A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark
3
‘AKP’yi birleflerek yeneriz’ AKP’ye karfl› mücadele edenler ba¤›ms›zl›kç›, demokratik ve eflitlikçi birli¤in olanaklar›n› tart›flt›
6
TOK‹’de yolsuzluk alarm› Birçok TOK‹ projesi yapan ve Tayyip Erdo¤an'›n elinden ödül alan KC Grup, TOK‹’yi ‘doland›rd›’
13
Kimin dokunulmazl›¤›? Dokunulmazl›¤›n Türkiye’deki 136 y›ll›k tarihini inceledik
Cennetten kiral›k arsa
14
Bu da 2012 Türkiye’sinin ‹slami ve finansal endüljans›: Cennetten EFT ile arsa..
13 Aral›k 2012 • 1.25 TL
Y›l 7 • Say› 172
AKP VE PATRONLAR ‹fiÇ‹YE VER‹R TALKINI KEND‹LER‹ YUTAR SALKIMI
Asgari değil insanca yaşam
AKP 2013 bütçesinde aslan pay›n› savafla ve patronlara ay›r›rken itaatkar iflçiler yaratmak için Diyanet’i de unutmuyor
Asgari ücret ve azami sefaletle çal›flt›r›lmay› reddeden sa¤l›k emekçileri tafleron zulmüne karfl› ihale bast› ve haklar›na sahip ç›kt›
Tüm emekçilerin ücretini etkileyecek olan asgari ücretin 15 kiflilik ortaoyununda belirlenmesine karfl› iflçiler bayrak aç›yor
Dev Sa¤l›k-‹fl üyeleri 2010’dan beri “‹nsanca yaflamaya yetecek ücret” talebiyle eylemler yapt›. Foto¤raf, Dev Sa¤l›k-‹fl’in 20 Aral›k 2010 tarihinde ‹stanbul Befliktafl’ta gerçeklefltirdi¤i asgari ücret eyleminden. Dev Sa¤l›k-‹fl bu sene de “Asgari yaflamak istemiyoruz” diyerek sokakta olacak...
Devrimimizi almaya geldik
İki bölge iki eylem
Müslüman Kardefller’in yeni bir rejimin tesisine giriflmesi, M›s›r’› soka¤a döktü. Devrim provas› sald›r› dinlemedi. Mursi, geri ad›m att› ama koltu¤u halen sallant›da S. 5
Çekmeköy ve Fatih’te veliler okullar›n imam hatip olmas›na karfl› eyleme geçti. Çekmeköy ‹lçe Milli E¤itim ve ‹l Milli E¤itim’e yürüdü. S. 2 AYAKLAR BAfi OLSUN; CEO’LAR VE BAKANLAR ASGAR‹ ÜCRETE MAHKUM OLSUN
Kültüre kilit vurulmaz Hukuksuz bir flekilde kapat›lmaya çal›fl›lan Kaz›m Koyuncu Kültür Merkezi’nin gönüllüleriyle konufltuk S. 15
Her AKP’li yumurtayı tadıyor Yeni YÖK yasa tasar›s›n›n gündemde oldu¤u bugünlerde hiçbir AKP’li üniversitelerde rahat dolaflam›yor. Hacettepe Üniversitesi’nde bir konsere kat›lan Kültür Bakan› Ertu¤rul Günay da Kolektifçilerin yumurtal› protestosuna u¤rad›. Polis, protestonun ard›ndan 12 ö¤renciyi gözalt›na ald›. Anadolu Ajans›, Günay'›n gözalt›lar› engelledi¤ini yazarken ö¤rencilerin avukatlar› Günay’›n flikayetçi oldu¤unu ve korumalar›n› teflhis için karakola gönderdi¤ini aç›klad›.
“Asgari yaflam›” de¤il “insanca yaflam›” hedef olarak belirlemek zorunda olan emekçiler, bu hedefe mutlaka kamusal haklar›n›n “paras›z” sa¤lanmas›n› eklemek durumundad›r
HES art›k! HES’leri ile do¤ay› ya¤malad›lar. Yetmedi; HES nedeniyle güzergah› de¤ifltirilen demiryolunun da ihalesini ald›lar. Yetmedi; devlet demiryolu için gerekli arazileri kamulaflt›rd›. S. 9
AKP’nin gerici, piyasac› YÖK Yasas›’n› reddeden üniversite muhalefeti birlefliyor
YOL YAZISI S. 3
S. 4
Ferda Koç / Sayfa 4
Ali Çerkezo¤lu/ Sayfa 7
Büyük liberal kahramanlar Se¤l›kta flikayet de¤il...
Nilüfer Çayı zehir akıyor Mudanya’ya ba¤l› Çay›rönü Köyü’nde Kayabafl Ailesi’nin evine konuk olduk. Yaklafl›k 52 köyün derdi olan Nilüfer Çay›’n›n kirletilmesini konufltuk. Köylülür sorunlar›n› gazetemize anlatt› S. 11
Alp Tekin Babaç / Sayfa 8
Kurtarma personelini...
Dilflat Aktafl / Sayfa 10
Kad›n düflmanl›¤›na karfl›...
Bizi öldürüyorlar, duyun artık! Dr. Melike Erdem sa¤l›k sisteminin üzerinde kurdu¤u bask› nedeniyle, Gülflah ö¤retmen AKP’nin kad›n düflman› politikalar› nedeniyle yaflam›n› yitirdi. ‹fl kazalar›nda da her gün 3 emekçi ölüyor...
Ezenle ezilen aras›nda... AKP türbanl› kad›nlar›n ikincil konumunda bir de¤ifliklik yaratmad›¤› gibi laik kitleler aç›s›ndan dinsel bask› gerçek bir tehdit oldu. S. 12
2
EĞİTİM 13 Aral›k 2012 / 26 Aral›k 2012
Halk›n Sesi
‹ K ‹
B Ö L G E ,
‹ K ‹
M A ⁄ D U R ‹ Y E T ,
‹ K ‹
E Y L E M
Sınıflar kalabalık İmam hatipe ihtiyaç yok imam hatip okulları boş B
Ç
ekmeköy’deki Mehmet Arif, Mimar Sinan ve Hamidiye mahallelerindeki öğrencilerin kalabalık sınıflarına çözüm olarak inşa edilen okulların tabelaları, okulların açılmasına iki hafta kala takıldı. Ama tabelalarda beklendiği gibi ilkokul değil, “imam hatip ortaokulu” yazılıydı. Açılan imam hatipler boş kaldı ancak velilerin okullarını geri istediklerine dair topladıkları imzalar dikkate alınmadı. Bunun üzerine Çekmeköy İlkokulu, Hatice Mehmet Ekşioğlu İlk-Orta Okulu ve İsmihan İsmet Süzer İlk-Orta Okulu’nun velileri bir araya gelerek “Okulumuzu Geri İstiyoruz İnisiyatifini oluşturdu. Çekmeköy İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne giden veliler dilekçelerini vererek “Bizim imam hatipe değil, ilkokula ihtiyacımız var” dedi. İlçe Milli Eğitim Müdürü Sıtkı Verim velileri alaycı bir üslupla karşıladı. Verim dilekçeleri usule aykırı bir şekilde elden alıp velileri göndermeye çalıştı. Veliler, itiraz ederek dilekçelerinin kayıt altına alındığına dair sıra numarası istedi. Verim’in öğretmenlerden Deniz
Durak’a tehdit eder gibi sorduğu “Sen hangi okulun öğretmenisin?” sorusu üzerine gerilim arttı. Sonunda veliler dilekçelerini verip buradan ayrıldı. Çocuğu Hatice Mehmet Ekşioğlu İlk-Orta Okulu’nda ikinci sınıfta okuyan Yeliz Bozkurt Halkın Sesi’ne konuştu. 55 kişilik sınıflardan şikayet eden Bozkurt, “Seneye bu çocuklar nasıl sıralara sığacaklar, inip çıkmaları bile izdiham” dedi. Nimet Dönmez de öğretmenin 50 kişinin ödevlerini kontrol edecek vakti olmadığını belirterek “Eve bir ton ödevle geliyor. Öğretmen kontrol edemiyor. Biz evde öğretmenlik yapıyoruz” dedi. Mehmet Aygün, çocuğunun kalabalık nedeniyle iyi eğitim
göremediğini, bu nedenle kursa yazılmak istediğini anlattı. Gelirinin kurs için yeterli olmadığını söyleyen Aygün, uzakta oturduğu için servise binmek zorunda kalanların durumuna dikkat çekti. Bir veli servise verecek parası olmadığı için çocuğuyla birlikte her gün yarım saat yol yürüdüğünü söyleyerek, “Asgari ücretle ödeyemem servisi parasını. Çocuğuma yedek pantolon alamadım. Evden başka bir pantolon giydirdim. Çamur olur, okula gidince değiştireyim diye. Burnumun dibinde okul varken bir ton yol yürüyemem. Ben bu sorunu çekmek zorunda değilim” dedi. 5’inci sınıf öğrencisi Berivan da servis sorununa bir çözüm buldu: “Servis parasını versinler o zaman. 120 TL’yi versinler her aileye o zaman.”
ursa İmam Hatip Lisesi'nin kuruluşunun 50. yılı dolayısıyla düzenlenen gecede konuşan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Çok şükür bugün, satanist olanlar, memleketi soyup soyanlar, yolsuzluk yapanlar imam hatiplerden yetişmedi" dedi. Arınç imam hatipleri böyle savunurken, veliler ve mahalleli imam hatip yapılacağını öğrendikleri Fatih Gazi İlköğretim Okulu için eyleme geçti. 30 Kasım’da İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne giderek topladıkları binden fazla imzayı ileten veliler 7 Aralık’ta İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne giderek, görüşmek istedi. Okul civarında oturan aileler olarak bütün planlarını bu okula göre yaptıklarını söyleyen veliler, hiç kimseye sorulmadan alınan imam hatipe dönüştürülme kararını dayatma olarak değerlendirdi. Bu düşüncelerini ve okullarının ellerinden alınmaması taleplerini iletmek için Milli Eğitim Müdürü ile görüşmek isteyen veli ve öğretmenlerin randevu istekleri geri çevrildi. Veliler Milli Eğitim Müdürü’nün tavrını yuhalayarak karşıladı. İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde yapılan basın açıklamasını Semra Kaya okudu. Kaya, “Gerçekten imam
hatip okuluna ihtiyaç varsa bunu bizim elimizden okulumuzu alarak yapmasınlar. O ihtiyacı kimseyi mağdur etmeden gidersinler. Bizler imam hatip ortaokulna karşı olan veliler değiliz. Sadece kurulu düzenlerimizin bozulmasını istemiyoruz. Ortada bir haksızlık var, onarılması zor mağduriyetler oluşacak. Gazi İlkokulu ve Ortaokulu bir yaşam biçimdir, gelenektir. 47 yıldır bu şekilde eğitim yapan okulumuza dokunmayın!” dedi. Milli Eğitim Müdürlüğü önünde serbest kürsü kuruldu. Okulun eski mezunları da eylemdeydi. Eski mezunlardan Cevat Demiryaz, bu okulun mahallenin ihtiyacı olduğunu belirterek, imam hatipe ihtiyacı olduğu düşünülen bölgelerde dahi sınıfların dolmadığına dikkat çekti. 7’nci sınıf öğrencileri Onur, Batuhan ve Ali Kadir, Halkın Sesi’ne konuştu. Batuhan, “Okulunuzun imam hatip yapılmasına neden karşısınız?” sorusuna “Çünkü hepimiz din adamı olmak zorunda değiliz. Kızlara başörtü takmak istiyorlar ama
zorunda değiliz. Cübbe giymek zorunda değiliz. Bütün ilçeyi, ili, Türkiye’yi, herkesi başörtülü yapmak istiyorlar. Ama kimse zorunda değil” yanıtını verdi. Çocuklar referandum yapılmasını teklif ederek imam hatip isteyen neredeyse kimsenin olmadığının bu şekilde görülebileceğini ifade etti. Torunu bu okulda okuyan bir veli yakındaki imam hatipte sınıfların 14 kişilik olduğunu bildirerek “Ama benim torunumun sınıfında 50 kişi var. Bu çok düşündürücü” dedi. Veli bundan sonra oy verirken daha dikkatli olacağını ifade etti.
Neden bu okullar? TUBA GÜNEfi
Daha önce Fatih Atatürk ‹lkö¤retim Okulu velileriyle sohbetimizde okulun ad›n›n “Atatürk” olmas›ndan dolay› buran›n hedef oldu¤unu duymufltuk. ‘Gazi’ ö¤retmenleri de benzer bir yak›nmayla karfl›m›za ç›kt›. Hatun ‹ldemir iktidar›n okulun ad› “Gazi” oldu¤u için bu okulu dönüfltürmek istedi¤ini söyledi. Ancak hem Çekmeköy’deki velilerden hem de Fatih’teki velilerden ö¤rendiklerimize göre hedef okullar›n ismindeki Mustafa Kemal Atatürk de¤il, bölgelerdeki toplumsal yap›. fiehremini’deki Gazi ‹lk-Orta Okulu velilerinin itiraz›n›n en önemli gerekçesi fluydu: “Bu mahallede çocu¤unu imam hatipe
göndermek isteyen kimse yok.” Velilerin ço¤u kendisini “demokrat” olarak tarif ediyor. Ö¤retmen ‹ldemir “Belediyeler, k›l›k k›yafetlerini verdikleri, servis sa¤lad›klar› halde imam hatipe kimse gitmiyor” diyor. Gazi’de 7’nci s›n›fta okuyan Onur da mahallenin yap›s›n›n fark›nda. fiöyle diyor: “Baflbakan dinine çok önem veriyor. Biz de dinimize önem veriyoruz. Ama bizim hayat tarz›m›z imam hatipe uygun de¤il.” Çekmeköy Alevilerin yo¤un olarak yaflad›¤› bir bölge. ‹ki imam hatip okulunun aç›ld›¤› bölgedeki velilerle konufltu¤umuzda, s›n›flar›n kalabal›kl›¤› kadar duydu¤umuz bir baflka fley vard› ki o da “ayr›mc›l›k”t›. Veliler ço¤u zaman
nas›l bir ayr›mc›l›¤a maruz kald›klar›n› anlatmakta çekinseler de foto¤raf›n› almam›za izin vermeyen Han›m Günefl’in hikayesi nas›l bir ayr›mc›l›¤a maruz kald›klar›n› göstermeye yetiyor. Aç›lan imam hatiplerden birinin karfl›s›nda k›rtasiye dükkan› bulunan Günefl, hiç ifl yapamad›¤›ndan yak›n›yordu. Han›m Günefl, önce çocu¤una servis paras› bulamad›¤› için oradayd› ama bir di¤er neden de dükkan›n kira paras›n› bile karfl›layamamas›yd›. Çünkü Han›m Günefl, Tokatl›, Alevi ve dükkan› Cemevi’nin alt kat›nda bulunuyor. Bu nedenlerle imam hatip ö¤rencileri k›rtasiye dükkan›ndan al›flverifl yapm›yor.
Ne dindar ne kindar
Sırada ceza davası var
Kılık Kıyafet Yönetmeliği’nde yapılan değişikliğe öğrencilerden, velilere ve öğretmenlere toplumun hemen hemen her kesimden itiraz yükseliyor
L
iseli Genç Umut Samsun, İzmir ve İstanbul’da yaptığı eylemlerde AKP’nin gerici eğitim politikalarına karşı ses çıkardı. Samsun’da 11 Aralık’ta yapılan basın açıklamasında "Ülkenin dört bir yanında AKP karanlığına, gerici ve piyasacı eğitime karşı 'İsyan et!' diyoruz. Dindar-kindar nesiller yetiştirmek isteyen AKP
iktidarının karşısında dik bir şekilde duracağız" dedi. İzmir’de 7 Aralık’ta sokağa çıkan Genç Umut “Baş örtülecek, etek ölçülecek. AKP gericiliğine İsyan et!’’ pankartı taşıdı. Karataş Lisesi’nde okuyan ve eyleme katılan bir öğrenci, yürüyüş sırasında karşılaştığı okul idarecisi tarafından tehdit edildi. Bunun üzerine
konuşma yapan liseliler “AKP’liler ve onların okullardaki gerici kadroları, ‘okullara özgürlük geliyor’ derken bile kendilerine karşı çıkan en ufak bir sese dahi okul içerisinde veya okul dışarısında tahammül edemiyor” denildi. Basın açıklamasında ve yapılan konuşmalarda yeni Kılık Kıyafet Yönetmeliği ile AKP’nin amacının, okulları gericileştirmek, türbanı okullarda yaygın hale getirmek olduğu ifade edildi. Liseliler tek tip kıyafete karşı olduklarını belirttikleri açıklamada AKP’nin dindar, kindar gençliği olmayacaklarını vurguladı. İstanbul Genç Umut ise Milli Eğitim Müdürlüğü önündeydi. Burada yapılan basın açıklamasında getirilen kıyafet sınırlamalarıyla okullardaki baskının, cinsiyetçi yaklaşımların,
‹flin bir de baflka yüzü var. Eylemlere türbanl› veliler de kat›lm›flt›. fiehremini’de bir türbanl› veli, “‹mam hatip olursa çocu¤uma türban bask›s› uygulayabilirler. Ama ben türban tak›p takmamaya kendisi karar versin isterim” diyordu. Çekmeköy Milli E¤itim Müdürlü¤ü’nde daha farkl› bir muameleyle a¤›rland›¤›n› bizzat anlatan türbanl› veli ise “‹mam hatipe karfl› de¤ilim ama çocu¤umu nereye gönderece¤ime ben karar veririm” diyordu.
A
cezaların daha da çok artacağı ifade edildi. Liseliler “Türban okullarda yaygınlaştırılıyor. Okullar tümden imam hatipleştirilmek isteniyor” dedi. Liseliler İl Milli Eğitim Müdürlüğü duvarına “Baş örtülecek, etek ölçülecekmiş’. Ne dindar, ne kindar AKP’nin gençliği olmayacağız!” yazılı pankartı asıp, binanın giriş kapısına Liseli Genç Umut’un logosu ‘Barikat Çocuğu’nun stikır yapıştırarak eylem yerinden ayrıldı. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi de Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı önündeydi. Eylem, badem bıyıklı imam kılığındaki meclis
üyesinin sergilediği küçük bir gösteriyle başladı. Gösterinin ardından basın açıklamasını Sıla Uzunpınar okudu. Uzunpınar değişen yönetmelik maddelerinin yeni bir baskı döneminin işaretleri olduğunu ifade etti. Uzunpınar, “Önümüzdeki günlerde öğrencilerimizin kılık kıyafetinden, etek boyundan dolayı gördüğü her türlü baskının sorumlusu AKP’dir. Bu aynı zamanda AKP’nin kadın düşmanlığı politikasıdır” dedi. Halkevci Kadınlar’ın yönetmelikle ilgili protestosunu 10. sayfada (Kibele) bulabilirsiniz.
nasınıfında tuvaletteki lavabonun üzerine düşmesi sonucu yaşamını yitiren Efe Boz için ailesi İdare Mahkemesi’nde açtığı davada 25 bin lirası maddi, 250 bin lirası manevi, toplam 275 bin TL tazminat kazandı. Boz’un ailesinin İstanbul Valiliği ve Milli Eğitim Bakanlığı hakkında İstanbul 6. Bölge İdare Mahkemesi’nde açtığı davada karar verildi. Kararda, Efe’nin ölümüne neden olan lavabonun çocuklar için uygun sağlamlıkta yapılmadığına dikkat çekildi. Anne Nurdan Boz, şunları söyledi: “Efe’nin ölümünden sonra 26 çocuk daha yaşamını yitirdi. Bazılarının üzerine kapı
düşmüş, bazısı yıkılan duvarın altında kalmış. Bu ailelerle bir araya geldik. Şu ana kadar hiç dava açmayan ya da açsa bile takipsizlik alan aileler var. Bütün bunlar için ve diğer olaylar için, karar emsal teşkil edecek. Ben de bu ailelerin yanında olacağım. Belki bir çatı altında buluşup daha organize hareket edeceğiz. Bütün amacımız başka Efeler ölmesin.”
3
GÜNDEM 13 Aral›k 2012 / 26 Aral›k 2012
Halk›n Sesi
AKP’yi birleşerek yeneriz S
arıyer Halkevleri tarafından düzenlenen, ‘AKP rejimine karşı solda birleşmek mümkün mü?’ paneli 9 Aralık Pazar günü, Sarıyer Bosfor Restaurant’ta gerçekleşti. Çiğdem Çıdamlı’nın moderatörlüğünü yaptığı panele; Cumhuriyet gazetesi yazarı Ergin Yıldızoğlu, Sendika.Org yazarı Ferda Koç, Yurt Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner ve BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel konuşmacı olarak katıldı. AKP'N‹N KR‹Z‹ DER‹NLEfi‹YOR Panelistlerden Ergin Yıldızoğlu, AKP'nin uluslararası desteğe sahip tarihsel bir blok olduğuna ve son dönemde muhalefeti engelleyememesi, uluslararası ilişkileri yönetmekte zorlanması, uluslararası destekçilerinin bu blok hakkında kuşkuya düşmesi gibi nedenlerin bu bloğun krizine işaret ettiğini vurguladı. Yıldızoğlu bu tarihsel anın aynı zamanda solda birlik olanaklarını arttırdığını dile getirdi. Üç önemli toplumsal dinamik diye tanımladığı sosyalist muhalefet, Cumhuriyetçi muhalefet ve Kürt hareketine dikkat çeken Merdan Yanardağ ise AKP'yi yıkacak dinamiğin ancak bu üç merkezin birliğiyle mümkün olacağının belirtti.
Gerici ve piyasacı AKP rejimine karşı sokakta mücadele edenler; bağımsızlıkçı, ilerici, demokratik ve eşitlikçi ortak bir muhalefet için bir araya geldi
AYRIfiAN DEVR‹MC‹ SÜREÇLER YAKINLAfiIYOR Tarihsel olarak Türkiye devrimci hareketinin ve Kürt siyasal hareketinin birbirlerinde bağımsız geliştiğini anlatan Ferda Koç ise, bu iki devrimci sürecin birlikteliğini sağlayacak ana dinamiğin neoliberalizme karşı gelişen halkın hakları mücadelesi olduğuna dikkat çekti. Yıldızoğlu ve Yanardağ gibi Koç'un da konuşmasında, birbirlerinden
farklı gelişen bu iki toplumsal dinamiğin birleşme olanaklarına vurgu yapması, bu konunun sosyalistler açısından önemsendiğini ve önümüzdeki dönemde önemli gündemlerden biri olacağını gösterdi. B‹RLEfi‹RSEK AKP'DEN DAHA GÜÇLÜYÜZ Panelin belki de en ilgi çekici noktalarından birisi şimdiye kadar bir araya gelmekten kaçınan iki
farklı toplumsal kesimin temsilcilerinin bu panelde bir araya gelerek tartışmaya önemli katkılarda bulunmalarıydı. Konuşmasına AKP'nin güçlü olmadığına, aslında AKP'ye karşı mücadele edenlerin dağınık ve örgütsüz olmasını AKP'yi güçlü gösterdiğine vurgu yaparak başlayan Sabahat Tuncel, Cumhuriyet değerlerine sahip çıkmanın, Cumhuriyet'te yaşayan halkların haklarına sahip çıkmakla mümkün
olduğunu söyledi. İlhan Cihaner ise Cumhuriyetçi muhalefetin sloganların ötesine geçerek, kendi içerisinde sisteme karşı güçlü bir eleştiri çıkarması gerektiğini söyledi. Cihaner, ayrıca Kürt sorununda demokratik çözüm talebini tüm toplumsal kesimlerle birlikte AKP'ye dayatmanın önemli olduğunu belirtti. MÜCADELE B‹RLEfiT‹R‹YOR Soru-cevap ve dinleyicilerin katkılarının alındığı bölümde ise, söz alan dinleyicilerin neredeyse tamamı AKP rejimine karşı birlik tartışmalarının önemine işaret etti. Söz alanlar arasında, sosyal demokratların önemli bir kısmı Kürt hareketinin emek mücadelesini yeteri kadar önemsemediğini söylerken, Kürt hareketine yakın olanlar ise sosyal demokratların Kürtler ile empati kurmaktan kaçındıklarını ve Kürtlerin taleplerini görmezden geldiklerini belirtti. Karşılıklı eleştirilere rağmen, panele dinleyici olarak katılanlar, gerçek hayatta Sarıyer'de -halka dönük saldırılar söz konusu olunca- birlikte mücadele eden insanlardı. Bu durum, AKP rejimine karşı solda birlik tartışmasının önemli bir ihtiyaç olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Hopa direnişi davalarda sürüyor
31 May›s 2011’de Ankara’daki Hopa protestosunun ard›ndan tutuklamalarla bafllayan Ankara Hopa Davas›’n›n 5’inci duruflmas› 11 Aral›k’ta Ankara Adliyesi’nde görüldü. Duruflma öncesinde Halkevleri’nin adliye önünde gerçeklefltirdi¤i bas›n aç›klamas›na CHP milletvekilleri Melda Onur, ‹lhan Cihaner, Veli A¤baba, Binnaz Toprak, Özgür Özel, Erdal Aksünger, Süleyman Çelebi, Kadir Gökmen Ö¤üt, Tolga Çandar, Nurettin Demir, Mustafa Moro¤lu, U¤ur Bayraktutan, Sena Kaleli ve ‹lhan Demiröz, BDP Milletvekili Ertu¤rul Kürkçü, BDP Ankara il yöneticileri Ahmet Aday, Hüseyin Yaman ve Yadigar Yakut ve parti meclisi üyesi P›nar Akdemir, TTB Merkez Konsey 2. Bflk.Gülriz Eriflken, BTS Gen. Baflk. Yavuz Demirkol kat›ld›. Ö¤renci Kolektifleri
bas›n aç›klamas›na destek verdi. Aç›klamada ilk sözü alan CHP Milletvekili Melda Onur, AKP’nin toplumun farkl› katmanlar›ndaki tüm muhalifleri iç düflman ilan etti¤ini söyledi. Hak arama mücadelesinin geçmiflten bu yana sürdü¤ünü söyleyen BDP Milletvekili Ertu¤rul Kürkçü ‘Mücadelemizi sürdürece¤iz’ dedi. Halkevleri Genel Sekreteri Nuri Günay, aradan geçen 561 günde Metin Lokumcu’nun katillerinin ve iflkencecilerin bulunamad›¤›n› fakat do¤rudan baflbakan›n talimat›yla derelerine sahip ç›kanlara pefl pefle davalar aç›ld›¤›n› belirtti. Günay, AKP’nin kasalar›n› ve ce-
zaevlerini doldurma politikalar›n› durdurana kadar mücadele edeceklerini söyledi. Dava, 7 May›s 2013'e ertelendi. Ayn› gün Rize Pazar’da da Hopa Davas› vard›. Metin Lokumcu’nun katledilmesini protesto eden 22 kifli hakk›nda aç›lan davan›n ilk duruflmas› 11 Aral›k’ta görüldü. 16 san›¤›n ilk ifadelerinin al›nmas›n›n ard›ndan dava, 5 Mart 2013’e erteledi. Duruflma ç›k›fl›nda bas›n aç›klamas›nda konuflan ÖDP Efl Genel Baflkan› Alper Tafl, Metin Lokumcu’yu katledenlere iliflkin herhangi bir ifllem yap›lmazken ölümü protesto edenlere ise ülkenin dört bir yan›nda davalar aç›ld›¤›na dikkat çekti.
Kıbrıs’ta Ortadoğu paneli Baraka Kültür Merkezi, Kıbrıs’ta “Savaş Tezkeresi Bağlamında Türkiye, Suriye, Ortadoğu ve Kıbrıs” başlıklı bir panel gerçekleştirdi. Yoğun katılımın olduğu panele Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy, BDP milletvekili Hasip Kaplan, CHP milletvekili İlhan Cihaner ve ÖDP Eş Başkanı Alper Taş konuşmacı olarak katıldı. Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolünün ve Ortadoğu sorunu içinde Kıbrıs’ın nasıl bir yer tuttuğunun tartışıldığı panelde, savaş karşıtı mücadelede Kıbrıs halkıyla birlikte hareket etmenin önemine vurgu yapıldı. AKT‹F TAfiERONA KARfiI... Oya Ersoy, ABD’nin çoktaraflı ve yerli işbirlikçiler yaratarak bölgeye müdahale ettiğini söyledi. AKP’nin emperyalizmin aktif taşeronu olduğunu vurgulayan Ersoy, komşularıyla sıfır sorun diyen AKP’nin, tüm komşularını kendisine karşı düşmanlaştırdığını söyleyerek, “AKP Suriye Kürdistanı gibi yeni bir düşman yarattı. İçeride Kürt sorunu derinleşti” dedi. Ersoy, AKP’nin ırkçılık, şovenizm ve gericiliğe sarıldığını, bu nedenle bunlara karşı mücadelede ortaklaşmak gerektiğini söyledi. Ersoy, ayrıca Kıbrıs’taki 38 yıllık işgalin 2000’den beri neoliberal İslamcı projeye dönüştüğünü söyleyerek, “Burayı Türkiye halklarına daha iyi anlatmalıyız” dedi. BU HALKLARIN KAVGASI DE⁄‹L Hasip Kaplan Türkiye’nin enerji geçiş ülkesi olduğunu görmek gerektiğini belirtti. Bu kavganın enerji kaynaklarının paylaşım kavgası olduğunu ifade eden Kaplan “Kıbrıs’ta petrol ve doğalgaz olduğu artık biliniyor” dedi. Kaplan ayrıca, Kıbrıs halklarının verdiği mücadeleyi desteklediklerini ifade ederek “Diyarbakır meydanından sizin hakkınızı savunmak boynumuzun borcudur” diye konuştu. Alper Taş Ortadoğu’da gördüğü üç temel sıkıntıyı paylaştı. Taş, ilk sorunun Kürtlerin statüsünün ne olacağı, ikincisinin Kürtler ve Filistin halkının ulus-devlet kuramamış olması, üçüncüsünün de emperyalist güçlerin lojistik askeri güç olarak gördüğü Kıbrıs’ın parçalanmışlık durumu olduğunu anlattı. Taş, bu sorunların çözümünün de emperyalizme karşı mücadele olduğunun altını çizdi.
