A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark
5
Muhalefetin küresel ›s›nmas› Yoksullaflanlar›n, mülksüzleflenlerin, iflçileflenlerin hak ve demokrasi mücadeleleri yükseliyor
10
Peri masal›n›n öyküsü Mikrokredi alan kad›nlar›n hayat› iddia edilenin aksine masala dönüflmüyor
12
Emekliler mücadelede Emekliler için ölümü bekleme de¤il mücadele zaman›. Daha yapacak çok ifl var
13
Yavuz’un bitmeyen seferi ‹lk Osmanl› halifesi Yavuz Selim, Alman komutas›nda cihada ç›k›nca
18 Ekim 2012 • 1.25 TL
Y›l 7 • Say› 168
Savaşın bedelini Tayyip ödesin!
Suriye’de k›flk›rtt›¤› iç savafla fiilen dahil olan AKP, tezkere ile ülkeyi bölgesel bir savafl›n efli¤ine getirdi
AKP’nin Suriye siyaseti kan döküyor; AleviSünni, Türk-Kürt gerilimi yarat›yor; iflsizlik, zam, y›k›m getiriyor
AKP’nin savafl›n›n a¤›r bir bedeli var. Ya kan›yla can›yla halk ödeyecek ya da halk AKP’ye bedel ödetecek
YÖK’e hay›r Kas›m ay›nda son hali aç›klanacak olan yeni yüksekö¤renim yasa tasla¤›n› sermaye heyecanla beklerken, akademisyenlerin ve ö¤rencilerin tepkileri büyüyor S. 3
Mahallede yaflam var Dönüflüm “Yeni bir yaflam” slogan› ile bafllarken, Dikmen’de bar›nma hakk›na kurflun s›k›ld›. Mamak’ta da rantç›lara direnen halk “yeni bir yaflam›” kendi kuruyor S. 7
Savafla karfl› birleflik mücadeleye S.3
Namertlere hoflgeldin
250 bin imza mecliste 4+4+4 e¤itim sistemine karfl› aylard›r mahallelerde, okullarda, pazarlarda, iflyerlerinde ve kent meydanlar›nda imza toplayan Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisleri, 50’den fazla kentten gelen temsilcilerle 17 Ekim’de Ankara’da bulufltu. Toplad›klar› 250.000 imzay› meclise teslim etmek üzere Konur Sokak’tan meclise yürüdü. Meclisin Dikmen kap›s›nda bir aç›klama yapan Halkevleri Genel Baflkan› Oya Ersoy Ankara’da, ‹zmir’de, Amasra’da, Tarsus’ta ve Dersim’de yasaya karfl› yürütülen e¤itim hakk› müca-
delelerinin AKP’ye geri ad›m att›rd›¤›n› hat›rlatt›. Ersoy’un ard›ndan konuflan Halkevleri Genel Sekreteri Nuri Günay, bir ayd›r ülkenin dört bir yan›ndaki yüzlerce okulda toplad›klar› raporlara iliflkin bilgiler verdi. Bas›n aç›klamas›na CHP milletvekilleri Musa Çam, Mustafa Moro¤lu, Kadir Gökmen Ö¤üt, E¤itim Sen MYK üyesi Betül Öztürk Korkut ve Mülkiyeliler Birli¤i Genel Sekreteri Özgür Tüfekçi de destek verdi. Bas›n aç›klamas›n›n sona ermesiyle birlikte imzalar bir heyet taraf›ndan meclise teslim edildi.
AKP emek düşmanlığı işçiler ‘direniş’ diyor
Erdo¤an’›n Ekonomiden Sorumlu Genel Baflkan Yard›mc›s› yapt›¤› Numan Kurtulmufl, AKP’ye transfer oldu¤u günün gecesinde yap›lan fahifl zamlarla ilgili tek söz söylemedi S. 9
Sendikalar yasas› emek hareketine sald›r› maddeleriyle geçse de yeni sendikal hareket aç›s›ndan asla bir çöküfl de¤il aksine bir s›çrama tahtas› olacak S. 8
Savaş karşıtı birliktelikte umut var Suriye tezkeresi TBMM’den geçtikten sonra birçok kentte savafl karfl›t› eylemler yap›ld›
HDK, TKP, ÖDP ve Halkevleri yöneticileri savafl karfl›t› süreci Halk›n Sesi’ne de¤erlendirdi S. 11
Ferda Koç / Sayfa 4
Özen Taçy›ld›z / Sayfa 6
Tufan Sertlek / Sayfa 8
Mustafa Aldemir / Sayfa 14
Laik demokratik sosyal...
Vak›flardan ‘hay›rl› ifller’
Potansiyel tehlike iflçi...
Sahibinin sesi kah sivil...
Gazeteler kimin 20 gazete ortak bir deklarasyon yay›mlad›. Gazete materyallerinin kaynak gösterilse dahi yay›mlanmas›na karfl› hukuki yollara gidilece¤i ilan edildi S. 14
2
EĞİTİM 18 Ekim 2012 / 31 Ekim 2012
Halk›n Sesi
Okullar bir ayını, AKP miadını doldurdu Bütün yaz mücadele ettiler, okullar aç›ld›, raporlar›n› tuttular. “4+4+4’ü durduraca¤›z” diye yola ç›kan E¤itim Hakk› Meclisleri, okullar›n kapan›fl›n›n birinci ay›nda ellerinde belgelerle hesap sordular
H
alkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri Haziran’da daha okulların kapandığı gün, sonuçlarını önceden kestirdiği 4+4+4 yasasına karşı mücadele için söz vermişti. Okulların açılmasıyla beraber, sorunlar gün yüzüne çıktı. 5 buçuk yaşında okula gitmek zorunda kalan çocuklar, onların yaşadıkları sıkıntılar, okulları zorla imam hatip okulu haline getirilenler, okullarının isimleri değişenler, okulsuz kalanlar Eğitim Hakkı Meclisleri’nin mücadeleye hız vermesini zorunlu kıldı. Okulların açıldığı 17 Eylül’den beri binlerce imza toplayan veliler, öğretmenler okulların açılışının birinci ayında ülkenin dört bir yanından gelen veli temsilcileriyle Meclis’e yürüdü. 17 Ekim’de Ankara’da olacak eğitim hakkı savunucularının
öncelikle kendi illerinde son bir işi daha kalmıştı. Kimi illerde İl Milli Eğitim Müdürlüklerine yüründü. Kimi illerde basın toplantısıyla ertesi günkü yürüyüş duyuruldu. Yapılan basın açıklamalarında 4+4+4’ün okula erken başlamak durumunda kaldığı için yaralanan 5 yaşındaki çocuklar, kalabalık sınıflar, zorla seçtirilen din dersleri, toplanan aidat paraları, sürülen-alan değiştirmeye zorlanan öğretmenler, zorla imam hatipe çevrilip boş kalan okullar, belirlenmeyen eğitim müfredatları, bir gecede imam hatiplere çevrilen okullar demek olduğuna dikkat çekildi ve Erdoğan’ın özel okulları arttırma projeleri eleştirildi. İstanbul’da Sultanahmet’te buluşan veli ve öğrenciler İl Milli Eğitim Müdürlüğü önüne yürüyerek bir eylem gerçekleştirdi. 4+4+4’Ü REHBER Ö⁄RETMENDEN D‹NLE Eyleme katılan rehber öğretmen Zeynep Elifoğlu ortaokula dönüştürülen okulunda gözlemlediği sorunları Halkın Sesi’yle paylaştı. Okulda seçmeli derslerin bir süre hocasız geçtiğini anlatan Elifoğlu, öğretmen açığının kapatılmasından sonra da seçmeli derslerin yapılmadığını anlattı. Bu nedenle yalnızca kendi okulunda değil pek çok okulda karmaşa yaşandığını belirten Elifoğlu, rehber öğretmen olarak
öğrencilerle kurduğu diyaloglardan bahsetti. Önceden yalnızca ilköğretim birinci sınıfta okula uyum problemi yaşayan öğrencilerin olduğunu söyleyen Elifoğlu, bu sene hem okula çok küçük yaşta başlamak zorunda kalan çocukların hem ortaokula ve branşlaşmaya hazır hissetmeyen 5. sınıfların uyum problemi yaşadığını anlattı. Öte yandan okullarının ortaokula dönüşmesi nedeniyle diğer okullardan gelen öğrencilerin eski okullarını özlediğini belirten Elifoğlu, öğrencilerin norm fazlası gerekçesiyle okullarından gönderilen öğret-
menlerini özlediği ve kendisi aracılığıyla onlara mektup gönderdiklerini söyledi. Elifoğlu, özellikle okulun ilk haftası çocukların sürekli ağladığını belirtti. GÖRECEKLER‹N‹N HABERC‹S‹ Ertesi gün Ankara’ya gidecek olan velillerin söyleyeceklerinin bir nevi provasını da yapan Veli Filiz Korkmas, geçen 1 ayın yalnızca buzdağının görünen yüzü olduğunu söyleyerek, ileride problemlerin derinleşerek artacağını vurguladı. Ancak AKP’ye
yaz boyunca biriktirdikleri mücadeleyi hatırlatan Korkmas, “Gördüklerin göreceklerinin habercisidir” dedi. 4+4+4’ün tüm bir eğitim sistemini sermayenin lehine dönüştürme ve muhafazakar bir toplumun temellerini atma adına uygulandığını, bu süreçte toplumun bir çok kesimini etkilediğini, ebeveynleri çalışan çocukların okulsuz bırakılmaya çalışıldığını söyleyen Korkmas, çözümün birleşik mücadeleden geçtiğini vurguladı.
ÖZEL OKUL PATRONLARI ZENG‹NLEfiECEK İzmir Eğitim Hakkı Meclisleri de Konak Eski Sümerbank önünden Kemeraltı girişine yürüyüş yaptı. Basın açıklamasında yine okullardaki durumlar özetlenerek eğitimin piyasalaştırılmasının yaratacağı etkilere vurgu yapıldı. Açıklamayı okuyan Gizem Coşkun, Başbakan’ın ‘Dersaneleri kapatıyoruz, özel okullar açacağız’ sözlerinin eğitimi sermayeye açarak özel okul patronlarını zenginleştirme planının itirafı olduğunu söyledi. Coşkun, AKP’nin, emekçilerin vergileriyle, özel okul oranını tırmandırarak parası olmayanın iyi eğitim alma şansının kalmadığı bir sistem yaratma amacında olduğunu ifade etti. Öğretmenlere performans sisteminin zorla ve baskıyla dayatıldığını söyleyen Coşkun, eğitim emekçilerinin 4+4+4 ile güvencesiz ve ucuz işgücü haline getirilmek istendiğini belirtti. ‹MAM HAT‹PLER BOMBOfi Coşkun ayrıca imam hatiplere öğrenci çekmek amacıyla verilen, yol, yemek, barınma vaatlerine rağmen imam hatiplerin boş kaldığına dikkat çekerek baskı ve yönlendirmeye rağmen din dersinin seçilme oranının düşük kalmasının, AKP’nin bu toplumu kendi planına ikna edemediğinin göstergesi
olduğunu söyledi. Adana ve Mersin’de de birer basın toplantısı düzendi. Adana Halkevi’nde gerçekleştirilen basın toplantısında açıklamayı yapan Mert Kaya, 4+4+4’ü yerel mücadalelerinden örnek vererek anlattı. Kaya, Cumhuriyet İlkokulu’nda zemininin kötü olmasından, lavaboların uygun olmamasından, temizlik görevlisi bulunmamasından, okulda aidat parası toplandığını ifde etti. Velilerin bu durum karşısında yürüttükleri mücadeleyi vurgulayan Kaya, 4+4+4'ün uygulanamaz olduğunu Cumhuriyet İlkokulu’nda bir kez daha gördüklerini belirtti. Mersin Halkevi’nin basın açıklamasını da Cihan Gürgöze okudu. Gürgöze halkın 4+4+4’ün durdurulmasını istediğini yüzbinlerce insanın verdiği imzalardan anlaşıldığını söyledi. Gürgöze, tuttukları raporları açıklamayı Ankara’ya bıraktı.
Eğitim Sen’den kritik sorular “4
+4+4 uygulamaları neleri değiştirdi? Eğitimin bütün aşamaları parasız hale mi getirildi? Eğitim emekçilerinin iş güvenceleri mi sağlamlaştırıldı? Eğitim bilimsel, demokratik bir içerik mi kazandı? Herkese anadilinde eğitim yapma hakkı mı verildi? 60-66 aylık çocuklar parasız olarak okul öncesi eğitime mi yönlendirildi?”
Dersler tamam da materyali nerede? M
illi Eğitim Bakanlığı'nın (MEB), internet sitesi üzerinden öğrenci ve öğretmenlerin kullanımına açtığı seçmeli Kuran, Hz. Muhammed'in hayatı ve temel dini bilgiler dersleri öğretim materyallerini Talim ve Terbiye Kurulu (TTK) onayından geçirmedi. Cumhuriyet gazetesinin haberine göre Ders Kitapları ve Eğitim Araçları Yönetmeliği değiştirilerek, ders kitaplarını denetlemekle görevli Öğretim materyallerini Geliştirme, İnceleme Merkezi Müdürlüğü işlevsiz bırakıldı. Burada çalışan öğretmenlerin de işlerine son verileceği belirtildi. Deenetim mekanizmasında yaratılan karmaşa nedeniyle din derslerini seçen öğrencilerin halen gerekli materyalleri yok. Din dersleri öğretmenleri,
kendi bildikleri kitapları kaynak olarak göstermeye başladı. Bunun üzerine MEB bir kitapçık hazırladı ama denetim sistemindeki karmaşa nedeniyle halen kullanılabilir durumda değil. Kitapların incelenmesi için verilen tarih 15 Ocak. Ancak okulların ilk yarıyılı 28 Ocak’ta sona eriyor. Denetim konusundaki karmaşa öğrencileri ikinci yarıyıla kadar materyalsiz bıraktığı için MEB, bir önlem daha alınmak zorunda kaldı. Buna göre TTK, 12 Kasım’da eski sisteme göre toplanarak, başvuru raporlarını değerlendirecek. Her halükarda AKP’nin dayattığı seçmeli din derslerini alan öğrenciler, aylarca materyal olmadan, öğretmenin kendi kendine hazırladığı müfredata göre öğrenim görmüş olacak.
Eğitim Sen 7 Nolu Şube 11 Ekim’de Avcılar’da yaptığı eylemle AKP’ye yukarıdaki soruları sordu. Marmara Caddesi’nde yürüyen Eğitim-Sen üyeleri 4+4+4 eğitim sisteminin binlerce öğrenci ve öğretmeni mağdur ettiğini söyledi. Eğitim Sen üyeleri, 4+4+4 ile okulların ayrılması sonucu MEB verilerine göre 30 bini sınıf öğretmeni olmak üzere, 70 bine yakın öğretmenin norm
fazlası durumuna düştüğünü söyledi. Bu sayının gerçekte daha da fazla olduğunu söyleyen Eğitim emekçileri, “Daha önce Atama ve Yer Değiştirme Kılavuzu’nda norm fazlalığı olan branşlarda atamanın yapılamayacağı söylenmesine rağmen norm açığı olan branşlarda bile kontenjan açılmadı” dedi. Açıklamada Eğitim Sen son olarak 4+4+4 ile öğretmenlerin daha fazla mağdur edilmesine izin verilmeyeceği vurgulandı.
Bartın’da boykot kazandı
B
artın’da depreme dayanıklı olmadığı tespit edilen okulun yıkım kararının ardından, öğrenciler 3 kilometre uzaklıktaki bir okula gönderilmek istendi. Öğretmenler ve veliler, öğrencilerin başka bir ilçedeki okula gönderilmesine karşı “haftada 1 gün çocuklarımızı okula göndermiyoruz” diyerek boykot gerçekleştirdi. 1 Ekim ve 8 Ekim'de yapılan eğitim hakkı boykotuna yüzde 90'a yakın katılım gerçek-
leşti. İki günlük eğitim hakkı boykotu sonucunda Kaymakamlık ve belediye tarafından öğrencilerin servis ücretlerinin tamamının karşılanacağı ilan edildi. Açıklama İlçe Milli Eğitim Müdürü ve Belediye Başkanı tarafından açıklama yapıldı.
Hepi topu bir kırık, sorun yok Trabzon'da bu y›l okula bafllayan 5 yafl›ndaki çocu¤un üzerine 200 kilograml›k demir kap› düfltü. Olay›n ard›ndan aç›klama yapan Trabzon Valisi’ne göre hiçbir sorun yok. Vali: “Hayati tehlikesi yok, çenesinde k›r›k vard›, ameliyat edildi ”
T
rabzon'da TOKİ'nin yaptırdığı ve bu yıl öğrenime açılan Bahçecik İmam Hatip Okulu'nda bu yıl okula başlayan 5 yaşındaki Resul Demir okulun bahçesinde oyun oynarken üzerine 200 kilogramlık demir kapı düştü. Ağır yaralanarak hastaneye kaldırılan Resul Demir başına darbe aldı, çenesi ve vücudunda da kırıklar oluştu. Olayın ardından Trabzon Valisi Recep Kızılcık hastaneye giderek çocuğun sağlık durumu hakkında bilgi aldı
ve bir açıklama yaptı: "İnşallah doktorumuzun söylediği kadarıyla 2-3 gün içinde taburcu olacak. Hayati tehlikesi yok. Çenesinde kırık vardı ameliyat edildi. Olayla ilgili idari soruşturma başlatıldı.” Trabzon’da Resul Demir üzerine ilk demir kapı düşen öğrenci değil. Tabzon’da son 5 yıl içinde buna benzer 5 olay daha yaşandı. Farklı okullarda yaşanan demir kapı kazalarında 2 çocuk hayatını kaybetmiş, 3 çocuk yaralanmıştı.
Şubata 30 bin atama Bakan “Atamas› yap›lmayan ö¤retmenler Eminönü’nde yem bekleyen güvercin gibi” dedi. Ö¤retmenler yan›t verdi: “Yem de¤il, flubata 30 bin atama istiyoruz” ubat 2013’te 30 bin ek ö¤retmen yap›lmas›n› talep ederek “fiubatç›lar” ad›yla biraraya gelen ö¤retmenler ve Atamas› Yap›lmayan Ö¤retmenler Platformu, Milli E¤itim Bakan›’n›n hakaret içerikli sözleri üzerine eylem yapt›. Milli E¤itim Bakan› Ömer Dinçer ö¤retmenlerle yapt›¤› görüflmede “Ö¤retmen adaylar›n› Eminönü Camii’nde yem bekleyen güvercinlere benzetiyorum, birilerinin önlerine yem atmas›n› bekliyorlar” demiflti. Bakan›n kendilerini aciz olarak göstermeye çal›flmas›na karfl› taleplerini yinelemek isteyen ö¤retmenler de Eminönü’nde güvercinlerin bulundu¤u alana gitti, eylemlerini burada gerçeklefltirdi. “Ücretmen de¤il Ö¤retmen", "Ö¤retmenler iflsiz okullar ö¤retmensiz", "Bekle beni anne beraber atan›r›z", "Sadaka de¤il atama istiyoruz" dövizleriyle alanda buluflan ö¤retmenler, seslerini hükümete kadar ulaflt›rmak için güvercin uçurdu, diplomalar›n› yakt›. Atamas› Yap›lmayan Ö¤retmenler Platformu ‹stanbul sözcüsü Duygu Semiz, ö¤retmenlerin yar›fl at› gibi yar›flt›r›lmas›na tepki göstererek “koflulsuz atama” istediklerini söyledi. Bas›n aç›klamas›n› okuyan Tuba Kalem, 4+4+4 yasas› sonras› e¤itimde daha fazla ö¤retmen ihtiyac› do¤du¤unu ancak hükümetin ücretli ö¤retmenlik uygulamas›n› yayg›nlaflt›rd›¤›n› ifade etti. “Ö¤retmenlik bizlere sunulmufl bir lütuf de¤il, onlarca y›ll›k eme¤imiz ve al›nterimizin neticesidir” diyen Kalem, haklar› olan atamalar›n gerçekleflmesini istedi.
fi
3
GÜNDEM 18 Ekim 2012 / 31 Ekim 2012
Halk›n Sesi
YÖK’ün yenisine de hayır Y
ÖK’ün hazırladığı yeni yükseköğretim yasa taslağı tartışılmaya başladı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yasayı görüşmek üzere YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya’yı, bazı rektör ve öğretim üyelerini Çankaya Köşkü’nde ağırladı. YÖK’çüler üniversite üniversite gezerek yasayı anlattı. ÜN‹VERS‹TE YASAYI ‹STEM‹YOR İki yıla yakın bir zaman harcanarak hazırlanan yasa taslağı akademik çevrelerden ve üniversitelilerden kabul görmüyor. Yasa taslağını inceleyen Boğaziçi Üniversitesi Senatosu hazırladığı bildiride taslağın tüm temel tezlerine karşı çıktı. ODTÜ Öğretim Elemanları Derneği, ODTÜ Mezunları Derneği ve Eğitim Sen de ortak açıklama yaparak yeni yasa taslağına tepki gösterdi. İTÜ araştırma görevlileri 15 Ekim’de iş güvencesi için yaptıkları okulu terk etmeme eyleminde akademisyenleri güvencesizleştirecek yeni taslağı da protesto etti. ODTÜ Senatosu’nun taslağı görüştüğü sırada öğrenciler “Üniversiteler Bizimdir” diyerek 10 Ekim’de rektörlüğe yürüdü. Yürüyüşe akademisyenler de destek verdi.
Kasım ayında son hali açıklanacak olan yeni yükseköğrenim yasa taslağını sermaye heyecanla beklerken, akademisyenlerin ve öğrencilerin tepkileri büyüyor
AKP üniversitede istenmiyor AKP üniversite bileflenlerine sormadan att›¤› ad›mlar›n karfl›l›¤›n› ev sahipli¤ine soyundu¤u üniversite aç›l›fllar›nda ald›. Ö¤renci korkusu sebebiyle ad›m att›¤› her üniversitede ola¤anüstü hal ilan edilen AKP’liler yine de protestolardan kurtulamad›. Ankara Üniversitesi (AÜ) T›p Fakültesi ve Y›ld›z Teknik Üniversitesi ÜN‹VERS‹TEL‹LER NE D‹YOR Yeni yasa taslağı ile nelerin değişeceğine ilişkin Öğrenci Kolektifleri’nden Uğur Gümüşkaya ile görüştük. Gümüşkaya, yeni yasa taslağıyla birlikte özel üniversite açılmasına olanak tanınması, sermayenin
üniversitelerde ilk elden söz sahibi olacağı Üniversite Konseyi’nin kurulması, yabancı yükseköğretim kurumlarının açılması ve akademinin piyasaya uyumlulaştırılması gibi kapsamlı bir dönüşümün öngörüldüğünü söyledi. Sermayenin özel üniversite yasasının
(YTÜ) aç›l›fllar›na kat›lan Tayyip Erdo¤an iki üniversitede de protestolarla karfl›land›. AÜ aç›l›fl›nda 19, YTÜ aç›l›fl›nda ise 2 ö¤renci Tayyip Erdo¤an’› protesto etti¤i için gözalt›na al›nd›. AÜ ö¤rencileri ayr›ca, akademisyenlerin de kat›l›m›yla Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde alternatif aç›l›fl gerçeklefltirdi. çıkarılmasına dönük uzun süredir var olan talebinin yeni yasayla karşılanacağını belirten Gümüşkaya, “Artık her şirket öğrenciler üzerinden para kazanmak için üniversite açmak isteyecek” dedi. Yabancı yükseköğretim kurumlarıyla özel üniversite mantığının güçlenece-
ğini vurguladı. SERMAYE ‹Ç‹N ÜN‹VERS‹TE Tasarıya göre, bir ilin en çok vergi veren sermayedarının da bulunduğu 11 üyeden oluşacak Üniversite Konseyi aracılığıyla sermayenin yükseköğretimde söz
sahibi olması hedefleniyor. Yeni yasa ile üniversitelerdeki paralılaştırma uygulamaları artış gösterecek. Bunun en somut örneklerinden biri ise taslakta ağırlıklı olarak geçen kavramlar. Öğrenci ya da üniversiteli kelimesinin neredeyse hiç geçmediği, bilim kelimesinin mumla arandığı taslakta sermayenin dilinden düşürmediği kalite, rekabet gibi kavramlara sıkça rastlanıyor. Bu kelimelerden dahi dönüşümün sermayeyi düşünerek yapılacağının anlaşıldığına dikkat çeken Gümüşkaya, dönüşümle sermayenin, üniversitelerde istediği gibi hareket ederek, eğitimden daha fazla kar elde etmeyi hedeflediğini söyledi. Yasayla güvencesizleşen öğretim üyelerinin araştırmaları sermaye ihtiyaçlarına göre biçimlenecek. Gümüşkaya bu durumu “Öğretim üyeleri yoksulların evini başına yıkan kentsel dönüşüm projelerine karşı raporlar hazırlayamayacak, sermayenin karı için yıkımı destekleyen çalışmalar yapacak” sözleriyle örneklendirdi. Taslakta YÖK’ün adının değiştirilerek Türkiye Yükseköğrenim Kurumu (TYK) olacağı açıklandı. Gümüşkaya’ya göre YÖK’ün isminin değiştirilmesiyle, piyasacı-gerici saldırılarının maskelenmesi hedefleniyor.
İstanbul Barosu seçimleri yapıldı: Her birlik büyütmüyor Dünyanın en büyük barosu olan ve Türkiye siyasetinde önemli bir yeri olan İstanbul Barosu’nda seçim heyecanı vardı. Baroya kayıtlı 28 bin 884 avukatın, 22 bininin oy kullanmasıyla yüksek bir katılımın sağlandığı seçimleri, oyların yüzde 58’ini alan mevcut Baro başkanı,
Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu’ndan Ümit Kocasakal Kazandı. Aynı gruptan diğer aday, eski Baro başkanlarından Muammer Aydın ise yüzde 5’i bile bulamadı. AKP’ye yakınlığıyla bilenen Rıza Saka ise oyların yüzde 21’ini alarak ikinci oldu.
Solun ortak adayı Filiz Kerestecioğu ise oyların yüzde 16’sını aldı. Seçimlerde solun birliğine rağmen, bir enerji yaramaktan öte, geçen seçimlerdeki farklı adayların toplam oyundan dahi daha az oy alınması dikkat çekti. “Ulusalcı” çizgideki Kocasakal’ın patlama
yapması, “AKP karşıtı” oyları toplaması sayesinde oldu. Son yılların en önemli hukuki tartışması olan Anayasa Referandumda dahi farklı tutumlar alan, bir arada çalışmayan kesimlerin, çalışmaları son anlara sıkıştırılmış birlikteliği bir alternatif yaratamadı.
Q
4 Ekim’de SDP'li bir grup, tezkerenin TBMM Genel Kurulu'nda görüşüldüğü sıralarda Beşiktaş Akaretler'de caddeyi trafiğe kapatarak Başbakanlık ofisine yürüdü. Çevik Kuvvet polisleri gruba müdahale ettiği SDP’liler ile haber takibi yapan Gelecek Gazetesi muhabirleri gözaltına alındı.
Q
5 Ekim’de Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP), AKP tarafından yükseltilen savaş politikalarına karşı İstanbul Maltepe'deki askerlik şubesine "Barış için direniş" yazılı pankart astı. 3 ESP’li polisler tarafından gözaltına alınarak Maltepe Cumhuriyet Karakolu'na götürüldü.
Q
TMMOB İl Koordinasyon Kurulu, 5 Ekim’de saat Ankara İnsan Hakları Anıtı’nda bir basın açıklaması gerçekleştirerek elektriğe ve doğalgaza yapılan zamların kabul edilemez olduğunu söyledi.
Q
6 Ekim’de THY’de işten çıkarılan işçilerin Taksim THY bilet satış bürosu önünde Cumartesi günleri yaptıkları oturma eyleminin 4’üncü haftasındaydı. THY direnişi ile ilgili hazırladıkları şarkıları söyleyen işçilere eylemi izleyenler de eşlik ederek destek verdi.
Q
8 Ekim’de Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Redhack hakkındaki "silahlı terör örgütü üyesi" olma iddiasına karşı, kızıl korsanları Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın internet sitesini kullanıma kapadı.
Q
10 Ekim’de İstanbul Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde işçiler ulaşım hakkı için eylem yaptı. İşçiler, aylık Akbil bedeli olan 140 liralık bir ödeneğin kendilerine verilmesini istedi.
Q
Genel Kurul s›ras›nda avukatlar, ''Savunmaya özgürlük'' ve ''Suriye'den elini çek'' yaz›l› pankartlar açt›. Salondaki avukatlar meslektafllar›na alk›fllarla destek verdi.
4 Ekim’de TKP Ankara İl Örgütü Meclis’te görüşülen Suriye Tezkere’sini protesto etmek için Meclis’in Çankaya Kapısı önünde bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada Akçakale’deki ölümlerin birinci dereceden suçlusunun AKP iktidarı olduğuna vurgulandı.
