PROLETER KURTULMAK YOK TEK BAŞINA ! YA HEP BERABER YA HİÇ BİRİMİZ
Cilt 2, Sayı :17 AB EMPERYALİZMİNİN DERİNLEŞEN KRİZİ Aklını duygularının yerine koyan, düşünerek değil bağırarak kendini ifade eden, daha söylediği söz ağzından yeni çıkmışken onun tam tersini düşünen ve söyleyen; Türk burjuvazisinin karakteri, ateşli bir ruha sahip olması değil, aptal eğitimsiz bir beynin diline sahip olmasıdır. Bu dilin sahibi kendisinden çıkan sözleri tekzip etseydi, hiç düşünmeye, araştırmaya zaman bulamazdı. Ne var ki dilin sahibi şanslı, çünkü hiç düşünmüyor, araştırmıyor, böylece kendisi ve kendisi dışındaki olgular karşısında şaşkınlığını dile getirmekten öteye bir şey elinden gelmiyor. Türk burjuvazisi uzunca bir süre tam bir şark kurnazı gibi ABD ve AB
HAZİRAN
2005
arasında onların her istediğini yapmaya hazır gibi davrandı. İstenilenlerin kendisinin egemenlik haklarını elinden alacak talepler olduğunu gördüğünde oyalama görünüşte yapıyormuş gibi davrandı. Girmek için can attığı AB emperyalizminin kampına kapıya çağrıldığı her seferinde azarlanarak geri çevrilmesini muhatap alındım diye havaya sıçrayarak kutladı. 25 Mayıs 2005 de Fransa ve Hollanda’da AB Anayasasına ret oyu çıkması karşısında bu ret oyunu kendisinin kabul edilmeyeceği olarak gören burjuvazi şok oldu. “AB ölüyor mu?”, “AB çatırdıyor mu?”, “AB’nin sonuna mı gelindi?”, “AB, ABD ve Asya’nın (Çin, Hindistan) gerisinde mi kalıyor?” Referandumu takip eden günlerde burjuva kamuoyunun yorum 1
başlıklarıydı. Hayır’dan kendisine Hayır’ı çıkaran Türk burjuvazisi hayal kırıklığını böyle bir birliğe girsek ne olura dönüştürdü. Türk kapitalistleri TÜSİAD kamuoyunu uyarmak zorunda hissetti kendisinin akıl hocaları efendilerinin karmaşık duygularını yansıtmışlardı. Haziran ayı boyunca referandumu izleyen günlerde Melemen testisi gibi TV ekranlarına sıralanan konunun uzmanları derin bilgilerini efendileri kapitalist sınıfın ve hükümetin hizmetine sunarak Türk burjuvazisine yol göstermeye çalışıyorlar. Heyecanlı kendine güvensiz, ortada kal aktan korkan kendine fırtınalı denizde sığınacak liman arayan Türk burjuvazisi ne yöne gideceğini ne yapacağını şaşırmış durumda AB gerçekten ölüyor mu? Türkiye’ yi AB’ye almayacaklar mı? Tüm bu sorular Türk burjuvazisini evlilik umuduyla her şeyini vermiş,bir köşede bırakılmış kendini kandırılmış hissetmesine yol açan 2
çaresizlik içinde ABD ve AB emperyalizmi arasında gidip geliyor. 17 Aralık’ta AB emperyalistleri kendisine müzakere için tarih verince bunu evlilik için gün gibi görüp davul zurnayla kutlamıştı. AB II. Emperyalist paylaşım savaşından sonra dişleri dökülen eski emperyalist devler, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Sovyet korkusuyla ABD’nin koltuğunun altına girdiler. ABD emperyalizminin jandarmalığını kabul etmek zorunda kaldılar. Avrupa burjuvazisi sosyalizm korkusuyla ABD’nin hamiliğini kabul ederek kendi emperyalist yayılma hedeflerini ABD’nin denetimine ve iznine bıraktı. Sovyetler Birliğine karşı açılan soğuk savaşta NATO şemsiyesi altında ABD’nin arkasında saf tuttular. ABD emperyalizmi bunu kullanarak Avrupa’ya yerleşmiş oldu.
Büyük patronu kızdırmadan, sessiz ve derinden eski gücüne ulaşmak isteyen Almanya, Fransa 1958 Roma bildirgesiyle İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg’ la birlikte AET adı verilen birliği oluşturdular. Birliğin hedefleri, amacı, ekonomik, ticari işbirliğine dayalı mütevazı bir örgüt olarak deklare edildi. Fincancı katırları ürkütmedi. Almanya ve Fransa’da henüz daha ABD emperyalizmi için bir hısım değildi. 80 sonlarında ortaya çıka “Yeni Dünya Düzeni” Sovyet Sosyalist emperyalizminin çöküşü ABD emperyalizminin eski ekonomik gücünden uzak oluşu Almanya ve Fransa’nın başını çektiği bu emperyalist soygun bloğunun birlikte ve tek tek emperyalist ülkeler olarak çıkarlarını netleştirmeleri için hamle yapmaya zorladı. 1993’de AET’den AB’ye dönüşen blok dünyanın yeni paylaşım savaşı içinde kendi stratejisini çizmek zorunda
kalıyor. Askeri anlamda ABD’nin çok gerisinde, O’na kafa tutmaktan uzak olan Almanya, Fransa rakipleri ABD, Rusya, Çin karşısında askeri bir oluşuma gitmek için attıkları AB ordusu tasarısı hasımları tarafından siyasi diplomatik manevralarla sekteye uğratıldı. Balkanların paylaşılması sırasında güçler askeri olara bir kez daha sınandı. Balkanları kan gölüne dönüştürdü. Afganistan ve Irak’ın işgali ABD emperyalizminin gücünün ve güçsüzlüğünün sınırlarını belirlerken aynı olgu Almanya ve Fransa’nın Irak’ın zenginliğinin Rusya ile birlikte ellerinden akıp gitmesine seyirci kalmalarına neden oldu. Bir zamanların “Güneş Batmayan İmparatorluğu” olarak adlandırılan Büyük Biritanya nın İngiliz emperyalistleri eski sömürgesi ABD emperyalizminin efendiliğini kabul edip kuyruğuna takılarak Orta Doğuya yöneldiğinde Almanya ve Fransa’yı kendi kaderine 3
terk ettiğinde AB ilk darbeyi yemişti. Açılan sadece Atlantik’in iki yakası değildi Manş’ da açılmıştı eski Avrupa dan. Hep birlikte değil, herkes kendi başına avlanacaktı. Birleşik bir Avrupa Devleti hayali ki ne Almanya’nın ne de Fransa’nın niyetiydi bu burjuva emperyalist kalemşörlerin çarpıtması ve ikiyüzlülüğünden başka bir şey değildi. Avrupa Birleşik Devletleri hayali. Emperyalistler arası ittifak birbirlerinin nüfuz alanını elde edebilmek sömürgeleri paylaşmak yeni sömürgeler yaratmak emperyalizme karşı ‘direnen uluslar’ı dize getirmek için geçici bir süre yapılan ve her an değişebilecek ittifaklardır. Şu yada bu emperyalist ülkeler arasındaki dostluk kalıcı değil değişkendir. Bu ittifakları belirleyen güçler dengesi ve tekellerin çıkarlarıdır. Kapitalist eşitsiz gelişim yasası, emperyalist ülkeler arasındaki güçler dengesini değiştirdikçe, 4
paylaşılmış dünyanın yeniden paylaşılması için emperyalist ülkeler arasındaki savaş kızışıyor. Kapitalist krizler bunu tetikliyor. Bu durum emperyalist tekeller, gruplar ve ülkeler arasında yeni işbirlikleri hasımlarına karşı birlikte çullanmayı bazen de geçici olarak önce bir bütün olarak emperyalizme şu yada bu nedenle direnen ülkelere saldırı için ittifak yapmaya zorluyor. Emperyalist burjuvazi politikalarını uygulamak için kendi halkını kandırmak onları kendi politik çıkarlarının peşinde sürüklemek zorunda, emperyalist paylaşım savaşları öncesi tüm dünyada milliyetçi faşist dalganın yükselmesi burjuvazinin bu politikaları sonucudur. Halkları emperyalist çıkarlar uğruna birbirlerinin gırtlağına saldırmalarını başka türlü gerçekleştiremez. Bunu yaparken aynı zamanda milyonlarca insanın ölümüne vahşete yol açan politikalarıyla kendi sonunu
da hazırlaması yaşamın diyalektiğidir. Emperyalizm insanlığın önüne barbarlık ve sosyalizmi koymuştur. Ya büyük yıkımlar sosyalizmi doğuracaktır yada sosyalizm büyük yıkımları barbarlığı önleyecektir. 29 Mayıs AB Anayasası Referandumu Avrupa emperyalist burjuvazisi kendi politik çıkarlarını yığınlar nezrinde kabul ettirmek politik manevra alanlarını güçlendirmek için AB emperyalizminin anayasasını onu oluşturan ülkelerin halklarının önüne oylaması için koydu. Almanya, Avusturya da çok az farkla evet oyuyla rahatlayan burjuvazi 29 Mayısta Fransa ve ardından Hollanda da ezici Hayır oylarıyla sarsıldı. Artık anayasayı bu haliyle tekrar halkların önüne koyamayacağını anladı. Anayasanın diğer üye ülkelerde oylanması ileri bir tarihe ertelendi. İşçi sınıfı ve
halklar için AB anayasası yeniden süslenecek, makyajla yeniden sunulacaktı. Oysa daha Fransa da ki oylama öncesi hayır çıkacağı biliniyordu. Bunun için Avrupa’nın tüm burjuva hükümetlerinin başkanları Fransa’ya sükun etmişti. Almanya Başbakanı Gerard Şehöder, İspanya Başbakanı Zapotone, Polonya Devlet Başkanı Alexsandel Kwaleswki, Fransız halkına evet dedirtebilmek için Fransız burjuvazisinin yardımına koştu. Jack Chirack, Fransız seçmenine ABD ve Çin’e karşı AB’nin durabileceğini söyleyerek Fransa’nın küçük burjuva milliyetçi duygularına hitap ediyordu. Fransız emekçileri, Fransız tekelleri için değil ‘kendisi’ için sandığa gittiğinde sandıktan hayır oyu çıktı. Fransız burjuvazisinin propagandası geri tepti. Önce Fransa ardından Hollanda da AB anayasasına ret oyu çıkması onu izleyen 16-17 Haziran AB bütçe 5
