160

Page 1

A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark SAYFA

2

SAYFA

‘Haz›rl›k’ s›n›fta kalmayacak Anadolu Üniversitesi haz›rl›k s›n›f›ndaki “kur sistemi”nin ma¤duru ö¤renciler rektörlü¤ü iflgal etti

6

4+4+4 yang›n› büyüyor 4+4+4 düzenlemesine ö¤retmen, ö¤renci ve veli tepkisi her geçen gün yükseliyor

SAYFA

9

‘Kriz infla ediyorlar’ Harvey Türkiye’de verdi¤i konferanslarda inflaat sektöründeki riskleri anlatt›

SAYFA

15

Karadeniz’in ›fl›¤› Kaz›n Koyuncu ölümünün yedinci y›l›nda sesinin ulaflt›¤› her yerde an›ld›

28 Haziran 2012 • 1.25 TL

Y›l 7 • Say› 160

AKP kağıttan kaplan

Suriye’nin Türk jetini vurmas› sonras›nda anlafl›ld› ki AKP’nin esip gürlemeleri büyük ölçüde kuru gürültüymüfl

Uludere’den bu yana her kafadan bir sesin ç›kt›¤›, iç çekiflmelerin ortaya döküldü¤ü AKP, yere sa¤lam basam›yor

Zay›fl›klar› ortaya ç›kt›kça sald›rganlaflan AKP flimdi de KESK’i hedef ald›. Ama halk›n meydan okumas›n› bast›ram›yor

Halkevci Kadınlar AKP’yi şaşırttı “Kudretli” AKP teflkilatlar› Halkevci Kad›nlar’›n ziyaretleriyle flaflk›na döndü. Halkevci Kad›nlar, AKP Kad›n Kollar›’n› kürtaj yasa¤› gibi kad›n düflman› politikalara karfl› tav›r almaya ça¤›r›nca AKP’li kad›nlar ne partilerini savunabildi ne de kad›nlar› S. 10

Madenciye geçit yok Artvin halk› topraklar›na göz diken maden flirketine geçit vermedi. Halk ÇED toplant›s›n› bas›nca flirket temsilcileri çekilip gitti S. 6

Çileye karfl› mücadeleye ‹stanbul’da ulafl›m krizine çözüm için AKP halka flehir d›fl›nda tatil önerirken Halkevleri mücadeleye ça¤›rd› S. 7

YOL YAZISI Komflunun tavu¤u kaz de¤il! SAYFA 3

Suriye’de dehset dengesi Suriye iç savafl›nda ABD iflbirlikçisi muhalefet AKP ve Körfez ülkeleri taraf›ndan destekleniyor. Esad’›n arkas›nda ise Rusya, Çin ve ‹ran’›n deste¤i var. Bu nedenle Suriye yaln›zca Suriye de¤il. Suriye’de yaflananlar kaç›n›lmaz olarak bölgesel ve uluslararas› bir sorun haline geliyor. Geliflmeler farkl› mezheplerin rakip güçlerce desteklenmesiyle iç savafla sürüklenen Lübnan’› hat›rlat›yor S. 5

‘Gerekirse yansınlar, yeter ki kaçmasınlar’ Urfa’da, 40 derece s›cakl›kta 6 kiflilik ko¤uflta 18 kiflinin kald›¤› hapishanede mahpuslar› az da olsa serinleten pervaneler söküldü. ‹syan ç›kt›. Yang›n itfaiyeye 1 saat sonra duyu-

Bayrak direnenlerde

Nazmi Algan / Sayfa 7

Birlik iyidir ama...

Kürtaj, sezaryen...

Yunanistan’daki son seçimlerin sonuçlar›n› ve solun yükseliflini, bu ülke hakk›ndaki çal›flmalar›ndan tan›d›¤›m›z Foti Benlisoy anlatt› S. 11

Oya Ersoy’la Halkevleri Genel Kurulu üzerine...

15-16 Haziran büyük iflçi direniflinin 42’nci y›l›nda Taksim’de direnenlerin kürsüsü kuruldu. Dev Sa¤l›k-‹fl, Nakliyat-‹fl, Deri-‹fl, Hava-‹fl, Çapa iflçileri ve Hey Tekstil iflçileri AKP iktidar›na karfl› “güvenceli ifl” talebiyle bulufltu S. 8 Ferda Koç / Sayfa 4

ruldu. Yanan mahpuslar hastaneye götürülürken bile sedyeye kelepçelendi. AKP’nin t›ka basa doldurdu¤u hapishaneler alev alev yanarken iktidar yeni hapishane peflinde S. 12

Yunanistan üzerine...

Halkevleri’nin yeni Genel Baflkan› Oya Ersoy’la demokrasi ve hak mücadelelerinin önümüzdeki dönemine iliflkin öngörü ve haz›rl›klar›n› konufltuk S. 14

Tufan Sertlek / Sayfa 9

Dernek mi sendika m›?

Dilflat Aktafl/ Sayfa 10

Meydan okuyan kad›nlar...

AKP’ye DP miras› AKP’nin halefi Demokrat Parti’nin Suriye politikalar› da ABD’nin deste¤ini kazanmaya, savafl 盤›rtkanl›¤›na ve böylece iç politikadaki s›k›nt›lar›n› aflmaya odaklanm›flt› S. 13


2

SOKAĞIN SESİ/MEDYA 28 Haziran 2012 / 11 Temmuz 2012

Halk›n Sesi

‘Hazırlık’ sınıfta kalmayacak Eskiflehir Anadolu Üniversitesi’nde yabanc› dil haz›rl›k s›n›f›ndaki “kur sistemi”ne karfl› 14 Haziran günü bafllayan direniflte1000 ö¤renci Rektörlü¤ü iflgal etti Öğrencilerin eylemine veliler ve akademisyenler de destek verdi. Yürüyüş sonrasında öğrencilerle görüşmek istemeyen Rektörlük yetkilileri, işgal eyleminin daha 20’nci dakikasında öğrencilerle görüşmeye yanaştı. İşgal eylemine katılan bin öğrenci, kendi arasında 3 kişilik bir temsilci heyeti seçti. Seçilen heyet Rektörlük’te bulunan rektör yardımcısıyla bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşme sonunda rektör yardımcısı; konunun senatoda görüşüleceğini, Hazırlık Sınıfı Yönetmeliği'nin değişmesi gerektiğini, gerekirse YÖK'e bu konuda baskı yapıp öğrenciden yana tavır alacaklarını söyledi. Öğrenciler görüşmenin ardından eylemlerini yeniden rektörlük binası önünde kurdukları çadırlara taşıdılar.

Y

ıllardır Anadolu Üniversitesi’nde öğrencileri mağdur eden “kur sistemi”ne bu yıl hazırlık öğrencileri isyan etti. 14 Haziran’da rektörle görüşmelerinden olumsuz sonuç alan öğrenciler üniversite rektörlüğü önüne çadır kurdu. Talepleri doğrultusunda olumlu bir adım atılıncaya kadar rektörlük önünden ayrılmayacaklarını söyleyen öğrenciler, “Hazırlık sınıfta kalmayacak” yazılı pankartlarını da üniversitenin girişine astı. Rektörlükten olumlu yanıtın gelmemesi üzerine öğrenciler, 22 Haziran günü Rektörlük’ü işgal etti. KUR S‹STEM‹ NASIL ‹fiL‹YOR? Üniversite sınavını kazanıp Anadolu Üniversitesi’ne kayıt yaptıranlar üniversiteye adım atar atmaz kur sistemi ile karşılaşıyor. Türkiye’de bir tek Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde uygulanan kur sistemi, 8 haftalık (2 ay) bölümlerden oluşuyor. Yabancı dil hazırlık sınıfı, birinci dönem 2 kur, ikinci dönem 2 kur ve yaz okunda 1 kurdan oluşan toplamda 5 kuru içeren bir periyodu kapsıyor. Öğrenci, bu kurların herhangi birinde başarısız oluğu takdirde, o kuru tekrar alacağı için okulu bir yıl uzamış oluyor. Örneğin birinci dönemdeki 2 kuru geçip ikinci dönemin başındaki 3. kurda kalan bir öğrenci seneye 3. kurdan başlıyor. Çoğu zaman birinci dönemde 3. kur açılmadığı için öğrencinin ilk dönemi boş geçmiş oluyor. Beş kurun tamamını geçmek sınıf geçmeye yetmiyor. Kurların sonunda bir sınava sokulan öğrenciler bu sınavı da geçerse üniversite birinci sınıfa geçmeye hak kazanıyorlar. BAfiARI YÜZDE 80, BAfiARISIZLIK YÜZDE 95 Üniversite Rektörlüğü kur sisteminde öğrencilerin yüzde 80’inin başarılı olduğunu iddia ediyor. Anadolu Üniversitesi öğrencisi

Kolektif bir yaflam kuran iflgalcilere destek art›yor, iflgalciler üniversite yönetimine kök söktürüyor Emre Oğuz, Rektörlüğün iddiasına açıklık getiriyor: “Hazırlık sınıfına gelen 100 öğrencinin 95’i kurları geçemiyor ve sene tekrarı yapmak zorunda kalıyor. Kurları geçip sınava girmeye hak kazanan 5 öğrencinin de 4’ü sınavı geçince Rektörlüğün bahsettiği yüzde 80’lik başarı oranı tutturulmuş oluyor.” 2011-2012 döneminde Anadolu Üniversitesi’ndeki Hazırlık öğrencilerinin yüzde 90’ı sınıf geçme sistemindeki sorunlar nedeniyle hazırlık sınıfını tekrar okumak zorunda bırakılmıştı. Dört yıldır hazırlığı geçemeyen öğrencilerin yanı sıra bir iki yıl sınıf geçemedikten sonra ekonomik nedenlerden dolayı üniversiteyi bırakan da çok sayıda öğrenci var.

EYLEMLER G‹DEREK K‹TLESELLEfiT‹ Öğrencilerin 14 Haziran’da başlattıkları nöbet eylemine sendikalar, demokratik kitle örgütleri ve sanatçılar da destek ziyaretlerinde bulundu. Hatta sanatçı Edip Akbayram “Talepler karşılanmazsa yanıma birkaç arkadaşımı da alıp sizle çadır kurmaya geleceğim” dedi. Eylemi duyarak destek olanların yanı sıra Rektörün öğrencilere karşı tutumuna karşı tavır olarak öğrencilere destek verenler de oldu. Eylemler sürerken Anadolu Üniversitesi Rektörü Davut Aydın’ın öğrenciler için “30 tane adam yaa! Böyle bir şey yok" dediği öğrenildi. Bu olaya şahit olan Eskişehir Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet

Ataç da öğrencilere sonuna kadar destek olacağını belirterek yakında ziyarete geleceğini açıkladı. REKTÖRLÜK ‹fiGAL‹ Rektörlük önünde kurdukları çadırlarda 24 saat kalmaya başlayan öğrenciler 21 Haziran günü YÖK Başkanı Çetinsaya’dan gelen “bütünleme” açıklaması üzerine bu durumun kendi lehlerine olacağını düşündü. 22 Haziran günü Espark’tan Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü önüne yürüyen öğrenciler Rektör’le görüşmek istedi. Olumsuz yanıtla karşılaşan öğrenciler, Rektörlüğü işgal etti. Rektörlük binasına "Hazırlık sınıfta kalmayacak" ve "Öğrenciler biçare, hazırlığa bir çare" yazılı iki pankart asıldı.

ÇADIRDA ORTAK YAfiAM Öğrenciler bu eylemin aynı zamanda öğretici bir rolü olduğunu da söylüyorlar. Rektörlüğe çadır kurdukları günden itibaren her akşam toplantı yapıp ertesi gün yapılacak işleri kolektif bir şekilde planlıyorlar. Her güne, sabah temizlik ve kahvaltı yaparak başlıyorlar. Yapılacak her işin bir komitesi de var. Yemek komitesi, çay komitesi, temizlik komitesi, basın komitesi, tiyatro komitesi, eylem komitesi… Öğrenciler günün belli saatlerinde dörder kişilik gruplar halinde etüt salonuna geçiyor, ders çalışıyorlar. Böylece derslerini aksatmamış oluyorlar. Ö⁄RENC‹LER‹N TALEPLER‹ Halkın Sesi’ne konuşan öğrenciler, taleplerini şu şekilde sıraladı: “Öğrenciler, yabancı dil eğitimlerine bölümlerinde devam edebilsin; hazırlıktaki yönetim sorgulansın ve sistemle ilgili problemle düzeltilsin; düzey bitirme sınavı, düzey ara sınavına etki etsin; devamsızlıktan kalan öğrenciler de okulun başarı yüzdesine etki etsin.”

Akademi susmayacak ‹ktidar›n üniversitelere ve elefltirilere akademisyenlere yönelik ‘sald›rgan tasarruflar›na’ karfl› akademisyenler bir araya geliyor. Akademisyenler Susmayacak bafll›¤›yla yay›mlanan bir metin etraf›nda bir araya gelen ça¤r›c›lar, amaçlar›n›n bir imza kampanyas› düzenlemek olmad›¤›n›, metni imzalayanlarla beraber uzun soluklu ve kurumsallaflmaya yönelik bir süreci oluflturmay› hedeflediklerini söylüyorlar. Akademi Susmayacak Platformu imzas›yla yay›mlanan ça¤r› metni flöyle: “Sömürü artarken, do¤al alanlar›m›z yok edilirken; sistemin emekçiye, çal›flana, sanatç›ya, elefltirel düflünene dönük fliddet içeren yüzü giderek daha çok görünür oluyor. Bilim insanlar›, içinde yaflad›klar› topluma karfl› sorumludurlar, toplum yarar›na çal›fl›rlar, çal›flmal›d›rlar. Bilim insanlar› devletten, sermayeden ve iktidar oda¤›ndan gelebilecek her türden müdahale veya bask› endiflesini tafl›madan bilimsel araflt›rman›n evrensel ilke ve yöntemlerini kullanarak, araflt›rma çal›flmalar›n› sürdürme, araflt›rmalar›n›n sonuçlar›n› toplumla özgürce paylaflma ve sansürsüz yay›mlama hakk›na sahiptirler. Ancak, toplum yarar›na bilgi üreten ve bunu paylaflan bilim insanlar› ise bask›lara maruz kalmaktad›r. Araflt›rarak, sorgulayarak gerçe¤e ulaflmak için akademide olmay› tercih ettik. Do¤ay›, yaflam›; sa¤l›¤›, bilimsel özgürlü¤ü, düflünce özgürlü¤ünü, bar›fl› ve kardeflli¤i savunmay›, yaflam›n, yaflam alanlar›n›n, do¤an›n piyasalaflt›r›lmas›na karfl› durmay› kendimize ilke edindik. Bu nedenle bilim insan› olarak; bilgimizi, deneyimlerimizi, tespitlerimizi ve araflt›rmalar›m›z›n sonuçlar›n› toplumla paylaflmak, toplumu zaman›nda uyarmak sorumluluklar›m›z aras›ndad›r. Susturmak, y›ld›rmak için yap›lan sald›r›lara karfl› susmayarak, onurumuzdan ödün vermeyerek sorumluluklar›m›z› yerine getirmeyi, dayan›flmay› sürdürece¤iz. Toplum do¤a ve onurumuz için öngördü¤ümüz tehlikeyi gizleyenleri, bilgiyi sapt›ranlar› ve delilleri karartanlar› duyurarak görünür k›laca¤›z.”

Kolektifler: ‘Bütünleme lütuf değil, öğrencilerin kazanımıdır’ Ü Marmara’da geceyarısı dersi Bütünleme tart›flmalar› yaflan›rken Marmara Üniversitesi, yaz okulu ders program›n› aç›klad›. Programa göre Hukuk 2. Ö¤retim ö¤rencilerinin gece 00.50’ye kadar ders görebilece¤i uygun görüldü. 00.50’de biten ders ise Maliye. Marmara Üniversitesi yönetimi hukuk bölümü yaz okulu ders-

lerini kendi fakültelerinin d›fl›nda t›p, eczac›l›k, sa¤l›k bilimleri bölümlerinin amfilerinde de görüyor. Gece 00.50’de biten ders saati bütün ö¤rencilerin tepkisini çekti. Ö¤renciler tepkilerini sanal alemde Twitter üzerinden #gecedersolurmu tag’i kullan›larak gösterdi.

niversitelerde finaller bitti ancak öğrenciler üniversiteye gitmeye devam ediyor. Dersleri geçemeyen öğrenciler üniversitelerdeki uygulamalara göre ya bütünleme sınavlarına giriyor ya da ders başına para ödeyerek yaz okullarına kayıt yaptırıyor. Bu sene bazı pilot üniversiteler belirlenerek uygulamaya başlanan Bologna süreciyle bütünleme-yaz okulu tartışmaları daha farklı bir boyut kazandı. Bologna süreci üniversitelerde bütünlemelerin kaldırılmasını öngörürken bu süreci uygulayacağını söyleyen YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya, 22 Haziran günü Twitter üzerinden bütünleme hakkı ile

ilgili bir açıklama yaptı. Çetinsaya şunları yazdı: “YÖK Başkanı olarak, öğrencilerin yaz okullarına mahkum edilemeyeceğine, bütünleme sınavlarının tüm öğrencilerimizin hakkı olduğuna inanıyorum. 2011-2012 Akademik yılından itibaren tüm üniversitelerimizde geçerli olacak bu kararın öğrencilerimize hayırlı olmasını dilerim.” ‘BÜTÜNLEME HAKKI LÜTUF DE⁄‹L KAZANIM’ Çetinsaya’nın Twitter’da yazdıkları karşısında Öğrenci Kolektifleri’nden yanıt gecikmedi:

Dışarıdaki gazeteciler eylemde

Oda Tv davasında Müyesser Yıldız tahliye edildi O

da Tv davasının 12. duruşması 18 Haziran günü İstanbul’daki Çağlayan Adliyesi’nde görüldü. Duruşma sonunda gazeteci Müyesser Yıldız Uğur tahliye edildi. İstanbul Çağlayan Adliyesi 16’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Oda Tv davasının 12’nci duruşmasına tutuklu sanıkların yanı sıra tutuksuz yargılanan gazeteci Ahmet Şık ve Nedim Şener de katıldı. Şık ve Şener, “Kaçma ve delilleri karartma şüphesi” ile bir yılı aşkın süre tutuklu kalmıştı. 6 Mart 2011’de tutuklanan Şık ve Şener, 12 Mart 2012’de görülen Oda Tv davasının 11’inci duruşmasında tahliye edilmişlerdi. 12 Mart’taki duruşmada Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu'ndan (TÜBİTAK) isten-

miş olan rapor mahkemeye ulaşmadı. Oda Tv sanıkları, bilgisayarlarında bulunan belgelerin kendilerine ait olmadığını, bir virüs yoluyla ya da başka yöntemlerle bilgisayarlarına bulaştırıldığını söylüyordu. TÜBİTAK’tan istenen raporların mahkemeye ulaşmaması sanıklar tarafından eleştirilirken sanıklardan Yalçın Küçük’ün savunması dinlendi. Küçük, bir iddianamede ilk defa bir gazetecinin bir haberi neden yayımlamadığının sorulduğunu söyledi. İddianamede Oda Tv’ye yollanan bir yazının yayımlanmaması suç unsuru olarak sunuluyor. Duruşma sonunda gazeteci Müyesser Yıldız Uğur tahliye edildi. NEREDEN NEREYE? Oda Tv davası, 14 Şubat saat 01.31’de Oda Tv’nin üç adet video

“Çetinsaya zaten gasp edilen bir hak olan bütünleme sınavlarını üniversitelilere lütuf gibi sunmaya çalışıyor. Bütünleme hakkı, yaz okullarına karşı verilen mücadelenin bir kazanımıdır.” Çetinsaya, öğrencilerin bütünleme hakkı olduğunu savunurken, başında bulunduğu YÖK, 8 Haziran günü yaz okulu harçlarıyla ilgili bir yazı yayımladı. Yazıya göre yaz okulunda 2. öğretim öğrencilerinin 1. öğretim öğrencileri ile “aynı programda ders almaları” nedeni ile iki gruptan da aynı harç bedeli alınacak. Eskiden 2. öğretim öğrencileri daha fazla harç ödüyordu.

görüntüsü yayımlamasıyla başladı. Videolarda, polisin ABD’li istihbaratçılardan talimat aldığı görülüyordu. ABD’li istihbaratçılara “abi” diye hitap eden polisler, askeri mühimmatı cep telefonuyla görüntüleyen bir polis ve askeri mühimmatı çeken polisi “Bizden önce Youtube’ye koymayın” diye uyaran bir başka polis görüntülere yansımıştı.

Video görüntülerinin yayımlanmasından 3,5 saat sonra Oda Tv, polis tarafından Ergenekon soruşturması kapsamında, ‘Ergenekon terör örgütü üyeliği’ ve ‘halkı kin ve düşmanlığa sevk ettiği’ gerekçesiyle basıldı. Hükümet yanlısı gazeteci Nazlı Ilıcak’ın şikayetçı sıfatıyla yer aldığı iddianamede Oda Tv davası kapsamında tutuklananların “suçları” şu

şekilde ifade edildi: “Silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme, açıklanması yasaklanan gizli bilgileri temin etme, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek, hukuka aykırı olarak kişiler verileri kaydetmek, adli yargılamayı etkilemeye teşebbüs.”

‹stanbul’daki Ça¤layan Adliyesi’nde görülen Oda Tv Davas› s›ras›nda adliye önünde eylem yapan Gazetecilere Özgürlük Platformu Oda Tv davas›nda tutuklu gazetecilerin foto¤raflar›n› tafl›d›. Eyleme, OdaTv davas›nda daha önce tahliye olan gazeteciler Ahmet fi›k ve Nedim fiener, Avrupa Gazeteciler Federasyonu ve Uluslararas› Bas›n Enstitüsü temsilcileri ile CHP Milletvekili ‹lhan Cihaner ve CHP Milletvekili Melda Onur da kat›ld›. Bir süre oturma eylemi yapan D›flar›daki Gazeteciler ad›na bas›n aç›klamas›n› gazeteci Zafer Arapkirli okudu. Gazetecilerin 16 ayd›r cezaevinde oldu¤unu söyleyen Arapkirli, gazetecilerin mesleklerini yerine getirmeye çal›fl›rken tutuklan›p yarg›land›klar›n› ve davada sahteli¤i kan›tlanm›fl delillerle suçland›klar›n› söyledi. TANIKLIK NÖBET‹ 10’UNCU GÜNÜNDE OdaTv davas› sürerken Gazetecilere Özgürlük Platformu da 5 Haziran'da bafllatt›klar› Tan›kl›k Günleri eylemleri kapsam›nda davay› izledi.


3

GÜNDEM 28 Haziran 2012 / 11 Temmuz 2012

Halk›n Sesi

AKP iktidarı Hopa’ya taktı Ankara Hopa davasında “terör örgütü üyeliği” ile yargılanan 37 kişi, üçüncü kez hakim karşısına çıktı. Dosyaya eklenen 9 kişinin ifade verdiği duruşmaya mahkemenin ‘özel yetkileri’ damgasını vurdu

A

nkara Hopa davasının 19 Haziran’da görülen üçüncü duruşmasında dosyaya eklenen 9 kişi ilk defa ifade verdi. Tuncay Akkuş evinde bulunan yasal dergileri sahiplenirken, Umut Tektürk biat eden bir toplum yaratılmak istendiğini, buna karşı üniversitelilerin halkının yanında olacağı ve hak mücadelelerini sürdüreceğini vurguladı. Samet Uslu ise dosyada geçenlerden çok daha fazla ulaşım, eğitim, sağlık hakkı eylemine katıldığının altını çizdi. SÖZ D‹LfiAT'TA Hopa protestosunda polis panzerini ayakları altına alan, sonrasında polis işkencesi sonucu kalça kemiği kırılan Dilşat Aktaş da ilk defa ifade verenler arasındaydı. “Benim panzer üstünde olmam sorgulanıyor da panzerin orada olması neden sorgulanmıyor?” diye soran Aktaş, “Bu dava Halkevleri’ne yöneliktir. Çünkü AKP işçi ve kadın düşmanıdır, toprakları talan eder, 4+4+4 ile ülkeyi karanlığa sürükler. AKP halk düşmanıdır, Halkevleri ise halk örgütüdür” dedi. POL‹STEN ‹T‹RAF VE ÇEL‹fiK‹ DOLU ‹FADELER Müşteki sıfatıyla ifade veren dönemin Güvenlik Şube Müdür Yardımcısı Hasan Doğancı polis işkencesini “Biz profesyoneliz” diyerek savundu.

Doğancı, olaylar sırasında çevik kuvvetin eylemcilere taş attığını da ağzından kaçırırken, çevik kuvvet polisi Meryem Gökçe ise parmağını uzun saçlı bir kişinin yaraladığını öne sürdü. Gökçe’nin olay günü kısa saçlı olan iki kişiyi teşhis etmesi ise “yalancı şahitlik” yaptığını gösterdi. İfadelerin ardından sanık avukatlarının mahkeme sunduğu görüntüler izlendi. Görüntülerde Dilşat Aktaş’a yönelik polis işkencesi, polislerin taş atması ve henüz protestonun başında polis amirinin “Demokratik hakkınızı kullanmaya izin vermeyeceğiz” demesi dikkat çekti. DGM DGM’L‹⁄‹N‹ GÖSTERD‹ Hakim ve savcının polis ifadelerine müdahale ettiği duruşmada sanık avukatlarının kimi soruları mahkeme heyeti tarafından “Savunma hakkınızı kısıtlıyorum” sözleriyle reddedildi. İddianamede geçen “kaldırım taşları kırıldı” iddiasına belediyelerin “zararımız yok” raporuyla yanıt veren avukatlar, “Savcı kendisi de mi oradaydı, yoksa polis fezlekesini aynen mi aldı?” diye sordu. Avukat Denizer Şanlı’nın “Bu mahkeme bağımsız değildir, polisleşmiştir. Görevsizlik talep etmiyorum” çıkışı ise mahkeme heyetini şaşkına çevirdi. Mahkeme, 25 Eylül’e erteledi.

Yine Hopa yeni soruşturma Hopa’da davalar›n, soruflturmalar›n, cezalar›n ard› arkas› kesilmiyor. Erzurum Özel Yetkili Baflsavc›l›¤› Hopa davas›nda yarg›lanan 19 kifliye “THKP/C terör örgütü propagandas› yapmak” ve “Terör örgütü ad›na Terörle Mücadele Yasas›’na müdahale” etmek suçlamalar›yla soruflturma bafllatt›. Dev-Genç marfl› okuman›n, “Mahir, Hüseyin, Ulafl, kurtulufla kadar savafl” slogan›n›n suç unsuru say›ld›¤› soruflturma daha önce de aç›lm›fl, ancak mahkeme bu süreci ilerletmeye gerek duymam›flt›.

Hopa’da hapis cezası opa’da davaların, soruşturmaların, cezaların ardı arkası kesilmiyor. Hopa’da 26 Şubat 2006’da serseri bir grubun bıçaklı saldırısının ardından hükümet binasına kadar sıçrayan olaylarla ilgili olarak açılan davada aralarında Halkevleri, ÖDP ve ESP üyelerinin de bulunduğu 23 kişiye 10 ile 15 ay arasında hapis cezası verildi.

Hükümet binası önünde ve içerisinde gerçekleşen olayların ardından 3 Mart sabahı düzenlenen polis operasyonunda Halkevleri, ÖDP ve ESP üyelerinin de olduğu 27 kişi mala zarar verme ve görevi yaptırmamak için direnme suçlamasıyla gözaltına alındı. Gözaltına alınan Hopalılardan 20’si tutuklanmış ve 36 gün sonra yapılan ilk duruşmada serbest bırakılmışlardı.

NE OLMUfiTU? Hopa'da 26 Şubat 2006 tarihinde iki gencin serseriler tarafından bıçaklanmasının ardından, saldırganların Adliye’ye getirildiği 27 Şubat günü halkın tepki göstermesi ile gerginlik artmış ve jandarma ile arbede yaşanmıştı.

23 K‹fi‹YE HAP‹S CEZASI Yaklaşık 2 yıl süren yargılamanın sonunda Ali Aksu ve Abdullah Başar beraat etti diğer sanıklara mala zarar verme suçundan 10’ar ay hapis verildi, şartları oluşmadığı gerekçesi ile bu ce-

H

zalara TCK 51. ve 231 maddelerin uygulanmadı. Yargıtay 9. Ceza Mahkemesi 5.5 yıldır süren davada, yerel mahkemenin tutuksuz olarak yargılanan 23 kişi hakkında verdiği 10 ay ile 15 ay arasında değişen hapis cezalarını onadı. Hopalılara karşı açılan dava yerel mahkemede yaklaşık 2 yıl sürmüş ve kamu malına zarar verme suçundan 10’ar ay hapis verilmişti. Aynı davada 14 kişi hakkında ayrıca dava açılmış ve görevi yaptırmamak için direnme suçlamasından da 5’er ay hapis cezası verilmişti. Temyize götürülen davada Yargıtay 9. Ceza Dairesi hiçbir değişiklik kararı almadan bu cezaları 5.5 yıl sonra onadı.

Q

‹flkencede katledilen Engin Çeber'in davas›n›n görülmesine 18 Haziran günü Bak›rköy 14. A¤›r Ceza Mahkemesi'nde devam edildi. Mahkeme heyeti duruflman›n 6 A¤ustos 2012 tarihine ertelenmesine karar verdi.

Q

Tarsus’ta ÖDP ve Gençlik Muhalefeti üyelerinden oluflan dört kifliye 21 Haziran günü devrimci ‹skender Özkul’u and›¤› için dava aç›ld›. Tarsus Gençlik Muhalefeti ve ÖDP ‹lçe Örgütü 17 Eylül’deki duruflmaya herkesi davet etti.

Q

Hatay Cumhuriyet Savc›l›¤› taraf›ndan, Mahir Çayan ve yoldafllar› ile Samanda¤l› devrimci Mehmet Latifeci'yi anma etkinli¤ine kat›lanlara soruflturma aç›ld›. ‹HD Hatay fiubesi Baflkan› Mithat Can ile Halkevleri, ESP ve TÖP üyelerine aç›lan soruflturma kapsam›nda 9 kifli, ifade vermek için ça¤r›ld›.

Q

23 Haziran’da ESP'ye yönelik operasyonda gözalt›na al›nanlar 26 Haziran’da mahkemeye sevk edildi ve 7 kifliden 5'i tutukland›. 23 Haziran’da Trans Onur Haftas› çerçevesinde ‹stiklal Caddesi'ndeki 'Nefrete inat yaflas›n hayat' yürüyüflü “fiehitler ölmez vatan bölünmez” slogan› ile engellenmeye çal›fl›ld›.

Q Q

ETHA ve At›l›m Gazetesi'nin ‹stanbul Aksaray'da bulunan binas› 26 Haziran sabah 10.00'da polisler taraf›ndan bas›ld›. Bask›n›n ‹stanbul 9. A¤›r Ceza Mahkemesi karar›yla "MLKP örgütünün yay›n organlar›" oldu¤u gerekçesiyle yap›ld›¤› ö¤renildi.

