173

Page 1

A-PDF Merger DEMO : Purchase from www.A-PDF.com to remove the watermark

SAYFA 5

‹nisiyatif ABD ve Rusya’da

Teflvikte AKP’nin zor seçimi

Me¤er harem namazgâhm›fl

‹flçi filmlerinin Anadolu seyri

ABD ve Rusya, Suriye’ye dair yeni bir plan üzerinde anlaflt›

Teflvik sistemi de¤iflirken birileri batacak birileri ç›kacak

Erdo¤an’›n talimat›ndan sonra tarih dergilerinde harem

‹FF, Antakya, Eskiflehir, Antalya, Bolu ve Akhisar’da...

SAYFA 9

SAYFA 15

SAYFA 13

27 Aral›k 2012 • 1.25 TL

Y›l 7 • Say› 173

Üniversite karanlığın üzerine

Y ÜRÜYO R!

‘Sokak meselesi’ hallolunmad› “Yarg›y› bile hallettik, tek halledemedi¤imiz sokak” diyen Burhan Kuzu’nun korktu¤unu bafl›na getirmek elimizde S. 3

‘Oyunu bozaca¤›z!’ Emek örgütleri ve demokratik kitle örgütleri bir ortaoyununa dönen asgari ücretin belirlenmesi sürecine sokaktan müdahil olacaklar›n› aç›klad›. Eylemler bafllad› S. 8

Fethe gider gibi bir polis ordusu eflli¤inde ODTÜ’ye giden Tayyip Erdo¤an baltay› tafla vurdu. ODTÜ direnifli üniversitenin ilerici birikimini AKP karfl›s›nda saflaflt›rd›

Gençli¤in, akademisyenlerin, emekçilerin isyan› dalga dalga büyüdü. Üniversitenin atefli AKP faflizmine, neoliberal sald›r›lara, savafl politikalar›na direnenlere ›fl›k oldu

Dün Maraş’ta Bugün Maraş’ta

Üniversitenin AKP’ye yanıtı sokakta

Evleri iflyeri

Marafl Katliam›’nda ölenlerin an›lmas›na Valilik yasak koydu. Sald›r›lara ra¤men Marafl unutulmad›, unutturulmad› S. 4

AKP’nin sald›r›lar›na karfl› mücadeleyi doru¤a ç›karan üniversite bileflenleri, omuz omuza vererek Üniversite Afi’ye ve YÖK Yasas›’na geçit vermeyeceklerini gösterdi

Roboski’yi örtmeye çalışıyorlar

Esnek istihdam› teflvik eden düzenlemeler, en çok, çifte sömürüye maruz kalan kad›n›n eme¤ini görünmezlefltirerek sömürünün zeminlerini güçlendiriyor S. 10

Katliam›n üzerinden bir y›l geçti, AKP bir zamanlar elefltirdi¤i yöntemlerin tamam›n› flimdi AKP davay› dehlizlerde kaybetkendisi kullan›yor S. 12 meye çal›fl›yor S. 12

S. 3

Ferda Koç / Sayfa 4

Çi¤dem fiahin/ Sayfa 6

Cumhuriyetçiler ve sol

Dönüflüm ve A¤›r Roman

Banu Serveto¤lu/ Sayfa 10

AKP ‘yetersiz’ de¤il fail

Özen Taçy›ld›z / Sayfa 15

Peki biz ne yapaca¤›z...

Nazlıaka: Hedef bizi susturmak Foruma giderken forumla hazırlık Ar›nç’›n “Evli bir bayan milletvekili, çocu¤u olan milletvekili organ›n› nas›l böyle aç›kça konuflabilir, nas›l bundan yüzü k›zarmaz” diyerek tacizde bulundu¤u CHP’li vekil Nazl›aka ile görüfltük S. 11

Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisleri’nin 26-27 Ocak’taki forumunun haz›rl›klar› bafllad›. Karfl› karfl›ya getirilmek istenen veli, ö¤renci ve ö¤retmenler ‹zmir’de bir araya geldi S. 2

Taraf’ta paydos AKP’nin hem daval› hem davac› oldu¤u çetin iktidar mücadelesinde Altan tipik bir “yalanc› tan›k”, Taraf ise “yalanc› tan›klar kahvesi” idi. S. 14


2

EĞİTİM 27 Aral›k 2012 / 9 Ocak 2013

Halk›n Sesi

Foruma giderken, forumla hazırlık Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri’nin 26-27 Ocak’taki forumunun hazırlıkları başladı. Karşı karşıya getirilmek istenen veli, öğrenci ve öğretmenler İzmir’de bir araya geldi engelli öğrencilerin 4+4+4 yasasıyla okullarından uzaklaştırılarak halk eğitim kurslarına yönlendirildiğini söyledi.

U⁄UR PEL‹N O⁄Ufi

H

alkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri’nin 26-27 Ocak’ta İstanbul’da gerçekleştireceği Eğitim Hakkı Forumu’na iller tartışarak hazırlanıyor. İzmir’de 22 Aralık günü Akçiçek Kültür Merkezi Avni Akyol Salonu’nda bir eğitim forumu gerçekleştirildi. Forumda, eğitimde piyasalaştırma, gericilik ve güvencesizlik başlıklarında sunumlar yapılarak 4+4+4 eğitim sisteminin yol açtığı sorunlar ve mücadele yöntemleri konuşuldu. 4+4+4 YEN‹ B‹R TOPLUM PROJES‹ Halkevleri Ege Bölge Temsilcisi Didem Tosun, 4+4+4’ü gerici, cinsiyetçi, piyasacı bir yıkım projesi diye tanımlayarak bu sistemin yalnızca bir eğitim yasası ya da kısmi bir düzenleme olmadığını, yeni bir toplum projesi olduğunu anlattı. Eğitimde dönüşümün, eğitim emekçileri, veliler ve öğrencilerle birlikte tüm ülkenin etkilendiği bir gelecek sorunu olduğuna dikkat çeken Tosun, 4+4+4’e karşı ve eğitim hakkı için verilen birleşik mücadelenin önemini vurguladı. Halkevleri’nin, 4+4+4’e karşı yasanın konuşulmaya başladığı günden beri mücadele ettiğini ve yasanın ne anlama geldiğini ortaya koymak için yüzlerce bilgilendirme toplantısı yapıldığını açıklayan Tosun yapılanları şöyle özetledi: “İmza kampanyasıyla yüz

‘BU YASA PATRONLARIN’ Öğrenci Kolektifleri’nden Hande İpek Yetke, yeni YÖK yasası ile ilgili, “Bu yasa patronların yasasıdır” dedi. Yasa ile üniversitelerin emekçi çocuklarına tamamen kapatılmak istendiğine dikkat çeken Yetke, “Bu yasayı getirmek isteyenler üniversitede üniversitelileri karşılarında bulacaktır. Tıpkı ODTÜ’de olduğu gibi” diye konuştu. Liseli Genç Umut’tan Elçin Dönder, AKP’nin kindar, dindar, düşünmeyen, biat eden bir nesil istediğini ancak liseli öğrencilerin ‘isyan et’ diyerek buna karşı mücadele ettiğini söyledi.

binlerce insana ulaştık. Yüzlerce kişi imza kampanyamızın örgütleyicisi oldu. Onlarca demokratik kitle örgütü, köy derneği, sendikayla toplantılar ve konserler düzenledik. 15 Eylül mitingi yaklaşırken birçok yerde girilmedik sokak, afişlenmedik meydan bırakmadık. 15 Eylül’de eğitim hakkına sahip çıkan binlerce insanla yürüdük. Bugün İzmir’de 4 bölgede eğitim hakkı meclisi var.” Dr. Ümit Akıncı eğitimin piyasalaştırılması ve gericilik başlıklı sunumunda, eğitimin her kademesinin paralı hale gelmesini eleştirdi. Akıncı, “Eğitim ve piyasa

yan yana gelemez, piyasa kar amaçlıdır. Eğitimde kar amacıyla hareket edemezsiniz, bu eğitimin amacına ve doğasına aykırıdır” dedi. Yıllardır eğitimin ticari alan olarak görüldüğünü ifade eden Akıncı, GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) antlaşmasıyla eğitim, sağlık gibi birçok kamusal alanın özelleştirilmesinin garanti edildiğini söyledi. Eğitim-Sen Genel Merkez Yöneticisi Eğitim Sekreteri Betül Öztürk Korkut eğitim emekçilerinin güvencesizliği üzerinde durduğu sunumunda, güvencesizlik konusunun sadece dershane öğret-

meni, ataması yapılmayan öğretmenler ya da ücretli öğretmenler üzerinden tartışıldığını ancak güvencesiz çalıştırmanın norm kadroyla birlikte çok daha önce uygulanmaya başladığını belirtti. Korkut, “İş güvencesi yoksa, bilim üretilemez, hiçbir şey üretilemez” dedi. Forumun ikinci oturumu katılımcıların konuşmalarıyla yapıldı. Engelli öğrenci velisi Hüseyin Atılgan, 4+4+4 eğitim yasasından en çok zihinsel engelli öğrencilerin mağdur olduğunu belirtti. Atılgan Karşıyaka’daki İzmir İş Eğitim Merkezi’nde eğitim gören

Boykot et, okuluna sahip çık İ

stanbul Fatih’teki Gazi İlköğretim Okulu’nun öğrencisi de velisi de öğretmeni de susmuyor. Okulun bileşenleri okullarının gelecek sene imam hatip yapılacağını duyduklarından beri sürdürdükleri eylemlerde en son “boykot” dedi. Boykota okulun neredeyse yarısı katıldı. Veliler, dilekçelerini dikkate almayan İlçe Milli Eğitim Müdürü, görüşme taleplerini kabul etmeyen İl Milli Eğitim Müdürü hatta Başbakan seslerini yine duymazsa bir sonraki sefere tüm okulun boykot yapacağını belirtti. İstanbul’da kar yağışının ilk gününde (20 Aralık) soğuğa aldırış

Sorun

etmeden yapılan eylemde çocuklar balonları ve dövizleriyle “Okuluma dokunma” dedi. Eyleme sonradan katılmak isteyen öğrenciler okul müdürünün engellemesiyle karşılaştı. Okul

müdürü öğrencileri zorla sınıflarına gönderdi. Okul idaresi, eylemden önceki gün de tüm öğrencileri tehdit ederek, eyleme katılan öğrencilerin okuldan atılacağını söyledi.

Sorun bakalım gerçekten veli mi? İ

stanbul Çekmeköy’de üç okulun (Çekmeköy İlkokulu, Hatice Mehmet Ekşioğlu İlk-Orta Okulu ve İsmihan İsmet Süzer İlk-Orta Okulu) velileri bir araya gelerek, Okulumuzu Geri İstiyoruz İnisiyatifi oluşturmuştu. Dertleri de kendilerine sınıf mevcutlarını azaltmak üzere vaad edilen ilkokulların, Mimar Sinan İmam Hatip Ortaokulu ve Mehmet Akif Anadolu İmam Hatip Lisesi olarak açılmasıydı. 5 Aralık’ta İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nü basan veliler, Müdür Sıtkı Verim tarafından hem tehdit edilmiş hem de baştan savılmaya çalışılmıştı. Eylemin ardından bakanlık müfettişleri görevlendirildi. Dilekçelerde yer alan isimler araştırıldı, ailelerin gerçekten veli olup olmadıkları soruşturulmaya başlandı. 5 Aralık’taki eyleme okul çağında çocuğu olmadığı halde katılan Gülsüm Kaya’nın Halkın Sesi’ne verdiği röportaja yeniden kulak verelim: “Birkaç sene sonra benim torunlarım da okula başlayacak. Ama onlar olmasaydı da bu eyleme katılırdım. Komşularım için, akrabalarım için katılırdım. Çünkü ben 27 senedir Kemerdere’de oturuyorum. Buranın çamurunu, susuzluğunu, kanalizasyonsuzluğunu, yolsuzluğunu, hepsini ben çekmişim. Niye bizim orada okul olmasın? Niye 150 lira servis parası versin bu millet? Karnımızı doyuramıyoruz ki servis parası versinler!”

Hoca çayda, dersler boş

H

ÇOCUKLAR ÜfiÜYOR Necmiye Birlik İlköğretim Okulu Okul Aile Birliği Başkan Yardımcısı Dilek Hanım, okulların eğitim bütçesinin velilerin üzerine yüklendiğine dikkat çekti. Okula odun-kömür almak için bir etkinlik düzenlemek zorunda kaldıklarını belirten Dilek Hanım, “Çocuklarımız üşüyor dediğimizde bize ‘zenginlerden isteyin’ dediler” diye konuştu. Gündüz Öğretmen, AKP iktidarının öğrenciyi, öğretmeni ve veliyi karşı karşıya getirdiğini ifade etti. İzmir’de 950 öğretmenin norm fazlası durumuna düşürüldüğünü ve 450 öğretmenin açıkta kaldığını belirten Gündüz Öğretmen, öğrencilerin de sürgüne zorlandığını anlattı.

opa Eğitim Hakkı Meclisi, bölgedeki 4+4+4 yıkımını araştırdı. Elde edilen verilere göre, yıkım oldukça büyük. Kemalpaşa’daki Köprücü Köyü İlköğretim Okulu’nda iki yıldır dördüncü sınıf öğretmeni bulunmuyor. Derslere Milli Eğitim Müdürlüğü’nün görevlendirmesiyle yurt dışından beden eğitimi öğretmeni diploması olan, Kemalpaşa’da bir lisenin müdürünün kardeşi giriyor.

Derslere giren tek öğretmen aynı zamanda çay eksperliği yaptığı için mayıs ayının gelmesiyle dersleri bırakıyor. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni de namaza giden öğrencilere artı, gitmeyenlere eksi veriyor. Mehmet Akif Ersoy İlköğretim Okulu’nda ise velilere “aidat sözleşmesi” imzalatıldı. Okul Müdürü öğrencileri iki aidatın ödenememesi durumunda kayıtlarını silmekle tehdit ediyor.

Müdürün genelgesi çatıyı onarır mı?

Ç

anakkale İl Milli Eğitim Müdürü Şaban Karataş, Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri’ne karşı okulları uyardı. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri’nin Türkiye’nin pek çok yerinde 4+4+4’ün getirdiği yıkımları raporlaştıran çalışmalarından rahatsız olan Karataş, yayımladığı genelgede Çeşitli sivil toplum kuruluşları veya kişilerce anket, röportaj ve bilgilendirme gibi faaliyetler yapıldığına dair duyumlar alınmakta olduğunu ve onaysız hiçbir şekilde bu tür faaliyetlerin yapılmasına müsaade edilmemesi, bu konuda okul ve kurum personelinin uyarılması, okul

idarelerince gerekli önlemlerin alınması ve konuyla ilgili her türlü sorumluluğun ilgili okul ve kurumlara ait olduğunun bilinmesi gerektiğini söyledi. Fotoğrafta görünen okul, İl Milli Eğitim Müdürü’nün sorumlu olduğu Ezine Dalyanköy İlkokulu. Bu okul taşımalı eğitime geçildikten sonra kapatıldı. 4+4+4’ten sonra eğitime açılmasına sakınca olmadığı söylendi. Öğrenciler okula başladı ama yağmur başlayınca okul göl haline geldi. Öğrenciler sınıflarından köy konağına taşındı. Çatı onarım ihalesi yapıldı yapılmasına ama onarım için havaların düzelmesi bekleniyor…

zihniyetlerde!

Milli E¤itim Bakan› Ömer Dinçer e¤itim sistemindeki esas sorunun k›yafetin kol uzunlu¤u ya da k›sal›¤› olmad›¤›n› söyleyerek “Sorun zihniyetlerde “ dedi. Baflbakan›n dindar nesil iste¤ini “E¤itim sisteminde zihniyeti de¤ifltirmek istiyoruz” sözleriyle tamamlayan Dinçer aç›k aç›k “Her fleyin merkezden belirlendi¤i bir yap› içerisinde, ö¤retmeni, ö¤renciyi, veliyi ve bütün okul idaresini tüm davran›fllar›yla kontrol edecek bir mekanizma kurmak istiyoruz” dedi. Dinçer’in tarif etti¤i “mekanizma” yine bizzat onun ifade etti¤i gibi merkezden belirlenen çeflitli uygulamalarla ifllemeye bafllad› bile: I Alevi bir ailenin davulcu nedeniyle bask› gördü¤ü Sürgü’deki çok programl› k›z lisesinde okul müdürü erkek ö¤retmenlerden para toplad›. Toplanan paralar›n nerede kullan›laca¤›n› soran ö¤retmen-

ler “Yak›nda görürsünüz” yan›t›n› ald›. Müdür toplad›¤› paralarla ö¤rencilere türban da¤›tt›. I ÖSYM Baflkan› Ali Demir, üniversiteye girifl s›navlar› olan YGS ve

LYS’de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinden soru gelece¤ini aç›klad›. Gerekçe olarak din dersinin ortaö¤retimde zorunlu olmas›n› gösterdi. Din dersi y›llard›r zorunlu olmas›na ra¤men üniversiteye girifl s›navlar›nda soru ç›kmazken, ö¤renciler 2013 y›l›ndan itibaren YGS’de 5, LYS’de 8 olmak üzere 13 soru yan›tlayacak. I Yalova’da Müfettifl Hamdi Girgin ‹lkö¤retim Okulu’nda okuyan Roman ö¤rencilerin velileri de bir tez çal›flmas› için yap›lan anketi yan›tlad›. Uluda¤ Üniversitesi ‹lahiyat Fakültesi Ö¤retim Üyesi

Doç. Dr. ‹smail Sa¤lam ile Uluda¤ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din E¤itimi Yüksek Lisans Ö¤rencisi Ayfle Taflyürek’in isim ve imzas›n›n yer ald›¤› ankette Roman ailelere flöyle seslenildi: “Amac›m›z Romanlar’›n, çocuklar›na nas›l bir ortamda ve hangi flekillerde dini e¤itim verdiklerini tespit etmektir. Sizden ald›¤›m›z bilgilerin de¤erlendirmelerini yaparak bilimsel sonuçlara ulaflmak ve karfl›lafl›lan sorunlara çözüm önerileri ortaya koymak bu çal›flman›n temel hedefidir.” Ankette, velilerden, “Allah’›n varl›¤›na ve birli¤ine inan›r m›s›n›z?”, ”Hz. Muhammed (s.a.v.)in hak peygamber oldu¤una inan›r m›s›n›z?”, “Erkek çocu¤unuza sünnet töreni yapt›n›z m›?”, “Gusül abdesti al›r m›s›n›z?” gibi sorulara yan›t vermeleri istendi. I E¤itim-Bir-Sen ‹stanbul 1 No'lu fiube Baflkan› Emrullah Ayd›n 12 y›l ö¤renim görüldü¤ünü söyleyerek "Dinen mükellef say›lan ö¤rencilerin, okulda kalma saatleri artt›" dedi. Bu nedenle idarecilerin ö¤rencilere namaz k›lacak yer göstermek zorunda oldu¤unu belirten Ayd›n, tüm okullara birer mescit istediklerini söyledi. Dinçer de yan›tlad›: “‹htiyaç ve beklentileri gözönüne al›r›z, karam›z› da ona göre veririz.”

Rapor III: 4+4+4 gericidir alkevleri E¤itim Hakk› Meclisleri’nin 17 Kas›m-17 Aral›k aras›ndaki geliflmeleri paylaflt›¤› üçüncü E¤itim Hakk› Raporu’nu yay›mland›. Rapora göre AKP’nin bir ayl›k sald›r› program› gericilefltirme üzerinde yo¤unlaflt›. Rapor 72 ayl›ktan küçük çocuklar›n durumuna dikkat çekti. 72 ayl›ktan küçük çocuklar›n birinci s›n›fa bafllama oran›n›n oldukça düflük oldu¤unu söyleyen rapor, birçok velinin de okul bafllayal› birkaç ay geçmifl olmas›na ra¤men çocuklar›n› anas›n›f›na ald›rmaya çal›flt›¤›n› belirtti. Raporda bu çocuklar›n karfl›laflt›klar› sorunlar da yaz›ld›. Okullardaki, ›s›nmadan, spor için gerekli ihtiyaçlara pek çok fiziki eksikli¤in rapor edildi¤i çal›flmada temizlik konusunda

H

ciddi sorunlar oldu¤una de¤inildi. Özellikle birinci s›n›f ö¤retmenlerinin 72 ayl›ktan küçük çocuklar›n e¤itiminde birçok zorlukla karfl›laflt›¤›n› yazan raporda, Alo 147 ihbar hatt›n›n da ö¤retmenleri ma¤dur etti¤i ifade edildi. Ayr›ca velilerin seçmeli din derslerini seçmek için ikna edilmeye çal›fl›ld›¤›na ve seçmeli din derslerinde birçok okulda ö¤retmen olmayanlar›n girdi¤ine de¤inildi. Raporda “Okullar›n yüzde 10’unda cinsiyetçi yüzde 10’unda ›rkç›, yüzde14’ünde mezhepçi yaklafl›mlar›n görüldü¤ü ifade edildi. Okullar›n yüzde 99’unda çeflitli gerekçelerle para toplanmaya devam edildi¤ine de dikkat çekildi.


3

GÜNDEM 27 Aral›k 2012 / 9 Ocak 2013

Halk›n Sesi

AKP faşizmine karşı ODTÜ yalnız değil

Üniversitenin AKP’ye yanıtı sokakta EVR‹M ÇAKIR

T

ayyip Erdoğan, Göktürk 2 uydusunun uzaya gönderilişini canlı izleme bahanesiyle ODTÜ’yü 3600 polis, zırhlı araçlar TOMA’lar ile adeta istila etti ve okulda olağanüstü hal yaratarak gözdağı vermeye çalıştı. Ancak gözdağı vermeye çalışırken gözü korkan Başbakan, korktuğu ise AKP faşizmine karşı ayağa kalkan gençlik hareketi oldu. Üniversitelerine istilacı gibi gelen başbakanı protesto etmek için “Bilimi satan, emperyalist savaş çığırtkanı Tayyip ODTÜ’den defol” yazılı bir pankart açarak yürüyüşe geçen üniversiteliler polisin gaz bombalı saldırısına uğradı. Biri ağır onlarca öğrencinin yaralandığı eylem, Erdoğan ve polis ordusu ODTÜ’yü terk edene kadar sürdü. Bu saldırı ve öğrencilerin direnişi üniversiteyi hızla saflaştırdı. Öğrenciler ve akademisyenler yaşananları boykota giderek protesto ederken ODTÜ Rektörlüğü de kampusu savaş alanına çeviren polis saldırısını kınayıp öğrencilerine sahip çıktı. ODTÜ’nün ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde 135 akademisyen imzaladığı bildiriyle ODTÜ’lü öğrencilere yönelik polis saldırısını kınadı. Ankara, İstanbul, İzmir, Eskişehir, Kocaeli, Trabzon, Adana’da da üniversite bileşenlerinin ve toplumsal muhalefetin bir araya geldiği protes-

ODTÜ direnişiyle AKP’nin saldırılarına karşı mücadeleyi doruğa çıkaran üniversite bileşenleri, omuz omuza vererek Üniversite AŞ’ye, YÖK’e, Yasası’na geçit vermeyeceklerini gösterdi to eylemleri düzenlendi. Öğrencilerin eylemi üniversite dışında meslek odalarının, emek örgütlerinin, demokratik kitle örgütlerinin ve sol partilerin de desteğini aldı. ÜN‹VERS‹TE SAFLAfiTI ERDO⁄AN HAZMEDEMED‹ Üniversitenin direnişini hazmedemeyerek, medyada öğrenci eylemine uydu fırlatma haberinden daha çok yer verilmesinden rahatsız olduğunu söyleyen Başbakan, ekranların karşısına geçer geçmez öğrencileri ve onlara sahip çıkan akademisyenleri hedef aldı: “Kimse bu nasıl öğrenci demiyor. Burası bir üniversite ve Türkiye ilk defa uzaya uydu gönderiyor. Burada olması gereken ‘biz bu heyecanı yaşamak istiyoruz’ demeleri gerekirken, ülkenin en üst düzey yöneticileri orada toplanırken onlar araba lastikleri yakmakla, molotof atmakla övünüyorlar. Neymiş tepki gösteriyorlarmış… Biz de öğrencilik yaptık ama biz her hayırlı işe vesile olduk… Bir hoca öğrencisine ilme saygıyı öğretmeli. Bu hocalar öğrencilerini böyle yetiştiriyorsa onlara yazıklar olsun, biz böyle bir hoca lazım değil.”

Akademisyenleri tehdit eden başbakan, “kampüste araba lastikleri yakılamaz, molotof kokteylleriyle terör estirilemez” diye hayali suçlamalar getirerek polis saldırısını meşrulaştırmaya çalıştı. Akademisyenlerin ve ODTÜ Rektörlüğü’nün protesto eylemini bir hak olarak değerlendirmesine çıkışan Erdoğan, “Bunu söyleyen profesör, doçent ya da şu bu olsun, onlar mesleği bıraksınlar” diye tehditler savurdu. TAYY‹P’‹N YÖK’Ü TAYY‹P’‹N REKTÖRLER‹ Üniversitenin AKP’ye karşı saflaşması Erdoğan’ı çileden çıkarırken iktidar cephesinden karşı atak mesajları gelmeye başladı. Günlerce gıkını çıkarmayan YÖK ve AKP güdümlü rektörler geç kalarak da olsa Erdoğan’ın sözleri doğrultusunda harekete geçti. YÖK soruşturma başlatırken Marmara Üniver-

sitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Galatasaray Üniversitesi ve Mimar Sinan Üniversitesi tarafından yayımlandığı söylenen ve Muş Alparslan, Hacettepe, Afyon Kocatepe, Bingöl, Sabahattin Zaim, Uşak, İstanbul ve Bezmialem Vakıf üniversiteleri rektörleri tarafından da desteklenen bir bildiri manşetlere taşındı. Ancak bu mizansen de kısa sürede ters tepti. Üniversiteler öğrencisiyle, akademisyeniyle söz konusu bildirinin üniversite adına yayımlanamayacağını, yalnızca AKP güdümlü rektörlerin iradesini yansıtan bu bildirinin kendilerini temsil etmediğini ifade etti. TAYY‹P AfiKINA B‹ÇARE REKTÖRLER

Üniversite için direniş vakti

İstanbul Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğrencileri 25 Aralık’ta, üniversite Rektörü Yalçın Karayağız'ın ODTÜ'yü kınayan açıklamasına karşı “İhaneti gördük direnişi göreceksiniz” pankartı açarak üniversitenin kapısına dayandı. Özel güvenlikçilerin engelini aşarak okula giren öğrenciler Rektörlük önünde Karayağız’la görüştü. ODTÜ'deki görüntüleri izlemediğini, metnin kendisine hazır geldiğini ve imzaladığını söyleyen Karayağız, “Gelin görüntüleri izleyelim” diyen öğrencilere “İzlemeyeceğim” dedi ve protestolarla okulu terk etti. MSGSÜ’nün ardından Galatasaray Üniversitesi öğrencileri ve akademisyenleri de ayağa kalktı. Rektör, yapılan protesto eyleminden üniversiteyi terk ederek kaçtı. GSÜ’deki 200’e yakın akademisyenden 130’u rektörlerine güvensizlik oyu verip ODTÜ'de yaşananlar karşısında rektörün tutumunu eleştirmişti.

ODTÜ’deki direniflin ard›ndan, üniversiteler darbenin YÖK’ünü yeniden yap›land›rmaya giden AKP’nin karfl›s›na Türkiye çap›nda eylemlerle dikildi. Üniversiteyi bütünüyle iktidar›n ve sermayenin tahakkümü alt›na sokacak olan Yeni YÖK Yasas›’na karfl› 25 Aral›k’ta üniversiteler tek ses hayk›rd›: “Üniversite A.fi’te, YÖK’e Yasas›’na geçit vermeyece¤iz!”