görüşmelerinde AB emperyalistleri arasındaki çelişki, kriz saklanamaz bir gerçek olarak çıktı. AB yi oluşturan üç büyük emperyalist İngiltere, Fransa, Almanya arasındaki ayrılığın gün ışığına çıkması, tarafların birbirlerini sert bir dille eleştirmesi, bu emperyalist kampın geleceği üzerinde şimdiden güvensizliğin, kuşkuların artmasına neden oldu. Avrupa işçi sınıfı ikinci paylaşım savaşı sonrası kendi sınıf iktidarı sosyalizm mücadelesini, burjuvazinin ödünü sosyal devletle değiştirdiğinde, Avrupa da bilimsel sosyalizmin yerine Avrupa Komünizmini koydu. Emperyalist burjuvazi Sovyetler Birliğinin yolunu kesmek için burjuva sosyalizmini sosyal devletin oluşmasına izin verdi. Avrupa işçi sınıfı, özellikle devlet işletmelerinde daha yüksek ücretler, yaşam standartlarının artması, çeşitli yardımlar vb ile küçük burjuva bir yaşam sürdürmeye başladı. 6
Aristokratlaşan Avrupa İşçi Sınıfı kendi ülkelerinin burjuva politikalarının peşinden sürüklenmeye başladı. Bütün amacı burjuvaziyle işbirliği içinde yaşama biçimini yükseltmek sosyal yardımların miktarını arttırmak, bunun karşılığında sermayenin iktidarlarına dokunmamak emperyalist soyguna sessiz kalmak üzerine kurulu Avrupa Komünizmi, Avrupa sosyalizmi ve partileri doğdu. 70’lerde ki petrol krizi, balayının bittiğinin ilk işaretleriydi. 80 sonlarında Sovyet sosyal emperyalizminin çöküşü noktayı koydu. İşçi sınıfıyla burjuvazinin barış içinde bir arada yaşama palavrası, emperyalistler arası suni dengeler her türden gerici teori buruşturulup atıldı. Ekonomik krizler, (son Asya krizi) rekabet, kapitalist eşitsiz gelişim yasası (dünün yarı sömürge, sömürge ülkeleri Çin ve Hindistan’ın birer emperyalist güç haline gelmesi, paylaşımda bizi de
hesaba katın demesi, Sovyet Rusya’nın çöküşü) hammadde ve enerji kaynakları için gittikçe artan savaşlar (Irak’ın ve Afganistan’ nın işgali) kısacası kapitalist emperyalist ilişkilerin onulmaz çelişkileri sınıf savaşımını daha da derinleştirdi. Emperyalist burjuvazi içine düştüğü bunalımdan çıkış yolu olarak işçi sınıfının üzerindeki baskıyı artırmak sömürü koşullarını yükseltmek zorunda. Bütün dünya da işçi sınıfı burjuvazinin saldırıları karşısında örgütsüz, hazırlıksız yakalandı. Sosyal ideolojik, örgütsel ve moral olarak işçi sınıfı sermaye karşısında tarihinin en kötü dönemini yaşıyor. Elbetteki bunda sosyalizmin kazandığı prestijin revizyonistler tarafından tüketilmesinin büyük rolü var. Bütün bu olgulara rağmen işçi sınıfı hesaba katılmadan hiçbir şey olmayacağını Fransa ve Hollanda’da emperyalist yayılmanın
meşrulaştırılacağı, işçi sınıfı üzerindeki baskıların yasallaştırılacağı AB Anayasasına verilen ret oyuyla bir kez daha açığa çıktı. “Hayır oylarını en yoğun kullananlar daha çok işçi, ücretli zanaatkar, ziraatçı gibi alım gücü düşük olan toplum grupları oldu.” (30.05.2005 BİA Haber Merkezi BİANET) Sınıf bilincinden yoksun Fransız emekçisi seçim sandığında eskiyi korumak için HAYIR dedi. Fransız emekçileri AB emperyalizminin anayasasına karşı kendi programlarıyla çıkmadılar. “Hayır” Fransız emekçileri için mevcut durumun korunmasıydı. Sayım bittiğinde AB burjuvazisi yeni bir saldırı hazırlığıyla AB anayasasını makyajla yarak yığınların önüne tekrar sunacak yada göstermelik sermayenin işine yaradığı sürece geçerli olan burjuva demokrasisi hasır altı edilerek referanduma gerek duymaksızın kabul 7
edilecektir. Referandum Fransız burjuvazisi için hasımlarının karşısında prestij kaybı, Fransız kibirliliğine bir darbe, işçi sınıfı için ise çetin bir savaşın başlangıcı, şimdiden görünen o ki Fransız burjuvazisi, işçi sınıfını işçi sınıfı emperyalist burjuvaziyi geliştirecek. Burjuvazinin tüm dünyada ki genel eğilimi ücretlerin en düşük ülkelerin koşullarına çekilmesi yönündedir. Uluslar arası kapitalist rekabet bunu zorlar. Ücretler arsındaki ulusal farklar işçi sınıfı aleyhine sürekli bir şekilde yaşam biçimi en geri olan ülkenin işçi sınıfının yaşam düzeyine çekilme eğilimi gösterir. Bütün ülkeleri kapitalistleri ve onların savunucuları sürekli bir şekilde iş gücünün fiyatı daha düşük olan ülkeleri örnekleyerek ulusal zenginliğin kaynağının iş gücüne ödenen miktarın düşürülmesinde yattığını, ülke ekonomisinin rekabet gücünü yüksek ücretlerden 8
dolayı kaybettiğini söylerler. Bunlar kapitalist ekonomi içinde doğrudur da. Yani kapitalistler üretimin biricik amacı gerekli emek miktarını düşürmek, artı emek miktarını, kapitalistin el koyduğu artı-değer miktarını, artı-değer oranını yükseltme eğilimi taşır. Bu kapitalist üretimin temel üretim yasasıdır. “Fransız seçmeni, Hintli mühendislerin günde 35 saat çalışmaya hazır olduğu bir dünya da 35 saatlik iş haftasını korumaya çalışıyor. Hindistan ile karşılaştırıldığında BatıAvrupa, Türk hemşirelerin hizmet verdiği bir huzur evine benziyor.” (03,06,2005 Friedman New York Times 30,05,2005 Baa Haber Merkezi. Biz net) İşçi sınıfını sömürmek söz konusu olduğunda kapitalistlerin savunucularının 24 saatlik bir günü nasıl 35 saate çıkardıklarını görüyoruz. Bir Hintli mühendis 24 saatlik bir günlük zaman diliminde 35 saat nasıl çalışır bilemeyiz, biz Amerikan
burjuva zekası zaman kavramına yeni bir şey getirmiş olmalı diyelim. Yeni kıtadan Anadolu topraklarına dini bütün Fettullahçılarımız Zaman gazetesi yazarına kulak verelim. “… 60 milyonluk Fransa nın yüzde onu işiz… kimse az çalışma saatleri, yüksek asgari ücret ve ballı ayrıcalıklardan vazgeçmek istemiyor.” (22,06,2005 Abdulhamit Bilici. Zaman) Eski solcu Hadi Uluergin , Hürriyet gazetesindeki kendi modern zamanından, Fransız emekçilerine o kadar kızmış ki küfür ederek öfkesini açığa vuruyor. Fransız emekçileri Hadi Beye göre tembel, asalak, Polonyalı muslukçuların kendi yerini almasından korktukları için “hayır” oyu vermiş. Milliyet gazetesi yazarı H. Cemal iş daha ileriye götürüyor. O sadece Avrupa işçi sınıfıyla yetinmiyor, kendi burjuvalarından sonra geri kalan zekasını AB emperyalist burjuvazisinin hizmetine akıl hocalığına veriyor.
“işgücü piyasasının esneklikten yoksunluğu vergi ve sosyal güvenlik düzenindeki ağırlık ve katılıklar yıllardır ekonomik büyümeyi frenliyor. Küresel rekabette Avrupa yı zorluyor, geride bıraktırıyor. “Avrupa böyle giderse, önemsizleşecek, dünya sahnesinde siyasal oyuncu olarak nüfusunu yitirmeye başlayacak ve küresel siyasette Amerika’dan sonra Asya’yla da aşık atacak hale gelecektir.” Hasan Cemal Beyimiz emperyalist AB burjuvazisine onlardan öğrendiği reçeteyi onlara satıyor. Çözüm: “daha liberal bir ekonomi” 24,06,2005 Milliyet Fransız emekçileri AB anayasasının kendisi için, ücretlerin düşürülmesi, çalışma saatlerinin arttırılması, yerini Polonya, Bulgaristan, Romanya ve Türkiye den gelecek olan daha düşük ücretlerle daha uzun süre çalışmaya razı emekçi kardeşlerinin alacağı anlamını taşıdığını gördü. Bu AB emperyalizminin 9
genişlemesinin bir yüzüydü ve Fransız işçileri, emekçileri anayasanın sadece bu yüzünü gördü. Öfkesi sınıf bilincinden yoksun emekçinin, kapitalist üretime ve onun temsilcilerine değil, emperyalist kapitalizmin gelişmesine, kapitalizmi yıkmaya değil eski sosyal düzeni burjuva sosyalizmini korumaya yönelik gerici istemler taşıyor. Fransa ve Hollanda’da hatta bir çok Avrupa ülkesinde işçi sınıfı arasında da yabancı düşmanlığı bu ülkelerin emekçileri arasında daha geri yoksul ülkelerden gelen emekçilere karşı kardeşçe duygular beslenmediği bilinen bir şey. İşçi sınıfı henüz politik bilinçten yoksun kendi bağımsız sınıf patisi içinde burjuvaziye karşı örgütlenmediği her yerde ve zamanda işçilerin kapitalizme karşı eylemleri böyle olur. Emperyalistler arası rekabetin keskinleştiği koşullarda emperyalist burjuvazi işçiler arasında düşmanlığı körükler 10
milliyetçi faşist akımlar güçlenir, yığınlar emperyalist çıkarlar için yeni bir gırtlaklaşmaya doğru götürülür. Bunu dengeleyecek yegane güç işçi sınıfını bilimsel sosyalizm öğretisiyle yolunu çizen sınıf partileridir. Haziran-2005 Geçen Sayıdan Devam. (TÜRKİYE SOSYO EKONOMİK YAPI) Önemli Not: Bu yazı dizisi bu yayının görüşlerini yansıtmamakta, sadece bu konuda tartışmaların oluşması yönünden okuyucu kitlesine bilgilendirme açısından yayımlanmaktadır.