Savafla karfl› birleflik mücadeleye KP planlama hataları yapmaya devam ediyor. Anlaşılan bütün yaz tembellik etmişler. Ne doğru düzgün yasa taslakları hazırlamışlar, ne kendi kadrolarının motivasyonunu sağlamışlar, ne de savaş hazırlıklarını planlamışlar. Meclis’in açılmasıyla birlikte bir yandan zaten uzun süredir öteledikleri yasalarla –ki bunların başında Sendikalar Yasası geliyor- uğraşırken diğer yandan da yeni dönemde kendilerine “avantaj” sağlayacak tuzak yasaları –ki bunların başında da Belediyeler Yasası geliyorgeçirmeye çalışmaktalar. Sendikalar Yasası’nın asıl amacı, AKP’nin her icraatında olduğu gibi, sermayenin ihtiyaç duyduğu yasal düzenlemeleri yapmanın yanı sıra kendi iktidarı açısından da ciddi avantajlar sağlamak. Bu yasa ile 30’dan az işçi çalıştıran işyerlerinde sendikal tazminat davası açılamaması, sendika üyeliklerinin doğrudan devlet ve patronların denetim ve müdahalesine açık hale getirilmesi gibi sermaye lehine kritik adımlar atılırken, AKP’nin emek alanındaki yeni truva atı olarak Hak-İş’i en büyük konfederasyon yapmaya çalışacaklar. Operasyonun arkasında Bülent Arınç, önünde medya yüzü olarak Faruk Çelik bulunuyor. “Hakkaniyet ve hukuk” temsilcisi Bülent Arınç, Anadolu Ajansı’nda örgütlü TGS’ye yönelik operasyonunu medyadaki AKP kuşatmasını güçlendirmek için tamamlamak ve özellikle Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıklarında yandaş sendikasını kurmak için kolları sıvamış. Medya-İş ve Öz Büro-İş sendikalarını örgütleme işini bizzat üzerine almış durumda. Sermayenin ve AKP’nin bu stratejisi karşısında direnme potansiyeli taşıyan DİSK ise süreci teknik tartışmalar ve yetkibaraj tartışmasının ötesine götüren bütünlüklü bir perspektife sahip değil. AKP, önümüzdeki yerel seçim-
A
lerin kendisi için ne kadar kritik olduğunun “çok” farkında. Çünkü bu seçim, AKP için belediyeleri yönetmeye devam etmesinin yanında, sonraki iki seçimi de (cumhurbaşkanlığı ve genel seçimleri) doğrudan belirleyecek. Yerel seçimde alınacak kötü sonuçlar, hatta AKP’nin inişe geçtiği izlenimini verecek bir sonuç bile Tayyip Erdoğan’ın ve tüm AKP’lilerin gelecek hayallerini tersyüz edebilir. Tam da bu yüzden işi sıkı tutuyorlar ama ne fayda! Yerel seçim tarihini beş ay önceye almaya çalıştılar, sözde gerekçe kış koşulları ama gerçek gerekçe kendi belediyelerini ekonomik kriz koşullarında daha fazla yıpratmamak ve olası bir “yol kazası”nda Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını riske atmamak (….). Ama daha yolun başında, evdeki hesap çarşı yolunda bozuldu. Kendi kulvarındaki siyasi rakipleri (HAS Parti, DP ve hatta MHP’yi bile) kuyruğundan yakalamış olan Tayyip Erdoğan, kendi partisi içindeki hoşnutsuzları hesap edemedi ve erken yerel seçim yasası Meclis’te 367 oyu bulamadı. Oysa her şeyi buna göre planlamışlardı ve hatta o kadar emindiler ki Marmaray, Ankara-İstanbul ve Eskişehir-Konya yüksek hızlı tren hatlarının açılış tarihleri bile seçimlerden önceye alınmıştı. Marmaray'ın açılış tarihi 29 Ekim 2013 yerine 30 Eylül 2013'e çekilmişti. Şimdi ise Erdoğan, ''Bu konuyla ilgili bizim bu sürece yönelik atacağımız adım, kendi hafızamızdan bunu süratle silmek olacaktır” diyor. Allahtan (!) Abdullah Gül var, sistemin olmasa da AKP’nin sigortası. Kış koşulları ve gereksiz masraf (kendisi tasarrufu çok sever) gerekçesiyle referanduma izin vermedi de AKP yeni bir plan yapma şansı yakaladı. Erken yerel seçim yasası ile aynı dönemde çıkarmayı düşündükleri yeni belediyeler yasası da iki şeyi, yani sermayenin çıkarlarının
genişletilmesini ve AKP iktidarının devamının sağlanmasını amaçlıyor. Bu yasa ile mülki sınırlar, mahalli idare sınırına dönüştürülecek, 1053 belediye ile 16 bin 82 köyün tüzel kişiliği kalkacak; 1582 belediye, mahalle veya köye dönüştürülecek. Daha da önemlisi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi adı altında, merkezi yönetim yeni idari ve mali yetkilerle donatılmakta. Yerel yönetimlerin başına atanmış valileri getiriliyor ve son söz Başbakan'a bırakılıyor. Ayrıca “özel bütçeli” yatırım merkezleri kurularak, bunlara merkezi bütçeden pay ayrılacak. Kendi içlerinden ilk patlak da bu konuda verildi, “hesapta olmayan 4 milyar liralık” bu harcamaya Maliye Bakanı Mehmet Şimşek itiraz ediyor. (Anlaşılan yasayı hazırlarken ona sormamışlar.) Bu yasa ile ülkenin bütün köy varlığının yarısı ortadan kalkarken, sermayenin ve nüfusun merkezileşmesi doğrultusunda kritik bir adım daha atılacak. İl yönetimleri bölge yönetimlerine dönüştürülürken, görünüşte daha yerel ama paranın ve son sözün Ankara’da olduğu daha merkezi bir düzenleme gerçekleştirilecek. Ve elbette yeni sınırların çizimi AKP’nin belediye sayısını arttırmaya ve yerel yönetimlerdeki gücünü pekiştirmeye yönelik olacak. Ancak görüldüğü kadarıyla bu yasa tasarısı da daha çok su kaldırır. AKP gerek iç çelişkileri gerek tekelci sermayeyle tam uzlaşmayan parti tercihleri gerekse de beceriksizlikleri yüzünden bu dönem daha çok çuvallayacak. Benzer bir durum üniversiteler yasasında da yaşanmaya aday. İktidara geldikleri günden beri YÖK’ü sözde kaldıracaklar. Ama haklarını yememek lazım son bir-iki yıldır yeni yasa için epey çalıştılar. Buna rağmen hala kendileri ve sermaye için, ana hatlarında anlaşsalar da (ki bunlar; üniversite eğitiminden para
kazanmak ve üniversite yönetimlerini sermayenin ve kendi kadrolarının sözde özerk yönetimine bırakmak) ayrıntılı bir formülasyon geliştiremediler. Üstelik bu konuda onları güçlü bir üniversite muhalefetinin beklediğini de eklemek gerek. AKP’nin savaş hazırlıkları ise tam bir fiyasko! Bu Meclis’i bir “savaş meclisi” olarak çalıştırma amacı daha ilk günlerde çıkardıkları iki savaş tezkeresi ile zaten belli olmuştu. Görüldüğü ve görüleceği gibi Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu ikilisi, Suriye ile olan gerilimin yumuşamasına dahi izin vermeyecekler. Suriye uçağını, içinden bir şey çıkmayacağını bilmelerine rağmen zorla indirtmeleri, benzer bir biçimde Ermenistan uçağını da içinde gıda olduğunu bilmelerine rağmen indirtmeleri Suriye’yi sürekli gündemde tutma amaçlı provokasyonlardır. Üstelik yaratacağı sonuçların vahametini bilerek yapmaktadırlar. Suriye uçağının indirilmesi ve geri gönderilmesi sonrasında Suriye televizyonlarında, “kendi vatandaşlarının Türk polisleri tarafından uçak içinde dövüldüğü” söylenirken, aldıkları yaralar gösteriliyordu. Ermenistan uçağının indirtilmesi ise AKP tarafından tam bir tiyatroya dönüştürüldü. Ermenistan sözcüsü “uçağın indirilişinin önceden belirlendiğini” söylese de konu medyaya "Şimdi de Ermeni uçağını indirdik" biçiminde yansıtıldı. Hatta Bülent Arınç, “uçağı indirerek bu konuda ne kadar ciddi olduklarının görmüyoruz” diyerek, ‘yalandan kim ölmüş’ atasözünü doğrulattı. AKP’nin “kraldan çok kralcı” bu tutumu “kral”ı bile rahatsız etmiş durumda. ABD büyükelçisi Ricciardone, Türkiye için “Esad rejiminin tuzağına düşmedi” deyip “Türkiye-Suriye arasında savaş ihtimali görmediklerini” söyleyerek AKP’ye ayar verme ihtiyacı hissediyor. Türkiye uzmanı, CIA’ci Barkey
ise ABD’nin tercihini daha doğrudan ifade etmekte. Ankara’nın Suriye konusunda tek başına hareket etmemesi gerektiği konusundaki “uyarılarından” sonra TSK’nın Suriye’de “tampon bölge” veya“uçuşa yasak bölge” oluşturulması konusunda gücünün yetip yetmeyeceğini tartışıyor. Ve ekliyor; “TSK’nın savaş tecrübesi yok”. Ancak bu açıklamaları, AKP’nin “ABD’ye rağmen Suriye gerilimini sıcak tutuyor” anlamında değerlendirmek doğru olmaz. ABD’nin şu anki tercihi herkesin bildiği gibi başkanlık seçimleri öncesinde kontrolü elinde tutmak, oldubittilerle karşılaşmamak ama Esad ile uzlaşmaz görüntüyü devam ettirmek. Davutoğlu da bunu yapıyor zaten, Suriye’nin “Türkiye ile diyaloga hazırız” açıklamasına karşılık Davutoğlu “bizim için kıymeti yok” kükremesinde. Davutoğlu’nun bölge için, bölge halkları için ne kadar “tehlikeli” bir şahsiyet olduğu, her icraatında yeniden kanıtlanır nitelikte. Esad’ı, Suriyelilerin devlet başkanı olarak muhatap almazken, Suriyelilere yine Esad rejimi içinden birini, sırf Sünni olduğu için Şarık Tara’yı devlet başkanı olarak önerebiliyor (atayabiliyor). Bu ne demokrasi aşkı! Bu ne zulüm düşmanlığı! Suriye’ye karşı savaş ihtimali diğer yandan, toplumsal muhalefet için farklı bir kanalın da açılmasını sağlamış durumda. “Savaş karşıtlığı”, Batı’daki ilerici toplumsal muhalefet ile Kürt toplumsal muhalefetinin ortak paydası haline geldi. Türk ve Kürt halkının yararına olmayacak bu olası savaş birlikte hareket ederek durdurulabilir. Bu paydada yakınlaşma ve bu payda üzerinden geliştirilecek etkinlikler farklı olanakları da ilerletebilecektir. Kuşkusuz bu farklı olanaklardan ilki, yerel seçimlere ilişkin ortak taleplerin dile getirilmesi, hatta kısmi ortak davranış biçimlerinin geliştirilmesidir.
Ancak bu süreç kendiliğinden gelişmeyeceği gibi ciddi handikapları da barındırıyor. AKP’nin provokatif icraatları bir yana, bu süreç milliyetçi/ulusalcı eğilimlerin gelişmesine de zemin oluşturmakta. Sadece “AKP’yi sevmeme” üzerinden oluşan birliktelikler, kendi içinde doğrudan sosyalizan tercihler oluşturmamakta, tam tersine ulusalcı eğilimleri büyütmektedir. İstanbul ve Ankara Barolarının seçimlerinde ulusalcıların açık ara kazanması önemli bir veridir. Benzer bir veri, Sözcü ve Aydınlık gibi gazetelerin tiraj artışlarında da görülebilir. Ulusalcı eğilimlerin “kendiliğinden” gelişmesinden daha tehlikeli olan ise, siyasal öznelerin bu eğilimlerin üzerine gitmektense bu eğilimleri içselleştirmeye çalışması ve “ileride oy kaybedeceği” kaygısıyla ön açmasıdır. AKP’nin bu yeni dönemi, devrimciler için ideolojik bir saflaşma olanağı yarattığı gibi siyasal sürece çok daha etkin ve birleşik bir kanaldan müdahil olma fırsatı oluşturuyor. AKP 10 yıllık süreçte kendi karşı bloğunu tarif etmiş olsa da bu karşı blok içinde tutarlı ve istikrarlı bir sol çizgi güçlü bir biçimde oluşturulamadı. Şimdi ise nesnel şartlar çok daha uygun. Savaşa karşı insani, ideolojik ve örgütlü bir karşı koyuş ancak solcuların yapacağı bir iş. Bu aynı zamanda sadece antiemperyalist olmayı değil, kapitalizme karşı olmayı, gericiliğe karşı olmayı, faşizme karşı olmayı ve halkların kardeşliği için mücadele etmeyi gerektirir. Bu ideolojik saflaşmanın pratikte de güçlü bir karşılığı vardır. Savaş tezkeresinin kabul edildiği gün, solun en geniş bileşenini harekete geçirmeyi başaran yaygın refleks eylemler, etkin ve birleşik bir siyasal müdahale kanalının adresinin yine sokak olduğunu hatırlatan anlamlı bir örnek olmuştur.
4
GÜNDEM 18 Ekim 2012 / 31 Ekim 2012
Halk›n Sesi
Laik demokratik sosyal Kürdistan asının ilgisi kongre salonundaki Öcalan posterine yoğunlaşsa da BDP’nin olağanüstü genel kurulunda Kürtlere yönelik “Ulusal Birlik” çağrıları öne çıktı. Yapılan ulusal birlik çağrıları, “Kürtlerin Zamanı”nın çok da “armut piş, ağzıma düş” şeklinde gelişmediğini yüksek sesle ilan etti. Batı Kürdistan’da Kürt Yüksek Konseyi’nin (KYK) kuruluşuyla sağlandığı sanılan birlik bir süredir sancılı hale geldi. İlk çatlak, PYD’ye bağlı Halk Savunma Güçleri’nin (YPG) KYK tarafından meşru Halk Milisi olarak tanınmaması nedeniyle KYK ile ilişkisini kesmesinde ortaya çıktı. Suriye ordusunun Batı Kürdistan’dan çekilmesi/pasifize olmasıyla doğan boşluğu dolduracak tek silahlı örgütlenme olan YPG’nin KYK’den çekilmesi ilk bakışta bir “dayatma” gibi görünüyordu. Ancak geçtiğimiz günlerde ANF’nin yayınladığı, ABD, İsrail, Almanya, Türkiye ve Irak Kürdistanı Federe Yönetimi’nin 2 Eylül’de Erbil’de yaptığı gizli toplantıya ilişkin bir belge bu algıyı ters yüz eden bir kirli oyunu ortaya çıkardı. Halen Erbil yönetimi tarafından yalanlanmayan bu belgeye göre: “- T ü r k i y e S u r i y e ’ d e f e d eral bir sistemin kurulması önünde engel olmayacak ve gerekirse askeri ve Ferda ekonomik yardımda buluKoç nacak. Ayrıca peşmerge birliklerinin Batı ferdakoc@ Kürdistan’a geçişine hotmail.com yardım edecek. Batı Kürdistan’ın askeri güçleri oluşana kadar bu yardım devam edecek. -Türkiye, Derik, Cindirês ve Kobani’ye üç askeri havaalanı kuracak - Diğer Kürt partileri PYD’yi ve PYD’ye bağlı kurumları gayrı meşru duruma düşürmek için çalışacak -Yüksek Kürt Konseyi, Halk Meclisi’nin etkisini kırmak için varlığını sürdürecek.” Bu belgeye göre ABD, İsrail, Almanya ve Türkiye, Batı Kürdistan’da Irak Kürdistanı Federe Yönetimine bağımlı bir Suriye Kürdistanı Federe Yönetimi’ni oluşturmaya yönelmiş görünüyor. ABD, İsrail ve Almanya ile birlikte Batı Kürdistan’daki özerk yönetimi kuşatan Türkiye’nin gelinen noktada, PYD’siz bir özerk Kürt yönetimini kabul etmesi Türkiye’nin “Suriye Muhalefeti”ne yönelik siyasetinde ciddi bir geri adım anlamına geliyor. Bilindiği gibi Türkiye, Suriye Ulusal Konseyi’nin Kürtler’i dışlayıcı bir tutum alması için büyük bir çaba göstermiş ve Türkiye’nin bu tutumu, Barzani’nin PYD’yi de içine alan “Kürt Yüksek Konseyi”nin oluşumuna ön ayak olmasına neden olmuştu. Emperyalist merkezlerin ve Türkiye’nin “PYD’siz özerk Suriye Kürdistanı” politikasının Kürtler içindeki işbirlikçileri ise Suriye Kürtleri içindeki KDP uzantıları ve Türk istihbaratıyla ilişki içindeki Kürt-İslam partileri. Bunlardan Selah (veya Selahattin) Bedreddin’in temsil ettiği “Güney Kürdistan Doğruluk Partisi”nin Özgür Suriye Ordusu ile birlikte Afrin’deki sınır provokasyonlarını yapan bir Türk Kontra örgütlenmesi olduğu ileri sürülüyor. Irak Kürdistanı Federe Yönetimi’nin bu programa bağlı olarak hareket etme eğiliminin görünen ilk yansıması ise, Güney Kürdistan sınırının Batı Kürdistan’a kapatılması. Güney yönetimi, Batı Kürdistan’a insani yardımların dahi geçmesini güçleştirerek, Batı Kürdistan’da oluşan özerk yönetimi abluka altına alıyor. Batı Kürdistan’da gündeme gelen bu ayrışma dalga dalga Ortadoğu’daki tüm Kürt siyasi örgütlenmelerini içine alan bir saflaşmayı da beraberinde getiriyor. Paris’te toplanan ve (daha açılmadan delegelerinden Adem Uzun, PKK üyesi olduğu gerekçesiyle Fransız polisi tarafından tutuklanan) Kürt Ulusal Kongresi’nin (KNK) bileşimi ve kararları, eşikte olan ayrışmanın Ortadoğu’daki Kürt siyasal sürecini şiddetli bir biçimde etkileyeceğini ortaya koyuyor. KNK’ye KYK’nın PDK’lı beş üyesi, Suriye Kürtleri İlerici Demokrat Partisi ve Kürdistan Demokratik Çözüm Partisinden, KYB’den temsilciler katıldı. Toplantıda alınan kararlar ise Güney Yönetimi ile Batı Kürdistan Kürtleri arasındaki siyasi ayrışmanın ideolojik-politik boyutlarının da ciddi olduğunu gösteriyor. KNK, “Şam rejimi ile Ankara tarafından desteklenen muhalefet” karşısında bağımsız bir pozisyonu savunduğunu, “Batı Kürdistan'da Kürtlerin demokratik, laik ve sosyal bir sistem” kurmayı amaçladığını ilan etti. KNK, bütün Suriye halkına "Etnik, dini ve mezhep çatışmalarına girmeyin, eşit ve özgür bir şekilde demokratik Suriye'de bir araya gelin" çağrısı yaptı. KNK ayrıca, “bütün demokratik ve hümaniter dünyaya ‘Demokratik bir Suriye'de ulusal ve demokratik bir statünün kurulması için güçlü bir dayanışma gösterin’ çağrısı da yaptı. Emperyalistlerin ve Türkiye’nin Kürtleri zorladığı ayrışma, Kürt sorununun Suriye’ye yönelik emperyalist politikaların ve Türkiye’nin “ayağına dolanmaya” başladığının açık bir göstergesi. KNK’nın kararları, Kürtlerin, emperyalistlerin Ortadoğu’ya biçtiği dar elbiseye sığmayacaklarını hissettiriyor. Kısacası İran KDP’si ve Goran’ın katıldığı, (AKP kongresinde Mesut Barzani tarafından temsil edilen) KDP’nin temsilci göndermediği BDP Kongresinde yapılan “ulusal birlik” çağrısını, Ortadoğu’ya emperyalist müdahale karşısında gelişen demokratik Kürt tepkisi olarak kavramalıyız.
B
AKP zorladıkça zorlanıyor ABD elçisini öldürecek kadar ileri giden cihatçılara alan açtığını ve sürecin kontrolden çıkma riski taşıdığını gördükleri için AKP’yi uyarma ve kontrol altında tutma, onun bu sıkışık durumundan istifade etme çabasındalar.
S
uriye’de iç karışıklığın patlak vermesi ile Beşar Esad rejiminin kısa sürede devrileceği üzerinden hesap yapan AKP iktidarı, komşusundaki iç savaşa dünyada hiçbir devletin olmadığı kadar angaje oldu. Esad ile ipleri koparıp dış güdümlü muhalefete yatırım yapan ve uluslararası müdahale için bir gerekçe yaratma amacıyla mülteci akınına adeta davetiye çıkaran AKP, çatışmanın uzaması karşısında pek çok alanda sorun yaşamaya başladı. Esad yönetiminin kısa sürede devrilmesi beklenmiyor. AKP’nin desteklediği muhalifler kendi içlerinde bile birlik oluşturmaktan aciz ve güvenilir bulunmadıkları için uluslararası alanda kabul görmüyor. Ekonomik krizin ortasında ve ABD başkanlık seçimlerinin öncesinde emperyalistler böylesine zorlu bir savaşa girişmek istemiyor. Hal böyle olunca AKP’nin en uzun sınır komşumuzda körüklediği savaş Türkiye’yi de askeri, ekonomik, toplumsal ve politik olarak etkilemeye başladı.
BATAKLIKTA DANS Esad ile bütünüyle ipleri kopardığı ve siyasal iddiasını Esad’ın devrilmesine bağladığı için Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu ikilisi geri dönüşsüz bir yolda ilerliyor. Bu nedenle de AKP yangının üzerine körükle gidiyor. AKP’nin sınır bölgelerine yığılan çatışmalar karşısında sınır güvenliğini almak yerine silahlı muhaliflerin hareketlerine göz yumması sonucu çatışmalar Türkiye içine taşındı. 3 Ekim’de Akçakale’ye düşen ve 5 kişinin yaşamını yitirmesine yol açan
AKP Suriye’de çat›flmay› t›rmand›rd›kça muhalef yükseliyor, iktidar› kuflatan toplumsal destek ve egemen s›n›f ittifak›nda da sorunlar beliriyor top mermisi, Suriye ordusu ile çatışan isyancıların Akçakale’yi siper haline getirmesi sonucu topraklarımıza düştü. AKP sınır güvenliğini sağlamak yerine, çatışmayı tırmandırabilecek bir askeri misilleme yolunu tercih etti. Suriye mevzileri topa tutuldu. Üstelik bu ilk değildi. Eylül’den beri top mermileri sınırdan içeri düşüyor, TSK da Suriye’ye misilleme yapıyordu. Akçakale olayından bir gün önce de Suriye sınırı içindeki iki Kürt milisi sınırı ihlal ettikleri iddiasıyla öldürülmüştü. Akçakale olayının ertesi günü jet hızıyla TBMM’ye getirilip gizli oturumda görüşülen savaş tezkeresi de AKP ve MHP’nin oylarıyla kabul edildi. AKP bunun bir savaş ilanı değil uyarı olduğunu söylese de tezkere AKP’ye tuhaf bir biçimde bir
yıl boyunca istediği herhangi bir ülkeye savaş açma yetkisi tanıyor. “Geleneksel düşmanlar Yunanistan ve PKK”nin üstüne Suriye, Irak ve İran’ı da düşman hanesine ekleyen AKP’nin elindeki bu tezkereyle ülkeyi bir dünya savaşının odağına dönüştürmek bile mümkün. Üstelik böylesi bir durumda gerilimi tırmandırmaktan kaçınması beklenen hükümet ateşle oynamaya devam ediyor.
ATEfiLE OYNUYORLAR AKP 10 Ekim’de CIA’den gelen istihbarat üzerine Rusya’dan Şam’a giden bir Suriye uçağını indirerek zorla arama yaptı ve uçağın yasal kargosuna “askeri amaçlı olduğu” iddiasıyla el koydu. Rusya lideri Vladimir Putin de, Türkiye ziyaretini iptal etti. AKP Rusya’nın resmi açıklama ve kargonun iadesi talebini bir hafta
geçmesine rağmen karşılamadı. Suriye’nin üstüne Rusya’yı da kışkırtan bu hareketin nelere yol açacağını zamanla göreceğiz. Uçak krizinin ardından Türkiye ve Suriye karşılıklı olarak hava sahalarını birbirlerinin uçaklarına kapadı. 11 Ekim’de de Suriye’nin Türkiye’den elektrik alımına son verdiği açıklandı. Üç gün sonra çatışmalarda Türkiye tarafına sığınan 11 Suriye askeri gözaltına alındı. 15 Ekim’de bu kez insani yardım taşıyan bir Ermenistan uçağı indirildi. AKP bunu bir kararlılık göstergedi olarak sundu. Tüm bunlar iki haftadan kısa süre içinde yaşandı. Bu süre içinde ayrıca “PKK ile mücadele” gerekçesiyle Irak topraklarına asker gönderme tezkeresi de kabul edildi. Ancak 2007’den beri tekrarlayan bu durum karşısında
merkezi Irak hükümeti artık sessiz kalmıyor. Nuri el Maliki liderliğindeki Irak yönetimi, sınırları içinde yabancı askeri varlığına izin vermeyen bir yasayı kısa süre önce onaylamıştı ve Suriye uçağının indirildiği gün de Rusya’dan hava savunma sistemleri alıyordu. O gün Maliki’nin “Türkiye’nin küstahlıkları durdurulmalı” sözleri dünya basınına düştü.
DIfiARISI TEMK‹NL‹ AKP’nin BM, ABD ve NATO nezdinde yürüttüğü Suriye’ye askeri müdahale girişimlerine bugüne kadar destek gelmedi. AKP’yi bugüne kadar Esad’ı yıpratma ve güdümlü bir muhalefet oluşturma konusunda teşvik eden emperyalistler, mevcut durumu müdahaleye elverişli görmüyor. Ayrıca TürkiyeSuriye geriliminin, Libya’da
SERMAYE SIKINTILI Mülteciler bugüne kadar 400 milyon liraya mal oldu, son iki yılın savaşla birlikte tırmanan örtülü ödenek harcaması ise 978 milyon lira. Türkiye’nin 14 ülkeye ihracatının merkezi Hatay artık bir tır çöplüğü ve yalnızca lojistik sektörü değil o tırlarla yüklenen malları üretenler de iş yapamıyor. Elektrik alımının durması yıllık 160 milyon dolar kayba yol açtı. Hava sahasının kapatılması ile şirketler aylık milyonlarca dolar zarar etmeye başladı. Bu koşullarda sermaye içinden de artık çatlak sesler yükseliyor. MUHALEFET SAHNEDE AKP batağın içinde. Can güvenliği açısından oluşan tehdit, mezhepçi şoven tırmanış, ekonomi üzerindeki olumsuz etkiler halk kesimlerinin tepkilerini besliyor. Hatay başta olmak üzere sınır illerindeki protestolar; tezkerenin kabul edilmesiyle yaklaşık 15 ilde sokağa çıkan on binler; savaşın Kürt hareketinin ve Alevi örgütlerinin gündeminde öne çıkması ciddi bir muhalefet potansiyeli açığa çıkarıyor. 4 Ekim’deki “Halkevleri, HDK, ÖDP, TKP” ortak çağrısı gibi inisiyatifler ise solun bu yaygın hoşnutsuzluğu örgütleyebileceğini ve AKP’nin savaş politikaları karşısında etkili sonuçlar alabileceğini gösteriyor.
BDP’nin ‘ulusal birlik’ kongresi BDP kongresinde ulusal birlik ça¤r›s› damga vurdu. Parti organlar›na seçilen isimler ve Barzani’nin daveti ulusal birlik siyasetinin etkin olaca¤›n› gösteriyor
B
DP 2. Olağanüstü Büyük Kongresi 14 Ekim’de Ankara’daki Ahmet Taner Kışlalı Spor Salonu’nda gerçekleşti. Parti Meclisi’nin (PM) 56 üyesinin hapishanede olması nedeniyle gerçekleştirilen kongrede Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak yeniden eş genel başkan seçildi. Suriye’deki (Batı Kürdistan’daki) savaş, Öcalan üzerindeki tecrit, hapishanelerde süren açlık grevi ve KCK operasyonları ana eksenindeki konuşmaların yapıldığı kongrede “ulusal birlik” söylemi ağırlık kazandı. Ulusal birlik çerçevesinde İslamcı Kürt kesimlere, Kürt burjuvazisine, koruculara ve milliyetçi Kürt kesimlere yönelik hamleler dikkat çekti. 80 üyelik Parti Meclisi’nin neredeyse tamamen yenilendiği kongrede 15 üyeden oluşan BDP Akademik ve Siyasi Danışma Kurulu kuruldu. Kürt siyasetçilere yönelik baskı ve tutuk-
lamalara karşı direnişin sürdürüleceği mesajı verilirken bir önemli gündem de Öcalan’a özgürlük ve anadil hakkı için sürdürülen açlık grevi oldu. Demirtaş’ın Müslümanların tek dil, tek millet dayatmasında bulunamayacağına dair Maide suresindeki "Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı" ayetini hatırlatması ve konuşmalarda Said-i Kürdi, Şeyh Said ve Said Nursi isimleri sık kullanılması BDP’nin ulusal birlik siyasetinde İslamcı Kürt kesimlere yönelik çağrısı niteliğindeydi. Bu kesimlere yönelik somut adım ise Şeyh Said’in torunu Diyadin Fırat’ın ve İslamcı kimliğiyle tanınan BDP milletvekili Altan Tan’ın PM’ye seçilmesi oldu. Ulusal birlik siyasetinin işaretlerinden biri de BDP Bilimsel ve Siyasal Danışma Kurulu’nda Kürt milliyetçilerinin sembol ismi İsmail Beşikçi’nin yer alması oldu. BDP,
korucuları da kapsamına aldı. Roboski Katliamı’nda ailesini kaybeden Ferhat Encü PM’ye seçildi. Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin kongreye davet edilmesi ulusal birlik çağrılarının bir boyutunu oluştursa da AKP kongresine gelen Barzani BDP kongresine gelmedi. Ancak Kürt Bölgesel Yönetimi’nden birçok isim ile çok sayıda Suriyeli kongreye katıldı. Barzani’nin AKP kongresine katılıp BDP kongresine katılmaması, çıkarlarının AKP ile ortaklaşabileceğini gösterirken, Bölgesel Kürt Yönetiminin temsilcilerinin BDP kongresinde yer alması ise Barzani’nin bölgede BDP ile ters düşmemek için çaba harcadığını ifade ediyor. AKP’nin Kürt politikasının iflas ettiği ve Suriye’deki gerilimin sürdüğü bir dönemde ulusal birlik siyasetine yönelen BDP bu tarzı uzun süre sürdüreceğe benziyor.
AKP-MHP ittifakı arıza yaptı Ü
lkeyi büyük bir bataklığa sürükleme tehlikesi olan savaş tezkeresini birkaç günde meclisten geçiren AKP ve yancısı MHP, mesele yerel seçimlerin tarihi olunca kilitlendi. Mart 2014 yılında yapılması planlanan yerel seçimler Temmuz 2014 yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleriyle aynı yıl olunca AKP, iki seçim arasındaki zamanı uzatmak, olası ekonomik ve
politik krizlerden daha fazla yıpranmadan seçime gitmek istedi. Yerel seçimlerin erken yapılması için iktidar kolları sıvadı. Yerel seçimin 27 Ekim 2013 tarihine alınarak öne çekilmesini öngören Anayasa değikliği teklifi, çok güvenilen AKP-MHP koalisyonuna rağmen 360 kabul 74 ret oy alan teklif sonrası başlayan referandum tartışmalarına Cumhurbaşkanı Abdullah Gül son verdi. Gül, yerel
seçimlerin öne alınmasını öngören düzenlemeyi bir kez daha görüşülmek üzere TBMM'ye iade etti. Tekrar meclise gelecek yasa teklifi için AKP her yola başvuruyor. Öyle ki, MHP ile koalisyonun heyecanıyla Temmuz ayında önerilerini dinlemedikleri CHP’nin ağzına bakıyor. AKP’li Mustafa Elitaş tarihte ısrarcı olmayacaklarını, CHP ile görüşeceklerini söyledi. Elitaş, "27 Ekim, 3 ve 17 Kasım olabilir. Nitekim CHP 3 Kasım diye telaffuz etmişti" diye konuştu. CHP seçimim öne alınmasına şartlı destek vereceğini ve Mecliste görüşülen Büyükşehir Belediyeler Yasa Tasarısı’nda bazı hükümlerin geri çekilmesi durumunda istenilen rarihe evet diyecek.
Açlık grevleri sürüyor Öcalan’a özgürlük ve anadil hakk› için 12 Eylül darbesinin y›ldönümünde 8 hapishanede 70 mahpusla bafllayan açl›k grevi 1 ay›n› doldurdu. Açl›k grevinde bulunan mahpuslardan birinin avukat› Züleyha Gülüm’ün aktard›¤›na göre Adalet Bakanl›¤›’n›n talimat›yla hücrelere al›-
nan mahpuslara uzun süre ihtiyaçlar› olan tuz ve fleker dahi verilmedi. Fiilen ölüm orucuna dönüflmüfl olan açl›k grevindeki mahpuslara ortak alanda görüflme haklar› verilmiyor. Ortak alana tek tek ç›kmalar› istenen mahpuslar, bunu reddediyor. Mahpuslar›n sa¤l›klar› kötüye gidiyor.
AKP’nin maskesi çöpe A
vrupa Birliği’nin Türkiye’ye ilişkin her yıl hazırladığı İlerleme Raporu, 10 Ekim’de açıklandı. Önceki yıllara göre temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin eleştirilerin arttığı raporda, hükümetin yürütme yetkisini kullanıma ilişkin de ciddi uyarılar var. Hükümetin önemli yasaları meclisten geçirirken öncesinde “yeterli derecede hazırlık ve istişare yapılmadığı”, yapılan düzenlemelerin de AB mevzuatına uygun olmadığı belirtiliyor. İfade ve basın özgürlüğü, sendikal örgütlenme, yargının işleyişi ve işkence gibi alanlardaki sorunlara yer veren rapor, “ileri demokrasi” yaratma iddiasındaki AKP iktidarını oldukça rahatsız etti. AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, raporun objektif olmadığını ileri sürerek dönem başkanlığı yapan Güney Kıbrıs’ı sorumlu tutarken, Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, “rezil”, “kirli” diye nitelediği raporun yerinin çöplük olduğunu söyledi. Bu yıl bu kadar sert tepkilerin verildiği rapor, geçen yıl da pek hoş karşılanmamış
aslında. Örneğin Dışişleri Bakanlığı’nca yapılan resmi açıklamada rapor hazırlanırken ilerlemelerden çok eksikliklere yoğunlaşıldığı, böyle bir yaklaşımın objektif ve adil bir değerlendirme yapmak açısından uygun olmadığı ifade edilmiş. AKP’nin “ileri demokrasi” nutukları attığı dönemde “yalancı şahit” olarak işlev gören AB ilerleme raporları artık hedef alınıyor. AKP bu tutumuyla “ileri demokratlık” maskesini kullanmaktan vazgeçmiş görünüyor.
5
DÜNYA 18 Ekim 2012 / 31 Ekim 2012
Halk›n Sesi
İber Yarımadası’nda borç krizinin faturasının halka çıkarılmasına tepkiler sürüyor. 13 Ekim Küresel Gürültü Günü’nde İspanya ve Portekiz’de binler sokağa çıktı. Portekiz’de emekçiler 14 Kasım’daki genel greve hazırlanıyor. Son 4 yılda medya organlarının yüzde 57’sinin kapandığı, 8 bin gazetecinin işsiz kaldığı İspanya’da sol görüşlü El Pais gazetesi de kriz nedeniyle işçi çıkaracağını açıkladı. Krizin emekçileri vurduğu bir diğer ülke Fransa’da da işten çıkartılan yüzlerce Peugeot işçisi, Paris Otomotiv Fuarı’nı bastı, polis işçilere saldırdı.