Ayaklar bafl olsun; CEO’lar ve bakanlar asgari ücrete mahkum olsun! ralık ayı AKP için genel olarak angarya dönemi olarak geçiyor. Bu angarya döneminin en önemli kalemi de kuşkusuz bir sonraki yılın (2013) bütçesinin onaylatılması. (Asgari ücretin belirlenmesini de eklemek gerek). Bütçenin oluşturulma, onaylanma ve uygulanma süreçleri zaten halkın demokratik katılımına açık süreçler değil. AKP’nin meclisteki ezici çoğunluğu da meclisin diğer bileşenlerinin bu süreçlere katılımının, “laf etmenin” dışına çıkarılmasına engel. AKP, lehine olan tüm bu olanaklara rağmen bu yıl yeni bir şey daha yaptı, meclis adına bütçeyi denetlemekle yükümlü olan Sayıştay’ı da devre dışı bıraktı. Sayıştay’ın, dış denetim genel değerlendirme, faaliyet genel değerlendirme ve mali istatistikleri değerlendirme raporları gelmemesine rağmen -ki bu durum bütçe görüşmelerine geçilmesine bile engel- AKP, bütçeyi meclisten geçirmeye başladı. 2013 bütçesinde ise AKP açısından kritik bir değişiklik görülmüyor; yine sermaye lehine kıyaklar tüm bütçenin dokusuna hakim, yine dinci gericiliği büyütmek ve kurumsallaştırmak için “pozitif ayrımcılık” yapılmış ve yine savaş planları var. Maliye Bakanlığı’nın 2013 yılı bütçe ödeneği 2012 yılına göre yüzde 12 oranında artışla 99 milyar 166 milyon 766 bin TL olacak. Buna Hazine Müsteşarlığı, 47 milyar 496 milyon TL ödeneği de eklendiğinde 404 milyar TL olarak hesaplanan 2013 bütçesinin neredeyse üçte biri Maliye Bakanı’nın harcamasına bırakılmış durumda. Bu paranın önemli bir kısmı da borç ve faiz ödemelerine gidecek. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın AKP dönemindeki yükselişi ise elbette takdire şayan! Yüzde 18.3’le Diyanet İşleri Başkanlığı 11 bakanlık bütçesinden daha büyük. Bu bakanlıklar içerisinde, Sağlık Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ve Avrupa Bakanlığı var. Yani devletin
A
dini ihtiyaçları bu konulardan önce geliyor. En yüksek artışın (yüzde 23,1) Milli Eğitim Bakanlığı’nda olması AKP için çok önemli bir propaganda malzemesi sadece. Tayyip Erdoğan’ın bu malzemeyi bolca kullanacağına tanık olacağız. Bu artışın arkasında ise Fatih projesi ile, tablet bilgisayar projesi ile ve okul inşaatları projeleri ile sermayeye kaynak aktarılması planları var. Ve asıl olarak savaş bütçesinin kalemleri! İstihbarat ve güvenlikle ilgili kurumların bütçelerindeki artış bunun göstergesi. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) bütçesindeki artış yüzde 32. MİT dahil olmak üzere güvenlik kurumlarına ayrılan ödenek 22 milyar lirayı buluyor. İçişleri Bakanlığı da dahil edildiğinde 2013 Yılı Bütçe Yasa Tasarısı’nda Türkiye’nin güvenlik, asayiş ve istihbaratından sorumlu kurumlarına aktarılan kaynak 2012 yılına göre yüzde 16.2 artışla 45 milyar 297 milyon TL’ye ulaşıyor. Buna, Tayyip Erdoğan’ın bilgisini bile kimseyle paylaşmak zorunda olmadığı 1 milyarlık örtülü ödeneğini de eklemek gerek.(1) AKP SAVAfiA MI HAZIRLANIYOR? Rusya’nın ve İran’ın Suriye ile ilgili planları, pozisyonları değişmediği sürece AKP’nin Suriye ile doğrudan bir sıcak savaşa girmesi mümkün değil. Çünkü bu iki ülke Türkiye’nin petrol ve doğalgaz ihtiyacının neredeyse üçte ikisini karşılıyor. Aralık ayı başında Putin’in ziyareti ile iki ülke arasında ekonomi, finans, güvenlik, ticaret ve kültür alanlarında 11 anlaşma imzalandı. Türkiye ile Rusya arasındaki ticaret hacmi 35 milyar dolar. Nükleer santral projesi ise zaten AKP’yi Rusya’ya bağlamış durumda. Tüm kozlar Rusya’nın elinde olmasına rağmen Rusya, bir hamle daha yaparak AKP’nin en büyük hayalini yani Türkiye’nin enerji nakil hattı olma hayalini bitirdi. Nabucco Boru Hattı Projesi ile Rus ve Kafkas doğalgazı, Türkiye devre dışı bırakılarak Karadeniz’in altından Bulgaristan’a ve dolayısıyla Avrupa’ya bağlanacak. İran ile olan ilişkide de AKP’nin eli çok zayıf. Türkiye’nin doğalgaz ihtiy-
acının yüzde 20’si İran’dan karşılanıyor. Türkiye ödemeyi TL olarak yapıyor. İran, bu Türk Liralarını uluslararası bankacılık sistemine sokamadığı için (ambargo nedeniyle) bu paralarla Türkiye’den külçe altın alıyor. Tam da bu yüzden Türkiye’nin 2011’de altın ihracatı 10 kat artarak 12 milyar dolara çıkmış durumda. Aynı zamanda bu durum, AKP’nin son dönemde çok övündüğü “cari açıktaki azalmanın” da (suni de olsa) bir diğer nedeni. Sonuç olarak AKP’nin, Rusya’yı ve İran’ı doğrudan karşısına alması imkansız ancak diğer yandan da ABD’ye de aktif taşeronluk yapmak zorunda. Bu ikilemle daha uzun süre yaşayacak ve Rusya’nın Suriye konusundaki tercihinin değişmesini bekleyecek. Bu arada da silah sermayesini ihya etmeye ve “çaktırmadan” Suriye’nin içini karıştırmaya devam edecek. Bu karıştırma işinin asıl finansörü de Tayyip Erdoğan. Örtülü ödenek harcamaları rekor artış göstererek 2012 yılının ilk 8 ayında 587 milyon lira olarak gerçekleşti. Sadece 2008’den beri Tayyip Erdoğan’ın örtülü ödenek kasasından harcadığı para 2 milyar lira. Açıklanmasında sakınca görülen bu paralar nerelerde değerlendirilmiş olabilir? Ortadoğu’da tek sıkıntılı yer Suriye değil elbette. Gazze’de olanlardan sonra Filistin konusunda nisbi bir “ilerleme” yaşandı. Filistin, BM’de “gözlemci devlet” statüsü edindi. Ancak bu durum Gazze’de, Batı Şeria’da yaşanan durumda fiili bir değişiklik yaratmadı, yaratacak gibi de görünmüyor. İlan edildiği açıklanan ateşkes, İsrail tarafından fiilen iptal edilmiş durumda. Filistinliler arasındaki iktidar mücadelesi ise iyice uluslararası aktörlerin (sadece ABD, İsrail ve İran değil, aynı zamanda Mısır, Katar, Suudi Arabistan,v.s) operasyonel konum aldığı bir çatışma alanı. Tayyip Erdoğan ise Filistinlilere “Filistinli kardeşlerimizin aralarındaki anlaşmazlıkları geride bıraktıkları, birlik ve beraberlilerini güçlendirdikleri takdirde çok daha büyük başarılara imza atacaklarından şüphe etmiyorum” diyor. Kimin egemenliğinde,
kimin için? Ve Mısır… 25 Ocak 2011’de Hüsnü Mübarek’i deviren Mısır halkı, şimdi de Mübarek’in yerine geçen Müslüman Kardeşler lideri Muhammed Mursi’nin koltuğunu sallıyor. Böyle olması da kaçınılmazdı. Çünkü iki yıl önce canı pahasına sokaklara dökülen Mısırlılar, Mübarek’in şahsında simgeleşen ABD-İsrail işbirlikçisi, neoliberal ve baskıcı politikalara karşı isyan etmişti. Şeriat gibi bir talepleri yoktu. Mübarek’in gitmesini ve demokratik seçimlerin yapılmasını, örgütlenme özgürlüğünü güvence altına alan yeni bir anayasa yapılmasını, insani bir asgari ve azami ücret aralığının belirlenmesini, barınma, sağlık, ulaşım gibi hizmetlerin iyileştirilmesini istiyorlardı. Bu eylemlerin arka planında 2000’li yıllarda sokaklardan eksik olmayan savaş karşıtı hareketler ile yasaklara ve devlet terörüne rağmen meşru, militan, fiili bir temelde gelişen sendikal hareketler yatıyordu. Bu hareketlere öncülük eden işçi militanları 2000’li yıllarda 3 bin civarında fiili grev ve eylem örgütlemiş, Mübarek’in devrildiği süreçte 1,5 milyonu aşkın üyesiyle Mısır Bağımsız Sendikalar Federasyonu’nu yaratmıştı. Adını Mahalla’daki işçi eylemlerinden alan 6 Nisan Hareketi gibi gençlik hareketleri kurulmuştu. 2000’li yıllarda sokaklarda bunlar olurken Müslüman Kardeşler, kâh kavga edip kâh uzlaştığı sistemin ön açmasıyla parlamentoya giriyor ve Mübarek’le birlikte emek düşmanı politikalara onay veriyordu. Yükselen İslamcı burjuvazinin oluşturduğu “işadamları kolu” Müslüman Kardeşler politikalarının temel belirleyeni haline gelirken sınıf çıkarları onları ABD ve İsrail’le uzlaşacakları bir ufka doğru ilerleriyordu. Halk ayaklanması patlak verdiğinde Mursi’nin örgütü Müslüman Kardeşler bir hafta Tahrir’de görülmemiş, Mübarek’in gidici olduğu anlaşılınca ABD ve Mısır ordusu ile anlaşma içinde sistem açısından bir kurtarıcı olarak sahne almıştı. Sokaklara çıkan devrimcilerin örgütsel-politik açıdan iktidarı almaya hazır olmamalarından istifade eden İslamcılar, Suudi ve Katar parasının ve ABD onayının da verdiği gazla düzenlenen bas-
kın parlamento seçimlerinde çoğunluğu elde etti (yüzde 40 Müslüman Kardeşler, yüzde 20 Selefiler). Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise Müslüman Kardeşler yüzde 25, Mübarek’in mirasçıları yüzde 24, solcuların adayı Hamadin Sabbahi ise yüzde 22 oy aldığında solun hiç de zayıf olmadığı görülecekti. Tahrir’in gerçek kitlesinin talepleri ile Müslüman Kardeşler’in politik programı arasındaki sınıfsal uzlaşmazlık, yeni ayaklanmaların güvencesiydi. Ve Mursi’ye geri adım attıran halk isyanının da gösterdiği gibi, sınıfa güvenenler mahçup olmadı. Rivayet o ki Mursi, ordudan yargıya, sendikalardan toplumsal yaşama bütün alanları mutlak denetim altına alarak iktidara yapışma girişimini AKP’den aldığı akılla başlatmış. Egemenlerin “başarılı” iktidar deneyimleri egemenlere, ezilenlerin başarılı mücadeleleri de ezilenlere örnek olur. Emperyalizmin ve siyasal İslam’ın kuşatması altında, ona buna yamanmaktansa sınıf mücadelesine güvenen Mısırlı devrimciler de bizlere örnek olsun. Tekrar yurda dönersek! Maliye Bakanı Şimşek Genel Kurul’daki bütçe konuşmasında ilginç bir hesap yaptı. 2002’de en düşük memur maaşının 392 milyon lira olduğunu belirtip, 2012’de bu rakamın bin 758 liraya çıktığını söyledi. En düşük memur maaşıyla memurun satın alabileceği bazı ürün miktarlarını da sayılarla belirtti. Şimşek’e göre 2002’de 386 kilo ekmek alan memur 2012’de 686 kilo ekmek alabildi. 10 yıllık karşılaştırmaya göre 2002’de 174 kilo kuru fasulyeyi evine götüren memur, 2012’deki maaşıyla 337 kilo kuru fasulye almaya başladı. Benzer bir durum asgari ücret için de geçerli. Rakamlarla oynayıp, işine gelen rakamı açıklayıp işine gelmeyeni açıklamayan bu iktidar, asgari ücretin belirleneceği bu günlerde benzer hinliklerin peşinde (2). Bilindiği gibi asgari ücret işçi işveren ve hükümetin beşer kişiyle katıldığı ve kararların oy çokluğuyla alındığı bir dizi “pazarlık” sonucunda belirleniyor. Oysa devletin kendisi de bir işveren hatta en büyük işveren. Binlerce kamu çalışanını, bir milyondan fazla
taşeron işçisini ihaleler yoluyla çalıştıran en büyük işveren) olduğu için aslında masada iki işveren bir işçi (o da ne kadar işçiden sayılırsa) var. Ve devlet asgari ücret zammını olabilecek en alt sınırda tutmak için yukarıdakine benzer rakam oyunları oynamakta mahir. Ancak sözü edilmeyen bazı rakamlar var. Mesela, 739 TL olan asgari ücretin yoksulluk sınırının (3350 TL) neredeyse dörtte biri olduğu, açlık sınırının (1030 TL) ise sadece üçte ikisi olduğu gibi. Mesela AKP iktidara geldikten bu güne kadar, asgari ücretle geçinen bir ailenin eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, enerji gibi en temel yaşamsal ihtiyaçların ne kadar “zamlandığı” gibi! Sadece elektrikten bir örnek; son dört yılda elektriğe yapılan zam yüzde 120. Ayda 250 kw elektrik tüketen bir ailenin elektrik faturası 90 TL, ferdi ısınma ile yıllık 1.500 m3 doğalgaz tüketileceği kabulüyle aylık ortalama doğalgaz faturası da 132,5 TL oldu. Bu durumdaki bir ailenin aylık enerji faturası 222,5 TL'ye denk geliyor. Bu rakam asgari ücretin yüzde 31,7’si, yani üçte biri. Asgari ücret çalışma karşılığı alınan para olarak belirlenemez! Belirlense bile yoksulluk sınırının altında olamaz! “Asgari yaşamı” değil, “insanca yaşamı” hedef olarak belirlemek zorunda olan emekçiler, bu hedefe mutlaka kamusal haklarının “parasız” sağlanmasını eklemek durumundadır. Asgari ücretin belirlenmesi süreci devletin toplumla ve emekçilerle yaptığı en büyük toplumsal sözleşme süreci olarak görülmeli ve toplumsal mücadelenin konusu olarak ele alınmalıdır. Notlar: 1) Tansu Çiller başbakanken hesapsız harcayabileceği kendisine tahsis edilmiş örtülü ödeneğin nerelere kullanıldığını bir nebze öğrenebilmiştik. Ünlü dolandırıcı Selçuk Parsadan,Tansu Çiller’i 500 milyon lira dolandırdığını itiraf etmişti. Umalım da benzer bir durum bu başbakanın başına gelmez. 2) Rakamlarla oynamak derken, Bahçeli’yi bile geride bırakan bir şahıstan söz etmemek olmaz. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin bakın ne diyor; “1 her zaman 0,9'dan büyüktür. 1 her zaman yarımdan büyüktür. Bizim hedefimiz her zaman biri 1,10, 1,20 ve 1,5'a doğru yüceltmektir. O büyüğü 0,75'e indirerek, yarıma indirmek için planlar yapabilirler"
4
GÜNDEM 13 Aral›k 2012 / 26 Aral›k 2012
Halk›n Sesi
Büyük liberal kahramanlar "Kürt sorununu sağ çözer" mavalının en önemli dayanağı Turgut Özal efsanesidir. Tam Turgut Özal Kürt sorununu çözecekmiş ki sorunun çözümünü engellemeyi isteyen savaş lobisi/Ergenekon tarafından öldürülmüş, sorunu çözmeye ömrü vefa etmemiş. Özal'ın bayrağını devralan Tayyip Erdoğan'ın "liberal kahramanlar geçidi"nin son atlısı olarak sunulmasında da, Kürt sorununu çözmek için "masaya oturmaya cesaret edebilmesi" büyük bir kanıt olarak gösteriliyor. Şu "Çözüm Şampiyonu Özal" efsanesi ile biraz uğraşmak istiyorum. Sağ politikacılar ve yazarlar tarafından sürekli sümen altı edilip durur ama, Özal, 12 Eylül cuntasının tek gerçek "Bakan"ıdır. 12 Eylül'ün ekonomik programı Özal'ın damgasını taşır ve dökülen kanın, uygulanan vahşetin en önemli nedenini oluşturur. Bugünkü Kürt isyanı, Özal 1983'de seçimle iktidara geldikten bir yıl sonra başladı. Özal döneminde, Kürt isyanı bahane gösterilerek çok sayıda baskı yasası çıkarıldı. Açık faşizmin avadanlıklarını "sivil yönetim"de kullanılır hale getiren çok sayıda uygulama Özal döneminde yürürlüğe girdi. "Köy Koruculuğu Sistemi" (1985), "Olağanüstü Hal Kanunu (1987), Terörle Mücadele Kanunu (1991) Özal döneminin "eserleri"dir. llk yargısız infazlar, kaçırıp kaybetmeler, köy boşaltmalar Özal zamanında gerçekleştirilmiştir. Yani Kürtlere karşı "kirli savaşı" başlatan Özal'dan başkası Ferda değildir. Koç Özal, ANAP inişe geçerken kendisini Çankaya köşküne ferdakoc@ atarak garantiye aldıktan sonhotmail.com ra, iki yıl süren meclis çoğunluğuna dayalı Cumhurbaşkanlığı süreci boyunca da Kürt sorununu barışçı yollarla çözmeye yönelik herhangi bir adım atmadı. Tam tersine bu dönemde Polis Vazife ve Selahiyetler Yasası'nı, Sansür Sürgün Kararnamesini, Terörle Mücadele Kanunu çıkararak, Kürt sorununun askeri çözümünü temel alan bir yasalaştırma sürecini bizzat yönetti. Özal'ın Kürt sorununun çözümüne soyunmasının delili diye gösterilen "Özal-Barzani-Talabani dostluğu", Özal'ın 1.Körfez Savaşı konjonktüründe attığı adımdır. Türkiye'deki Kürt sorununun demokratik barışçı çözümüyle ilişkilendirilmesi fantastiktir. Çünkü Özal-Talabani-Barzani dostluğunun Türkiye Kürtlerine "ödülü", ilk büyük çaplı sınır ötesi operasyon ve "brakuji" (kardeş katli) dir. 1992 Ekim'inde Güney Kürdistan'da gerçekleştirilen TSK operasyonuna Barzani ve Talabani’ye bağlı peşmerge güçleri de katılmıştır. ‘90 sonrasında Kürt siyasi merkezleri arasındaki silahlı çatışmalarda bir "Türk parmağı" aranacaksa o da Özal'ın parmağıdır. Özal, Türkiye'deki Kürt isyanını içerde köy korucuları, dışarda Barzani-Talabani eliyle Kürdü Kürde kırdırarak bastırmayı iş edinmişti. Özal'ın Güney Kürdistan siyasi merkezleriyle kurduğu ilişkinin bir diğer amacı da, iç siyasette azalan ağırlığını, ABD'nin Irak politikası ile paralel "yerel" inisiyatifler alarak dengelemekti. Yani liberalizmin "büyük özgürlük kahramanı" aslında basit bir iktidar düşkünüydü. Özal'ın artık tamamiyle iktidarsızlaştığı bir dönemde aldığı "Abdullah Öcalan'la dolaylı diyalog" manevrasını gerçekçi bir "barışçı çözüm girişimi" olarak düşünebilmemiz için aslında neden yok. Çünkü, böylesi bir girişimin dönemin Demirel hükümetini by-pass ederek yürütülebilmesi olanaksızdır. O günün koşullarında, gerçekçi bir barışçı çözüm girişimi iki şekilde yürütülebilirdi: Ya Demirel de "Özal'ın barışçı çözüm politikasıyla" bir biçimde ilişkili olmalıydı (ki öyle olsa Demirel bu politikayı, Özal'ın ölümü sonrasında sürdürebilirdi; üstelik 1989 Kürt raporunu yayımlamış SHP ile koalisyon halindeydi) ya da Özal bu politikasını, Demirel hükümetini etkisizleştirecek başka güçlere (Pentagon, TSK'nin bir kanadı, MİT vb.) dayanarak uygulamaya koymuştu. Bu seçenekleri elimine edersek, Özal'ın "barış girişimi"ne yükleyebileceğimiz tek bir anlam kalıyor: Özal, tıpkı halefi Tayyip Erdoğan gibi, silahları susturma gücünün elinde olduğunu göstererek, tükenen politik gücünü tazelemeye çalışıyordu. Özal'ın iktidarını neredeyse tümüyle yitirdiği bir dönemde giriştiği bu manevraya "yüksek amaçlar" yüklemek için bir sebep göremiyorum. Sağın "suikaste kurban giden büyük kahramanı"nın küçük ve ahlaksız bir maceraperest olduğunu gösteren deliller çok daha güçlüdür. "Körfez Savaşı konjonktürü"ne ve Özal'ın "stratejik dehasına" dayanılarak parlatılan bu girişimin, bu konjonktürün geçerli olduğu 1991 sonuna kadar, meclis çoğunluğunu da elinde tutarken, niçin başlatılmadığı da bir başka önemli sorudur.
Üniversite yasayı durduracak AKP'nin gerici, piyasacı YÖK Yasası'nı istemeyen üniversite muhalefeti, gerici faşist çetelerin ve medyanın saldırılarıyla karşılaşıyor. Üniversiteliler, akademisyenler ve çalışanlar yasayla mücadelenin zeminlerini inşa ediyor koşullarına değinen İstanbul Üniversitesi Rektör Adayı Prof. Dr. Raşit Tükel, yeni yasayla akademisyenlerin piyasa koşullarına göre istihdam edileceğini belirtti. Prof. Dr. Fuat Ercan ise üniversite konseyi ile üniversitelerin piyasaya açılacağını söyledi.
MEHTAP MET‹NO⁄LU
A
KP, eğitim alanına yönelik gerici, piyasacı saldırılarının ilk aşamasında 4+4+4 ile, büyük bir adım attı. Diğer adımı da sermayenin üniversitelerde ilk elden söz sahibi olacağı, akademinin piyasayla içiçe geçeceği, kapsamlı bir gerici dönüşüm olan yeni YÖK Yasası ile atmayı planlıyor. AKP, YÖK Yasası'nı uygulamaya koyarken, karşısına üniversitenin tamamını almak istemiyor. Üniversitede gerici ve piyasacı dönüşüme karşı oluşan muhalefeti bastırmak için medyadan ve sivil faşist çetelerden yararlanıyor. Zaman gazetesine Ortak Akıl Toplantısı'nı düzenleten AKP, böylece iletişim aygıtları üzerinden yasanın taraftar sayısını arttırıyor. Alperen Ocakları, milli görüşçü Anadolu Gençlik Derneği gibi gerici, faşist kuvvetleri üniversite bileşenlerini oluşturan öğrencilere, akademisyenlere ve çalışanlara karşı saflaştırıyor. Bu saflaşma ve birliktelikle üniversitelerdeki faşist saldırılar artıyor. Üniversite bileşenlerinin çabalarıyla "birlik içinde mücadelenin" temelleri de atılıyor.
ÜN‹VERS‹TEN‹N ÖZNELER‹ B‹RARADA AKP’nin bu hamlelerine karşı
Öğrenci Kolektifleri 6 Aralık'ta “Üniversite buluşuyor, YÖK Yasasını tartışıyor” adlı forumu düzenledi. Eğitim-Sen İstanbul 6 No’lu İTÜ Temsilciliği’nin de desteklediği forumda akademisyenler, üniversite çalışanları ve öğrenciler, sermayenin üniversiteye saldırılarına karşı ortak mücade-
lenin olanaklarını tartıştı.
AKADEM‹SYENLER: YASA P‹YASACI Forumda bir araya gelen akademisyenler, yasayla birlikte geniş bir piyasacı saldırıyla karşı karşıya kalınacağını vurguladı. Yrd. Doç. Dr. Özgür Müftüoğlu
konuşmasında yasayla, üniversitelere piyasa düzeninin getirileceğini söyledi. Yasada yer alan akademik idari-mali özerklik kavramına dikkat çeken Prof. Dr. Nihal Saban ise bu kavramın yalnızca piyasa yararına kullanılacağını vurguladı. Akademisyenlerin çalışma
B‹RL‹KTE DAYANIfiMA ‹Ç‹NDE B‹R MÜCADELE Bilgi Üniversitesi'nde (BÜ) işten atılan Beyhan Demir, üniversite bileşenlerinin bir araya gelmesinin çok önemli olduğuna BÜ'de direnişin bu sayede büyüdüğüne dikkat çekti. Ar. Gör. Sırrı Emrah Üçer ve Derya Ülker üniversite bileşenlerinin dayanışma içinde hareket etmesinin önemini vurguladı. İTÜ'de işten çıkarmalara karşı direnen asistanlardan Aykut Kılıç, yasanın birlikte durdurulabileceğini söyledi. Kapanış konuşmasını yapan Öğrenci Kolektifleri Sözcüsü Neval Kösedağı, forumun üniversite bileşenlerinin birlikteliğinin devamı açısından çok önemli olduğunu vurgulayarak yasanın, sokakta mücadele vererek durdurulabileceğinin altını çizdi. Kösedağı Üniversitenin eşit, parasız, bilimsel ve kamusal eğitim talepleriyle bu yasaya direneceğini söyledi.
Saflaştırılmış, birliği sağlanmış faşist saldırılar Üniversite mücadelesini bastırmak için yıllardır kullanılan faşistlerin saldırıları arttı. AKP'nin yeni YÖK Yasası ile hayal ettiği üniversite kriterine uymayanlar ise saldırıların hedefinde bulunuyor
Ankara, Kocaeli, Erzurum, Konya, Mersin ve K›rklareli'nde faflistler üniversitelilere sald›rd›. Üniversite bileflenlerinin YÖK Yasas›'na karfl› harekete geçmesiyle faflist sald›r›lar artt›. Ankara ve Kocaeli'de faflistler üniversiteye d›flar›dan tafl›nd›. Ayr›ca bu illerde Alperen Ocaklar›, Ülkü Ocaklar› ve milli görüflçü Anadolu Gençlik Derne¤i ortak hareket etti. Faflist sald›r›lar›n oldu¤u bütün illerde ÖGB ve polis iflbirli¤i de sa¤land›. Faflistler Kocaeli'nde
Ö¤renci Kolektifi’nin 6 Aral›k’ta açt›¤› "YÖK Yasas›na hay›r" stand›na sald›rarak kampanyan›n örgütlenmesini engellemeye çal›flt›. Ankara Üniversitesi'nde Alperen Ocaklar›’na ba¤l› Turkuaz Fikir Toplulu¤u, etkinlik düzenleyerek d›flar›dan onlarca sat›rl› faflisti okula ald›. Çevik kuvvet ekipleri faflistleri koruma alt›na al›rken, üniversitelilere de gaz bombalar› ile sald›rd›. K›rklareli ve Mersin'de devlet yurtlar›nda gerçekleflen faflist sald›r›larda Kürt üniversiteli-
ler hedef al›nd›. Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde ülkücü faflistler 3 Aral›k’ta s›navdan ç›kan Kürt ö¤rencilere sald›rd›. Ço¤unlu¤u ö¤renci olmayan faflistler üniversite d›fl›nda toplan›p, kentte gösteri yaparak yerleflkeye yürüdü. Bu defa faflistlerin güç ald›¤› yer kent merkeziydi. Kürt ö¤rencilerin sald›r›ya karfl›l›k vermesiyle yerleflkeye gelen polisler, Kürt ö¤rencilere biber gaz›yla sald›rd›.
Dokunulmazlık içeriden çatladı AKP’nin, Kürtlere yönelik ‘dokunulmazlık’ baskısı AKP’nin içinde çatlaklara yol açtığı gibi, Kürt İslamcılığının da tercihini AKP’den yana kullanmadığını gösterdi ALP TEK‹N BABAÇ
A
çlık grevinin Öcalan’ın talimatıyla sona ermesinin ardından AKP, “dokunulmazlık” gündemiyle Kürtlere yönelik saldırısını sürdürdü. AKP’nin ‘dokunulmazlık’ tartışmasını gündemde tutarak BDP’li vekiller üzerinde baskı oluşturma çabası AKP içinde de çatlaklara yol açtı. 5 Aralık’ta gerçekleşen AKP Başkanlar Kurulu Toplantısı sonrasında AKP Diyarbakır İl Başkanı Halit Avdan 6 Aralık’ta istifa etti. Avdan’ın “Dindar Kürtler BDP’ye oy veriyor” açıklamasının
ardından Başbakan Erdoğan “Benim böyle bir il başkanım olamaz” demişti. 4 Aralık’ta gerçekleştirilen AKP grup toplantısında da dokunulmazlık konuşulmuştu. AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu ve Batman Milletvekili Ziver Özdemir, dokunulmazlığın kaldırılmasına karşı çıkmış ancak “Karara saygı gösteririm” demişlerdi.
‹SLAMCI SÖYLEM‹N ‹FLASI AKP’nin saldırganlığının altında Kürtleri sisteme eklemleyememesi yatıyor. Kürtleri eklemlemede İslami söylemin de sınıfta kaldığını, istifa eden başkan Avdan’ın “Dindar Kürtler de BDP’ye oy veriyor” sözleri kanıtlıyor. Roboski katliamı ile ilgili yazısından dolayı Yeni Şafak’tan kovulan gazeteci Ali Akel’in Ruşen Çakır’a verdiği bilgiler de Avdan’ı destekliyor. Roboski Katliamı’nı bir milat olarak değerlendiren Akel, İslamcı Kürtlerle İslamcı Türkler arasındaki açının giderek açıldığına işaret ediyor. İslamcı Türklerin giderek devletleştiğini belirten Akel, “Kürt sorunu Müslümanların iktidarıyla çözülür” algısının Kürtlerde yok olduğu-
nu söylüyor. Akel’in şu sözleri ise İslamcı Kürtlerdeki dönüşümü net bir biçimde ortaya koyuyor: “Yirmi yıl önce Milli Gençlik Vakfı saflarında tanıdığım bazı gençler, açlık grevleri sırasında Diyarbakır BDP İl Binası’nın önünden cezaevine yürüyenler arasındaydı.” Dokunulmazlık tartışmaları sürerken ortaya çıkan Hizbullah’ın parti kurma girişimi (Hür Dava Partisi) İslamcı Kürtlerle AKP arasındaki açıya ve bu alandaki siyasi boşluğa işaret ediyor. Partinin AKP karşıtlığı, bölgede AKP siyasetin güç kaybettiğini kanıtlıyor.
80 GÖZALTI Dokunulmazlık tartışmaları AKP’yi içeriden çatlatınca sağcı gerici kitleye ‘çatlak yok’ mesajı vermek ve yeniden ‘birlik ve beraberlik ruhunu yakalamak’ adına yılların ezberi tekrarlandı. 8 Aralık günü Batman, Siirt ve Mardin’de yapılan baskınlarda Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak’ın yanı sıra belediye meclis üyeleri, belediye çalışanları, il genel meclisi üyeleri, İHD, Meya-Der ve Kürdi-Der yöneticilerinin de aralarında bulunduğu 80 kişi gözaltına alındı. Sadak 11 Aralık’ta serbest bırakıldı.
‘Tıp örgütüne’ tahliye 13'ü tutuklu 43 t›p ve sa¤l›k ö¤rencisinin davas› 5 Aral›k’ta görüldü,tutuklular›n tamam› tahliye edildi. AKP’nin KCK ad› alt›nda sürdürdü¤ü torba operasyonlar kapsam›nda 43’ü gözalt›na al›nan ve 13’ü 6 Haziran 2012’de tutuklanan sa¤l›k ve t›p ö¤rencileri, yaklafl›k 6 ay sonra mahkemeye ç›kt›. Ö¤renciler, “Sa¤l›k örgütleri taraf›ndan düzenle-
nen Çok Ses Tek Yürek Mitingi’ne kat›lmak”, “’Paras›z e¤itim paras›z sa¤l›k’ pankart› tafl›mak”, “Yoksul mahallelerde sa¤l›k taramas› yapmak”, “AKP’nin ivme kazand›rd›¤› sa¤l›k politikalar›na karfl› gelmek”, “Hacettepe Üniversitesi Halk Sa¤l›¤› Toplulu¤u’nda çal›flma yürütmek”, “Herne Pefl marfl› eflli¤inde halay çekmek” gibi iddialarla suçlananm›flt›.
