'le eflzamanl› olarak Diyarbak›r’da da bafllayacak. Hem Diyarbak›r hem de di¤er kentlerdeki gösterim salonlar›n›n say›s› da artm›fl durumda. Gösterimler ‹stanbul’da ‹stanbul Frans›z Kültür Merkezi, SALT Beyo¤lu, Beyo¤lu Yeflilçam Sinemas›, Ba¤lam Yay›nlar› Sinema Salonu, Aynal› Geçit Etkinlik Mekân›, ‹stanbul Halkevi, Kolektif Kültür Merkezi, Bar›fl Manço Kültür Merkezi, Kaz›m Koyuncu Kültür Merkezi, Naz›m Hikmet Kültür Merkezi, Kad›köy Halkevi’nde; Ankara’da K›z›lay Büyülü Fener Sinemas›, Alman Kültür Merkezi, Ankara Naz›m Hikmet Kültür Merkezi, ODTÜ Viflnelik Tesisleri, Ça¤dafl Sanatlar Merkezi, Kolektif Kültür Merkezi'nde; ‹zmir’de Konak Sinemas›, ‹zmir Frans›z Kültür Merkezi, ‹smet ‹nönü Kültür Merkezi, Ahmet Pirifltina Kent Arflivi ve Müzesi, Ege Sanat Merkezi’nde; Diyarbak›r’da Sümerpark Sosyal Yaflam Merkezi Sinema Salonu, Sülüklü Han, E¤itim Sen Diyarbak›r fiubesi, Cegerxwin Kültür Merkezi Sinema Salonu’nda olacak.
ç›kacak. Festival bu y›l, halk›n hak ve özgürlüklerine yönelik sald›r›lara yan›t olarak ‘Özgürlük Emek ‹ster’ temas›yla gerçeklefltirilecek. Festival program›nda hem uzun metrajl› kurmaca hem k›sa metrajl› kurmaca hem de belgesel olmak üzere 57 film
Festivale usta konuk
Belgesel, kurmaca, yerli ve yabancı 57 filmi programına alan festivalin her yıl olduğu gibi bu yıl da yurtdışından konukları olacak. Konuklardan biri de Ken Loach filmlerinin usta senaristi Paul Laverty. Adı emek filmleriyle özdeşleşen İngiliz yönetmen Ken Loach'un birçok filminin senaryosuna imza atan usta Britanyalı sinemacı Paul Laverty, aynı zamanda festival pankartının
arkasında İstanbul Taksim'deki 1 Mayıs kutlamalarına, 2 Mayıs'taki festivalin açılış gecesine ve 3 Mayıs'ta işçi sineması üzerine bir söyleşiye katıldı. ABD'den yönetmen Steve Zeltzer, yönetmen Shin EunJung, Hindistan'dan yönetmenler Ekta Mittal ve Yasha Swinii, Japon sinemacı Fumiaki Kojima festivalin diğer konukları arasında yer alıyor.
yer al›yor. Festivalde tüm gösterimler her y›l oldu¤u gibi bu y›l da paras›z olacak. Festival kapsam›nda Ankara’da 7-8 May›s tarihleri aras›nda 3. Uluslararas› ‹flçi ve ‹letiflim Konferans› düzenlenecek. Bilgi için: www.laborfest.sendika.org
Vanlı çocuklardan masal Halkevleri ve Van Belediyesi'nin ortak çal›flmas› olan Van Çocuk Evi'ndeki çocuklar da festivale bir animasyon filmle kat›larak izleyenere selam gönderdiler. Van'daki çocuk evi, bütün resmi aç›klamalara karfl›n hayat›n bir türlü normale dönmedi¤i Van'da, gönüllülerin çal›flmalar› ile hayat›n çocuklar için bir nebze olsun daha yaflan›l›r hale gelmesine katk› yap›yor. Halkevi Van Çocuk Evi moral flenli¤ine haz›rlan›rken
çad›rlarda çal›flmalar›n› sürdüren çocuklar yeni ürünler ortaya ç›karmaya devam etti. Hangi ‹nsan Haklar› Film Festivali ekibinin Halkevi Van Çocuk Evi'nde çocuklarla ikinci buluflmas›ndan ç›kan
çal›flmalardan biri de 'Sevdal› Bulut' masal›n›n çizgi film olarak haz›rlanmas› oldu. Animasyon filmde seslendirmeden, ses efektlerine, tasar›mdan çekimlere kadar herfley çocuklar›n elinden ç›kt›.