Yunanistan’da yeni kesintiler, yeniden genel greve yol açtı. Maaşlarını alamayan tersane işçileri bakanlığı basarken, Merkel’in ziyareti Atina’yı alt üst etti. “Eylem yasağı”na 40 bin kişiyle meclis önüne giderek yanıt veren emekçiler, 18 Ekim’de greve çıkacak. İtalya’da liselilerin isyanı ise polisin vahşi saldırısıyla bastırılmak istendi.
Guatemala’da HES yapımına karşı çıkanların katledilmesinden sonra, enerji fiyatlarına yapılan zam protestosunun sonu da kanlı oldu. Polis halka ateş açtı, 6 kişi öldü, 30’dan fazla kişi yaralandı. Asi kıtanın asi gençliği de Arjantin’de kazan kaldırdı. Müfredatın değiştirilmesi sırasında söz ve karar haklarının tanınmamasına tepki gösteren öğrenciler, 41 okulu işgal etti. Eylemlere eğitim emekçileri de grev kararı alarak destek verdi. Meksika’da da müfredatın değiştirilmesini protesto eden öğrencilere polis saldırdı, 176 öğrenci gözaltına alındı.
Hindistan’dan sonra Asya’da ikinci genel grev dalgası Endonezya’dan geldi. 3 milyon emekçi, güvencesiz çalışma koşullarına karşı başkent Cakarta’da binlerce fabrikanın kapısına kilit vurdu. Hindistan’da ise “dokunulmazlar” olarak adlandırılan ve hiçbir hakkı olmayan Paryalar “Haysiyet, güvence ve kimlik” için yürüyor. Kasım başında Delhi’de sonlanacak yürüyüşün 100 bin kişiyle sonuçlanması planlanıyor. Avustralya Queensland Çocuk Hastanesi’nin yapımı sırasında, sendikalı oldukları gerekçesiyle işten atılan inşaat işçileri direnişlerini kazanımla sonuçlandırdı ve işlerine geri döndü.
Mısır’da Tahrir Meydanı’nı adalet, özgürlük ve iş talepleriyle dolduran sol muhalefete Müslüman Kardeşler yanlıları saldırdı. Egemenlerin ikiyüzlülüğünün aynası Bahreyn’de ABD işbirlikçisi krallığa karşı büyüyen öfke baskıyla sindirilmek istenirken, Tunus’ta da iktidara gelen siyasal İslamcı En Nahda, halkın tepkilerine saldırıyla yanıt veriyor. Ürdün’de ise Müslüman Kardeşler’in eylemleri sonucu erken seçim kararı alındı.
Güney Afrika’da Lonmin madenindeki grevin kazanımla sonuçlanması, işçi sınıfını ülke genelinde harekete geçirdi. Madenlerin yüzde 39’unda, ulaşım, taşımacılık, otomotiv, metal işkollarında grev ilan edildi. Belediye işçileri yerel hizmetleri durdurdu. Demiryolları ve limanları çalışmaz hale geldi. Ağustosta 34 işçiyi katleden hükümet ise grevleri silahlı saldırılarla durdurmaya çalışıyor.
Muhalefetin küresel ısınması Komşuda meclis kuşatılırken, Arjantin ve Meksika’daki okullardan “işgal” sesi yükseliyor. Grev kararı işyeri kapılarına birer birer asılırken, Peugeot işçileri haykırıyor: “İşimizi geri istiyoruz!” ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N
“B
ugün her yerde engellenen aynı şiddet askerlerimiz aracılığıyla bize geri dönüyor, içselleşiyor ve bizi etkisi altına alıyor. İçe dönme başlıyor: Sömürge insanları yeniden bütünleşirken; bizler, gericiler, liberaller, sömürgeciler ve ‘metropol sakinleri’, çözülüyoruz. Öfke ve korku çoktan çırılçıplak kaldı!” Jean Paul Sartre, Frantz Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri kitabının önsözünde ironi yaparak bu ifadeleri kullandığında 1961 sonbaharıydı. Yıl 2012, mevsim yine sonbahar. Öfke ve korku yeniden çırılçıplak kaldı. Krizin yükü sırtlarına bindirilen, hakları birer birer gasp edilen, her geçen gün yoksullaşan, mülksüzleşen yeryüzünün lanetlileri, yeni bir isyan dalgası doğuruyor.
ORTADO⁄U HALA SICAK Ortadoğu’da devrik liderlerden
boşalan koltukları dolduran iktidarlar, demokrasi, özgürlük ve adalet taleplerine kulaklarını tıkadı. Mısır’da 100 günü geride bırakan Muhammed Mursi’nin, Tunus’ta da İslamcı Nahda Partisi’nin demokrasi ve hak mücadelelerine karşı tutumları geçtiğimiz yıllardan farksız. Her iki ülkedeki isyanların çıkış noktaları Tahrir ve Sidi Bouzid’de eylemler düzenlendi. Mursi taraftarları, solcuların eyleminde terör estirirken, Nahda yüzde 100’lük katılım sağlanan grevi yasadışı ilan etti. Emperyalizmin Ortadoğu’daki ikiyüzlü politikalarının aynası haline gelen Bahreyn’de El Halife diktatörlüğüne karşı eylemler sürüyor. Muhalefetin eylemlerine katılırken tutuklanan 23 yaşındaki Muhammed Ali Ahmed Muşayma hapishanede öldürülünce, İnci Meydanı bir kez daha çatışmaların adresi oldu. İşkence, şiddet ve baskıya karşı “Halk özgürlük istiyor” şiarıyla başlatılan yürüyüş de saldırıların hedefi oldu. Ancak tüm
saldırılara karşın yürüyüşün ve eylemlerin sürdürüleceği belirtildi. Ürdün’de Müslüman Kardeşler çağrısıyla gerçekleşen eylemler ise Kraliyet Divanı’nın erken seçim kararı almasına yol açtı. GREV VE D‹REN‹fi RÜZGARI İşçi sınıfının, en etkili silahlarından biri kuşkusuz grev. Hindistan’da 100 milyon kişinin katıldığı tarihi grevin ardından Endonezya’da da güvencesiz çalıştırmaya karşı milyonlarca işçi, fabrika kapılarına kilit vurdu. Güney Afrika’da Lonmin madenindeki grevin kazanımla sonuçlanması yeni grevler doğurdu. Madenlerin yüzde 40’ında çalışan işçiler, nakliyecilik yapan traktör şoförleri, 100 bine yakın belediye işçisi, otomotiv ve metal işkollarındaki emekçiler de peş peşe greve gitti. Hükümet ise saldırı yöntemini silahlı yollardan gözaltı ve tutuklama yöntemine dönüştürdü: İki günde 130 gözaltı. Ekonomik krizin derinden etk-
Yoksullaşanların, mülksüzleşenlerin, işçileşenlerin hak ve demokrasi mücadeleleri yükselirken, egemenlerin korkusu saldırılarda vücut buluyor. Sartre’ın dediği gibi, öfke ve korku çoktan çırılçıplak kaldı!
ilediği Avrupa’da da eylemler durmak bilmiyor. İspanya’da 7 ve 13 Ekim’de meydanlar doldu; sırada 14 Kasım’daki genel grev var. Portekizli emekçilerin grevleri kısmi sonuç verdi ve hükümet, yeni kemer sıkma paketini “şimdilik” geri çektiğini açıkladı. İtalya ve Belçika’da ise ulaşım emekçilerinin grevleri kentleri alt üst etti. Paris Otomotiv Fuarı’nda işten çıkartılmak istenen Peugeot işçilerinin sloganları yankılanırken, İspanya’da El Pais gazetesi çalışanları eylem hazırlığında. Yunanistan’da da 6 aydır maaşlarını alamayan ve direnişte olan tersane işçileri, Savunma Bakanlığı’nı bastı. Kendilerini ikna etmeye gelen Genelkurmay Başkanı’nın suratında pet şişe patlatan işçiler, polis operasyonu ile gözaltına alındı. Yunanistan’ın yardım paketlerinin anahtarı konumundaki Almanya Başbakanı Angela Merkel, reçetelerin hayata geçirilmesini denetlemek üzere bir ziyaret düzenledi. Helikopterlerle,
polis ve askerlerle korunan Merkel’in rahat etmesi için eylem yasağı konuldu. Başkent Atina’da saatler öncesinden yapılan “önleyici gözaltılara” karşın yaklaşık 40 bin kişi meclisi kuşattı. Yunanistan’daki isyan, 18 Ekim’deki genel grevde bir kez daha gün yüzüne çıkacak. GENÇL‹K HAK KAVGASINDA Eğitimin piyasalaştırılması dünyanın dört bir yanında hız kazandıkça, gençliğin hak kavgası da büyüyor. Şili’den sonra Arjantin ve Meksika’da da öğrenciler, eğitim sistemindeki değişikliklere karşı okulları işgal etti. Öğrencilere, öğretmenlerden verilen destek ise dikkat çekici. İtalya’da eğitim bütçesindeki kesinti üzerine sokağa çıkan liseliler ise polis saldırısı sonrasında açık işkenceye maruz kaldı. İspanya’da ise öğrenci, öğretmen ve veliler yan yana geldi, eğitimdeki piyasalaştırma saldırılarına karşı 16-18 Ekim arasında Eğitim Boykotu gerçekleştirdi.
Burjuva demokrasisi yeni kuklasını arıyor - Anıl Aba Kasım’da bir kez daha Başkanlık seçimi için sandığa gidecek olan ABD’de siyasal sistem Demokratlar ve Cumhuriyetçilerin oluşturduğu iki partili bir düzlemde ilerliyor. Her ne kadar paketler standart olsa da her seçim öncesinin farklı konjonktürel gündemleri oluyor tabii. İlk tartışma programının ana gündem maddeleri sağlık harcamaları, bütçe açığı, vergi oranları, işsizlik ve durağanlık gibi daha çok ekonomik konular oldu. Mitt Romney sağlık hizmetlerinin federal bünyeden alınıp eyaletlere devredilmesini, her eyaletin kendi meselelerini kendi içinde serbest piyasa koşullarıyla çözmesinin daha verimli olduğunu savunurken Obama ise geçtiğimiz yıllarda Obama-Care olarak da bilinen kapsamı arttrılmış Medi-Care ve Medic-Aid ile hiçbir sağlık güvencesi olmayan 44 milyon vatandaşa sağlık güvencesi verilmesi gerekliliğini anlattı. Öte yandan seçimi kazandıkları takdirde giderek artan bütçe açıklarıyla başetmek zorunda olan başkan adaylarından Romney, zenginlerden ve şirketlerden kesilen vergileri azaltıp yeni yatırımları ve istihdamı arttırarak vergi hasılatını arttırmak niyetinde olduğunu belirtirken Obama ise bütçe açıklarını üst gelir gruplarından ve büyük şirketlerden alınan vergileri biraz arttırarak devlet hasılatını arttıracağını net bir şekilde beyan etti. İki aday da Amerikan orta sınıfının ülkenin temel direği olduğunu ve vergi hususunda kendi dönemlerinde orta
sınıf Amerikalının mağdur edilmeyeceğini de dile getirdiler, zaten orta sınıfa hitap etmeyen bir söylem seçimin kaybedilmesi demek olur. Son yıllarda Amerika’nın kendi iç meseleleri yeterince kantarlı olduğundan dış meselelerin mitinglerdeki kuş kadar kalıyordu, bu durum ilk başkanlık tartışmasında da böyle oldu ve dış politikaya neredeyse hiç değinilmedi. Şimdilik ihtimali oldukça az olsa da Romney’in seçilmesi durumunda bizleri neler beklediğine dair spekülasyonda bulunabiliriz. Müthiş bir ego sahibi olan Romney’in seçilmesinin hem Amerika ekonomisi hem de dünya ekonomi politiği açısından kelimenin tam manasıyla bir felaket olacağını düşünüyorum. Romney’in “laissez faire” politikalarıyla zaten son 40 yıldır gelir dağılımındaki bozulma daha da kötüye gidecektir. Çoğu Amerikalının reel alım gücünün artmaması Amerikan tüketimini finanse eden ihracata dayalı Çin ekonomisini de etkileyerek küresel bir daralmaya sebep olur. Bush’tan daha da
saldırgan bir dış politika yaklaşımı olduğunun sinyalleri veren Romney’in muhtemel başkanlığında “şer ekseni” İran’ın işgali ve hatta küresel kapitalizmin tam da ihtiyacı olduğu şu zamanlarda bir 3. Dünya Savaşı dahi gündeme gelebilir. Tabii Romney bir yıldır sürdürdüğü seçim kampanyasının temelini oluşturan bazı Cumhuriyetçi ilkeleri ekran karşısında inkar ederek biraz kaypaklık yapsa da Obama da gerektiği kadar üste çıkamayıp Romney’in bu tartışmanın galibi olmasına müsaade etmiş olsa da girişte de belirttiğim üzere çok ciddi sürprizler olmadığı taktirde Obama bir dönem daha Amerika başkanlığı yapacak gibi gözüküyor. Tabii bu noktada Cumhuriyetçi burjuvazi açısından sinsi bir komplodan söz edilebilir. 2007’de Amerika’da başlayıp tüm dünyaya yayılmış olan finansal ve ekonomik felaketin ertesi 2008 seçimlerinde enkazı devralacak “akıllı” bir Cumhuriyetçi aday bulunamadığından adaylık ihalesi profilsiz McCain’e verilmişti,
Utah Üniversitesi İktisat Bölümü doktora öğrencisi Anıl Aba, yaklaşan ABD Başkanlık seçimleri öncesi ülkedeki atmosferi Halkın Sesi için kaleme aldı. Aba, kamusal hizmetlerin yine önemli bir başlık olduğunu aktarıyor
sonuç olarak da enkaz Obama’ya kalmıştı. Obama hükümeti her ne kadar Keynesyen politikalarla enkazı toparlamaya çalışsa da mesele sıradan bir resesyondan ibaret olmadığı ve çok daha sistemik bir mesele olduğu için ne Amerika ekonomisi ne de dünya ekonomileri henüz düzlüğe çıkabilmiş değiller. Kısa ve orta vadede de bu durağanlığın süreceği ve hatta yeni krizlerin geleceği beklendiğinden Cumhuriyetçilerin yine “akıllı” bir aday bulmakta güçlük çektiğini, bu yüzden de McCain’den biraz daha ılımlı Romney’i Obama’nın üzerine saldıklarını düşünebiliriz. Seçim sonucunun Türkiye üzerinde çok ciddi etkileri olacağını sanmıyorum. Ermeni soykırımının tanınması/tanınmaması meselesinde Obama henüz “soykırım” kelimesini kullanmış değilken, Romney’in Ermeni soykırımının ne olduğundan bile haberi yok; bu da demektir ki bu zamana kadar Ermeni lobisinden daha başarılı olmuş olan Türk lobisi de Romney’i o kelimeyi kullanmaması hususunda kolayca ikna edebilir. Öte yandan, kim kazanırsa kazansın, stratejik ortaklık devam edecektir. Ancak, RTE sağolsun, iyiden iyiye “Amerika’nın Ortadoğu şubesi” konumuna getirilen Türkiye olası Romney hükümetinden, Obama hükümetine nazaran, daha fazla gaz alıp son tezkerenin de verdiği yetkiye dayanarak ortalığı kasıp kavurma girişiminde bulunabilir; kim bilir belki bir 3. Viyana Kuşatması bile yapılabilir.
Chavez yeniden başkan
V
enezüella’da beklenen seçim sonuçlandı ve Hugo Chavez, oyların yüzde 54.42’sini alarak dördüncü kez devlet başkanı seçildi. Muhalefetin adayı Henrique Capriles ise yüzde 44.97 oy aldı. Capriles, çok sayıda tohum ektiklerini ve bunun faydasını ilerde göreceklerini dile getirirken, Chavez de tüm ülkenin devlet başkanı olmayı sürdüreceğini açıkladı. Katılımın yüzde 80 oranında olduğu seçimlerin sonrasında binlerce Chavez taraftarının katıldığı coşkulu kutlamalar yaşandı. İktidara geldikten sonra çok sayıda kamulaştırma kararına imza atan Chavez, petrol gelirlerini eğitim, sağlık, toplu konut gibi projelere harcadı. Geçen 14 yılda bürokratikleştiği ve verimliliği düşürdüğü ile eleştirilen Chavez, 21. yüzyıl sosyalizmine doğru giden Bolivar Devrimi’ni tamamlamak için 6 yıla daha ihtiyacı olduğunu söylüyordu. Chavez göreve 10 Ocak’ta başlayacak.
El Classico’dan Filistin’e
B
arcelona ve R.Madrid arasındaki 7 Ekim derbisine İsrailli asker Gilad Şalit’in futbol yorumcusu olarak katılacak olması üzerine Barcelona kulüp yönetimi 3 Filistinliye özel davet gönderdi. Filistinli futbolcu Mahmud Sarsak, Filistin Madrid Elçisi Musa Avde ve Filistin Futbol Federasyonu Başkanı Cibril Recub maçı statta takip etti. Avde, Şalit’in “özel davetli” gibi gösterilmesine tepki gösterirken, Barcelona yöneticisi C.Villarubi de “Kimse Barcelona’nın Filistin sorunundaki pozisyonundan şüphe etmesin” dedi.
6
İNSANCA YAŞAM 18 Ekim 2012 / 31 Ekim 2012
Halk›n Sesi
‘Harçları yemedik zamları da yemeyiz’
Vak›flarda “hay›rl› ifller” ilindiği gibi vakıf sistemi, Osmanlı’da özel mülkiyetin yaygınlaşmasının bir yoluydu. Özel mülkiyetin sınırlı olduğu Osmanlı’da mal-mülk edinmek ve devletin el koymasını önlemek, bunları vakfa dönüştürmekle mümkündü. Vakfın gelirlerinden de eğitim, sağlık gibi kamusal hizmetler görülürdü. Bugün, Selçuklu ve Osmanlı döneminden kalan ancak yeni nesil yöneticisi hayatta olmayan 40 binden fazla vakfın temsili ve idaresi, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde. Arınç, 6 Ekim’de “Vakıf Medeniyeti” konulu konferansta bir konuşma yapmış. Konuşmasında, Türkİslam tarihinden örneklerle vakıflarla ilgili bilgi veren Arınç, vakıflara nasıl da sahip çıktıklarından, iktidarları boyunca 3 bin 500 vakıf eserini restore ettiklerinden ve bunun için ne deli paralar harcadıklarından bahsetmiş. Örneğin Süleymaniye Camii’ni restore edebilmek için 21 milyon lira harcamışlar. Arınç, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün faaliyetlerden söz ederken de “Bizim binlerce vakfımız var ama yüzyıllardır Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün üniversitesi yoktu, 2 üniversite kurduk” diye övünmüş. Duyan da hazır harçlar kalkmışken (!) eğitime önemli bir katkı sağladılar sanacak ancak gelin görün ki Arınç’ın bahsettiği Fatih Sultan Mehmet ve Bezmialem Vakıf Üniversitesi, yıllık paraları binlerce lirayı bulan özel üniversitelÖzen er. Vakıflar Genel Müdürlüğünce Taçy›ld›z birkaç vakfın birleştirilmesiyle kurulan bu üniversitelerin mütevelli heyetlerine, vakıfların tüm menkul ve gayrimenkullerinin kullanım hakkı da verilmiş. Mütevelli heyeti üyelerini ise “Güzel Allahım verdikçe vermiş”, yandaş işadamları, bürokratlar, profesörler vs… hepsi bu bilim dünyasında buluşmuş. Peki, İslamcılar bunu da açıklayın: Pek sevdiğiniz, “hayır” amacı ile kurulmuş olan bu vakıflardaki paralı eğitim işi ne olacak? Gerçi onun da kolayı var; burslu/yarı burslu birkaç öğrenci okutulur, her şey kitabına uydurulur. İşin dünyalık kısmı tamam, bir de “ahret günü” yok mu? Malını vakfeden buna dair hükümlerini, şartlarını yüzyıllar öncesinden “vakfiye” isimli belgelerde yazmış. Vakfın kuruluş amacını, gelirlerin nereye harcanabileceğini sıralamış. Bu vakfiyelerde, vakfı amacı ile idare edeceklere dua, bunun dışına çıkacaklara da beddualar sıralanmış. Arınç da son derece hassas bu konuda; “Bizim Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde de hemen hemen her yerde ikisini yan yana koyarız ve biz her zaman duaya nail olmak isteriz, bedduadan da kaçarız” demiş. “Kim ki bir vakfın şartını bozarsa, o helak olur” mealinde çok sayıda kıssa ve hikmetin de farkındaymış. Ama hayır, bu defa ağlamamış. Ancak, fakir-fukara, garip-gurebanın tedavisi için kurulan Bezm-i Alem Valide Sultan Vakıf Gureba Hastanesi, özel üniversitenin tıp fakültesine verilmiş. Üstelik 245 asistan hekimi şantaj ve tehdit yoluyla sürülerek. Bunun herhangi bir toplumsal gerekçeyle açıklanamayacağı aşikar da Arınç’ın referans aldığı vakfiyeye ne derece uygun acaba? Valide Sultan vakfiyede “hayır maksadıyla yaptırdığı hastanenin veahret gününe kadar şartlarıyla icra olunmasını, herhangi bir devirde bu şartlar değiştirilirse vebalinin onu değiştirenlerin üzerine olacağını” söylemiş. Bu vakfiyeye bakılırsa Arınç Valide Sultan’ın “Dünyada ve ahirette cezaya müstahak olsunlar!” bedduasını almış bile. Sıra garip gurebanın öfkesinde… Gerçi hastane yönetimi misyonlarını “fakir fukara ve garip gurebanın aynı ölçüde ve kalitede sağlık hizmeti almasını sağlamak” olarak tanımlamış. Ama dikkat bu ölçü ve kalitenin “küçük” bir bedeli olabileceğinden hiç söz etmemiş. Öyle ya kapitalizmin düsturudur, yazmalarına gerek yok: mülkiyet ve ticaret özgürlüğü de herkese “aynı ölçüde” tanınır…
B
UMAR KARATEPE
“H
Harçları almadılar, yemek zammıyla daha da fazlasını almaya kalkıyorlar
arçların kaldırılması paralı eğitimin son bulması anlamına gelmemekte. Üniversiteler gelirlerinde yaşanan düşüşleri diğer kalemleri artırarak dengeleyecektir. Bu durumda öğrencinin cebinden eğitim masraflarını karşılamak için çıkacak miktarda bir değişiklik olmayacaktır.” Bu satırlar temmuz ayının sonlarında, “harçları kaldırdık” propagandasının en şiddetli zamanlarda yazılmıştı. Öğrenci Kolektifleri Araştırma Birimi’nin “2012 Paralı Eğitim Raporu”nun sonuç bölümünde yer alan bu ifadeler bugün gerçek oldu. Üniversitelilere yönelik hizmetlerde ilk
zam dalgası beslenmede yaşandı ve öğrencilerin direnişiyle karşılandı. İstanbul Üniversitesi (İÜ) Rektörlüğünün yemekhane fiyatlarına yaptığı yüzde 85 oranındaki zamma karşı öğrenciler binlerce imza topladı, yemekhane turnikelerinden atlayarak parasız beslenme hakkını kullandı, yüzde 100’e yaklaşan katılımlarla yemek boykotu yaptı, yemek saatlerinde çatallarla bıçaklarla “gürültü” yaptı, meydanlara çıktı. Günde 3 bin kişinin yemek yediği yemekhaneden 5 Ekim’de sadece 100 kişinin yemek yediği Çapa Tıp Fakültesi’nden öğrencilerin hesabı gayet basitti: “Günlük 2 TL’lik yemek zammı bile okulun açık olduğu 8 ay
boyunca bize fazladan 400 TL yük getirdi. İstanbul Üniversitesi’nde harçların ortalama 200 TL olduğunu düşünürsek, bu miktarın iki katı cebimizden çıkacak. 10 Ekim’de farklı fakültelerdeki direnişler Beyazıt Meydanı’nda buluştu. Kendi fakülte yemekhanelerinin önünde toplanan üniversiteliler müzik dinletisi ve konuya dair konuşmaların yanı sıra hazırladıkları yiyeceklerin dağıtımını yaptılar. Şenlik alanına çevrilen yemekhaneler büyük oranda bomboş kaldı. 5 fakülteden boykot alanlarından hareket eden bine yakın üniversiteli saat 14’te Beyazıt Ana Kapı'da buluşarak seslerini birleştirdi. Öğrencilere akademisyenler de
Bak›rköy Ruh ve Sinir Hastal›klar› Hastanesi s›n›rlar› içinde bulunan ‹stanbul Üniversitesi’ne (‹Ü) ba¤l› Sa¤l›k Bilimleri Fakültesi’nin kente 63 kilometre uzakta bulunan Silivri’deki Celaliye Kampusu’na tafl›nmas›na tepkiler sürüyor. ‹dari mahkemeye konuyla ilgili bir dava açan ö¤renciler 10 ve 17 Ekim’de eylem yapt›lar. Ö¤renciler
dava sonuçlanana kadar Bak›rköy Kampusu’na gidiyor. 9 Ekim’den bafllayan derslerde “yok” yaz›lan ö¤renciler, Bak›rköy Kampusu’na gelip fakülteye geldiklerine dair tutanak tutturdu. Ö¤renciler üniversite s›nav›nda tercihlerini yapt›ktan sonra kampusun Celaliye’ye tafl›nd›¤›n› vurguluyor. 12
kampüse sahip ‹Ü’de 117 ö¤renciye yer bulunamamas›na tepki gösteren ö¤rencilerin Celaliye Kampusü'ne ulaflmak için 7 lira para harcamalar› gerekiyor. Zira bölgeye ‹ETT dahi gitmiyor. Bölgede yerleflim yeri bile yok. Ö¤rencilerin e¤itimi için ayr›lan binalardaki s›n›flar da mahzenden farks›z.
‘Savaş zamlarını ödemeyeceğiz’ E
kim ayı itibariyle doğalgaz ve elektrik başta olmak üzere yağmur gibi gelen zamlara karşı Bursa Halkevleri 6 Ekim’de yürüyüş gerçekleştirdi. “Zamlara ses-
siz kalma, savaşın finansörü Olma” diyerek örgütlenen yürüyüş Yüksek İhtisas Hastanesi önünden başladı. Giydiği padişah kostümü ve elinde taşıdığı ferman ile
Tayyip Erdoğan kılığındaki bir eylemci de yürüyüşte ilgi odağı oldu. Mesken Meydanı’ nda Yıldırım Halkevi Şube Başkanı Suna Acar basın açıklaması okudu. Acar, yaptığı açıklamada halkın her gün yapılan yeni zamlar karşısında “Kışı nasıl geçireceğim” diye kara kara düşünürken Erdoğan’ın kendisine yedinci özel uçağı aldığını hatırlattı. Zamların bir gerekçesi olarak savaş harcamalarına da değinen Acar, “Kendi çocuklarına bankamatik askerliği yaptıranlar, aman çocuğumun başına bir şey gelmesin diyenler, yoksuların çocuklarının ölmesi üzerinden rant sağlıyorlar. Ne
AKP’nin ve ABD’nin bu kirli savaşında öleceğiz, öldüreceğiz ne de savaşın ekonomik yükünü sırtlanacağız” dedi. ÖDP Antalya İl Örgütü de 9 Ekim’de Attalos heykeli önünde bir eylem yaparak zamları protesto etti. Boş tencere ve tavaların çalındığı eylemde bir açıklama yapan İl Başkanı Zeynel Ergen, savaş politikalarının sonucu olarak son aylardaki harcamaların arttığına dikkat çekti. Ergen aydınlanma, ısınma başta olmak üzere temel ihtiyaçları karşılayabilecek oranda enerjinin halka parasız olarak sunulmasını istedi.
Antalya’da, Mersin’de, Trabzon’da, Tokat’ta, İstanbul’da HES’lere karşı, yani ‘Hayata yapılan sermaye saldırısına karşı’, halkın direnişinin sesi yükseldi
H
A
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
YURTTA DA YEMEK ‹SYANI VAR İzmir Bornova Kredi Yurtlar Kurumu’nda yemek fiyatlarına yapılan zamlara ve kadın öğrencilere yönelik ayrımcı uygulamalara karşı üniversiteliler isyan etti. 15 Ekim’den sonra üç gün boyunca saat 23.00 sıralarında öğrenciler 'karnımız aç
uyuyamıyoruz' diyerek bloklarından döküldü. Öğrenciler Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından açılan ve yurt sorununu görmezden gelerek Bakanlık reklamı yaptığı masaya 17 Ekim günü el koydu. Masayı yurttaki sorunların “çözüm” masasına çeviren öğrecilere polis saldırdı. Polis zor kullanarak 6 öğrenciyi gözaltına aldı.
İETT’nin gitmediği yere
Bilgi edinme hakkına soykırım ES’leri savunurken hakkı hukuku yok sayan AKP iktidarının Valiliği işin içine bir de ırkçılık soktu. 10 yılı aşkın süredir Türkiye’de yaşayan, Türkçeyi ana dili gibi konuşan Fransız asıllı bir kadın, Antalya Valiliği’ne Alakır Nehri ile ilgili soru sorunca, AKP’ye yakışır bir yanıt aldı. ÇED raporuyla ilgili olarak bilgi edinme hakkı doğrultusunda yapılan başvuruya yanıt alamayınca Valiliğe giden kadına bir yetkilinin yanıtı 'Sen Fransızsın, sana ne' olmuş. Valilik yetkilisi soruya yanıt vermek yerine “Siz Fransızlar Ermeni soykırımını tanıyorsunuz” demiş ve başvurunun sonucu şu ifadelerle kestirmeden bildirmiş: “Biz o işi çoktan hallettik, boşuna uğraşmış olursunuz”.
destek verdi.
Dönüşümün faturası kabarık Erdoğan’ın çılgın projelerinin bedelini halk ödeyecek
‘Eşkıyalık’ aldı yürüdü ntalya’nın Üzümdere Köyü’nde yüzlerce kişinin katıldığı bilgilendirme toplantısında HES’lere karşı mücadele kararı alındı. Antalya Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü yetkililerinin 18 Eylül'de yapmak istediği bilgilendirme toplantısı, halkın tepkisi nedeniyle yapılamamıştı. 8 Ekim’de Üzümdere Köyü Sosyal ve Kültürel Dayanışma Derneği ile Derelerin Kardeşliği Akdeniz Platformu’nun birlikte gerçekleştirdiği toplantıda HES’lerin etkileri ve
mücadele yolları tartışıldı. Mersin’de de Kadıncık Çayı üzerinde yapılması planlanan HES”in ÇED toplantısı yapılamadı. Olukkoyağı köyünde toplantı salonunu bir saat önce dolduran köylüler, HES heyeti ve yetkililerin köylerini terk etmelerini istedi. HES firması ile Çevre
ve Şehircilik İl Müdürlüğü yetkilileri ‘toplantı yapılamadı’ tutanağı tutarak köyü terk etti. Trabzon’da 12 Ekim günü Atatürk Alanı’nda HES’lere karşı yaşam mücade-
lesinin sesi yükseldi. Meydandaki açıklamada, Uzungöl’de yapılan HES projesinin Trabzonspor’a ait olduğu hatırlatıldı ve “Doğanın futbolda olduğu gibi ekonomideki baronlarına
peşkeş çekilmesi bölge halkını derinden yaralamıştır” denildi. Trabzonspor taraftarı da İstanbul Taksim’de horonlar çekerek HES projesinden vazgeçilmesini istedi. 7 Ekim’deki eylemde "7 şampiyonluğu HES’le mi aldık" diye soruldu. Tokat’ta Tozantı Çayı üzerine yapılmak istenen HES’lere karşı isyan da 14 Ekim’de Taksim Meydanı’na taşındı. Galatasaray Lisesi’nden Taksim’e yaptıkları yürüyüş boyunca "Hopa'dan Tokat'a eşkıyalar isyanda" sloganları atıldı.
