A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark SAYFA
2
SAYFA
Egemenlerin en pis küfrü Akit gazetesinin küfürleri, provokatif bafll›klar› hizmet etti¤i s›n›f› gizleme amac› tafl›yor
9
Ekmek üzerine büyük kumar Derinleflen g›da krizi Türkiye’yi de tehdit ediyor. Kriz Türkiye’yi hayvanc›l›kta vuracak
SAYFA
13
‘Yabanc›s›n o halde git’ Türk-‹slam sentezi Cumhuriyet’in ilk y›llar›ndan beri halklar› yurtlar›ndan etti
SAYFA
‘Bismillah’ diyen bardak
14
Gülen hareketi, ‘Bismillah’ diyen barda¤› kredi kart›yla sat›yor
9 A¤ustos 2012 • 1.25 TL
Y›l 7 • Say› 163
Durduralım bu adamı!
Ferda Koç / Sayfa 4
Çi¤dem fiahin / Sayfa 6
‘Durun siz kardeflsiniz’...
Kentsel dönüflüm...
Tufan Sertlek / Sayfa 8
Kiral›k iflçi
Faşizme karşı omuz omuza
Eylül ayına hazırlanıyorlar... Yeni e¤itim ve ö¤retim y›l›n›n aç›l›fl› yaklafl›yor. AKP, 4+4+4’e karfl› yükselen tepkilerin yan yana gelmesiyle s›k›fl›yor.
“4+4+4’ü birlikte durdural›m” diyenler, eylüle haz›rlan›yor. Büyük buluflma, E¤itim-Sen’in 15 Eylül’deki Ankara mitinginde S 7
Malatya’daki Alevilere yönelik sald›r›lara karfl›, ülkenin dört bir yan›nda halk soka¤a ç›kt›. AKP’nin ayr›mc› politikalar›na karfl› öfkenin kent meydanlar›nda yank›land›¤› eylemlerde, sald›r›lar›n sorumlusu ilan edildi: Erdo¤an S 16
AKP, “paras›z üniversite” oyununda Paralı eğitim kafl›kla verip kepçeyle alma derdinde. AKP’nin yalansadece harç mı? Ancak gençlik hareketi, S 12 lar›n› yutmuyor
Tecavüzcüye arkadafl›m›z, sopal› Obama’ya sayg›de¤er, Alevilere bölücü, cemevine ucube dedi Suriye’de iç savafl›, Türkiye’de kirli savafl› körüklüyor. Türk Kürt’e, Sünni Alevi’ye düflman olsun istiyor Tayyip akl›nca bu gerilimi kullanarak halk› uyutaca¤›n› düflünüyor. Bu kirli ve kanl› oyunu durdurmal›y›z! S 3-4
Samut Karabulut / Sayfa 16
Faflizme ve savafla karfl›...
Davutoğlu’nun Suriye kumarı Suriye muhalefeti Esad’› alt etmeyi baflaramazsa Davuto¤lu’na yol görünecek. Davuto¤lu’nun kumar›nda masaya sürülen bölgenin gelece¤i S 5
‘Y›kt›lar ama bitmedik’ Ankara Mamak’ta 27 Temmuz sabah› y›k›ma karfl› saaterce direnenlerin son sözü belli: “Bar›nma hakk› mücadelemiz, evlerimizin y›k›lmas›yla bitmez.” Halk, y›k›lan evlerine karfl› ev istiyor S. 6
Hastanede direnifl Sa¤l›k iflçileri direniyor. Süreyyapafla Hastanesi’nde iflten ç›kar›lan Devrimci Sa¤l›k-‹fl üyesi iflçiler, hastane bahçesinde direnifl çad›r› kurdu. Kocaeli Üniversitesi T›p Fakültesi Hastanesi’nde aylard›r direniflte olan iflçiler rektörlükle görüfltü. Görüflmenin ard›ndan rektör, iflçiler üzerindeki bask›lar›n son bulaca¤›n› söyledi S. 8
On yıllarca sürebilir bu savaş Suriye Ulusal Uzlaflma Bakan› ve Suriye Reform ve Kurtulufl Cephesi kurucusu Ali Haydar, rejimi, muhalefeti ve iç savafl› anlatt› S. 11
Anayasada aile vurgusu AKP, yeni anayasas›na gerici aile kurumunu koruyacak, kürtaj› s›n›rland›racak maddelerle haz›rlan›yor. Kad›nlar, AKP’nin yeni sald›r›s›na meydan okuyor S. 10
2
MEDYA 9 A¤ustos 2012 / 22 A¤ustos 2012
Halk›n Sesi
Akit: Egemenlerin en pis küfrü Akit gazetesinin küfürleri, provokatif bafll›klar› hangi s›n›fa hizmet ettiklerini gizlemeyi amaçl›yor. Akitçiler egemenlerin tamam›n›n hizmetine hep haz›r
Y
Bu gazeteyi gören var mı? A
nadolu’da Vakit gazetesi 2010 yılında yayın hayatına şu sözlerle veda etti ve yerine Yeni Akit çıkmaya başladı. “Anadolu'da Vakit gazetemizin imtiyaz sahibi muhterem Nuri Aykon Beyefendi'nin 13 Eylül 2010 günü vefatı sonrası gazetenin isim hakkına sahip olan kanuni varisler, neşriyatın devam edip etmemesi konusunda tereddüt yaşamışlardır. Bu çerçevede Vakit Yayın Kurulu olarak bizler de yeni bir karar alma zorunluluğu hissetmiş bulunmaktayız.” Resmi açıklama buydu ancak herkes Anadolu’da Vakit’in hakkında açılan davalardan ödemeye mahkum olduğu büyük meblağ yüzünden terk edildiğini biliyordu. Nitekim Yeni Akit çıktı ama Anadolu’da Vakit kapatılmadı. Bir Karahasanoğlu (Ahmet) Anadolu’da Vakit’i çıkarmaya devam etti, diğerlerinden biri (Mustafa) Yeni Akit’e icra kurulu müdürü, biri müessese müdürü (Nuri), bir diğeri de yazı işleri müdürü (Ali İhsan) oldu. Yani Nuri Aykon’un mirasçılarıyla Karahasanoğlu ailesi arasında bir uzlaşmazlık olmadı. Aksine 8 sayfaya
düşen eski gazete şu an çıkıyor ve 6 bin civarında satıyor. Bu gazeteyi internet dışında gören duyan yok. Dağıtım noktalarında gazete “yok” satıyor(!) Ancak 6 bin tirajı sayesinde devletten her ay en az 100 bin- 200 bin lira arası para alıyor. Çünkü kimsenin görüp duymadığı bu “gazete” devletten, belediyelerden Basın İlan Kurumu kanalıyla ilan alıyor. Böylece Yeni Akit çıktıktan sonra kapanacağı sanılan Anadolu’da Vakit’in mahkum olduğu tazminatların ödenmesinde devlet de katkıda bulunuyor. 6 bin “satan” bu İslamcı gazetenin 7 Ağustos’ta internette görülen baskısında manşette CHP Parti sözcüsü Haluk Koç’un açıklamaları birebir aktarılıyor. Küfür yok, hakaret yok, en ufak eleştiri yok! Üstüne üstlük bayilerde bulunamayan ve ancak internetten okunabilen bu gazetenin bir önceki manşeti de MHP idi. İnternet sitesindeki haberlerin manşetlerinde ise yazı bile bulunmuyor. Sadece her haber için iki fotoğraf konulmuş durumda. Yani bu gazetenin bir programla resimlerin üzerine haberin başlığını yazacak elemanı bile yok! Ama 6 bin satıyor.
eni Akit gazetesi Alevi, Kürt, kadın ve sol düşmanı dili ve provokatif yalan haberleriyle adından fazlasıyla söz ettirmeyi başarıyor. Gazetenin her haberi, her köşe yazısı, sağın gerici, faşist, ayrımcı, cinsiyetçi ve militarist tüm pisliğini utanmadan sıkılmadan, kendi ifadesiyle “cesaretle” sergiliyor. Özellikle Suriye’ye yönelik iç savaş kışkırtması nedeniyle Alevileri hedef alan söylemlere ve “haberlere” sıkça yer veriliyor. Bir muhafazakar yazar bunu “dinin kahvehane jargonu” olarak tanımlıyor. Ancak gazete dinin değil Türkiye sağının kahvede, sokakta, işyerinde, hayatta her yerde karşımıza çıkabilecek en sıradan, en kirli, en rezil sıfatlarını sergiliyor. Düşman cepheyi büyük oranda “kimliği” ile tanımlıyor ve Tanıl Bora’nın ifadesiyle “popülizmiyle, milliyetçi-muhafazakâr ve İslâmcı ideolojilerin çekim alanındaki alt ve alt-orta sınıfların reaksiyoner öfkesine hitap ediyor.” Yeni Akit gazetesi Türkiye’de siyasal İslamın sağcı ve dindar kitleler üzerinde hegamonyasının yükseldiği 1990’larla başlayan bir geleneği temsil ediyor. Bu nedenle sağa dair ne kadar pislik varsa bu gazetede rahatlıkla bulunabiliyor. Bünyesinde 1980 öncesinin faşist harekete daha yakın olan isimleri de barındıran gazetenin çizgisi en baştan beri anti-komünizmi temel alıyor. Gazete sadece AKP’ye yakın kesimlere hitap etmiyor. Saadet Partisi’nden BBP’ye İBDA/C’den El Kaide’ye kadar tüm gericiler gazetede boy boy kendini gösterebiliyor. Bu durum bazen tuhaf çelişkilere de yol açabiliyor. Abdullah Gül’ün El Kaide liderinin öldürülmesine dair “büyük memnuniyetle karşılıyorum" dediği gün, başka bir sayfada taziye
yazıları yer alıyor. Daha da ötesi, Yeni Akit gazetesi yazarı Mustafa Kaplan El Kaide ile bağlantılı oldukları iddiasıyla tutuklanıyor. Kaplan serbest bırakılsa da El Kaide’nin İstanbul’da bombalı saldırı yaptığı zamanlarda yazdıklarının unutulması mümkün değil: "Müslümanları siper ederek arkalarına sığınan kâfirleri öldürmenin başka yolu yoksa, onlar öldürülmediği takdirde Müslümanların hezimete uğrama ihtimali varsa veya İslamiyet'in ve Müslümanların ortadan kaldırılması ihtimali varsa, aralarında Müslümanlar da olduğu halde kâfirlerin vurulması caizdir." HEP GÜÇLÜNÜN YANINDA Gazete sürekli olarak muhalif bir imaj çizmeye çalışıyor ancak sadece bu dönem değil her dönem için egemenlerle ilişkileri sağlam tutmaya özen gösteriyor. 1995 yılında Anayasa Mahkemesi başkanı Yekta Güngör Özden’in Hüseyin
Üzmez’in çiğ köfte partisine katılması oldukça ses getirmişti. (Özden’in daha sonra küfür ve yalan haberde Vakit’in ulusalcı versiyonu olan Türk Solu’nda yazması manidar). Gazetenin kıdemli isimlerinden Hasan Karakaya son dönemde Başbakan’ın giderek bozulan ağzına, engin küfür literatürü ile katkıda bulunmuş olması muhtemel isimlerden. Zira Karakaya dış gezilerde Erdoğan’ın yanından ayırmadığı demirbaşlardan. Başbakan’ın bir bavulu bir de Hasan Karakaya’sı gezilerde eksik olmuyor. Karakaya en sinkaflı küfürleri yüzü kızarmadan gazete sayfalarına boca etmesiyle nam salmış ve bu nedenle “cesur” diye adlandırılan bir isim. Küfürlerden örnekleri verebilmemiz
Parayı paylaşamayıp ayrıldılar fiimdiki Yeni Akit gazetesinin temelleri Milli Görüfl’ün yay›n organ› Milli Gazete için toplanan paralar›n paylafl›m› nedeniyle ç›kan itilaftan do¤du. Gazetenin temelleri, Mustafa Karahasano¤lu taraf›ndan Aksaray’da küçük bir nalbur dükkân›nda yay›na bafllayan haftal›k Cuma dergisiyle at›ld›. Karahasano¤lu, Cuma dergisinden Müslümanlar’›n Milli Gazete’den sonraki ikinci günlük gazetesi için ba¤›fl ça¤r›lar› yapt›. “Allah r›zas› için” yard›m ça¤r›lar› sonuç verince Vakit gazetesi yay›n
hayat›na bafllad›. fiimdiki Yeni Akit gazetesi ilk olarak “Beklenen Vakit” ad›yla yay›mlanmaya bafllad›. Zaman gazetesinin ve temsil etti¤i Gülen Cemaati’nin yükselmeye bafllad›¤› bir dönemde “Zaman” ile efl anlaml› “Vakit” isminin kullan›lmas› bir öykünme mi, rekabet mi tart›flmas› uzun süre yap›ld›. Gazete tüm ‹slamc› cemaatlere eflit mesafede olma iddias›nda olsa da Gülen cemaati ile daima iniflli ç›k›fll› bir iliflkisi oldu. 1995 y›l›nda Ankara merkezli “Vakit”
Halep düşmüş Halep’in haberi olmamış AA Halep'in düfltü¤ü asparagas›n› yayarken, Reuters'taki röportaj, Özgür Suriye Ordusu’nun pek de iyi durumda olmad›¤›n› ortaya koydu. NTV, Radikal gibi yay›nlarsa asparagas› ›srarla sürdürüyor
T
ürkiye medyasının sürekli tekzip yiyen haberlerle desteklediği, dış güdümlü Suriye muhalefetine ilişkin sıkıntı sinyalleri çoğalıyor. Anadolu Ajansı (AA) Halep'in düştüğü asparagasını yayarken, Reuters'te kısa süreliğine yayımlanan röportajda muhalif lider Riyad el Esad, geri çekildiklerini ve Katar ve Suudi Arabistan'ın kendilerini yüzüstü bıraktığını açıklıyordu. Son günlerde iç savaşın derinleştiği Halep’le ilgili çelişkili haberler yayımlanıyor. AA’nın 3 Ağustos Cuma günü “Halep Kalesi düştü” diye yayımladığı haber, dakikalar geçmeden
yalanlandı. Giderek AKP’nin sesine dönüşen AA, imparatorluk döneminden bir çatışmayı tarif eder gibi, Halep kentini de Halep Kalesi’nin içindeymiş gibi sundu. Ancak bu “ele geçirme” iddiası ne diğer ciddi haber ajansları tarafından ne de Halep’teki yerel kaynaklar tarafından doğrulandı. ÖZGÜR SUR‹YE ORDUSU TV AA’nın yanı sıra NTV ve Radikal gibi yayın organlarında Özgür Suriye Ordusu’nun tek yanlı propagandasına dönüşen haberler yapılırken, Halep’teki gelişmeler bu haberleri sürekli tekzip ediyor.
Radikal’in yay›mlad›¤› Özgür Suriye Ordusu foto¤raf›
mümkün değil ancak merak edenler gerilimli bir futbol maçına giderek ne dediğimizi anlayabilir ya da bizzat Karakaya’nın yazılarını okuyabilir. Akit çevresinin egemenlerle sıkı-fıkı ilişkisinin askerlere dek uzanmaması mümkün mü? Gazete yöneticileri, Ahmet Hakan’ın bu konudaki şu somut sorularına sadece küfürlerle yanıt verdiler: “28 Şubat döneminde ‘yüksek rütbeli bir subay’, üniformasıyla gazetenize girip çıkar mıydı? Bu yüksek rütbeli subay, 28 Şubat gibi bir dönemde hangi cesaretle gazetenize gelebiliyordu? Gazetenin sahibi, bu yüksek rütbeli subayla ne görüşüyordu? Yayın çizginizde bu subayın yaptığı yönlendirmeler ne kadar rol oynadı / oynuyor?” Gazetenin reklamlarında “Vakit giren eve kartel girmez” denerek belirli sermaye kesimleri ve onların sesi olmakla suçladığı gazeteler de işaret ediliyor. Öte yandan gazete bir özel okul reklam katalogu olarak çıkan “Eğitim” ekinde Koç grubundan reklam almaktan çekinmiyor. (Koç da vermekten!) Konu eğitimin ticarileştirilmesi olunca aradaki farklar yok oluveriyor. Küfürler, hakaretler, provokatif başlıklar sadece hangi sınıfa hizmet ettiklerini gizlemek için kullanılıyor.
R‹YAD ESAD RÖPORTAJI NEDEN YAYIMLANDI, NEDEN S‹L‹ND‹? AA’nın “Halep kalesi düştü” haberinin ardında bir başka ilginç gelişme daha oldu. “Özgür Suriye Ordusu” lideri Riyad el Esad’ın röportajı Reuters haber ajansında yayımlandı. Röportaj, itiraf, isyan, suçlama içeren bir nitelik taşıyor. ‘HALEP’E G‹REMED‹K’ Riyad Esad bu röportajda Halep kentine bir türlü giremediklerini itiraf ediyor. Suriye ordusunun çok yönlü operasyonuyla karşılaştıklarını, binin üzerinde kayıp verdiklerini ve “taktiksel olarak geri çekildiklerini” söylüyor. Muhalif lider, ayrıca Katar ve Suudi Arabistan’ı kendilerini yüzüstü bırakmakla suçluyor. G‹TMESEK DE GÖRMESEK DE, GÖSTERMESEK DE ‘HALEP DÜfiTÜ’ Bu haber Reuters ajansında çıktığı dakikalarda Anadolu Ajansı da “Halep kalesinin düştüğü” asparagasını yayıyordu. Ne olduysa, birkaç saat içinde oldu. Reuters’in sitesi çökertildi. Haberin kaynağına ulaşmak isteyen, ‘ulaşım engeli’ ile karşılaştı. Ancak Reuters haberi sitesinde, Ri-
Reuters’e eriflim engellendikten sonra röportaj›n foto¤raflar› internette yay›ld› ve ‘engelleme’ sonuç vermedi. yad Asad’ın demecinin yayımladığı sayfa ile fotoğraflanmış ve tüm Arap basınında yerini almıştı bir kere. Riyad el Esad bu demecinde Suudi Arabistan ve Katar’ı suçluyor, yenilginin sebebi olarak bu ülkelerin, kendilerini (Özgür Suriye Ordusu) atlayarak Şam yönetimiyle anlaşma yapmalarını öne sürüyor. Haberin kaldırılması Esad karşıtı uluslararası cephe içindeki çatlağın gizlenmesi çabası olarak yorumlanıyor. Röportaj vakası Katar ve Suudi Arabistan’ın yoğun desteğine karşın ciddi bir başarı elde
edemeyen muhalifler ile destekçileri arasında bir gerilim olduğuna işaret ediyor. RAD‹KAL ÜZER‹NDEN FÜZE TALEB‹ NTV ve Radikal gibi yayınlar, birçok haberi doğruluğu teyit edilmeden aktardı. Pek çok kez yalanlansalar da aynı haberciliği sürdürdü. Öte yandan muhalifler, kimi sayfaları propaganda bültenine dönüşen Radikal gazetesinden AKP'ye çağrı yaparak füze ve uçaksavar istedi.
ismindeki bir yerel gazete isim hakk›n›n ihlal edildi¤i iddias›yla mahkemeye baflvurunca “Beklenen Vakit”, “Akit” ad›yla yay›mlanmaya devam etti. Ancak Akit gazetesi haber ve yaz›larla ilgili aç›lan tazminat davalar›n› kaybedince çok büyük mebla¤lar› ödemekle karfl› karfl›ya kald›. Bunun üzerine “Anadolu'da Vakit” gazetesi ç›kmaya bafllad›. 9 y›l ç›kan Anadolu’da Vakit de hakaretler nedeniyle ödedi¤i yüksek tazminatlar nedeniyle terk edildi ve yerine 2010’da Yeni Akit ç›kmaya bafllad›.
Devlet televizyonu ile cami evinizde R
amazanın başlamasıyla televizyonlardaki dini içerikli yayınlar da çoğaldı. En çok da TRT’de çoğaldı ve TRT, bu bakımdan İslamcı kanallara benzedi. TRT’nin tüm kanallarında dinsel yayınlar artarken TRT’nin Arapça yayın yapan kanalının haberler hariç tüm programları dini içerikli hale geldi. Kürtçe yayın yapan TRT 6’da yayın akışı adeta üçe bölünmüş durumda. Ağırlıklı kısmı Ramazan programlarının oluşturduğu TRT 6’nın yayın akışında haberler ve müzik ikinci planda kalıyor. Benzer bir yayın akışı Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan gibi ülkelere yayın yapan TRT Avaz’da da görmek mümkün. TRT1’de her gece saat 02.20 ile 05.20 arasındaki yayın akışı tamamen dini içerikli. Bu kuşakta 02.2002.25 Sufi Klipler, 02.25 – 02.50 Anadolu’da Oruç Mevsimi 02.50 - 04.20 Sahur Bereketi ve 04.20-05.20
arasındaki Mukabele programları yer alıyor. TRT’nin Arapça yayın yapan kanalında yer alan Gönlümüzde Yaşayan Peygamber adlı program TRT Belgesel kanalında da tekrar ediliyor. Çocuklara yönelik kanal olan TRT Çocuk’ta da 17.25-18.15 arasında yer alan çizgi filmler kuşağında her çizgi film arasında 2 dakikalık Ramazan Güzelliği adlı kısa filmler ve çizgi filmler yer alıyor. MESAJ TV M‹ TRT M‹? Bu kanallarda yer alan programlar içinde özellikle TRT1’deki Mukabele dikkat çekiyor. Kuran okunan programda Arapça yazı ekrandan da takip edilebiliyor. Haydar Baş’ın sahip olduğu Mesaj TV mukabele uygulamasını en yoğun yapan televizyon kanalıydı; benzer biçimde Fethullah Gülen’e ait olan Küre TV gibi kanallarda da mukabele uygulaması izlenebiliyordu.
3
GÜNDEM 9 A¤ustos 2012 / 22 A¤ustos 2012
Halk›n Sesi
Q
Eskişehir’de ulaşım zamlarına karşı üniversiteliler 7 Ağustos’ta eylem yaptı. Öğrenci Kolektifleri belediye otobüsünde halkın zamlara tepkisini konu alan tiyatro oyununu sergiledi ve ardından Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’ne yürüdü.
Q
AKP sussa da savaş bağırıyor Şemdinli’de başlayıp Hakkari ve çevresine yayılarak aralıksız süren çatışmalar karşısında uzun süre herhangi bir açıklama yapmaktan kaçınan AKP gizlemeye çalışsa da herkes AKP’nin Kürt politikasının iflas ettiğini ve ülkeyi savaşa sürüklediğini biliyor
A
KP’nin diyalog ve müzakereye dayalı barışçıl çözüm yolunu reddederek askeri ve siyasi operasyonları tırmandırması, Kürt sorunda savaşın bugüne dek görülmemiş ölçüde tırmandığı yeni bir aşamaya geçmesine yol açtı. AKP’nin dışlayıcı çatışmacı tavrı sürerken, Suriye ve Irak’ta Kürtlerin siyasi pozisyonlarını ilerletmelerini sağlayan gelişmeler PKK’nin daha iddialı bir hamle yapmasına zemin hazırladı. PKK, “devrimci operasyon” adını verdiği yeni savaş stratejisiyle birlikte Kürt illerinde “alan hakimiyeti” hedefini ön plana çıkaran, klasik “vur-kaç” taktiğine “vur-kal” taktiğini de ekleyen bir çizgi izlemeye yöneldi. PKK, yeni savaş stratejisini 23 Temmuz’da Hakkari’nin Şemdinli ilçesinin kontrolünü ele geçirmeye yönelik hamleler ile başlattı. Gerillaların yollarda kimlik kontrolü gibi hamlelerine Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) askeri operasyonla yanıt vermesi üzerine haftalardır yayılarak aralıksız süren çatışmalar başladı. Çatışmaların başlamasının
ardından bölgede incelemelerde bulunan BDP Hakkari Milletvekili Adil Kurt, Şemdinli’de yaşanan çatışmanın açıkça savaş halini aldığını söyledi. Ölü sayılarının gizlendiğini, giriş-çıkış yolları da dahil olmak üzere ilçenin büyük bölümünün PKK denetiminde olduğunu belirten Kurt, havadan yapılan bombalı saldırılar sonucunda köylerde yıkımların olduğunu ve orman yangınları çıktığını da aktardı. Kurt, çatışmalar sonucunda asker, polis ve özel harekat timlerinin karakollardan çıkamaz hale geldiğini de öne sürdü. KAYIPLAR ARTIYOR, AKP-TSK SESS‹Z Ağustos başında TSK’nin kuvvetlerini bölgeye yoğunlaştırmasıyla birlikte çatışmaların boyutu da büyüdü. Siirt’in Eruh ilçesindeki jandarma karakoluna, Hakkari Şemdinli’deki ilçe emniyet müdürlüğüne ve askeri lojmanlara baskınlar düzenlendi. Yapılan resmi açıklamalarda 2 askerin öldüğü, 7’sinin de yaralandığı söylenirken, PKK’ye yakın kaynaklar 11 askerin öldürüldüğünü ileri sürdü.
5 Ağustos sabaha karşı ise Hakkari merkez karakoluna, Çukurca merkeze bağlı Geçimli jandarma karakoluna, Çukurca Karataş karakoluna ve Darsinki askeri üssüne saldırılar gerçekleşti. Hakkari Valisi Orhan Alimoğlu, saldırılarda 6 asker ile 2 korucunun yaşamını yitirdiği açıkladı. 7 Ağustos günü, Şemdinli’nin 35 kilometre dışındaki Rubarok bölgesinde ise hareket halindeki bir askeri araca ateş açıldı. Hakkari Valisi saldırıda ölen ve yaralanan olmadığını belirtirken, ANF ise 3 askerin öldüğünü, 3 askerin ise yaralandığını iddia etti. Özel harekatçılara ilişkin can kayıplarının ise özel anlaşmalar gereği açıklanmadığı iddia ediliyor. Şemdinli’de yaşananlar ile ilgili iki hafta boyunca AKP ve Genelkurmay Başkanlığı’ndan hiçbir açıklama yapılmaması da dikkat çekti. Çatışmalar 15 günü geride bıraktığında TSK’den sadece 3 asker ölümüyle ilgili bilgiler verildi. Şemdinli’nin medyada yer alması üzerine AKP, bir yandan medyayı suçlarken “Bölgedeki önemli gelişmeler ile ilgili gerekli açıklamalar Genelkurmay Başkanlığı
tarafından yapılacaktır” demekle yetindi. ‘HAVAN MERM‹S‹ VE K‹TAP-KALEM AYNI’ İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ise çatışmaların on beşinci gününde Marmara Yöneticiler Federasyonu’nun düzenlediği iftar yemeğinde “Şemdinlisiz” bir Şemdinli değerlendirmesinde bulundu. Ülkenin olağanüstü gündeminin sadece çatışma alanı ile sınırlı olmadığını söyleyen Şahin, “Bu çatışma İstanbul’da kalemle devam ediyor, kitapla devam ediyor. Geçimli’de atılan havan mermisiyle burada, Ankara’da yazılan yazıların bir farkı yoktur” dedi. AKP, MEDYA CEPHES‹N‹ GEÇ AÇTI Uzun süre üç maymunu oynayan egemen medya, asker cenazelerinin gelmesiyle birlikte psikolojik savaş aygıtı olarak devreye sokuldu. Karakollara 600 kişiyle saldırıldığı, 100’den fazla PKK’linin öldürüldüğü, saldırıların Suriye ve İran tarafından desteklendiği yönündeki 30 yıllık manşetler havalarda
uçuştu. Medyanın Şemdinli’ye ilişkin yaklaşımı Başbakan Erdoğan’ın yönlendirmeleriyle de biçimlendirildi. 5 Ağustos akşamı A Haber’deki Gündem Özel programına katılan Erdoğan, “malum medya” dediği yayın organlarının terör örgütünün tezgahına odun taşıdığını söyledi. Erdoğan, “Bunu nereye kadar kabulleneceğiz? İsmen mi bunları ifşa edeceğiz? Artık bunları okuyan benim vatandaşımın aklıselim ile değerlendirmek suretiyle gereken tavrı takınması lazım. Bunlara gereken tavrı koymamız lazım” dedi. Daha öncesinde çatışmaları büyütmemeye gayret eden İslamcı medya organları, Erdoğan’dan aldıkları şevk ile birlikte kin kusan haber ve yazılara imza atmaya başladı. Zaman Gazetesi herhangi bir kaynak göstermeye gerek duymadan “PKK’ya silahları Suriye verdi”, “Esad, cezaevlerindeki PKK’lıları serbest bıraktı” manşetleri attı. Böylece TürkiyeÖzgür Suriye Ordusu işbirliğinin karşısına Esad-PKK ikilisi konumlandırılmış oldu.
ODTÜ Senatosu 31 Temmuz tarihinde yapmış olduğu toplantıda aldığı karar doğrultusunda bir duyuruyu yayımlayarak, ülkede hak ve özgürlük alanlarının daraltıldığına, 'gerçek olmayan' delillere ve keyfi tutuklamalara dikkat çekti.
Q
Redhack’e destek olmak amacıyla Anonymous isimli uluslararası hacker grubu Başbakanlık’ın resmi internet sitesini ve Fethullah Gülen’in herkul.org sitesini ikişer defa erişilemez hale getirdi. Vakit gazetesinin facebook sayfası da muhalif hackerların saldırılarından nasibini aldı.
Q
Taksim’deki 1 Mayıs gösterilerinde bankalara zarar verdikleri gerekçesiyle tutuklananlar için savcı kararını açıkladı: "Örgüt yok." Özel yetkili savcılık görevsizlik kararı verdi ancak 15 kişi halen tutuklu.
Q
Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu, “KCK” operasyonu kapsamında tutuklu bulunan tıp ve sağlık öğrencilerini ziyaret etti.
Q
Devrimci Karargah davasının 8 Ağustos günü İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmasında tutuklu sanıkların 7’si tahliye edildi.
Q
Niğde’de yerel gazetelerde AKP’yi eleştiren yazılar yazdığı için Rize’ye sürgün edilen Eğitim-Sen üyesi Göksel öğretmene Niğdeliler sahip çıktı. 2 Ağustos’taki eyleme yüzlerce kişi katıldı.
Q
Batman’ın Gercüş İlçesi Belediyesi, daha önce Lise Caddesi olarak bilinen caddenin adını, Kazım Koyuncu Bulvarı olarak değiştirdi.