EGE VE MARMARA BÖLGESİNİN TARIMSAL YAPISI Toprak Dilimleri (Dekar) 1-20 21-50 51-100 101-200 201-500 201 Toplam
Hane %
Alan %
39,2 28,9 20,5 8,4 2,4 0,6 852,551
8,5 19,1 27,1 21,2 12,3 11,7 4,724,318 Ha
Ortalama İşl. Alan Ha 1,2 3,66 7,32 13,92 28,39 180
Tablo 1 toplam hanelerin %0,6’sı iken toplam alanın %11,7’sini işlemektedirler. Diğer işletmelerin %60,2’si toplam alanın %79,8’ini kullanmaktadır. Bölgenin iklim yapısı ve ekim süresinin uzunluğu toprakları daha verimli kullanmasını beraberinde getirmektedir. İki bölgenin ürün desenini ortaya koyarak kullanan alanlardaki köylülerin farklılaşmasını ortaya koymaya çalışalım:
Ege ve Marmara Bölgesi yapı bakımından birbirine benzediği için iki alanı birlikte ele aldık. Bölgede toprak yoğunlaşması kendisini İç Anadolu bölgesi gibi net göstermemektedir. Fakat yinede küçük toprak dilimleri işleten aileler toplam aileler içindeki fazlalığına rağmen bölge toplam alanının çok küçük bir kısmını işlemektedir. 1-20 ‘da işleten aileler %8,5 gibi bir alanda %39,2’lik bir aile ile yığılırken diğer uçtaki 501 da’dan büyük işletmeler %
İşlenen Toplam Alan 11
Tahıl Baklagil S.Bitkileri Yağlı Tohum Yumru Bitkiler Sebze Alanları (Bağ ve bahçe alanları hariç)
42,8 4,45 8,31 9,93 1,34 5
2,051,662 Ha 212,832 Ha 399,086 Ha 476,445 Ha 65,264 Ha 239,620 Ha
Tablo 2 Bölge oldukça karmaşık bir ürün desenine sahiptir. Birçok alanda ikili ekim yapıla bilinirken bazı alanlarda da tek ekim yapılmaktadır. Bunu ayrıştıracak verilere sahip olmadığımızdan ikili ve tek ekim konusunda net bilgiler vermekten oldukça uzağız. Sadece genel olarak incelemeye çalışacağız. Zira köylülükteki farlılaşma sadece işledikleri alanların genişliklerinden değil aynı zamanda işledikleri alanın verimliliği ve bu alanları işlemekte gereken işgücü ve Toprak Ort. Dilimleri İşl.Alan (Ha) 1-20 1,2 21-50 3,66 51-100 7,32 101-200 13,92 201-500 28,39 12
iş aletlerinin yapısı genel olarak işgücü yoğunluğu ve toprağın geliri ortaya koyar. Toplam alanın yaklaşık %50’si tahıla ayrılmaktadır. Buna bağlı olarak tahıl ve diğer bitkilerin ekildiği iki ürün ve nöbetleşe ekimi de göz önüne alırsak tahıl dışındaki olanlar özellikle sebze ve sanayi bitkileri ekim alanı daha da genişlemektedir. Hanelerin gelirlerini genel olarak incelersek, biraz daha netleşme sağlayabiliriz. Tahıl açısından incelersek; GS.Yıllık Gelir(TL) *1829 kg/ha 41,701 x19 kğ/TL 127,188 254,377 483,734 986,580
501+
180
6,255,180
Tablo 3 Tahıl ekiminde 1-100 dekar arası işletmelerin gayri safi gelirlerinden işletme masrafları düşüldüğünde ve aile bireylerinin işgüçleri ücrete dönüştürüldüğünde yıllık gelirleri asgari ücretin altında bir düzeye düşmektedir. 1980 yılı verileri ile ortalama nadas alanının %34 olduğu da hesaplanırsa kullanılan alan %34’ü bir yıl boyunca kullanılmamakta ve bu geliri azaltan faktör olarak kaldığına göre 101-200 dekarlık alanlar dahi kuru tarımın yapıldığı alanlarda geçimlik işletme olarak kalmaktadır. 201-500 da işletmeler orta boy işletmeler grubuna girerken 501 da’dan büyük işletmeler büyük işletmeler grubuna girmektedir. Bunun yanında bölgenin iklim koşulları ve sulanan alanları dikkate alırsak toplam 4,700,000 Ha alanın ancak ortalama 130,000 hektarı
sulanmaktadır. Sulanan bu alanlardaki işletmelerde baklagillerde gelirler 3,5 katı artmakta, sanayi bitkilerin ekimi halinde toplam gelir 6 kat artmaktadır. İşletme giderleri bu bitkilerle birlikte arttığı da hesaba katılırsa 21-50 dekarlık alan sınırından küçük işletme grubu 51-200 da’lık işletme grubu orta boy işletme grubunda iken 201 da da’dan büyük tüm işletmeler yapıları kullandıkları iş gücü açısından da kapitalist işletme grubuna dahildirler. Marmara ve Ege Bölgesi kırsal yerler tüketici endeksine baktığımızda yukarıdaki gelirler ve harcamalar kıyaslandığında düşüncemizi doğrulamaktadır.
13
1973—74 =100 Gıda Ev eşyası Giyim Konut Sağlık ve bakım Ulaştırma Genel
3,817 3,474 3,064 4,202 3,622 5,027 3,606
Tablo 4 birlikte sanayi bitkileri Ortalama giderlerin ki üretiminin yapıldığı bu giderlerden tarım için alanlarda 100 da üzerindeki yapılan harcama hariç tüm işletmeler kapitalist tutulmaktadır. Yukarıda nitelikli işletme grubuna verdiğimiz tahıl ve sebze ve dahil olmaktadırlar. Sanayi bitkileri üretiminde İşletmelerin ürün yapıları gayri safi gelirden tüketim konusundaki veri yetersizliği harcamaları düşüldüğünde bunu rakamlarla ortaya yaptığımız sınıflandırmanın koymaya engel olurken niteliği kendisini rahatlıkla ancak yukarıdaki verilerin ortaya koymaktadır. Toplam ışığında sınıflandırmayı bu gelirler ve harcamaları biçimde ortaya koyabiliriz. kıyasladığımızda köylülüğün İşletmelerin sınıflandırması netliğe yapılarında oluşan kavuşmaktadır. Ortalama değişikliklerde bu işlenen alan genişliklerinde yapılanmanın gerçekleştiğini köylülüğün ortalama gelir ve incelersek toprağın giderleri ve nadas olarak gelişimini ve yöneldiği yapıyı ayrılan alan hesaba tahlil etmek daha da kolay katıldığında 1-200 dekarlık alanlar salt kuru tarımda olacaktır. küçük işletme grubuna girerken sebze ve tahıl ile 1950-1973 Yılları Arasındaki işletme yapılarındaki değişmeler; 14
Toprak Grubu Dekar 1-50 51-100 101-200 201-500 501+
1950 Hane % 57,6 27,5 9,9 3,1 1,9
1973 Alan % 16,1 21,2 17,1 24,1 21,5
Hane % 68,1 20,5 8,4 2,4 ,06
Alan % 27,6 27,1 21,2 12,3 12,0
Tablo 5 Ege ve Marmara bölgesinde işletmelerin yapısında belirgin bir parçalanma görülmektedir. 1-50 da işletmeler hane olarak %1 oranında artarken işlenen alanda %11,5 artış göstermektedir. 51-100 da işletmelerde hane yüzdesi %17 ekilirken (iken) işledikleri alan %5.9 oranında artış göstermektedir. 101-200 d işleten işletmeleri de haneler %1,5 oranında gerilerken işledikleri alan %4,1 oranında artış göstermektedir.201-500 da işletmelerde hane oranı %0,7 gerilerken işledikleri toplam alan da %11,8 kadar gerileme göstermektedir. 501 da’dan büyük işletmeler %1,9’dan % 0,6’ya düşerken
toprak oranları da %21,5 ‘dan %12’ye , %9,5 oranında düşmüştür. Bu hızlı parçalanma işletmeleri küçültürken , küçük işletmeleri de 1-5 da işletmeler tarımdan çekilirken parçalanan büyük işletmeler orta büyüklükteki işletmelerde büyümeler görünürken toprak alanları da büyümektedir. Bu durum parçalanan bir yapının ifadesi olarak kendisini ortaya koyar. Küçük işletmelerin bölge yapısına bağlı olarak geçimlik üretime yönelmeleri özellikle sebze ve sanayi bitki ekim alanlarını genişletmeleri bu ailelerin tarımda tutunmalarını sağlarken, orta büyüklükteki işletmelerin bu yapılanma 15
kapitalist işletmeler olarak işletmeler bu işletmelerin çalışması ve bu işletmelerin tarım aletlerinden yararlanması bu yapıların üretim deseni içerisindeki işletmelerinde hasat ve gelir yüksekleri aile üretimde verimliliği artırması bireylerinin toprağı ve hasat dönemini işgücü paylaşmasını beraberinde getirmektedir. açısından kısaltması işletmelerin Büyük işletmelerde parçalanmasında özendirici sanayinin zorladığı ekim bir etken olarak görülebilir. biçimine bağlı olarak Bu parçalanmaya üretimin şekillenmesi ve rağmen küçük toprak tarım aletlerinin bu alanlarına sahip aileler işletmelerde yoğunlaşması topraktan hızla ve gelir yüksekliği aileyi ve yalıtılmaktadır. Tarımdaki toprağı parçalamaktadır. bu kapitalist nitelikteki Buradaki parçalanmanın bir yapılanma küçük toprak etkisi de eldeki arazinin sahibi aileleri yoksulluğun genişliğine rağmen toplam sınırına doğru alanın küçük birimlerden zorlamaktadır. Sahip olunan oluşması ve geniş bir toprakların büyüklük extantif ekime olanak dağılımlarının vermemesi de gösterilebilir. gösterdiği Bölge modern arım yapılanma budur. Zira küçük girdilerinin yüksek olduğu bir işletme grubunun alt sınırını alandır. Arazi yapısının 21 da belirlerken 20 da’da dağınık ve küçük küçük işletmeler geleneksel birimlerden oluşması bu yapılanmanın devamından yapılanma ile çekişmektedir. başka bir şey değildir. Özellikle meta üreten küçük Sahip olunan toprakların büyüklük dağılımları ve tarım işletmeleri Toprak Grubu Dekar 16
1950 Hane
1973 Alan
Hane
Alan
1-20 21-50 51-100 101-200 201-500 501+
%
%
%
%
35,1 35,7 22,2 4,6 1,6 0,8 807,366
8,0 24,1 30,5 12,5 11,3 13,6 4,397,728 HA
39,2 28,9 20,5 8,4 2,4 ,06 852,551
8,5 19,1 27,1 21,2 12,3 11,7 4,724,318 Ha
Tablo 6 Sahip olunan toprakların hane dağılımlara ve hanelerin toprak işletmesi olarak aralarında belirgin farklılıklar bulunmaktadır. 1-20 (da) Toprak sahibi haneler %35,1 iken tarımla uğraşan aileler sayısı 39,2 dir. 21-50 (da) sahibi hanelerin %28,9u tarımla uğraşmakta ailelerin %6,8’i tarımla uğraşmamaktadır. 51-100 (da) sahibi hanelerin %22,2 tarımla uğraşan aileler %20,5’dur. Ailelerin %1,7’si tarımda görünmemektedir. 101-200 da toprak sahibi aileler %4,6 iken tarımla uğraşan ailelerin sayısı %8,4’tür. %3,8’lik bir işletme artışı vardır.