B
aşbakan Erdoğan 7 Ekim’de özel bir sağlık kuruluşuna ait hastane kompleksinin açılışında Türkiye’de “dev şehir hastaneleri” kurmanın 9 yıllık hayali olduğunu söyledi; iki gün sonra Türk Tabipler Birliği bu hayalin şimdiden yol açtığı maliyeti açıkladı: 2 milyar lira! Fatura kabarık zira, bu rant projelerinde içinde AVM ve lüks otellerin de bulunduğu "sağlık kompleksleri" için devletten şirketlere 25 yıl boyunca “kira” ödenecek. Bu “çılgın” rant aktarma operasyonuna karşı çıkan kimi yargı kararları ise Erdoğan’ı fazlasıyla öfkelendirmişe benziyor. Erdoğan aynı açılışta "bu kızgınlığını şu sözlerle dile getirdi: “Danıştay’da vesaire bazı engellemeler oluyor. Ancak şimdi adımlarını attık. Bunları da aşıp süratle ihalesini yaptığımız şehir hastaneleriyle işe başlıyoruz.” Sağıkta dönüşümün tek faturası “para” değil. Sağlıkta dönüşüm süreciyle kurulan Türkiye Kamu Hastaneler Kurumu’yla ilgili olarak hazırlanan “Verimlilik Değerlendirmesi Hakkında Yönergesi” daha büyük tehlikelerin yakında olduğunu gösteriyor. 5 Ekim 2012’de yayımlanan yönergede, verimlilik adına “başarısız” olan personele ve yöneticilere yaptırım öngörülüyor. Buna göre hastanelere, yaptıkları işlemler neticesinde puan verilecek ve puanı düşük hastanelerde bu “verimsizliğin” sorumlularının işine son verilecek. Bulunduğu bölgedeki insanların fazlaca hastalanmadığı, koruyucu hizmetlerle hastalıkların baştan önlendiği, hastalara daha uzun tedavi zamanı ayırarak çabuk iyileşmesini ve hastaneye az gelmesini sağlayan hastaneler “başarısız” kabul edilecek.
7
İNSANCA YAŞAM 18 Ekim 2012 / 31 Ekim 2012
Halk›n Sesi
Bu mahallede yaşam var UMAR KARATEPE
Dönüşüm “Yeni bir yaşam” sloganı ile başlarken, Dikmen’de barınma hakkına kurşun sıkıldı. Mamak’ta rantçılara direnen halk “yeni bir yaşamı” kendi kuruyor
K
entsel dönüşüm 5 Ekim’de büyük bir reklam kampanyasıyla başladı. Ankara’da Melih Gökçek kendini kentsel dönüşümün lideri olarak ilan ederken TOKİ basın bültenlerinde Ankara’daki yıkımlarla beraber “yeni bir yaşam” müjdesi verildi. Oysa unutturulmaya çalışılan şey şu ki, yıkılacak mahallelerde zaten bir yaşam var. Ve yoksul emekçiler için daha iyi bir yaşam ancak kendi elleriyle kurulabilir. Son bir hafta içinde Dikmen ve Mamak’ta yaşananlar bu gerçeği bir kere daha hatırlattı. Kentsel rant projelerine direnerek, yıllardır oturdukları mahallerinde yeni bir yaşam kurmak için yedi yıldır mücadele eden Dikmen Vadisi halkından Tarık Çalışkan’ın evi kurşunlara hedef oldu. Zenginler için “yeni yaşam” kurmak isteyenler, kendi rant projelerinde yoksul emekçilerin yaşamasına yer olmadığı mesajını verdi. Yine kentsel yağmanın hedefi olan Mamak’ta, dönüşüm planları nedeniyle hiçbir hizmetin gitmediği mahallelerde halk, yıkılmaya çalışılan yaşamlarını yeniden kurmak için omuz omuza verdi, mahallelerini güzelleştirmeye girişti.
BARINMA HAKKINA KURfiUN Melih Gökçek tarafından sık sık hedef gösterilen Dikmen Vadisi Barınma Hakkı Bürosu Temsilcisi Tarık Çalışkan'ın evi 11 Ekim’i 12 Ekime bağlayan gece yarısı kurşunlandı. Akşam 11 sularında Çalışkan’ın kapısına vurmaya başlayan kimliği belirsiz kişiler kapı açılmayınca havaya birkaç el ateş ettiler. Mahallede daha önce Barınma Hakkı Bürosu'nun kundaklandığını, defalarca saldırıyla uğradıklarını anlatan
Çalışkan “Bu saldırılar bizi korkutamıyor, daha da güçlendiriyor" dedi. 12 Ekim günü de saldırıya yanıt için Vadi’de eylem vardı. Dikmen Vadisi halkı ve dostları, Barınma Hakkı Bürosu’ndan Tarık Çalışkan'ın evinin önüne yürüdü. Evinin önünde basın açıklaması yapan Çalışkan “Bu kurşunlar evime değil, barınma hakkı mücadelesine, haklar mücadelesine,
sınıflar mücadelesine sıkılmıştır” dedi. Tarık Çalışkan’ın resimlerini TV programlarında gösteren Gökçek, Çalışkan’ı hedef haline getirmek istemişti. Büyükşehir Belediyesi’nin bülteninde de resmi kapağa basılarak, iftira ve hakaretlere maruz kalan Çalışkan hedef gösterilmeye, iftiralara ve hakaretlere karşı dava açmıştı. Konuyla ilgili Gökçek hakkında bir
soruşturma bile yapılmazken Çalışkan hakkında, bu suç duyurusuyla ilgili soruşturma başlatılmıştı. BELED‹YE YOK, HALK VAR Rantçı belediyelerin halkı zorbalıkla yerlerinden etme çabalarının bir yöntemi de kentsel dönüşümün hedef aldığı mahallelere hizmet götürmemek. Mamak’ın yoksul mahal-
lelerinden Dostlar Mahallesi de hizmet ambargosuna maruz kalan mahallelerden biri. Ancak Mamak’taki Barınma Hakkı Bürosu ve Dostlar’daki Mahalle Meclisi bu taktiği boşa çıkaracak adımlar atıyor. 14 Ekim’de mahallede bir park ve bir kitaplık açılışı vardı. Barınma Hakkı Bürosu’nun önerisi Mahalle Meclisi’nde kabul görmüş, halk seferber olmuş ve mahallelerini güzelleştirmek adına güçlerini birleştirmişti. Barış Parkı ve Ali Yücel kitaplığının şenlikli açılışı halkın emeğiyle mümkün oldu. Kitaplık, Dostlar’daki açık hava sineması içine açıldı. Açık Hava Sineması bu yaz “Okumuş İnsan Halkın Yanındadır” kampanyası çerçevesinde yoksul mahallelere gelen ve Halkevleri’nde çocuklarla çeşitli eğitim faaliyetleri yürüten Kolektifler’den üniversiteliler tarafından onarılmıştı. “B‹ZDE HALK BAfiKAN” Konuya dair konuştuğumuz Barınma Hakkı Bürosu’ndan Candaş Türkyılmaz, belediyenin çürümeye bıraktığı parkı yenilerken zabıtların önce kendilerini engellemek istediğini anlattı. Ancak “ya siz yapın ya biz yapacağız” diyen mahalleli karşısında zabıta geri adım atmış. Parkın etrafında yaklaşık 1000 hanede 4500 kişinin yaşadığını söyleyen Türkyılmaz, “Belediye bölgeyi terk etsinler diye hizmet getirmiyor” dedi. Üç park ve bir pazar yeri için de Mahalle Meclisi kararı alındığını anlatan Türkyılmaz, Belediye’ye verdikleri süre içinde bu kararların uygulanmaması halinde kendilerinin uygulayacağını belirtti. “Mamak’ta barınma hakkı mücadelesinden belediye başkanlığına aday mı çıkacak?” sorumuz üzerine Türkyılmaz “Bizde Halk Başkan” diye yanıt verdi.
Okmeydanı yağmaya direniyor ‹stanbul’da kentsel dönüflüme karfl› en ciddi itirazlar Okmeydan›’nda yükseliyor. Okmeydanl›lar AKP’li Beyo¤lu Belediye Baflkan› Ahmet Misbah Demircan’›n aç›klad›¤› kentsel dönüflüm plan›na karfl› mahallelerinde yürüyüfller yapt›, Belediye’nin kap›s›na dayand›.
Keçicipiri, Piyale Pafla, Fetihtepe mahallelerinde tüm evlerin y›k›laca¤›n›n aç›klanmas›n›n ard›ndan 30 Eylül’de ilk mahalle yürüyüflü yap›lm›fl, eylemlerin süreklilefltirilmesi karar› al›nm›flt›. “Rant için plana karfl› halk için plan” talebiyle kurulan Okmeydan› Plan Takip
Komisyonu’nun ça¤r›s›yla 6 Ekim’de gerçekleflen yürüyüfle binlerce kifli kat›ld›. Okmeydanl›lar 11 Ekim’de de ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi’ne giderek rant planlar›na itiraz dilekçelerini verdi. Belediye önünde Okmeydan› Plan ve Takip Komisyonu ad›na okunan bas›n
aç›klamas›nda mevcut projenin halk yarar›na de¤il, sermaye yarar›na oldu¤unu söylendi. Aç›klamada Okmeydan›'n›n müteahhitlere peflkefl çekilmesine izin verilmeyece¤i dile getirildi. Okmeydan› halk›, bas›n aç›klamas›ndan sonra dilekçelerini teslim etti.
Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Ali Hakkan
‘Ankara Gökçek’in çiftliği değil’ A tatürk Orman Çiftliği'nin (AOÇ) talan edilmesi ile ilgili tartışmalar alevlendi. AOÇ Genel Müdürü Ömer Bülent Arslan'ın "AOÇ'de talan yok" açıklamasına Mimarlar Odası Ankara Şubesi bir basın toplantısıyla yanıt verdi. Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Ali Hakkan, 2009'dan bu yana AOÇ'yi takip ettiklerini ve düzenlemeleri fotoğrafladıklarını söyledi. AOÇ'nin yapılaşmaya açılmamış eski değerlerinin talan edildiğini kaydeden Hakkan, yeni Başbakanlık binasının da çiftlik alanı içinde olduğuna dikkat çekti ve fotoğraflarla bu iddiasını belgeledi. Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in tüm Ankara’yı kendi çiftliği gibi gördüğü projelerine karşı Başkent Dayanışması – Ben Ankara 13 Ekim’de bir eylem yaptı. Mülkiyeliler Birliği, Mimarlar Odası, Halkevleri, Gazi Üniversitesi Mezunları Derneği, Kavaklıderem Derneği ve Devlet Tiyatrosu Opera ve Bale gibi bileşenlerin katıldığı yürüyüş, Ulus Heykel'de başladı. Düdüklerle ve teflerle, Ben Ankara yazılı rengarenk tişörtlerle yürüyen Ankaralılar "Rant için değil, halk için kentsel dönüşüm" sloganları attı. Eylem Yüksel Caddesi'nde düzenlenen konser ile sona erdi.
Halka karşı savaş tezkeresi MEHTAP MET‹NO⁄LU
B
Taksim için Taksim’de T
aksim’in betonlaşmasına, insansızlaşmasına ve kimliksizleşmesine yol açacak olan Taksim Yayalaştırma Projesi uygulamaya geçerken tepkiler de yükseliyor. Projedeki bir çok teknik sorun ve krizli nokta 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından tespit edildi. Ancak tüm itirazlara kulaklarını tıkayan Büyükşehir Belediyesi, projenin birinci etap ihalesini yaptı. İlk kazmanın vurulacak olması nedeniyle bölgedeki esnaflar boşaltılıyor. Gezi Parkı’nda ise ağaç katliamı devam ediyor. Bu gelişmeler karşısında Taksim’e sahip çıkanlar da var. “1 Mayıs için, barış için, özgürlük için, demokrasi için, eşitlik için, buluşmak için, şampiyonluk için, yılbaşı için” Taksim'e çıkanlar 14 Ekim Pazar günü bu kez Taksim için Taksim’de idi. Yüzlerce kişinin bu luştuğu meydanda şarkılar söylendi, projenin getireceği olumsuzluklar anlatıldı ve ilk kazmanın vurulacağı Cumhuriyet Caddesi’nde bir insan zinciri oluşturuldu.
akanlar Kurulu 7 Ekim’de 11 adet acele kamulaştırma kararı aldı. Bu kararın konusu olan bölgelerde 3 kentsel dönüşüm projesi, 7 hidroelektrik santrali ve 1 jeotermal enerji santrali yapılacak. Kentsel dönüşüm projeleri ve hidroelektrik santraller sermaye için birikim, kentler için yıkım, doğa için talan, halk için haklarının gaspı anlamına geliyor. Sermayeye yeni birikim alanları açmakla uğraşan AKP yıkım ve talanda bu nedenle olabildiğince hızlı davranıyor. HALKA KARfi‹ ACELELER‹ VAR Bakanlar Kurulu’nun kamulaştırma kararı aldığı İstanbul Fener-BalatAyvansaray, Trabzon Çaykara, Giresun Yağlıdere, Ordu Ulubey, Siirt Pervari, Erzurum İspir ve Tortum bölgelerinde mevcut olan kentsel dönüşüm ve hidroelektrik santrali projelerine karşı halk fiili ve/veya yargı yoluyla mücadele ediyor. Fener-Balat-Ayvansaray bölgesinde kentsel dönüşüm projesiyle mücadele eden mahalleli, açtığı davayı kazanmış ve mahkeme projeyi iptal etmişti. Trabzon Çaykara’da HES protestolarında çatışma yaşanmış,
Bakanlar Kurulu halkın topraklarını, evlerini zorla elinden almak için 11 yeni el koyma kararı aldı. Sermaye için halka karşı savaş hukuku uygulanıyor şantiye köylüler tarafından işgal edilmiş ve köylüler hakkında tutuklama kararı çıkmıştı. İstanbul ve Trabzon örneğinde olduğu gibi Türkiye genelinde derelerini sattırmayan, doğasına, mahallesine sahip çıkan
toplumsal muhalefetin direnişi, AKP’nin zaman kaybetmesine neden oluyor. SERMAYEN‹N SAVAfiI AKP halk tepkileri ve yargı
engeliyle karşılaştığı veya karşılacağını düşündüğü bölgelerde, sözde kamulaştırma silahına sarılıyor. Bu acele “kamulaştırma” dalgasıyla halk topraklarını ya da evlerini satmaya zorlanıyor. Oysa acele kamulaştırma yurt savunması ve olağanüstü hallerde kullanılacak bir yetki. AKP öncesinde sadece iki kez kullanılan kamulaştırma yetkisi, 2007 yılının Temmuz ayından 2012’nin Ekim ayına kadar olan süreçte 230 kez kullanıldı. Acele kamulaştırma kararlarının bu sıklığı, Türkiye’de 2007 yılından bu yana savaş hukuku kurallarının uygulanmakta olduğunu gösteriyor. Gerçekten de bir savaş ilerliyor ve bu, halkın haklarına karşı sermayenin savaşı. Tabii ki AKP bu savaşa “kamu yararı” kılıfı giydirmeye çalışıyor. Halkı mağdur eden bu projelerin her biri birer "kamu yararı" olarak tanımlanıyor. SAVAfiTA KAYBETMEK DE VAR Halkın topraklarına zorla sahip olmaya çalışan AKP için acele kamulaştırma kararı aldığı bölgelerde de işler bazen yolunda gitmiyor. İzmir Efemçukuru’ndaki altın madeni için bölgede yaşayanların arsalarını satmak istememelerine karşı acele
Halkın sağlığını savunanlara beraat K
ocaeli Dilovası’nda sanayinin halk sağlığına etkilerini araştırdığı için baskılara maruz kalan Prof.Dr. Onur Hamzaoğlu’na destek vermek için yapılan yürüyüşle ilgili açılan davada beraat kararı verildi. Dilovası’nda basın açıklaması yapan Onurumuzu
Savunuyoruz Hareketi Yürütücüleri, pek çok sendika, demokratik kitle örgütü temsilcisi ve bilim insanı hakkında Gebze Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açılmıştı. Onur Hamzaoğlu’nun halk sağlığı mücadelesine destek verenler 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Yasası’na muhalefet ile suçlanıyordu. Eylemi “İfade özgürlüğü” kapsamında değerlendirerek beraat kararı alan mahkemeye düzenlenen basın açıklamasının amacını, “kanser vakaları ile ilgili bilimsel araştırma yapan bir bilim insanının araştırmaları-
nın sonuçlarını desteklemek, kamu sağlığı bakımından halkı bilgilendirmek” olarak tanımladı. Böylece Kocaeli Üniversitesi’nin ve Büyükşehir Belediyesi’nin savaş açtığı bir bilim insanının ve onu destekleyenlerin hakkı mahkemece teslim edildi.
kamulaştırma kararı alınmış, arsalarına el konulan köylülerden Ahmet Karaçam adlı çoban acele kamulaştırmaya karşı açtığı davayı kazanmıştı. Danıştay, Efemçukuru'nda "acelecilik" koşulunun gerçekleşmediği gerekçesi ile şirket aleyhine karar vermişti. Acelecilik koşulunun gerçekleşmesi için bir savaş ya da benzer bir durum olmaması bugüne kadar alınan 230 kamulaştırma kararının alındığı bölgelerde sağlanabilecek kazanımlar için de geçerli. Fener-Balat-Ayvansaray bölgelerinde yaşayan mahalleliler, evlerini yıktırmayacaklarını kazandıkları davanın izinden gideceklerini, mücadeleyi bırakmayacaklarını söylüyorlar. AKP dikensiz gül bahçesinde devam etmek istiyor ancak halkların direnişi ve kazanılmış bir davanın verdiği umut, onların yolunda engel olmaya devam ediyor.
Üst geçit talebine gaz bombası Eskifle
hir'de çevre yolundaki üst geçidin yanl›fl yere yap›ld›¤›n› bel irten Gündo¤du Mahallesi halk› Ankar aEskiflehir yolunu trafi¤e kapatarak eylem yapt›. Polis, aralar›nda çocuklar›n da oldu¤u mahallelilere sald›rd›, çok say›da mahalleli polisin s›kt›¤› bib er gaz›ndan etkilendi. Mahalleliler sald›r›ya tafllarla yan›t verdi.
8
EMEK 18 Ekim 2012 / 31 Ekim 2012
Halk›n Sesi
Potansiyel tehlike iflçi mücadelesi KP devletinin hazırladığı “Toplu İş İlişkileri Kanun A Tasarısı” TBMM’de görüşülmeye başlandı. Sendikal hareketin yıllarca şikayet ettiği “noter şartı” kaldırılıyor, “iş kolu barajı” kademeli olarak yüzde 1’e düşürülüyor. Tek başına bunların bile göz boyamak için yeterli olduğu düşünülebilir. Kuşkusuz bu iki değişikliğin önemini yadsıyacak değiliz, yıllarca “örgütlenmenin önünde en büyük engel” diye bağırdıktan sonra… Ancak baraj değişikliğinin iş kollarının sayısının azaltılarak iş kolundaki işçi sayısının arttırılmasıyla birlikte ele alınması sonucunda düşürülmüş baraj yine de örgütlenme önünde doğal bir barikat olarak duracak. Kuşkusuz AKP devleti bu kurnazlığı düşünmekten aciz değildi! Yukarıda değindiğimiz değişiklikler sınıf mücadelesi perspektifli sendikal hareketin zayıfladığı onun yerine hükümetin bizzat yan kolu gibi faaliyet gösteren kamu sendikaları ve işçi sendikalarının nicelik olarak büyüdüğü, büyütüldüğü bir dönemde değişik bir anlam ifade edebilir. Noter şartının kalkması ve barajın düşmesiyle işbirlikçi sendikal hareket devletin imkanlarıyla daha rahat bir örgütlenme imkanı bulabilir. Kuşkusuz bu sınıf mücadelesinde bir mazeret olarak ileri sürülTufan memeli ve inatçı bir çabanın içiSertlek ne girilmelidir. Bu önemli değişikliğe değinDev Sa¤l›k-‹fl dikten sonra bizce yasa tasarısıYönetim Kurulu na ruhunu veren esas konuya geçebiliriz. Yasada “yasakçı” zihniyetin devamının görüldüğü iki önemli konu var. Sendikal tazminatla ilgili husus iş kanununda belirtilen “işverenin işçiyi haklı bir sebebe dayanarak çıkartması zorunluluğu 30 veya daha fazla işçi çalıştıran yerlerde söz konusudur” hükmüne gönderme yaparak 30’dan az işçi çalıştıran yerlerde sendikal nedenle işten atılan işçinin işe iade davası veya sendikal tazminat davası açmasının önü kesiliyor. Bu madde açıkça yasa tasarısının gerekçe kısmında belirtilen “… sendikal hak ve özgürlüklerde evrensel değerler esas alındı ”ifadesini laf salatasından ibaret kılıyor. Türkiye ekonomisinde yüzde 80’den fazla istihdamı gerçekleştiren 30’dan az işçi çalıştıran işletmelerde sendikal örgütlenmenin önündeki en büyük engeli koruyarak zaten AKP devleti ne yapmak istediğini açıkça göstermiş oluyor. Diğer husus ise Bakanlar Kurulu’nun milli güvenlik safsatasıyla grev erteleme meselesidir. Bu konuda eski yasaya göre bir değişiklik yapılmadığı gibi hükümetin grev erteleme kararına karşı dava açma hakkı da sendikanın elinden alınmış durumda. Yasa tasarısında “… öteden beri devletin fazla müdahale ettiği grev ve lokavt alanı yeniden düzenlenmiştir.” denilerek sanki daha özgürlükçü bir düzenleme yapıldığı havası yaratılmıştır. Oysa görüldüğü gibi hükümetin canı istediğinde müdahale aracı olarak kullandığı “milli güvenlik safsatası” grev mücadelesinin önündeki en büyük engel olarak halen duruyor. Bu yasal düzenlemenin özü AKP devletinin işçi mücadelesini açıkça potansiyel bir tehlike olarak görmesidir. Patronun ve devletin rızasıyla gerçekleşen örgütlenme faaliyetindeki esneme eğer işçi örgütlenmesi patrona ve devlete rağmen yürüyecekse ciddi engellerle karşılaşmaktadır. Bu yasal düzenleme açıkça AKP devletinin toplumsal alanlardaki örgütlenme çabasının işçi sınıfı içerisindeki çabalarını desteklemek ve sınıf mücadelesinin potansiyel gelişimini engellemek için çıkartılmıştır. Sınıf sendikalarının önünü kesmek için sarı sendikalarda örgütlenebilen ama patronun istemediği durumlarda yasanın gücü en keskin biçimde kullanılan bir düzen kurulmak istenmiştir. AKP devletinin emek alanındaki korporatizm denemesi ancak sınıf eksenli sendikal mücadelenin gündelik işçi mücadelelerini tarihsel bağlamı içerisinde örgütlemesiyle mümkün olabilecektir. İslamcı muhafazakar bir siyasetle ideolojisiz mücadelenin baş etme imkanı yoktur.
Noter yerine e-devlet ile denetim geldi S
endika üyeliği için notere başvuru kaldırılarak, bunun yerine üyelik ve istifalar için elektronik ortamda e-devlet üzerinden başvuru zorunluluğu getirildi. E-devlet üzerinden yapılan başvurunun Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na ve sendikaya bildirimi yapılacak. İş kolu değişen işçilerin üyeliği otamatik olarak düşürülecek. İşsiz kalan sendika üyesi işçinin üyeliği ise bir yıl sonra sona erecek Üyelik başvurusu, sendika tarafından 30 gün içinde reddedilmediği takdirde, kabul edilmiş sayılacak. Haklı bir neden gösterilmeden üyelik başvurusu kabul edilmeyenler, bu kararın kendilerine tebliğinden itibaren 30 gün içinde yetkili mahkemede dava açabilecek. Mahkemenin davacı lehine karar vermesi halinde üyelik, ret kararının alındığı tarihte kazanılmış sayılacak. Mahkemenin kararı kesin olacak.
DENET‹M, ‹fiÇ‹LERE BASKI ARTACAK Sendikaya üye olan işçilerin bilgileri notersendika genel merkezi- Çalışma Bakanlığı’na sunuluyor ve sendika yetki alabileceği süreçte işverene bildiriliyordu. E-devlet’le birlikte üyelik başvurunda bulunan işçilerin bilgileri sendika genel merkezi ve bakanlığa eş zamanda ulaşacak. Böylelikle işkollarında örgütlenme çalışması yürüten sendikalar, sendika düşmanı işverenler engeline takılacak. E-devlet düzenlemesiyle, AKP’nin sendikal örgütlenme özgürlüğü söyleminin aksine sendikaların ve işçilerin arasındaki ilişkiye doğrudan devletin denetim ve müdahalesi söz konusu olacak.
AKP ‘emek düşmanlığı’ işçiler ‘direniş’ diyor ‘Sendikalar yasası emek hareketine saldırı maddeleriyle geçse de yeni sendikal hareket açısından asla bir çöküş değil aksine bir sıçrama tahtası olacak’ EVR‹M ÇAKIR
Sürgüne karşı direniş
T
aslağında Toplu İş İlişkileri Yasası olarak adlandırılan yasa tasarısı Sendikalar ve “Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Tasarısı” olarak TBMM’den geçti. Mecliste 9-16 Ekim tarihleri arasında görüşülen tasarıda sendikaların yetki barajı yüzde 10’dan yüzde 1’e düşürüldü. Baraj, Ekonomik Sosyal Konseye üye olan sendikalar (Türk-İş, Hak-İş, DİSK) için yüzde 1, diğer sendikalar için yüzde 3 olarak belirlendi. Sektörler birleştirilerek 28’den 20’ye indirildi. Böylece daha yüksek işçi sayısı içeren işkolları oluştu. Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı Sosyal Güvenlik Kurumu’nun son olarak 2009’da yayımladığı istatislere göre, işkollarında çalışan işçi sayısı 5 milyon olarak gösteriliyordu. Ancak işkollarında çalışan işçi sayısı 12 milyona ulaştı. SGK verileri üzerinden değerlendiriliğinde hem işçi sayısının artması hem de işkollarının birleşmesi sonucu yüzde 1’lik oran aslında oldukça yüksek.
KA⁄IT ÜZER‹NDE DÜfiEN BARAJ F‹‹LEN YÜKSELD‹ Yasaya göre, sendikaların yetki alması için önce bakanlığın onayı gerekecek. Ayrıca işverenin sendikanın çoğunluğuna itiraz etmesi durumunda yetki işlemleri durdurulacak. Yargı kararı sonuçlanana kadar hiç bir işlem yapılamayacak. Bu düzenleme gösteriyor ki Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasasıyla, AKP’nin öne sürdüğü gibi sendikal örgütlenmenin önü açılmayacak. Sendikaların yetki alması dahada zorlaşacak. Yüzde 1 barajının altında kalan sendikalara üye yaklaşık 50 bin işçinin toplu sözleşme hakkı gasp edilecek. 6 M‹LYON 297 B‹N ‹fiÇ‹N‹N T‹S HAKKI ORTADAN KALDIRILDI Yasa ile yüzde 3 baraja tabi tutulan, ticaret, büro, eğitim, sağlık, ulaştırma, turizm, inşaat, basın, liman, ardiye ve depoculuk işkollarında çalışan işçiler için toplu sözleşme yetkisine sahip sendika kalmayacak. Bu, kayıtlı
D
evrimci Sağlık-İş, Ziya İncedere’nin sürgün bahanesiyle işbaşı yaptırılmamasını Koşuyolu Hastanesi önünde protesto etti. Eyleme Koşuyolu Hastanesi'nde çalışan işçilerin büyük bir kısmı katıldı. İncedere, “Ben bu hastanenin işçisiyim, işimi geri istiyorum” dedi. Hastane önünde çadır kurarak direnişe geçen İncedere, her gün mesai saatlerinde direniş çadırında mücadele etmeye devam edeceğini söyledi.
D‹SK ve Sendikal Güç Birli¤i Platformu 9 Ekim’de Toplu ‹fl ‹liflkileri Kanun Tasar›s› Kanun Tasar›s›’n›n TBMM’de görüflülmesini protesto etti. Meclise yürümek isteyen iflçilere polis sald›rd›. D‹SK üyeleri bir aç›klama yaparak, meflru mücadele haklar›n› kullanacaklar›n› ve meflruiyetlerini sokakta kuracaklar›n› söyledi. işçilerin yüzde 57'si, yani 6 milyon 297 bin işçi için fiili olarak toplu sözleşme yasağı anlamına geliyor YETK‹S‹ OLAN SEND‹KALAR DAH‹ BARAJI GEÇEMED‹ Türk-İş ve Hak-İş’in de onay verdiği yüzde 1 işkolu barajı, aralarında Türk-İş üyesi sendikaların da bulunduğu 15’e yakın sendikanın tasfiyesine yol açacak. Hava-İş, Yol-İş, Selüloz-İş, Demiryol-İş, Koop-İş, Tez Koopİş gibi Türk-İş'e bağlı birçok sendika da baraj altında kalacak. Ayrıca AKP’nin işten çıkarmalar ve grev yasaklarıyla engellemeye çalıştığı havacılık iş kolunda örgütlü Havaİş Sendikası, işkollarının birleştirilmesinden kaynaklı yetki problemi yaşayabilecek Basın, yayın ve gazetecilik ''Ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar” işkolu da benzer bir so-
runla karşı karşıya. 2.6 milyon işçinin çalıştığı bu işkolunda yüzde 1 baraj 26500 üye anlamına geliyor. Yasayla birlikte bu işkolunda Türk-İş ve DİSK üyesi iki sendika da baraj altında kalıyor. Bir diğer işkolu ise ulaştırma. İşkollarının birleştirilmesi nedeniyle işçi sayısının 700 bine yaklatığı ulaştırma sektöründe halen toplu sözleşme yetkisi olan Türk-İş ve DİSK üyesi 4 sendika baraj altında kalma riski ile yüz yüze. GREV HAKKI S‹ZE YASAK! Yasanın görüşülmeye devam edilen 62 ve 67’nci maddesine göre, can ve mal kurtarma işlerinde, cenaze ve tekfin işlerinde, doğalgaz ve yakıt üretim, dağıtım ve arıtma işlerinde, bankacılık hizmetleri ve kamu kurumlarınca yapılan şehirlerarası toplu ulaşım hizmetlerinde, başladığı yolculuğu bitirmemiş
olan deniz hava, kara ve demiryolu ulaşım araçlarında ve ödeme yapılan personele grev yasak. Yasada yer alan 70’inci maddeye göre ise bir işveren, eğer grev yasadışı ise grevin kararına katılan, greve katılan veya greve katılmayı ve sürdürülmesini teşvik eden bir işçinin iş akdini feshedebilir. Görüşülmeye devam eden 78’inci madde de yasadışı grevleri tanımlayan çok sayıda maddenin ihlalinde bulunanlara 700 ile 5000 TL arasında değişen para cezası verileceği yer alıyor. Devlet bir grevi veya grev kararını genel sağlığı ve milli güvenliği bozduğunu öne sürerek grev 60 gün erteleyebilecek. Erteleme sonunda taraflar tekrar görüşecek. Taraflar arasında anlaşma sağlanamassa uyuşmazlık zorunlu tahkime gidecek.
‘Bu yasa çöküş değil sıçrama tahtası’ Devrimci Sa¤l›k-‹fl Genel Baflkan› Arzu Çerkezo¤lu yeni yasay› de¤erlendirdi: “Yeni yasa, çal›flma yaflam›na iliflkin hukuki zemini neoliberal çal›flma düzeniyle uyumlaflt›r›rken bir yandan da ülkemiz sendikal hareketi aç›s›ndan yeni bir yol ayr›m›na gelindi¤ini haber veriyor. Yasan›n hayata geçmesiyle sendikal alanda gücünü geleneksel sendikal mücadele anlay›fl›, yetki-iflyeri toplu sözleflmeleri süreçlerinden alan mevcut sendikal statüko sona ererken, yine ayn› düzeneklerden beslenen siyasal iktidar-sermaye lehine yeni bir statüko kurulmak isteniyor. ‹flçi s›n›f›n›n as›rlar› aflan mücadelesi ile kazan›lan hak-
lar› yasa ile s›n›rlamak bu haklar› kullanamamak anlam›na gelir. Yasa s›n›rlar›na hapsolmufl bir sendikal mücadele iflçi s›n›f›n›n örgütsüz milyonlarca üyesini örgütlememek, grev ve toplu sözleflme haklar›ndan barajlar nedeniyle fiilen mahrum kalmak anlam›na gelir. Her yeni sermaye birikim stratejisi beraberinde yeni bir s›n›f profili ve s›n›f›n mücadelesine uygun sendikal örgütlenme stratejileri getirir. Bugün AKP taraf›ndan ç›kar›lan yasa Türkiye s›n›f mücadesi tarihine bir çöküflün de¤il, yeni bir sendikal hareket yaratman›n s›çrama tahtas› olarak da geçebilir. Bu imkan› yaratmak ve s›n›flar mücadelesi tarihinde bu yeni sayfay› açmak bizlerin elinde.