Durdural›m bu adam›! ruç başına vurmadı, şekerinin ya da tansiyonunun yükselmesi de değil, neden. Bağırsağının yirmi santim kısaltılmış olmasının da beyne doğrudan bir etkisi olmasa gerek! Bu bildiğimiz dinci, gerici, tutucu, Alevi düşmanı, orta Anadolu sağcılığının Başbakan versiyonu. Demokrasi kültürünü yaşamamış/benimsememiş, insan haklarını (kendisi söz konusu olmadıkça) umursamayan, kendisi ve kendisine benzer olanların dışındakileri önemsemediği gibi düşman gören, pragmatist, sıkıştığı her durumda yalana başvuran sıradan kişiliklerden. Tayyip Erdoğan, geçenlerde katıldığı sözde soru-cevaplı televizyon şovunda, kendi “malum medyası”nın çanak sorularına dürüstçe yanıtlar verdi. Erdoğan’ın dilinde işkencecitecavüzcü polis “arkadaşımız”, sopalı Obama “saygıdeğer”, yandaş olmayan medya “malum medya”, eski komutan Büyükanıt'la ilişkisi “mahrem”, camiye gitmeyenler “ayrımcı, bölücü”, cemevi “ucube” olarak tanımlandı. Bu başbakan, her şeyden önce kendisine çanak sorular değil de “gerçek sorular” sorabilecek bir gazeteci ekibinin önüne çıkabilecek bir cesarete bile sahip değil. Kendi dışıyla, göstermelik bile olsa demokratik bir ilişki kurabilmekten aciz. “Hakkında mahkumiyet kararı yok” dediği işkenceci-tecavüzcü polis şefi Sedat Ay hakkında doğruyu söylemiyor. Yargılandığı mahkeme, bu işkenceci polis şefi için işkenceden ceza verdi. Yargıtay’a götürülen davada, karar bozuldu ancak bozulma nedeni işkencenin sabit görüldüğü, “cezanın az verildiği” şeklindeydi. Daha sonra çok özel çabalarla, dava geciktirilip, zaman aşımına uğratıldı. Ayrıca Tayyip diyor ki “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu polise ceza vermedi”. Bakın bu
O
doğru! Çünkü AİHM, kişileri yargılamıyor, o yüzden bu kişiye zaten ceza veremez ancak AİHM , devletleri yargılıyor ve bu şahıs yüzünden T.C. devletini yargıladı ve ceza verdi. Peki, tüm bunlara rağmen koskoca Başbakan, neden bu tecavüzcüişkenceci “arkadaşı”nın arkasında duruyor? Çünkü hem ona hem de onun gibilere ihtiyacı var, sistemin hukuku içinde başa çıkamadığı devrimcilerle mücadele etmek için. Obama ile de arkadaşmış, aralarında çok saygıdeğer bir ilişki varmış. Ancak Obama öyle düşünmüyor olacak ki Tayyip ile telefon görüşmesi yaparken eline beyzbol sopası alıyor, bu halinin fotoğrafını çektiriyor ve bu fotoğrafı altyazısıyla birlikte basına servis ettiriyor! Burada “van minute” neden işlemiyor, acaba? Çünkü ABD ile ilişkilerde yapmacık da olsa kabadayılığa yer yok. “Malum medya” tanımı ise çok tanıdık. Tayyip’in eski hocası Erbakan bu durumu “bir kısım medya” olarak tanımlardı. Bunlar, Menderes’ten bu yana kendilerinden olmayan medyaya hep kafayı takmışlardır zaten. Ancak Tayyip’in hakkını teslim etmek gerek. Çünkü iktidara geldiği andan itibaren medya alanında çok özel bir strateji izledi. İlk olarak kendi medyasını güçlendirme ve palazlandırma taktiği izledi (Zaman, Yeni Şafak, Vakit gibi). Kendi medyasını yaratma yolunda, var olan medya gruplarının patron yapısını değiştirdi (Sabah, Star gibi). İkinci aşama, “cızırtı” yapan medya gruplarını ya vergi denetimi zoruyla (Doğan) ya da ihalelerin “çekiciliği” teşvikiyle (Doğuş) terbiye etmek oldu. Bu aşamada AKP aynı zamanda “zorla” bazı gazetecilerin kovulmasını da sağladı. Üçüncü aşamada ise AKP’nin “özel” olarak yapması gereken bir şey kalmadı. Çünkü bir kısmı doğrudan kendi elemanı, bir
kısmı da çok iyi “terbiye” edilmiş olan elemanlar olarak, şu anki medya kendi otosansürünü, otokontrolünü çok iyi bir şekilde yapar oldu. Tüm bunlara rağmen, Tayyip hala kendini güvende hissetmiyor, çünkü o kadar çok açığı var ki! O açıklardan sadece biri; generalleri tasfiye etmek için uyguladığı “her yol mubah” planları. Aradan 5 yıl geçmiş olmasına rağmen Büyükanıt ile Dolmabahçe’de yaptığı “mahrem” görüşmeyi sık sık hatırlatıyor. “O açıklamadığı sürece kendisi o görüşmeyi mezara götürecekmiş!” Büyükanıt’a sürekli yapılan bu hatırlatma hem bir tehdit hem de bir korku anlamı taşıyor. Bu Büyükanıt için ise hayatının son demlerini cezaevinde değil de yazlığında geçirme bonusu. Bir ülke başbakanının bırakın halktan, devletinden bile saklı “mahrem”i olur mu? Bizimkinin var. Tayyip, yine ve yeniden ve hep Alevilere takmış durumda. Bu kez daha damardan: “Ben hepsinden daha Aleviyim” diyor. (Bir ara da çevrecilere takmıştı, “Ben çevrecinin daniskasıyım” diyordu). Yeni bir tür Alevilik keşfetmiş olsa gerek. Çünkü ona göre Karacaahmet Cemevi ucube (bu arada sadece Karacaahmet değil, ülkede bulunan 400 civarındaki Cemevinin tamamı zorunlu olarak kaçak durumda), camiye gitmeyenler ayrımcı-bölücü. Ayrımcı-bölücü olmamak için tek din, tek mezhep şart. Tek mezhep de olmak yetmez, o mezhebi de Tayyip’in tarikatındakiler gibi yorumlamak gerek. Meclis'te Cemevi açılmasını talep edenlere Meclis Başkanlığı yanıt veriyor: “Diyanete sorduk, İslamda cami ve mescitten başka ibadet yeri olmaz dediler.” Hangi insanın neye ihtiyacı olduğunu ve neyi isteyip, isteyemeyeceğini Diyanet belirliyor. Hani insanlar laik olmaz, devlet laik olurdu? (Tayyip bir zamanlar böyle diyordu). Laik devlete düşen görev,
insanların nasıl ibadet edeceklerine karışmak değil, ibadet etmeleri için talep ettikleri şartları yerine getirmektir. Aynı biçimde (olur ya bir gün!) dinsel inancı olmadığı için krematoryum talep edecek olanların da bu talebini yerine getirmek zorundadır laik devlet. AÇILIMLAR H‹Ç AÇILMAMIfiTI K‹ AKP iktidarının en büyük gücü, yalan üretme gücüdür. Demokratik açılım, Alevi açılımı ve hatta Roman açılımı bile yaptılar hesapta. Ancak hepsi başından itibaren bir yalandı. En büyük yalanları da Kürt açılımında oldu. En son geldikleri nokta Hakkari’de 7 bölgeyi “askeri güvenlik bölgesi” olarak ilan etmek oldu. Neden? Çünkü AKP’nin oyalama, yok sayma, muhatap almama taktikleri iflas etti. İktidar olduğu günden beri Kürt sorununun çözümüne ilişkin yarattığı sahte umudu devam ettirecek hiçbir aracı kalmadı artık AKP’nin. En son müzakere süreci diyerek geçiştirmeye çalıştığı dönemi de kendi sıkışmışlığı nedeniyle sonlandırınca, PKK’nin şu anki durumu zorlaması kaçınılmaz oldu. Bir bölgenin bir bütün olarak hakimiyetini amaçlayan, şimdiye kadarki nitelik ve nicelik itibariyle en büyük silahlı etkinlik. PKK’nin bu noktadan sonra geri çekilip çekilmeyeceğinin bir önemi yok, çünkü artık ne kadar ileri gidebileceği konusunda çok önemli bir sıçrama yapmış durumda. Kuzey Irak’tan (Güney) sonra Kuzey Suriye’de (Batı) elde ettiği siyasal ve askeri konum, AKP’ye (dolayısıyla T.C.’ye) eşit ve adil biçimde sürdürülecek bir müzakere sürecinden başka bir yol bırakmamış durumda. Ne teknoloji ne de Fethullah modeli işe yarayacakmış gibi durmuyor! Suriye’ de gelinen nokta ise gerçek anlamda bir rezalet. Esad gidecek olsa bile T.C. artık o bölge halk-
ları için emperyalist çıkarlar uğruna her türlü pisliği yapabilecek bir aktör konumuna geldi: Komşusunda iç savaş çıkartmaya çalışan bir ülke. Bunun için silah veren, silah geçişine izin veren, hiçbir kriter aramadan askeri eğitim veren, hatta yanlarına kendi subaylarını katarak eyleme gönderen, adam kaçırtan bir taşeron. Üstelik bunları yaparken, “yapmıyorum” diyerek sürekli yalan söyleyen bir konumda. AKP için artık her şey yapılabilir, hatta El-kaide bile değerlendirilebilir. İlginç gelişme, ElKaide’nin avukatlığını kapan bir şahsın Halep’te Suriye ordusu tarafından öldürülmesi oldu. Bu şahıs ve bunun benzerleri Esad’ı devirmek için savaşıyorlarmış. Peki, El-Kaideciler Esad’a karşı savaşma motivasyonunu nereden alır? Esad, Amerikancı da değil. Ama Nusayri! Gelinen noktada ABD-AKP ikilisinin geliştirdiği Suriye politikası, Tayyip’in son telefon görüşmesinin ardından dillendirdiği biçimde “rejim gitsin, devlet kalsın” şeklini aldı. Neymiş efendim, ABD’nin Irak deneyiminden çıkardığı sonuç; devletin kurumları da (ordu, yargı, polis, bazı bakanlıklar) dağıtılınca kontrol tamamen elden kaçıyormuş. O yüzden Esad devrilmeli ama (Mısır’da olduğu gibi) ordu mutlaka korunmalıymış. Bunun yapılabilmesinin tek bir yolu olduğu aşikar; rüşvet ve şantajla insan devşirmek. Bunun sonucu da belli: Yozlaşmış, suç ilişkilerinden oluşan bir devlet mekanizması. AKP’nin Suriye hayali bu. Buna rağmen bile Ortadoğu coğrafyasını azçok bilen herkesin de dediği gibi bu bölgede “rejim gitsin, devlet kalsın” şeklindeki bir politikanın başarı şansı sıfırdır. Her şeye rağmen T.C. devletinin önünde, değerlendirilebildiği ölçüde çok büyük bir olanak var. Kürtler tarihte şimdiye kadar olmadığı bir biçimde siyasal temsiliyette ve jeopolitik pozisyonda çok önemli bir
güç elde ettiler. Bu ortamı sağlayan unsurlardan biri Barzani’nin Kuzey Irak’ta izlediği siyasettir. Hatırlanacağı gibi T.C.’nin çok değil, 4-5 yıl önceki tavrı; Kuzey Irak’ta ayrı bir Kürt oluşumunu savaş nedeni olarak açıklıyordu, hatta böylesi bir yönetimin petrol ihracat anlaşmaları yapabilecek olması hayal bile edilmiyordu. Ama gelinen noktada bunların hepsi meşrulaşmanın ötesinde resmileşti. Ancak görülmelidir ki Barzani’ye bu koşulları sağlayan en önemli etkenlerden biri PKK’nin askeri ve siyasi varlığıdır. AKP, artık kabul etmelidir ki Irak ve Suriye’de oluşturulan Kürt siyasi yapısı, Türkiye içindeki “yasaklı bölgeler”le birlikte duygusal-siyasal-toplumsal bir süreklilik içindedir. Bu gerçeğin kabulü ve bu kabul üzerinden atılması gereken kaçınılmaz adımlar vardır. Bu adımların ilki ise eşit, adil bir barış için yeni bir ilişkinin, hukukun tesis edilmesi gelmektedir. Bu yapılmadığında ve hatta tam tersine AKP’nin şu an denediği gibi içerideki iktidarını sağcı-gerici bir tabanı kemikleştirerek korumaya çalışma taktiği bu ülke toplumunu da hızla saflaştıracak (Alevilerin, Kürtlerin karşı tercihine rağmen) ve en zayıf en kırılgan olduğu dönemde Suriye benzeri din-mezhep-aşiret-tarikat savaşlarına kapı açacaktır. Sadece geçen haftalarda yaşanan gelişmeler bile toplumsal gerginliğin boyutunu yeniden göz önüne sermiştir; Malatya Doğanşehir’den, Şişli Ayazağa’ya, Muğla Dalyan’a kadar her an “kontrol”den çıkabilecek bir tehlike mevcut. Tayyip, şu anki haliyle bu gerçeği görmenin ötesinde, bu gerilimi aklınca kullanma ve kontrollü bir biçimde koruma taktiği izliyor. Bu durumu değiştirmeyi AKP’den beklemek ham bir hayaldir. Bu toplumun “aklı selim”, ilerici özneleri yaz rehavetinden kurtulup derhal sürece müdahil olmak zorundalar!
4
GÜNDEM 9 A¤ustos 2012 / 22 A¤ustos 2012
Halk›n Sesi
‘Durun siz kardeflsiniz’ diyemeyiz ranlılar haklı. Sıra Türkiye’ye geliyor. Toplumları etnisite, din, mezhep temelinde cemaatleştirme; etnisiteler, dinler, mezhepler arasındaki gerilimleri siyasi mücadeleyi düzenleyen baskın unsur haline getirme; “iç savaş toplumu”, “zayıf merkezi otorite” ve “big business” üçlüsüyle tanımlı “Lübnanlaştırma” sürecinin Türkiye’de de kapıyı yumruklamakta olduğunu duymamak için sağır olmak gerek. Tayyip Erdoğan’ın ve iktidarın yıllardır istikrarlı ve inatçı bir biçimde sürdürdüğü Kürt ve Alevi düşmanı eylem ve söylemleri son günlerde tam bir “patlama” halinde. Bu “patlama”, AKP’nin bu Lübnanlaştırma sürecinin yönetici partisi olmayı bilinçli olarak kabul ettiğinin bir göstergesi olmalı. Başbakan, bir yandan Kürt sorununda şiddetin zemberekten boşanırcasına yükselmesine neden oluyor, diğer yandan “Güneydoğu’da PKK’nın korkusu, ürküntüsü onların uzantısı olan partiye oy vermeye itiyor. Bu korkma olmadığı anda bu oylar çok ciddi manada eksilir” diyerek Kürtlere hakaret ediyor. Bir yandan Suriye’ye dönük emperyalist müdahaleyi “Aleviler Sünnileri katlediyor” çığırtkanlığıyla destekliyor, hatta provoke ediyor. Türkiye’de Alevilere yönelik Ferda saldırılar “birdenbire” artıyor. Antakya’da Nusayrilere yöneKoç lik bir “mülteci terörü” baş ferdakoc@ gösteriyor. Diğer yandan yine hotmail.com aynı başbakan “en iyi Alevi benim, o cem evi ucube, Aleviler camiye gitsin” diyerek Alevilere açıkça hakaret ediyor. Erdoğan’ın bu saldırganlık ve hakaretlerinin amacı Kürtleri, Alevileri aşağılamak, dışlamak elbette ama bir başka temel amacı da Türkleri ve Sünnileri Kürt düşmanlığıyla, Alevi düşmanlığıyla tanımlamak! Erdoğan’ın “Kürtler korktukları için BDP’ye oy veriyor; kendilerine Aleviyim diyenler aslında dinsiz, bunlar ne camiyi ne cemevini bilirler” gibi “sıradan faşizmin” söylemlerine sık sık başvurması, mahalle kahvesindeki ırkçıyı ve yobazı Türklerin ve Sünnilerin “yerel kanaat önderi”ne dönüştürüyor. Kürtlere ve Alevilere ise “öz savunma” hareketleriyle kendileri için güvenlik duvarları oluşturma yolu kalıyor. Böylece AKP iktidarı, etnik ve mezhepsel duvarların arkasında durulduğu sürece “sükunet”in sağlandığı bir “iç savaş toplumu” yaratabileceğini ve ona Türk ve Sünni çoğunluğu ırkçılaştırarak ve gericileştirerek hükmedebileceğini düşünüyor. Bu tezgah, yıllardır dünyanın dört bir yanında ABD ve diğer emperyalist merkezler tarafından işletiliyor. Bu tezgahın işletildiği herhangi bir süreçten “demokrasi” namına, “bağımsızlık” namına, “sol” namına bir dinamiğin çıktığı da görülmedi. Ne Yugoslavya’da, ne Irak’ta, ne Kafkasya’da… Kürtlerin ve Alevilerin iktidarın şimdiki saldırganlığına karşı direnebilecekleri ve direnecekleri aşikar elbet. Kürtler ve Aleviler, kendi güvenlik duvarlarını kurabilirler, elbette kurmalılar ve zaten kuruyorlar da. Kimsenin onlara “durun siz kardeşsiniz” demeye de hakkı yok.(1) Kilit sorun Türklerin ve Sünnilerin bu sürecin “doğal gidişi” içinde ırkçı yobaz hegemonyasından nasıl uzaklaştırılabileceği. Kürtlerin ve Alevilerin ezilmesi ve dışlanması, Türk ve Sünni emekçi-yoksul yığınlarında daha fazla iş ve aş umudunu, daha rahat ve sükunet içinde bir yaşam umudunu artırdığı sürece bu hegemonyanın kırılabilmesi de kolay değil. Ama bu “doğal gidiş.” Doğal gidişi değiştirecek olan elbette “irade.” Türk ve Sünni emekçi yoksul yığınlara sunulan bu ırkçı yobaz siyasetinin “tek alternatif” olmadığını, yalnızca siyasi güçle desteklenen alternatif olduğunu; gösterdiği hedeflere (terörün bitirilmesi, “ahlaklı toplum”, vb.) ulaşmasının mümkün olmadığını; zaten bunu amaçlamadığını gösterebilen bir hareket tarzına ihtiyacımız var. Türkleri ve Sünnileri, Kürtler ve Alevilerle eşit, özgür ve demokratik bir birlik modeli içinde birlikte yaşama alternatifinin yaratılmasının "aklın yolu" olduğuna inandırmanın yollarını bulmalıyız. Kürtlerin ve Alevilerin, içerisinde kendilerini gerçekten eşitlenme, özgürleşme ve yeniden kardeşleşme yolunda hissedecekleri bir birlik modelini ön plana çıkarmanın kısa yollarını bulmalıyız. Bunun için öncelikle "sol"da at izi ile it izinin birbirine karıştığı kargaşanın, belirsizliğin mutlaka giderilmesi gerekiyor. Bugün solun sıklet merkezini oluşturan bütün güçlerin ilk adımdaki görevi budur. Bunun için, ırkçılık ve liberalizmle sol arasına kalın çizgiler çekmeden ve Türkiye sol hareketinin geleneksel vasatını yani ilericiliği, özgürlükçülüğü, demokratikliği, eşitlikçiliği, bağımsızlıkçılığı ve enternasyonalizmi sol siyasal muhalefetin pratik temeli olarak tanımlamadan solu "alternatif" haline getirebilmek olanaksızdır. AKP hükümetinin Suriye politikasının iflasının üzerine "sol"dan giderken, 4+4+4'e karşı kampanyalar düzenlerken bu sonuçlara ulaşmayı da gütmeliyiz.
İ
1) PKK’nin “alan hakimiyeti” atağıyla, “Batı Kürdistan’daki demokratik özerklik ilanı”na karşı Türk hükümetinin cart curtlarının kesilmesi, Kürtlerin “güvenlik duvarının” artık Ortadoğu çapındaki bir özerklik statüsüne dönüşmek üzere olduğunu gösteriyor.
‘Benim işkencecim, benim tecavüzcüm, benim paşam’ B
ir televizyon kanalında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan halka dönük devlet terörünün en saldırgan yüzünü sahiplendiğini gösterdi. Bu durum polis, vali ve asker atamalarına da yansıdı
Baflbakan Erdo¤an A Haber’de kat›ld›¤› bir programda, gazetecilerin sorular›na verdi¤i yan›tlarda sa¤c›l›¤›n, mezhepçili¤in, faflizmin, kad›n düflmanl›¤›n›n, militarizmin ve ABD’ye sadakatin eflsiz örneklerini sergiledi. A Haber Ankara temsilcisi Murat Akgün moderatörlü¤ündeki Gündem Özel'de 5 A¤ustos günü Sabah Genel Yay›n Yönetmeni Erdal fiafak, Star yazar› Elif Çak›r, Sabah yazar› Sevilay Yükselir ve Star Yay›n Yönetmeni Yard›mc›s› Yusuf Ziya Cömert'in sorular›n› yan›tlayan
Erdo¤an “döktürdü.” Erdo¤an, iflkenceci tecavüzcü polis için “arkadafl›m›z”, sopal› Obama için “sayg›de¤er”, yandafl olmayan medya için “malum medya”, eski komutan Yaflar Büyükan›t’la iliflkisi için “mahrem”, camiye gitmeyenler için “ayr›mc›, bölücü”, cemevi için “ucube” dedi. Erdo¤an, bu sözleriyle muhalefet üzerindeki bask›lar›n sürece¤inin sinyallerini verirken Alevileri hedef gösterdi ve sald›rganl›¤›n kayna¤›n›n da kendisi oldu¤unu ortaya koydu.
Tecavüzcü; ‘arkadaşım’
Tayyip’in asker arkadaşları 1
-4 Ağustos tarihlerinde yapılan Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısının ardından Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde üst düzey askerlerin yeni görev yerleri ve yeni komuta düzeyleri belli oldu. Bu görev değişikliklerinde Suriye ve Kürt savaşında Türkiye’nin alacağı tavırlar etkili oldu. Savaş politikalarının yoğunluk kazandığı bölgelere “özel kişiler” atandı.
2. ORDU’YA KONTRGER‹LLA TECRÜBES‹
YAŞ toplantısında yapılan en üst düzey atama 8. Kolordu Komutanlığı’nda bulunan Galip Mendi’nin 2. Ordu Komutanlığı’na yükseltilmesi oldu. 12 Eylül darbesi sırasında Kıbrıs Komando Taburu’nda olan Mendi, 81 – 83 yıllarında Diyarbakır’da dönemin kontrgerillasının etkin olduğu Bölge Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanlığı yaptı. 1990–1993 yıllarında Siirt ve Mardin’de görev yapan Mendi, ardından Kürt savaşıyla birlikte adı değişen kontrgerilla içinde
de yer buldu, Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görev yaptı. Aydın ve yazarların öldürüldüğü, siyasi partilerin bombalandığı 19941996 yılları arasında Kıbrıs’ta Sivil Savunma Teşkilatı’nın başkanlığını yapan Mendi’nin adı Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı’nın öldürülmesi olayına da karıştı. Özel Harekat Başkanlığı’ndan Komando Taburu Komutanlığı’na kadar birçok alanda kritik zamanlarda kritik görevlerde bulunan Galip Mendi, şimdi de Kürt illerine yönelik operasyonların ana komuta merkezi durumunda olan Malatya’daki 2. Ordu Komutanlığı’na atandı.
HAS ‹S‹MLER Kritik atamalardan biri de İskenderun’da görev yapan Burhanettin Aktı’nın ataması oldu. Aktı 2. Ordu Komutanlığı Kurmay Başkanlığı’na getirildi. İskenderun’dayken, AKP’nin Suriye politikasında aktif görev alan Aktı, bu pozisyonuyla daha geniş hareket alanı
bulma imkanı kazandı. Hakkari, Şırnak, Urfa ve Siirt bölgelerine bakan ve ana karargahı Diyarbakır’da bulunan 7. Kolordu Komutanlığı’na Recep Tayyip Erdoğan’ın askeri danışmanı Abdullah Recep getirildi.
ROBOSK‹ DE⁄‹L GÜL’Ü KARfiILAMAK ÖNEML‹ YAŞ toplantısında Uludere Katliamı’nda ve Suriye’de düşürülen uçakta kusuru olduğu yönünde yorumlar yapılan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Mehmet Erten ve Uludere’de “vur” emrini veren Genelkurmay Terörle Mücadele Daire Başkanı Tuğgeneral Ali Rıza Kuğu'nun görevleri ve rütbe bekleme süreleri uzatıldı. Aynı olaylar sırasında görevde bulunan ancak tek farkı Portekiz’in başkenti Lizbon’da Cumhurbaşkanı Gül’ü karşılamaması olan Diyarbakır 2. Hava Taktik Kuvvet Komutanı Korgeneral Mehmet Veysi Ağar ise emekli edildi.
İ
şkenceci ve tecavüzcü Sedat Selim Ay, 22 Temmuz günü İstanbul Terörle Mücadele’den sorumlu emniyet müdür yardımcılığına atandı. Ay için “Terörle mücadele etmiş bir arkadaşımızı onlara yedirmeyiz” diyen Erdoğan bu zamana kadar devlet işkencecileri nasıl koruduysa Ay’ın da aynı şekilde korunacağının sinyallerini verdi. Başbakan, işkence ve tecavüz iddialarına dair mahkeme kararı olmadığını öne sürerken göz göre göre yalan söyledi. Sedat Selim Ay, 15 Mart 1996’da gözaltına alınan Atılım gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Çiçek, Ali Hıdır Polat, Delil İldan, Hacı Orman, Füsun Erdoğan, Birol Paşa, Hakkı Mıhçı, Ali Ocak, Doğan Şahin’e işkence yapılmasına ilişkin davada suçlu bulundu. Ay, bu dava sonucu “işkence” suçuna ilişkin TCK’nin 243. maddesi uyarınca bir yıl iki ay hapis ve üç ay 15 gün memuriyetten men cezası aldı. Yargıtay cezayı az bularak mahkemeye geri gönderdi. Mahkeme bir kez daha işi yokuşa sürdü ve zamanaşımın dolmasına bir gün kala karar
verdi. Ancak kararın Yargıtay’da onaylanmasına zaman kalmayınca Ay kurtuldu. Mahkemece tespit edilmiş, üst mahkemece az bulunmuş cezası zamanaşımı ile yok ediliverdi. AİHM bu dava nedeniyle Türkiye’yi mahkûm etti. 21 Şubat 1997’de 14 kişiyle birlikte gözaltına alınan Asiye Zeybek Güzel, 14 gün boyunca işkence gördü. Süleyman Yeter’in katledildiği işkenceli 14 gün içinde Güzel de tecavüze maruz kaldı. Daha sonra işkence gördüğü ve tecavüze uğradığına dair mahkemeye suç duyurusunda bulunan Güzel’in davası takipsizlikle sonuçlandı. Güzel’in avukatı, takipsizlikle sonuçlanan davayı AİHM’e taşıdı ve AİHM Türkiye’yi “etkin yargılama yapmadığı” gerekçesiyle mahkûm etti. 71908/1 başvuru numaralı AİHM kararında işkenceci polisler arasında polis şefi Ay'ın da ismi geçiyor. Zamanaşımı ile Sivas katillerinin aklanmasına hayırlı diyen Erdoğan, işkenceci ve tecavüzcü için de zamanaşımı meselesinin arkasına saklanıyor.
Kamunun düzeni parlak faşistlere emanet İ
çişleri Bakanlığı'nın vali yardımcılığı ve kaymakamlıklara yaptığı atamalar 7 Ağustos günü Resmi Gazete’de yayımlandı. 446 vali yardımcısı, kaymakam ve kaymakam adayları yeni görev yerlerine atandı. 29 ilin valisi değişti, 11 ilin valisi de merkez valiliğine atandı.
KAMUYA ‘SARAN’ DÜZEN‹ Alevilere yönelik linç girişiminin olduğu Malatya’nın mülki amiri olan Vali Mehmet Ulvi Saran, Kamu Düzeni ve Güvenliği
Müsteşarlığı’na atandı. 2007-2009 yılları arasında 1 Mayıs eylemlerine biber gazı ve copla saldırı emrini veren, Hrant Dink’in Valilikte tehdit edilmesine yardımcı olan Muharrem Güler de aynı göreve atanmıştı. Saran’ın kamu yönetimine dair oldukça “parlak” bir sicili var. 1990-1991’de mesleki incelemelerde bulunmak üzere İçişleri Bakanlığı’nca ABD’ye gönderildi. Bu incelemelerin ardından yurda dönen Saran “Küreselleşme Sürecinde Kamu Yönetiminde Değişim ve Kamu Hizmetleri Alanında Toplam
Kalite Yönetimi” konulu tezi ile Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde doktorasını tamamladı. 2002’de Pittsburgh Üniversitesi’nde 8 ay süre ile misafir bilim insanı ve araştırmacı olarak çalıştı. Fethullah Gülen’e yakınlığıyla bilinen Türkiye Yazarlar Derneği’nin de üyesi olan Saran’ın, kamu yönetimi, yerel yönetimler, devletin değişimi, kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması, mülki idare sistemi konularında projeleri bulunuyor.
Ç‹ÇEK G‹TT‹ PEK GELD‹ Ergenekon davası tutuklularından Albay Dursun Çiçek’in yakın akrabası Iğdır Valisi Amir Çiçek merkeze alındı. 2000 yılında “Emir versek kötü muameleyi önleriz ama o zaman da müthiş suç patlaması olur” diyen İstanbul Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Pek ise Iğdır Valiliği’ne atandı. Ahmet Pek, o dönemki sözleri, dönemin TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyelerine söylemişti. Pek’in sözleri tutanak altına alınmıştı.
12 Eylül’ün ruhuna AKP katkısı Y
üksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) 1985’te yayımlanan Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nin yerine öğrencileri mağdur etmeyecek yeni bir yönetmelik hazırlandığı bizzat Başkan Gökhan Çetinsaya tarafından duyurulmuştu. 28 Temmuz tarihli Sabah gazetesinde yer alan Safure Cantürk’ün haberinde YÖK’ün yeni taslağına dair bilgiler yer aldı. Cantürk’ün haberinde, yeni taslakla birlikte afiş asmak, bildiri dağıtmak gibi gerekçelerle öğrencilere cezalar verilemeyeceği iddia edildi. Kamuoyuyla paylaşılmayan taslak hakkındaki en resmi ifadeler, 3 Ağustos günü YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya’nın Twitter hesabından yapıldı. Çetinsaya’nın Twitter hesabından yaptığı açıklamalara göre, üniversitede bildiri da-
ğıtma serbest olurken “izinsiz afiş ve ilan asmak” ceza kapsamında olacak. Eski yönetmelikteki cezaların ağır olduğunun ifade edildiği açıklamada yeni yönetmelik, “Artık öğrencilikten değil, üniversiteden atılacaksınız” sözleriyle “müjdelendi.”
Ö⁄RENC‹Y‹ ATARIM, PARASINI ATMAM Yeni taslak yönetmelik haline gelirse üniversiteden atılan öğrenci başka bir üniversiteye gidip kayıt yaptırabilecek. Böylece hem öğrenci cezalandırılırken hem de öğrencinin harç vermesinin önüne geçilmemiş olacak. Ticarethanelere dönüştürülen üniversitelerin de gelir kapıları kapatılmamış olacak. 12 Eylül
sonrası hazırlanan Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’ne göre öğrencilere verilen cezaların en sık rastlanan gerekçesi: “Öğrencilik sıfatına yakışmayan davranışlarda bulunmak.” Ancak basına sızan haberlerde bu kritik maddenin değiştirileceği ya da açık bir tanımının yapılacağı yönünde herhangi bir bilgi yer almadı. Çetinsaya’nın Twitter mesajlarından, “izinsiz afiş”in “ideolojik olduğu bahanesiyle” öğrencilerin atılmasına gerekçe olmaya devam edeceği de anlaşıldı. Yeni yönetmeliğin yanında yeni kadrolar da atanmaya devam ediyor. Yaklaşık 8 aydır boş olan YÖK Genel Sekreterliği'ne, imam hatip kökenli Diyanet Vakfı Genel Müdürü Süleyman Necati Akçeşme getirildi.
YÖK’ün 12 Eylül’ün ideolojik içeri¤ini muhafaza ederek ‘özgürlefltirilmesine’ Ö¤renci Kolektifleri 6 A¤ustos günü bir eylem yaparak tepki gösterdi.