201-500(da) toprak sahibi haneler %1,6 iken tarımla uğraşan aile sayısı %2,4’tür. %0,8lik bir artış söz konusu 501 da büyük alanda toprak sahibi haneler %0,8 iken tarımsal işletme olan haneler %0,6’dır. %0,2’lik bir hane topraklarını kullanmamaktadır. Bunun yanında tarımsal işletme konumunda olan hanelerde 1-20 da alan işleten haneler ile 101-200 da ile 201-500 da işleten hanelerde toprakla uğraşanların sayısında bir artış görülürken tablodan çıkardığımız sonuç şudur: 21-50 da alan sahibi haneler ile 51-100 dekarlık haneler dışarıya toprak vermektedirler 501 da 17
üzerinde alan sahibi olanlar Özellikle 101-200 ve 201ise diğer işletmelere toprak 500 dekarlık alandaki vermektedirler. işletmelerin sayısal artışı İşletmelerin yapısı bunu göstermektedir. Ayrıca bakımından 1-20 da bu işletmelerin işledikleri arasında arazi işletenler alanların genişlemesi de yoğun olarak toprak bunu kanıtlamaktadır. Küçük tutmaktadırlar. Bunu 51-100 işletmelerdeki fazlalık ve da alan sahipleri de alanlarındaki artışta bu dahildir. Bir üst gruptaki işletmelerin dışında küçük işletmelerin sayısal fazlalığı arazileri işleten ailelerin ki bu alanda toprak tutarak bu topraksız ailelerin toprak işletme yapılarını tutma yoluna girdiklerine genişletmektedir. Sayısal işaret eder. Toprak tutup bu fazlalıkları 201-500 da alan işletme grubuna dahil işleten işletmelerdeki sayısal olduklarını gösterir. fazlalıkları göstermektedir. Dışarı Arazi Veren Aileler. Toprak Grupları dekar 1-20 21-50 51-100 101-200 201-500 501+ Toplam
Hane %
Alan %
36,28 16,82 37,27 ,92 7,76 ,95 80,306
4,46 7,82 45,56 2,09 32,14 7,93 528,172 Ha
Tablo 7 Dışarı arazi veren aileler hane olarak 51-100 da sahibi haneler %37,27 ile başta gelirken en çok arazi veren hane grubudur. Dışarı 18
verilen toplam alanın %45,56’sını vermektedirler. Belirgin olan şudur ki 1-20 da işleten aileler toplam aileler içinde %3,82 iken
dışarı arazi veren aileler topraklardır. Bu da kapitalist içinde ikinci grubu rantın ta kendisidir. oluşturmaktadır. 201-500 ve Dışarı verilen 501 da alan sahibi arazilerin büyük bir kısmı işletmelerin dışarı verdikleri kuru tarıma elverişli topraklar şunu alanlardır. Özellikle 51-100 göstermektedir. Bu ailelerde da’lık grubun aile ve arazi dışarı toprak verenler çokluğu bunu ifade kapitalist rantiyeler olduğu etmektedir. Dışarı arazi açıktır. Arazinin yapısı nasıl veren aileler toplam ailelerin olursa olsun dışarı verilen %9,26’sını oluşturmaktadır. toprak kiracılara verilen Dışardan Arazi Tutan Aileler: Toprak Grupları Hane % Alan % dekar Topraksızlar 6,51 ,082 1-20 62,44 22,75 21-50 18,71 24,28 51-100 10,14 27,99 101-200 0,94 2,34 201-500 1,78 21,82 501+ --Toplam 349,820 978,025 Ha Tablo 8 349,820 aile işledikleri topraklara göre dışardan 978,025 ha toprağı kiracı veya ortakçı olarak kendi arazilerine ek olarak toprak tutmaktadırlar. Toplam hanelerin %41,03’ünü oluşturan arazi tutan haneler toplam alanın %20,70’ini tutmaktadırlar.
Topraksızların toprak tutanlar içindeki payı %6,51’ iken tuttukları alan %0,82 gibi küçük bir yüzdedir. En çok toprak tutan aileler 1-20 da işleten aileler iken tuttukları alan toplam alanın %22,75’idir. Dışardan tutulan arazinin toplam arazi 19
içindeki durumu bu arazinin kuru tarımdan çok yönlü ekime uygun toprak olduğu dikkate alınırsa tutulan toprağın yapısı ve köylülerin yapısı da buna bağlı olarak açıklanabilir. 101-200 da işleten aileler %0,42 ile 1-Topraksız Çiftçi 2- Kırsal alandaki topraksızlar ve tarım işçileri ve işçiler 3-Toprak gereksinimi olan aileler 4-toprak sahipleri Topraksız Çiftçi oranı Topraksız aileler oranı Köylü ailelerin sınıflandırılmalarını bölge içinde daha önce toprağın yapısı ekilen ürün ve bu ürünlerin gelirleri açısından incelemiştik. Dışarı arazi veren ve dışardan arazi tutan aileleri göz önüne alırsak: Durumu daha da net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Dışarı arazi veren ailelerin topraklarının daha çok kuru tarıma elverişli arazi olduğunu daha önce belirtmiştik. Kiraya veya
20
alanın %2,34’ünün tutmaktadırlar. 201-500 da işleten aileler toplam alanın %21,82’sini kiraya tutmaktadırlar.
114,480 aile 104,101 aile 218,581 aile 807,001 aile %12,42 % 21,31 ortakçılığa verilen arazinin sulanabilen alanları da orta büyüklükte ve büyük işletmelerde yoğunlaştığını verdiğimiz tablolar ortaya koymaktadır. Bu aynı zamanda işletmeci ailelerin sınıflandırılmasında belirgin veriler olarak değerlendirdiğimizde bölgenin işletme yapısının çok parçalı yapıya sahip olması yanında geniş toprak işletenlerden çok işlenen alanların ürün desenleri ve bu ürünlerin ortalama gelirleri sınıflandırmanın temelini oluşturmaktadır. Zira salt arazi genişliğine
göre yapılacak incelediğimiz bölgede salt değerlendirme yanlış ve kuru tarıma açık bir alanda yukarıda belirttiğimiz gibi oldukça genel değerlendirmelere neden iken, hasat mevsiminin uzunluğu ve arazinin ürün olacaktır. Ki buda ülkemizdeki toprak yapısına göre sulak olması sorununun can alıcı bir veya sanayi bitkileri ve diğer ürünlerin ekimine uygun noktasını gözden kaçırmaya yol açacaktır. olması bu işletmeyi kapitalist işletme sınıfına sokacaktır. Genel Sorunun gözden değerlendirmeye işlenen toprakların genişliği kaçırılmaması gereken can alıcı noktası da buradadır. açısından bakmak bu İşlediği toprağı sorunu çözümsüzlüğe olmayıp kira ve ortakçı itecektir. 20-50 da işleten bir köylü ailesi yapılacak olarak toprak işleyen genelleme küçük tarım köylülere göz atalım: işletmesi gibi görünürken Toprak Grupları Hane % Alan % dekar 1-20 89,41 59,62 21-50 29,68 29,68 51-100 0,67 10,70 101+ --Toplam 110,452 151,384 Ha Tablo 9
21
Kiracı ve ortakçı ailelerin toplam çiftçi aileleri içindeki payı 110,432 aile ile %12,95’dir. Topraksız ailelerin yaklaşık %60,8’i kiracı ve ortakçı olarak toprak işlemektedir. 1-20 da işleten işletmelerin tarımda işledikleri alanın tümü ortakçı ve yarıcı biçimlere dayanırken 21 da üzerindeki işletmelerin yaklaşık %85’i kiracı aileler olarak toprak işlemektedirler. Kiracılık ilişkileri tamamen kapitalist toprak kirasına dayanan bir yapı içerisindedir. Yalnız dikkati çeken şey küçük toprakların toparlanıp kira ile tutulmasında yasal sözleşme tutanaklarından çok geleneksel yöntemlerle toprak kiralanmaktadır. Bu geleneksel sözleşmeler Ege ve Marmara bölgesinde oldukça yaygındır. İşlediği toprağı kiralayan aile salt geçimlik veya toprak işletmek için toprak kiralamayacağı açıktır. Bu anlamda işlediği alanın tamamını kira karşılığı tutan aileler bu işletmeleri ortalama gelirin üzerinde gelir elde etmek 22
için tutup işletmeye çalışacaklarından kiracılık ilişkilerinde yarı feodal nitelikler aramak anlamsızdır. Bu nitelik ancak ortakçı ve yarıcı olarak toprakları işleten ailelerde görülmektedir. Zira ortakçı ya da yarıcının toprak sahibine verdiği rant kapitalist ranttan çok feodal ranta tekabül eder. Oysa salt kiracılık ilişkilerine dayanan işletmelerde toprak sahibine ödenen rant kapitalist rantın kendisidir. Devam edecek...