Komflunun tavu¤u kaz de¤il! er türlü iyi niyet, iyi komşuluk prensiplerine aykırı olan bu saldırgan eylemin uluslararası hukukun açık ve vahim bir ihlalini teşkil ettiği…” Bu tanım Suriye Dışişleri Bakanı’na ait değil, Türk savaş uçağının düşürülmesi sonrasında bizzat AKP’nin Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun sarfettiği sözler. Oysa Suriye Dışişleri Bakanı da , AKP hükümetinin yaklaşık 16 aydır sürdürdüğü Suriye politikasına ilişkin bu tanımı rahatlıkla kullanabilirdi. Yaklaşık 18 ay öncesine kadar Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat ile can ciğer kuzu sarması olan Tayyip Erdoğan hükümeti (vizelerin kaldırılması, ortak bakanlar kurulu toplantısı, aile ziyaretleri), ne olduysa (!) birdenbire Esat’a düşman oldu. Olan şey belli idi aslında, AKP hükümeti, Mısır, Tunus ve Libya’da geç kaldıkları için kayıp yaşadıkları düşüncesiyle bu kez elini çabuk tutmak istedi. Ve hızla ABD’nin Suriye politikalarının doğrudan taşeronu olmanın kendileri için büyük maddi çıkarlar sağlayacağı hesabı yaptı. (ABD’nin Suriye tezgahının kuşkusuz en önemli nedeni İran, çünkü Suriye’nin düşürülmesi, Lübnan Hizbullah’ının saf dışı edilmesi anlamına geldiği gibi İran’ın bölgedeki en önemli müttefikinin de ortadan kaldırılmasına yol açacak. Bununla birlikte Rusya da Ortadoğu’da önemli bir darbe alacak. 2008’de Rusya ve Suriye, Suriye’nin Tartus Limanı’nda Rusya’nın askeri bir deniz üssü açması konusunda anlaşmıştı. Ve 2010’da bu deniz üssü –ki Rusya’nın kendi toprakları dışındaki tek askeri deniz üssü- faaliyete geçti. Bunun karşılığında da Suriye gelişmiş hava savunma sistemleri aldı.) O günden beri de Suriye üzerine oynanan bütün kirli oyunların aktörü olmaya başladılar. Ortada sığınmacı yokken sığınmacı kampı kurup sığınmacı bulmaya kalktılar. BM’ye göre sınırdan 50 km içerde olması gereken kampı sınırın bitişiğine kurdular. Her türden sözde muhaliften medet umdular; onları beş yıldızlı

“H

otellerde ağırladılar; ne için kullanılacağını önemsemeden silah sevkiyatına giriştiler vs. vs. En son bir Suudi Bakanın açıklamalarından öğrenildi ki Esat karşıtı ordunun oluşturulması için maaşlı askerler tutulmaya başlanmış, bu askerlerin maaşlarını Suudi Arabistan ve Katar verecekmiş, Türkiye ise eğitimi ve silahları sağlayacakmış. Bu haberin gazetelere düştüğü günlerde bir başka haber daha yer aldı basında. Turgut Özal’ın Suudi Kralına 28 yıl önce sattığı Boğaz’daki Sevda Tepesine İstanbul Büyükşehir Belediyesi (mağduriyetin giderilmesi amacıyla) imar izni verdi. Şehircilik Bakanı Bayraktar, imar iznine karşılık Suudilerden 10 milyar dolar hibe alındığını açıklıyordu. Ancak bu paranın resmi olarak nereye ödendiği bir türlü açıklanmadı. Ve en sonunda (şimdilik) bir savaş uçağının Suriye’ye gönderilmesi ve Suriye’nin de bu uçağı düşürmesi olayı yaşandı. Savaş uçağının gönderilmesine ilişkin gerçek ve mantıklı nedenler açıklanamadı. AKP hükümeti tüm bunları yaparken Tayyip sürekli Esat rejiminin despotluğundan dem vurup gerçek amaçlarının Suriye halkına özgürlük ve demokrasi sağlamak olduğunu söylüyor. Buna kendisinin bile inanmadığını, bunun koca bir yalan olduğunu söylemeye bile gerek yok. Bu işe birlikte giriştikleri partnerleri Suudi Arabistan ve Katar, en az Esat rejimi kadar insan hakları, demokrasi ve özgürlük düşmanı oldukları tescillenmiş ülkeler. ABD’nin de bir numaralı tescilli insan hakları, demokrasi ve özgürlük düşmanı olduğu zaten aşikar. Sonuç 1: Tayyip yalan söylüyor. AKP’nin gerçek amacı ABD taşeronluğu yaparak kendi iktidarını devam ettirmek ve kendisine ve yandaşlarına daha çok maddi çıkar sağlayacağı pazarlar edinmektir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bilindiği gibi AKP’nin akademisyen kadrolarından. Vizyon sahibi değil ama misyon sahibi. Dışişlerinde saha görevi yapmayan, hatta Batı’da hiç çalışmamış, Malezya Üniversitesi’nde

kariyer unvanı almış biri. (Aslında AKP için yaptığı en iyi şey Abdullah Gül’e rektör ve YÖK üyesi atamalarında akıl vermek. Son iki YÖK başkanını da o önermiş Gül’e.) Dışişleri Bakanı olduktan sonra hiçbir başarısı yok Davutoğlu’nun. Ne Ermenistan, ne Kıbrıs ne de Yunanistan konularında bir ilerleme (!) sağlayabildi. Avrupa zaten ona bağlı değil, Egemen Bağış gibi bir vince bağlı. (Bağış’ın yaptığı esprilerden biri; “geçenlerde bir kamyon kullandım, Leonardo da Vinci”) “Komşularla sıfır sorun”, “komşularla çok sorun oldu”. (Böyle bir adamla savaş nasıl yönetilir, o da AKP’nin ayrı bir sorunudur!?) Tayyip’in Menderes’ten ve Özal’dan devralıp Osmanlı sosuna buladığı dış politika çizgisi tarihsel ucubeliğini devam ettirmektedir. Birkaç örnek: Menderes hükümeti, 1955’te Ürdün hükümetine, Bağdat Paktı’na katılmaması halinde (hiçbir zaman katılmadı) Ürdün’e karşı İsrail’in yanında savaşabileceğini deklere etti. Yine 1955’te Menderes hükümeti, Birleşmiş Milletler’de yapılan oylamada Cezayir’in bağımsızlığına karşı oy kullandı. Yani Cezayir’in Fransa’ya karşı yaptığı ulusal kurtuluş savaşını tanımadı. Yine Menderes hükümeti, 1957’de solcuların Şam’da iktidarı ele geçirme belirtileri ortaya çıkınca, tek taraflı olarak Suriye’yi işgal etmekle tehdit etti. 1958’de devrilen monarşinin Irak’ta yeniden ayağa kaldırılması için Batı’ya askeri müdahale çağrısı yaptı. Kore’ye Amerikan çıkarları için asker gönderdiğini eklemeye gerek var mı ya da Özal’ın körfez savaşı için canhıraş çalıştığını, “bir koyup üç almak için” yırtındığını hatırlamayan çıkar mı? Sonuç 2: AKP’nin devraldığı dışişleri misyonu klasik sağcı iktidarların emperyalizm taşeronluğu misyonudur. Ve bu ülkenin halklarının çıkarına hizmet etmemektedir. Derhal bu dış politika ucubelerine bir son verilmeli. Uçağın düşürülmesinden sonra AKP hükümetinin biçare kaldığına tanık olduk, uzunca bir süre açıklama bile yapamadılar, olayı nasıl

değerlendireceklerine bile karar veremediler. En sonunda NATO’ya başvuru yapmaya karar verdiler; ancak 4. madde kapsamında, 5. madde değil. (4. madde: üye ülkelerden herhangi birinin toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı ya da güvenliğinin tehdit edildiği görüşüne sahip olması halinde tüm üyelerin birlikte istişare yapması. 5.madde: üye ülkelerden herhangi birine yapılan saldırının üye ülkelerin tamamına yapılmış sayılacağı). Buradan anlaşıldı ki AKP hükümeti bu durumu, NATO’ya bir saldırı olarak değerlendirmiyor, sadece üye ülkelerle istişare yapmak istiyor. Tayyip, karşılıklı konuşmayı çok sever ya. Her neyse, istişare düzeyinde de olsa olayın taraflarından birinin NATO olduğu anlaşıldı. Olayın bir başka tarafı Rusya elbette. Bu tarafgirlik, sadece Suriye’nin hava savunma sistemlerinden sorumlu olan ülke anlamında değil elbette, Suriye ile askeri ve ekonomik ticaret bağlantıları olan ülke anlamında. Ve Çin ile birlikte BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye’ye karşı yaptırımlara karşı oy kullanan taraf anlamında. Rus Dışişleri Bakanı “uçağın düşürülmesi provokasyon ya da planlı bir eylem olarak görülmemeli” derken, Rus ajansları asıl provokasyon kaynağını NATO olduğunu ima ettiler; “NATO Suriye’nin hava koruma sistemlerini denedi”. (Bu arada özel anlam yüklemek isteyenler için bir veri: Putin, olaydan bir gün sonra İsrail, Filistin ve Ürdün’ü kapsayan bir Ortadoğu gezisine başladı.) İran ise daha doğrudan bir tanım kullandı, Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Sözcüsü; “bu olay Türkiye tarafından çıkarılan bir komplodur” dedi. Ve “Türkiye bu eylemle NATO’nun ayağını Suriye’ye çekmek için bir atmosfer yaratma çabasında” diye ekledi. Bu olayın diğer aktörleri olarak Çin’i, İsrail’i, Kıbrıs’ı, Lübnan’ı, Ürdün’ü ve elbette doğrudan ABD’yi da eklemek gerek. Sonuç 3: Bu “sorun” sadece Türkiye ile Suriye arasında ilerlemeyecektir. Çok bileşenli ve karmaşıktır. AKP hükümetinin bir

stratejisi, bu stratejiyi uygulayacak argümanları ve sürdürecek aklı (ehliyeti) yoktur. Bölge hükümetleri ilişkilerinde sonu öngörülemeyen, bölge halkları içinse sonu mutlaka büyük kayıplara neden olacak bir maceraya atılmış durumdadır. Söz konusu olan Beşar Esat’ın zulmü olsa bile bu yöntemle bu zulüm giderilemez, zulüm yayılır. Tayyip Erdoğan’ın bölge halklarının geleceğini yok etme pervasızlığı derhal engellenmelidir. *** Haziran ayı AKP için karmaşa ve saçmalamalarla geçti. Bir bakanın dediğini, bir başkası yalanladı. Manipülasyon, dezenformasyon yapacağım derken, bunu yapmayı amaçlayanlar bile ne yapmaya çalıştığını bilemedi. Kürtaj ve sezaryenle girdi gündeme, Fethullah’a yaranmakta sınır tanımadı. Özel Yetkili Mahkemeleri yeniden düzenleyecek yasa çıkartacağız blöfü yemedi, Fethullah, daveti “sana güvenmiyorum” anlamında reddetti. Kürtaj yasası da kadınların direnişi sayesinde kursağında kalacak. Haziran ayında sonlandırmayı düşündükleri yeni anayasa hazırlıkları da kadük oldu. 1 Temmuz’da kapanacak Meclis, AKP’nin dişine dokunur birkaç yasayı çıkarabildi: “İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası” ile “ticaret kanunu”nu. (Bu arada öğretmenlerin tatilinin çok uzun olduğundan şikayet edenler, milletvekillerinin ve futbolcuların tatilinden hiç şikayet etmezler.) “İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası” ile yeni bir özelleştirme alanının açıldığı ve bir kamusal hakkın daha gasp edileceğini belirtmekte yarar var. Çünkü bu yasayla birlikte yönetmeliklerle düzenlenen bir dizi uygulama temel olarak hiçbir yenilik getirmemekte; “iş sağlığı” ve “iş güvenliği” bir hak olmaktan çıkartılıp hizmet tanımı içine sokulmaktadır. Bu durumun zararlarına karşı yeni bir mücadele konusu mutlaka başlayacaktır. Bir dizi ezberini yerine getiremeyen AKP, bir konudaki ezberini ise neredeyse otomatiğe bağladı. O da

Kürt halkının mücadelesi karşısında elinde kalan kendince “işlevli” tek bir aracı; KCK adı altında rehin alma operasyonlarını sürdürmek. Bir taraftan ortalığa “PKK silah bırakacak” kandırmacısını yaymaya çalışıp, diğer taraftan elindeki kozların sayısını arttırmaya çalışıyor. Cezaevlerine doldurduğu Kürt muhalif unsurlarının sayısını son KESK operasyonu daha da arttırırken, demokratik Kürt muhalefetini etkisizleştireceği hesabı yapmakta. "KCK Türkiye Meclisi/Demokratik Emek Platformu üyeliği" ve "Demokratik Kadın Meclisi üyeliği" iddiasıyla 71 KESK yönetici ve üyesi gözaltına alındı. Abdullah Öcalan’ı Kürt hareketinden uzun süreli yalıtmak ise aklınca en önemli pazarlık kozu. Bu duruma Kürt siyasal hareketinin verdiği yanıt ise, kontrollü olarak, savaşı, daha etkin ve yaygın hale getirmek. Kürt Hareketi bu “sınav”dan ‘93’te ve ‘99’da zaten geçmişti. Anlaşıldığı kadarıyla benzer yöntemleri AKP kadroları bir kez de kendileri denemek istiyor. Bu deneyden halklar zararlı çıkarken, AKP de yenilmiş olarak çıkacak. KESK’e polis baskını ilk kez olmuyor ve son kez de olmayacağa benziyor. Kirli savaş yıllarında bile kamu sendikaları ve KESK basılamamıştı. Sendika üyelerini ve emektarlarını faili meçhul yöntemlerle katlediyor; ancak sendika basmaya cesaret edemiyorlardı. KESK, büyük mücadele ve direniş birikimleri yaratarak, Türkiye’de “memur”u sendikalı kamu emekçisine dönüştürerek özneleştiren onurlu bir geleneğin sürdürücüsüdür. KESK sendikalarının ve genel merkezin basılması, üyelerinin ve genel başkanının gözaltına alınması kabul edilemez. Hedefi sindirmek, baskı altına almak olan faşist operasyonları boşa çıkarmanın yolunun, geri çekilmekten değil, meydan okumaktan geçtiği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bu onurlu mücadele geleneği, kendisine yönelen saldırılara militan, kitlesel direnişlerle yanıt verecektir; terörle mücadele şubelerinin ve özel mahkemelerin önlerine yığılan binlerce kişi onuruna sahip çıkacaktır.


4

GÜNDEM 28 Haziran 2012 / 11 Temmuz 2012

Halk›n Sesi

Birlik iyidir ama direnmek daha iyidir Halkevleri’nin 22. Genel Kurulu’na “birlik” çağrıları damgasını vurdu. Birlik çağrılarından bir kısmı “birleşme”yi öngörürken, tamamı, “birlikte hareket etme”nin önemini dile getiriyordu. Bugün solda gelişen “birlikte hareket etme” arayışlarında, AKP’nin ırkçı-yobaz iktidarına karşı “direnme” ihtiyacı belirleyici unsur. Birlik arayışlarını “hareketin birleştirici baskısı”ndan çok, “düşmanın birleştirici baskısı” harekete geçiriyor. AKP, hem siyasi, hem ideolojik, hem de toplumsal düzlemde güçlü bir “iktidar tekeli” yarattı. AKP, ABD’nin tam desteğini alarak orduyu ve yargıyı denetimi altına almayı ve MHP’nin “çekirdeği” dışında, “sağın birliği”ni kendisinde gerçekleştirmeyi başardı. Bu nedenle AKP’nin oy oranının uzun yıllar yüzde 50’lerin altına düşmeyeceği ve oluşturduğu iktidar blokunun da çok “dayanıklı” olacağı duygusu güçlü ve yaygın. AKP, “devlet sopası” ve “tarikat bütçesi” ile güçlü bir medya tekeli oluşturdu. Kumandanın ucundaki binlerce kanal arasında, onlarca gazete ve derginin sergilendiği gazete standlarında AKP iktidarının hizasına geçmemiş kanal, gazete, dergi bulabilmek; bu yayınların ekranlarında, sayfalarında AKP’ye biat etmemiş gazeteci, haberci, yazar, analist bulaFerda bilmek çok zor. (Bu bahse Koç elbette “AKP YÖK’ü”nün şekillendirdiği üniversiteleri de ekleferdakoc@ memiz gerek.) hotmail.com Toplumsal alanda AKP’li belediyeler, Deniz Feneri, tarikatler, “cemaatler”, yandaş sendikalar vb. ile oluşturulan, dilencileştirici, kullaştırıcı ilişkiler ile bütünleştirilmiş muazzam bir tüketim kültürü ve genelleştirilmiş güvencesizlik, AKP’nin toplumsal egemenliğinin de “sarsılması” kolay olmayan bir temeli olduğunu düşündürüyor. AKP, bu güçlü iktidar tekeli karşısında “direnilemeyeceği”, bu ırkçı-yobaz saldırganlığın durdurulamayacağı, Türkiye’nin gerici bir vasatın yönetimine kalıcı olarak geçmiş olduğu duygusunu yaratmaya özel bir önem veriyor. Bu nedenle AKP’ye karşı “direnilebileceğinin” görülmesi ve gösterilmesi özel bir anlam taşıyor. Halkevleri’ne yönelen teveccühün arkasında da, Halkevleri’nin AKP’ye karşı bir halk direnişi odağı olmayı başarmış olmasının önemli bir payı olmalı. Halkevleri direnerek ve ayakta kalarak, Türkiye solunun bütün kesimlerinin “sevgisini” kazanıyor. Halkevleri’nin yürüttüğü “hak mücadeleleri” AKP’nin teo-liberal iktidarına karşı “ilerici halk muhalefeti”nin kurucu bir unsurunu oluşturuyor; bu bir gerçek. Ama bu direnişlerin AKP’nin iktidar tekeline karşı genel bir direnişe dönüşmesinin doğrusal bir çizgi izleyemeyeceği de bir başka gerçek. Halk direnişlerinin AKP iktidarının sihrini bozabilmesi için onun “iktidar tekeli”nin “toplumsal alan” dışındaki unsurlarına da, yani ideolojik ve politik alana da yayılması gerekiyor. Bu bakımdan durum göründüğü kadar da kötü olmamalı. Çünkü, AKP’nin çok yönlü iktidar tekelinin, güçlü bir “dışlayıcılığı” var. AKP, Kürt düşmanlığı, Alevi düşmanlığı gibi gericiliğin bildik “öteki”leri ile yetinmiyor. Kadın düşmanlığı, dindar (aslında mutaassıp) olmayana düşmanlık, bireysel bağımsızlık ve özgürlük düşmanlığı, “muhalif gazeteci-aydın düşmanlığı” ile çok geniş toplumsal grupları dışlıyor ve bunların tamamında direniş arzuları ve eğilimleri yaratıyor. Alttan alta kaynayan bu direniş eğilimlerini görmek ve bu eğilimlerden yeni halk direnişi cepheleri türetebilmemiz gerekiyor. AKP’nin ideolojik ve enformatif tekeline karşı halk direnişinin mecralarını oluşturmak, güçlendirmek ve ayakta tutmak; AKP’nin Amerikancı, teo-liberal, ırkçı-yobaz faşizmine karşı, onurlu, halkçı ve demokratik bir siyasi direniş hareketini geliştirmek ve AKP’nin siyasi alternatifini bu direniş cephelerinin, pratiklerinin, mecralarının içinde şekillendirmek “soyut ve boş bir hayal” değil bugün. Genel Kurul’da “tepki yetmez” ya da “direnmek yetmez” diyen arkadaşlarımız elbette haklılardı. Ama daha direnişi olgunlaştırmadan, ulaşması gereken bütün temel alanlara ulaştırmadan direnişin “yetmezliklerinden” söz etmenin de yerinde ve zamanında bir “müdahale” olmadığını görmeliyiz. Bizim şu an sürekli altını çizmemiz gereken şey bence şudur: Direnmek iyidir; ne kadar genişletebilirsek, ne kadar çok alanda AKP’nin iktidar tekelini kırarsak ve ne kadar ayakta kalırsak o kadar iyidir. “Birlikte hareket” de, AKP’nin teo-liberal iktidarına karşı halk direnişini genişletmek, yaygınlaştırmak, bu direnişe AKP iktidanının nufuz edemeyeceği bir temel kazandırmak ve AKP’nin iktidar tekelinin aşılabileceğini göstermek için “birlikte kafa yormaya”, “birlikte emek vermeye” odaklandığı zaman, sol güçler arasındaki “sevgiyi” de büyütecek bir pratik olarak yaşanabilir.

2 Temmuz’da Silivri’deyiz 194 kiflinin yarg›lanaca¤› KCK davas› 2 Temmuz'da Silivri Cezaevi’nde görülecek. BDP o gün Silivri’de olacak. ‹ddianamenin 'hukuk garibesi' niteli¤inde oldu¤u belirten BDP ‹stanbul ‹l Eflbaflkan› Asiye Kolçak, "Dava siyasidir. Bu davada Kürt halk›n›n demokratik haklar› yarg›lanmaktad›r. Arkadafllar›m›z, yarg›land›klar› davan›n davac›lar› olacaklard›r" dedi. Eyleme Halkevleri’nin de aralar›nda blundu¤u Milyonlar Adalet ‹stiyor bileflenleri de kat›lacak.

Yeni savaş konseptinin iflası Kürt savaşının sinir merkezinde (Dağlıca) PKK’nin artan silahlı eylemleri, AKP’nin yeni savaş konseptini yıpratmayı hedefliyor. Askeri konsepti iflas eden AKP, baskıyı Kürt siyasal hareketinin kitlesel kanallarına ve emek hareketine kaydırıyor

S

on bir haftadır Dağlıca (Oramar-Şitazin) ekseninde PKK’yle ordu ve polis güçleri arasında çatışmalar tırmanıyor. Hatta çatışmaların süreklilik kazandığı bile söylenebilir.

PKK DA⁄LICA’YI Y‹NE VURDU 19 Haziran’da Dağlıca’da Yeşiltaş Karakolu'na yönelik PKK saldırısında 8 asker öldü, 15 asker yaralandı. Saldırı, Derecik İç Güvenlik Tabur Komutanlığı´na bağlı sınırın sıfır noktasındaki üs bölgelerinde gerçekleşti. Dağlıca'ya son saldırı iki yıl önce gerçekleşmişti. 7 Mayıs 2010'daki PKK saldırısında 2 asker ölmüştü. 21 Ekim 2007’de ise yine Dağlıca’da PKK saldırısıyla 12 asker ölmüş, 16 asker yaralanmış, 8 asker de kaçırılmıştı. SINIRIN ‘SIFIR NOKTASI’ SAVAfiIN S‹N‹R NOKTASI Dağlıca ekseninde PKK’nin defalarca aynı hedefleri vurması, AKP’nin yeni savaş konseptine yönelik kuşkuları artırıryor. Buna karşılık resmi iktidar söyleminde hep aynı bahaneler ileri sürülüyor: “Saldırganlar sınırötesinden gelip vurup geri kaçıyorlar.” İktidarın en vurucu medya organları bile artık bu bahaneleri inandırıcı kılmakta zorlanıyor. Zira çatışmalar son birkaç gündür sınıra doğru değil, içeri doğru genişliyor. SALDIRILAR ‹ÇER‹ DO⁄RU GEN‹fiL‹YOR Derik İlçesi'nde polis

aracına yönelik önceki gün gerçekleştirilen PKK eyleminde 4 özel harekât polisinin öldürüldüğü bildirildi. Yine Erzurum’un Karayazı İlçesi'nde 23 Haziran günü PKK tarafından gerçekleşen eylemde ölen 6 kişinin de asker değil, özel hareket polisi olduğu açıklandı. Ayrıca, Bitlis-Norşin-Tatvan, Çukurca, Dersim-OvacıkHozat, Uludere, Hakkari, Şırnak ve son olarak Trabzon Düzköy’de saldırılar gerçekleştirildi…

HEDEF AKP’N‹N YEN‹ SAVAfi KONSEPT‹ PKK’nin tırmadırdığı “silahlı propaganda”nın hedefinde AKP’nin yeni savaş konsepti var. Yeni konseptin merkezinde askeri operasyonlarla siyasi operasyonlar bulunuyor. Bir yandan, yüksek teknolojiyle donatılmış silahlarla PKK’yi askeri olarak etkisizleştirirken; öte yandan, KCK operasyonlarıyla da Kürt hareketinin siyasal-toplumsal kanallarının tıkanması hedefleniyor. Medya üzerinden psikolojik savaşla toplumun yönlendirilmesi ve uluslararası destek yine bu konseptin önemli bütünleyici unsurları arasında yer alıyor. Son Dağlıca saldırısı ve saldırıların süreklilik kazanması, yüksek teknolojili silahların, paralı özel-profesyonel ordunun ve çatışmalara yeni yeni sokulan polis özel harekâtının başarısızlığını gösteriyor. Üstelik saldırıların içeriye doğru genişlemesi saldırganların sınırötesinden “vurkaç” yaptığı iddiasını yalanlıyor.

KESK susturulamaz! AKP iktidar›n›n, Kürt hareketine ve toplumsal muhalefete ortak sald›r›s›n›n merkezinde yer alan KESK’in savunulmas›, toplumsal muhalefetin geliflimi için bir dönüm noktas›n› oluflturuyor

Ö

zel Yetkili Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın emriyle 20 ilde KESK’e operasyon düzenlendi. İstanbul, Ankara, Aydın, Adana, Ağrı, Bitlis, Sakarya, Hakkâri, Malatya, Mardin, Şanlıurfa, Van, Siirt, Eskişehir, İzmir, Adıyaman, Mersin ve Diyarbakır’da sendika şubeleriyle kimi evlere baskın yapıldı. KESK Genel Merkezi, Eğitim-Sen, SES, BES, ESM, Tüm Bel-Sen, Haber-Sen ve Tarım Orkam-Sen’de arama yapan polis KESK Genel Başkanı Lami Özgen dahil 57 sendikacıyı gözaltına aldı, bilgisayarlara ve bazı dokümanlara el koydu.

KAMU EMEKÇ‹LER‹ SOKAKTA Operasyonları emek hareketine ve Kürt hareketine ortak saldırı olarak değerlendiren ilerici toplumsal muhalefet örgütleri sokaklara dökülerek tepki gösterdi. Operasyonlardan AKP iktidarını sorumlu tutan emek ve demokrasi güçleri direniş, mücadele ve

dayanışma çağrısı yaptı. İstanbul, Yalova, Ankara, İzmir, Diyarbakır, Antalya, Adana, Trabzon, Çaycuma ve Hopa’da yürüyüş ve basın açıklamalarıyla saldırılar protesto edildi.

ÜLKEM‹Z‹N KARANLI⁄A GÖMÜLMES‹NE EMEKÇ‹LER ASLA ‹Z‹N VERMEYECEK! KESK Genel Sekreteri İsmail Hakkı Tombul, operasyonları son aylarda KESK’nin direngen ve hareketli muhalefet tarzına bağladı: “Bu gözaltıların nedeni 21 Aralık grevi, 28 Mart'ta ‘4+4+4’ yasasına gösterilen direniş ile toplu sözleşme sürecinde gerçekleştirilen 23 Mayıs grevidir, yani emek ve demokrasi mücadelesinin öznesi haline gelen KESK ve bağlı sendikaların yürüttüğü mücadeleyi sınırlama çabasıdır. DİSK ve Türk İş içindeki Sendikal Güçbirliği Platformu operasyonlara tepki göstererek KESK’e sahip çıktılar. KEND‹NE ‘DEMOKRATIM’ D‹YEN HERKES BUGÜN

Demokrasiye farklı (!) bakışlar

F

ethullah Gülen’in Onursal Başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın (GYV) düzenlediği Abant Platformu’ndan hükümete salvolar geldi. Platformun 27’nci kez düzenlenen toplantısında hükümetin otoriter– totaliter eğilimleri hedef alınırken, Gülen cemaatinin kadrolaştığı polisin ve yargının antidemokratik uygulamaları söz konusu edilmedi. “Türkiye üzerine farklı bakışlar” başlıklı toplantıda Türkiye'de yaşayan yabancı bilim insanları, gazeteciler ve diplomatlar konuşmacıydı. Boston Üniversitesi'nden Jenny White, "Türkiye'de demokrasi, seçilen partinin kendi politik görüşlerini empoze etmesine izin verilmesi gibi algılanıyor" eleştirisinde

bulunurken Şehir Üniversitesi'nden William Knapp “Yüksek oy alan istediğini yapabileceğini düşünüyor” dedi. Today's Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş ise “Demokrasi anayasa ile güvence altına alınmadıkça demokratik yollardan gelenler demokratik yollarla gitmek istemiyor” diyerek bu söylemleri Gülen Hareketi olarak sahiplendi. Abant Platformu’nda bolca “demokrasi” nutuğu atılırken Özel Yetkili Mahkemeler, Terörle Mücadele Yasası, polis şiddeti, cezaevi uygulamaları, keyfi ve uzun yargılama süreleri tartışılmadı.

NED‹R BU ABANT PLATFORMU? Abant Platformu toplantıları ve örgütleyicisi GYV Gülen Hareketi’nin ekonomik ve

bürokratik gücünü tamamlayan bir ideolojik merkez olarak tasarlanmıştı. İlk defa 1998 yılında “Laiklik ve İslam” başlığıyla Abant Milli Parkı’nda düzenlendiği için adı Abant Platformu olarak kalmıştı ancak daha sonra Türkiye’nin farklı yerlerinde, hatta Irak Kürdistanı’nda ve ABD’de toplandı. Toplantıları örgütleyen GYV ise 1990’lı yıllarda Gülen Hareketi’nin daha “görünmezliğine son verme” politikasının parçası olarak kurulmuştu. Gülen böylece entelektüel camiada boy göstermeye başlamıştı. “Farklı görüşlerden” aydınlar adı altında sivil toplumcu-liberal entelektüel havuzunun sağ ve solundan isimler buluşturuldu. Abant Platformu’na katılan isimler de kendi adlarına önemli “yükselme” olanakları elde ettiler.

AKP fena dağıttı İ

ktidardaki en güçlü zamanlarını yaşayan AKP yalnızca Gülen Hareketi ile değil kendi asli kadroları arasında da sıkıntılar yaşıyor. Bir AKP’linin dediğini diğer tekzip ediyor, kimi zaman iç tartışmalar kirli çamaşırları ortaya çıkarıyor. Uludere katliamı tartışmasında Hüseyin Çelik’le İdris Naim Şahin, birbirine ters düşen açıklamaların ardından bu tarz olaylar Haziran ayında sıklaşmaya başladı. AKP Grup Başkan Vekili Nurettin Canikli’nin kürtajla ilgili düzenlemenin gündemden kalktığını belirtmesinden saatler sonra Sağlık Bakanı Recep Akdağ kürtajla ilgili bilim kurulu raporunun 27 Haziran

Pazartesi günü Bakanlar Kurulu’na geleceğini açıkladı. Erdoğan’ın ortaya attığı Çamlıca’ya cami meselesi için Ertuğrul Günay “böyle bir çalışmadan haberim yok” demiş, kimi mütedeyyin çevrelerin insansız mekana cami yaptırmayı eleştiren yorumlarına dikkat çekmişti. Daha sonra Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 8 Haziran’da bir proje çizdiği açığa çıktı. Yine Haziran ayında Özel Yetkili Mahkemeler’deki değişikliklerle ilgili her kafadan bir ses çıktı, işin içinden çıkamayan Başbakan Yardımcısı Arınç, Erdoğan’ın bu mahkemeleri eleştiren sözleri için “Kendi şahsi fikridir”

demek zorunda kaldı. En sert ve kirli çamaşırları ortaya dökebilecek kavga ise eğitimde cereyan ediyor. Kriz, bakanlık müşavirinin Kamudan Haber internet sitesinde yayımlanan “Ömer Dinçer’i anlamak” başlıklı yazıyı milletvekilleri ile paylaşması üzerine patlak verdi. Eğitimde 10 yıldır birinin yaptığını diğeri bozan AKP’li eski ve yeni bakanların kavgası satır arasına

gizlenmiş suçlamalarla doluydu. Dinçer cephesinden gelen “beceriksiz”, “tükürdüğünü yalayan” sözlerine yanıt veren Nimet Baş oldukça sertti. Baş Dinçer’e içerisinde “ihalecilik”, “paracılık” göndermeleri geçen bir yazıyla yanıt verdi. Hüseyin Çelik’in de dahil olduğu ve Dinçer’in özrünün eski iki bakanca yeterli bulunmadığı tartışma Erdoğan’ın müdahalesini bekliyor.

KESK’L‹ OLMALI BDP Eşgenel Başkanı Gültan Kışanak, operasyonları, Kürt hareketiyle emek hareketine ortak saldırı perspektifiyle değerlendirerek tepki gösterdi: “AKP hükümeti Kürtlere karşı ırkçı ve ayrımcı bir operasyon sürdürüyor. KESK, hükümetin baskıcı, neoliberal politikalarına karşı en aktif mücadele veren sendikadır. Güvenceli iş istemek, esnek çalışmaya karşı durmak, KCK operasyonlarına karşı çıkmak KCK’lilik ise o zaman KCK’li olalım. KESK bu ülkedeki en güçlü muhalefet odağı olduğu için, emeğin hakkını temsil ettiği için, yoksulluğa karşı mücadele ettiği için, barışa duyarlı olduğu için susturulmak isteniyor. KESK savaşa değil eğitime ve sağlığa bütçe ayırın dediği için, kardeşliğe inandığı için susturulmak isteniyor. Buna izin veremeyeceğiz. Kendine ‘demokratım’ diyen herkes bugün KESK’li olmalı. Kürtlerin, Türklerin, Lazların herkesin KESK’i dağıtmaya, işlevsiz bırakmaya dönük bu operasyon karşısında durması gerek.”

Stratejik, trajik, komik Suriye’nin Akdeniz’de bir Türk jetini vurarak düşürmesi karşısında AKP’nin düştüğü durum, Karl Marx’ın meşhur sözünü anımsatıyor: “Bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. (..) ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak.” Evvela “strateji” vardı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en iddialı dışişleri bakanlarından Ahmet Davutoğlu, “Stratejik Derinlik” adlı meşhur kitabında, dünyada güç dengelerini sarsan krizli duruma dikkat çekerek burada stratejinin önem kazanacağını savunuyor, kendine biçilen rollere yetinmeden mevcut egemenlik ilişkileri içinde daha ileri inisiyatifler almak gerektiğinden söz ediyordu. “Aktif taşeronluk” dediğimiz dış politika çizgisi de bu fikri temel üzerine kuruldu. Gerçekte güç değilken, güç imiş gibi yapılacaktı. Davos’taki İsrail karşıtı çıkışıyla dikkatleri üzerine çeken Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’sinden Gazze’ye yardım taşıyan Mavi Marmara gemisi 31 Mayıs 2010’da İsrail tarafından basılıp 9 Türkiye yurttaşı katledildiğinde, gün AKP iktidarının kendini ispatlama günüydü. Davutoğlu, “Kimse Türkiye’nin caydırıcılığını ve kararlılığını test etmeye kalkmasın” dedi, Erdoğan “dostluğumuz iyidir, gazabımız fenadır” dedi, AKP sözcüleri “saldırı karşılıksız kalmayacak” dedi. Ve İsrail’e karşı hiçbir somut yaptırım uygulanmadı. Bu trajikti. Şimdi de daha birkaç ay öncesine kadar bütün seçeneklerin masada olduğunu söyleyen, alenen Esad’ı devirmek için çalışan AKP iktidarı, Suriye’nin Türk jetini düşürmesi karşısında Mavi Marmara saldırısının ardından ne dediyse aynısını söylüyor ve hiçbir şey yapmıyor. Hatta AKP’nin as kadrosundan Ömer Çelik, almış Fatih Altaylı’yı karşısına, hiçbir şey yapmayışlarının ne kadar dehşetli olduğundan, Suriye’nin korkması gerektiğinden söz ediyor. Bu da ister istemez komik oluyor.