5
DÜNYA 9 Ağustos 2012 / 22 Ağustos 2012
Halk›n Sesi
Davutoğlu’nun Suriye kumarı Davutoğlu vakası yalnızca muhalefeti değil, AKP’nin içini de rahatsız ediyor. Yaygın görüş o ki Suriye muhalefeti Esad’ı alt etmeyi başaramazsa Davutoğlu’na yol görünecek. Bu nedenle Davutoğlu, iç savaşın büyümesi üzerinden oynadığı bir kumara yatırıyor. Kumarda masaya sürülense yanızca Davutoğlu’nun koltuğu değil, bütün bölgenin geleceği
7
iklim 5 kıta
AKP’yi hizaya çeken çekene S
uriye’yle birlikte Türkiye’yi de savaş batağına sürükleyen AKP iktidarı her geçen gün daha fazla dibe batıyor. “Stratejik derinlik” ve “bölgesel güç” iddiaları ile Suriye’de akıl dışı bir siyaset izleyen AKP, hem müttefiklerinin hem de karşısına aldığı güçlerin eleştirilerinin odağında. İşte tarafların net tavırlarını açıkladığı kısa bir aralıkta Ahmet Davutoğlu yönetimindeki AKP dış politikasına gelen tepkiler:
İRAN: KARŞINIZDA BİZİ BULURSUNUZ 31 Temmuz’da İranlı bir diplomat bir Suriye gazetesine yaptığı açıklamada Suriye’ye yönelik bir saldırı girişiminde İran-Suriye savunma anlaşmasının devreye gireceğini söyledi. Saldırıya sert karşılık vereceklerini ifade eden diplomatın açıklamaları, Erdoğan’ın Suriye’ye girilebileceğini söylemesinin hemen ardından geldi. RUSYA TEPKİLİ 31 Temmuz’da Rusya resmi haber ajansı RIA, Beşar Esad rejiminin sonlanması için Beyaz Saray’ın çevre ülkelerle doğrudan çalışma başlattığını iddia etti. Ajans Erdoğan-Obama görüşmesini “BM dışı planların bariz kanıtı” olarak niteledi. SURİYE ŞİKAYET ETTİ Aynı gün Suriye Dışişleri Bakanı, BM Güvenlik Konseyi’ne hitaben bir mektup kaleme aldı. Suriye’deki militanların Türkiye, Katar ve S.Arabistan tarafından aleni olarak desteklendiği söylenen mektupta militanların ülkeye girişinin de Türkiye tarafından yapıldığı belirtildi. ABD’NİN SOPA MESAJI 2 Ağustos’ta ABD, Erdoğan ile Obama’nın görüşme fotoğraflarını yayımladı. Fotoğraflarda Erdoğan’la telefonda konuşan Obama’nın elinde büyük bir beyzbol sopası olması dolaylı bir mesaj olarak değerlendirildi. Aynı gün ABD Dışişleri Sözcüsü, Suriye sınırındaki askeri hareketliliğin ilerletilmemesi gerektiğini söyledi. PKK: VAR GÜCÜMÜZLE SAVAŞIRIZ! Aynı gün PKK lideri
Düşişleri Bakanı Kerkük’te
Kutay Meriç Halkevleri MYK üyesi
Murat Karayılan, ANF’ye verdiği demeçte Suriye’deki Kürtlere yönelik bir saldırıya karşı savaş ilan edeceklerini açıkladı. PKK komutanlarından Duran Kalkan da Karayılan’ın açıklamalarını destekleyerek Şemdinli’deki eylemliliğin tüm bölgeye yayılabileceğini ifade etti. IRAK: İÇİŞLERİMİZE KARIŞMAYIN! 2 Ağustos’ta Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Irak hükümetinin bilgisi dışında Kerkük’ü ziyaret etmesi üzerine Irak Dışişleri Bakanlığı’ndan sert bir açıklama geldi. Irak Başbakanı Maliki’nin danışmanı, “Türkiye çok açık bir biçimde içişlerimize karışıyor. TC. Büyükelçiliği kapatılabilir, Davutoğlu tutuklanabilirdi” dedi. Irak hükümeti, Türkiye ile ilgili yaptırım kararlarını görüşeceğini de açıkladı. CLINTON’DAN ÜSTÜ KAPALI UYARI 7 Ağustos’ta ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Suriye’deki silahlı gruplara lojistik destek sunan AKP’yi üstü kapalı olarak uyardı. Clinton, “Savaşçıları veya teröristleri bölgeye göndererek durumu sömürmeye çalışanlara müsamaha göstermeyeceğiz” dedi. Clinton, 11 Ağustos’taki Türkiye ziyaretinde de bu hassasiyetlerini Davutoğlu’na ileteceğini açıkladı. IRAK, İLİŞKİLERİ GÖZDEN GEÇİRECEK 7 Ağustos - Irak Hükümet Sözcüsü Ali Debbağ, Davutoğlu’nun Kerkük ziyaretini değerlendirdiklerini ve Türkiye ile ilişkilerini gözden geçirme kararı aldıklarını açıkladı. İRAN: SIRA TÜRKİYE’YE GELECEK 7 Ağustos - İran Devrim Muhafızları’nın internet sitesine demeç veren İran Genelkurmay Başkanı Hasan Firuzabadi, “Sıra Türkiye’ye gelecek” dedi. Suriye’de kan dökülmesinden Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ı sorumlu tutan Firuzabadi, sıranın, ABD’nin savaş planlarına yardımcı olanlara geleceğini açıkça dile getirdi.
AKP’nin 1 Mart tezkeresinin yol kazasına kurban gitmesinden sonra Türkiye, Irak’a asker göndermek için çok çırpındı. Yeni tezkereler çıkardıysa da bu tezkereleri ellerinde kaldı. ABD birlikleri Basra yönünden Bağdat’a ilerlerken, Kürt birlikleri de Kerkük’ü almıştı. Kürt birlikleri daha sonra çekilse de Kerkük, 2003’ten sonra Kürtlerin etki alanına girdi. ABD Irak’taki esas partnerini bulmuştu: Kürtler. Sonrası malum, şu anda sadece kendi parasını basmayan, onun dışında devlet olmanın gereği her şeye sahip bir Kürdistan bölgesel yönetimi var. Irak merkezi hükümetinden bağımsız olarak Amerikan petrol devleriyle yapılan anlaşmaları da eklersek, kırmızı çizgilerden de geriye Türkmenler ve Kerkük kaldı. AKP, Türkmenlerin Kerkük’te azınlık olduklarını gayet iyi biliyor. Yine de “Kerkük Türkmen kentidir” tezi hiç bırakılmadı. Irak’a müdahil olabilmek için kalan son koz Türkmen kartıydı, ama zaten zayıf olan bu kart, ne oyun kazandırabilir ne de blöf yaptırabilirdi. Çünkü zoraki partneri Barzani hükümetinin de Kerkük üze-
Lübnan’da taşeron isyanı
L
übnan’da günlük sözleşmelerle çalıştırılan 1000 taşeron elektrik işçisi 30 Temmuz’da şirket merkezini işgal etti. Kamu elektrik şirketi Lübnan Elektrik güne Lübnan’ın dört bir yanından gelen taşeron işçilerin işgaliyle başladı. İşçiler ödenmeyen maaşları için 90 gündür grevde olmalarına karşın olumlu bir yanıt alamamıştı. Şirket binasının içi işçiler tarafından işgal edilirken, giriş kapılarına da zincirler çekildi, lastikler yakıldı. İşçiler maaşlarının ödenmesini ve sözleşmelerin kalıcı hale getirilmesini istiyor.
Clinton Türkiye’ye geliyor. Davutoğlu’nun beceriksizliği karşısında ne yapacağı merak konusu.
Türkiye savaşın içinde eşliğinde Suriyeli askerlerin ürkiye’nin, iç savaşı körüklecesetlerini tekmeleyenler, birdiğine yönelik iddialar her birlerine “Allah razı olsun” geçen gün netlik kazanıyor. diyor. Militanların kamyDaha önce Reuters ve Lübnan onunun arkasında Tarkçe Hizbullah’ının öne sürdüğü “Allah korusun” yazıyor. Suriyeli muhaliflerin Adana’daki askeri merkezde eğitildiği ‘TÜRK GENERAL TUTSAK’ iddiası, Özgür Suriye Ordusu İDDİASI (ÖSO) mensubu bir kadın asker Türkiye’nin iç savaşın bir tarafından doğrulandı. BBC’y’e öznesi gibi davrandığına yönedemeç veren Thwaiba Kanafani, lik iddialar her geçen gün daha Türkiye sınırları içinde Adana da netleşirken, İran’ın yarı merkezli olmak üzere çok sayıda resmi haber ajansı Fars, bir kamp olduğunu ve bu kamplarda Türk generalinin muhalifler ile pek çok ÖSO mensubunun birlikte yakalandığını duyurdu. eğitim aldığını söyledi. Türk özel Ajans, sorgulanmak üzere harekatçıların ve El Kaide Silahlı muhalefetten Thwaiba Kanafani, Adana’daki Şam’a götürülen generalin üyelerinin çatışmalarda adını açıklamazken, tutsak gendoğrudan yer aldığı iddialarını kamplarda askeri eğitimi aldıklarını söyledi eralin kaçırılan ve kayıp olan 48 destekleyen görüntüler ortaya çıkmaya başladı. ÖSO militanlarının silah yardımı çağrıları İranlı hacıyla takas edilebileceğini ileri sürdü. Fars Haber Ajansı’nın haberi Lübnan haber kaynaklarınca da ise karşılıksız kalmadı. Bahreynli milletvekilleri, doğrudan doğrulandı. çatışma bölgesine giderek yardımları elden teslim etti. Bir diğer İran kaynaklı haber kanalı Press Tv de Suriye ordusunun, Türkiye tarafından ÖSO’ya sağlanan iletişim ‘ADANA’DA EĞİTİLDİK!’ sisteminin yok edildiği haberini geçti. Kanafani, gizli merkezlerde Türk ordusu tarafından profesyonel eğitimler verildiğini belirtti. Türkiye’deki SİLAH İSTEDİLER, VERİLDİ merkezlerin bir sır olduğunun altını çizen Kanafani, “Ben Özgür-Der’in çağrısıyla 4 Ağustos günü Beyazıt Türkiye’nin genelinden söz ediyorum. Diğer eğitim kampları nerede, bilmiyorum. Böyle bir bilgiye ulaşamam. Size Meydanı’nda düzenlenen ve “Halep’in öz evlatları silah de kimse söylemez. Türklerin bize ne şekilde, nasıl yardım bekliyor” pankartının açıldığı basın açıklamasına ÖSO’ya bağlı bir militan da katıldı. Salih, “Kardeşlerim biz silah ettiği hakkında da bilgi veremem” dedi. istiyoruz. Suriye’deki tüm kardeşlerimizin silaha ihtiyacı BBC’nin haberine göre ÖSO mensuplarının var. İslamın düşmanları Baas rejimine silah yardımında Suriye’deki haberleşme olanakları da Türkiye’de bulunan bulunuyor, fakat Müslümanlar bize yardım etmiyorlar. ve Katar ile Suudi Arabistan tarafından da desteklenen Türkiye devletinden özel olarak yardım istiyoruz” dedi. “gizli sinir merkezleri”nde sağlanıyor. Her ne kadar bu Salih’in sözünü ettiği yardımlar ile ilgili ilk görüntüler iddia her üç ülke tarafından doğrulanmasa da ÖSO’lu Bahreyn’den geldi. Bahreyn medyasında yer alan haberde, yetkililer de Türkiye’deki “operasyon odası”nda planlaBahreyn Temsilciler Meclisi Başkanvekili Adil Muavede maların, eylemlerin ve silah sevkiyatlarının koordine edilve bir grup milletvekilinin Suriye’ye giriş yaparak diğini dile getirdi. yardımları ÖSO yetkililerine verdiği görüntüler yer aldı. BM Güvenlik Konseyi’nden “müdahale” kararını çıkartaÇATIŞMADA TÜRKÇE DİYALOGLAR mayan ülkeler de tek taraflı yardımların sözünü verdi. Türkiyeli özel harekatçıların ÖSO’ya çatışmalarda bizABD Başkanı Barack Obama’nın da Suriyeli muhaliflere zat eşlik ettiği iddialarının bir kanıtını da Yurt gazetesi ortaya çıkardı. Gazetenin yayımladığı bir videoda tekbirler silah desteği veren bir kararname imzaladığı belirtildi.
T
rinde hesabı vardı. Kerkük’ü Kürdistan’a bağlamak istiyorlardı. ABD askerleri Kerkük’te Türk özel harp gücüne ait askerleri yakalayıp başlarına çuvalı geçirince, Türkiye şunu kesinlikle anlamış oldu: “Irak’ta söz sahibi olmak istiyorsak Kürdistan bölge yönetimi ile uyum içerisinde olmamız gerekir.” Kerkük nüfusu Kürtlerin lehine arttı. Yeni Irak’ın kuruluş anayasasına eklenen ve Kerkük’ün geleceğinin ne olacağının referandumla belirlenmesini öngören 140’ıncı madde, Türkiye’nin de baskısıyla işletilmedi. Referandum yapılsaydı sonucu açıktı: Kürtler, Kerkük’ü Kürdistan bölgesel yönetimine katacaklardı. Düşişleri Bakanı Kerkük’te Tayyip Erdoğan, “Kuzey Suriye” krizi sonrasında apar topar Davutoğlu’nu Erbil’e yolcu etti. Erbil ziyaretinin sürprizi ise Davutoğlu’nun Kerkük’ü de ziyaret etmesi oldu. Erbil ziyaretinde konuşulanların ayrıntıları basına yansımadı. Barzani’ye, Batı Kürdistan ve PKK meselelerinde “sert mesaj” verildiği söylendi. Davutoğlu’nun Irak hükümetinin
bilgisi ve onayı dışında yaptığı Kerkük ziyareti krize yol açtı. Ziyareti önemli kılan Irak parlamentosunun Türkmenlerle ilgili aldığı karardan bir hafta sonra gerçekleşmesiydi. AKP, Maliki’nin Kerkük hamlesine karşı eski "Kerkük belli bir etnik grubun egemenliği altına alınamaz. Kerkük özel bir statüye sahip olmalı" tezini yeniden ısıtıp gündeme koydu. AKP’nin Kerkük hamlesi, aynı zamanda Barzani’ye bir cevaptı. AKP, Barzani’yi isteklerine ikna için elindeki son kırmızı çizgiyi de oyun masasına sürdü. Ancak bu masada AKP’nin kaybetmemesi mümkün mü? Ortadoğu’da ABD çıkarları gereği Maliki hükümeti ve İran’la çatışıp, Suudi-Katar parasıyla ayakta duran ve Sünni ekseni kurmaya çalışan AKP’nin, Barzani karşısında hangi şansı olabilir. Barzani hükümeti Amerikan petrol devleriyle petrol çıkarma anlaşmaları yaparken ses çıkarılamazken, hatta bu petrolün Türkiye üzerinden batıya naklinin hesabı yapılırken bu masada oyun kazanılabilir mi? ABD’nin, Maliki’nin Türkmenleri ve Kerkük’ü Irak’a dolayısıyla Şii eksenine bağlama ata-
ğı karşısında tercihi ne olur? Türkiye’nin Kerkük’e özel statü talebinden yana mı tavır koyar? Yoksa 140’ıncı maddenin uygulanmasından yana mı? AKP, Peşmerge güçleri ile Irak ordusu arasında sınır koruma meselesinde meydana gelen gerilimde Irak ordusundan yana tavır koyabildi mi? Koyabilir mi? Bugünlerde “Esad PKK’ya silah veriyor” propagandası, Erdoğan’ın Irak hükümetini PKK’ye müsaade ettikleri için eleştirmeye başlamasıyla aynı anda gündeme getirildi. Maliki hükümeti, buna Rabia sınır kapısı krizi sonrasında Peşmerge kuvvetleriyle “herkesin bulunduğu yerde Suriye sınırlarını koruyacağı” anlaşması yaparak cevap verdi. Barzani, Irak-Türkiye sınır güvenliğinde Kandil Dağı’da dahil resmi olarak muhatap artık. Ortadoğu’da, emperyalistlerin ve Arap gericiliğinin İran’ın Şii eksenine karşı (AKP’nin de dahil olduğu) Sünni eksen kurma politikası, talih kuşunu bir kez daha Barzani’nin başına kondurdu. AKP’nin devleti, “elindeki” son kırmızı çizgisi Kerkük’ü de Ortadoğu masasında kaybedecek.
Mısır sınırında gerilim
M
ısır-İsrail sınırında Mısır askerlerinin 5 Ağustos Pazar günü düzenlenen saldırıda 16 Mısır askerinin öldürülmesi üzerine, Mısır ve İsrail orduları teyakkuza geçti. Mısır, Gazze ve İsrail arası geçiş kapılarının bulunduğu bölgede askeri hareketliliğe yol açan saldırıdan, aşırı dinci Selefi gruplar sorumlu tutuluyor. İktidardaki Müslüman Kardeşler ile diğer İslamcı grupların arasını açabilecek olan gelişme karşısında ordu Sina yarımadasını bombaladı. Gazze ile Mısır arasındaki kaçakçı tünelleri de güvenlik gerekçesiyle kapatıldı.
Körfez’de isyan sürüyor
S
uudi Arabistan’da yoksul Şii azınlığın yaşadığı Katif kentinde protesto eylemleri yeniden patlak verdi. Çocuk yaşta bir protestocunun yaşamını yitirdiği eylemde bir de polis öldürüldü. Suudi Arabistan’ın doğusunda bulunan bu bölgelerde yoksulluk ve muhalefetin yanı sıra zengin petrol yatakları da mevcut. Öte yandan Bahreyn’de halk muhalefeti sürüyor. Arap baharı başladığında Tunus ve Mısır’ın ardından en etkili eylemlere sahne olan Bahreyn’de hareket, CIA ve Suudi Arabistan işbirliğinde gerçekleşen bir işgalle bastırılmış ancak sonra yeniden patlak vermişti.
İspanya’da kürtaj eylemi
U
yguladığı sermaye yanlısı kemer sıkma politikalarının ardından, kamuoyu araştırmalarına göre oyları yüzde 44’ten yüzde 30’a düşen iktidardaki sağcı Halk Partisi, kürtajı tamamen yasaklayacak kanun tasarısı hazırladı. İspanya bu adımı, Madrid'de kadınları sokağa döktü. Kadın örgütleri hükümeti kitlesel eylemlerle protesto ettiler. Hükümetin tasarısı “yaşam hakkını savunma” bahanesiyle kürtajı mutlak olarak yasaklamayı öngörüyor.
6
İNSANCA YAŞAM 9 A¤ustos 2012 / 22 A¤ustos 2012
Halk›n Sesi
Kentsel dönüflüm belediyeleri 盤r›ndan ç›kard› yvansaray Tokludede olayı, Türkiye’de özellikle de İstanbul’da son yıllarda süregelen kentsel dönüşüm sürecine dair bütün sorunların bir arada yaşandığı; imar skandalı, proje fiyaskosu, müzeden gizli kazı yapma, halka karşı düşmanca tutum, bir vatandaşın intiharına neden olacak boyutlara varan psikolojik taciz, sahtekarlık, dolandırıcılık, hak ve hukuk ihlalleri, bütün bu vakaların bir arada görülebileceği nadir bir örnektir. Özellikle Tokludede Mahallesi’nin bulunduğu yerin çok değerli olması rantçıların ve belediyenin gözünü döndürmüş, bölgeyi ele geçirmek, halkı gönderip evleri boşaltmak amacıyla çevrilmedik dümen, baş vurulmadık hile kalmamıştır. En başta, halka, “Orası yeşil alan, çıkmak zorundasınız!” denmiştir. Fatih Belediyesi’nin taşeron firma olarak anlaştığı Şener Holding’e ait Altınboynuz firması, belediyenin buraları yeşil alan olarak kamulaştıracağını, eğer halk, evlerini kendilerine vermezse, belediyenin buraları kamulaştırıp bedavaya el koyacağını söyleyerek halkı korkutmuş ve çok ucuz fiyatlardan mahallenin önemli bir bölümünü ele geçirmiştir. Şener Holding’in tıkandığı noktada devreye belediye girmiştir. Belediyenin bölgeye girmesiyle birlikte halka uygulaYrd.Doç.Dr. nan baskı ve tacizin dozu da Çi¤dem artmaya başlamış, halk bu kez fiahin* kamulaştırma tehdidi ile bölgeden gönderilmeye çalışılmıştır. Direnenlerin elektriği suyu kesilmiş, zabıta, polis, firma yetkilileri bölgede cirit atmaya başlamıştır. Belediyenin tacizleri ve vatandaşa karşı hileli muameleleri yüzünden İsmet Hezer adında 75 yaşında bir vatandaşımız intihar girişiminde bulunmuş, aylarca süren tedaviden sonra ayağa kalkabilmiştir. Tek suçu evinden gitmek istememesi, yasanın da tanıdığı hakkı kullanarak kendi evini kendisinin yaptırmak istemesidir. Son durumda şu anda firma yetkilileri mahallenin tümünün kendilerine ait bir şantiye sahası olduğunu iddia ederek, mahalleye giriş çıkışı denetlemekte, orada hala yaşayan aileleri ziyarete gelenleri mahalleye sokmak istememektedirler. En son Mimarlar Odası’nın Kent Düşleri adındaki projesini yürüten öğrencilerin mahalleye girişi engellenmek istenmiştir. Bu arada Tokludede bir sürü yolsuzluk, sahtekarlık, proje ve imar skandalının da adresi olmuştur. İlk önemli girişimlerden biri mahallenin ortasındaki parkın usulsüz olarak yıkılması ve mahallenin ortasına kocaman bir şantiye kurulmasıdır. Oysa ki sur dibi gibi birinci derece tarihi eser niteliği taşıyan bir yerin 200 metre yakınına kadar bırakın şantiye kurmayı kazık bile çakmak mümkün değilken onlar dev bir şantiye kurmuşlardır. Bütün suç duyurularımıza, halkla protestolu eylemimize rağmen o şantiye oradan kaldırılmamıştır. Yine diğer bir olay, yasa gereği ancak kurul izni ve müzeden yetkili bir uzman denetimince kazı yapılabileceği öngörülürken, bölgede gizlice kazı yapan Fatih Belediyesi, ne kurula ne müzeye başvurmuştur. Bir vatandaşımızın ihbarı üzerine Radikal gazetesi bu olayı ortaya çıkarmıştır. Ve en son Radikal’in manşetten verdiği diğer skandal gündeme gelmiştir. Radikal’e konu olan skandal aslında sadece bir imar ya da sahte proje skandalı değil aynı zamanda vatandaşı hile ve sahte belgelerle kandırıp zorla evlerini elinden almak anlamında nitelikli dolandırıcılık, yani adi bir suçtur… Düşünün aynı yer için aynı tarih, aynı sayı, aynı imza ve damga olan iki farklı proje, iki farklı imar izni, iki farklı kat irtifası söz konusu. Bir projede imar durumu ve kat irtifası 6.50; bir projede 9.50 görülüyor. Yani müteahhidin uyguladığı projede kat hakkı 3; halka gösterilen projede 2 görülüyor. Böylece halkın müteahhitle “Bir kat kendine, bir kat müteahhide” şeklinde anlaşma yapması engellenmek isteniyor; kat izni olmadığından müteahhit için ev sahipleri ile anlaşmak kârlı olmayacak, halk kendisi yaptıracak güçte olmadığı için de belediyeye evlerini vermek zorunda kalacaktır. Çünkü yasaya göre eğer kendin yaptıramazsan belediye ile anlaşmak zorundasındır, aksi takdirde belediyenin evinizi kamulaştırma hakkı vardır. Amaç tamamen halkı bölgeden çıkarmak ve arsayı boşaltılmış şekilde müteahhide teslim etmektir. Bunun için uygulanmadık baskı, taciz, hile, sahtekarlık, dolandırıcılık kalmamıştır. Kentsel dönüşüm sürecinde belediyelerin halka karşı bu sorunlu tutumlarının etik bir sorgulamadan geçmesi şarttır. Belediyelerin bu konuda kendilerine çeki düzen vermesi gerekmektedir. Ortada ciddi bir denetim sorunu vardır. Projeleri uygulayanlar aynı zamanda sürecin denetleyicisi konumundayken bu mümkün değildir. Bakalım Fatih Belediyesi ve olayın sorumluları cezalandırılacak mıdır, merakla beklemekteyiz.
A
(*) FEBAYDER Bölge Sözcüsü ve Kent Hareketleri Yürütme Kurulu Üyesi Yazının tamamını Sendika.Org’dan okuyabilirsiniz.
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
‘Evimizi yıktılar diye bu mücadele bitecek değil ya!’ adet çevik kuvvet otobüsünü, ardından mahalleyi savaş alanına çeviren iş makinelerini, panzerleri, TOMA’ları ve yüzlerce çevik kuvvet polisini gördü. Gaz bombalarının, taşların ve havai fişeklerin arasında gittiği evinin yerinde ise bir enkaz yığını buldu. Mamak Barınma Hakkı Bürosu’nun çağrısıyla barikatlarını kuran ve direnişe geçen Mamaklıların arasına katıldı. NATO Yolu’na kadar sıçrayan çatışma 6,5 saat sürdü. Şahin ailesinin evi dahil 15 ev ve işyeri yıkıldı, bir kişi gözaltına alındı. Belediye tarafından boş olduğu öne sürülen evlerden onlarca eşya çıkarıldı.
ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N
7
0 yaşındaki Zeynep ve İsmail Şahin çifti, Ankara Mamak’ta Ege Mahallesi’nin Eski Çöplük olarak bilinen bölgesine ‘80’li yılların göç dalgasına kapılarak gelmişlerdi. Gelmelerinden kısa bir süre önce, 24 Şubat 1984’te Turgut Özal başkanlığındaki ANAP hükümeti, önce “gecekondu affı” olarak bilinen 2981 sayılı Kanun’u, ardından 3194 sayılı İmar Kanunu’nu çıkarmıştı. Her iki düzenlemeyle birlikte gecekondu mahalleleri, büyük inşaat şirketlerine kapı aralayarak kentsel rant merkezlerine dönüştürülmüştü. MAHALLEY‹ YAfiANIR HALE GET‹RD‹LER Şahin çifti, bu süreçte geldikleri Eski Çöplük’te kurdu yaşamını. Zeynep Şahin’in deyişiyle “Kimse ‘ev yapmayın’ demedi, aksine ‘Yap, sonra bir şeyler yaparız’ dediler. Elektrik, su faturalarını bir bir aldılar. O zaman yasaldı da sonradan yasadışı oluverdi.” Ancak çift, mahalleliyle birlikte yaşam alanlarını dönüştürmeye çabaladı. Çöplük alanının metan gazı üretmesi nedeniyle yaşanan yangınlara karşı omuz omuza verdiler. İsmail Şahin, kamusallığın yeniden inşası sürecini “Milletin burnunu kapatarak geçtiği yerlere bizler el birliğiyle ağaç diktik. Çıkan yangınlarla birlikte mücadele ettik. Mahallemizi nefes alınır, yaşanır hale getirdik. Bizler hak sahibiyiz” sözleriyle anlattı. RANT YEN‹LEN‹YOR SÜRGÜN DEVAM ED‹YOR Ne var ki sermaye, AKP iktidarıyla birlikte hem yeni rant alanları yaratmaya, hem de var olan alanları rant odaklı yeniden şekillendirilmeye başladı. Afet Yasası, 2B düzenlemesi, Yabancılara Mülk Satışı Yasası mecliste peş peşe onaylanırken, kentsel dönüşüm projeleri de hızla arttı. Kimi proje-
Savaşmaya gelir gibi geldiler, yıktılar ve gittiler. Ama saatlerce direnenlerin son sözü belli: ‘Barınma hakkı mücadelemiz evlerimizin yıkılmasıyla bitmez!’ ler de, tıpkı Eski Çöplük’teki gibi, “yol geçirileceği” gerekçeleriyle el altından çizdirildi. 30-40 yıl önce göçlerle gelen, ancak gecekondulara itilen kent yoksulları da “neoliberal kentler”in oluşumunda payına düşeni almaya başladı. Kentsel dönüşüm projelerine imza atanlar, piyasa değeri artan alanlardan çıkartıldı ve yabancı olduğu bir ortamda yaşamaya mecbur bırakıldı. Üstelik gecekondu alanları yok pahasına peşinata sayılarak ve onlarca yıllığına borçlandırılarak. HUKUKSUZ SALDIRIYA MEfiRU D‹REN‹fi Sermaye, Şahin ailesinin de içinde bulunduğu mahallelinin elbirliğiyle kurdukları gecekondularına ve mahaleye de göz dikti. Eski Çöplük halkı da kendisini Anka-
ra’da yeni yeni filizlenen barınma hakkı mücadelesinin içinde buldu. Projelerde evlerinin yerine alışveriş merkezleri çizilmesine karşı eylemler yaptı. Ancak AKP’nin rant hırsı kendi hukukunu bile çiğnedi.
AKP’li Mamak Belediyesi, mahalleliye yıkım tebligatları dahi yapmadan 27 Temmuz sabahı saldırıya geçti. Öğle saatlerinde evine dönen Zeynep Şahin, önce yaklaşık 30
‘Mücadelemiz bitmedi!’ Eski Çöplük’te evleri y›k›lanlar, Mamak Bar›nma Hakk› Bürosu’nun ça¤r›s›yla 3 A¤ustos günü evlerini y›kan Mamak Belediyesi’nin kap›s›na dayand›. Eylemde Mamak Belediye Baflkan› Mesut Akgül s›k s›k istifaya ça¤r›ld›. Yap›lan bas›n aç›klamas›nda ise “Belediye bizi insan de¤il, mahallede sökülüp at›lacak birer paçavra olarak görmüfltür. Zenginlerin iftar sofras›na orucunu açan Akgül’ün emriyle mahallemiz cehenneme dönmüfltür” denildi. Akgül’ü “Talan›n ve rant›n baflkan›” olarak nitelendiren mahalleliler, evlerinin y›k›lmas›na karfl›n bar›nma hakk› mücadelesini sürdüreceklerini ilan ettiler.
‘KANEPE DE⁄‹L EV ‹ST‹YORUZ!’ Halkın Sesi gazetesi olarak deprem enkazına dönen mahalleyi incelerken rastlıyoruz Zeynep ve İsmail Şahin’e. Zeynep Şahin, hep birlikte yaptıkları evlerin nasıl yıkıldığını, diktikleri ağaçların nasıl harap olduğunu anlatıyor. İsmail Şahin ise Makine ve Kimya Enstitüsü’nde 26 yıl çalıştığını söyleyerek “Bana, verdiğim emeklere layık görülene bak!” diye isyan ediyor. “Peki şimdi nerede kalıyorsunuz?” diye sorduğumuzda İsmail Şahin, tozların arasında bir kanepeyi göstererek yanıtlıyor: “İşte, artık evimiz bu kanepe.” Şahin, bütün eşyalarının enkaz altında kaldığını, sadece bu kanepeyi bulduklarını söylüyor. Mamak Belediye Başkanı AKP’li Mesut Akgül’ün “Yıkımlar sonrasında hiç kimseyi dışarıda bırakmayacağız” sözünü ve yine belediye yetkililerinin “Otelde bile barındırırız” ifadesini hatırlatıyoruz; ancak “artık olmayan” kapılarını kimsenin çalmadığını belirtiyorlar. “Ya bundan sonra?” diye soruyoruz. Son sözü Zeynep Şahin alıyor: “Bu mahalleye yıllarca emek sarf ettik, koparamazlar öyle. Evimizi yıktılar diye mücadele bitecek değil ya. Yıktıkları evimize karşılık ev istiyoruz!”