ODTÜ’de AKP faflizmine karfl› direnen üniversite ve toplumsal muhalefet Yeni YÖK Yasa Tasar›s›na karfl› AKP’ye yan›t vermek için birleflti. ODTÜ’de yaflanan sald›r›lar›n ard›ndan Halkevleri, TKP, Baraka Kültür Merkezinden de direnifli selamlayan aç›klamalar geldi. K›br›s’ta Baraka Kültür Merkezi ad›na aç›klama yay›mlayarak, ODTÜ ö¤rencilerinin direniflini selamlad›. Biber ve portakal gaz›na, sis ve ses bombalar›na 5 saat direnen ODTÜ ö¤rencilerinin Türkiye’ye, kendilerine ve faflizme karfl› mücadele eden herkese örnek oldu¤unu söylendi. TKP taraf›ndan yap›lan aç›klamamada da “Göktürk uzayda, Patriot’lar Türkiye’de, Gençlik ayakta. "savafl baronlar›na teslim olmayan gençlik" kutlan›rken, "Patriot füzelerini ve efllik eden 1200 yabanc› askeri meclise bile sormadan ülkeye buyur eden Baflbakan, bugün ODTÜ’de yaflananlar›n da sorumlusudur" denildi. Halkevleri’nden yap›lan aç›klama flöyle: “AKP iktidar› ülkemizin her köflesini dikensiz gül bahçesine çevirmek istiyor. Baflbakan, daha geçti¤imiz gün “güçler ayr›l›¤›na” karfl› ç›karak bütün gücü kendi elinde toplama arzusunu çekinmeden dile getirdi. Tayyip Erdo¤an’›n diktatörlük hayalleri egemenlere, AKP yandafllar›na, bütün halk düflmanlar›na cazip bir proje olarak gelebilir. Ancak bu ülkenin ço¤unlu¤unu oluflturan milyonlar AKP’nin biçti¤i bu kefeni giymeyecektir. AKP faflizmine direnen üniversitelilerimizin yan›nday›z.”

Ankara, ‹stanbul, ‹zmir, Trabzon, Eskiflehir, Denizli, Konya, Van, Bilecik, Kocaeli ve Bursa’da ö¤renciler, akademisyenler, üniversite çal›flanlar› ve toplumsal muhalefet bileflenleri bir araya gelerek ODTÜ direniflini selamlarken, AKP’nin YÖK’üne karfl› daha güçlü direneceklerini duyurdu. ‹stanbul’daki eylemde, Beyaz›t Meydan› YÖK’e karfl› üniversite bileflenlerinin kürsüsü

oldu. Üniversite bileflenlerinin bulufltu¤u eyleme sendikalar ve demokratik kitle örgütleri de kat›ld›. Eylemde YÖK’e AKP’ye karfl› sözünü söyleyen üniversite bileflenleri ODTÜ’de AKP’ye karfl› kurulan barikat› tüm üniversitelerde kurarak paras›z, bilimsel, demokratik, özgür ve anadile bir e¤itim için Yeni YÖK Yasas›’na karfl› mücadele edeceklerinin sözünü verdi.

Tek halledemedikleri: Sokak! zilenler, dışlananlar ve yoksullar için yeni yılın barış, sağlık ve mutluluk getirmeyeceği belli, çünkü AKP bu yıl da iktidarda. 2012’yi AKP’nin yasalyapısal değişiklik hamleleriyle (4+4+4 yasası, sendikalar yasası, yerel yönetimler yasası, üniversiteler yasası), Tayyip Erdoğan’ın kişisel özlemleri (başkanlık hayali, savaş taşeronluğu) ve sıkıntılarıyla (yargıyasama-yürütmenin uyumsuzluğu) ve elbette sokak muhalefetinin bir türlü vazgeçirilemeyen (gaz bombası, biber gazı, hapishane) “dinamizmi” ile geçirdik. 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gece ile kuşkusuz bu tablo değişmeyecek hatta tam tersi AKP saldırganlığı artarken, sokaktaki muhalefet de büyüyecek. Son on beş günün gündeminde (çoğu zaman olduğu gibi) yine başrol Tayyip Erdoğan’ın. Gündeme kuvvetler ayrılığı (yargı-yasamayürütme) ile başladı: “ama kuvvetler ayrılığı var ya geliyor önümüze dikiliyor”. Bu konu AKP iktidar olduğu günden beri sürekli gündemde aslında. Mağduru oynamaktan bir türlü vazgeçmediler. Bu seferki gerekçesi “sağlık kampuslarına” Danıştay’ın çıkardığı “engel”di. Ama tartışma bu eksenden hızla çıkıp sistemin nasıl işlemesi gerektiğine (burjuva demokrasisi), başkanlık sistemine ve Tayyip’in parti içindeki gücünün pekişmesine ilerledi. Yasama-yargı-yürütme erklerinin birbirinden bağımsız olması ilkesi, asıl olarak sistemin işleyişinin bir hukuka ve dolayısıyla da bir denetime tabi tutulmasını hedefler. AKP’nin daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın gerçekte rahatsız olduğu durum da yürütmenin yetkilerinin sınırlı olması değil (AKP’liler bile şu anki başbakanlık yetkilerinin başkanlık sisteminden daha güçlü olduğunu söyleyebiliyorlar), bir hukuka tabi olmak ve denetlenebilir olmaktır. Tayyip Erdoğan keyfi karar alan ve hesap vermeyen bir yönetim erki talep etmektedir.

E

Başkanlık sistemi önerisi ise gerçekleşmeyecek bir hayalden ibaret. AKP’liler bile şu anki meclis aritmetiği ile bu önerinin geçebilmesinin imkansız olduğunu ifade ediyorlar. Bu konu bizzat Tayyip Erdoğan tarafından sulandırılmaktadır. Neden başkanlık sistemi istediği sorulan Erdoğan, hedefinin parlamentonun gücünü daha da artırmak olduğunu söylerken, diğer yandan Meclise sunulan tasarıda Başkan’a, Başkanlık kararnameleri çıkarma yetkisi ve özellikle meclisi fesih yetkisi verilmiş olması, kuvvetler ayrılığı ilkesine tamamen aykırı olması bir yana ikiyüzlülüktür. Amaç ölümü gösterip sıtmaya ikna etmektir. Her şeye rağmen bu çıkış, partiyle ve/veya Tayyip’le sorunlu olduğu söylenen şahısları “zorunlu olarak” Tayyip Erdoğan’ın arkasına dizmiştir. Tayyip’in “kuvvetler ayrılığını engel olarak gören” açıklamasına rağmen Abdullah Gül, “Sayın Başbakan, eskiden gelen bazı yanlış örnekler vardır, onları kastetmiştir” diyerek kendince düzeltiyor; Ali Babacan yargının kendi yetki alanını kendi kendine genişletecek kararlar almasına karşı olduklarını söyleyip "Sayın Başbakanımızın itirazları da bu çerçevede değerlendirilmelidir" diyerek hizaya giriyordu. Cemil Çiçek’in desteği ise daha geniş bir yelpazeyi kapsıyordu: "Yargı, yasamaya müdahale etmiştir. 367 kararı buna bir örnektir". Bu dönemin yine Tayyiplik bir başka gündemi ise Uludere (Roboski) Katliamı kuşkusuz. 19’u çocuk 34 Kürt’ün katledilmesinin üzerinden bir yıl geçti. Ama hala hiçbir soruşturma tamamlanmadı ve sorumluların kim olduğu açıklanmadı. Sanki başka bir devletin uçakları bombalamış da Tayyip Erdoğan onu belirlemeye çalışıyor. Hala diyor ki “gerekirse özür dileriz!” Bu gerekliliği kim belirleyecek ya da bu gereklilik nasıl belirlenecek? Ama söz konusu olan sermayenin gereklilikleri olduğunda AKP “hizmet”te sınır tanımaz. Son örnek köprü ve otoyolların özelleştirilmesin-

de yaşandı. İstanbul Boğazı üzerindeki iki köprünün ve otoyolların gelirleri 25 yıllığına Koç Holding’in de içinde olduğu bir sermaye ortaklığına 5 milyar 720 milyon dolara satıldı. “Kimin malını kime satıyorsun” çelişkisi bir yana, bu satış sermaye grubu için “kaymaklı ekmek kadayıfı”. 2011 yılında köprüleri kullanan araçların ödedikleri bedel yaklaşık 283 milyon lira. Aynı otoyollar için ödenen bedel ise yaklaşık 610 milyon lira. Yani toplam olarak yaklaşık 900 milyon lira. Her yıl yollara çıkan araç sayısındaki artışı da eklemek gerek. Sonuç olarak AKP, kamunun bir malını 10 yıllık geliri karşılığında peşkeş çekmiştir. Böyle bir çek bozdurma oranı en gözü dönmüş tefecide bile yok. Elektrik dağıtım ihaleleri ise tam gaz gidiyor. BEDAŞ ve Akdeniz Elektrik Dağıtım özelleştirmelerinden sonra Türkiye’nin en büyük üçüncü elektrik dağıtım bölgesi olan Gediz Elektrik Dağıtım da 1 milyar 231 milyon dolara satıldı. Artık elde kalan birkaç kamu bankası ve Milli Piyango/İddaa da sıraya girmiş oldu. Ve Göktürk-2... ve ODTÜ... Göktürk-2’den başlayalım. Tayyip Erdoğan’a göre “Göktürk-2 yüzde 100 yerli üretim” ve dolayısıyla Türkiye dünyada uydusunu kendi yapan 25 ülke statüsüne geldi. Bu ülkede yalandan biri ölecek olsa idi herhalde ilk ölen o olurdu. “Yüzde yüz yerli” diye pazarladığı Göktürk2’nin kamerası Güney Kore’den, tepki tekerleri ABD’den, denge ve konum belirleme modülü İngiltere’den, manyetik tork çubukları Almanya’dan, itki sistemi İsrail’den ithal. Titreşim testleri Fransa’da yaptırıldı. Fırlatan zaten Çin (onu saklamaları mümkün olamadı). Kontrol merkezi de Norveç’te. Donanımda durum buyken yazılım da bu tip uydularda kullanılan standart model (birkaç ekle-çıkar ile). Kendi otomobilini, kendi tek motorlu uçağını bile yapamayan AKP

Türkiye’si için uydu yapmak ne büyük bir hayal. Bir de Türkiye’nin daha önceki uydularına bakalım! Göktürk-2 uzaya fırlatılınca Göktürk-1’in de orada yani uzayda olduğu izlenimi oluşuyor. Oysa Türkiye’nin Göktürk-1 uydusu hiç olmadı. “2011’de uzaya göndereceğiz” diye müjdelenen Göktürk1, İtalyan-Fransız firmasına sipariş edilmişti. O İtalyan-Fransız firmasının en kritik parçayı, yani “elektro optik” uydu kamerasını mecburen İsrail’den alacak olması “ufak” bir sorun çıkardı. İsrail, kendi topraklarını görmeme şartı koyunca Göktürk-1 uzayın karanlığı yerine tozlu rafların karanlığına ulaştı. Pekiyi daha öncekiler? Göktürk2’den önce, Rusya’dan fırlattıkları uyduyu, uzay boşluğunda kaybettiler. Güneş panelleri yanlış monte edildiği için pili bitmiş, pili bittiği için 15 senelik ömrü 3 senede tükenmişti, Sözleşmeyi yanlış imzaladıkları için de üretici firmadan hiçbir tazminat alamamıştı AKP iktidarı. Bunları Tayyip Erdoğan’ın ağzından hiç duydunuz mu? (Niye denetlenmek istemediğinin sebeplerinden biri buna benzer vakalar olabilir mi?) Bu gözlem uydusunu kaybettikleri sene, bir tane de haberleşme uydusu kaybettiler. Uyduyu kaybetmekle kalmadılar, yörünge hakkını da kaybettiler. Gelelim uzayda tek kalan RASAT “uydumuza”. Erdoğan onu da hatırlattı; geçen yıl Ağustos'ta da yerli RASAT uydusunun Rusya'dan fırlatıldığını ve Rasat uydusunu da Türkiye'nin kendi imkanlarıyla ürettiğine işaret etti. Ayrıca bu uydunun bir yıldır görevini başarıyla yerine getirdiğini de söyledi. Ancak RASAT uydu projesini gerçekleştiren ODTÜ’deki Enstitü Müdürü Uğur Leloğlu’nun, üç yardımcısıyla birlikte görevden alındığını söylemedi. Görevden alanın, TÜBİTAK’ı fiili olarak yöneten ve Başkan Yardımcılığı görevinde bulunan Kıvanç Dinçer olduğunu da söylemedi. Kıvanç Dinçer’in ise cemaat ile birlikte

hareket ettiği ve AKP’li Ali Babacan’ın akrabası olduğunu ise hiç ama hiç söylemedi. Çünkü o TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Göktürk-2’nin fırlatılması sırasında “Allah’ın izniyle uydumuz yörüngesine oturacak” beyanatı veriyordu. (Bilimsel kurumun bilimsel beklentisi). Aynı fırlatma sırasında TBMM Başkanı Çiçek, Başbakan Erdoğan, Orgeneral Özel ve Bakan Ergün arasında ise ''Kimsenin başına düşmez inşallah'' temennisi geyikleniyordu. İşin bilimsel yönünü Yunus Söylet ile noktalayalım. İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet de açıklamasında "Bu önemli olayın bilimsel yönünden daha çok bir grup öğrencinin taş, sopa, lastik yakma ve molotof kokteylleri ile gündeme gelmesi hepimizi derinden yaraladı" diyor. Ya işin bir de “bilimsel yönü” tüm gerçekleriyle gündeme gelseydi, neresinden yaralanırdı, Yunus Söylet? Ve ODTÜ… ODTÜ’lü öğrencilerin direnişi önce üniversiteleri sonra da tüm toplumu saran büyük bir saflaşma yarattı. AKP iktidarının üniversite, bilim ve demokrasi düşmanı yüzüne; üniversitenin tamamen sermayeye ve iktidara teslim olmasını garanti altına almak amacıyla attığı adımlara ve bunların başında yeni YÖK yasa tasarısına karşı tepkiler, önce ODTÜ’de patladı. Sonra da ODTÜ direnişinin ateşi tüm ülke üniversitelerine yayılmaya başladı. Üniversite tüm bileşenleriyle, öğrencisiyle, akademisyeniyle, emekçisiyle AKP’ye teslim olmayacağını gösterdi. Tabii ki Erdoğan’ın önünde secde eden, varlıklarını Erdoğan’ın varlığına armağan eden bazı rektörler hariç! Erdoğan, sadece direnişi değil daha önceden senato kararı alarak yeni YÖK tasarısını tartışılmasını bile reddeden ODTÜ’yü topyekun hedef alınca, emir erleri yüksek vazife bilinciyle öne atılmak zorunda kaldı. Üniversite bileşenlerine danışmak bir yana, senato kararı dahi olmadan,

korsan bildirilerle üniversiteler adına ODTÜ kınandı, YÖK ODTÜ yönetimine soruşturma başlattı. Önlerine hazır gelen ve imza attıkları bildirileri sahiplenemeyen rektörler öğrencilerden, akademisyenlerden, medyadan köşe bucak kaçmaya başladı. Erdoğan’ın tüm iktidarı kendinde toplama hırsı, iktidarın üniversitelerdeki eli kolu olan rektörlerin tüm kişisel prestijini imha etti. Rektörlerin bu “acınacak hali”nin yanında üniversiteliler toplumun geniş kesimleri için bir kez daha onurun, direnişin ve AKP’nin yenilebileceğinin sembolü oldu. AKP’nin üniversitelerle toplumun ilişkisini tamamen kendi iktidarı ve sermaye çıkarları üzerinden tanımlama girişimi karşısında üniversiteliler bu ilişkiyi toplumun en geniş kesimleriyle yeniden kurma olanağı yakaladı. Başbakanın rektörlerinin öncülüğünde kurulan gerici-piyasacı üniversite modeli karşısında üniversiter muhalefet; halkın çocukları, halkın akademisyenleri olarak halkın üniversitesi için daha cüretli bir kavgaya girişme aralığı yakaladı. Asgari yaşama karşı insanca yaşam için dövüşen güvencesiz işçilerin, barınma hakkını finansinşaat ortaklığına karşı korumaya çalışan yoksul mahallelerin, HES’lere karşı toprağı ve suyu için kavga veren köylülerin, her türlü fukaralığa rağmen milyonlarca liralık kan parasını bankalarda bırakan ve sadece adalet isteyen Roboski’de gözü yaşlı anaların ve bu ülkede direnen kim varsa onun gözü üniversitelerde olacak. Gözleri, mimiklerinden vazife çıkarmak üzere büyük şeflerine dikilen rektörlerin karşısında üniversitelilerin gözleri de kendilerini umutla izleyen bu halktan bir an olsun ayrılmamalı. İşte o zaman “yargıyı bile hallettik, tek halledemediğimiz sokak” diyen Burhan Kuzu’nun korktuğu başına gelecektir. İşte o zaman yeni yıl AKP için de barış, sağlık ve mutluluk getirmeyecek.


4

GÜNDEM 27 Aral›k 2012 / 9 Ocak 2012

Halk›n Sesi

‘Cumhuriyetçi muhalefet’ ve sol AKP’ye karşı güçlü bir ilerici-demokratik politik mevzilenme açısından, Cumhuriyetçi muhalefet, Kürt muhalefeti ve neoliberalizme karşı halk direnişlerinin kurucu kapasitelerini bir süredir tartışıyoruz. Görünen o ki bu tartışma, Erdoğan’ın “Zortizmi”* gerçek siyasi ve toplumsal sonuçlar yaratarak ilerledikçe ve ezilen kesimlerle ilerici-demokrat aydınların bu ilerleyiş karşısındaki direniş ihtiyacı büyüdükçe gündemde olacak. Sol, gerçek bir “toplumsal dönüşüm” ve “politik iktidar” seçeneği olmaktan çıkalı çok oluyor. Cumhuriyetçi muhalefet, Kürt muhalefeti ve neo-liberalizme karşı halk direnişleri arasındaki karşıtlık/ilişkisizlik, solun “seçenek” olmaktan çıkışının hem sonucu hem de sebebi. Politik-toplumsal muhalefetin bu ağırlık merkezlerini “yukardan” veya “aşağıdan” bir araya getirmek bugün için pek mümkün görünmüyor. Bunun için uygun politik aygıtlar olmadığı gibi kitlelerinin “hareketleri” bir diğerinin kitlesinde çok nadiren sempati yaratıyor ve genellikle duyarsızlıkla karşılanıyor. Görülüyor ki, sömürge tipi faşizmin ve neo-liberal yeni sömürgecilik politikalarının yarattığı toplumsal antagonizmalar, politik bakımdan birbirleri ile ilişki kurma ihtiyacı duymayan “kitleler” yaratabiliyor. “Yukarıya” ve “aşağıya” ilişkin bu aktüel imkansızlık, sol politikanın bu stratejik-tarihsel sorununun aşılmasına ilişkin tartışmaların en önemli kısıtını oluşturuyor. Ama açık ki bu “aktüel imkansızlığı” değişmez kabul etmek, ona teslim olarak, sözcüğün geniş anlamıyla solu Türkiye toplumunun hegemonik teorik-politik akımı haline getirmekten vazgeçmek anlamına geliyor. Kabul edilmesi gerekir ki, sorunun merkezinde, Türkiye solunun en geniş “kitlesinin” politik kimliğini oluşturan “Cumhuriyetçi muhalefet” bulunuyor. Geçmişte toplumun bütün ezilenleri ve onların hareketleriyle olumlu ilişki içinde bulunan, devrimcileri “bizim gençler”, Kürtleri ve Alevileri “jenerik yoldaş” olarak kabul eden, özellikle 12 Mart direnişi sonrasında “asker”den ve “devlet”ten uzak duran, “halkçı”lığı bayrak edinen solun bu “ana kümesi”, 1991 sonrasında, Kürtlerden uzaklaştı, (önceki yıllarda etnik tanımı olmayan) Alevi kimliğini “Türkleştirdi”, “avami olana” (yoksula ve emekçiye) sempatisini yitirdi, Süleyman Demirel’in şahsında sağa, orduya ve devlete “ısındı”. Türkiye’nin “ilerici geleneği”nin, şiddetli politik ve toplumsal mücadeleler içinde “solculaşan, sosyal demokratlaşan, hatta kendisini “sosyalist” ilan eden ana kitlesinin objektif politik parametreler bakımdan solun-dışına çıkışı, “çelebice” kabulleneceğimiz bir durum mudur? Düzenin görevlileri oldukları artık iyice belli olan solliberaller, yıllarca ve tekraren, şimdiki “devletçi-ırkçı-statükocuseçkinci” “Cumhuriyetçiliğin”, Türkiye sosyal demokrasisinin “derin özü” olduğunu ve Cumhuriyetçi hareketin bu “öze dönüş” olduğunu ileri sürdüler. Ben bu fikirde değilim. Objektif olarak “sağ”ın hegemonya alanına yakayı kaptırmış olan bu kitlenin “devletçi”, “ırkçı”, “statükocu” ve “mülkiyetçi” bir dünya Ferda anlayışının içine hapsedilmesini büyük bir “operasyon” olarak Koç görme eğilimindeyim. ferdakoc@ Bence “modernist-Kemalist hotmail.com çizgi” iki farklı tarihsel momentte sağ-popülist ve sol-popülist mecralara ayrıldı. Demokrat Parti, modernist-Kemalist çizginin sağ-popülist mecrasıydı; kentin ve kırın büyük mülk sahiplerini ve onlara hiyerarşik olarak bağlanan halk kesimlerini iktidar sürecine dahil etti. 1972 sonrasının CHP’si ise modernist Kemalist çizginin sol-popülist mecrası olmaya yöneldi. Onun bu “yöneliminin” dayanağı içerde 1960’lı yılların devrimci birikimi ve 12 Mart direnişi, dışarda ise ABD’nin hegemonya krizi ve Ortadoğu ve sömürgeler dünyasını kuşatan ulusal demokratik halk hareketleri tarafından oluşturuldu. Ecevit “sosyal demokrasisi” elbette oligarşinin siyasi iktidar alternatifiydi ancak siyasi iktidar iddiasını, halkın ilerici tepkisini emme gücünden alıyordu. İnönü sonrası dönemde CHP’nin 25-35’lik geleneksel kitlesinin hızlı genişlemesinin, bu kitlenin bilincindeki önemli bir değişiklikle, “halkçılaşmayla” ciddi bağlarının olduğu kaydedilmelidir. Bu “bilinç değişikliği”nin, Ecevit’in halkçı sloganlarında karşılık bulduğu elbette bir gerçektir, ancak onu yığınlarla bu biçimde iletişime geçmeye sevk eden şeyin Türkiye devrimci hareketinin aydınlarda ve halk yığınlarında 10 yılda yarattığı birikim olduğu da aşikardır. Sosyal demokrat kitlelerin “sola odaklı” bilinç biçimlerinin ortadan kaldırılması, çarpıtılması 1983 seçimleri sonrasında sağın, egemen sınıfların ve faşizmin başlıca hedeflerinden oldu. Örneğin “Alevilerin soldan uzaklaştırılması programı” Turgut Özal’ın açık bir politik projesiydi. 1989 Kürt Raporunu hazırlayan, 1991’de HEP ittifakıyla seçime giren SHP’nin 1991’de Kürtleri partiden uzaklaştırmaya girişmesinin, Süleyman Demirel başkanlığındaki DYP-SHP koalisyonu ve “Bölükbaşılaşmış Ecevit’in” DSP’sinin SHP üzerindeki basıncı ile yakın ilişkisi bulunuyordu. Sosyalistler, sosyal demokrat kitlenin bugünkü “politik sınırları”nın, solun iktidar alternatifi olmaktan uzaklaştırılması için hazırlanmış, devlet, düzen ve sağ tarafından empoze edilmiş sınırlar olduğunu bilmelidir.

Maraş’ta yasak sokakta öfke Maraş Katliamı’nda ölenlerin anılmasına Valilik yasak koydu. Anma için kente gelenlere polis ve jandarma saldırdı. Saldırılara rağmen Maraş unutturulmadı, ülkenin dört bir yanında ırkçılığa ve mezhepçiliğe karşı binler sokağa çıktı işaretlendi.

AVN‹ CAN OKUR

O

rtadoğu ve Suriye politikasında sıkışan, Kürt sorununda açmaza giren AKP, sıkışıklığını aşmak için sağ tabanı kendi etrafında saflaştırmaya çalışıyor. Sağ tabanı bir arada tutmak için de Kürt düşmanlığının yanında Alevi düşmanlığını da kışkırtıyor.

KATL‹AM SERBEST ANMAK YASAK AKP’nin düşmanlaştırma siyasetinin uygulamalarından biri, 23 Aralık günü Maraş’ta görüldü. Maraş Valiliği, katliamda ölenleri anmak isteyen Alevi örgütlerine “Gelmeyin!” dedi. Katliamda ölenleri anmak isteyen Alevi örgütlerinin araçları Maraş yakınlarındaki Narlı Beldesi girişinde jandarma ve polis tarafından durduruldu, otobüslerin kente girişi engellendi. Polis, engelleme gerekçesi olarak İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in “Suriyeli mültecilerin Maraş’ta oluşu, anma için kente gidecekler için ‘güvenlik’ sorunu ve yasadışı örgütlerin provokasyon yapacağı” iddiasıyla valilere yolladığı yasaklama genelgesini gösterdi. Güvenlik gerekçesiyle kentteki mitingi yasaklayan Valiliğin emri ile Alevilere saldıran polis ve jandarma, 3 kişiyi yaraladı. Yaralıların hastanede ziyaret edilmesine de izin vermedi. Maraş’ta geçen sene yapılmak istenen anma da aynı şekilde engellenmişti. Narlı’da yolları kesilen eylemciler Maraş’a yürümek istemiş, polis ve jandarma eylemcilere saldırmıştı. Maraş’ta katliamda ölenleri anmak isteyenlere yapılan saldırı Alevi örgütleri ve demokratik kitle örgütleri tarafından çeşitli eylemlerle protesto edildi. MARAfi’IN YILDÖNÜMÜNDE MARAfi’TAK‹ YÖNTEMLE İstanbul Okmeydanı Fetihtepe Mahallesi’nde Alevilerin evleri 24 Aralık günü sprey boya ile işaretlendi. Olayla ilgili polis her-

19-25 Aral›k 1978 tarihleri aras›nda Marafl’ta gerçeklefltirilen katliamda resmi rakamlara göre 111 kifli öldü, 1000’den fazla kifli yaraland›, 552 ev ve 289 iflyeri yak›l›p y›k›larak tahrip edildi. Olaylar›n ard›ndan Alevi nüfusunun büyük bir k›sm› Marafl'› terk etmek zorunda kald›. hangi bir açıklama yapmadı. Semtteki Alevi örgütleri ve Halkevi, işaretlemelerin faillerinin bulunmamasına tepki gösterdi. AKP’nin Alevi düşmanlığı, Alevilere yönelik saldırıların artmasına neden oldu. 2012’de çok sayıda saldırı, linç girişimi, ev işaretlemeleri yaşandı. Adıyaman’da 29 Şubat günü Alevilerin evleri işaretlendi. Sivas Katliamı’nın sanıkları 13 Mart günü zamanaşımı kararıyla serbest bırakıldı. 19 Mart günü İzmir Çiğli’de Alevilerin evlerine tehdit içerikli mektuplar bırakılırken Antep’te de Alevilerin evleri işaretlendi. Erzincan’da bir Alevi köyünde okul duvarına 30 Mart günü "Kafir Aleviler hepinizi yakacağız" yazıldı. Bazı evlere ise üç hilalli işaretler konuldu. Malatya Sürgü’de 30 Temmuz günü Alevi bir ailenin evi taşlandı.