5

DÜNYA 28 Haziran 2012 / 11 Temmuz 2012

Halk›n Sesi

ORTADO⁄U’DA DÜNYA SAVAfiINA VAR MISINIZ?

7 Suriye’de dehşet dengesi S

uriye hava sahasını ihlal eden Türk jetinin düşürülmesi karşısında gerek Türkiye gerek diğer NATO bileşenleri askeri bir müdahaleyi gündeme getirmekten kaçındı. Çünkü Suriye’ye askeri müdahalede bulunmak fiilen İran, Lübnan, Rusya ve Çin’e karşı da savaşa girmek demek. Bu da mezhepsel ve etnik fayları harekete geçirecek bir Ortadoğu savaşı ekseninde Dünya Savaşı çıkması anlamına geliyor ki, bu dehşet senaryosu emperyalist savaş heveslilerini frenliyor. Ne var ki Türk jetinin düşürülmesi olayında da görüldüğü gibi AKP iktidarının aktif taşeron dış politikası, Türkiye’yi altından kalkamayacağı böylesi bir dehşet senaryosunun eşiğine getirmiş bulunuyor. HER ŞEY TEST AMAÇLI Türk jetinin Suriye tarafından düşürülmesi karşısında AKP iktidarı iki gün boyunca bir tavır açıklayamazken, AKP’yi Suriye’ye dönük saldırgan bir dış politika izlemeye teşvik eden “dost ve müttefik” ABD de “Türkiye’nin konuşması daha doğru olur” diyerek topu taca attı. AKP iktidarının üç gün sonra Bakanlar Kurulu’ndan çıkan kararı ise Bülent Arınç tarafından “savaşmak niyetinde değiliz” sözleriyle özetlendi. Konu, 26 Haziran’da NATO gündemine taşındı ancak bu da daha önce iddia edildiği gibi ortak bir askeri hamleyi görüşmek üzere değil bilgilendirme amaçlı bir toplantı oldu. Resmi açıklamaya göre jet, “Türk radar sistemini test etmek”

Suriye iç savaşında işbirlikçi muhalefet Körfez ülkeleri tarafından finanse ediliyor. Esad’ın arkasında ise Rusya’nın desteği var için uçarken vuruldu. Böylece bambaşka bir test gerçekleştirmiş oldu. Suriye’nin Rusya tarafından güçlendirilen hava savunma sistemi iyi çalışıyordu. AKP iktidarının Suriye’ye karşı “her türlü seçeneğin masada olduğu” ve gerekirse NATO’yu ortak müdahaleye çağıracağı yönündeki saldırgan söylemleri blöften ibaretti. ABD tarafından Dışişleri, CIA ve medya aracılığıyla Suriye’ye dönük müdahalede ön safa itilen Türkiye için, bir askeri maceraya kalkıştığında

yanında birilerinin olacağına dair bir garanti yoktu. Üstelik Türkiye’nin “caydırıcı gücü ve kararlılığı” 31 Mayıs 2010’da 9 sivil Türkiye yurttaşının öldürüldüğü Mavi Marmara saldırısında da test edilmiş, AKP’nin tüm numarasının esip gürlemekten ibaret olduğu görülmüştü. SURİYE YALNIZ DEĞİL ABD, Batı Avrupa, Körfez ülkeleri ve Türkiye’nin bütün

girişimlerine karşın Suriye yönetimi, gerek ülke içinde gerek uluslararası alanda ciddi bir desteğe sahip. Tüm mezhepçi açıklamaların aksine üst kademede Alevi (Nusayri) kadroların ağırlıkta olduğu yönetim, İslamcı bir iktidar olasılığına karşı Beşar Esad’a destek veren Alevilerin, Hıristiyanların ve Dürzilerin yanı sıra Sünni tabanlı Şam ve Halep burjuvazisinin de desteğine sahip. Bölgede Lübnan ve İran aktif, Ürdün ve Irak da uluslararası

yaptırım kararlarını uygulamayarak pasif bir destek sunuyor. Yani ülkenin Türkiye dışında düşmanca tutum takınan komşusu yok. Uluslararası düzeyde ise Rusya ve Çin, Suriye’ye aktif destek veriyor. Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olan bu iki nükleer güç, izin vermediği için BM’den Suriye’ye yönelik yaptırım ya da müdahale kararı çıkartılamıyor. Üstelik Suriye, Rusya’nın eski SSCB toprakları dışında sahip olduğu tek askeri üs olan Tartus üssünün ev sahibi olarak Rusya’nın aktif korumasına sahip. İsrail savaşı, Lübnan işgali, iç isyanları bastırma gibi askeri deneylerden geçen Suriye ordusunun askeri donanımı, Rusya, Çin ve İran’dan geliyor. Rusya yakın zamanda Türkiye sınırına yakın bölgelere yerleştirilen radar sistemleri ve Tartus’a yönelik asker, silah sevkiyatı ile de Suriye’nin askeri kapasitesini geliştiriyor. Ayrıca önümüzdeki haftalarda Suriye, Çin, İran ve Rusya’nın katılacağı ortak bir tatbikat yapılacak. Yaklaşık olarak 100 bin asker, 400 savaş uçağı ve onlarca savaş gemisinin katılacağı tatbikat Suriye deniz ve hava sahası içinde gerçekleştirilecek. Tüm bunlar Suriye’ye yönelik askeri bir harekat planlayanlara dönük açık bir mesaj niteliği taşıyor: “Savaşırsanız yalnızca Suriye’yle değil aynı zamanda İran, Rusya ve Çin’le de savaşacaksınız”. Lübnan Hizbullah’ı ve belirsizliğini koruyan Filistin direnişi de cabası. Emperyalistleri temkinli davranmaya zorlayan tablo işte bu.

Suriye yalnızca Suriye değildir

iklim 5 kıta

Mısır’da üçlü denge

M

ısır'da Başkanlık seçimlerini Müslüman Kardeşler’in adayı Muhammed Mursi kazandı. Seçime katılım yüzde 51,85’te kalırken, Mursi’nin oy yüzdesi ancak 51,3'e ulaştı. Mübarek’in son başbakanı Ahmet Şefik ise oyların yüzde 48,7’sini aldı. Eski rejim kıl payı kaybetti ama Mübarek’i deviren ayaklanmanın özneleri değil, Mübarek’in İslamcı versiyonu bir yönetim geldi. Mısır’da birbirine yakın kitle gücüne sahip ordu, sokak hareketi ve İslamcılar çatışmalı bir geleceğe işaret ediyor.

İsrail’de dinmeyen öfke

İ

srail’de barınma sorunu başta olmak üzere sosyal hakların gaspına karşı yükselen hareket yeniden sokaklarda. Meydan işgalleri nedeniyle İspanya’dakine benzer biçimde “öfkeliler” adı verilen hareket, ülkenin dört bir yanında eylemler düzenledi. 23 Haziran’da Tel Aviv’deki gösteride hareketin liderlerinden bir kadının da aralarında olduğu 12 kişinin polis tarafından darp edilerek gözaltına alınması üzerine kentte yeniden eylemler düzenlendi. Binlerce kişinin katıldığı çatışmalı eylemlerde de 85 kişi göz altına alındı.

S

uriye yüzyıllar boyu Osmanlı hakimiyetinde kaldıktan sonra I. Dünya Savaşı’nda Fransız mandasına girdi. II. Dünya Savaşı’yla birlikte klasik sömürgecilik sisteminin çözüldüğü ve ABD ve SSCB tarafından başı çekilen iki kutuplu bir dünyanın oluştuğu 1946’da bağımsızlığını kazandı. SSCB desteği, toplumsal temeli zayıf ama bağımsızlık ve kalkınma peşindeki Arap yönetimlerine bir dayanak oluşturuyordu. Bu koşullarda gelişen Arap milliyetçiliği akımı Suriye’yi de etkisi altına aldı ve 1970’ten itibaren ülke (baba) Hafız Esad liderliğindeki Baas Partisi yönetimine girdi. Kadim Suriye’nin doğal birer parçası olan Filistin, Şeria (Ürdün) ve Hatay gibi bölgelerinden tarih içinde koparılan, güneyindeki Golan Tepeleri İsrail tarafından işgal edilen ve büyük bir Filistinli mülteci nüfusuna sahip olan çağdaş Suriye, bölgesel ve uluslararası dengeleri iyi kullanan bir bölge aktörü oldu. Rusya’nın eski SSCB toprakları dışındaki tek askeri üssü olan Suriye’nin Akdeniz sahilindeki Tartus üssü böylesi bir geçmişten bugüne miras kaldı. İsrail ile yaşadığı gerilim içinde Lübnanlı ve Filistinli direniş örgütleriyle ilişki geliştiren Şam yönetimi, yıllarca Hizbullah, Hamas, FHKC gibi örgütlere lojistik destek sağladı. Aynı şekilde Türkiye’yle yaşadığı gerilimin karşılığı olarak yıllarca PKK’ye alan açtı. Bu ilişki 1998’de Türkiye’nin sert çıkışı sonucu imzalanan Adana Anlaşması ile bitecekti. Suriye’nin emperyalizm ile ilişkileri ilkeli bir antiemperyalizm üzerinden ilerlemedi. Hafız Esad yönetimi SSCB’nin çöküşünün ardından ABD tek kutuplu bir dünya sistemi ilan edince yeni dengelere uyum sağlamaya çalıştı. Saddam rejimi ile sorun yaşayan Esad yönetimi, Körfez savaşlarında birincisine (1991) aktif destek verdi. ABD’nin Irak’ı işgal ettiği ikinci Körfez Savaşı’nda alttan alta destek verirken aslında kendisi de hedef tahtasına oturtulan Suriye, bu kez İran-Hizbullah ve Hamas ile birlikte bölgede oluşan ABD karşıtı eksenin bir parçası haline geldi. Bu eksen ABD’nin Ortadoğu’daki hakimiyet planlarına set çektiği için, bu kez emperyalist amaçlarla yeniden “büyük güçler” sahnesine çıkan Rusya ve Çin’in desteğini daha güçlü bir şekilde arkasına aldı. Bu haliyle Suriye; uluslararası alanda ABD ve Batı Avrupa’nın başını çektiği NATO ittifakı ile NATO müdahaleciliği karşısında Rusya ve Çin’in başını çektiği Şanghay İşbirliği Örgütü bileşenlerinin karşı karşıya geliş alanına dönüştü. Bölgesel düzeyde de (tartışmalı bir konumdaki Filistin direnişini hariç tutarsak) İran-Suriye-Hizbullah ekseninin bağlantı kayışı ve zayıf halkası olarak bir tarafın saldırı diğer tarafın kollama siyasetine oturdu. Emperyalist merkezlerin ve Sünni monarşilerine dayalı işbirlikçi Körfez rejimlerinin çatışmayı Sünni-Şii eksenine zorlayan mezhepçi siyaseti, Şii ağırlıklı Irak, Bahreyn, Yemen gibi ülkeleri de denkleme dahil ediyor. İşte Suriye bu denklemler içinde yoluna devam ediyor ve bu denklemler Suriye’de yaşananları kaçınılmaz olarak bölgesel ve uluslararası bir sorun haline getiriyor.

Bolivya’da provokasyon

B

Lübnanlaşma tehlikesi S

uriye’deki toplumsal hareketlenme de ilk başta Tunus ve Mısır gibi, belirgin bir stratejiden ve örgütsel birlikten yoksun iç dinamiklerce başlatılmıştı. Emperyalizmin bu hareketleri kontrol altına alma girişimi, Libya’da güdümlü iç savaş ve ardından gelen dış müdahale şeklinde yeni bir müdahale biçimi üretti. Ancak bu, yerel egemen sınıfların çözülmesi, devletin parçalanması ve işbirlikçi bir iktidar alternatifinin oluşması ile mümkün oldu. Suriye’de ise egemen sınıfların desteğini almayı sürdüren Esad rejimi bütünlüğünü koruyor. Parçalı muhalefet Alevileri, Hıristiyanları, Dürzileri ikna eden bir iktidar alternatifi oluşturabilmiş değil. Muhalefetin, gittikçe mezhepçi

saldırılara ve El Kaide tipi intihar eylemlerine yönelen işbirlikçi unsurları, Katar ve Suudi Arabistan’ın para ve silah aktarımı, Türkiye’nin de lojistik desteği ile iç savaşı derinleştiriyor. Bu da 1975-1992 arasında, rakip dış güçlerce desteklenen farklı mezheplerin kanlı çatışmaları biçiminde Lübnan’da yaşanan iç savaşın bir benzerini gündeme getiriyor. Zaman zaman Lübnan’a sıçrayan mezhep çatışmaları, Irak’ta süren Şii düşmanı saldırıları ve Bahreyn’de Sünni hanedanın Şii ağırlıklı halk hareketi üzerinde süren baskıları, durumun daha da şiddetlenmesi halinde çatışmanın bütün bölgeye yayılması olasılığını da taşıyor.

Suriye’de gelişmeler bir dengeye oturmaz ve rakip uluslararası güçler Suriye üzerindeki çıkar çatışmasına bir son vermezse, açık dış müdahalenin neredeyse olanaksız olduğu koşullarda en yakın seçenek bütün bölgeye yayılan yeni bir Lübnanlaşma süreci olacak. Hatay’ı İslamcı silahlı direnişin askeri üssü, İstanbul’u da işbirlikçi Suriye muhalefeti liderlerinin sığınağı haline getiren, Kürt sorununu çözmek bir yana derinleştirmekten başka bir iş yapmayan AKP’nin teşvik ettiği senaryo bu. Üstelik bu Lübnanlaşma durumu ABD, Batı Avrupa, Rusya ve Çin’e bir zarar vermiyor ama Türkiye dahil bölge ülkeleri için bir başka felaket senaryosu anlamına geliyor.

Paraguay: Ortayol masallarının sonu P

araguay’da köylülerin toprak işgalleri ile başlayan süreç, neoliberalizm ile yoksulların çıkarlarını uzlaştırma iddiasındaki Fernando Lugo’yu iktidarından etti. Paraguay'ın Canindeyu bölgesinde topraksız köylülerin, 1965-1989 arasında rejim yanlılarına dağıtılan tarım arazilerinde başlattığı işgallerin üçüncü haftasında polis saldırısı yaşandı. Köylüleri arazilerden çıkarmak için panzerlerle ve özel tim birimleriyle saldıran polise, köylüler de

direnerek yanıt verdi. Yaşanan çatışma karşılıklı silahların kullanılmasıyla büyüdü. Son 20 yılın en kanlı çatışmasının yaşanması sonucunda 8 polis ve 9 köylü hayatını kaybetti. Onlarca kişi de yaralandı. Köylüler, yönetimi istifaya çağırdı. Bunun üzerine yaşanan parlamento oylamasında sağ partilerin çabalarıyla Lugo iktidardan indirildi. Lugo taraftarları yaşananları bir darbe olarak nitelerken Venezüella, Bolivya, Ekvador ve Nikaragua yeni hükümeti tanımadıklarını ilan etti.

LULA’NIN TAKİPÇİSİYDİ Fernando Lugo, 61 yıllık sağ iktidarın ardından 2008’de Paraguay’ın ilk solcu Devlet Başkanı olmuştu. Lugo’nun idolü “Neoliberalizme insani bir yüz kazandırma” sloganıyla iktidara gelen Brezilya’nın eski lideri Lula da Silva’ydı. Lugo, tarım ağırlıklı ekonomide büyük toprak sahiplerinin hakimiyetine dokunmadan topraksız köylülere toprak vaat ediyordu. Bu çelişki, sonunda Lugo’yu iktidardan etti.

olivya'da maaş zammı talebiyle protesto gösterisi düzenleyen polisler ile Cumhurbaşkanı Evo Morales taraftarları arasında çatışma çıktı. Çoğunluğu sivil giyimli ve yüzleri kar maskeleriyle örtülü olan protestocu polisler, Morales taraftarlarını göz yaşartıcı gaz kullanarak geri püskürttü. Evo Morales, polisin gerçek amacının siyasi olduğunu ve bir darbe için zemin hazırlamaya çalıştıklarını söylüyor. Morales iktidara geldiğinden beri darbe söylentilerinin ardı arkası gelmedi. Köylü sendikaları hareketi içinden yükselen kızılderili kökenli Bolivya lideri, oligarşiyle denge içinde sürdürdüğü yönetimini korumak için taviz vermeye zorlanıyor.

Tüm İspanya meydanlarda

İ

spanya’da emekçiler, muhafazakar hükümetin işçi haklarını tırpanlayan “iş reformu” paketine karşı 58 kentte meydanları doldurdu. İspanya’da hükümetin işçi ve kamu emekçilerinin maaşlarını azaltan, eğitim ve sağlık harcamalarında kesinti yapılmasını öngören ve düşük tazminatlarla işten çıkarmayı kolaylaştıran yasa tekliflerine karşı emekçiler sokaklara döküldü. İşçi Komisyonları Sendikaları Konfederasyonu ve Genel İşçi Birliği tarafından yapılan çağrılar kapsamında 58 kentte hükümetin iş reformu yasa paketi protesto edildi.


6

İNSANCA YAŞAM 28 Haziran 2012 / 11 Temmuz 2012

Halk›n Sesi

Okullarda 4+4+4 yangını büyüyor ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

Y

eni eğitim-öğretim yılına 4+4+4 ile ilgili düzenlemeleri tamamlayarak girmek isteyen Milli Eğitim Bakanlığı adımlarını hızlandırdı. Okulları dağıtan, imam hatipleştirilecek okulları açıklayan bakanlık, öğretmenleri de yeni eğitim sistemine uyumlu hale getirmeye çalışıyor. Öğretmenlerin bakan Dinçer’in seminerlerini boykot eylemlerine, velilerin ve öğrencilerin dilekçelerine yanıt ise yabancı değil: Baskı, tehdit, şiddet!

BAKANININ MÜDÜRLER‹ ‹fi BAfiINDA Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in yeni eğitim sistemini emirler yağdırarak anlattığı telekonferanslı seminerlerin ikincisi de Eğitim-Sen’in “sivil itaatsizlik” çağrısıyla boş salonlarda gerçekleşti. Eyleme kimi okullarda yüzde 100’e yakın katılım gerçekleşirken, okul önleri eylem alanına dönüştü. Bakanlık ise protestolara katılımı düşürmek için okul müdür ve yöneticileri aracılığıyla baskı ve şiddete yöneldi. İstanbul Bayrampaşa’daki Suat Terimer Anadolu Lisesi’ndeki seminer öncesinde İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü Muammer Aydın, sivil itaatsizlik çağrısında bulunan EğitimSen 4 Nolu Şube Yöneticisi Celal Midilli’ye saldırdı. İmza föylerini yırtan müdür, öğretmenleri de soruşturma açmakla tehdit etti. Kocaeli İnkılap İlköğretim Okulu’nda da bakanın konuşmasını protesto ederek salonu terk etme çağrısı ya-

HES varsa direniş de var H

idroelektrik santrallerine (HES) karşı çevre ve su hakkı mücadelesi yeni kazanımlar elde ederek yoluna devam ediyor. Bayburt’un Çaykara ilçesine bağlı Köknar köyünde HES direnişi, ikinci gününde köylülerin zaferiyle sonuçlandı. 19 Haziran sabahı HES’çi şirketin çalışmalarına başlaması üzerine köylüler, çalışma alanını işgal etti ve çalışmaları engelledi. Bölge halkı geceyi kurduğu çadırlarda geçirdi. İki gün süren bekleyişin sonunda jandarma, iş makinelerinin gideceğini ve HES yapılmayacağını açıkladı. Rize Hemşin’deki Aşağı Kantarlı ve Yukarı Kantarlı köylerinde yapılmak istenen 3 HES projesine karşı uzun bir süredir mücadele eden köylüler, ÇED toplantısına izin vermedi. Hemşin Belediyesi Kültür Salonu’na köylerde topladıkları dilekçelerle giden köylüler, toplantıyı yaptırmayacaklarını söyleyince şirket yetkilileri de “ÇED toplantısı yapılamadı” belgesini imzalayarak Hemşin’den ayrıldı. Muğla’nın Göktepe ve Çamoluk köylerinden geçen Sarhoş Çayı üzerine yapılmak istenen HES’e karşı da “piknikli protesto” yapıldı. Köylü kadınların “HES mi HES, Sesini Kes” pankartı açtığı eylemde yöre halkından Fatma Nine “Kahvede çay isterlerse çay veririz, ama çayımıza HES yaptırmayız” dedi. Göktepe Köyü Muhtarı Tuncay Demirtaş da yüzyıllardır yaşadıkları köylerde gerekirse kefen giyeceklerini ama HES kurulmasına izin vermeyeceklerini dile getirdi. Avukat Kadriye Beceren de HES’lere karşı yürütülen hukuki mücadeleye dair bilgi verdi.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın hız verdiği 4+4+4 düzenlemelerine öğretmen, veli ve öğrencilerin tepkisi her geçen gün yükseliyor. Bakanlık ise tepkileri, baskı ile sindirmeye çalışıyor

pan Elif Vatansever adlı öğretmen İlçe Milli Eğitim Müdürü İbrahim Okutan’in saldırısına uğradı. Okutan “Provokasyon yapmayın. Gidin dışarıda konuşun” diyerek saldırdığı Elif Öğretmen’i salon dışında da “Sana yapacağımı bilirim ben” diyerek tehdit etti. ‹STANBUL’A 67 YEN‹ ‹MAM HAT‹P Milli Eğitim Bakanlığı’nın imam hatibe dönüştürme operasyonu ise tam gaz sürü-

yor. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü bin okulun hem ilkokul hem ortaokul olarak kaldığını, 450 okulun ise ayrıştırıldığını açıkladı. Dağıtım sonucunda 39 ilçeye 67 yeni imam hatip ortaokulu açılacağı belirtildi. Öğretmen, veli ve öğrencilerin düzenlemeler ile ilgili eylemleri ise geçtiğimiz haftalarda da devam etti. MÜDÜRLÜK ÖNÜ EYLEM YER‹

Eğitim-Sen İstanbul şubelerinin çağrısıyla 21 Haziran’da İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi’nin de yer aldığı eylemde Ali Kuşçu İlköğretim Okulu velilerinden İlgün Gül, okullarının imam hatibe dönüştürülmesine karşı dilekçeler topladıklarını belirtti. Gül, il milli eğitim müdürü ile yaptıkları görüşmede velilere “Ya yerleştirdiğimiz

okullara gidersiniz ya da başka okullara” dendiğini aktardı. Eğitim-Sen 5 Nolu Şube Başkanı Mehmet Akdağ da özellikle verdiği eğitim ile tarihsel öneme sahip ilköğretim okullarının, cemaatler eliyle imam hatibe dönüştürüldüğüne dikkat çekti. Akdağ, eğitim alanının öznelerinin mağdur edildiğini ifade etti ve ‘tüccar bakan’ Dinçer’i istifaya çağırdı. İstanbul’da 19 tane bulunan etüt ve beslenme uygulamalı ilköğretim okulunun velileri de

okullarının yarı zamanlı eğitim verecek kurumlara dönüştürülmesine karşı dilekçelerini İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne verdi. Öğrenci velisi Tülay Akküç, annesi ve babası çalışan çocuklar için etütlü ve beslenme uygulamalı okulların önemine değindi. Uygulamayla çocuklarının korumasız ve yalnız bırakılacağını söyleyen Akküç, 30 bin aileyi ilgilendiren bu sorun ile ilgili bakanı göreve çağırdı. ‘ÇOCUKLARIN E⁄‹T‹M‹ ZARAR GÖRECEK’ İzmir ve Adana’da da veliler, imam hatipleştirme çalışmalarına karşı il milli eğitim müdürlükleri önündeydi. İzmir Gültepe’deki Mustafa Rahmi Balaban İlköğretim Okulu velileri ve öğrencileri, topladıkları 700 dilekçeyi müdürlüğe verdiler. Veliler, imam hatibe karşı çıktıkları için okul müdürü tarafından tehdit edildiklerini söyledi. Adana’da Sabancı Ailesi İlköğretim Okulu velileri de topladıkları 200 dilekçeyi İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne götürdü. İmam hatip mezunu olduğunu ve imam hatibe karşı olmadığını söyleyen İclal Gök adlı veli şöyle konuştu: “Çocuğumun normal okullarda okumasını istiyorum. Bu en doğal hakkım. Ama maddi durumumuz çocuğumuzu uzak bir okula gönderecek kadar iyi değil. Çocuklarımızı okullara gönderemez hale geleceğiz.” Sabriye Yalçın adlı bir başka veli de yaşadıklarını “sürgün” diyerek nitelendirdi ve çocuklarının bu durumdan kötü etkileneceğine dikkat çekti.

‘Sat›l›k’ okul sahipsiz Milli E¤itim Bakanl›¤› 4+4+4 ile parçalad›¤› okullara sat›fla ç›kar›lan okullar› da eklemeye bafllad›. Bakanl›k ve Ankara ‹l Özel ‹daresi, Ankara Kalesi’nin hemen yan›ndaki Yeni Hayat ‹lkö¤retim Okulu’nun Büyükflehir Belediyesi’nin otopark›na, ‹lk Meclis ‹lkö¤retim Okulu’nun da Rahmi Koç Müzesi’ne dönüfltürülmesine karar verdi. Okullar›n›n sat›fla ç›kar›lmas›na karfl› E¤itim-Sen’in ça¤r›s›yla ö¤retmenler, ö¤renciler ve veliler derhal harekete geçti. ‹lk Meclis ‹lkö¤retim Okulu’nun bahçesini “Paras›z e¤itim istiyoruz”, “Okul ticarethane, ö¤renciler müflteri de¤ildir”, “4+4+4’ü uygulatmayaca¤›z” dövizleriyle dolduranlar ad›na E¤itim-Sen Genel Baflkan› Ünsal Y›ld›z bir aç›klama yapt›. Yeni e¤itim sisteminin ö¤retmen, ö¤renci ve veli üzerindeki zararlar›ndan söz eden Y›ld›z, “Rahmi Koç Müzecilik ve Kültür Vakf›’n›n müze için okul arazisi sat›n almas› çok mu önemli?”, “Bir e¤itim kurumunu daha de¤ersiz k›lan nedir?”, “Y›kma iflini iyi bilen Büyükflehir Belediyesi, okul yerine otoparka önceli¤i nas›l yapmaktad›r”, “Milli E¤itim Bakan› görevini ne zaman hat›rlayacak?” sorular›n› sordu. Veliler de sat›fla sessiz kalmayacaklar›n› ilan ettiler.

Artvinliler madenciyi bozdu Ö

zaltın A.Ş. tarafından Artvin’de yapılmak istenen “Bakır Madeni Cevher Zenginleştirme Tesisleri ve Atık Barajı” ile ilgili Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) toplantısı, halk engeline takıldı. 7 Mart İlköğretim Okulu’ndaki toplantının başlamasından önce salonu dolduran Artvinliler, “Az sonra asıl toplantıyı biz yapacağız”, “Burada Artvin’in kenetlenmesini sağlayacağız” diyerek toplantıyı beklemeye başladı. Okula gelen şirket yetkilileri “Madenci şirket Artvin’i terk et”, “Artvin’de maden istemiyoruz” sloganlarıyla karşılandı. Maden

çalışmalarının doğaya zarar vermeyeceğini iddia eden şirket yetkililerine Artvinliler “Madenlerin daha önce verdiği zararları biliyoruz. Biz bölgemizde maden istemiyoruz” diyerek yanıt verdi. Bölge halkı, şirket yetkililerinin daha önceden hazırlayıp imzaladıkları “ÇED toplantısı olumlu” raporunu da yırttı. Şirket yetkilileri, kendilerini bekleyen aracın içinde toplantının yapılamadığına dair tutanağı imzalayarak bölgeden ayrıldı. ‘TEK AMACIMIZ KÂR ELDE ETMEK’ Artvin’de doğaya zarar vermeyeceklerini öne süren maden şirket-

lerinin gerçek amacı ise Bergama’daki meslektaşları tarafından dillendirildi. Bergama’da altın madeni için çalışmalar yürüten Koza Altın Şirketi’nin yetkilileri, 22 Haziran günü bilirkişi keşfi için bölgeye geldi. Şirket avukatı Dine Bekişoğlu, tüm amaçlarının kâr elde etmek olduğunu ve kârlarını sonuna kadar sürdürmek istediklerini itiraf etti. Bölge halkı, bilirkişi keşfinde maden şirketlerinin doğaya verdiği tahribattan örnekler verdi. Tek geçim kaynakları olan çam fıstığının ürün vermez hale geldiğini söyleyen Hüseyin Evran adlı yurttaşa, şirketin avukatı Bekişoğlu “Psikolojik olabilir” yanıtı verdi.

Süt değil, laboratuvar bozuk Milli Eğitim Bakanlığı’nın hız verdiği 4+4+4 düzenlemelerine öğretmen, veli ve öğrencilerin tepkisi her geçen gün yükseliyor. Bakanlık ise tepkileri, baskı ile sindirmek derdinde “Okul sütü ak›l küpü” projesinin hayata geçti¤i ilk gün, bozuk sütleri da¤›tarak ülke genelinde yüzlerce çocu¤un zehirlenmesine neden olan AKP, kendini aklama çabalar›na devam ediyor. “Zehirlenme yok, çocuklar›n bünyesi zay›fm›fl” sözleriyle üzeri örtülmeye çal›fl›lan skandalda Denizli’deki sütlere “bozuk” raporu veren laboratuvar kapat›ld›. Denizli’deki okullarda da¤›t›lan Aynes firmas›na ait sütlerden al›nan numuneler, Denizli G›da Kontrol Laboratuvar›’nda incelendikten sonra “bozuk” raporu verilmiflti. CHP Denizli Milletvekili Adnan Keskin, TBMM’ye sundu¤u önerge ile “Da¤›t›lan sütün bozuk oldu¤u resmi analiz

raporuyla belirlenen firma, süt da¤›t›m›na devam edecek mi?” diye sormufltu. Keskin sorusuna henüz bir yan›t alamad›, ama laboratuar Sa¤l›k Bakanl›¤› taraf›ndan “mikrobiyal analizleri yapmada yeterli olmad›¤›” gerekçesiyle kapat›ld›. SÜTÇÜYE KAL‹TE ÖDÜLÜ Laboratuvar taraf›ndan “bozuk” raporu verilen süt, Eski AKP Denizli Merkez ‹lçe Baflkan› Mehmet Ali Özkan’›n orta¤› oldu¤u Aynes firmas›na ait. Ac›payam ilçesindeki tesislerinin aç›l›fl› Tayyip Erdo¤an taraf›ndan yap›lan firma, G›da, Tar›m ve Hayvanc›l›k Bakan› Mehdi Eker’in elinden “2010 Y›l› Kalite Ödülü” ald›.

Baz tepkisi Aksaray’da A

ksaray Ereğli Kapı Mahallesi’nde 5 yıllığı 80 bin lira karşılığında bir apartmanın çatısına kurulmak istenen baz istasyonuna halk tepki gösterdi. Baz istasyonunu kurmak üzere bölgeye gelen işçileri engelleyen mahalleliler, ardından da kurulumda kullanılacak kabloları söktü. Söktükleri kabloları çöpe atmak isteyen kadınlar, şirketin şikayeti üzerine bölgeye gelen çevik

kuvvet ekiplerinin barikatıyla karşılaştı. Polisler kabloları kadınlardan almak istese de direnişle karşılaştı. Direniş, polisin biber gazıyla yaptığı saldırı ile sonlandı. Saldırı sonrasında fenalaşanlar olurken, baz istasyonunun yapımına yeniden başlandı. Mahalleliler ise çocuklarının sağlığı için baz istasyonunu gerekirse yine sökeceklerini açıkladı.


7

İNSANCA YAŞAM 28 Haziran 2012 / 11 Temmuz 2012

Halk›n Sesi

‘Çile değil mücadele günü’ İstanbul’da yol çalışmalarının sebep olduğu ulaşım sorununa çözüm için Karayolları Genel Müdürü ‘tatile çıkın’ derken İstanbul Halkevleri insanca, güvenli, sağlıklı ulaşım hakkı için mücadeleye çağırıyor taşıma sistemlerinin birinden diğerine aktarma yaparak ulaşmanın çok zor ve çok zaman kaybettirici olmasından dolayı özel araç kullanımının yaygın olduğunu söyledi. AKP’nin ulaşımda kent içi ve kentler arası taşımacılıkta karayolu ağırlıklı bir politikası olduğunu söyleyen Bayraktar, Türkiye gibi ülkelerde demiryolu ve denizyoluna gereken önemin verilmesi gerektiğine dikkat çekti.