HES varsa isyan da var A
KP, doğayı talan politikasında gaza bastı. HES’lere karşı hukuki kazanımların dayanağı olan yasayı yürürlükten kaldıran AKP, HES projeleri için kamulaştırma kararı aldı. Üstelik karara savaş dönemlerinde kullanılan “acele” sıfatını da ekledi. Karara göre Ankara, Adana, Bursa, Çanakkale, Trabzon, Erzurum, Zonguldak, Çankırı, Maraş, Ordu, Kırıkkale, Burdur ve Isparta’da proje bölgelerinde bulunan taşınmazlar, hazine adına tescil edilmek üzere Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu tarafından kamulaştırılacak. Sermayenin iştahını kabartan bir diğer açıklama Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’ndan geldi. HES projelerinin sayısı ile ilgili bir soru önergesini yanıtlayan Eroğlu, bakanlığın resmi verilerine göre işletilen 54 HES’in, inşaat halindeki ve lisans verilen projelerle birlikte 516’ya yükseleceğini açıkladı. Doğal alanları HES çöplüğüne döndürme çabalarına karşı ülkenin dört bir yanında karşı çıkışlar sürüyor:
HES ‹NfiAATINA BASKIN İsyanın son adresi Dersim’deki Peri Suyu oldu. 26 Temmuz günü çay üzerinde yapımı süren Pembelik Barajı inşaatı 12. Munzur Festivali’ne katılan yüzlerce kişi tarafından basıldı. Özel güvenlik barikatını omuz omuza vererek, telleri ise demir makaslarla keserek aşan halka, jandarma havaya ateş açarak ve gaz bombaları atarak saldırdı. Halk da
saldırıya inşaat araçlarını ateşe vererek karşılık verdi. 4 özel güvenlikçinin yaralandığı olaylar sonrasında 150 köylü hakkında yakalama kararı çıkarıldı; Özkan Aslan adlı bir köylü ise tutuklandı. “Barajlar ikinci ‘38’dir” diyen Dersimliler, tutuklama sonrasında bir yürüyüş daha gerçekleştirdi. Yüzlerce kişinin katıldığı yürüyüş sonrası yapılan basın açıklamasında Özkan Aslan’a ve
Loç Vadisi yine durdurdu K
astamonu Cide’deki Loç Vadisi’nde yapılmak istenen HES projesine karşı 3 yıldır direnen halk, hukuki kazanımlarına yenilerini ekledi. 15 Aralık 2009’da projenin yürütmesinin durdurulması ve iptali talepleriyle açılan dava, bakanlığın ve il özel idaresinin süreci bir yıl geciktiren çabalarına karşın sonuçlandı. Kastamonu İdare Mahkemesi, Or-Ya Enerji AŞ tarafından yapılması planlanan projenin “ÇED olumlu” kararının yürütmesini durdurdu. Danıştay ise şirkete verilen enerji üretim lisansının iptaline karar verdi. Böylece davalar sürerken doğayı tahrip etmeyi sürdüren şirketin her türlü enerji üretim faaliyetine hukuki olarak son verilmiş oldu.
doğaya özgürlük istendi. ‘OKAN’I TERC‹H ETME, SOLAKLI’YI YOK ETME’ Trabzon Solaklı Vadisi Karaçam ve Köknar köylerinde yapılmak istenen HES projelerinin asıl sahibi olan Okan Holding de HES karşıtlarından nasibini aldı. Üniversitenin tercihler için hazırladığı tanıtım günleri Solaklı Vadisi köylüleri tarafından eylem
alanına dönüştürüldü. Köylüler, “Okan Üniversitesi’ni tercih etme, Solaklı’da yaşamı yok etme” diyerek öğrencileri katliama ortak olmamaya çağırdı. Okan Üniversitesi’ni en iyi kendilerinin tanıtacağını söyleyen köylüler, Okan ailesinin binlerce ağacı katlettiğini, yaşam alanlarını yok ettiğini anlattı. Daha önce de Şekerbank önünde eylem yapan Solaklılılar, eylemlerini sürdüreceklerini açıkladı.
HES’i görmeden paçaları sıvama A
rtvin’in Borçka İlçesi’nde HES inşaatı nedeniyle tünellerle Barhal çayına bağlanan Balcı deresi kurudu. Derenin kuruması nedeniyle, kanalizasyon sistemi olmadığı için doğrudan dereye akan atıklar ortaya çıkıverdi. Yaydığı koku ve mikroplarla halk sağlığını ciddi bir biçimde tehdit eden, sineklerin, kurbağaların ve yılanların ortaya çıkmasına neden olan kirliliğe karşı halk, belediyeyi göreve çağırdı. Belediyenin altyapı sorununa ürettiği çözüm ise itfaiye araçlarından su sıkmak olunca, Borçkalılar isyan etti. Köylüler, HES’lerin her anlamda kendilerine zarar verdiğini ve bölgelerinde HES istemediklerini açıkladı.
7
İNSANCA YAŞAM 9 Ağustos 2012 / 22 Ağustos 2012
Halk›n Sesi
Yasayı çöpe atmak için eylüle hazırlanıyorlar Yeni eğitim-öğretim yılı yaklaşıyor. AKP, 4+4+4’e karşı yükselen tepkilerin yan yana gelmesiyle sıkışıyor. “4+4+4’ü birlikte durduralım” diyenler ortak mücadelenin önemine vurgu yaparak okulların açılacağı eylül ayına hazırlanıyor!
O
Eğitim-Sen 15 Eylül’de Ankara’da! 4 +4+4 yasasının meclise geldiği günlerde iki günlük grev ilan eden ve ülkenin dört bir yanında yasaya karşı düzenlenen eylemlerin çağrıcılığını yapan Eğitim-Sen, yasanın uygulanacağı döneme dair yeni bir mücadele programı hazırladı. Eğitim-Sen’in programına göre 11 Eylül’de Edirne, İzmir, Diyarbakır ve Trabzon’dan olmak üzere dört koldan yürüyüşe başlanacak ve 15 Eylül’de Ankara’da buluşulacak. Sendika, yasaya karşı çıkan tüm kişi ve kurumları da bu eyleme davet etti.
‘ÇOCUĞUNU GÖNDERME, SÜRGÜNE İZİN VERME’ 66 ayı doldurmuş çocukların ilköğretime başlamasına tepki gösteren Eğitim-Sen tüm velilere “5 yaşındaki çocuğunuzu okula göndermeyin!” çağrısında bulundu. Türk Tabipleri Birliği ve Türkiye Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Derneği ile birlikte çocukların ruh sağlığında yaşanabilecek sorunlara dikkat çeken sendika, uygulamanın Türkiye ve dünyada kabul görmediği hatırlattı. Raporda çocuklarda görülebilecek psikolojik rahatsızlıklar bir bir sıralandı. Öğretmen atama ve yer değiştirmelerinde, okulların dönüşümü ile birlikte öğrenci ve velilerin sürgün edilmesine de tepki gösteren sendika, fiili ve hukuki mücadelesini de sürdüreceğini belirtti. Eğitim sisteminin tüm bilimsel eleştirilere karşın yukarıdan aşağıya değiştirildiğini söyleyen Eğitim-Sen, 4+4+4’ün yasalaşmasının “her şeyin bittiği” anlamına gelmediğini, birleşik bir mücadele hattı ile gerici-piyasacıcinsiyetçi uygulamaların önüne geçilebileceğini ifade etti.
kulların açılmasına 6 hafta kaldı. 4+4+4 yasasını meclisten kavga kıyamet geçiren AKP, uygulamanın ilk örneklerine gelen tepkiler ile tökezlemeye başladı. Yasanın gündeme geldiği dönemde “harfiyen uygulamak” iddiasında bulunan Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, ortaya çıkan sorunlar ve tepkiler karşısında “büyük ölçüde uygulamak”tan söz eder oldu. Okullarının dönüştürülmesine karşı yüzlerce dilekçe toplayan veliler, il ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinin önünü eylem alanlarına dönüştürdü. Yasanın tarihin çöplüğüne atılmasını hedefleyen “4+4+4’ü birlikte durduralım” kampanyası kapsamında toplanan imzalar ise on binlere ulaştı. Kampanyanın yürütüldüğü alanlara her geçen gün yenileri eklendi. İstanbul Ümraniye’deki semtlerin meydanlarından Ankara Mamak’taki esnaf ve kahvehanelere, Bursa’daki pazar alanlarından İzmir’de TÜMTİS’in örgütlü olduğu ambarlara, Eskişehir, Kocaeli ve Antalya’daki stantlardan İstanbul Mecidiyeköy’deki metrobüs duraklarına kadar her yer kampanya alanı haline dönüştürüldü.
Ne Kocaeli’deki zabıta saldırısı ne de Ümraniye’de AKP’lilerin sözlü provokasyon girişimleri kampanya çalışmalarını engelleyebildi. ‘PARÇALI MÜCADELELER YAN YANA GELMELİ’ “4+4+4’ü durduralım” diyerek okulların açıldığı eylül ayında yasayı durdurmayı hedefleyenler, daha yaygın ve örgütlü bir mücadeleyi de tartışmaya
Veliler Ataşehir’de omuz omuza
başladı. İstanbul Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi, 4 Ağustos’ta yaptığı geniş katılımlı bir forum ile yürüttüğü eğitim hakkı mücadelesini bir adım ileriye taşımayı tartıştı. Bugüne kadar yürütülen faaliyetlerin ve elde edilen deneyimlerin aktarıldığı toplantıda parçalı mücadelelerin yan yana getirilmesi, okullarda yapılan itirazların ve eylemlerin bilgisinin toplanması amacıyla bir “koordinasyon” kurul-
VELİLER ÖNERDİ, EYLEM TARİHİ BELİRLENDİ Yapılan forumda Eğitim-Sen’in 15 Eylül’de Ankara’da
‹stanbul Ataflehirli velilerin 4+4+4’e karfl› sürdürdü¤ü eylemler, birleflik mücadelenin örneklerini oluflturdu. Ataflehir Ö¤renci Velilieri ‹nisiyatifi’nin AKP ilçe baflkanl›¤›na yapt›¤› yürüyüfle Kartal Zekai Göçer ve Kad›köy Mehmet Akif Ersoy ilkö¤retim okullar› velileri de destek verdi. Bas›n
‘Sağlıklı güvenilir su haktır’
gerçekleştireceği merkezi mitinge katılım sağlanacağı kararlaştırıldı. Veliler, bu miting öncesine “Eylülde yasayı çöpe atmaya geliyoruz” denilen uyarı eylemleri yapılmasını önerdi. Yapılan tartışmalar sonucunda 26 Ağustos’ta İstanbul’da yasayı durdurmayı hedefleyen herkesin katılımıyla bir yürüyüş yapılmasına karar verildi. Öte yandan en geniş katılımın sağlandığı meclisin daha sık toplanması çağrısı yapıldı.
aç›klamas›na Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisi’nin yan› s›ra E¤itim-Sen, ÖDP, TKP, HDK, PSAKD ve Ataflehir Kent Konseyi de kat›ld›. Farkl› okullar›n velileri ve kurum temsilcileri, birleflik mücadelenin yükseltilmesi durumunda yasan›n çöpe at›labilece¤inin alt›n› çizdiler.
+4+4 sistemi engelli çocukları altyapısız ve kadrosuz okullar nedeniyle eğitim dışı bırakıyor. Eğitimde yapılan son değişikliklerden olumsuz etkilenen kesimlerden biri de engelli çocuklardır. 2002 yılında devlet tarafından yapılan araştırmaya göre, ilkokulu bitirebilen engelli öğrencilerin oranı yüzde 41’den, ortaokulu bitirebilen engelli öğrenci oranı ise yüzde 6’dan düşüktür. 2007 yılında yapılan bir başka araştırmada 5-14 yaş grubundaki 253 bin engelli çocuktan yaklaşık 100 bini eğitime devam edebilmektedir. İlköğretim çağındaki 25 bin işitme engelli çocuktan 6 bini; 37 bini aşkın görme engelli çocuktan ise yalnızca bin 500’e yakını okula erişebilmektedir. Bunun iki temel nedeni var: Birincisi okullarımızın fiziki yapıları engelli eğitimine uygun değildir ve ikincisi yeterli eğitim personeli, yardımcı personel bulunmamaktadır. Eğitimin her aşamada özelleştirildiği ve maliyetinin ailelere yıkıldığı koşullarda buna bir de yoksulluğu eklemek yerinde olacaktır. Kesintisiz eğitimin parçalanmasıyla oluşturulan 4+4+4 sistemi, yetersiz koşullar nedeniyle, var olan eğitimden kopma sürecini artıracak bir ortam yaratmaktadır. Bu sisteme bağlı olarak özel eğitime gereksinme duyan öğrenciler açısından sorunları Ergün ‹fleri daha artıran yeni adımlar gelmektedir. Zihinsel, işitme ve heiseri@ görme engelli çocuklar için yahoo.com yapılmış okullar birer birer kapatılmakta; çocuklar, karma eğitime yönlendirilmektedir. İşin detaylarına girildiğinde, çok ciddi ve onarılması mümkün olmayan yapısal hatalara kapı açıldığı gözlenmektedir. Mevcut okulların hiçbirisi karma eğitim için gereken altyapıya sahip değildir. Mevcut okullar engelli çocukların erişimine (giriş ve çıkışlar, merdivenler) uygun değildir. Sınıflarda farklı engelli gruplarının gereksinmelerini karşılayabilecek donanım yoktur. Tuvalet ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri olanaksızdır. Altyapının düzeltilmesi için çıkarılan yasa değiştirilip, “sonsuza” ertelenmiş, engelli çocuklar evlerine hapsedilmiştir. Yukarıdakiler kadar önemli bir diğer konu da öğretmen, psikolog, rehberlik gibi özel eğitim için zorunlu kadro bakımından mevcut okulların tümüyle yetersiz olmasıdır. Psikolojik destek için ayrılan süreler azaltılırken, din bilgisi ve ahlak dersi özel eğitimin temel ve zorunlu bir parçası olarak öne çıkarılmaktadır. Mesleki eğitimde üst yaş sınırı konulması, özel eğitime ihtiyacı olan engellilerin yeterli altyapısı olmayan belediyelere, halk eğitim merkezlerine ve özel eğitim okullarına yönlendireceği ve ailelere ek yükler getireceği için eğitimden kopmasıyla sonuçlanacaktır. “Ne yapılmalıdır?” sorusuna yine çok kaba hatlarıyla şu yanıt verilebilir: 1. 4+4+4 sistemi kaldırılmalıdır. 2. Okulların tümü hızla engellilerin erişimine uygun hale getirilmeli, bunu mali yükümlülük mutlaka MEB bütçesi içinden çözümlenmelidir. 3. Okullarda özel derslikler, terapi odaları vb. bölümler gereksinimlere uygun olarak ayrılmalı ve düzenlenmelidir. 4. Özel gereksinimlere uygun beslenme programları oluşturulmalı ve parasız yemek sağlanmalıdır. 5. Erişim sorununda okula ulaşım; yani servis boyutu unutulmamalıdır. Asansörlü araçlar dahil yeterli donanıma sahip servisler tümüyle parasız hizmete sunulmalıdır. 6. Din bilgisi ve ahlak dersleri zorunlu olmaktan çıkarılmalı; bunların yerine özel gereksinimlerine uygun psikolojik destek ve diğer konulardaki alan ders saatleri artırılmalıdır. 7. Özel eğitim için gerekli alan öğretmenlerinin, psikolog ve diğer yardımcı personellerin kadro sayıları artırılmalı ve atamaları zaman yitirilmeden yapılmalıdır.
4
‘Sağlık kampusları ticarethanedir’ T
A
nkara’da şebeke suyunda bulunan aliminyum değerlerinin yüksekliği ve İstanbul’da damacana sularda insan sağlığına zararlı maddeler bulunmasına ilişkin Ankara Tabip Odası, Çevre Mühendisleri Odası, Gıda Mühendisleri Odası, Ziraat Mühendisleri Odası, Kimya Mühendisleri Odası, Peyzaj Mimarları Odası, Tüketici Hakları Derneği, Su Ka-Der ve Halkevleri, bir basın toplantısı düzenledi. Yapılan açıklamada sağlıklı ve güvenilir içme–kullanma suyuna ulaşımın önündeki ekonomik, sosyal adaletsizlik, kimyasal ve biyolojik
Pedallar ulaşım hakkı için
masına karar verildi. Yasaya karşı çıkan örgütlü güçleri de mücadeleye katacak bir yaklaşım sergilenmesi kararı alınan forumda, imza kampanyasının daha yaygın hale getirilmesi için kullanılan araçları da geliştirme çağrısı yapıldı.
Engelli çocuklar yine evine mahkum
kirlilik gibi engellerin ortadan kaldırılması gerektiğine dikkat çekildi. Toplumun “en ekonomik yolla” ulaştığı suya güvenin sarsıldığını söyleyen emek ve meslek örgütleri şebeke suyunun gönül rahatlığıyla içilmesinin sağlık açısından kaçınılmaz olduğunu ifade etti.
Suda bulunan kirlilik sebebiyle halkın daha fazla bedel ödeyerek damacanalarla satılan sulara yönlendirildiğine dikkat çekildi. Son olarak İstanbul’da damacana sularda bulunan kirliliğin, pahalı su seçeneğini de yeterli bir çözüm olmaktan çıkardığı söylendi.
Kütahya’da toplu ulaşıma yapılan zamların ardından 9 Temmuz’da eyleme geçen Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) öğrencileri, meşaleli ve bisikletli eylemler gerçekleştirdi. Ulaşımın bir hak olduğunu, bu hakkın elde edilememesi durumunda pedal çevirmeye mahkum olacaklarını söyleyen üniversitelilere, Kütahya halkı da destek verdi. Evkürün’den Sevgi Yolu’na kadar yürüyen DPÜ öğrencileri, Kütahya Belediyesi’ne şöyle seslendi: “Size 8 Ağustos’a kadar süre! Zamları geri çekmezseniz, ulaşım hakkı eylemlerimiz sürecektir.”
ürk Tabipler Birliği'nin (TTB), sağlık kampusu ihalelerinin iptaline ilişkin açtığı dava sonucu Danıştay 13. Dairesi, Ankara Etlik, Bilkent ve Elazığ'daki “Kamu Özel Ortaklığı” yöntemiyle açılan sağlık kampusu ihalelerinin yürütmesini durdurma kararı verdi. Karara gerekçeyse “Mevcut hastanelerin ihaleyi alan şirketlere ticari alan olarak devrinin hukuka aykırı olması ile ihale şartnamesinin mevzuata aykırı olması" gösterildi. Var olan hastanenin yıkılıp özel sektör eliyle içerisinde AVM’lerin bulunacağı sağlık kampuslarına dönüştürülmesine karşı mücadele edeceğini açıklayan TTB Genel Sekreteri Dr. Beyazıt İlhan yapılacak sağlık kampuslarının yıllık kiralarının döner sermayeden ödeneceğini hatırlatarak “Kiraların ödenmesi için hekimlerin, sağlık personelin döner sermayeden aldıkları ücretleri azaltılacak” dedi.
HASTALAR MÜŞTERİ SOYGUN 5 YILDIZ Sağlık Bakanlığı'nın kampus hastanelerini “Beş yıldızlı otel konforunda hastaneler” olarak nitelendirdiğini söyleyen İlhan, “Özel şirketlerin
Sermayenin dört gözle beklediği ve “Rüyadan gerçeğe” sloganıyla karşıladığı Sağlık Kampusları Projesi’ne Danıştay 13. İdare Mahkemesi dur dedi doğrudan verdiği hizmetlerin parasının nasıl ve kim tarafından ödeneceği de belirsiz. Bu durumda vatandaşların 'devlet hastanesi' diye başvurdukları
sağlık tesisinden taburcu olurken çıkarılan faturalar yüzünden yeniden hastaneye yatmaları söz konusu olabilecektir” dedi.
8
EMEK 9 A¤ustos 2012 / 22 A¤ustos 2012
Halk›n Sesi
Kiral›k iflçi aşbakan mayıs ayı başında dünyanın büyük şirketlerinin yöneticilerinin toplandığı “yatırım danışma toplantısı”nda yaptığı konuşmada sermayenin önündeki engelleri bir bir nasıl kaldırdıklarını anlatırken emek rejiminin esnetilebilmesi için “kiralık işçi çalıştırmanın önünü açacaklarını” özellikle vurguladı. Oysa bu konu daha önce bir torba yasanın içinde Cumhurbaşkanı’nın önüne konularak emekçi kamuoyu uyutulmaya çalışılmış ancak sendikaların cılız da olsa tepkileri Cumhurbaşkanı’nın bu yasal düzenlemeyi torbadan çıkartıp iade etmesine neden olmuştu. Başbakan uluslararası sermayenin doğrudan temsilcileri önünde kendilerine bu sözü vererek konunun sermaye sınıfı açısından ne kadar önemli olduğunun altını bir kez daha çizmiş oldu. O toplantıda Başbakan’ı dinlerken 1980’li yıllarda “Türkiye ucuz emek cenneti” diye yabancı sermayeyi davet eden Turgut Özal aklıma geldi. Milliyetçisi, ortacısı, İslamcısı hepsi işçi düşmanı olmakla övünüyorlar. Gelin , işTufan çimizin elini kolunu bağladık, Sertlek onu dilediğinizce sömürebilirsiniz, diye yabancı sermayeye Dev Sa¤l›k-‹fl yalakalık yapmaktan utanmıYönetim Kurulu yorlar. Yeni çıkartılmaya çalışılan yasayla “özel istihdam büroları” tekrar gündeme geliyor. Kiralık işçi çalıştırma mevcut yasanın 7.maddesinde sadece holdinglere tanınan bir hak iken yeni düzenlemede “özel istihdam büroları” eliyle yaygınlaştırılıyor. Taslağın en önemli maddelerinden biri 100’ün üzerinde işçi çalıştıran yerlerde “kiralık işçi” çalıştırma yüzde 20 ile sınırlandırılırken 100’ün altındaki yerlerde bu sınırlama kaldırılıyor. Türkiye’deki işletmelerin çok büyük kısmının 100’ün altında işçi çalıştırdığı düşünülünce sorunun can yakıcılığı çok daha iyi anlaşılacaktır. Hükümet cephesi yasayı “işsizliği önleyici düzenleme” olarak pazarlamaya çalışsa da esas mesele güvencesiz çalıştırmanın giderek esas çalıştırma biçimi haline getirilmesinden ibarettir. Taslakta her ne kadar hangi durumlarda “geçici işçi çalıştırma” yoluna gidileceği belirtilmişse de özellikle vasıfsız işlerde kısa süreli çalıştırmanın giderek yaygınlaşacağını söyleyebiliriz. Bu şekilde yaygınlaşan çalıştırma biçimiyle işçilerin yasayla güvence altına alınmış yıllık izin, emeklilik, sağlık sigortasının devamlılığı, sendikal örgütlenme gibi hakları fiilen kullanılamaz hale gelmektedir. Emek ve sermaye ilişkisinde esas olan husus sermayenin işçinin emek gücünü bir sözleşme gereği satın almasıdır ya da tersinden işçinin emek gücünü satmasıdır. İşçi emek gücünü sattığı patronunun işlerini yaparak onun işyerindeki vaktini geçirir ve bunun karşılığında ücret alır. Oysa Özel İstihdam Büroları eliyle yapılmak istenen şey işçiyi bir başka işverene cismani kimliğiyle satmaktır Bu ise açıkça köleciliktir. Bu ilişki bildiğimiz anlamıyla bir emek-sermaye ya da işçi-patron ilişkisi değildir. İşçi bu ilişkiyle emek gücünü satmak üzere sözleşme yaptığı sermaye sahibinin dışında başka bir patronun yanında çalışacaktır. Çalıştığı yer ile sosyal haklarından sorumlu işyeri birbirinden farklıdır. Bu ise emeğin sermaye ile olan ilişkisi dolaylı hale getirerek sermaye egemenliğini emeğin gözünden saklamaya çalışıyor. AKP hükümeti bu yasal düzenlemeyle “Ulusal İstihdam Stratejisi” adındaki belgenin en önemli unsurlarından birini yasalaştırmış olacak. Bütün bu pervasız saldırılarla işçi sınıfı gündelik çıkarlar peşinde boğulmaktan kendisini kurtaramayan toplumsal yığın haline getirilmek isteniyorsa da bunun tersi de bir o kadar doğrudur. Özel İstihdam Büroları, Kıdem Tazminatı gibi saldırı araçları işçilerin kendisini bir sınıf olarak görmesinin olanaklarını kolaylaştırmaktadır. Bu anlamıyla bu saldırılar karşısında sadece resmi sendikal tepkilerle sınırlı kalmamak ama bütün yoksul emekçi halk kitlelerinin meşru eylemleriyle bu tür düzenlemelerin yasalaşmasının önüne geçmek mümkündür.
Süreyyapaşa ve Kocaeli’de taşerona rahat yok
B
Mühendisin asgari ücretini TMMOB belirleyecek M
imar, mühendis ve şehir plancıların asgari ücret talebi, TMMOB ile SGK arasında imzalanan bir protokolle hayata geçti. TMMOB ile SGK 31 Temmuz’da bir görüşme yaptı ve protokol imzalandı. Protokole göre TMMOB her yıl mühendislik alanında çalışanlar için asgari ücret belirleyecek ve SGK’ya bildirecek. SGK ile imzalanan protokol, sosyal güvenlik hakkından yoksun bırakılan kayıt dışı mühendis istihdamının önlenmesi için de önemli bir adım olacak. Protokol ile mühendislerin emeklilik haklarının tesisine etki eden ücretlerin eksik ödenmesinin de önüne geçilmiş olacak. Mühendisin asgari ücret talebi ilk defa 2009’da yapılan TMMOB 1. Ücretli-İşsiz Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları Kurultayı’nda yazılı olarak ifade edilmişti. Elektrik Mühendisleri Odası Ücretli-İşsiz Mühendisler Daimi Komisyonu, TMMOB 41. Olağan Genel Kurulu’nda görüşülen kararların takipçisi oldu. İki yıl boyunca SGK ile yapılan görüşmelere son dönemlerde İnşaat Mühendisleri Odası, Makine Mühendisleri Odası ve Mimarlar Odası da katılmıştı.
EREN KARDEfi
S
üreyyapaşa Hastanesi, İstanbul Maltepe’de ağaçların arasında büyük bir hastane. Göğüs hastalıkları konusunda uzmanlaşan hastaneye son yıllarda yeni bloklar da yapıldı ve daha büyük bir hastane haline geldi. Temmuzda Süreyyapaşa Hastanesi’nde taşeron şirketin el değiştirmesiyle işçilerin adeta hayatı değişti. Yeni gelen taşeron şirket işçilere, eski şirketten tüm alacaklarını aldıklarına dair ibraname imzalatmaya çalıştı. İbranameyi imzalamayan 3 Dev Sağlık-İş üyesi işçi 14 Temmuz günü işten atıldı. 3 işçinin çıkarılmasından sonra 20 Temmuz günü hastanedeki diğer Dev Sağlık İş üyeleri yemekhane boykotu yaptı. İşten atılan 3 işçi 23 Temmuz günü basın açıklaması yaptı ve hastanenin C Blok önünde çadır kurarak direnişe geçti. Hastanedeki diğer Dev Sağlıkİş üyeleri de basın açıklamasına katılarak direnişteki arkadaşlarına destek verdi. 3 işçi için hastanendeki bütün işçilerin birlikte hareket etmesinin sırrı ise işçilerden Zeki’nin söylediklerinde saklı: ‘Dev Sağlık-İş gece vardiyalarında, nöbetlerde blok blok gezerek örgütlendi, yıllardır yapılan bu çalışmalar artık ürününü vermeye başladı.’ İşçilerin direnişinin 10’uncu gününde İstanbul’daki diğer hastanelerden gelen Dev Sağlık-İş üyelerinin de katılımıyla bir basın açıklaması yapılacaktı. Süreyyapaşa’ya gittiğimde yağmur yağıyordu. Yağmurun şiddetinden yürüyemedim. Bir ağacın altında yağmurun durmasını bekliyordum. O sırada hastanenin taksi durağından bir taksi geldi. Taksiyle B Blok önüne geldiğimizde, taksici uzattığım parayı almadı. ‘İşçilerin direnişine bizim de bir katkımız olsun’ dedi.
Süreyyapaşa Hastanesi’nde işten çıkarılan Dev Sağlık-İş üyeleri direniş çadırı kurdu. Kocaeli Üniversite Hastanesi’nde ise direnişlerini sürdüren Dev Sağlık-İş rektörlükle görüştü Yağmurun biraz hafiflemesini beklerken, işçiler de direnişi anlatmaya başladı. İşyeri temsilcilerinden emektar işçi Baki’nin anlattıkları ise oldukça çarpıcı: “Biz daha önce başhekim ile görüştüğümüzde taşeron işçilerin güvencesiz çalıştığını söyledik. Başhekim de karşılık olarak ‘Siz bizim namusumuz, şerefimizsiniz. Kimse sizi işten çıkaramaz’ dedi. İki ay geçmedi 3 arkadaşımızı işten çıkardı. Başhekim şimdi görüştüğümüzde ne diyecek?” Okmeydanı, Koşuyolu, Taksim gibi hastanelerden gelen taşeron sağlık işçileri yağan yağmura rağmen işçiler yürüyüşe başladı. Başhekimle işten çıkarılan arkadaşları için bir görüşme yapılacağını söyleyen Baki, o
görüşmeye katılacaktı ki başhekim görüşmeyi reddetti. Gerekçesi ise Baki’nin başhekime hakaret etmesi. Başhekimin Baki’yi reddetmesi üzerine Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu da görüşmeye gitmedi. Bunun üzerine eyleme destek vermek için gelen CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal ve DİSK Genel Başkan Yardımcısı Ali Rıza Küçükosmanoğlu başhekim ile görüştü. Görüşmenin ardından yürüyüş devam etti. C Blok önünde işçilerin direniş çadırı önünde gelindi. İşten atılan işçiler yürüyüş kortejini karşıladı. O sırada C Blok’un pencerelerinden hasta yakınları ve hastane çalışanları alkışlarıyla eyleme destek verdi. Bu-
Cerrahpaşa işçisi sendikalı oldu Devrimci Sa¤l›k ‹fl Sendikas›n›n bir süredir, ‹stanbul Üniversitesi hastanelerinde yapt›¤› örgütlenme çal›flmalar› Cerrahpafla Hastanesi’nde düzenlenen toplant› ile devam etti. Cerrahpafla T›p Fakültesi’nde 120 tafleron sa¤l›k iflçisinin kat›ld›¤› toplant›da hastanede yaflanan maafl kesintisi ve mahkeme taraf›ndan onaylanan muvazaa (hileli çal›flt›rma) karar› tart›fl›ld›. 25 Temmuz günü yap›lan
toplant›da, ‹stanbul Üniversitesi hastanelerinde mahkeme kararlar› ile muvazaal› çal›flman›n tescil edildi¤i ve mahkeme taraf›ndan kadrolu çal›flma karar› verildi¤i aktar›ld›. Toplant›n›n ard›ndan iflçiler Dev Sa¤l›k-‹fl’e üye olma karar› ald›. 27 Temmuz günü hastane bahçesinde kurulan sendika masas› ile iflçiler sendikal› olmaya bafllad›. Üyelikler bir hafta boyunca devam etti.
Enerji işçilerinin direnişinde 75. gün B
‘BASKILAR SON BULACAK’ Eyüp Dalboy’un işten atılmasının ardından taşeron çalıştırılan işçiler direnişe geçmişti. Bir yıldan uzun süredir direnen işçiler, taşeron işçilerin kadroya alınması ve yaklaşık 6 aydır üniversitede yaşanan gözaltı, sürgün ve tehditlerin son bulmasını istemişti. Arzu Çerkezoğlu rektörle yaptığı görüşmede bu konuyu da dile getirdi. Rektör, işçilerin üzerindeki baskıların son bulacağını söyledi.
B
ilgisayar Mühendisleri Odası (BMO) açılışı, 4 Ağustos 2012 Cumartesi günü yapıldı. Açılış çok sayıda bilgisayar mühendisinin ve TMMOB'ye bağlı farklı odalarının üyelerinin katılımıyla gerçekleştirildi. Açılışta bilgisayar mühendislerinin 1987 yılından beri süren oda kurma faaliyetleri anlatıldı.
“BEDAŞ’tan atılan işçiler geri alınsın” yazılı pankart kapıya asıldı. Enerji-Sen Genel Başkanı Kamil Kartal burada yaptığı konuşmada, “75 gün boyunca ne kadar barışçıl yol varsa denedik. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve BEDAŞ Genel Müdürlüğü ile görüştük. Çalışma Bakanlığı’ndan 114 işçinin hukuksuz bir biçimde işten atıldığına dair belge aldık” dedi. YEN‹ ALINAN ‹fiÇ‹LERLE KARfiI KARfiIYA GET‹R‹L‹YORUZ İşçilerden Arif İnan da basına bir açıklama yaptı. İnan, taşeron şirketin, iş kanununun 34’üncü maddesini hukuken ve fiilen ihlal ettiğini, 114
enerji işçisini işten attığını ve atılan işçilerin yerine yeni işçilerin alındığını söyledi. İnan, BEDAŞ’ın atılan işçilerle yeni alınan işçileri karşı karşıya getirmek istediğini belirtti. Basın açıklamasının ardından Emeğe Ezgi grubu küçük bir konser verdi. 75 GÜNLÜK D‹REN‹fi Taşeron şirket bünyesinde çalışan Enerji Sen üyesi 114 enerji işçisi, ödenmeyen maaşları için iş bırakınca 75 gün önce işten çıkarılmış, bunun üzerine direniş başlamıştı. BEDAŞ önüne çadır kuran işçiler basın açıklaması ve yürüyüş yapmaktan Boğaz Köprüsü’nün trafiğe kapatmaya kadar militan bir mücadele yürütüyor.