Saldırı için ailenin Ramazan davulcusuna yaptığı “Burada davul çalmayın” uyarısı bahane edildi. İstanbul Kartal’da 22 Ağustos günü Alevilerin evleri işaretlendi. İşaretlemenin yapıldığı mahalle 4+4+4 eğitim sistemi gerekçesiyle

lisenin imam hatip lisesine çevrilmesine karşı çıkanların yoğun olduğu bir mahalleydi. İşaretlemelerden iki gün sonra Kartal’daki cemevi kundaklandı. Mersin Mezitli’de Alevilerin oturduğu evler 18 Kasım günü

B‹NLER IRKÇILI⁄A VE MEZHEPÇ‹L‹⁄E KARfiI SOKAKTA Maraş katliamı Alevilere yönelik baskılara ve saldırılara rağmen unutturulmadı. Birçok kentte Alevilerin yaşadığı mahallerde kitlesel anma eylemleri yapıldı. İstanbul Okmeydanı’nda Halkevi, ÖDP, SODAP, KÖZ ve BDP bir eylem yaparak Maraş’ta ve 19 Aralık Katliamı’nda hayatını kaybedenleri andı. Çağlayan'da 23 Aralık’ta, Çağlayan ve Gültepe Halkevi’nin düzenlediği yürüyüşle katliam protesto edildi. Aynı gün Esenyurt Halkevi Maraş ve Roboski katliamlarını bir yürüyüş yaparak protesto etti. Ankara Mamak'ta Halkevi’nden Tuzluçayır Meydanı’na meşaleli bir yürüyüş yapıldı. Çanakkale'de Pir Sultan Abdal Kültür Derneği'nin çağrısıyla bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Eyleme Eğitim-Sen, Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri, HDK, TKP katıldı. Antakya’da KESK, Halkevleri, İHD ve HDK’nin çağrısıyla bir eylem yapılarak Maraş ve 19 Aralık katliamı protesto edildi. 24 Aralık günü yüzlerce Antalyalı Alevi Bektaşi Federasyonu'nun çağrısıyla bir araya gelerek “Maraş AKP ile sürüyor” dedi. Aynı gün Kartal’da emek ve demokrasi güçleri kitlesel bir eylem düzenledi.

19 Aralık unutturulmadı 19 Aral›k 2000'de devlet, F tipi hücrelere karfl› açl›k grevi bafllatan devrimci mahpuslara ifl makineleri, tüfekler, bombalar ve kimyasal silahlarla sald›rd›. 19 Aral›k katliam› 12’nci y›l›nda unutulmad›, katliamda ölenler birçok kentte

gerçeklefltirilen eylemlerle an›ld›. 32 kiflinin öldü¤ü katliam DSP-MHPANAP hükümeti taraf›ndan “Hayata Dönüfl Operasyonu” olarak adland›r›ld›. Katliam›n üzerinden 10 y›l geçtikten sonra aç›labilen davada

katliamda imzas› olanlar yarg›lanmad›. Davada katliam›n sorumlulu¤u erlerin üzerine y›k›lmaya çal›fl›ld›. AKP hükümeti katliam›n sorumlular›ndan Ali Suat Ertosun’a “üstün hizmet” madalyas› verdi.

Patriotlar için yer beğendiler Paranoya başlatan NATO, patriotları için Türkiye topraklarında aradığı yerleri buldu. Ardından Türkiye’nin NATO için İsrail’e uyguladığı vetonun kalktığı açıklandı

N

ATO, Türkiye’ye yerleştireceği patriotlar için 22 Aralık günü uygun yerleri buldu. Buna göre Almanya Maraş’ı, Hollanda Adana’yı ve ABD Antep’i beğendi. NATO patriotların “Bölgedeki tansiyonu azaltmak amacıyla” yerleştirildiğini iddia ederken İranlı yetkililer bu durumun bölgedeki silahlanmayı ve gerilimi artıracağını belirtti. AKP hükümetinin bölgedeki gerilimi tırmandıran patriotların ülke topraklarına yerleştirilmesinin ardından Türkiye’nin İsrail’e uyguladığı vetoyu kaldırdığı ortaya çıktı. İsrail’in NATO organizasyonlarına katılımını engelleyen veto, Mavi Marmara baskınının ardından Türkiye tarafından konulmuştu.

Fransız Haber Ajansı AFP, vetonun 4 Aralık’taki NATO toplantısında kaldırıldığını duyururken İsrailli yetkililerse patriotların yer seçiminin ardından vetonun kaldırıldığını belirtti.

TKP’DEN PATR‹OTLARA KARfiI EYLEM TKP, Patriot füzelerinin yerleştirilmesiyle ilgili eylemleri kapsamında 26 Aralık günü TBMM’ye yürüdü. Yüzlerce TKP’li füzelerin kaldırılmasını talep etti ve sürecin takipçisi olacaklarını dile getirdi.

*Mustafa Kamil Zorti, Şükrü Yavuz’un Kenan Evren’in faşist zart zurtlarını alaya aldığı mizah edebiyatı karakteridir.

bir ufak böcek B

aşbakanın ofisinden dinleme cihazları çıktı. Cihazların şubat ayında bulunduğu ve MİT’in uzun süredir büyük bir soruşturma yürüttüğü de ortaya çıkarken Başbakan Erdoğan’ın şubattan bugüne özel doktoru ve yakın korumalarını değiştirmesi, ülkenin en güçlü siyasetçisinin yaşadığı paranoyaya işaret ediyor. Hürriyet gazetesinin Ankara Temsilcisi Metehan Demir’in haberinin ardından MİT’in Başbakan Erdoğan’ın ofisinde dinleme cihazı (böcek) bulunmasıyla ilgili büyük bir soruşturma yürüttüğü ortaya çıktı. Başbakanın ofisinde üç adet böcek bulunduğu ve olayın şubat ayında gerçekleştiği öğrenildi. Şubat ayında Başbakan ile

Fethullah Gülen Cemaati arasında Hakan Fidan’ın soruşturulması konusunda gerilim yaşanmıştı.

HERKES fiÜPHEL‹ Başbakanla birlikte her yere gelebilen özel doktoru Koray Gürsel, 24 Ağustos’ta görevden alındı. Doktorun ardından Başbakanın ofisine kadar girebilen yakın korumaları 24 Eylül günü tamamen değiştirildi. Erdoğan’ın yakın koruması dahil 5 ekip amiri ve 4 emniyet müdürü görevinden alınırken olay rutin bir değişiklik olarak yansıtıldı. 14 Eylül günü eski korumalarla yeni korumalar arasında bir tartışma yaşanmış, yeni korumalar eski korumaların önemli evrakları tahrip ettiğini ileri sürmüştü.

AKP’nin ç›kmaz soka¤›: Kürt sorunu irinci yıl dönümü yaklaşan Roboski Katliamı ve BDP/Blok vekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için verilen fezlekenin devamının nasıl getirileceği AKP'yi iki koldan sıkıştırıyor. Roboski Katliamı’nın failleri ortaya çıkarılmadığı sürece AKP ne yaparsa yapsın bu konu önüne gelecek. Katliam özellikle bölgede AKP’nin oy potansiyeli olan Kürtlerde kırılma yarattı. Bu nedenle AKP, bölgedeki gücünü kaybetmemek için Roboski'yi örtbas etmeye çalışıyor, halkla barıştığı yalanını medyasına söyletiyor. Kürt illerinden gelen AKP'li milletvekilleriyle görüşen Erdoğan, bölgede kontrolü

B

Mehtap Metino¤lu mehtap@ sendika.org

sağlamak ve güçlenmek için vekillere talimat verdi. Erdoğan; "Dirayetli olun, BDP ağzı kullanmayın, halkı dinleyin, terörün zararını anlatın, bölgede çalışın ve yatırımları artırın" dedi. Başbakan, BDP'nin Uludere'ye Roboski dediğini belirterek, "Oranın adı Uludere. Roboski ne demek?" diyerek vekilleri uyardı.

AKP, KATL‹AMI KARARTMAYA ÇALIfiIYOR 21 Aralık'ta NTV ve Star TV’de yayımlanan programda Erdoğan, Roboski Katliamı ile ilgili "Netice ortaya çıksın. Uludere için de özür dilenebilir” dedi. Roboski ile ilgili konuşmasının devamı ise katlia-

mın sorumluluğunu üstlenmeyeceğini ve özür dilemeyeceğini açık açık gösterdi. Katliamı savunurcasına "İkide bir ‘sivil vatandaş’ diyorsunuz. Terör örgütünün mensubu da sivildir", “Predatörler gereğini yaptı” gibi ifadeler kullandı. Katliamın gündemde olmasına “Kasımpaşalı” ayarı veren Erdoğan, "Medya, sivil toplum kuruluşları, Uludere olayını 1 yıl oldu sürdürüyorlar. Milletin huzurunu kimse kaçırmasın. Kan ölüm üzerine konuşmasın" dedi. Erdoğan’ın Roboski Katliamı’na yönelik “bastırma, tasfiye etme, saldırma” yaklaşımı Kürt sorununa dair AKP’nin genel politikasını yansıtıyor.

‹SLAMCI MEDYA GÖREV BAfiINDA Sahibinin sesine kulak veren İslamcı medya, AKP’nin Roboski politikasını yalan haberlerle yaymaya çalıştı. Erdoğan'ın sözlerinden vazife çıkaran Akşam gazetesi diğerlerine fark atarak Roboski Katliamı’nı kapağına taşıdı. Gazete, 24 Aralık'ta kapaktan verdiği "Uludere devletle barıştı" haberinde gerçeği yansıtmayan ifadelerle katliamın “tatlıya bağlandığını” yazdı. Haberde devletin acıları dindirmek ve yaraları sarmak için “seferber” olduğu, halkının "gönlünü almak" için bir yılda 36 projeye imza atıldığı, Roboskililerin de devletin

uzattığı eli havada bırakmadığı iddia edildi. Gazete ölenlerin yakınlarının hesabına devletin 3,4 milyon lira yatırdığını ancak köylülerin PKK'nin “alanı öldürürüz” tehdidi nedeniyle parayı almadığını yazdı. Akşam, Roboski halkının kan parası değil, suçluların cezalandırılmasını isteğini gözardı etti.

AKP KEND‹ ‹Ç‹NDE TUTARSIZ Dokunulmazlık konusu AKP’nin çeperindeki yazarları, AKP’li milletvekillerini hatta Abdullah Gül’ü de çelişkiye düşürüyor. Kürt illerinden gelen AKP'li vekiller toplantıda, BDP'nin

Van'daki dört vekilinin birinin hapiste, üçünün de dokunulmazlığı kaldırılacaklar listesinde olduğunu söyleyerek bu durumu halka açıklayamayacaklarını belirttiler. Ünyeliler Derneği'nin Beyoğlu Sohbetleri'ne katılan Nazlı Ilıcak’ın sözleri iktidarın yazar çevresinin de “dokunulmazlık çelişkisine” düştüğünü kanıtladı. Ilıcak, “BDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasının gerginliği arttırmaktan başka bir faydası olmayacaktır” diyerek doğru adım atılması gerektiğini savundu. AKP içindeki sıkıntıları, farklı eğilimleri şeffaflaştıran dokunulmazlıklar, iktidarda büyüyen bir çatlağı işaret ediyor.


5

DÜNYA 27 Aral›k 2012 / 9 Ocak 2013

Halk›n Sesi

‘SUR‹YE’DEK‹ SAVAfi ON YILLAR SÜREB‹L‹R’

İnisiyatif ABD ve Rusya’da

7

iklim 5 kıta

35 ülkeye ABD askeri

A

BD Savunma Bakanlığı Pentagon, Afrika kıtasında El Kaide ve diğer radikal İslamcı örgütlerle savaşması ve savaş eğitimi vermesi için 35 ülkeye asker gönderme kararı aldı. Afrika ülkelerine 3 bin 500 civarında asker gönderilecek. İlk aşamada asker gönderilecek ülkeler arasında El Kaide ile bağlantılı örgütlerin aktif olduğu Libya, Sudan, Cezayir ve Nijer bulunuyor. Ayrıca Eşşebab militanlarının bulunduğu Kenya ve Uganda gibi ülkelere de asker gönderilecek.

AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

B

M Suriye Özel Temsilcisi Ahdar İbrahimi 24 Aralık’ta Şam’a ABD-Rusya ortak çözüm planını götürünce, bütün spekülasyonlar bir kenara bırakılarak gerçekler gözler önüne serildi. Suriye’deki çatışma üzerinde nihai belirleyici uluslararası ilişki, ABD-Rusya ilişkileri idi ve bu sistem içi bir çıkar çelişkisini yansıttığı gibi uzlaşmaz bir çelişki de değildi. Medya “Esad’ın düşmesi an meselesi” gibi haberler yayımlayadursun, bir süredir gizliden gizliye görüşmelerini sürdüren ABD ve Rusya, Esad’ın bir süre daha yönetimde kalacağı bir plan üzerinde uzlaşmıştı. Suriye’de tarafların birbirlerini yenemeyeceğinin anlaşıldığı ve taraflararası diyalog zemininin

On yıllar sürebileceği uluslararası ve bölgesel güçler tarafından kabul edilmiş böylesi bir savaşa en tartışmalı aktörlerle kol kola girerek angaje olmanın bedelini çok ağır olacak bütünüyle ortadan kalktığı bir anda gerçekleşen bu ziyaret, öne sürülen iddialar nedeniyle yeniden beklentileri yükseltti. ABD’nin inisiyatifiyle Türkiye merkezli sürecine son verip Katar’daki bir zirvede vitrin yenileyen işbirlikçi muhalefet böylesi bir plana karşı olduğunu söylese de, yeni BM planı zorunlulukların eseri. Beşar Esad yönetimi kimi çözülmelere karşın hala devlet yapısını koruyor. Silahlı grupların kimi kazanımlarına karşın başkent

Şam ve ülkenin kritik noktalarında Esad’ın güçlü kontrolü sürüyor. İşbirlikçi muhalefet, Ulusal Koordinasyon Kurulu’nda örgütlü yerli muhalefeti ve PYD’yi hala kapsamadığı gibi iktidar alternatifi bir güç odağı oluşturamıyor. Rusya ve Çin’in uluslararası, İran ve Lübnan Hizbullah’ının bölgesel direnci dış müdahaleye imkan vermiyor. Silahlı muhalefet içinde asıl ağırlığı oluşturan El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi’nin bölgede giderek yerleşik bir

Mama Jalal giderse Irak, Kürdistan Yurtseverler Birliği Başkanı ve Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin felç geçirerek tedavi altına alınmasıyla, Kürtler ve Arapları bir arada tutan son şanslarından birini daha yitirme riskiyle karşı karşıya…

güç haline gelmesi, Libya’daki elçisini El Kaide’ye kurban veren ve İsrail’in yanıbaşında kontrol dışı bir güç ile karşı karşıya kalmak istemeyen ABD’de şüpheyle karşılanıyor. İşte tüm bu koşullar ABD ile Rusya’yı uzlaşma ile ortak bir inisiyatif almaya itti. ON YILLAR SÜRECEK... ABD-Rusya uzlaşması elbette barışın ve Suriye halkının egemenlik haklarının tesisi anlamına gelmiyor. Her iki ülke de bölgesel çıkarlarını tehdit eden bir süreci kontrol altına almaya çalışıyor. Tartus Üssü’nün korunması, İsrail’in güvenliğinin korunması, işbirlikçi aktörlerin olası bir geçiş sürecine dahil edilmesi gibi önceliklerle hareket edecekler. Öte yandan çatışmaların yakın vadede durması mümkün değil. Yüzlercesi Türkiye kökenli olmak üzere 15 bini ağır silahlarla donatılmış El Kaide-El Nusra mensupları ve on binlercesi de Suriye ordusu kaçakları olmak üzere 70 bin silahlı muhalif, ne Beşar Esad yönetimi ile ne de ülkenin Hıristiyan, Kürt, Alevi ve Esad destekçisi Sünnilerden oluşan çoğunluğu ile uzlaşma niyetinde. Silahlı grupların ve rejimin

şiddeti Suriye’de onarılması güç toplumsal yaralar ve düşmanlıklar yaratmış durumda. Bu gerçek hem Suriye yönetimi, hem de Rusya tarafından ifade edildi. Suriye’de rejimle müzakere yolunu seçerek hükümete giren sol muhaliflerden Ulusal Uzlaşma Bakanı Ali Haydar, savaşın on yıllar boyunca sürebileceğini ve hiçbir tarafın diğerini alt etme şansı olmadığını söylemişti. Son olarak Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da “Bu savaşı kimse kazanmayacak” dedi. ABD’nin BM’deki temsilcilerinin yeniden çözüm süreçlerini zorlaması ABD’nin de aynı fikri paylaşmaya başladığı şeklinde yorumlandı. TEHL‹KEL‹ ‹L‹fiK‹LER Türkiye ve Katar ise özellikle El Nusra Cephesi’ni desteklemeyi sürdürüyor. ABD’nin, terör listesine aldığı bu gruba dönük desteklere Esad’ı sıkıştırdığı için bir yere kadar göz yumacağı ancak Esad’ı deviremeyip El Kaide’nin bölgede kökleşmesine yol açması halinde tutum değiştireceği düşünülüyor. Türkiye, uluslararası ve bölgesel güçler tarafından on yıllar sürebileceği kabul edilmiş yanı başındaki bir savaşa en tartışmalı aktörlerle kol kola angaje olmanın bedelini çok ağır ödeyecek. Kürt sorununun bölgeselleşmesi ve en uzun sınır boyunun istikrarsızlaşmasının yanı sıra bir de mezhepçi çatışma riski ve El Kaide sorunumuz olacak.

Mısır halkının umudu İslamcılarda değil M

ısır’da İslamcıların ağırlıkta olduğu kurucu meclis tarafından, laik partiler yok sayılarak hazırlanan anayasa değişikliği için düzenlenen iki turlu referandum tamamlandı. Katılımın ilk turda yüzde 38, ikinci turda yüzde 20 gibi düşük bir oranda kaldığı referandumda İslamcılara göre yüzde 60 evet oyu çıktı. Hayır oylarının fazla olduğunu savunan muhalefet iktidarın hile yaptığını belirtirken, İslamcılara göre dahi, başkent Kahire’de hayır

oyları önde çıktı. İslamcı iktidarın, halkın en fazla yüzde 12’sinin onay verdiği anayasayı yürürlüğe koyması karşısında, muhalefet anayasanın bir meşruiyeti kalmadığını belirterek sokak eylemlerini yeniden başlatma çağrısı yaptı. İslamcıların hazırladığı anayasa Hüsnü Mübarek dönemindeki gibi neoliberal içeriğini korumakla birlikte şeriat vurgusunu güçlendiriyor. Bugüne kadar yürürlükte olan 1972 Anayasası “Anayasa’nın temel kaynağı şeriattır” diyordu. Yeni anayasada El Ezher Üniver-

sitesi’ne fiili şeyhülislamlık yetkisi verilirken, semavi dinler dışındaki inançlar “inanç özgürlüğü” kapsamından, “dine ve peygambere yönelik eleştiri” ise ifade özgürlüğü kapsamından çıkarılıyor. Muhalefet, anayasa değişikliği sürecinde meşruiyeti tartışmalı İslamcı ağırlıklı parlamentonun laik güçleri yok saymasını eleştiriyor. Hüsnü Mübarek’in devrilmesinin ardından yapılan parlamento seçimleri, Tahrir Meydanı’na çıkan asıl aktörlerin yeterince hazır olmadığı bir dönemde, baskın se-

çim şeklinde gerşekleşmiş, sistemle uzlaşıp Suudi ve Katar parasıyla finanse edilen Müslüman Kardeşler ve Selefi Nur Partisi ise güçleriyle orantısız bir zafer kazanmıştı. Böylece İslamcılar parlamentoda %70 civarı bir ağırlık elde etmiş ancak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde İslamcı oy toplamı %50’lere gerilemişti. Anayasa oylaması sonrası yeni durum, sokak hareketinin daha da bilendiği ve İslamcı iktidarın toplumsal temelinin zayıfladığı yeni bir kriz sürecinin kapılarını aralıyor.

Sudan’da zam, zulüm, isyan Sudan’da temel ürünlere yapılan zamlar öğrencileri isyan ettirdi. Sokaklara çıkan öğrencilerden dördü polis tarafından öldürüldü. Öğrencilerin bütçeyi protesto eden işçi eylemleriyle buluşması halinde sarsıcı bir toplumsal muhalefet dalgası açığa çıkacak.

Macaristan’ın ODTÜ’sü

M

acaristan’da hükümetin eğitim reformu kapsamında üniversiteleri paralı hale getirecek kararı alması, öğrencileri harekete geçirdi ve eylemler başladı. Eylemlerin 3'üncü gününde hükümet geri adım attı. Başbakan Viktor Orbán kararın geri çekildiğini resmen açıkladı. Öğrenciler tüm eğitim reformunun elden geçirilmesini ve değişliklerde öğrenci ve öğretmen kurumlarının ve federasyonlarının da söz sahibi olmasını talep etti. Hükümetin geri adımına rağmen öğrenciler talepleri için genel boykot ilan etti.

Madrid’de sağlık eylemi

İ

spanya sağlık hakkı için sokakları terk etmiyor. Mariano Rajoy liderliğindeki muhafazakar hükümetin bütçe kesintilerine karşı sağlık emekçileri başkent Madrid'de bir kez daha buluştu. 2013 yılından itibaren yürürlüğe girmesi öngörülen sağlık sistemi planında, eyalet hükümeti en büyük 6 hastanesinin özelleştirilmesi kararından sonra 270 sağlık merkezinden 27’sinin de kapatılmasına karar verdi. Sağlıkta yıkımın durdurulması için hekimler, sağlık emekçileri ve sağlık işçileri eyalet meclisine yürüdü.

Rahat uyu Buazizi

T

unuslu genç işportacı Muhammed Buazizi’nin 17 Aralık 2010’da bedenini ateşe vererek Arap halk hareketlerini tetiklemesinin üzerinden iki yıl geçti. Ortadoğu’nun yeni proletaryası, ABD işbirlikçisi neoliberal despotları devirerek açtığı yolda karşısında emperyalist manipülasyonları, işgalleri, iç savaşları, emperyalizmin imdadına yetişen İslamcıları bulduysa da "bu su" durmuyor. Buazizi, ölümünün ikinci yıldönümünde eylemlerle anıldı. Tunus Sendikaları Genel Konfederasyonu, Nahda iktidarının hak gasplarına, işsizliğe, yoksulluğa ve sosyal adaletsizliğe karşı 13 Aralık’ta düzenlenen genel grevden sonra Buazizi’nin ölüm yıldönümünde bir

kez daha sokağa çıktı. Binlerce kişi ellerinde Buazizi’nin resimlerini taşıyarak “Halk hükümetin düşmesini istiyor” sloganlarıyla meydanlara çıktı. Eylemlerde zamlar, eğitim ve sağlık alanındaki politikalar protesto edildi, halkın haklarına yönelik gasplara izin verilmeyeceği ifade edildi. Nahda yanlıların işçi eylemlerine ve grevlerine yönelik saldırıları da yürüyüşlerde vurgu yapılan konulardan biriydi. Halk, yeni bir diktatörlük rejimi istemediğini haykırdı. 17 Aralık eylemlerine yoksul kentlerde ve mahallelerdeki katılımın yüksek oluşu, işsizlik ve yoksulluk karşısında oluşan tepkiyi gözler önüne serdi. Bu bölgeler, Ennahda’nın iktidara gelirken ciddi oylar elde ettiği yerlerdi.

İsrail’e veto kalktı

T

ürkiye, İsrail’in NATO ile işbirliğine koyduğu vetosunu kaldırdı. Jerusalem Post Gazetesi, Türkiye’nin onayının NATO’nun Suriye sınırına patriot hava savunma sistemi yerleştirme kararının ardından geldiğini yazdı. NATO Genel Sekreteri'nin "girişimlerinin" sonucunda İsrail NATO ile askeri tatbikatlara katılamayacak, İsrail sadece NATO’nun, seminer ve kurs gibi faaliyetlerine katılabilecek, Türkiye ve İsrail personeli sadece bu kapsamda bir araya gelecek. İsrail’in NATO faaliyetlerine katılımı 2013 itibarıyla başlayacak.


6

KENT 27 Aral›k 2012 / 9 Ocak 2013

Halk›n Sesi

Kentsel dönüflüm A¤›r Roman’› yakt› ürkiye’de son yıllarda ‘Kentsel Dönüşüm’ adı T altında tatlı bir masal anlatılıyor; reklamlarda, medyada her yerde insanların rüyalarını süsleyecek evler sergileniyor. Oysa o evlerin yapılabilmesi için önce o sitelerin inşa edildiği yerlerde yaşayan insanların ayakaltından temizlenmesi gerekiyor; çünkü oralar boş araziler değil binlerce insanın yaşadığı yerler, yuvalar… Haritada evlerinin işaretlenmesi ile yaşamları değişmeye başlıyor orada yaşayanların. Bir anda dozerlerin, belediye ajanlarının, inşaat firmalarının cirit attığı, insanların canlarından bezdirildiği, zorla ikna edilmeye çalışıldığı, tehdit edildiği, kamulaştırma tehdidiyle korku salınan, her türlü psikolojik taciz ve baskının kol gezdiği, insan yaşamının pazarlık konusu gibi görüldüğü acımasız bir süreç hakim olmaya başlıyor rant kıskacına alınan bu yerlerde. Kirli işler, kirli dolaplar, kirli ilişkiler, kirli paralar havada uçuşuyor; en önemlisi belediye ve sermaye omuz omuza devletin bütün imkanlarını kullanarak halka saldırıyor. Bu gerçekleri ucundan ifşa eden kim olursa yanıyor! Tıpkı bir süre önce Star’da oynayan ve gerçek bir dönüşüm alanında, Fener-Balat-Ayvansaray’da çekilen Ağır Roman dizisinin başına geldiği gibi… Evet Ağır Roman dizisi benim de 5 yıl önce bir ev alıp yerleştiğim ve mahallelilerle birlikte evlerimizi kaybetmemek için mücadele verdiğimiz Fener-Balat-Ayvansaray’da gerçek bir hikayenin ortasında çekiliyordu. Oyuncu arkadaşlarla da tanışma ve dizinin içeriği hakkında sohbet etme şansım olmuştu. Onlarla konuştuğumda benim diziye ilişkin eleştirim şunlardı: dizi inşaat firmalarının evlerimizi, mahallelerimizi nasıl hedef haline getirdiğini, tapuları ele geçirmek için her türlü entrikaya başvurduğunu, insanlık dışı yöntemleri kullanmaktan çekinmediğini, mahalleyi ele geçirmek için mahalledeki her insanın hayatını tek tek mercek altına alarak insanların zayıf noktalarını kullanarak nasıl insanların özel hayatlarına kadar müdahale edildiğini; zamana yayarak bu bölme ve parçalama operasyonunun nasıl sürdürüldüğünü; aile, komşuluk, dostluk ilişkilerinin zaman içinde nasıl büyük yaralar aldığını çok iyi işliyordu. Yani sermayenin kirli yüzünü, iyi deşifre ediyordu ama belediyelerden hiç söz etmiyordu. Tüm bunların devlet politikası olarak, devlet eliyle, yasalarla desteklenerek yapıldığı gözardı ediliyordu. Evet, direnmekten, birlik olmaktan, tek evin bile satılmaması gerektiğinden, kaybedilen her tapunun davayı kaybettireceğinden bahsediyordu. Bu iyi bir şeydi ve moÇi¤dem tive edici bir mesaj içirmekfiahin teydi ama dizide mücadele örgüsü tamamen mafyatik ‹Ü ‹ktisat düşmanlara karşı mafyatik Fakültesi düzlemde kurulmuştu. Yani Yrd. Doç. Dr. onlar hangi yöntemlerle saldırıyorlarsa, onlar ne kadar çirkinleşiyorsa Kolera halkı da o kadar saldırganlaşıyor, çirkinleşiyordu ve bunların hesabını soran bir devlet ortada yoktu. Varsa bile kanunsuzlardan yana çalışıyordu ve kanunsuzlar hep kazanıyordu… Yoksul halkın adaletini ise sadece mahallenin olağan üstü yetenek ve güce sahip kahramanları sağlayabiliyordu. Oysa gerçek dünyada kahramanlar, kahramanlıklar yoktu… Ayrıca mahalle ikiyüzlülüğün, hırsızlığın, kumarın, yalanın, şiddetin, ölümün kol gezdiği, polisin yetemediği tam bir batak olarak gösterilerek kentsel dönüşüme uğrayan yerlerle ilgili sistemin değersizleştirme politikası bilinçli veya bilinçsiz olarak dizi tarafından da meşrulaştırılmış oluyordu. Sonuçta önerilen mücadele, örgütlü bir halk mücadelesi olmaktan öte kahramanca ama gerçeklerle ilgisi olmayan bir yeraltı mücadelesine dönüşüyordu. Oysa haklılık her şeyi yapma hakkı vermez bizlere, bu bir halk ve haklılık mücadelesi olsa bile. Gerçekte insanlara ‘evlerinizi bu yöntemle savunun’ demenin yanlış olacağını, dizinin mağdur insanlar için faydalı yönleri olmasına rağmen çok önemli sakıncaları da olduğunu söyledim dizi oyuncularına. Tabii ki bu bir diziydi ve çok şey yüklememek gerekirdi, ama dizi gerçek bir mekanda gerçek bir hikayenin ortasında çekiliyordu. Üstelik oyuncu arkadaşların çoğu toplumsal duyarlılığı olan arkadaşlardı. Bu yüzden bu dizinin halka daha yararlı hale getirilmesi için kendimce çaba sarf ediyordum ki koktuğum başıma geldi, dizi kaldırıldı… Sistemler çirkinleştikçe, adaletsizlik ve eşitsizlikler arttıkça, halka yapılan zalimlikleri ve zulmü anlatan, üstü kapatılmak istenen gerçekleri aydınlatmak isteyenlerin cezalandırılmak istenmesi doğaldı; gücün kanunu buydu… Ve ne yazık ki daha iyi günlerimizdi; daha da karanlık günlerin bizi beklediğini dair önemli ipuçları vardı elimizde. Son ODTÜ olayları ve rektörlerin ODTÜ’lüler aleyhine başbakana sundukları destek gibi… Ama umut verici gelişmeler de var: Türkiye'nin her yerinden akademisyenlerden, öğrencilerden tepkiler geliyor; başbakan dalkavukluğu yapan rektörleri protesto eden imza listeleri elden ele dolaşıyor; toplum silkinip baskıcı düzene karşı önemli bir refleks gösteriyor... Bu tepkiler azalmıyor, artıyor; bu da yarınlarımızı kurtaracak mücadele azmini taşıyanların bu ülkede, hala çok olduğunu gösteriyor...