Yağmuru bile satanlarla mücadele... Festivalde gösterilecek filmlerden birisi de su hakk› mücadelesinin öyküsünü anlatan ‹spanya, Bolivya ortak yap›m› Ya¤muru Bile filmi. Filmin senaristi Paul Laverty festivalin bu y›lki yabanc› konuklar›ndan. ‹spanya’n›n 2011 Oscar aday› Ya¤mur Bile, bir yönetmenlik öyküsünü, bir hak mücadelesini ve Kristof Kolomb efsanesini bir arada ele al›yor. Filmde ‹spanyol yönetmen Sebastian, yap›mc›s› Costa ve tüm film ekibi Kristof Kolomb hakk›nda bir
film çekmek üzere Bolivya’da Cochabamba bölgesindedirler. Yap›mc› Costa filmin bütçe s›k›nt›lar› yüzünden ve burada ucuza çok say›da yerel oyuncu bulabilece¤inden bu bölgeyi seçmifltir. Film ilerlerken, su kaynaklar›n›n özellefltirilmesine karfl› bir halk hareketi yükselir, protesto gösterileri bafllar ve polis göstericilere sald›r›r. Costa aç›s›ndan as›l sorun yerel oyunculardan birisinin halk hareketinin önderlerinden birisi olmas›d›r.
Okyanustaki grevin filmi Festivalde gösterilecek filmlerden birisi de Yengeç Gemisi. ‹flçi edebiyat›n›n önemli yazarlar›ndan olan ve gözalt›nda iflkence edilerek öldürülen Japon romanc› Kobayashi Takiji'nin roman›ndan ayn› adla So Yamamura taraf›ndan beyazperdeye uyarlanan 'Yengeç Gemisi', 1900'lerin ilk yar›s›nda Japonya'da bir yengeç iflleme gemisinde çal›flan iflçilerin hikâyesini anlat›yor. Yap›tta bir gemi yengeç avlamak üzere yola ç›kar. Ayn› zamanda bir konserve fabrikas› olan gemide iflçiler a¤›r koflullar alt›nda çal›flmaktad›r. Yöneticilerin giderek yo¤unlaflan taleplerine ve a¤›r çal›flma koflullar›na dayanamayan iflçiler greve giderler. Bu baflkald›r›da, f›rt›nal› bir havada yolunu kaybeden bir grup iflçinin bir Sovyet gemisi taraf›ndan kurtar›lmas›n›n ard›ndan içlerine ekilen bilinç tohumlar›n›n da pay› vard›r. Türkiye'deki ilk gösterimi ‹flçi Filmleri Festivali'nde gerçekleflecek filmin altyaz›lar› da festival ekibi taraf›ndan Türkçelefltirildi. Kobayashi Takiji'nin Yengeç Gemisi roman› ülkemizde daha önce de 'manga' olarak 2010'da yay›mlanm›flt›. Sömürüye baflkald›r›n›n bu tan›d›k öyküsü Variety Art Works taraf›ndan mangalaflt›r›lm›flt›.
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ
3 Mayıs 2012 / 16 Mayıs 2012
16 Halk›n Sesi
AKP’ye öfke 1 Mayıs alanlarında ADANA Dev Sağlık-İş üyeleri, işten atılan Enerji-Sen üyesi TEDAŞ işçileri, yine işten çıkartılan Özbucak Tekstil işçileri, Paksoy işçileri ve Amlyum Nişasta işçileri, 1 Mayıs’ta Güvencesizler Korteji oluşturdu. Halkevleri kortejinin önündeki 30 kişilik çocuk korosu ise Adanalılardan alkış aldı.
DENİZLİ Geçtiğimiz yıllara göre daha kitlesel, yine geçtiğimiz yıllara göre gençlik örgütlerinin ağırlıkta olduğu bir miting de Denizli’de yapıldı. Öğrenci Kolektifleri ve Gençlik Muhalefeti üyeleri, alana büyük dinamizm kattı.