‘Ayda 10 günden az çalışıyorlar deyin’ Film sanatçılarının sigortasız çalıştırıldığı için Oyuncular Sendikası çalışma başlatıp SGK’ye başvurmuştu. SGK’nin müfettişlerini dizi çekimlerine göndermesi üzerine, film yapımcıları çareyi bakana çıkmakta buldu. Bakan,
KOCAEL‹’DE HUKUK‹ KAZANIM Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çalışırken işten atılan Dev Sağlık-İş İşyeri Temsilcisi Eyüp Dalboy için sendika başkanı Arzu Çerkezoğlu rektörle görüştü. Yapılan görüşmede 3 Temmuz günü işe iade kararıyla sonuçlanan mahkeme kararına göre Eyüp Dalboy ve diğer taşeron işçilerin kadroya alınması konuşuldu. Görüşmeden sonra hastane bahçesinde basın açıklaması yapıldı. Açıklamada Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, rektörün taşeron işçi çalıştırmak istemediğini, nisan ayında sonlanacak ihale sonucunda yeni bir ihale yapmayacaklarını söylediğini aktardı.
BMO’nun açılışı yapıldı
BEDAŞ’ta çalışırken ücretlerinin zamanında verilmesini talep eden 114 işçinin işten çıkarılmasının ardından işçiler iki buçuk aydır BEDAŞ önünde direniyor oğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş. (BEDAŞ) işçileri her cuma olduğu gibi eylemlerinin 75’inci gününde yine Galatasaray Meydanı’ndan BEDAŞ Genel Müdürlüğü önüne yürüdü. İşçilerin yürüyüşüne ailelerinin yanı sıra ESM İstanbul Şubesi, Eğitim-Sen 2-4-8 no'lu şubeleri, Devrimci Öğretmen, Halkevleri ve Mücadele Birliği üye ve yöneticileri de destek verdi. İşçiler yürüyüş sırasında ‘Enerjide taşeron ölüm demektir’, ‘BEDAŞ şaşırma sabrımızı taşırma’ sloganlarını attılar. Pankartlarını BEDAŞ kapısı önüne koymak isteyen işçiler polis engeliyle karşılaştı. Kısa süreli arbededen sonra polisler geri adım attı.
rada yapılan basın açıklamasını işten atılan işçilerden Hamdi Azboy okudu. Azboy, taşeron şirketlerin yıllardır çalışma saatleri, yıllık izinler, fazla mesailer gibi işçilerin kazanılmış haklarını gasp ettiğini belirtti. Azboy işe geri dönene kadar mücadeleyi bırakmayacaklarını vurgulayarak konuşmasını tamamladı. Hamdi Azboy’un ardından söz alan Arzu Çerkezoğlu taşeron işçi çalıştırmanın hukuksuz ve haksız bir uygulama olduğunu söyledi. Eylemden sonra işçiler direniş çadırında çay içerek sohbet etti.
yapımcılara ‘Ayda 10 günden az çalışıyorlar’ demelerini öğütledi. Bu şekilde oyuncular kendi primlerini kendileri yatıracak. Yapımcılarsa, bakanın tüyosuna karşılık SGK’ye ‘kamu spotu’ adlı kısa filmler çekecek.
KPSS mağdurları Ankara’da buluştu
T
ürkiye’nin dört bir yanından gelen KPSS mağdurları Ankara’da buluşarak ÖSYM’yi protesto etti. Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu’nun (AYÖP) çağrısıyla yapılan mitinge CHP Milletvekili Hüseyin Aygün, Eğitim-Sen üye ve yöneticileri de destek verdi. Kurtuluş Parkı’ndan başlayan yürüyüş Kolej Meydanı’ndan devam edip Sakarya Meydanı’nda son buldu. Yürüyüşte ‘KPSS iptal Ali Demir istifa’, ‘Atama yoksa isyan var’, ‘KPSS mezara öğretmenler okula’ sloganları atıldı. Sakarya Meydanı’nda AYÖP Ankara Temsilcisi Hasan Basri Ekici bir açıklama yaptı. Ekici, KPSS’de yaşanan skandalın sorumlularının hala bulunmadığını dile getirdi. Ekici, sınavsız, koşulsuz, kadrolu atama ve güvenceli çalışma istediklerini söyledi. Ekici konuşmasının sonunda şu sözleri söyledi:
“Kendinizi aklamanıza bizleri işsizliğe mahkum etmenize izin vermeyeceğiz. Mücadele etmeye devam edeceğiz.” Kanser hastası olan ve ataması yapılmadan ölen Şafak Bay’ın annesi Meryem Bay da eylemde söz aldı. Bay, “Öğretmenlerimizi işsiz bırakanlardan hesap sormak için tüm velileri ve duyarlı insanları bu mücadeleye sahip çıkmaya çağırıyorum” dedi. Eylemde son konuşmayı AYÖP İstanbul Temsilcisi Duygu Semiz yaptı. Miting, KPSS İptal Grubu ve Grup Sur’un müzik dinletileriyle sona erdi.
9
EKONOMİ 9 A¤ustos 2012 / 22 A¤ustos 2012
Halk›n Sesi
Ekmeğimizin üzerinde büyük kumar ENG‹N DURAN
A
BD’de mısır, buğday ve soya başta olmak üzere, gıda fiyatlarında yaşanan hızlı yükselişler “yeni bir gıda krizi” tartışmalarını alevlendirdi. Küresel bir gıda krizi kapıda çünkü dünya piyasalarında mısır, soya, buğday ihracatının yaklaşık yarısını ABD yapıyor. 2008-2009 döneminde de hızla yükselen gıda fiyatları dünya genelinde yaşanan ekonomik krizin yıkıcı etkisini arttırmıştı. F‹YATLAR NEDEN ARTIYOR? Fiyat artışları hem kuraklıkla hem spekülasyonla hem de mısırın bir yakıt türü olan etanol üretiminde kullanılmasıyla açıklanıyor. Kuraklığın en önemli sebebi küresel ısınma. Şirketlerin çıkarları için karbon salınımına karşı önlem alınamaması dünyayı adım adım bir felakete sürüklüyor. Uluslararası
Enerji tekelleri gıdadan yakıt üretiyor, borsadaki spekülasyonlar tekellere kazandırıyor, kar hırsının yarattığı kuraklık halkları açlığa mahkum ediyor
rekabet gereği her ülke kendi kapitalistlerini korumak, onların maliyetlerini arttırmamak ve karlarını azaltmamak için bu konuda önlem almaktan kaçınıyor. Sonuç yükselen sıcaklıklar, kuraklık, artan gıda fiyatları ve açlık oluyor. Fiyat artışının bir diğer nedeni ise enerji tekellerinin mısır tüketimine ortak olması. Tahılların özellikle mısır ve buğdayın araç yakıtları için kullanılması gıda fiyatlarını son dönemlerde olumsuz etkiliyor. Petrolün pahalılaşması nedeniyle artan maliyetler bitkisel yakıtların daha çok üretilmesine ve bitkisel yakıt pazarının giderek genişlemesine neden oluyor. Bu yönelim gıda fiyatları üzerinde ciddi baskı oluşturuyor çünkü gıda için kullanılacak mısır ve buğday otomobil yakıtları için ayrılıyor dolayısıyla gıda için arz sorunu yaşanıyor. Enerji tekelleri bu işten ciddi karlar elde ederlerken, yoksul halklar açlıkla ve ölümle karşı karşıya kalıyor. GIDADA SPEKÜLASYON Gıda fiyatlarının durumunu açıklamak için doğa koşullarında, üretim koşullarında ve talepte yaşanan değişiklikler artık yeterli olmuyor. Çünkü 1991 yılından beri temel besin maddeleri borsalarda önemli bir kar alanı. Gıda alanındaki fonlar ilk defa finansal yatırım tekeli Goldman Sachs tarafından üretildi. Ekonominin giderek finansallaşması eğiliminden gıda üretimi de kaçınılmaz olarak etkilendi. Gıda fiyatlarının üretim koşullarından dolayı artmasını ya da azalmasını bekleyen fon yöneticileri, yatırımlarını henüz fiyat artışı ya da azalışı gerçekleşmeden o fonlara yatırıyorlar. Dolayısıyla ortada henüz fiyat değişimine gerekçe olacak gerçek bir değişim olmamasına rağmen gıda fiyatları fon piyasasında artmaya ya da azalmaya başlıyor. Fon fiyatlarının değişiminden kar sağlayacak yatırımcılar önceden fiyatların değişeceği yönünde raporlar, haberler yaptırarak fonların fiyatlarını spekülatif bir şekilde etkilemeye çalışıyorlar. Yani, mısıra dair
hiçbir şey değişmezken, mısır piyasasında bazı şeyler değişiyor. Nitekim, uzun süredir gıda fiyatları seyri üzerine çalışan New England Karmaşık Sistemler Enstitüsü, 2012 Mart ayında yayımladığı raporda 2012 yılı sonu ve 2013 için gıda fiyatlarının yükselece-
2008 yılında göre dünya ekonomisinin daha çok belirsizlikler taşıması 2013 yılı için ağırlıklı olarak öngörülen gıda fiyatları artışının daha kalıcı ve daha geniş kesimleri etkileyeceğini gösteriyor. KAP‹TAL‹ZM‹N ÇÖZÜMÜ YOK Dünya Bankası Grup Başkanı Jim Yang Kim yaptığı açıklama ile “gıda fiyatlarında hızlı yükselişlerle baş edebilmek için aileler çocuklarını okuldan alıyor, daha ucuz ve daha az besleyici
ğini daha önceden yaptıkları modellere göre tahmin etmişlerdi. Ve tahmini yapan odak güçlü olunca, tahmin de gerçek oldu. DURUM 2008’DEN KÖTÜ Gıdaların insanları değil otomobilleri beslemesi, finansal spekülasyonlar ve tabii ki küresel ısınma nedeniyle yaşanan kuraklıklar… Tüm bunlar birleşince gıda fiyatlarında 2008-2009 döneminde yaşanan yükselişten daha şiddetli bir artış yaşanıyor. Ayrıca 2012 yılının ikinci yarısından sonra yaşanan artışlarda, tüm tahıl gruplarının fiyatları artıyor. Örneğin 2008 yılında sadece mısır ve pirincin fiyatı artarken bu yıl mısır, buğday, soya fasulyesi ve pirinç fiyatları birkaç ay içinde yüzde 50’ler seviyesinde arttı.
gıdalar tüketiliyor bu durum da yaşam boyu sosyal, zihinsel, fiziksel gelişimde yıkıcı etkilere yol açıyor” dedi. Gıda fiyatlarında yaşanan yükselişleri spekülasyonlara bağlayan Yang Kim kısa vadede çözümün olmadığını sadece yardımlarla krizin şiddetini azaltılabileceğini ancak uzun vadede fakir ülkelerde istikrarlı tarım politikaları uygulamasının gerektiğini söyledi. Kısacası Yang Kim, fiyat artışlarının kaynağı olarak spekülasyonu gösterip, sorunu çözme sorumluluğunu “fakir ülkeler”e yıktı. ABD’nin spekülasyon merkezi Wall Street’i hedef alamayan Yang Kim’in reçetesinden yoksulların payına yardımlar, yani hayırseverlik düştü. Peki çözüm ne? Sistemin baş tacı ettiği serbest piyasaya ve kapitalizme mi müdahale edeceğiz, yoksa zenginleri hayırseverlik ruhuyla fakirlere yardım etmeye mi zorlayacağız? Büyük tekellerin ellerinde biriken devasa paralarla, finansta karlı alanlar peşinde koşup halkların yıkımını hazırlarken, önemli olan halkların bu yıkımı, düzenin yıkımına dönüştürüp dönüştüremeyeceği...
Türkiye’de hayvancılık sektöründe kullanılan yemlerin büyük bir bölümü fiyatları hızla artan ithal ürünlerden oluşuyor
SPEKÜLASYON
H
erhangi bir mal ve hizmetin muhtemel fiyat değişiklikleri üzerine tahmin yürütülerek yatırım yapılmasına spekülasyon denir. Örneğin önümüzdeki yıl havuç fiyatının bugüne göre çok artacağını öngören bir kişinin parasını şimdiden havuca yatırması spekülasyondur. Sözlük anlamı olarak sadece bilimsel olmayan, kurgusal bir fiyat değişikliği tahmini olarak geçen spekülasyon, fiyat değişimlerinin olacağı öngörüsü üzerine yatırım yapılmasıdır ancak tahmin edilen ürün için fiyatın istenilen yönde değişmesi için yapılan tüm çalışmalar spekülasyon değil ma-
nipülasyon olarak adlandırılır. Ekonomide finansal işlemlerin ağırlığının artması spekülasyona dayalı paraların benzer yönlere yatırım yapılmasına yol açıyor. Spekülasyonun çokluğu fiyat değişikliklerini etkileyecek düzeye geliyor. Örneğin gıda fiyatlarında artış olacağı yönünde spekülasyonların çoğalması üzerine gıda fonlarına olan yatırımlar artıyor ve gıda fiyatlarında yaşanan artışlar daha fazla oluyor. Spekülasyonun çok olması tahmin edilen fiyat değişiminin daha yüksek ya da düşük olmasına neden oluyor.
Bağımlıysan kaçış yok Dünyada g›da fiyatlar›n›n art›fl e¤ilimine girmesiyle ve g›da krizi tart›flmalar›n›n artmas›yla beraber hükümet ve yandafllar› “bu kriz bizi etkilemez” edebiyat›na bafllad›lar. E¤er Türkiye tar›mda kendi kendine yeten bir ülke olsa bu tespit do¤ru olabilirdi. Ancak g›da ba¤›ml›l›¤› nedeniyle bu temenni bir hayal. En kritik durum da hayvanc›l›k sektöründe yaflanacak. Nitekim ABD Tar›m Bakanl›¤›’ndan Richard Volpe de “Bu fiyat art›fllar›ndan ilk önce
s›¤›r ve tavuk eti, süt, yumurta fiyatlar› etkilenecektir” diyor. Hükümet ve yandafllar› gözden kaç›rmaya çal›flsalar da özellikle büyükbafl hayvanlar, krizin merkezi olan ABD’den gelen m›s›r ve soya ile besleniyorlar. Hayvanc›l›¤›n neoliberal politikalarla çökertilmesi sonucu zaten yurt d›fl›ndan havyan ithalat› yapan Türkiye’nin soya ve m›s›r yemlerinin fiyat art›fllar›ndan etkilenmemesi imkans›z. K›sacas› g›da krizi büyük bir olas›l›kla
Türkiye’yi ilk olarak süt, yumurta ve et ürünlerine gelen zamlarla vuracak. Türkiye’nin y›ll›k 2 milyon ton soya tüketiminin 1 milyon 950 bin tonu ithal ediyor. ‹thal edilen soya, sadece yemde de¤il g›da ve bitkisel ya¤ sektöründe de kullan›l›yor. Haziran ay› bafl›nda tonu 565 dolara ithal edilen Amerika soya fasulyesi 17 Temmuz itibariyle 665 dolara ulaflt›. Soya küspesinin tonu ayn› dönemde 535 dolardan 625 dolara ç›kt›. Yani g›da krizi daha flimdiden
İİhracatta hracatta sert sert fren fren
T
ürkiye’de Ocak-Mart 2012’de iç talebin, bir önceki yıla göre yüzde 1.3 oranında daralmasının ardından büyümenin devam edebilmesi için gözler dış talebe, yani ihracat rakamlarına çevrilmişti. 2012 yılında yüzde 4.5-5 aralığında beklenen büyümenin yarısından fazlasının ihracattan kaynaklanacağı tahmin ediliyordu. Ancak Ağustos ayında açıklanan veriler, ihracatta sert bir düşüş yaşandığını gösterdi. Temmuz ayında toplam ihracat, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 5.5 düşerek 10.8 milyar dolara geriledi. İhracattaki düşüş üç nedene bağlandı: Avro Bölgesi’ndeki kriz, otomotiv sektörünün vites küçültmesi ve TL’nin değerlenmesiyle beraber Türkiye’deki ürünlerin dünya piyasalarında pahalı hale gelmesi. Avrupa’nın Türkiye ihracatındaki payı azalsa da hala tüm ihracatın yarısına yakını AB ülkelerine yapılıyor. Bu ülkede yaşanan kriz, Türkiye’den
alınan mallara olan talebi de olumsuz etkiliyor. Bu durum otomotiv sektörünü olumsuz etkiliyor. Otomotiv endüstrisinin geçen aydaki ihracatı 2011 yılının aynı ayına göre yüzde 22,3 oranında azaldı. Hazır giyim ve konfeksiyon ihracatı ise geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 12 düştü. İhracatçı patronlar Türk Lirası’nın yılbaşından bu yana yüzde 10 değerlenmesinin bu düşüşteki en önemli neden olduğunu söyleyerek Merkez Bankası’nın duruma müdahale etmesini istiyorlar. Dünya ekonomileri krizden çıkış için faiz oranlarını düşürdükçe Türkiye tam bir faiz cenneti haline geldi. Sadece 8 Haziran 20 Temmuz tarihleri arasında dünyanın dört bir yanından Türkiye’nin tahvil-bono piyasasına 7 milyar 340 milyon dolar aktı. Gelen bu sıcak paranın fazlalığı ve yüksek faiz, TL’nin değerli olmasının en önemli nedeni olarak gösteriliyor.
etkisini gösterdi. M›s›rda da durum benzer. Yurtd›fl›ndan yem sektörü ve bitkisel ya¤ imalat› için yaklafl›k 1 milyon ton m›s›r ithal edilecek. M›s›rdaki fiyat art›fl› da hem yem hem de g›da sektörüne olumsuz yans›yacak. Türkiye, kendine yetecek bu¤day› üretiyor görünse de un ihracat› ve makarna sektörü için geçen y›l 4 milyon ton bu¤day ithal etti. Bu sene de ithalat yap›lmamas› imkans›z görünüyor.
Garanti ava giderken avlanıyordu K
uzey Kıbrıs’ın Lefkoşa kentindeki Garanti Bankası'nın şube müdürü Mahmut Karımış , hafta başında bankanın İstanbul'daki genel müdürlüğünden aldığı yaklaşık 7 milyon lira ile sırra kadem bastı. Bunun üzerine Garanti Bankası şu açıklamayı yaptı: "Bankamızın Lefkoşa Şube Müdürü Mahmut Karımış'tan, 24 Temmuz Salı günü, saat 13.15'ten bu yana haber alınamadığını üzülerek bildirmek isteriz. Konuyla ilgili emniyet birimleri bilgilendirilmiştir. En kısa sürede kendisinden haber almayı temenni ediyoruz." Facebook hesabında “Ben artık Havanalıyım” yazarak ortadan kaybolan Karımış’ı yakalamak için polis operasyon başlattı. Havaalanındaki kamera kayıtlarından kullandığı otomobil tespit edildi. Karımış, otomobilin sahibi adına tutulan beş yıldızlı bir otel odasında yakalandı. Buraya kadar basit bir adli vaka
gibi görünen olayın arkasında ciddi bir sır perdesi var. Zira Garanti Bankası Genel Müdürlüğü’nün bir şube müdürüne 7 milyon doları elden vermesi, bankanın bilgisi dahilinde kayıt dışı bir para operasyonuna işaret ediyor. Bu operasyonun nedeninin yüzde 10’luk stopaj maliyetinden kaçmak olabileceği gibi, “kara para” ihtimali de oldukça yüksek. Zira, Kuzey Kıbrıs, Türkiye
kontrgerillasının ve mafyasının kirli işlerini döndürdüğü bir merkez. Şu ya da bu nedenle kayıtsız bir şekilde şube müdürüne 7 milyon doları teslim eden banka, müdürün durumu fırsata çevirmesi karşısında mecbur kalarak kendi operasyonunu ihbar etti. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs hükümetlerinin bu konunun ne derece üstüne gidecekleri merakla bekleniyor.
Bir petrol krizleri eksikti K
rizlerle boğuşan Avrupa Birliği (AB), İran’ın ham petrol ihracatıyla ilgili aldığı yaptırım kararının ardından kendisini köşeye sıkıştırdı. Rusya’nın ardından Venezüella ve Ekvator da İran’a destek verince AB zor durumda kaldı. Özellikle dünya petrolünün yüzde 25’ine yakınını üreteren Venezüella’nın tavrı önemli çünkü petrolün yüzde 13’ünü üreten İran’la alınacak ortak bir kararla petrol arzının kısılması durumunda büyük bir petrol krizi kapıda demek. Ortadoğu
petrollerinin geçişinin sağlandığı Hürmüz boğazını İran’ın kapatma tehdidi ise tam anlamıyla “felaket senaryosu.” 1973 yılında da petrol üreticisi ülkelerin ortak tavrı dünya kapitalizmini altüst eden bir krizi tetiklemişti. Ekim 1973’de Suriye ve Mısır’ın İsrail’le savaşının başlamasının ardından Arap ülkeleri İsrail’e destek veren ABD ve Hollanda gibi ülkelere tepki olarak petrol ambargosu uygulamaya başlamıştı. Petrolün varili 2,59 dolar 11,65 dolara çıkmıştı.
10
KİBELE 26 Temmuz 2012 / 8 A¤ustos 2012
Halk›n Sesi
AKP saldırısı yeni başlıyor AKP yeni anayasasına gerici aile kurumunu koruyacak, kürtajı sınırlandıracak maddelerle hazırlanıyor. Yürürlükteki sezaryen yasası nedeniyle kadınlar ölmeye devam ederken, İspanya’da duyurulan kürtaj düzenlemesi, sorunun krizle karşılaşan muhafazakarların ‘çözümü’ olarak karşımıza çıktığını gösteriyor. Muhafazakarların saldırıları karşısındaysa kadınlar seslerini yükseltiyor, meydan okuyor
‘Başbakan karşıyım demişti’ Halkevci Kad›nlar kad›n› aile içine hapseden ve kürtaj dahil kazan›lm›fl haklar›na müdahale eden AKP’nin yeni sald›r›lar›na karfl› meydan okuyor
A
KP, hazırladığı yeni anayasanın “Ailenin korunması” başlıklı maddesini Uzlaşma Komisyonu’na sundu. Madde, kürtaj için sıkı önlemler iceriyor, doğacak çocukların bakım yükünü tamamen aileye yüklüyor, eşcinsel birliktelikleri, evlilik dışı doğumları dışlıyor. Teklife göre 1982 Anayasası’ndaki “Ailenin korunması ve çocuk hakları” başlıklı bölüm yalnız “Ailenin korunması” haline getiriliyor. Maddenin ilk fıkrasındaki “Aile
Türk toplumunun temelidir” ifadesi “Türk” kelimesi çıkarılmak suretiyle korunuyor. Fıkraya yapılan eklemeyle “Aile ve evlilik kurumu ile annelik ve babalık hakları devletin korunması altındadır” deniyor. Bununla “ailenin korunması” ifadesinin aile bireylerini değil, gerici aile kurumunu kastettiği netleşiyor. Temel Hak ve Ödevler bölümünde geçirilen bu maddede, zorla evlendirilenler, çocuk gelinler, kadınların aile içindeki konumu nedeniyle sahip oldukları sosyal statüleri konularında koruma önlemleri yer almıyor. Toplumsal cinsiyet rolleri
pekiştiriliyor. Ayrıca toplumun temeli olarak gösterilen aile kurumundan yola çıkarak “eşler arası eşitlik” ifadesi kullanılırken, kadın erkek eşitliği söyleminden kaçınılıyor. Maddenin ikinci fıkrasına, doğrudan AKP’nin kürtaja bakış açısı yön veriyor. Devletin “insan neslinin” sağlıklı devamı konusunda gerekli tedbirleri alacağını söyleyen madde, AKP’lilerin son dönemdeki açıklamalarına paralel olarak 1982 Anayasası’nda yer alan devletin “aile planlaması” konusundaki ödevini geçirmiyor. Kürtaj konusunda sıkı
önlemler getirileceği sinyallerini veren fıkrada “Devlet, insan neslinin sağlıklı devamı, çocukların ve gençlerin gelişimi ve maddi ve manevi varlıklarının korunması için gerekli tedbirleri alır” deniyor. Üçüncü fıkra eşcinsel birliktelikler, evlilik dışı çocuklar ve sperm bankası kullanılarak çocuk sahibi olma gibi, heteroseksüel birlikteliğe dayalı, muhafazakar aile yapısına zeval getirecek durumları tümden reddediyor. Maddede “Her çocuğun anne ve babasını bilme ve ebeveynin de çocuklarla ilişkisini sürdürme
hakkı vardır” deniyor. Fıkranın 1982 Anayasası’ndaki karşılığında ise bunun için “çocuğun yüksek yararına açıkça aykırılık olmaması” şartı aranıyor. Maddenin dördüncü ve son kısmı ise çocukların bakımı ve eğitimi için aileye “hak veriyor” ve onu görevlendiriyor. Devlet, yalnızca denetleme görevini üzerine alarak, sorumluluktan tamamıyla sıyrılıyor. Madde, toplumun temel birimi olarak gördüğü aileye yüklediği görevlerle, neoliberal politikaların devamını garanti altına alıyor.
Kriz varsa kürtaja yasak var Krizin oldu¤u yerde muhafazakarlar kad›na sald›r›yor. Uygulad›¤› sermaye yanl›s› kemer s›kma politikalar›n›n ard›ndan, kamuoyu araflt›rmalar›na göre oylar› yüzde 44’ten yüzde 30’a düflen iktidardaki sa¤c› Halk Partisi, kürtaj› tamamen yasaklayacak kanun tasar›s› haz›rlad›. Madrid’de, kazand›klar› haklar›n› savunan binlerce kad›n, sokaklara döküldü. Hükümeti protesto eden kad›nlar “Biz do¤uruyoruz, biz karar veririz” dedi. ‹spanya’da iktidarda bulunan sa¤c› Halk Partisi kürtaj› tamamen yasaklayacak yasa tasar›s› haz›rlad›klar›n› duyurdu. 2009’dan beri 14 haftaya kadar gerekçe göstermeksizin, 22 haftaya kadar annenin sa¤l›¤› tehlikedeyse
ya da anne karn›nda sakatl›k tespit edilirse kürtaj›n serbest oldu¤u ‹spanya’da yasa yürürlü¤e girdi¤i takdirde çocu¤un yaflam hakk›n›n her durumda korunmas› gerekti¤i öne sürülerek kürtaj tamamen yasaklanacak. Türkiye’den sonra, ‹spanya hükümetinin tavr›, muhafazakarlar›n kriz karfl›s›nda tavr›n›n kad›na bedenine ve yaflam›na dönük sald›r› noktas›nda benzediklerini gösteriyor. Kemer s›kma politikalar›n› uygulayan ‹spanya hükümetinin oylar›n›n yüzde 44’ten yüzde 30’a indi¤i düflünülüyor. Ayr›ca yap›lan bir araflt›rmaya göre, hükümetteki Halk Partisi’ne oy verenlerin yüzde 61’i kürtaj›n yasaklanmas›na karfl› olduklar›n› belirtiyor.
Süt izni istedi işten atıldı A
‘Kocasına ailesinin emanetiydi’ A¤r›l› Melek 16 yafl›nda evlendirildi. ‹lk günden itibaren kocas›n›n ve ailesinin fliddetine maruz kalan Melek, evden at›ld›. ‹lk çocu¤unu sokakta do¤urdu. Bebe¤inin ölümünün ard›ndan iki çocuk daha do¤urdu. fiiddetin sürmesi nedeniyle ailesinin köyüne dönmek isteyen Melek kocas›n›n evine geri gönderildi. Uzun süre haber al›namayan Melek yaralar›, gövdesine çekti¤i pozisyonda kilitlenmifl bacaklar›yla tuvalete kapat›lm›fl bir halde bulundu. Hastaneye kald›r›lan Melek, hayat›n› kaybetti. Cenazesini kad›nlar tafl›d›. Olay›n kamuoyunda büyük yank› bulmas› üzerine
aç›klama yapan Aile ve Sosyal Politikalar Bakan› Fatma fiahin gerici, cinsiyetçi aile kurumunu kutsallaflt›ran hükümetini aklamaya çal›flmakla bafllad›: “Sa¤l›k devrimini tamamlam›fl, sosyal devlet olarak gere¤ini yapm›fl bir iktidar olarak…” fiahin aç›klaman›n devam›nda sorunun zihinlerde oldu¤unu vurgulad›. A¤r› Valisi Ali Yerlikaya üzüldü¤ünü anlat›rken, cinsiyetçi fliddet dilini sürdürerek, “Melek kocas›na ailesinin emanetiydi” diye konufltu. Olayla ilgili savc›l›k soruflturma yap›yor, Melek’i fliddet gördü¤ü eve gönderen ailesi ve fliddet uygulayarak ölümüne sebep olan kocas› hala serbest.
ile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na (SHÇEK) bağlı Esenyurt Çocuk Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi’nde çalışan Devrimci Sağlık-İş üyesi Serpil Uçak, süt izni bittikten sonra işten çıkarıldı. Serpil Uçak, doğumun ardından süt iznini iş çıkış saatinden bir buçuk saat önce çıkarak kullanacağını belirttiği işvereninin baskılarına maruz kaldı. Yönetimin, iznini sabah kullanması konusunda baskı uyguladığı Uçak, doğumun 6’ncı ayında Devrimci Sağlık-İş’te örgütlendi. Sendikaya üye olmasından sonra Uçak’ın üzerindeki baskılar arttı. Daha önce temizlik işçilerinin şefi olarak çalışan üniversite mezunu Uçak, çay ocağına alındı ve temizlik işleri yapılması istendi. Süt iznini çok kullandığı söylenerek baskılar artırıldı. Son olarak süt izninin bitmesinin ardından yeni ihaleden sonra Uçak’ın
işine son verildi. Devrimci Sağlık-İş İstanbul Sosyal Hizmetler Müdürlüğü önünde Serpil Uçak için eylem yaparak "Taşerona boyun eğmiyoruz, SHÇEK' de işten çıkarılmalara son!" yazılı pankart açtı. Basın açıklamasında Dev Sağlık-İş Sendikası Genel Sekreteri Gürsel Kaya şunları söyledi: “Kimsesizlerin kimsesi olmaya çalışan SHÇEK, kendi personeline neden bu kadar acımazsızdır? Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Fatma Şahin, ‘Çalışan annelere kreş yardımı yapıyorum’ diyor. Bu göz boyamadır. Başbakanımız 3 tane çocuk isteyecek ama bizim arkadaşlarımızın çocukları olduğu zaman iş verimliliği düştü diye işten atacaklar. Hukusuzluğun altında kalmayacağız.” Serpil Uçak, sendikası Devrimci Sağlık-İş’le birlikte 13 Ağustos itibariyle direnişe geçecek. Sendika, kadın örgütleriyle birlikte, her gün iki saat boyunca kurum önünde uyarı eylemleri yapacak.