Yeni yasa ‘kolay işçi çıkarma’ yasası AKP, TUSKON ve TOBB’un talebi ile son anda tasarıda bir değişiklik yaptı. Buna göre 30’un altında işçi çalıştıran işyerlerinde artık işçi çıkarmak daha kolay
A
KP, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanun Tasarısı mecliste görüşülürken Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu’nun (TUSKON) talebiyle bir önerge verdi. Mecliste onaylanan önergeye göre 30’un altında işçi çalıştıran işletmelerde, işçiler sendikaya üye oldukları için işten çıkarılabilecek ve sendikal tazminat davası açamayacak. Kamudaki binlerce taşeron işçinin sendikaya üye olabileceği yasada ‘Bir iş yerinde yardımcı işlerde çalışan işçiler de iş yerinin girdiği işkolunda kurulu bir sendikaya üye olabilecek’ ifadeleriyle yer alsa da bu önergeyle güvencesiz işçilerin
örgütlenmesi engellenmeye çalışacak. Söz konusu değişiklik mevcut 2821 Sayılı Sendikalar Yasası’nın patronun sendikalı işçiyi işten çıkarması ya da ayrıma tabi tutmasını engelleyen ve ayrıca işverene bazı yükümlülükler de getiren 25’inci maddesinde yapıdı. AKP’nin verdiği önergeyle “İşverenin işten atma ve sendikalı-sendikasız işçiler arasında ayrım yapması durumunda işçinin bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere sendikal tazminata hükmedilir” şeklindeki maddeye “Fesih dışında” ibaresi eklendi. Böylece sendikal nedenli fesih sendikal tazminat konusu olmaktan çıkartıldı.
Roseteks direnişi podyumda
D
irenişteki Roseteks işçileri, sesini İstanbul Fashion Week'in podyumuna taşındı. Mart ayında işten çıkartılan 380 işçiden biri olan stilist Meral Özyürek, İstanbul Fashion Week’in üçüncü gününde pankartlı bir eylem gerçekleştirdi. Mankenler podyumda yürürken podyuma çıkan Özyürek, ‘Biz ürettik. Biz işten atıldık. Haklarımızı istiyoruz. Alacağız. Rose Teks İşçileri’ yazılı pankart açtı. Özyürek güvenlik görevlileri tarafından dışarı çıkartıldı.
İş kazasına karşı iş bırakma
M
anisa’nın Soma İlçesi'ndeki Uyar Madencilik’te 15 gün arayla meydana gelen iş kazalarının ardından 700 işçi iş bıraktı 4 Ekim günü toz yanması sonucu çıkan yangında 9 işçi yaralandı. 15 gün öncesi de benzer şekilde çıkan yangın sonucu bir mühendis hayatını kaybetmiş, 2 işçi de yaralanmıştı. Üst üste gelen iş kazalarının ardından Türk Madenİş’in örgütlü olduğu madende çalışan 700 işçi, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin sağlanması talebiyle iş bıraktı.
9
EKONOMİ 18 Ekim 2012 / 31 Ekim 2012
Halk›n Sesi
AKP’L‹ OLMADAN ÖNCE DOLAYLI VERG‹LERE ‘NAMERT VERG‹S‹’ D‹YORDU
‘Namertler’ arasına hoşgeldin Erdoğan’ın Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı yaptığı Numan Kurtulmuş, AKP’ye transfer olduğu günün gecesinde yapılan fahiş zamlarla ilgili tek söz söylemedi anlamına geliyor. “Namert vergisi” dediği dolaylı vergileri azaltmak için de sermayeden daha çok gelir vergisi alması gerekecek. Tüm bunları yapmak için de sermayeyi biraz rahatsız edebilecek bir ekonomi programı izlemesi gerekecek. Bu yaklaşım Numan Kurtulmuş’ta bir zamanlar kâğıt üstünde vardı ama AKP’nin kitabında yazmıyor.
ENG‹N DURAN
S
aadet Partisi’nden ayrılarak Halkın Sesi Partisi’ni (HAS Parti) kuran ve iki yıl genel başkanlığını yapan Numan Kurtulmuş, başından beri AKP’nin ekonomi politikalarını eleştiriyordu. Tarihin cilvesi bu ya, yeni transfer olduğu AKP’de getirildiği görev de Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı oldu. Numan Kurtulmuş, AKP’nin ekonomi politikalarını kıyıdan, köşeden değil en temelden eleştiriyordu. Kemal Derviş tarafından hazırlanan, IMF gözetiminde AKP tarafından aynen uygulanan ekonomi politikasını “Başkasının parasıyla kalkınan, istihdam üretmeyen, tamamen sıcak para girişine dayalı bir ekonomik yapı” diye değerlendiriyordu. 2010 yılında Milliyet’e verdiği röportajın başlığı “Şimdi sakallılar ve başörtülüler cipe biniyor” şeklindeydi. AKP’nin ekonomi politikalarının eşitsizlikleri azaltmak yerine aynen devam ettirdiğini, sadece AKP’ye yakın sosyal grupların sistemden faydalanmasının arttığını belirtiyordu. Kurtulmuş’a göre özelleştirmeler AKP’nin ulusal ve uluslararası sermaye ile arasını iyi tutmak için verdiği bir rüşvetti.
“Bugün dünyada uygulanan ekonomik modelin insanlığı getirdiği nokta maalesef Yoksulluk, Açlık, Savaşlar, Sömürü, Doğanın Tahrip edilmesi gibi insani olmayan ve sürdürülebilirliği mümkün olmayan bir durumdur.” Ayrıca, emek ile sermayenin karşı karşıya kaldığı durumlarda, devletin emeği koruyucu önlemler alması gerektiği yazıyordu.
“‹NSAN‹ DE⁄‹L, MÜMKÜN DE⁄‹L...” HAS Parti programında sistem karşıtı, yer yer de sınıfsal vurgular kendini hissettiriyordu:
KURTULMUfi’UN ÖNER‹LER‹ Numan Kurtulmuş AKP’nin ekonomi politikalarını sadece eleştirmiyor aynı zamanda öne-
Artık cipe Numan Bey binecek
riler de getiriyor ve kendilerinin iktidara geldiklerinde yapacaklarını sıralıyordu. Bunlardan ilki Türkiye ekonomisini dışa bağımlı hale getirmekle eleştirdiği sıcak paraya vergi koymaktı. Finansal işlemlerden ve sıcak paradan vergi alarak ekonominin daha çok üretime yöneleceğini ve bu sayede mevcut ekonomik modelin değişeceğini iddia ediyordu. Diğer bir önerisi de vergi sistemini yeniden düzenlemekti. “Namert vergisi” dediği, tüketimden alınan dolaylı vergileri azaltacak ve gelire göre alınan doğrudan vergileri artıracaktı.
KURTULMUfi ‹Ç‹N BÜYÜK FIRSAT Numan Kurtulmuş’un namert vergisi olarak tanımladığı vergiler nedeniyle son dönemde doğalgaz, elektrik, akaryakıt, ekmek dahil pek çok ürüne zam geldi. Bunlardan çoğu, tam da Kurtulmuş’un partiye katıldığı kongrenin gecesine denk geldi. Partiye katılmanın heyecanından olacak Kurtulmuş henüz zamlara dair söz söylemiş değil. Kurtulmuş, AKP’nin ekonomi politikalarına bundan sonra yön verecek genel başkan yardımcısı
olarak büyük bir fırsat ele geçirdi. Eğer kendisiyle ve daha önce söyledikleriyle tutarlı olmak ve iktidar olunca yapacağını söylediklerini gerçekten yapmak istiyorsa AKP’nin ekonomi programını baştan aşağı değiştirmesi gerekiyor. İşin aslı, Kurtulmuş’un 10 yıldır AKP eliyle uygulanan ekonomik paradigmayı değiştirmesi gerekiyor. Ancak bunun için AKP’yi, ulusal ve uluslararası sermayeyi ikna etmesi gerekiyor. Çünkü sıcak parayı vergiye bağlamak, doğrudan uluslararası sermayenin kazançlarına el koymak
KURTULMUfi’UN TEK ÇIKIfiI ‘‹NKAR’ Numan Kurtulmuş’un için HAS Parti’den AKP’ye uzanan politik sürecini ilkelerle açıklaması mümkün değil. Bugünü ile uzlaşması ancak geçmişini inkar ederek mümkün olacak. Çünkü AKP’nin ekonomi politikaları HAS Parti’nin kağıt üzerinde savundukları ile karşıtlık içinde. Numan Kurtulmuş yeni görevini icra ederken ya “Ben bugüne kadar yanlış biliyormuşum, boş konuşmuşum, işin doğrusu AKP politikalarıymış” diyecek ya da kısa süre öncesine kadar savunduğu fikirler doğrultusunda AKP içinde mücadele edecek. Ekonomiden sorumlu genel başkan yardımcısı olarak böyle bir imkanı var. Ancak, Kurtulmuş’un son zam dalgasındaki suskunluğu ne yapıp ne yapamayacağına dair önemli bir ipucu verdi. Erdoğan’ın transfer politikası yalancı pehlivanın foyasını ortaya çıkardı. O da kendi deyimiyle namertlik yapıp, ciplerin koltuğuna kurulacak.
1,5 milyon konut boş 43,5 milyar liralık konut kredisinin 1,6 milyarı batık. 4,5 milyon yeni konutun 1,5 milyonu müşterisiz
İşsizlik yeniden tırmanışta T
ürkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre Temmuz 2012 döneminde işsizlik oranı yüzde 8.4 oldu. Bu oran bir yıl öncesine göre bir iyileşme gibi görünse de, önceki ayla kıyaslandığında işsizlikte yeni bir tırmanış evresine geçildiğini gösteriyor. İşsizlik TÜİK verilerine göre Temmuz 2011’de yüzde 9,1; Haziran 2012’de ise yüzde 8.0 olarak gerçekleşmişti. İşsizlerin yüzde 26.3'ünü çalıştığı iş geçici olup işi sona erenler, yüzde 12.9'unu işten çıkarılanlar oluşturuyor. Mevcut işsizlerin yüzde 19.8'ini (459 bin kişi) bu dönemde işten ayrılanlar oluşturuyor. Bu dönemde Türkiye genelinde işgücüne katılma oranı, bir önceki yılın aynı dönemine göre 0.4 puanlık azalışla yüzde 50.8 oldu. Erkeklerde işgücüne katılma oranı 1 puanlık azalışla yüzde 71.9 olurken, kadınlarda ise herhangi bir değişim yaşanmadı, yüzde 30.3 olarak gerçekti.
GERÇEK ‹fiS‹ZL‹K YÜZDE 14.21 Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü’nün (DİSK-AR) umudu olmadığı için 3 aydır iş aramayanları da
dahil ederek yaptığı hesaplamaya göre ise, işsizlik oranı yüzde 8.4 değil, yüzde 14.21. Gizli işsiz olarak görülen eksik istihdam da ilave edildiğinde bu oran yüzde 16.6'ya çıkıyor. EMEKÇ‹LER‹N ÇÖZÜMÜ VAR DİSK-AR, işsizlikle mücadele için önerilerini ise şöyle sıraladı: I Haftalık çalışma süresi gelir kaybı yaşanmaksızın 37,5 saate, fazla mesailer için uygulanan yıllık 270 saat sınırı, 90 saate düşürülmelidir. I Herkese en az 1 ay ücretli izin hakkı tanınmalıdır. I Herkes için iş güvencesi ayrımsız bir biçimde uygulanmalıdır. I Sendikal hak ve özgürlükler güvence altına alınmalı, sendikal barajlar, noter şartı kaldırılmalı, herkesin sendika hakkını özgürce kullanabilmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır. I Kamu girişimciliği ve hizmetleri istihdam yaratacak şekilde yeniden ele alınmalıdır. I Kamuda personel açığı derhal kapatılmalıdır. I Taşeronlaşma ve kayıt dışı istihdam engellenmelidir.
İnşaat sektöründe son yaşanan gelişmeler sektöre ve ekonomiye dair endişeleri artırdı. Son açıklanan verilere göre inşaat sektöründe batık olarak adlandırılan yani geri ödenemeyen kredilerin miktarı ilk defa toplam sektör olarak tekstil sektörünü geçti. 2012 temmuz ayı için açıklanan sonuca göre konut almak için kullanılan 43,5 milyar liralık kredinin 1,6 milyar lirası batık hale geldi. Bu sonuçlara göre inşaat sektöründe batık kredi miktarı 2011 sonunda yüzde 8,5 artarken, son bir yılda yüzde 14,5 arttı. KONUTLAR fi‹fiT‹ Son 9 yılda yapılan 6 milyon konutun 4,5 milyonu satılırken 1,5 milyon konut elde kaldı ve hala da konut projeleri devam ediyor. İnsanların ev alma imkânları kredi düzenlemeleri ve 2001 sürecinden sonra başlayan dünya ekonomisindeki para bolluğundan dolayı son 10 yıllık dönemin başlarında arttı. Bu artışın neden olduğu talep artışı karşısında sektörün karlılığını gören sermaye grupları büyük konut projelerine yöneldi ve bu arada TOKİ’de hem normal hem de lüks konut yapımları ile piyasadaki payını artırdı. Ancak inşaat sektörünün
yapısı gereği, yani evlerin yapımı zaman aldığı için artan talebin sürekli devam edeceği, her daim yapılan evlerin alıcı bulacağı düşüncesiyle sürekli konut arzı arttı. Belli bir süre sonra da yapılan konutlar talebi karşıladığı için satılamayan konutlar ortaya çıktı ve ev fiyatları düşmeye başladı. Sektöre
büyük paralar yatıran sermaye grupları evleri satamaz hale geldi ve bugün açıklanan 1,5 milyon konut elde kaldı. Tüm sektöre ve ekonomide devam eden yavaşlamaya baktığımız zaman önümüzdeki dönemde konut sektöründe sıkıntıların artarak devam edeceğini öngörebiliriz.
Emekçiye verir talkımı... Orta Vadeli Program’› (OVP) aç›klayan Baflbakan yard›mc›s› Ali Babacan “Türkiye’de herkesin aya¤›n› yorgan›na göre uzataca¤›n› ve halk›n daha çok tasarruf yapaca¤›n›” müjdeledi. OVP’ye göre ekonominin tüm alanlar›nda rekabet gücünün art›r›lmas› için piyasa koflullar›yla bar›fl›k uygulamalar yayg›nlaflt›r›lacak. Yani hükümet ücretleri bask›lamak, çal›flma koflullar›n› a¤›rlaflt›rmak, emekçilerin hak mücadelelerini engellemek, kamu yarar›n› hiçe saymak için çal›flacak. Tüm bafll›klar rekabet vurgusu öne ç›kar›larak haz›rlanm›fl. 34 sayfal›k metinde 42 ayr› cümlede ‘rekabet’ kelimesi kullan›lm›fl. ZAMLAR YETMEZM‹fi
Bütçenin aç›k vermemesi için kamu harcamalar›n›n kontrollü flekilde art›r›lmas›na Maliye Bakan› Mehmet fiimflek de aç›klamalar›yla destek verdi ve önerilerden birisinin de “kamuya ait lojmanlar›n sat›lmas›” oldu¤unu söyledi. Bundan sonra kamu harcamalar›n›n “rasyonel” olarak yap›laca¤›n› belirten fiimflek “yeni bir harcama program›n›n haz›rland›¤›n›” da sözlerine ekledi. OVP aç›klanmas›ndan önce konuflan fiimflek, son yap›lan zamlar›n bütçeyi rahatlatmad›¤›n› ve bütçe a盤› istenilen düzeyde azalt›lamazsa yeni zamlar›n yap›labilece¤ini söylemiflti. Tüm bu yaklafl›mlar yeni dönemde halk›n bütçesine hem tasarruf bask›s› ile hem de “bütçe dengesi” için yeni yüklerin gelece¤ini gösteriyor. YORGAN KISALIYOR
AKP, halk›n harcamalar›na dikkat etmesini, borçlanmamas›n›, elde edebildi¤i kadar gelir-
le geçinmesini istiyor. Ancak emekçiler, ücretler insanca yaflamaya ytmedi¤i için sürekli borçlanmak zorunda kal›yor. Son aç›klanan Merkez Bankas› verilerine göre 2012 Temmuz, A¤ustos, Eylül dönemi sonu itibariyle tüketici kredisi ve kredi kart› borçlar›nda geri ödenemeyen tutar 808 milyon liraya yükseldi. 2011 y›l›nda bankalara kredi borcunu ödeyemeyen kifli say›s› 512 bin iken bu say› 2012 A¤ustos ay› itibariyle 748 bin 613 kifliye yükseldi. Son yap›lan elektrik, do¤algaz, akaryak›t zamlar› ile birlikte asgari ücretle geçinmeye çal›flan kiflilerin gelirlerinin yüzde 30’u bu kalemlere giderken, geriye kalan ihtiyaçlar›n sürekli borçlanarak giderildi¤i ortamda halka tasarruf tavsiyesinde bulunulmas› gerçekçi durmuyor. TASARRUF K‹M‹N ‹Ç‹N
Halka tasarruf ö¤ütleri veren AKP, kamu harcamalar›nda tasarruf ediyormufl görüntüsü vermek için 2012’de bakan ve bürokrat araçlar›n› sat›n alma yöntemiyle de¤il ayl›k 19 bin lira karfl›l›¤›nda kiralama yoluyla tahsis etti. Bu arabalar›n her birinin y›ll›k masraflar› ile 4-5 tane lüks otomobil al›nabilir. Emekçinin zaten yetmeyen gelirini tasarruf etmelerini bekleyenlerin, kendi lüksleri için yapt›klar› harcamalar ikiyüzlülükleri ortaya ç›kar›yor. “Tasarruf” tavsiyesi veren AKP’nin as›l derdi, sermayenin ucuza kredi ve kaynak bulaca¤› bir ortam yaratabilmek. Bunu da birileri sefahat içindeyken, emekçiyi daha az›na raz› etmekle yapmaya çal›fl›yor.
RASYONEL Rasyonel sözcüğü sözlük anlamına göre ölçülü, hesaplı demek. Kamu harcamalarında kullanılan rasyonel ifadesi ise harcamaların fayda-maliyet analizine göre yapılacağını anlatıyor. Yani, harcama yapılırken en az maliyetle en çok faydayı sağlayan seçenekler kullanılacaktır. İktisat teorilerini de rasyonel insana, yani “sürekli kendi faydasını artırmaya çalışan insana” göre kuran mantığın devamı olarak, kamusal harcamalar da sosyal bir fayda ya da etki
düşünülmeden, gözetilmeden sadece maddi kazanç ve geri dönüş odaklı yapılacaktır. Rasyonellik adı altında yapılan tüm uygulamalar kendi içinde rekabeti ve bireysel faydayı gözetir. Rasyonel olarak tanımlanan tüm uygulamaların içinde toplumsal fayda, kamusal hak, insan hakkı gibi kavramlar yer almaz. Dolayısıyla toplumsal fayda gözetildiğinde içinde rasyonel kelimesi geçen tüm yaklaşımları sorgulamak gerekmektedir.
10
KİBELE 18 Ekim 2012 / 31 Ekim 2012
Halk›n Sesi
Peri masalının gerçek öyküsü Üç çocuk ısarı her yerde ile ve Sosyal Politikalar Bakan› Fatma fiahin, geçti¤imiz günlerde tüp bebek isteyen ailelerle ilgili yeni bir düzenleme yapacaklar›n› aç›klad›. fiahin bu talebin Ac›badem Hastaneleri’nin sahibi Mehmet Ali Ayd›nlar’dan geldi¤ini söyledi. Kamu bütçesinden önemli bir pay›n özel hastanelere aktar›ld›¤› sa¤l›k sistemi içerisinde özel hastaneler grubuna sahip bir patronun bu talebi flafl›rt›c› de¤il. Fatma fiahin projenin ilk aya¤›nda bakanl›¤›n tespit etti¤i bebeksiz 2 bin
A
Mikrokredi alan kadınların hayatı iddia edilenin aksine masala dönüşmüyor. Yoksulluk azalıyor ve kadınlar özgürleşiyor denerek kadınlar ucuz işgücü olarak piyasaya dahil ediliyor BANU SERVETO⁄LU TÜRKAN KARAKUfi
T
urkcell ve TİSVA (Türkiye İsrafı Önleme Vakfı) işbirliğiyle 27 Eylül’de dar gelirli kadınlar için “cepten” kalkınma seferberliği başlatacaklarını duyurdu. Swiss Otel’de yapılan proje tanıtım toplantısında konuşan AKP 22’nci dönem Diyarbakır milletvekili ve TİSVA Başkanı Aziz Akgül, mikrokredi verme işlemlerinin Türkiye’de ilk defa yapıldığını ve sonrasında tahsilatının telefon üzerindengerçekleşeceğini anlattı. “Proje bizim için hayati önem taşıyor” diyen Akgül, bu projenin binlerce kadının hayallerinin gerçekleşmesinde kilit rol oynayacağını söyledi. Dünyada ilk sosyal borçlanma modelini hayata geçirmekle övünen Akgül, dileyen herkesin ister cepten ister internetten dar gelirli kadınlara borç verebileceğini ve verdiği borcu 52 haftanın sonunda geri alabileceğini belirtti. Projede cep telefonu olmayan dar gelirli kadınların da unutulmadığı söyleniyor. Turkcell Genel Müdür Yardımcısı Koray Öztürkler, “Biz de her mikrokredi kullanıcısına bir akıllı telefon vereceğiz” dedi ve bu katkılarını memleket mese-
lesine bağladı: “Mikro krediler sayesinde yeşil kart sahibi kadınlar vergi öder hale geldi.” Projenin ilk olarak Van’da başlayacağı ve 4 yılda 100 bin kadına ulaşılmasının hedeflendiği söylendi. İlk olarak Turkcell’in bağışladığı 400 bin lirayla TİSVA’nın Van şubesinin açılacağı belirtildi. Turkcell’in proje ortağı TİSVA, Türkiye’de 2003 yılında Bangladeşli Muhammed Yunus öncülüğünde kuruldu. ‘Her evi bir fabrika yaptık’ diye övünen Aziz Akgül’ün başkanı olduğu TİSVA’nın internet sitesinde “peri masalları” anlatılıyor. Peki bu “girişimci, başarılı” kadın öyküleri gerçeği ne kadar yansıtıyor? Ya da bu fabrikanın patronu gerçekten kadınlar mı? ANLATILAN K‹M‹N MASALI Masala göre, mikrokredi fikri ilk olarak, 1976’da Muhammed Yunus’un, araştırma yaptığı Jobra köyünde, sepet yapan ve sepet yapımında kullandığı bambuyu borçla alan Sufiya Begum’le karşılaşmasıyla ortaya çıkar. Yunus, köydeki Begum ve diğerlerinin borçlanarak bambu aldıkları sürece, bulundukları yoksulluk kısır döngüsünü kıramayacaklarını düşündüğünü ve bu
nedenle köydeki 42 aileye bambu almaları için 27 dolar verdiğini söyler. Bu fikirden yola çıkarak 1983 yılında Gremen Bankası kurulur. Banka, düşük olduğu iddia edilen faizlerle çoğunluğu kadınlardan oluşan yoksullara kredi verecektir. Gremen Bankası’nın sitesinde Ekim 2011’de yayımlanan verilere göre, 8 bin 349 milyon kişiye kredi verilir. Bu rakam Bangladeş’in toplam köylerinin yüzde 97’sine tekabül eder. Kredi alanların yüzde 97’si kadınlardır. Gremen Bankası projesiyle Yunus, 2006 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülür. Buraya kadar her şey sorunsuz gözükmektedir. Norveç televizyonunda yayımlanan bir belgesel Yunus’un 1996 yılında Gremen Bankası’na bağışlanan 100 milyon doları, yine kendi kuruluşu olan Gremen Kalyona aktardığını söyler. Yunus vergiden kurtulmak için böyle bir yol izlediğini itiraf eder. Hakkında çıkan usulsüzlük haberleri sonucu Yunus, 2011’de istifa eder. Peki hırsız olsa da yoksul kadınların işini gördü denecek bir durum ortaya çıktı mı? Londra Denizaşırı Kalkınma Kurulu Araştırma Görevlisi Milford Bateman, Yunus’un projesinin doğduğu Jobra köyünün hala derin yok-
sulluğa sıkışmış durumda olduğunu ve şimdi bir de üstüne üstlük borçlu olduğunu söylüyor. Jobra köyünde tüm araştırmaların yasaklandığını belirten Bateman, ilk mikrokredi alanlardan Begum’un gelir yaratma projelerine rağmen 1998’de tam bir yoksulluk içinde öldüğünü söylüyor. Akıbet değişmiyor çünkü kadınlar aynı ekonomik-toplumsal egemenlik ilişkilerine tabi bir biçimde, aynı mekanda, aynı işbölümüne uygun işleri yapıyorlar. ‹LHAM KAYNA⁄I BANGLADEfi Yıldız Teknik Üniversitesi’nden araştırma görevlisi Bahar Yiğitbaş Akça, kredinin çoğunlukla kadınlara verilmesinin nedenini “Yoksulluk ve Mikrokredi” yazısında şöyle açıklıyor: “Bir kadın zamanında ödemesini yapamadığında borç merkezinde hem arkadaşları hem de banka çalışanlarının sözlü saldırısından utanç duyar. Kadının toplum içerisinde böylesine bir utanç yaşaması kadının ailesindeki ve akrabalarındaki erkekler için kötü namdır. Hatta borcunu ödemeyen kişiyi bizzat kendilerinin banka ofisine götürmeleri de olası bir durumdu (…) Kaldı ki kredi aldıktan sonra borcunu ödemekte güçlük çeken kadınlar, zaman
zaman yüksek faizle borç almak, mahsulünü ucuza satmak, hayvanlarını elden çıkarmak gibi zorunlulukları, karşı karşıya kalıyorlar. (…)Hatta kimi zaman bu utancı kaldıramayan kadınlar intihar ediyorlar. Örneğin Bangladeş’te borcunu ödeyemediği için arkadaşları tarafından bankaya getirilen ve banka görevlileri tarafından bir odaya kilitlenen kadın, kıyafetlerini kullanarak kendisini asıyor.” Alınan kredilerin zaman zaman sadece borç ödemek için kullanıldığı, erkeklerin paraya el koyduğu durumlar azımsanmayacak kadar çok. Ayrıca kimi çalışmalar geri ödenemeyen kredi borçlarının aile içi şiddeti arttırdığını da gözler önüne seriyor. Mikrokredi ilan edilen amacı olan kadını özgürleştirme yerine, kadınların ucuz emek olarak piyasaya dahil ediyor ve yoksulluktan kaynaklanabilecek olası bir patlamayı önlemeye çalışıyor. Bu da mikrokredilerin neoliberalizm taraftarları tarafından neden büyük bir coşkuyla karşılandığını açıklıyor. Dünyanın en ucuz emek atölyesi Bangladeş’te, kadın işçilerin ön plana çıktığı toplumsal isyanlar ise yoksulluk kısırdöngüsünün krediyle değil radikal bir toplumsal dönüşümle kırılacağının ipuçlarını veriyor.
KESK davasında 6 tahliye Sekiz ay önce KCK adı altında yapılan operasyonlarla gözaltına alınan KESK üyesi 9’u tutuklu 15 kadının yargılandığı davada 6 kadın tahliye edildi
K
Avcılar’da organize linç İ
stanbul Avcılar’da 6 Ekim gecesi bir grup saldırgan, trans bireylerin yaşadığı site önünde linç çağrısı yaptı. “Namus için ölürüz, canımızı veririz” sloganı atan grubun yarattığı gerginlik ertesi günlerde de sürdü. Kanaltürk’te Neşter isimli programın sunuculuğunu yapan Mehmet Aydın trans bireylerin isimlerini ve yerlerini ifşa etmiş, hedef göstermişti. Saldırıya davet edilenler mesajı aldı. Kalabalığın toplanmaya başlamasıyla trans bireylere saldırı hazırlığının yapıldığı bilgisi sosyal medyaya düştükten sonra, trans bireylere destek için onlarca kişi Avcılar’a geldi. Lambda’dan Umut Kaan Özdemir sitenin depremde oldukça hasar aldığını ve bölgenin SİT alanı olduğu için rant kavgasına neden olduğunu söyledi. Özdemir, olayların nefret cinayetlerine dönüşmesinden endişe duyduğunu da ekledi. BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, olaylarla ilgili TBMM Başkanlığı’na soru önergesi verdi. Tuncel, İçişleri Bakanı tarafından yanıtlanmasını istediği önergede “Transfobik nefret Emniyet ve Kaymakamlık onaylı mı?” diye sordu.
ESK’li kadınlara yönelik 8 ay önce yapılan operasyonda gözaltına alınan ve 9’u tutuklu 15 kadının yargılandığı dava 4 Ekim’de görüldü. KESK ve KESK'e bağlı sendikaların yöneticileri, üyeleri, dayanışma çağrısı yapan kadın örgütleri, demokratik kitle örgütleri ve siyasi partiler sabah saatlerinde adliye önünde miting yaptı. Milletvekillerinin, uluslararası sendika temsilcilerinin katıldığı davada Bedriye Yorgun ve Güler Elveren kimlik tespitlerini Kürtçe yaptılar. Yargılanan kadınlar savunmalarında sendikal faaliyetlerinin, Kürt ve kadın kimliklerinin suç sayıldığını vurguladılar. Tutuklu KESK Kadın Sekreteri Canan Çalağan “Biz burada kendimizi anlatmaya çalışırken AKP zam yağdırıyor, mücadelemizin önüne geçebilmek için bizi tutukladılar” dedi. Eğitim Sen Ankara 2 Nolu Şube Kadın Sekreteri Güldane Erdoğan, katılmadığı eylemlerin iddianamede yer almasına tepki gösterdi. Eğitim Sen eski Kadın Sekreteri Hatice Beydilli "Kadınım, feministim, Kürtüm, Aleviyim ve KESK'liyim. Eşitlik istiyorum ve eşitliğin örgütlü mücadeleden geçtiğine inanıyorum" dedi. Eğitim Sen Kadın Komisyonu üyesi Evrim Özdemir
Oğraş da Eğitim Sen bünyesindeki tüm faaliyetlere katıldığını, bu faaliyetlerin, etkinliklerin ve basın açıklamalarının hiçbirinin yasa dışı olmadığını dile getirdi. Avukatlar, Kürtçe savunmaya karşı çıkan hâkime “Sanıklar Kürt ve kadın oldukları için yargılanıyorlarsa anadillerinde savunma yapmaları haktır. Kimlikleriyle yargılananlar, kimlikleri ile savunma yaparlar” dedi. Savcı “örgüt üyeliği suçuna dair kuvvetli şüphe ve deliller bulunması” suç iddiasıyla tutukluluğun devamını
istedi. İzmir Barosu Başkanı Sema Pektaş ise hak mücadelesi verenlerin hukukçu ve kadın kimlikleriyle savunma yapacağını belirterek “Siyasal ve sendikal alanda kadınların varlığı için tahliye talep ediyoruz" dedi. Dava sonucunda SES Kadın Sekreteri Bedriye Yorgun, Tüm BelSen Basın Yayın Sekreteri Güler Elveren ve Eğitim Sen Ankara 2 Nolu Şube Kadın Sekreteri Güldane Erdoğan’ın tutukluluk halinin devamına karar verilirken diğer tutuklu kadınlar serbest bırakıldı.
500 aileye yard›m edilece¤ini söylüyor. Sosyal yard›m analizleriyle tespit edilen “en alt gelir grubuna” ait ailelere Ac›badem Hastaneleri ve Sosyal Yard›m Vakf› ile birlikte yap›lan çal›flma dahilinde ulafl›lacak. Önceki y›llarda tüp bebek isteyen ailelere kolayl›k sa¤layan sa¤l›k sistemi yeflil kartl›lar› kapsam›yordu. Özel hastanelere bu paralar ak›t›l›rken aile sa¤l›¤› merkezleri kapat›l›yor. Kad›nlar en temel yapt›rmas› gereken rutin sa¤l›k kontrollerini paral› ve pahal› olmas› nedeniyle yapt›ram›yorlar.