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Kamerhatun Mahallesi Tarlabafl› Bulvar› Caddesi No: 117/6 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

Yıkıma ikna ve para lazım AKP, iktidarı kaybetme pahasına kentsel dönüşümü yapacaktı. Yeni bir iddia da Bayraktar'dan geldi: "Taşın altına kafamızı koyduk" şehirlerde bankaya ait arsaların üzerine yapılacak projelerin gelirinin yarısını da kentsel dönüşüm için kullanacaklarını söyledi. Kentsel dönüşümün finansmanı için Türkiye, uzun vadeli bir borç krizine daha girecek. Evini yıkıp yeniden yapacak halka devlet yüzde 4 faiz desteği verecek, parlatılarak sunulan bu uygulamayla halk borç krizinden kurtulamayacak ve her ay kredi taksiti ödeyecek. Yıkımın ana para kaynağı yine halk olacak.

MEHTAP MET‹NO⁄LU

K

entsel dönüşüm projesinin başlangıcı 5 Ekim'de yapıldı ancak AKP'nin yıkım projesi iki büyük sorununu hala çözebilmiş değil. Birinci sorun kentsel dönüşüm için gerekli olan para; ikincisi de halkın ikna olmadığı dönüşüme karşı direnç oluşturması. Bayraktar kolları sıvadı, pratik ve kolay yoldan daha fazla yıkıma ulaşmak için Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliği'ni yeniledi. Halkı inandırmak için arkasına medyayı aldı, para sorununu çözmek için yurtdışından kredi arıyor.

MEDYADAN TAM DESTEK İkna sorununu çözmek için arayışlar sürüyor. Marmara Belediyeleri Birliği ve Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) işbirliği ile “Medya ve Halkla İlişkiler Boyutuyla Kentsel Dönüşüm” sempozyumunda, medya aracılığıyla halkın kentsel dönüşüme nasıl inandırılacağı tartışıldı. Bayraktar, AKP'nin kentsel dönüşüm 'seferberliğinin' önündeki engellerin susturulması, kötü niyetlilerin elimine edilmesi ve halkın medya yoluyla ikna edilmesi gerektiğini söyledi.

YIKIMIN PARA KAYNA⁄I Bayraktar, kentsel dönüşüm için ilk etapta gereken paranın 20-25 milyar dolar olduğunu, bakanlığın ise dönüşüme ayırabildiği bütçenin 1 milyar lira olduğunu söyledi. Finansman için yurtdışından kredi arayışının sürdüğünü belirten Bayraktar, İller Bankası'nı devreye sokarak büyük-

Kentsel dönüşümün iki büyük sorunu var. Nasıl finanse edilecek? Halk kentsel dönüşüme nasıl inandırılacak?

Mehmet Ali Birand, kentsel dönüşüm projelerinde yanlışların olabileceğini fakat projeleri engelleme noktasına gelinmemesi gerektiğini savundu. Akşam’dan İsmail Küçükkaya, gazetede 10 kez arka arkaya kentsel dönüşüm manşeti yaptıklarını, aslında AKP'nin medyaya verdiği rolü bugüne kadar gerçekleştirdiklerini vurguladı. Sabah gazetesi köşe yazarı Mahmut Övür, kentsel dönüşüm meselesinin bir an önce bitmesi gerektiğini söyledi. Övür, 22 Aralık'ta "Kentsel dönüşüm devrimi" başlıklı yazısıyla görevini aksatmadan yerine getirdiğini kanıtladı. Medyanın kentsel dönüşüm borazanlığını yapmaya dünden razı olduğu böylece ortaya çıkmış oldu. TOK‹’YE KIYAK 4 Ağustos tarihli Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamındaki uygulamalara ilişkin yönetmelik 15 Aralık tarihli yeni yönetmelikle birlikte yürürlükten

kaldırıldı. Yeni yönetmelikte yine eksiklikler olabileceğini söyleyen Bayraktar, bu eksikliklerin uygulama safhasında görüleceğini ve düzeltileceğini belirtti. Yeni uygulama yönetmeliği yasanın uygulanması konusundaki yıkım sürecini net ve açık bir şekilde belirlemiş oldu. İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu 24 Aralık'ta yeni yönetmelik hakkında açıklama yaptı. İMO yaptığı açıklamada, yeni yönetmelikle birlikte yerel idarelerin inisiyatifinin azaltılacağını, meslek odalarının devre dışı tutulacağını, TOKİ’nin “yap-satçı” şirket gibi davranmasının kolaylaşacağını belirtti. İMO, uygulama yönetmeliğini kentsel dönüşüm sürecini düzenleyen değil, TOKİ’nin elini rahatlatan, ayrıcalığını pekiştiren ve meslektaş ile meslek odası arasındaki bağın koparılması doğrultusunda politikalar üreten bir metin olarak değerlendirmenin yerinde olacağını söyledi.

Yumurta korkusu Kentsel dönüflüme ikna sempozyumuna üniversiteliler al›nmad›. Salona girmeye çal›flan Ö¤renci Kolektifi üyelerini özel güvenlikler ve polis engelledi. Üniversiteliler ellerindeki yumurtalar› çevik kuvvet ve salon kap›s›na att›. Milliyet gazetesi E¤itim Editörü Abbas Güçlü konuflmas›nda konferans›n üniversitede

E¤itim-Sen ‹stanbul 6 No'lu fiube Baflkan› ‹smet Akça

YTÜ kimin yanında? “Kentsel dönüflüm politikalar› kent merkezlerinden yoksullar›n kovulup, buralar›n varl›kl›lar›n kullan›m alan› haline getirilmesidir. En temel görevi elefltirel bilgi üretmek olan üniversitelerin kendi kadrolar›n›n görüflünü almaks›z›n bu tarz bir politikan›n yan›nda oldu¤unu aç›klamas› üniversitenin varl›k sebebiyle çeliflmektedir.”

oldu¤una ancak projeleri yapacak mimarl›k, mühendislik ö¤rencilerinin salonda olmad›¤›na dikkat çekti. Güçlü, "Yumurta atmalar›ndan korktu¤unuz için ça¤›rmad›ysan›z daha steril bir ortamda yapsayd›k" dedi.

İstanbULAŞAMIYOR Günler öncesinden yapılan kar uyarısına rağmen belediye önlem almadı. Yollar kapandı, metrobüsler raydan çıktı, metrobüs ve otobüs seferleri iptal edildi, binlerce İstanbullu sokakta kaldı L. MERAL ÜNAL

İ

stanbullunun ulaşım ile imtihanı bitmek bilmiyor. Meteoroloji tarafından günler öncesinden yapılan uyarılara rağmen, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hiçbir önlem alınmaması binlerce İstanbulluyu mağdur etti. Otoyollarda ve sokak aralarında tuzlama çalışmalarının yapılmaması sebebiyle 344 kaza meydana

gelirken, metrobüsler yoldan çıktı, toplu ulaşım seferleri aksadı. İş çıkış saatiyle beraber metrobüslerde yoğunluk hat safhaya ulaşırken, ulaşamayan İstanbullular “Topbaş istifa” sloganları attı. TOPBAfi KAR YA⁄IfiINI BEKLEM‹YORMUfi İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir Topbaş kar yağışı sonucu yaşanan ulaşım rezaletine ilişkin ise şu ifadeleri kullandı: “Kar beklenenden erken geldi, bir daha olmayacağını belirtmek isterim.” Karın mevsim normallerinin üzerinde yağmasının da ulaşamamaya sebep olduğunu öne süren Topbaş, İstanbul Valisi

Hüseyin Avni Mutlu’ya da okulları tatil ettiği için teşekkür etti. ULAfiIM Ç‹LES‹ HER YERDE İstanbul’un yanı sıra kar yağışının ulaşım çilesine döndüğü yerlerden bir diğeri de Tekirdağ oldu. Tekirdağ’ın Malkara-Keşan yolu trafiğe kapatılırken pek çok köy ve mezraya da ulaşım sağlanamadı. Adana’da da şiddetli yağış sonucu kent merkezindeki ana cadde ve bulvarlardaki kanalizasyonlar taştı, çok sayıda ev ve iş yerini sular bastı. Alt geçitler su ile doldu, toplu ulaşım seferleri aksadı, Adanalılar sokaklarda mahsur kaldı.

20 Aral›k günü Zincirlikuyu Metrobüs Dura¤›’ndan...


7

SAĞLIK / ÇEVRE 27 Aral›k 2012 / 9 Ocak 2013

Halk›n Sesi

Zamlar zehir oluyor HEDEF 2023’ÜN YIKIM PLANININ 6 YILLIK HAYAL‹

Sağlıkta ‘ileri’ özelleştirme EVR‹M ÇAKIR

S

ağlık Bakanlığı, 22 Ekim’de hazırladığı “Kamu Özel İşbirliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması Hakkında Kanun Tasarısı’nı” 7 Aralık’ta Meclis Başkanlığı’na gönderdi. Meclis Başkanlığı tarafından Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu ile Plan ve Bütçe Komisyonu'na gönderilen tasarı, daha sonra Meclis Genel Kurulu'na gelecek. 2012 Konya Ekonomi Ödüllerinin 18 Aralık’ta düzenlenen törenine katılan Başbakan, 6 yıllık hayali olan Şehir Hastaneleri Projesi’ni yargı kararları yüzünden bir türlü hayata geçiremediği söyleyerek dert yandı. Erdoğan’ın kendisinden “bu fakir” diye bahsettiği konuşmasında gündeme getirdiği Şehir Hastaneleri Projesi’nin, Sağlık Bakanlığı’nca hazırlanan Kamu Özel İşbirliği Modeli Kanun Tasarısıyla hayata geçirilmesi planlıyor. KAMU-ÖZEL ‹fiB‹RL‹⁄‹ DERKEN? Kamu-özel ortaklığı, devletin bir özel şirket grubu ile en fazla 49 yıla kadar sözleşme yaparak ortaklık kurmasına dayanan bir model. Sözleşmeyle kamu hizmeti verilecek tesisler (hastane, okul, otoyol vb.) özel şirketler tarafından inşa edilecek. Şirketler bu yatırımın karşılığında sözleşme süresi boyunca devletten kira bedeli alacak. Ayrıca yerleşke içinde ana hizmet dışındaki hizmetler de şirketlere devredilerek şirketlerin kâr elde etmesinin önü açılacak. Kamu hastanelerinin tüm arazilerinin ihaleye

AKP’nin “Hedef 2023” sloganıyla “Dev şehir hastaneleri geliyor” diyerek sunduğu proje ile devlet hastaneleri kalkacak, sağlık hizmetinin tamamı sermayeye teslim edilecek

açılmasıyla, devlet hastaneleri kaldırılarak yerine “şehir hastaneleri” inşa edilecek. İhtiyaç duyulan sağlık tesisi, özel sektör tarafından finanse edilip, Kamu Hastaneler Birliği'nin idaresine verilecek. Yüksek Planlama Kurulu’nun onayının ardından şehir hastanelerin imar planını Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yapacak. KAMUNUN DE⁄‹L SERMAYEN‹N YARARI Kamu-özel işbirliğiyle; kamu yararı gözetilerek sunulması gereken eğitim, sağlık, barınma ulaşım gibi en temel hizmetlerin doğrudan sermayedarlara devredilmesinin önü açılacak. Böylece sağlık çalışanları sermayedarların kurdukları hastanelerin (ticarethanelerin) daha çok kâr elde etmesi için çalışan işçiler, sağlık hizmeti alan hastalar ise ticarethanenin müşterileri haline getirilecek.

HER H‹ZMET‹N BEDEL‹ VAR Hastayı müşteri yapması için hazırlanan taslakta çok sık kullanılan ifadelerden biri de “hizmet bedeli”. Yaptıkları yatırım karşılığında devletin şirketlere ödeyeceği para sadece kira bedeli olmayacak. Tasarıya göre, hastanelerde görüntüleme, laboratuar, bilgi işlem, güvenlik, temizlik, yemekhane gibi aklınıza gelen tüm hizmetler yine bu şirketlere bırakılacak, bunlar için de şirketlere “hizmet bedeli” adı altında paralar ödenecek. Türk Tabipler Birliği’nin (TTB) verdiği bilgilere göre bugüne kadar yapılan sekiz ihalede 3 milyar 880 milyon TL sabit yatırım öngörülüyor. Buna karşılık ihaleyi alan şirketlere sadece “kira” adı altında 25 yılda yaklaşık 26 milyar 500 milyon liralık bir meblağ ödenecek. Şimdiye kadar Kayseri, Ankara-Etlik, Ankara-Bilkent, Elazığ, Yozgat, Manisa, KonyaKaratay, İstanbul-İkitelli, Mersin, Adana, Gaziantep, İzmir-Bayraklı, Bursa

ihale ile belirlenebildiği kadarıyla önümüzdeki 25 yıl için 50 milyar liranın üzerinde bir kamu borcu oluşacağını söylüyor. ERDO⁄AN’IN DERT YANDI⁄I YARGI KARARLARI Sağlık Bakanlığı bünyesinde kurulan Kamu Özel Ortaklığı Daire Başkanlığı tarafından daha önce de sağlık kampüsleri projesi yapılmak istenmiş ancak TTB’nin açtığı davalar sonucunda projeleri yürütmesi durdurulmuştu. Danıştay 13. Dairesi, Ankara Etlik, Ankara Bilkent ve Elazığ'daki "Kamu Özel Ortaklığı" yöntemiyle açılan sağlık kampüsü ihalelerinin yürütmesini durdurulmasına ve söz konusu ihalelerin anayasaya aykırı olduğuna dair kararını 8 Ağustos 2012 tarihinde açıkladı. Bursa Tabip Odası tarafından "Entegre sağlık kampüsü çalışmalarında meslek kuruluşlarının, üniversitelerin görüşlerinin alınmadığı, yer seçiminin hatalı olduğu, tarım alanlarının korunmadığı gerekçeleriyle iptal edilmesi" talebiyle Büyükşehir Belediyesi aleyhine açılan dava şehir hastaneleri projesine geri adım attırılmıştı. Bursa Ziraat Mühendisleri Odası'nın da müdahil olduğu davada 25 Eylül’de karar açıklandı. Karara göre Büyükşehir Belediye Meclisi'nin yer seçimini belirleyen kararın yürütmesi durduruldu, sağlık kampüsünün de yer aldığı imar planını iptal etti.

“Şehir Hastanesi-Entegre Sağlık Kampüsü” ihaleleri tamamlandı. 8 ayrı ilde farklı yatak kapasiteleri ile fizik tedavi iyileştirme, psikiyatri ve yüksek güvenlikli adli psikiyatri hastaneleri ihalesi de tamamlanmak üzere. Ayrıca Eskişehir, Kocaeli ve Isparta ihale süreci devam ediyor. Yüksek Planlama Kurulu’na Antalya, Denizli, Diyarbakır, Maraş, Samsun, Urfa, Tekirdağ illerinin yanı sıra İzmir, İstanbul içinde yeni projeler de sunuldu. TTB, yapılan 13

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik kamu özel işbirliği ile kurulacak şehir hastanelerinin ortaya çıkaracağı kamu borcuyla ilgili “Torunlarımız bile bu borcu ödeyemez” diyerek projeye karşı çıktı.

M

akine Mühendisleri Odası 20 Aralık’ta kışın gelmesiyle halkı soba, şofben, kombi ve bacalardan kaynaklanacak zehirlenmelere karşı uyardı. Pahalı enerji fiyatlarının halkı soba kullanmak zorunda bıraktığını söyleyen MMO, belediyelerin dağıttığı kaçak kömürün de çevrenin kirlenmesine neden olduğunu ifade etti. 2011 Ekim’inin başından bu yana doğalgaza yüzde 53,8 oranında zam yapıldığını hatırlatan MMO, ısınmak için gerekli olan elektriğe de 6 ayda yüzde 20 oranında zam yapıldığını belirtti.

HES projesine durdurma

K

astamonu'nun Çatalzeytin ilçesinde yapımı planlanan Yunuslar Regülatörü ve HES projesine açılan ikinci davanın görüldüğü Kastamonu İdare Mahkemesi, “İşlemin yürütülmesinin durdurulmasına” karar verdi. Konuyla ilgili Çatalzeytin Aşıkları Çevre Platformu adına bir açıklama yapan Emin Türkay Öztürk, Akçay deresindeki HES'le ilgili hukuk mücadelesinin sürdüğünü belirterek, deniz dolgusunun yanı sıra derelerin HES'ler ve taş ocaklarıyla kurutulmasına karşı mücadele edeceklerini söyledi.

‘Akıl hastaneleri tarih oluyor’ S

Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ndeki Rodin Heykeli

ağlık Bakanı Recep Akdağ, bakanlığın 2013 planlarını anlattığı basın toplantısında Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanelerinin kapatılacağını söyledi. ''Hastaların depo hastanelere götürüldüğü modelden Toplum Temelli Ruh Sağlığı Modeli'ne geçiyoruz'' diyen Akdağ, daha önce 2011’de, Dünya Sağlığı Günü’nde “hastaların evlerinden uzak hastanelerde aylarca yattığı akıl hastaneleri tarih oluyor” demişti. Ruh ve Sinir Hastanelerinin

Akdağ, Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanelerinin kapatılacağını duyurdu. Yerine açılacak olan Toplum Temelli Ruh Sağlığı Merkezleri hastaların bakımını kadınlara yüklemeyi planlıyor kapatılacağını söyleyen Akdağ, şu ana kadar 50 tane Toplum Temelli Ruh Sağlığı Merkezi açıldığını, bunların sayılarını da 200’e çıkarmayı hedeflediklerini söyledi. Akdağ, bakanlığının 2013 yılı projelerini kapsamında şehir hastaneleri projesiyle açılacak Toplum Temelli Ruh Sağlığı Merkezleri’ni şöyle tanıttı: ''Bütün şehirlerimizde ruh sağlığı problemi olan hastalarımızı toplum içinde tedavi ede-

Asistanlar g(ö)revde ‹zmir’de asistan hekimler Bozyaka E¤itim Araflt›rma Hastanesi, Yeflilyurt E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi ve Behçet Uz Çocuk Hastal›klar› Hastanesi’nde "ifl güvencesi, gelir güvencesi, gelecek güvencesi ve sa¤l›k hakk›na sahip ç›kmak için” g(ö)reve ç›kt›. Hekimler ald›klar› uzmanl›k e¤itimindeki yetersizlikler, olumsuz çal›flma koflullar› ve yetersiz ve sabit olmayan ücretlere dikkat çekmek için 17 Ara-

l›k’ta üç hastanede taleplerini e¤itim görevlileri ve hastalarla paylaflarak poliklinik hizmeti üretmedi. Bozyaka E¤itim Araflt›rma Hastanesi önünde bas›n aç›klamas› yapan hekimler “Art›k yeter” diyerek daha iyi programlanm›fl e¤itim, ifl güvencesi, daha insani koflullarda hayatlar›n› sürdürecek ve emekliliklerine yans›yacak bir ücretlendirme sistemi talep etti.

bileceğimiz, ailesiyle ya da toplumla irtibatını daha yakın tutup rehabilitasyonunu sağlayabileceğimiz bir modele geçiyoruz. (…) yüzlerce kişinin bir arada toplandığı hastanelerden kişinin daha çok kendi ortamında tedavi gördüğü bir modele geçiyoruz.'' 2011’de Dünya Sağlık Günü "Toplum Temelli Ulusal Ruh Sağlığı Eylem Planı"nı açıklayan Akdağ, ruh sağlığı düzgün olmayan hastaların kısa süre

yatarak tedavi görmesinin ardından tedavilerine Toplum Temeli Ruh Sağlığı Merkezleri'nde devam edileceğini söyledi. Akdağ, ağır ruhsal sorunu olan hastalara hizmetin kısa süreli yatış olarak sağlanacağı ve yatışın evlerine yakın psikiyatri kliniğinde olacağını da sözlerine ekledi. ‘RUH HASTALARINA DA KADINLAR BAKSIN’ Hastalara sunulacak sağlık

hizmetinin ailelerine yakın yerlerde verilmesi projesi akıllara şu soruyu getirdi. Kısa süreli yatış tedavisinin ardından evlere gönderilecek hastalara kim bakacak? AKP, devletin yükümlülüğündeki çocuk, yaşlı ve hasta bakımının kadınların kadın olmalarından doğan yükümlülüğü olduğunu söylüyor. Ancak ağır psikiyatri hastalarının tedavisi devlet yükümlülüğünde olacak. Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanelerini kapatılmasının ardından Toplum Temelli Ruh Sağlığı Merkezleri’ndeki kısa vadeli yatışların süresinin ne kadar olacağına bilim insanları karar verecek.

Nükleere seyirci olmayacağız

N

ükleer Karşıtı Platform Mersin’de Nükleer Santral ÇED sürecinin hukuksuz olarak yapılmasını 6 Aralık’ta AKP İlçe binası önünde bir eylem yaparak protesto etti. Platform adına açıklama yapan Sabahat Aslan, Nükleer Santral ÇED sürecinin hukuksuz bir şekilde ilerlediğini, ÇED raporunun ülke gerçeğinden uzak olduğunu dile getirdi. Nükleer santralin vereceği zararların geri dönülemez olduğunu söyleyen Aslan, "çocuklarımız doğamız ve ülkemiz için nükleer santrallere seyirci kalmayacağız” dedi.


8

EMEK 27 Aral›k 2012 / 9 Ocak 2013

Halk›n Sesi

Haber-Sen’den PTT eylemi

‘O çimento su al›yor’ I Rize’de üreticiler, Çaykur’a ait Taşlıdere Çay Fabrikası için Karadeniz Sahil Yolu’nu trafiğe kapattı. Arazisinin Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’ne devredilmesiyle yıkılması planlanan fabrikaya sahip çıkıp bir hafta boyunca eylem yapan üreticilere 21 Aralık’ta polis saldırdı. Eylemlerde başbakana ve Rize milletvekillerine tepki vardı. Konuşmaların birinde başbakanın “Rize bu memleketin çimentosudur” sözünü hatırlatan üreticiler “Bu çimento denizden su alıyor” dedi.

Süreyyapafla’dan direnifl notlar› üreyyapaşa Hatanesi’nde on yıldır çalışan bir işçiyim. Üç yıldır sendikamız Devrimci Sağlık İş’le birlikte insan onuruna yaraşır bir çalışma ortamı ve güvenceli iş için mücadele ediyoruz. Aynı zamanda sendikamızın işyeri temsilcisiyim. On yıldır çalışmakta olduğum işimden yeni gelen şirketin imzalatmak istediği “tüm haklarımı aldım” yazan gerçekdışı ibranameyi imzalamadığım için üç arkadaşımla birlikte işten çıkarıldım. İşten çıkarılınca boynumuzu büküp gitmek yerine direnmeyi tercih ettik. Çünkü yaşamak direnmektir. Çünkü buradan gittiğimizde çalışacağımız yerlerde yine taşeron şirkette çalışacağız. Yine birkaç ay sonra işten atılmayacağımızın bir garantisi yok. Gidip iş aramak yerine yıllardır örgütlü olduğumuz işyerimizde direnmeyi, güvenceli iş mücadelesini büyütmeyi tercih ettik. İşten atılınca ilk işimiz hastane yöneticilerine durumu bildirip bu haksız hukuksuz durumu sona erdirmelerini talep etmek oldu. Görüşmelerimizden hiçbir sonuç alamadık. Hastanemiz sendika temsilcileri ve sendikamız yetkilileriyle oturup enine boyuna konuşarak direniş kararı aldık. 23 Temmuz günü dostlarımızla birlikte yaptığımız kitlesel bir eylemle çadırımızı kurduk. Birbirine pek benzemeyen Kürt, Alevi ve MHP kökenli üç işçi, alınterimiz için işimiz için biraraya geldik. Direniş aynı zamanda Ramazan’a denk gelHamdi di. Ramazan boyunca aileleriAzboy mizle iftar edemedik belki ama Süreyyapafla soframızda direnişin sıcaklığı direniflçisi ve mücadele vardı; oruç tutantutmayan tüm dostlarımızla direniş çadırında iftarlarımız şölen gibi oldu. Direnişimiz boyunca üç kişinin işe geri dönmesi için Maltepe ve Kartal muhalefeti adeta seferber oldu. Direnişi ilk gününden itibaren kardeş sendikamız SES’le birlikte hareket ettik. Başta Halkevleri olmak üzere emekten yana olan kitle örgütleri, partiler ve sendikalar direnişimizde bizi hiç yalnız bırakmadı, direncimize direnç kattı. Direniş boyunca yapılan tüm görüşmelerde hastane yöneticisi ve İl Sağlık Müdürü “Tamam haklısınız” dedi, ancak haksızlığın giderilmesi için adım atmadı. Görüşmelerden sonuç alamayınca direnişimizi görünür kılmak için E-5 karayolunu trafiğe kapatıp taleplerimizi haykırdık. İl Sağlık Müdürlüğü önünde yaptığımız basın açıklamasında İl Sağlık Müdürü adına hazırlanmış “Tüm haklarımdan vazgeçiyorum” yazılı ibranameyi gösterdik ve “Siz bu ibranameyi imzalar mısınız?” dedik. Mevsim kışa dönerken bizim yılacağımızı sananlar bir sabah vakti hastane bahçesinde kışlık çadırımızı görünce şaşkına döndü. Defalarca yaptığımız kitlesel eylemlerle gücümüzü ve karalılığımızı dosta düşmana gösterdik. Direnişimizi sonunda zaferle taçlandırdık. Bir arkadaşımız işbaşı yaptı. Bizlerden boş pozisyon çıkar çıkmaz işe başlatılacağımızın taahhüdünü aldık. Hepimiz işbaşı yapmadan çadırı kaldırmayacağız. Hastane yönetimi sözünde durmazsa direnişi büyüteceğimizin sözünü bir kez de buradan veriyoruz.

S

SES’ten sürgün protestosu

I KESK Haber-Sen üyeleri 14 Aralık günü “PTT 1. Lig’e sponsor, gel de PTT’nin halini posta emekçilerinden sor” başlıklı bir açıklama yaparak ağır çalışma koşullarını ve karşılığında alınan düşük ücreti protesto etti. Ankara Posta İdaresi binası önünde mesai başlangıcında biraraya gelen eylemciler PTT’nin 2003’ten bu yana karının yedi kat arttığını, iş yükünün de arttığını ancak personel sayısının aynı kaldığını belirtti. Haber-Sen üyeleri posta emekçilerinin üzerindeki iş yükünün azaltılması istedi.

I Son günlerde Samsun’da yerleri değiştirilen kamu emekçilerinin tamamı SES üyesi. SES Samsun Şubesi 18 Aralık’ta bir basın açıklaması yaparak sürgünleri protesto etti. SES üyeleri son olarak 3 ay önce Samsun Çocuk Yuvası’nda çocuklara şiddet uygulandığını ortaya çıkarmıştı. SES’lilerin şikayetine rağmen başlatılmayan soruşturma, olayın basına yansımasıyla açılmıştı. Olayın faillerine hiçbir işlem yapılmazken olayı ortaya çıkaran SES üyeleri sürgün edildi.