Hastanede kürtaj olmak istiyorum
H
ükümetin kürtaj karşıtlığının devamında ortaya attığı sezaryen ısrarı nedeniyle doğum sırasında ve sonrasında pek çok ölüm meydana geliyor. Bir tıbbi müdahale olan sezaryenin yasayla sınırlandırılmasının ardından pek çok hastanede hekimler, sezareyen yerine kadınları normal doğuma yönlendiriyor. Bu zorlamaların sonucunda Şükriye Tuğ ve Arife Kaplan hayatını kaybetti, normal doğum yapan Saniye Süslü ikiz bebeklerinden birini yitirdi. 40 yaşındaki ve yüksek tansiyon hastası Şükriye Tuğ, doğum sırasında iki kez baygınlık geçirmesine rağmen normal doğumda ısrar edildi. Ancak üçüncü kez bayıldığında sezaryene alınan Tuğ, ameliyat bittikten sonra yoğun bakıma alındı ve burada hayatını kabyetti. Konuyla ilgili savcılığa suç duyurusunda bulunan eş Ziya Tuğ, "Normal doğum olacağı ve hiçbir problem olmadığı söylendi. Başbakanımız sezaryene karşı olduğunu söylemişti. Ama işte sezaryen olmadığı için eşimi kaybettim. Bebeğim yoğun bakımda. Onun da hayati tehlikesi var” dedi. İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü konuyla ilgili yaptığı açıklamada, Sağlık Bakanlığı’nın soruşturma başlatılacağını duyurdu. Açıklamada, AKP’nin kadın bedeni üzerinde sürdürdüğü politikaları ve yeni kanun maddesiyle Şükriye Tuğ’un ölümü arasındaki ilişki görmezden gelinerek şu ifadelere yer verildi: “Başlatılan soruşturmanın sonucu beklenmeden, hasta yakınlarının tek taraflı beyanlarından yola çıkılarak konunun sezeryan-normal doğum tartışmasına dönüştürülerek hekimleri yargılayıcı şekilde verilmesi habercilik etiği ile bağdaşmamaktadır.” Olayla ilgili haber yapan Zaman gazetesi, sorumluyu hastane yönetimi olarak işaret ettiği haberde, spotuna morgun arızalı olmasını aldı ve Tuğ’un yakınlarının bu duruma karşı isyan ettiğini vurguladı. Gazete, öncelikle normal doğum ısrarı nedeniyle bir kadının hayatını kaybetmesini değil, morgun arızalı olmasının haberini yaptı.
‘İşke n c e ci y i t a nıy o ru z’ ‹flkenceden hüküm giyen Selim Ay terörle mücadeleden sorumlu ‹stanbul Emniyet Müdür Yard›mc›l›¤› görevine atand›. Kad›n örgütleri ‘‹flkenceciyi tan›yoruz’ diyerek bir eylem gerçeklefltirdi. Selim Ay görevdeyken iflkence gören Sosyalist Kad›n Meclisi sözcüsü Birsen Kaya, ‘Biz buraya ‹stanbul Emniyet Müdürlü¤ü’nün karanl›k dehlizlerinde iflkenceye maruz kalanlar›n, kaybedilenlerin sesi kaybolmas›n diye geldik’ dedi
Sessiz kalma, işsiz kalma T
ürk Hava Yolları (THY) işçisi kadınlar 305 işçinin işten atılmasının ardından süren direnişin 68’inci gününde Taksim THY Bürosu önünde eylem yaptı. THY’de işten atılan kadınlar adına açıklama yapan Dilek Gözüyılmaz, “Biz THY işçisi kadınlar olarak sorunlarımızdan bahsettiğimiz zaman, işveren ‘Sizlere çok para veriliyor’ diyor. Peki soruyorum, aldığımız paranın karşılığını bizleri işten atarak, grev yasağı koyarak mı veriyorsunuz?” dedi. Gözüyılmaz sözlerini şu şekilde tamamladı: “AKP’nin işçiyi yok sayan gerici,
faşist politikalarına boyun eğmeyeceğiz.” ‘GREV HAYAT‹ ÖNEME SAH‹P’ Sendikal Güç Birliği Platformu Kadın Koordinasyonu’ndan TÜMTİS üyesi Emel Türker, grev hakkının havayolu işçileri için hayati öneme sahip olduğunu vurguladı. Türker, “THY emekçisi kadınlar grev hakkı istiyorlar, çünkü yüksek basınca maruz kaldıkları için iç organlarında sarkmalar oluşuyor. Rahim sarkması nedeniyle kadınlar anne olamıyorlar. Maruz kaldıkları kozmik radyasyon göğüs kanserine,
rahim kanserine neden oluyor” diyerek THY emekçisi kadınların iş hastalıklarına dikkat çekti. Eylemde ‘Sessiz kalma, sen de işsiz kalma’, ‘Kadınlar burada THY nerede’, ‘Sendika hakkımız grev silahımız’ gibi sloganlar atıldı. Eyleme destek veren kurumlar şunlar: DİSK, TMMOB, Halkevleri, CHP, EMEP, TKP, ÖDP, DİP, İP ve SDP’li kadınlar, İlerici Kadınlar Dayanışma Derneği, Gökkuşağı Kadın Derneği, İmece Kadın Sendikası, KEİG Platformu ve Sosyalist Kadın Meclisleri.
11
YÜZ YÜZE 9 Ağustos 2012 / 22 Ağustos 2012
‘Bakanlığa değil, projeye katıldım’
Halk›n Sesi
Suriye Ulusal Uzlaşma Bakanı Ali Haydar, bağımsız halk muhalefeti saflarından gelerek hükümete katıldı. Suriye’de halk hareketi patlak verdikten sonra, Ulusal Sosyal Parti’nin başkanı olarak bazı sol örgütlerle birlikte Suriye Reform ve Kurtuluş Cephesi’ni kurmuş, Türkiye’ye düzenledikleri bir ziyarette de destek istemişlerdi. Daha sonra seçimlerin ve müzakerelerin ardından muhalefetle iktidar
arasında diyalog sağlamak için hükümete katıldı. Haydar, iyimser olmakla birlikte “Suriye’nin bir volkanın üzerinde bulunduğuna” inanıyor. Silahlı muhalefetle temas halinde olunduğunu ve “bakanlığa değil, bir projeye katıldığını” söylüyor. Haydar’a göre iki taraf açısından da silahla kazanmak mümkün değil. Ya diyalog ve uzlaşma olacak ya da Lübnan’daki gibi sonu gelmez bir iç savaş…
S‹LAHLI MÜCADELE ‹K‹ TARAF AÇISINDAN DA KISA VADEDE ÇÖZÜM SA⁄LAMAYACAK
On yıllarca sürebilir bu savaş H S er iki tarafın da aşırı uçları var. Rejimde de aşırılar var, iç ve dıç muhalefette de aşırılar var. Rejimde de muhalefette de olsa bütün aşırılarla çatışacağız
iyasi bir çözüm için tek gereç diyalogdur ama bu ise yabancı müdahaleyi, şiddeti reddetmekten ve şiddeti haklı göstermeyi reddetmekten geçer
Şam’a tutuklanma ya da başka korkularla gelemediklerini söyleyenlere diyorum ki, onların güvenliğinden kişisel olarak ben sorumlu olacağım. Onlarla Beyrut’ta da buluşmaya razıyım. Beyrut’a herkes gelebilir. Herkes Lübnan’da güvenliğinin garanti edileceğini itiraf ediyor. Diyaloğa girelim ondan sonra ne yapacağımızı kararlaştıralım.
Rıdvan Murtaza: Ne oluyor Suriye’de bugünlerde? Ali Haydar: Durum, gerçekte bir buçuk yıl önce başlayan bir krizin devamıdır. Bu da Suriye’nin yaşamının tüm kademelerini içeren derin ve kapsamlı bir krizdir. Bu krizin son şekli ya da son bölümü, hayatlara mal olan ve çok kan döken bir sürekli şiddet şeklindedir. Bu genel bakış. Ayrıntılara girersek kriz yıllar önceye gider. Kimse sorunu ya da bu sorunun safhalarından birini çözemedi ve geriye, Suriye’ye, sadece hatalar ve zayıflıklar bıraktı. Bu ise sokaklarda halktan destek gören, şiddet taşımayan ve haklı talepleri olan bir harekete öncülük yaptı. Ancak yabancı projelerin temsilcileri krizin gidişatına müdahale etme fırsatını bulabildiler. Bunlar, Suriye gençliğinin heyecanını ve azmini olduğu kadar onların haklı taleplerini de istismar ederek siyasi harekete bir şiddet görünümü vermek istediler. Gençlik, barışçıl, sakin kalmalı ve öteki tarafın uyguladığı şiddetten etkilenmemeliydi. Suriye muhalefetinin yeni hükümette iki bakanı var, siz ve Kadri Cemil. Sizce bu yeterli mi? Tabii ki değil. Aylardır talep ettiğimiz ulusal uzlaşma hükümetinin bu olmadığını söyleyip durduk. Ama içinde bulunduğumuz durumda ve muhalefetin içindeki muhalefetin böyle bir hükümete katılmaya karşı olması yüzünden bundan daha iyisi olamazdı. Şunu da belirteyim ki konu [yeni hükümet] hakkında çok kaygılarımız var. Biz bunun Suriye’de gerçek bir siyasi sürecin kapılarını açarak Suriye halkının taleplerini karşılamak yönünde bir ileri adım olduğuna inanıyoruz. Ama öte yandan, bu bir sayı işlemi ve iki bakan almak sorunu değildir. Ayrıntılara inecek olursak, hükümete katılmaya karar veren iç muhalefete verilen bu iki konum çok önemlidir. Bu koşullar altında, yani, Baas’ın parlamentoyu açıkça kontrolü altında tutması durumunda, parlamento seçimlerinin söz verilen reformu yerine getirdiği söylenebilir mi? Daha seçimlerden bile önce, biz tüm sürecin, özellikle de bunun siyasi reform sürecinin bir ana yapısı olması nedeniyle ertelenmesini talep ettik. Aynı zamanda anayasa referandumunun da bildiğimiz kadarıyla olgunlaşmadığı için daha fazla araştırma yapılması isteğiyle ertelenmesini istedik. Ama anayasal bir boşluğa düşmemek için gene de seçimlere katıldık. Herkes biliyor ki yeni anayasa sonsuza kadar ertelenemeyecek yeni tarihler kesmiş durumda. Gene de sadece seçim tarihi üzerinde değil, ama bunun nasıl işleme sokulacağı konusunda da başka fikirlerimizi söyledik. Hatırlanmalı ki, yüksek mahkeme önünde seçimleri sorgulayan, iptalini isteyen ve tamamen geçersizliğini talep edenler bizlerdik. Gözlemciler sizin yeni kurulan Ulusal Uzlaşma Bakanlığı’na atanmanızı hayretle karşıladılar. Bu nasıl oldu ve neden bu mevki? Yeni hükümetin kurulma aşamasındaki konuşmaların başında Başbakan Riyad Hicap’la buluştuk. O atanmayı tartışmak istiyordu. Bizim yanıtımızsa yapıya
Öğrendiğimize göre silahlı gruplarla temaslara başlamışsınız. Neler olduğunu bize söyleyebilir misiniz? Gerçektir. Çoğu yerlerdeki silahlı gruplarla temas kurmaya başladık. Ancak somut bir şeye varmadan hiçbir şey ilan etmeyeceğiz. Bazıları silahlarını teslim etmişlerdi ama sayıları çok azdı ve bu basında yer almadı. Bugün ülkede geniş katılımları bulunan büyük gruplara ulaşabilecek büyük projelerle uğraşıyoruz. Eğer bu başarılı olursa, sokaktaki silahlı harekette niteliksel bir degişim olması demektir.
bakılması yönündeydi. Yani, nasıl kurulacak ve kimler katılacak sorununu konuşmak istiyorduk. Biz başta hükümetin eylem planı, bakanların görev amaçları ve bakanlık yetkileri sorunlarının yanıtlanması gerektiğini savunduk. Bizim şartımız bunun kuruluştan önce yapılmasıydı. Buna dayanarak ve çeşitli tartışmalardan sonra beş kez toplandık. Bu zaman zarfında hükümetin programının ana başlığının hiçbir tarafın ötekini yenemeyeceği inancıyla ulusal uzlaşma olması fikri önerildi. Hiç kimsenin ötekini yenik düşürmek yanılsaması olmamalıydı. Krize siyasi bir çözüm bulmadan ordu ortalığı tamamen temizleyip silahlı ayaklanmayı sona erdiremez. Ayaklananlar da aynı durumdalar. Savaş bir şeyi çözmeyecek. Ne bir ayda, ne bir yılda; asla. On yıllarca sürebilir bu savaş, aynı Lübnan iç savaşında olduğu gibi. Neden şiddet ve karşı siddete girişiyoruz ki? Suriye krizden bir uzlaşma olmadan çıkamaz. Krize giren her ülkede olduğu gibi, ulusal diyalog masasında uzlaşmayla bu iş bitmeli. Buraya varabilmek için neden yıllarca beklemeliyiz? Kurbanların sayısı yüz bini geçene kadar mı beklemeliyiz? Neden Suriye mahvedilinceye kadar, Suriye Poundu Lübnan Lirasının değerine ininceye kadar beklemeliyiz? Sonunda nasıl
Bazı Suriyelilerin başka bazı Suriyelilere karşı zafer kazanması diye bir şey olamaz. Zafer Suriyelilerin kendilerinden gelecektir... olsa oturup konuşacağımıza göre, neden bekliyoruz ki? Bizim projemiz, binlerce kurban verilmeden önce çözüme ivme katmak. Bu uzlaşmayı sağlayacak bir programınız var mı? Çözüm aradığımız bir dizi sorun var. Ama bunlar içindeki en önemlileri kaybolanlar ve tutuklular, yerinden edilenlerin evlerine dönmesi ve yeniden yapılanma. Lübnan, Türkiye ve Ürdün’deki mültecilerle ilgili çok kapsamlı bir dosyanın hazırlık çalışmasına başladım. Bütün durumlarda, hatta eline silah almış olanları da kapsayacak onurlu bir dönüş ortamı
hazırlama çalışmalarındayım. Onlarla temas kurduğumu da bu arada söylemeliyim. Benim kapım herkese açıktır. Kimsenin alçaltılmasını, yenilmesini ya da utanmasını istemiyorum. Silahlarını teslim etmek isteyenlerin bu tür mücadelenin gelecekte çalışmayacağına inanması gerekir. Amaçlarına ulaştıracak bambaşka bir mücadele biçiminin var olduğuna inanmalarını istiyorum. Sizin kişisel uzlaşma projeniz rejiminkiyle bağdaşıyor mu? Rejimle ayrılığımız olabilecek yerler var. Ama rejim deyince tek bir gövdededen bahsetmediğimizi söylemek isterim. Her iki tarafın da aşırı uçları var. Rejimde de aşırılar var, iç ve dıç muhalefette de aşırılar var. Bizim bugünkü projemiz, rejimde de muhalefette de olsa bütün aşırılarla çatışacaktır. Bizim projemiz, temel olarak, bütün var olan yapılanmaları kıracak, kim olursa olsunlar, bütün aşırıları izole edecek bir ulusal proje için çevreyi hazırlamaktır. Dışarıdaki Suriye muhalefetiyle temasları siz mi başlattınız? Benim kapılarım açıktır. Ben dolaylı temasları başlattım. Dolaylı ilişkilerle ve medya aracılığıya bakanlığımın herkesle buluşup haberleşmeye kapılarının açık olduğu mesajını gönderiyorum.
Karşıt görüşlüler sizinle nasıl irtibata geçebilir? İşte benim numaram: 00963933262877. Bu numarayı hatta televizyonda, canlı yayında yayılması için de söyledim. Günde binden fazla telefon alıyorum. Telefona yanıt vermesi için bir adam tuttum. Bu hafta bakanlığın karargahı olacak yeni bir binaya taşınıyoruz. Hala ne bir binamız ne de çalışanlarımız var. Bana çalışanların hepsi Suriye Ulusal Sosyal Partisi’nden yoldaşlar. Bize ulaşmak isteyenler için de bir internet sitesi yapıyoruz. Yakında faks ve telefonlarımız da olacak. Krizden nasıl bir çıkış görüyorsunuz? Her şeyden önce, ötekileri tanımalıyız. Her taraf birbirini tanımalı. Kendilerinin tek meşru temsilci olduğunu ve ötekilerin hain ve işbirlikçi olduğunu söyleyen hiçbir taraf kalmamalı. Krizin Suriyeli olduğunu ve çözümün de Suriyeli olması gerektiğini itiraf etmeliyiz. Bu kriz tamamen ve derinlemesine siyasidir, bu yüzden çözüm de siyasi olmalıdır, askeri değil. Siyasi bir çözüm için tek gereç diyalogdur ama bu ise temelde yabancı müdahaleyi, şiddeti reddetmekten ve şiddeti haklı göstermeyi reddetmekten geçer. Suriye bir volkanın tepesinde bulunmaktadır. Kriz yüzeysel değil derindir. Bu savaşta hiçbir Suriyeli taraf kendilerinin tek başlarına muzaffer çıkacaklarına inanmamalıdır. Suriyelilerin Suriyelilere karşı zafer kazanmaları diye bir şey olamaz. Zafer Suriyelilerin kendilerinden gelecektir. Bu röportaj, Rıdvan Murtaza tarafından Al Akhbar gazetesi için yapılmıştır. Çeviri: Halkın Sesi.
Rejimle de muhalefetle de dertli
B
aşkanı olduğu Suriye Ulusal Sosyal Partisi ile bağımsız halk muhalefetinden yana tavır aldıktan sonra Beşar Esad yönetimi ile müzakere ederek, hükümete katılan Ali Haydar, kendisine hain denmesine şaşırıyor. Çünkü aynı zamanda rejime dönük eleştirilerini sürdürüyor ve çatışmalarda tek taraflı olarak muhalefetin suçlanamayacağını belirtiyor. Üstelik Ali Haydar’ın oğlu yakın zamanda öldürüldü ve
failler henüz net olmamakla birlikte rejim de bu cinayetten suçlanıyor. “Nasıl olur da hem beni ihanetle suçlarlar ve aynı zamanda rejimi benim oğlumu öldürmekle suçlarlar?” diye soruyor. Oğlu İsmail’in suikastının araştırması sonuçlanmadan karara varmak istemiyor. Ancak bu operasyonun, öldürüleceklerin listesini yapan bölgedeki bir ülkenin kontrolü altında olduğuna inanıyor. Oğlu da bu listede yer alanlardan birisiydi.
Müzakereyi reddetmeyiz
D
ış muhalefet sizi bazı anlaşmazlıklar yüzünden ihanetle suçluyor. Nedir bu anlaşmazlıklar? Bizim tüm dış muhalefetle anlaşmazlığımız iki konu üzerinedir. Muhalefetin bir bölümü hükümetle tam bir ayrılış istiyor. Hatırlayalım ki bu slogan bazı muhaliflerce 2005’te ortaya atılmıştı. Hükümetin elinin kanlı olduğuna dayanarak hükümetle müzakerelere karşı çıkıyorlardı. Biz bu çağrıya karşı çıkıyoruz çünkü rejimle ayrılış onun halk tabanından da ayrılışını getirir. İkinci konuysa rejimin yapısını içten değiştirmek için uluslararası değişkenleri kullanmak isteyenlerdir. Bu ise yabancı müdahalenin kabulü anlamına gelir. Bu iki konu da, ABD’nin Irak’a girişi sırasında, 2005’te ortaya atılmıştı. Bunlar, muhalefetin değişik taraflarına gönderilen yanlış mesaj yüzünden ortaya çıkmış olabilir ama bunlar daha sonra rejimle diyaloğun sona ermesine katkıda bulundu. Halkın Sesi’nin notu: Yurtdışındaki muhaliflerin bir kısmı rejimin eski sadık unsurları iken 2005’te olası ABD-İsrail saldırısını hesaba katarak, Batı’da görücüye çıkan eskimiş ve iç desteği bulunmayan Suriyeliler. Bugün yine olası bir dış müdahalede rol kapmaya çalışıyorlar.
Silahlar nasıl susacak?
P
eki, Suriye’da sokakta silahlı muhalefet savaşçılarına ne diyorsunuz? Onları silahlarını bırakmaya nasıl ikna edeceksiniz? En önce kimdir bu muhalefet savaşçıları? Silah taşıyan herkesin bir projesi yok. Silah taşıyanları birbirinden ayırt etmeliyiz. Bazıları evlerini korumak, ötekiler intikam için silahlandılar. Bazıları halkın barışçıl hareketini ancak bu silahlarla koruyabileceklerine inandıkları için silahlanmaya başvurdular. Sonra bir de alet olanlar var. Dört tip arasındaki farkı görmemiz gerekir. İlk iki grupla anlaşmaya varmak kolay. Üçüncü tipin sorunları muhalefetin taleplerini karşılayacak siyasi sürecin başlangıcında çözülecektir. Alet olanlar ise, ki bunlar her yerde ve her zaman bulunabilirler, herkesin sorumluluğu olacaklardır.
12
DOSYA 9 A¤ustos 2012 / 22 A¤ustos 2012
Halk›n Sesi
Parasız eğitim A KP’nin harcı değil ayan Harçları kaldıracağını açıkl AKP, üniversitede yeni bir ne “finans modeli” arayışı içi girdi. AKP, “Harçları la kaldıracağız” açıklamalarıy piyasalaştırma hamlelerini nü gizlemeye çalışsa da kökü e ve harçlara, müşterileştirmey piyasalaştırmaya karşı mücadeleden alan gençlik ını hareketi, AKP’nin yalanlar yutmayacak!
A K P ’ N ‹ N
Paralı eğitim sadece harçlar mı demek? Tayyip Erdoğan’ın ‘harçları kaldıracağız’ açıklamasının arkasında ne AKP’nin lütfu ne de kendiliğinden gelişen bir durum var. Erdoğan’a bu açıklamayı yapmak zorunda bırakan güç, parasız eğitim mücadelesini kesintisiz sürdüren gençlik hareketidir
‘ P A R A S I Z
Üniversitelilerin harçlara karşı dinamik muhalefeti AKP iktidarını harç politikasında yeni arayışlara itti. AKP, üniversitelileri daha fazla müşterileştirmek için yeni paralı eğitim mekanizmaları geliştirme çabasına girişti
Ü N ‹ V E R S ‹ T E ’
O Y U N U
Kaşıkla verip kepçeyle alma U⁄UR GÜMÜfiKAYA
Ü
niversitelerdeki yeni ticarileştirme dalgasının startı, AKP MYK’sında Tayyip Erdoğan’ın ‘harçlar kaldırılsın’ talimatı ile verildi. AKP tarafından harçların kaldırılacağına dair çalışma başlatıldığı açıklandı. AKP’nin bu açıklaması Star gazetesi aracılığıyla “Parasız üniversite gerçek oluyor”, “Harçlar kaldırılacak” propagandası ile kamuoyuna servis edildi. Üniversitelilerin parasız eğitim eylemlerini her fırsatta hedef gösteren AKP medyasının kalemşörleri bir anda parasız eğitim savunucusu kesiliverdi. Bu süreçte AKP’liler ve medya tarafından harçların kaldırılması ile parasız eğitimin gerçekleşeceği ve üniversitelerdeki tüm sorunların ortadan kalkacağı algısı özenle yaratılmaya çalışıldı. AKP üzerini örtmeye çalışsa da üniversitelerdeki paralı eğitim uygulamalarının harçlarla sınırlı olmadığı bir gerçek. Bu noktada “eğitim hakkı”nın üniversite öğrenimi sürecinde ihtiyaç duyulan barınma, sağlık, beslenme, ulaşım, akademik ihtiyaçlar, kültürelsosyal aktiviteler gibi topyekün bir anlam taşıdığı hatırlanırsa basit bir ifade ile parasız eğitimin sadece harç uygulamasına sıkıştırılamayacağı söylenebilir. PARALI E⁄‹T‹M SADECE HARÇLAR DE⁄‹L Üniversitelerdeki ilk paralı eğitim uygulaması harçlar oldu. Buna bağlı olarak gençlik hareketinin paralı eğitim karşısındaki mücadelesi “Harçlara hayır!”sloganı ile simgeleşti; ancak gençlik hareketinin parasız eğitim mücadelesi sadece harçlara sınırlı olmadı. Üniversiteliler, üniversite içindeki hiz-
metlerin ve eğitim sürecinde olmazsa olmaz ulaşım, barınma gibi çeşitli alanların paralılaştırılmasına karşı eylemlerini “parasız eğitim” mücadelesi içerisinde sürdürdü. Bu noktada üniversite yönetimleri eğitimi piyasaya açmak için üniversitelerdeki her alanı paralı hale getirdi. Yemekhaneler özelleştirildi. İnternet ve bilgisayar kullanımı paralı hale getirildi. Yaz okulu uygulaması başlatılarak öğrencilerin müşterileştirme süreci ilerletildi. Üniversite içerisinde paralı yurtlar açıldı. Bunların beraberinde son yıllarda kamu üniversitelerinde paralı bölümler açıldı. Eğitimi bir meta
olarak pazara sunmaya çalışan üniversiteler bu bölümler üzerinden büyük karlar elde etmeye çalışıyor. Örneğin İTÜ. Uyguladığı SUNY programıyla (yurtdışı üniversiteleriyle anlaşmalı çift diploma programı) sadece bir öğrenci üzerinden yıllık 12-16 bin dolar arasında para kazanıyor. ODTÜ’nün MBA (İşletme Yönetimi Mastırı) programından aldığı yıllık para 15 bin dolar. Bu örnekleri çoğaltma mümkün. Sadece bu örnekler bile eğitimin paralılaştırılmasının tek başına yükseköğretim harçlarına indirgenemeyeceğini ve paralı eğitimin daha geniş kapsamlı bir uygulama olduğunu gösteriyor.
1995 Harçlara karşı 2012kesintisiz mücadele
(Bilgiler, Kolektifler’in “2012 Paralı Eğitim Raporu”ndan alınmıştır.)
enin, ‘Üniversitelerimizi sermay bahgericiliğin ve AKP’nin arka yasaya çesine çevirmek isteyen akışına karşı duracağız. Tarihin çalışmüdahale edebilmek için ’ malarımıza başladık bile
Üniversitelilerin parasız eğitim mücadelesi ‘Harçlara hayır!’ sloganı ile simgeleşti. Mücadelenin temelinde Öğrenci Koordinasyonu’nun başlattığı, Öğrenci Kolektifleri’nin sürdürdüğü etkili muhalefet var
‘Tarihin akışını bozacağız’
H
arçlara karşı mücadele gençlik hareketinin yıllardır sürdürdüğü parasız eğitim mücadelesinin içerisinde yer almış ve simgeleşti. İlk defa 198485 öğrenim döneminde küçük miktarda alınmaya başlanan harçlara 1995 yaz döneminde yüzde 350’ye varan zamlar yapılmış ve üniversitelilerin ilk harç karşıtı kitlesel mücadelesi bu dönemde başlamıştı. Öğrenci Koordinasyonu ile hareket eden üniversiteliler parasız eğitim talebi ile harçlara karşı ülkenin her yanında imza topladı ve üniversitelerde bir dizi eylem örgütledi. Harçların kaldırılması için kitlesel eylemler düzenleyen üniversiteliler 1996 Şubat ayında İstanbul Üniversitesi’ni işgal etti. Aynı gün Öğrenci Koordinasyonu’ndan öğrenciler TBMM locasında ‘Harçlara Hayır’ pankartını açarak üniversitelilerin paralı eğitim sorununu militan bir eylemle meclise taşıdı. Öğrenci Koordinasyonu’nun harçlar karşısındaki parasız eğitim mücadelesi üniversitelerdeki piyasalaştırma politikalarının geciktirilmesini sağlayarak üniversitelilerin harç-
Ö⁄RENC‹LER‹N SORUNLARI BÜYÜK VE YAKICI Öğrencilerin eğitim hayatını idame ettirebilmeleri, eğitim hakkına ulaşabilmeleri için barınma, ulaşım, beslenme, akademik ihtiyaçlar gibi temel hizmetlerden sağlıklı bir biçimde yararlanabilmeleri gerekiyor. Ancak bu alanların bütünü şu an paralı halde. Örneğin KTÜ Makine Mühendisliği’nde okuyan bir öğrencinin kiralık evde kalması durumunda bir dönemlik barınma masrafı toplam 1.440 lira. İTÜ’de mimarlık bölümünde okuyan bir öğrencinin dönemlik ulaşım masra-
fı 229 lira. Hacettepe Diş Hekimliği Fakültesi’ndeki bir öğrencinin dönemlik akademik harcaması 1.100 lira. Anadolu Üniversitesi’nde okuyan bir öğrencinin dönemlik beslenme masrafı 1.080 lira. Bu harcamalar içerisinde öğrencinin ödediği harç miktarı oldukça küçük bir oranda kalıyor. Üniversiteliler paralı eğitim uygulamalarındaki asıl yıkımı harç uygulaması üzerinden değil öğrenim hayatının devam ettirilmesi için gerekli olan hizmetlerin paralı hale getirilmesi üzerinden yaşıyor. Parasız eğitim için üniversitelilerin bu sorunlarının olmaması gerekiyor. Ülkemizde 2.5 milyonun üzerinde örgün öğrenim gören üniversite öğrencisi olmasına rağmen devlet yurtlarının ülke genelindeki kapasitesi 250 binin altında. Ulaşımın paralı olması üniversitelilerin yaşadığı en temel sorunlar arasında. Eğitimin ticarileştirilmesi sürecini derinleştiren bu durumu, tüm üniversiteliler yakıcı biçimlerde yaşıyor. Sonuç olarak, harçlar paralı eğitimin önemli bir basamağı olmakla birlikte tamamını ifade etmiyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın “harçların kaldırılması”na yönelik vaatleri, harçları kaldırmadığı gibi paralı eğitime de son vermiyor. Parasız eğitim için harçlar koşulsuz olarak kaldırılmalı, eğitim hakkının ayrılmaz parçası olan barınma, sağlık, beslenme, ulaşım, akademik ihtiyaçlar ve sosyal-kültürel aktiviteler parasız olmalı.
B
Ö¤renci Koordinasyonu 1996 y›l›nda TBMM’de ‘Harçlara Hay›r’ pankart› açm›flt›
lara karşı mücadelesinde önemli bir direniş deneyimi yarattı. YEN‹ P‹YASALAfiTIRMA HAMLELER‹ YEN‹ EYLEMLER Üniversitelilerin fiili meşru militan tepkileri sayesinde yıllarca harçlara büyük oranlı zamlar yapılamadı. Yükseköğretimin harçlar aracılığı ile ticarileştirilmesi AKP iktidarı döneminde yeni bir boyut kazandı. Eski YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan 7 Ocak 2008’de “üniversiteleri paralı yapalım” açıklamasında bulundu. 2009 yılı temmuz ayında YÖK örgün öğretimler için yüzde 8, ikinci öğretimler için yüzde 500’e varan oranda zam yapmak istedi. Öğ-
renci Kolektifleri’nin yaz aylarında harçlara karşı sürdürdüğü etkili muhalefet sonucunda AKP iktidarı geri adım atarak zamları geri çekmek zorunda kaldı. 2009’da başarılamayan harç zamları farklı bir yöntemle 2011 yılında yeniden hayata geçirilmeye çalışıldı. Gizli harç zammı olarak gündeme gelen “kredi başına ücretlendirme” uygulaması ile AKP iktidarı yeni bir paralılaştırma adımı atmaya çalıştı. Harçlara doğrudan zam yapamayan siyasi iktidar farklı yöntemler denese de yine başarılı olamadı. 2011-2012 öğretim yılı başındaki tepkiler nedeniyle gizli harç zammından vazgeçildi.
aşbakan Erdoğan’ın “Harçları kaldıracağız” açıklaması üzerine Öğrenci Kolektifleri Yürütme Kurulu Üyesi Ali Emre Mazlumoğlu ile konuştuk. Bu açıklamalarla ilgili ne düşünüyorsunuz? Ali Emre Mazlumoğlu: Aslında bu ciddi bir oyuna işaret ediyor. Özellikle YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya ile birlikte yeni bir dönemi tarif eden AKP, yükseköğretim alanını topyekün yeniden dizayn etme peşinde. Yapılacak yeni reformlarla, neoliberalizmle tam uyumlu üniversite modeli yaratmak istiyorlar. Amaçlardan biri öğrenim giderlerinin tamamının öğrencilerden alınması üzerine. Yani harçları tanımlayan “katkı payı” kalkıyor; ancak, öğrencilerin ömür boyu borçlandırılmasını hedefleyen kredilendirme sistemi geliyor. Bu şekilde bütün masraflar öğrencinin üzerine yıkılacak. Bir süredir medyada “Parasız üniversite geliyor” gibi başlıklara yer veriliyor. Sizce parasız eğitim sadece harçlarla mı ilgilidir? A.E.M: Tayyip Erdoğan’a bakılırsa parasız üniversite deyince sadece harçları kastettiği anlaşılıyor. Ancak yıllardır öğrenci hareketinin “parasız eğitim” olarak üzerinde durduğu şey sadece harçlar değildir. Öğrenim süresi boyunca ulaşım, beslenme, barınma, sağlık, kültür-sanat gibi temel hakların da parasız karşılanması gerekmektedir. Bu başlıkların tamamı eğitim
hakkının bütünleyen parçalarıdır ve parasız olmalıdır. Zaten öğrencilerin yıllardır bu konulara dair önemli eylem pratikleri var. Öğrenci Kolektifleri Araştırma Birimi’nin Paralı Eğitim Raporu’nda harç gideri öğrenci masrafları içerisinde asgari harcama oranında bile sadece yüzde 10’luk bir dilim kaplıyor. ‘YÖK Reformu’ dediniz, bunun hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz? A.E.M: Büyük bir gündem olmamakla birlikte medyada sıklıkla reformla ilgili haberleri görmek mümkün. Bunu en ciddi biçimde Ali Babacan dile getirdi. Katıldığı bir iftar yemeğinde, “Ekonomik hedeflerimize ulaşmak için reformlara devam etmeliyiz. Bunun başında da eğitim alanı geliyor” dedi. Yani AKP’nin önümüzdeki dönem ekonomi politikalarının merkezinde eğitim bulunuyor. Bunun için, başbakanın rektörler toplantılarından YÖK’ün bölge toplantılarına, TÜSİAD raporlarına kadar uzanan bir süreç tamamlandı. Reform, 1 Eylül’de tartışmaya açılıp sonbaharda meclise gelecek. Tabii ki biz Kolektifler olarak üniversitelerimizi sermayenin, gericiliğin, AKP’nin arka bahçesine çevirmek isteyen bu yasaya karşı duracağız. Önümüzdeki günler yüksek öğretimde tarihi bir dönemi işaret ediyor ve her zaman olduğu gibi tarihin akışına müdahale edebilmek için biz çalışmalarımıza başladık bile.