TÜRKAN KARAKUŞ

F

atih Sultan Mehmet Köprüsü ve Haliç Köprüsü’nde 18 Haziran’da başlayan bakım İstanbullular için çileye dönüştü. İstanbullular zamanlarının büyük bir bölümünü trafikte geçiriyor. 17 Eylül’e kadar sürmesi beklenen köprü tadilatının yarattığı ulaşım sorununu çözmek için Karayolları Genel Müdürü’nün ‘tatile çıkın’ açıklaması ulaşım sorununa nasıl yaklaşıldığını gözler önüne seriyor.

KARAYOLLARI GENEL MÜDÜRÜ: ‘TATİLE ÇIKIN’ Fatih Sultan Mehmet ve Haliç köprülerinde tadilatın İstanbul trafiğini felç etmesi üzerine konuya dair açıklama yapan Karayolları Genel Müdürü Mehmet Cahit Turhan ise sorunla ilgili olarak ‘parlak bir çözüm’ buldu: Kaçın! Turhan, "Tatillerini İstanbul dışında geçirme fırsatı olan İstanbullular, İstanbul dışında geçirirlerse biz de memnun oluruz" dedi. Turhan’ın bu çözümü kamuoyunda tartışma yaratırken, bu “parlak” fikrin ilk mucidi Turhan değil. 2007 yılında Ankara’da büyük bir susuzluk sorunu yaşanırken Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek de benzeri bir çözüm üretmişti. Gökçek, Ankara’daki su sıkıntısına da benzer bir çözüm bulmuştu: "Vatandaşlarımız tatile çıksın. Bir 50 bin 60 bin kişi bir süre Ankara'dan ayrılsa biraz rahatlarız. Annelerini babalarını görsünler." Gökçek bu duruma öncülük etmek için kritik görevde olmayan çalışanlarını izne çıkaracağını da ilan etmişti. ‘KÖPRÜLERİN BAKIMI SÜREKLİ YAPILMALI’ İstanbul’da yaşanan ulaşım sorununu Yıldız Teknik Üniver-

sitesi Ulaştırma Anabilim dalı emekli öğretim üyelerinden Prof. Dr. Zerrin Bayraktar’la konuştuk. Bayraktar yapılan bakım çalışmalarının bir plan ve projeye dayanmadığını, sonuçlarının önceden hesap edilmediği için İstanbullular için işkenceye dönüştüğünü ifade etti. Bayraktar, sürekli ağır yükler altında kalan köprülerin bakımlarının belirli aralıklarla değil sürekli yapılması gerektiğini ve günlük, haftalık bakımlarla ortaya çıkacak arızaların giderilebileceğine dikkat çekti. Bunun yanında köprü aksamları için belir-

li sürelerde bakım yapılması gerektiğini belirten Bayraktar, 22 Mayıs Salı günü Haliç Köprüsü’nün orta bölümündeki bağlantı aksamının tümüyle koptuktan sonra durumun farkına varılmasınının rutin olarak yapılması gereken bakımların yapılmadığı kuşkusu yarattığını söyledi. Mevcut olan tıkanıklığın artmaması için çok önceden özel tedbirler alınabileceğini söyleyen Bayraktar, alınabilecek önlemleri şöyle sıraladı: “Toplu taşıma türleri ile ilgili çalışmalar yapılabilirdi. Oluşacak tıkanıklığın önemli bir bölümünün

deniz taşımacılığı ile çözülmesi, Haliç Köprüsü için birtakım trafik mühendisliği çalışması yapılarak köprünün azalan kapasitesinin tıkanıklık yaratmasının önüne geçilmesi sağlanırdı. Tabii alınan tedbirlerin de en az bir aylık bir sürede devamlı tekrarlanarak halka duyurulması gerekirdi.” Bayraktar, İstanbul ulaşımında esas sorunun mevcut toplu taşıma sistemlerinin yetersizliği yanında bir ulaşım ağı teşkil edememesi olduğunu ifade etti. Ulaştırma sistemlerinin birbirleri ile koordineli olmadığını belirten Bayraktar, bir yerden bir yere gitmek için toplu

‘GÜN ÇİLE ÇEKME DEĞİL MÜCADELE GÜNÜDÜR’ İstanbul’da yaşanan ulaşım sorununa ilişkin açıklama yapan İstanbul Halkevi Başkanı Özge Ozan da İstanbulluların insanlık dışı ulaşım koşullarına mahkum edildiğini söyledi. Ozan, karayolları düzenlemelerinin ve ulaşım hizmetlerinin kamu taşımacılığını değil özel araçları temel aldığını vurguladı. Ozan şöyle dedi: “Parlak metrobüs reklamları veren Topbaş’ın, işe gidiş ve geliş saatlerinde insanların birbirini ezmek zorunda kaldığı, insanların içinde nefes alamadığı, saatlerce ayakta yolculuk ettiği, kavganın eksik olmadığı bakımsız eski otobüsleri kullandığı açıktır. Aynı durum karayolları müdürü için de ulaştırma bakanı için de geçerlidir. Artık açıktır, bu kent AKP iktidarı tarafından, sermaye çıkarlarına göre yönetildikçe emekçiye eziyet sermayeye cennet olmaya devam edecek. Nasıl ki ulaşım zamları turnikelerden atlanarak geçersiz kılınabildiyse, AKP ulaşım politikalarının tamamı da artık açıktan sorgulanmalıdır. İnsanca, güvenli ve sağlıklı ulaşım hizmeti, sabah-akşam işe/okula gidiş gelişlerde parasız ulaşım, 3. Köprü yağma projesinin iptali temel taleplerimizdir. Şimdi gün ‘çile çekme’ değil mücadele etme günüdür.”

Ankara’da çöken Gökçek’in ulaşım sistemi Ankara'n›n en ifllek bulvarlar›ndan biri olan Eskiflehir Yolu'nda (‹nönü Bulvar›) Büyükflehir Belediyesi ve Ulaflt›rma Bakanl›¤› taraf›ndan yaklafl›k 13 y›ld›r yürütülen metro inflaati sebebiyle göçük meydana geldi. Göçük nedeniyle yolda oluflan çukura düflen bir kifli 15 saat sonra bulunabildi, kald›r›ld›¤› hastanede hayat›n› kaybetti. Göçük nedeniyle Eskiflehir Yolu'nun trafi¤e kapat›lmas› ise Ankara'y› felç etti.

Göçü¤ün yol açt›¤› ulafl›m sorunu, Eskiflehir Yolu'nun metro çal›flmalar› nedeniyle 25 Haziran'dan itibaren 3 ay trafi¤e kapat›lmas›na herhangi bir alternatif düflünülmedi¤ini ve Büyükflehir Belediyesi'nin haz›rl›ks›z oldu¤unu da gösterdi. Metro inflaat›nda meydana gelen göçükle ilgili TMMOB ‹nflaat Mühendisleri Odas› Ankara fiubesi taraf›ndan yap›lan aç›klamada Eskiflehir Yolu trafi¤e kapat›lmadan ve gerekli yerüstü flantiye güvenlik tedbirleri al›nmadan yeni çal›flmalara baflland›¤›n› ve

kazan›n meydana geldi¤i ifade edildi. Aç›klamada, 27 Eylül 2002’deki çal›flmalar›na bafllanan metro hatt›n›n, 2005 y›l›nda Büyükflehir Belediyesi'nin ödene¤i kesmesi sonucunda durma noktas›na geldi¤i ve 2005 y›l›nda ise çal›flmalar›n tümüyle durdu¤u belirtildi. Metro hatt›n›n 2005’ten Ulaflt›rma, Denizcilik ve Haberleflme Bakanl›¤›'na devredildi¤i 2011’e kadar hiçbir bak›m, kontrol görmedi¤i ve Büyükflehir Belediyesince kaderine terk edildi¤i söylendi.

Hasta ve işçi ne olacak A

Fener-Balat Projesi mahkemeden döndü A KP’li İstanbul Fatih Belediyesi’nin Fener-Balat ve Ayvansaray’da başlatılan kentsel dönüşüm projesi mahkeme kararıyla iptal edildi. Fener Balat Ayvansaray Derneği (FEBAYDER) 2010'da İstanbul 5. İdare Mahkemesi’ne projenin iptali için açtığı davayı kazandı. Kararda, bölgenin SİT alanı içerisinde olduğu ve projeyle birlikte kültür mirası niteliğinde bulunan tescilli yapıların yıkılmak istendiği vurgulanarak bunun kamu yararına ve hukuka uygun bulunmadığı belirtildi. 2009 yılından bu yana Fener Balat’ta kentsel dönüşüm projesinin uygulanmaması için mücadele eden bölge halkı kararı sevinçle karşıladı. Defalarca yıkım tehditiyle karşı karşıya kalan halk, bölgede kurulan şantiyelere karşı mücadele vermiş; birçok evde su ve elektrik

kesilerek mahalle halkı yıldırılmak istenmişti. FEBAYDER Basın Sözcüsü Çiğdem Şahin, Fener-Balat ve Ayvansaray'da, Sulukule'nin aksine henüz yıkımlar olmadığı için bu kararın "geç değil, tam zamanında" olduğunu ve emsal teşkil edeceğini söyledi. Şahin şöyle konuştu: "Bu tür davalarda 'yürütmeyi durdurma' kararının ne kadar önemli olduğunu yine gördük. Fener-Balat Ayvansaray davası bölge halkı yerinden edilmeden, yıkımlar gerçekleşmeden, gerek bölgenin tarihi ve mimari dokusu gerekse orada yaşayan insanlar açısından telafisi mümkün olmayan mağduriyetler oluşmadan sonuçlandı. Ve karar tam zamanında verildi. O yüzden tarihi bir karar. Yargı tarihi kurtardı. Bu karar 5366 kapsamındaki diğer tarihi alanlar için de emsal olacak."

KP’nin “sağlıkta yıkım” anlamına gelen piyasalaştırma politikaları, halkın paralarıyla kurulan hastanelerin “sağlık kampusları”na dönüştürülmek üzere yıkılmasıyla sürüyor. Sağlık Bakanlığı’nın “kamu-özel ortaklığı” çerçevesinde aldığı karar ve yaptığı ihale sonucunda Ankara Etlik İhtisas Hastanesi yıkılarak, bölgeye Etlik Entegre Sağlık Kampusu inşa edilecek. 1997 yılında SSK’de biriken paralar ile inşa edilen hastanenin yıkımına 29 Haziran’da başlanacak. Hastane, temmuz ayı sonunda AstaldiTürkerler ortaklığına teslim edilecek ve hizmetlerini 31 Aralık’ta tamamen noktalayacak.

BİR KAMPUSA 11 HASTANE Etlik İhtisas Hastanesi’nin bulunduğu Kasalar’daki hazine arazisine bedelsiz olarak sahip olan ve kira karşılığı hastane yapacak olan Astaldi-Türkerler ortaklığı, “kampus dışı ticari alan” tanımlaması çerçevesinde Ankara’nın merkezinde bulunan 11 hastanenin arazilerine daha sahip olacak. Ortaklık, hastanelerin arazilerinden elde ettiği kazancın yanı sıra kampusta satacağı hizmetlerden de kâr elde edecek. ‘SAĞLIĞIMIZ RANT İÇİN FEDA EDİLİYOR’ Yıllardan bu yana özellikle orta sınıf ve yoksul vatandaşlar için

önemli bir işlevi olan Etlik İhtisas Hastanesi’nin yıkımı ile ilgili olarak Ankara Tabip Odası bir açıklama yaptı. Kamu-özel ortaklığının denendiği ülkelerde ortaya büyük tahribatlar çıktığını hatırlatan hekimler, halkın sağlığının rant için feda edildiğini açıkladı. Hekimler, sürgün edilecek sağlık çalışanlarının çocuklarının kreşinden okuluna, ulaşımından iş ortamlarına kadar pek çok değişiklikle karşı karşıya kalacağına dikkat çekti. Girdikleri sınavlar sonucunda Etlik İhtisas Hastanesi’nde eğitim almayı tercih eden asistan hekimlerin de mağdur edildiğini belirten Tabip Odası, “Her şeyin başı sağlık, ama her şeyden önemlisi Para!” dedi. SES Ankara Şubesi de Etlik İhtisas Hastanesi’nin mahkemenin sonuçlanması bile beklenmeden yıkılmasına dikkat çekti. “AstaldiTürkerler gibi şirketler daha fazla kazansın diye sağlık ticarileştiriliyor. Özelleştirilen sağlık sisteminin hem hizmet sunan emektarları, hem de hizmetten yararlanan vatandaşları olarak iki kez mağdur ediliyoruz” diyen SES, çalışanların iş ve ücret güvencesinin olmayacağının, çalışma koşulları ve iş sürekliliğinin CEO’ların iki dudağı arasında olacağının altını çizdi. SES, herkesi hastanelerine, iş güvencelerine ve sağlık haklarına sahip çıkmaya davet etti ve 27 Haziran günü 12.30’da hastane bahçesinde olmaya çağırdı.

Kürtaj, sezeryan, aile planlamas›, kad›n sa¤l›¤› üstüne sat›rbafllar› Öncelikle “kürtaj haktır”, kadının kendi bedeni üstünde söz ve karar sahibi olması engellenemez. Bu alana yapılacak hiçbir müdahale kabul edilemez. Bu temel ilkeyi savunmayı hiç unutmadan, bu konudaki kadın sağlığı ve tıbbi süreçlerle ilgili bilgileri de paylaşmak gerekiyor. Türkiye’de 1965 yılından beri Aile Planlaması yöntemleri yasal olarak uygulanmakta, eğitimi ve dağıtımı yapılmaktadır. 1983 yılında çıkan yasayla ek olarak 10 haftaya kadar isteğe bağlı gebelik sonlandırma da yasal hale getirildi. Hep vurgulandığı gibi, istenmeyen gebeliklerde sıhhi olmayan koşullarda, yasadışı yollardan yapılan girişimlerde her yıl dünyada binlerce kadın ölmektedir. Ülkemizde 1950’li yıllardan başlayarak sağlıksız düşüklerin çok yaygın olarak yapılıyor olması ve bu durumun anne ölümlerindeki büyük payı; sağlık politikalarının değiştirilmesindeki temel nedeni oluşturmuştur. Türkiye Nüfus Sağlık Araştırmaları verilerine göre 1988-2008 arasında istemli düşükler tüm gebelikler içinde yüzde 18’den yüzde 10’a düşmüştür. Görüldüğü gibi son yıllarda kürtaj Dr. Nazmi sayılarının çok arttığı da bir yalandır. Sorun asıl olarak Algan karşılanamayan aile planlaAile hekimi ması ihtiyacında uzman› yatmaktadır. Kürtajın bir aile planlaması yöntemi olmadığı, bu şekilde kullanılmaması gerektiği hep söylenir ve savunulur. Ancak kadınların neden kürtaj olmak zorunda kaldıkları pek irdelenmez. Kadınların modern aile planlaması yöntemlerine kolay, ücretsiz ve zahmetsiz ulaşımı sağlanabilse, bu konuda yeterli danışmanlık ve bilgilendirne hizmeti verilebilse, kürtaj sayılarının daha da azalacağı muhakkaktır. Aslında uzun yıllar boyunca yürütülen çalışmalarda aile planlaması yöntemlerinin kullanımında artış sağlanmış, buna bağlı doğurganlık hızında azalma görülmüştür. Sonuç olarak nüfus artış hızında da düşüş saptanmıştır. Burada Başbakanın ve iktidarın yaptığı en büyük çarpıtma bu noktadadır. Nüfus azalması değil, nüfus artış hızında azalma mevcuttur ve bilimsel verilere göre 2050 yıllarına kadar bu trend sürecektir. Sağlıkta dönüşüm programıyla birlikte getirilen “aile hekimliği” uygulamalarında; üreme sağlığı, aile planlaması alanlarında başarılı çalışmalar yürüten Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Merkezleri kapatılmış, Sağlık Ocakları aile sağlığı merkezlerine dönüştürülerek ekip çalışması ortadan kaldırılmıştır. Hekimler ve ebe hemşirelerin birlikte yürüttüğü aile planlaması çalışmaları büyük ölçüde sekteye uğramış, rahim içi araç (spiral) uygulamalarında azalmalar olmuştur. Kürtaja mecbur kalmamak için kadınlara ve erkeklere verilecek aile planlaması hizmetleri iyileştirilmeli ve arttırılmalıdır. Buna rağmen oluşabilecek istenmeyen gebeliklerde kadının/çiftlerin gebeliği sonlandırma hakkı tartışma konusu dahi edilemez. 1983’den beri tanınan bu hakkın gaspı kabul edilemez. Sağlık Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumlar kadın bedeni üstünde tahakküm kurmak, gerici programlarını hayata geçirmek için bu tartışmada her türlü çarpıtmayı yapıyor. Yeni hazırlanan taslakta yasada temel bir değişikliğe gidilmeyeceği belirtiliyor; ancak kadınları kararlarından vazgeçirmek için ikna odalarında psikolojik ve dini baskı uygulanacağı anlaşılıyor. Öte yandan müdahaleli doğum (sezaryen) konusunda bir kanun tasarısı hazırlanması ise dünyada eşi benzeri görülmemiş bir garabet örneği olarak tarihe geçecektir. Bir tıbbi işlemin kanuni yaptırımlara bağlanmasının hiçbir gerekçesi olamaz. Sezaryen sayılarının bu kadar artması piyasacı, özelleştirmesi sağlıkta dönüşüm politikalarını hayata geçiren AKP iktidarının tercihlerinin sonucudur. Açılan yüzlerce özel hastane, performans uygulamaları, paket ödemeler sezaryen sayılarındaki artışın esas sebebidir. Bunları sorgulamadan, halktan yana sağlık politikalarını savunmadan bu konuda söz söylemek abestir.

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.


8

EMEK 28 Haziran 2012 / 11 Temmuz 2012

Halk›n Sesi

15-16 Haziran bayrağı direnenlerde Dev Sağlık-İş, Enerji-Sen, Nakliyat-İş, Deriİş, Hava-İş, Çapa işçileri ve HEY Tekstil işçileri 15-16 Haziran’ın 42’nci yılında Taksim’de direnenlerin kürsüsünü kurdu

1

5-16 Haziran’ın ruhu güvencesizliği, taşeronlaştırmayı, ağır çalışma koşullarını, devlet güdümlü sendikaları, grev yasaklarını ve hak gasplarını dayatan AKP iktidarına karşı direnen emekçilerde vücut buldu. 15-16 Haziran’ın 42’nci yılında direnişte olan işçiler “güvenceli iş” talebiyle Taksim’de buluştu. İşçi sınıfı, devletin emeğe yönelik saldırısına karşı gelişecek sınıf hareketinin ilk ciddi çığlığını 15-16 Haziran’da

CEHA işçisine Gül gözaltısı

C

hayatı durdurarak gösterdi. 1970’te sayıları giderek artan işçi direnişlerini ve DİSK’e yönelik işçi akışını engellemek amacıyla Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası ile Sendikalar Yasası’nda değişiklik öngören tasarı onaylanmış, ama 15-16 Haziran direnişleri devlete geri adım attırmıştı. 42 yıl sonra direnenler kürsülerini Taksim’de kurdu. Dev Sağlık-İş, Enerji-Sen, Nakliyatİş, Deri-İş, Hava-İş, Çapa işçileri ve HEY Tekstil işçileri, 42 yıl önceki yoldaşları gibi

eylemdeydi. 42 yıl önce sendikalaşmaya yapılan saldırılara yanıt veren işçi sınıfının üyeleri bugün de güvenceli iş, insanca yaşam taleplerinin önündeki engellere karşı direnişteydi. İstiklal Caddesi’ni direnişlerinin coşkularıyla donatan işçiler, Taksim Gezi Parkı’nda Bandista’nın Avusturya İşçi Marşı ile karşılandı. Yapılan ortak açıklamada direnen işçilerin birliğinin, AKP faşizmine karşı Türkiye’deki bütün emekçilerin,

ezilenlerin, dışlananların mücadele birliğinin müjdecisi olduğu belirtildi. Cumhuriyet gazetesi yazarı Şükran Soner de direnişlerin, hakları genişlettiğini söyledi. Soner, işçi direnişlerinin birliğinin önemine vurgu yapan bir konuşma yaptı. Direnişçi işçilerin eyleminde kürsü de direnenlerindi. İlk olarak hava işkolunda grevin yasaklanması ile direnişe geçen sivil havacılık işçileri söz aldı. Direniş sürecinin anlatıldığı konuşmada THY’nin uluslararası hakları ihlal ettiği ifade

edildi. Çapa Hastanesi işçileri mahkeme kararlarının uygulanmamasına tepki gösterirken, Kampana Deri işçileri de işçiler arasındaki dayanışma ağının geliştiğini vurguladı. Hava-İş ve Devrimci Sağlık-İş’te örgütlü işçilerin konuşmalarından sonra herhangi bir sendikaya üye olmayan işçilerin sürdürdüğü bir direniş örneği olan Hey Tekstil işçileri, işveren Bektaşlar Holding’in AKP tarafından doğrudan desteklendiğini anlattı. Enerji-Sen üyesi BEDAŞ

işçileri, taşeronlaştırmaya karşı güvenceli iş mücadelesinin önemine değindi. Sendikalı oldukları ve ödenmeyen haklarını istedikleri için işten atıldıklarını hatırlatan BEDAŞ işçileri adına yapılan konuşmada “Direnen işçinin ekmek kavgası, yeryüzündeki tüm zaferlerden daha görkemlidir” denildi. Direnişteki Borusan Lojistik işçileri de 5 yılda toplam 120 lira zam aldıklarını anlatarak, “Kölelik düzeninde çalışmaya karşı insanca çalışma talebini yükseltmeliyiz” dedi.

umhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 22 Haziran’da Kayseri'ye yaptığı ziyaret sırasında haklarını talep eden CEHA işçileri gözaltına alındı. Kayseri Organize Sanayi Bölgesi’nde (OSB) 47 gündür direnen Birleşik Metal-İş üyesi CEHA işçileri Hacı Boydak’a ait halı fabrikasının açılışı için Kayseri OSB’ye gelen Gül ile görüşmek istedi. Gül’ün yanına yaklaştırılmayan işçiler, gözaltına alındı. OSB Emniyet Müdürlüğü’ne götürülen işçiler, ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı.

Devlet sağ patronlar selamet İ

ş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısı 19 Hazian gecesi TBMM’de yasalaştı. Mart, nisan, mayıs aylarında meydana gelen ve çok sayıda işçinin öldüğü iş kazaları sonrasında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik başta olmak üzere hemen hemen bütün AKP’lilerin “Yasa çıkacak sorunlar çözülecek” dediği yasa artık yürürlükte.

Yurtiçi Kargo borç taşır Y

ıllardır Yurtiçi Kargo’nun ülke genelindeki birçok şube müdürü, iş sözleşmeleri feshedilerek işten atıldı. İşten atılan müdürler, 100 bin liraları bulan SGK borçları ve vergi borçlarıyla karşı karşıya kaldı. Yüz binlerce lira borç çıkarılan Yurtiçi Kargo Şube Müdürleri 25 Haziran günü Taksim’den Galatasaray’a yürüyerek eylem yaptı. İşten çıkarılan şube müdürlerinin öncülüğünde gerçekleştirilen eyleme, Yurtiçi Kargo’da işten çıkarılan çok sayıda işçi de katıldı. Yürüyüşte “Geleceğimizi çaldılar, yarınlarımıza ipotek koydular” yazılı pankart taşıyan Yurtiçi Kargo mağdurları, basın açıklamasında Yurtiçi Kargo tarafından kandırıldıklarına ve uzun çalışma saatlerine dikkat çektiler. Yurtiçi Kargo, şube müdürlerine zorla G3 isimli bir belge imzalattı. İmzalamayan şube müdürleri işten çıkarılmakla tehdit edildi. Ticari amaçla yurt içi kargo taşımacılığı konusunda acentelik yapacaklara verilen G3 belgesiyle, Yurtiçi Kargo işvereni üzerindeki sorumluluktan ve vergi yükünden kurtulmuş oldu. Verginin borcu da acenteliği zorla kabul eden şube müdürlerine kaldı. Yurtiçi kargo ‘90’lı yılların başında ağır çalışma koşullarına ve uzun mesai saatlerine karşı sendikalı olan işçileri işten atmıştı. İş güvencesinin olmaması ve günlük 16-17 saatlere varan çalışma süreleri Yurtiçi Kargo işçilerini patlama noktasına getirmişti. TÜMTİS’e üye oldukları için işten atılan işçiler, 1992’nin Şubat ayında direnişe başlamıştı. Direnişle birlikte iş hacmi yüzde 10’lara düşen Yurtiçi Kargo, işçileri tekrar işe almak zorunda kalmıştı.

‹fiÇ‹N‹N ADI YOK İşçilerin maruz kaldıkları iş kazalarını en aza indirmeyi hedeflediği iddia edilen yasanın adında “işçi” kelimesi geçmiyor. Yasanın adı: İş Sağlığı ve Güvenliği. İşin sağlıklı ve güvenli bir biçimde yapılması, tanım itibariyle işçinin sağlığı ve güvenliğini kapsamıyor. 28 maddeden oluşan yasanın tüm maddeleri en geç 1 yıl sonra yürürlüğe girmiş olacak. Yasanın yürürlüğe girmesiyle, mevcut 4857 sayılı İş Kanunu’ndaki bazı maddeler de yürürlükten kalkacak. PATRONLAR 6 AY BOYUNCA HER ‹STED‹⁄‹N‹ YAPAB‹LECEK İşverenlerin genel yükümlülüklerini düzenleyen 5’inci madde ve iş sağlığı güvenliği temsilcisi çalışanlarını belirleyen 16’ncı madde 6 ay sonra yürürlüğe girecek. İş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarının görev yetki ve yükümlülüklerinin, risk ölçümlerinin, acil durum ve yangın durumlarında yapılması gerekenlerin, iş sağlığı ve güvenliği koordinasyonunun ve kurulunun, iş sağlığı ve güvenliği yönetmeliklerinin düzenlendiği maddeler ise bir yıl sonra yürürlüğe girecek. Yasanın yayımlanmasıyla birlikte İş Kanunu’ndaki bazı maddeler yürürlükten kalktı. Bazı maddeler altı ay, bazıları da bir yıl içinde yürürlükten kalkacak. HAYD‹ ÇOCUKLAR A⁄IR ‹fiE Yasanın yayımlanmasıyla birlikte yürürlükten kaldırılan maddeler arasında 4857 sayılı İş Kanunu’nun 85’inci maddesi de yer alıyor. 85’inci madde ağır ve tehlikeli işkollarında çocuk işçi, 16-18 yaş arası genç işçi ve kadın işçi çalıştırılmasını düzenliyor.

TCDD’den grev kırıcı için ödül

B

AKP’nin çıkardığı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasasıyla, denetleme görevi devletten işverene, sorumluluk da işgüvenliği uzmanı, işyeri hekimi ve işçiye yükleniyor Yasanın yayımlanmasından bir yıl sonra yürürlükten kaldırılacak olan 105’inci madde de bu kapsamdaki işçileri çalıştıranlara uygulanan cezai yaptırımları düzenliyor. Ağır ve tehlikeli işlerde rapor zorunluluğu getiren 86’ncı madde ile çocuk ve genç işçilerin çalışma öncesi rapor alma zorunluluğunu düzenleyen 87’nci madde de yasayla birlikte yürürlükten kaldırıldı. DENETLEME, DEVLETTEN ‹fiVERENE Yasanın bir diğer önemli noktası, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın denetleme görevinden arındırılması ve sadece ceza tahsilatı noktasında varlığını koruması. Denetleme yükümlülüğü ise işverene veriliyor. TMMOB bu durumu, “Bakanlık, iş kazaları üzerinden gelir elde edecek” şeklinde yorumluyor.

Yasayı fırsata çevirene bak!

SORUMLULUK ‹fiVERENDEN ‹fi GÜVENL‹⁄‹ UZMANINA, ‹fiYER‹ HEK‹M‹NE VE ‹fiÇ‹YE Devleti, denetim görevinden feragat ettiren yasa, denetim yükümlülüğünü işverene, sorumluluğu da iş güvenliği uzmanlarına, işyeri hekimlerine ve işçilere yüklüyor. Yasada “ihmal” kavramı kullanılarak, işçinin gördüğü zarar karşısındaki tazminat sorumluluğu ve cezai sorumluluk işyeri güvenliği uzmanlarına yüklenecek. ‹ÇER‹DE YASA DIfiARIDA ÖLÜM Meclis’te 15 Haziran günü İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu Tasarısı’nın görüşüldüğü sırada meclisin atık su gideri çalışmasını yürüten taşeron firmaya bağlı çalışan işçi hayatını kaybetti. Dikmen Caddesi Merasim Sokak'ta meclisin atık su giderine dair çalışmalar sırasında bir toprak kayması meydana

Denetleme görevini devletten iflverene aktaran, ifl kazalar›ndaki sorumlulu¤u da iflverenin üzerinden atan ‹fl Sa¤l›¤› ve Güvenli¤i Yasas›’ndan ilk faydalanan Bakanl›k ve patronlar oldu. ‹stanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyasal Vakf› ana sponsorlu¤unda, SA‹SAD (Sa¤l›k, ‹fl Güvenli¤i ve Sosyal Güvenlik Araflt›rmalar›

geldi. Göçük altında kalan işçi Nadir Kekilli öldü. YASA, KAZALARI ÖNLEMEYECEK İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası yürürlüğe girdikten 3 gün sonra, 22 Haziran günü Eskişehir Oto Tamirciler Sitesi’nde bir imalathanede meydana gelen patlama sonucu 4 işçi hayatını kaybetti. İşçileri kurtarma çalışması sürerken aynı sanayi sitesinde başka bir iş kazası daha meydana geldi. Mermer makinesinin kasnağının patlaması sonucu bir işçi hayatını kaybetti. Melik, Ahmet, İsmail ve Umut adlı işçilerin hayatını kaybettiği patlamanın yaşandığı işyerinin kaçak olduğu ortaya çıktı. Belediye kayıtlarında “kapalı” gözüken işyerinin 3 ay önce makine imalatı için kiralandığı ancak kimyasal madde üretiminin yapıldığı öğrenildi.

Derne¤i) ve Tiem iflbirli¤i ile düzenlenecek bir kongrede ‹fl Sa¤l›¤› ve Güvenli¤i Yasas› hakk›nda merak edilen sorular konuflulacak. 10 Temmuz günü WOW ‹stanbul Hotel & Convention Center’de Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakan› Faruk Çelik’in de kat›l›m›yla düzenlenecek Yeni ‹fl Sa¤l›¤› ve Güvenli¤i Kongresi’ne kat›l›m 500 liraya.

Maden-İş taşerona karşı sessiz kalmadı M

uğla’nın Yatağan İlçesi’ndeki Maden-İş üyeleri, 21 Haziran günü Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu’ndaki (TKİ) taşeronlaştırmaya karşı müdürlük önünde eylemdeydi. TKİ Güney Ege Linyitleri İşletmesi Müessesesi Milas Yeniköy Linyitleri İşletme Müdürlüğü’nde taşeronlaştırma nedeniyle işlerin durma noktasına

gelmesi maden işçilerini harekete geçirdi. Maden-İş üyeleri, TKİ’ye bağlı müdürlüğün önünde yaptıkları eylemle taşeronlaştırmaya isyan etti. Müdürlük önünde yapılan basın açıklamasını Maden-İş Yatağan ve Havalisi Şubesi Başkanı Süleyman Girgin okudu. Girgin, kadrolu işçilerin emekliye ayrılması ve işten atılmasının ardından kömür ve

hafriyat işlerinin ihaleye çıkarıldığını, işletme bütünlüğünün yok olduğunu aktardı. Girgin, emekli olan ya da işten çıkarılan iş makinesi operatörlerinin yerine yeni getirilenlerin eğitimsiz olması nedeniyle makinelerin boş kaldığını söyledi. Girgin, sorunun kaynağının AKP hükümetinin özelleştirme ve taşeronlaştırma uygulamaları olduğunu ifade ederek açıklamasını bitirdi.

irleşik Taşımacılık Sendikası (BTS) İzmir Şube Başkanı Bülent Çuhadar, grev kırıcılığı yapan makinistlerin TCDD tarafından ödüllendirildiğini öne sürdü. TCDD yönetiminin, personel arasında uyguladığı adaletsizliğin iş barışını bozma noktasına getirdiğini, işyerlerinde çatışma aşamasına gelindiğini vurgulayan Çuhadar, 23 Mayıs’ta kamu çalışanları grevinde “grev kırıcılığı” yapan makinistlerin, TCDD’nin kamplarında “kantinci” olarak görevlendirilerek ödüllendirildiğini açıkladı.

TRT’den çifte standart

S

endikaların üyelerine eposta göndermelerini engelleyen TRT, 18 Haziran’da din eğitimi veren özel bir kuruluşun reklamını tüm çalışanlara gönderdi. Özel bir dil merkezi tarafından TRT Reklam Tasarım ve Tanıtım Dairesi Başkanlığı’na gönderilen mesajda, yaz okulunda Kuran ve peygamberin yaşamı derslerinin de olduğu anımsatıldı. TRT, daha önce kurumda örgütlü sendikaların personele posta göndermesini “izne bağlamış”, KESK’e bağlı Haber-Sen’e izin vermemişti.