‘Ortaoyununu bozacağız!’ Emek örgütleri, demokratik kitle örgütleri ortaoyununa dönen asgari ücretin belirlenmesine sokaktan müdahil olacaklarını eylemlerle duyurdu ALP TEK‹N BABAÇ

F Asgari ücretlilere elektrik, su, do¤algaz kullan›m› asgari ihtiyaç s›n›r›na kadar paras›z olmal›d›r. Sabah 06.00 09.00 ile akflam 18.00 21.00 saatleri aras›nda ulafl›m paras›z olmal›d›r. E¤itim ve sa¤l›k tümüyle paras›z olmal›d›r.

Tafleron çal›flt›rma yasaklanmal›, güvencesiz çal›flt›rma biçimlerine son verilmelidir.

Devletin toplumla yapt›¤› en büyük toplumsal sözleflme olan asgari ücret, emekçilerin söz ve karar sahibi olabildi¤i bir süreçte belirlenmelidir. Asgari ücret net olarak belirlenmeli, asgari ücret üzerinden al›nan vergiler kald›r›lmal›, bölgesel asgari ücret yolundaki giriflimler terk edilmelidir.

otoğraf çok şey anlatıyor. İşçileri, emek gücünü simgeleyen çarklar patron örgütü TİSK’in ambleminde iki elin arasında resmedilir. İşçi sınıfı üzerindeki kontrolün simgesidir. O amblemin beş metre kadar önünde üniformalarında iflah olmaz çarkların resmedildiği Devrimci Sağlık-İş üyeleri var. Sayıları bir milyonu geçen taşeron işçilerin de örgütlenebileceğinin kanıtı olan Dev Sağlık-İş üyelerinin önünde Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde taşeron şirketlerde çalıştırılan işçiler, tamirat yapıyor. Sağlık alanındaki taşeron işçilerini örgütleyen sendika belki de kanalizasyon çalışması yapan taşeron şirket işçilerine umut vaat ediyor, belki de çok uzak kalıyor. Ne olursa olsun haklarının peşinde koşmanın önemini ve gücünü gösteriyor. Ancak fotoğraftaki belediye işçileri, Dev Sağlık-İş’in yarattığı çizginin önünde daha örgütlenecek ve taşerona baş kaldıracak yüz binlerce işçi olduğu gerçeğini de hatırlatıyor. “Asgari yaşamak istemiyoruz” diyen Dev Sağlık-İş üyeleri 20 Aralık günü Türkiye İşverenler Sendikası’nın (TİSK) merkezinin önünde bir basın açıklaması yaptı. Kanalizasyon çalışması yapan işçiler de TİSK binasının içinde “geleceklerinin belirlendiğini” öğrendi. Dev Sağlık-İş’in itirazı da buydu: “40 milyon kişiyi ilgilendiren asgari ücret on beş kişi tarafından belirlenemez. Asgari ücret top-

lumsal bir konudur ve toplumsal bir pazarlık gerektirir.” Zaten on beş kişinin beşi işveren temsilcisi beşi devletin yani en büyük işverenin temsilcisiydi. Kalan beş kişi de en çok üyesi olan işçi konfederasyonu Türkİş’in temsilcileriydi. Asgari Ücret Tespit Komisyonu asgari ücreti belirlemek için toplantıdayken, eylemci işçiler ay sonunu nasıl getireceklerini düşünüyordu, kanalizasyon çalışması yapan işçiler de. Aynı saatlerde meclis 2013 bütçesini hazırladı ve asgari ücret için 2013’te düşünülen zam oranı yine yüzde 3+3 olarak hesaplandı. İçerideki toplantıdan asgari ücretin belirlenmesi için son toplantının 26 Aralık günü saat 10.00’da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda yapılması kararı çıktı. Toplantı tarihi aslında Dev Sağlık-İş başta olmak üzere asgari ücretin sokakta belirleneceğini ifade eden sendikalar ve demokratik kitle örgütleri için de bir eylem tarihi niteliğindeydi, öyle de oldu. Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, son toplantıda da Ankara’da olacaklarını duyurdu. 26 Aralık’a iki gün kala toplantının 27 Aralık’a ertelendiği öğrenilse de Dev Sağlık-İş Ankara’da olacağını ilan etti. TİSK eyleminin ardından Dev Sağlık-İş üyeleri hastanelerine döndü ve başlattıkları imza kampanyasını sürdürdü. 15 Aralık’ta İstanbul Kadıköy’de, 18 Aralık’ta Adana Balcalı Tıp Fakültesi Hastanesi ile kent merkezinde açılan imza stantların yoğun ilgi vardı.

‘Asgari yaşamak istemiyoruz’ D

İSK, 19 Aralık günü Ankara, İstanbul, Adana, Antalya, İzmir, Antep, Edirne, Konya, Kocaeli, Bursa, Samsun ve Eskişehir’de eylemdeydi. Aynı gün Samsun’da bir başka asgari ücret eylemi vardı. 26 Ocak 2011’den beri Gazi Devlet Hastanesi bahçesinde direnişlerini sürdüren Dev Sağlık-İş üyeleri hastane bahçesinde “Asgari ücret ölümdür” dedi. DİSK’in yanı sıra KESK Merkez Yürütme Kurulu ve Türk-İş bünyesinde yönetime muhalif sendikaların oluşturduğu Sendikal Güç Birliği Platformu da yüzde

3+3’lük zammın kabul edilemeyeceğini, kamusal hizmetlerin parasız olması gerektiğini ve asgari ücretin toplumsal bir pazarlık konusu olduğunu belirten basın açıklamaları yayımladı. KÜRT ‹LLER‹NDE ASGAR‹ ÜCRET EYLEMLER‹ Asgari ücret eylemleri 14 Aralık günü doğudan başladı. Dersim, Diyarbakır, Hakkari Yüksekova ve Mardin Kızıltepe’de sağlık işçileri “Asgari değil insanca yaşam” dedi.

Polis TOBB’u koruyor

T

ürkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) önünde 18-19 ve 20 Aralık tarihlerinde polis ordusu vardı. TOBB’a polis baskını yoktu. Polis, TOBB yöneticilerini haklarını arayan HEY Tekstil işçilerinden koruma görevini yaptı. İşçiler, alacaklarının ödenmesini ve Aynur Bektaş’a verilen ödüllerin geri alınmasını talep etti. İşçiler şubat ayında hiçbir gerekçe gösterilmeden işten çıkarılmıştı. İşten çıkarılan 400 işçi İkitelli’de bulunan fabrika önünde direnişe geçmişti.

TMMOB mücadele ateşini yaktı

T

MMOB'nin etkisizleştirilmesi için AKP'nin hazırlığını yaptığı TMMOB yasasına karşı TMMOB üyeleri İstanbul ve Ankara’da 15 Aralık’ta sokağa çıktı. TMMOB üyeleri “Rantın değil halkın mühendisiyiz”, “AKP elini TMMOB'den çek” dedi. Ankara’daki meşaleli yürüyüşte “Denizimiz, derelerimiz, meralarımız, ormanlarımız, kentlerimiz, köylerimiz, doğamız-ülkemiz-mesleğimiz ve örgütümüz TMMOB için mücadele meşalesini yakıyoruz" yazılı pankart taşındı.

“Asgari ücret ortaoyununu bozaca¤›z” diyen asgari ücretle çal›flanlar, Dev Sa¤l›k-‹fl öncülü¤ünde 22 Aral›k günü ‹stanbul’da AKP fiiflli ilçe binas›n›n kap›s›na dayand›.

‹stanbul’un göbe€inde odun ateflinde patates közlemek:

Adım adım kazanılan BEDAŞ direnişi Boğaziçi Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi’nde (BEDAŞ) çalışan sayaç okuma işçileri Enerji-Sen öncülüğünde sürdürdükleri direnişte 208 günün sonunda 14 Aralık günü kazanıma ulaştı. Enerji işçilerinin kazanımında BEDAŞ Genel Müdürlüğü önünde kurdukları ve 24 saat açık olan direniş çadırının büyük payı oldu. 208 gün boyunca her cuma günü Galatasaray Lisesi önünden BEDAŞ Genel Müdürlüğü’ne yürüyen işçiler direnişlerini gündemde tutmayı başardı. Enerji işçileri 13 Aralık günü, BEDAŞ Genel Müdürü’nün verdiği sözleri tutmaması üzerine BEDAŞ binasını işgal etti. Polis zoruyla çıkarılan işçilerin eylemi çadırda devam etti. Bir günlük bekleyişin ardından BEDAŞ, işçileri işe almaya karar verdi ve Enerji-Sen 14 Aralık günü Taksim’de zafer halayı çekti. İşçiler, iki aydır maaşları verilmediği için İş Kanunu’nun

34’üncü maddesi gereğince iş bırakma haklarını kullandıkları için işten çıkarılmıştı. İşten çıkarılan 116 enerji işçisi, 21 Mayıs’ta direnişe geçti. Direnişlerinin ilk günlerinde iş bırakma eylemi yapan işçiler faşist saldırılarla karşı karşıya kaldı. Taşeron şirket Çıra Marsaş’ın patronu Ülkü Ocağı’ndan faşistleri çağırıp işçileri zorla işe çıkartmak isteyince işçiler faşistlerle çatıştı. Polis tarafından gözaltına alınan 4 Enerji-Sen üyesi, yüzlerce enerji işçisinin şirketin binasını abluka altına almasının ardından serbest bırakıldı. Mesai saatlerinde açık tuttukları direniş çadırını 5 Haziran’dan itibaren 24 saat açık tutan enerji işçileri nöbet düzeneğini de buna göre ayarladı. Çadır direnişin kalbi olduğu kadar işçilerin de yaşam alanı olmuştu. İstanbul’un göbeğindeki çadırda işçiler ısınırken yaktıkları ateşte zaman zaman patates bile

közledi. İşçileri ziyarete gelenler çadırda misafir edildi. Direnişe destek olmak isteyenler EnerjiSen yazılı çakmaklardan aldı. Ziyarete gelen sanatçılar şarkılar söyledi, işçiler halaylar

çekti. Direnişle dayanışma için Gaziosmanpaşa Kent Orman’da gerçekleştirilen konsere binlerce kişi katıldı. Direnişlerini duyurmak için Boğaziçi Köprüsü’nü trafiğe kapatan enerji işçileri, çadırları-

nın yakınındaki Martı Otel’e gelen Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ı da, yirmi metre yakınında duran fakat neredeyse hiçbir şekilde direnişlerine yer vermeyen HaberTürk’ü de protesto ettiler.

Enerji işçileri direnişteki diğer işçilerle dayanışmayı ihmal etmedi. Her cuma eyleminde kendileri gibi direnişte olan ve THY bilet satış bürosu önünde oturma eylemi yapan Hava-İş üyelerini ziyaret etti. Güzergahlarında yer alan Kiğılı Mağazası’nın önünden her geçtiklerinde “Kiğılı işçisi yalnız değildir” sloganını haykırdı. Yaptıkları basın açıklamalarında Bursa’daki Arçelik işçilerine selam da gönderdiler, anadilde eğitim ve savunma hakkı için başlatılan açlık grevine destek de oldular, Suriye’de emperyalist müdahaleye ve AKP’nin savaş politikalarına karşı da çıktılar. Adana’daki TEDAŞ işçilerinin direnişinin zaferiyle sevindiler, iş kazasında hayatını kaybeden işçilere üzüldüler ve “sorumlu taşeron sistemidir” diyerek tepki gösterdi. Kısaca, enerji işçileri adım adım zafere yürüdü, direne direne kazandı.

Antalya’da muvazaa kararı

Ç

alışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ndeki 1300 işçinin taşeron şirket aracılığıyla hileli bir biçimde çalıştırıldığına ilişkin raporunun mahkeme kararıyla onanması üzerine, Dev Sağlık-İş üyesi sağlık işçileri 19 Aralık’ta hastane önünde eylem yaptı. Kararla birlikte işçinin her türlü sorunda asıl muhatabının hastane yönetimi olduğu kanıtlandı. İşçiler eylemde hastane yönetimini mahkeme kararının gereğini yerine getirmeye çağırdı.


9

SERMAYE 27 Aral›k 2012 / 9 Ocak 2013

Halk›n Sesi

Al gülüm ver gülüm KP döneminde hayallerimiz bir bir gerçek oluyor. Son olarak önceleri abartı cümlelerinde kullanılan “bunlar yolları da satar” miti gerçek oldu. İstanbul Boğazı’ndaki iki köprünün de içinde bulunduğu bir dizi otoyolun kullanım hakkı 25 yıllık süre için ihaleyle Koç, Ülker ve Malezyalı UEM grubunun kurduğu iş ortaklığına satıldı. Toplam 5 milyar 720 milyon dolara satılan yollardan son 10 yılda kazanılan para 4,5 milyar doları buluyor. Bu demek oluyor ki, 25 yıllık kullanım hakkına sahip şirketler grubu en kötü şartlarda bile 10 yılda verdikleri parayı çıkarıp kar etmeye başlayacaklar. Üstelik bu yolları kullanan araç sayısının son 10 yılda yüzde 76 arttığını düşünürsek bu sürenin kısalması da çok yüksek ihtimal. Hele hele yol kenarlarındaki ticari birimlerin işletme hakkının bu şirketlere verildiği düşünüldüğünde işin rengi daha da değişiyor. Hindistan, Malezya ve Endonezya’da paralı otoyolların hakimi UEM işin ufak tefek teknik boyutunu üstlenecek, Ülker ürünleri yol kenarındaki marketlerde satılacak, en önemlisi de otoyollardaki benzin istasyonlarının tamamı Koç grubuna ait OPET olacak. Bu arada otoyollardaki ve köprülerdeki bakım onarım işleri, geçiş ücretleri, yol ve köprü işçilerin durumu ise şirketlerin kar hırsına emanet.

A

Eski teflvik sisteminin sona ermesi üzerine Trabzon Organize Sanayi Bölgesi’nde 2 bin iflçi iflten ç›kar›ld›. ‹flçiler patronlar›na toz kondurmadan hükümeti protesto etti

AKP’nin zor seçimi 2004’ten beri sermayeye yılda 17 milyar TL aktaran eski teşvik sistemi yerini yenisine bırakırken, birileri batacak birileri çıkacak. İşten çıkartmalar başladı. Sınıf içi ve sınıflararası sert kavgalar yakın UMAR KARATEPE

B

aşbakan Tayyip Erdoğan Anadolu’daki sermaye gruplarını överken sık sık “sırtını devlete dayamadıklarından”, müteşebbüs ruhlarından övgüyle bahseder. Benzer şekilde bazı liberal kalemler de “Anadolu kaplanları” olarak adlandırdıkları kesimleri “gerçek burjuvazi” olarak değerlendirirler. Ancak “kaplanlar” son günlerde devlet kapısında ağlıyorlar. Dertleri ise 2004 tarihinden beri yürürlükte olan 5084 sayılı teşvik yasasının yılbaşında sona erecek olması. Daha önce 2008 ve 2009 yılında birer kez uzatılan teşvik 49 ilde uygulanıyor, sigorta primi işveren hissesi desteği, gelir vergisi stopajı desteği, yatırımlarda arsa tahsisi, vergi ve enerji indirimi sunuyordu. 2010 yılında ise sadece sigorta primi desteği için bir kez daha 31.12.2012’ye kadar uzatıldı ve bu uzatmanın “son” olduğu söylendi. HER YIL 17 M‹LYAR 2012 yılı itibariyle 31 bin 115

işletmede 766 bin 672 kişi bu teşvik kapsamında istihdam ediliyor. Patronlar bu teşvik sayesinde işçi başına 150-200 TL civarında daha az sigorta primi ödüyorlar. Böylece devlet yıllık 17 milyar 200 bin TL’yi “sırtını devlete dayamadığı” varsayılan patronlara aktarıyor. Yani her sene yapılan bu kaynak aktarımı, köprü ve otoyol özelleştirmesinden elde edilen gelirin üç katı bir meblağa denk düşüyor. Seçim sürecine girilmesinden faydalanmak isteyen patronlar, teşvikin uzatılması için işten çıkarma kozunu oynuyorlar. TOBB ve bağlı odalar başta olmak üzere, 49 ilin irili ufaklı patron örgütleri yaptıkları açıklamalarda aynı ortak mesajın altını kalın bir şekilde çiziyorlar: “İşçi çıkarmak zorundayız.” Kimi illerde işten çıkarmalar başladı. Trabzon Arsin Organize Sanayi Bölgesi'nde çalışan 5 bin işçiden 2 binine işten çıkış için bildirimde bulunuldu. Bartın’da da Tess Çorap Fabrikası 140 işçiyi işten çıkardıktan sonra yasa uzatılırsa işçileri geri alacağını duyurdu.

Patronların bir diğer ortak reaksiyonu ise kayıt dışı işçi çalıştırmayı artırma tehdidi. Şanlıurfa Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı’nın konuya dair bir toplantısında sigortasız işçi çalıştırmanın, sağlık alanında da devlete ağır bir yük getireceği şu sözlerle ifade edildi: “İşsiz görünüp kayıt dışında kalan bu insanlar, Genel Sağlık Sigortası uygulamasında düşük gelirli veya hiçbir geliri olmayan gibi görünecektir.” ‹R‹ KAPLANLAR RAHATSIZ Hükümet ise bu sene yürürlüğe giren daha kapsamlı teşvik paketini gerekçe göstererek eski sistemi kaldırmak istiyor. Zira patronlar “ikisi bir arada” istese de bu iki paketi bir arada yürütmek ekonomik olarak imkansız görünüyor. Bu nedenle her türlü ağlanmaya sızlanmaya rağmen hükümetten geri adım gelmedi. Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı ve Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan yasanın süresinin uzatılmayacağını defalarca dile getirdi. Çağlayan uzatmanın

mümkün olmadığını ilan ederken satır arasında, bu direncinin tek kaynağının bütçe meselesi olmadığını dile getirdi ve 5084 sayılı teşvik yasasının “rekabet bozucu” etkileri olduğunu söyledi. Çağlayan’ın bu vurgusu, AKP’nin zor tercihini gözler önüne seriyor. Çünkü teşvik kapsamında olmayan illerdeki sermaye örgütleri bir önceki süre uzatmada da itirazlarını yüksek sesle dile getirmişlerdi ve bugün ülkede büyüme hız keserken rekabet sertleşecek. Denizli Sanayici, Tüccar ve İşadamları Platformu 2009’da yaptığı açıklamada, 49 kente yönelik teşviklerle “sanayileşmede atılım yapmış illerimizdeki benzersiz girişimci ruh ile yılların ürünü olan deneyim ve birikimin” zayıflatıldığını iddia etmişti. Sadece Denizli değil Antep, Adana, Eskişehir gibi “kendi olanak ve becerileriyle sanayileşmiş” illerin cezalandırıldığı savunulmuştu. Son dönemde de Adana ve İzmir’den de yüksek sesle “uzatılmasın” itirazları yükseliyor. Bu tip geleneksel merkezler

dışında, Denizli, Kayseri, Konya, Antep gibi Anadolu’nun görece irileşen “kaplanları” da teşvikin uzamamasını içten içe istiyorlar, sessizce gelişmeleri izliyorlar. Bugüne kadar yanlış bir biçimde homojen bir blokmuş gibi tartışılan “Anadolu sermayesi”nin farklı katmanları, iç çelişki ve çatışmaları belirginleşiyor. Bu gelişme 2005 yılını hatırlatıyor. 5084 sayılı teşvik yasası o dönem bütçe dengeleri gerekçesiyle IMF ile ilişkilerin gerilmesine neden olmuştu. TÜSİAD da teşvik sistemini “haksız rekabet yaratır” diyerek eleştirmişti. Kaplanların irileşenleri şimdi en iri TÜSİAD’ın fikirlerini savunurken, küçükleri yolda bırakmaya hazırlanıyor. Kriz derinleştikçe 17 milyar daha da kıymete biniyor, sermaye içi mücadeleler şiddetleniyor, AKP için seçim vakti yaklaşıyor. AKP’nin seçimi birilerini kurtarırken birilerini batıracak ancak her durumda sermaye kendi yıkımının faturasını işçi sınıfına kesmeye çalışacak.

‘Güzel öldürdünüz’ ödülü

KESK ve BES’ten bütçe eylemi KESK, 20 Aral›k günü birçok kentte 2013 bütçesini protesto eylemi yapt›. Ankara’da TBMM’ye yürüyen KESK’liler burada bir bas›n aç›klamas› yaparak 2013 bütçesinin savafl bütçesi oldu¤unu belirterek “Halk için bütçe istiyoruz” dedi. KESK’liler bütçenin demokratik bir flekilde haz›rlanmas›n›, sendikalar›n da bütçe haz›rlanma sürecinde olmas›n›, vergi kaç›rmay› özendiren vergi aflar›na son verilmesini, silahlanma ve fliddete dayanan bütçeden ve kamu reformu ad› alt›ndaki politikalardan vazgeçilmesini talep etti. Ayn› gün KESK’e ba¤l› Büro Emekçileri Sendikas›’n›n (BES) da bütçe eylemleri vard›. BES üyeleri 22 Aral›k’ta birçok kentte ifl b›rakt›. Vergi dairelerine ve SGK ‹l Müdürlüklerine, Ankara’da da Maliye Bakanl›¤›’na ard›ndan da TBMM’ye yürüyen BES’liler ek ödemelerin emekli ayl›¤›na yans›t›lmas›n›, fazla mesai ücretlerinin seyyanen yap›lacak bir zamla maafllara dahil edilmesini, dolayl› vergilerin bütçe içindeki oran›n›n düflürülmesini, rotasyon ve performans uygulamalar›na son verilmesini, servis, yemek ve kreflin paras›z olmas›n›, SGK ödemelerinin yeniden yap›lmas›n›, 4/C’li personellerin kadroya geçirilmesini ve herkesin kamusal hizmetlerden paras›z yararlanmas›n› talep etti.

KOÇ AKP’Y‹, AKP KOÇ’U KOLLUYOR Bu son özelleştirmeyle AKP bir kez daha sermaye dostu olduğunu ve bu sermayeyi ağırlamanın, sırtını sıvazlamanın bedelini hep halka ödetileceğini ilan etti. Bu özelleştirme aynı zamanda gelecekte kullanılacak kamu kaynağının bugünden kullanılarak tipik bir günü kurtarma Engin politikası olarak AKP’nin haneDuran sine yazıldı. AKP döneminde hızla engin.duran @yahoo.com büyüyen, karlılık oranlarını artıran ve devletin özelleştirme pastasından payını almayı hiç ihmal etmeyen Koç grubu, AKP’ye olan ilgisini iltifatlarıyla ulu orta gösteriyor. En son olarak Rahmi Koç emekli olduktan sonra veda teşekkürü niteliğinde, AKP’nin 3 dönemdir Türkiye’yi iyi yönettiğini ve olası bir Başkanlık sisteminin de Tayyip Erdoğan’a yakışacağını savundu. Aslında Rahmi Koç kendi tarafından yani sermaye tarafından bakınca, AKP’nin yönetimini takdir etmekte haklı. Mesele zaten tarafı… Son 10 yıllık dönemde Koç Holding’in satışları 11 milyar dolardan 52 milyar dolara çıkmış. Aynı şekilde karlılığı da 2002 yılında iki haneli milyon dolarlar seviyesinde iken 2011 yılında 3 milyar dolar 148 milyon dolar oldu. Bu kar sıçramasında 12 Eylül 2005 yılında Tüpraş’ın yüzde 51’inin Shell ile ortaklık kurarak satın alınmasının payı çok yüksek. Tüm satışlarının içinde Tüpraş’ın payı, diğer enerji sektörü gelirleriyle birlikte yüzde 60’ları buluyor. İşin özeti, bu kadar sırtının sıvazlanması, karlılık için imkânlar oluşturulması karşısında Rahmi Koç’un bir teşekkürü az bile. Çok görmemek lazım. AKP ile Koç’un dostluğu, sermaye ile iktidarların samimiyetinin, karşılıklı birbirilerini kollayıp güçlendirmelerinin en güncel, en somut örneklerinden. Bu ne ilk oldu ne de son olacak. Bu al gülüm ver gülüm düzenini bozacak olan ise emek güçlerinin daha çok mücadele, daha çok sokak deyip yaşamın asgarisini değil insancasını hak ettiklerini cümle âleme göstermesi.

1 yılda 17 8 yılda 36 işçi ölümü istihdam ödülü getirdi

K

onya’da 2012 Ekonomi Ödülleri’ni dağıtan Başbakan Tayyip Erdoğan, Cengiz Holding’e ait Eti Alüminyum AŞ’ye de ödül verdi. Ödül, “ihracat şampiyonu holdinge istihdama yaptığı katkıdan dolayı” verildi. 17 Aralık’ta ödül töreni yapılırken Cengiz Holding’e ait Eti Bakır İşletmeleri'nde 22 Kasım'da meydana gelen iş kazasında yaralanan ve Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde tedavi gören Mustafa Eren yaşamını yitirdi. Eren'in ile birlikte Samsun’da yaşamını yitiren işçilerin sayısı 7'ye yükseldi. Cengiz Holding, ortağı olduğu Özaltın firmasıyla bir-

likte Adana Gökdere Barajı’nın inşaatını yaparken 24 Şubat’ta derivasyon tünelinin patlaması sonucu 10 işçi hayatını kaybetmişti. Eylül 2004’te Kastamonu’nun Küre ilçesinde 19 işçinin hayatını kaybettiği yangının çıktığı bakır madeni ocağı da Cengiz Holding’e aitti. Sadece bir yılda 17 işçinin ölümünden sorumlu şirkete Başbakan’ın “istihdam” ödülü vermesi, Ömer Dinçer’in ölen madencilerin ardından söylediği “güzel öldüler” sözünü akla getirdi. Bu ödülle bu kez ölüme değil öldürene güzelleme yapıldı. Erdoğan Cengiz Holding’in de dahil

Mafya M patrona polis koruması

olduğu ödül sahibi patronlara şunları söyledi: “Bütün imkansızlıklara rağmen adeta çölün ortasında vahalar yeşerttiniz. Aldınız, sattınız, ihracat yaptınız ve yoksullara ekmek kapıları açtınız.” Öte yandan “yoksullara ekmek kapıları açtığı” için ödül verilen Cengiz Holding’in sendikaya üye olan işçileri işten atıp, taşeron ve geçici işçi çalıştırarak “istihdam yarattığı” biliniyor. ‹fiÇ‹ KANIYLA ‹HALE Cengiz Holding’in yönetim kurulu başkanı Mehmet Cengiz, Tayyip Erdoğan’ın hemşerisi ve yakın dostu olarak biliniyor. Elektrik Mühendisleri

afyatik faaliyetleriyle bilinen Erol Evcil’in tartışmalı biçimde sahip olduğu Sivas Demir Çelik Fabrikası’nın işçileri üç aydır maaşlarını alamadıkları için 21 Aralık’ta eylem yapınca polis saldırısına uğradı. Üretim durduran işçiler kent meydanında eylem yaptı. KESK’in, CHP’nin ve öğrencilerin destek verdiğe eyleme polis biber gazı ve coplarla saldırdı. Direnişlerini sürdüren işçilerle görüşen Vali, işçilerin tüm alacaklarının 10 Ocak’a kadar verileceğine dair “kefil oldu”. Fabrikayı kara para ile ele geçirdiği eski polis şefi Hanefi Avcı’nın raporlarında tespit edilen Evcil, alacaklısı Nesim Malki’yi öldürt-

Odası’nın girdiği enerji ihalelerinde yolsuzluk yaptığı yönünde raporları bulunan Cengiz Holding AKP döneminde Türkiye'nin en büyük holdingleri arasına girdi. Ortakları Limak ve Kolin ile birlikte Uludağ, Çamlıbel ve Akdeniz Elektrik dağıtım ihalelerini alan Cengiz Holding son olarak 14 Aralık’ta aynı ortaklarla BEDAŞ’ın ihalesine girdi. Cengiz Holding ve ortakları ihaleyi 1 milyar 960 milyon dolara aldı. BEDAŞ Ağustos 2010’da başka bir konsorsiyuma yaklaşık 3 milyon dolara satılmış ancak ortaklar arasındaki anlaşmazlık nedeniyle devir gerçekleşememişti.

mekten müebbet hapse mahkum oldu. Dava şu an Yargıtay’da. Evcil, fabrikaya Türk Metal Sendikası’nı sokmuştu. Türk Metal bu direniş sürecinde ortalıkta görünmeyip işçileri yalnız bıraktı.