Kuzeyden güneye savafla karfl› ortak kararl›l›k mperyalist devletler ve bölgesel işbirlikçilerin tökezleyen Suriye politikasını toparlamaya giriştiği günlerde, savaş karşıtı hareket kuzeyden güneye ülke çapında ortak mücadele kararlılığı sergiliyordu Emperyalist merkezler ve bölgesel taşeronlar, Süriye’ye müdahaleyi tek bir merkezde toplama planlarını Antalya toplantısında gözden geçirdiler. Toplantıda Suriye’de aksayan emperyalist projenin toparlanması hedeflendi. 2 Aralık 2012’de Antalya'da düzenlenen toplantıya Suriyeli muhalif-işbirlikçi 263 komutanın yanı sıra Türkiye, ABD, İngiltere, Fransa, Katar gibi ülke temsilcileri katıldı. Toplantıda, Müslüman Kardeşler ağırlıklı bir Yüksek Askeri Konsey oluşturularak ortak komuta yapısı belirlendi. Ağır
E
silah ve füze taleplerine bugüne kadar El Kaide endişesi nedeniyle temkinli yaklaşan emperyalist devletler Yüksek Askeri Konsey aracılığıyla silah yardım vaadinde bulundu. Antakya’da ilerici muhalefet örgütleri emperyalist müdahaleye ve savaşa karşı kararlı tutumunu sürdürüyor Kentin hemen bütün ilerici muhalefet örgütlerini temsil eden Suriye’ye Emperyalist Müdahaleye Hayır Platformu, Türkiye topraklarının Suriye’ye yönelik bir savaş üssü ve İslamcı çetelerin lojistik geriplanı olarak kullandırılmasına karşı çalışmalar yürütüyor. 7 Aralık 2012’de Eğitim-Sen Antakya Şubesi'nde toplanan platform üyeleri, Türkiye’nin AKP eliyle adım adım savaş bataklı-
ve Zamlara Hayır!” ğına sürüklendiği uyarısında mitinginde kendini gösbulundu. Basın açıklamasınterdi da Malatya Kürecik’e kurulan radar üssünden sonra, patriBursa Savaş Karşıtı ot füze bataryalarının konuşPlatform’u 2 Aralık landırılması, emperyalist sa2012’de “Savaşa ve zamvaş donanımının güçlendirillara hayır” mitingi düzenmesi tehlikesi olarak değerledi. Meslek odaları, delendirildi. Füze bataryalarını mokratik kitle örgütleri ve gerekçelendirmek için Başsendikaların katıldığı miTürkan bakan Erdoğan’ın dile getirting, kentin bütün ilerici Karakufl diği “Türkiye topraklarının toplumsal muhalefet dinaaynı zamanda üyesi bulunmiklerini yanısıttı. Mitingturkan@ duğu NATO’nun da toprağı de DİSK, KESK, TMMOB; sendika.org olduğu” safsatasını eleştiren BMİS ve Emekli Sen; Eğiplatform, asıl gerekçenin Ortim Sen, SES, BES ve Tatadoğu petrolleri ve enerji kaynakları rım Orkam-Sen; TÜMTİS; Demokiçin süren kapışma olduğunu belirtratik Haklar Federasyonu, ÇHD, ti. 68'liler Vakfı; Halkevleri, Öğrenci Bursa toplumsal muhalefetin Kolektifleri, Liseli Genç Umut; ÖDP, bütün ilerici dinamikleri “Savaşa SDP, Sosyalist Yeniden Kuruluş ve
HDP kendi özgün taleplerini emperyalizme ve savaşa karşı ortak taleplerle birleştirdi. Bu ortaklığı yürüyüş kortejinin önüne yerleştirdiği “Savaş; Açlık, Yoksulluk, Ölüm ve Zam Demektir! Savaşa ve Zamlara Hayır” ve “Suriye'de Emperyalist Müdahaleye Hayır!” pankartlarına yansıttı. Mersin emek ve demokrasi güçleri, Türkiye’ye patriot füzelerinin yerleştirilmesini protesto etti DİSK, KESK, HDK, Halkevleri, İHD, ÇHD, 68’liler Derneği, ÖDP, TKP, CHP ve TKP 1920’den oluşan Mersin muhalefeti, 5 Aralık 2012’de basın açıklaması düzenleyerek patriot füzelerinin konuşlandırılmasını protesto etti. Protestoda, patriot füzeleriyle Türkiyenin her geçen gün daha fazla savaşın içine çekilmiş
olacağına işaret edilerek AKP’nin savaş politikalarına karşı ortak kararlılık dile getirildi. Sinop halkı, yoksulluğa, savaşa ve zamlara karşı mücadelenin içeriğini nükleer ve termik santrallere karşı mücadeleyle zenginleştirdi. Ortak mücadele hattının örülmesi gereği ülkenin kuzeyinde de vugulandı 2 Aralık 2012’de Sinop'ta emek ve demokrasi güçler “Yoksulluğa, Savaşa, Zamlara, Nükleere, Termiğe Hayır” mitingi düzenledi. Mitinge DİSK, KESK, EMO, YEGEP, Ayancık Çevre Platformu, Halkevleri, HDK, ÖDP, TKP, CHP katıldı. Mitingde AKP’nin savaş politikaları yanında, enerji politikaları, nükleer ve termik santral girişimleri de protesto edildi.
5
DÜNYA 13 Aral›k 2012 / 26 Aral›k 2012
Halk›n Sesi
‘Devrimimizi almaya geldik’ ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N
Ö
zgürlük ve demokrasi talepleriyle başlayan Arap halk hareketleri, emperyalizmin Ortadoğu’yu neoliberalizmin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendirme stratejisiyle sindirilmek istendi ve işbirlikçi İslamcı rejimler devreye sokuldu. Fakat neoliberal yeni sömürgecilik, özgürlük ve demokrasi adına yeni hiçbir şey sunamadı. Diktatörlüklerin üzerine atılan “demokrasi” boyası, halkın aynı taleplerle sokağa çıkmasıyla birlikte akıverdi. FAfi‹ST, GER‹C‹, ‹fiB‹RL‹KÇ‹ Hüsnü Mübarek ve Askeri Konsey yönetimleri sonrasında yapılan seçimlerde kıl payı galip gelen Müslüman Kardeşler iktidarı, sömürge tipi faşizmin kurumsallığını hızlı bir biçimde kurma yoluna gitti. Dış politikada Filistin halkının İsrail işgali altındaki konumunu pekiştiren arabuluculuk rolünü layığıyla yerine getiren Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, iç politikada da iktidarını anayasal düzenlemelerle korumaya çalıştı. Mursi’nin yetkilerini mutlaklaştıran, iktidarı yargı karşısında dokunulmaz kılan kararnamenin de içinde bulunduğu gerici ve otoriter anayasa taslağının 15 Aralık’ta referanduma götürülmesi kararı alındı. ON B‹NLER ‘HACI F‹RAVUN’A KARfiI Mısır halkı, “Yeni Firavun Kanunları” denilen düzenlemelere devrimcilerin çağrısıyla karşı çıkmaya başladı. 18 Kasım’da Tahrir Meydanı’ndaki ilk eylemde polisin saldırılarıyla karşılaşan sol, laik ve liberal kesimler engellemelere karşın Tahrir Meydanı’na girdi. 1,5 yıl önceki gibi çadırlar kuruldu ve kesintisiz eylem süreci başladı. Müslüman Kardeşler iktidarının, ilk günlerinde “Referandumu etkileyecek bir durum yok” sözleriyle değerlendirdiği eylemler, 26 Kasım’daki polis saldırısında 6 Nisan Gençlik Ha-
Müslüman Kardeşler’in yeni bir rejimin tesisine hızla girişmesi, Mısır’ı sokağa döktü. Devrim provası saldırı dinlemedi. Mursi, hemen geri adım attı fakat koltuğu halen sallantıda
reketi mensubu 17 yaşındaki Gaber Salah’ın katledilmesiyle yeni bir boyut kazandı. Tahrir’deki çadırlara yüzlercesi eklendi, “Mursi defol” sloganı on binler tarafından hep bir ağızdan atılmaya başlandı. ‹SLAMCILARIN SALDIRILARI DURDURAMADI Halk, devrimini geri isterken Müslüman Kardeşler de kitlesini sokağa çağırarak meydan okudu. Solun cumhurbaşkanı adayı olarak yüzde 22 oy alan Mısır Halk Hareketi kurucusu Hamdin Sabahi, çağrıyı “iç savaş daveti” olarak nitelendirdi. İktidar yanlıları, Selefi grupların da desteğiyle 1 Aralık’ta Tahrir’deki muhaliflere saldırdı. “İslam geliyor” sloganlarıyla yapılan saldırı fazla büyümezken, solun siyasal egemenliğinde bulunan işçi kentleri Mahalla ve İskenderiye’de
büyük çatışmalar yaşandı. Çatışmalar, Tahrir Meydanı’ndaki on binlerin iradesi ve İslamcı hareketin sokaktaki varlığını sürekli kılamaması sonucunda 4 Aralık’ta durulmuş gibiydi. Referandumun yaklaşmasıyla hem muhalifler hem de İslamcılar vites büyüttü. Muhalifler, eylemlerinin yeni adresini Cumhurbaşkanlığı Sarayı olarak belirledi. Müslüman Kardeşler, tehditlerle karşılık verdi. Gerilim, 4 Aralık akşamı yeni bir aşamaya ulaştı. “Mursi, Mübarek’ten farkın yok”, “Diktatörlüğe son”, “Yaşasın bağımsız özgür Mısır” sloganlarıyla sarayın önüne gelen binler, tel örgülerden oluşan barikatları aşmak isteyince polis saldırdı. Mursi’nin saldırı sırasında sarayın arka kapısından kaçtığı öğrenildi. Tahrir-Cumhurbaşkanlığı Sarayı
hattını yeni bir devrimin yürüyüş alanı haline dönüştüren Mısır halkına, 5 Aralık’ta Müslüman Kardeşler yanlıları saldırdı. İslamcıların, bir gün önce polisin kullandığı gaz bombalarından kullanması “iktidar eli”ni gözler önüne serdi. Molotof kokteyllerinin, taşların atıldığı 5 saatlik çatışmada 5 kişi yaşamını yitirdi, 150’den fazla kişi yaralandı. Mursi sarayın önüne tankları konuşlandırırken, 4 danışmanı “Daha fazla kan dökülmesinden sorumlu olamayız” diyerek istifa etti. 7 ARALIK: DEVR‹M PROVASI 6 Nisan Gençlik Hareketi başta olmak üzere sosyalist örgütlerin çağrısıyla 7 Aralık’ta ülkenin dört bir yanında buluşan milyonlar, adeta bir devrim provası yaptı. Kahire’de yüz binden fazla kişi sarayın etrafını kuşattı. “İstediğimizi alma-
dan, demokratik ve özgür bir anayasaya kavuşmadan vazgeçmek yok” açıklamasının ardından barikatlar yıkıldı. Askerlerin kısa süreli gaz bombalı saldırısı da yürüyüşü durduramadı. Sarayın duvarları özgürlük ve demokrasi sloganlarıyla süslendi. Müslüman Kardeşler üyelerinin saldırı girişimleri ise 5 Aralık’tan çıkarılan dersler doğrultusunda miting alanının etrafına kurulan güvenlik birimleri tarafından engellendi. Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın önündeki devrim rüzgarı, Mısır’ın pek çok kentinde de esti. Sendikalı işçilerin örgütlü mücadelesinin grevlerle iktidarı salladığı Mahalla’da ve İskenderiye’de kent konseyleri işgal edildi. Her iki kentte de muhalifler, Mursi yönetiminin kararlarını tanımadıklarını ilan etti. Zagazig’de “Devrimci mahpuslar serbest bırakılsın” sloganıyla yapılan kitlesel yürüyüş, hızlı sonuç verdi ve 90 mahpus akşam saatlerinde salıverildi. Tanta, Kafr El-Şeyh, Kom Hamada, Sharqaya, Sohag, Heliopolis ve Assiut kentlerinde yüz binler iktidarın devrilmesini istedi, Müslüman Kardeşler’e ait büroları yaktı. PEfi PEfiE GER‹ ADIM Mursi, 7 Aralık’ta Mısır’ın dört bir yanını sallayan eylemler karşısında geri adım atmak zorunda kaldı. Hükümet, saat 21.00’da yaptığı açıklamada referandumun ertelendiğini söyledi. Açıklamaya “Erteleme yetmez, iptal edilsin” yanıtı veren muhalifler, istediklerini 24 saat sonra elde etti; Mursi’nin iktidarını mutlak kılan “Firavun Kararnamesi” iptal edildi. Mursi, 10 Aralık günü de vergi artırımına ilişkin kanun taslağını iptal ettiğini duyurdu. Mısır sokak muhalefetinin, otoriterliğe ve gericiliğe karşı sürdürdüğü demokrasi ve özgürlük mücadelesi Mursi’ye peş peşe geri adım attırdı. Muhalifler, sırada yeni bir rejimin tesisi anlamına gelecek anayasa taslağını geri çektirmenin olduğunu açıkladı.
‘Ya özgürlük ya ölüm’
7
iklim 5 kıta
FHKC 45 yaşında
F
ilistin’deki İsrail işgaline karşı yıllardır direnen Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, 45’inci yılını kutladı. 6 Aralık’ta Gazze İsimsiz Askerler Meydanı’nda bir araya gelen binlerce FHKC’li, İsrail saldırılarına öfke kustu, “sadece direniş” sözü verdi. Yıllardan sonra 4 Aralık’ta Gazze’ye gelen FHKC Politbüro üyesi ve Filistin direnişinin simge isimlerinden Leyla Halid de mitinge katıldı. Halid, “Filistin halkının tek kurtuluşu emperyalizme ve siyonizme karşı direnmektir” dedi.
İspanya beyaza büründü
M
adrid özerk yönetiminin, 2013 bütçesinde ekonomik krizi gerekçe göstererek kentteki en büyük 6 devlet hastanesini özelleştirme, kamuda çalışan bin sağlık işçisini işten çıkarma ve kalanların maaşlarında kesinti yapma planı sağlıkçıların duvarına çarptı. Tasarı geri çekilene kadar eylemde olacaklarını söyleyen sağlık emekçileri 6-7 Aralık’ta 48 saatlik grev, 27-28 Kasım ve 8 Aralık’ta kitlesel eylemler yaptı. Greve katılım yüzde 90 oranında oldu. Güvencesizliğe itilen genç hekimlerin yoğun katıldığı “beyaz akış” eyleminde sağlık hizmetinin parçalanıp piyasalaştırılmasına tepki gösterildi.
M
Devrim başladığı yerde M
ısır’daki tablonun bir benzerini Tunus’ta görmek mümkün. Devrimin ardından “demokratik” seçimlerle iktidara gelen siyasal İslamcı Ennahda, Bin Ali rejimini aratmayan bir neoliberal program sürdürdü. Kadın düşmanlığı başta olmak üzere yasal kılıflara uydurulan gerici politikalar ile yeni bir diktatörlük tesisine girişti. ‘GÜVENCEL‹ ‹fi ‹ST‹YORUZ’ Tunuslular ise devrimlerini Ennahda’ya teslim etmeyeceklerini haykırarak 2011 devriminin kıvılcımının çakıldığı Silyana’da 26 Kasım’da bir kez daha ayağa kalktı. Tunus İşçilerinin Genel Sendikası’nın (UGTT) öncülüğünde ve “Güvenceli iş, güvenceli yaşam” sloganıyla yürüyen binler, işsizlik sorununu kronikleştiren
yasal düzenlemelere ve uluslararası anlaşmalara tepki gösterdi. Eylemlerde tutuklanan 14 devrimcinin serbest bırakılmasını talep eden Tunuslular, eylemlere şiddetle yanıt veren yerel yönetimin istifasını istedi. Tüm kentte kepenkler kapanırken, polisin kente girmesi, sokaklara kurulan lastik barikatların ateşe verilmesiyle engellenmeye çalışıldı. Polis kitlenin üzerine ateş açtı, üç günde 250’den fazla kişi yaralandı. Üç gün süren çatışmalar 29 Kasım’da doruk noktasına çıktı. UGTT’nin çağrısıyla 20 bin kişinin katıldığı bir yürüyüş düzenlendi. 5 kilometrelik kortejin oluştuğu yürüyüş sonunda Silyana kent merkezinde bir miting yapılmak istendi. “Ennahda’yı yıkalım” sloganlarının atıldığı mitinge bu kez askerle birlikte saldırdı.
Saldırıya taş ve molotof kokteylleriyle karşılık verildi. Gençlik hareketi, Silyana’da ve çevre kasabalarda bulunan Ennahda bürolarını işgal etti. ENNAHDA SALDIRDI, ‹fiÇ‹LER ‘SOKAK’ DED‹ Sömürge tipi faşizmin Ennahda aracılığı ile yeniden yapılandırılma çabası, yükselen hak taleplerine karşı kontrgerilla aygıtının da düzenlenmesini de beraberinde getirdi. Silyana’daki eylemleri “Halkı Tunus’un seçilmişlerine karşı kışkırtıyorlar” sözleriyle hedef gösteren Ennahda iktidarı, polis ve askerin yetmediği noktada sivil faşist güçleri de devreye soktu. 5 Aralık günü 150 kişilik gerici bir güruh bıçak, satır ve sopalarla UGTT’nin merkez bürosunu bastı. İşçilerin kendilerini sa-
‘6 Aralık’ı hatırla’ E
konomik krizin Yunanistan halkı üzerindeki etkilerini her geçen gün daha fazla hissettirdiği 6 Aralık 2008’de Atina sokakları krizin faturasını ödememeye ant içmiş gençliğin eylemlerine sahne oldu. Eylemlerin kitleselleşmesinin önüne geçmek isteyen polis, silahına sarıldı, kitleye ateş açtı. Saldırıda 15
yaşındaki Alexandros Grigoropoulos (Alexis) yaşamını yitirdi. Alexis’in ölümü büyük yankı uyandırdı. Dünyanın dört bir yanında yüz binler Alexis için sokaklara çıktı. Ak saçlı teyzelerin, pencerelerinin pervazındaki saksıları polislerin kafasına attığı görüntüler, bir halkın 15 yaşındaki çocuğuna nasıl sahip çıktığı-
nın en çarpıcı örneğiydi. Mücadele arkadaşları, cinayetin 4. yılında vurulduğu yerde Alexis’i anmak istedi. Oysa katil, cinayet mahaline gelmişti. Anma etkinliğinin yasadışı olduğunu öne süren polis saldırıya başlayınca 4 yıl öncesini aratmayan görüntüler yaşandı. Polisin gaz bombaları ve
plastik mermilerine, molotof kokteylleriyle karşılık verildi. Liseliler ve üniversiteliler, kentin dört bir yanına “Remember, remember, the 6th of december” (Hatırla, 6 Aralık’ı hatırla) yazılı pankartlar astılar, cinayet sonrası dağıttıkları bildirileri sokak sokak tekrar dağıttılar.
vunmasıyla birlikte çatışma başladı, onlarca kişi yaralandı. Saldırı sonrasında UGTT Yönetim Kurulu üyesi Fethi Debek, Ennahda’nın işçi hareketinden duyduğu rahatsızlığı, taraftarlarını silahlarla üzerlerine salarak gösterdiğini belirtti. Bin Ali döneminde de benzer saldırılar gördüklerini hatırlatan Debek, “İktidar ‘güvenceli iş’ talebinden korkar halde. Bu iktidarı yıkmamız gerekir” dedi. UGTT Merkez Komitesi de saldırılara tepki olarak mücadeleyi büyütme çağrısı yaptı. Konfederasyon, Ennahda’nın güvencesizleştirme politikalarına karşı 13 Aralık’ta genel grev, 2010’da Muhammed Buazizi’nin kendisini yakarak isyanın fitilini ateşlediği 17 Aralık’ın yıldönümünde ise kitlesel miting yapacaklarını açıkladı.
Bildirileri de pankartları kadar çarpıcıydı:
“Unuttunuz/Bizi desteklemenizi bekliyorduk/Bir defa da olsa, sizin bizi gur urland›rman›z› bekliyorduk/Bofluna! Yalanc› hay at yafl›yorsunuz/Boynunuzu e¤diniz, donunu zu indirdiniz/Ve ölece¤iniz günü bekliyorsunuz/Ha yaliniz yok, sevdalanm›yorsunuz, yaratm›yorsu nuz sat›p al›yorsunuz/Her yerde maddi /Yaln›z yat!/Sevgi hiçbir yerde, hiçbir yerde gerçek/An a nerede? Sanatç›lar nerede?/Nede babalar n d›flar› ç›k›p bizi korumuyorlar? B‹Z‹ ÖLDÜRÜYORLAR! YARDIM ED‹ N!
ahdi Es Saafiin, kasım ayında Ürdün’ün Thiban kentinde “ekmek ve sosyal adalet” talebiyle düzenlenen eyleme öncülük etmiş bir şair, bir devrimciydi. Ürdün polisi, onu eylemlerin yayılmasını engellemek için düzenlediği operasyonların ikinci gününde tutukladı. Polis amacına ulaşamadı çünkü Thiban eylemi kısa sürede Ürdün’ün pek çok kentine yayıldı. Saafiin, gözaltında olduğu üç gün boyunca karakolda işkence gördü. Sivil mahkeme yerine Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı ve tutuklandı. Tutuklamaları ve işkenceyi protesto ederek açlık grevine başladı. Baskılar açlık grevinde de sürdü. Açlık grevine devam eden Saafiin, Ürdün halkına ve dünya kamuoyuna yazdığı bir mektupla seslendi. “Tutuklanmamızın üstünden çok gün geçti. Manevi gücümüz hala gök kubbesine değecek kadar yüksek. Yüreklerimiz ülkemizin kayaları kadar güçlü” diyen Saafiin, “Yalnızca ekmek ve sosyal adalet istiyoruz”, “Çalınan kaynaklarımızı geri verin”, “Zamlar çekilene kadar evimize dönmeyeceğiz” dövizleri taşıdıkları için tutuklandıklarını belirtti. Gözaltındaki işkenceleri anlatan Saafiin, askeri savcının kendilerine “Rejimi yıkmak için eylemde bulunmak” ve “izinsiz gösteri yapmak” suçlamaları yönelttiğini aktardı. Tüm bu baskılar karşısında koşulsuz olarak serbest bırakılmayı ve haklarındaki suçlamaların düşmesini talep eden bir açlık grevine başladıklarını söyleyen Saafiin, “Kararımıza göre, açlık grevi ancak iki durumdan birinde sona erebilir: Ya özgürlük ya da ölüm!” dedi. Saafiin mektubunu şu sözlerle noktaladı: “Bizler tutukluluğa bayılıyor değiliz. Yaşama tutkun olan, adalete ve onurlu yaşama inanan, aklın, düşüncenin ve inancın özgürlüğüne değer veren bir akım içinde yer alıyoruz. Dahası, ülkemizi ve halkımızı, at gözlüklü yurtseverliği ya da dar çıkarlara dayalı aldatıcı çıkışları savunanlardan hiçbirinin sevmediği kadar seviyoruz. Eyleme çıktığımız bir gün, bütün kalbimizle, ruhlarımızla, inançlarımızla bir slogana ses veriyorduk. Ne demek olduğunu şimdi anlıyoruz: Alçaltılmaktansa ölelim! Yaşasın yolsuzluğa ve zorbalığa karşı birleşen, özgür, büyük Ürdün halkımız!”
Kıbrıs iflasa doğru
I
MF, Avrupa Birliği ve Avrupa Merkez Bankası’ndan oluşan troyka, Yunanistan’dan sonra iflas bayrağını çekmeye hazırlanan Kıbrıs’a da el attı. Güney Kıbrıs Yönetimi Lideri Dimitris Hıristofyas’ın “Kan ağlayıp AB’nin reçetesini kabul ediyorum” açıklamasının ardından troykanın ekonomi programında daha fazla söz sahibi olacağı açıklandı. Kararın ilk adımı kapsamında maaş kesintileri ve zamları içeren 23 maddelik yasa tasarısı meclise gönderildi. Ada halkı ise hızlı bir biçimde protestolar örgütledi. Güney Kıbrıs muhalefeti, ülkelerini Yunanistan’a benzetmeyeceklerini ve bunun için mücadele edeceklerini açıkladı.
Ödüle değil işçilere gitti
U
luslararası Torino Film Festivali’nde kendisine layık görülen “ömür boyu onur ödülü”nü reddeden ünlü yönetmen Ken Loach, festivalin bağlı olduğu Ulusal Sinema Müzesi’nde güvencesiz çalıştırılan ve işten çıkarılan işçilere dayanışma ziyaretinde bulundu. Ziyaretinin sadece bir görünürlük yarattığını söyleyen Loach, “Burada asıl mücadeleyi veren onlar” dedi. Şirketi arayarak işçilerin durumlarından duyduğu rahatsızlığı da dile getiren Loach, taşeron sistemin sadece emeği sömürmek için mevcut olduğunu ifade etti.
6
KENT 13 Aral›k 2012 / 26 Aral›k 2012
Halk›n Sesi
Niğde’de zamma tepki Tayyip Erdoğan KC Grup'un TOKİ'yi dolandırmasını kabul eden Erdoğan Bayraktar'ı azarladı. Bayraktar ise 'şeffaf ve saf' olarak tanıttığı yeni Bayraktar'ı önce övdü sonra TOKİ'de yolsuzluk yok dedi.
TOKİ’de yolsuzluk alarmı Birçok TOKİ projesi yapan ve Tayyip Erdoğan'ın elinden ödül alan KC Grup, TOKİ'yi dolandırdı. KC, yolsuzluğu tek başına mı yaptı, işbirliği ile mi? MEHTAP MET‹NO⁄LU
Ç
evre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın, TOKİ'de yolsuzluk haberleri ile başı dertte. Bayraktar'ın, yaklaşık iki ay önce dillendirdiği "TOKİ’de tek bir yolsuzluk soruşturması açıldığını kanıtlasınlar, istifa ederim” iddiasıyla süreç başladı. CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu, "TOKİ’de yolsuzluk" dosyası hazırladı. Yolsuzluk dosyasında Başbakanlık Teftiş Kurulu, Bayındırlık Bakanlığı Teftiş Kurulu ve SPK’nın hazırladığı raporları sundu, TOKİ’nin yedi farklı projede toplam 773 milyon lira zarara uğratıldığını ve yolsuzluk yapıldığını söyledi. Özellikle KC Grup adlı inşaat firmasının 106 milyon liralık yolsuzluk yaptığına ve Bayraktar yürütücülüğünde TOKİ'yi nasıl dolandırdığına yönelik bilgiler açıkladı. Erdoğdu’nun ortaya çıkardığı yolsuzluk karşısında 'itirafta' bulunan Bayraktar, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu‘nda “Burada
dolandırıcılık, hırsızlık var. Bu benim zaafımdır. Kim suçluysa cezasını çeksin, ben de dâhil” dedi. Bunun üzerine Erdoğdu istifa etmesi için Bayraktar‘a bir hafta süre verdi. Ancak Erdoğdu, istifa etmeyen Bayraktar'ın üzerine gitmeye devam etti. ÇANLAR BAYRAKTAR ‹Ç‹N ÇALIYOR CHP İstanbul İl Başkanlığı’nda düzenlenen toplantıda CHP’li milletvekilleri Aykut Erdoğdu ve Mehmet Şeker, yüzde 99.5’i TOKİ’ye ait olan Emlak Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş.’nin (EGYO) Yönetim Kurulu Başkanı Bayraktar'ın, emlak değerlerini çok düşük gösterdiğini ve vergi kaçırdığını belgeler göstererek açıkladı. Yapılan açıklamada, “EGYO’ya ait gayrimenkullerin tapu kayıtlarında yer alan satış değerleri ile yasal defterler arasında neredeyse yüzde 90 fark bulunmaktadır. Tapu değerleri düşük gösterilerek tapu harcının düşük ödenmesi, dolayısı ile kaçakçılık suçu Emlak Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı’nca işlenmiştir” denildi. Bir kez daha istifaya çağırılan
TOKİ'de yolsuzluk belgeleri bir bir ortaya çıktı. Sancılı günler yaşayan Bayraktar'ın vergi kaçırdığı ve TOKİ'yi dolandırdığı kanıtlandı
Bayraktar ise AKP Yalova İl Teşkilatı tarafından düzenlenen eğitim semineri öncesinde yaptığı konuşmada TOKİ'de herhangi bir yolsuzluk olmadığı iddiasını yineledi. Ayrıca Bayraktar yolsuzluk kelimesini kullanmadan, "KC Grubu'nun TOKİ'nin bir parasını harcama meselesi vardı. Olayın oluş anında farkına varamadık. Sonra bunu yakaladık. Bunu tazmin ettik ve aldık" diyerek KC yolsuzluğunu 'tatlıya bağladı'. PEK‹ YA KC VE MA⁄DURLARI? TOKİ'yi arkasına alan KC Grup 2007 yılında başlattığı ve maket üzerinden kısa sürede satışını tamamladığı Sarıköy Evleri için Mart 2010'da teslim etmek üzere müşterilerle anlaştı. Ancak ağır aksak giden inşaat 2010'da tamamen durdu. KC şirketi evleri tamamlamadı, yapılan ödemeleri ise müşterilere iade etmedi. 2008 krizini gerekçe gösteren şirket inşaatı durdurmasına rağmen müşterilere ödemeleri yapmaları için hukuki baskı kurdu. KC’nin, Sarıköy projesi ile birlikte, Binbirevler ve Taşdelen projelerinde de aynı akıbet yaşandı. Üç proje de teslim tarihlerinde bitmedi. Bunun üzerine harekete geçen mağdurlar Şubat 2012'de yaptıkları eylemde KC Grup ortaklarından Alaaddin Akar ile KC Grup Genel Müdür Yardımcısı ve Sarıköy Proje Müdürü Oğuzhan Demir'in Yeni Sarp
İnşaat'ta hissedar olduğunu açıkladı. Mağdurlar, Oğuzhan Demir'in Yeni Sarp İnşaat'ın yüzde 51 hissedarı olduğunu ve Sarıköy Evleri'nin inşaatının durmasına karşın Sarp İnşaat'ın yapılarının yükseldiğini söyledi. KC'N‹N ARKASI SA⁄LAM Erdoğdu'nun araştırmasına göre, KC şirketi 2003 yılından itibaren Bayraktar tarafından korunup kollandı ve bütün operasyon Bayraktar tarafından yönetildi. Bu operasyon 5 ayrı şirket olan Kontaş, Canberk, Doğancan, Demer ve Yeni Sarp şirketleri üzerinden yürütüldü. Erdoğan Bayraktar ve ekibi sayesinde KC Grup, TOKİ'ye ait gayrimenkulleri zimmetine geçirdi. Bu işlemler sonucunda hem kamu, hem de konut sahibi olmak için para ödeyen binlerce insan dolandırıldı. Arkası AKP tarafından sağlama alınan KC Grup ortakları ve yakınlarına ait Yeni Sarp isimli şirkete TOKİ tarafından yaklaşık 450 milyon TL tutarında yeni ihaleler verildi. Bayraktar'ın alacak verecek meselesinin özünde, Yeni Sarp şirketine verilen bu ihalelerle TOKİ alacağının kapatılması yatıyor. Bu durum TOKİ'nin ikinci defa aynı kişiler tarafından dolandırıldığını ve bu dolandırıcılığın Erdoğan Bayraktar'ın koordinasyonunda gerçekleştiğini gösteriyor. BAYRAKTAR'A ERDO⁄AN AYARI "TOKİ’de yolsuzluk yok" iddiasıyla başlayan süreçte Bayraktar'ın ipliği
N
iğde’de Öğrenci Kolektifleri, Gençlik Muhalefeti ve TKP’li öğrenciler şehir içi ulaşım bedeline yapılan yüzde 25’lik zammın geri alınması talebiyle Niğde Belediyesi İl Genel Meclisi'nin toplantısına katıldı. Belediye Başkanı AKP'li Faruk Akdoğan öğrencilere söz hakkı tanımadan ulaşım zammıyla ilgili maddeyi oylamaya sundu. Maddenin kabul edilmesi üzerine öğrenciler zamlar geri alınıncaya kadar mücadele edeceklerini söyleyerek alkış ve ıslıklarla toplantıyı protesto etti.
pazara çıktı. İlk başta "şeffaf" olduğunu iddia ederek KC'nin TOKİ'yi dolandırdığını kabul eden Bayraktar’ı şimdi yolsuzluk olmadığını kanıtlamak için taklalar atıyor. Konuştukça açık veren Bayraktar'a bir darbe de Tayyip Erdoğan'dan geldi. Telefonda fırçayı yiyen Bayraktar'ın TOKİ bataklığından nasıl kurtulacağı ise merak konusu.
Yurt yok teknokent var
V
Ankara'da belediyenin yürüttüğü kentsel dönüşüm projesi kapsamında ev sahibi olmak için 4 yıldır borç ödemesi yapan Sebahattin Gökoğlu’na anahtar teslimi yapılmadı.
an’da yaşanan depremin ardından öğrenci yurtlarında iyileştirme yapılmazken rektörlük, Yüzüncüyıl Üniversitesi Tekno-Kent Kompleksi’nin yapımı için hazırlıkları tamamladı. Depremin ardından yapılan prefabrik yurtlar için üniversite öğrencilerinden aylık 100 ila 250 TL arasında para istenmişti. Öğrenciler ise bu durum karşısında ulaşım, barınma, eğitim ve beslenme gibi temel ihtiyaçlarının ücretsiz olarak karşılanmasını talep etmişlerdi.