9

EKONOMİ 28 Haziran 2012 / 11 Temmuz 2012

Halk›n Sesi

MARKS‹ST ‹KT‹SATÇI DAVID HARVEY TÜRK‹YE’DEYD‹

‘Kriz inşa ediyorlar’ AKP döneminde hem müteahhitlerin hem de ev alanların borçlandığı bir borç saadeti yaşanıyor. Bu borçluluk seviyesini AKP seçim dönemlerinde insanları adeta tehdit ederek kullandı. Seçim öncesinde her yerde öne çıkarılan “İstikrar Sürsün, Türkiye Büyüsün” sloganı, “AKP’ye oy verin yoksa istikrar bozulur, faizler artar ve sizler borçlarınızı ödeyemezsiniz” şeklinde bir gözdağı için kullanıldı.

ENG‹N DURAN

M

arksist sosyal bilimci David Harvey çeşitli konferanslar vermek için Türkiye’ye geldi. İlk önce Bilgi Üniversitesi’nde daha sonra da ODTÜ’de konuşan Harvey önemli açıklamalar yaptı. Harvey, Türkiye’nin bugünkü durumunun ABD, İspanya ve İrlanda’nın 5 yıl önceki haline benzediğini ve Türkiye’de de önümüzdeki dönemde sistemin çıkmaza girebileceğini belirtti. Harvey bu benzetmeyi kapitalizmin krizlerden çıkış stratejilerinden birisi olan inşaat sektörünün canlandırılması çabalarına ve bu çabaların neden olacağı muhtemel krizlere dayanarak yaptı. Türkiye’de AKP hükümeti döneminde hızla yükselen konut projeleri, devasa yapılar, kongre merkezleri, alış-veriş merkezleri ve finans kent projeleri inşaat sektörüne yaslanarak krizden çıkış stratejisinin örnekleri. Harvey’e göre konut inşasına dayalı bir yapı krizler sistemi olan kapitalizmde istikrarı sağlamak için kullanılan bir araç. Yeni yapılan kentler ile birlikte insanlar borçlanarak ev ve mülk sahibi oluyorlar. Bu sayede hem finans sektörünü besleyen bir birikim oluşturuluyor hem de borçlanan insanlar sistem içinde kalarak adeta sistemin bir parçası oluyor. Borcu olan ev sahibinin greve gitmediğini söyleyen Harvey, bu yapının yeni bir yaşam tarzını oluşturduğunu ve bunun da “Ev yap, içini eşyayla doldur” şeklinde olduğunu belirtti. Eşya doldurmak için ise tüketici kredileri ve kredi kartları devreye giriyor.

David Harvey Türkiye’de inşaat sektörünün gelişim seyrinin ABD ve İspanya’yı krize sokan duruma benzediğini anlattı Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre inşaat sektöründe büyüme ekonomik büyümenin olduğu dönemlerde büyümenin dinamosu olurken ekonominin yavaşladığı ve küçüldüğü 2008-2009 dönemlerinde ise daralmadan daha fazla etkilendi. Bu sonuçlara göre diyebiliriz ki

KR‹Z TET‹KÇ‹S‹ SEKTÖR Harvey’in dikkat çektiği konut sektöründeki hızlı büyüme AKP dönemini çok iyi açıklıyor.

inşaat sektörü krize diğer sektörlere göre daha fazla duyarlı ve ekonomideki büyüklüğüne göre krizi şiddetlendirebiliyor. Ancak inşaat sektörü ekonomide birçok sektörü (200’e yakın) harekete geçirdiği için ve işsizliğe geçici de olsa çözüm olduğundan dolayı hızlı büyümek isteyen ülkelerin ilk

yöneldikleri sektör oluyor. İnşaat sektörü ile ilgili diğer bir sıkıntı da sektörün dış borcunun çok yüksek olması... Türkiye’de finans sektöründen sonra dış borcu en yüksek olan sektör inşaat sektörü. Bu yapı, sektörün krize çok açık olduğunu gösteriyor.

BU ‹fi BÖYLE G‹TMEZ Sonuç olarak David Harvey, AKP döneminde Türkiye’de yaşanan ekonomik gelişmelerin bugün krizde olan ülkelerin önceden yaşadıkları geçici, sürdürülemez büyüme dönemleriyle aynı olduğunu söylüyor: “Siz o binaları sıra sıra dikersiniz, satamazsınız, ulusal üretime hiçbir katkınız olmaz. Paranızı boşa harcamanın ötesinde, üzerine borçlanmaya başlarsınız. O borcu ödeyecek gelir yaratmazsanız devlet bütçesi allak bullak olur. İrlanda’da da böyle oldu, İspanya’da da, ABD’de de. Beş yıl önce İspanya’nın rakamlarına baktığımda bunun böyle gitmeyeceğini söylemiştim. Türkiye’de işler böyle gitmeyecek.”

Rakamlarla borçlandırma... Harvey’in aç›klamalar›na bakt›¤›m›z zaman AKP döneminin çok iyi özetlendi¤ini görüyoruz. Çünkü 2003 y›l›nda Türkiye’de 1,7 milyar lira olan kredi kart› borç bakiyesi 2006 y›l›nda 10 milyar, 2010 y›l›nda 20 milyar ve 2011 y›l› sonunda 30 milyar liraya yükseldi. Bankac›l›k Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) verilerine göre 2003 y›l›nda 180 milyar lira olan hane halklar› har-

canabilir geliri Eylül 2011’de 530 milyar liraya ç›karken ayn› dönemde hane halklar›n›n finansal borçlar› (Kredi kart›, ihtiyaç kredisi, tüketici kredisi vb.) 13 milyar liradan 237 milyar liraya ç›kt›. Yani hane halk›n›n geliri parasal olarak yaklafl›k 2 kat artarken borçluluk seviyesi 17 kat artt›. Bu durum halk›n direnme e¤ilimlerinin törpülenmesi, teslim al›nmas› için kullan›l›yor.

Yağmaya yeşil maske ladığını anlattı. Aynı kanala irleşmiş Milletler konuşan Yerli Çevre Ağı'ndan Sürdürülebilir Kalkınma Tom Goldtooth, yeşil ekonomiyi, (RIO+20) Konferansı 20-22 doğanın özelleştirilmesi olarak Haziran 2012 tarihleri arasında gördüğünü su sözlerle anlattı: Brezilya’nın Rio de Janerio "Hükümetler ve işletmeler, söz kentinde düzenlendi. Dünyanın konusu yeşil ekonomi konseptiyle en büyük 20 ekonomisini Rio'ya geldi. Ancak kapitalizm buluşturan "İstediğimiz Gelecek" çerçevesinde bakacak olursanız bu başlıklı toplantı fiyaskoyla sonuçkandırmacadan başka bir şey landı. Son 20 yılda sera gazı değil. Piyasa odaklı atılımlar, emisyonlarının yüzde 40 oranında artması nedeniyle iklim değişiklik- yanlış bir yoldur." Yeşil ekonomiye yönelik lerinin hızlanması ve yine son 20 yılda dünyada bioçeşitliliğin yüzde eleştirilerde temel olarak, tarım tekellerinin organik gıda 30'unun yitirilmiş olmasına yatırımları yapması, şirketlerin rağmen zirveden herhangi bir doğa ile dost otomobil reklamları, önlem kararı çıkamadı. az enerji harcayan beyaz eşya üreKendi şirketlerinin karlarını dünyanın ve doğanın karşı karşıya timinin desteklenmesi, karbon salınım haklarını gösteren sertiolduğu tehlikenin önüne çıkaran fikaların hükümet temalınıp silcilerinin satılması gibi aldığı tek önlemlerin somut karar doğayı kurtar"yeşil ekonomayacağı mi"nin desteküzerinde lenmesi oldu. duruldu. Bu plana göre Yeşil gelişmiş ekonomiye ülkelerin geçiş söylemgeliştireceği leriyle "yeşil “çevre dostu” kıyafet giyyeni teknolodirilmiş olan jiler ve ürünler yeşili Green (Yeflil) ekonomi dedikleri başarısız ekonomik koruyacak ve Greed (Açgözlü) ekonomi... model"in dünyayı kursorgulantaracak. madığının altı çizildi. Sosyal ve YEfi‹L KIYAFETL‹ KAP‹TAL‹ZM çevresel adalet için, 'yeşil ekonomi'ye, yaşamın ve doğanın Ancak bu karar da önemli metalaştırılmasına karşı mücadele tartışmaları doğurdu. Zira “yeşil çağrısı yapıldı. ekonomi” hiç de masum bir Fikret Başkaya’ya göre de yeşil kavram değil. Rio+20'ye paralel ekonomi, “kriz koşullarında olarak yine Brezilya’da düzenledeğerlenme zorluğu içindeki nen ve halk örgütlerinin katıldığı büyük sermaye tekellerine yüksek “Sosyal ve Çevresel Adalet için kâr ve yağma imkânları sunacak. Halk Zirvesi”nde “Yeşil ekonoYeşil ekonomiyle doğanın temel mi” yerden yere vuruldu ve serkapasiteleri birer meta kategorimaye birikiminin başka bir sine dönüştürülecek. Mesela bir basamağı olarak ilan edildi. karbon piyasası oluşturularak Asya Pasifik Yerli Genç Ağı hava bir metaya dönüştürülecek adlı kuruluştan Maricel ve bundan böyle havanın da bir Macalanda Alman DW kanalına fiyatı olacak... Aynı şekilde biyoloyaptığı açıklamada bu “Yeşil jik çeşitliliğin de bir fiyatı olacak. Ekonomi” planlarının odağında İnsanlığın ortak malı olan ne insan değil ekonomi kadar doğal şey varsa, su, toprak, bulunduğunu, devletlerin ve vb. özelleştirilerek bir kâr aracına büyük işletmelerin çevre krizdönüştürülecek." lerinden kâr elde etmeyi plan-

B

AKP’nin satılık sevdası

Sendika m› dernek mi? Çalışma Bakanlığı’nın taşeron işçilerin sorunlarıyla ilgili çıkarmayı taahhüt ettiği yasal düzenleme öncesi konunun tarafı olarak kabul ettiği ‘taşeron işçi dernekleri’ sendikal örgütlenme karşısında bir alternatif olabilir mi? Neredeyse bütünüyle sahipsiz olan inşaat işçilerinin de benzer bir arayış içerisinde olduğunu biliyoruz. Bunun ne kadar yaygın bir kanaate dönüşeceğini zamanla göreceğiz. Ancak emek sömürüsünün giderek katmerleştiği ülkemizde sendikal örgütlenmenin bununla ters orantılı olarak geliştiğini düşünürsek işçilerin bir şekilde kendiliğinden arayışlara yöneleceğini öngörebiliriz. Dernekleşme belki bu çabalardan birisi olarak görülebilir. İşçi hakkı mücadelesi denildiğinde tüm dünyada ilk akla gelen örgütlenme biçimi olan sendikalar dururken bu sürece öncülük edenlerin neden dernekleşmeyi tercih ettikleri sorusuyla başlayalım. Kuşkusuz burada olası bir işçi kalkışmasının önünü kesmek için sahte-işbirlikçi örgütler yaratmak amacıyla AKP’nin “sivil” uzantısı konumundaki dernekleşme çabalarını unutmadan sorularımızı soruyoruz. Bunun iki önemli neden olsa gerek: Korku ve güvensizlik. Sendikal örgütlenTufan menin patron ve devlet tarafından hoş görülmediği fikri yavaş yavaş Sertlek genç işçi kuşağına yerleşiyor. Bir Dev Sa¤l›k-‹fl süre öncesinde tamamen bilgi ve Yönetim Kurulu tecrübe yoksunu bir kuşak olan Üyesi bu kitle yaşadığı-duyduğu deneyimlerle sendikalaşmanın “tehlikeli” bir işe atılmak anlamına geldiğini görüyor. Sayıları sadece kamuda 1 milyon civarında olan taşerongüvencesiz işçilerin sınırlı sendikal deneyimlerle bu korkuyu üzerinden atması çok mümkün görünmüyor olabilir. Diğer taraftan sendikal harekete halen egemen olan geleneksel sendikal tarz ve sarı sendikacılık işçilerin önemli bir kesimi için, haklı olarak, güven telkin etmiyor. Bu nedenle sendika dışında örgütlenme arayışları cazip geliyor olabilir. Bu iki faktörün gerçek hayatla ilişkisi çok güçlü olsa da yeni “teşvik paketleri”, “istihdam stratejileri” ile görüldüğü gibi emek sömürüsünün kat be kat arttığı, iş kazalarının dünyanın en berbat istatistikleri arasına girdiği bir ülkede işçi sınıfının önüne dernek gibi bir örgütlenmeyi koymak, başta dediğimiz gibi kötü niyetli bir girişim değilse, tam anlamıyla aymazlıktır. Zira dernek dediğimiz örgütlenme üyelerinin veya temsil ettiklerinin menfaatlerini sağlar. Bugün işçilerin önündeki mesele basit bir menfaat sağlama meselesi değildir. Mesele topyekün emek-sermaye çatışmasının parçası olarak şekillenmektedir ve bu çatışma ancak bir sınıf mücadelesiyle ezilenlerin lehine çevrilebilir. Dolayısıyla dernek gibi, mücadele perspektifi zayıf, durağan, sendikal örgütlenme gibi güçlü tarihsel deneyimlerle beslenmeyen bir örgütlenme formunun içinde yaşadığımız süreçte işçilerin sorunlarını göğüsleyebilme imkanı yoktur. Bunları söyledikten sonra bize şu soru gelebilir. İşçiler korku ya da güvensizlik nedeniyle sendikalara gelmek istemiyorsa ne yapacağız? Kuşkusuz bu, yukarıda da söylediğimiz gibi son derece doğru ve gerçek bir sorudur. Sendikal örgütlenmeyi yasaların çizdiği çerçevede ele alan bir anlayışla bu soruya ikna edici bir yanıt oluşturabilmek mümkün değildir. Geleneksel mücadele ve örgütlenme anlayışlarına takılıp kalmadan yaratıcı sendikal formlar ortaya çıkartarak işçilerle buluşmaya çalışan bir sendikal tarzla bu kısır döngünün önü açılabilir ancak. Sağlık alanıyla başlayıp bazı kamu iş kollarında devam eden taşeron işçi örgütlenmesinin ve tersane işçilerinin mücadele süreçlerinde görüldüğü gibi yeni işçileşen kesimlere yönelik mücadele pratiklerinin ne kadar önemli sonuçları olduğunu gözleme imkanı bulduk. Bu pratikleri iş kollarını aşan bölgesel örgütlenme düzeyleriyle ve emekçilerin yeniden üretim alanlarının mücadele sürecine dahil edildiği pratiklerle zenginleştirerek yeni bir sınıf mücadelesi dinamiği yaratma sorunsalı aşıldığında yeni dönemin örgütlenme meselesi de hayatın içinden gelen cevapla çözüme kavuşmuş olacaktır.

AKP’nin 10 milyara Sevda Tepesi’ni peşkeş çekmesi ‘kaynağı belirsiz paraların karşılığında başka ne verildi’ sorusunu gündeme getirdi

İ

stanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 7 Haziran 2012’de aldığı karar ile Sevda Tepesi’nin imara açılması, Türkiye’ye kayıtsız para girişi tartışmalarını tekrar gündeme getirdi. Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın 28 yıl önce Turgut Özal hükümetinden satın aldığı, İstanbul Boğazı’nı gören Sevda Tepesi’ne konut inşaatı için imar izni verildi. Bu kararın arkasında yatanları Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar açıkladı. Suudi Kralının 28 yıldır süren o bölgeyi imara açtırma çabaları Türkiye’ye yapılan 10 milyar dolar hibe ile sonuçlanmış. Bakan ilk açıklamasında 10 milyar doların geldiğini belirtmesine rağmen gelen tepkiler üzerine paranın gelmediğini ancak önümüzdeki dönemde gelebileceğini söyleyerek açıklamalarını düzelti.

PARAYI VEREN DÜDÜ⁄Ü ÇALAR Bakanın “para Türkiye’ye gelmedi” açıklaması var olan tartışmaları bitirmedi çünkü mesele paranın bugün ya da yarın gelmesi değil. Önemli olan nokta normalde imara açık olmayan bir bölgenin para karşılığına imara açılması. Daha da önemlisi bu durumun son derece normalmiş gibi gösterilmeye çalışılması. Tam da AKP icraatlarının tipik bir örneği: “parayı veren düdüğü çalar” Bu tartışmaların içinde dikkat çeken bir nokta da bu kadar fazla paranın Türkiye’ye hangi kayıt altında girdiği. Ancak ödemeler dengesi bilançosunda kaynağı belli olmayan para girişleri diye bir bölüm var ve adı “net hata ve noksan.” Bu miktar ne kadar fazlaysa o ülkede kayıtdışı para girişlerinin çok olduğu anlaşılıyor. Bir ülkede bu

bilanço kalemi ne kadar fazlaysa o kadar kara para, o kadar yolsuzluk, o kadar kirli işler döndüğü anlaşılıyor. “ÜZÜMÜNÜ YE, BA⁄INI SORMA” Türkiye’ye kayıt dışı para girişi AKP hükümeti döneminde özellikle kriz dönemlerinde hayat kurtaran düzeylerdeydi. 2008’den beri süregelen dünya ekonomik krizinin ilk dönemleri olan Ekim 2008-Mayıs 2009 döneminde Türkiye’ye kaydı belli olmayan 18 milyar dolar para girişi oldu. Kriz dönemlerin gelen kaydı belli olmayan paraların akıbetinin sorgulanması AKP’de hep rahatsızlık yaratıyor. Zira bu paraların ne karşılığı geldiği önemli. AKP’ye göre ise gelen paranın kaynağını sorgulamak yerine paranın Türkiye’ye gelme lütfünü gösterdiği için kaynağını bilmediğimiz paranın gelişinin gururunu yaşamalıyız, bir bakıma “üzümünü yiyip, bağını sormamalıyız.” Ancak Suudi Kralının para karşılığı imar izni koparmasından anlaşılan, halk için herhangi bir üzüm söz konusu değil. Türkiye’ye yıllardır gelen gizemli paranın bir kısmının sırrı açıklığa kavuştu. Diğer paraların karşılığında ne verilmişti, neler satılmıştı, bunu şu an kimse bilmiyor.

NET HATA VE NOKSAN

N

et hata ve noksan denilen şeyin ne olduğunu anlamak için önce “Ödemeler dengesi bilançosu” ne demek onu anlamak gerekir. Ödemeler dengesi bilançosunda, bir ekonominin diğer ekonomilerle yaptığı tüm para, mal ve hizmet alışverişlerinin kaydı tutulur. Örneğin ithalatınız ihracatınızdan fazlaysa da bu hesap eksi çıkmaz. Zira mutlaka bir yerlerden borç alınmıştır ve ülkeye para girmiştir. Böylece normal olarak bu iki taraf hep eşit çıkar. Yani tüm hesaplar doğru, kayıtlı bir şekilde tutulabilirse ödemeler dengesinde giren ve çıkan kalemler birbirine eşit olacaktır. Eşit çıkmazsa “Net hata ve noksan kalemi”ne açık olan para yazılır ve

ödemeler dengesi bilançosu denkleştirilir. Aslında bir tür muhasebe hataları vs. nedeniyle bu kalem üretilmiştir. Ancak Türkiye’de kayıt dışı, kaynağı belli olmayan para girişleri olduğu için bu net hata ve noksan kalemi hep büyük oluyor. Bu paralar Türkiye’ye nasıl, ne karşılığı gelmiştir belli değildir. Uyuşturu parasından, politik pazarlıklar karşılığı alınan hibelere, uluslararası rüşvetlere kadar her şey olabilir ancak basit bir muhasebe hatası/noksanı olamayacak kadar büyüktür. Türkiye’de AKP döneminde bu kalem 10 milyar doların üstünde seyrederek ülke ekonomisini finanse etmiştir. Bunun ne karşılığı olduğu bilinmemektedir.


10

KİBELE 28 Haziran 2012 / 11 Temmuz 2012

Halk›n Sesi

Meydan okuyan kad›nlar bir ad›m öne Halkevleri 22. Kongresi gerçekleşti. Kongre’de yapılan tartışmalar gösteriyor ki önümüzdeki dönem toplumsal mücadeleyi yenileyecek ve güçlendirecek temel dinamiklerden biri kadın mücadelesi olacak. Halkevleri Genel Yönetim Kurulu’nda Kadın Sekreterliği ile temsil edilen Halkevci Kadınlar, başta örgütlü oldukları iller olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında cinsiyetçiliğe, güvencesizliğe ve gericiliğe karşı bütünlüklü bir programı inşa etmek için yola koyuldu bile… DAYANIfiMA VE MÜCADELE ‹LE ÖZGÜRLEfi‹YORUZ Halkevleri bulunduğu mahallelerde kadınlar için gerçek özgürleştirici ve dayanışmacı ilişkilerin kurulması ve yaşanması açısından her zaman önemli bir noktada oldu. Şubelerimizde kadınlarla kadınlar için gerçekleştirdiğimiz etkinlikler, toplumsal yaşama birer davet iken, kadınların mücadeleye katılmasını, kendi hayatında söz ve karar sahibi olmalarını sağladı. Kadınlar hak mücadeleleri ile yaratıcı, özgürleştirici özgün pratikler ürettiler. Bu nedenle, son dönemde eylem ve etkinliklerimize katılan kadın sayısındaki artış Dilflat tesadüf değil, kadınların Aktafl kendi özgün sorunları Halkevleri etrafında Halkevleri'nde Kad›n Sekreteri verdiği ortak mücadeleye dayanmaktadır. Halkevleri’nin yürüttüğü her türlü faaliyetin kadınları özgürleştirici nitelikte gerçekleştirilmesi ve bunun için uygun kadro donanımının sağlanması, önümüzdeki dönemin temel örgütsel atakları arasındadır. Efi‹TL‹K MÜCADELES‹NE GÜÇ KAZANDIRACAK B‹R ADIM Kadınların yarattığı ortak mücadele deneyimlerinin görünür kılınması, tüm Türkiye çapında duyurulması ve ortak deneyimlere dönüştürülmesi konusunda Kadın Sekreterliği önemli bir olanaktır. Buna bağlı olarak tüm illerde eş güdümlü bir faaliyetin ortaya çıkartılması konusunda "Bölge ve İl Koordinasyonları" kısa veya uzun vadeli program, amaç ve hedeflerin yaygınlaşmasında tamamlayıcı niteliğe kavuşturulmalıdır. MEYDAN OKUYORUZ! Kadın bedeni üzerinde kurulmaya çalışılan tahakküm kadınların toplumsal statüsünü anne veya eş olarak garantiye alırken, bizler kendi bedenimiz ve yaşamımız hakkında söz ve karar sahibi olduğumuzu ilan ediyoruz. AKP’nin gerici ve piyasacı politikalarına karşı meydan okuyoruz! 1. Kürtaj yasağı ile cinselliğimiz üzerinde kurulan erkek egemen devlet denetimine karşı çıkıyor, başta doğum kontrol olmak üzere, üreme haklarımıza parasız ulaşmak istiyoruz. 2. 4+4+4 ile yaygınlaşacak piyasacı, gerici, cinsiyetçi eğitim sistemine karşı parasız, bilimsel, anadilde, nitelikli, eşitlikçi bir eğitim hakkı mücadelesini savunuyoruz. 3. Ulusal İstihdam Stratejisi ile kadınların iş gücüne “daha esnek” ve “daha ucuz” dahil olabilmesinin koşulları yaratılıyor. Kadınların güvencesizleştirilmesine karşı mücadeleyi yükseltiyoruz. AKP’nin, kadın erkek eşitliğine “inanmayan”, kadına yönelik şiddetin artmasına sebep olan, devletin kadın bedeni üzerindeki hakimiyetini pekiştiren kadın düşmanı siyasetine karşı Halkevci kadınlar, düzenli, sistemli bir çalışmayı hayata geçirmeli, militan ve kitlesel direnişler örgütleyerek mücadelede öncü görevler üstlenmelidir. KADIN DÜfiMANLI⁄INA KARfiI ORTAK MÜCADELE Toplumsal yapı içerisinde kadın düşmanlığının hedefi haline gelen kadınlarla, cinsel yönelimlerinden dolayı ayrımcılığa maruz kalan LGBTT bireylerle, işten atılan kadın işçiler ve şiddetin her biçimine maruz kalan kadınlarla, Kürt kadınlarının eşitlik ve özgürlük mücadelesinde Halkevci Kadınlar dayanışmayı örgütleyecektir. Bugün kürtaj yasağına karşı bedenleri üzerinde söz söyleme hakkı için mücadele eden kadınlar, tarihe satır arasındaki bir isyan olarak değil, erkek egemen, neoliberal muhafazakar ideolojiye karşı direnişin bir simgesi olarak yazılacaktır. Halkevci Kadınlar bir adım öne!

AKP kadın kolları sıkıştı Halkevci Kadınların karşısına çıkacak cesaretlerinin olmadığını göstermiştir”

H

alkevci Kadınlar, kürtaj tartışmalarında hiçbir şekilde sesi çıkmayan AKP Kadın Kolları’na ziyaretler düzenledi. Kadınlar, Başbakan’ın iktidara geldiği günden bu yana kadın düşmanı açıklamaları ve son olarak kürtajı yasaklama girişimi karşısında AKP Kadın Kolları’nın bir tavır alıp almayacağını sordu. Halkevci Kadınlar,AKP kadın kollarına sundukları kürtajla ilgili bir dosyayla beraber 6 maddelik bir dilekçeye imza istediler. Halkevci Kadınlar’ın hazırladıkları dilekçedeki maddeler şöyle: I Yasal kürtaj süresi en az 12 hafta olmalı ve kadınların ücretsiz, nitelikli kürtaja ulaşımı sağlanmalıdır. I Yasada yer alan eş izni kalkmalı, kürtaj kadınların tek başlarına da karar verebilecekleri bir sağlık hizmeti olmalıdır. I Kadınlar ve erkekler doğum kontrolüne parasız ve nitelikli ulaşmalı ve bilgilendirmelidir. I Kadınlar sezaryen ve kürtaj hakkında tarafsız bir şekilde bilgilendirilmeli, tercih kadına bırakılmalıdır. I Hastane çalışanları ve doktorlar cinsiyetçilik üzerine eğitim almalıdır. Cinsellik eğitimi okullarda verilmelidir. I GEBLİZ adı altında yürütülen Gebe Bebek Lohusa İzleme Sistemi bir fişleme sistemi olmaktan çıkarılmalı, kadınların bilgileri yalnızca doktoru tarafından görülebilmeli ve kadınların izni haricinde bilgileri başka kişilerle paylaşılmamalıdır. AKP’nin kadın kolları Erdoğan’ın kadınlar hakkında yaptığı açıklamaları genel olarak savunamazken, kürtaj yasasının kadınların

Halkevci Kadınlar, AKP kadın kollarına ziyaretler düzenleyerek Erdoğan’ın kadın karşıtı açıklamalarına tavır almalarını ve kürtaj hakkının geliştirilmesi talebinin de olduğu 6 maddelik bir dilekçeye imza atmalarını istiyor lehine bir düzenleme olacağına inandıklarını söylediler. AKP B‹NASI ‹Ç‹NDE AÇIKLAMA Çanakkale AKP İl binasına giden kadınlar kimseyi bulamadılar. Kadınlar, önceden haber vermiş olmalarına rağmen orada olmayan AKP’li kadınların, günlerdir birçok kadının tepkisini çeken kürtaj yasasından daha önemli ne işleri olduğunu sordular. AKP binası içinde açıklama yapan kadınlar, taleplerini dile getirdiler. Mersin’de Halkevci Kadınlar 25 Haziran Pazartesi günü AKP Kadın Kolları’yla görüşmek için AKP ilçe teşkilatına gitti. Telefonla

edi yıldır barınma hakkına sahip çıkan, yıkım saldırılarına karşı barikatın en önünde yer alan, “limonlu eylemler” ile öne çıkan kadınlar, mücadelelerini Kadınevi ile taçlandırdı. Barınma Hakkı Kadınevi, kadın dayanışmasını ve mücadelesini büyütmek amacıyla 16 Haziran günü Dikmen Vadisi’nde açıldı. Kadınlar, Kadınevi’ni Halkın Sesi’ne anlattı. Melih Gökçek ile görüşme sürecinde Cumhurbaşkanlığı,

Kadınlar 26 Haziran Salı günü Buca ve Konak AKP İlçe Başkanlığı’na gitti. AKP Buca İlçe Başkanlığı’nda kendini ilçe sekreteri olarak tanıtan bir kadın, yöneticilerin cenazeye katıldıkları gerekçesiyle burada olmadığını söyledi. AKP binası önünde bir açıklama yapan kadınlar şunları söyledi: “Kürtaj hakkımızın engellenmesinin gündemde olduğu bu günlerde AKP'lilerin yerlerinde bulunmamasının 'kürtaj hakkı ile ilgili söyleyecek bir sözlerinin olmadığını gösteriyor. Bizim muhatabımız sivil polisler ya da sekreter değil, kadın kollarıydı ama bu tavırla AKP kadın kolları

Ortayol yok, kürtaj haktır AKP kürtaj süresi konusunda geri ad›m atm›fl olsa da kad›n bedenine yönelik sald›r›lar›na farkl› uygulamalarla devam ediyor. Bu nedenle Baflbakan›n ortaya att›¤› “Kürtaj cinayettir” laf›ndan beri sokaklarda olan kad›nlar›n mücadeleye devam etmesi önemli görünüyor. Kad›nlar da mücadeleyi sürdürüyor. ‹stanbul’da kad›nlar 17 May›s’ta Pangalt›’da biraraya geldi ve Taksim’e yürüyerek, sa¤l›kl› ve güvenli kürtaj haklar›n› istedi. Kürtaj Hakt›r Karar Kad›nlar›n Platformu’nun düzenledi¤i eyleme yüzlerce kad›n kat›ld›. Sa¤l›k Bakan›’n›n orta yol bulunaca¤›na iliflkin aç›klamalar›na da tepki gösteren kad›nlar “Orta yol istemiyoruz, karar kad›nlar›n” dedi. Kad›nlar yapt›klar› aç›klamada Diyanet ‹flleri’nden Sa¤l›k Bakan›’na bir dizi erkek devlet sözcüsünün fetva vermeye bafllad›¤› söylendi.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi önünde biraraya gelen bine yak›n kad›n, "Yasal kürtaj de¤il, yasak kürtaj öldürür" diyerek Kolej Kavfla¤›'na yürüdü. Eylemde "Kürtaj oranlar›n›n düflürülmesinin önündeki en temel engel Baflbakan'›n iddia etti¤i gibi, kürtaj›n yasal olmas› de¤il, ataerkil de¤erlerdir” dendi. ‹zmir’de de Kürtaj Hakt›r, Karar Kad›nlar›n Platformu’nun ça¤r›s›yla Cumhuriyet Meydan›’nda toplanan kad›nlar, bedenleri üzerindeki karar hakk›n›n kendilerinde oldu¤unu vurgulad› ve hükümetin “Bilim Kurulu” olufltururken Tabip Odas› ve di¤er hekim kurulufllar›n›n görüfllerini dikkate almamas›n› elefltirdi. Aç›klamada kad›nlar, “Bedenimizle ilgili olan bu karar›n bize ait olup baban›n ve kocan›n iznine tabi olmamas›n› talep ediyoruz” dedi.

Karar kadınların ‘Kürtaj cinayettir’ açıklamalarından sonra kadınların tepkisiyle karşılaşan AKP, süre konusunda geri adım atıyor ama kadın bedeni üzerinde devlet denetimini daha ağır şartlarla sürdürecek uygulamalarıyla yola devam ediyor

B

Fatma Şahin’in maskesi düştü

A

ile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, 15 Haziran günü İstanbul’daki Koç Üniversitesi Yerleşkesi’nde katıldığı bir sempozyumda Halkevci Kadınlar tarafından protesto edildi. “Kürtaj haktır” diyen Halkevci Kadınlara Şahin’in yanıtı “Alın bunları” oldu. Bakanın korumaları Halkevci Kadınlara saldırdı. Kadınlara yönelik saldırı karşısında salondaki akademisyenler tepki gösterdi ve salonu terk etti. Daha sonra okula gelen jandarmanın, kadınları gözaltına alma çabasına da toplu çıkış yapılarak izin verilmedi.