Arif olan anlar M

erkez Bankası (MB) Para Politikası Kurulu bankalara uyguladığı faizde indirime gitti. “Politika faizi” adı verilen oranın yüzde 5.75’ten yüzde 5.50’ye çekilmesinin en önemli sebebi büyümedeki sert fren. Faizlerin düşmesiyle MB’den bankaların kasasına daha bol para girmesi ve bu paranın ekonomiyi kısmen canlandırması hedefleniyor. Ancak bankaların bu faiz oranını kredi verirken yansıtıp yansıtmayacağı şüpheli. Faiz indirimi, hükümet içi bir krizin de hatırlanmasına neden oldu.

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın ısrarları sonucu Ağustos 2011’den beri faizler inmiyordu. Zafer Çağlayan ise bunun “frene basmak” anlamına geleceğini söyleyerek indirimde ısrar ediyordu. Bu ikili basın üzerinden de tartışmış, Başbakan Erdoğan Çağlayan’ı haklı gördüğünü söylemişti. MB’nin karar alacağı gün açıklama yapan Ekonomi Bakanı Çağlayan, alınacak kararın “siyasi baskı”ya bağlanmasını istemediğini ifade etmiş, “ben bugün hiçbir şey söylemeyeceğim ancak ne demek istediğimi arif olanlar anlar'' demişti.


10

KİBELE 27 Aral›k 2012 / 9 Ocak 2013

Halk›n Sesi

AKP yetersiz de¤il fail KP kadınlar için projeler düzenliyor ve bu projelerle kadına yönelik şiddete karşı çalıştığını iddia ediyor. Gelin görün ki kadına yönelik şiddet artmaya devam ediyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin geçtiğimiz günlerde “Bu parlamentonun kadına yönelik şiddete tavır koymasından gurur duyuyorum” diye konuşurken, hangi sonuçlara dayanarak gurur duyduğunu anlamak zor; çünkü haberler her gün öldürülen yeni kadın isimlerini saymaya devam ediyor ve hala istatistiklere her gün beş kadın sadece "rakam" olarak yansıyor. İstatistik gibi görünen bu beş kadın, aslında komşumuz, kızkardeşimiz, annemiz, bizden biri. Her gün beşimiz ölüyoruz. AKP uygulamalarına göz attığımızda kadına yönelik şiddete karşı hiçbir somut adım atılmadığını görüyoruz. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Sıfır Tolerans” diye bir vaatte bulundu ve “Beyaz Kurdele İmza Gecesi” düzenledi. Gecede Vuslat Doğan Sabancı, birçok iyi şey yaptıklarını söyleyerek Fatma Şahin'e teşekkür ederken, yine de kadın ölümlerinin arttığını inkar edemedi ve rakamlar artıyor dedi. Kadına yönelik şiddetin ve kadın ölümlerinin artması AKP projelerinin, Sabancı'nın iddia ettiği gibi "iyi" olmadığını, beyaz kurdelelerin de işe yaramadığını gösterirken, sabit kalmayıp artması başka bir gerçeğe daha işaret ediyor: AKP'nin kadın politikası, söylemleri ve uygulamalarıyla kadına yönelik şiddeti arttırıyor! Bakanlığın uygulamalarından biri de Aile Eğitim Programı. Programın kitapçığında geçen aşağıdaki cümleler de bakanlığın, Banu kadınların ev içinde harcadıkları Serveto¤lu emeği yok saydığını ve bu emeği bir emek harcama değil bir banuservetoglu davranış biçimi olarak ve @hotmail.com kadınlara biçilen “analık” rolünün bir uzantısı olarak gördüğünü gösteriyor. Bakanlık bu algıyla, kitapçıkta kadınlara “Şikayet edip, kocanı bunaltma” diyor ve kadınların her işi tek başına nasıl yetiştirebileceğine dair bir de çözüm sunuyor. Bakanlık çıkardığı çalışma programıyla aslında kadınlara "sakın dinlenme" diyor. Kitapçıkta geçen ifadeler aynen şöyle: “Kadınlar ev ve iş sorumluluklarını birlikte yüklendiklerinde kendilerini daha fazla stresli hissedebilirler. Bu stres de evlilik ilişkilerine olumsuz olarak yansır. Eğer çalışan bir kadın iseniz: I Hangi işleri hangi günlerde yapacağınızı belirleyin. Örneğin çamaşır pazartesi gecesi, yemek pazar akşamı gibi. I Gün içerisinde yapmak zorunda olduğunuz işlerle ilgili saat ve süre belirleyin. Örneğin yemeği hazırlama saat 18.00–19.00 arası gibi.” Bakanlığın başka bir projesi, boşanmak isteyen çiftlere verilen "aile terapileri". Şahin “boşanmak isteyen çiftlerle görüşerek onlara 5-6 seans terapi hizmeti sunulacak” diyor. Türkiye’deki kadınların boşanmaya son çare olarak başvurduğu göz önünde bulundurulunca, terapilerin boşanma sürecini uzatıp, kadınları psikolojik olarak yıpratacağını düşünmek yanlış olmaz.

A

‘‹DEAL KADIN’ PROJES‹: ANNE ÜN‹VERS‹TES‹ Ve son muhteşem(!) uygulamalardan biri de Yıldız Teknik Üniversitesi, Esenler Belediyesi ve Emine Erdoğan işbirliğiyle hayata geçirilen “Anne Üniversitesi”. Anne Üniversitesi, “Kadınların eğitimi ve toplumla bütünleşmesi” iddiasında olan ama aksine toplumsal cinsiyetin üniversiteler aracılığıyla yeniden üretildiği ve kadınlara “anneliği” ve “evi” işaret eden bir proje. Esenler Belediye Başkanı Mehmet Tevfik Göksu, yaptığı açıklamada “Anne Üniversitesi deyince insanların aklına ‘yemek pişirme’ ve ‘çocuk yetiştirme’ gibi konu başlıkları gelebilir. Bunlar değil bizim ders içeriklerimiz” diyor ancak konu başlıkları ev ekonomisi, değerler eğitimi, ergen psikolojisi, ailede çatışmayı çözme gibi başlıklardan oluşuyor. Yani proje kadınların kişisel gelişimini dert edinmiyor. Projenin asıl misyonu ideal “anne” ve “eş” modelleri yaratmak. Tüm bu projeler kadına yönelik şiddeti önlemekten uzak ve aslında AKP’nin kadın algısının bir uzantısı. Başbakanın ben “kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” sözleri AKP’nin kadın algısının ta kendisi. AKP kadının “fıtratı” gereği bağımlı, zayıf ve korunmaya muhtaç olduğunu; bu nedenle gözetlenen, kapatılan ve denetlenen olması gerektiğini düşündüğünü söylemleriyle gösteriyor. Doğallığında bu bakış açısının ürettiği çözümler şiddeti önlemekten uzak olurken, kadını aile içine hapsediyor ve kadından "vefakar" eş ve anneyi oynamasını talep ediyor. AKP erkek şiddetine sessiz kalan, her tür aşağılanmayı sineye çeken ve koşulsuz erkeğine hizmet eden kadınlar yaratmak istiyor. Kadın ancak “anne” ve “eş” kimliğinden bağımsız olarak toplumda erkeklerle eşit konumda olduğunda erkek şiddeti önlenebilir ve bunu da AKP'nin hiç istemediğini hepimiz biliyoruz.

‘Üç gündür çalışıyorum dışarıya hiç bakmadım’

Esnek istihdamı teşvik eden düzenlemeler çalışan ama en çok da çifte sömürü şeklinde kadının emeğini görünmezleştirerek sömürünün zeminlerini güçlendiriyor ÖZGÜR GENÇ

H

ükümet tarafından son yıllarda üzerinde çalışılan Ulusal İstihdam Stratejisi belgesi taslağı sık sık kamuoyuna yansıtıldı. Belge, esneklik ve istihdam konusunda bütün çalışanlar açısından ama en çok da kadınlar açısından esnek çalışma koşulları ekseninde çarpıcı maddeler içeriyor. 2013 yılı programı dahilinde de istihdamın arttırılması başlığı altında daha çok esnek istihdam için harekete geçileceğinin ipucu geçtiğimiz ekim ayında verildi. Belgenin içeriğinde istihdam konusunda Türkiye’nin güçlü/zayıf yönlerinin analizi sunularak istihdam konusundaki fırsatlar ve tehditlere yer veriliyor. Bu maddelerde daha çok esnek üretim şekillerinin nasıl yaygınlaştırılabileceği üzerine duruluyor. Örneğin, emekgücü piyasasının zayıflığı, “Mevzuatta var olan esnek çalışma biçimlerine ilişkin bazı sınırlamaların bulunması” şeklinde anlatılıyor. Ancak hemen sonra “fırsatlar” başlığı altında sermayenin içini rahatlatan “Esnek çalışmaya uygun işlerin artması” ve “Esnek çalışmayı daha fazla talep edebilecek genç ve kadın işgücü potansiyeli” durumuna dikkat çekiliyor. SERMAYEN‹N GÖZÜ KADINDA Özellikle AKP hükümetinin iktidara geldiği 2000’li yılların başından itibaren istihdam ilişkilerindeki esneklik vurgusu gittikçe artmaya başladı. Hükümetin ve ser-

mayenin gözünü ilk diktiği yer ise kadın emeği. Kadın emeğinin esnekleştirilmesi yasal olarak ve fiilen AKP tarafından hayata geçirilmeye devam ediyor. Emek hareketi içerisinde kullanılan esneklik tanımı aslen mevcut üretim süreçlerindeki değişimlere uyum sağlamayı tanımlıyor. Hükümet ve işverenler esnekliğin odağına bütün çalışanları koyarken bu süreçten kadınlar değişik şekillerde etkileniyor.

Ev içinde üretimin en önemli noktası ise bu şekilde çalışan kadınların iki sistem tarafından sıkı sıkıya denetlenmesi: Kapitalist ve ataerkil/erkek egemen sistemler. Bu üretim şekli hem sermayenin hem de erkek egemen ilişkilerin çıkarlarına hizmet ediyor. Evde üretim yapan kadınların çevresine örülmüş ve dört duvar arasında kalmış bu ilişkileri anlamanın en önemli yolu ise kadınların deneyimlerini

Eskiflehir Parça bafl› ifl sadece aile bütçesine 3-5 kuruflluk katk› olarak görülüyor. Güvenceli iflin ise kad›nlara u¤rad›¤› yok. Kadınlar toplumsal cinsiyete bağlı rollerin gereklilikleri yönünde belli meslek gruplarında ve üretim alanlarında yoğunlaşıyor. Kayıtdışı alanda kadın istihdamı önemli rakamlara ulaşmış durumda. Özellikle taşeron üretimin tekstil, oyuncak, paketleme gibi alanlarında üretimin en uç noktasını oluşturanlar parçabaşı evden çalışan kadınlar. Bu çalışma şekli ev eksenli çalışma olarak da adlandırılıyor ve bu şekilde çalışanların tamamına yakınını kadınlar oluşturuyor.

kendi ağızlarından dinlemek. İstanbul’un birkaç mahallesinde görüştüğümüz kadınlar bu ilişkiler kıskacındaki yaşamlarını anlatıyor. ÜRET‹M‹N EV HAL‹ Okmeydanı’nda, özellikle tekstil sektörü için parça başı üretim yapan bir kadın (adı saklı) “Zaten her şeyi biz yapıyoruz” diyor. “Ev işini biz yaparız, evlere temizliğe biz gideriz, tekstil atölyelerinden gelen parça başı işleri biz yaparız”. Eve iş alan başka bir kadın ücretlerin

düşüklüğüne dikkat çekiyor ve pazarlık şanslarının olmadığını söylüyor: Genelde pazarlık yapamıyorsun, eğer boncuk işi gibi zor işler değilse. Parça başı 30 kuruş civarı.” Esenyurt’ta evde plastik bardak paketleyen bir kadın, eşinin dışarda çalışmasına izin vermediğini hem de ev işlerini aksatmamak, çocuklara bakabilmek için de en uygun işin bu olduğunu söylüyor. Ücret düşük: 10 büyük koli bardak için 6-8 lira arası. Tam olarak ücreti söylemiyor zira ne işvereni tanıyor, ne de ne kadar alacağını biliyor. Sadece dağıtıcıyı (aracıtaşeron) görüyor. Üstelik aile fertleri arasında yaptıkları iş, iş olarak da değerlendirilmiyor, sadece aile bütçesine 3-5 kuruş katkı olarak görülüyor. Sosyal güvencenin ise onlara uğradığı yok, olursa o da sadece eşleri üzerinden. İlerleyen dönemlerde bu tarz iş yapma süreçlerinin artacağını görmek şaşırtıcı olmayacak. AKP’nin sermayenin çıkarları doğrultusunda çıkardığı ve çıkaracağı yasalar, esnek istihdamı teşvik eden düzenlemeler her çalışan ama en çok da çifte sömürü şeklinde kadının emeğini görünmezleştirerek sömürünün zeminlerini güçlendiriyor. Yeniden üretim ve bakım emeği üstüne bir de çalışma saatleri ve ücretleri belirsiz. Güvencesiz ev eksenli emek, kadını dört duvar arasına sıkıştırıyor. Evlerden birinden ayrılırken “Dışarısı soğuk” diyorum, kadın cevap veriyor “Bilmiyorum hiç. 3 gündür bu işi yapıyorum, dışarıya hiç bakmadım.

Çeflitli uluslararas› raporlara göre Türkiye’de kay›td›fl›l›k oran› erkeklerde yüzde 44 kad›nlarda ise yüzde 71. Sektörel özellikleri ve pazarl›k güçlerinin daha zay›f olmas› dolay›s›yla kad›nlar›n erkeklere göre kay›td›fl› çal›flt›r›lma e¤ilimi çok daha fazla. Örne¤in, 2002-2006 döneminde, kad›nlar daha çok kay›td›fl›na ç›km›fl. 1989-2000 y›llar› aras›nda tar›m d›fl›nda çal›flan kad›nlar›n yüzde 23’ü kay›td›fl› çal›fl›rken, bu rakam 2002-2006 y›llar› aras› yüzde 50’ye ç›km›fl durumda. Erkek istihdam› ile karfl›laflt›r›ld›¤›nda bu rakam erkeklerde 12 puan artarken, kad›nlarda 27 puan artm›fl. Kay›td›fl› ve esnek istihdam flekilleri çal›flanlar›n çal›flma sürelerinin uzamas›na, sosyal güvence d›fl›nda kalmalar›na, ücretlerin azalmas›na, ifl güvencesinin yok olmas›na neden olmakta. (Kaynak: Belk›s Kümbeto¤lu-‹nci User-Aylin Akp›nar, Kay›p ‹flçi Kad›nlar: Kay›td›fl› Çal›flmaya Dair Bir Alan Araflt›rmas›, Ba¤lam Yay›nc›l›k, ‹stanbul, 2012)

Kürtaj hakkı yargılanıyor Ankara’da “Kürtaj haktır, karar kadınların” diyen kadınlar, Eskişehir’de başbakanın “Her kürtaj bir Uludere'dir” sözlerini protesto eden kadınlar yargılanıyor

B

aşbakanın “Her kürtaj bir Uludere’dir”, “Kürtaj cinayettir” sözlerinden dolayı 1 Haziran 2012’de Ankara’da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nda Fatma Şahin ile görüşmek isteyen 27 kadına önce polis saldırmış, sonra da kadınlar hakkında dava açılmıştı. Halkevci Kadınlar ve Üniversiteli Kadın Kolektifi üyelerinin yargılandığı davanın ikinci duruşması Ankara Adliyesi’nde görüldü. Dava öncesi adliye önünde basın açıklaması yapan kadınlar “Kürtaj yasağını durdurduk sıra iktidarınızda” dedi. Davada bir kadın polisin "Kadınlar haklarını aramak için bakan Fatma Şahin ile görüşmeye geldi. Biz de

onları engelledik" ifadesi dikkat çekti. CHP Milletvekilleri Aylin Nazlıaka, Melda Onur ve Binnaz Toprak da kadınları yalnız bırakmadı. Dava, 21 Şubat'a ertelendi. Eskişehir Demokratik Kadın Platformu’nun çağrısıyla başbakanın açıklamasını protesto eden kadınlar da polis saldırısına maruz kalmıştı. 55 kişi hakkında açılan davanın ilk duruşması 20 Aralık’ta Eskişehir Adliyesi’nde görüldü. Duruşma öncesi Adliye önünde basın açıklaması yapan kadınlar “Bu davayı sahiplenmek kürtaj hakkını sahiplenmektir” dedi.

DAVA HUKUKSUZLUKLARLA DOLU Duruşmada hakim Vedat Karakurt kadınlara ve avukatlara söz vermek istemedi ve polisler savunmalarını yaparken söylediklerini düzelterek, onları mağdur gösteren ifadeleri kaydettirdi. Kadınlar, kendilerine tacizde bulunan polis Necmettin Sami’yi duruşma salonunda teşhis etti ancak hakim bu ifadeleri kayıtlara geçirmek istemedi. Eylemde bulunmadığı halde hakkında dava açılan bir kişinin “O gün orada değildim” demesine rağmen, hakim “Bu resimdeki sana çok benziyor ama” dedi. Bu nedenlerle salonda gergin anlar yaşandı. Duruşma 14 Mart’a ertelendi.


11

YÜZ YÜZE 27 Aral›k 2012 / 9 Ocak 2013

Halk›n Sesi

Arınç’ı utandıran kadın vekil

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “Evli bir bayan milletvekili, çocuğu olan milletvekili organını nasıl böyle açıkça konuşabilir, nasıl bundan yüzü kızarmaz” diyerek sözlü tacizde bulunduğu Aylin Nazlıaka ile görüştük. Halkın Sesi gazetesine kendisine yönelik saldırıyı anlatan Nazlıaka, Arınç’ın kişiliğine, cinsiyetine hakaret ettiğini söyledi. Mecliste kadın milletvekillerine yönelik bu

saldırının ilk olmadığını söyleyen Nazlıaka, AKP’nin mecliste kadınları sadece vitrin olarak gördüğünü belirtti. Nazlıaka söyle konuştu: “Arınç, benim kullandığım ‘vajina’ kelimesinden utandığını söyledi. Ancak kendisinin asıl utanması gereken bu ülkedeki çocuk gelinler, tacize, tecavüze, enseste maruz kalan, namus kisvesi altında öldürülen kadınlar, Uludere anneleri, Cumartesi anneleri olmalı.”

Hedef kadını susturmak

A

KP’li milletvekillerinin konuşan bir kadına karşı hiç tahammülleri yok. Bu anlamda burada psikolojik şiddet, hakaret ve cinsel taciz var

F

atma Şahin herhangi bir politika üretemeyen, sadece yaptıkları ile ancak bir halkla ilişkiler kampanyası sürdüren, içi boşaltılmış siyaset uygulayan biri

FATMA GENÇ Meclis’te Bülent Arınç ile yaşadığınız olayı anlatabilir misiniz? Özellikle Arınç’ın sizden “bayan milletvekili” olarak söz etmesi ne anlama geliyor? Siz buna niye itiraz ettiniz? Bütçe görüşmelerinde ben Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bütçesi hakkında bir konuşma yapıyordum. Kürsüdeki konuşmam esnasında Sayın Başbakan Yardımcısı Arınç’ın 2000 yılında Fazilet Partisi Manisa Milletvekili iken Vakıfbank ile ilgili olarak söylediği bazı söylemlerin tutanağını gösterip, bugünkü söylemleri arasındaki tutarsızlığı vurgulamak istedim. Kendisine tutanakları gösterip, “Bu sözlerinizin arkasında mısınız?” diye sordum ve soru sorarken de dönüp kendisinin yüzüne baktım. Son derece doğal bir davranıştı bu. Ancak kendisi “Bana bakmadan konuşun” dedi. Ben de “Bundan rahatsızlık duyuyorsanız bakmayabilirim” dedim ve güldüm. Çünkü komik bir ifadeydi, aslında komik bir dayatmaydı. Daha sonra kürsüye çıktığında Arınç, yaptığı konuşmasında benim kendisine bakma halimi adeta bir cezbeden-cezbedilen ilişkisine indirgedi. Tamamen olanları bambaşka bir yöne çekmeye çalışarak benim kendisine gözle zina yaptığımı, kendisinin ise zarif bir hanımefendinin kendisine bakmasından mahcubiyet duyduğunu ifade etti. Burada benimle ilgili hem flörtist olduğum gibi bir imada bulundu hem de “zarif hanımefendi” diyerek yeniden bir ayrımcılık yaptı. Ben kendisinin yaptığı açıklamaları kınadığımı belirterek bizim mecliste var oluş nedenimizin kadınlığımız değil kişiliğimiz ve birikimimiz olduğunu ifade ettim. Daha sonra Arınç tekrar söz aldığında mahcubiyetinin sebebini benim kürtaj tartışmalarında yaptığım açıklamalar, özellikle de “vajina” sözünü kullanmam olduğunu belirtti. Bunu öyle bir dille söyledi ki, ben edepsiz, iffetsiz, namussuz bir kadınım ve kendi cinsel hayatımı ortaya sermişim gibi bir algı yaratmaya çalıştı. Arınç orada iffetsiz bir kadın profili çizerek beni de o profilin içerisine monte edip, bugüne kadar yaptığım her şeyi hiçleştirerek sadece kadın olmama vurgu yaptı ve benim vajinadan bahsedişimi durup dururken yapılmış bir değerlendirme olarak yansıttı. Oysa ki ben, vajina kelimesini tam da kadın bedeni üzerinden siyaset yapılan bir aşamada, doğru yerde, doğru zamanda söylemiştim. Ancak tabii ki Arınç bunu bambaşka bir yere çekmeye çalıştı. Mecliste olmak cinsiyetçi bir dille karşılaşmayı engellemiyor. Emine Ayna’ya “yaratık” denmesi, Arınç’ın size söyledikleri gibi kadınlığınızı ve kadınlık rollerinizi hatırlatan başka örnekler yaşanıyor mu? AKP’nin zihin haritasına göre bir kadın evli ve çocuklu ise etliye

CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka sütlüye dokunmayan, evinde oturan, çocuk doğuran, çocuklarının ve varsa evde yaşlı ya da engelli bakımını üstlenen ve onlardan sorumlu olan yani ailenin tüm yükünü üstlenen bir kişi olarak tanımlanıyor. AKP meclis içerisinde de kadınları, kadın milletvekillerini sadece birer vitrin olarak görüyor. AKP kadınları düşünen, konuşan, analiz eden, siyaset üreten bireyler olarak değil kendi davranış kodları içerisine sıkıştırılmış, belli yaşam modelini benimseyerek, AKP’ye meclisteki varlıklarıyla daha demokrat bir görüntü verenler olarak görüyor. Dolayısıyla bu tarz örneklerle sıklıkla karşılaşıyoruz. Mesela kadınlar arasında yaşanan tartışmalarda kadınların tartışması siyasi kavgalar değil sokak kavgası olarak yorumlanıyor, hafife indirgenerek cinsiyetçi bir tavırla espri malzemesine dönüştürülüyor. Erkekler arasındaki tartışmalar ise hiç böyle algılanmıyor. Bu anlamda benim yaptığım açıklama da “+18” gibi söylemlerle magazinel olarak ele alınarak daha hafif bir boyuta çekiliyor. Bunun dışında bugüne kadar baktığınızda AKP tarafından kadına yönelik bir politika yoktur. Meclis çatısı altında kadına yönelik söylemler de bu anlamda son derece kurgulanmış bir biçimde sarf ediliyor. Örneğin Maliye Bakanı kriz döneminde “İşsizlik arttı çünkü kadınlar iş arıyor” diyebilirken, Fatma Şahin de bu söylemleri onaylıyor. Ali Babacan, “Kriz bitti, artık kadınlar evine dönebilir” diyebilirken, Başbakan da Dilşat Aktaş’a “Kız mıdır kadın mıdır” diyerek kadınlara yönelik olarak kaç çocuk yapacakları, nasıl doğuracakları, ne şekilde korunacakları gibi konularda söz söylemeyi kendisinde hak gören yani kadını nesneleştiren bir bakış açısını savunabiliyor. Şu an öne çı-

Kimse kadın bedeni üzerinden siyaset yapma hakkına sahip değildir. Bu hakkı AKP’ye vermeyeceğiz kan haliyle kadının tek amacı üremeyi sağlamak olarak görülüyor. Bu anlamda da mecliste kadına yönelik olarak da kadınları korumayan, kadını önemsemeyen ve onu ikinci sınıflaştıran düzenlemeler hızlıca onaylanıyor ve hayata geçiriliyor. Sizce Arınç “vajina” kelimesinden neden bu kadar rahatsızlık duyuyor? Oradaki asıl hedef konuşan bir kadını susturmak. Bunu ben sadece Arınç ile yaşamıyorum. Ne zaman kürsüde konuşma yapacak olsam AKP sıralarından gelen sözlerle yaşanan birtakım tartışmaları deneyimliyorum. Yani konuşan bir kadına karşı hiç tahammülleri yok. Bu anlamda burada psikolojik şiddet, hakaret ve cinsel taciz var. Başından beri konuşmalarının tüm akışına bakacak olursanız, tatlı tatlı muhabbetten bahsediyor, “zarif bir kadın” diyor, arkasından “o kadın” diye benden bahsediyor, yani her noktada bir kadınlık vurgusuyla olaya yaklaşıyor. Tabii hat safhada da kişilik haklarına bir saldırı ve cinsiyetçi bir yaklaşım var. O sırada salonda ben olmadığım için “bir kadın milletvekili” diye söze girip daha sonrasında benden “o kadın”

diye sözlerine devam ediyor. Şimdi, “bu, şu, o” zamirlerinin kullanış biçimleri farklıdır. “O kadın” tanımlamasını adeta bir isim olarak kullanmakta, zamiri isim haline dönüştürmekte ve bu ifadeyi kullanarak aşağılama, ezme, küçümseme tavrı söz konusu. Onun dışında bizler hitap ederken “erkek milletvekili, kadın milletvekili” diye konuşmuyoruz. Ama kendisi “kadın milletvekili” diyerek yine benim cinsiyetime atıfta bulunmuştur. Kadın ya da erkek olmam önemli değildir. Asıl önemli olan benim sözlerimdir. Bu duruma diğer kadın milletvekillerin tepkisi ne oldu? Çok olumlu tepkiler aldım. Her ne kadar Arınç’ın konuştuğu esnada bazı AKP’li kadın milletvekilleri kendisini alkışlamış olsa da BDP’li ve MHP’li milletvekilleriyle birlikte tek vücut olduk. Olayın yaşandığı günden birkaç gün sonra Fatma Şahin kadın milletvekillerine yönelik bir yemek düzenliyordu. Ancak Şahin, bana sarf edilen bu sözleri kınamadığı için bütün kadın vekiller olarak bu yemeğe katılmadık ve gerekçemizle ilgili olarak bir basın açıklaması yaptık. MHP ve BDP’li kadın vekiller de bana yapılanın benim üzerimden tüm kadın vekillere ve kadınlara yapılmış bir tavır olduğunu belirttiler. Bunun dışında bazı partilerin erkek milletvekillerinin eşlerinden de beni arayıp destekleyenler olduğu gibi AKP’li üç vekil de arayarak beni desteklerini belirttiler. Kadınlardan ve erkeklerden aldığım bu dostluk ve dayanışma mesajları beni son derece güçlendirdi. Kürtaj yasası ile devam edecek olursak kürtaj yasasına neden karşı çıktınız? Yasanın yeniden gündeme geleceği konuşuluyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Kürtaj yasası, karar verme hak-

kının kadının elinden alınmasıdır. Bu anlamda kadının kendi bedeni üzerinde verebileceği kararın kadının elinden alınmaması için verilen bir mücadeledir. Siz bugün kürtajı yasaklayarak merdiven altı operasyonlarına, kadın sakatlanmalarına, kadın ölümlerine, kadınların kayıt dışı usulsüz yöntemlerle kürtaj yaptırmak zorunda olacağı bir ortama zemin hazırlıyorsunuz demektir. Bu anlamda kürtaj yasası kadını tamamıyla kuluçka makinesi olarak gören bir zihniyetin yansımasıdır. İşte o noktada bu yasayla ilgili tekrar bir yasa yapıldığını ve yakın zamanda tekrar meclis gündemine geleceğini görüyoruz. Bu noktada ben yine her türlü söylemimle, eylemimle bu yasanın çıkmaması için mücadelemi devam ettiriyor olacağım. Ve onların rahatsız olduğu tanımlamaları da yapmaya devam ediyor olacağım. Çünkü hiç kimse kadının bedeni üzerinden siyaset yapma hakkına sahip olmamalıdır. Bu hakkı AKP’ye vermeyeceğiz. FATMA fiAH‹N: BU PARLEMENTOYLA GURUR DUYUYORUM Bu süreçte Fatma Şahin’in hem sizin karşılaştığınız tavır anlamında hem de genel olarak kadın politikaları konusundaki tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? Fatma Şahin’in tek kadın bakan olması sebebiyle bu zamana kadar onu hemcinsim olması sebebiyle korumak, kollamak yönünde tavır aldım. Bu anlamda kendisine karşı da hep toleranslı oldum. Ancak gözlemlediğim odur ki, Fatma Şahin herhangi bir politika üretemeyen, sadece yaptıkları ile ancak bir halkla ilişkiler kampanyası sürdüren, içi boşaltılmış olan bir siyaset uygulayan ve savundukları ile yaptıkları arasında samimiyetsizlik içerisinde olan birisi. Bu olayda da kendisi beni ne telefonla aramıştır ne de ziyaret etmiştir. Hatta kendisi bunu yapmadığı gibi, bu olaydan hemen birkaç gün sonra parlamento binasında yaptığı konuşmasında da kadına yönelik şiddet konusunda “Bu parlamentoyla gurur duyuyorum” cümlesini söyleyebilmiştir. Dolayısıyla kendisi bu yaşananları yok sayan ve kadına yönelik şiddetle mücadelede bir gram ilerleyememiş olan Türkiye’yi altına atılan imzalarla ilerlemiş gibi gösteren halkla ilişkiler süreci yönetmektedir. Bunu son derece yapay, gerçek dışı ve samimiyetsiz buluyorum. Son olarak eklemek istedikleriniz… Arınç benim kullandığım “vajina” kelimesinden utandığını söyledi. Ancak kendisinin asıl utanması gereken bu ülkedeki çocuk gelinler, tacize, tecavüze, enseste maruz kalan, namus kisvesi altında öldürülen kadınlar, Uludere anneleri, Cumartesi anneleri olmalıdır diye düşünüyorum.