AKP’nin ‘3Y’ formülü Tayyip Erdo¤an, 4 fiubat'ta yap›lan AKP Genel Merkezi'nde yap›lan Milletvekili De¤erlendirme ve ‹stiflare toplant›s›nda Kemal K›l›çdaro¤lu'nun "Bana yolsuzlu¤un resmini yapabilir misin?" sorusunu cevaplad›. Erdo¤an, "Biz yola ç›karken 3Y prensibiyle yola ç›kt›k. Yolsuzlukla, yoksullukla, yasaklarla mücadele... ve hepsinde de hamdolsun çok ciddi mesa-
feler ald›k. Bugüne kadar bir tek yolsuzluk ispat edilebilmifl, belgelendirilebilmifl, delillendirilebilmifl de¤il'' dedi. AKP iktidar› boyunca yasaklananlar ve yoksullukta gelinen durum bir kenara b›rak›l›rsa, AKP'nin yolsuzluk bata¤›na batm›fl oldu¤u defalarca kan›tland›. 3Y prensibinin do¤ru formülü ise "yasakla, yoksullaflt›r, yolsuzlukla zenginlefl" olsa gerek.
AKP Çinçin’i yıkacakmış
Engelliler haklarının takipçisi Dünya Engelliler Günü'nde engelliler taleplerini duyurmak için sokağa çıktı. Halkevleri Engelli Hakları Atölyesi, engelli hakları izleme raporunu yayımladı
H
alkevleri Engelli Hakları Atölyesi 3 Aralık Dünya Engelliler Günü'nde engelli hakları izleme raporunu yayımladı. Atölye, 2007 yılından itibaren eşit yurttaşlık talebiyle yürüttüğü engelli mücadelesini bir adım daha ileriye taşımak, bu alanda yaşanan saldırıların ve
direnişlerin dökümünü tutmak için aylık olarak rapor yayımlayacak. BAKANLIK K‹ME ÇALIfiIYOR Dünya Engelliler Günü'nde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Müsteşarı Ahmet Zahteroğulları, bakanlığın engellilere yönelik
İspanya’da 10 binden fazla engelli, 3 Aralık Uluslararası Engelliler Günü’nde hükümetin engelli merkezlerini kapatma, sağlık yardımlarını ve ilaç hizmetlerini kısıtlama girişimlerine karşı sokağa çıktı.
çalışmalarını açıkladı. Sağlık Bakanlığı’nın verdiği evde tedavi hizmeti ile Aile Bakanlığı’nın evde bakım hizmetini birleştirip, tek çatı altına almak için çalışma yürüttüklerini kaydetti. Buna göre devletin yükümlülüğü olan bakım hizmetini üstlenen evdeki kadın için değişen bir şey olmayacak, engelli ve kadın yine eve kapatılacak. Bakanlığın çalışmaları arasında engellilerin taleplerini karşılayacak adımlar da bulunuyor. Bu adımların hayata geçirilip geçirilmeyeceği ise ilerleyen günlerde Halkevleri Engelli Hakları Atölyesi'nin izleme raporunda ortaya çıkacak.
A
8 Aralık'ta Galatasaray Meydanı'nda bir araya gelen engelliler, Taksim Meydanı’na çıkan engelli asansörünün hizmet dışı bırakılmasını protesto etti. Taksim'in engelli girişine kapatılmasıyla
ulaşım haklarının gasp edildiğini söyleyen engelliler hazırladıkları "öldüren kent", "öldüren ilçe" ödüllerini Keçiören Belediye Başkanı Mustafa Ak'a ve Melih Gökçek'e gönderdi.
nkara'da kentsel dönüşüm yapılacak mahallelerden birisi olan Çinçin için hazırlanan reklama 'yaratıcı' bir slogan bulunmuştu. Bilbordlarda yer alan reklamda, Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki'nin gülen fotoğrafı ve "Bir varmış bir yokmuş" sloganı kullanıldı. Çinçin mahallesinin kentsel dönüşümle nasıl yok edileceği de fotoğraflarla açıkladı. Böylece bir belediye başkanı yoksulları kentten süreceğini açıkça ilan etmiş oldu.
7
SAĞLIK / ÇEVRE 13 Aralık 2012 / 26 Aralık 2012
Halk›n Sesi
‘Melike’nin katili sağlık sistemi!’ EVRİM ÇAKIR “Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar?” “Hayatının ve mesleğinin baharında bir asistan hekim elinde, zanlının adresini gösterir gibi tuttuğu SABİM savunmasıyla niye “intihar” eder bu ülkede? Hekimler bu soruyu kendi yaşamına son veren meslektaşları Melike Erdem için sordu. Dr. Melike Erdem, “Alo 184 SABİM” hattına gelen hasta şikayeti nedeniyle verdiği savunmadan kısa bir süre sonra, çalıştığı İstanbul Samatya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 6’ncı katından atlayarak yaşamına son verdi. “Alo 184 SABİM” hattını sağlık hizmeti alanlara “bilgi ve şikayet” hakkının bir parçası gibi gösteren AKP, sağlık çalışanları ve hastaları karşı karşıya getirerek sağlık alanında yaşanan sorunlardaki sorumluluğunu gözlerden uzak kılmayı planlıyor. Erdem’in ölümünün ardından hekimler, bu planlarla uygulamaya konulan SABİM hattının kapatılmasını istiyor. Türkiye’nin dört bir yanında yan yana gelen sağlık çalışanları “Canımız yanıyor, öfkemiz büyüyor” diyerek Erdem’in ölümünün sorumlusunun AKP’nin sağlık politikaları olduğunu haykırdı. Birçok ilde acil servisler dışında sağlık hizmeti üretmeyerek iş bırakan hekimler Erdem’in intiharının sağlık sisteminin geldiği noktada simge bir olay olduğunu dile getirirken, Erdem’in ablası Fulden Erdem “Belki ölümü sistemin değişmesi için milat olur” dedi. Hekimlerin, öğretim üyelerinin ve taşeron işçilerin bir araya geldiği eylemlerde "Melike'nin katili Sağlık Bakanı" sloganı atılarak sağlık politikalarının yürütücüsü Recep Akdağ istifaya çağrıldı. Süreyyapaşa Göğüs Has-
Sağlıkçılar, Melike’nin öldüğü yere karanfiller bıraktı.
Dr. Melike Erdem, AKP'nin sağlık çalışanlarını düşmanlaştıran politikaları yüzünden intihar etti. Arslan ve Bilgiç'in ardından üçüncü hekim ölümü tüm sağlık çalışanlarını ayağa kaldırdı talıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi sağlık çalışanları da 4 Aralık’ta iş bırakarak Melike Erdem için anma yapmak istedi. Ancak hastane yöneticisi Dr. Mehmet Kutlu anmanın yapılmasına karşı çıktı. Hekimlerin ve hastane personelinin anma yapmaktaki ısrarı üzerine sağlık çalışanlarına hastanenin güvenlik görevlilerini saldırdı. Saldırıya rağmen sağlık emekçileri etkinliklerini gerçekleştirirken hastane yönetimini de protesto etti. ‘ALO 184 ÇIK DEVREDEN’ İstanbul Samatya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne bir yürüyüş gerçekleştiren sağlık çalışanları, Melike Erdem’in hayatını kaybettiği hastanenin önündeki kaldırıma karanfiller bıraktı. SABİM’e gelen şikayet nedeniy-
Hastane aranıyor S
ES Ankara Şubesi, Kamu Hastaneleri Birlikleri (KHB) Yasası ile birlikte hastanelerin yönetim yapısının, kâr amaçlı şirket anlayışına dönüştürülmesini karşı Sağlık Bakanlığı önünde bir eylem yaptı. 2 Kasım’da KHB yasasıyla Ankara’da da iki Kamu Hastane Birliği kuruldu. Ancak Etlik İhtisas ve Araştırma Hastanesi iki birlik içinde de yer almadı. SES Ankara Şubesi de 6 Aralık’ta ellerinde fenerlerle Etlik Hastanesi’ni aramaya koyuldu.
‘ETLİK HASTANESİNİ GÖREN VAR MI?’ Ankara’da kurulan iki kamu hastane birliğinin içerisinde de Etlik İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ni göremediklerini söyleyen SES Ankara Şube Başkanı İbrahim Kara, bölgeye 3500 yataklı “sağlık kampusu” kurulmasının hedeflendiğini dile getirdi. Kara son olarak şunları söyledi: “Biz de fenerlerimizle düştük yollara, Etlik Hastanesi’ni arıyoruz. Kim kaptı? Kim kaçırdı? Suya mı düştü? İnek suyla mı içti? İnek dağa mı kaçtı? Dağ kurbağa mı doğurdu? Kurbağa kral mı oldu? Kral krallığını nerede kurdu? Merakımızdan düştük yollara, trajikomik memleket halini mizahla anlatmak için.”
le hazırladığı savunmasını sıkıştırdığı camdan atlayan Erdem için SES Aksaray Şube Başkanı Ersoy Adıgüzel “Melike zanlısının adresi gibi tuttuğu savunmasıyla kendisini 6. kattan attı” dedi. Sağlık çalışanları, Dr. Melike Erdem’e, hasta yakını tarafından öldürülen Dr. Ersin Arslan’a hastaya vurduğu iğneden yakalandığı Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı sonucu hayatını kaybeden Dr. Mustafa Bilgiç’e, şu sözü vererek eylemden ayrıldılar: “Bu yaşam ve çalışma koşullarını dayatanların egemenliğine son verecekğiz.” HEKİMLER VE HASTALAR KARŞI KARŞIYA GETİRİLİYOR Sağlık çalışanları, kendileriyle hastaları karşı karşıya getiren, hasta ve hasta yakınlarının öfkelerini sağlık çalı-
şanlarına şiddet olarak yönlendirmesinde önemli payı olan bu hattın kapatılmasını istiyor. Performans sistemi ile yoğunlaşan iş yükünün alktında ezilen, ayda 13-14 kez nöbet tutan ve bir gecede 500 hastaya bakan hekimler sıklıkla “Alo 184 SA-
BİM” şikayet hattı soruşturmalarına maruz kalıyor. Sağlık Bakanlığı’nın SABİM hattı ile ilgili internet sitesinde yer alan bilgilere göre Çalışan Güvenliği Genelgesi’ne göre SABİM’e yapılan şikayetler, başvuruların yüzde 4’ünü oluşturuyor. Bu bile
binlerce şikayet demek. AKP’nin sağlıkta yıkım politikalarına karşı hekimler, sağlık işçileri ve sağlık hizmeti alanlar Erdem’in ölümünde yan yana gelerek hesap sorarken, bu yıkıma karşı birleşik bir sağlık hakkı mücadelesinin gereğine işaret etti.
SABİM hattı nasıl işliyor? Alo 184 SAB‹M (Sa¤l›k Bakanl›¤› ‹letiflim Merkezi) hatt›na gelen aramalar Türk Telekom taraf›ndan Sa¤l›k Bakanl›¤›’na tesis edilen SAB‹M Ça¤r› Merkezi’ne yönlendiriliyor. 2000’den beri faaliyette olan SAB‹M hatt› aramalar›n›n ayr›ca telefon faturas›na yans›yan bir maliyeti de var. Sa¤l›k Bakanl›¤› merkezinde faaliyet gösteren SAB‹M'de yaklafl›k 50 kifli görev yap›yor. Onlar da performans sistemiyle çal›fl›yor. Sistemi web
tabanl› olarak uzaktan kullanan Bakanl›k yöneticilerinin say›s› 1000'in üzerinde. SAB‹M çal›flan› flikayeti al›yor, arayan ismini vermese bile telefon numaras› vermesi yetiyor. Hemen ard›ndan ilgili hastanenin sorumlu baflhekime flikayet online iletiliyor ve ard›ndan ilgili doktor hakk›nda soruflturma aç›l›yor. fiikayet hastane birimiyle ilgili ise de o gün flikayetin al›nd›¤› birimde çal›flan tüm hekimlere soruflturma aç›labiliyor.
‘Derdi para pul olmayan bunu yapar mı?’ Loç Vadisi’nde yapılmak istenen HES’e karşı mücadele ederek projeyi iptal ettiren Vadi halkından 27 kişiye dava açıldı. Vadi halkı Orya şirketinin şikayeti nedeniyle yargılanıyor
K
astamonu Cide’de Loç Vadisi'ndeki HES projesine karşı mücadele eden 27 kişinin, projeyi yürüten Orya şirketinin şikayeti sonucu Cide Asliye Ceza Mahkemesi'nde yargılanmasına başlandı. Loç Vadisi halkı duruşmadan önce mahkeme önünde basın açıklaması yaparak “Şikayetim var hakim Bey, Davacıyız Orya’dan” dedi. “Dağdan gelen bağdakini kovmak istiyor” diyen Vadi halkı, 80 yaşındaki anaların-ninelerin şikayet üzerine Cide jandarma karakollarına ifade vermeye çağırtılmasına tepki gösterdi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi. “Ömürlerinin sonbaharında toprağında, suyunun
yanı başında, torunu ile ailesi ile huzur arayan ninelerimizi mahkeme koridorlarına sürüklüyorlar. Vicdanı olan, derdi para pul olmayan biri bunu yapar mı? Hem de kim yaptırıyor biliyor musunuz? 80 yaşındaki ninelerimiz ile nerde ise aynı yaşta olan Orya Enerjinin patronu Orhan Yavuz yaptırıyor.” 2009’DAN BU YANA VADİDE DİRENİŞ KAZANDI Loç Vadisi halkının 2009’dan beri Orya enerji tarafından yapılmak istenen HES’e kaşı verdikleri mücadele 12 Temmuz 2011’de kazanımla sonuçlandı. Kastamonu İdare
Mahkemesi HES’in “geri dönülmesi mümkün olmayan tahribatlar yapacağını ve küre dağları milli parkının eko düzenini bozacağını” söyleyen bilirkişi raporlarına dayandırarak Cide HES projesini iptal etmişti. Cide HES projesinin iptal edilmesinin ardından Orya enerji şirketi Oryataş adlı bir başka şirket kurarak Loç Vadisinde kum, çakıl, kırma eleme ve beton tesisi kurmak için kolları sıvadı. Bunun üzerine Loç Vadisi halkı eski ismi ile Çevre ve Orman Bakanlığı’na iptal edilmesi için dava açmış, 2011 Kasım’da yürütmeyi durdurma kararıyla kazanım elde etmişti.
Sağlıkta şikayet değil hesap sorma zamanı! eçen hafta İstanbul Samatya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde acil tıp asistanı genç bir hekim çalıştığı hastanenin 6. katından atlayarak hayatına son verdi. Hastanelerin yoğun temposunun üzerine yöneticilerin değer bilmez tutumları, ağır iş yüküne karşı seslerini yükseltmelerini engellemek için sürekli açılan soruşturmalar, verilen cezalar bu ölüm yolculuğunu hızlandıran nedenler arasında sayılabilir. Asistan Dr. Melike Erdem’in atladığı 6. kat penceresine 184 SABIM şikayet hattına yapılmış şikayet ile ilgili savunmasını koymuş olması bu sağlık ortamına yanıtını sadece yazılı olarak değil, bedeni ve canıyla da vermiş olması, aslında çok şeyi özetliyor. Sağlık ortamında hekimler ve sağlık çalışanları tükenmişlik sendromuna yakalanırken, hasta ve yakınları sağlıkta yaşadıkları her türlü sıkıntının muhatabı olarak karşısındaki hekimi görüyor. 184-SABIM şikayet hattını arayarak rahatlıyor. Tüm bu tablonun sorumlusu Sağlık Bakanlığı ve mevcut AKP iktidarı ise ortalıkta görünmüyor. Şikayet hattının arkasına saklanarak hekime soruşturma açmak ve şikayet eden hasta yakınına hemen yanıt verip “merak etmeyin hekime soruşturma açtık” müjdesini vererek popülist oy avcılığı yapmak işlerine geliyor. Şikayet sonrasında hasta ve hasta yakını için değişen hiçbir şey olmaması, gerçek talebi ile ilgili adım atılmaması ve çözüm üretilmemiş olmaması bir önem taşımıyor. Hekim acilde baktığı 500. hastadan, tuttuğu 13. nöbetten çıkıp savunma yazmak üzere idare katına çıkmak zorunda bırakılıyor. Hasta sorunuyla birlikte yaşamını sürdürüyor. AKP iktidarı da hiçbir sorumluluk taşımadan sağlıktan hem maddi hem oy anlamında rant elde etmeyi sürdürüyor. Herkesin sağlık ortamında yaşadığı eksikleri ve aksaklıkları şikayet etmesi, bunların düzelmesini talep etmesi en temel hakkıdır ve bu haktan hiçbir biçimde vazgeçilmemelidir. Hekimler de kendilerinden kaynaklanan hatalar karşısında şikayete uğramışlarsa buna ilişkin tutumlarını gözden geçirmelidirler. Ancak ülkemizde müşteri memnuniyetine odaklanmış sağlık hizmet sunumu artık hızlı bir özelleştirme sürecine girmiş durumda. Her özelleştirme gibi sağlıkta da öncelik maliyeti düşürmek. Çalışanları daha uzun süreler, esnek çalıştırmayı, güvencelerini ellerinden alıp sözleşAli meli çalıştırmayı, ücretlerini Çerkezo¤lu düşürmeyi başarmak temel hedef. Sağlık işletmesinde ‹stanbul Tabip üretilen sağlık hizmetini; Odas› Genel müşteri olan hasta ve yakınSekreteri larına mümkün olan en yüksek maliyetle satmayı başarmak işin olmazsa olmaz diğer ayağı. Bunu ister katkı payı, fark ücretleri ya da ilave ücretlerle, ister bütünüyle cepten yapılan ödemelerle gerçekleştirsin fark etmiyor. Yeter ki prim ve cepten ödeme olarak toplamda hastadan çıkan para artsın ve bu alana yatırım yapanlar cirolarını arttırsın. Bu çarkın dönmesinde en önemli unsur ise toplumsal algı. Yani sizlerin, bizlerin sağlıkta “iyi şeyler oluyor”, “eskiden yoktu”, “cepten para ödüyoruz ama özel hastanelere gidebiliyoruz” duygusuna kapılıyor olmamız. Herkes sadece “kolay reçete yazdırabilmeye” odaklanınca, çok basit ve temel hastalıklarda reçetesine hızla kavuşunca sağlık sistemimizin mükemmel bir hale geldiği kanaatine ulaşabiliyor. Asgari ücretle zorlukla yaşamını idame ettirmeye çalışırken iki çocuğun SGK’lı olarak reçeteleri karşısında maaştan kesilen onlarca liranın yarattığı yoksunluk, kronik hastalığı olanların, diyabetlilerin, kanser hastalarının, ağır hastalık geçirenlerin, büyük ameliyat olması gerekenlerin, yoğun bakım ihtiyacı yaşayanların durumu, harcadıkları paralar ve yaşadıkları sıkıntılar ise istisna görülüyor. Bunlar başına gelen kişilerin özel sorunu oluyor. Zora düşen kendi derdine yanıyor. Sağlıkta bu tablo ne yazık ki algıda yer almıyor. Hekimlerin intihar etmediği, SGK primlerinin cep yakmadığı, katkı payı, fark ücreti, reçete, ilaç parası gibi ek ödemelerin hiç olmadığı ve ödenen primlerin insanca bir sağlık hizmeti için yeterli olacağı bir sağlık sistemi istemenin vakti geldi de geçiyor. Yani sadece şikayet hatlarını aramak, sızlanmak yerine sağlık hakkına sahip çıkmak gerekiyor. Sağlığın bir lütuf değil hak olduğunu, herkesin parasız ve nitelikli bir sağlık hizmetine erişmesini engelleyenlerin ülkeyi yönetenler olduğunu göstermek gerekiyor. Hekimler, tüm sağlık çalışanları ve bu ülkenin özel sigorta yaptıramayan milyonlarca insanı çözümü şikayet hatlarında, çaresiz intiharlarda değil mücadelede, hak aramada, hesap sormada bulmalı. Birleşik bir sağlık hakkı mücadelesi hepimizi bekliyor.
G
Halk›n Sesi
Sinop haykırdı: Nükleer santrale hayır! S
inop'ta emek ve demokrasi güçlerinin “Yoksulluğa, Savaşa, Zamlara, Nükleere, Termiğe Hayır” sloganıyla çağrısını yaptığı miting, kitlesel bir katılımla gerçekleşti. DİSK, KESK, Halkevleri, HDK, ÖDP, TKP, CHP, YEGEP, Ayancık Çevre Platfor-
mu’nun katıldığı miting için Kale Yazısı’nda bir araya gelindi. Tersane mevkiinden Uğur Mumcu Meydanı’na yürüyen yüzlerce kişi, AKP’nin enerji politikalarına tepki gösterdi. Mitingde yapılan konuşmalarda nükleer ve termik santral projelerinin uluslararası sermaye çı-
karları doğrultusunda, halkın talepleri dikkate alınmadan hayata geçirilmek istendiğine dikkat çekildi. Ayrıca Sinop muhalefetinin, sendika, demokratik kitle örgütü, meslek odası ve çevre örgütlerinin ortak bir mücadele hattı örmesi gerektiği de ifade edildi.
Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Kamerhatun Mahallesi Tarlabafl› Bulvar› Caddesi No: 117/6 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
8
EMEK 13 Aral›k 2012 / 26 Aral›k 2012
Halk›n Sesi
Kurtarma personelini öldüren sistem ç kurtarma personeli 3 Aralık günü Karadeniz’de hayatını kaybetti. Başta Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım olmak üzere birçok kişi “kurtarma işinde olur öyle şeyler”, “Bu işlerin tabiatında ölüm var” şeklinde açıklamalar yaptı ya da pek çok köşe yazarı Bakan Yıldırım’ın açıklamalarını destekledi. Oysa Rus bandıralı gemi Karadeniz’de batmasaydı, “O işin tabiatı” şu şekilde tezahür edecekti: “Yahu bu adamlar da boş boş duruyorlar, oturdukları yerden hiçbir şey yapmadan para kazanıyorlar, ne gerek var kardeşim tahlisiye personeline!” Böyle bir söylem mümkün müdür, insanlığa sığar mı demeyin. “Öğretmenler dokuz ay çalışıyor üç ay yatıyor”, “Eczacılar da çok para alıyor” diyen Bakanların bulunduğu bir ülkede bir daha düşünmek gerekir. Üstelik bu sadece söylem düzeyinde kalan bir provokasyon veya itibarsızlaştırma da değil. İtibarsızlaştırmanın ötesini, tahlisiye personellerinin giderek tasfiye edilmesinde ve sayıların azalmasında görmek mümkün. Kazanın bir diğer çarpıcı yanı, ölen personellerin tahlisiye personeli olmayışı. Yani denizden insan kurtarmak için özel eğitim alan personeller yerine düz denizcilerin kurtarmaya gönderilmesi. Pekiyi denizciler böylesi bir havada kurtarma yapamayacaklarını bildiği halde neden denize açıldı? Belki de 2009 yılında alınan ve “Batmaz” denilen kurtarma botuna güvendiler; üstelik ilk tekne kurtarmak için çıkıp geri dönmesine rağmen. Evet kurtarma teknesi olay yerine giderken mendireğe çarptı ve parçalandı. Ancak garip olan, teknenin sürüklenerek çarpmasıydı. Basın görüntüleri çekti. Kurtarma teknesinden duman dahi çıkmıyordu. Çünkü tekne su jeti ile çalışıyordu. Yani en ufak yalpalamada sistem kilitlenmişti. Çünkü bu durgun su teknesiydi, tıpkı Fatih Altaylı’nın Bakan Yıldırım’ı eleştirenlerle dalga geçmek için kullandığı sözlerde olduğu gibi bu teknenin insan kurtarabilmesi için “deniz çarşaf gibi olmalı, hafif de bir meltemin esmesi” gerekirdi. Gelelim Bakan Yıldırım’ın “Basındaki yanlış haberleri düzeltmekten yorulduk” açıklamasına. Kurtarma için denize ilk açılan Fikri kaptan, “olmaz” Alp Tekin diyor ve geri dönüyor. Fikri Babaç kaptan anında açığa alınıyor. Ancak kimse Fikri kaptanı atb@ tehdit etmiyor ya da kimse sendika.org özel bir talimat vermiyor. Çünkü açığa alınmak denizciliğin tabiatında var. Kıyı Emniyeti’nde çalışan personele baskıyı kuran ne tek başına bir bakan, ne Kıyı Emniyeti Genel Müdürü ama hepsi de var bunun içinde. Kıyı Emniyeti’nin en tepesindeki isim Salih Orakçı’nın batan teknenin kaptanı Cemil için söylediği sözlere bakalım: “Cemil kaptan çok iyi kaptandır.” Hakikaten Orakçı’nın iyi kaptan dediği Cemil kaptanın çalışma koşulları nasıldı? Kıyı Emniyeti personeli ordino sistemine göre çalışıyor. Denizcinin her yerde görevlendirilebilmesine olanak tanıyan sistemde 13 gün çalışan personel 17 gün istirahat ediyor. 13 günlük çalışma, art arda da yapılabiliyor ikişer günlük bölümler halinde de yapılabiliyor. İlk görevi için Giresun’a gönderilen denizci diğer görevini İstanbul’da, sonraki görevi de İzmir’de yapabiliyor. Personel, evine uzak bölgelere gitmemek için verilen görevi yapmak zorunda kalıyor. Ordino sistemi yıllardır ceza unsuru olarak kullanılırken Türkiye Denizciler Sendikası ne işe yarıyor? Tabii ki işçilerin haklarını savunmuyor, denizcilik gibi “hassas bir sektörde” olası başkaldırı zeminini yok etmeye çalışıyor. 3 Aralık 2012, 1996’da Tuzla Tersanesi’nde çıkan yangına müdahale eden itfaiyecilerin ölümünü hatırlattı. Taşeron sisteminin ilk bedellerinden biri olan o kazada yangına dayanıklı elbiseler dolaplarda duruyordu. Ve gene itfaiye personeli için “bunlar da boş boş oturuyor, oturdukları yerden para alıyor” deniliyordu… 14 yıldır değişmeyen şey, iktidarın ‘tabiatı’. Üstelik şimdi daha da pervasız.
Ü
‘Kirayı ben ödüyorum ücreti de ben belirlerim’ Dev Sa¤l›k-‹fl’in 2011’deki eyleminden
HEY Tekstil işçileri TOBB’da
H
Asgari ücret ortaoyunu başladı. Planlandığı gibi yüzde 3 zam yapılması durumunda asgari ücret net 680 lira olacak. Ama Dev Sağlık İş ‘asgari ücret sokakta belirlenir’ diyor, sokağa çağrıyor ALP TEK‹N BABAÇ
A
sgari ücret ortaoyunu 4 Aralık günü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda başladı. Hiçbiri asgari ücret ile çalışmayan Türk-İş yöneticileri, hükümeti temsil eden bürokratlar ve işveren temsilcileri ortalama 25 gün sürecek ortaoyununa “yüzde 3 + 3 zam” söylemiyle ve Bakan Faruk Çelik’in “hayırlı olsun” sözleriyle başladı. Tarafların birbirlerine iyi niyetlerini ilettikleri konuşmaların ardından görüşmenin 15 Aralık’ta yapılacağı duyuruldu. Şu anda asgari ücret, 16 yaşından büyük, bekâr bir işçi için brüt 837, net 658.95 lira. 16 yaşından küçükler için brüt 715.50 lira, net 571.97 lira. Asgari ücrete yüzde 3 zam yapılması durumunda, 18 yaşından büyükler için net 658.95 lira olan ücret ocakta 680 liraya yükselecek. 18 yaşından küçüklerde ise şu anda net 599 lira ödenen asgari ücret ocakta 623 lira olacak. 2011’deki görüşmelere de yüzde 3+3 talebiyle girilmiş ve Dev Sağlık-İş’in “görüşmeye biz de
katılacağız” demesi ve polis saldırısına maruz kalmasının ardından zam yüzde 6+6 oranında belirlenmişti. ‘‹NSANCA YAfiAMAYA YETECEK ASGAR‹ ÜCRET’ DİSK Dev Sağlık-İş bu sene de “insanca yaşamaya yetecek kadar asgari ücret” talebiyle sokaklarda. Geçen sene olduğu gibi “asgari ücret sokakta belirlenir” diyor. Dev Sağlık-İş’in talepleri ve asgari ücret konusuna bakış açısı 24 Kasım günü gerçekleştirdikleri Asgari Ücret Çalıştayı’nda somutlaştırıldı. Akademisyenlerin, sendika temsilcilerinin, ekonomistlerin ve işçilerin katıldığı çalıştayda ortaya çıkan üç temel husus şu şekilde: “Asgari ücret emeğin üretim alanının yanı sıra emeğin yeniden dönüşüm alnının piyasalaştırılmasıyla bire bir ilgilidir; ulaşım, eğitim, sağlık, ısınma, barınma gibi temel ihtiyaçların parasız sağlanması gerekir. Asgari ücret bugün ülkedeki 40 milyon kişiyi ilgilendirmektedir, bu yüzden 15 kişilik bir komisyonun asgari ücreti belirlemesi kabul edilemez; asgari
ASGAR‹ ÜCRETLE NASIL GEÇ‹N‹L‹R? Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde çalışan Dev Sağlıkİş üyesi Erol Akarslan’a kulak verelim. Levent’te Şirintepe Mahallesi’nde oturan Erol, 700 lirayı bulan maaşını aldıktan sonra 500 lirasını kiraya, 90 lirasını elektriğe 50 lirasını suya veriyor. Dört çocuğu olan Erol, kışın gelmesiyle 200 lirayı da doğalgaz için gözden çıkarmış. Bu hesapla ayın ilk günü eksi 140 lirada olan Erol ekliyor: “Daha bunda yeme içme yok.” Kredi kartlarıyla mutfak ve giyecek masraflarını karşılamaya çalışan Erol “asgari ücretle kredi kartının asgari ödeme tutarını dahi ödeyemez hale geldik” diyor. Bir diğer önemli sorun da ulaşım. Emektar işçi Erol’un mücadelesi sabah 5.30’da başlıyor. 6.03 otobüsüne yetişmeye çalışan Erol,
otobüsten indikten sonra ikinci bir otobüse binerek 6.30’da hastanede oluyor ve 7.00’da işbaşı yapıyor. 15.30’da hastaneden ayrılan Erol eğer ek işte çalışmıyorsa evin yolunu tutuyor. Otobüse binen Erol indikten sonra ikinci bir otobüse binmiyor ve yürüyerek eve ulaşıyor; çünkü günlük ulaşıma ayırdığı para 5 lira ve 3 binişte bu beş lira bitiyor. Aylık ulaşım masrafı 150 lirayı bulan Erol için hastane yönetimi 101 lira 48 kuruş veriyor. Erol, asgari ücretin belirlenmesi konusuna dair şunları söyledi: “Reçeten var. Çocuğuna ilaç yazıldı, ödeyemedim diye ilaç alamadım. Çocuğun ilacı aciliyet gerektirse ölecek mi benim çocuğum?Bunun hesabını bu asgari ücreti belirleyenler versin bakalım nasıl veriyor. Benim ilaç alamayan çocuğumun bu yüzden hastalığı ilerliyor. Yöneticiler, patronlar, patronların yandaşları, TİSK... Bunlar bizim geleceğimizi belirleyemez. Çünkü benim ihtiyacım benim ihtiyacımdır. Faturayı ben ödüyorum, kirayı ben ödüyorum. Bunları ben yapıyorum nasıl olacak bu iş!”