Barınma Hakkı Kadınevi açıldı Y

geleceklerini bildiren kadınlara AKP Kadın Kolları Başkanı’nın orada olacağı söylendi. İlçe teşkilatına giden kadınlara söylenen ismin doğru çıkmadığı anlaşıldı. Kadınları daha sonra AKP Akdeniz İlçe Başkan yardımcısı Zeliha Kulaksız karşıladı. Kulaksız, Recep Akdağ’ın “tecavüz eden doğursun, devlet bakar” sözlerine katılmadığını belirtti. Kadınların taleplerini olumlu bulduğunu belirtirken imza vermekten kaçınan Kulaksız, caydırıcılığı arttıracağını söyleyerek kürtajın paralı olması gerektiğini savundu. Ziyaretlerden en ilginci İzmir’de gerçekleşti. İzmir’de Halkevci

‘3 ÇOCUK BAfiBAKANIN K‹fi‹SEL F‹KR‹’ AKP Konak İlçe Başkanlığı’nda kadınları önce sivil polisler karşıladı. Telefonla ulaşılan AKP Konak İlçe Kadın Kolları Başkanı Sevim Tozan 40 dakika sonra sivil polis koruması ile geldi. Tozan, “Tayyip Erdoğan’ın cinsiyetçi ve kadın düşmanı söylemlerinin göstergeleri olan ‘Üç çocuk doğurun. Kadın-erkek eşit değildir’ şeklindeki açıklamalarına katılıyor musunuz?” sorusuna ‘Bu açıklama başbakanın kişisel fikridir, katılmıyorum’ diyerek cevap verdi. Tozan daha sonra imza metnindeki 3 maddenin altına imza attı. Tozan, kürtaj olma süresinin 12 hafta olması, parasız sağlanması, eş izninin kaldırılması ve sezaryen konusunda kadınların tarafsız bir şekilde bilgilendirilmesi maddelerine katılmadı. Eskişehir’de Halkevci Kadınları, AKP Odunpazarı İlçe Kadın Kolları Teşkilat Başkanı Fadime Aktay karşıladı. Aktay, kürtaj konusunda bilgisinin olmadığını söyleyerek Odunpazarı İlçe Teşkilatı Başkan yardımcısı Sekreteri Hatice Kozan’ı çağırdı. Kozan, AKP’li kadınların kürtaja karşı olduğunu ve AKP’li bakanlardan, Başbakan’dan ayrı düşünemeyeceklerini, açıklama yapamayacaklarını söyledi. Eskişehir AKP İl Binası’na da giden kadınlar burada da konuştukları AKP’li kadınlara kürtaj konusunda kadınlardan yana taraf olmaları gerektiğini söylediler. Halkevci Kadınların ziyaretleri önümüzdeki günlerde diğer illerde de devam edecek.

Başbakanlık, TBMM ve Büyükşehir Belediyesi önünde yaptıkları “limon eylemleri”ni hatırlatarak sözlerine başlayan kadınlar, bu zaman zarfında daha sık bir araya geldiklerini ve daha çok fikir ürettiklerini aktardı. Sosyal yaşamlarını örgütleyebilecekleri bir yer ihtiyacından söz eden kadınlar, Kadınevi’ni de tıpkı Barınma Hakkı Bürosu gibi elbirliği ile kurduklarını belirttiler. Vadili kadınlar, Barınma

Hakkı Kadınevi’nin önümüzdeki dönem planlarını ise şu sözlerle anlattılar: “Barınma Hakkı Bürosu ile beraber hareket ederek dayanışmamızı güçlendireceğiz. Kadınlar olarak psikolojik sorunlarımızı, sağlık, eğitim ve sosyal yaşamdaki sorunlarımızı paylaşıp tartışacağız, birlikte çözüm arayacağız. İhtiyacı olan arkadaşlarımız için okuma yazma kursları yapacağız. Ev içinden çıkıp ortak bir hayata geçişte artık Barınma Hakkı Kadınevi’ndeyiz.”

aşbakan Erdoğan’ ın “Kürtaj cinayettir” açıklamalarından sonra başlayan kürtaj süresinin 4,8 ay daha sonra 10 hafta olacağına ilişkin tartışmalar son bulmuş görünüyor. Ancak 3 bakan, bilim kurulu raporunu işaret ederek Meclis’e sunulması beklenen yasa değişikliğinde kürtaj oranlarını düşürmek için sıkı tedbirler alacağını söylüyor. Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın birlikte sürdürdüğü çalışmalar konusunda Sağlık Bakanı Recep Akdağ bir açıklama yaparak, bilim kurulu raporunun 25 Haziran’daki Bakanlar Kurulu toplantısına getirileceğini duyurmuştu. Rapor Bakanlar Kurulu’na iş yoğunluğu gerekçe gösterilerek sunulmadı ancak bu sırada AKP’li Cevdet Erdöl, sezaryenin yalnızca ‘tıbbi zorunluluk’ hallerinde yapılmasını öngören kanun teklifini TBMM Başkanlığı’na sundu

SIKI TEDB‹RLER NE? Rapor henüz Bakanlar Kurulu’na götürülmediği için çalışmaların ne yönde olduğu net olmasa da kürtaj ile ilgili, bir süre değişikliğine gidilmesi beklenmiyor. Yani mevcut düzenlemede olduğu gibi kürtaj hakkı hamileliğin ilk 10 haftasında kullanılabilecek. Yapılan toplantılarda kürtaj oranını aşağı çekecek “sıkı tedbirler” tartışılıyor. Bu sıkı tedbirlerin ne olacağı ise belirsiz. TEDB‹RLER BEL‹RS‹Z, TALEPLER BELL‹ Kadınların bu belirsiz tedbirler karşısında talepleri oldukça açık. Kadınlar mevcut düzenlemelerin korunmasına da AKP’nin hazırlayacağı ve bedenleri erkeklerin söz ve karar hakkının olduğu müstakbel düzenlemelere de itiraz ediyor. Kadınlar kürtaj

yaptırma sınırının en az 12 hafta olmasını ve parasız, nitelikli kürtaja ulaşımının sağlanmasını talep ediyor. Mevcut yasada yer alan eş izni zorunluğunun kalkmasını, kadın ve erkeklerin doğum kontrolüne parasız olarak ulaşmasını isteyen kadınlar, “Sezaryen ve kürtaj hakkında tarafsız bir şekilde bilgilendirilmeli, tercih kadına bırakılmalıdır” diyor. Kadınlar ayrıca hastane çalışanları ve hekimlerin cinsiyetçiliğe ilişkin eğitim almasını ve GEBLİZ adı altında yürütülen Gebe Bebek Lohusa İzleme Sistemi’nin bir fişleme sistemi olmaktan çıkarılmasını, kadınların bilgilerinin yalnızca doktoru tarafından görülebilmesini ve kadınların izni haricinde bilgileri başka kişilerle paylaşılmamasını istiyor. ‘TEBR‹KLER, KIZINIZ HAM‹LE’ Kadınların yukarıda söz edilen son talebi Hürriyet’ten Ayşe Arman’ın Hülya Gülbahar ile yaptığı görüşme üzerine yazdığı köşe yazısıyla ortaya çıkan bir gerçekle şekillendi. Ortaya çıkan gerçek şuydu ki hamilelik testi yaptıranların sonuçları ve iletişim bilgileri bakanlığa gönderiliyordu. Bakanlık da bu bilgileri aile hekimlerine ileterek hamilelik sürecinin takip edilmesini ve normal doğum yolunun kullanılmasını talep ediyordu. Daha sonra Ali Tezel’in HaberTürk’te yayımlanan yazısıyla durumun uygulamadaki hali de açığa çıktı. Hamilelik testine gidenlerin sosyal güvencesinden yararlandıkları babaları veya kocalarına “Tebrikler hamilelik testiniz pozitif çıktı, en kısa zamanda aile hekimine gidiniz” mesajı geliyor. Kadınlar bu uygulamaya kadınların güvenliği sebebiyle karşı çıkıyor. Kadınlar bu uygulamanın bedenleri üzerindeki devlet denetimini pekiştireceğini ifade ediyor.


11

YÜZ YÜZE 28 Haziran 2012 / 11 Temmuz 2012

Korku iktidarda, umut sokakta

Halk›n Sesi

Yunanistan’da 6 Mayıs’taki seçimlerde bir hükümet kurulamamasının ardından yapılan 17 Haziran’daki seçimler sonucunda neoliberal program (momerandum) yanlısı bir hükümet kuruldu. Ancak diğer yandan Yunanistan radikal solunun seçimler düzeyindeki en büyük başarısı yaşandı. 1958’de, İç Savaş’ın yenilgisinin ardından EDA isimli bir sol cephe, ulusal kurtuluş cephesinin kalıntılarının yeniden yü-

zeye çıkmaya başladığı dönemde yüzde 25 civarında oy almıştı. Peki bugün yüzde 27 oy alan Syriza (Radikal Sol Koalisyon) yükselişini neye borçlu? Faşistlerin yükselişi neye işaret? Sosyalizm için parlamentoculuk dışında bir yol var mı? Yunanistan konusundaki çalışmalarından tanıdığımız Foti Benlisoy ile Sendika.Org’un yaptığı söyleşinin kısaltılmış halini yayımlıyoruz.

GREVLERDEN MEYDANLARA,MEYDANLARDAN MAHALLELERE

Syriza’yı Syriza yapan sokaktır

S

yriza’nın yükselişinde, iki yıl süresince krizin tetiklediği ciddi direnişler ve Syriza’nın bu direnişlerde oynadığı çok etkin rol göz ardı edilemez

Yunanistan’ın 17 Haziran seçimi, çok muzafferli bir denklem ortaya koydu. Bu sürecin galibi kimdir aslında? Bir iki gündür baktığım yazılarda sürekli olarak “Bu bir Pirus zaferi” tabiri kullanılıyor. Malum Pirus kralı, Romalılar karşısında zafer kazanıyor. O zaferi tebrik etmek isteyen bir komutan geliyor yanına. Kral da diyor ki “Böyle bir zafer daha kazanırsak Romalılar işimizi bitirecek.” Aslında Yeni Demokrasi (YD) ve yapısal uyum programı taraftarı partiler için gerçekten bir Pirus zaferi söz konusu. YD muazzam bir korku seferberliği, bir “kara propaganda” kampanyası yürüttü. İşte “Syriza gelirse bankalardaki hesaplar dondurulacak. Sermaye kaçışı yaşanacak, Yunanistan AB’den atılacak ve bir üçüncü dünya ülkesi olacak” gibi… Yunan sağını küçümsüyoruz. Neticede bir iç savaştan çıkmış, aslında militan bir sağdan bahsediyoruz. Şimdi kriz bağlamında Yunan siyasal merkezi çökerken sağın bütün bu kiri pası o naftalinli dolaplardan çıkıyor. Bunları bir seferliğine YD lideri Samaras toplamayı başardı. Dolayısıyla böyle bir galibiyet elde etti ama Yunan siyasi merkezi çözülmüş durumda. Memorandum taraftarı, yani neoliberal yapısal uyum programını yürütme arzusundaki partilerin geleneksel toplumsal tabanında bir erime hali var. Keza, geçen seçimlerin açığa çıkardığı önemli bir sosyal dinamik bu seçimlerde de teyit oldu. O da siyasal alanda söz konusu olan kitlesel ölçekte radikal sola doğru kayış. Zaten seçimin asıl galibi sayılması gereken de yüzde 27 oy alan Syriza. Tabii Syriza’nın da kendi içinde zaafları ve çelişkileri var ama bir Atina, Pire veya Selanik haritasını aldığımızda neredeyse sınıfsal bir bölünmeyi görürsünüz. Zengin mahallelerde kitlesel olarak YD’ye oy verilmiş. Yoksul ya da alt orta sınıf mahallelerinde ise Syriza neredeyse tek parti konumunda. Açıkça emekçi mahallelerde bir sınıf oyu verme durumunun oluştuğunu görüyoruz. Oyun sadece niceliksel ölçümüne değil, niteliksel verilerle baktığımızda sol açısından ciddi bir durum söz konusu. Buna Yunanistan Komünist Partisi’nin (KKE) oyunu katarsak, cılız da olsa bazı küçük oluşumların, örneğin diğer bir sol ittifak olan Antarsya’nın oyunu katarsak çok ciddi bir yekûn tutuyor. Bu anlamda seçimin en büyük galibi soldur. Merkezin çözülmesi tabii ki önemli ama Türkiye’de krizin ardından AKP çıktı. Peki Yunanistan’ın sihri ne de sandıktan sol çıktı? Türkiye’den farklılaştıran, yani bu siyasal temsil krizini organik krize döndüren şey, toplumsal muhalefetin canlılığıydı. Daha kriz başlamadan, Yunanistan’a sirayet etmeden önce, 2008 Aralık’ında çok muazzam bir gençlik ayaklanması yaşandı. Üniversiteleri özelleştirecek bir anayasa değişikliğini geriye teptirebilmişti öğrenci muhalefeti. Kazanımları olan, kendisine bir güveni olan, sorunlarına rağmen müdahil olabilen, etkin bir fail olarak ortaya çıkabilen bağımsız bir siyasal aktör olarak bir sol vardı zaten. Ama Yunanistan’ı özgün kılan şöyle bir şey de var: Toplumsal muhalefet ve direniş iki yıl içerisinde farklı evrelerden geçti ve her evrede bir tür hayal kırıklığı yaşandı aslında. İlk evre genel grevlerin çok yoğun olduğu, ana akım sendikaların mücadele yöntemlerinin daha baskın olduğu, onların inisiyatifinin önemli olduğu bir evreydi. Birkaç genel grevden sonra bu işin çok fazla böyle gidemeyeceği anlaşıldı. Sonra meydan işgalleri geldi. Bu sendikal hareketin ve solun kapsama alanını aşan bir hareketti. Sonra bu bitti, bunun akabinde sendikal hareketin biraz daha radikal taban inisiyatifleriyle bu meydan hareketlerinden doğmuş birtakım mahalle inisiyatiflerinin buluşmasının getirdiği yerel, küçük ölçekli, çok yaratıcı, birçok alanda pıtrak gibi bitebilen direnişler dönemi geldi. Kitle mücadelelerinin daha doğrudan, daha militan hale geldiği bir dönem yani. Dolayısıyla hareket farklı evrelerden geçerek dönüşüyor; belki kısmi bir yenilgiye uğruyor

S

yriza Yunanistan’da sosyal demokrasinin ortadan kalkması üzerine yükselen bir siyasal oluşum. Solun soluna doğru bir bilinç sıçraması var biriktirmeyi hedefleyen bir parti. Ancak, sosyalizme parlamenter bir strateji çerçevesinde geçiş Avrokomünizmin önemli başlıklarındandı ve bu perspektif Synaspismos içerisinde hâlâ köklü. Synaspismos’un, yani Syriza’nın en büyük öbeğinin böyle zaafları, kısıtları olmakla birlikte, konjonktürü atlayarak, sadece Syriza’nın programatik beyannamelerine bakan “söylemsel” bir yaklaşımın çok doğru olmadığını düşünüyorum. Yani bağlamı unutuyoruz. O bağlamın içerisinde, iki yıl süresince emekçi sınıflarda yüzde 40’lara varan gelir düşüşüne yol açan ciddi bir kriz, bunun tetiklediği çok ciddi direnişler, Syriza’nın bu direnişlerde oynadığı çok etkin rol göz ardı edilemez. Bu koalisyonun içerisinde Troçkisti, Maoisti, bir dizi devrimci akım var. Böyle bir geniş çevrenin direnişler içerisinde oynadığı bir rol var. Bunu atlayarak sadece birtakım programatik değerlendirmelere, bu partinin sosyal-sınıfsal işlev ve anlamını görmeyen bir analizin kolaycı ve yanlış çıkarımlara varacağını düşünüyorum. Aslında Syriza tam tersine, Yunanistan’da sosyal demokrasinin ortadan kalkması üzerine yükselen bir siyasal oluşum. Solun soluna doğru bir bilinç sıçramasından bahsediyoruz. Kimileri Syriza’yı beğenmeyebilir ancak Avrupa sermayesinin 17 Haziran seçimlerinin arifesinde ödünü kopartan da bu siyasal oluşumdan başkası değildi. (...) Aslında Syriza’nın programatik tezleri daha radikaldi. Son seçim sürecinde biraz bulanıklaştı. Bu da onların ciddi bir hatası.

ancak kendini hızla ve yeni bir temelde toparlayabiliyor. En azından şimdiye kadar süreç böyle işledi.

tartışılıyor, Syriza’nın yeni bir sosyal demokrasi olduğuna dair eleştiriler var ancak diğer yandan egemenlerin öcü gibi korktuğu bir Syriza var. Bu yaklaşımları nasıl değerlendirebiliriz? Ben yaşadığımız kapitalist kriz koşullarında bir yeni sosyal demokrasinin oluşmasının mümkün olduğuna inanmıyorum. Yeni bir sınıfsal uzlaşmaya zemin teşkil edecek bir siyasal oluşumun oluşması bugünkü sınıfsal-sosyal güç dengeleri düşünüldüğünde öyle kolay bir şey değil. Bilakis sermayenin çok daha saldırgan olduğu bir dönemdeyiz. Şöyle bir şey var tabii ki: Syriza bir koalisyon. Bu koalisyon içerisinde en önemli güç Synaspismos adlı parti. Synaspismos da kökeni itibarıyla Avrokomünist diyebileceğimiz eğilimin devamcısı. Aslında Avrokomünizmi tarif eden iki ana nokta ciddi bir sıkışmaya neden oluyor denebilir. Bir tanesi “Avro” kısmıyla, yani Avrupa Birliği (AB) kısmıyla ilgili. Synaspismos Yunan solunun en AB’ci kanadıydı. Dolayısıyla bununla ilgili bir problem var. Çünkü sermaye ile çatışan bir yönelime girdiğiniz zaman, AB’den çıkışı, en azından Euro’dan çıkışı göze alabiliyor olmanız lazım. İkinci sıkışma da tabii ki bu parlamentarizm meselesi. Gerçi bunun tek “kurbanı” sadece Synaspismos değil. KKE de adını koymasa da esas strateji olarak seçimler ve seçimlerde oy

Syriza kurumsal, mutedil, “sorumlu” bir siyasal partner olmaya giderse hızla itibarsızlaşacak, işlevini yitirecektir

Örneğin bir hastane işgali, bir de elektrik işçilerinin vergi toplamayı reddetmesi vardı… Evet hastane işgali, elektrikçilerin faturasını ödeyemeyenlerin elektriklerini kesmeyi reddetmeleri, 200 günü aşan demir-çelik işçileri grevi, işçilerin kendilerinin el koyup yayımladığı gazeteler, mahalle komiteleri, çiftçiler arasında gelişen kooperatifleşme hareketi, ekstra vergileri ödememe yönünde hareketler, sosyal mutfak gibi dayanışma formlarının yaygınlaşması vs. Bu tipte direnişin daha yerlileştiği bir süreçten geçildi. Dolayısıyla hayal kırıklıkları, büyük gösteriler, mitingler, iki günlük genel grev, onun arkasından geri çekilen bir hareket vardı. Tam bitti bitecek, bu hayal kırıklığının altından kalkılamaz dediğimiz noktada bir üst hamleye evrildiğini gördük hareketin. Bu çok önemli. Çünkü kitleler nezdinde henüz “yenilgiye uğradık, bitti bu iş” gibi bir haleti ruhiye hakim değil. Bilakis, bu seçimlerde Syriza’nın artan oy oranı ve seçimsel düzeyde görünürlüğünün artması kitlelerde belirli bir özgüven de yaratmış oldu. Syriza Türkiye’de sol içi tartışmalara da konu oluyor. Parlamentarizm tehlikesi

Syriza savunmaya geçti diyebilir miyiz? Aynen, savunmaya geçtiler ve savunmaya geçtiğin zaman kendini YD’den veya PASOK’tan farklılaştırman daha güç hale geliyor. Syriza’nın daha özgün önermeleri, doğrudan doğruya finans sektörünün kamulaştırılmasını gündeme getirebilecek önerileri biraz geriye alındı. Bu “savunmaya geçme” hali aslına bakarsa Syriza’ya oy kaybettiren bir faktör oldu. Çünkü böylece seçimde yürüyen tartışmaların eksenini belirleyen sol değil memorandumcu partiler oldu. Toplarlarsam, Syriza bırakın bir sosyal demokrat parti olmayı, Fransa’daki Sol Cephe, Almanya’daki Die Linke (Sol Parti) bile değil. Bunlardan çok daha radikal bir parti. Radikal olmasının iki nedeni var. Birincisi, koalisyonun genişliği, yani meclis dışı solun unsurlarını tutması, bunların önemli bir bölümünün gerçekten radikal, devrimci unsurlar olması. Bunların önemli bir basıncı, etkisi söz konusu. Ancak daha önemli faktörse konjonktür, yani krizin bir organik krize dönüşerek sermayenin geleneksel temsil sistemini büyük ölçüde berhava etmiş olması. Bu bağlamda da solun soluna doğru hızlı ve kitlesel bir siyasal kaymanın yaşanmakta oluşu. Aslında Yunanistan’da Syriza’yı sola çeken kitle mücadelelerinin radikalliği. (...) Muhtemelen farkındalar; Syriza’ya güç veren, Syriza’yı Syriza yapan sokak muhalefetinin canlılığı. Eğer daha kurumsal, mutedil, “sorumlu” bir siyasal partner olmaya giderse Syriza gerçekten hızla itibarsızlaşacak, işlevini yitirecektir.

Bize de özgüven arttırıcı direnişler gerek Yunanistan’dan Türkiye’ye ne gibi dersler çıkarabiliriz? Neoliberal dönemde her hegemonya sanıldığından çok daha kırılgandır. Bu kırılganlığa, çatlakların oluşumuna nasıl müdahale edebiliriz noktasında Yunanistan bazı dersler verebilir aslında. Bir tanesi şu bence: solun Türkiye’de temel görevi az önce bahsettiğim alt sınıfların bu kırılmış kolektif özgüvenini tamir etmek. Kitlelerin, alt sınıfların kendi kaderlerine sahip çıkma, el koyma enerjileri akamete uğramış durumda. Bu enerjiyi kışkırtacak direnişler lazım. Bu direnişlerin, hele hele kısmi de olsa kazanımlarla sonuçlanan direnişlerin yakın bir

geleceğe önemli miraslar bırakacağını düşünüyorum. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde sol ne yapmalı sorusuna yanıt ararken, bugünkü koşullardan hareket ederek, kısa yollu, solun makûs talihine kestirmeden deva olacak pragmatist çözümler aramaktan ziyade bir dizi direnişi kışkırtmak, büyütmek ve buralardan özgüven arttırıcı örnekler çıkartmak gerekiyor. Çünkü ayaklarımızı buraya basacağız. Yunan direnişinin bastığı yer Syriza’nın şu kadar oyu, KKE’nin bu kadar oyu olmadı. Bastığı yer bir önceki direnişlerin yarattığı olumlu örneklerdi, o olumlu örneklerin yarattığı kolektif eylem ve örgütlenmeye dair özgüvendi.

Faşizme karşı birleşik cephe Biraz da seçimin diğer “muzaffer” partisi faşist Altın Şafak’tan bahsedebilir miyiz? İlk seçimin ardından ikinci seçimde de yüzde 7 oy aldılar ve bu da toplumsal karşılıklarında bir kökleşme olduğunu gösteriyor. Altın Şafak aynı zamanda paramiliter güçleri olan bir örgüt. Başkanı, “Führer”i, sürekli olarak “biz mücadelemizi sokakta vereceğiz” diyor. Göçmenlere yönelik saldırıları çok yoğunlaşmış durumda. Sola saldırıyor. Altın Şafak’ın önemli bir oyu polisten geliyor. 6 Mayıs’tan sonra araştırmalar, polisin yüzde 45-50 civarının oyunun Altın Şafak’a gittiğini gösteriyor. PASOK döneminde polis içerisinde ciddi biçimde örgütlenmişler. Samaras-PASOK hükümeti saldırgan bir iktisadi-sosyal programı uygulamaya yönelince ister istemez faşist çeteleri daha fazla devreye sokmaya başlayacak. Yunanistan’da faşist saldırganlığa karşı solun bir birleşik cephe oluşturması mutlaka gerekiyor; hiçbir yerde değilse bu alanda… Syriza da KKE de biraz küçümsüyor bunu.

Parlamentocu Komünist Parti KKE açısından süreci nasıl değerlendirebiliriz? Yunanistan Komünist Partisi (KKE) çok ciddi bir örgütsel kriz içerisinde. Çünkü tarihinde ilk defa solun hegemonik aktörü olma konumunu yitirdi. KKE’nin şöyle bir sorunu oldu: Birincisi sekter tavrı. Sürekli olarak toplumsal direniş ve mücadelelerle birleşme noktalarını değil, ayrım noktalarını öne çıkartan bir çizgi izliyor. Dolayısıyla da giderek yalnızlaşıyor. İkinci sorun, Syriza’yı parlamentarizmle eleştiriyoruz ya, aslında KKE’nin de bundan pek bir farkı yok. KKE, bu güç dengeleri içerisinde bir radikal dönüşümün yaşanamayacağına inanıyor. Kitlelerin radikalleşen siyasal bilinci ve mücadelesiyle devrimci dönüşüm ufku arasında köprüler kurmaya dönük somut devrimci bir strateji ortaya koymuyor. Geniş emekçi kitleleri bilinç ve pratik düzeyinde burjuva nizamından koparacak talepler formüle etmeye, mücadeleler açmaya yönelmiyor. Birtakım protesto gösterileri düzenliyor. Bunlar en olaysız protesto gösterileri oluyor. Dolayısıyla bütün radikal görüntüsüne rağmen sistemle kafa kafaya gelecek bir siyasal strateji açığa çıkarmıyor.


12

DOSYA 28 Haziran 2012 / 11 Temmuz 2012

Halk›n Sesi

Hapishaneler yanıyor

Devletin ensaf hali hapishane lerde “Devlet kendini hapishane pisha , gizleme gereği duymaz t rejihaneler devletin ve devle ıyla minin tüm çıplaklığ görüldüğü mekanlardır.” i gibi, Michel Foucault’un dediğ ınıyla Urfa’daki hapishane yang ıyla lığ AKP iktidarı tüm çıplak ortaya çıktı.

F Tipi Hapishane uygulamasına karşı direnen mahpusların katledildiği 19 Aralık 2000 tarihi, devletin ceza infaz rejimindeki dönüşümün kilometre taşlarından. 19 Aralık’tan 3 gün sonra çıkarılan “Rahşan Affı”yla mahpus sayısı 70 binden 40 bine düşürüldü. Affı takiben çok sayıda yeni hapishane inşa edildi ama AKP faşizmi hapishaneleri son 5

yılda tıka basa doldurdu. AKP, “Yeni Yargı Paketi yolda” dese de hapishaneler tıklım tıklım, binlerce mahpus koridorlarda yerlerde hatta tuvaletlerde yatıyor. Yazın ortasında havasız koğuşlarda klima yok, yeterli su yok, banyo yok. Sağlıksız koşullar nedeniyle yüzlerce mahpus hastalanıyor, ring araçları işkencehaneye dönüşüyor, yanıyor

Yansınlar yeter ki kaçmasınlar Mahpuslar ALP TEK‹N BABAÇ

Ş

anlıurfa E Tipi Kapalı ve Açık Ceza İnfaz Kurumu’nda 17 Haziran günü çıkan yangında 13 mahpus hayatını kaybetti, çok sayıda mahpus da yaralandı. AKP medyası tarafından “Vantilatör kavgası” olarak yansıtılan olayın ardından “yangınların” hapishane koşullarına isyan olduğu ortaya çıktı. İsyan, 18 Haziran günü Urfa’daki aynı hapishanenin çocuk koğuşunda, Adana Kürkçüler, Osmaniye T Tipi ve Antep hapishanelerinin çoçuk koğuşları ile Ceyhan F Tipi hapishanesinde patlak verdi. Adli mahpusların kaldığı koğuşta çıkan yangında Şükrü Uldes, Fuat Yıldız, Sinan Özalp, Mehmet Satış, Süphi Köksal, Yunus Eskili, Mehmet Emin Gerçek, Hüseyin Kıskaç, Mehmet Kemal Kılıç, Taner Şimşek, Bakır Tek, Mehmet Aslantay ve İbrahim Halil Kaya hayatını kaybetti. Urfa’da başlayan ve birçok hapishaneye sıçrayan yangınların nedeni, mahpusların hapishane koşullarına isyanıydı. Urfa’daki yangının ardından hapishanede inceleme yapan insan hakları örgütleri, TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyesi milletvekilleri, bağımsız milletvekilleri ve BDP’li milletvekilleri mahpusları isyan ettirecek koşulları açığa çıkardı. 13 mahpusun öldüğü hapishanenede 1057 mahpus kalıyor. Oysa hapishanenin kapasitesi 2010 yılına kadar 264 kişiydi. 2010 yılında kapasite 350 kişiye çıkarıldı. Urfa’daki hapishanede yangının çıktığı 6 kişi kapasiteli koğuşta 18 kişi vardı. Mahpus başına bir metrekareden az bir alanın düştüğü hapishanede 40 derecenin üzerine çıkan yaz günlerinde mahpusların defalarca klima talebinde bulunduğu öğrenildi. Urfa’daki hapishanede tutuklu bulunan Urfa BDP Milletvekili İbrahim Ayhan’ın verdiği bilgilere göre mahpuslar defalarca kli-

40 derece sıcaklıkta 6 kişilik koğuşta 18 kişinin kaldığı hapishanede pervaneler söküldü. İsyan çıktı. Yangın itfaiyeye 1 saat sonra duyuruldu. Yanan mahpuslar hastaneye götürülürken bile sedyeye kelepçelendi

Urfa’da 1057 mahpusun kald›¤› ancak 264 kifli kapasiteli hapishanenin ortak mekanlar›n›n da ko¤ufla çevrilerek 350 kifli kapasiteye ç›kar›lmas› Erving Goffman’›n “Total Kurum” kavram›yla aç›klanabilecek bir cezaland›rma, disiplin alt›na alma yöntemine iflaret ma talebinde bulundu. Hapishane yönetimi klima talebini karşılamak yerine var olan pervaneleri de söktü ve pervaneler söküldükten sonra isyan başladı. Hapishanede inceleme yapan CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu da hapishanedeki havalandırma koşullarıyla ilgili şikayetlerin Adalet Bakanlığı’na, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’ne ve Şanlıurfa E Tipi Cezaevi Müdürlüğü’ne iletilmesine rağmen hiçbir adım atılmadığını söyledi.

ediyor. Goffman’›n total kurumunda yemek, tuvalet, çal›flma gibi aktivitelerin tamam› tek mekanda gerçeklefltiriliyor. Urfa’da ortak alanlardan büyük oranda mahrum b›rak›lan mahpuslar, yeterli yer olmad›¤› için koridorlarda ve tuvaletlerde dönüflümlü olarak yat›yor.

MAHPUSA KL‹MA YOK, BAKANA ÇOK Devletin ceza infaz politikasının 19 Aralık 2000’deki katliamdan sonra değişmediği, yangın ve müdahale süreçlerinde bir kez daha ortaya çıktı. Yangın sonrasında 7 adet klimanın bulunduğu bir salonda basına açıklama yapan Adalet Bakanı Sadullah Ergin “İhmal varsa üzerine gidilecektir” dese de Urfa’da yaşananlar “ihmal”in sistematik bir işkence unsuruna dönüştürüldüğünü ortaya koyuyor.