Kadınlar forumda buluştu stanbul 3’üncü Bölge Halkevleri’nden kad›nlar, 14 Ekim'de “Kürtaj yasa¤›na, fliddete, kad›n düflmanl›¤›na sessiz kalm›yoruz” bafll›kl› bir forum düzenledi. Bak›rköy Hava-‹fl Sendikas›’nda gerçeklefltirilen forumda kürtaj hakk› mücadelesi, kad›na yönelik fliddet ve 4+4+4 e¤itim yasas›n›n kad›nlara dönük etkileri üzerine sunumlar yapt›. Kürtaj hakk› mücadelesinin anlat›ld›¤› sunumda; kürtaj hakk› mücadelesinin, kad›nlar›n kendi bedenleri üzerinde karar hakk› ve eflitlik mücadelesi oldu¤una dikkat çekildi ve kürtaj yasas›nda geri ad›m at›lmas›n›n yeterli olmad›¤› belirtilerek, paras›z, güvenli, eriflilebilir kürtaj hakk› için mücadelenin büyütülmesi ça¤r›s› yap›ld›. ‹stanbul Tabip Odas› Yönetim Kurulu Üyesi Emel Atik, Sa¤l›kta Dönüflüm Program›n›n, sa¤l›k merkezlerinde do¤um kontrol yöntemlerinin kad›nlara dahi
‹
uygulanamamas›na neden oldu¤una dikkat çekti. Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisi Üyesi Hatice Allahverdi, e¤itim sisteminin gerici ve cinsiyetçi bir yaklafl›mla kuruldu¤unu ve lise ö¤reniminde “evlenmeme flart›”n›n 4+4+4 yasas›yla kalkmas›n›n çocuk gelinlerin say›s›n› artt›raca¤›n› söyledi. THY iflçisi kad›nlar ad›na konuflan Deniz Eralp, hem çal›flma hayatlar›nda, hem de direniflleri s›ras›nda kad›n olarak daha çok s›k›nt› yaflad›klar›n› anlatt› ve kazanana kadar mücadeleden vazgeçmeyeceklerini ekledi. Bahçelievler Halkevi Baflkan› Sema Tirifi ve Halkevleri GYK üyesi ‹lknur Birol, kad›n mücadelesinin gelece¤i üzerine konuflmalar yapt›. Forum 4 Kas›m’da yap›lacak ‹stanbul forumunda ve 25 Kas›m Kad›na Yönelik fiiddete Karfl› Uluslararas› Mücadele ve Dayan›flma Günü’nde buluflmak üzere sona erdi.
11
YÜZ YÜZE 18 Ekim 2012 / 31 Ekim 2012
Halk›n Sesi
Savaş karşıtı muhalefette yeni umutlar
Suriye’ye yönelik tezkerenin 4 Ekim günü meclisten geçmesiyle birlikte birçok kentte savaş karşıtı eylemler yapıldı. Bu eylemlerde özellikle Halkların Demokratik Kongresi (HDK), Türkiye Komünist Partisi (TKP), Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) ve Halkevleri yan yana geldi. Bir araya gelişin ardından ortak eylemler de örgütlendi.
Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy, TKP Merkez Komite Üyesi Aydemir Güler, ÖDP Eşgenel Başkanı Alper Taş, HDK İstanbul Milletvekili Sabahat Tuncel ve HDK Yürütme Kurulu Üyesi Gençay Gürsoy, Suriye’de savaşa karşı muhalefetle birlikte gerçekleşen bu yan yana gelişi, birlikteliğin geleceğini ve solun ne yapması gerektiğini Halkın Sesi’ne değerlendirdi.
SUR‹YE TEZKERES‹N‹N ARDINDAN HDK, TKP, ÖDP VE HALKEVLER‹ YAN YANA
Bu birliktelikte umut var A
KP sermayeyi kendine biat ettikleri sürece ihya ediyor, biat etmeyenleri de cezalandırarak yola getiriyor
E
şitlikçi, laik ve devrimci bir sınıf hareketinin oluşabilmesi için ilkesel bir laiklik mücadelesi gerekiyor
AKP’yi durdurmak gerek Aydemir Güler
Sol sokağın sesi olmalı 4 Ekim’le birilikte solda savaş karşıtlığı üzerinden bir yan yana geliş oluştu. Nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yan yana gelişler umut veriyor, ufkumuzu açıyor. Türkiye’nin içine girdiği siyasi krize her hangi bir gücün alternatif üretmek için en azından zamanı yok. Dolayısıyla ortaklığı önemsemek ve birleşme şansını iyi değerlendirmek gerekiyor. Nasıl olacak bu? Türkiye’de toplumunun yüzde 70 küsürü AKP’nin savaş yanlısı politikalarına karşı çıkıyor. Bu savaş karşıtı geniş kitleselliğin maalesef bir siyasi önderi yok. Türkiye obejktivitesi de, AKP’nin yaşadığı çıkmazlar da Türkiye solunun önüne sürekli yeni krediler açıyor. AKP’nin savaş yanlısı politikaları kolay kolay toparlanacak gibi görülmüyor. Türkiye’nin bin bir sorunu var. İçeride kan dökülüyor, bir polis devleti yapılanması var. Zamlar peş peşe geliyor herkes biliyor ki daha fazla gelecek. Öyle olunca “komşumuzda olup bitene sessiz kalamayız” argümanı, “sen önce kendi haline bak” duygusunu yenemiyor. Bunlar bir araya gelince AKP toplumu da kendi politikalarına angaje edemiyor. Sol ne yapmalı? Sol, sokağın sesi olmalı. Şimdiki yapılanlar şüphesiz çok değerli ama bizim bir hareket yaratmamız lazım. Nasıl bir hareket? Bu hareketin antiemperyalist olmama şansı yok, “sadece savaşa karşıyım” deme şansı yok. Bunun Kürt halkının meşru taleplerini sahiplenmeme şansı yok. “Savaş meselesiyle ilgileniyorum Kürt meselesiyle ilgilenmiyorum” deme şansı yok. Emekçilerin hakları gasp edilirken bunun üstüne savaş vesilesiyle gelen bir saldırı daha var. Emekçi kesimler AKP’nin politikalarından rahatsız ama siyasetin dışında olabilir ama siyasi kriz ortamı işçi sınıfını sığındığı kovuklardan çıkmaya zorluyor. “Biz buradayız” diye güven veren sorumlu sakin ama devrimci iddialı bir bayrak göstermemiz gerekiyor.
4 Ekim günü Suriye'ye tezkerenin geçtiği gün birçok kentte savaş karşıtı eylemler yapıldı. Bu eylemlerde HDK, TKP, Halkevleri, ÖDP birlikteydi. Bu durumu sol açısından değerlendirebilir misiniz? Savaş karşıtı muhalefet nasıl şekillenmeli, neler yapılmalı. Bu birlikteliğin geleceğine dair düşünceleriniz neler? Suriye’ye yönelik emperyalist müdahale iç savaşın kışkırtılması şeklinde yaşanıyor. Bu iç savaş en gerici unsurların yer aldığı bir iç savaş. Dinler, mezhepler, etnik kökenler hatta aşiretler arasında hiçbir kural tanımadan sürecek olan bir iç savaş Suriye ile sınırlı kalmaz; Lübnan, Ürdün ve Türkiye’ye sıçrar, sıçrıyor. AKP ise uzun süredir silahlı grupları barındırıp lojistik destek sağlayarak, para ve silah akışına aracılık ederek, ülke topraklarını iç savaşın kışkırtıldığı bir savaş üssü haline getirdi. Erdoğan Davutoğlu ikilisi emperyalistlerin aktif taşeronu olmak adına bu ülke halklarını karanlığa sürüklüyor. Burada solun, sosyalistlerin yapması gereken AKP’nin çıkmaza giren savaş politikalarının karşısında savaş karşıtı bir muhalefeti örgütlemek. Suriye’deki savaş Türkiye dışında yaşanan bir savaş değil. Dolayısıyla solun savaş karşıtı muhalefeti örgütlemesi için “tezkere” beklemesi gerekmiyordu. Yine de tezkerenin çıktığı gün sol güçlerin bir araya gelerek gösterdiği refleks eylemler, halkın anti-emperyalist tepkisini açığa çıkaran merkezlerin oluşturması
Oya Ersoy açısından hayırlı olmuştur. Önemli olan bunun devamının getirilmesi, antiemperyalist, savaş karşıtı bir toplumsal mücadelenin örgütlenmesidir. AKP’nin mevcut durumu, toplumsal muhalefet açısından ne ifade ediyor? AKP’nin emperyalist merkezler üzerinden yaptığı hesaplar tutmadı. Dış politika Erdoğan’a başarısızlık üstüne başarısızlık yaşattı. Ekonomide ve Kürt sorununda sıkışan AKP’nin vaat edeceği bir “açılım” politikası da kalmadı. Kürt Halkının kültürel ve siyasi hak taleplerini baskı ve savaşla bastırmaya çalışıyor, tek din tek mezhep siyasetiyle Alevi düşmanlığı yapıyor, “bütçe açığı”nı gerekçe göstererek halkın en temel ihtiyaç maddelerine zam
yapıyor, güvencesiz-sendikasız çalışma koşullarını dayatıyor, “kentsel dönüşüm” adı altında kent merkezlerini yoksullardan arındırıp rantiyeye peşkeş çekme planları yapıyor. AKP; neoliberal, ırkçı, savaşçı politikalarına karşı çıkan her kesime saldırıyor; emekçilerin, kadınların, üniversite gençliğinin, aydınların, gazetecilerin, Kürt halkının, Alevilerin taleplerini bastırmak için faşizme sarılıyor. Ancak AKP sıkışmışlığından kurtulmak, iktidarını sağlama almak için içeride ırkçı ve mezhepçi kışkırtmalara devam edecektir. Burada önemli olan toplumsalsiyasal muhalefet bileşenlerinin AKP’nin neoliberal saldırılarına, ırkçı-mezhepçi politikalarına ve savaşa karşı etkin bir mücadeleyi örgütlemesidir.
Kürt hareketinin bu süreçteki konumlanışına ilişkin beklenitiniz nedir? 2003’te ABD’nin Irak’a müdahalesinin Kürtler arasında “tarihsel bir fırsat” olarak değerlendirilmesinin basıncı varken bugün bambaşka bir durum söz konusu. Suriye’de ilerici bağımsız ve örgütlü bir güç olarak Kürtler, kendilerini savaşın dışında tutarak Suriye-Türkiye sınırındaki toprakları kontrol altına almışlar, öz yönetimler oluşturmuşlardır. Bu durum, ülke içindeki Kürtlerde ne kadar duygudaşlık yarattıysa, AKP iktidarında da o kadar panik yarattı. Öyle ki, AKP sınırlarımızın dışındaki Kürtlerin taleplerini de engellemeye çalışmaktadır. Solun ne yapması gerekir? Kürt hareketi için olduğu kadar sosyalist hareket için de bugün Suriye’de yaşanan savaş fazlasıyla bir iç gündem. Irak işgalinde olduğu gibi sadece sınırlarımız dışında bir ülkeye yapılan emperyalist müdahaleye karşı olmaktan söz etmiyoruz. Bu savaş artık Türkiye’nin de içindeki bir gerçek ve Kürt sorunundan, mezhep ayrımcılığına, ekonomiye, baskı politikalarına vs pek çok gündemin ortak keseni haline geliyor. Bugün savaş karşıtı mücadele aynı zamanda emperyalizmin “vazgeçilmez taşeronu” olma hayaliyle işbirlikçilikte sınır tanımayan, ırkçı ve mezhepçi politikalarıyla ülkeyi tehlikeli bir çatışmaya sürükleyen AKP’yi ve politikalarını durdurma amaçlanmalıdır.
Savaşa ayrılan her kuruş geleceğimizden çalmaktır Suriye’deki savaşa karşı gerçekleştirilen eylemlerde bir ortak hareket etme refleksi açığa çıktı bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok önemli, hele otuz yıldır devam eden adı konulmamış bir savaşın olduğu Türkiye’de. Suriye’ye yönelik tezkerenin ve yakın zamanda kabul edilen Irak’ın kuzeyine yönelik tezkerenin çıkmasıyla Türkiye savaşa çekiliyor. Baktığımızda da söylemini savaşa göre kuran bir AKP hükümeti ve ekonomisi savaşa göre şekillenen bir Türkiye var. Oysa bu gün savaş için ayrılan her kuruşun bizim geleceğimizden çalındığını bilmemiz gerekir. Savaş ölüm, yoksulluk, ekonomik ve ekolojik yıkım demektir. Bu bağlamda Türkiye’deki solun birleşik mücadelesi çok önemli. Özellikle 4 Ekim’den sonra HDK, TKP, ÖDP ve Halkevleri’nin yaptığı eylemler birleşik bir mücadele açısından umut verici bir başlangıçtır. Bu birlikteliğin geleceği birlikte kurma hedefiyle hareket etmesi
gerektiğini de düşünüyoruz. Bunun için daha güçlü ve daha örgütlü olmak gerekir. Sonuçta solun içinde hepimiz farklılıklarımızın olduğunu biliyoruz. Ancak biz farklılıklarımızı değil ortaklıklarımızı öne çıkarmanın olumlu sonuçlar doğuracağını biliyoruz. Suriye’deki savaş karşıtı süreçte daha şimdiden halkta umutlu bir hava görmek mümkün. Birlikte yapılan eylemler halkta “sol birlikte hareket ediyor” izlenimini yarattı. Bu bir araya geliş demokrasiden, eşitlikten, özgürlükten yana olanlar da daha büyük bir umut yarattı. Birlikte mücadele edilmesi gereken bir dönem ve sol içinde farklılıklar ne olursa olsun birlikte mücadele vermek gerekiyor. Savaş karşıtı süreçte başlayan yan yana gelmeler bu birlikteliğin ilk adımları. İlla HDK içinde olması da gerekmiyor, bu süreçte eşitlikten, özgürlükten ve demokrasiden yana olanların yan yana gelip mücadele etmesi çok değerli. Biz HDK olarak bunu önemsiyoruz ve bu sürecin geliştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Sabahat Tuncel
Savaş karşıtlığının ete kemiğe bürünmesi lazım
Gençay Gürsoy
Solun Suriye’deki savaş karşısında gösterdiği birlikte hareket etme durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Umut vaat etmekten öte bu birliktelik bir zorunluluk bana kalırsa. Türkiye’de eşitlikten özgürlükten barıştan demokrasiden yana olan-
ların parça parça durmasını açıklamak kolay değil. Suriye konusunda bu ortaklık örnekleri gibi gelecekte daha büyük boyutlu işbirliklerini kurmak gerekiyor. Şimdi Türkiye Suriye’de batağa saplanmış durumda. “AKP emperyalizmin
taşeronluğunu yapıyor” sözü AKP’nin durumunu çok net açıklıyor. Kısacası AKP, yürüttüğü savaş politikasını ve içerideki baskı politikasını uzun süre sürdürebilecek bir durumda değil. Savaş sadece Suriye’deki rejimle ilgili
değil, Kürt sorununun alacağı boyutlar açısından da önemli. Kürt siyasi hareketinin Suriye konusunda oldukça net bir savaş karşıtı tavır var. Tabii bölgesel siyasi dengeleri gözetiyorlar ama savaş söz konusu olduğunda bölge den-
gelerini gözetecek değerlendirmeler önemli değil. Mümkün olduğunca sakin ve dikkatliler. Daha akli davranan grup olarak Kürtler Suriye’de ön plana çıkıyor. Silahlı güç olmanın verdiği pervasızlığa kapılmıyorlar.
Alper Taş
Savaş sadece ölüm değil, zam zulüm de demek Suriye’deki savaşa karşı bir birliktelik ortaya çıktığı görülüyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz ve ne yapılması gerekir? Elbette bu birlikteliği devam ettirmek geliştirmek ve yaygınlaştırmak lazım. Nasıl Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonu kurduysak, buradan da Suriye’ye Emperyalist Müdahaleye Hayır başlıklı merkezi bir yapı oluşturmak gerekir. Savaş karşıtı güçlü bir odağa ihtiyaç var. Tabii bu sadece Suriye ile sınırlı değil; bölge çatışmalara gebe. O yüzden savaş karşıtı duyarlılığı güçlendiren kalıcı, merkezi ama en geniş kesimi içeren antiemperyalist ve antikapitalist bir savaş karşıtı harekete ihtiyaç var. AKP’nin krizini nasıl değerlendirmek lazım? AKP, bölgesel güç olma rüştünü ispatlayacak bir mesele olarak görüyor Suriye meselesini. O yüzden kraldan çok kralcı. Başbakanın 12 Haziran seçimlerinden sonra verdiği mesaj da ‘Bölgesel güç olacağız’ idi. AKP kongresinde de dile getirdi. Malazgirt ruhu ile dillendirdiği Osmanlı’nın hakimiyet alanında bir bölgesel güç olarak Türkiye’nin dünya nizamında yerini alması ve emperyal vizyonla hareket etmesiydi. Bu yüzden Suriye sınavı kritikti ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Stratejik derinlik stratejik iflasa döndü. Hem içerideki savaş hem de dışarıya dönük savaşçı politikalar AKP’yi krize sokmuştur. Bu krizi bizim devrimci bir noktada değerlendirmemiz lazım. Savaş sadece ölüm demek değil. Daha fazla zam, zulüm demek. Özgürlüklerin kısıtlanması, daha anti demokratik uygulamalar, yoğunlaşan hak gaspları demek. AKP rejiminin durdurulması için güçlü bir muhalefet yaratma olanağı sunuyor. Bu noktada muhalefetin sadece rejimi eleştiren, teşhir eden değil aynı zamanda kurucu bir irade geliştirmesi gerekiyor. Kürt hareketi açısından değerlendirecek olursak… Kürt hareketinin sadece Kürt halkının bölgedeki çıkarları açısından değil bir bütün olarak savaşın bölge halkları nezdinde yaratacağı yıkımı bilerek meseleye bakmaları oldukça önemli. AKP, savaşa karşı çıkanlara Basçı, Esadçı diyor… Suriye’yi dönüştürecek güç dış müdahale değil Suriye’deki ezilenler ve emekçilerdir. Bu noktada savaş yanlılarının yönelttiği eleştirilerin bir kıymeti yok. Afganistan’da savaşa karşı çıktığımızda Talibancı olmadık, Irak’ta hayır dediğimizde Saddamcı olmadık. Suriye’de Esadçı olmayacağız. Bu bizim Denizlerden, Mahirlerden İbolardan aldığımız antiemperyalist mücadelenin bir ürünüdür. Emperyalizme karşı alana çıkan bu memleketin devrimcileriydi, şimdi de devrimciler sokağa çıkıyor.
12
DOSYA 18 Ekim 2012 / 31 Ekim 2012
Halk›n Sesi
9 M‹LYON ‹NSAN DE⁄‹L TÜRK‹YE’Y‹, DÜNYAYI DE⁄‹fiT‹R‹R Emeklilik ve emekli hakları Emek alanını vuran ve emeğin yeniden dönüşüm alanını piyasalaştıran neoliberal yıkım en çok emeklileri vurdu. Emekliler için ölümü bekleme değil mücadele zamanı
Emekliler mücadelede Halkevleri Emeklilik ve Emekli Hakları Atölyesi, emeklilerin yeniden bir kimlik ve kişilik kazanmalarını sağlamayı, yaşamla bağlarının olduğunu ve daha yapacak çok işlerinin olduğunu bilince çıkarmayı hedefliyor
Emeklilerin örgütlenmesi için başta emekliler olmak üzere hak mücadelesi veren herkese görev düşüyor. Emekliler sokağa çıktığında toplumsal muhalefetin son sözünü söyleme dönemleri gelmiş demektir
Yaşamak için örgütlenmek ALP TEK‹N BABAÇ
Sabah 6.30, otobüs durağında unutulmuş bir çanta. Çantanın sahibi bir emekli. Bir önceki otobüsle en yakın Ziraat Bankası’na gidiyor, üç aylığını almak için. Bir Ziraat Bankası önü sabahın erken saatleri yüzlerce emekli, bekliyorlar üç kuruş maaş için. Ya da bir kahvehanenin içinde dünyasından vazgeçmiş, oyun oynuyorlar. Kahveden çıkıp, otobüse bindiği anda gerçekle karşı karşıya kalıyorlar. TBMM’nin açılmasıyla emekçilere saldırı da son sürat başladı. Mecliste emekçilerin örgütlenme hakkını gasp edecek, toplu iş ilişkileri yasası görüşülürken İstanbul’da bir emekli, hastaneye gitmek için zorlu yolları aşa-
rak otobüse ulaşmaya çalışıyor. Türkiye’de 9 milyon emekli var. İnsanca yaşayacak bir düzeye ulaşmak için en az 30 yıl çalışıp emekli olabilenlerin ya da sermayenin standartlarına göre üretken olmayan nüfus kapsamında değerlendirilenlerin sayısı 9 milyon. Yıllarca çalışarak ömürlerini tüketen emekçiler, harcadıkları emeğin karşılığını emekli olunca görmek istiyor ancak emekli olunca da sorunlar bitmiyor; artarak derinleşiyor. Neoliberal politikaların emeğin yeniden dönüşüm alanını piyasaya açması, sosyal güvenlik alanını dolayısıyla emeklileri ciddi şekilde etkiledi. Emekli maaşlarının hesaplanmasıyla ilgili getirilen düzenlemeler, emeklilerin ekonomik büyümeden aldıkları payın
kaldırılması, SSGSS’yle birilikte emekli olabilmek için gereken prim gün sayılarının artırılması, emeklilik yaşının yukarı çekilmesi, sosyal güvenlik kurumları olan Emekli Sandığı, SSK ve BağKur’un Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) altında birleştirilmesi gibi düzenlemeler emeklilere adeta insanca yaşamı yasakladı. YAfiAMAK ‹Ç‹N MÜCADELE Halkevleri Emeklilik Hakkı ve Emekli Hakları Atölyesi Yürütmesi’nden Abdullah Aydın’ın ifadesiyle emekliler “yaşamak için mücadele etmek zorunda.” Emekli öğretmen Abdullah Aydın, emeklilerin kendi özgüçleriyle örgütlenmelerinden başka çarenin olmadığını söylüyor. Emeklilerin örgütlenmesi için başta emekliler olmak üzere hak mücadelesi veren herkese görev düşüyor. HERKES‹N YAPAB‹LECE⁄‹ B‹R fiEY VAR Abdullah Hoca’ya göre emeklilerin örgütlenmesi için aşılması gereken temel sorun toplumda yaratılan emekli kimliği. Toplumda emekli denilince bir dudak bükme hali ve emeklilerde de bu hali kanıksamış bir durum var. Emeklilerde bu durumun sembolik hali şu: “Unumu eledim, eleğimi astım. Geçmişte çok şey yaptık; şimdi de gençler bir şeyler yapsın, başkaları yapsın.” Abdullah Hoca, sol duyarlılığı olan kesimlerde bile “Emeklilerin mücadelesi sadece emeklileri ilgilendirir” algısının yaygın olduğunu ifade ediyor. Halkevleri Emeklilik ve Emekli Hakları Atölyesi bu noktada emeklilerin yeniden bir kimlik ve kişilik kazanmaları, yaşamla bağlarının olduğunu ve daha
yapacak çok işlerinin olduğunu bilince çıkarmayı hedefliyor. Yani “Unumu eledim eleğimi astım” zihniyetinin üzerine yürüyor. Emekliler dışında halkın hak mücadelesini veren tüm kesimlere de emekli hakları mücadelesinde bir görev düşüyor. Bunun çok basit bir nedeni var. Ulaşım, barınma, beslenme vb. hak mücadelesi alanlarına yönelik saldırılar emeklileri de ilgilendiriyor. Dolayısıyla emekliler tüm hak mücadelelerinin en önemli bileşenlerinden biri oluyor. EMEKL‹ HAKKI MÜCADELES‹ HAK MÜCADELELER‹N‹ GÜÇLEND‹R‹R Emekli hakları mücadelesinin temel hak mücadeleleriyle birleşik bir biçimde yürümesi gerektiğini belirten Hoca iki alanın birleşik kaplar gibi birbirini geliştiren birbirini tetikleyen çalışmalar olduğu söylüyor. “Nasıl yapmalı?” sorusuna Hoca’nın yanıtı şu şekilde: “Mahallesinde barınma hakkı mücadelesi yürüten bir gencin emekli yakınları, o yakınlarının sorunları olduğunu ve bunun da bir mücadele alanı olduğunu bilmesi gerekiyor. Hak mücadelesi verenler kendi birleşik mücadelelerini oluşturamazlarsa toplumsal muhalefetin birleşik mücadelesini yaratma iddiaları da havada kalır. Hak mücadelesi yürüten arkadaşlarımız, kendisini emekli haklarının da bir öznesi görmeli. Tabii ki herkesi emekli hakkı mücadelesine toplamak gibi bir hedefimiz yok. Herkesin öncelikleri farklı ama ruh hali olarak, bilinç olarak emekli haklarını duyumsamalıyız. Örneğin, herhangi bir alanda hak mücadelesi yürüten arkadaşlarımız çevresindeki emeklileri de bu mücadeleye
katmalı. Emekli hakları atölyelerine çağırmalı.” EMEKL‹-SEN’E GÜÇ KATAR Aydın, atölyenin önüne koyduğu ilk hedefin meclisleşmek olduğunu belirtiyor. Öte yandan Halkevleri Emeklilik ve Emekli Hakları Atölyesi’nin verdiği mücadelenin emeklilerin sendikal örgütlenmesi olan DİSK’e bağlı Emekli-Sen’e bir alternatif olmadığını, mahallelerde oluşturulacak atölyelerin, kurulacak meclislerin Emekli-Sen’e güç katacağını da belirtiyor.
Temel haklar temel sorun E
EMEKL‹LER SOKA⁄A ÇIKACAK Halkevleri Emeklilik ve Emekli Hakları Atölyesi bütçeye yönelik ülke genelinde güçlü bir eylem yapmayı düşünüyor. Eylemin çalışmalarına başlayan emekliler, hak mücadelesi verenleri eylemlerine bekliyor. Eylem hazırlıkları sürerken emeklilerin yaşadıkları sorunlarını ve mücadeleye katılım noktasında iç dinamiklerini açığa çıkaran, ülke sorunlarına yönelik bir anket çalışması da yapılıyor. Emekliler, anket sonrasında ortaya çıkacak sorunlar ve çözümlerin yer alacağı sorun alanlarına yönelik el kitapları da çıkarmayı düşünüyor. Son söz Abdullah Aydın’ın: “Emeklilik sorunu tüm toplumun sorunudur. Emeklileri durağan, çürüyen olarak değerlendiren bir toplumun diğer alanlardaki sorunlarını çözmesi beklenemez. Emekliler ayağa kalktığı zaman, sokağa çıkıp haklarını aramaya başladığı zaman, nicel ve nitel bir güç oluşturdukları zaman artık toplumsal muhalefetin de, hak mücadelesi verenlerin son sözünü söyleme dönemleri gelmiş demektir.”
mekliler, sağlık, ulaşım, barınma gibi alanlarda büyük sorunlar yaşıyor. Bugün bir emekli hastaneye gittiğinde 3 lira “ayakbastı parası” ödüyor. Yazılan ilaçlara bağlı 1 ila 2 lira katılım payı ödüyor. Ulaşım hizmetlerinden parasız yararlanamıyor. Ankara’da EGO’dan 60 yaşını geçen herkes yıllık 70 liraya Yaşlı Serbest Kartı alabiliyor ama sabah 10.00-16.00 ve gece 19.00-24.00 saatleri arasında, yani işe gidiş işten dönüş saatleri dışında otobüslerden yararlanabiliyorlar. İstanbul’da Sosyal Kart, 200 binişlik aylık 80 liralık dolumla kullanılabiliyor. Toplu ulaşım araçlarında geçerli bu karttan, bir binişte 1.20 TL, aktarmada 60 kuruş düşüyor. Aylık ya da yıllık kart uygulaması olmayan İzmir’de de emekliler ulaşım hizmetinden indirimli yaralanabiliyor. Çoğu kirada kalan emeklilerin geçinmeleri için aldıkları maaş, masrafları karşılamaya yetmiyor, birçok emekli yaşamak için yeniden çalışmak zorunda bırakılıyor. Emeklilerin maaşları da bir diğer sorun alanı. 2005’in Kasım’ından bu yana ekonomik büyümeden “refah payı” alamayan emeklilerin maaşları enflasyon üzerinden hesaplanıyor. Öte yandan sosyal güvenlik kurumlarının birleştirilmesiyle oluşan maaş farklarının giderilmesi için 1 Mart 2012 tarihinde çıkarılan “intibak yasası” da 7 milyon emekliyi kapsamıyor. AKP’nin seçimden önce ilk iş olarak vaat ettiği intibak yasası sadece 2000’den önce emekli olan SSK’lıları ve maaşları 1 Nisan 2002 ile 30 Haziran 2002 tarihleri arasında kullanılan gelir basamaklarına göre hesaplanan Bağ-Kur’luları kapsıyor. Düşük maaşa fazla, yüksek maaşa az zam getiren uygulamada ana belirleyen emeklilerin ödediği prim gün sayısı. Az prim yatıran düşük maaş alsa dahi az zam alacak. 1 Ocak 2013’te uygulamaya geçecek olan yasaya göre 2 milyona yakın emeklinin maaşına ortalama 115 lira zam yapılacak.
Emekli Hakları Atölyesi’nin doğuşu
Abdullah Ayd›n
Abdullah Hoca, emekli hakk› mücadelesinin önemli bir dönemeciolarak 2007’deki Halk›n Haklar› Forumu’nu gösteriyor. Burada sa¤l›k hakk› atölyesinin güvencesizlik konusunun bir bafll›¤› olarak yer alan emekli
hakk›, 2011’de bafll› bafl›na bir hak mücadelesi atölyesi olarak tart›fl›ld›. Bunun nedeni aradan geçen 4 y›lda AKP’nin emeklilerin haklar›na gerçeklefltirdi¤i sald›r›lar ve emeklilerin sorunlar›n›n çözülmek yerine giderek a¤›rlaflmaws›.
2011’deki forumun ard›ndan atölyenin örgütlenme süreci bafllad›. Ankara’dan bafllay›p ‹stanbul’da devam eden süreci Abdullah Ayd›n anlat›yor: “Ankara’daki Halkevleri fiubelerine ça¤r› yapt›k. Tan›flma
toplant›lar› yap›ld›. Bütçe dönemlerinde eylemler yapma karar› ald›k ve yapt›k. Baz› eylemlerde Emekli-Sen’le birlikte hareket ettik. Sonras›nda bir emekli haklar› meclisi kurma karar› ald›k. Henüz hayata geçmese de
AKP’nin emekli siyaseti: ‘Muhtaç bırak sadaka ver’ E
mekli haklarına yönelik gaspların yoğun artış gösterdiği AKP döneminde izlenen emeklilik politikası, sadaka kültürü ve dilencileştirme üzerine kurulu. Emeklilere bakan ailelere 500 lira maaş bağlanması gibi uygulamalarla emeklilerin bakımı ailelere yükleniyor. AKP, o ailelere yönelik yakacak vb. yardımlarıyla devlet eliyle sadaka kültürünü geliştirerek emeklileri muhtaçlaştırıyor. AKP, haklarını gasp ettiği ve bir partiyi tek başına iktidara getiremeye yetecek nüfusu olan emeklileri partiye kazandırmaya çalışıyor.
MUHTAÇLAfiTIRILAN EMEKL‹LER AKP, 6 Haziran 2003’te Devlet Planlama Teşkilatı ile birlikte çalışmalar yaparak emekliler konusunda yapılması gerekenleri tespit etmek üzere Türkiye Yaşlılar Konseyi’ni (TÜRYAK) kurdu. Çeşitli hayırseverlik örgütleriyle işbirliği içinde olan TÜRYAK’ın çalıştığı kurumlar arasında AKP Yaşlılar Koordinasyon Merkezi de yer aldı. 81 ilde bulunan bu merkez 325 ilçede de Yaşlı Komisyonları adıyla faaliyet gösteriyor. TBMM’deki çalışmaların yaşlılara
İşçi sınıfının bir kazanımı E
aktaran merkezleri sağlık ve danışmanlık hizmetlerinin verilmesini, kültürel sosyal etkinlikleri, bireysel başvuru ve ziyaretleri de örgütlüyor. Ayrıca yiyecek ve yakacak yardımları, yatalak durumdaki yaşlı yakınlarına bakan ailelere 500 TL maaş bağlanması gibi uygulamalar da bu merkezlerden yürütülüyor. ‘SARI’ EMEKL‹ DERNEKLER‹ AKP, emeklilerin tepkilerini azaltmak ve haklarının peşine düşmesini engellemek için de ayrıca çaba harcıyor. Demirel döneminde kurulan Türkiye İşçi Emeklileri Derneği, AKP döneminde Türkiye Emekliler Derneği haline getirildi ve 2008’den itibaren derneğe SGK içinde emeklileri temsil yetkisi verildi. Emeklilerin sağlık karnesi, gözlük vb. almak için SGK’ye gitmesiyle bu derneğe üye oldukları, hatta maaşlarından aidat kesintileri yapıldığı ortaya çıktı. Emeklilerin haklarını savunduğunu iddia eden derneğin, 770 bin emeklinin maaşından, “aidat” adı altında habersizce kestiği tutar 2010 yılında 31 milyon liraydı.
ad›mlar›m›z oldu. Bir yürütme oluflturduk. Sonra ‹stanbul’da benzer toplant›lar yapt›k. Toplant›lar neticesinde emeklilik konusunda bir duyarl›l›k olufltu. ‹stanbul’da da 12 kiflilik bir yürütme oluflturduk.”