Sarı sendikacılığın kalesi kaynıyor T
Artık DİSK Basın-İş var D‹SK Bas›n-‹fl, gazetelerin matbaa iflçileriyle yaz› ifllerini, gazetecileri, radyo ve televizyon yay›nc›l›¤› alanlar›nda çal›flanlar› ayn› sendikal çat› alt›nda birlefltirmeye haz›rlan›yor. Yeni yasal düzenlemeler sonucunda bas›n yay›n iflçileri ile gazeteciler için ortak örgütlenmenin de önü aç›ld›. Ancak ‹flkollar› Yönetmeli¤i haber portal› emekçilerini gazeteci saym›yor, iletiflim iflkolunda gösteriyor. Gazetecilik alan›nda da örgütlenecek olan D‹SK Bas›n-‹fl konuyla ilgili bir aç›klama yay›mlayarak, Çal›flma Bakanl›¤›’n› haber portallar›n›n da gazetecilik iflkolunda say›lmas› gerekti¤i konusunda uyard›. Gazeteler ile ba¤l› web sitelerinin bölünmesinin mant›kla izah›n› yapman›n mümkün olmad›¤›n› belirten Bas›n-‹fl’in talebi flu flekilde: “‹nternet’in bir bütün olarak ‹letiflim ‹flkolu’na kayd›r›lmas› yerine, Haber portallar› Gazetecilik ‹flkolu’nda yer als›n.”
ücretin belirlenmesi toplumsal bir pazarlık sürecidir. Ücretin miktarı konusunda eşit işe eşit ücret ilkesi dikkate alınmalı ve ilk iş olarak asgari ücretin en düşük kamu çalışanı maaşıyla eşitlenmeli.”
Türk-‹fl’teki Mustafa Kumlu - Pevrul Kavlak aras›ndaki gerilimi Gül – Erdo¤an gerilimi olarak da yorumlayanlar var.
TÜMTİS’e ‘neden fazla üyen var’ cezası
T
ürk-İş içindeki kazan kaynıyor. Türk Metal Genel Başkanı Pevrul Kavlak, Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu’nun sendikalar yasası çalışmaları öncesinde patronlarla masaya oturup gizlice anlaşma yaptığını belirterek 30 Kasım günü Kumlu’yu istifaya çağırdı. Kumlu da “seçimle geldim seçimle giderim” dedi. Kumlu’nun patronlarla işbirliği içinde olduğunu söyleyen Kavlak’ın iddiaları 19 Eylül günü yapılan TİSK ve TOBB başkanları görüşmesine dayanıyor. Görüşmede imzalanan 6 maddelik protokol daha sonra yeni sendikalar yasasında somutlaştı. Kumlu, 20 Eylül’de Başbakan Erdoğan’la görüşmüştü. Kavlak her ne kadar “Kumlu patronlarla bir araya geldi” diyerek Kumlu’yu istifaya davet etse de Kavlak’ın Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) ile yönetimlerini paylaştıkları iki şirketleri bulunuyor. Kavlak’ın itirazının bir boyutu da Kumlu’nun imzaladığı protokolün Türk-İş’in ölüm fermanı olduğu yönündeydi. Ancak,
ÜMTİS Ankara Şube Başkanı Nurettin Kılıçdoğan'ın da aralarında bulunduğu 17 sendikacı, nakliye ve kargo şirketlerinde örgütlenirken şiddet kullandıkları gerekçesiyle 3 Aralık günü gözaltına alındı. Sendikacılara “üye işçilerin sayısını çoğaltmak” gerekçesiyle hapis cezaları verildi. Kararın ardından Ankara’da bulunan Türk-İş Genel Merkezi önünde
bir protesto eylemi yapıldı. TÜMTİS Genel Başkanı Kenan Öztürk burada yaptığı açıklamada “Arkadaşlarımızın tek suçu günde 12 - 14 saat kölece koşullarda çalışan işçileri örgütlemek” dedi. KESK’e bağlı BTS de bir açıklama yaparak TÜMTİS üyelerine verilen cezaların, tıpkı KESK üyelerine verilen cezalarda olduğu gibi, AKP iktidarının hukuk anlayışının bir sonucu olduğunu belirtti.
protokol, Türk-İş’in değil Türk-İş’in sarı sendikacılık alanındaki gücünü sarsacak nitelikte. Hak-İş, sendikalar yasasından sonra sarı sendikacılığın yeni aktörü olmaya soyunurken Pevrul Kavlak bu egemenliği kaptırmak istemiyor. Yasada yer alan toplu iş sözleşmesi yetkisi önündeki işkolu barajının Ocak 2013’e kadar sıfır sayılması ve bunun 2009’dan sonra kurulan sendikalar için geçerli olması Hak-İş tarafından kurulan Medya-İş ve Öz Büro-İş için adrese teslim maddeler. Kumlu’nun AKP’li süreçte yaşadığı yıpranma ve sendikalar yasası sürecinde yaşanan Türk-İş içi tartışmalar sürerken Kavlak tarafından yapılan çıkış, Cumhuriyet gazetesi tarafından da dikkatle takip ediliyor. Türk-İş içi tartışmaların fitilini ateşleyen haber de Cumhuriyet tarafından yapılmış, bu haberle ortaya çıkan tartışmalar ise kimi muhalif Türk-İş sendikaları tarafından “Kavlak’ın önünü açma” ya da “Erdoğan operasyonu” olarak tanımlanmıştı.
ey Tekstil işçileri,Ücret alacakları için sürdürdükleri direnişin 298. gününde, 4 Aralık günü TOBB binası önünde kendilerini zincirledi. İşçiler eylem sırasında yaptıkları konuşmalarda, TOBB yöneticisi olan patronları Aynur Bektaş'ın alacaklarını ödemesini istedi. Polis, makasla zinciri keserek, işçileri gözaltına almak istedi ancak işçileri gözaltına alamadı. HEY Tekstil patronu “iflas ettiğini” öne sürerek 400 işçiyi hiçbir tazminat ödemeden işten çıkarmıştı.
BEDAŞ önünde 32. eylem
D
İSK Enerji-Sen üyesi BEDAŞ işçileri, direnişin 201’inci gününde yine BEDAŞ Genel Müdürlüğü önündeydi. Enerji-Sen üyeleri direniş boyunca her cuma yaptıkları BEDAŞ eylemine bu sefer sis bombaları ve maytaplar yakarak başladı. Taksim’deki kazı nedeniyle Taksim’e çıkan ana caddelerden birinin trafiğinin verildiği BEDAŞ Genel Müdürlüğü önündeki yol, Enerji-Sen’in basın açıklaması boyunca trafiğe kapalı kaldı. İşçiler, işlerine geri dönene kadar mücadele edeceklerini duyurdu.
Yaşam maliyet unsuru değil
İ
stanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi 9 Aralık’ta Petrol-İş’in Genel Merkezi’nde bir panel düzenledi. Sendikacılar, iş müfettişleri ve işçilerin katıldığı panel iş kazalarında hayatını kaybedenler anısına bir dakikalık saygı duruşuyla başladı. İş müfettişi Şeref Özcan ve İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu’nun sunum yaptığı panelden iki temel sonuç çıktı: “İnsan hayatı maliyet unsuru olamaz ve karlılık varsa fiziksel iyilik olmaz.”
9
SERMAYE 13 Aral›k 2012 / 26 Aral›k 2012
Halk›n Sesi
Özaltın’a büyük peşkeş
HES artık!
HES’leri ile doğayı yağmaladılar. Yetmedi; HES nedeniyle güzergahı değiştirilmek zorunda kalınan demiryolunun da ihalesini aldılar İnşaat ve ortağı Cengiz İnşaat.
UMAR KARATEPE
T
arih: 9 Temmuz 2008. AKP Milletvekili Mustafa Açıkalın’ın imzaladığı bir önergeyle 5784 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’na yeni bir madde ekleniyor. Enerji yatırımları yapacak firmanın demiryolu ulaşım güzergahını değiştirmek zorunda kalması halinde bu işin de o firmaya ihalesiz verilmesi karara bağlanıyor. Ancak firmadan Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’nın (TCDD) birim fiyatları üzerinden yüzde 25 indirim isteniyor. “Adrese teslim” bir kanun değişikliği olduğu ilk bakışta dahi belli olan bu düzenlemeden gerçekten de sadece iki firma yararlandı: Fırat’ın bir kolu olan Murat Nehri üzerindeki HES projelerini üstlenen Özaltın
‹HALES‹Z DAHA UCUZDU Ancak bu adrese teslim düzenleme de çok tatmin etmemiş olacak ki bu maddeye rağmen PaluGenç-Muş arasındaki demiryolu hattı için ihaleye çıkıldı. Aralık 2011’deki ihaleye 15 firma katılıyor ama her nasılsa ihaleyi yine Özaltınlar aldı. Üstelik yasaya göre bu işi ihalesiz aldıklarında bile yüzde 25 indirim yapmaları gerekirken, ihaleye girip “rekabet” ederek yüzde 16 indirimle işi kapattı. Yani aslında şirket, HES projesini alırken yarattığı yıkımı tazmin etmeyi de düşünmesi gerekirken
Yetmedi; devlet demiryolu için gerekli arazileri kamulaştırdı. Onlar doğayı ve kamu kaynaklarını yağmalarken işletmelerinde işçiler öldü
bunu yapmadı. Üstelik karşılıksız yapması gereken bir iş ihalesiz daha ucuza yaptırılacakken ihaleye gidilerek pahalıya getirildi. Sonuçta aradaki yüzde 9 kimin payı, neyin karşılığı olarak bu şirkete verildi, şimdilik anlaşılmadı. Ancak Özaltınlar yaptıkları HES yüzünden değişmesi gereken yoldan da para kazanmayı garantiledi. Tek farkla: Baraj işinde Cengiz İnşaat’la çalışan Özaltınlar, demiryolu ihalesine ise başka bir ortakla, çok uluslu tekel Samsung ile girdi. “VALLAH‹ OLMAZ, B‹Z ÖDEYECE⁄‹Z” Yüzde 9’luk (yaklaşık 75 milyon TL’lik) bu kıyak da
Özaltınlar’a yetmiyor olacak ki demiryolu yapımı için ihtiyaç duyulan kamulaştırma işini de devlet üstlendi. İhaleden hemen sonra çıkarılan bir Bakanlar Kurulu kararıyla, TCDD’ye bölgede “acele kamulaştırma yetkisi” verildi. Özaltın’ın HES’i için hattı değiştirilen demiryolunun geçeceği 4.5 milyon metrekarelik alanın satın alınması gerekiyordu. Devlet Özaltınlar’ın elini cüzdanına değdirmedi ve böylece şirketin bir maliyet kalemi daha devlete fatura edildi. Çukurova ve Fırat Havzası başta olmak üzere, Türkiye genelinde 7 HES projesinin sahibi veya yüzde 50 ortağı olan Özaltın İnşaat böylece projelerin sütünden ve
postundan da faydalanmaya başladı. ‹fiÇ‹ KANIYLA B‹R‹K‹M Murat Nehri’nin, etrafındaki arazilerin ve demiryolu işinin teslim edildiği Özaltın İnşaat ile ortağı Cengiz İnşaat, sicillerinde işçi kanı olan firmalar. Bu ortakların yaptığı Gökdere Köprü Barajı ve HES inşaatında meydana gelen kazada 10 işçi yaşamını yitirmişti. Cengizler’in sicilinde Samsun’da Eti Bakır İşletmeleri’ndeki işletmelerinde 5 işçinin ölümüyle sonuçlanan Kasım 2012’deki “kaza” ve Eylül 2004’te Kastamonu’nun Küre ilçesinde yeraltı bakır ocağında 19 işçi hayatını kaybettiği yangın da bulunuyor.
Erdoğan’ın kara kutusu Bingöl’deki ya¤may› kollayan Mustafa Aç›kal›n, belediye baflkan› oldu¤u dönemde Tayyip Erdo¤an'›n genel sekreterli¤ini yap›yordu. BELTUR A.fi. ve ‹stanbul Ulafl›m A.fi.'nin de Yönetim Kurulu Baflkanl›¤› görevlerini yürüten Aç›kal›n, Erdo¤an’la birlikte Akbil ve Albayrak davalar›nda yarg›lanm›flt›. Aç›kal›n, ‹GDAfi'a yönelik yolsuzluk operasyonunda da gözalt›na al›nd›. Bu yolsuzlu¤u aklayan müfettifllerden Hüseyin Avni Cofl, AKP iktidar› döneminde h›zla yükselerek Adana Valisi oldu. Aç›kal›n ise 2002’de milletvekili yap›larak dokunulmaz hale getirildi. Erdo¤an, Aç›kal›n’› tüm akçeli ifllerinde yan›nda
olan TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nun baflkanl›¤›na getirdi. Aç›kal›n ayn› zamanda AKP’nin iktidar dönemi boyunca NATO Parlamenter Asamblesi Türk Grubu Üyeli¤inde de bulundu. Aç›kal›n’›n ad› en son 2012 y›l›n›n A¤ustos ay›nda Metro Turizm’e yönelik operasyonda duyulmufltu. Aç›kal›n ‘ç›kar amaçl› suç örgütü’ kurmakla suçlanan 70 san›k aras›ndayd› ancak bu davada da dokunulmazl›¤› sayesinde yarg›lanamad›. Bu skandal sonras›, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Baflkanl›¤›’na seçilmeyen Aç›kal›n gözden ›rak tutuluyor.
Bir Sermaye Güzellemesi: “Bütçe 2013” 013 bütçe görüşmeleri 10 Aralık’ta başladı. Açılış konuşmalarında hem Başbakan Tayyip Erdoğan hem de Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bir dizi ekonomik gösterge üzerinden AKP’nin 10 yıllık ekonomi performansını değerlendirdi. Maliye Bakanı daha çok 2013 bütçesi ve öngörüleri üzerine konuşurken, Tayyip Erdoğan kendi seçtiği veriler eşliğinde kendi sürecini güzellemeye çalıştı. AKP’nin ekonomi başarılarının göstergelerinden birisi olarak savaş ekonomisinde yerli sermayenin payının artmasını övünerek anlatan Tayyip Erdoğan, artık tank, uçaksavar, insansız uçak, roket sistemleri, savaş gemisi, tank modernizasyonu gibi alanlarda katkılarının artığını hiç de yüzü kızarmadan, muhalefetin gözünün içine baka baka anlattı. Aynı Tayyip Erdoğan, aynı konuşmasında “Biz, insanı ekonomik nesne, piyasanın aktörü bir nesne olarak görmüyoruz” dedi. AKP’yi övmek için sıraladığı verilerin arasına Halkbank’ın borsada değerinin artmasını, finans kent projesini koyarak konuşmasına devam etti. Muhalefet partileri de çıkıp “hani insan bu projelerin, bu borsa endekslerinin neresinde” diye sormadı; en azından şimdilik. Tayyip Erdoğan, tipik yaklaşımı ile ardı ardına sadece niceliksel değişimleri ve büyümeleri sıralayarak ekonomiyi iyi yönettiklerini anlattı. Örneğin ‘üniversite sayısını 76’tan 163’e çıkardık’ diye övünürken tabela üniversite gerçeğini görmezden geldi. Halkın borç yükünün giderek arttığını, ödenmeyen kredi kartı borçlarının 16 kat yükseldiğini, kasım ayında karşılıksız çek sayısının yüzde 46 arttığını, son 10 yılda doğalgaza Engin yüzde 280 ve son dört yılda elekDuran triğe yüzde 120 zam geldiğini hiç anlatmadı. engin.duran 2012 yılı üçüncü çeyrek döne@yahoo.com mi için ekonomik büyüme verisi beklentilerin çok altında gelince konuşmasını gözden geçirmek zorunda kalan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 2013 yılında harcamaların kontrol altında tutulabilmesi için gerekli tedbirlerin alınacağını ve kendilerinin bu konuda çok hassas olduklarını belirtti. Aslında Mehmet Şimşek uzun zamandır bütçenin iyi gitmediği yönünde açıklamalar yapıyor ve bu konuda bakanları suçlayarak özenli davranmadıkları için sitem ediyordu. Ekonomi yönetimi içinde bütçe konusundaki ayrım, sanıldığının aksine çok keskin taraflaşmaya dayanıyor. Bütçe disiplinin konusunda çok hassas olan Mehmet Şimşek ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ekonominin yönetilmesi ve büyümenin bağlı olduğu sıcak paranın devamlılığı için, bütçe yükünü halka ödetmek pahasına Türkiye’ye gelen finansal sermayeyi geri kaçırmak istemiyor. Ancak Ankara Sanayi Odası Başkanlığı’ndan gelen Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan daha çok orta ölçekli işletmelerin sözcüsü olarak bütçe disiplininin bozulması pahasına hem ekonomide “gaza basılmasını”, hem de Merkez Bankasının faizleri indirmesini ısrarla gündemde tutuyor. Zafer Çağlayan’ın temsil ettiği görece daha küçük sermaye grupları uluslararası piyasadan kolay kredi bulamadıkları için daha çok yurtiçinden borçlanabiliyorlar ve bu yüzden de sürekli faizlerin indirilmesi yönünde baskı yapıyorlar. Her iki taraf da özü itibariyle sermayenin çıkarları için, kolladığı çıkar grupları adına bütçeyi belirlemek istiyor. Kimisi finansal sermaye başta olmak üzere daha büyük sermaye gruplarına yol açmaya çalışırken, kimisi daha küçük ölçekli sermaye gruplarının önünü açmaya çalışıyor. Meclis içi tartışmalarda bütçenin sermaye dostu olduğu teşhir edilmedikçe, sadece ekonomiden seçmece bazı verilerle bütçe mahkûm edilmeye çalışıldıkça AKP’nin de süreç içinde öne çıkaracak, kendisini güzelleyecek ekonomi verisi bulabileceğini unutmamak gerekiyor. Meclis muhalefeti bunu unutuyorsa da sokak hatırlatmalı.
2
Enerji B zammı “kısmetse”
Ocak’ta
OTAŞ elektrik santrallerine sattığı doğalgaza yüzde 38 zam yaptı. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu, elektrik dağıtım şirketlerinin kâr marjını yüzde 2.33'ten yüzde 3.49'a çıkardı. Elektrik faturalarında yüzde 8'lik payı olan kayıp-kaçak oranları da yükseltildi. Tüm bunlar doğalgaz ve elektrik zammının işaretleri olarak değerlendirildi. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız zam soruları karşısında “Aralık ayında zam” yok diyerek, 2013’teki zammın işaretini verdi.
SERMAYENİN MERKEZİLEŞMESİ VE YOĞUNLAŞMASI
Batan geminin malları Ş
Vekillerin yeni rüşvet tarifesi Meclis Etik Kurulu’nun oluflturdu¤u Etik Komisyonu’nun tasla¤›na göre, milletvekillerine verilen hediyelerde üst s›n›r 12 bin lira olacak.
Karar›n ard›ndan kamuoyunda yükselen tepkiler üzerine “tarife”nin azalt›lmas› yönünde çal›flmalar bafllat›ld›.
irket satın almaları ve birleşmeleri artıyor. Koç Topluluğu 2013’teki stratejisini, “özelleştirme, satın alma ve birleşme fırsatlarını da aktif olarak takip edeceğiz” sözleriyle açıkladı. THY ile Lufthansa’nın flörtü sürüyor. Türkiye, 11 Orta ve Güneydoğu Avrupa ülkesi
arasında şirket satın alma ve birleşmelerinde, birinci sırada. Bunların yüzde 55’i iç alım satım işlemleri. Dış alımların oranı yüzde 10 civarında kalırken satışlar yüzde 35 düzeyinde. Bu durum hukuk alanında da etkisini göstermiş. Yabancı hukuk şirketlerinin Türkiye’ye girişi 2005-
2011 yılları arasında artarken İstanbul Barosu Başkan Yardımcısı Mehmet Durakoğlu’na göre bunun en önemli nedeni şirket satın alma ve birleşmeleri. Çok uluslu danışmanlık şirketi Deloitte, çeşitli kentlerde satın alma ve birleşmeler ile ilgili toplantılar örgütlüyor.
Görüşlerini aldığımız Deolitte’den bir yetkili, çok uluslu şirketlerin Türkiye’deki firmaları ucuza kapatmayı hedeflediklerini anlattı. “Ucuza kapatma” eğilimini yaratan sebep, borca bağımlı Türkiye sermayesinin önümüzdeki daralma sürecini tek başına aşamayacağını düşünülmesi.
Sermaye dediğin birikmek için vardır. Biriktikçe yeniden yatırıma dönüşüp, kendini genişleterek yeniden üretir. Ama bu süreç, zorunlu olarak sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesini de beraberinde getirir. Sürekli genişleyecek yeni alanlar arayan sermaye, emek, üretim araçları ve doğa üzerindeki kumanda gücünü artırır. Yoğunlaşma, sermayenin istilacı eğilimini ifade eder. Tekstil atölyesinde, işçileri öldüre öldüre el konulan artı değer, doğanın yağmalanması için sermaye olur. Birikimin mecburi istikametlerinden biri
yoğunlaşma iken diğeri de merkezileşmedir. Sermayedarlar arasında elenme ve ayıklanma savaşında birbirlerini tepelerler, büyük balık küçük balığı yutar. Sermayenin belli ellerde toplanmasına yol açan bu merkezileşme sürecinin en güçlü aracı kredi sistemidir. Çünkü el konulan bütün artı değer, yağmalanan doğal kaynaklar bankacılık sistemini besler. Rekabete karşı ayakta kalmanın, yutulmamanın yolu güçlü olmaktır ve sermayenin merkezileşmesinin merkezinde bulunan finansal tekeller bu gücü ellerinde tutmaktadır.
10
KİBELE 13 Aral›k 2012 / 26 Aral›k 2012
Halk›n Sesi
Kad›n düflmanl›¤›na karfl› soka¤a! 5 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nde kadınların sokağa dökülen öfkesi ve güçlenen hareketi, AKP’nin ikiyüzlü kadın politikalarını şova dönüştürmesine izin vermedi. Son yılların en yaygın, güçlü ve coşkulu 25 Kasım eylemlerine tanık olduk. Türkiye’nin dört bir yanında kadınlar sadece 25 Kasım günü sokakta değil haftalar öncesinden yoksul mahallelerde yaptıkları etkinliklerde, eylemlerde buluştular. 25 Kasım veya 8 Mart sadece eylem takvimlerindeki bir tarih değil, kadınların mücadelesinin bugünkü programının günüdür. Her yıl yüzlerce kadının hayatına mal olan erkek şiddetine, taciz, tecavüz olaylarına, yargı-medya-erkek işbirliğine, bedenleri ve emekleri üzerindeki tahakküme karşı bir araya gelen kadınların umutla ve cesaretle yan yana durduğu gündür.
2
AKP’N‹N fiOVUNU KADINLAR BOZDU AKP’li Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin her gittiği yerde kadına yönelik şiddetle ilgili konuştu. Son zamanlarda yaptığı birçok açılışta, toplantıda karşısında kendisini protesto eden kadınları bulan Şahin 25 Kasım’a günler kala ‘Şiddete sıfır tolerans’ kampanyasını tanıtmaya başladı. 15-20 gün sonra en yakınındaki AKP’li milletvekili Fatma Salman’ı erkek şiddetine karşı koruyamadı. Bakanlık yaptığı her etkinlikte kadınlara “uysal, kutsal annelik görevinizi yerine getirin, boşanmayı aklınızdan bile geçirmeyin” mesajını veriyor. Bakanlığın dahil olduğu iki dava erkekler lehine sonuçlandı. Fatma Şen’i öldürmeye teşebbüsten yargılanan Çetin Şen serbest bırakılırken, Sakarya’daki Ö.Ç daDilflat vasında sanıklar tutuksuz yargılanmaya Aktafl devam ediyor. Bu sırada koruma kararı aldıran kadınlar öldürüldü, sığınakların açılmasına dönük yasalar kısıtlandı. Halkevleri Kad›n Sekreteri AKP’nin yarattığı şiddete karşı çözüm tablosu işte bu. AKP’nin, Fatma Şahin’le erkek egemen-neoliberal-gerici ittifakını ayakta tutma ve iktidarı için ihtiyaç duyduğu toplumu kadın düşmanlığı üzerinden kurma planları 25 Kasım’da sokağa çıkan kadınların militan kitlesel mücadeleleriyle sarsılıyor. ZÜLFÜ KADIN YAfiAM PARKI KADIN DAYANIfiMASININ GÜCÜ OLACAK 3 ay önce Ankara Mamak’ta kocası tarafından öldürülen Zülfü için kadınlar yaşam alanları içinde dayanışma örnekleri yarattılar. Kadına yönelik şiddetin en ağır biçimi ile en yanı başlarında karşılaştılar. Mahallede yaşayan kadınlar içlerine düşen acıyı ve öfkeyi dayanışmaya ve mücadeleye dönüştürdü. Kadına yönelik şiddete karşı kadın dayanışmasının gücünü hisseden ve gören kadınlar yan yana mücadele ettiler. Zülfü Kadın Yaşam Parkı’nı açtılar. Mamak Belediye Başkanı “her öldürülen kadının adını parklara verirsek yetişemeyiz” demişti. Unutturulmak istenen her kadının adı bir parkta ya da mahallelerimizde yaşamaya devam edecek. Bu park, şimdi bütün kadınlar için yaşamın, umudun adıdır artık. Halkevci Kadınlar, iktidarın kadın düşmanı yüzüne ve erkek egemenliğine karşı sokakta kurduğu mücadelesine devam edecek. Şu an ihtiyacımız olan ülkenin dört bir tarafında gericiliğe, kadın düşmanlığına karşı kadınların yükselen öfkesini uzun vadeli bir program içerisinde örgütlemek ve tıpkı kürtaj yasağı tartışmalarında yaptığımız gibi geri adım attırabilmektir.
Ölüm de susturamadı
Van’da s›n›f ö¤retmenli¤i yapan Gülflah Aktürk, ölmeden önce ölümünden sorumlu olanlar› s›ralam›flt›: “Bafl›ma gelecek en ufak olaydan sorumlu olarak Van Valisi, Milli E¤itimden sorumlu Vali Yard›mc›s› Zafer Coflkun, Van Milli E¤itim Müdürlü¤ü...”
Gülşah Aktürk, tehditlerinden kaçtığı eski sevgilisi tarafından sokak ortasında vurularak öldürüldü. Aktürk öldürülmeden önce de susmadı öldükten sonra da BANU SERVETO⁄LU
V
an’da sınıf öğretmeni olarak görev yapan 27 yaşındaki Gülşah Aktürk, eski sevgilisinden ayrıldığı için ölüm tehditlerine maruz kaldı, Van Cumhuriyet Savcılığına şikayette bulunarak koruma talep etti. Savcılık, Aktürk Aile Mahkemesi’ne sevk etti. Gülşah’ın eski sevgilisi Hakan Başar’a mahkeme 6 ay süreyle Gülşah’a yaklaşmasını yasakladı. Ancak, savcılığın verdiği uzaklaştırma kararı Aktürk’ün maruz kaldığı tehditleri önlemedi. Gülşah bu sefer de polise başvurdu, ardından Van 4’üncü Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Davaya katılma talebiyle 26 Kasım günü dilekçe veren Gülşah öğretmen, aldığı 1 aylık raporla ailesinin yanına, Konya’ya gitti. Gülşah 6 Aralık günü
Konya’da eski sevgilisi Başar tarafından vurularak öldürüldü. Gülşah öğretmen, Konya’ya gitmeden önce uğradığı sözlü taciz ve tehditlerin son bulması için devletin kadınlara sunduğu her yolu denemişti. Gittiği yerlerde ya yapılanlar çözüm olmamış ya da yetkililer tarafından “teselli” edilmişti. Öldürülmemek için her yolu denemesine rağmen çözüm bulamayan Gülşah bu kez de Konya’ya gitmeden önce mahkemeye bir dilekçe verdi. Gülşah verdiği dilekçede yaşadıklarını anlattı, eğer öldürülse de ölümünden sorumlu olanları tek tek saydı. Gülşah eski sevgilisi tarafından ölümle tehdit edilmesi ve hırsızlıkla suçlanması üzerine ilk olarak annesi ve babasıyla birlikte Van Valisi ile görüşme talep etti. Vali görüşmediği Gülşah öğretmeni milli eğitimden sorumlu Vali Yardımcısı Zafer
edilmezse başına gelecek en ufak olaydan devleti sorumlu tuttu.
Coşkun’a yönlendirdi. ‘EN KÖTÜ ‹HT‹MALLE ÖLÜRSÜN’ DEND‹ ÖLDÜRÜLDÜ Gülşah, dilekçesinde yaşadıklarını anlattığı Coşkun’un kendisine söylediklerine de yer verdi. Ölümünden sorumlu olanlar arasında gösterdi. Çünkü Vali Yardımcısı Coşkun “En kötü ihtimalle ölürsün” demiş “ölümün hak” olduğunu da eklemişti. “Hiç olmadı istifa edebileceğim yanımda biber gazı ile gezmem gerektiği gibi hiç de duyarlı olmayan, bizi daha da demoralize eden tavsiyelerde bulundu” diyen Gülşah, Coşkun’un “Böyle abuk sabuk insanlarla arkadaş olan kızlarımızda hata” diyerek kendisini suçladığını da söyledi. Gülşah verdiği dilekçede ailesinin yanına tayin edilmesini de talep etti. Bunun sonucunda güvenliği sağlanamaz ve tayin
‘ÖLÜRSEM SORUMLULAR YARGILANSIN’ Gülşah eğer öldürülürse sorumluların yargılanması talebiyle şunları söyledi: “Başıma gelecek en ufak olaydan sorumlu olarak Van Valisi, milli eğitimden sorumlu Vali Yardımcısı Zafer Coşkun, Van Milli Eğitim Müdürlüğü’nü sorumlu tutup bu kişi ve kurumlar hakkında suç duyurusunda bulunacağımı, ölümüm halinde bu kurum ve şahıslara ailem tarafından maddi manevi tazminat davası açılmasını da belirtmek istiyorum.” VAL‹ YARDIMCISI: ‘SÖYLENMES‹ GEREKENLER‹ SÖYLED‹M, TESELL‹ VERD‹M’ Gülşah’ın ölümünün ardından gündeme gelen dilekçesi üzerine Vali Yardımcısı Coşkun’un
‘Ev kazası değil iş kazası’ müfettişleri heyetinden alınacak bir raporla tespitini talep ediyoruz” dedi. Mahkeme avukatların taleplerini kabul ederek, duruşmayı 27 Şubat 2013 tarihine erteledi.