AVRUPA BİRLİĞİ ANAYASASINA HAYIR ÇIKAN REFERANDUMLAR SONRASI DURUM Avrupa Birliği Anayasası Fransa ve Hollanda da burjuvazinin siyasi iktidarları tarafından referanduma sunuldu. Her ikisinde de reddedildi. Dünya burjuvazisi son yıllarda bilindiği gibi “küreselleşme”
hedefini en öne alıp onun egemen olduğu bir çağdan sözedip gereklerini yerine getirmeye çalışmakta. Bu hedefinin önündeki engellerinde başında “ulus devleti” ni gösteriyordu. Fransa ve Hollanda da çıkan hayırlar burjuva çevreler arasında farklı seslerin çıkmaya başlamasına neden oldu. Ateşli “küreselleşme” taraftarları bu çıkışların “ulusalcı” olmadığı teselli tespitlerini yaptılar. “Sosyal devletçi” burjuva unsurları ise bir kısmı “AB Anaysası her şeyi piyasaya bırakıyordu. Referandumdaki1 ‘hayır’ın mesajı ‘sosyal Avrupa istiyoruz, sermayenin anaysasını değil oldu. Hayır, AB’ye değil” dedi. “Sermayenin Avrupası” ve “sosyal Avrupa” nitelendirmesi Özlem Onaran’ın bu konudaki düşüncesinin temelini oluşturmakta. Geniş kapsamlı söyleşi yazısında 1
Doç.Dr. Özlem Onaram 06.06.2005 Milliyet
AB Anaysasına çıkan hayırların kesinlikle “ulusalcı olmadığı görüşünü ileri sürmekte. Bu da gösteriyorki burjuvazinin onun deyimiyle “herşeyi piyasaya bırakan” politiklarına karşı çıkıp “Sosyal Avrupa” isteminin dile getirilmesidir söz konusu olan. Liberal politikaların karşısında “siyasal devletten” yana bir eğilim tespiti yapmakta. Şimdilik yığınların eğilimini bir yana bırakıp kapitalizmin eğiliminin ne olduğu tespit edilmelidir. Kapitalizmin mezar kazıcısı işçi sınıfı onun yerine sosyalizmi geçirme çabasına girmeden önce onun hakkında net düşünceye sahip olmalıdır. Kapitalizmin yasaları ve onlardan doğan eğilimleri tanındığında ancak onlar üzerinde egemen olunabilir. Burjuva üetim biçimi yerellikten kurtulup, önce ulusal daha sonra da dünya çapında egemen hale geldi. İç pazarın oluşmasını dünya pazarının oluşması izledi. Kapitalizmin dünya kapitalizmi haline gelişi çelişkilerin bitmesi değil 23
çözümleri için olgunlaşması ve şiddetlenmesi oldu. Kapitalizm emperyalizm aşamasına ulaştı. Emperyalist-kapitalizm temel özellikleri tekeller ve sermaye ihracı oldu. Meta ihracının yerini sermaye ihracı aldı. Gerçekte sermaye ihraçları kapitalizmi dünya kapitalizmi yaptı. Bu ise emperyalist burjuvazinin bir tercihi sonucu değil kapitalizmin iç yasalarının yoğunlaşmasının sonucuydu. Açıkçası kapitalizm artık sermaye ihraçları, ilhak, işgal ve emperyalist savaşlar olmaksızın var olamazdı. Emperyalist-kapitalizm öncesindeki kapitalizm, kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinin hakim olduğu sömürge ve yarı sömürge halklar ile yarı feodal toplumları meta değişimi sürecinin içine çekti. Bu tarz ekonomik ilişkiler sözü edilen toplumların yapılarında meta üretiminin gelişimi yönünde önemli değişiklikler yaptı. Bu ise burjuva toplumun şafağıydı. Mali sermayenin egemen 24
olduğu emperyalist kapitalizm ise sermaye ihraçları ile bunlar dünya sermayesinin hizmetine sokuldular. Şu yada bu şekilde emperyalistkapitalizmin bir parçası haline geldiler. Bu ekonomik bağımlılık hemen her zaman siyasi bağımlılığı getirmedi. Siyasi bağımsızlığa sahip kapitalist ülkelerde dünyanın efendisi mali sermayeye bağımlılığı yaşadılar. Lenin’in deyimiyle siyasi bağımsızlık ekonomik bağımlılığa engel teşkil etmiyordu. Bu günkü tekeller burjuvazinin gözde terimi ile “ulusal devletler” altında mali sermaye dünya egemenliği yolunda ilerledi. Aynı mali sermaye sözcüleri şimdi “ulusal devlet” in, mali sermayenin egemenliğine , yine onların deyimiyle “küreselleşme”ye engel olduğunu yabancı haklara kabul ettirme tutumu içinde görülüyorlar. İşte Avrupa’da olanlar, dünya kapitalizminingelişiminin bir sonucu olarak karşımızda durmakta. Sermayenin merkezileşme eğilimi yasası
sonucu ortaya çıkan önce Avrupa Ekonomik Topluluğu ardından Avrupa Birliği sürecidir. Farklı burjuva sınıf ve unsurlar bu gelişime kendi yapılarına uygun olan tutum içine girdiler. Kapitalizmin en son döneminin ürünü olan mali sermayenin dünya çapında yarattığı ekonomik birlik kendine uygun bir siyasi birliğide yaratacakmıydı? Avrupa büyük kapitalistlerinin oluşturmaya çalıştığı anayasa ve benzeri olgular siyasi birliğin ilk işaretleridir. Emperyalist kapitalizmin ilk günlerinde görülen gruplaşmalar, savaşlara bu şekilde girmeler vardı. Şimdi bu “ulus-devlet”ler gruplaşmalarının yerini farklı bir siyasal biçim alma eğilimi ortaya çıkmakta. Bunun tarihsel ilk örneği AB’dir. Kapitalizm her zaman olduğu gibi kendisine yeni ayak bağları yaratarak eskisinden kurtulmakta. Bir zamanlar kendi atalarının uzun devrimler , savaşlar ile yarattığı ulus ve onun siyasi
oluşumlarının yerini başkalarının geçmesi gerektiğini yüksek perdeden söylemekteler. Burjuvazinin devrimci olduğu dönemde (1789-1871) burjuva üretim biçimi adına vatan denen, burjuvazinin bezirgan dilinde iç Pazar olan biçim altında oluşmuştu. Burjuvalar adına vatan dedikleri, fabrikalarda, çiftliklerinde, banka ve borsalarında sermayelerini büyütüp işçilerede bunun için ölmelisiniz diyorlardı. Burjuvaların bu aldatma, göz boyamasına aynı günlerde işçilerin büyük önderi Karl Marks’ın cevabı onların vatanı yoktur oldu. Şimdi artık dünya burjuvazisinin dilindeki egemen söylem vatan için olmaktan çıktı. Bunun yerini onların evrensel değerleri aldı. Bizim küçük burjuvalarımız ise işçileri vatanı savunmaya çağırmaya devam ediyorlar. Şimdi onların temel sloganı “vatan satılamaz” oldu.
25
“İşçi ve emekçiler , işyerlerinin fabrika ve işletmelerin ülke ekonomisindeki ve kendi yaşamlarında ki öneminden hareketle ve bu işletmeleri ‘vatanla’ özdeşleştirerek ‘vatan satılamaz’ sloganıyla ortaya çıktılar.” (A.Cihan Soylu Evrensel 05.06.2005) Evrensel yazarı A.Cihan Soylu “vatan satılamaz” sloganını savunmakta yalnız değil. Daha başkalarıda var. Ama biz bu “vatansever” çizginin asıl teorik babasına kulak verelim. 1 Mayıs’ta “iş, ekmek, vatan için Türk Bayraklarıyla 1 Mayısa!” çağrısı yapan Aydınlık yazarı Doğu Perinçek’te şunları yazıyordu: “İşçi sınıfımız işini ve ekmeğini bu haçlı saldırılarından kurtarmak için bütün milleti ve Cumhuriyeti savunma görevini omuzlamıştır... Büyük milletimiz , Tekeller, Telekomlar, Limanlar, Tüpraş, Köy Hizmetleri,, SEKA, vatandır satılamaz. KİT’ler halkındır 26
satılamaz. Duy bu sesi.” (Doğu Perinçek Aydınlık 24 Nisan 2005 Sayı 927) Çeşitli küçük ve büyük burjuva muhalefet özelleştirme karşıtı çizgisi “vatan satılamaz” noktasına varıldı. Burjuva basının terimleri ile söylersek vatanı “Kamu İktisadi Teşekkülleri” ile özdeşleştirmektedirler. Peki bu baylara bunların dışındaki Tekelci burjuvazinin fabrikaları, çiftlikleri, bankaları ve borsa vatan değil mi? Kapitalizm, bu küçük burjuvaların dediklerinin ksine bir tek vatan ortaya çıkardı, o da en başta burjuvazinin bu sermayesinin mülk edinme biçiminden oluştu. Yani burjuva devletin ve burjuva sınıfın mülkiyeti ile özdeştir. Yok Nazım Hikmet’in çizdiği vatan tablosu doğru değilmiydi? Vatanın satılıp satılmayacağına gelince bunu en iyi burjuvalar bilir. Çünkü onların düzeninin temeli alım-satım üzerinde yer alır.
Her zaman pazarlık konusu olmuştur. En yakın örneğini ABD’nin Irak’ı işgal günlerinde Bush’un “At pazarlığı yapmayın” sözlerinde gördük. Burjuvalarımız “vatan”ı IMF kredi sermayesi için pazarda satılığa çıkarmışlardı. Hiç kuşkusuz bu bir dünya pazarıydı. Kendi metalarını satmayı çok arzu ettikleri dünya fiyatları üzerinden sattılar. Burjuvalar için bu bir erdemdir. Alçalma değil. Doğu Perinçek burjuva milliyetçi çizgisinde işçi sınıfına “vatanı savunma” görevi veriyor. Bu onun bütün siyasi yaşamı boyunca izlediği sınıf uzlaşmacı “millici” çizginin mantıksal sonucudur. İşçiler vatanı savunmazlar mı? Bu sorunun cevabı nedir? Tabiiki belirli tarihsel koşullarda , geçici bir süre, bunu dünya işçi sınıfının sosyalizm mücadelesinin bir parçası haline getirerek yapar. Küçük burjuva sosyalistlerinin cumhuriyeti ve milleti savunma taktiği ile onu ebedileştirerek değil.
Devlet mülkiyetinin , halkın malı, kamu malı olarak gören küçük burjuva sosyalistleri , AB Anayasasıı’na Fransa ve Hollanda da çıkan hayırlar sonrası durumda aynı anlayışları ile karşıladılar. Éfransa ve Hollanda emekçileri işte bu neoliberal politikaların ve askeri politikaların değiştirmesi imkansız anayasal maddeleri halinde perçinlenmesine karşı çıkmıştır. Fransa’da taslağı burjuvalar ve medya destekledi. Reddedenlerde esas itibarıyla emekçiler oldu. Aylık geliri 4500 EURO’dan yüksek olanların yüzde 74 ‘ü taslağa evet derken , aylığı 1500 EURO’dan az olanların yüzde 66’sı hayır oyu vermiş. Elbetteki hayır çeşitli şekillerde yorumlanabilir. Yabancı düşmanı aşırı milliyetçilerde taslağa karşı çıkmıştır. Ancak Hollandalı ve Fransız emekçi kitleleri işini ve aşını koruma refleksini ilkel bir yabancı 27
düşmanlığına indirgemek doğru olmasa gerek.” (Cem Semel Evrensel 12.06.2005) AB Anayasasına hayırda “neo liberal politikalar” ile “askeri politikaların” anayasa maddesi haline getirilmasesine karşı çıkış görmekte. Onlar için önemli olanda zaten budur. “neo liberalizme “ hayır. “sosyal devlet”in savunulmasıdır. Burada dikkati çeken bir diğer önemli nokta ise yazarın Fransız ve Holandalı emekçilerden söz etmesidir. İşçi sınıfının sözü dahi edilmemeye başlandı. Ne de olsa esas olan emekçilerin mücadelesidir. Halkın vatansever söyleminin yanında emekçi mücadelesi söylemi yer almakta. Nerede “neo liberalizm” ve “küreselleşme” karşıtlığı görseler onu alıkşlamaktalar. Bu temelde burjuvazinin şu yada bu politikası arasında tercih yapma anlayışıdır. Küçük burjuva sosyalizminin aksine bir Marksist, işçilerin bilincine kapitalizme karşı mücadele 28
etmeyi yerleştirmeyi kendisine görev edinir. Onun için önemli olan işçilerin burjuva politikalarından kopup kendi bağımsız hareketini geliştirmesidir. Bazı burjuva dalkavukları ise avrupa kapitalizminin değişim geçirmesi gerektiği 20-30 yıl sonra dünya kapitalizmi içinde çok gerilerde bir yer alacağı tespitini yapmakta. Düne kadar Türkiye kapitalizminin geleceğini AB kapitalizmine bağlayan çevrelerde ise, AB olsa da olmasada biz reformlar yolunda devam etmeliyiz. Kaygılı düşünceleri baş göstermekte. Bütün bunlar artık burjuvazinin geleceğinin kendi ağızlarından itirafıdır. Gelecek işçi sınıfınındır. Yaşasın Sosyalizm! 27.06.2005 Necati IŞIK