Sosyal haklarda yaflanan kay›plar, emeklilik yafllar› ve prim gün say›lar›n›n yukar› çekilmesi güvencesiz çal›flt›rman›n yayg›nlaflmas›yla birleflince emekli olmak bir hayal oluyor. Bunun için bir mücadele gerekiyor. Emekli olduktan sonra da emeklilerin sa¤l›k, ulafl›m, bar›nma gibi haklar›n›n sa¤lanabilmesi için ayr›ca mücadele gerekiyor. ‹flte bu yüzden emeklilik ve emekli haklar›...
meklilik işçi sınıfının sosyal haklar alanındaki temel mücadele alanlarından biri. Ölene kadar çalıştırılan işçi sınıfı mücadelesindeki deneyimleri sonucunda kazalara, hastalıklara, işsizliğe, yaşlılığa karşı yardım sandıkları kurmaya başladı. İlk yardım sandığını 1760’ta Fransa’da marangozlar kurdu. İşçi sınıfının ilk örgütlenme araçlarından biri olan sandıklar giderek çoğaldı. Güçlü işçi eylemlerine zemin oluşturan bu sandıklar, derneklere ve sendikalara evrilirken egemenler de sandıklara karşı mücadeleye başladı. Devletler bu sandıkları denetimleri altına almak için büyük çaba gösterdi. Denetim ilk defa Almanya’da 1880’lerde Bismarck tarafından sağlandı.
Almanya’da uygulanan sosyal sigortalar, başlangıçta hastalık (1883), iş kazası (1884), sakatlık ve yaşlılık (1889) sigortalarını kapsadı. 1940’ta İngiltere’de yayımlanan Beveridge Raporuyla sosyal güvenlik modern halini aldı. Türkiye’de Avrupa’dakine benzer sosyal güvenlik kurumlaşmaları 1865’te başlar. Emekli ve yardımlaşma sandıklarının kurulmasını öngören Dilaverpaşa Nizamnamesi, sadece Zonguldak’ta kömür madenlerinde uygulanır. Cumhuriyet döneminin ilk sosyal sigorta kanunu 1945’te çıkarılır. Adı; 4772 sayılı İş Kazaları, Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortaları Kanunudur. Prim ödeme ilkesine dayalı sosyal sigortalar kanunu ise 1950’de çıkarıldı.
13
TARİH 18 Ekim 2012 / 31 Ekim 2012
Halk›n Sesi
MEZHEPÇ‹ SULTAN ALMAN KOMUTASINDA C‹HADA ÇIKINCA
Yavuz Selim’in bitmeyen seferi AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN
Goeben gemisine “ilk Osmanlı halifesi” Yavuz’un adını veren Osmanlı, bu savaşta İslam alemini yanında bulmayı umuyordu
B
undan tam 500 yıl önce, 1512’de babasına karşı bir darbe tazgahlayarak tahta çıktı. Kesin olmamakla birlikte, tahtı terk etmek zorunda kalan babasının ölümünün de onun elinden olduğu söylenir. Bu taht değişikliğinden daha bir yıl önce Anadolu’yu kasıp kavuran Şahkulu İsyanı sırasında, gözü yukarılarda bir şehzade olarak kendi bölgesindeki isyancıları kanla bastırmıştı. Vergi sisteminden ve devlet yönetimindeki dışlanmadan mustarip Alevi Türkmen halkın öfkesi üzerinde yükselen isyan Anadolu’yu kasıp kavurmuş; paşaları, vezirleri, şehzadeleri ezip geçmişti. Alevi Türkmenler, Osmanlı karşısında o yıllarda Anadolu’nun doğusunu zaten elinde bulunduran Şii Türkmen Safevi devletine meylediyordu. İşte bu koşullarda babası Bayezid’i devirip kardeşlerini safdışı bırakarak tahta çıkan Selim, o güne kadar asıl olarak Avrupa’yı hedef alan fetihlerin yönünü doğuya çevirdi. Hedefinde evvela “kendi” halkı, sonra öteki mezhepten “din kardeşi ve soydaş” komşuları vardı. YAVUZ SEL‹M ‘D‹N KARDEfi‹N‹’ BASTIRIR Şah İsmail liderliğindeki Safevilere karşı sefere çıkarken, Anadolu’da Kızılbaş diye bilinen kırsal kesim Alevilerini kılıçtan geçirdi. Bu katliam için, Şeyhülislam el-Müftü Hamza’ya fetvalar çıkarttırdı. Benzer bir fetva da bu süreçte Osmanlıyla ittifak kurmayı tercih eden Şafi Kürt Şeyhi İdris-i Bitlisi tarafından çıkarıldı. AKP milletvekili Vahit Kiler’in Piyer Loti tepesinin yeni ismi olarak önerdiği İdris-i Bitlisi işte bu fetva sahibi idi. Sayılar tartışmalıysa da Osmanlı Sultanı Yavuz Selim’in Çaldıran seferi ve öncesinde on binlerce Alevi’nin katledildiği söylenir. Selim, Şahkulu İsyanı’nın kışkırtıcısı diye gösterilen Safevilerle 1514’te Çaldıran’da karşı karşıya geldi ve Şah İsmail’i yendi. Sonra Mısır ve
Suriye’ye hükmeden Memlüklülerin üstüne yürüdü. 1516’da Halep’te (Mercidabık), 1517’de Mısır’da (Ridaniye) karşı karşıya geldiği Memlüklüleri de pek de kardeşçe olmayan kanlı savaşlarla yendi. Osmanlı Arap ve İslam dünyası üzerinde artık büyük ölçüde egemenlik kurmuştu. Bu egemenlik rızanın değil mezhepçi, fetihçi, kendi halkını ezen, kanlı bir politikanın eseriydi. Kanla boyun eğdirmiş, yağmayla hazinesini doldurmuştu. Doğuya yöneliş, Yavuz’un 8 yıllık hükümdarlığının ardından Kanuni’nin “Muhteşem Süleyman” sıfatını alacak şekilde Avrupa’ya yönelebilmesinin altyapısını hazırlamıştı. Bundan böyle “Doğu fütuhatı”, “İslam dünyası liderliği”, “Alevi-Şii düşmanlığı” gibi politikalar Yavuz Sultan Selim’in şahsıyla özdeşleşecekti.
C‹HATÇI ALMAN: YAVUZ SULTAN SEL‹M Yavuz Sultan Selim, Ağustos 1514’teki Çaldıran Savaşı’ndan tam 400 yıl sonra, Ağustos 1914’te I. Dünya Savaşı vesilesiyle bir kez daha sahneye çıkacaktı. 1911-13 arasında Balkanlar’da elde avuçta ne varsa yitiren, İttihat ve Terakki Partisi yönetimindeki Osmanlı, I. Dünya Savaşı’nın yol açtığı saflaşmaları devletin eski gücünü ve kaybedilen toprakları yeniden kazanmak için bir fırsat olarak gördü. Ekonomi bağımlı, ordu zayıf olabilirdi ama İttihat Terakki’ye göre, “halife sultanın önemli bir koz vardır elinde: Müslüman dünyada -dinsel bir öz taşıyan- bir manevi saygınlığa sahiptir; büyük sömürgeci devletlere bağımlı hale gelmiş topraklar da içindedir bunun.” 2 Ağustos 1918’de imzalanan gizli
bir anlaşmayla, Osmanlı İmparatorluğu Almanya’nın müttefiki oldu. Böylece İngilizler ve Fransızlarla birlikte hareket eden geleneksel düşman Rusya’ya karşı Almanlarla bir olup esaslı bir darbe indirebilecek, Kafkaslar ve Balkanlardaki topraklarını yeniden ele geçirip bölgesel gücünü pekiştirecekti. Alman emperyalizminin hesabı ise Osmanlılara yeni cepheler açtırıp Rus, İngiliz ve Fransız güçlerinin dağılmasını sağlamaktı. Akdeniz’deki Alman donanmasının Goeben ve Breslau adlı iki zırhlısı, 3 Ağustos’ta kuzey Afrika’daki Fransız üslerini bombardıman ettikten sonra, Osmanlı sularına sığındı. İngiltere bu gemilerin, savaş hukukuna uygun olarak, açık denize yollanması ya da gözaltına alınması gerektiğini hatırlattığında, İstanbul Hükümeti, söz konusu gemileri satın
aldığını ve Yavuz Sultan Selim ve Midilli adıyla Osmanlı donanmasına kattığını belirtti. Yavuz Sultan Selim’in komutanı Amiral Souchon da, Karadeniz’deki imparatorluk donanmasının başına geçirilmişti. Eylül’ün sonundan başlayarak, İstanbul ile Berlin arasındaki pazarlıklar hızlandı. Alman hükümeti, 21 Ekim’de ilk Alman altın kasalarını İstanbul’a ulaştırdığında umulan etki hemen gösterdi kendisini. Enver Paşa, Amiral Souchon’a Karadeniz’deki Rus limanlarına saldırı emri verdi. 29 Ekim’de zarlar atıldı. Türk donanması, daha doğrusu Yavuz ve Midilli; Odesa, Sıvastopol ve Novorossisk’i topa tuttu. 2 Kasım’da Rusya, 5 Kasım’da İngiltere ve Fransa, 11 Kasım’da da Osmanlı savaş ilan etti. 23 Kasım tarihli Halife Sultan bildirisi, “binlerce Müslümanı
köleleştirmekten sonsuz zevk duyan , Üçlü Müttefik adlı zorba toplaşmaya” karşı dikilmeyi ve “bedence ve malca cihada katılmayı en yüce din görevi olarak görmeyi” buyurdu… Bu “cihad”ı, Berlin hükümetinin gönderdiği Alman komutanların kontrolü altındaki Osmanlı ordusu yürütecekti. Bu ordu, yeni doğu seferinde yolu temizlemek için İttihatçı Talat Paşa ve gerisinde onu yöneten Alman Paşalar ile “tehcir”i planlayarak yüzbinlerce Ermeni’yi katletti. Alman ordusunu rahat ettirmek için Rus askerlerini Kafkaslara çeken bir cephe açan Enver Paşa, 60-90 bin askerin Sarıkamış’ta soğuk, bit, açlık, hastalıktan ölmesine yol açtı. Araplar “cihad” çağrısını ciddiye almayarak bağımsızlık umuduyla İngiltere ve Fransa’ya meylederek Osmanlı’dan ayrıldı. Savaşta “Çanakkale Zaferi” diye bilinen tek “askeri başarının” sonucu ise Osmanlı hanesinde 250 bin can kaybıydı. Resmi tarihe göre “Almanlar yenilince biz de yenildik” denilir. Ancak Almanların planı başarılı olsa bile bu zaten Osmanlı Devleti’nin kana bulanıp parçalanması ile olacaktı. El gücüyle emperyalist olunmayacak, Yavuz Sultan Selim’in isminde simgeleşen ideolojik mirastan da bir hayır gelmeyecekti… SUR‹YE’DE YAVUZ SULTAN SEL‹M TUGAYI Şimdilerde de AKP destekli Türkmen milislerinin Suriye’de bir mezhep çatışması yürüterek Alevi köylerine düzenlediği baskınlarını izliyoruz. Bu tugaylardan birine de Yavuz Sultan Selim adını koymuşlar. Erhan Afyoncu Bunu da okuresimdeki run yorumuna adam için “O, ve gelecekteki bir tarih sayYavuz de¤il fasına fiah ‹smail” bırakalım…
diyor
Bu bir parti diktatörlüğü mü? Onu iktidara taşıyan, sistemin içine girdiği krizdi. İktidarın nimetlerinden yararlanarak, seçimlerde ezici zaferler elde etti. Darbe yaptı. Darbeye yeltenen hasımlarını affetmedi
İ
Yeni Osmanlı’nın idealist Bakanı 1908’den 1918’e Osmanl›’y› yöneten ‹ttihat Terakki’nin en etkin üç isminden biri… Alman savafl gemileri Goeben ve Breslau’un Osmanl› himayesine al›nmas›ndan sonra, Rus limanlar›n›n bombalanmas› emrini veren kifli… Aral›k 1914’te 60 bin askerin Sar›kam›fl’ta so¤uktan, açl›ktan, hastal›ktan ve bitten öldürülmesinin sorumlusu… I. Dünya Savafl› hezimetinin ard›ndan, gerçek bir zemini
halde bulunmad›¤› Turanc› ideallerle Orta Asya'ya gidip Bolfleviklere karfl› mücadeleye giriflen ve bir çat›flma s›ras›nda öldürülen… Ad› Arnavutluk devriminin lideri Enver Hoca’ya ve Cemal Abdül Nas›r’›n selefi Enver Sedat’a verilen, Anadolu türkülerindeyse “Körolas›n Enver Pafla” diye geçen… Osmanl›’n›n Harbiye Naz›r› hayalcilikle suçlanacakt› ama tarih onu ça¤›rm›flt›.
ktidara geldikleri 1908 devriminin ardından Türkiye’yi önce 1911-1913 Balkan Savaşları’na sonra da 1914-1918 I. Dünya Savaşı’na sokarak büyük facialara yol açan İttihat ve Terakki’yi Enver, Talat ve Cemal Paşarın idealizmi ve maceracılığı ile açıklayabilir miyiz? Osmanlıcı bir ideolojik-politik hat benimseyen İttihat ve Terakki, Osmanlı’nın 1908’de ayrılıkçı akımlarla çalkalanan Balkanlar’da yaşadığı kriz karşısında sürekliliğini koruyabilecek tek çözümüydü. O nedenle ki, ilk anayasal düzenin ilan edildiği 1876’dan hemen iki yıl sonra anayasayı askıya alıp Osmanlı’yı otuz yıl despotlukla yöneten II. Abdülhamid kansız bir devrimle II. Meşrutiyet’i kabul etmişti. İttihatçılar, devletin sürekliliği neyi gerektiriyorsa onu yaptı. Devletin bekası için önce Osmanlıcı, gayrimüslimler kopunca İslamcı, Araplar kopunca da Türkçü olacaklardı. 1912 seçimlerinde, ciddi bir İslamcı-liberal (Hürriyet ve İtilaf) muhalefet vardı. Ancak
bütün İmparatorlukta gerçekten örgütlü tek parti olan, basın, toplantı ve dernek kanunlarını kendi yararına kullanan, baskıya ve şiddete başvuran İttihatçılar Meclis’te ezici bir çoğunluk sağladı. Balkan Savaşlarının yıkımın altında Haziran 1912’de, “memleket elden gidiyor” diyen muhalefet askerler arasındaki desteğini de arkasına alarak iktidara el koyar. Ocak 1913’te ise Enver Bey, “Babıali Baskını” denen olayla yine bir askeri birlik desteği ile iktidarı yeniden alır. İtilaf, bir karşı darbe hazırlığına girişir. İttihatçıların bu girişimi haber almaları ile darbecilik damgası yiyen muhalefet sürgünler, hapisler, infazlar ile fiilen bitirir. Türkiye, bir diktatörlükle donanmıştır. Bu, öyle ya da böyle çoğunluğun oyunu almış ve darbeleri püskürtmüş bir partinin, daha doğrusu partiye hekim bir kliğin iktidarıdır. Belki de doğrusu bu diktatörlüğün, parçalanırken yeniden toparlanma hayalleri kuran yarı-sömürge Osmanlı’nın krizinin yönetimi olduğudur.
Köpek ölüsü muamelesi gören ‘şehit’ Y
eni dönemin popüler yazarlarından İhsan Oktay Anar’ın son romanı Yedinci Gün’de, 1914’te 60 ila 90 bin gencin yok pahasına öldüğü Sarıkamış Faciası’nı uzunca tasvir eden bir bölüm var. Romanın bu konudaki en çarpıcı yerinde şöyle yazıyor: “ … ordu, bu harpte donarak ölen binlerce askerin cesedini,
ancak yarım asır kadar sonra gömecekti. Vatanı uğruna yaşayan birine köpek, yine vatanı uğruna ölene de köpek leşi muamelesi yapmak galiba bir devlet geleneğiydi…” Cesetlerin ortada bırakılması bir yana, facianın boyutları ilk başta Enver Paşa’nın gizlemesi, daha sonra da Mehmet Niyazi gibi sağcı tarihçilerin ve resmi tarih yazımının
çarpıtmaları nedeniyle büyük ölçüde gizli kalmış. Öte yandan yazarın alıntı yaptığımız bölümdeki “gelenek” vurgusu boşuna değil. Felsefeci yazar Anar, askerliğini 1995 yılında tim komutanı olarak yapmış. Kuzey Irak’ta, Çelik Harekâtı’na ve PKK’ye karşı düzenlenen, Korgeneral Hasan Kundakçı komutasındaki operasyona katılmış. Romanda zorla savaşa
sürülen askerlerin üstlerine “biz ne için savaşıyoruz, burada işimiz ne” diye seslendiği bölümler, zamanlar üstü, yani belki 1914’te, ama belki de 1995’te, ya da bugün ama bozulmayan devlet geleneğini yansıtıyor. “Yedinci Gün” de “Yedi Uyurlar” ya da diğer adıyla “Eshabı Kehf” söylencesinden hareketle, ölmüş sayılan bazı gerçekleri diriltip karşımıza dikiyor.
14
MEDYA 18 Ekim 2012 / 31 Ekim 2012
Halk›n Sesi
Sahibinin sesi: Kah sivil kah asker 000’lerin başında siyasal içinde Hillary Clinton ile sarılıp fotoğraf çektirecek hayatımızın renkli aktörkadar yükseldi. Kendi tabilerinden birisiyle tanıştık. riyle “Clooney kadar sofistiİsyankâr söylemleri, ilke, Leonardo DiCaprio kaginç eylemleriyle var olan dar karizmatik” olmasalar gelmiş geçmiş tüm gençlik gruplarından farklı görünme da “ellerinde kalaşnikofları ile poz veren, çoğu esmer çabasındaki bir grup genç, ve sakallı Arap gençleri” Kemuhtıralardan 19 Mayıs’ın nar’ı bir zamanlarki sivilliğini statlarda kutlanmasına kaunutturup “Savaşa hayır dedar “müesses nizam”a ilişkin ne varsa karşı çıkıyorlar- mek için muhalefeti silahlandırın” diyebilecek kadar dı. O kadar ki amblemlerini militarizmin simgesi postala heyecanlandırıyor. Genç Siviller’in en tanınmışlarından karşı Converse marka spor Yıldıray Oğur Taraf gazeteayakkabı olarak belirlediler. Cumhuriyet’in “Genç su- sinde yazı işleri müdürlüğü yapıyor. AKP’nin özgürlükbaylar rahatsız” manşetine çülüğünü kanıtlamak için tepki olarak kendilerine “Genç Siviller” adını vermiş- çırpınan Oğur, kürtaj tartışmalarını, artan kadın cinalerdi. Üyesi oldukları uluslayetlerini, internet yasaklarını rarası gençlik örgütünün görmezden gelip işi AKP ABD hükümetinin “internet döneminde cumhuriyet tariüzerinden kamu diplomasihindeki kadar içkili mekân si” gereğince kurulduaçıldığını yazmaya kadar ğu/fonlandığı daha Wikilegötürdü. Gazetecisinden aks’te yayımlanmamıştı. Gül’ün cumhurbaşkanlığına avukatına, öğrencisinden sağlıkçısına 10 bin Kürt sikarşı çıkan Genelkurmay’a çatıyorlar, Türkiye’den Fiji’ye yasetçiyi cezaevlerine gönderen AKP’nin “Kürtlere yakadar militarizme kin kusupılmış hiçbir çöyorlardı. züm dayatmaGündemde de yan, en açık, en boylarından büyük demokratik yer kaplamak çağrı”yı yaptığıkonusunda da nı söylemekte yetenekliydiler. bile bir sakınca Medya YÖK’e karşı görmedi. mücadele ederken Aradan gecoplanan yüzlerce çen yıllar öğrenciyi görmezOğur’un gençliden gelirken, Genç ğinin yanında Siviller birkaç kişi “sivil”liğini de yaptıkları eylemlerle götürmüş olagündemin odağına Mustafa cak ki Suriye yerleşiyorlardı. Aldemir meselesi çıkınca Sahi, bi Genç Converse’lerini Siviller vardı, ne olçıkarıp AKP’nin postallarını du onlara? Referandumdan giymekte bir an bile teredsonra yaptıkları katkılardan düt etmedi ve köşesinden sonra Erdoğan tarafından savaşa karşı çıkanlara savaş teşekküre layık görüldüler. açtı. Savaşa karşı çıkan Hatta aralarından biri AKP’den İstanbul milletvekili herkesin “Esedci” olduğunu seçilerek ödüllendirildi. Bazı- söyleyip Arap çocuklarının ları kariyerlerine gazetecilikle ölümünün sorumlusu ilan devam etmeyi tercih etti. Ne etti. Zaman içinde kendisini askeri stratejilerde de uzvar ki geçen zaman içinde AKP’nin daha fazla anti-mili- manlaştırmış olacak ki “En tarizm, liberal demokrasi zır- fazla Bosna, Kosova, Libya’daki gibi havadan müdavalarına ihtiyacı kalmamıştı. hale olur. Herhalde kısa döOnlar da pozisyonlarını denem askerliğini jet pilotu ğiştirmekte tereddüt etmeolarak yapan da yoktur” tesdiler. pitini de çekinmeden yaptı. Taraf’ta yazan genç sivil Görülen o ki basınımız Ceren Kenar işi çoktan gerektiği zaman “sivil” gazetecilik boyutlarından gerektiği zaman “asker” çıkardı. Öğrencilik zamanolan kalemlerle dolu. larında ABD hükümetince Boşuna dememişler desteklenen “gençlik hareketi” toplantılarında boy “mevzubahis ABD’yse, gerisi teferruattır”. gösteren Kenar, zaman
2
Deklarasyonunuzdan alıntılayabilir miyiz? TUBA GÜNEŞ
3
0 Eylül’de 20 gazete “Gazetelerin içeriği sadece gazetelerindir” başlığıyla ortak bir deklarasyon yayımladı. Akşam, Bugün, Cumhuriyet, Fanatik, Fotomaç, Güneş, Haber Türk, Hürriyet, Daily News, Milliyet, Posta, Radikal, Sabah, Star, Takvim, Today’s Zaman, Türkiye, Vatan, Yeni Şafak ve Zaman gazetelerinin imzasıyla yayımlanan deklarasyonda materyallerin kaynak gösterilse dahi yayımlanmasına karşı hukuki yollara gidileceği ilan ediliyor. Deklarasyonu bizzat deklarasyondan
alıntılayarak delmek gerekirse, ilan şunu söylüyor: “Ürettiğimiz ve bütün hakları bize ait olan; haber, yorum, köşe yazısı, fotoğraf, karikatür, grafik, çizgi ve sayfa dizaynı gibi materyallerin hiçbir şekil ve hacimde kullanılmasına izin vermeyeceğiz. 1 Ekim 2012 tarihinden itibaren, hiçbir televizyon kanalı, internet sitesi ve haber portalı aşağıda imzası bulunan gazetelerin içeriklerini kaynak göstererek dahi kullanamayacaklardır.” Yasağı deldiğimize göre alıntılamaya devam edelim. Deklarasyon, emek hırsızlığından dem vurularak, tiraj kaybetme korkusu, büyük bir öfke ve
GAZETELER ZAMANI YENEBİLİR Mİ?
Söz konusu gazetelerin baz›lar› uzun süredir yaz›lar›n kopyalanmas›n› engelleyen bir sistem kullan›yordu. Ama elbette teknolojinin ve zaman›n önüne geçmek mümkün de¤il. Bunun ctrl+A’s› var. Ctrl+C’si var, prt sc’si var. Var da var... Bununla içeriklerini korumay› baflaramayan gazetelerin yeni yöntemi de ancak selin önüne barikat koymak olabiliyor. Bu gazetelerden biri
de Radikal. Bu yöntemlerin de yetersiz kald›¤›n› gören Radikal, ifli tersine çevirmeyi deniyor. Gazete, bloglara ya da kiflisel internet hesaplar›na yazan yazar/okurlar› kendi sitesine ve gazetesine kanalize etmeye çal›fl›yor. ‹nternet sitelerini, kendi içeri¤ini kullanmaktan men eden Radikal, yine ayn› tiraj kayg›s›yla sosyal medya kullan›c›lar›n› “bedava” muhabiri yapmakta beis görmüyor.
saldırgan bir dille yazılmış. Gazetelerin genel yayın yönetmenlerinde de aynı hava seziliyor. Sabah’ın Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak uyarıyor: “Siz Sabah okurları önünde söz veriyorum. Bu deklarasyona, bu ortak uyarıya rağmen, emeğimizi çalmaya devam edenler çıkarsa, o hırsızları isimleriyle teşhir edeceğim. Onları ‘emek yüzsüzleri’, ‘haber gangsterleri’ (Şafak kalın harflerle vurguluyor) ilan edeceğim. Ve kesin sonuç alıncaya kadar mücadelemi sürdüreceğim.”
veren gazetelerin çoğu, internet sitelerinde okurların yorum yazması için bölüm ayırıyor. Ancak imzacıların birçoğunun internet sayfasında deklarasyon bulunmadığı gibi, yayımlayan HaberTürk ve Hürriyet gazetelerinde hiçbir okur yorum yazmamış görünü-
GAZETELERİN İÇERİĞİ MEDYA TEKELLERİNİN Şafak’ın yazısının hemen altında Sabah’ın tüm yazılarının altında olduğu gibi bir not: “Yasal uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.” Deklarasyon, “Gazetelerin içeriği sadece gazetelerin” derken, aslında gerçek sahibin kim olduğu, her zamanki gibi daha küçük puntolar, daha silik bir yazıyla veriliyor. Eklemeden geçmeyelim. Deklarasyona imza
yor. Kamuoyunda ve sosyal medyada hakkında bu denli yorum yapılan konuyla ilgili deklarasyonun altında hiçbir yorum olmaması ayrıca dikkat çekiyor. ‘ALINTILAR ÇALINTI OLDU’ Ticari medya, kamu malı olan ‘haber’i metalaştırıp, deklarasyonlar yayımlarken, arada kalanlar da oldu. Sabah Okur Temsilcisi Yavuz Baydar gibi. “Alıntı”ların yerini “çalıntı”ya bırakmasından şikayet eden Baydar, televizyon programlarında satır satır tüm gazete haberlerinin okunmasından yakınıyor. Baydar, “ifrat ile tefrit arasında bir yol” öneriyor. Yani haberler verilsin ama
hepsi okunmasın. Bielog.com’dan Haluk Şahin de benzerini öneriyor. Şahin “Gazeteleri satın almaya yöneltecek kadar okunsun” diyor. “Ortayolcular”ın önerisi gazetelerin içerikleri reklam yapılacak kadar paylaşılabilsin diyor. PEKİ SİZİN “ÇALINTI”LARINIZ? Öbür taraftan deklarasyona tamamen karşı olan bir çoğunluk var. Karşı olmanın ilk nedeni, imzacıların aslında hiç de o kadar masum olmaması. T24’ten Doğan Akın deklarasyondan hemen sonra yayımladığı yazıda Hürriyet, Milliyet, Zaman, Cumhuriyet, Vatan, Sabah, HaberTürk ve Yenişafak gazetelerinin izinsiz olarak kullandığı son haberleri açıkladı. Ensonhaber.com “deklarasyoncu”lardan daha sert çıktı. Kağıt medyaya çağrı yapan internet sitesi, “ ‘Bugünkü yazımı gördünüz mü’ ‘Benim yazım bomba’ ‘Beni manşet yapın’ diye bizleri usandıran köşe yazarlarınız bu durumda ne yapacak çok merak ediyoruz” dedi. Söz konusu gazetelerin, bu eleştirileri ne kadar kayda alacaklarıysa başka bir gündem. Çünkü deklarasyonda, içeriklerini kullananları tehdit eden
gazeteler, kendilerinin başkalarının içeriklerini kullanmayacaklarına dair ne bir söz veriyor ne de “Biz yapmadık” diyebiliyor. Bir başka yanıt da halkın haber alma hakkı için paylaşıma açık olduklarını ilan eden Evrensel gazetesinden geldi. Evrensel, “Evrenselin varlık gerekçesi halkı aydınlatmak ve basında tekelleşmeye karşı bilginin serbest dolaşımını paylaşımını esas almaktır” dedi. Sosyal medyada kendi haberini paylaşan pek çok kişi de tepkili. Çünkü her gün en az bir tanesi herhangi bir gazetede kendi imzalarının silindiği yazıları ve çizimleriyle karşılaşıyor. Dertlerinin telif olmadığı, eserlerini kolayca yayılabilecek, kontrolsüz bir organa, sosyal medyaya bırakmaları dolayısıyla aşikar. Ama hepsi “emek hırsızlığı”nı karşısına almış görünen egemen medyayı etiğe uygun davranmaya çağırıyor. Deklarasyonla, halkın haber alma hakkını bizzat gazeteler ihlal etmiş oldu. Ama ne gam! Zaten, iktidarın baskıları karşısında halkın haber alma hakkı konusunda sus-pus kalan medya, ona boyun eğiyor, çünkü onun da egemen olduğu bir alan var. Boyun eğerek, kendi alanında egemenliğini korumak istiyor. Ve olaylar gelişiyor.
Mahallede ‘herkes her şeyi biliyor’ Beki: Ben otosansür yapmıyorum, sen de yapma. Arslan: Herkes her şeyi biliyor, biliyor musun Akif? Senin neden burada olduğunu... Neden birlikte program yaptığımızı...
2
009’dan beri CNN Türk’te Medya Mahallesi programını sunan Ayşenur Arslan, yeni sezona Akif Beki ile başladı. Geçtiğimiz haziran ayında erken tatile sokulan programda, bundan böyle haberler daha fazla sansürlenecek. Başbakanın eski basın danışmanı olması bakımından yüklendiği misyon için oldukça uygun olan Beki, isminin önündeki gazeteci sıfatıyla da programda yer almasındaki gerçek niyeti örtüleyebilecek bir kimliğe sahip. Ancak Ayşenur Arslan’ın 11 Ekim Perşembe günkü programda ifade ettiği gibi “Herkes, her şeyi biliyor.” Akif Beki’nin bir “otosansür” tarışmasında “Ben otosansür yapmıyorum” demesi üzerine Arslan, AKP ile yakınlığını ima ederek “Sen niye otosansür yapacaksın ki zaten. Ben yapıyorum” diye yanıt verdi. Beki, Arslan’ı otosansür yapmasının gerekli olmadığı
konusunda “uyardı.” Ancak Arslan’ın yanıtı gecikmedi, “Herkes her şeyi biliyor, biliyor musun Akif? Senin niçin burada olduğunu... Neden birlikte program yaptığımızı...” dedi. İSTERSEN TECAHÜL-İ ARİF DE Beki, o günkü programda “Ben bilmiyorum, neden burada olduğumu” diyerek kısa kestiyse de ertesi gün programa hazırlıklı geldi. Arslan’dan bir önceki gün sarf ettiği sözleri açıklamasını isteyen Beki, “Arkadaşlarım da merak etmiş. Bilmiyorlarmış neden burada olduğumu. İstersen tecahül-i arif de, istersen gerçekten bilmediklerini düşün. Neden burada olduğumu açıklar mısın?” dedi. Arslan, herkesin herşeyi bildiğini yinelerken, “Ne demek istediğimi anlamıyorsa arkadaşların, onların anlayacak yerlerinde problem var demektir” diye konuştu. Programın
cuma günü konuğu olan Mehmet Ali Birand, kameraların arkasında konuşulanların ekrana yansıması telaşesiyle “Boşver” diyerek ikilin tartışmasını susturmaya çalıştı. Ancak Arslan, Birand’ın “arabulucu” tavrını “Her dönem bir önceki dönem yaptıklarının yanlış olduğunu açıklıyorsun” diyerek boşa çıkardı. Medya Mahallesi, Arslanlı, Bekili süreceğe benziyor ancak programın sunucuları arasındaki fikir ayrılığı salt bir fikir ayrılığı ile kalmıyor. Bir taraf iktidarı ve onun politikalarının savunusunu yaparken, muhalif taraf, yeni ve daha ilerici şeyler söyleyebilme şansını yavaş yavaş kaybediyor. Çünkü enerjisini iktidar savunucusunu ikna etmeye harcıyor. Beki çoğu zaman, kendisini iktidarı aklamaya öyle kaptırıyor ki Arslan soruları, AKP hükümetine yöneltir gibi sormak durumunda kalıyor. Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı’na karşı meclise yürümek isteyen DİSK ve Sendikal Güç Birliği Platformu’nun eylemlerini ve polis saldırısının değerlendirildiği programda, polisin
saldırılarını meşrulaştırmaya çalışan Beki, tartışmayı öyle bir noktaya getirdi ki sonunda tıkandı. Beki, Arslan’ın sorularını “Bu soruların muhatabı Başbakandır” diye yanıtlamak durumunda kaldı.