ESKİŞEHİR Buluşma noktasına yolu trafiğe kapatarak Halkevleri üyeleri, 7’den 70’e katılımın sağlanmasıyla alanın en renkli örgütlerinden oldu. Öğrenci Kolektifleri de 350 kişinin katılımıyla 1 Mayıs’a katıldı.
Ankara’da AKP’ye öfke 1 Mayıs’a yansıdı. Katılım, geçen yılların üzerine çıkarken, hep bir ağızdan AKP karanlığına ve faşizmine meydan okundu
1
Mayıs’ın Ankara’daki adresi Sıhhiye Meydanı, 30 binden fazla kişinin katılımıyla coşkulu bir mitinge sahne oldu. Sendikaların, meslek odalarının, demokratik kitle örgütlerinin ve siyasi partilerin renkli kortejleri ve talepleriyle katıldığı 1 Mayıs’a Halkevleri damgasını vurdu. “Karanlığa meydan okuyoruz” diyen Halkevleri, turuncu şapkalı, tişörtlü, fularlı ve rozetli 2 binden fazla kişiyle yürüdü. Resimlerle ve çizimlerle süslenen el yapımı 20 tane pankart taşıyan Halkevleri üyeleri kortejlerini bir sergi alanına dönüştürdü. Halkevleri Yaz Okulları’na katılan çocuklar ise
taşıdıkları “Aydınlık bir gelecek istiyoruz-Halkevci Bebeler” pankartıyla Ankaralılardan yoğun alkış aldı. NEREDE SALDIRI ORADA TEPKİ Halkların Demokratik Kongresi ve TKP’nin de kitlesel katılımlar sergilediği 1 Mayıs’ta dile getirilen talepler, AKP’nin güncel saldırılarına karşı yanıt niteliğindeydi. Şehir Tiyatroları’nın belediye bürokratlarının yönetimine tabi tutulması ve bizzat başbakan tarafından özelleştirileceğinin söylenmesine Kültür Sanat-Sen ile
çok sayıda kültür-sanat kortejinden tepki vardı. İşçi Filmleri Festivali gönüllüleri de festival çağrısı yapan kortejleriyle alandaydı. Milyonların adalet talebi de Ankara 1 Mayıs’ında yer buldu. KESK üyeleri, tutuklu mücadele arkadaşlarına, gazeteci ve yazar örgütleri sayısı 100’den fazla olan meslektaşlarına, Öğrenci Kolektifleri başta olmak üzere pek çok üniversite örgütü de tutuklu öğrencilere özgürlük istedi. Melih Gökçek’in yönetimine geçmesinin ardından önce bataklığa sürüklenen, ardından ligden düşen Ankaragücü’nün taraftarları da Gökçek karşıtı sloganlarına
alkışlarla karşılık aldı. Sıhhiye Meydanı’na girişlerin tamamlanmasının ardından kürsü konuşmaları gerçekleşti. KESK adına yapılan konuşmada halkların eşitlik ve özgürlük taleplerinin topla tüfekle ya da copla gazla bastırılmaya çalışıldığı belirtildi. KESK’in örgütlü mücadele vurgusu, hekimler adına yapılan açıklamada ortak mücadele vurgusu ile güçlendirildi. DİSK adına yapılan konuşmada ise 1 Mayıs’ın önemine değinilerek, 2012 1 Mayıs’ının milyonların barış, adalet ve özgürlük taleplerini dillendirdiği bir tarih olduğunun altı çizildi.
MERSİN Mersin’de 10 binden fazla kişi Cumhuriyet Meydanı’nda 1 Mayıs’ı kutladı. Çok dilli pankartlarla coşkunun yükseldiği Mersin’deki konuşmalarda taşeronlaştırma ve iş cinayetlerine yönelik vurgular ağır bastı.
ANTALYA
İzmir’de söz direnişçilerin
1 Mayıs’a katılımın önceki yıllara göre arttığı Antalya’da yaklaşık 10 bin kişi Atatürk Meydanı’nda buluştu. Antalyalı tiyatro sanatçıları, coşkularının yanı sıra yaratıcılıklarını da alana yansıtarak çeşitli oyunlar sergiledi.