T
Türban dayatması protesto edildi
H
alkevci Kadınlar, 4 Aralık’ta AKP’nin çıkardığı kılık kıyafet yönetmeliğini protesto etti. Kadınlar Galatasaray Meydanı’nda yaptıkları eylemde AKP formasını hazırladı: “Türban takılacak, etek uzayacak" yazılı pankartlarıyla iktidarın ikiyüzlülüğünü teşhir etti. Halkevci Kadınlar adına açıklama yapan Gülseven Çetin, kılık kıyafet yönetmeliğiyle birlikte AKP’nin kadınları ikinci sınıf yurttaş konumuna sürükleyen uygulamalara yasal güvence kazandırdığını söyledi. Çetin, eğitim sisteminde yapılan düzenlemelerin de toplumun gericileştirmenin bir aracı olarak kullandığını ifade etti. Çetin, açıklamasında AKP’nin 4+4+4 uygulamasından sonra “Okullarda tek tip uygulamasını kaldırıyorum” diyerek kız çocuklarını seçmeli-zorunlu türbana mecbur bıraktığını belirtti. AKP’nin bildiği en iyi şeyi yaptığını söyleyen Çetin, şöyle konuştu: “AKP kendi
gerici ve halk düşmanı politikalarını topluma kabul ettirmek için karşıtlıklar yaratarak kendisini, ya özgürlükçü ya da mağdur ilan ediyor. Şimdi de bu yönetmelik değişikliğini ‘tek tip dayatmasını yıkıyoruz’, ‘darbecilerin uygulamasının karşısında özgürlük getiriyoruz diyerek kendi gerici politikasını topluma kabul ettirmeye çalışıyor.” “KIYAFET SERBESTL‹⁄‹” YALANI Kılık Kıyafet Yönetmeliği uygulamasıyla yaşanacak sorunlara değinen Çetin, örtünmenin tüm okul gününe yayılacağını, örtünmeyen öğrenciler üzerinde baskı oluşturulacağına dikkat çekti. Eğitimde kadına düşman, kadını ikinci sınıf olarak gören içerik ve uygulamaların değişmesi için mücadele edeceklerini söyleyen Çetin, “AKP’nin kadın düşmanı, gerici yönetmeliğini kabul etmiyoruz, izin vermeyeceğiz” dedi.
emizlik işlerini yaptığı evin camını silerken düşerek ölen ev işçisi Fatıma Aldal ile ilgili davada, Çalışma Bakanlığı İş Müfettişi "İncelenen olay iş kazasıdır, kazalı sigortalı kabul edilmeli" dedi. "Yaşanan iş kazasıdır" raporu üzerine, alınacak kusur raporunun da İş Müfettişleri Heyeti tarafından hazırlanması talebi kabul edildi. 5 Mart 2011’de Fatıma Aldal’ın temizliğe gittiği evin camından düşerek ölümünde ihmali olduğu söylenen ev sahibi Sevinç Özdemir hakkında açılan davanın 5’inci duruşması Kartal 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Duruşmaya sanık Özdemir yine getirilemedi. Aldal'ın avukatı, önceki duruşmada açık adres verilmesine rağmen sanık hakkında çıkarılan yakalama emrinin infaz edilmemesine tepki göstererek, ilgililer hakkında suç duyurusunda
bulunulmasını mahkemeden talep etti. Avukat, İmece Kadın Sendikası'nın girişimleriyle alınan iş müfettişi raporunu mahkemeye sundu. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş müfettişinin raporunda, "Her ne kadar evlerde yapılan işler İş Kanunu'nda istisna kapsamında
belirtilmiş olsa bile, meydana gelen olay 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 13. maddesine göre iş kazasıdır" denildi. Evren, “Yaşanan olayın bir iş kazası olmasının tespit edilmesi sebebiyle dosyada alınacak kusur raporunun, yine iş
‘YASAYA DA GIRMEL‹’ İmece Kadın Sendikası Girişimi’nden Serpil Kemalbay da iş müfettişi görevlendirilmesinin uzun mücadeleleri sonucunda gerçekleştiğini belirterek “Bu rapor bizim bayrağımız oldu. Ev işçilerinin haklarının nasıl gasp edildiğini, kadın emeğinin nasıl değersizleştirildiğini deşifre etti. Bunun ev işçileri için tarihi bir rapor olduğunu düşünüyoruz ama sorunu yalnızca bu raporla çözmek mümkün değil. Ev işçisinin işçi olduğu yasaya girmeli. Türkiye’nin Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 189 sayılı Ev İşçilerine İnsanca Yaşam Sözleşmesi’ni imzalamasını talep ediyoruz” dedi.
Tüm dünyada kadınlar hakları için sokakta D
ünya Kadın Yürüyüşü’nün (DKY) organize ettiği “Dünyanın Çevresinde 24 Saat Feminist Eylem” programı çerçevesinde 10
Aralık’ta tüm dünyada kadınlar sokaklardaydı. DKY aktivistleri tüm dünyada kadınları 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde öğlen 12:00 ile 13:00 arasında kendi ülkelerinde eylemler yapmaya çağırdı. Ülkeler arasındaki zaman farkı dolayısıyla 24 saate yayılan eylemlerde kadınlar, DKY’nin 2004 yılında oluşturduğu “İnsanlık İçin Küresel Kadın Şartı”nın beş değeri olan eşitlik, özgürlük, dayanışma, adalet ve
barış talebinde bulundu. Kürtaj ve sağlık hakkı için 24 saat boyunca eylemler düzenledi. Dünya Kadın Yürüyüşü Türkiye Bileşenleri de Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde sokaklardaydı. İstanbul’da Taksim Tramvay Durağında bir araya gelen kadınlar yaptıkları basın açıklamasında, “Biz kadınlar, kadınların ezilmişliğini ortadan kaldırmak ve adaletsizliği, savaşı, fetihleri ve şiddeti
besleyen tahakküme, sömürüye, ben-merkezciliğe ve dizginsiz kâr arayışına son vermek için uzun süredir yürüyoruz” dediler. Ankara’da Sakarya Caddesi’nde yapılan eylemde, tutuklu kadın siyasetçi ve sendikacılar ile şiddete uğrayan, öldürülen kadınların fotoğrafları taşındı. Kadınlar eylemde Pınar Selek ve tutuklu KESK’li kadınlar için dayanışma çağrısı yaptı. Bursa’da yürüyen kadınlar yeni kanuni
düzenlemelerinin yapılmasını ve kadınlara daha fazla özgürlük verilmesini talep ettiler. Diyarbakır’da EğitimSen Şubesi’nde düzenlenen basın toplantısında kadınlar, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1325 Sayılı Kararını hatırlatarak, “Bu karar uyarınca çatışmaların sonlandırılması ve çatışma sonrası inşa süreçlerine kadınların erkeklerle eşit ağırlıkta katılmasını istiyoruz” dediler.
yaptığı savunma, Gülşah öğretmenin yazdıklarının, kendisiyle ilgili söylediklerinin devamı niteliğinde: “Yazıldığı gibi ifadeler kullanmadım. Rahatlamasını sağlamak için söylenmesi gereken neyse ben de onları söyledim. Bu gibi konuları kafasına takmamasını, canını sıkmaması gerektiğini anlatarak teselli verdim.” Gülşah’ın kendi ölümünden sorumlu tuttuğu Valilik, yasal işlemlerin başlatıldığını söyledi ve bir açıklama yaptı. Açıklamada Gülşah’ın psikolojik yönden rahat hissetmediğini ifade etmesi üzerine, almış olduğu 45 günlük raporun valilik tarafından izne dönüştürüldüğü ve valilik makamınca gerekli kolaylıklar sağlandığı söylendi. En kötü ihtimalle öleceği ve ölümün bir hak olduğunu söyleyenler tarafından yapılan bu açıklamada Gülşah için yapılması gerekenlerin zaten yapıldığını iddia ediyor.
Yargı kadın emeğini yok saydı Yarg›, kad›n›n evin ifllerini yapmas›n›n ve çocuklara bakmas›n›n maddi katk› sa¤lamad›¤›na ve bu nedenle bofland›¤› kocas›ndan “kat›lma pay›” talep edemeyece¤ine hükmetti. ‹stanbul’da yaflayan H.T, 30 y›ld›r evli oldu¤u kocas› Ö.T’den 2009’da bofland›. H.T. 20 Ekim 2009’da Kartal 3. Aile Mahkemesi’nde “kat›lma alaca¤›” (Boflanmayla birlikte mal rejiminin tasfiyesi neticesinde ortaya ç›kan bir alacak hakk›) davas› açt›. H.T. de ev içi eme¤inin karfl›l›¤› olarak bankadaki paradan 18 bin 55 lira, emekli ikramiyesinden 10 bin lira, eflinin kay›tl› meskeni için bin lira, ev içi eme¤inin karfl›l›¤› olarak da bin lira olmak üzere toplam 30 bin 55 lira talep etti. Mahkeme, “Edinilmifl mallara kat›lma” rejimi çerçevesinde bankadan çekilen nakit para miktar›n›n yar›s›n›n yasal faiziyle birlikte H.T.’ye ödenmesine karar verdi. Ancak H.T.’nin di¤er para taleplerini reddetti. Dava temyiz edildi. Yarg›tay 8. Hukuk Dairesi, temyiz itiraz›n› reddetti ve bu karar› onad›. Yarg›tay karar›nda “Davac› vekili, davac›n›n ev ifllerini yapmas›ndan kaynaklanan alacak iste¤inde bulunmufl ise de ev kad›n› olarak, evin yemek ve temizlik ifllerini yapmas›, çocuklar›n bak›m›n› üstlenmesi do¤rudan maddi bir katk› say›lamaz. Bu bak›mdan davac›n›n bu iste¤i yerinde de¤ildir” diyerek kad›n›n ev içi eme¤ini yok sayan bir karara imza att›.
11
YÜZ YÜZE 13 Aral›k 2012 / 26 Aral›k 2012
Nilüfer Çayı zehir akıyor
Halk›n Sesi
Bir zamanlar balıkların yüzdüğü Nilüfer Çayı’ndan zehir akıyor. “52 köyün derdi” olan Nilüfer Çayı’nın kirletilmesine karşı çarşaflarından pankartlar hazırlayan köylülerle verdikleri mücadeleyi konuştuk. Çayın temiz akması için kolları sıvayan köylüler, derenin kirliliğinin hastalıklara yol açtığını, ürettikleri mahsulleri sulayamadıklarını ve sata-
madıklarını anlatıyor. Köylülerden Nilüfer Kayabaş’a kulak verelim: “Bu köy bizim köyümüz, başka gidecek bir yerimiz yok. Nilüfer Çayı temiz aksın bu işin peşini bırakmayacağız. Söz verdik valla, Ankara’ya kadar giderik. Bırakmayacağız artık, ben nere olsa giderim, Hayriye Gündoğan gelecek, Naciye Demir yengen gelecek...”
‘Biz görmesek bile çocuklarımız görsün’ V ‹ mza kampanyası başlattık, çarşaflardan pankartlar yaptık, muhtarları bulduk onlar kaçtı. Parti kanallarından çekindiklerinden falan. Biz köylüler hep olduk
alla biz Başbakana kadar gitcez bu dere temizlensin diye. Başbakan da insan, sebze meyve yiyor hoş. Ama o kirleten fabrikalar da bizim yetiştirdiğimiz domatesi yiyor
EL‹F GÜVEN
B
ursa’nın Mudanya ilçesine bağlı Çayırönü Köyü’nde Kayabaş Ailesi’nin evine konuk olduk. Yaklaşık 52 köyün derdi olan Nilüfer Çayı’nın kirletilmesini konuştuk. Biz sorulara başlamadan ilk olarak ‘kokulu köyün gelinleri’ anlattı çayın eski halini. Sonra da fabrika atıklarıyla kirletildiğinde yaşadıkları sorunları anlattılar. Naciye Demir: Dereye düştüm ben, altı bataklık dereden nasıl çıktığıma şaşırdı herkes. Derinliğini oğlana dedim ölç diye, 6 metre ölçtü valla. Yüzme de biliyormuşum. Köy yerinde çocukken hayvan gütmeye giderdik, çocuktuk. Hepimiz soyunup yüzerdik. Orada öğrendik yüzmeyi. O dere tertemizdi. Görsen, balıkları görüyorduk. Karabulut gibi balık. Hafif yağmur yağınca su bulanırdı, bizde eski bir Skoda vardı. Valla bir araba balık çıkarıp götürüyorduk diğer köylere satmaya. Kimisi böyle sepeti daldırırdı, balık tutardı. Temizlensin, biz göremesek bile çocuklarımız görsün, içilmesin de en azından balık olsun. Güler Kayabaş: Bu köye gelin geleli 22 sene oldu. Ben gelmeden önce biz “kokulu köy” derdik buraya. Evlenecek kızlara “Kokulu köye mi gelin gitçeksiniz?”, “Evde mi kaldınız?” diyorduk. Ondan önce böyle değilmiş. Sulama yaparken üstün kirlensin çamur elbisenden çıkmaz, ne deterjan kullanırsan kullan, çıkmaz. Naciye Demir: Benim evim derenin dibinde. Simsiyah dere, elini sokmağa korkarsın. Hayvanları suluyoruz, sütünü, etini şehre veriyoruz. Çocukları kundaktan şehre gönderiyoruz. Kimsenin çocukları yok burada, biz varız. “Bu çekilmez, böyle bir şey yapmak lazım” dediler. Biz de söz verdik valla. Ankara’ya kadar giderik. Valla bizim silajları (mısırın yeşil gövdesi, hayvanlar için yem olarak kullanılıyor) öte köyler almıyor. Niye? Dereyle suluyoruz diye. Almıyor kimse. 52 köy hala Nilüfer Deresi’nden suluyor. 1 ya da 2 köy barajdan suluyor. Önceden biz de çaydan yapıyorduk, şimdi artezyenden (kuyu suyu) de yapıyoruz. Güler Kayabaş’ın oğlu Tuncay: Artezyenden yaptığımız zaman bir rahatsızlık yok ama dereden yapınca (mahsuller) 10 dakika dursun suyun içinde bembeyaz oluyor. Toprak bize göre verimli, taştığı zaman toprağın mahsulu artıyor, ama toprakta da renk değişimi olmaya başladı. Beyazlıyor, artık kuraklaşmaya başladı. Mısırı hususi kökünden çıkardım, getirdim evin duvarına koyunca çatıya değiyor. 6 metrelik boruyu dik, karşıdan göremezsin. Toprağın verimliliği şimdi düşüyor. 6 metrelik mısırdan mı daha fazla çıkar, 4 metreden mi? Eskiden çift çeker arazi motorları gözükmezdi. Şimdi traktörleri de motorları görüyoruz. Geçen sene 7,5 ton silaj aldığımız yerden şimdi 5 ton alıyoruz. Naciye Demir: Ama dere kokusundan çocuklarımız durmuyor başka. Dere temizlense gelen de olur, balık da olur. Bu sefer şehirde 700800’e çalışacağına buraya gelir hem
Ertuğrul Aksoy Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı
Dereyi kirleten tesisler kapatılmalı Odalar olarak Nilüfer Çay›’n›n kirletilmesiyle ilgili birçok çal›flma yapt›n›z. Haz›rlad›¤›n›z raporlara karfl› Vali’den nas›l bir tepki aldn›z? 26 Kas›m’da haz›rlad›¤›m›z analiz raporlar›n› götürmek üzere valili¤e gittik. 1,5 saatlik bekleyiflin ard›ndan Vali’yle görüfltük. Görüflmemizde Vali fiahabettin Harput ‘Nilüfer Bursa’n›n flerefidir’ dedi. Sanayicilerin üzerine fazla gidememediklerini, Büyükflehir Belediyesi’nin ar›tma tesislerini bitiremedi¤i için sorunlar›n yafland›¤›n› söyledi. 2012 y›l›nda bütün ar›tma tesislerinin birbirlerine ba¤lanarak entegreli çal›flmas› gerekiyordu. Bu çevre kanunu gere¤i 2015 y›l›na uzat›ld›. Su kalitesi izlenmesi ve de¤erlendirilmesiyle ilgili yap›lan çal›flmalar sonucunda bütün tesislerin, ar›tma zorunlulu¤u var. Oray› bekliyoruz. Bir af daha gelebilir. Yaflay›p görece¤iz. En k›sa zamanda kirletici at›klar›n› Nilüfer’e boflaltan tesisler kapat›lmal›.
sebze meyve yetiştirir hem de balıkçılık yapar geçinir. Eskiden çocuk okutma sıkıntımız vardı, şimdi taşımalı sistem başlattı milli eğitim. Burada ortaokulumuz var, liseye oraya götürüyoz. Eskisi gibi Bursa’ya gidelim de çocukları orada okutalım demiyor insanlar. Bizim köyümüz Mudanya’nın en gelişmiş köyü. Derenin kirletilmesine karşı bir şeyler yapmaya nasıl karar verdiniz? Neler yaptınız? Güler Kayabaş: Kokudan duramaz olduk. Burada yazın sıcak oluyor, camları açıyon mecbur, durulmuyor evlerde. Camları kapatıyon anahtar deliğinden giriyor. Sonra gençler gelmiyor köye. “Kokmaya mı gideceğiz?” diyorlar. Sonra suya elini değdir, yaralar oluyor. Birileri başlatınca gerisi geldi. Nazik Esen: Osman, Tuncay falan kendi imkanlarımızla el yazısıyla yazdık “dere pis kokuyor” diye. İmza kampanyası başlattık. Sonrasında DOĞADER ve EKODER’le tanıştık. “Ne yapabiliriz” diye konuştuk önce. 35 muhtarlarla toplantı yaptık. Odalar da geldi. Çarşaflardan pankartlar hazırladık. Sonrasında olaylar gelişti, köylüler de bilinçlendi. Tişörtlerimizi bastırdık, “Nilüfer çayı temiz aksın” diye. Hatta bayramda çocuklarla yola indik, gelen
arabalardan imza topladık. Bizim köyde herkes imza attı. Enternet üzerinden çok kişi destek verdi. Herkes duyarlı oldu, biz köylü olarak bir şeyi başlattık. Bizim köylü burada daha duyarlı. Bugün bu var, bugün şu var. Muhtarları bulduk onlar kaçtı. Parti kanallarından çekindiklerinden falan. Biz köylüler hep olduk. Güler Kayabaş: Bu köy bizim köyümüz, başka gidecek bir yerimiz yok. Biz burada büyüdük. Bu eylemleri de yapmak zorundaydık. Bugüne kadar köy kahvesine oturmamıştık, gittik oturduk. Bu dere bizim köyümüzden geçiyorsa, bu derenin bize zararı varsa, temizlenebilecekken neden biz kirlenmesine göz yumalım? Bırakmayacağız artık, ben nere olsa giderim, Hayriye Gündoğan gelecek, Naciye Demir yengen gelecek, Hayriye yengen motorla gelecek. Ziraat ve Kimya Mühendisleri Odası’nın yanısıra birçok meslek örgütü eylemlerinize destek verdi. Köylerde onlarla birlikte neler yaptınız? Nazik Esen: Onlar çok önemli bizim için, biz mesela diyorduk ki çok pis kokuyor, kirli mahsullerimiz azaldı. Biz hissediyorduk. Onlardan öğrendik, ağır metaller neymiş, çürükçül bakteriler neymiş. Mesela kimyasallar başta azottan gübre
etkisi yaparmış mahsül artarmış. Hakikaten arttı mahsüllerimiz ilk başta, ama sonra toprak doyunca verimini yitirmeye başlarmış. Hep onlardan öğrendik bunları. Sonra ölçümler yaptılar dereden, açıkladılar raporları, inanırlığımız arttı. Köye gelip toplantı yapınca dinledi köylüler onları. Nilüfer Çayı Temiz Aksın Platformu’nu kurdunuz. Eylemler toplantılar yaptınız. En son 25 Kasım’da Bursa merkezinde yaptığınız eylem nasıl konuşuluyor köyde? Güler Kayabaş: Kimse beklemiyordu ana haberlere çıkacağını. Bursa’nın kanalları geldi, toplantılarda haber yaptı. Ama eylemi -ne diyorlar ulusal mı- o kanallar verince gazetelerde görünce söylediklerimizi, yaptıklarımızı ‘duyuluyor’ dedi insanlar. Şimdi köyde eyleme gelmeyenler bile “bir dahakine geleceğiz” diyorlar. Bir de eylem tam bizim zeytin zamanımıza geldi. Halbuki zeytin ağaçta bir gün daha durabilir. Ama bi kısmı gelmedi zeytin toplayacağız diye. Şimdi onlar da geleceğiz diyor. 25 Kasım eyleminde hazırlıklarınızı nasıl yaptınız, örrneğin basın açıklamasını kimin okuyacağına nasıl karar verdiniz? Gülhan Gündoğan: O olmaz, bu
olmaz, bana “sen oku” dediler. Tamam dedim ben de. “Okumam lazım” dedim. “Sabah gideceğiz bana gönderin” dedim önceden kağıdı. Baştan hiç hatırlamıyorum, o tezahuratı falan. Eşim elini salladı falan. Kayınvalidem “kadının sesi duyulması günah, sen niye eşini oraya çıkartıyorsun” diyor. “Hacca gittiniz o kadar, niye öyle yapıyorsun?” dedi. Ali (eşi) hiç sesini çıkarmadı. Eşim cuma günleri camide vaaz falan veriyor, o çok güzel konuşur, “Ne olur Ali bana da biraz ders ver” dedim. O bana anlattı, şurada hiddetlen, şurada dur sakinleş. İmam gelmeden önce namazı da o kıldırıyordu. Yaşadıklarınız kuşkusuz çok önemli deneyimler peki bundan sonra neler yapacaksınız? Naciye Demir: Valla biz Başbakan’a kadar gitcez bu dere temizlensin diye. Ne gerekiyosa yapacağız. Öyle değil mi? Başbakan da insan sebze meyve yiyor hoş. Dereyi temizleyebilirler, isteseler o zaman temizlesinler. Hep fabrikalar kirletiyor. Ama o kirleten fabrikalar da bizim yetiştirdiğimiz fasulyeyi, domatesi, karpuzu yiyor. Bursa’da başka nereden yiyecekler. Tüm şehrin yediği bu köylerde yetişir. İstanbul’un karpuzunun çoğu bizim komşu köyden gider. Bu derenin temizlenmesi lazım.
‘Yedi tane adam yapmaz bunun yaptığını’ Naciye Demir: En çok bu kadın çalışıyor derede. (Hayriye neneyi göstererek) 7 tane adam yapamaz bunun yaptığı işi, suluyor, ekiyor, dikiyor. Kocası öldü çocuğunun yerine çalışıyor. Çok pis kokuyor, her zaman olmuyor ama bazen de insan soluğunu alamıyor. Ölen insanlar da hep kanser, bundan mı bilmem. Hastalıkların sebebi de nedir bilmiyoruz, sigara içen de gidiyor, içmeyen de gidiyor. Gençler arasında ölüm başladı.
Şimdi tarlalar dereden sulanmıyor ama derenin dibinde. Ne yapacağız? Mecbur oradan suluyacağız. Fasülye dereden sulanıyor. Mahsüller şehirlere gidiyor, mahsus söylemiyoruz, satılmaz başımıza kalır diye. Fasülyesi meşhur bizim buranın. Yalan da söylüyoruz bak satılsın diye. Valla, adam alacak soruyor: “Nereden suluyosunuz?” diye, kanaldan diyoruz. Halbuki dereden. Dere varken kanaldan kim sular? Suluyoruz, bile bile de yiyoruz.
Ali Uluşahin Kimya Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı
İnsan sağlığı paraya tercih ediliyor Nilüfer çay› etraf›ndaki sanayi kurulufllar›n›n ar›tma tesisleri var m›? Nilüfer Çay› ile ilgili yapt›¤›n›z araflt›rmalar› anlat›r m›s›n›z? Baz› endüstriler özelikle tekstil endüstrisi çok yo¤un olarak buray› kirletiyor. Valili¤in kurmufl oldu¤u ar›tma tesininin deflarj raporlar›ndan ald›¤›m›z veriler inan›lmaz kötü. Bursa Valisi fiahabettin Harput’un Yönetim Kurulu Baflkanl›¤›n› yapt›¤› ar›tma tesisi (kentin do¤u bölgesinin bütün endüstriyel at›klar›n› toplayan ar›tma tesisi) çal›flmadan at›klar› boflalt›yor. Bölgede ar›tma tesisi kurulmas› zorunluluk ama Nilüfer Çay› hala kirleniyor. Çok aç›k söyleyeyim denetim zaaf› var. Kiminin ar›tma tesisi yok, olan da zaten çal›flt›rm›yor. Dolay›s›yla insan sa¤l›¤› paraya tercih ediliyor. Öte yandan Uluda¤’dan karlar›n erime dönemi bittikten sonra yerel kaynaklar Bursa’ya gelmiyor, damacana firmalar› bunlar›n tamam›n› gaspetti. Böyle olunca Nilüfer Çay› da bir at›k deposuna dönüfltü.
12
DOSYA 13 Aral›k 2012 / 26 Aral›k 2012
Halk›n Sesi
Allah’la kul değil ezenle ezilen arasında
Tarihselliğinden koparılmış bir tartışma: Türban daki bir Türban “Allah ile kul arasın açısından bile sözleşme”yi esas alanlar maddi egemenlik zamandan, mekandan ve ğil, belirli tarihsel ilişkilerinden bağımsız de türban sorununkoşulların ürünüydü. Solun sının nedenlerinden da etkili tutum alamama alidir. biri de bu tarihselliğin ihm
‘Siyasi simge’ Cumhuriyet’in kuruluflundan itibaren uzun y›llar herhangi bir hukuki düzenleme olmasa da kamu hizmetlerinde ve üniversitelerde fiilen yasaklanan türban, 1960’l› y›llar›n sonundan itibaren üniversiteye giden türbanl› ö¤rencilerin say›s›ndaki art›fl nedeniyle sorunlar yaflanmaya bafllad›. ‹lk türban eylemleri 1974 y›l›nda yap›ld›. Eylemleri yapanlar aras›nda 2 May›s 1999'da ilk türbanl› vekil olarak TBMM'ye giren ancak yemin etmesi engellenip vekilli¤i düflürülen Merve Kavakç›’n›n anne ve babas› da vard›. Türkiye’de Siyasal ‹slam’›n kurucusu olan Necmettin Erbakan bu eylemleri, türban› ‹slamc›lar›n siyasi simgesine dönüfltürmek için de¤erlendirdi.
Bundan sonra kamusal alanda türban üzerinden yarat›lan gerilim ‹slamc›lar›n iktidar mücadelesi ile iç içe ilerledi. 1996’da art›k iktidara yükselen Erbakan’›n “Rektörler türbana sayg› duyacak” benzeri söylemleri, türban ile Siyasal ‹slam aras›ndaki özdeflli¤i daha da pekifltirdi. Erbakan’›n 28 fiubat’la kesintiye u¤rayan iktidar yürüyüflünü, ö¤rencileri tamamlad›. Türban 2007’de Abdullah Gül’ün seçilmesiyle Çankaya Köflkü’ne girdi. Üniversite’deki türban yasa¤›n› kald›rmak üzere 2008’de Meclis’ten, 2011’de de YÖK’ten geçen düzenlemelerle türban üniversitede serbest b›rak›ld›. Ortaokullar›n ard›ndan s›rada kamu hizmetleri, belediye baflkanl›klar› ve TBMM var…
Türbanlı kadınların ikincil konumunda bir değişiklik olmadığı gibi daha önce ulusalcıların seferber ettiği laik kitleler açısından dinsel baskı hiç olmadığı kadar gerçek bir tehdit haline geldi AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN
O
rtaöğretimde de serbest bırakılan türban yeniden gündemde. AKP “tek tip kıyafete karşı kılık kıyafet özgürlüğü” adı altında türbanın toplumsal yaşamdaki yerini genişletirken aynı düzenleme içinde kız öğrencilere dar, kolsuz ya da diz üstü kıyafetlerin yasaklanması örneğinde görüldüğü gibi seküler yaşam tarzına dair pratikleri sınırlıyor. Ortada “kılık kıyafet özgürlüğü” diye hayata geçirilen ama ironik biçimde özgürlükleri sınırlayan, kadın düşmanı ve dinsel bir dayatma var. AKP’nin bu adımına, ilkesel yaklaşmak gerekirse, türbanı bir bireysel özgürlük sorunu olarak görüp kamusal alandaki kısıtlamalara karşı çıkan liberal bakışın dahi itirazını gerektiriyor. Türban sorunu, bu sözümona serbestleştirme hamlesinde de kişinin ‘toplumsal ilişkilerden soyutlanmış inanç dünyasına’ ait bir tercih meselesi ya da inananların gözünden “Allah’la kul arasındaki bir ilişki” olarak değil, devletle toplum arasındaki bir ilişki olarak gerçekleşiyor. Ne var ki bu kez, AKP’nin türban
Dogma, bilim ve üniversite Örtün, “Üniversite, bilimsel bilgi üretmesi ve sunmas› gereken bir kurumdur. Bilimin olmazsa olmaz koflulu ise özgür düflünme ve tart›flma ortam›n›n gereklili¤idir. Yani, bilimsel faaliyet içinde bulunacak kifliler (ö¤renciler de bu faaliyetin do¤rudan içindedir) tamamen dogmalardan uzak düflünmeye ve sorgulamaya aç›k olmal›d›r. Mutlaklaflt›r›lm›fl kabullerin ötesine geçemeyen itaatin, özgür düflünceyi engelledi¤i de an›msan›rsa böyle bir anlay›fl içerisinde gerçeklikleri anlamak, sorunlar› çözmek ve toplumsal ilerlemeye katk› sa¤lamak nas›l mümkün olabilir? (…) Konu “üniversitede tür-
ban” olunca, dini bir simge olan türban› tercih edenlerin mutlaklaflt›r›lm›fl kabulleri oldu¤u ve bu kabuller do¤rultusunda itaatin, özgürce düflünme ve sorgulaman›n önüne geçece¤i kayg›lar› ortaya ç›kmaktad›r. ‹flte bu noktada türban ya da benzeri inanç simgelerini tafl›yanlar›n bilimsel faaliyet içinde katk› sa¤lamalar› beklenemez. Dolay›s› ile üniversitede türban› de¤erlendirirken flekil aç›s›ndan de¤il, türban›n alt›ndaki zihniyetin bilim ve üniversitenin ifllevleriyle aras›ndaki çeliflki aç›s›ndan konu ele al›nmal›d›r.” (Türban ve üniversite üzerine, Özgür Müftüo¤lu)
“A
konusundaki düzenlemelerine karşı çıkan cephe genişlemekten çok daralmış görünüyor. Çok değil 15 yıl önce “irticai tehdide karşı” ayağa kalkan paşalar uslu uslu oturuyor. CHP, AKP ile bu konuda saflaşmaya girmenin “tuzağa düşmek” olacağını düşündüğünden olsa gerek başka gündemlere odaklanmayı yeğliyor. Sosyalistler ise net bir tutum açıklamaktan uzak. Burada devletin eski sahibi TSK ile uzun süre “devletin sahibi” olduğunu sanan CHP’nin tutumunu bir yana, sosyalistlerin tutumunu bir başka yana koymak gerek. EGEMENLER ARASI MÜCADELEDE B‹R ARAÇ Laik-İslamcı kamplaşması ekseninde mücadele eden egemen sınıflar, türban sorununu toplumsal destek sağlama ve kendilerini toplum gözünde meşrulaştırmanın aracı olarak kullandılar. İslamcı burjuvazinin çıkarlarını savunan İslamcı hareket toplumsal destek oluşturmada dindar yığınların türban yasağına karşı tepkisini kullandı. Geleneksel
Laiklik savunusu, sistem içi çatışmaya yedeklenme riskinden; kadın mücadelesi ise, kadın üzerindeki erkek egemenliğinin güvencesi olan türbanı savunma baskılanmasından kurtulmaktadır egemen sınıfların çıkarlarını savunmak adına İslamcı hareketin karşısında duran TSK ve ona yedeklenen ulusalcılar ise laik kitlelerin şeriat korkusunu kullandı. Egemenler arası mücadele, İslamcı hareketin iktidara yerleşmesiyle sonuçlandı. Türban, iktidarın temel kurumları olan üniversitelere, Çankaya’ya, Genelkurmay davetlerine, ordu evlerine ve ortaokullara girdi. TBMM ve kamu hizmetleri sırada. Yaklaşan seçimlerde türbanlı adayların çıkması sürpriz olmayacak. Dış politika, Kürt sorunu ve ekonomide sıkıntılı bir yolda ilerleyen ve bu nedenle iktidarını sağlama almak için dinci-milliyetçi bir saflaşma temeline oturttuğu sağın birliği politikasını öne çıkaran AKP açısından türban kıymetli bir siyaset aracı olacak. Öte yandan AKP bu aracı kitle mobilizasyonu için kullanmıyor. İslamcılar cephesinde, düzen karşıtı görüntüyü en fazla üzerinde taşıyan eylemler olan “türban” eylemleri AKP iktidarıyla birlikte bıçak gibi kesildi. Türban eylemlerinin
Pankart› tutanlar aras›nda kad›n yok. Pankartta özgür b›rak›lmas› istenen örtü var ama türbanla örtülmek istenen kad›n›n yüzü dahi yok. Aç›ksözlü kitleler sa¤olsun ki pek çok eylemde görüldü¤ü gibi türban bir kad›n talebi olmaktan çok bir erkek talebi.