MARKSİZM-LENİNİZM HERZAMAN GÜNCEL VE BİLİMSEL ÖĞRETİ TÜRK TEKELCİ BURJUVAZİSİNİN ASKERİ GENEL KURMAY BAŞKANININ “YILLIK DEĞERLENDİRME KONUŞMASI” Emperyalist-Kapitalizm bu gün geldiği gelişme noktasında dünyayı yeniden paylaşmak ve şekillendirmek için giriştiği “küreselleşme” sürecinde etkisi altında olsun olmasın bütün emperyalist – tekelci kapitalistler yeniden yapılanma ve yapılandırılma süreci yaşamaktadırlar. Dünyanın emperyalist tekellerce yeniden paylaşılmasının günlük burjuva dilindeki anlamıyla “küreselleşme” konusunda ve yanısıra daha birçok konudan söz eden Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Hılmi ÖZKÖK Harp Akademileri Komutanlığındaki Yıllık
Değerlendirme Konuşmasında (20Nisan 2005) Harp Akademilerini kasdederek “burası benim bilimsel karargahımdır” tespitiyle başladığı sözlerine konuşmasının içeriği hakkında bilgilerle tamamlamış. Diyorki:”Önce genel olarak dünyaya, daha sonra yakın çevremize ait değerlendirmelerde bulunacağım. Daha sonra Türkiye’nin küresel aktörlerle ilişkilerine ve değişen güvenlik stratejilerinin Türkiye üzerindeki etkilerine kısaca değineceğim. Konuşmamı ülkemizin iç gündemini oluşturan çeşitli konular hakkındaki görüşlerimi açıklayarak bitireceğim.” “Bölüm 1:21 nci Yüzyıla Girerken Dünya?” Bu başlık altında konuşmasını devam eden ÖZKÖK şu tespitleri yapmakta: “21 Yy başlarında dünya iki etkileyici büyük olay yaşadı: ilki Berlin Duvarının yıkılışı, diğeri ise 11 Eylül ikiz kuleler saldırısıdır. Bu olaylar uluslar arası ilişkileri, 29
ittifakları, stratejik düşünceleri, ‘tehdit’ ve buna bağlı olarak ‘güvenlik’ gibi kavramları temelden sarsmış ve büyük oranda değişime zorlamıştır... bu iki olay sonrası yeniden şekillenmekte olan dünya eskisinden çok farklı özellikler içerecektir günümüz dünyasında.” Dünyanın bu iki olay sonrası yeniden şekillenmesi tespiti doğrudur ama olayların ortaya çıkışı dünyanın değişen sonuçlarının bu günkü yansıyış biçimidir. Değilse resterasyona uğramamış , sosyalizm yolunda ilerleyen bir Berlin olsaydı Berlin duvarının yıkılmasından söz etmek elbet mümkün olmayacaktı. Neden –sonuç ilişkilerini “karıştırma” bilinçli bir taktik değilse elbette cahilliğinin bir sonucu olarak değerlendirilir. Paşanın tespitlerine devamla:”büyük güçler arasında büyük zaiyat ve tahribata neden olabilecek savaş ihtimalinin ortadan kalktığını söylemek mümkündür ancak; 30
- Bölgesel ve etnik kökenli savaşlar hala önemini korumaktadırlar. “ Paşamız gün ışığına çıkmış bazı doğruları çarpıtmak , es geçmek , herkesin huzurunda dillendirmemek düşüncesiyle belki efendilerine şifreli sözlerle açıklamalar yapmakta. Kendileride biliyorlar ve işleri gereği takip ve denetim aygıtlarını çalıştırıyorlarki bilmemeleri mümkün değil. 2004 yılında (Stockholm Uluslar arası Barış Araştırmaları Enstitisü’nün raporuna göre , dünya çapında 2004’te askeri harcamalar 1 tirilyon doları geçti.) Rapora göre 2004 yılında yapılan askeri harcamaların %47 si ABD’ye ait. Rapora göre, ABD’nin askeri harcamalarının 2002-2004 yılları arasında hızla artmasının başlıca nedeni Irak ve Afganistan başta olmak üzere dünya çapında terörle mücadele adı altında yürüttüğü operasyonlar.” Eğer ‘Sayın’ Paşa bu harcamaları sıradan savaşlar, bölgesel ve etnik
olaylar gözüyle bakıyorsa yanılıyorlar. Ve temsil ettikleri sınıfa yanıltıcı bilgiler veriyorlar demektir. Görünen o ki, içinde Türkiye’nin de parçası olduğu emperyalist devletler dünyayı yeniden paylaşma mücadelesinde sanki aralarında “Alman usulü” paylaşımlarla kardeş kardeş halledeceklerini ummakta. Oysa emperyalist devletler ve kapitalist burjuvazi bu arenadan kolay kolay ayrılmayacaklar. “Kanlarının son damlasına kadar savaşacaklardır.” Bu askeri harcamaların son altı yıl içerisinde artmasının yegane sebebi bu emperyalist paylaşımın, “küreselleşme” mücadelesinin bu gün geldiği aşamasıdır. Bu aşamayı hangi güçlerin aşıp egemen durumuna geleceği işçi sınıfının mücadelesiyle diğer emperyalist güçlerin mücadelesi belirleyecektir. Gerektiğinde 1. ve 2. paylaşım savaşlarından daha vahim sonuçlar doğuracak mücadele ve
savaşlardan kaçmayacaklardır. Çanaklarını yaladığınız emperyalist bloğun tavırları bunu göstermiyor mu? Askeri harcamalara ilişkin rapordan söz etmişken rapordan birkaç önemli bilgi verelim: Rapora göre bu bilgiler 159 ülkeyi içeren listede ABD’yi İngiltere, Fransa, Japonya ve Çin izliyor. Türkiye’nin askeri harcamaları ise 10.1 milyar $ ‘dan 10.3 $’a artış göstermiş. 15 ülkenin askjeri harcama rakamları şöyle: Ülke 2003 2004 ABD 455,3 414,4 İngiltere 47,4 51,1 Fransa 46,2 45,4 Japonya 42,4 42,7 Çin 35,4 33,1 Almanya 33,9 34,8 İtalya 27,8 27,6 Rusya 19,4 18,5 S.Arabistan 19,3 18,8 G.Kore 15,5 14,9 Hindistan 15,1 12,7 İsrail 10,7 10 Kanada 10,6 10 Türkiye 10,1 10,3 Avusturalya 10,1 9,7 Rakamlar Milyar Dolardır. 31
Tablo 10
Bu rakamlar ortada iken insanların gözünün içine baka baka “emperyalistler kuzu kuzu oturacak , ‘küresel aktörler’ aralarında itilafsız ve savaşsız anlaşacaklar “ mümkün mü? “-En önemlisi de öldürücü terörist örgütler herhangi bir zamanda dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkarak saldırıda bulunabilme olanak ve yeteneğine ulaşmışlardır. “ Terörizme karşı ‘savaş’ verileceğinden , bölgesel, etnik savaşların olabileceğinden söz ederken “Güvenlik boyutu” gibi terimlerin içeriğinin “1975 Helsinki Nihai Belgesinin Kabulünden sonra geçen süreçte, bloklar ve ülkeler arası gerginliğin azaltılması yönünde önemli ve ciddi adımlar atılmıştır. ‘Güvenlik boyutu’ , ülke güvenliği kavramından uluslar arası güvenlik şeklinde tanımlanan bölgesel ve küresel güvenlik anlayışına kaymıştır. ... bu anlayışın bir sonucu olarak günümüzün küresel güçleri , bu sistemin dışında kalan devletlerin, 32
özellikle terörü amaçları için bir vasıta olarak kullanmasına şiddetle tepki göstermektedirler. ABD’nin oluşturduğu yeni ‘Ulusal Güvenlik Stratejisi’ nin temeli de bu yeni anlayışa dayandırılmıştır. Bu stratejiye göre ABD Silahlı Kuvvetlerinin gelecekte klasik bir harpten ziyade, isyancılarla, terör şebekeleriyle, yönetim etkinliği kaybolmakta olan devletlerle, ve diğer geleneksel olmayan tehditlerle mücadele edeceği ve kuvvetlerin bu yeni risk ve tehditlere göre yapılandırılacağı ifade edilmektedir.” Evet :”Güvenlikte bir yerde küreselleşmiştir. Çünkü küresel ekonomi ve küresel güvenlik birbirini tamamlayan iki önemli kavram olarak ortaya çıkmıştır. Dünyadaki büyük finas çevreleri konunun ekonomik boyutuyla ilgilenirken büyük devletler güvenlik boyutu üzerinde yoğunlaşmışlardır. Günümüzde küreselleşme
ile ulusal egemenlik arasında bir mücadele olduğu doğrudur...” öte yandan kendi egemenliklerini pekiştirmeye çalışan emperyalist tekeller ulusal ve uluslar arası savaş birliklerinin yanısıra özel askeri şirketler aracılığı ile de egemenliklerini ve yaptırımlarını hayata geçirmek için var güçleriyle çaba sarfetmekle kalmayıp mailyarlarca dolarları su gibi akıtmaktadırlar. Bu konuda A.Ü SBF Öğretim Üyelerinden Yrd.Doç.Dr.Filiz Çulha Zapçı Yaptığı bir araştırma makalesinde Özel Askeri Şirketler Konusunda bilgiler vermektedir. Bu makaleye ilişkin bir yazıyı gelecek sayımızda yer vereceğiz. Şimdi kısaca bu şirketler “dünyada 90’a yakın özel askeri şirket bulunuyor. Ve bunlar 110 ülkede faaliyet gösteriyorlar. Bu şirketlerin içinde yer aldığı yıllık 100 milyar dolarlık bir endüstriden söz ediliyor. Özel askeri şirketlerin kurulduğu ülkeler genellikle Amerika, İngiltere, Ve Güney Afrika. Çalıştıkları
yerlerin başında ise, Afrika, Güney Amerika ve Asya geliyor.” Adı geçen araştırmadan (ICIJ,2002:2) ÖZKÖK Paşa devamla:”Günümüzde küresel aktör adayı olarak ön plana çıkan ülkeleri incelediğimizde , bu ülkelerin genelde kalabalık bir nüfus yapısıyla birlikte , güçlü bir ekonomiye veya gelecekte parlak bir ekonomik potansiyele sahip olduklarını görüyoruz. Çin’in, Hindistan’ın ve Brezilya’nın yeni küresel aktörler olarak takdim edilmesinde bu ülkelerin kalabalık nüfuslarının yanında parlak bir ekonomik geleceğe sahip olmalarının da rolü büyüktür. “ Biryanda kriz ve kargaşalar içinde ülke yönetimlerine ve ekonomilerine yerleşen empryalist güçler şimdi adı geçen ülkelerden yeni cepheler açarak “küresel aktörler” arasında yerini almaktaddırlar yada hazırlıklarını bitirmek üzeredirler. 33
Paşanın konuşmasna devamla:” Ekonomik gelişmişlikle beraber, küresel aktörler arasında küresel karar verme Mekanizmasına yeni bir şekil verme konusunda bir tartışma başlamıştır. 11 Eylül sonrası oluşan güvenlik ortamında BM’in bazı sorunlarda devre dışı kalması ve yoğun güvenlik endişelerinin ABD’ni bağımsız bir karar alma mekanizması oluşturmaya zorlaması, dünya üzerinde genel bir rahatsızlık yaratmıştır. Sosyal ve ekonomik alanlarda belirli bir gelişmişlik seviyesine ulaşıp da karar mekanizması içinde yeterince söz sahibi olamayan bazı ülkeler, seslerini daha fazla yükseltmeye başlamışlardır. Güvenlik Politikaları üzerine Şubat ayında Münih’te yapılan konferansta, BM Güvenlik Konseyinin daimi üyelerinin sayısının artırılması konusu Almanya ve Japonya tarafından yüksek sesle dile getirilmiştir. Bu sayının artmasıyla birlikte gelecekte, 34
bu karar mekanizması içerisinde yer alacak ülkelerin kendi aralarında yaratacakları sinerjinin yoğunluğunda da daha büyük bir artış oluşabilecektir. Ancak bunun tersini de düşünmek mümkündür. Karar mekanizmasındaki ülkelerin sayısının artmasıyla, belirli konularda uzlaşma eskiye göre daha da zorlaşabilecektir. Nitekim, ortak değerleri paylaşmalarına rağmen küresel aktörler arasında zaman zaman özellikle güvenlikle ilgili konularda farklı yaklaşımlar görülebilmektedir. ABD ile AB arasında Irak savaşı öncesi ve sonrası oluşan görüş farklılıkları bunun en canlı örneğidir. BM’in reform ihtiyacı Genel Sekreter tarafından da ifade edilmiş ve BM’in yeniden yapılandırılması için bir dizi çalışma başlatılmıştır. Bu çalışmalar sonunda BM’in daha demokratik bir çalışma tarzına sahip olacağı beklenmelidir.