1
Üstte: Giresun’da Halkevciler 1 May›s alan›ndayd›. Yanda: Antakya’da Halkevciler ‘AKP, ABD elini Suriye’den çek’ dedi
Mayıs’a katılımın son yıllara göre ciddi oranda artış gösterdiği kentlerin başında İzmir geldi. Yaklaşık 4 saat boyunca miting alanına girişler sürerken, yürüyüş güzergâhı boyunca tüm sokaklar 1 Mayıs alanlarına dönüştürüldü. Mitingin gerçekleştiği Gündoğdu Meydanı’nda özellikle işçi ve kamu emekçileri sendikaları, güvencesizliğin bir sonucu olan iş kazalarına büyük tepki gösterdi. Alana yansıyan bir başka vurgu ise AKP faşizmine karşı demokrasi, adalet ve özgürlük talepleri oldu. Talepler, saatler 14.00’ı gösterdiğinde hep bir ağızdan “Faşizme karşı omuz omuza” sloganına dönüştü. Halkevleri, Sivas davasının katillerinin AKP yargısı tarafından aklanmasına tepki gösterirken, alana devrimci önderlerin resimlerini taşıyarak girdi ve büyük alkış aldı.
KONYA
İzmir 1 Mayıs’ını diğer kentlerden ayıran özellik ise kurumlar adına ortak açıklamanın Tertip Komitesi tarafından değil, bir direnişçi işçi tarafından okunması oldu. Haklarına sahip çıktığı için işten atılan ve 121 gündür direnişte olan Billur Tuz işçisi Mehtap Tekin, direnişlerini tüm işçi sınıfı için sürdüreceklerini ifade
etti. Tekin, AKP’nin çalışma yaşamına, örgütlenme hakkına, sendikalar yasasına ve Kürt halkına yönelik saldırgan politikalarını eleştirdi. 1 Mayıs kürsülerinin milyonların barış, adalet ve özgürlük istediği kürsülere dönüştürdüklerini açıklayan Tekin’in ardından miting müzik dinletisi ve halaylar eşliğinde son buldu.
Uzun yıllardır bir miting örgütlenmeyen Konya’da da 1 Mayıs ile birlikte tabu yıkıldı. Yaklaşık 2500 kişi, eğitim ve sağlık başta olmak üzere haklarına sahip çıkan pankartlar taşıdı.
TRABZON Karadeniz Teknik Üniversitesi Öğrenci Kolektifi, daha önceki yıllarda olduğu gibi kitleselliği ile mitinge damgasını vurdu. Halkevleri korteji ise yaşam alanlarına sahip çıkan köylülere ve iş güvencesine sahip çıkan işçilere ev sahipliği yaptı.
ARTVİN
G
eçtiğimiz yıl Metin Lokumcu’nun öldürülmesiyle sonuçlanan olayların yaşandığı Hopa’da AKP faşizmine yönelik öfke 1 Mayıs’a yansıdı. Artvin’de 700, Hopa’da 2 bin kişi, “Metin Lokumcu onurumuzdur”, “Tek yol sokak, tek yol devrim” dedi.
Son bir senede e¤itim ve çevre hakk› mücadelesini giderek yükselten Halkevleri, Çanakkale’de de farkl› mücadele deneyimlerini alana yans›tt›.
DİYARBAKIR
3 Kocaeli’ndeki 1 May›s’ta Halkevleri kitleselli¤iyle dikkat çekti.
2 yıl aradan sonra 1 Mayıs’ın mitinge dönüştüğü Diyarbakır’da BDP Milletvekili Aysel Tuğluk, “Yapmamız gereken 1 Mayıs’ı Newrozlaştırmak, Newroz’u 1 Mayıslaştırmaktır. Başka yol, başka çare yoktur. İşçi sınıfının kurtuluşu ile Kürt halkının ezilen, yok sayılan tüm halkların mücadelesi artık birlikte yürümek durumundadır” dedi.
BURSA Bursa Halkevleri karikatürlerle süslü pankartlarıyla, Uludağ Öğrenci Kolektifi ise mavi meşaleleri ve dans gösterileri ile Bursa 1 Mayıs’ının rengine renk kattı. Genç Umut üyesi liseliler ise Uykusuz dergisinin karakterlerinden Fırat’ı pankartlarına taşıdı.