Bülent Arınç hakkında suç duyurusu C HP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka, kendisinin kürtaj tartışmaları sırasında kadın düşmanlığına karşı söylediği “Başbakan vajina bekçiliğini bıraksın” sözüne karşılık “Evli bir bayan milletvekili, çocuğu olan milletvekili organını nasıl böyle açıkça konuşabilir, nasıl bundan yüzü kızarmaz” diyerek sözlü saldırıda bulunan Bülent Arınç hakkında Ankara Adliyesi’nde suç duyurusunda bulundu. Suç duyurusu öncesinde adliye önünde bir basın açıklaması yapan Nazlıaka’ya Halkevci Kadınlar, Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği, Türkiye

Kadın Dernekleri Federasyonu, Kader, KaosGL, Mor Çatı, Üniversiteli Kadınlar Derneği, Türkiye Tabipler Birliği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Ankara Barosu Kadın Komisyonu, KESK Kadın Sekreterliği ve Eğitim-Sen Ankara Kadın Sekreterliği de destek verdi. Arınç’ın kişiliğine, kimliğine, cinsiyetine ve bedenine hakaret ettiğini söyleyen Nazlıaka, Arınç’ın sözlü saldırılarının daha sonra da “Haddini bildiririm” sözleriyle sürdüğünü söyledi. Başbakan Yardımcısı’nın hem iç hukuku hem de uluslararası hukuku ayaklar altına aldığını kaydeden Nazlıaka, “Bu suç

duyurusu sadece Aylin Nazlıaka’nın suç duyurusu değildir. Bu suç duyurusu Türkiye’deki tüm kadınların artık yeter çığlığıdır. Tüm kadınlar adına ayrımcılığa, her türlü şiddete, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, tacize, tecavüze, öldürülmeye karşı bir isyandır” dedi. Konuyla ilgili açıklama yapan Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy, “AKP'liler siyaseten cevap veremediklerinde kadını aşağılama, küçümseme yolunu seçiyor. Hopa’dan sonra başbakanın ‘Kız mıdır, kadın mıdır?’ sözü ile Arınç’ın Aylin Nazlıaka'ya yönelik sözleri aynı zihniyetin ürünüdür” dedi.

Kenetlenerek durdurduk Arınç hakkında bir suç duyurusunda bulundunuz. Peki, bu süreci bir kampanya ile farklı kadınların, kadın örgütlerinin desteği ile örgütlemeyi düşünüyor musunuz? Evet. Kadın örgütleri de buna son derece önem verdi. Onun için bu olaydan ya da bu davadan yola çıkıp, tüm ülkeye yayılabilecek bir kampanyaya dönüşmesi konusunda bir şeyler yapıyoruz. İnanıyorum ki, kadınlar birbirine kenetlendiği zaman dünyayı değiştirebilir. Bunu kürtajda da gördük. Her ne kadar bu nedenle sokağa çıkan kadınlar yargılanıyorsa da kürtaj yasası karşısında kadınların birbirine kenetlenmiş hali çok etkili oldu. Bundan sonra da bizim asıl yapmamız gereken bu karanlık zihniyetin ruhları temizlenene kadar bu mücadelemizi sürdürmek. Eşit yurttaşlık, eşit temsil, eşit haklara sahip olmak, toplumsal cinsiyet eşitliği ve gelecek kuşakların eşitliği için birbirimize sıkı sıkı kenetlenip yolumuza devam etmemiz gerekiyor.

Önlemler tüm kadınlar için alınsın AKP Kadın Milletvekili Fatma Salman kocasından gördüğü şiddet sonucunda hızlı bir koruma ve boşanma süreci yaşadı. Ancak ilerleyen günlerde medyadan birçok kadının şiddetten kaçamadığı, koruma alamadığı için öldürüldüğü haberlerini daha da duyar olduk. Salman’ın karşılaştığı şiddete yönelik üretilen çözümler sizce diğer kadınları da koruyan bir zihniyetin ifadesine dönüştü mü? Fatma Salman’ın yaşadıkları bize şunu bir kez daha hissettiriyor ki; kadına yönelik şiddetin unvan, makam, mevki, siyasi güç gibi herhangi bir ayrımı yok. Her kesimden, her unvandan, her güçten, her sosyolojik ve ekonomik yapıdan kadın bu ülkede şiddet görüyor. Ancak Fatma Salman’ın yaşadıkları Türkiye’nin fotoğrafı değil. Çünkü bir gün içinde boşanma işlemleri gerçekleştirildi, hemen ertesi gün kendisine bir koruma verildi. Bunların yapılması memnuniyet vericidir, ancak onun bunlara sahip olan ayrıcalıklı bir kadın olması çok daha fazla üzücü bir durumdur. Onun için bu önlemlerin tüm kadınlar için alınması, ama her şeyden önce kadına yönelik şiddetin önlenmesi gerekiyor.


12

DOSYA 27 Aral›k 2012 / 9 Ocak 2013

Halk›n Sesi

Katliamı örtme çabası

Yatıp kalkıp ‘Roboski’ demek Daha önce Kürt illerinde gerçekleştirilen benzer a kıyımlarda suçu tek başın TSK’ye atıp kurtulan AKP, Roboski Katliamı için aynı şeyi yapamıyor. Katliamın P üzerinden bir yıl geçti, AK davayı dehlizlerde kaybetm eye çalışıyor.

AKP, ‘şeffaflık’ ilkesiyle hareket ederken eski egemenleri faili meçhullerle, aydınlatılmamış katliamlarla dolu geçmişinden dolayı eleştiriyordu ALP TEK‹N BABAÇ

28

Aralık gecesi Hakkari’nin Uludere İlçesi’ne bağlı Gülyazı (Roboski) köyünün yakınlarında 34 Kürt genci F16’lar tarafından bombalanarak hayatını kaybetti. Tepkiler üzerine medya geç de olsa olayı görmek

Olay›n ard›ndan siyasetçiler taraf›ndan yap›lan ilk aç›klamalara birkaç örnek: Cumhurbaflkan› Abdullah Gül, olay› “çok talihsiz bir olay” fleklinde de¤erlendirirken olayla ilgili araflt›rmalar›n titiz bir flekilde yap›laca¤›n› söyledi. MHP lideri Devlet Bahçeli ölenlerin orada ne ifli oldu¤unu ve sa¤l›kl› istihbarat›n neden temin edilemedi¤ini sorarak olay›n ayd›nlat›lmas›n› istedi. CHP lideri Kemal K›l›çdaro¤lu hükümetin derhal özür dilemesi gerekti¤ini söyledi ve istihbarat›n nereden al›nd›¤› sorusunu sordu. Yaflananalar› kabul edilemez bulan ve olay›n örtbas edilmeyece¤ine dair söz veren AKP Genel Baflkan Yard›mc›s› Hüseyin Çelik, olay› Ergenekon’a havale etti.

AKP bir zamanlar eleştirdiği ‘egemenlerin’ katliamların üzerini örtmek için kullandığı yöntemlerin tamamını şimdi Roboski’yi örtbas etmek için kullanıyor

zorunda kaldı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Olayın Ankara’nın dehlizlerinde kaybolmasına izin vermeyeceğiz” dedi ancak üzerinden bir yıl geçmesine rağmen “Bombalama emrini kim verdi? İstihbarat kimden geldi?” sorularının yanıtı verilmedi, kısaca katliam aydınlatılmadı. Aydınlatılmayan katliam, bir yılı geride bırakırken AKP içinde çatlaklara neden oluyor. Erdoğan’ın dokunulmazlık konusunda AKP’li Kürt vekiller ve AKP’nin Kürt illerindeki parti yöneticilerini hizaya çektiği 14 Aralık toplantısında gündemlerden biri de Roboski’ydi. Başbakan “Roboski” diyen vekilleri azarladı, “Roboski ne demek, Uludere diyeceksiniz” diye çıkıştı. O toplantıda Erdoğan’ın söyledikleri, Roboski konusunda ne düşündüğünü gösterdi: “Daha önce orada 9 asker şehit edildi, teröristleri gören komutan ‘onları kaçakçı zannettik’ diyerek ateş açmadı, uçaklar da geçenleri terörist zannetti.” Erdoğan ardından ekledi: “Kürt açılımı değil, Milli Birlik ve Kardeşlik projesi.” Hatta Kürt sorunu olmadığını belirten Erdoğan “sorun terör sorunudur” dedi. AKP’nin “Kardeşlik ve Kürt açılımı” yalanının kanıtı niteliğindeki Roboski Katliamı aydınlatılmadan geçen her gün AKP ile AKP’nin Kürt illerindeki vekilleri ve bölgedeki yöneticileri arasındaki çelişkiyi

derinleştiriyor. Katliamda hayatını kaybedenlerin büyük kısmı Encü ailesinin mensuplarıydı. Encü ailesi de bir korucu ailesiydi. Devletin PKK’ye karşı silahlandırdığı ailenin fertlerinin yine devletin F16’ları tarafından bombalanması çoğunluğu korucu olan Roboski ve bölgesindeki köylerde devlete ve AKP’ye karşı güveni sarsarak büyük tepki yarattı. Olayın ertesi günü Uludere Kaymakamı, halkın şiddetli protestosuna maruz kaldı. Kaymakamı halkın elinden BDP Şırnak milletvekili Hasip Kaplan kurtardı. Encü ailesinden birçok isim olay yerinde olmamasına rağmen gözaltına alındı ve sorgulandı. 29 Aralık günü Genelkurmay’dan gelen açıklama 34 Kürt gencinin kazayla değil bilerek öldürüldüğünü kanıtladı: “Grubun tespit edildiği bölgenin teröristler tarafından sıkça kullanılan bir yer olması ve geceleyin hududumuza doğru bir hareketin tespit edilmesi üzerine hava kuvvetleri uçakları ile ateş altına alınması gerektiği değerlendirilmiş ve saat 21.37-22.24 arasında hedef ateş altına alınmıştır." TSK tarafından yapılan açıklamanın ilk maddesinde o bölgede yürütülen operasyonların Meclis kararı ile yürütüldüğü yazılıydı. Yani, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel

komutasındaki TSK, AKP’nin emri ile operasyon yaptı ve 34 Kürt genci bombaladı. Hatırlanacağı üzere Genelkurmay’ın açıklamasında bahsedilen yetki, AKP tarafından TBMM’ye sunulan ve 17 Ekim 2007 tarihli ve 903 sayılı karar olarak kabul edilen tezkere ile sınır ötesi operasyonların düzenlenmesi konusunda hükümete verilmişti. 2007’den bu yana birer yıl uzatılan tezkere son olarak 17 Ekim 2011’de TBMM oylaması ile uzatılmıştı. Tezkere, sınır ötesinde düzenlenen her operasyonun siyasi sorumlusunun doğrudan AKP olduğunun belgesi durumunda. AKP’ye olan öfkenin artmasının bir diğer nedeni de daha önce bu tür olaylarda tek başına TSK’yi suçlama yoluna giden AKP’nin bu sefer TSK’ye sahip çıkmasıydı. Başbakan Erdoğan 3 Ocak’taki grup toplantısında “Medyaya rağmen TSK’ye teşekkür ediyorum” dedi ve Hava Kuvvetleri Komutanı’na madalya verdi.

oboski Katliamı’nı protesto ettiği, Katliam’ın aydınlatılmasını istediği için hapiste yatan birçok kişi var ancak Katliam”la ilgili soruşturma sürecinde somut bir ilerleme yok. Katliamla ilgili ilk inceleme Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı ve Uludere Cumhuriyet Savcılığı tarafından yapıldı. 2012’nin ilk günlerinde savcı olay yeri incelemesini yaptı ancak inceleme karadan değil “hava muhalefeti” gerekçe gösterilerek uçaktan yapıldı. Ardından raporlar Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderildi. Başsavcılık, Genelkurmay Başkanlığı’ndan insansız hava aracına ait 4 saatlik görüntüleri talep etti. Görüntüler 23 Ocak günü savcılığa gönderildi. TBMM bünyesinde kurulan İnsan Hakları Komisyonu üyeleri bombardıman görüntülerini izlediğinde 21 Şubat’tı. Görüntüleri izleyen CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu,

Erdoğan, katliamın “Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmasına izin vermeyeceğini” söylemişti ama “kurallara uygun katliam” ve “bilinmesi sakıncalı” belgeler içeren o dosya hala açılmadı

geçenlerin askeri bir faaliyeti olmadığının görüldüğünü ve buna rağmen bombalandığını söyledi. İlk bombardımanın ardından ölenlerin PKK’li olmadığının anlaşılmasına rağmen 40 dakika boyunca bombardımanın sürdüğünü belirtti. Genelkurmay tarafından hazırlanan Uludere konulu bilgi notu 5 Nisan’da Meclis’teki Uludere Komisyonu’na sunuldu. Meclise “devletin güvenliği açısından ifşa edilmemesi gereken belge” damgasıyla gönderilen bilgi notunda katliamın “kuralara uygun” olduğu belirtildi. “Olayın insani boyutuyla üzücü olduğu, ancak askeri açıdan harekat yetki ve kurallar içinde, sınır ötesi harekat karar mekanizması dahilinde icra edildiği” ifadelerinin yazılı olduğu notta is-

tihbaratın “devletin istihbarat birimleri, mili kaynaklar ve kurumlardan” alındığına yer verildi. Meclis Uludere Alt Komisyonu Başkanı AKP Ordu milletvekili İhsan Şener 21 Temmuz’da Genelkurmay’dan istenilen belgelerin bir türlü gelmemesi konusunda şu açıklamaları yaptı: “Bu bilgi, belge saklamak anlamında değil ama. Neticede askeri bir operasyon olduğu için toplumun tamamı tarafından bilinmesinin sakıncalı olabileceği başka bilgi ve belgeler de olabilir. Bunu saklı tutmak lazım. Bu güvenlik politikasını deşifre edecek bilgi ve belgelerin de toplumun iyi niyetli-kötü niyetli bütün fertleri tarafından, yine teröre destek veren, terör yanlısı olan teröre lojistiği olan insanlar tara-

fından bilinmesi sakıncalı.” Üzerinde “Gizlilik kararı” olan dosya Adalet Bakanlığı tarafından 17 Ekim tarihinde gönderilen “Yetkiniz yok” yazısı üzerine Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı’ndan alınarak askeri savcılığa gönderildi. Bu tarihten itibaren dosyaya Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı bakmaya başladı. Gözaltında Kayıplara Karşı Uluslararası Komite Hollanda

Samsun’da 19 May›s Üniversitesi Rektörü, Roboski Katliam›’n› bas›n aç›klamas› yaparak protesto eden 90 ö¤renciye soruflturma açt›. (4 Mart 2012) Roboski'de "Roboski'yi unutmad›k, unutmayaca¤›z, unutturmayaca¤›z" diyerek yap›lan yürüyüfle asker sald›rd›. Roboskili aileler, "Al›n kimli¤inizi bafl›n›za çal›n" diyerek nüfuz cüzdanlar›n› çamurun içine att›. (28 Haziran 2012) Türkiye’nin birçok kentinde Roboski Katliam›’n› protesto eylemlerine polis sald›rd›, çok say›da kifli gözalt›na al›nd›. (29 Ocak 2011) Roboski’de olay yerini ziyaret eden ve aralar›nda katliamda yak›nlar›n› kaybedenlerin de bulundu¤u 4 kifliye para cezas› verildi. Davada temyiz yolu da kapat›ld›. (10 Ekim 2012) YARGI KATL‹AMI DEVLET ADINA ÜSLEND‹

‹stanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde nisan ay›nda meydana gelen patlamadan sonra gözalt›na al›nan ö¤renciler hakk›ndaki iddianame tamamland›. ‹stanbul 23. A¤›r Ceza Mahkemesi taraf›ndan kabul edilen iddianamede Uludere protestosu suç delili olarak gösterildi. Savc› Ekrem Beyaztafl, Roboski Katliam›’nda ölen 34 kifli için “29 Aral›k 2011 tarihinde fi›rnak’ta ölü olarak ele geçirilen 35 kifli” dedi. Savc›n›n sundu¤u rapor mahkeme taraf›ndan kabul edildi. (4 Aral›k)

AKP Diyarbak›r ‹l Baflkan› Halit Advan “dokunulmazl›k” tart›flmalar› sonras›nda istifa etti. Advan’›n ayr›lmas›nda Roboski’nin ayd›nlat›lmamas› ve “Zerdüflt” söylemi de etkili oldu.

AKP’nin karanlık dehlizleri

R

‘Katliamı protesto’ suçu!

Seksiyonu, Roboski Katliamı’nı 12 Aralık günü Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne taşıdı. Türkiye devletinin insanlığa karşı suç işlediği belirtilen suç duyurusunda Başbakan Recep Tayip Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Genelkurmay Başkanı Nejdet Özel'in yargılanması istendi.

Bu haber verilmeyecek Roboski Katliam› Dicle Haber Ajans›, ANF, Sendika.Org gibi muhalif bas›n taraf›ndan duyurulsa da medya uzun süre olay› görmedi. ‹lk olarak gece 01.59’da duyurulan olay, TRT’nin sabah program›nda “son dakika” olarak geçti. CNN Türk’teki Medya Mahallesi program›n›n aç›l›fl konuflmas›nda Ayflenur Arslan Roboski'deki katliam› duyurdu. Arslan'›n anonsunu duyan bir yönetici Arslan'a kulakl›¤›ndan flu sözleri söyledi: "Roboski olay›na girmeyin! Bu haber verilmeyecek." Ancak oluflan tepki medya taraf›ndan örtbas edilecek cinsten de¤ildi ve 30 Aral›k günü art›k Roboski Katliam› tüm medyada yer ald›. Gazetelerin 30 Aral›k Cuma günü att›klar› manflet ve sürmanfletler flöyleydi: Bugün: Sürmanflet ve manfletten olay› görmedi. 1. sayfadan “‹stihbarat facias›” bafll›¤›yla verdi. Cumhuriyet: “Irak s›n›r›nda ‘teröristlerin geçifl güzergah›ndan’ kaçak mazot getiren köylüler hedef al›nd›: 35 ölü” üst bafll›¤› ile “Jetler sivilleri vurdu.” Habertürk: “S›n›rda vahim hata.” Hürriyet: “Çok üzgünüz.” Milliyet: “35 sivile bomba.” Radikal: “35 yurttafla ‹HA bombas›.” Taraf: “Devlet halk›n› bombalad›.” Sabah: “Gediktepe sendromu kaçakç›y› vurdu.” Sözcü: “TSK sivilleri vurdu diyenlere Genelkurmay’dan aç›klama” üst bafll›¤› ile “Silah tafl›yorlard›.” Yeni fiafak: “Ölümcül hata.” Zaman: “Kuzey Irak s›n›r›nda 35 vatandafl›m›z hayat›n› kaybetti” üst bafll›¤› ile “Ölümcül ‹stihbarat.”


13

TARİH 27 Aral›k 2012 / 9 Ocak 2013

Halk›n Sesi

Meğer harem namazgâhmış AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

H

aremi doğru çizen tek ressam Melling imiş. Nereden öğreniyoruz? Atlas Tarih’in Aralık sayısında verdiği “Harem’i çizen ressam Melling’in gravürleriyle İstanbul ve Boğaziçi” adlı kitapçıktan. Ne zaman? Tayyip Erdoğan, Muhteşem Yüzyıl dizisini kastederek, “Birileri bizim tarihimizin savaştan, kılıçtan, entrikadan, iç çekişmeden, maalesef haremden ibaret olduğunu iddia ediyor. Bizden olmayan birileri son derece kasıtlı şekilde bizim tarihimizi bize böyle anlatmaya çalışsa da biz kendi tarihimizi böyle göremeyiz, görmeyeceğiz” dedikten az sonra. Muhteşem Yüzyıl demişken, yine öğreniyoruz ki, Atlas Tarih’in verdiği kitapçıktaki şu ifadelere göre Melling’in İstanbul’u anlatan eseri “muhteşem” bir esermiş: “Sultan III. Selim’in döneminde İstanbul’a gelen Fransız mimar, ressam ve seyyah Antoine Ignace Melling, padişahın kız kardeşi Hatice Sultan’ın Boğaz’daki sarayını restore etti. 18. yüzyılın sonunda İstanbul’un Boğaz kıyıları, Tophane, Pera, Üsküdar, Tarabya, Kağıthane gibi pek çok bölgesini resimledi. Hatice Sultan ile yakınlığı sayesinde Topkapı Sarayı’nın harem bölümüne girmeyi başaran ilk yabancılardan biri oldu. Melling ile Hatice Sultan, Latin alfabesini kullanarak Türkçe mektuplaşıyorlardı. Çalışmaları sırasında haremde günlük hayatla ilgili gerçeğe en yakın resim, Hatice Sultan’ın tabiriyle ‘Melling Kalfa’ya aittir. Melling’in yaklaşık iki yüzyıl önce, 1819’da yayımladığı ‘Voyage Pittoresque de Constatinople et des Rives du Bosphore’ adlı eseri geçen yıl Denizler Kitabevi tarafından aynı isimle ve orijinal boyutlarında İngilizce, Türkçe ve Fransızca olarak basıldı. Bu muhteşem eser…” “Haremi doğru çizen tek ressam Melling”in “muhteşem” gravürleri içinde “maalesef haremden” tek bir çizim var (sağda). “Sultanın hareminin bir bölümünün iç görünümü” adlı bu çizimde, sol tarafta giriş üstü katında toplu halde namaz kılan kadınlar en göze çarpan bölümü oluşturuyor. Sağ altta ise belli belirsiz fiziksel bir yakınlaşma içinde bulunan, af buyurun

Dizi müptelalar› halvet sahneleri ile dolu fleytan ifli ekran ›fl›klar›na gark olurken, Muhteflem Tayyip’in tenkiti üzerine Hürrem’in iki rekat namaz k›l›fl›d›r

Melling’in çiziminde, sol tarafta giriş üstü katında toplu halde namaz kılan kadınlar göze çarpıyor. Sağ altta ise tensel yakınlaşma içinde bulunan iki kadın, detay unsuru olarak yerleştirilmiş koklaşan iki kadın detay unsuru olarak yerleştirilmiş. Belki de Melling, Rönesans’ın bağrında, gerçekte çok yaygın olan eşcinselliğin yasaklandığı 15. yüzyıl Floransa’sındaki ressamlar gibi hareket etmişti. Rönesans ressamları dini öyküleri anlatan koca resimlerin kıyısına köşesine, mesela kilisede dar açıdan görülen bir kapı girişinde koklaşan iki erkek yerleştirir, kolay ifade edilemeyen gerçekler ancak detaylarda kendine yer bulabilirdi. Ancak Başbakan Erdoğan’ın telkininden nasiplenmiş görünen Atlas

Tarih’in mesajı belli: Harem aslında öyle yansıtıldığı gibi aşk, şehvet, entrika vs. mekanı değildir; Türkİslamcıların uyduruk tarih anlatısına denk düşen bir şekilde Osmanlı sarayındaki kadınların eğitim aldıkları, dini vecibelerini yerine getirdikleri bir eğitim kurumu, bir büyük aile ortamıdır. Zaten harem, Gülen Hareketi’nin dergisi Sızıntı’da yazdığı gibi “ailenin yaşadığı bölüm” demek değil midir? Fatih Sultan Mehmet de burayı güvenlik kaygısıyla özel olarak yabancı cariyelerden seçilen saray kadınlarının, Müslüman bir aile

yaşantısına uygun bir şekilde eğitileceği bir mektep olarak kurmamış mıdır? Gerçi bu “mektep” sözü de fena çağrışımlar içermektedir ancak sevgili okur, takdir edersin ki fenalık haremde değil, kötü niyetli bir okur olarak senin içindedir. Kötü niyetli yazarlar da vardır. Örneğin Alman tarihçi Prof Franz Babinger, Türkçeye de çevrilen “Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı” adlı kitabında, Doğu Roma İmparatorluğu’nun pek çok simge, kurum ve geleneğini devralırken

harem kurumunu da Osmanlı’ya kazandıran II. Mehmet’e demediğini bırakmamıştır. Fatih’e yıkıcı, cani, zalim ve Hıristiyanlığa sempati duyan bir padişah demekle kalsa yine iyi. Avnî mahlası ile yazdığı ve haremin duvarlarına nakşettiği dizelerinden hareketle onun hakkında, haşa, eşcinsel iddiasında bulunması olacak iş midir! İnsan padişah oldu diye, yüzlerce cariye ve iç oğlanı doldurduğu haremin duvarlarına civanlar için yazılmış dizeler

nakşettiremeyecek midir? Amma vakit bu şiirlerin vakti değil. Öyle olsa şair ruhlu büyük hatip Erdoğan bir vesile bulup okumaz mıydı! Şimdi, gelin siz de Erdoğan’ın karşısında sapır sapır dökülen medya ve tarih dergileri gibi Melling Kalfa’nın namazlı niyazlı muhteşem harem gravürlerinin tadını çıkarın...