Değerli Arkadaşlarım, Küresel karar mekanizmasında rol alan küresel aktörleri, aynı zamanda dünyadaki güvenlik ve istikrarın da baş aktörleri olarak niteleyebiliriz. Dünyadaki istikrar ve dengeleri sarsan büyük olaylar aslında bu aktörlerin çeşitli alanlarda karşı karşıya gelmelerinin bir sonucudur. Bu büyük olayları ölçeğine göre; bölgesel ve küresel kırılmalar olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Bu kırılmalara genel olarak, aktörlerin karşı karşıya gelmeleri sonucu oluşan aşırı enerji birikimi sebep olmaktadır. Gelecekte küresel kırılmalara aday bölgeleri incelediğimizde, bu bölgelerin başında Uzak Doğu gelmektedir. Bu bölgede, Çin ve ABD’nin gelecekte siyasi, ekonomik nedenlerle veya Tayvan sorunundan dolayı karşı karşıya gelmeleri için yeterli potansiyel
mevcuttur. Zaten bölgede daha şimdiden bir birikim oluşmaya başlamıştır. Nitekim, Çin Halk Meclisi Tayvan’ın bağımsızlığının ilanı durumunda askeri güç kullanma yetkisini hükümete vermiş ve savunma harcamalarının %12 oranında arttırılmasını kabul etmiştir. Asya'da devletler arası büyük çatışma olasılığı diğer bölgelerden daha yüksektir. Kuzey Kore ve Tayvan krizlerinin küresel yansımaları olacaktır. Japonya'nın ABD ve Çin ile ilişkileri, Çin'in yükselişine ve Kore Yarımadası ve Tayvan senaryolarının ne şekilde çözümleneceğine bağlıdır.” Emperyalist burjuvazinin militarist ağızlarından ifade edilen bu tespitler işçi sınıfının nasıl bir mücadele ile karşı karşıya kaldığınıda bize gösteriyor. Emperyalistler dünya çapında denetim mekanizmalarını “küresel 35
aktörlerle” yerine getirirken işçi sınıfı da enternasyonal mücadelesini örgütleyecek emperyalist-kapitalizmi mezarına gömerek kendi sosyalist iktidarını kuracaktır. Vatan, namus, şehitlik mertebelerinin, vatan hainliklerinin ne anlama geldiği bu vesile ile bir kere daha ortaya serilmektedir. İşte konuşmadan bir pasaj daha:” Orta Doğu bölgesi ise, daima dünyanın öncelikli konusu olagelmiştir. Bu bölgede, bölgesel bir kırılmaya yol açabilecek enerji birikimini sağlayacak gerginliklerin daima var olacağı unutulmamalıdır. Şu anda bazı noktalarda anlaşmazlıkları olsa da, küresel aktörlerin Orta Doğu ile ilgili olarak aralarında belirli bir ortak anlayış mevcuttur. Gelecekte bu bölgede küresel bir kırılma, enerji kaynaklarının paylaşımı konusunda yaşanabilir. Çünkü bu bölge dünyadaki enerji %60’ına kaynaklarının 36
sahiptir. Diğer taraftan, başta ABD olmak üzere önemli küresel aktörler bu bölgeyi, uluslararası terörün ana kaynağı olarak görmekte ve bunun nedeni olarak da bölgedeki demokratikleşme eksikliğini işaret etmektedirler. Bu sebeple, bölge ile ilgili uzun vadeli ve kapsamlı projeler geliştirilmektedir. “Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi” bunlar içinde en kapsamlı olanıdır. Bu proje; 22 Arap ülkesi ile Afganistan ve Pakistan’ı da kapsayacak şekilde Moritanya’dan Afganistan’a kadar uzanan bir bölgeyi kapsamaktadır. Bu bölge, hem ekonomik sistemine, hem de güvenliğine yönelik tehditleri oluşturan faktörlerin yoğunlaştığı kilit bir bölge olarak görülmektedir. ABD; bu bölgede, tehditleri henüz ortaya çıkmadan,
kaynağında etkisizleştirmek maksadıyla bir dizi tedbir alma düşüncesindedir.” Peki Türkiye’nin “küresel aktörlerle” ilişkileri konusunda neler söylenmektedir? Buyrun devam edelim: ”Türkiye, bölgesel olduğu kadar küresel aktörlerle de bir etkileşim içinde bulunmak zorundadır. Günümüzde Türkiye’nin etkili bir şekilde etkileşim içinde olduğu belirli ölçekteki aktörler arasında; dünyada en güçlü süper güç olarak kalan ABD ile, ileride üyelerinden birisi olmayı arzu ettiğimiz AB ve eski süper güçlerden Rusya’yı sayabiliriz. Bu aktörlere ilave olarak, Çin, Brezilya ve Hindistan gibi gelecekte küresel aktörler olmaya ilerleyen ülkelerle de belirli düzeyde bir ilişki mevcuttur.” Paşa ABD, AB ve diğer “küresel aktörler”le ilişkilerinin ayrıntılarını anlatarak devam ettiği konuşmasında “Değerli Arkadaşlarım,
Türk Dış Politikasının batıyla ilişkilerinde iki temel eksen mevcuttur. Bunlardan biri Türkiye -ABD ilişkileri, diğeri ise Türkiye'nin Avrupa Birliği perspektifidir. Türkiye ile ABD arasındaki dostluk ve ortaklık, tarihin zor ve çetin dönemeçlerinden ve denemelerinden geçerek, güçlü bir zeminde, karşılıklı anlayış ve çıkarlar temelinde bugüne kadar gelişerek gelmiştir. İlişkilerimiz bugün, savunma, güvenlik, enerji, ekonomi, ticaret ve bölgesel işbirliği gibi çok çeşitli alanları kapsamaktadır. Türk-ABD ilişkileri bugün gelinen noktada, pek çok bölgesel sorun karşısında ortak beklentileri ve kaygıları paylaşmaktadır. İki ülke, Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu ve Orta Asya'yı kapsayan geniş bir coğrafyada barış, istikrar ve güvenliğin sağlanması için birlikte çalışmaktadır. Bu sebeple bu geniş coğrafyada, Türkiye'nin ABD'ye, ABD'nin de Türkiye'ye ihtiyacı vardır. 37
Ayrıca, Türkiye'nin Avrasya ve Orta Doğu coğrafyalarının tam kesişme noktasında bulunması da, ABD'nin bölgesel faaliyetlerinde Türkiye'nin güçlü bir ortak olarak kabul edilmesine yol açmaktadır. Diğer taraftan, Türkiye ve ABD bölgede demokrasinin gelişmesi konusunda da gayret göstermektedirler. Türkiye'nin, doğu ve güney doğu komşuları arasında tek demokratik ve laik ülke olması, bu alanda ABD ile işbirliği imkanlarını artırmaktadır. Bu işbirliğinin bir sonucu olarak Türkiye ile ABD, bugün çeşitli bölgelerde ortak politikalar izleyebilmektedirler. Çevre ülkelerin demokratikleşmesinin Türkiye’nin güvenliğini önemli ölçüde yükseltecek olması bu ortak politikalara verdiğimiz önemi artırmaktadır. Bütün bu gelişmelerden sonra, Türk-Amerikan ilişkilerinin kötü bir 38
dönemden geçtiği ve ilişkilerde bir kriz yaşandığı şeklindeki değerlendirme ve söylemler gerçekçi değildir. Yaklaşık 50 yıllık bir süreç içerisinde şekillenen Türkiye-ABD ilişkileri, öne sürülen iddialardan fazla etkilenemeyecek kadar güçlü ve dinamiktir. Nitekim, iki ülke ilişkilerinin, tarihi süreçte yaşanan çeşitli dalgalanmalara rağmen, dinamizminden bir şey kaybetmeden günümüze kadar gelmesi, bu ilişkilerin nasıl bir temel üzerine oturduğunu göstermektedir. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Türkiye’nin ABD ile ilişkileri belirli bir konuya bağlanamayacak kadar geniş ve kapsamlıdır ve her iki ülkenin milli menfaatlerini dikkate alan bir denge içerisindedir. İçinde olduğumuz süreçte Türkiye ve ABD'den beklenen, her iki ülkenin de ortak değerleri ve çıkarlarını gözeterek bu ilişkinin geliştirilmesidir. Biz bu gelişimin işbirliği ve diyalog kanallarının açık
tutulmasıyla daha çabuk sağlanabileceğini düşünüyoruz. İlişkilerin saygın, iki taraflı, tutarlı ve karşılıklı hassasiyetleri dikkate alıcı şekilde ve egemenlik hukuku çerçevesinde olması çok önem verdiğimiz bir husustur.
Değerli Arkadaşlarım,
bazı Avrupa ülkelerinde Türkiye’nin AB üyeliği aleyhtarı bir havanın oluştuğudur. Özellikle, Türkiye’nin üyeliğinin referanduma götürülmesiyle ilgili bazı ülkelerin ulusal meclislerinde kararlar alınmıştır. Yine bazı ülkelerde, Türkiye’nin üyeliğine muhalif gruplar “imtiyazlı ortaklığı ” öngören bir karar tasarısı üzerinde çalışmaktadırlar. Diğer taraftan bazı kesimler de, Türkiye’nin Birliğe yapacağı katkılarla ilgili olarak menfi ve ön yargılı değerlendirmelerde bulunulmaktadırlar.
Türk Dış Politikasının batıyla ilişkilerinde temel olarak aldığı ve TSK ile ülke ve bölge güvenliğini yakından ilgilendiren bir diğer eksen de AB perspektifidir. AB üyeliği, ülke gündeminin ilk sırasında yer almakta ve bu konuyla ilgili faaliyetler ilgili birimler tarafından sürdürülmektedir. Ancak burada dikkati çeken bir konu, 17 Aralık’tan sonra
Güvenlik ve istikrar açısından şunu ifade etmek isterim ki, AB gelecekte; Rusya Federasyonu, Çin ve Güneydoğu Asya ülkeleri ile politik ve ekonomik yönden zorlu bir rekabet içersinde olacaktır. Bu rekabette Türkiye, AB’ne büyük topraklar, genç nüfus ve büyük politik güç sağlayacaktır. Türkiye, denizlere dayanarak kendini sınırlamış AB’ye Kafkaslar,
Diğer taraftan, Türkiye’nin AB perspektifinin de gelecekte çağdaş ortak değerleri paylaşacak iki ülke arasındaki ilişkilere daha da nitelik kazandıracağını düşünüyoruz.