Yeni finansman arayışları Kredilendirme düzeneği parasız eğitim anlamına gelmiyor. Aksine yüksek faizli kredilerle öğrenciler geleceğe yönelik borçlandırılacak Üniversitelilerin harçlara karfl› direngen muhalefeti harç miktarlar›n›n yüksek oranda art›r›lmas›na izin vermedi. Her f›rsatta yap›lmaya çal›fl›lan harç zamlar›n›n üniversitelilerin eylemleri sonucunda geri çekilmesi egemenleri harç politikalar›nda yeni aray›fllara yöneltti. Bu noktada üniversite harçlar›n›n kald›r›laca¤›n› aç›klayan AKP iktidar› üniversite ö¤rencilerinin “yüksekö¤retimin finansman›”na daha fazla “katk›” sa¤layaca¤› yeni modeller üzerine çal›flmalar yürütüyor. Sermaye, YÖK ve üniversite yönetimleri bugün üniversiteliler aç›s›ndan ciddi bir sorun olan harç miktarlar›n› yeterli görmüyor. Son dönemde YÖK ve sermaye çevreleri bu soruna çözüm olarak kredi sistemine iflaret ediyor. Bugünkü uygulamada isteyen üniversitelilere 4 y›l boyunca katk› kredisi verilmekte ve verilen kredi ö¤renci mezun olduktan sonra 2 y›l içinde faizi ile geri al›n›yor. Türkiye yüksekö¤retimin “finans sorunu” için sermaye ve YÖK ilerleyen süreçte harç miktarlar›n› 3-4 kat art›rarak borçland›rma ve kredilendirme mekanizmalar›n› devreye sokmay› hedefleniyor. Bankalar›n do¤rudan müdahalesinin olaca¤› bu sistem ö¤renim süreci içerisinde ö¤rencilere yüksek oranda krediler vererek borçland›rma mekanizmas›n› derinlefltirecek. F›rsat eflitli¤i ve herkesin e¤itimden paras›z yararlanabilece¤i bir olanak olarak sunulan kredilendirme düzene¤i, paras›z e¤itim anlam›na gelmiyor. “Alt gelir gruplar›n›n üniversiteye kat›l›m›n›n sa¤lanmas›” olarak iddia edilen bu hedef üniversitelerin kamu kayaklar›ndan de¤il ö¤renciler üzerinden gelir elde etmesine farkl› bir boyut getirerek yeni bir kap› aralayacak. Bu süreç, iddia edilenin aksine ö¤rencileri mezun olduktan sonra ödeyemeyecekleri a¤›r borçlar alt›na sürükleyecek.
13
TARİH 9 A¤ustos 2012 / 22 A¤ustos 2012
Halk›n Sesi
TÜRK-‹SLAM SENTEZ‹ HALKLARI YURTLARINDAN ETT‹
‘Yabancı’sın o halde gitmelisin Geçti¤imiz günlerde Malatya Sürgü’de bir Alevi ailenin, evlerinin önünde ramazan davulu çal›nmas›na karfl› ç›kmas›, neredeyse linç edilmelerine sebep oluyordu. Sald›rganlarla a¤›z birli¤i eden kentin idari kadrosu ise aileye tafl›nmalar›n› tavsiye etti. ‹stanbul Ayaza¤a’da ise istenmeyen Kürt inflaat iflçileri memleketlerine gönderildi.
‹stemedi¤i etnik/dini gruplara “git” demek, kovmak, hatta bunun için fliddet de dahil her türlü yola baflvurmak sadece bu topraklara özgü de¤il elbette. Ancak yaflad›¤›m›z topraklar, bu yüz k›zart›c› olaylar aç›s›ndan hayli zengin maalesef. Pekçok halk›n yaflad›¤› bu co¤rafyan›n Türkleflmesi-‹slamlaflmas› baflka türlü nas›l mümkün olabilirdi?
‹mparatorlu¤un son döneminde Türkçülü¤e sar›lan ‹ttihatç›lardan cumhuriyetin ulus devlet projesine uzanan Türklefltirme sürecinde memleket topraklar› “yabanc›lardan ar›nd›r›ld›.” Binlerce insan yüzy›llarca yaflad›¤› yurtlar›ndan edildi. Kimilerinin de ayr›lmas›na dahi izin verilmeden katledildi. Kalanlar ise geçmiflin travmas›yla yaflamak durumunda kald›.
Bu arada elbette mülkiyet de el de¤ifltirdi. Osmanl›’n›n Aleviler’i hedef alan “katli vacip, mal› helal” fermanlar›ndan, sermayesini “terk edilmifl” Ermeni mallar›yla edinen bugünün zenginlerine, cumhuriyetin 6-7 Eylül’deki ya¤ma histerisine tutulmufl “hassas vatandafl”›na dek yüzy›llard›r bu böyle. ‹flte “flanl›” tarihimizden sadece birkaç örnek.
‘Hoşgörü’ bitti Yahudiler gitti ÖZEN TAÇYILDIZ
B
ir zamanlar, Trakya’da önemli ölçüde Yahudi nüfus yaşardı. Ancak, 1492’de İspanya’dan sürgün edildiklerinden beri yaşadıkları topraklardan 1934’te göçe zorlandılar. Peki ne oldu da “hoşgörü nişanımız” Yahudiler istenmeyen gruplardan oldu ve cumhuriyetin ilk pogrom* uygulaması ile birlikte anılır oldu? 1934 başlarında Mussolini’nin Ege Adaları’nı silahlandırmaya başlaması Balkanlar’da hareketlenmeye neden olmuş, Türkiye de, olası bir savaşa karşı hazırlığa başlamıştı. 19 Şubat 1934 tarihli bir kararname ile Edirne, Kırklareli, Tekirdağ ve Çanakkale bölgesini kapsayan “Trakya Umumi Müfettişliği” adıyla bir müfettişlik kuruldu. Başına da 1925’te yaşanan Şeyh Said İsyanı’ndan sonra Doğu Anadolu’da kurulan Birinci Umumi Müfettişliği’ni beş yıl boyunca yürüten İbrahim Tali Öngören getirildi. 14 Haziran’da da “tek dille konuşan, bir düşünen, aynı hissi taşıyan bir memleket” yaratmak amacıyla ülkeyi üç bölgeye ayıran İskân Kanunu kabul edildi. Kanunun 9’uncu maddesinde “casuslukları sezilenleri sınır boylarından uzaklaştırmak” konusunda Dahiliye Vekili yetkili kılınmıştı. Aslında kanunun hedefinde doğudaki Kürtler vardı. Amaç Kürtleri ülkenin değişik yerlerine dağıtarak eritmek, onların yerlerine de Balkanlar’dan ve Kafkaslar’dan gelen Müslüman Türkleri iskân etmekti ama ‘casusluk’ maddesi hükümete, çeşitli nedenlerle istenmeyen
Cumhuriyetin ilk yıllarında Trakya’da yaşayan 15 bin Yahudi, ‘Türkleşmek’ten nasibini Cumhuriyet’in ilk pogromuyla aldı, 1934’te göçe zorlandı
"Milli", "millilefltirmek": Cumhuriyet'in tarihinde Müslüman-Türk unsurun gayrimüslimler aleyhine gözetilmesinin üstünü örten "sihirli" kavramlar. unsurları tasfiye etme kolaylığı sağlıyordu. Nitekim kanun, Trakya’daki yerleşim merkezlerinden uzaklaştırılmaları amacıyla Yahudilere de uygulandı. Cumhuriyetin ilk yıllarında Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Çorlu, Lüleburgaz, Uzunköprü, Babaeski, Keşan ve Silivri’de 15 bin Yahudi yaşıyordu. Savaş ihtimalinin yaşandığı günlerde, ticaret hayatında önemli bir yere sahip, Türkçe konuşmadıkları için sürekli sorgulanan Ya-
hudilere karşı harekete geçmek hiç de zor değildi. EL B‹RL‹⁄‹YLE GÖNDER‹LD‹LER Ölüm tehdidi içeren mektuplar, Yahudi tüccarları boykot etmeye davet eden bildiriler ve “Vatandaş Türkçe Konuş Kampanyası”nın yoğun baskısı ile başlayan saldırılar, Haziran 1934’te çığırından çıktı. Olaylarda Cevat Rıfat Atilhan’ın Milli İnkılap, Nihal
Atsız’ın Orhun dergisinde yayımlanan Yahudi aleyhtarı ve ırkçı yazılarının da payı vardı. Tekirdağ, Edirne, Çanakkale ve Kırklareli’de yaşayan Yahudilerin evleri taşlandı, dükkanları tahrip edildi, kadınlara tecavüz edildi. Kırklareli’de Yahudi mahallelerinde evlere girilerek yağma yapıldı. Edirne’de önce Yahudi işçilerin işlerine gitmeleri engellendi ve Yahudilerin işyerleri boykot edildi. Yahudilere kenti
terk etmelerinin daha doğru olacağı söylendi. Kaçanların anlattıklarına göre, köylüler 2 Temmuz’da ellerinde taş ve sopalarla “Yahudilere ölüm” nidalarıyla Edirne’de çarşıyı bastı. Trakya’da Yahudi nüfusa ait mağazalar, evler tahrip edildi. Yahudiler dövüldüler ve İstanbul’a gönderilmek üzere tren istasyonuna yollandılar. Olayların basına ilk yansıması Trakya’dan 100 kadar Yahudi’nin İstanbul’a gelmesi ve İsmet İnönü’ye yapılan şikayetlerle oldu. İnönü, 5 Temmuz’da verdiği beyanatta Yahudileri Trakya’dan kovmaya çalışmanın suç olduğunu hatırlattı. Kendisine yapılan şikayetlere de cevabı “şikayet sahiplerinin adliyeye müracaatla haklarını aramalarını ve mütecaizlerini tekip ettirmelerini” tavsiye etmek oldu. Hükümet olaylara el koydu ancak binlerce Yahudi yaşadığı yeri terk etmek zorunda kaldı. Olaylar sırasında Yahudiler mülklerini ve arazilerini değerlerinin çok altında bedellerle satmak zorunda kaldı. Hükümet bunu engellemek için Yahudilerin gayrimenkullerini artık Türk yurttaşlara satmalarını yasaklayan bir karar aldı. Ancak bu kararla Yahudiler mallarını yasadışı yollardan ve değerlerinin çok altında satabildiler. 1948’de İsrail devletinin kurulmasından sonra Trakya Yahudilerinin buraya göçü ile bölgedeki nüfusları daha da azaldı. *Rusça kökenli pogrom kavramı, özellikle bir azınlık grubuna yönelik şiddet hareketlerini ifade eder.
Hoşgörü hikayesinin ardında ne var? Ne zaman Osmanl›’n›n “geçmifl güzel günleri”nden söz aç›lsa imparatorluktaki gayrimüslimlere ne denli “hoflgörü”lü davran›ld›¤›ndan dem vurulur, ilk olarak da ‹spanya’dan ayr›lmak zorunda kalan Yahudilere “kucak açan” II. Beyaz›t örnek verilir. Bilindi¤i gibi, ‹spanya’da 1492’de ilan edilen karar ile H›ristiyanl›¤› kabul etmeyen Yahudiler ülkeyi terk etmek zorunda kalm›fllar, bir k›sm› da Osmanl›’ya gelmiflti. 1492 ‹spanya göçü anl›k bir vaka olmad›¤›, süreç içinde devam etti¤i gibi Yahudilerin Anadolu ya da Osmanl›’yla ilk temaslar› da
de¤ildi. Orhan Bey döneminde Bursal› Yahudilerin sinagog talepleri olumlu karfl›lan›p infla edilmiflti. Dolay›s›yla Osmanl› aç›s›ndan Yahudilerin imparatorluk topraklar›na gelmesi ola¤anüstü bir durum de¤ildi hatta dönemin tarihi kitaplar›nda bu meseleye yer bile verilmemiflti. Hoflgörü söylemi as›l olarak göçmen Yahudilerce üretilmiflti. Nedeni de gayet anlafl›l›r; memleketlerinden ayr›lmak zorunda kalan Yahudiler, yaflayacaklar› yeni topraklar› yüceltme yoluna gitmifller, bunun getirdi¤i psikolojik destekle gelece¤e daha umutla bakabilmifllerdi.
Peki Osmanl›, Yahudileri neden kabul etmiflti? II. Beyaz›t’›n sordu¤u rivayet edilen, “‹spanya kral› çok ak›ll› dersiniz, bu nas›l ak›ld›r ki kendi ülkesini fakir k›larken benimkini zenginlefltirir?” sorusu durumu aç›klar asl›nda. Yahudiler ülkeye belli bir birikim ve teknik zenginlik getirmiflti. ‹spanya’dan Akdeniz havzas›na yay›lan Yahudiler, ticaret a¤› oluflturarak katk›lar›yla Osmanl› ekonomisini büyüttüler. Ülkede kurulan ilk matbaa Selanik’e yerleflen Sefaradlar›n matbaas›yd›. Gelenler hekimlik bilgisini de getirdiklerinden saray›n gözde doktorlar› uzunca müddet Yahudiler oldu. Dolay›s›yla
ülkeye gelip yerleflmeleri için kolayl›k sa¤land›. ‹flte hep sözü edilen hoflgörünün arka plan› buydu.
Adada Rum olmak ölüye bile zor B
ilindiği gibi Lozan Anlaşması ile Ege’de iki ada, İmroz (Gökçeada) ve Tenedos (Bozcaada) Türkiye’ye bağlandı. Ancak o dönem nüfusun çoğunluğu oluşturan Rumlar açısından adada hayat pek kolay olmadı. İki ada, 1923’te Yunanistan’la gerçekleştirilen nüfus mübadelesinin dışında tutulmuş, Lozan Anlaşması’nın 14’üncü maddesi ile özel bir statüye kavuşturulmuştu. Buna göre, yerel unsurlardan kurulu bir özel yönetim örgütü olacak ve adalarda düzenin korunması bu yerel yönetim örgütünün aracılığıyla yerli halktan seçilmiş ve bu örgütün emrinde bulunan bir polis kuvvetince sağlanacaktı. Ayrıca, anlaşmanın ilgili maddesini uygulama amacıyla 26 Haziran 1927’de kabul edilen bir yasa, iki adanın yönetimi için yarı-özerk bir idari yapı öngörmüştü. Ancak, Türkiye, bu düzenlemeyi getiren maddeyi hiçbir zaman uygulamadı. Gayrimüslimlerin mülkiyetlerini ve can güvenliklerini korumadı, aksine adaları terk etmeleri ve adaların Türkleşmesi amacıyla, ayrımcı ve baskıcı politikalar uyguladı. Türkleştirmeye dayalı nüfus ve iskân politikaları daha çok Gökçeada’yı hedef aldı. 1946’dan itibaren çeşitli bölgelerden gruplar devlet eliyle adaya yerleştirilip MüslümanTürk nüfus arttırılırken gönüllü yerleşimci çekmek amacıyla tarımda ayni yardım ve özel kredi olanakları gibi teşvikler de sağlandı. Varlık Vergisi ile ekonomik güçleri zayıflayan, 67 Eylül olaylarının etkisiyle de göç eden Rum ada halkına
karşı özellikle 1960 askeri darbesinden sonra izlenen baskı politikaları ve ayrımcılık arttı. 1964’te Rumlara ait en verimli topraklar kamulaştırılarak üzerlerinde devlet üretim çiftliği, askeri üs ile havaalanı inşa edildi. Çevrenin korunması gerekçe gösterilerek balıkçılık, kamu sağlığı gerekçe gösterilerek et ihracı yasaklandı; böylece tarım, hayvancılık ve balıkçılık ile geçinen ada halkı göç etmek zorunda bırakıldı. 1965’te adada açık bir cezaevi kurularak cinayet, hırsızlık ve tecavüz gibi adli suçlardan hükümlü kişilerin adada serbestçe dolaşmaları sağlandı. Ada halkı bu kişilerin işledikleri suçlar karşısında korumasız bırakıldı, kendilerini güvende hissetmeyen birçok Rum adadan göç etmek zorunda bırakıldı. 1970’de de adanın ismi “Gökçeada” olarak değiştirilirken Rumca köy ve yer isimleri de Türkçeleştirildi. 1974’teki Kıbrıs çıkarmasında ise adalı Rumlara yönelik saldırılar sonucunda büyük çoğunluğu adayı terk etti. Bu politikalarla adada geldiğimiz noktada, 1927’de 6 bin 555 Rum’a karşılık Türk nüfusu 157 iken, 2000 yılında 7 bin 200 olan Türk nüfusa karşılık Rumların sayısının 300’e düştü. Üstelik sadece yaşayan Rumlar değil ölüler de nasibini aldı bütün bu saldırılardan. İki yıl önce adadaki Rum Mezarlığı tahrip edildi, 78 mezar taşı kırıldı. Saldırının yapıldığı tarihin 28 Ekim’i 29 Ekim’e bağlayan gece olması, Cumhuriyet kutlamalarına uyanan ada halkına Cumhuriyetin Türk olmayanlar
Ermeni’yi tasfiye Kürt’ü medenileştirme İ
ttihat ve Terakki hareketi, Balkan savaşlarından yenilgiyle çıkılmasının ardından devletin kurtuluşunu Türk milliyetçiliği ile sağlayabileceklerine inandı. Bu çerçevede Türk unsurunu merkeze alarak bir nüfus ve iskân politikasını hayata geçirmeye çalıştılar. Bu toplum mühendisliği projelerinin iki ayağı vardı: Anadolu topraklarındaki gayrimüslimleri tasfiye etmek, Türk olmayan Müslüman topluluklarını ise asimile etmek.
KAYNAKÇA
Bu amaçlar doğrultusunda Dâhiliye Nezareti bünyesinde, 1913’te İskân-ı Muhacirin Nizamnamesi yayımlandı. Aynı yılın sonunda da İskân-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti kuruldu. Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması, sözkonusu politikaların uygulanması açısından önemli bir fırsat oldu. İlk icraat Ermeni tehciriydi. 27 Mayıs 1915'de alınan kararla insanlar yerlerinden sürüldü. Suriye’nin Der Zor Çölü’ne çıkılan “yolculuk”ta yüzbin-
lerce Ermeni öldü, öldürüldü. ERMEN‹LERDEN SONRA SIRA KÜRTLERDE Ermeni tehcirinin ardından bu defa Kürtleri hedefleyen yeni bir tehcir uygulaması 1916’da devreye sokuldu. Var edilecek yeni ulusta Müslümanlık önemli bir referans kaynağı olarak kabul edildiği için Kürtler, Ermeniler’in aksine dışlanmak yerine, “medenileştirilecek”, “asimile edilecek” unsurlar
olarak değerlendirildi. Talat Paşa’nın emriyle savaş sırasında değişik yerlere göç etmiş Kürt nüfusun, Türk nüfus içinde yüzde beş oranında dağıtılacak şekilde iskan edilmesine başlandı. Amaç, Kürtleri daha ‘medeni’ olduğu düşünülen Türklerin arasında eriterek “modernleştirmekti”. Ancak, Kürt tehciri sırasında açlık, soğuk, hastalık ve jandarma şiddeti sonucu büyük can kayıpları oldu.
R›fat N. Bali, Cumhuriyet Y›llar›nda Türkiye Yahudileri Bir Türklefltirme Serüveni (1923-1945), ‹letiflim Yay›nlar›; Onur fiar, 1492’den Cumhuriyet’e Osmanl› Yahudileri ve Hoflgörü, Toplumsal Tarih Kas›m 2010; Ayfle Hür – 1934 Trakya Olaylar›, Taraf; Dilek Kurban-Kezban Hatemi, Bir ‘Yabanc›’laflt›rma Hikayesi: Türkiye’de Gayr›müslim Cemaatlerin Vak›f ve Tafl›nmaz Mülkiyet Sorunu, TESEV Yay›nlar›.
14
YAŞAM 9 A¤ustos 2012 / 22 A¤ustos 2012
Halk›n Sesi
Elhamdülillah biz yolumuzu buluyoruz Gülen hareketinin pazarlama şirketi, bismillah ve elhamdülillah diyen bardakları Ramazan’da piyasaya sürdü. Ürünün reklamında Kabe görüntüsünün altında banka ilanları geçiyor
Londra fiyaskosu
UMAR KARATEPE
T
ürkiye’de “muhafazakar girişimci”ler son dönemde ilginç icatlara imza atmakta. Ezan okuyan saat ve ilahi okuyan bebeği görmüştük. Ramazan ayı yeni icatların piyasaya sürülmesi için en uygun zaman ve birçok yeni icat “İslami çarşı”larda boy gösteriyor. Gülen hareketinin çocuk kanalı Yumurcak TV’de ve iktidarın sesi TRT’nin Çocuk kanalında sık sık tekrarlanan reklamlarıyla karşımıza çıkan yepyeni bir ürün ise büyük ilgi görüyor: Konuşan bardak! Bu bardak kaldırdığınızda “Bismillah”, içindekini içtikten sonra “Elhamdülillah” diyor. Ürünün reklamında “Günlük hayatın koşuşturmacası içinde dinimizin en önemli gerekliliklerini unutabiliyoruz” deniyor ve bu bardak sayesinde su içmeden önce ve sonra bu gerekliliklerin unutulmayacağı söyleniyor.
GÜNLÜK HAYAT NEYE ENGEL Reklamda “Günlük hayatın koşuşturmacası…” denen şeye biz
“insanı tüketen bir çalıştırma rejimi” desek bu icadın sırrını daha iyi çözmüş oluruz. Çalışmanın gereklilikleri dışındaki her şeyin kurban edebileceği neoliberalizmde dinin gereklerini yerine getirebilmemiz için imdada yine piyasa yetişiyor. Yaratıcı mümin girişimciler çalışmamızı aksatmadan, kafamızı işe odaklamaktan alıkoymadan dini gerekliliklerimizi yerine getirmenin yollarını buluyor. Reklamdaki annelere babalara sesleniliyor ve “Çocukların en önemli alışkanlığını en önemli şekilde kazandırmak ister misiniz” diye soruluyor. Ve bu bardağı alan ailelere ömür boyu huzur vaat ediliyor: “Çocukların bu alışkanlığını sürdürmesi ömür boyu gönül rahatlığı içinde olmanızı sağlayacak.” İster istemez insanın aklına çeşitli sorular geliyor: “Ailelerin gönlü niye rahat değil?” ve “Bu alışkanlıkları bizzat anne ve babanın kazandırmasında ne engel var da bardağa ihtiyaç duyuluyor?” Ekonomik zorlukların, geçim sıkıntısının, TV ve tüketim kültürünün, geleneksel muhafazakar
aile de çok ciddi krizler yarattığı bir süredir İslamcı çevrelerde tartışılmaktaydı. Babanın uzun çalışma saatleri, bankalara olan borçlar nedeniyle annenin de çalışmak “zorunda kalışı”, çocuğun sosyalleşme sürecinde ailenin etkisini azaltan ve aile kurumunun altını oyan etkenler olarak tartışılıyordu. Çocukların ailenin geleneksel çerçevesinde yetiştirilmesi için hükümet 4+4+4 reformuyla adım atarken, piyasa bu tedirginliği fırsata çeviriyor ve “Ömür boyu gönül rahatlığı” vaat ediyor! P‹YASA ‹SLAMINA YAKIfiIR Ancak piyasa İslamının ruhuna uygun olarak bardağın manevi vaatlerinin yanı sıra maddi özellikleleri de ballandıra ballandıra şu sözlerle anlatılıyor: “...renkli dekoratif dış yüzeyi gözleri doldururken ergonomik tasarımı da kullanım kolaylığı sağlayacak.” Reklamlarında iddia ettiği gibi “Allahu teallayı zikretme alışkanlığı kazandıracak ise şeklinin ne önemi var” sorusu artık İslamcı çevrelerde hemen hemen hiç sorulmuyor. Fay-
daları böyle, gelelim ürünün bedeline: “Birbirinden şık iki bardak kargo ve KDV dahil sadece 24.90 TL.” Hayatımıza bereket getireceği iddia edilen bardak şu sıralar çok satıyor olmalı ki, bardağı pazarlayan firmanın stoklarında üründen hiç kalmamış. Belli ki bardak bereket kazandırmaya Tuna Shopping ve bağlı bulunduğu Dünya Pazarlama AŞ’den başlamış. Gülen hareketinin bir şirketi olan Dünya Pazarlama’nın temelleri Eylül 1998’de Samanyolu Televizyonu bünyesi altında Samanyolu Pazarlama olarak atılmış. 2000 yılında yapılan unvan değişikliğiyle Dünya Pazarlama ve Dağıtım A.Ş. olarak faaliyetlerine devam etmiş. Şirketin yönetim kurulundaki Hızır Güngör İstanbul’daki en büyük alkolsüz restoran açarak adından söz ettirmiş. Bir diğer yönetim kurulu üyesi Eyüp Kaynak ise Gülen hareketinin hayırseverlik örgütü Kimse Yok Mu Derneği’nin yöneticilerinden. “S‹Z‹ G‹D‹ FA‹ZC‹LER” Din üzerinden kazandıklarıyla
yapılan hayırseverlikle “öbür dünyadan” çok önce bu dünyadaki varoluşlarını garanti altına alıyorlar. Dünyevi çıkarlarına dini ve ahlaki ambalajlar örtenler kendilerinin sorgulanmayacağından o kadar emin ki faizden uzak durmaya bile gerek görmüyorlar. Bardağın reklamının altından geçtiği Kabe görüntülerinin altından cemaatin bankası Bank Asya’nın çıkardığı Asyacard’ın yanı sıra, World, Axess, CardFinans, Bonus, Maximum kartlarıyla 6 taksitle ödeme yapılabileceği yazıyor. Daha da ötesi, 54 lira olan Kuran-ı Kerim ve Türkçe mealini yüzde 11 ila 26 faiz ödeyerek 12 taksitle satın alabiliyorsunuz. İçinde “Her kim yeniden faize dönerse işte onlar cehennem ehlidirler ve orada süresiz kalacaklardır” diyen Kuran’ı faizle 12 takside satanların egemen olduğu ülkede Aleviler “İslam davası” gereği hakarete, saldırılara uğruyor. “Dinsiz, Zerdüşt, Alevi” egemenlerin dilinde muhaliflere karşı kullanılan küfür oluyor. Neoliberal İslamcılık tel tel dökülüyor.
25 Temmuz’da bafllayan Londra Olimpiyatlar› Türkiye aç›s›ndan tam bir fiyskoyla sürüyor. Fiyaskonun nedeni olimpiyatlar öncesinde madalya beklentisinin oldukça yüksek olmas›. Tabii buna Türkiye’nin y›llard›r “Olimpiyatlar› Türkiye’de düzenleme” hevesi de etkili oldu. Öyle ki, Spor Bakan› Suat K›l›ç, olimpiyatlar›n ad›n›n Antalya’daki Olimpos Da¤›’ndan geldi¤ini hatta olimpiyat meflalesinin Antalya’daki Ç›ral›’dan ç›kt›¤›n› söyledi. Olimpiyat oyunlar›nda madalya tablosuna bak›ld›¤›nda AKP’nin “alt›na karfl›n alt›n” beklentisi yalan oldu. 60’ar Cumhuriyet alt›n› verilerek Türkiye’den u¤urlanan 181 sporcudan flimdiye kadar 1 bronz madalya al›nd›. 100 bin nüfuslu Grenada ise 9 sporcuyla kat›ld›¤› olimpiyatlarda bir alt›n madalya elde etti. Madalya beklentisinin yo¤un oldu¤u halterde “Neden madalya al›namad›?” sorusuna Halter Federasyonu Baflkan›, “Bakana ay›p oldu” yan›t›n› vermekle yetindi; alt›n vermifllerdi ya. Türkiye’den tek rekor, yüzmede Derya Büyükuncu’dan geldi. Büyükuncu madalya almad› ancak kat›ld›¤› 6 olimpiyatla, dünyada en çok olimpiyata kat›lan yüzücü unvan›n› kazand›. ABD’li yüzücü Michael Phelps 20’nci alt›n madalyas›n› alarak olimpiyatlarda en çok alt›n madalya alan sporcu oldu. Olimpiyatlarda ilginç geliflmeler de yafland›. Kamerunlu 7 atlet, Londra’da kayboldu. Boksta Türkmen hakem Azeri boksöre ‘torpil’ yapt› ve flike nedeniyle ihraç edildi. Badminton çift kad›nlarda mücadele eden 4 Güney Koreli, 2 Çinli ve 2 Endonezyal› sporcu “bilerek kötü oynad›klar›” gerekçesiyle diskalifiye edildi.
Niğde, Dersim, Hopa: Her yerde aynı kavga halesine taş ve sopalarla karşılık veriyor. Çıkan olaylarda 4 asker ve 1 polis yaralanıyor. Onlar da bu düzenin dilinde ve bilincinde ait olduklar yere “teröristlerin ve eşkıyaların saflarına” fırlatılıp atılıyor. 15’i sorgulanmak üzere gözaltına alınıyor.
UMAR KARATEPE
T
ürkiye’nin patates ihtiyacının dörtte birini karşılayan Niğde’de köylüler isyan etti. Yüzlerce köylünün Niğde-Kayseri karayolunu 6 saat kapatmasının sebebi, ödeyemedikleri faturalar nedeniyle elektriklerinin kesilmesi. Öfke büyük çünkü iki haftadır kesik olan elektrik bir süre daha gelmezse sulama yapamadıkları için patatesleri tarlada kuruyacak. Bu, köylüler için en az bir yıl aç kalmak demek. Devletin karşısına jandarmayı çıkarmasına öfkelenen köylüler başlıyor slogana: “Şehitler ölmez vatan bölünmez.” Kürtlere karşı öfke eylemlerinden aşina olduğumuz duyarlı/hassas/muteber vatandaş sloganı, hak mücadelesinde bir “ayrıcalık” kazandırmadı. Çünkü o sloganın atılması gereken yer ve zaman belliydi. Köylüler “şehitler ölmez” dedikçe jandarma öldüresiye vurdu; “vatan bölünmez” dedikçe aslında nasıl da sınıfsal olarak bölünmüş olduğunu gösterircesine saldırdı. Yıkımlara karşı barınma hakkını savunurken açılan bayrak kent yoksullarını nasıl koruyamadıysa; Tekel işçileri kendi çaldıkları İstiklal Marşı eşliğinde nasıl sırılsıklam edildiyse Niğdeli köylüler de aynı hayal kırıklığını yaşadı. Vatan, millet, bayrak, milli marş: Uzlaşmaz sınıfsal çelişkilerin üzerini örten soyut ve biçimsel yurttaşlık örtüsünün tüm bu motifleri, egemen sınıfların açtığı ateşle yandı, bitti, kül oldu.