‘‹HMAL’ DE⁄‹L CEZA ‹NFAZ POL‹T‹KASI Havalandırma isteyen mahpusların pervanelerinin “ceza” amacıyla sökülmesiyle başlayan “ihmaller” yangın sürecinde de devam ettirildi. Yangın alarmı olmayan hapishanede yangının, tespit edildikten bir saat sonra itfaiyeye haber verildiği öğrenildi. Yangın sonrasındaki kurtarma çalışmaları, mahpusların can güvenliğinden çok mahpusların kaçmamasına özen gösterildiğini ortaya koydu. Yanmış halde kurtarılan

mahpuslar, hastaneye götürülürken dahi sedyelere kelepçelendi. Bunun nedenlerinden biri de Ceza Muhakemeleri Usülleri Kanunu (CMUK) 6. Madde’nin a bendinde açıkça belirtilmiş: “Hükümlüler ceza infaz kurumlarında güvenli bir biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve disiplin çerçevesinde tutulurlar.” CMUK’un 6. Maddesi’nin a bendi harfiyen uygulanırken, b bendinin ikinci fıkrasını uygulanmıyor: “Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir.” CMUK, 17 Haziran 2004’te AKP tarafından değiştirilmişti. AKP iktidarının, “Reform”, “DGM’leri kaldırdık” diye duyurduğu CMUK değişikliğinde mahpusların kaçmamasını can güvenliğinden öncelikli kılan maddeler değiştirilmemişti. ‘M‹SAF‹R EV‹’ ‹MAJI YERLE B‹R Hapishanelerdeki doluluğa dair Bakan Ergin’in ilk aklına gelen çözüm yeni hapishaneler inşa etmek oldu ve “Çalışmalar hızlandırılacaktır” dedi. Oysa, Bakan Ergin 11 Mayıs günü Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü’nü köşe yazarları Oral Çalışlar, Ergun Babahan, Ahmet Hakan, Ruşen Çakır, Nagehan Alçı, Bülent Korucu, Emre Aköz, Utku Çakırözer, Aslı Aydıntaşbaş, Tuncer Köseoğlu ve Rahim Er ile birlikte gezmişti. Hapishanelerde her türlü olanağın olduğu izlenimi vermeye çalışılmıştı. MAHPUS YAKINLARINA POL‹S SALDIRISI Urfa’daki yangında devlet, ilk iş olarak mahpusların can güvenliğini korumak için değil, firara karşı önlem aldı. Mahpusların yanmasına seyirci kalınırken, “üst düzeye çıkarılan güvenlik”, hapishaneye koşan mahpus yakınlarına “biber gazı, cop, tazyikli su” olarak yansıdı.

ayakta ‹syana neden olan kapasite fazlas› ve insanl›k d›fl› koflullar›n temelinde AKP’nin ceza infaz politikas› yat›yor. AKP, iktidar› boyunca, hapishanelerdeki mahpus say›s›n› düflürmek için yasalar ç›karsa da yap›sal bir de¤iflikli¤e gitmedi. Tedbir amaçl› yap›lan tutukluluk hali, uzad›kça bir cezaland›rma yöntemine dönüfltü. Tutuklamalar›n AKP’nin üçüncü iktidar› dönemindeki muazzam art›fl›yla hapishanelerde kapasitelerinin çok ustünde mahpus kalmaya bafllad›. Urfa’daki hapishanede kalanlar›n 900’e yak›n›n› daha suçu kesinleflmemifl tutuklu mahpuslar oluflturuyor. Hapishanelerin dolulu¤u, AKP’nin bask›c› faflizan politikalar›yla do¤ru bir orant› içinde. AKP’nin ilk iktidar› döneminde 60 bin mahpusla bafllayan hapishanelerdeki mahpus say›s› 1 Haziran 2005’te yürürlü¤e geçen yeni Türk Ceza Kanunu’ndan sonra artt›. 2006 sonunda 70 bini buldu. AKP’nin ikinci iktidar› dönemindeki mahpus say›s› 2010 y›l› sonunda 120 bini aflt›. AKP’nin üçüncü iktidar› döneminin ilk senesinde mahpus say›s› 132 bini aflm›fl durumda. “Terör suçu”ndan hapishanede kalanlar›n say›s› 2003 y›l›nda 6.137 iken AKP’nin ilk döneminin sonunda 3.835’e geriledi. Ancak AKP’nin ikinci dönemiyle birlikte art›fl gösteren say› 2010’da 6.217’yi buldu. AKP’nin üçüncü döneminde art›fl sürdü ve 2011 y›l›n›n sonu itibariyle Adalet Bakanl›¤› taraf›ndan aç›klanan verilere göre “terör suçu”ndan hapishanelerde yatan mahpus say›s› 8.445. Bu say› 2012 Mart ay›nda da 8.900’e ulaflt›. Adalet Bakanl›¤›’n›n 2012 Mart verilerine göre 132.369 mahpusun kald›¤› hapishanelerde henüz cezas› kesinleflmemifl tutuklular›n say›s› 54.792. Yine Adalet Bakanl›¤› verilerine göre hapishanelerin kapasitesi 121.804. Yani 10 bin 565 mahpus ayakta.

‘Çalışmak özgürleştirir’* AKP, uyguladığı baskı ve tutuklama terörünün bir sonucu olarak doldurduğu hapishaneleri boşaltıp, mahpusları ücretsiz çalışma esaretine zorluyor

T

BMM’nin 6 Nisan 2012 tarihinde kabul ettiği “Denetimli Serbestlik” yasası “Hapishanelerdeki doluluğa çözüm” olarak sunuldu. Oysa yasa, denetim altındaki mahpusun emeğinin ücretsiz bir şekilde hiçbir hakkı tanınmaksızın sermayedara sunulmasını sağlıyor. Denetimli Serbestlik uygulaması çerçevesinde serbest bırakılanlar, koşullu salıverilme tarihine kadar, kamuya yararlı bir işte ücretsiz çalıştırılabilecek. Uygulamadan yararlanan kişiler, bir konut veya bölgede denetim altında tutulacak ya da elektronik cihazlarla denetimleri sağlanacak. Bu kişiler kurum tarafından belirlenen yerlere gitmeyecek ve belirlenen programlara uyacak. Bu uygulamadan yararlanarak dışarıda geçirdiği tarihlerde tutuklanan, eskiden işlediği suçla ilgili herhangi bir soruşturmaya uğrayan kişiler yine hapse atılacak. Uygulama kapsamında

KİMLER YARARLANIYOR?

E, F, M, T tipi hapishanelerde mahpuslar›n eme¤inden faydalanmak için ifl atölyeleri bulunurken Ba¤›ms›z Aç›k Ceza ‹nfaz Kurumu ad› verilen hapishanelerde mahpuslar›n çal›flt›r›lmas› temel amaç. ücretsiz çalıştırılacak mahpusların çalışma koşulları hakkında bilgi verilmiyor. Bu nedenle uygulamadan yararlananlara fazla mesai yaptırılıp yaptırılmayacağı, işi red hakkı olup olmadığı, sendika hakkının olup olmadığı, çalıştığı işyerinde mevcut yol, yemek gibi sosyal haklardan yararlandırılıp yararlandırılmayacağı, cezaevi tehdidi ile çalıştırılan

işçilere ne tür koşulların dayatılacağı belirsiz. Ayrıca serbest bırakılanların “Herhangi bir suçtan ya da önceden işlediği bir suçtan dolayı soruşturma geçirmesi durumunda tekrar hapse atılacak” olması, işçilerin çalışma koşullarına direnmesinin önünü kapatma anlamına geliyor. * Nazi Almanyası’nda Auschwitz Toplama Kampı’nın girişindeki tabelada bu ifade yer alır

I Açık cezaevinde, cezasının son 6 ayını kesintisiz olarak geçiren, çocuk eğitim evinde toplam cezasının beşte birini tamamlayan, koşullu salıverilmesine 1 yıl ve daha az süre kalan iyi halli hükümlüler. I Koşullu salıverilmesine 2 yıl veya daha az süre kalan ve 0-6 yaş grubunda çocuğu bulunan kadın hükümlüler. I Maruz kaldıkları ağır bir hastalık, sakatlık veya kocama nedeniyle hayatlarını yalnız idame ettiremeyen ve koşullu salıverilmesine 3 yıl veya daha az süre kalan hükümlüler. I Açık cezaevinden ayrılma şartları oluşmasına karşın ayrılamayan veya bu nedenle kapalı cezaevine geri gönderilen iyi halli hükümlüler, açık cezaevinden ayrılma şartlarının oluşmasından itibaren en az 6 aylık süre geçerse, diğer şartları da taşımaları halinde uygulamadan yararlanacak.

Ring aracı işkence aracı ‘

Ölsünler ama kaçmasınlar’ politikası sadece hapishanelerde değil, mahpusların sevk edildiği ring araçlarında da uygulanıyor. Urfa’daki yangından bir gün önce, Kayseri Pınarbaşı’nda hareket halindeki cezaevi aracının yanması sonucu beş mahpusun ölmesine ilişkin soruşturma tamamlandı. Sadece sürücü ile araçtaki iki astsubaya 3-15 yıl hapis cezası istendi. 16 Eylül 2011 tarihinde Van’dan İstanbul’a ring aracıyla nakledilen mahpusları taşıyan araç Kayseri Pınarbaşı

yakınlarında yandı. Arıza nedeniyle yol kenarında duran araçta tamir sırasında yangın çıktı. Ring aracının ayrı bölümlerinde kelepçeli halde bulunan 5 mahpus, araçta bulunan jandarmaların gözleri önünde yanarak can verdi. Mahpusun, 2 bin kilometrelik yolda kelepçeli bir şekilde götürülmesinin “işkence” olduğunu belirten insan hakları örgütleri, evrensel hukuk kurallarına göre uzun mesafelerde mahpusların uçakla nakledilmesi gerektiğini söylemişti. Mahpusların uçak talep ettiği

ancak Adalet Bakanlığı’nın uçak talebini karşılamadığı öğrenilmişti. Mahpusların 2 bin kilometrelik yolu uçakla gitmelerinin koşulunun kendi imkanlarıyla uçak bileti almaları olduğu ortaya çıkmıştı. Ring araçları içinde mahpuslar tek kişilik bölmelerde ayakta seyahat etmek zorunda bırakılıyor. Bazen birbirlerine kelepçelenen mahpusların oturması imkansızlaştırılıyor. Bazen de çok sayıda mahpus dar bölmelere tıkılıp ayakta yolculuk yapmak zorunda bırakılıyor.

Hapishaneler hastal›k üretmeye, hastal›klar öldürmeye devam ediyor. Acil durumlarda müdahale edecek sa¤l›k personeli yok. ‹HD: “Son üç ayda 16 mahpus kalp krizi ve çeflitli hastal›klardan hayat›n› kaybetti.”


13

TARİH 28 Haziran 2012 / 11 Temmuz 2012

Halk›n Sesi

SUR‹YE’YLE B‹R DARGIN B‹R BARIfiIK

Gıdaları savaş çığırtkanlığı ÖZEN TAÇYILDIZ

D

emokrat Parti’nin (DP) 1950’de iktidara gelişi ile Türkiye’nin dış politikasında önemli değişiklikler meydana geldi. ABD’nin çıkarlarına angaje olan, 1952’de NATO’ya katılan Türkiye, haliyle Ortadoğu’da da NATO’daki müttefiklerinin politikalarına ortak ve destek oldu. Bölgedeki gelişmeleri Soğuk Savaş mantığı ile takip eden Türkiye, Batı’nın Ortadoğu’daki “sözcüsü” olarak, Arap devletlerini emperyalist Batı’yla yakınlaştırmak ve onlara liderlik yapmak görevini üstlendi. Komşu Suriye de bu yeni vazifeden nasibini aldı elbette. Sınır anlaşmazlıkları gibi sorunların yaşandığı Suriye’nin bu dönemde Sovyetlerle yakınlaşması Batı blokunda yer alan Türkiye’yi adeta alarma geçirdi. Suriye’nin “Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden bir ülke haline gelme” ihtimali, Menderes iktidarının Ortadoğu politikasına yön veren önemli bir unsur oldu.

SUR‹YE’DEK‹ “KOMÜN‹ST YAYILMA“YA KARfiI ÖNLEMLER Suriye’de 1954 seçimlerinde komünist adayların, 1957’de de sol partilerin zafer kazanması, Türkiye’nin Suriye rejimi konusunda duyduğu endişeyi artırdı. Suriye’nin Sovyetlerle ekonomik ve teknik yardım antlaşması imzalaması, rejimi devirmeye çalıştıkları iddiasıyla üç Amerikalı diplomatı sınırdışı etmesi, “komünist eğilimli” Albay Afif Bizri’nin genelkurmay başkanlığına getirilmesi gibi gelişmeler, hareketliliği artırdı. Üstelik, Filistin sorunu, Süveyş Krizi ve Bağdat Paktı gibi gelişmelerle bölgede Batı karşıtlığı güçleniyordu. Bu yakınlaşmaya müdahale edilmezse DP’ye göre Sovyetler Birliği sadece kuzeydeki tehlikeli komşu değil, Türkiye’yi Arap ülkeleri üzerinden tehdit edebilen komşu haline gelecekti. İlk olarak, 24 Ağustos 1957’de, Irak kralı Faysal, Ürdün Kralı Hüseyin, Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes ve ABD’li yetkili Henderson arasında bir görüşme yapıldı. Suriye’deki durumun ele alındığı bu görüşmeler sonunda bir açıklama yapılmadı ancak Arap dünyası bu toplantılara büyük tepki gösterdi. İstanbul’daki bu toplantılarda Suriye’de “komünist yayılma”ya karşı ne tür önlemler alınabileceği konuşuldu. Sürgündeki Suriyeli liderlerden yararlanılması, askeri seçenekler ve paramiliter güçlerin kullanılması gibi olasılıklar değerlendirildi. Suriye’deki gelişmelere ABD’nin ilgisini çekmek ve daha aktif rol oynamasını sağlamak gayretindeki Menderes, ABD’ye “NATO’nun doğu kanadının düşmanlarca kuşatıldığı”nı anlatmaya çalıştı. Krizin çözümünde de Arap Birliği’nin öncelikli rol oynaması gerektiğini belirtse de “Türkiye’nin resme girmesi gerekirse hazır olduklarını” belirtmeyi de ihmal etmedi.

AKP’nin savaş kışkırtıcılığının sonucu bir uçağın düşürülmesi oldu. AKP’nin Batı’ya angaje olan halefi Demokrat Parti de, Suriye’de gezinen komünizm heyulasını defetmek için savaş kışkırtıcılığı yapmıştı

ABD D›fliflleri Bakan› Dulles, Suriye’nin nota vermesinin ard›ndan, 16 Ekim 1957’de yapt›¤› bas›n toplant›s›yla Türkiye’ye yeni garantiler veriyordu.

SINIRA ASKER‹ YI⁄INAK Eylül başında ABD, Suriye’ye komşu devletlere silah göndereceğini ve Suriye’nin Arap komşularına karşı açık bir saldırısını hoş görmeyeceğini açıkladı. ABD’nin tavrı sertleştikçe Türkiye’nin Suriye’ye karşı aldığı tedbirler de sertleşti. Hükümet, Suriye sınırına asker yığmaya başladı. ABD kaynaklarına göre, 27 Eylül itibariyle Türkiye, Suriye sınırına yaklaşık 33 bin kişiden oluşan bir motorize birlik yerleştirmişti. 10 Ekim’de ek bir zırhlı tugayın sınıra sevkiyatı ile buradaki kuvvetler 37 bin kişiye çıkarılmıştı. Bu askeri hazırlıkların yanı sıra Türkiye’deki Suriye uyrukluların Türkiye’de

bulunan gayrimenkulleri üzerine inşaat yapmaları, ağaç dikmeleri, bu malları sahiplenmeleri alıp satmaları yasaklandı. “DO⁄AL ÖNLEMLER”DEN ULUSLARARASI KR‹ZE Türkiye’nin sınıra asker yığmasına ilk tepki Sovyetler’den gelen bir mektupla oldu. Bundan yaklaşık bir ay sonra da, 8 Ekim’de, Suriye Türkiye’ye bir nota göndererek hükümeti sınırda olay yaratmak, Suriye’nin hava sahasına tecavüz etmek ve sınıra asker yığmakla suçladı. Türk hükümeti verdiği yanıtta, yaptığı askeri düzenlemelerin Ortadoğu’daki mevcut gerilime ilişkin doğal güvenlik önlemleri olduğunu söyledi.

Bu sırada, ABD’den de Türkiye’yi destekleyen açıklamalar geliyordu. Dışişleri Bakanı Dulles, BM Genel Kurulu’nda Türkiye’nin güneyden Suriye, kuzeyden Sovyetler tarafından sarılarak baskı altında tutulmak istendiğini söyledi. ABD’nin Suriye’ye karşı tutumunda bir sertleşme olmasına rağmen bu askeri bir müdahaleye sıcak baktığı anlamına gelmiyordu. Zaten Dulles, 10 Eylül 1957’de Türk Dışişlerine gönderdiği mektupta Suriye konusundaki endişelerin paylaşıldığını ancak askeri bir harekatta bulunmaya niyetleri olmadığını açıkça belirtmişti. Mektuptaki önemli bir başka şey de Türkiye’nin Suriye’ye yönelik tepkisini belirlerken ABD’nin sorumlu-

İktidar hırsıyla yaratılan kriz Türkiye’nin Suriye’yle yaflanan gerginli¤i birdenbire t›rmand›rmas›, So¤uk Savafl’›n Ortado¤u’daki güvenlik kayg›lar›n› art›rmas›n›n ötesinde, iç sorunlara da iliflkindi. 1957’de Türkiye’de seçimler yap›lacakt› ve DP hükümeti ciddi ekonomik s›k›nt›lar ve giderek artan demokrasi tart›flmalar›yla seçime gidiyordu. Suriye bunal›m›n›n yarat›lmas› hem dikkatleri ekonomik sorunlardan uzaklaflt›rarak d›fl politika sorunlar›na çekmifl, hem de 1955’ten beri Türkiye’ye yapt›¤›

ekonomik yard›mlar› azaltan ve koflula ba¤layan ABD’ye Ortado¤u’daki rolünü hat›rlatm›fl oldu. Suriye ile yaflanan kriz ve seçimler aras›ndaki ba¤lant› sadece muhalefet taraf›ndan de¤il bizzat Menderes taraf›ndan da gündeme getirildi. 1957 seçimlerinde CHP’nin halk› “Demokrat Parti iktidara gelirse Suriye’ye savafl ilan edecek e¤er biz iktidara gelirsek Araplar ile serbest ticareti sa¤layaca¤›z” diyerek kand›rd›¤›n› söyledi!

luk almayacağı uyarısıydı. Suriye ile Türkiye arasındaki gerilim Soğuk Savaş koşullarında ABD ve Sovyetler arasında bir güç gösterisine döndü. Sovyetler, Suriye’ye verdiği desteği göstermek için Suriye’nin Lazkiye Limanı’na iki savaş gemisi gönderirken 6. Filo’ya bağlı bazı gemiler ve güdümlü füze kruvazörü, İzmir Limanı’nı ziyaret ederek Türkiye’ye desteğini gösterdi. Sorunun uluslararası bir nitelik kazanması ile Suudi Arabistan arabuluculuk teklif etti ancak sorunun BM’de ele alınmasını isteyen Suriye, öneriyi reddetti. Suudi Arabistan’ın arabuluculuktan çekildiği günlerde Sovyetler de dahil olmak üzere tarafların tavırlarında yumuşama yaşandı. Suriye BM’ye yaptığı şikayeti geri alınca Türkiye de sınıra yığdığı askeri geri çekmeye, ilişkiler normalleşmeye başladı. Suriye ile yaşanan kriz, Dışişleri Bakanlığı’nın 1958 bütçesi görüşülürken Meclis gündemine geldi. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’ya göre, uluslararası komünizmin yeni yayılma alanı Ortadoğu’ydu ancak bu sızma faaliyetleri yavaşlatılmıştı. Zorlu, Suriye’nin Sovyetler’e üs verme girişiminin Türkiye’yi çok kaygılandırdığını söylerken ABD’ye verilen İncirlik üssünden hiç bahsetmedi nedense! Bu kaygıya rağmen Türkiye’nin Suriye’nin bağımsızlığı ve refahı için daima iyi niyetler beslediklerini de belirtti. Dem vurduğu bağımsızlık da her zamanki gibi ABD çıkarlarının sınırladığı bir bağımsızlıktı elbette.

Sağ iktidarların rant ‘Sevda’sı “Ülkeyi adeta pazarlamakla mükellef olanlar” memleketin toprağını, suyunu satmakta herhangi bir beis görmedikleri gibi bunları övünçle anlatıyorlar

Ç

Suudi Arabistan prensi Abdullah Bin Abdülaziz, 1984’te, Baflbakan Turgut Özal’›n konu¤u olarak Türkiye’ye gelmifl, Özal’la baz› davetlere kat›lm›fl, resmi görüflmelerde bulunmufltu. Belediye Baflkan› Bedrettin Dalan’›n arac› olmas›yla Üsküdar’daki Sevda Tepesi’ni alan Abdülaziz, gecekondulara karfl› araziyi korumay› da ihmal etmedi. ‹stanbul’daki “kaçak yap›laflma”dan korkan Abdülaziz, “ya¤malanmas›n›” önlemek için arazinin çevresine duvar ördürdü, girifle demir kap› yapt›rd›.

evre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar, Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz'in 28 yıl önce satın aldığı Sevda Tepesi'ne kralın 4 villa yapacağını açıkladı. İmar değişikliğinin orada sadece turizm amaçlı yapılabileceğini belirten Bayraktar, “Sonuçta bu da turizm yatırımı. Adam 20 küsur yıl önce satın almış, yazıktır” dedi. Bayraktar, sonradan gelen tepkiler üzerine çark etse de, imar izninin adamın içler acısı haline(!) üzüldüklerinden değil, kralın Türkiye’ye verdiği 10 milyar dolarla ilgili olduğunu açık etti. Kral Abdullah, Sevda Tepesi’ni dönemin belediye başkanı Bedrettin Dalan’ın aracılığıyla almıştı. O dönemde de tepki gören bu satış işlemini allayıp pullamak için söylenenler yine hayli trajikomikti. 19 Şubat 1985’te Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan, Bedrettin Dalan’la yapılan görüşme benzer açıklamalarla doluydu: “Dalan, önce Boğaziçi’nin nasıl bu hale geldiğini anlatıyor ve "Eğer bu kanunu 100 yıl önce çıkarsalardı, o güzelim Osmanlı yapıları yapılabilir miydi?" diye soruyor. Sonra da kendisinin İstanbul'u hepimizden çok sevdiğini yemin ederek söylüyor ve Araplar konusunda, ağzındaki baklayı çıkarıyor "Kanun aynen uygulanır kardeşim, ama sizin yaptığınız yayında yakışıksız olarak verdiğiniz haberdeki kişi Veliaht Prens'in ne kadar önemli bir şahsiyet olduğunu bir bilseniz... İngiltere Kraliçesi'ni makamında 7 dakika kabul etti ve Kraliçe'nin önünde eğilmesini Batı basını skandal olarak verdi. Bu çok muhterem şahsiyetin İstanbul’un başhemşerisi olmasını baştan beri ben istedim. Ve Suudi Arabistan'la son zamanlarda çok iyi kardeşçe ilişkiler kurulmasında benim katkılarım çok büyük. Çok muhterem prens de

bana 'Artık İstanbul’un hemşerisi oldum, sen de benim başkanımsın' diyerek, 'Dile benden ne dilersen' dedi. Ben hemen görgüsüzlük yapıp bir şey istemedim tabii, ama bu sözlerin anlamı da çok büyük" Ve Bedrettin Dalan İstanbul'un birçok projesi için para kaynağının Suudi Arabistan'dan karşılanacağını belirterek, "Bu konu, para konusu. Çok önemli bizim için" dedi. Toplum yararı için SİT alanında yapı yapılabileceğini söyleyen Dalan, veliaht prensin kendisi ve bakanları için yapacağı, yılda belki bir defa kullanacağı özel yazlık saray ve konutların turizm ve toplum yararıyla ne ilgisi olduğu sorusuna cevabı da biz fanilerin biçareliğini bize tekrar hatırlatır: "Toplumun yararının ne olup olmadığını ne sen bilirsin, ne de ben. Toplumun yararı ile devletin yararı aynı şeydir. Bunu yorumlamaya ne sen karar verebilirsin, ne de ben. Bunu yorumlayacak ve kanunları uygulayacak olanlara saygı duymak lazım.”

KAYNAKÇA: *Ed. Bask›n Oran–Türk D›fl Politikas›–‹letiflim Yay, *Arda Bafl–1957 Suriye Krizi ve Türkiye–History Studies Int. Journal of History, *Behçet Kemal Yeflilbursa–DP dönemi Türkiye’nin Ortado¤u Politikas› (1950-1960)-History Studies Int. Journal of History


14

YÜZ YÜZE 28 Haziran 2012 / 11 Temmuz 2012

Halk›n Sesi

H

alkevleri’nde yaz okulları çalışmaları başladı. Yaz okulları “Okumuş insan halkın yanındadır” diyerek yaz tatillerini yoksul mahallelerde geçiren Kolektifler’in, gönüllü eğitimcilerin ve meslek odalarının katkılarıyla düzenleniyor. Bursa’da bu yıl ikincisi düzenlenen Halkevleri Yaz Okulu 18 Haziran’da Nilüfer ve Yıldırım Halkevi'nde eş zamanlı olarak başladı. Yaz okulları İstanbul, Ankara

ve İzmir’de ise sırasıyla 15-9-14 Temmuz’da başlayacak ve 12 Ağustos’a kadar devam edecek. Yaz okullarında tiyatro, sinema, halkoyunları, resim, koro, ritm, fotoğraf, karikatür, yaratıcı işler atölyeleri yanında bilim, tarih, sanat müzelerine geziler düzenlenecek ve matematik, İngilizce, felsefe dersleri verilecek. Ankara’da yaz okulunun sonunda geçen yıl olduğu gibi Sorgun’da bir kamp yapılacak.

AKP’yi hak mücadelesi püskürtecek

H H

alkevleri Genel Kurulu’nda hak mücadelelerinin birikimi ışığında önümüzdeki dönem mücadele gündemi tartışıldı. Halkevleri’nin bu iki yıla dair öngörülerini yeni Genel Başkan Oya Ersoy’la konuştuk

alkevleri 22. Genel Kurulu’nu tamamladı ve iki yıllık yeni bir mücadele dönemine adım atıldı. Bu iki yıla dair öngörüleriniz nelerdir, Halkevleri ne yapacak? AKP’nin önümüzdeki bir yıl boyunca neoliberal dönüşümün yapısal adımlarında eksiklerini giderecek biçimde emeğe, doğaya, insanca yaşama dönük saldırı programlarını tamamlamayı hedefleyeceğini ve özellikle üçüncü dönemde ivmelendirdiği biçimde halkın örgütlü güçlerine dönük baskı ve zor politikalarını şiddetlendireceğini öngörüyoruz. AKP iktidarı ekonomi, Kürt sorunu ve dış politika alanında krizlerle karşı karşıya. Bu nedenle saldırı programlarını hayata geçirirken iç birliğini korumak üzere gerici politikalarına yaygınlık kazandıracak. Bunun örneklerini kadın düşmanlığında, 4+4+4 eğitim modelinde, dindar nesil hedefinde, dev cami projelerinde, sanata dönük baskılarda görüyoruz. Halkevleri özellikle sokağı adres olarak gösteriyor ve örgütlüyor. AKP iktidarını, sermaye politikalarını geriletecek, durduracak ve halkın bağımsız siyasetini inşa edecek güç sokakta. Halkevleri olarak önümüzdeki dönem başta hak mücadeleleri olmak üzere savunmaya çekilen değil AKP iktidarına, emperyalizmin işbirlikçiliğine, gericiliğe, kadın düşmanlığına karşı meydan okuyan ve haklarını sokakta kazanmayı hedefleyen bir çizgiyi örgütleyeceğiz. Bu noktada acil olarak Genel Kurul’umuzda karara bağladığımız somut programlar var. Eğitim hakkına dönük 4+4+4 modeli ile belirlenen gerici-piyasacı-cinsiyetçi saldırıyı durdurmayı, bu modeli işlemez hale getirmeyi hedefleyen bir mücadele programı çıkardık. Genel Kurul’umuzun hemen ardından çok yaygın bir biçimde örgütlenecek imza kampanyası başlattık. Bulunduğumuz her yerde eğitim hakkı meclislerini örgütleyeceğiz ve velilerimizle, öğretmenlerimizle, öğrencilerimizle birlikte mahallelerimizde okullarda yaşanan sorunlara doğrudan müdahil olacağız. Yaz aylarında başlayacak çalışmalarımız genelleşerek ve yayılarak okulların açıldığı dönemde 4+4+4 eğitim modelini uygulanamaz hale getirmeyi hedefleyen bir çizgide ilerleyecek, çocuklarımızı ve geleceğimizi karanlığa teslim etmeyeceğiz, bu yasayı durduracağız. Bu yasayı durdurmak gericiliği, piyasalaştırmayı durdurmak demektir. Hem mücadele edeceğiz, hem de tüm toplumsal muhalefet güçlerini bu saldırıyı birlikte durdurmak için mücadeleye çağıracağız. Yine özellikle afet yasası ile birlikte bir başka döneme girilen kentsel dönüşüm ve mahallelerimizin, kentlerimizin sermaye tarafından talan edilmesi saldırısına karşı etkili bir mücadele süreci öngörüyoruz. Barınma Hakkı Meclisi’nin bu saldırının hedefindeki tüm alanlarda sürecek mücadeleler için sürükleyici ve kapsayıcı özellik kazanması, barınma hakkı mücade-

E

rsoy eğitim, barınma, doğa ve yaşam hakkı, kadın mücadelesinde çıta yükselteceklerini; AKP faşizmine karşı etkin bir direniş hattı kurarak iktidarın saldırılarını püskürteceklerini söylüyor zorundadır. Bu noktada Kürt sorunu özel bir yerde duruyor. Halkevleri Kürt halkına ve siyasi temsilcilerine yönelen baskı ve terör karşısında aktif tutum alacaktır.

lesinin insanca yaşanılabilir bir kent mücadelesiyle birlikte ülkenin dört bir yanında bu talanı durdurması ana hedeflerimizden. Yine sermaye birikimi konusu haline getirilen doğamıza ve yaşamımıza dönük saldırılar karşısında, HES’lere, termik santrallere, nükleer santrallere, maden şirketlerine karşı bugüne kadar verdiğimiz fiili ve hak alıcı mücadeleyi saldırıları geri püskürtecek biçimde büyüteceğiz. Bu mücadeleyi aynı zamanda başta Karadeniz olmak üzere küçük tarımsal üreticilerin emek mücadelesiyle birleştireceğiz. Son dönemde kürtaj tartışmalarıyla had safhaya taşınan kadın düşmanı politikaları durdurmak ve kadınların özne olduğu bir mücadeleyi inşa etmek özel hedeflerimizden. Halkevleri mücadelesini kurumsallaştırmanın yanı sıra AKP’nin Kürtlere, emek ve demokrasi mücadelesi güçlerine, haklarını arayanlara sanatçılara, aydınlara, üniversitelilere dönük saldırganlığı karşısında her cephede, direnen bütün kesimlerle omuz omuza mücadele vermeyi, gerici-faşist sindirme operasyonlarına meydan okumayı görev olarak kabul ediyoruz. İktidarın Halkevleri üzerindeki baskıları, davalar, kamu yararına dernek statüsünün kaldırılması konusunda yeni gelişmeler var mı? AKP’nin politikalarına karşı çıkan herkes yargı operasyonlarının kapsamına giriyor bugün. Kütahya Eşme’de siyanürlü altın aranmasına karşı çıkan köylüler; Hopa’da, Erzurum Tortum’da HES’lere karşı doğayı ve yaşamı savunanlar; termik santrallere karşı mücadele eden Gerzeliler, güvencesiz çalıştırılmaya karşı emeğine, işine sahip çıkan işçiler, akademisyenler, gazeteciler, belediye başkanları, Kürt siyasetçiler… Kısacası AKP’nin gerici, faşist, piyasacı politikalarına karşı çıkan herkes “terör konsepti”ne dahil edilerek yargılanıyor. AKP polisinin ve savcılarının “AKP karşıtı odak” olarak nitelendirdiği Halkevleri’nin de bu operasyonlardan payını almaması düşünülemezdi. Neoliberal politikalara karşı hak mücadeleleriyle, gericiliğe karşı duruşumuzla AKP’nin tekerine çomak sokuyoruz. Kamu yararına dernek statüsünün kaldırılması ile başlayan, gözaltılar, tutuklamalar ve soruşturmalarla devam eden saldırılar döneme özgü değil. O dönem açılan davalar sürerken yenileri de açılmaya devam ediyor. AKP kendi bekası için bunu yapmak zorunda. İçeride neoliberal-gerici politikaların halkın üzerine karabasan gibi çöktüğü, Kürt sorununda çözümsüzlüğün ayyuka çıktığı, dış politikada komşularla sıfır sorun derken tüm komşuların düşman edildiği koşullarda AKP’nin muhalefete karşı ne yapacağı bellidir. Burada önemli olan bizim ne yapacağımız. Bugüne kadar yaptığımız gibi bundan sonra da AKP’nin “Halkevlerini marjinalleştirme”

Kadın mücadelesi belli ki yeni dönemde önemli bir başlık olacak. Yine bir kadın başkan seçildi ve kadın sekreterliği oluşturuldu. Halkevleri kadın sorununda yeni adımlar atmaya mı hazırlanıyor? Kadın düşmanılığı bizzat Tayyip Erdoğan’ın “Üç çocuk doğurun” fetvaları, “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum”, “Kürtaj katliamdır yasaklansın” sözlerinin ardından Recep Akdağ’ın “Kürtaj yaşam hakkı ihlalidir”, diyanetin “Kürtaj haramdır” açıklamaları Gökçek’in “Anası olacak kadın kendini öldürsün” sözleri ile ifrata vardı. AKP iktidarı döneminde kadın cinayetleri yüzde 1400 arttı. Biz kadınların ikinci sınıf yurttaş haline getirilmesine, toplumun gericileştirilmesine, kadınların bedeni ve emeği üzerinde tahakküm kurulmasına karşı kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin çok önemli olduğunu biliyoruz. Genel Kurul’da aldığı kararlarla da Halkevci Kadınlar başta olmak üzere Halkevleri örgütü, kadınların kendi bedenleri ve yaşamları üzerinde tek karar sahibi olmaları gereğini, kadınların eşitlik ve özgürlüğünü her koşulda savunmak için tüm olanaklarını seferber etme iradesini ortaya koymaktadır.