“Müslüman kadının özgürlüğünün” simgesi olmaktan çok, İslamcı gericiliğin iktidar savaşının mevzi çatışması olduğu yönündeki eleştirilerin haklılığı ispatlandı. Kısacası AKP iktidara geldikten sonra, İslamcı hareket açısından; devlet el değiştirdikten sonra da TSK açısından “türban sorunu” bitti. EZENLE EZ‹LEN ARASINDA... Türban meselesi “halloldu” ama İslamcıların seferber ettiği türbanlı kadınların ikincil konumunda bir değişiklik olmadığı gibi daha önce ulusalcıların seferber ettiği laik kitleler açısından dinsel baskı hiç olmadığı kadar gerçek bir sorun haline geldi. İslamcı kadın entelektüeller, türbanlı kadının ezilmişliğinin sebebi olarak gösterilen Kemalist sistemin yerine İslamcıların gelmesiyle konumlarında değişiklik olmadığını açıktan dile getirmeye başladı. Daha belirgin bir şekilde Alevi hareketinde görülmek üzere, 28 Şubat’ın “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganları terk edildi, sistem eleştirisi ile iç içe geçen bir laiklik vurgusu öne çıkmaya başladı. Nesnel gelişmeler dikkate alındığında, laiklik mücadelesi, egemenler arası çatışmanın bir cephesine yedeklenme riskinden; kadının özgürlüğü mücadelesi ise, kadın üzerindeki erkek egemenliğinin güvencesi olan türbanı savunma baskılanmasından kurtulmaktadır. İslamcısıyla, ulusalcısıyla egemenlerin kadınlara yönelik vaatlerinin tükendiği yerde sosyalistler daha cesur ve iddialı bir tavır alabilir. Üstelik sosyalistler, kadının özgürlüğü mücadelesini yalnızca üniversite ve TBMM gibi egemenler arası iktidar kavgasının alanlarında değil, işyerleri dahil olmak üzere ezilenlerle egemenler arası mücadelenin sürdüğü yaşamın bütün alanlarında verecek bir perspektife sahiptir. Kadın, mücadelenin nesnesi değil öznesi; gericilik harcıyla birbirine tutunan erkek egemenliği, sermaye ve devlet ise asıl hedefidir. “Türban”ın göklerde aranan sırrı, bu mücadele içinde yere inecektir.
yan, sus
yşe Denizdalan, Sadife Düdüş, Gülden Çiçek, Necla Özveren ve Sevgi Sesli; bu isimleri tanıyor musunuz? Bu adları duymayanınız var mı? Hiç sanmam… Tarih 29 Aralık 2005. Ve Bursa. Saat, gece 02.00 suları. Tekstil fabrikasında çıkan yangında bu beş işçi kadın, fabrika kapısı üzerlerine kilitli olduğu için yaşamlarını kaybetti. Ayşe Denizdalan 15, Sadife Düdüş 16 yaşındaydı. 32 yaşındaki Sevgi Sesli üç aylık hamileydi. Günde 16 saat çalışıyorlardı. Hiçbirinin sigortası yoktu. Bursa’daki bu can yakıcı durum Türkiye’deki diğer fabrikalardan pek farksızdı… Türkiye’de tekstil sektöründe 3 milyon çalışan var. Bunun yarısı kadın işçi. İstatistik rakamlarıyla sizi boğmak istemiyorum. Ama şu can yakıcı durumu da bilmeniz gerekiyor 18 yaşın altındaki 1 milyon çocuk işçi, sendikasız, sigortasız kölelik koşullarında karın tokluğuna çalışıyor. Ve gerek Bursa’daki yangında canlarını kaybeden, gerekse Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde aynı koşullarda çalışan kadın emekçilerin büyük çoğunluğu başörtülü. Şimdi gelin bu sorunun üzerine cesaretle gidelim: Neden türbanlı emekçi kadınların sorununu değil de; üniversit-
edeki türban meselesini sürekli konuşup, tartışıyoruz?” (Siz kimi kandırıyorsunuz?, Soner Yalçın) Tekel işçisi kadınlar 26 Ocak 2010’da yaptıkları eylemde başbakan Tayyip Erdoğan’ın ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in işçileri hedef alan açıklamalarını protesto ettiler. Türk-İş önünden, Sakarya Meydanı’na yürüyen kadın işçiler, hak mücadelesinden asla vazgeçmeyeceklerini gösterdiler. Tekel işçisi kadın işçiler adına açıklama yapan Songül Aydın, Tekel işçilerinin toplumun her kesiminden destek gördüğünü ifade ederek, bu desteğin zayıflatılmak istendiğini söyledi. Aydın, “Başbakan diyor ki ‘türbanlı kadınları getirmişler, onlara mikrofon veriyorlar.’ Emekçinin türbanlısı da sokakta hak arar” dedi. (Tekel direnişinde mücadele sürüyor, Sendika.Org) Tekel direnişi sırasında bir grup kadın işçi Emine Erdoğan’ı görmeye gitti. Bu ziyareti önceden haber alan Tayyip Erdoğan, evde kaldı ve kadınların ziyareti sırasında yanlarına gelerek türban sorununu çözeceklerini söyledi. Kadınların talebi ise iş güvencelerinin ve özlük haklarının korunmasıydı.
“ÖZGÜR ‹RADE:” Türbana karfl› ç›kanlar› elefltirenler, türban›n kiflinin özgür iradesiyle ald›¤› bir karar oldu¤unu savunuyor. Gerçi yukar›daki resimde ilkokula yeni bafllayan çocu¤unu kapatan ve okula da böyle girmesini isteyen Mustazaf-Der üyesi “baba” gibileri böylesi bir takiye yapmaya ihtiyaç duymuyor. Sünni-‹slam’›n resmi devlet dini haline geldi¤i bir ülkede, bofl b›rakan›n dersten kald›¤› tek fl›kl› bir s›navda özgür iradeden bahsedilebilir mi?
13
TARİH 13 Aral›k 2012 / 26 Aral›k 2012
Halk›n Sesi
İktidarın dokunulmazlık silahı ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N
“İnsanlık dışı cenaze törenlerinde bakıyorsunuz en önde BDP’liler var. Bunlar yeri geliyor polisle, askerle çatışıyor. Güvenlik güçlerine hakaret etmekten, şiddet uygulamaktan geri durmuyor. Yine yetmedi, en son gittiler, kameraların önünde, milletin önünde eli kanlı teröristlerle kucaklaşmak, öpüşmek gibi bir densizlik sergilediler.” Başbakan Erdoğan’ın öfkesi, partisinden gelen tepkileri bastırmak amacıyla 4 Aralık’ta düzenlediği “hiza toplantısı”nda bu sözlerine yansıdı. Öyle öfkeliydi ki, “dini bütünlüğü”nü bir kenara bırakarak bir insanın cenazesini “insanlık dışı” olarak nitelemişti. Erdoğan’ı bu kadar öfkelendiren Kürt siyasal hareketinin AKP’yi peş peşe gelen hamlelerle sıkıştırmasıydı. Gerillanın Kürt coğrafyasındaki alan egemenliği stratejisi Şemdinli kucaklaşması ile bölgedeki iktidar zaafiyetini gözler önüne sermiş, açlık grevleri anadilde eğitim ve savunma haklarının meşruluğunu kamuoyunun gündemine oturtmuş, son olarak Abdullah Öcalan’ın tek sözü ile binlerce mahpusun eylemini sonlandırmasıyla muhatap bir kez daha ortaya çıkmıştı. 18 Ağustos’taki Şemdinli Kucaklaşması’nın hemen ardından Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma ve hazırlanan fezlekeye sarıldı Erdoğan. Seçilmiş olmasına karşın milletvekilliği elinden alınan 6 BDP’li ismin milletvekilliği faaliyetini yürütmesini engelleyen AKP, şimdi de halihazırda mecliste olan BDP’lilerin dokunulmazlıklarına göz dikti. “Bunların hepsi meclise gelecek, değerlendirmesini yapacağız. Dokunulmazlık zırhına bürünen bu zevatla ilgili kararımızı dokunulmazlıklarını kaldırmak suretiyle vereceğiz. Ondan sonrası yargıya aittir” dedi. Böylece BDP milletvekilleri Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel, Ertuğrul Kürkçü, Esat Canan, Adil Kurt, Nazmi Gür, Halil Aksu ve Hüsamettin Zenderlioğlu ile bağımsız milletvekili Aysel Tuğluk’un dokunulmazlıklarının kaldırılması süreci başladı. 2 MART DEPREM‹ Kürt hareketi, dokunulmazlıkların kaldırılması baskısını ilk defa yaşamıyor. Kürt sorununun derinleştiği 90’lı yılların başında Halkın Emek Partisi (HEP), SHP çatısı altında meclise girdi ve 18 milletvekili ile temsil edildi. Milletvekilleri, HEP’in kapatılmasının ardından Demokrasi Partisi (DEP) ile çalışmalarına devam etti. DEP’lilerin özgürlük,
Bazı vekillerin dokunulmazlığı hiç olmadı. 1994’te ve 2011’de iki kez vekilliği gasp edilip hapsedilen Hatip Dicle canlı örneğidir...
Orhan Do¤an, 2 Mart 1994’te izbandut gibi bir sivil polisin onu ensesinden tutarak bir resmi araca bindirmesiyle, Türkiye’de haf›zalara kaz›nan bir isim oldu barış ve demokrasi mücadelesi bizzat dönemin başbakanı Tansu Çiller tarafından hedef haline getirildi. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı Nusret Demiral’ın hazırladığı fezleke, Çiller’in talimatıyla 2 Mart 1994 günü meclise sunuldu. TBMM Genel Kurulu, DEP Genel Başkanı ve Diyarbakır Milletvekili Hatip Dicle, Şırnak DEP Milletvekili Orhan Doğan, Diyarbakır DEP Milletvekili Leyla Zana, Muş DEP Milletvekili Sırrı Sakık, Mardin DEP Milletvekili Ahmet Türk ve Şırnak Bağımsız Milletvekili Mahmut Alınak’ın, 3 Mart günü de DEP Şırnak Milletvekili Selim Sadak’ın dokunulmazlıklarını kaldırdı. Haklarında “derhal sorgulama” kararı olan milletvekillerinden
Hatip Dicle ve Orhan Doğan, dokunulmazlıklarının kaldırıldığı genel kurulun çıkışında gözaltına alındı. Doğan’ın Terörle Mücadele polisleri tarafından ensesinden tutularak polis otomobiline bindirildiği görüntüler, dünya kamuoyunun gündemine oturdu. Ankara 1. Devlet Güvenlik Mahkemesi, 16 Mart’taki duruşmada Hatip Dicle, Leyla Zana, Orhan Doğan ve Selim Sadak’ı “PKK talimatları doğrultusunda bölücü faaliyette bulunmak ve vatana ihanet” iddiasıyla tutukladı. 4 isim, 8 Aralık 1994’te sonuçlanan davada toplam 89,5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Yaklaşık 10 yıl hapis yatan DEP’liler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptıkları başvuruyu kazandı ve Türkiye’yi “adil yargılama ilkesinin ihlali”
gerekçesiyle tazminat ödemeye mahkum ettirdi. İç ve dış kamuoyunun baskıları sonucunda Yargıtay, 9 Haziran 2004’te dört Kürt siyasetçinin tahliyesine karar verdi. T‹P’L‹LERE DOKUNULMAZLIK ‹fiLEMED‹ Milletvekillerinin meclis çalışmalarını daha rahat yapabilmeleri gerekçesiyle yasallık kazandırılan dokunulmazlık, söz konusu Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) milletvekilleriyken de yok sayıldı. 1961 yılında 12 sendikacı tarafından kurulan TİP, 1965 genel seçimlerinde yüzde 3 oy alarak 15 milletvekilliği kazandı. Seçim öncesinde gerçekleştirdiği mitinglerde sadece “İşçiler, köylüler, ırgatlar” hitapları sebebiyle çok sayıda soruşturmaya
136 yıllık dokunulmazlık tarihi 1
982 Anayasa’sının 83’üncü maddesinin 4’üncü fıkrasında düzenlenen “Yasama dokunulmazlığı”nın bu topraklar üzerindeki tarihi 136 yıl öncesinde dayanmaktadır. Sultan II. Abdülhamid’in I. Meşrutiyet’i ilan etmesiyle birlikte Osmanlı meclisi ikili bir yapıya büründü: Padişah tarafından seçilen Heyet-i Ayan ve halk tarafından seçilen Heyet-i Mebusan. Her iki gruptaki milletvekilleri de Kanun-i Esasi’nin 47’nci maddesinde düzenlenen dokunulmazlıktan faydalanma hakkına sahipti ve meclis çalışmaları ile ilgili oy ve düşüncelerinden ötürü sorumlu tutulamazlardı: “Meclisi Umumi âzası rey ve mütalea beyanında muhtar olarak bunlardan hiçbiri bir gûna vaad ve vaid ve talimat kaydı altında bulunamaz ve gerek verdiği reylerden ve gerek Meclisin müzakeratı esnasında beyan ettiği mütalealardan dolayı bir veçhile itham olunamaz; meğer ki Meclisin Nizamnamei Dahilisi hilâfında hareket etmiş ola. Bu takdirde nizamnamei mezkûr hükmünce muamele görür.” Halkın seçimi doğrultusunda seçilen Heyet-i Mebusan üyeleri ise aynı anayasanın 79. maddesinde yer verilen istisnaya tabiydi. “Heyeti Mebusan’ın müddeti içtimaiyesinde âzadan hiçbiri Heyet tarafından ithama sebebi kâfi bulunduğuna ekseriyetle karar verilmedikçe veyahut bir cünha veya cinayet icra ederken veya icrayı müteakip tutulmadıkça tevkif ve muhakeme olunamaz” ifadeleriyle açılanan istisnaya göre kabahatten ağır ve insan öldürmeden hafif olan suçlar veya insan öldürme suçunu suçüstü işledikleri iddia edilen milletvekilleri hakkında tutuklama ve yargılama yapılabilirdi. Meclis üyeleri, suçlamaları “yeterli sebep” olarak değerlendirdikleri taktirde, hakkında iddia bulunan milletvekilliğinin dokunulmazlığı kalkabilirdi. İstisnalar haricinde 1876’daki dokunulmazlıkların, günümüzdeki dokunulmazlıklardan farkı hakkın bugünkü gibi “görev süresi ile” değil, “toplantı süresi ile” sınırlı olmasıydı.
CUMHUR‹YET SONRASI DOKUNULMAZLIKLAR 1920’de açılan TBMM, savaş koşulları sebebiyle anayasal düzen-
1921 Anayasası’nın “lex posterior derogat priori” (sonraki kanun öncekini ilga eder) ilkesi gereği, 1876’daki dokunulmazlık düzenlemeleri aynen kabul edildi lemelerinin tümünü “yasa” yoluyla hayata geçirdi. Meclisin ya da halkın oyçokluğunun esas alınmadığı kararlar arasında dokunulmazlıklar düzenlenmedi. 1921 Anayasası’nın “lex posterior derogat priori” (sonraki kanun öncekini ilga eder) ilkesi gereği, 1876’daki dokunulmazlık düzenlemelerinin aynen kabul edildiği varsayıldı. Cumhuriyetin ilanından sonraki ilk düzenleme 1924 Anayasası Teşkilat-ı Esasiye’de yer buldu. Anayasanın 17’nci maddesi TBMM’nin, milletvekilleriyle ilgili seçimden önce ya da sonra iddia edilen suçla ilgili bir kararı bulunmadığı taktirde sorgulama, yargılama ve tutuklamanın mümkün olmadığını içerdi. Vekilin ceza alması durumunda hükmün yerine getirilmesi ise ancak vekilliğinin sona ermesiyle mümkün kılındı.
1961 Anayasası’nın 79’uncu maddesi, bir önceki anayasa metnine oldukça yakın ifadelerle yasama dokunulmazlığını düzenlerken 1982’ye de sarkacak iki önemli farklılık dikkat çekti. Bunlardan ilki dokunulmazlıkların istisnasının düzenlendiği bölümdeki “suçlar ve kabahatler” ibaresi daraltıldı ve “cinai suçüstü ve ağır cezayı gerektiren suçüstü” halini aldı. 1961 Anayasası’nın bir diğer farklılığı ise, farklı siyasi partilerin görüş birliği yaparak dokunulmazlıkların kaldırılmasını engellemek amacıyla “parti gruplarında dokunulmazlık ile ilgili görüş beyan edilmesini” yasaklamasıydı. Bu maddenin, parti gruplarının ortak hareket etmesini ne kadar engellediği ise bir soru işareti olarak kaldı. Yasama dokunulmazlığı son olarak
1982 Anayasası’nın 83’üncü maddesinde düzenlendi. Öncellerinin içeriğinden çok farksız olmayan maddenin istisnalarının düzenleyen fıkrasında, 12 Eylül faşist cuntasının ruhuna rastlamak mümkündü. Buna göre “ağır cezayı gerektiren suçüstü halleri” ifadesine ilaveten “seçimden önce soruşturmasına başlanmış olması şartıyla Anayasa’nın 14’üncü maddesi kapsamına giren fiillerde, vekiline geçici dokunulmazlığının olmayacağı kabul edilmiştir” denildi. Böylece 14’üncü maddedeki “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü”, “demokratik ve laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlama” gibi sonrasında toplumun önemli bir bölümüne yöneltilen suçlamalar, milletvekilleri için de bir tehdit unsuru haline geldi.
maruz kalan TİP’li milletvekilleri, meclis çatısı altında etkin bir muhalefete başladı. TİP’in meclis kürsüsündeki varlığı dahi Adalet Partisi üyesi muhafazakar milletvekilleri başta olmak üzere meclisin büyük çoğunluğu tarafından rahatsızlıkla karşılandı. Kürsü konuşmaları engellenmek istenen TİP’liler, birçok kere fiziki saldırıya da maruz kaldı. Çetin Altan’ın genel kurul salonunda linç edilmesi, TİP’li milletvekillerine yönelik saldırıların en simgesel örneğiydi. 21 Temmuz 1967’de “komünizm propagandası yapmak” iddiasıyla suçlanan Çetin Altan’ın dokunulmazlıkları kaldırıldı. Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açan Altan, “Kurtar beni anam, anayasam, anayasa mahkemem. Usulden ve esastan kurtar beni” başlıklı bir dilekçe kaleme aldı. Anayasa Mahkemesi, 2 Ağustos 1967’de kararı iptal etti. Altan böylece kaybettiği dokunulmazlığını yeniden kazanan ilk milletvekili oldu. ÇET‹N ALTAN’A L‹NÇ Milletvekili seçildikten sonra yazar kimliğini ön plana çıkaran Altan, ilk olarak bağımsız bir kimliği tercih etmişti. Bağımsız milletvekillerinin meclis kürsüsünden konuşturulmamasına pek çok kere tepki gösteren Altan, 19 Şubat 1968 günü TİP’lilere yönelik sözlü sataşmalar karşısında daha fazla dayanamayıp kürsüye çıktı ve konuşmaya başladı. Altan, kendisine söz alamayacağının söylenmesi üzerine “Girdim partiye” diye haykırdı. Sadun Aren de “Evet, girdi” sözleriyle kendisini onayladı. Altan, İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerine sert tartışmaların yaşandığı süreçte AP’li milletvekillerinin sözlü saldırılarına ve tehditlerine sözlü karşılık verince fiili saldırı gerçekleşti. AP’li bir milletvekilinin “Sen zaten vatan haini Nazım Hikmet’i savunan adam değil misin?” sözlerini sarf etmesiyle birlikte 8 AP’li Altan’a saldırdı. Çetin Altan, saldırı anını anılarında şöyle anlattı: “Bir anda AP milletvekilleri üstüme saldırdı. Ben başımı sakladım. Muazzam tekmeler ama. Allahtan sıraların arası dar, yoksa ölürdüm ben. Bir santimetre beyaz etim kalmamıştı derken bir tabanca çıktı. Ne oluyor demeden Yunus Koçak üstüme kapandı ve tabanca onun başına indi. Hastaneye götürdüler Koçak’ı ama o benim hayatımı kurtardı. Hamido’ydu tabancayı çeken. Emniyet, içişleri, jandarma yetkililerinin hepsi orada ve bir kişi linç ediliyor gözlerinin önünde. Üç aya kalkamaz, kemikleri kırıldı diye konuşuyorlarmış. Ertesi gün meclise gittim, beni görünce hortlak görmüş gibi oldular.”
Dokunulmazlık notları I Türkiye siyasi tarihinde dokunulmazl›¤› kald›r›lan 40 milletvekili var. Dokunulmazl›¤› kald›r›lan milletvekillerinden kimisi, Anayasa Mahkemesi’ne açt›klar› iptal davas›n› kazand› ve dokunulmazl›klar›n› geri kazand›. Kimisi ise dokunulmazl›klar›n›n kald›r›lmas›n›n ard›ndan hapis cezalar›na çarpt›r›ld›. I Tarihte dokunulLeyla Zana mazl›¤› kald›r›lan ilk milletvekili Ali Cenani dokunulmazl›¤› kald›r›lan ve çok Bey’dir. 1928’de un ve zahire fiy- say›da suçtan yarg›lanmaya atlar›n›n yükselmesini önlemek bafllayan Mehmet A¤ar, için Ticaret Bakanl›¤› emrine ver- yarg›lamas› s›ras›nda ba¤›ms›z ilen 500 bin liran›n aday olarak kat›ld›¤› 1999 genel harcanmas›nda usulsüzlük yapseçimlerinden Elaz›¤ Milletvekili makla suçlanan Ali Cenani Bey, olarak ç›kt›. A¤ar, böylece yeniden Meclis Soruflturma dokunulmazl›k z›rh› edindi. Komisyonu’nda sorguland›. I Milletvekillerinden 3’ü, Komisyon, 14 Nisan 1928’de “bakanl›k” görevi yürüttükleri Cenani Bey’in dokunulmazl›klar›n› s›rada haklar›ndaki suçlamalar kald›rd›. Yüce Divan’da yarg›lanan nedeniyle dokunulmazl›klar›n› Ali Cenani Bey, 1 ay hapis ve 170 kaybetti. Devlet Bakan› ‹smail bin lira tazminata mahkum oldu. Özda¤lar 1985 y›l›nda, “rüflvet I Susurluk Davas› sonras› almak” ve “görevini kötüye kullanmak”, Sefa Giray ve Cengiz Alt›nkaya ise 1993 tarihinde “otoyol ihalesine fesat kar›flt›rmak” suçlamas›yla dokunulmazl›klar›n› kaybetti. Üç bakan›n ortak özelli¤i ise kurucu genel baflkanlar› Turgut Özal’›n “benim memurum iflini bilir” dedi¤i ANAP’›n üyesi olmalar›yd›. Çetin Altan
14
MEDYA/YAŞAM 13 Aral›k 2012 / 26 Aral›k 2012
Halk›n Sesi
HUZURLARINIZDA ‹SLAM‹ VE F‹NANSAL ENDÜLJANS
Ustalardan Belge sahteciliğiendüljans belgesi, ulu kişiler için, alışılmış bir para sızdırma aracıydı Friedrich Engels, Almanya’da Köylüler Savaşı, Birinci Bölüm Ortaçağ feodal ideolojisi temsilcisi olan din adamları zümresi, tarihsel altüst oluştan daha az etkilenmiyordu. Matbaanın bulunması ve ticaret gereksinmelerinin genişlemesi, bu zümrenin elinden sadece okuma yazma tekelini değil, ama yüksek kültür tekelini de almıştı. İşbölümü, entelektüel alanda da kendini gösterdi. Din adamları zümresi, yeni hukukçular kastı tarafından bir dizi son derece etkin görevden uzaklaştırıldığını gördü. Bu zümre de, büyük ölçüde gereksiz bir duruma gelmeye başladı, zaten tembelliği ve artan bilgisizliği de bunu gösteriyordu. Ama, ne kadar gereksiz bir duruma geliyorsa, elde olan tüm araçlarla durmadan daha da artırdığı engin zenginlikleri sayesinde, o kadar kalabalıklaşıyordu. Din adamları zümresi de, birbirinden adamakıllı ayrı iki sınıf biçiminde bölünüyordu. Feodal kilise hiyerarşisi, aristokratik sınıfı oluşturuyordu: piskoposlar ve başpiskoposlar, manastır başpapazları, manastır başkanları ve öbür yüksek aşamalı papazlar. Bu yüksek kilise görevlileri ya imparatorluk prensleri ya da başka prenslerin metbuluğu altında, birçok serfler ve angaryalılar ile birlikte, geniş toprakları egemenlikleri altında tutan feodal beylerdiler. Uyruklarını sadece soyluluk ve prensler kadar acımasızca sömürmekle kalmıyor, ama bu işi daha da kinik bir biçimde yapıyorlardı. Dolaysız zor dışında, dinin bütün mızıkçılıklarını; uyruklarının son mangırlarını sökmek ve kilise varlığını artırmak için, işkencenin korkunçlukları dışında, aforoz ve günah bağışlamanın tüm korkunçluklarını kullanıyorlardı. Belge sahteciliği (endüljans belgesi), bu ulu kişiler için, günlük ve alışılmış bir para sızdırma aracıydı. Ama, sıradan feodal yükümlülük ve vergiler dışında, ayrıca öşür de aldıkları halde, tüm bu gelirler onlara gene de yetmiyordu. Halktan daha çok para sızdırmak için, kutsal resim ve tansıklı kutsal evliya eşyası üretmeye, dua yerleri örgütlemeye, günah bağışlama ticareti yapmaya giriştiler, ve bu iş, uzun zaman, çok büyük bir başarı ile sürdü. (…) 16. yüzyılın başında, imparatorluğun çeşitli zümreleri: prensler, soyluluk, yüksek din adamları, ayrıcalıklılar, burjuvalar, halk ve köylüler, gereksinmeleri son derece çeşitli ve çelişik, karmakarışık bir yığın oluşturuyorlardı. Her zümre öbürüne karşı çıkıyor, ve bütün öbürleri ile, bazan açık, bazan kapalı, sürekli bir savaşım içine girmiş bulunuyordu. Birinci Fransız Devrimi çağında görülen ve şimdi de, en ileri ülkelerde, gelişmenin daha yüksek bir evresinde saptanan, ulusun o iki büyük kamp biçimindeki bölünüşü, o zamanki koşullar içinde olanaksızdı. Bu bölünme, hatta çok yaklaşık bir biçimde, ancak ve ancak, ulusun aşağı katmanı, yani bütün öbür zümreler tarafından sömürülen köylüler ve halktan kimseler ayaklandığı zaman olabilirdi.
SANKO’nun patronu Abdulkadir Konukoğlu Antep’te İlahiyat Fakültesi yaptırıyor. Diyanet İşleri Başkanı’nın da katıldığı temel atma töreninde Konukoğlu, bu gibi hayırseverlik faaliyetleriyle öbür dünyaya EFT (Elektronik Fon Transferi) yaptıklarını açıkladı.
Kira öder gibi cennetten arsa UMAR KARATEPE
O
rtaçağ Avrupa’sında “günahlar” kilise tarafından affedilebiliyordu ve buna endüljans deniyordu. Ortaçağ’da bu affı kazanmak o kadar kolay değildi. Uzun oruçlar tutarak, cinsel perhizler yaparak, fiziksel acılar çekerek, haçlı seferlerine katılarak, kısacası meşakkatli yollardan geçerek günahlardan arınılabiliyordu. Feodalizmin çözülmeye, ticari kapitalizmin Avrupa’da yaygınlaşmaya başladığı 15. ve 16. yüzyılda Katolik kilisesi çağa ayak uydurmak için bir adım attı. Yeni yeşeren satış düzeninde Ortaçağ’ın dinsel taassuplarını çiğnemek zorunda kalan toplumun günahlarından arınmaya, kilisenin de paraya ihtiyacı vardı. Önce papa, sonra da papazlar bu işi kolaylaştırdılar. “Endüljans kağıdı” diye bir şey icat ettiler ve bunu para karşılığı satmaya başladılar. “Günahlardan arınmaya” ve paraya ihtiyaç arttıkça endüljans da iyice sulandırıldı. Kişilerin kendileri için değil ölmüş anne-babaları için de endüljans satılmaya başlandı.
Kiliseye bağışta bulunarak cennetten arsalar satın alındı. Bu paralar sadece dini otoriteleri zenginleştirmedi, aynı zamanda kilisenin “yardım” faaliyetlerinde kullanılarak bu kurumun toplumsal meşruiyetini yeniden üretti. BORCUMUZ NE KADAR? Şimdi 21. yüzyıl Türkiye’sine dönelim. 2010 yılında Beşiktaş şu afişlerle donatılmıştı: “Ramazan geldi. Değerlendirin. İyiliklerde kat kat sevaplar, günahlardan yüzde 100 arınma imkanı.” Ramazan nedeniyle düzenlenen bu kampanyalı arınma fırsatı, neoliberal İslamın eleştirisi için yapılmış ironik bir afiş sanılsa da gördüklerimiz şaka değil gerçekti. Bu “bonuslu sevap” kampanyasını düzenleyen Beşiktaş Müftülüğü idi. Kapitalizmin, daha da ötesi finansal kapitalizmin reklam sloganlarının dine, sevap kazanmaya, günahlardan arınmaya çağrıda kullanılmasının ilk örneklerinden biri bu afişti. “Tapu”nun en önemli zenginlik alameti olduğu dönemde verilen cennetin tapusundan, finansal vaatlere geçişin en önemli örneklerinden birini ise SANKO
madığınız parayı havale edip yerine ulaştığından şüpheniz yoksa, hayır ve zekat işleriyle öbür dünyaya EFT yaptığınıza da inanırsanız karşılığını alırsınız.” Artık 16. yüzyılda değiliz tabii. Cennetten arazi işleri yapan aracılara da gerek yok. Siz yapın hayrınızı, tek tuşla öbür dünyaya havale: Finans çağında “İslami endülüjans” şahane! Şimdi Diyanet’ten beklediğimiz şey, bir “günahlardan arınma tarifesi” çıkartması. Acaba hangi günah için
ne kadar EFT çıkarmak zorundayız, bunu bilmek hakkımız. Örneğin tekstil devi Konukoğlu, tekstil ve konfeksiyon sektörünün ağır ve tehlikeli işler kapsamında sayılarak kadın işçilere ayda 5 gün “özel gün izni” verilmesi tartışılırken “fabrikalarımızda tek bir kadın işçi çalıştırmam” tehdidini savurmuş ve yasayı engellemişti. Bu eyleminin karşılığı olarak acaba ne kadar EFT çıkarılmalı? Ya da SANKO olarak, dünyanın sayılı doğal güzelliklerinden olan Rize’nin ünlü İkizdere Vadisi’nde kurdukları hidroelektrik santralin deneme üretiminde, 8.5 kilometrenin dereyi kurutmalarının karşılığı ne kadarlık bir havale yapmalılar? Bu doğa harikası bölge için koruma kararı alınması karşısında SANKO Holding “SİT kararı döviz kaybı” açıklaması yapmıştı. Peki o “döviz kaybı” neden “cennete EFT” sayılmadı ve balıklar, ağaçlar, kuşlar ve köylünün geçim olanakları yok edildi. Öyle ya “arınmak” için “günah” işlemek, hayırseverlik için de sermaye biriktirmek gerek. Yani o dere illa kuruyacak! Bu yazıda çok mu günaha girdik? Peki; borcumuz ne kadar?
Sağcılar Simpsonları neden sevmiyor? Simpsonlar çizgi dizisi RTÜK tarafından cezalandırıldı. Amerikan geleneksel aile yapısını 1980’li yıllardan beri tüm gerçekliğiyle gözler önüne seren dizi, muhafazakarları deli ediyor...