Elektrik şirketine isyan eden köylülerin “Şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganı jandarmayı durduramadı. Uzlaşmaz çelişkilerin üzerini örten soyut yurttaşlık örtüsünün tüm motifleri, egemen sınıfların açtığı ateşle yandı, bitti, kül oldu. AKP ONLARI ‘DÜfiÜNÜYOR’ Köylüleri çileden çıkartan kesintinin faili Meram Elektrik Dağıtım AŞ’nin (MEDAŞ) cirosunun yaklaşık yüzde 20’si tarımsal sulamadan kaynaklanıyor. Aksaray, Karaman Kırşehir, Konya, Nevşehir ve Niğde illerini kapsayan bölgede AlarkoCengiz Holding ortaklığı özelleştirme ihalesini aldıktan sonra tabii ki çiftçinin gözünü yaşına bakmıyor. Sulamada elektriğin hiç kullanılmadığı kış aylarında bile, Perakende Satış Hizmet bedeli, iletim bedeli, okuma bedeli gibi isimler altında fatura çıkarıyor. Kışın öden-
meyen faturalar icralık oluyor. Yazın da faturalar bin bir türlü dalavereyle kabartılıyor. Köylüler yaşamlarını tehdit eden bu yağmaya karşı yol kesmeden önce Niğde Valiliği’nin de önünde eylem yapıyorlar. “Sosyal devlet”i soruyorlar; Suriye’yi düşünen hükümetin neden kendilerini düşünmediğini merak ediyorlar. Oysa AKP onları düşünüyor. HES vadilerinde yaşam alanlarını savunan halka karşı devletin enerji tekellerinin özel güvenlik şirketi gibi düşünüp hareket ettiğinin belli ki farkında değiller. Belki de devletin onlara “farklı” biçimde yaklaşacağını
düşünüyorlar. Diğerleri gibi eşkıya, terörist olmadıklarını, devletin yanlarında olacağını umut ediyorlar. Ama devlet Dersimliler, Hopalılar hakkında ne düşünüyorsa onlar hakkında da aynısını düşünüyor. Köylülerin karşısına çıkan, devlet halinde örgütlenmiş bir sınıfın bilinçli eylemi. Köylülerin ellerindeki hayali “ulus” kimliği parçalanıyor. Dillerindeki tek “kolektif” slogan biber gazıyla boğazlarına tıkılıyor. Artık masal bitiyor, gerçek başlıyor. “Öteki” sınıfın bilinci kavgada şekilleniyor. Öfkeli köylüler, ekiplerin müda-
BORCUN VARSA ÖDETT‹R‹L‹R! Köylüler feryat figan “Borcumuz var ama ödeyemiyoruz” diyorlar. İşte bu sözün kapitalizmin bu aşamasında bir hükmü yok. Kapitalist devlet için kutsal olan ne tarladaki patates ne de köylü; en dokunulmaz kutsallık enerji şirketi ile köylüler arasındaki sözleşme ilişkisi. Bir zamanlar “borcumuz var ama ödeyemiyoruz” feryadının kısmen bir hükmü vardı, ama o da proleter devrimlerin hatırınaydı, daha doğrusu korkusundandı. Gerçekte kapitalist düzenin kitabında “ne özdeş ne de eşit olan farklı insanlara, tek bir kuralın uygulanması” yazmaktaydı. Bir başka ifadeyle onların akitlerinde, “Yoksul ile zengini dilencilikten, hırsızlıktan ve köprü altında yatmaktan eşit biçimde suçlanacağı” yazardı. Devlet ile yurttaş arasındaki “sözleşme”, işçi sınıfının kolektif gücünün sahneye çıkmasıyla kısmen değişmişti. Toplumun sınıflı doğasının, emeğin kurucu ve yaratıcı rolünün bir düzeyde kabul ettirilmesi proleter isyanlarla sağlanmış, bu isyanlar bir “toplumsal uzlaşma sistemi” tanımlanmasını gerekli kılmıştı. Yani “borcumuz var ödeyemiyoruz” haykırışının karşısında biçimsel
eşitliği aşan “hafifletici” önlemler bu sayede söz konusu olabilmişti. Ama ancak şimdi uzlaşma yok; yani “borcun varsa ödersin”! Dışarıya yansıdığı kadarıyla Vali de bunu aktarmış köylülere, borcunu ödeyenlerin elektriği hızla açılacakmış zaten… Yani borcunu ödeyemeyenler için biber gazına, copa devam! Öyle ya da böyle, “Şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganıyla başlayan kavga, aslında her ulusun iki ulus olduğunun kavranacağı bir sınıf bilincini de beraberinde getirir. Bir sınıfın bilinçli eylemi olarak atılan her gaz, vurulan her cop diğer sınıfın bilincini de şekillendirecek kavgayı ateşler.
Tekel işçileri kendi çaldıkları İstiklal Marşı eşliğinde nasıl sırılsıklam edildiyse Niğdeli köylüler de aynı hayal kırıklığını yaşadı.
KÜLTÜR SANAT
15
9 A¤ustos 2012 / 22 A¤ustos 2012
Halk›n Sesi
Bob Dylan’dan yeni albüm
Müzik, teknoloji, do¤a Sanatçı Björk ve yayıncı David Attenborough, müzik belgeseli yapmak için birleşiyor. ‘Attenborough and Björk: The Nature of Music’ adlı belgesel, müziğin bugüne kadar geçirdiği evrimi, müzikle insanların ilişkisini ve teknolojinin bu ilişkiyi nasıl etkilediğini anlatacak.
Erksan’› kaybettik
Folk müziğin efsane ismi Bob Dylan, Tempest’le yeniden çıkış yapıyor. Titanik filmi için bir şarkıya yer verdiği albümde şarkı sözlerinde Hollywood’un başarılı aktörü Leonardo Di Caprio’nun ismini kullanacak. Dylan’ın albümü 11 Eylül’de çıkacak.
Yasakl› sergi Tahran’da İran’ın başkenti Tahran’da 30 yıl önce İran hükümeti tarafından ‘İslama karşı olduğu ve pornografik öğeler içerdiği’ gerekçesiyle yasaklanan Pop Art sergisi ilk kez gün yüzüne çıktı. Tahran Çağdaş Sanat Müzesi’nin bodrumunda saklanan sergide Andy Warhol gibi sanatçıların eserleri de bulunuyor.
Türkiye sinemasının önemli isimlerinden, yönetmen Metin Erksan 4 Ağustos’ta hayatını kaybetti. “Yılanların Öcü”, “Acı Hayat” gibi filmlere imza atan Erksan, sansüre uğrayan “Susuz Yaz” filmiyle 1964’te Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü kazandı. Erksan’ın “Susuz Yaz” filmi, uluslararası alanda ödül alan ilk Türk filmi.
Kara şövalye alçaktan uçuyor Serinin son filmi alt metinleriyle Amerikan ideolojik hegemonyas›n› pazarl›yor. Bunu yaparken düzen yanl›s› konformist bireyleri memnun ediyor, muhalifleri ise s›¤laflt›r›yor ANIL ABA
B
atman üçlemesinin sonuncusu olan “Kara Şövalye Yükseliyor” 27 Temmuz günü vizyona girdi. Yönetmenliğini Christopher Nolan’ın yaptığı filmde Batman/Bruce Wayne başrolünde yine Christian Bale oynarken yan rollerde Gary Oldman, Tom Hardy, Joseph Gordon-Levitt, Anne Hathaway ve Marion Cotillard var. Hatırlayacağınız gibi Kara Şövalye filmindeki hikayenin sonunda çıkan Dent yasası ile birlikte Gotham şehri sakinleri huzur içinde
yaşamaktadır; suç oranı azalmış, ekonomi ise iyiye gitmektedir. Wayne Enterprise’ın ortaklarından John Daggett şirketi ele geçirmek için “terörist” Bane’i kiralar; ancak, işler kontrolden çıkar ve Bane kendini kiralayan Daggett’i öldürdükten sonra Gotham şehrini ele geçirip yeni bir düzen sağlamak istemektedir. Harvey Dent öldükten sonra inzivaya çekilen Bruce Wayne, Kedi Kadın’ın da yardımıyla, şehri kurtarmak için tekrar Batman olarak ortaya çıkacaktır. Prodüksiyon, sinematografi ve müzikleri açısından her Nolan filmi gibi üst düzeyde olsa da serinin bir önceki filmine nazaran arka planda kalan filmde Gotham şehri ön plana çıkıyor. Film boyunca şehrin çeşitli semtleri, binaları, stadyumu, köprüleri, yolları ziyadesiyle ekrana geliyor ve zaten konu da bu “güzelim” şehri teröristlerin elinden kurtarmak etrafında dönüyor. Fakat daha önceki yönetmenlerin daha karanlık ve distopik tasvirlerinin aksine bildiğimiz
New York tadında öyle çok da ihtişamlı olmayan basit bir şehir halinde gösterilmiş bu kez Gotham şehri. Tabii teknik detayları, hikayesi, oyunculuğu vs. bir yana bu gibi yüksek bütçeli ve büyük gişe başarısı elde eden filmlerin ideolojik alt metinlerini okumak kimileri için filmin sanatsal çapından önemli oluyor. Batman serisindeki Bruce Wayne, zor şartlar altında geçmiş çocukluğuna rağmen zengin ama hayırsever bir yatırımcı ve işadamı profili çizerek kapitalizmin “saraydan zekat” teorisinin
önemli bir anlatısını sergiliyor. Seride çoğu zaman kötü karakterler sistem karşıtı amaçlarla hareket ederken Batman, polisin yetersiz kaldığı noktada devreye girerek tekrar “düzen”i sağlayıp şehri kötülerin elinden kurtarıyor. Bu filmde benzer bir okuma iki katmanda incelenebilir. Birincisi; terörist lider Bane kurnazca bir planla şehirdeki bütün polisleri kanalizasyona çekerek hapseder, serbest bıraktığı eski suçluların da yardımıyla kendi devrimini yapar. Yaptığı konuşmada ise şehri artık halkın yöneteceğini, gelirin herkese eşit bir şekilde dağıtılacağından bahseder. Dolayısıyla, çok kabaca, kötü karakter Bane sistem karşıtlığı ile özdeşleştirilmekte ve tabii ki Batman de şehri bu “kötü” düzenden kurtaracak olan burjuvaziyi temsil etmektedir. Gayet klişe bir Amerikan süper kahraman hikayesi... Bu şekilde konformist bireylere yıllardır empoze edilmiş olan demokratik kapitalizm, halk için çalışan işadamı, sosyalizmin hiçbir zaman başarıya ulaşamayacağı gibi konseptleri tekrar görkemli bir filmle izletmiş oluyorlar. İkinci katmanda ise sistem karşıtlarının
bağırlarına bastığı karakterlerin filmde sunduğu sosyalizm veya anarşizm vaadlerinin oldukça kaba, sığ ve çarpık bir şekilde verildiğini görüyoruz. Serinin bu filminde de örneğin, Bane’in iktidarını ilan ederken yaptığı mitingvari konuşmasında bile karşısında geniş kitleler yok. Sınıflı ve emek-sermaye çelişkisine tabi bir toplumsal düzen olan kapitalizm bu filmde de tabii ki, sınıf vurgusundan uzak, halkın huzur ve uyum içinde yaşadığı ve kendi içinde istikrarlı bir düzen olarak tasvir ediliyor. Kusursuza yakın piyasa düzeni, basit bir şekilde tanımlanmış kaos yaratan tepe-
den inme bir grup kötü karakterler tarafından sürekli rahatsız ediliyor. Son tahlilde, serinin bu filmi de bir yandan yüzeysel her kategoride son derece başarılı olarak sinema tarihinde kendine iyi bir yer edinirken, diğer yandan da alt metinleriyle Amerikan ideolojik hegemonyasını pazarlıyor. Bunu yaparken de hem düzen yanlısı konformist bireyleri memnun ederken, kendini konformist olarak görmeyen sözüm ona muhalifleri ise sığ bir düzen karşıtlığı ile eksik ve içi boş bir yönlendirmeye maruz bırakıyor. Öte yandan ironik bir şekilde Amerika’daki Cumhuriyetçiler
Bane isminin Mitt Romney’in kurduğu Bain Capital şirketle aynı şekilde telaffuz edildiği için filmi Demokratların seçim öncesi anti-Romney propagandasının parçası olarak görüyorlar. Bu da aslında kavramların ne kadar içinin boşaltıldığının bir başka göstergesi. Öte yandan mevcut sömürü düzenine az veya çok muhalif olanlar ise Joker, Bane, KGBest, Anarky gibi “kötü” karakterleri sistem karşıtı olmalarından dolayı aslında iyi karakter olduklarından ötürü Batman karakterinden daha çok severleri Joker tişörtleri giyiyorlar, dövmelerini yaptırıyorlar.
Çocuk kahkahaları her yerde Halkevleri Yaz Okulu sürüyor. Geziler düzenleniyor, birlikte ö¤reniliyor, sokakta flark›lar söyleniyor
Okumuş insan Bizim Ev’de
Halkın futbol turnuvası
B
ursa’da Öğrenci Kolektifleri’nin yürüttüğü “Okumuş insan halkın yanındadır” kampanyasının bir ayağı da Bizim Ev. Her yaştan zihinsel ve fiziksel engellinin birarada vakit geçirdiği Bizim Ev'de üniversiteliler çocuklar birlikte öğreniyor, birlikte üretiyor; engelli bireylerin sosyal yaşama katılımlarına katkıda bulunuyor. Bizim Ev'deki çalışmada temel aşçılık, el sanatları, akapella, ritm, satranç, kısa fim, bahçe uygulamaları, yüzme ve özgür gün faaliyetleri sürdürülüyor. Üniversiteliler Bizim Ev'deki faaliyetleriyle toplumda engelli bireylere olan bakış açısını irdeliyor ve engelli haklarını öğrenerek çözüm önerileri üzerine tartışıyor.
Şarkılarını sokakta söylediler
İ
zmir’de 14 Temmuz’da başlayan ve devam etmekte olan Halkevleri yaz okulunda çocuklar, yapacakları şenlik öncesi Konak’ta düzenledikleri etkinlikte üretimlerini sergilediler. Çiğli, Buca ve Gültepe Halkevi yaz okuluna devam eden çocuklar, Oyun ve Oyuncak Müzesi’ne gezi yaptı. Gezi sonrasında şarkılar söyleyerek Konak Eski Sümerbank önüne yürüyüş
A
Taş, kağıt, makas...
nkara’da Mamak Barınma Hakkı Bür osu ile Hattı'nın ardından Bayındır Barajı'nda öğle Tepecik ve Dostlar’daki halk kütüpha nelerin- yemeklerini yiyen çocuklar, baraj etra de “Okumuş İnsan Halkın Yanındadır” fında doğa kampangezisi yaptılar. Gezi sona erdikten sonr yası dolu dolu geçiyor. Üniversiteliler a hep birliküç mahallete gezilen yerler resmedildi. de kampanya kapsamında verdikleri derslerle hem Taş boyama, gazetecilik ve kartpostal öğrenip hem öğretirken, yapılan gezi atölyesi lerle keyifli yapa n çocuklar, gazetecilik atölyesinde mah zaman geçiriyorlar. allenin yaşlıları ve esnafıyla röportaj yaparak Kampanya dört haftayı geride bırakırk Mamak'ın en cuma eski halini ve kentsel dönüşümle birli günü Mimarlar Odası’nın katılımıyla kte Mamak'ta Mamak gezinele rin değiştiğini öğrendiler. Çocuklar, sine çıkıldı. Gezi kapsamında Ankarayaptıkları Kayaş röportajlarla yaşadıkları mahalleye dair Banliyö Tren Hattı'na giden çocuklar yeni şeyler , buradaki öğrenirken, yaptıkları duvar gazetesiy güzergahı, istasyonları ve trenleri ince le de keyifli lediler. Tren zaman geçirdi.
yapan çocuklar, orada bir stant açtı. Stantta, plastik kaşık, tabak, süt kutusu gibi atık malzemelerden ürettikleri kuklaları, üzerlerine bilim insanlarının isimlerini yazdıkları kartonları, yaptıkları resimleri sergilediler. Çocuklar ayrıca, yaz okulunda öğretmenleriyle birlikte hazırladıkları koro ve halkoyunları gösterilerini de sergilediler.
Artvin’in Hopa ‹lçesi’ne ba¤l› Kemalpafla Beldesi’nde 17-19 A¤ustos tarihlerinde düzenlenen 9. Kemalpafla Halk Festivali kapsam›nda gerçeklefltirilen hal› saha futbol turnuvas› 26 Temmuz’da bafllad›. Kemalpafla, Hopa ve Borçka’da yap›lan maçlara yo¤un ilgi var. Üç bölgede oynanan maçlar sonucunda her bölgenin birincileri flampiyonluk için mücadele edecek. Bu y›l dördüncüsü düzenlenen turnuvaya kat›lan tak›mlar›n baz›lar›n›n isimleri flöyle: Yoldaflspor, Redhackspor, Eflk›ya Gençlikspor.
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ
9 A¤ustos 2012 / 22 A¤ustos 2012
16 Halk›n Sesi
‘Savaşa ve faşist saldırılara izin vermeyeceğiz’
Faşizme karşı omuz omuza Malatya Sürgü’deki Alevilere yönelik saldırılara karşı ülkenin dört bir yanında halk sokağa çıktı. AKP’nin ayrımcı politikalarına karşı öfkenin kent meydanlarında yankılandığı eylemlerde, Alevilere yönelik saldırıların sorumlusunun Tayyip Erdoğan olduğu belirtildi OSMAN NUR‹ ORHAN
B
ir yandan Suriye’ye karşı yürütülen savaşta ABD emperyalizminin taşeronluğunu yapmaya çalışan, diğer yandan iç siyasette Suriye’ye olası müdahalenin zeminini hazırlayan AKP, Alevileri ve Kürtleri hedef alan gerici-faşist saldırıları arttırıyor. Sivas davasında sanıkların zamanaşımı kararı verilerek serbest bırakılması ve TİP’li gençleri öldüren faşist katillerin serbest bırakılması ülkede insan öldürmenin meşrulaştırıldığı bir atmosfer yaratıyor.
Bu siyasal atmosferle birlikte Malatya’nın Doğanşehir İlçesi’ne bağlı Sürgü Beldesi’nde yaşayan Alevilere, sahur davulu bahane edilerek saldırılar düzenlendi. Onlarca kişi, Evli ailesinin evine saldırdı. Evli ailesinin evi saldırı sırasında kurşunlanıp, taş yağmuruna tutulurken ahırları da ateşe verildi. Yaşananlara sessiz kalmayanlar ise tüm ülkede sokağa çıkarak tepkilerini haykırdı. Yeni bir saldırıya göz yummayan binlerce kişi, katliamlarla dolu ülke tarihinde oluşan antifaşist hafızayla sokağa çıkarak Malatya’nın Maraş, Çorum ya da Sivas olmasına izin vermeyeceklerini gösterdi. Malatya’da yükselen çığlağa ilk destek İstanbul’dan geldi. Taksim, Okmeydanı ve Gülsuyu’da gece saatlerinde nöbetler tutularak Malatya’da yaşananlara karşı ilk eylemler yapıldı. Ankara Halkevleri de sabah saatlerinde Başbakanlık binası önüne giderek oturma eylemi başlattı ve sorumluların yakalanması istendi. B‹NLERCE K‹fi‹ SOKAKTA Olayın duyulmasının ardından
Ankara, İstanbul, İzmir, Eskişehir, Antalya, Çorum ve Kocaeli’de binlerce kişi, saldırganların yakalanarak hesap vermesi talebiyle sokağa çıktı. İstanbul’da birçok farklı noktada eylemler yapılırken Taksim’de gerçekleştirilen eylem adeta insan seline döndü. Taksim’deki eylemde Alevi dernekleri adına konuşan Vedat Kara, Alevilerin yaşadıkları her saldırıda aynı oyunla karşılaştıklarını söyledi. Doğanşehir Sürgü’de saldırganların “galeyana gelmesi” için bir bahane yaratıldığını ve saldırının düzenlendiğini ifade eden Kara, Alevilerin kenti terk etmeye zorlandığını belirtti. Ankara’da da binlerce kişi emek ve demokrasi güçlerinin çağrısıyla bir araya gelerek AKP il binasına yürüdü. Yürüyüş boyunca “Malatya Maraş olmayacak” sloganlarının atıldığı eylemde basın açıklamasını okuyan KESK Dönem Sözcüsü Dengiz Sönmez katiller hakkında işlem yapılmasını, sorumluların hesap vermesini ve AKP'nin ırkçışoven politikasına son vermesini istedi. İzmir’de gerçekleştirilen
eylemde konuşan Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Engin Gündük ise "Alevilere yönelik yapılan saldırılar AKP hükümetinin talimatları üzerine gerçekleşmiştir. Devlet ve AKP, Alevi inancı üzerinden oluşturduğu ret ve inkar gündemiyle adeta yeni katliamlara davetiye çıkarmaktadır" diye konuştu. Kocaeli’nde gerçekleştirilen eylemdeyse Sivas davasındaki “zamanaşımı kararının”, Yargıtay'ın “cemevlerinin ibadethane olmayacağı” kararının, Alevilerin evlerinin işaretlenmesinin ve 4+4+4 yasasının toplumu gericileştirme hamleleri olduğu belirtildi. Açıklamada Alevilerin katliamlara boyun eğmeyeceği ifade edildi. ‘ALEV‹LERE YÖNEL‹K HER SALDIRININ SORUMLUSU TAYY‹P ERDO⁄AN’DIR’ İstanbul Kağıthane’de ve Eskişehir ile İzmir’in Gültepe mahallelerinde gerici saldırlara tepkisiz kalmayanlara polis saldırdı. Kağıthane’de çıkan çatışmada 10 kişi gözaltına alınırken İzmir Gültepe’de polisin kurduğu
barikatı geçmek isteyenlere polis cop ve biber gazıyla yanıt verdi. Polis saldırılarına rağmen yürüyüşlerini sürdüren mahalle halkı, AKP ilçe başkanlığına siyah çelenk bıraktı. AKP önünde yapılan basın açıklamasında ise Alevilere yönelik her saldırının sorumlusunun Tayyip Erdoğan olduğu vurgulandı. Eskişehir’de Gültepe Mahallesi’nde ise valilik binasına yürümek isteyenlere de polis saldırdı. Saldırı sonrası eyleme katılanlar cemevi önünde basın açıklaması yaptı. TEPK‹LER D‹NMED‹ Yapılan kitlesel eylemlerin ardından Alevi halkın yaşadığı mahallelerde de eylemler sürdü. Bunlardan biri de Ankara’nın Mamak İlçesi oldu. Mamak halkı Halkevleri’nin çağrısıyla Tek Mezar Parkı’nda bir araya gelerek “karanlığa karşı ateş yakarak” nöbet tuttu. Eylemde konuşan Halkevleri Genel Sekreteri Nuri Günay bu olayların ana mimarının AKP olduğunu söyleyerek AKP’nin karanlığına karşı, gerici - faşist politikalarına karşı herkesi direnmeye davet etti.
Davulcu münferit, saldırı sürekli AKP, Malatya’daki Alevilere yönelik saldırıları ‘münferit olay’ olarak değerlendirirken sadece davulcuyu cezalandırmakla olayların içinden sıyrılmaya çalışıyor; olayda sorumluluğu bulunan valiyi ise ödüllendiriyor
A
KP’nin gerici, faşist söylemleri ve katilleri serbest bırakma uygulamalarıyla psikolojik altyapısının oluşturulduğu olaylara karşı tepkiler de hızlı bir şekilde geldi. Maraş, Çorum, Sivas gibi katliamlarla dolu bir tarihte yaratılan antifaşist hafıza Malatya’da yaşananlar karşısında açığa çıktı. Malatya’da bir katliam yaşanmaması için milletvekilleri ve çeşitli demokratik kitle örgütü temsilcileri Sürgü’ye giderek Evli ailesinin evinde nöbet tuttu. Yaşanan psikolojik savaşta medyanın da taraf olmasına ve “Davulcu kavgası” söylemleriyle olayı örtbas etme girişimlerine karşı alternatif medya aygıtlarıyla olayları öğrenenler sokaklara dökülerek yeni bir katliamın yaşanmaması için insanları sokağa çağırdı. OLAY AKP DENET‹M‹NDEYSE MÜNFER‹TT‹R Yaşananların ardından
yalnızca davulcu Mustafa Evşi hakkında hukuki süreç başlatılırken Malatya Valisi, Doğanşehir Belediye Başkanı ve AKP hükümeti ortak bir söylemde birleşti: “Olaylar münferit.” Yaratılan siyasi atmosfer hiçe sayılarak yapılan bu açıklamayla birlikte sokağa çıkan yüzlerce kişi yaşanan olayların münferit olmadığını, arkasında AKP iktidarının olduğunu haykırdı ve Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta kendini gösteren siyasi organizasyonun Malatya’da da olduğunu söylediler. DAVULCU AKP’Y‹ ELE VERD‹ Bu organizasyonu AKP zihniyeti “münferit” sözcüğüyle geçiştirmeye çalışırken davulcu Evşi, olayın asıl şeklini anlattı. Radikal gazetesine konuşan Evşi “Bu benim davam değil, İslam davası. Gerekirse taşınma, ev bulma paralarını biz verelim ama o aile buradan gitsin” diyerek asıl amacını ve bu süreçte
amaçlananı gün yüzüne çıkarmış oldu. ADIM ADIM ‹LER‹ Yaşanan bunca gelişmeye rağmen sorumlularla ilgili hiçbir işlem yapılmamasına karşı ayaklanan halk sorumluların yargı karşısına çıkartılması için sokaklara döküldü. Binlerce insanın sokağa çıkarak tepki gösterdiği durum karşısında 28-29 Temmuz tarihlerinde yaşanan olaylarla ilgili ancak 2 Ağustos günü hukuki süreç başlatılabildi. DAVULCUYA HAP‹S VAL‹YE MÜKAFAT Yapılan işlemlerin ardından gözaltına alınan 24 kişiden sadece davulcu Mustafa Evşi tutuklanırken geriye kalan 23 kişi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Yaşanan olayların sonunda Malatya Valisi Ulvi Saran ise adeta ödüllendirilerek Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı'na atandı.
AKP iktidarının, emperyalizmin bölgedeki ‘bir numaralı işbirlikçisi’ payesini almak uğruna inisiyatif alarak Suriye’de iç savaşı derinleştirme politikası, Suriyelileri gittikçe büyüyen bir kan gölüne ittiği gibi Türkiye’de de Alevileri ve Kürtleri hedef alan gerici-faşist saldırıları körüklüyor. AKP ve medyasının mezhepçi-faşist propagandaları eşliğinde bir yandan Halep’in kan gölüne döndüğünü izlerken bir yandan da Malatya’da, İstanbul’da, Muğla’da Alevileri ve Kürtleri hedef alan faşist saldırılara, Türkiye’nin Kürt illerinde şiddetlenen çatışmalara şahit olmamız tesadüf değildir. Uluslararası ve bölgesel dengeler gereği Suriye’ye doğrudan askeri müdahalede bulunamayan emperyalizm, rejimin 17 ay önce sivil eylemler şeklinde açığa çıkan muhalefeti sertlikle bastırmasını fırsata çevirip güdümlü bir iç savaş stratejisine yöneldi. Bu iç savaşı körükleme siyaseti için de artık herkes açısından alenileştiği üzere Ortadoğu’da ABD emperyalizminin kuklası durumundaki Suudi Arabistan, Katar ve AKP iktidarı görevlendirildi. Suudi Arabistan ve Katar önemli miktarda “yabancı” unsur içeren silahlı gruplara para ve silah desteği sunarken, Türkiye de lojistik destek sunarak hem bu grupları barındırıyor hem de para ve silah akışına aracılık ediyor. AKP’nin emperyalizm işbirlikçisi, gerici-faşist siyasi çizgisinin bugün bize sunduğu şey onursuz bir dış politika eşliğinde ülkemizin bütün bölgeyle birlikte ateşe sürüklenmesidir. AKP krize giren dış politikasını Alevi-Kürt düşmanı saldırgan bir çizgiyle desteklemeye çalışmaktadır. Bunu aynı zamanda sağ tabanı bir arada tutacak bir gerici birlik siyaseti olarak da teşvik eden AKP, ülkeyi tehlikeli bir çatışmaya sürüklemektedir. ‹zin vermeyece¤iz! AKP’nin emperyalizm işbirlikçisi politikalarla ülkemizi yangına sürüklemesine, Türkiye’yi Suriye’de kışkırtılan gerici iç savaşın operasyon üssüne dönüştürmesine, “tampon bölge” vb olası askeri müdahale maceralarına heveslenmesine izin vermeyeceğiz. Alevileri ve Kürtleri hedef alan faşist saldırılara izin vermeyeceğiz. Alevi, Sünni, Kürt, Türk, ilerici, aydın tüm yurttaşların AKP’nin mezhepçi-ırkçı saldırılar karşsında tarihsel korkularla değil meşru müdafanın hak olduğu bilinciyle davranması gerektiğine inancımızla, faşizme karşı omuz omuza mücadele edeceğiz. Kürt sorununda artık kronik savaş halini alan iflas etmiş çizgide ısrar edilip bir yanımız ateş içinde yanarken, sanki Samut hiçbir sorun yokmuş gibi Karabulut davranılmasına izin vermeyeceğiz. Halkevleri AKP iktidarı Suriye’de Genel Baflkan emperyalizm güdümlü Yard›mc›s› politikalara taşeronluk etmekten vazgeçmelidir! AKP iktidarı Suriye’ye yönelik herhangi bir askeri müdahaleye karışmamalı, bunu bir karar haline getirerek kamuoyu ile paylaşmalıdır! Adana ve Hatay’daki istihbarat ve operasyon merkezlerinin faaliyetleri durdurulmalıdır! Sınır boyundaki kamplar yalnızca insani amaç için kullanılması, silahlı grupların faaliyetlerine kapatılmalıdır! Suudi Arabistan ve Katar ile yürütülen işbirliğinin hangi temellere dayandığı kamuoyuna açıklanmalı ve Suriye’de iç savaşta kullanılmak üzere para, silah ve istihbarat aktarımına dayalı bu işbirliğine son verilmelidir! Sınır kentlerindeki halka, kendi hayatlarını doğrudan ilgilendiren bu gelişmelerle ilgili bilgilendirme yapılmalı, uğranılan ekonomik zarar ve silahlı milislerin kent içinde hareketi engellenmelidir! Suriye’ye yönelik saldırı siyasetinin baş sorumlusu Ahmet Davutoğlu hesap vermeli, istifa etmelidir! AKP Alevi-Kürt düşmanı politikalara son vermelidir! Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP Alevi düşmanı söylemleri terk etmeli, iktidar ayrımcı politikalarından dolayı Alevilerden özür dilemelidir! Alevileri ve Kürtleri hedef gösteren yayınlar durdurulmalı, ilgili medya kuruluşlarından hesap sorulmalıdır! Alevilere yönelik ayrımcılığı pekiştiren yargı kararlarının geri alınması için gerekli adımlar atılmalı, 4+4+4 eğitim sistemiyle yerleştirilmek istenen mezhepçi uygulamalar başlamadan iptal edilmelidir! Alevilere ve Kürtlere yönelik saldırıların sorumluları açığa çıkarılmalı ve hesap sorulmalıdır! AKP Kürt sorununda savaş ve tasfiye politikasını terk etmeli, barışçıl demokratik çözüm için müzakereler başlatılmalıdır! Şemdinli’de yaşananlar kamuoyuyla paylaşılmalı, askeri operasyonlara son verilmelidir! Kürt halkının milletvekili ve belediye başkanı olarak seçtiği temsilcileri başta olmak üzere, Kürt siyasetçilere yönelik tutuklamalara son verilmelidir! Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümü için müzakereler başlatılmalıdır! Yazının tam metni halkevleri.org.tr adresindedir.