Sokaktan sanala, sanaldan sokağa S osyal medyada bir araya gelenlerin örgütledikleri eylemlerden sonra, sokak hareketlerinin bir ayağı da sosyal medyada örgütlenmeye başladı. Son olarak Liseli Genç Umut’un sokakta ve okullarda başlattığı “İsyan et” kampanyası, twitter üzerinden binlerce kişiye ulaştı. #isyanet etiketiyle gericiliğe, cinsiyetçi, piyasacı eğitime, savaşa karşı tepkilerini yazan liselilere pek çok twitter kullanıcısı destek verdi. 9 Ekim’de saat 20.00’dan itibaren, herkesi #isyanet etiketini kulanmaya davet eden liselilerin çağrısı karşılık buldu. Türkiye’de en çok konuşulan 10 kelimenin sıralandığı Trend Topic listesinde dördüncü sıraya yükselen #isyanet etiketini Genç Umut’un dışında Fırat Tanış, İlkay Akkaya, Sevinç Eratalay, Mehveş Evin, Yonca Şık, Redhack, Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri, Sendika.Org,
4+4+4’ü Durduralım twitter profili ve daha birçok sanatçı, siyasetçi, gazeteci, aydın da kullandı. Mehveş Evin, “Haksızlığa, savaşkan ruha, ayrımcılığa, çevre talanına, nefret söylemine, yalana dolana #isyanet” twiti atarken İlkay Akkaya “Yitirme sakın cesaretini, her şey iyi olacak #isyanet” dedi. RedHack “Seni bir koyun, kendilerini de çoban görenlere, seni figüran, kendilerini senarist görenlere, senin alınterinle lüks yaşayan arsızlara #isyanet” derken, İlknur Birol “#isyanet diyen liseli gençliği eşit, parasız, bilimsel ve anadilde eğitim hakkı mücadelesinde. Durmak yok, yola devam diyerek selamlıyorum” mesajı gönderdi. Liseli Genç Umut, sokakta başlattığı kampanyasını sosyal medya üzerinden büyüttü. Büyüyen isyanı daha güçlü bir şekilde yeniden sokaklara ve okullara taşımayı hedefliyor.
KÜLTÜR SANAT
15
18 Ekim 2012 / 31 Ekim 2012
Halk›n Sesi
Cennetteki Çöplük
Bira kültürü raflarda Bira kültürü ile ilgili ilk dergi ‘B:RA’, yayına başladı. Dergi dijital ortamda her ay, basılı olarak ise üç ayda bir çıkacak. İlk sayının konuları arasında Anadolu ve Yakındoğu’da biranın tarihi, Türkiye’de bira ikonu haline gelen gamzeli bardağın tasarımcısı Oya Akman’la röportaj var.
Dönüflüm musibeti
Fatih Akın’ın belgesel filmi Cennetteki Çöplük, gösterime girdi. Trabzon Çamburnu köylülerinin, 2007’de köylerine kurulan çöp depolama merkezine karşı mücadelesini anlatan film, çöplüğün kurulma aşamasından günümüze kadar geçen 5 yıllık süreci belgeliyor.
Karanl›k Oda’da yeni dönem Karanlık Oda Fotoğraf Kolektifi'nin düzenlediği Belgesel Fotoğraf Atölyesi'nin 2. dönemi 15 Ekim’de Dokuz Eylül Üniversitesi’nde açılan "5 Fotoğrafçı, 5 Hikaye" adlı sergiyle tamamlandı. Atölye çalışmasının 3. dönemine katılmak için başvuru dosyasının 30 Ekim’e dek Karanlık Oda Fotoğraf Merkezi'ne ulaştırılması gerekiyor.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nca 'Kusurluluk' temasıyla düzenlenen İstanbul Tasarım Bienali, 13 Ekim-12 Aralık tarihleri arasında gerçekleşiyor. “Musibet” başlıklı sergide, kentsel dönüşüm ve toplu konut projeleri ile bu projelerin ortaya çıkardığı toplumsal gerginlikler irdeleniyor.
Altın orana AKP sansürü Kültür sanat güncesi *9 ülkeden 12 heykelt›rafl, Hasankeyf’i sular alt›nda b›rakacak Il›su Baraj›’n›n yap›lmas›na, yapt›klar› heykelleri Dicle Nehri’ne terk ederek tepki gösterdi. Heykellerden ikisi Batman, biri ise fiemdinli Belediyesi taraf›ndan kent merkezine yerlefltirildi. *Yay›mlad›¤› "Teyze Baz Bir Kürt ‹fladam› Hüseyin Baybaflin - Mahmut Baksi" ve "Dersim'de Alevilik - Munzur Cem” kitaplar›nda "halk›n kin ve düflmanl›¤a tahrik edildi¤i" iddias›yla mahkum olan Peri Yay›nlar› sahibi Ahmet Önal, A‹HM’deki davas›n› kazand›. Mahkeme, Türkiye yarg›s›n›n Önal'›n ifade özgürlü¤ü hakk›n› hukuka ayk›r› flekilde çi¤nedi¤ini belirtti. *‹skoçya'n›n küçük bir bal›kç› kasabas›nda yaflayan ve Cromarty lehçesi konuflan son kiflinin ölümü ile Cromarty lehçesi de öldü. Denizcilikle ilgili zengin kelime hazinesine sahip olan Cromarty lehçesi 700 kiflinin yaflad›¤› Cromarty kasabas›nda konufluluyordu. *80 ülkeden 944 sanatç›n›n kat›ld›¤› 29. Ayd›n Do¤an Karikatür Yar›flmas› sonuçland›. Yar›flmada birincili¤e Do¤an Arslan ile ‹ranl› Javad Alizadeh, ikincili¤e S›rbistan'dan Vladimir Stankovski, üçüncülü¤e ise Polonya'dan Pawel Kuczynski
Yüzyıllar öncesinin bilim-sanat birikiminden süzülüp gelen bir eserin AKP iktidarının gerici karanlığında ifade ettiği tek şey onun çıplaklığı olunca otosansür devreye giriyor ÖZEN TAÇYILDIZ
M
.Ö. 5. yüzyıl, Güney Yunanistan’daki Argos kenti, heykeltıraş Polykleitos… Yaşadığı dönem Antik Yunan kültürünü biçimlendiren idealizm düşüncesinin etkisiyle heykellerinde ideal güzelliğe sahip insanın peşindeydi. İdeal güzellik, vücudun parçalarının birbirine oranından, simetrisinden oluşuyordu. Heykellerini sayısal ve oransal düzenlemelere göre yapan Polykleitos, sadece kendi çağında değil sonraki dönemlerde de heykeltıraşlar için örnek oldu. M.Ö. 1. yüzyıl, Roma, mimar Vitruvius… Mimari Üzerine On Kitap isimli kitabının “Tapınaklarda ve İnsan Bedeninde Simetri” başlıklı bölümünde Polykleitos’un uygulamasından esinlendi. Yazısında vücudun bütün parçalarının kendilerine özgü simetrik oranlarını tek tek saydı. İnsanın bedeninde merkez nokta ise göbekti: “Bir adam düşünelim. Kollarını ve bacaklarını iki yana açmış durumda iken düz bir yüzeye sırt üstü uzanmış olsun. Elimize alacağımız bir pergeli, adamın göbek deliğine yerleştirip onu bir daire ile çevrelemiş olsak, el ve ayak parmakları, dairenin kenarlarına değecektir. Böylece insan bedeni, dairesel bir dış hatta sahip olduğundan buradan bir kare formu da elde edilir. Başın en üst noktasıyla ayak tabanları arasındaki mesafe
gibi iki yana açılmış kollar arasındaki genişlik de aynı olacaktır. Tıpkı mükemmel kare formunda olduğu gibi” 1490, İtalya, ressam, heykeltıraş Leonardo Da Vinci… Vitruvius’un bu yazısı Leonardo’nun “Vitruvius adamı” isimli ünlü çizimine kaynaklık etti. Birçok Rönesans sanatçısı, Donatello ve Michelangelo da heykellerinde Polykleitos'tan etkilendi. 14 Ekim 2012, Türkiye, bir televizyon kanalı NTV… NTV’de yayınlanan Leonardo da Vinci belgeselinde “Vitruvius adamı” sansürlendi. Çünkü çıplaktı. Yüzyıllar öncesinin bilim-sanat birikiminden süzülüp gelen bir eserin, AKP iktidarının gerici karanlığında ifade ettiği tek şey onun çıplaklığı olunca kanal da kendi kendini sansürledi. Sansürlenen pek çok film, klip, resim, heykel ve şarkıya Leonardo’nun çizimi de eklendi. Tiyatro oyunlarını müstehcen bulup kaldırılmasını isteyen, halk türkülerini müstehcen bulup ayıklanmasını bekleyen muhafazakar sanat sevicilerine bir alan daha açıldı. Memleketin tüm müzelerine yayılmış, üstelik de mini mini okul çocuklarının götürüldüğü müzelerdeki Antik Yunan dönemine ait tüm çıplak heykeller, +18’lik bölümler yapılıp oralarda sergilensin. Daha da iyisi, milli kültür, örf ve de adetimize kati suretle uymayan bu heykeller, geldikleri yere geri dönmemecesine gönderilsin. Çanak çömlek nihayetinde…
Tarihi Rum köyünde bir ucube G
ökçeada’nın tarihi Rum köyü Bademli, taş evleri ve adaya has bitki örtüsüyle adanın korunabilmiş yerlerinden. Adanın balkonu olarak bilinen köy, gün batımında seyir yeri olmasıyla da ünlü. Ancak bugünlerde, yapılaşma tehdidi altında. Gelip köyün orta yerine kurulan ve buradan da çevreye yayılan bir otelle mücadele ediyor. SİT alanı olan bölgede şimdi altı katlı bir otel inşaatı yükseliyor. İnşaatının yapıldığı bölge SİT alanı olmaktan çıkarılmış, inşaat komşu parselleri işgal etmiş, ruhsatına aykırı bir biçimde iki kat daha fazla yapılmış, yapılırken de 1800’lerden kalan bir çeşmeyi
yıkmış durumda. Adanın canına okuyacak inşaatın durdurulması için halk seferber olmuş durumda. Adanın orta yerinde inşaat yükselirken yetkililer nerdeydi derseniz… Köyde yaşayanlar, taş evlerini onarmaya kalksalar itiraz eden koruma kurulu ortada yoktu. Ada halkının açtığı davada inşaatı mühürleme ve yıkım kararı çıkmasına rağmen kararları hayata geçirecek belediye de yoktu. Onun yerine ne vardı? Timur’un filleri misali, inşaat istemeyen adaya daha fazlasının vaadi var. Harekete geçen belediye, valilik bölgeyi ticaret ve turizm alanına çevirerek en az beş katlı binalar yapabilmek için
çevre düzeni planı hazırladı. Çanakkale İl Genel Meclisi’ne onaylattı. Böylece oteli kurtardılar hem de yenilerinin yapılmasının önünü açtılar. Gökçeadalıların talebi açık; bu denli önemli bir SİT alanı coğrafyasında yapılan “ucube” inşaatı yapan ve yaptıranların derhal durdurulması. Gerekçeleri de açık: “Yalnızca 10 santim ötesi, taşların her birinin hikâyesinin olduğu yurt”larında, hiç bir komşuluk, köylülük hakkını umursamayan, yanından bile geçmeyen bu kıyıma karşı, bundan sonra da hikayelerini emek, paylaşım ve samimiyetle yaratmak ve yaşamak...
Kültür yağmasında sıra BM’nin de¤er görüldü. 49. Uluslararas› Antalya Alt›n Portakal Film Festivali ödülleri, 12 Ekim’de düzenlenen törende sahiplerini buldu. En iyi film ödülü “zorunlu göçmenli¤i konu ald›¤›, var olma kavgas› veren az›nl›klar›n hikâyesini, bir çocu¤un gerçek ve hayal dünyas›n› birlefltirerek usta bir sinema diliyle yans›tabildi¤i için,” Hüseyin Tabak’›n “Güzelli¤in On Par’etmez” adl› filmine verildi.
T
RT İstanbul Radyosu'nun Harbiye'de bulunan tarihi binası, sadece radyo olmak üzere
planlanan özel bir bina ve kentin sembol yapılarından biri. 1949’dan bu yana Türkiye'nin önemli sesleri,
oyuncuları dünyaca ünlü klasiklere, tiyatro oyunlarına, romanlara, hikayelere Radyoevinin stüdyolarında ses verdi. Pek çok ses sanatçısı, artık birer klasik haline gelen eserlerini bu stüdyolarda seslendirdi, kaydetti. Radyoevi bugünlerde Birleşmiş Milletler’e (BM) verileceği haberi ile gündemde. Resmi bir açıklama olmasa da Türkiye'den uygun bir bina talep eden BM’ye Radyoevi’nin gösterildiği, BM’nin de incelemelerde bulunduğu ancak henüz karar vermediği yönünde bilgiler var. Binanın BM'ye tahsis edilmesi riskine karşı TRT'de örgütlü sendikalar, 2 Ekim’de bir basın açıklaması yayımladı. Açıklamada, dünya kültür mirası listeleri
hazırlayan BM’nin kendisinin bir kültür hazinesinin üzerine oturmak istediğine dikkat çekildi. BM’in kültürel konularda faaliyet gösteren kurumu UNESCO’nun, geçtiğimiz yıl 13 Şubat'ı “Dünya Radyo Günü" olarak kabul ettiği hatırlatılarak, bir tarih ve kültürün kapının önüne konulmasını BM’nin nasıl açıklayacağı soruldu. 4 Ekim’de de kurum çalışanları ve onlara destek veren İstanbullular, Radyoevi önünde bir eylem gerçekleştirdi. Yapılan açıklamada Radyoevi’nin kente kimliğini veren yapılardan biri olduğu belirtilirken köylüsünden kentlisine, kadınından erkeğine, çocuğundan yaşlısına herkesin kendi hayatından izler bulduğu, radyo ile dünyadan haberdar olduğuna dikkat çekildi.
Fontamara’dan Türkiye’ye su ve faflizm Fontamara, 1920’lerde İtalya’da bir gece vakti köylü bir ailenin dilinden anlatılmaya başlanan, Ignazıo Sılone tarafından kaleme alınan bir romanın adı. 1920’lerin faşist Mussolini rejimini köylülerin dilinden dünyaya anlatır Fontamara. O koskoca faşizm tarihinde bir köyün yaşadıklarıyla yer edinen bir hikayedir. Fontamara’lılar geçimlerini tarlalarını sürerek elde ettikleri mahsulle sağlarlar. Bu mahsul onları geçindirmeye yetmez elbette. Hatta bazı köylüler başka ülkelere göç ederek para biriktirip köydeki sevdikleriyle evlenmeye çalışmaktadır. Fontamara şehirliler için “tiksinç”, “cahil” bir İtalyan köyüdür. Hükümetçe ödenek ayrılmayan bir de kiliseleri vardır. Bir gece köyde başlayan ve sabah vakitlerine kadar süren çan sesi ile öğrenirler ki Teofiolo, kendini yoksulluk ve çaresizlikten kilise çanına asmıştır. Kiliseye en hayrı dokunan köylüdür Teofiolo, Fontamara’da. Ama kilise cenazesini kılmaz onun. Çünkü kendini asmış, dinin en yüce kuralını çiğnemiştir, yeri cehennemdir. Kilise duvarındaki İsa figüründe U¤ur İsa somon ekmeği yer, Aksoy şehirliler Fontamara’lıların ürettiği buğday sayesinde somon ekmeği yer ama Fontamara’lı bir köylü mısır ekmeğine muhtaç. Fontamara’lı kadınlar tecavüze uğramıştır yetkililerce. Hükümet destekçisi müteahhittin dolandırıcılığına uğramışlardır. Müteahhittin imzalattığı kağıtların ne olduğunu bilmiyorlardır. Ama bildikleri bir şey vardır. Suyun başını müteahhittin eşkıyaları kesmiş, papaz “ses çıkarmayın anlaşma yapılıyor” diyor, hükümet müteahhidi korumak için asker yollamış. Fontamara’lılar ne yapsalardı da acaba doğal akan ve her köylünün tarlasını sulayarak geçimini kıt kanaat sağlayan suya sahip olabilselerdi? Fontamara’lılar ne yapsalardı da sebebini bilmedikleri anlamadıkları yollarla satılan tarlalarını geri alabilselerdi. Fontamara’lılar ne yapsalardı da suyun başını kesen eşkıyaları def etselerdi. Müteahhit ve yandakçılarına cevap verselerdi. Fontamara’da ne kilisenin dini ne de hükümetin kanunları suladı köylülerin tarlalarını. Fontamara, yazıldığı 1930’lu yıllardan bugüne, hala güncelliğini koruyor. Yaşam hakkı elinden alınmış köylülerin Latin Amerika’dan ülkemize kadar yaşadıkları benzer. Köylüler o yıllarda müteahhit ve kanunlara, 2012’de de biber gazına ve “ileri demokrasi”ye direniyor Solaklı’da, Hopa’da, Karadeniz’de. Evrensel Basım Yayım’dan, Sabahattin Ali'nin bugüne değin halen taptaze duran akıcı çevirisiyle, Can Yücel’in sunusuyla, faşizmi, haydutluğu, sömürüyü ve hak istismarını iyi bir şekilde anlatıyor Fontamara. Fontamara’lıların şaşkınlığıyla da yazıyı sonlandıralım… “Müteahhit şurayı, burayı soyuyor bu apaçıktı. Fakat bunları kanun için yapıyor bu açık değildi. Milis kuvvetleri Fontamara’ya gelmiş birkaç kadının ırzına geçmişti, bu da apaçıktı. Fakat bu işleri kanun adına polis komiserinin gözü önünde yapmışlardı ki, bu pek açık değildi. Faşist dedikleri bu adamlar, sırf müteahhidi rahatsız ettikleri için, birçok adam öldürmüştü. Bu da apaçıktı. Fakat bu işleri yapanlar, katiller her defasında hükümetten mükafat görmüşlerdi ki, bu pek açık değildi.”
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ
18 Ekim 2012 / 31 Ekim 2012
16 Halk›n Sesi
S AVA fi I , Z A M L A R I N I , H Ü K Ü M E T ‹ N ‹ , T E Z K E R E S ‹ N ‹ D U R D U R A C A ⁄ I Z
Emperyalizmin askeri olmayacağız
A k ç a k a l e ’ y e d ü ş e n t o p m e rmisi, meclisten çıkarılan Suriye tezkeresine rağmen b i r ç o k k e n t t e a l a n l a r ı d o l d uran savaş karşıtları ‘barış çığlıklarını’ haykırdı ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N
A
KP’nin savaş politikaları, 3 Ekim günü Esad rejimine karşı savaşan silahlı muhaliflerin cephe gerisine dönüştürülen Urfa Akçakale’ye top mermisi olarak geri
döndü. Top mermisinin düştüğü evde 3’ü çocuk 5 kişi yaşamını yitirirken, AKP ölümlerin sorumluluğunu “misilleme vuruşu” ve “tezkere manevrası”yla üzerinden atmaya çalıştı. Ülkede ve bölgede barış isteyenler ise tüm Türkiye’de sokağa döküldü.
Çanakkale’de bar›fla soruflturma Çanakkale’den yükselen ‘bar›fl’ sesleri polisin bask›s›yla gölgeleniyor. Çanakkale Emniyeti, 4 Ekim tarihinde TBMM’de kabul edilen tezkereyi protesto etmek için yap›lan eyleme kat›lanlara soruflturma açt›. Çanakkale’de ‘bar›fl’ talebinin ‘suç’a girdi¤ini gösteren soruflturma tepki ile karfl›land›. Polis sald›r›s› sonucu meydana gelen olaylarla ilgili bafllat›lan soruflturma kapsam›nda Çanakkale Emniyet Müdürlü¤ü 60 kifliyi ifadeye ça¤›rd›.
SAVAfi KOfiULLARI DERHAL DEVREYE G‹RD‹ Savaş zamlarına, savaş tezkeresine ve savaş hükümetine karşı ilk eylem Ankara’daydı. 4 Ekim’de meclisteki kapalı oturumda yüzlerce el savaş için kalkarken, Halkevleri üyeleri meclise yürüdü. Normal koşullarda basın açıklamalarına açık olan meclis yolu, “savaş koşulları”nın yürürlüğe girmesi sonucu polis barikatıyla kapandı. Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı Samut Karabulut’un “Şimdi Özgür Suriye Ordusu’nu kahraman ilan edenlerin kendi halkına yaptığı zulmün bir örneğini izleyeceğiz. Yürüyoruz arkadaşlar” demesiyle polis saldırısı gerçekleşti. Halkevcilerin defalarca yürüme girişimine, polis defalarca biber gazıyla yanıt verdi. Ankara’da aynı günün akşamında Emek ve Demokrasi Güçleri tarafından Başbakanlık’a yapılmak istenen yürüyüş de polis saldırısıyla karşılandı. Gaz bombalarına boğulan yüzlerce kişi, GMK Bulvarı’nı trafiğe kapattı. Çatışmalar Kızılay’ın pek çok noktasına yayıldı. TAKS‹M’DE B‹NLER‹N BULUfiMASI 4 Ekim akşamı Halkevleri,
TKP, ÖDP, HDK’nın çağrısıyla Taksim’de yapılan barış ve kardeşlik buluşmasında “Emperyalizmin askeri olmayacağız, AKP’nin savaş politikalarını durduracağız” pankartı arkasında binler yürüdü. Türkçe, Kürtçe ve Arapça dövizlerle emperyalizm ve AKP lanetlendi. Demokratik kitle örgütleri, emek ve meslek örgütleri, sendikalar, kadın ve gençlik örgütleri, siyasi partiler, taraftar grupları ve LGBTT örgütleri savaşa karşı seslerini birleştirdi. Çağrıcı kurumlar adına basın açıklamasını okuyan İstanbul Halkevi Başkanı Özge Ozan, AKP’nin Akçakale’deki halkın güvenliği için hiçbir önlem almamasına tepki gösterdi. Sınır kentlerinde silahlı grupların beslendiğine dikkat çeken Ozan, savaş çığırtkanlığının Alevi ve Kürt düşmanlığı ile körüklendiğini de dile getirdi. “AKP bardağı taşırmıştır” diyen Ozan, silahlı muhaliflerin Türkiye’ye giriş çıkışlarının iptalini, Ahmet Davutoğlu’nun istifasını ve Kürt sorununda demokratik adımların atılmasını istedi. DÖRT B‹R YANDA BARIfi ÇI⁄LI⁄I Emek ve demokrasi güçlerinin barış çığlığı, sadece Ankara ve İstanbul’da değil, ülkenin dört bir yanında yükseldi. Adana, İzmir, Bursa ve Isparta’da binler AKP il binalarına yürüdü. Samsun Çiftlik Caddesi’nde, Antalya Attalos Meydanı’nda, Mersin Taş Bina önünde, Kocaeli Belediye İş Hanı önünde yapılan basın açıklamalarında Türkiye’nin Suriye’deki iç savaşı kışkırtan bir operasyon üssü haline dönüştürülmesine tepki gösterildi. Trabzon, Sivas ve Eskişehir’de de Davutoğlu’nun istifaya çağrıldığı basın açıklamaları düzenlendi. Bolu Savaş
Karşıtı Platform ise tezkerenin geri çekilmesi için imza kampanyası başlattı. Suriye’de savaşan silahlı muhaliflerin barındırıldığı, bölge halkının üzerinde ise olağanüstü hal uygulamaları ile terör estirilen Hatay’da savaş karşıtları sessiz kalmadı. Suriye’ye Emperyalist Müdahaleye Hayır Platformu, bir basın toplantısıyla emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin ellerini Suriye’den çekmesini söyledi. ÜN‹VERS‹TEL‹LER SESS‹Z KALMADI Meclisin tezkere oylamasına, üniversiteler de tepkisiz kalmadı. 4 Ekim’de Ankara Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde 10-11 Ekim tarihlerinde Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi, Kocaeli Üniversitesi ve Mersin Üniversitesi’nde Öğrenci Kolektifleri tarafından yapılan basın açıklamaları ile gençliğin “Kan, vahşet, gözyaşı değil; barış istediği” dillendirildi. Edirne’de TTB ve Tıp Fakültesi öğrencileri “İnsanlar savaşta ölsün diye hekimlik yapmıyoruz” dedi. Samsun’da ise 9 Ekim’de savaş karşıtı bir sergi açan Gençlik Muhalefeti üyelerine saldıran polis, daha sonra bu saldırıyı protesto eden HDK Gençliği ve Kolektifler’e de saldırdı. 27 üniversiteli gözaltına alındı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Kolektifler tarafından “AKP dış politikası ve savaş” konulu bir panel düzenlendi. 11 Ekim’deki panele Hatay Halkevi Başkanı Eylem Mansuroğlu, Hatay Yeşilpınar Belediye Başkanı Malik Kılıç ve Hukuk Fakültesi akademisyenlerinden
Yrd.Doç.Dr. Cavid Abdullahzade konuşmacı olarak katıldı. Panelde, gençliğin barış mücadelesinin önemine dikkat çekildi. KADINLAR BARIfi ‹Ç‹N SOKAKTA Eskişehir Demokratik Kadın Platformu’nun çağrısıyla 10 Ekim günü Adalar Migros önünde bir araya gelen kadınlar, savaşın kadınlar için ölüm, açlık, yoksulluk ve tecavüz anlamına geldiğini söyledi. “Ülkemizde günde 5 kadın ölüyor, onlarcası tecavüze uğruyor, kadınlar N.Ç. ve Ö.Ç. gibi baş harfleriyle anılıyor. Olağan sayılabilecek koşullarda bunları yaşayan kadınların savaş durumunda başına geleceklerin hesabını kim verecek?” diyen kadınlar, barış çığlığını yükselteceklerini ifade etti. SAVAfi ÇANAKKALE’YE DE GELD‹ Çanakkale’de de 4 Ekim’de Halkevleri, HDK ve TKP’nin çağrısıyla AKP İl Binası’na yapılmak istenen yürüyüş polis saldırısına maruz kaldı. Çanakkale Halkevi Yöneticisi Şeyma Öztürk’ün gözaltına alındığı vahşi saldırıda bir kişinin kulak zarı patladı, bir kişinin burnu kırıldı, bir kişinin kolu çıktı, kalp hastası bir kişi hastaneye kaldırıldı ve solunum cihazına bağlandı, bir kişi de epilepsi krizi geçirdi. Çanakkale Emniyet Müdürü, büyük yankı uyandıran saldırı ile ilgili “Görev gereğiydi. Biz insan odaklı bir teşkilatız” açıklaması yaptı. Çanakkale Halkevi bir
basın açıklaması ile insanların savaş ve ölüm istememesinin doğal bir durum olduğunu belirtti. Halkevciler, “Bizler gücümüzü halktan alırız. Ancak sizin insanlara saldırı emrini Ankara’dan siyasal iktidardan aldığınız çok iyi bilinmektedir” dedi.
Antalya halk› bar›fl için yürüdü Antalya’da Halkevleri taraf›ndan gerçeklefltirilen bar›fl yürüyüflüne yüzlerce kifli kat›ld›. Yürüyüfl sonras›nda yap›lan bas›n aç›klamas›nda Suriye’ye yönelik emperyalist müdahalenin protesto edildi¤i eylemde Hatay’da anayasal haklar›n ask›ya al›nd›¤›na, Urfa Akçakale’nin AKP taraf›ndan silahl› çetelerin yol geçen han›na çevrilerek savafl alan› haline getirildi¤i ifade edildi. Hatay halk›na destek mesaj›n›n verildi¤i eyleme Ö¤renci Kolektifleri ve Liseli Genç Umut da kat›ld›.
On binler Ankara’da eşit yurttaşlık istedi A
levi Bektaşi Federasyonu (ABF) ve Alevi Dernekleri Federasyonu’nun (ADFE) düzenlediği Laik Demokratik Türkiye İçin Eşit Yurttaşlık Mitingi 7 Ekim’de Ankara’da gerçekleşti. Mitinge katılımın 50 bini aşması nedeniyle yürüyüş saati beklenmeden eylem başladı. Yüzlerce Alevi derneğinin pankartı arkasında yürüyenler; Alevilere yönelik faşist-gerici saldırılara, Alevi düşmanı yargı kararlarına, zorunlu
din derslerinin yanına 4+4+4 ile birlikte seçmeli din derslerinin de eklenmesine ve tabii ki Alevi düşmanlığının simgesi haline gelen Başbakan Erdoğan’a tepki gösterdi.
okuyan Bülbül’ün kürsüye çağırdığı Alevi dedelerinin dinsel kimliklerini ön plana çıkartarak kitleye dakikalarca “allah allah" çektirmesi de miting sonrası eleştiri konusu oldu. Bülbül’ün politik vurgulardan yoksun konuşmaları, ABF ve ADFE başkanlarının konuşmalarıyla dengelenebildi. ADFE Genel Başkanı Hüsniye Takmaz ve ABF
Ankara’daki Eşit Yurttaşlık Mitingi’nde buluşan on binler, Alevilere yönelik saldırılara, savaşa ve 4+4+4’e karşı mücadele çağrısı yapıldı
SAVAfiA VE 4+4+4’E TEPK‹ Suriye’ye yönelik emperyalist bir saldırıya karşı pek çok kentte savaş karşıtı bir cephe örgütleyen Halkevleri, ÖDP, TKP ve HDK, Eşit Yurttaşlık Mitingi’ne de “savaş karşıtlığı” damgasının vurmasını sağladı.
Binler, pankart, slogan ve dövizleriyle AKP’nin savaş politikasına tepki gösterdi. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin “Savaş olmasın istiyoruz” pankartı da yürüyüş boyunca alkışlarla karşılandı. Savaş karşıtlığının yanı sıra 4+4+4 gerici, piyasacı, cinsiyetçi, ayrımcı 4+4+4 eğitim sistemine yönelik tepkiler de dikkat çekti. On binlerce kişi tren garından Sıhhiye Meydanı’na yürürken, Ankara Halkevleri’nin çağrısıyla şehirdışından gelen yaklaşık 1500 Halkevci de Kurtuluş Meydanı’ndan alana ulaştı. Yürüyüş güzergahı boyunca alkışlarla desteklenen Halkevleri kortejinin, savaş karşıtı sloganları
Kızılay sokaklarını inletti. KONUfiMALAR B‹RB‹R‹N‹ DENGELED‹ Miting alanındaki programın sunuculuğunu Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Kemal Bülbül yaptı. Hitabetini daha ziyade Alevi örgütleri ile sınırlayan ve elinde bulunan kitaptan Aleviliğe özgü şiirler
Genel Başkanı Selahattin Özel, konuşmalarında AKP’nin kendisi gibi düşünmeyen herkese saldırdığını fakat bu mitingde ötekileştirilmek istenen kitlelerin yan yana geldiğini vurguladı. Tek inanççılık ve tek mezhepçilik politikalarına tepki gösterilen konuşmalarda, “Dindar nesil yetiştirmek istiyoruz” sözü sonrasında hayata geçirilen 4+4+4 eğitim sistemine karşı mücadele çağrısı da yer aldı. Takmaz ve Özel, Suriye’ye yönelik savaş politikalarına da asla müdahil olmayacaklarını vurguladılar. Miting Arif Sağ ve Musa Eroğlu’nun türküleriyle sona erdi.