D
ünyanın en ünlü çizgi dizilerinden The Simpsons’a (Simpsonlar) Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) para cezası verdi. Gerekçe; tanrı ve şeytanın vücutlandırılması, tanrının şeytana kahve ikram etmesi ve alkolizme özendirme. ABD’deki ekonomik krizin sona ermesi için Noel’de para harcanılmasının ifade edilmesi de RTÜK üyelerini rahatsız etmiş. Kararda çocuk ve gençlerin yabancı kültürlerin etkisi altında oldukları, kültürümüze sahip çıkabilmek, yabancı kültürlerin olumsuz etkilerinden korunabilmek için yayıncının çok daha dikkatli olması gerektiği vurgulandı. Bu da Türkiye’yi bir çizgi filme ceza veren bir ülke yaptı. Simpsonlar 1987’de ekranlara geldi ve üç sezon boyunca iki dakikalık skeç olarak izleyicilere sunuldu. 1989 Noel’inde yarım saat süren haftalık şov formatına
Doğan’dan hizaya gelme ilkeleri D
oğan Grubu, 1999’un ardından ikinci kez yayın ilkelerini yayımladı. Zamanlama ilginç. Çünkü birincisi 28 Şubat sürecinin ardından, diğeri AKP’nin mutlak iktidarının pekişmesinin ardından gündeme geldi. “Doğan ilkelerini yayımlıyor da bize mi yayımlıyor?” diye imalı bir soru sorarsak ve “ilkelerin ilanı, iktidarın istediği hizaya geçmenin ilanıdır” dersek boşa sallamış olmayız. İlke 1’de “güven” diyor Doğan, 2’de “bağımsızlık.” “Ekonomik çıkarlardan bağımsızlık” diye yalan söyleyebiliyor ama “siyasal iktidardan” bağımsızlık diye yalan bile söyleyemiyor. 4’teki “tarafsızlık”ta da siyaset ve iktidarla ilişki es geçiliyor. 5’te hamdolsun “toplumun değerlerine saygı” göstermekten bahseden Doğan, “halkın haber alma hakkı ile terörün propagandasını yapmama ilkesini birlikte gözetiyoruz” diyerek Kürt sorununda iktidarın canını sıkacak haber yapmayacaklarını ima ediyor. Erdoğan’ın fırçalamaları, AKP’nin ajansları toplayıp yaptığı “terör konusunda nasıl haber yapılır” telkinleri işe yaramış anlaşılan. İlkelerin yenilenmesinin bir gerekçesi de internetteki gelişmelermiş. İlkelerin etkisini görebilmek için milliyet.com.tr’yi yokladığımızda yine sansasyon, asparagas, erotizm, şovenizm vs. arasında kaybolduğumuz için burasını yazamadık.
Holding Yönetim Kurulu Başkanı Abdulkadir Konukoğlu verdi. İnşa etmeye başladıkları İlahiyat Fakültesi’nin temel atma töreninde yaptıkları diğer hayırseverlik faaliyetlerini de kalem kalem anlatan Konukoğlu, bankacılık sisteminde EFT (Elektronik Fon Transferi) ile para transferi yapıldığını anımsattı ve şunları söyledi: ''Hayır ve zekat malınızın sigortasıdır, öbür dünyaya EFT'dir. Nasıl ki bankacılık sistemi üzerinden görmediğiniz, dokun-
büründü. ABD’de bulunan ve kurgusal bir kasaba olan Springfield’de yaşayan Simpsonlar, çekirdek aileye odaklanmasına karşın aile kavramını eleştiren bir çizgi dizi. Baba Homer oldukça ataerkil bir karakter, ailenin temel direği olarak belirtilen erkek figürü çizgi dizide eleştirel bir biçimde sunuluyor. Anne Marge’ın ev dışında bir özel yaşamının olmaması, becerikli bir ev kadını olarak betimlenmesi, çocuklarla ilgilenen kişinin yine kadın olması aile yapısında kadının rolünü gösteriyor. Erkek çocuk Bart’ın sıradan aile çocuğu tavrı olan ‘Ben yapmadım’ repliği, kız çocuk Lisa’nın entelektüelliğe eğilimi ve bebek Maggie’nin ilgi ve şefkat beklentisi, Simpson ailesini yüceltilmeden olağan ve gerçek izlenimi veriyor. Dizi boyunca aralarındaki bu olağan ve gerçek ilişkiler hicvedilmekte. Simpsonlar televizyonun in-
‘Arsada özel bir turnuva’ A
nkara'da Halkevleri'nin düzenlemiş olduğu Metin Kurt Futbol Turnuvası sona erdi. 34 takımın katıldığı turnuva 3 Kasım'da başladı ve yaklaşık bir ay sürdü. Turnuvanın ilk bölümünde bölge şampiyonları belirlendi. Mamak bölgesinde 4 grupta 16 takım mücadele etti ve gruplarında ilk iki sırayı alan Atletico Mamak, Kızılırmak, Tuzluçayır Gençlik, Turna, Bir Umut, Bu da mı Gol Değil, Çiğ Köfte ve Dedesli Ovası bölgenin çeyrek
final maçlarına katılmaya hak kazandı. Final maçlarının ardından Mamak bölgesi şampiyonu Bir Umut, Ankara finallerine kaldı. Dikmen bölgesinde 5’erli iki gruptaki mücadelelerinde Vadi Gençlik, Fenerbahche, İmalat-ı Harbiye ve İlker Halkevi yarı finale yükseldi. Bu bölgede İmalat-ı Harbiye şampiyon oldu. Batıkent bölgesindeki beş takımın mücadelesinde ise finalde Demet32’yi mağlup eden Artespor bölge şampiyonu oldu.
Üç takımın mücadele ettiği Keçiören bölgesinden finallere yükselen takım ise Kızılyıdız ve Kızlyumruk’u geride bırakan Keçiören Halkevi oldu. 4 bölge şampiyonunun katıldığı yarı finalin ardından Bir Umut ve Keçiören Halkevi’nin oynadığı final maçında tribünler doluydu. Konfetilerle, davullarla renklenen final maçının sonucunda Bir Umut şampiyonluk kupasına ulaştı. Turnuvanın gol kralı da Bir Umut oyuncusu Barlas Kış oldu. Turnuvanın en de-
ğerli oyuncusu Bir Umut oyuncularından Deniz Çağlar Metin seçildi. En değerli kaleci ise İlker Halkevi kalecisi Kayhan Aydın oldu. En centilmen takım ödülünü ise Fenerbahche aldı. Şampiyonluk kupasını veren Halkevleri Genel Sekreteri Nuri Günay bir ay boyunca centilmence mücadele eden tüm takımları tebrik ederek, futbolun tam da Metin Kurt'un ifade ettiği gibi borsada değil arsada güzel olduğunu turnuva boyunca yaşayarak öğrendiklerini söyledi.
san ve ev halkı içi iletişim üzerindeki yıkıcılığını da yansıtıyor. Bütün ailenin buluştuğu yer televizyonun karşısındaki kanepe. MUHAFAZAKARLARIN SAKLADI⁄I GERÇEK Ancak dünyada o kanepeye oturan 60 milyon kişi Simpsonları izliyor. Bunun sırrı, dizinin Ronald Reagan ve George Bush gibi muhafazakâr başkanların döneminde ortaya çıkıp aile, din, politika, sinema, edebiyat, müzik, kitap, iş hayatı ve eğitim kurumlarına getirdiği eleştirilerle muhafazakârları kızdırması. Nükleer santralde çalışsa da, tam anlamıyla bir “koca” olsa da, üç çocuk babası olsa da, çıkarları peşinde koşan, bencil bir kapitalist toplum bireyi olsa da Homer Simpson’dan nefret ediyorlar. Çünkü onda, yaratmaya çalıştıkları toplumun gizlenen çirkinlikleri ortaya çıkıyor.
KÜLTÜR SANAT
15
13 Aral›k 2012 / 26 Aral›k 2012
Halk›n Sesi
Halkevleri takvimi ç›kt› Halkevleri’nin 2013 yılı için hazırladığı takvim çıktı. Hem masa üstü hem de duvar takvimi olarak kullanılabilen takvim, bir yılı haftalara bölerek kültürel, tarihsel olaylar, sayıların dili, ustalara kulak verin bölümlerine yer veriyor. Ağzından çıkanı kulağın duysun kısmı ise iktdarın çarpıcı söylemlerine ayrıldı.
Ofluo¤lu’na veda
Ceylan Önkol flark›larda
Tiyatro sanatçısı Mücap Ofluoğlu 11 Aralık’ta hayatını kaybetti. 1923 yılında İstanbul'da dünyaya gelen Ofluoğlu, sanat yaşamına İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda başladı. Ofluoğlu, Sabahattin Ali’nin başyazarlığını yaptığı siyasi mizah dergisi Marko Paşa'nın yazarları arasında da yer almıştı.
Sezen Aksu, köyde koyunlarını otlatırken bombalanarak ölen 14 yaşındaki Ceylan Önkol için beste yaptı. Aksu'nun "Ceylan" adlı şarkısını Nükhet Duru, "Tam Zamanında" adlı son albümünde seslendirdi. Sözlerinin bir kısmı şöyle: “Ceylan’ım kör oldum ben, Ne havan topu ne mermi, Senle vuruldum ben.”
Ertafl sayg› gecesiyle an›ld› Türküleriyle milyonlarca kişinin gönlünde yer edinen Neşet Ertaş, 2 Aralık’ta “Ustaya Saygı Gecesi” adıyla düzenlenen gecede anıldı. Ertaş'ın kendi sesinden hayatının anlatıldığı sinevizyon gösteriminin ardından Celal Sezer ve Abdurrahman Tarikçi'nin seslendirdiği Neşet Ertaş eserleriyle gece son buldu.
Kültür sanat güncesi
Kültüre kilit vurulmaz Kazım Koyuncu Kültür Merkezi lokal görünümünde olduğu gerekçesiyle kapatılmak isteniyor. Yöneticileri ve gönüllüleriyle kültür merkezini ve kapatılma meselesini konuştuk. Gönüllüler bu saldırının münferit olmadığını söylüyor ÖZEN TAÇYILDIZ
M
üzisyen Kazım Koyuncu’nun ölümünün ardından kurulan, bugün binden fazla katılımcıya 30’a yakın atölyede sanatla buluşma imkanı sağlayan Kazım Koyuncu Kültür Merkezi, kapatılmak isteniyor. “Bir kültür merkezi neden kapatılmak istenir ki?” diye soracağım ama Başbakan’ın dizi kahramanlarıyla kavga ettiği bir ülkede nafile olacak. Meseleyi derneğin yöneticileri, katılımcıları anlatsın istedim, bir pazar günü kültür merkezine gidip onlara kulak verdim. 6 yıl önce kültür merkezini kurmak üzere bir araya geldiklerinde ortada devlet yoktu. Merkezin faaliyet alanı ve faaliyet biçimi ortak kararlarla belirlenirken yine ortada devlet yoktu. Kiralanacak yerden masa-sandalye temin edilmesine bir dizi teknik iş, gönüllü bir biçimde ortak örgütlenirken de devlet yoktu. Geçen temmuzda “denetim” aygıtıyla göründü devlet. Dernekler Masası’ndan memurlar denetlemeye gitti kültür merkezini. Gezindiler, ettiler… Kimi zaman atölye faaliyetlerinin yürütüldüğü, oturma alanı olarak da kullanılan salona baktılar. İki polis, masa-sandalye diziliminden, gözüne ilişen çay ocağından derneği ‘lokal’e benzetti, ceza kesti. Birkaç ay sonra da ortada herhangi bir hukuki karar olmamasına rağmen, üstelik resmi bir tebligat da olmadan “kapatacağız” dediler. 1 Aralık günü kültür merkezini kapatmaya giden polisleri derneğin üyeleri, gönüllüleri ve destekçileri karşıladı. İçerde atölye çalışmaları devam ederken dışarıda yapılan basın açıklaması ile durum anlatıldı. Gelen memurlar “basın açıklamasından önce mi sonra mı kapatalım” diye sormuşlardı ama derneğe sahip çıkan-
lar netti: “Kapatamazsınız!” ‘T‹CAR‹LEfiMEK MECBUR‹D‹R’ Merkez yöneticileri yasal süreci de başlatmışlar bir yandan. Lokal olmadıklarına dair itiraz dilekçelerini vermişler. Kapatma meselesi şu an askıya alınmış vaziyette. Bu arada görüşmeye gittikleri Dernekler Masası görevlileri lokal izni almalarını tavsiye etmiş. Ancak lokal olma meselesine karşı olduklarını özellikle belirtiyor yöneticiler. Çünkü bu derneğin kuruluşuna ve faaliyet amacına tamamen aykırı. Herhangi bir para ilişkisinin dışında, tamamen gönüllülük esasına dayalı faaliyet yürüten derneğe zorla “ticarileşin” demek bu. En basit hali, “Gelenlere çayı, kahveyi ikram etmeyin parayla satın” demek. Bunun arkasından ne geleceği açık: Parasız eğitimi sağlamak yerine piyasanın rekabet koşullarının bekası görev bilindiğinden “atölyeleri de paralı hale getirin” denecek. Bu işin nereye gidebileceğini tahmin etmek için bundan 20 yıl önce, adını taşıyan kültür merkezinde parasız eğitim veren Müjdat Gezen’in ‘haksız rekabete girdiği için’ 2,5 yıl hapis istemiyle yargılandığını hatırlamak yeterli olur sanırım. Dernek yöneticileri bu saldırının münferit olmadığının meslek odaları, vakıflar, derneklere yapılmak istenen müdahalenin bir parçası olduğunun farkındalar. Dolayısıyla geri adım attırmış olmanın, saldırının en azından bir süre diğer kültür merkezilerine yayılmasını önlediğini düşünüyorlar. Kapatma kararı nazarlarında yok hükmünde; “herkes için sanat” anlayışıyla faaliyetlerine devam ediyorlar. OKULA B‹LE PARA VER‹RKEN… Yaşları 7 ile 10 arasında değişen çocuklarının derslerinin bitmesini
bekleyen velilerle sohbetimizde hepsinin ilk elden hemfikir olduğu şey, çocuklarının özgüven kazandığı. Arkadaşlarıyla yarıştırılmayan, kendilerini ifade etmelerine imkan tanınan çocuklar büyük bir hevesle katılıyorlar derslerine. Velilerden Baki, oğlu İlke’yi anlatırken “Okulu hiç anlatmaz evde ama burayı sürekli anlatır” diyor. Birçok yetenekli çocuğun maddi nedenlerden dolayı eğitime ulaşamadıklarını, kültür merkezi olmasa İlke’nin eğitiminin de erte-
leneceğini anlatıyor. “Okula bile para verirken buraya verilmiyor” sözleri durumu anlatmaya yetiyor. Metin, ikiz kızlarını müzik eğitimi için geçen yıl özel bir kursa gönderdiklerini ancak kötü şartlarda çalıştırılan, dolayısıyla mutsuz olan eğitimcilerin yetersiz kaldıklarını, kabahati onlara yüklememeye çalışarak anlattı. Gönüllü ders veren eğitimcilerin gülen yüzlerini işaret etti. Kapatma kararıyla ilgili kanı da
ortak. Bilal, herkesin katılımına açık, gönüllülük esasına dayalı merkezin rahatsız ettiğini söylüyor, gerekçeleri “abuk subuk şeyler” olarak niteliyor. Fotoğraf atölyesi katılımcısı Sultan, kültür merkezine gidip gelirken bir süre sonra halk oyunları atölyesinde yürütücülük yapmaya başlamış. Öğrenci olarak gelip ders vermeye başlama sürecini “Birlikte üretmeye odaklı olduğu için herkes bildiklerini paylaşıyor. Bir şeyler almaya gelsem bile ben de verebileceğim şeyleri veririm” diye anlatıyor. Hissettiği aidiyet duygusundan bahsederken tanımlamaları önemliydi: “Bireysel değil ilişkiler. Yarış yok. Ticari kaygı yok. Piyasada tutunma kaygısı yok.” Kültür merkezi “kapatılması gereken en son yer” Sultan’ın nazarında. ÇOCUKLARIN GÖZÜNDEN KÜLTÜR MERKEZ‹ Kültür merkezinde hangi atölyeye katılacak olursa olsun bütün katılımcılar öncelikle yaratıcı drama atölyesine devam etmek zorunda. İlk üç haftadan sonra tercih ettiği atölyeyle beraber yine drama derslerine katılıyorlar, toplamda 8 hafta sürüyor. Yaşları 11 ile 14 arasında değişen çocuklarla yaratıcı drama dersine katıldım, çocuklardaki özgüvene, kendini ifade edebilme yeteneğine, inanılmaz tespitlerine tanık ve de hayran oldum. Drama derslerinden, kültür merkezinden bahsettiler. Derslerin kendilerinde neleri değiştirdiğini açıkladılar, kapatma kararını değerlendirdiler. Çocuk aklı meseleyi en yalın haliyle, apaçık ifade ediyor her zamanki gibi. 11 yaşındaki Duru, birkaç yıldır kültür merkezine geliyor. Kapatma kararını sorduğumda cevabı “Polisler kafalarına yatırmış burayı kapatmayı” oldu. Dernek yöneticilerinin denetime
gittikleri ilk günü hiç bilmeden anlatmış oldu Duru. Dernek tüzüğünü incelerlerken derneğin amaçlarını anlatan maddede geçen “eşitlikçi”, “paylaşımcı”, “özgürlükçü” kelimelerini üstüne basarak okumuş biri. Derneğin “ne olduğu”nu arkadaşlarına da ilan etmiş… Efe, yaratıcı drama sayesinde duygularını net anlatabildiğini, kendisini rahatsız eden şeyleri daha rahat söyleyebildiğini anlatıyor. Kapatma kararıyla ilgili olarak “Burada kötü şeyler yapılmıyor, karşı görüş diye kapatılamaz” diye özetledi düşüncelerini. Bilge, kapatma kararını duyunca üzüldüğünü anlatırken sebebini de “Güzel hissediyorum çünkü burada, hayattan zevk alıyorum” güzelliğiyle açıklıyor. “Onların düşüncesinde bir yer olsa kapatmazlar, kapanacak olursa protesto ederim” diyor. Elifsu drama derslerinin Türkçe derslerine olan olumlu etkisinden bahsediyor. Eylül, kültür merkezini “bedava sanat, sıcak bir yer” olarak tanımlıyor. Müzisyen olmak isteyen Öykü, ilk önce drama derslerine katılması gerektiğini duyunca “ne alaka” demiş ama şimdi çok memnun. Okulunda daha paylaşımcı bir insan olduğunu, arkadaşları her ne kadar bencil(!) de olsa bisküvilerini kendinden çok onlara ayırdığını anlatıyor naifçe. Yaptığı tespiti ilerletiyor da: “Onlara da burayı tavsiye etmem lazım paylaşmayı öğrenmeliler.” Derse girmeden önce, dernek yöneticileri, zorunlu temel drama derslerini özellikle 4+4+4’ün karşısında düşündüklerini anlatmışlardı. Çocukları dinleyince hak vermemek mümkün değil. 4+4+4 tezgahı bu çocuklara işlemez!..
12 Eylül’ün sınıfı: Davutpaşa orta 3 23 Aral›k’a kadar devam edecek ‹stanbul Tütün Deposu’ndaki “Davutpafla Orta 3” sergisi, ad›n›n ça¤r›flt›rd›¤› gibi Davutpafla’da bir okulun orta 3 s›n›f›n› anlatm›yor. “Davutpafla Orta 3”, 12 Eylül döneminde askeri cezaevi olarak kullan›lan, solculara, sendikac›lara ayr›lan Davutpafla K›fllas›’ndaki binan›n Orta 3 diye ayr›lan bölümü.
Sergi, 12 Eylül’ü burada karfl›layan, iflkenceden geçirilen, Orta 3 ko¤uflunda hayat ortakl›¤› yapm›fl 42 insan›n portresini sunuyor. Geçmifllerini, Davutpafla’y›, 12 Eylül gününü ve bugünlerini anlat›yor insanlar. Sergide yer alan foto¤raflar›n bir k›sm› mahpuslar cezaevinden ç›kt›ktan sonra ilk gittikleri yerlerde
çekilmifl. Bu yerler, insanlar›n kendi geçmifllerine ve bugünlerine ait ayr›nt›lar içerdi¤i gibi Türkiye'nin dönüflümüne de iflaret ediyor: Hapisten ç›kt›ktan sonra yaln›z bafl›na kalmak için gidilen fakat bugün villalarla kapl› Dragos tepeleri, Sefaköy'de eskiden iflkencehane olarak kullan›lan karakolun yerinde yükselen befl
katl› bina gibi. Sergide ayr›ca mahpuslar›n o dönem cezaevinde yapt›klar› objeler de yer al›yor: Sabundan yap›l›p, kaynat›lm›fl gazete ka¤›tlar›n›n mürekkebiyle renklendirilmifl satranç tak›m›, boncuklarla örülmüfl kol saati kay›fl›. Sergiyle ayn› ad› tafl›yan kitab› Aras Yay›nc›l›k'tan edinmeniz de mümkün.
KISA F‹LM UZUN MUHABBET
Uluslararas› ‹flçi Filmleri Festivali ‹stanbul ekibi, sinemaseverleri “K›sa Film Uzun Muhabbet Etkinli¤i”nde buluflmaya ça¤›r›yor. 15 Aral›k’ta “Kent ve Yaflam”, 22 Aral›k’ta da “Toplumsal Cinsiyet” bafll›klar› alt›nda ‹stanbul Halkevi’nde yap›lacak film gösterimlerinin ard›ndan filmlerin yönetmen ve ekiplerinin de kat›l›m›yla söylefliler düzenlenecek.
ÇATALHÖYÜK DÜNYA M‹RASI
Dünyan›n en eski yerleflimlerinden Çatalhöyük, UNESCO'nun 'Kültür Miras›' listesine girdi. 9 bin y›l önce neolitik ve kalkolitik ça¤da bafllayan yaflam›n, aral›ks›z 1400 y›l sürdü¤ü bölgede arkeologlar 8 bin kiflilik bir nüfustan bahsediyorlar. Sanat anlay›fl›n›n da oldukça geliflti¤i bölgede o günkü yaflam› anlatan birçok duvar resmi var.
ANKARA SANAT T‹YATROSU 50 YAfiINDA
Türkiye'de politik tiyatronun efsane kurumu Ankara Sanat Tiyatrosu 50 yafl›na giriyor. Oynad›¤› oyunlar nedeniyle kapat›lan, oyuncular› hapse giren tiyatro, yüzlerce oyuncu, yazar, yönetmen yetifltirdi.
SOKAĞIN SESİ
16
ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ
13 Aral›k 2012 / 26 Aral›k 2012
Halk›n Sesi
‘MÜCADELEYLE KAZANDIK, ‹HALE MASASINDA KAYBETMED‹K!’
‘Taşeron zulmüne isyan haktır’ Uludağ Üniversitesi yönetimi, hukuksuzca yaptığı taşeron ihalesine müdahale eden Dev Sağlık-İş üyelerine polisleri saldırttı, yetmedi işçileri işten attı
‘Taşeron zulümdür, zulme karşı direnmek haktır’ diyerek yola çıkan Dev Sağlık-İş üyeleri Uludağ Üniversitesi yönetimine geri adım attırdı
EVR‹M ÇAKIR - ALP TEK‹N BABAÇ
B
Tafleron çal›flt›rmaya iliflkin yeni yasa bir yasa, haz›rl›¤›nda olan AKP yandaki resimde gösterdi¤i tavr› iflçilerden de bekliyor. Yasay› “Tafleron iflçiye müjde” diyerek sunanlar›n bu sorunu çözme konusundaki niyetini Bursa’da yap›lan eylem bir kez daha gösterdi. Tafleron iflçinin mevcut yasalarla kazan›lm›fl haklar›n› dahi yok sayanlar, “muvazaa kararlar› uygulans›n, hukuksuz ihalelerden vazgeçilsin” diyen sa¤l›k emekçilerini görmezden gelerek, seslerini ç›kartt›klar› her durumda sald›rmay› tercih etmeye devam ediyor. Tafleron çal›flt›rma biçimine karfl› mücadele eden devrimci sa¤l›k iflçileri de Bursa’da, Adana’da Samsun’da oldu¤u gibi AKP’ye yan›t vermeye devam edecek.
ursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde işten çıkarılan Dev Sağlık-İş üyeleri, eylemlerin ardından işlerine geri döndü. İşçiler, muvazaa kararlarına rağmen hastane yönetiminin taşeron ihalesi yapma girişimine sessiz kalmamış, hukuksuz bir biçimde yapılmak istenen ihaleye müdahale etmişti. Polis saldırısına uğrayan işçilerden 17’si 7 Aralık günü işten çıkarıldı. İşten çıkarlamaların ardından hastane çalışanlarının tepkisi giderek büyüdü. 10 Aralık günü eyleme geçen işçiler, akşam saatlerinde üniversite yönetimine geri adım attırdı ve kazanıma ulaştı. ‹fiÇ‹LERE DÜfiEN Y‹NE B‹BER GAZI “Mücadele ile kazandık ihale masalarında pazarlatmayacağız” diyen Dev Sağlık-İş üyesi işçiler yıllardır mücadele ederek kazanmış oldukları haklarının yok sayılarak taşeron ihalesi yapılmasını 29 Kasım’da protesto etti. Taşeron ihalesinin yapılacağı Rektörlük binasına “İnsan ihaleyle çalıştırılmaz, sağlıkta taşeron olmaz” pankartıyla yürüyen 200 işçi, önce bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada güvenceli iş taleplerini görmezden gelen, mahkeme kararlarını tanımayan üniversite yönetimine seslenen işçiler, “Mahkeme kararlarına uymuyorsanız tıpkı o kararları kazanmak için yaptığımız gibi uygulatmak için de mücadele etmesini bileceğiz. Haklarımızı ihale masasında kaybetmeyeceğiz” dedi. Açıklamanın ardından Rektörlük binasına girmek isteyen Dev Sağlık-İş üyesi işçiler polisin saldırısına uğradı. Polisin kapalı alanda sıktığı biber gazı sonucu işçilerin yanı sıra hastalar da etkilendi. Polis ve özel güvenlik saldırısı sonucunda yaralan 10 işçi hastaneye kaldırıldı. Saldırının ardından Dev Sağlık-İş bir açıklama yaptı. Açıklamada, taşeron sağlık sistemini
yaygınlaştıran AKP ve sağlık hizmetini taşeron şirketlerde çalıştırılan emekçilerin geleceğini çalarak üreten Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere taşeron sistemini devam ettiren herkesin suç işlediği belirtildi. Dev Sağlık-İş üyesi işçilerin, taşeron ihalesini protesto etmelerinin ardından üniversite yönetimi, 7 Aralık günü 17 işçinin telefonuna gönderdiği mesajla işten çıkarıldığını bildirdi. 17 kişinin işten çıkarılması üzerine bir açıklama yapan Dev Sağlık-İş üyeleri işlerine geri alınmadıkları takdirde direnişe geçeceklerini duyurdu. ‘TAfiERONU HER YERDE YENECE⁄‹Z’ İşten çıkarıldıkları için direnişe geçecekleri-
ni duyuran işçiler 10 Aralık günü mesai saatlerinin başladığı sabah 07.00’de hastane bahçesinde toplanmaya başladı. Yağmura rağmen hastane bahçesinde bir araya gelen işçiler hastane önünde bir basın açıklaması yaptı. Açıklamaya sağlık işçilerin yanı sıra Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, DİSK Genel Başkanı Erol Ekici, DİSK Yönetim Kurulu üyeleri Ergun Tavşanoğlu, İsmail Yurtseven, Birleşik Metal-İş Bursa Şube Başkanı Ayhan Ekinci, Bursa Tabip Odası Başkanı Kayıhan Pala da katıldı. Eyleme Sosyal-İş de "Taşeronu her yerde yeneceğiz" yazılı bir pankartla katılırken, SES Bursa Şubesi üyeleri "Baskılar, sürgünler, soruşturmalar bizi yıldıramaz" yazılı pankart açarak
işçilere destek verdi. İşçiler yaptıkları açıklamada taşeron sistemin zulüm olduğu belirterek “Zulme karşı direnmek haktır, bizde bu hakkımızı kullandık” dedi. Eylemin ardından kurum temsilcilerinden oluşan heyet, hastane yönetimi ile bir görüşme gerçekleştirdi. Heyet yapılan görüşmede hastane yönetimini taşeron çalıştırma nedeniyle birçok hakkı gasp edilen ve emeği değersizleştirilen taşeron işçilerin sorunlarına kulak vermeye çağırırken, mahkeme kararlarının uygulanmamasına tepki gösteren emekçilerin işten atılmasına dair kararın gözden geçirilmesini istedi. ‹fiÇ‹LER KAZANDI Görüşmelerin ardından bir açıklama yapan DİSK Genel Başkanı Erol Ekici, hastane yönetiminin de kendileriyle aynı fikirde olduğunu söylediğini belirtti. Ekici, görüşmelerin sonucunda işten çıkarılan 17 işçinin yeniden iş başı yapacağını söyledi. MUVAZAA KARARI 2010’DAN BER‹ UYGULANMIYOR Bursa’da Devrimci Sağlık-İş’in yürütmüş olduğu fiili ve hukuksal mücadele sonucu, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çalışan 1.500 işçinin, 19 Mart 2010 tarihi itibariyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın kararıyla hastane işçisi olduğu tescil edilmişti. Ancak alınan muvazaa kararları bakanlık ve rektörler tarafından bekletilerek uygulanmadı. Dev Sağlık-İş yargı kararlarının uygulanmamasına karşı da şunları söyledi: “Bu suçu işlediğiniz sürece bizler, haklılığımıza olan inancımızla, insan olmanın ve bir sağlıkçı olmanın sorumluluğuyla 200 bin taşeron sağlık emekçisi ve bu ülke-
‘Sendika hakkımızı taşerona teslim etmeyeceğiz!’ T
aksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 5 Aralık gecesi, bağırlarında DİSK’in çarkının olduğu kırmızı önlüklü işçiler eylemdeydi. Güllü Hanoğlu’nun 2010 yazındaki direnişinden hafızalara kazınan işçilerin sloganı bu sefer “Sendika hakkımızı taşerona teslim etmeyeceğiz” oldu. Dikkat çeken bir dövizde ise “İnşaat işçisi değil sağlık işçisiyiz” yazıyordu. “İnşaat işi yapan sağlık işçisi olur mu?” demeyin, oluyor. Hastanede kaba deyimiyle “getir-götür” mahiyetinde görülen birçok işi yapmak zorunda bırakılan sağlık işçileri, hastaneye ek bina yapılırken, tadilat yapılırken inşaat malzemesi getirip götürüyor. Üstelik bunlar fazla mesai ücreti bile verilmeden yapılıyor.
Dev Sa¤l›k-‹fl Genel Baflkan› Arzu Çerkezo¤lu’nun yan› s›ra D‹SK Genel Baflkan Yard›mc›s› Ali R›za Küçükosmano¤lu’nun yer ald›¤› Taksim’deki eylemde gün boyunca Dev Sa¤l›k-‹fl’in ‹stanbul’da örgütlü oldu¤u hastanelerden sa¤l›k iflçileri, SES üyeleri, BEDAfi Genel Müdürlü¤ü önünde direnifllerini sürdüren Enerji-Sen üyesi iflçiler ve Genel Baflkan Kamil
Kartal, Halkevleri üyeleri, Devrimci Ö¤retmen, TKP üyeleri ve D‹SK Sine-Sen Genel Baflkan› Zafer Ayden ziyaretlerde bulundu. ‹stanbul Tabip Odas› Baflkan› Taner Gören de tafleron sistemine ve tafleron sisteminin sendika hakk›n› gasp etmesine karfl› sa¤l›k iflçilerinin bafllatt›klar› mücadelede yanlar›nda olduklar›n› söyledi.
B‹R GÜNLÜK UYARI EYLEM‹ Devrimci Sağlık-İş üyelerinin 5 Aralık gecesi Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde sabahlamasının nedeni, yeni sendikalar yasasıyla sendikal haklarının elinden alınması oldu. İşçiler, sendika haklarını taşerona teslim etmemek için gerçekleştirdikleri bir günlük sabahlama eylemini “yalnızca bir uyarı eylemi” olarak duyurdu.
TAfiERON ‹fiÇ‹LER‹N SEND‹KA HAKKI NASIL GASP ED‹L‹YOR? Yeni çıkarılan Sendika Yasasıyla işçilerin hangi işkolunda çalıştırıldıklarında, SGK kayırları esas alınıyor. Taşeron şirket, faaliyetinin bulunduğu herhangi bir işkolundan işçileri SGK’ye kaydedebiliyor. Böylece hastanedeki taşeron şirketlerin bünyesinde çalıştırılan sağlık işçileri, temizlik, inşaat, gıda, nakliyat, turizm ve genel hizmetler işkollarında çalışıyormuş gibi gösterilerek sağlık işkolunda sendikalı olmaları engelleniyor. Üstelik bu yasa AKP medyası tarafından “taşerona müjde” şeklinde duyuruluyor. AKP’nin müjdesine Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun yanıtı hazır: "Müjde vermek istiyorsanız önce Süreyyapaşa'da Koşuyolu'nda, Samsun Gazi Devlet Hastanesi'nde direnen işçileri işe alırsınız!"
de sağlık hakkını savunan herkesle birlikte karşınızda olmaya devam edeceğiz!”