OYA ERSOY: 1970 Balıkesir doğumlu. 1987’de AÜ Hukuk Fakültesi’ne girdi. Öğrencilik yıllarında gençlik hareketine katıldı. 1993 yılından bu yana avukat. 1993-2003’te Ankara ve İstanbul İHD’de yönetici olarak çalıştı. Ayrıca İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi’nde çalıştı. 2004-2008’de İstanbul Halkevi Başkanlığı, 2008-2012’de Halkevleri Genel Sekreterliği görevlerinde bulundu. Kazım Koyuncu Kültür Merkezi kurucuları arasında da yer alan Ersoy, Günışığı dergisi Danışma Kurulu’nda da bulunuyor. operasyonları karşısında asla savunma çizgisine çekilmeden, hak mücadelelerini ve örgütümüz Halkevlerini büyüterek cevap vereceğiz. Yine bugüne kadar yaptığımız gibi mahkeme salonları dahil olmak üzere yaptıklarımızın arkasında duran, yargılanan değil, AKP’nin politikalarını yargılayan olmaya devam edeceğiz. AKP faşizminden hoşnutsuz olan geniş kesimleri birleştiren bir çizgiyle çalışmalarımızı örgütleyeceğiz. Çünkü biz haklıyız. Meşruyuz. Biz halkın haklarını savunuyoruz. Onlar kendilerinin ve sermayenin yararına çalışıyorlar. Demokrasi mücadelesi ile ilgili olarak, “Halkevleri, artık demokrasi mücadelesini mi temel alacak” türünden değerlendirmeler yapılmakta. Bu değerlendirmelere ne diyorsunuz? Halkın hakları mücadelesinde; emek mücadelesini özgürlük mücadelesinden, özgürlük mücadelesini bağımsızlık mücadelesinden, bağımsızlık mücadelesini ekmek mücadelesinden ayrı görmüyoruz. Halkevleri açısından faşizme

karşı mücadele dönemsel değildir. Halkevleri’nin temel mücadele başlıklarındandır. Hak mücadelelerini sınıf mücadelesinin sürükleyicisi olarak tarif ederken aynı zamanda faşizme karşı bir mücadele olarak da örgütlüyoruz. Biliyoruz ki bugün neoliberal kapitalizmin ve bu ülkede verili rejimin bu politikaları uygulamak için faşist baskı ve zoru kullanmaktan başka yolu yoktur. Biz her bir hak mücadelesini aynı zamanda halk demokrasisi perspektifi ile örgütlüyoruz. Halkın kendi yaşamında söz yetki ve karar sahibi olması mücadelesidir her bir hak mücadelesi. Hak mücadelesiyle siyasal hak ve özgürlükler mücadelesini, faşizme karşı mücadeleyi birbirinden ayırmıyoruz. Üstelik biliyoruz ki asıl olarak hak mücadeleleri bugün faşizme karşı demokrasi mücadelesinin kitleselleşeceği, toplumsallaşacağı ana yatağı oluşturuyor. Bugün bu ülkede rejimin tahkimatı ile faşist baskı ve zorun AKP iktidarı eliyle yürütülme biçimlerine karşı özgün direniş çizgileri de kurulmak

Ortadoğu’daki kriz düşen uçak olayıyla yeni bir aşamaya taşındı. Bu konuda nasıl bir tutum takınacaksınız? AKP iktidarı; 2006’daki askeri bozgunlar, 2008 finans krizi ve tüm dünyayı saran toplumsal hareketler ile derinleşen egemenlik krizini yeni bir askeri saldırganlık dalgası ile aşmaya çalışan ABD emperyalizminin aktif taşeronluğunu yürütüyor. Aktif taşeronluk çizgisi de ülkeyi tüm komşuylarıyla gerilimli hale getirdi. Aynı zamanda bu siyaset uluslararası bir boyut kazanan etnik-mezhepsel gerilimlerin ve askeri çatışmaların ülke içine taşınmasını gündeme getirmiştir. AKP Suriye’de giderek şiddetlenen ve bölgeselleşmeye başlayan çatışmalarda doğrudan taraf olmuş, İran’ı ve Rusya’yı hedef alan füze kalkanı Malatya Kürecik’i ABD ve NATO’ya teslim etmiştir. Halkevleri AKP’nin Türkiye’yi ateşe atan işbirlikçi ve savaş çığırtkanı politikalarına karşı barış, kardeşlik ve bağımsızlık için mücadele edecektir. Uçağın düşmesinin hemen ardından tepkimizi gösterdik. Yaşanacak tüm olumsuzluklardan AKP iktidarı sorumludur. Biz başta Suriye olmak üzere dünya halklarına yönelen savaş ve sömürü politikalarına karşı aktif bir mücadele süreci örgütleyeceğiz, bunun en iyi yönteminin de işbirlikçi iktidarı durdurmak ve geriletmek olduğunu düşünüyoruz.

Gün meydan okuyanların “Baskıya, Sömürüye, Karanlığa Meydan Okuyoruz” diyenler Halkevleri 22. Genel Kurulu’nda buluştu

Genel kurula katılanlar arasında Dikmen Vadisi’nin Gökçek’e kök söktüren direnişçi kadınları da vardı. Üçüncü sırada kürsüyü karşılarına alarak oturdu, konuşmaları pür dikkat dinlediler. Saygı duruşunda hafif bir tereddüdün ardından kaldırdıkları yumruklarını indirmediler

“Baskıya, sömürüye, karanlığa meydan okuyanlar buluşuyor” sloganıyla düzenlenen Halkevleri 22. Genel Kurulu 26 ilden 70’in üzerinde Halkevi’nden gelen delegelerin katılımıyla gerçekleştirildi. Genel Kurul’un ilk gününde emek hareketinden, sosyalist hareketten ve Kürt hareketinden çok sayıda temsilci de Halkevcilerin yanındaydı. Genel Kurul’da hem Halkevcilerin hem de konukların konuşmalarında ağırlıkla AKP iktidarına karşı halkın geniş kesimlerinde yükselen tepkiyi seferber ederek sistemin krizine devrimci müdahalede bulunma, AKP iktidarının saldırılarını püskürtme ve mücadele

içinde bir araya gelişleri güçlendirme mesajları verildi. AKP iktidarının emekçilere, kadınlara, Kürtlere dönük saldırıları tırmandırması karşısında kürsüye de işçi

direnişlerindeki emek militanlığı, kadın düşmanlığı karşısında yükselen kadın militanlığı ve Kürt halkının özgürlük, barış ve kardeşlik mücadelesindeki ısrarı yansıdı.


KÜLTÜR SANAT

15

28 Haziran 2012 / 11 Temmuz 2012

Halk›n Sesi

Lefter adadan seslendi Ocak 2012’de yaşamını yitiren ‘Futbolun Ordinaryüsü’ Lefter, Büyükada’da bir sergiyle anıldı. Lefter’in milli forması, gözlüğü, boy boy fotoğraflarının basıldığı dergi sayfaları, gazete kupürleri, belgeseller ve röportajlarla Lefter sergisi Büyükada’da bir yıl boyunca parasız izlenebilir.

Akbayram’›n yeni albümü

‹lkça¤ ahlak› a¤›r geldi

Anadolu Rock’ın Türkiye’deki önemli temsilcilerinden biri Edip Akbayram, 7 yıllık bir aranın ardından “Mayıs” albümünü çıkardı. İlk klibi “Seni seven öldü haberin var mı” adlı şarkıya çekilen albüm ‘70’li, ‘80’li, ‘90’lı yılların yanı sıra bugünün gençliğine de hitap edebilecek kolaj şarkılardan oluşuyor.

Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi tarafından çıkarılan Mimesis isimli tiyatro dergisi, içinde yer alan MÖ 5. yüzyılda çizilen resimlerin “müstehcen olduğu” gerekçesiyle Elazığ Halk Kütüphanesi’nden kaldırıldı. Çocuk ve gençlerin ahlakını bozacağı iddia edilen resimler, Antik Yunan komedyası hakkında ‘Aristophanes Üzerine’ adlı dosyada yer alıyor.

Dali’nin tablosu çal›nd› Ünlü İspanyol sürrealist ressam Salvador Dali’nin New York’taki bir sanat galerisinde sergilenen tablosu çalındı. Yetkililer, “Cartel des Don Juan Tenorio” adlı tablonun müşteri gibi davranan bir kişi tarafından çalındığını açıkladı. Dali’nin 1949 yılında tamamladığı tabloya yaklaşık 150 bin dolar değer biçiliyor.

Karadeniz’in sönmeyen ışığı T

ürkiye‘nin ilk Laz-rock müzik grubu Zuğaşi Berepe’nin kurucusu, Karadeniz’in özgür sesi ve asi çocuğu, sanatçı Kazım Koyuncu aramızdan ayrılışının 7’nci yılında birçok yerde anıldı. Hopa’da Kazım’ın mezarı başında bir anma yapılırken Ankara’da şarkılar Kazım için bir kez daha sokaklara söylendi. İstanbul’da Kazım Koyuncu Kültür Merkezi gelenekselleşen “Üreterek Anıyoruz”

etkinliğinin beşincisini 23-25 Haziran tarihlerinde gerçekleştirdi. Bursa’daki Kazım Koyuncu Anması için Batum’dan gelen Grup Shurimshine sahne aldı.

Kaz›m ölümünün yedinci y›l›nda mezar› bafl›nda, sokaklarda, sesinin ulaflt›¤› her yerde flark›lar›yla ve horonlarla an›ld›

MEZARI BAfiINDA ANILDI “Ben bir müzisyenim, ondan sonra bir Karadenizliyim, ama hepsinin ötesinde ben bir devrimciyim” diyen Kazım Koyuncu, Hopa’daki mezarı başında anıldı. Koyuncu’nun ölüm saati olan 12.57’de saygı duruşuyla başlayan etkinlikte Koyuncu’nun ailesi,

çocuklarını yalnız bırakmadıkları için katılımcılara teşekkür etti. Koyuncu ailesinin sözlerinin ardından Hopa Halkevi Başkanı Kamil Ustabaş, Kazım Koyuncu’yu üreterek, halkın hakları mücadelesi vererek kavganın içinde yaşattıklarını söyledi. Rusya’da sürgünde yaşayıp ölen Hopalı şair Hasan Helimişi’nin kızı da Koyuncu’ya babasının şiirlerini şarkı yapıp sonsuzlaştırdığı için teşekkür etti. Kazım Koyuncu’nun arkadaşlarının yapılan konuşmalarının ardından anma etkinliğine Gürcistan’dan katılan bir koro ekibinin şarkılarıyla devam edildi. Hopa Halkevi Çocuk Müzik Atölyesi’nin müzik dinletisi ile birlikte etkinlik sona erdi. KAZIM fiARKILARI ANKARA SOKAKLARINA Ankara’da Kazım Koyuncu için her yıl düzenlenen “Sokağa Şarkı Söylüyoruz” etkinliğinin yedincisi Yüksel Caddesi’nde gerçekleşti. Mülkiyeliler Birliği, Halkevleri, Artvinliler Derneği, Denizin Çocukları, Belgesel Fotoğrafçılar

‘Evlatlarım O olduğu için konuşurum zaten...’

kmeydanı Halkevi’nde, AKP’nin son dönemde tiyatrolara yönelik saldırısı ile ilgili bir söyleşi gerçekleştirildi. Levent Üzümcü, Sevinç Erbulak ve Salih Bademci’nin katıldığı etkinliğe mahallelilerin ilgisi yoğun oldu İstanbul Şehir Tiyatroları oyuncularından Levent Üzümcü, Sevinç Erbulak ve Salih Bademci İstanbul’daki Okmeydanı Halkevi’nde 13 Haziran’da mahallelilerle buluştu. Mahallelilerin yoğun katılım göster-

diği söyleşide oyuncular son dönemde tiyatrolarda yaşananları ve AKP’nin hayata dönük saldırılarını anlattı. Konuklar, Şehir Tiyatroları’na yapılan saldırının aslında yaşamın diğer alanlarındaki saldırılardan farksız olduğunu belirterek, bu konuda kendilerini ifade edebilecekleri bir zemin olarak bu söyleşiye büyük bir zevkle katıldıklarını da söyledi. Söyleşinin konusu her ne kadar sanata yapılan saldırılar olsa da mahallelilerin soru ve yorumlarıyla,

Atölyesi, Derelerin Kardeşliği Platformu, Karadeniz İsyandadır Platformu ve Nükleer Karşıtı Platform Ankara Bileşenleri Kazım Koyuncu’yu andı. Ahmet Telli ve Mehmet Özer şiirleri, Temel Demirer konuşması, Duygu Cinemre, Ahu Sağlam Grup Cefuka, Grup Günyüzü, Grup Sislirüya, Tanju Topal ve Yusuf Aydın’ın da şarkılarıyla katıldığı etkinlikte Artvin Halkoyunları Ekibi sahne aldı; tulum ve akordeon eşliğinde horon tepildi, mısır ekmeği dağıtıldı. Direnişleriyle dayanışma amacıyla Yüksel Caddesi’nde bir stant kuran Togo İşçileri de söz aldı. İşten atıldıklarını ve işe sendikalı olarak dönene kadar mücadele edeceklerini söyleyen Togo işçileri, Togo’yu da boykot etmeye çağırdı. Etkinlikte yapılan konuşmalarda son süreçte toplumun muhalif her kesimine yönelen gözaltı ve tutuklama terörüne dikkat çekildi ve operasyonlar kınandı. ATÖLYELERDE ÜRETEREK ANILDI Kazım Koyuncu Kültür Merkezi, her yıl ölüm yıldönümünde başlattıkları “Kazım Koyuncu’yu Üreterek Anıyoruz” etkinlikleri ile sanatta piyasalaştırmaya, gericileştirme-

4+4+4 eğitim modelinden kürtaj hakkındaki tartışmalara, taşeronlaştırma sorunundan ülke çapındaki gericilik dalgasına kadar yaşamın her alanı söyleşi konusu haline geldi. Oyuncular gelecek süreçteki eylem planlarını anlatırken mahallelileri Sanat Maratonu’na davet etti. Sevinç Erbulak ve Salih Bademci’nin “Birlikte hareket etmek için birbirimizle daha fazla zaman geçirmeliyiz. Daha fazla tanışmalıyız,

ye, rekabete ve yozlaştırmaya karşı dayanışmayı büyütüyor. 23 Haziran günü “Sokağa Kazım Koyuncu Şarkıları Söylüyoruz” sloganıyla yapılan yürüyüşle başlayan ve bu yıl beşincisi gerçekleştirilen etkinlik yıl boyunca kültür merkezinde çalışma yürüten atölyelerin sunumlarıyla devam etti. Pazar günü ise Süreyya Operası önünde sokak etkinlikleri ve kültür merkezinde atölye etkinlikleri gerçekleştirildi. BATUM’DAN SELAM GET‹RD‹LER Koyuncu Bursa’da da şarkılarla, horonlarla anıldı. 23 Haziran Cumartesi günü saat 19.00’da Setbaşı Mahfel önünden yapılan yürüyüşle başlayan anma, Kent Müzesi önünde Kazım Koyuncu Anma Platformu adına Caner Sadıkoğlu’nun açılış konuşmasıyla devam etti. Sadıkoğlu daha sonra sahneyi müzisyenlere bıraktı. Grup Livane ile herkes horona durdu, Grup Renkahenk’le karadeniz dillerinde şarkılar ses buldu. Batum’dan Kazım Koyuncu Anması için Bursa’ya gelen Grup Shurimshine sahne almasının ardından anma son buldu.

bunun için sesimizi daha gür çıkarmamız gerekiyor” diyerek ortak mücadele ihtiyacını öne çıkardılar. KORKUNUN ÇEL‹fiK‹S‹ Levent Üzümcü, Adana Devlet Tiyatrosu’ nda oyunculuk yapan bir arkadaşının “Bu aralar çok konuşuyorsun, evlatların var. Senin ve onlar için kaygılanıyoruz” dediğini ve kendisinin de “Evet, evlatlarım olduğu için konuşuyorum zaten” diye cevap verdiğini anlattı.

İstanbul’da 7/24 sokakta sanat G‹ZEM KUTLU

İ

Kolektif Yaz Kampı başlıyor Ü

niversitelilerin ve liselilerin bugünkü tüketim kültürüne karşı üreterek, eğlenerek, paylaşarak gerçekleştirilen Kolektif Yaz Kampı’nın yedincisi için geri sayım başladı. Kamp, 30 Haziran-6 Temmuz tarihleri arasında Dikili Sotes Tatil Köyü’nde gerçekleştirilecek. Öğrenciler kurulan onlarca atölyede paylaşarak, üreterek ve öğrenerek eğlenecekler. Kampın son akşamında atölyeler üretimleri ise sahne alarak doyumsuz bir gece yaşatacak. Atölyelerin yürütücüsü olarak Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu, Mahşeri Cümbüş, Kardeş Türküler, Sırrı Süreyya Önder, Yüksel Aksu, Özcan Alper, Cezmi Ersöz, BabaZula, Bajar, Düşbaz, Penguen çizerleri ve BKM mutfak oyuncuları gibi birçok isim kampta yer alacak. Kampa katılmak için birçok şehrin merkezlerinde kurulan stantlara başvurmak ya da internetten kaydolmak yeterli.

stanbul Şehir Tiyatroları’ndaki yönetmelik değişikliği, İslamcı kesimin kalemlerinden ve ağızlarından dökülen “muhafazakar sanat” söylemi ve yine sözleriyle saldırının dozunu yükselten Tayyip Erdoğan, tiyatro sanatçılarının sokağa çıkmasına neden oldu. Erdoğan sanata ve sanatçılara kürsülerden saldırmayı kesti. Ancak tiyatrocuların mücadelesi, eylemleri sona ermedi. Tiyatro sanatçılarının çağrısı ile sanatçılar 7 gün 24 saat “özgür sanat” için sahnedeydi. Erdoğan’ın kibirli ve despot olarak nitelendirdiği sanatçılar bu kez halka açık bir parkta oyunlarını oynadı, şarkılarını söyledi, filmlerini gösterdi… 16 Haziran’da İstanbul Kadköy’deki Caddebostan’dan Selamiçeşme Özgürlük Parkı’na yapılan bir yürüyüşle başlayan “Sanat Maratonu” 22 Haziran gecesi sona erdi. Sanatçılar 7 gün boyunca aralıksız olarak Selamiçeşme Özgürlük Parkı’nda sahne aldı. Organizasyon aşamasında İstanbul Şehir Tiyatrosu

Sanatçıları Derneği, TOBAV, TODER, OYÇED, ÇASOD, TOMEB, Türkiye Eleştirmenler Birliği gibi kurumlarla İstanbul Seyirci Platformu’ndan gönüllülerin olduğu etkinlikte amatör tiyatrolardan özel tiyatrolara, akademisyenlerden müzisyenlere pek çok kişi sahneye çıktı. Etkinliğin sunuculuğunu ise aralarında Levent Üzümcü, Serdar Orçin, Salih Bademci, Aslı Öngören ve Jülide Kural gibi isimlerin bulunduğu tiyatro sanatçıları yaptı. Gerek İstiklal Caddesi’nde gerek Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin önünde daha önce yapılan eylemler,

daha çok sanatçıların, sanata duyarlı ve AKP’nin sanata dönük saldırısına sessiz kalmayanların katılımıyla gerçekleşmişti. AKP’nin piyasacı bir anlayışla kültürsanat hakkını yok sayması sonucu hem üretim hem de izleme ve dinleme açısından sanata erişme sıkıtısı bulunan halkın geniş bir kesimi bu eylemlere uzak kalmıştı. Daha doğrusu bu sanata dönük nasıl bir saldırının gerçekleştiğinden habersiz kalmıştı. “Sanat Maratonu” bu durumu kırmaya azımsanmayacak bir katkı sundu. Sanatçıları ve sanata erişebilenleri katmakta başarılı olan etkinlik, parka yakın bölgelerde oturan ya

da bir biçimde duymuş halkı da (Okmeydanı Halkevi üyeleri etkinliği ziyaret edenlerdendi) buraya taşıyabildi. Belki hiç oyun izlememiş olup burada izleyenlerin sayısı azdı; ama en azından sanat halka açık bir alanda, parasız izlendi, sanatçılar istenenin özgürce sahnelenebildiği bir alanda sahneye çıktı. Etkinliğin sonlarına doğru konuştuğumuz İstanbul Şehir Tiyatroları sanatçılarından Aslı Öngören, bu eylemle yapmak istediklerini ve yaptıklarını anlatırken şöyle dedi: “Sıcak, saygılı bir bağ kurduk. Usta sanatçıları, genç meslektaşlarımızı, seyir-

cileri gönüllülerle birlikte emek vererek bir araya getirdik. Neden burada olduğumuzu unutmadan günlerimizi ve gecelerimizi geçirdik. Bu bir avuç insan maaşını garanti altına almak için değil; yarınların kaygısı ile burada. İlk amacımız da diyalog kurmak.” Öngören, önümüzdeki dönem için de Devlet Tiyatroları’nın (DT) durumunun Bakanlar Kurulu’nda görüşülmesini bekleyeceklerini ve DT’nin durumu belli olunca yol haritasını çizeceklerini söyledi. Amaçlar, sahneden de bu kadar naif bir biçimde anlatıldı. Tayyip Erdoğan’ın ağzından dökülenlerle, sanata ve sanatçılara dönük gericileştirme, piyasaslaştırma, güvencesizleştirme saldırısının gelmekte olduğu netleşmişken sahnede AKP’nin adı geçmedi. Oysa biliyoruz ki “özgür sanat”ın önündeki engel de AKP, güvencesiz çalışan tiyatrocuların sorumlusu da AKP… Halk için sanatın ulaşılamaz olmasının sebebi de AKP. Saldırı bu kadar net, bu kadar yoğunken; halk ile sanatçıların biraraya gelme fırsatı bu kadar yakalanmışken saldıranın kim olduğunu bile bile, ismini söylememe yanlışından dönmekte fayda var.

13 yılda gelen özür 1999 y›l›nda Ahmet Kaya’n›n Kürtçe flark› söyleyece¤ini dile getirmesinin ard›ndan sald›r›ya u¤rad›¤› ve linç edilmek istendi¤i gecenin sahibi Magazin Gazetecileri Derne¤i, olaydan 13 y›l sonra Ahmet Kaya ad›na ödül vermeye karar verdi. 13 y›l önce yaflanan sald›r›n›n ard›ndan ald›¤› tehditler üzerine Ahmet Kaya yurt d›fl›na ç›kmak zorunda kalm›fl ve ertesi y›l Paris’te geçirdi¤i kalp krizi sonucu aram›zdan ayr›lm›flt›. Ahmet Kaya’n›n linç edilmek istendi¤i o gece sahneye çatal-b›çak f›rlat›p ard›ndan mikrofonu eline alarak Onuncu Y›l Marfl›’n› okumaya bafllayan ve yaflanan sald›r›n›n bafll›ca tahrikçilerinden biri olan Serdar Ortaç da 2009 y›l›nda “Ben de genç ve cahildim. Bence o gece yaflananlarda Ahmet Kaya’n›n hiçbir suçu yoktu. Bir anda her Türk genci gibi gaza gelip Onuncu Y›l Marfl›’n› okumaya bafllad›m” diyerek özür dilemiflti. Ahmet Kaya’n›n ölümünden 12 y›l sonra gelen bu özürler bir piflmanl›¤›n d›fla vurumu de¤il gün geçtikçe artan popülaritesinden nemalanmak isteyenlerin timsah gözyafllar›.


SOKAĞIN SESİ

ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ

28 Haziran 2012 / 11 Temmuz 2012

16 Halk›n Sesi

İş yoksa işgal var, direniş var

Hak alma aracı olarak örgütlenen son işgaller ve öncülüğünü güvencesiz işçilerin yaptığı direnişler yeni işçi hareketine dair ip uçları veriyor

T

aşeron çalıştırmaya ve işten çıkarmalara karşı direnen Enerji-Sen üyesi BEDAŞ işçileri, 21 Haziran günü Boğaziçi Köprüsü’nü trafiğe kapattı. Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal’ın da aralarında bulunduğu 26 işçi, köprü boyunca yürüyüşünü sürdürerek köprünün ayağında bulunan Koruma Şube Müdürlüğü önünde bir basın açıklaması yaptı. 48 işçinin Adana TEDAŞ’ta aylardır, 120 işçinin ise İstanbul BEDAŞ’ta 30 gündür direndiklerini aktaran Kartal, güvenceli iş mücadelesinin sonuna kadar süreceğini belirtti. Açıklamanın ardından 25 enerji işçisi ile Kamil Kartal polis tarafından gözaltına alındı. Ertesi gün Üsküdar Adliyesi’ne götürülen 26 kişiye 72’şer lira para cezası kesildi.

‘YAPILAN, YAPILACAKLARIN BAŞLANGICI’ Enerji işçilerinin Boğaziçi Köprüsü eyleminde gözaltına alınmasına ilk tepki, aynı günün akşamında Taksim’de demokratik kitle örgütleri, sendikalar ve siyasi partilerin katılımıyla gerçekleşen basın açıklamasında verildi. Enerji işçileri ise serbest bırakılmalarının ardından Galatasaray Lisesi önünden BEDAŞ Genel Müdürlüğü’ne bir yürüyüş daha düzenledi. Çevreden katılımlarla birlikte sayısı 300’ü bulan BEDAŞ işçileri, genel müdürlük önünde bir basın açıklaması yaptı. Eylemi selamlayan Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu “Yapılan eylem, yapılacak eylemlerin başlangıcıdır” derken, taşerona karşı yürüyüşün zafere ulaşacağını belirtti.

‘BEDAŞ’I DA İŞGAL EDERİZ’ Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal da BEDAŞ işçilerinin yasadışı biçimde işten atıldıklarını, işçilerin ekmeğiyle oynandığını söyledi. Kartal, “İşçileri geri almazlarsa, sendika başkanı olarak söz veriyorum, o köprüyü bir değil, elli defa işgal ederiz. Bizleri gaza boğarlar, döner BEDAŞ’ı da işgal ederiz. İşimizi direne direne kazanacağız” dedi. Kartal, köprü eylemini Halkın Sesi’ne de değerlendirdi. Gözaltında yaşadıkları bir olayı aktaran Kartal, polislerin kendilerinden zor kullanarak parmak izi aldığını ve bunun “yasal gereklilik” olduğunun söylendiğini ifade etti. Kartal, “BEDAŞ’taki işçilerin işten çıkarılması da yasadışı. Ama söz konusu işçi hakları olunca devlet yasaları uygulamıyor. Ancak gözaltına alındığımızda yasaları zor kullanarak

2008 krizinde işten çıkarmalara karşı fabrika işgalleriyle simgeleşen eylemler, bugün yerini güvencesiz işçilerin zengin içerikli fiili direnişlerine bıraktı uygulamasını biliyor” dedi. İşten atılan BEDAŞ işçilerinden Mustafa Bozali de işlerine geri dönmedikleri taktirde BEDAŞ’ı da işgal edeceklerini, gün gelip mahalle mahalle dolaşarak ve örgütlenerek üretimi durduracaklarını söyledi. Bozali, direnişlerini Adana’daki arkadaşları gibi sürdüreceklerini ve haklarını alacaklarını dile getirdi. ADANA TEDAŞ’TA DİRENİŞ SÜRÜYOR Adana TEDAŞ’ta maaşlarını alamadıkları için direnişe geçen ve direnişle birlikte işten çıkartılan Enerji-Sen üyeleri, bir dayanışma şenliği düzenledi. 4 aya yakın süredir aileleriyle direnen işçilerin etkinliğine yaklaşık bin kişi katıldı. İşçiler tarafından hazırlanan sinevizyon gösterimiyle başlayan etkinlikte Bandista, Hilmi Yarayıcı ve Ozan Irmak şarkılarıyla izleyenleri coşturdu. Ozan Irmak’ın sahneye “Yasalar uygulansın, atılan işçiler geri alınsın” pankartıyla çıkması büyük alkış aldı. Dev Sağlık-İş Genel Sekreteri Mustafa Hotlar taşerona ve güvencesizliğe karşı TEDAŞ işçileriyle omuz omuza mücadele ettiklerini söylerken, Mersin Emek ve Demokrasi Güçleri adına söz alan BES Şube Başkanı Kemal Göçmen kazananların direnenler olacağını belirtti. Kürtaj tartışmasına değinen Adana Kadın Platformu temsilcisi de TEDAŞ işçilerinin ailelerine çiçek verdi. ‘GÜVENCELİ İŞ’ YARGILANAMAZ 5 Mart’tan bu yana direnen ve AKP’nin “Sendikanızdan istifa edin, işe başlatalım” teklifini reddetmesinin ardından zabıta-polis saldırılarına uğrayan TEDAŞ işçilerinin yargılanmasına da başlandı. Adana Adliyesi önünde yapılan basın açıklamasında

TEDAŞ’ta çalışan 4 bine yakın taşeron işçinin maaşlarının yendiğine, hakkını arayanların ise kapının önüne konduğuna vurgu yapıldı. Dava, 25 Eylül tarihine ertelendi. BORUSANIN 'BORUSU' İŞGAL EDİLDİ Sendikalı oldukları gerekçesiyle işten çıkarılan 41 Borusan işçisi de direnişlerini bir işgal eylemiyle yükseltti. Aralarında Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun da bulunduğu işçiler, 20 Haziran günü İstiklal Caddesi’ndeki Borusan Kültür Sanat Evi’ni işgal etti. DİSK flamaları ile kültür merkezinin camına çıkan Nakliyat-İş üyeleri, işlerine geri dönmek istediklerini dövizleri ve sloganlarıyla haykırdı. İşçilere çok sayıda yurttaş ile BEDAŞ işçileri, Halkevleri ve HKP üyelerinden alkışlarla destek gelirken, Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal da işgale katıldı. Polisin çevik kuvvet otobüsleri, panzer, itfaiye ve ambulans ile yığınak yapmasına karşın işgal eylemini sürdüren Borusan işçileri işvereni görüşmeye zorladı. Borusan yönetimi, 29 Haziran Cuma gününe kadar sorunu çözeceklerini söyledi. İşçiler adına bir basın açıklaması yapan sendika başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, kültür sanata saygı gösterdiğini iddia eden Borusan’ın işçi haklarına ise saygı göstermediğini söyledi. Ağır çalışma koşullarını ve yüzde 3-4 oranındaki zamları eleştiren Küçükosmanoğlu, sendikalı olarak işe dönme mücadelesinin süreceğini ve sermaye zorbalığına boyun eğmeyeceklerini dile getirdi.

Gelsin polis, gelsin cop inadına direniş K

ocaeli’de Dev Sağlık-İş Kocaeli Üniversitesi Hastanesi İşyeri Temsilcisi Eyüp Dalboy’un işten çıkarılması Dev Sağlık-İş üyeleri tarafından protesto edildi. 14 Haziran’da Başhekimlik önünde eylem yapan sağlık emekçileri, arkadaşlarının işten çıkarılmasının “güvenceli iş, insanca yaşam” mücadelesine yönelik bir saldırı olduğunu söyledi. Nisan ayında güvenceli iş talebiyle kurdukları çadıra polisin saldırdığını hatırlatan işçiler, hastane yönetimine hukuksuz uygulamalara son verme çağrısında bulundu. DİRENİŞ ÇADIRINA SALDIRI Dev Sağlık-İş üyeleri, bir yandan kendilerinin hastane işçisi olduğunu tescil eden “hileli çalıştırma” tespitine üniversite tarafından açılan itiraz davasını beklerken, diğer yandan işten atılan arkadaşları için hastane bahçesinde imza toplamaya başladı. İtiraz davasının hemen öncesinde, 25 Haziran sabahında önce özel güvenlikler, sonra da hastane dışında bekleyen

polisler işçilere saldırdı. Saldırı sonucunda 2 işçi yaralanırken, Eyüp Dalboy’un da aralarında olduğu 9 işçi gözaltına alındı. İşçilerin direnişi ile zor durumda kalan rektörlüğün, polisin hastaneye girmesine izin vermesi dikkat çekti.

‘GÜVENCELİ İŞ MÜCADELESİ BOYUN EĞMEZ’ Kocaeli muhalefetinin saldırıya tepkisi gecikmedi. Öğle saatlerinde Umuttepe Yerleşkesi’nde bir araya gelen sağlık emekçilerine Birleşik Metal-İş, Genel-İş, KESK, Halkevleri, ÖDP, EMEP temsilcileri ile akademisyenler ve öğrenciler de destek verdi. Açıklamada söz alan Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, taşerona karşı mücadelenin baskı ve engellere rağmen süreceğini belirtti. Üniversite yönetiminin izni olmadan polisin yerleşkeye giremeyeceğini hatırlatan Çerkezoğlu, “Rektörlük tarafını belirlemiştir” dedi. 3 Temmuz’daki davanın önemine dikkat çeken Çerkezoğlu, hukuki kazanımlar elde eden güvenceli iş mücadelesinin baskılara boyun eğmeyeceğinin altını çizdi. İşçiler, 26 Haziran günü de özel güvenlikçilerin saldırısına uğradı. Yeniden pankartlarını hastane bahçesine asan işçiler direnişlerini sürdürüyor.

Hava-İş üyeleri trafiği yavaşlattı Hava-‹fl üyeleri, 24 Haziran’da trafik yavafllatma eylemi yapt›. Eylem s›ras›nda Hava-‹fl üyeleri ve direnifle destek veren emek ve demokrasi güçleri Havaalan›’n›n içindeki yolu bir süreli¤ine trafi¤e kapatt›. Trafi¤in durma noktas›na geldi¤i eylem, yap›lan bas›n aç›klamas› ve yürüyüflün

ard›ndan son buldu. Yolun trafi¤e kapanmas› s›ras›nda trafik polisleri ile eylemciler aras›nda ufak çapl› arbedeler yafland›. Araçlar›yla trafi¤i yavafllatma eylemi yapan Hava-‹fl üyelerinin direnifl alan›na gelmesiyle bir bas›n aç›klamas› yap›ld›.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.