39
Orta Doğu ve İç Asya’ya açılım sağlayacaktır. AB açısından bunun gelecekteki değerini Avrupalılar henüz tam olarak algılayamamaktadırlar. Eğer bu saydığım bölgelerde yaşayanlar, bizim de arzu ettiğimiz üzere, mevcut siyasi haklarla yetinmeyerek daha fazla haklar istemeye başlarlarsa ve özellikle de petrol üretimi ile zenginleşir ve bu bölgedeki insanların refah seviyelerinde bir artış olursa, bölge halkının ticari talep seviyesinde de önemli bir artış olacaktır. Burada soru, bu talebi kimin karşılayacağıdır? Şüphesiz ki AB, bu pazarda aktif olarak rol oynamalıdır. Ancak bu rolün Türkiye üzerinden çok daha kolay ve ekonomik olarak oynanabileceği açıktır. İşte bütün bu hususlar, Türkiye’nin AB’ne sağlayacağı olumlu katkılardan bazılarıdır. İnanıyorum ki Avrupalı dostlarımız bunları değerlendiriyordur.
40
Türkiye’nin AB üyeliği konusunda tereddüt yaşayanlar, gerekçe olarak Türkiye’nin kriz bölgelerine yakın olduğunu, AB’ye girerse AB’nin de bu bölgelere komşu olacağını ileri sürmekteydiler. Ancak şimdilerde bütün bu düşünceler değişmiştir. Şimdi herkes kriz bölgesine yakın olmanın kötü değil iyi olduğunun farkındadır. İşte bu nedenle; NATO, ABD veya Müttefikler Irak’talar, Afganistan’dalar. Diğer taraftan, 28-29 Haziran 2004 İstanbul Zirvesinde alınan karar ile NATO’nun, önümüzdeki dönemde ortaklık ilişkileri kapsamında stratejik öneme sahip Kafkasya ve Orta Asya bölgelerine ağırlık vermesi öngörülmektedir. Ayrıca, Avrupa Birliği de “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası” adı altında geliştirdiği müşterek güvenlik sistemi vasıtasıyla etki alanını Akdeniz ve Karadeniz Havzaları ile Kafkasya, Orta Doğu ve Orta Asya’ya doğru
genişletmeyi düşünebileceğinin işaretlerini vermektedir. Değerli Silah Arkadaşlarım, Özetle söylemek istediğim, AB Türkiye’nin büyük ticari, ekonomik ve askeri ortağıdır. Bu yıllardır böyledir. Biz, Batının değerlerini kendi değerlerimizle uyumlu bulan bir ülke olarak devamlı onlarla birlikte olmayı, benzer değerlere göre hareket etmeyi amaçladık. Batının yıllar süren bir süreç içinde oluşturduğu ekonomik ve siyasi birliğine biz yıllar önce talip olduk. Şimdi AB’nin askeri birliğinin de oluşmakta olduğunu izliyor ve ona da katılmayı arzu ediyoruz. Türkiye’nin menfaati bu birliğin asli üyesi olmakta yatmaktadır. Bu üyeliğin AB’nin bize bir lütfu olarak değerlendirilmesi çok yanlıştır. Bunda iki tarafın da menfaatleri vardır. Her birliktelik gibi bu birleşmenin de bir takım şartları olacaktır. Hem AB’nin hem Türkiye’nin kazanımları
olacaktır. Sonuçta anlaşma olduğu takdirde, Türkiye AB’ye girerek seçkin ülkeler topluluğu arasındaki yerini gururla alacaktır. Anlaşma olmaz, şayet AB’ye girilemezse, tabii ki dünyanın sonu gelmeyecektir. Burada “evet” veya “hayır” demenin sadece AB’nin hakkı, hukuku olmadığını, Türkiye’nin de sonuçta “evet” ya da “hayır” diyeceğinin bilinmesini istiyorum. Ancak tekrar ediyorum ki, doğru olan ve arzu ettiğimiz, başımız dik ve gönlümüz rahat olarak AB’ye tam üye olmaktır. Uzun ve zorlu bir müzakere sonucunda karşılıklı uyumun önceliklendirilmesi ve gerçekleştirilmesiyle birlikte; açıklık, şeffaflık, karşılıklı saygı, iyi niyet, karşılıklı anlayış ve alınan risk ile ulaşılan aşama arasındaki denge hayati önemi haiz hususlardır.” Emperyalizm bir yandan “küreselleşirken” bir yandan da kendi sonunu hızlı bir şekilde 41
hazırlamaktadır. Sozyalizmin alt yapısını olanca hızıyla katılan emperyalizm proletaryanın o eşsiz gücüyle tarih sahnesinden silineceği günü korku ve dehşetle beklemektedir. Bu Paşanın ve efendilerinin titreyen ifadelerinden açıkça anlaşılmaktadır. Haydi proletarya! Sıra sende. Mücade bayrağını daha yukarı çekme zamanı. M.GÜNDAR Haziran 2005 PROLETARYANIN MÜCADELE TARİHİNDEN ..... Dünya proletaryasının olduğu gibi Türkiye proletaryaı da Kapitalizme ve kapitalistlere karşı şanlı mücadeleler vermiş tarihe önemli mücadele örnekleri bırakmıştır... İşte bunlardan biri : 15-16 (1970) DİRENİŞİ Burjuvazi sömürüsünü sürdürebilmek için herzaman kendisine dikensiz gül bahçesi 42
yaratacak, kendince kendisine karşı mücadelesine engel olacak adımlar atmakta hiçbir zaman gecikmedi. Proletarya sömürüye son vermek , sömürüsüz bir dünya kurmak için birer birer engelleri aşarak şanlı bir tarih yaratmayı hep sürdürdü, sürdürecek. Ta ki kendi kurtuluşunu sağlayana, sosyalizmi kurana dek, sömürüyü ortadan kaldırana dek. Proletaryanın sendikal örgütlenmesini hazmedemeyen burjuvazi işçi sınıfının burjuvazinin güdümünde ayrı örgütlediği DİSK’in varlığını son vermek , onların tabiriyle “çanlarına ot tıkamak” istemiyle 274275 sayılı sendikalar kanununda değişiklik yaparak DİSK’i tasviye edecek yeni bir yasa tasarısı hazırlığına girişmişti Yasa değişikliklerinin mecliste kabul edilmesinin ardından, işçi temsilcilerinin de geniş katılımıyla yapılan kalabalık toplantıda DİSK eylem kararı aldı. DİSK yönetimi, bir proteto mitingi
yapmayı planlıyor ve fabrikalardaki işçilere DİSK’ten gelecek talimatları beklemelerini salık veriyordu. DİSK’in planına göre miting 17 haziranda yapılacaktı. Ancak DİSK’in kanuna karşı çıktığı ve protesto edeceği haberi bir anda tüm fabrikalara, işyerlerine , kahvelere hatta evlere kadar ulaştığında , zaten istim üzerinde olan işçi sınıfı kendiliğinden derhal sokaklara aktı. 15 haziran günü, 115 işyeri ve yaklaşık 75 bin işçiyle başlayıp, 16 haziran günü 168 fabrikayı ve 150 bin işçiyi kucaklayan 15-16 haziran direnişi, modern sanayi proletaryasının beşiği olan İstanbul ve İzmit yöresini kapsadı. 15 haziran sabahı İstanbul’da, Gebze’de, İzmit’te fabrikalar durdu. Her tarafta işçiler çeşitli yürüyüşler ve mitingler düzenliyorlar ve kent merkezlerine doğru hareket ediyorlardı. DİSK’in böylesi bir kararı olmamasına rağmen işçiler bu protestoları kendi iniyasitifleriyle ve elbetteki
öncü işçilerin ve devrimcilerin yol göstermesiyle yalnızca iş bırakmakla sınırlamamışlardı. Ertsi gün Kartal’da, Levent’te ve Topkapı tarafında çatışmalar çıkmış, polis ateş açmıştı. Ordu tanklarıyla, ve zırhlı birlikleriyle göterilere müdahale etmeye çalışıyordu. Askerlerin oluşturduğu barikatlar aşılıyor ve polisle çatışmaya girişiliyordu. Kimi devlet kurumları ve tanınmış kapitalist işletmelerin merkezleri taşlandı, harap edildi, yer yer yakıldı. Tutuklanan işçileri kurtarmak için işçilerin tutuldukları karakollar basıldı. Bazı polislerin silahlarına el konuldu. Kadköy’deki çatışmalar özellikle çok şiddetliydi. Polisin açtığı ateş sonucu üç işçi öldürülmüş, 200 kişi yaralanmıştı. İstanbul’un iki yakasındaki işçilerin bir araya gelememesi için vapur seferleri tüm gün boyunca iptal edilmiş, Levent yakasından gelen 43
büyük işçi koluyla, Unkapanı-Eminönün’de biriken işçi kollarının birleşmemesi için Galata köprüsü açılmıştı. Bu muazzam direnişin zayıf karnı ise akşam saatlerinde ilan edilen sıkıyönetim ile açığa çıktı. DİSK yönetiminin işçileri sükunete çağırmasının ardından işçiler fabrikalarına geri döndüler. Fakat bazı fabrikalarda iş durdurma ve yavaşlatma eylemleri devam eti. İşçiler yasa geri çekilinceye ve eylemler sırasında tutuklanan sendikacılar serbest bırakılıncaya kadar direnişe devam etme kararı almışlardı. Fabrikalardaki direnişi ne asker ne de polis baskısı engelleyemedi. Fabrikalardaki sürdürdükleri direnişe son vermeye ve işbaşı yapmaya işçileri ikna edenler DİSK temsilcileri oldu. Tüm bunların ardından gelen işten çıkarmalar, tutuklamalar, işkenceler ve davalar işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde estirilen terörün birer 44
göstergesiydi. Üç ay süren sıkıyönetim sonunda işten çıkarılan işçi sayısı 5 bini aşmıştı. Yinede burjuvazi DİSK’i yok etme emeline ulaşamdı ve yeni sendika yasası uygulamaya sokulamadan iptal edildi. DİK’i yoketmek ve işçi sınıfının tüm sendikal kazanımlarını ortadan kaldırmak için burjuvazi 12 Eylül 1980’i baklemek zorunda kalacaktı. 15-16 Haziran , Türkiye işçi sınıfına ilk kez kendi gücünün muazzam boyutlarını göstermiştir. İşçi sınıfı böylece “kendiliğinden sınıf” olmaktan çıkıp “kendisi için sınıf” haline gelmiştir. Türkiye işçi sınıfı şanlı direnişini sürdürmeye sonuna kadar devam edecek, şanlı proleter devrimini gerçekleştirecektir. M.GÜNDAR