Bizim ecdadımız onların ecdadı K

anuni Süleyman’ın “muhteşem” sıfatından hareketle “Muhteşem Yüzyıl” denen 16. yüzyıl ister söz konusu dizi filmde anlatıldığı gibi sevişerek, isterse Osmanlı’ya “ecdadım” diyen Tayyip Erdoğan’ın söz ettiği gibi savaşarak geçmiş olsun, bizim ecdadımız yani dönemin Anadolu halkları için muhteşem değil, felaket bir yüzyıl idi. Resmi tarihte Osmanlı’nın “altın çağı”, “yükselme dönemi” diye anılan 16. yüzyıl Anadolu halklarının isyan yüzyılıydı. Anadolu’da, 1500’lü yılların başından itibaren Şahkulu İsyanı’ndan başlayarak 1600’lere kadar süren bir halk ayaklanmaları dönemi yaşandı. Bunlar kimi zaman yoksul Türkmen halkın Alevi kimliğinin öne çıkartılması ile dinsel bir görünüm kazansa bile, sınıfsal bir temel üzerinde yükseliyordu. II. Bayezid’in son yıllarında, 1511’de

Mutlu yıllar! 1993’ü 1994’e ba¤layan gece, yani Meksika’n›n ABD’yle imzalad›¤› Serbest Ticaret Antlaflmas›’n›n yürürlü¤e girmeden önceki gece, Meksika’n›n Chiapas eyaletinde baflka türlü yafland›. Sabaha karfl› kamu binalar›na el koyan binlerce maskeli gerilla tarihte yeni bir sayfa açt›. Zapatista Ulusal Kurtulufl Ordusu, kapitalizmin mutlak zaferini ilan etti¤i karanl›¤›n ortas›nda parlayan silahlar›n›, ezilenlere yeni y›l hediyesi olarak sundu

patlak veren ve bütün Anadolu’yu sarsan Şahkulu İsyanı, dinsel kimliği ön planda görünse de yoksul halkın ağır vergilere isyanının ürünüdür. Bayezid’in oğlu Yavuz Selim bu isyanı kanla bastırır ve Anadolu’da Alevilere yönelik büyük bir katliam sürecinin önü açılır. Selim’in oğlu Süleyman iktidara gelirken para darlığına bir çare bulmak için köylüden alınan vergileri artırma yoluna gidince, Anadolu’ya isyan tohumları serpilir. Kanuni 1526'da Macaristan seferlerinin ilkini ve en başarılısını yaparken köylülere dayanan geniş isyanlar patlak verir. Celali İsyanları diye bilinen ve bütün Anadolu’ya yayılan bu süreçte medrese öğrencileri ve işsiz mezunların hareketleri, köylü hareketleri, Alevi hareketleri, Köroğlu gibi daha sonra efsaneleşecek halk kahramanlarının ortaya çıkışı iç içe geçer. Bu döneme ilişkin bilimsel çalışmalar

çok sınırlı olmakla birlikte, Mustafa Akdağ ve Stefanos Yerasimos, 16. yüzyıla sınıf mücadeleleri merceğinden bakarak sarayla halkın kaderlerindeki farklılığı ortaya koymuştur. Prof. Dr. Mustafa Akdağ’ın “Celali İsyanları” başlıklı çalışması ve bu eserin genişletilmiş hali olan “Türk Halkının Dirlik Düzenlik Kavgası” ile Stefanos Yerasimos’un “Azgelişmişlik sürecinde Türkiye” adlı çalışmaları, Türkmen halkın yönetimden dışlanması, adaletsiz vergi ve toprak sistemi ile yerel egemenlerin halk üzerindeki baskılarının yol II. Bayezid açtığı isyanlara ışık tutmaktadır.

Benim ecdadım öyle şey yapmaz II. Mehmet, Roma ‹mparatorlu¤u’nun bafl›na geçme hevesiyle ‹stanbul’u fethedip “Fatih” oldu¤unda o¤lu II. Bayezid henüz 6 yafl›ndayd›. Fethi izleyen y›l içinde Mehmet ‹stanbul’da ‹mparatorlu¤unun kurumsal yap›s›na haremi eklerken, Bayezid’i de daha 7 yafl›nda Amasya Valisi olarak görevlendirip s›k› bir e¤itim sürecine soktu. Mehmet, Avnî mahlas›yla eflcinsel aflk temal› fliirler yazarken Bayezid koyu bir dini e¤itim al›p “sofu Bayezid” olma yolunda ilerliyordu. Nihayet Mehmet ölüp taht Bayezid’e kald›¤›nda, hareme giren “Sofu” babas›n›n harem duvarlar›na nakflettirdi¤i erotik fliirleri sildirtip yerine dini metinler yazd›rd›. Haremi gezen turistlere

kimi zaman bu dini içerikli arapça metinler gösterilerek, padiflahlar›n aflk ve flehvet dolu fliirleri oldu¤undan söz edilmekte, bu da milliyetçi-muhafazakar zevat› üzmektedir. II. Mehmet’in delikanl›lara yazd›¤› fliirlerinden biri: “Galata’y› gören, gönlünü Firdevs’e ba¤layamaz / Gönül güzeli bir sevgiliyi Galata’da gören, bir daha selvi boylu bir baflka sevgiliyi anmaz / Galata’da bir H›ristiyan dilli ‹sa gördüm ki! / Dudaklar› ‹sa’n›n insanl›k dünyas›n› gören kutsal bir tap›nak olur / (...) Ey Müslümanlar! O kiliseyi gören olabilir hemen kafir / (...) Avniya elbet bilirdi, senin bir kafir H›ristiyan oldu¤unu / Belinde keflifl kufla¤›n›, boynunda haç›n› görende...”


14

MEDYA/YAŞAM 27 Aral›k 2012 / 9 Ocak 2013

HAD‹ S‹NAN ‹SK‹T (*)

Akif Beki’ye... en ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümünde bir yüksek lisans öğrencisiyim. Aynı zamanda 18 Aralık günü polisin ODTÜ öğrencilerine saldırısının şahidiyim. Özetle Akif Bey’in zeka sorunu olduğunu iddia ettiği öğrencilerden birisiyim. Akif Beki herhalde böyle bir iddia ortaya atarken bu iddianın arkasını nasıl dolduracağının kendisine sorulacağını hiç düşünmemiş olacak ki, bir ODTÜ öğrencisinin, sırf okulunu kazanmak için değil aynı zamanda bu okulda okumaya devam edebilmek için verdiği zihinsel mücadeleyi göz ardı etmiş. Şimdiden “Ama ben o sözleri ‘bu’ bağlamda değil ‘şu’ bağlamda söylemiştim” gibi laflarla kendisini meşrulaştırmaya çalıştığını duyar gibiyim. Kendisine buradan çağrım, bu boş çabaları bir kenara bırakması veya lafının arkasını doldurması ya da hata ettiğini kabul edip bütün ODTÜ’lülerden özür dilemesidir. O gün yaşananlara gelince; Beki, eylemin anlamını daraltmaya çalışarak protestonun meşruluğunu ortadan kaldırmaya çalışıyor. Görüntüleri izlediyse, pankartın üzerinde eylemin niteliği açıkça belirtilmiştir: “Bilimi satan, emperyalist savaş çığırtkanı Tayyip ODTÜ’den defol!” Yani bu protesto, bilimi sermayeye peşkeş çeken, üniversiteleri piyasacı işgale açan ve emperyalist ülkelerin savaş çığırtkanlığını yapan Tayyip Erdoğan’a karşı yapılmış bir eylemdi. Beki’ye göre o protestonun yeri ve zamanı değilmiş. Bir üniversitelinin, bilimi ve eğitimi sermayenin ellerine bırakmış bir başbakanı ve kendi okulunu gaz bombaları ve panzerler ile işgal eden polis ordusunu protesto etmesi için, o başbakanın ve ordusunun olduğu yer ve zaman, o protesto için en doğru yer ve zamandır. Sanırım Beki, başbakan şovunu yapıp gittikten sonra, “keşke gelmeseydin Tayyip” diye protesto etmemizi ya da hiç protesto etmememizi bekliyordu ama maalesef Tayyip Erdoğan her yeri dilediği gibi elini kolunu sallaya sallaya işgal edemiyor. ODTÜ’de toplumsal muhalefet buna izin vermedi vermeyecek de. ODTÜ’deki olaylara gelince; hani demiştim ya çok yakından şahidim diye, polisin ilk sıktığı suyu yüzümde hissettiğimde henüz aramızda onlarca metre mesafe vardı. Ortalık gazdan tamamen bembeyaz olmuştu. Polis, bizlerin zekasına, Akif Beki’den daha fazla güvenmiş ki “Bu çocuklar saldıracağımızı akıl etmiştir herhalde” diyerek direkt saldırdı. Polis bir yıllık gaz, ses bombası ve su stokunu bir günde tüketti. Artık TOMA’nın ışığını pankartın üzerinde görünce bize nişan alındığını anlıyorduk ve pankartın üzerine gaz ve ses bombaları hız kesmeden yağıyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde arkadaşlarımızdan birinin kafasına isabet eden gaz bombası da, öyle yukarı atılıp kaza eseri falan gelmemişti, nişan alınarak atılmıştı. Beki demiş ki, “Polis ateşe benzinle gitti”. Beki yanılıyor, polis ateşe benzinle değil gazla, suyla, dayakla, gözaltılarla gitti ama bu ateş o bildiği ateşlerden değildi. Öyle kolay sönmez, büyüdükçe büyür ve Beki gibilerini de yakar. Beki’nin, ODTÜ’de polisin saldırısını yorumlarken gözden kaçırdığı önemli bir nokta var; polis, eylemin sonlarına doğru pusu kurarak yakaladığı öğrenciyi dövmüş ve hatta bunu yaparken de “Dövüp bırakıyoruz, gözaltına almıyoruz” diye komutlar yağdırmıştı. Şimdi Akif Beki bu hareketi de acaba polisin biz “kundakçılara” karşı polisin bir nefret kusmasından farklı nasıl yorumlayacak merak ediyorum. Ben bu yazıyı sadece ODTÜ’de okuyan bir yüksek lisans öğrencisi olarak değil aynı zamanda o pusuda kafama yediğim copun üzerine yerde 8-9 polisin beni tekmelemesi sonucu geceyi hastanede geçiren bir “kundakçı” olarak yazıyorum. Ha bu arada eğer zekamız ile ilgili problemin kaynağının biyolojik olduğunu düşünüyorsa Beki’ye darp raporumu da yollayabilirim.

B

* ODTÜ öğrencisi

Oyuncaklar! Etrafınız sarıldı teslim olun! Y

oksullara yardım adı altında sadakacılık faaliyetleri iktidarca desteklenirken, sadaka ağları etrafında hırsızlık şebekeleri beslenirken lise öğrencilerinin bir dayanışma faaliyeti birilerinin gözüne battı. Samsun’da yoksul çocuklara yeni yılda dağıtmak üzere oyuncak toplayan liselilere zabıta ve polis saldırdı. Liseli Genç Umut “Yapabileceğin Bir Şey Var!” sloganıyla yoksul mahallelerdeki çocuklara dağıtmak için oyuncak toplamaya başladı. Liselilerin oyuncak topladıkları stant halkın büyük ilgisini ve desteğini kazanınca zabıta duruma müdahale etti Zabıta, “hakkınızda şikayet var, halkı rahatsız ediyorsunuz” gibi gerekçelerle liselilerin standını kaldırmasını istedi. Liseliler standı kaldırmayınca saldırıya kalkışan zabıtalara polis de destek çıktı. Bu “tehlikeli faaliyeti” önlemeye çalışan polis ve zabıta halkın tepkisiyle karşılaşınca geri adım attı. Özgür kalan oyuncaklar 31 Aralık’ta Samsun’un yoksul mahallelerinde dağıtılacak.

Halk›n Sesi

Yalancı tanıklar kahvesinde paydos AKP’nin hem davalı hem davacı olduğu çetin iktidar mücadelesinde Altan tipik bir “yalancı tanık”, Taraf ise “yalancı tanıklar kahvesi” idi AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

A

nadolu’da bir kentte, Adliye Sarayı’nın karşısında “Yalancı Tanıklar Kahvesi” varmış! Yalancı tanık arayan iş sahibi gidip biriyle anlaşır, duruşmaya çıkarırmış. Adam girmiş kahveye, bakınırken biri sokulmuş hemen, “Yardımcı olabilir miyim? Nedir sorun?”, “Bir alacak davası,” demiş adam. “Hala vermedi değil mi, o namussuz herif paranızı!” Adam biraz çekinerek “Para benden isteniyor” demiş. Hemen yetiştirmiş herif: “Kaç kez vereceksiniz beyefendiciğim, kaç kez vereceksiniz!” Vedat Türkali, “Yalancı Tanıklar Kahvesi” romanında, yukarıdaki fıkrayla memleketin “aydın” tipolojisini anlatmaktadır. Bazı “aydın”larımız iktidarda olanı aklamakla ya da iktidardakinin hedefe koyduğunu karalamakla görevlendirmiştir kendini. Onlar için toplumsal gerçeklerin ve iktidarla çelişki halindeki halkın bağımsız çıkarlarının bir hükmü yoktur. “Aydın”, halkı iktidara karşı uyarmayı değil, halkı iktidarın yaptıklarına razı etmek için kandırmayı iş edinmiştir kendine. Ahmet Altan tipik bir “yalancı tanık”, gazetesi Taraf ise tipik bir “yalancı tanıklar kahvesi” idi. İktidar mücadelesi sürecinde duruma göre davacı duruma göre davalı olan AKP’nin, yalancı tanık ihtiyacını birinci dereceden akrabalarından oluşan İslamcı hareketten karşılaması usulen mümkün olmadığından, bu işi sağdan soldan devşirilmiş liberallerle dolu Taraf görüyordu. Taraf, 2007 Kasım’ında yayın hayatına başladığında AKP’nin TSK ve yargı ile çatışması olanca sertliğiyle ilerliyordu. AKP bu iktidar çatışmasında hakkında açılan kapatma davası nedeniyle davalı, Ergenekon operasyonu nedeniyle de davacıydı. Bu davalar basitçe bir hukuki süreci değil bir toplumsal kamplaşmayı da ifade ediyordu. O nedenle AKP hem kendisinin ne kadar demokrat ve özgürlükçü bir iktidar olduğunu, hem de karşıtlarının ne kadar demokrasi ve özgürlük düşmanı olduğunu kanıtlama gereği duyuyordu.

Taraf, TSK içindeki darbe girişimlerini ifşa ediyor, askerlere yönelik operasyonlar ve davalarla eşgüdüm içinde etkili yayınlar yapıyor, pek çok kez yediği tekziple de ifşa olduğu üzere habercilik yapmıyor psikolojik harp yürütüyordu. Taraf’ın ve 1 no’lu yazarı Ahmet Altan’ın misyonuna ilişkin, yalnızca egemenlerin bildiği gerçekler üzerinden spekülasyon yapmak ne gerekli ne de anlamlı. Taraf’ın arkasındakinin Cemaat, CIA, AKP ya da bunların tamamını içeren bir koalisyon olup olmamasının ya da bunların iç ilişkilerindeki değişimin ne olduğunun değiştirmediği bir gerçek var. Taraf özgürlükçülük ve demokrasi iddiasını asla ezilen sınıfların çıkarları ekseninde savunmadı. Taraf’ın “mücadele” ekseni egemen sınıf çıkarları tarafından belirleniyordu ve ezilen sınıflar bu mücadelede egemenlere eklemlenmeye çağrılıyordu. Arada Taraf’ın ezberinin dışında, yani egemenler arası mücadele dışında da saflaşmalar gündemde öne çıkınca, mesela Tekel işçilerinin direnişi ya da Hopa ya da 1 Mayıs mücadelesi gündeme gelince, Taraf ezilenlere bağımsız bir siyasi özne olma şansı tanımadan komplo teorilerine girişiyor ve işçileri, yoksulları, sosyalistleri Ergenekon’a bağlayıveriyordu. İktidar mücadelesi tamamlandı, dava bitti. Tayyip Erdoğan ve partisi artık ne davacı ne de davalı; bizzat hâkim koltuğunda oturuyor. Yeni bir iktidar mücadelesi sürecine kadar kahve kapanabilir, yalancı tanıklar belirsiz süreli bir işsizlikten muzdarip olabilir.

Ahmet Altan AKP’ye küstü, peki bir zamanlar AKP’ye karşı oldukları için solculuklarını sorguladığı solculara hak mı verecek? Pek sanmıyoruz. “Daha Taraf diye bir gazetenin kağıdı ormanda fidan olmadan önce bile bu ülkede taraflar belliydi. Hâlâ da bellidir.”

Liberaller küsünce solcu olur mu? “Sonuçta yenilse bile darbelere da¤larda, ormanlarda, zindanlarda, iflçi mahallelerinde, okullarda karfl› koydu¤unu kimsenin inkâr edemeyece¤i Marksistler, Taraf gazetesinin genel fleyi Say›n Ahmet Altan’› da bilir. Marksistler kendisini militan liberalizmiyle de¤il, bir darbe döneminde mükemmel bir zamanlamayla ç›kartt›¤› ‘Sudaki ‹z’ adl› niyet belgesinin yazar› olarak tan›r. ‹nsan de¤iflebilir elbette, ama

gerçekten inand›r›c› bir kan›t görene kadar, ‘birtak›m solcular’, gayet do¤al olarak, Say›n Altan türü liberallerin darbelere de¤il, sadece becerilemeyen ve baflar› ihtimali olmayan darbe heveslerine karfl› direnebilecek kalibrede insanlar oldu¤unu düflünmeye devam edecektir. Daha Taraf diye bir gazetenin ka¤›d› ormanda fidan olmadan önce bile bu ülkede taraflar belliydi. Hâlâ da bellidir.” (Ercüment Özkaya, A¤ustos 2008)

Bu haberi yapanlar ne içti? UMAR KARATEPE

16

Aralık’ta Cihan Haber Ajansı’nın geçtiği bir haber medyanın önemli bir bölümünde büyük ilgi uyandırdı. Ajansın kafayı taktığı konu İstanbul'da, bir alışveriş merkezinde (AVM) alkollü içki firmalarının açtığı tanıtım stantlarında müşterilere bedava içki dağıtılmasıydı. İddiaya göre “müşteriler arasında” çocuklar da vardı ve birçok çocuk dağıtılan içkiden almıştı. Ajans haberini güçlendirmek için de babasının elindeki bardaktan bir yudum şarap tadan bir çocuğun fotoğraflarını yayımladı ve olayı “rezalet” olarak değerlendirdi. Haber ve o fotoğraf sadece İslamcı basında ve liberal yandaş Taraf gazetesinde değil, Milliyet ve Vatan gibi “laik” olduğunu iddia eden gazetelerde de “rezalet” başlığıyla yayımlandı. Hiçbir editör, yazı işleri müdürü vs. bir babanın çocuğuna bir yudum şarap tattırmasının neden haber değeri taşıdığını sorgulamadı. Zira hepsi aynı gemideydi.

DEHfiETE DÜfiÜREN HABER‹N KEND‹S‹ Bu “gemide”, babasının izniyle çocuklarla evlenmek serbest. Çocuk gelinlerin çocuk doğurması özendirilecek bir şey. Yine o çocukların mümin hayırsever patronlarca köle gibi çalıştırılması sevap. Babaların çocuklarının başını kapatması, kafalarını hurafelerle ve düşmanlıklarla doldurması cennetin garantisi. Hatta buna karşı çıkmak, muhafazakarların pek sevdiği bir kavramla, ailenin çocuk üzerindeki ebeveyn hakkının ihlali. 8 yıl zorunlu eğitim, okullarda dini sembollerin taşınmaması ve örtünmeye izin verilmemesi, muhafazakar

İslamcısından laik geçinenine kadar neredeyse tüm medya bir alışveriş merkezinde bir babanın çocuğuna şarap tattırmasını büyük bir skandal olarak gündem yaptı

Medyada“dehşet verici” olarak tanımlanan bu fotoğraftan bir kare önce çoçuk şarap içen babasına elini uzatarak bardağı istiyor. Bu kareden büyük haber çıkaranlar babaları tarafından satılan çocuk gelinlerden dehşete düşmüyor çevreler tarafından daima anne babaların çocukları üzerindeki egemenlik hakkının ihlali olarak değerlendirildi. Ancak bir babanın çocuğuna bir yudum şarap tattırması söz konusu olunca “ebeveyn hakkı” tezleri bir kenara atıldı, yaşananlar haberdeki ifadelerle “dehşete düşüren bir

skandal” olarak değerlendirildi. Organizasyonu düzenleyen şirket, ebeveynlerin çocuklarına şarap tattırmasına dair bir yaptırım güçlerinin olmadığını açıkladı ama kimse bu açıklamayı ciddiye almadı. Hatta Gülen’e bağlı yayın organları bu “özrün” kabahatten büyük olduğunu dile getirdiler.

Tam bir akıl tutulması tüm medyayı sardı, tek bir zihniyet manşetlere egemen oldu. “ÇILGIN E⁄LENCELER SARHOfi KADINLAR” Haberdeki bir cümle bu egemen zihniyeti ele veriyordu: “Canlı müzik grubunun dinletisi ve

ışıklandırmalar ile promosyonun yapıldığı alan adeta bir eğlence mekanına dönüştürüldü.” Bir alışveriş merkezinin “adeta bir eğlence mekanına” dönüşmesi, yani insanların eğlenmeleri, canlı müzik dinlemeleri “Ergenekon hücresinin korkunç eylem planı” haberlerindeki tınıyla sunuluyordu. Haberde, “yasak elma”yı erkeğe verip “yoldan çıkmasına” neden olan “iffetsiz kadın” figürü de unutulmamıştı. İddiaya göre 15 yaşındaki bir çocuk, alkol dolu kadehin sarhoş bir kadın tarafından kendisine verildiğini söylemişti. Alkol alışkanlığı olmadığını belirten çocuk, denedikten sonra şarabın hoşuna gittiğini belirterek “iffetsiz kadınlarca” yoldan çıkarılma ihtimaline karşı toplumun şuurunu açık tutuyordu. Ve medyanın topyekun giriştiği linçte amaç hasıl oldu, savcılık konuyla ilgili soruşturma başlattı, şirketin AVM ile sözleşmesi iptal edildi. Gazetecilik adına utanç verici olmayan bir tutum olarak akıllarda sadece Akşam’dan kovulan gazeteci Serdar Akinan’ın sosyal medyada dile getirdiği iddialar kaldı. AVM’nin güvenlik kameralarında haberin tamamen mizansen olduğu ve görüntüleri çekilen çocuklar ile çekenin uzun süre bir arada durduğu görünmekteydi. Ancak AVM yönetimi bu görüntüleri gizledi. Akinan, çekimi yapan kişinin şarap içen çocuğa kadraja girmesini söylediğini, ısıtıcının arkasında kalan çocuğun kadraja girdikten sonra kameraya baktığını söyledi. Akinan’a göre bu operasyon bir emniyet müdürü tarafından yönetildi. Bu iddialar, bu kadar saçma bir haberin “neyin kafası” ile yazıldığının ipuçlarını verdi. Zira normal bir kafayla bu haberi yazmak da yayımlamak da mümkün değildi.


KÜLTÜR SANAT

15

27 Aral›k 2012 / 9 Ocak 2013

Halk›n Sesi

Foto¤raf Notlar› sergisi Galata Fotoğrafhanesi Fotoğraf Akademisi’nin Basın Fotoğrafçılığı Programı kapsamında yapılan "Fotoğraf Notları" sergisi, Fotoğraf Vakfı Galerisi’nde açıldı. 12 Ocak’a dek sürecek sergide beş basın fotoğrafçısının anlattığı beş hikâye sunuluyor.

Kaz›m Koyuncu Soka¤›

Pamuk’a tepki

Bursa'da Uludağ Öğrenci Kolektifi’nin adımlarını attığı Kazım Koyuncu Kültür-Sanat projesi bini aşkın üniversitelinin katıldığı etkinlikle Görükle’de açıldı. Alanda Kazım Koyuncu adına sanat sokağı, sahne ve kültür-sanat kafeteryası bulunuyor.

Orhan Pamuk’un da aralarında bulunduğu 6 yazarın Suriye’de emperyalist işgale destek veren Beşar Esad’ı istifaya davet eden mektubuna Ankara’daki aydın, yazar ve sanatçılar bir imza metniyle tepki gösterdi, “Bizler, sırtını devletlûlara yaslayıp “akîl adam”ı oynayanlardan olmayı reddettik, reddediyoruz” dedi.

Artnüyet duvara bak›yor Eskişehir Devlet Güzel Sanatlar Galerisi'nde açılan "Artnüyet" adlı sergi sansürlendi. Resimler, açılış töreninin ardından galeri görevlileri tarafından duvardan indirildi, ters çevrilerek yere konuldu. Sanatçı Emin Gülören, eserlerinin kimin talimatıyla kaldırıldığını bilmediğini söyledi. Sansüre Eğitim-Sen'den tepki geldi.

İFF’nin Anadolu seyri

Antakya ‹FF Komitesi, 13 Aral›k’ta Antakya Organize Sanayi Bölgesi’ndeydi. Sanayideki fabrikalar› ziyaret eden komite tüm iflçileri festivale davet etti, festival program›n› da¤›tt›. Festivalin as›l sahipleri, iflçiler programa yo¤un ilgi gösterdi

Eskiflehir

Antakya

İşçi Filmleri Festivali aralık boyunca Anadolu’da sinemaseverlerle buluştu. Emeğe dair ne varsa içinde olan festivalin savaşın hissedildiği Antakya’dan Eskişehir’e ve Antalya’ya uzanan yolculuğunu derledik söyleşi gerçekleşti.

U⁄UR AKSOY

ANTAKYA: SAVAfiIN ‹Ç‹NDE ‹fiÇ‹ F‹LMLER‹ Sunuculuğunu oyuncu Taner Rumeli’nin yaptığı “Barış özgürlük ister, özgürlük emek ister” temalı Antakya İFF, 14 Aralık akşamı coşkulu bir açılışla başladı, Suriye’deki savaşı yakından hisseden kentte savaş karşıtı mücadele açılışa da damgasını vurdu. Açılış gecesi Hatay Halkevi Tiyatro topluluğunun barış temalı oyunun ardından festival komitesi adına söz alan Mehmet Güzelyurt, Antakya’nın Suriye’de yaşanan kirli savaştan gördüğü zarara değinerek bu nedenle festivalin barış temasıyla örgütlendiğine dikkat çekti. Güzelyurt’un ardından sahneyi alan Orhan Alkaya, Antakya halkının Suriye’deki sürece dair göstermiş olduğu direnci selamladı. Halkevleri Genel Sekreteri Nuri Günay ise barışın ancak emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı verilecek mücadeleyle kurulabileceğini söyledi. Antakya halkının vermiş olduğu mücadelenin kendilerine umut aşıladığını belirterek mücadelenin öznelerine teşekkür etti. Kendisi de Antakyalı olan oyuncu Barış Atay Mengüllü, Antakya’nın barış talebini her

Antalya

düzlemde dile getirdiğini söyledi. Konuşmaların ardından emperyalist savaşlarda yitirilenler için bir dakikalık alkışlama eylemi yapıldı. Gece, Vedat Yıldırım’ın ezgileri ve film gösterimleriyle son buldu. İkinci gün gösterimler sonrası gazetecilerle ”Savaşı, savaşın tanıkları anlatılıyor” forumu yapıldı. Yurt Gazetesi yazarı Ömer Ödemiş, Suriye’de on dokuz ayrı ülkeden cihatçının savaştığına dikkat çeken Ödemiş bunların amacının İslami bir Suriye yaratmak olduğunu belirtti. M. Kemal Erdemol, savaşın ciddi bir medya karatması ile yürütüldüğüne, bu bağlamda

Orhan Pamuk’un da imzacısı olduğu mektuba da değinen Erdemol halkın gerçek aydınlarına olan ihtiyacına dikkat çekti. Hatay milletvekili Refik Eryılmaz ise AKP’nin Suriye’deki cihatçılara para, silah ve lojistik destek verdiğini de söyledi. Forumun ardından Kaldırım Müzik Topluluğu farklı dillerden türkülerini söyledi ve Özcan Alper’in “Gelecek Uzun Sürer” filmi gösterimiyle son buldu. Festivalin üçüncü gününde “Öyle Bir Gün Gördük” isimli belgesel gösterilerek Hopa’da yaşanan sürece dair Hopa tutuklularından Mahir Mansuroğlu ile

ANTALYA’DA ‹NSANCA YAfiAM VURGUSU İFF’nin 18-23 Aralık tarihleri arasındaki adresi Antalya’ydı. Açılış gecesinde tertip komitesinden Metin İlgenci “Mezhepçilerin, şeriatçıların, ırkçıların, milliyetçilerin, kadın düşmanlarının, homofobiklerin aksine biz halkların kardeşliğini, özgürlüğünü, eşitliğini, bağımsızlığını kısacası insanca yaşamı savunuyoruz. İFF bunun çabasıdır” dedi. Ardından Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın konuşması ile düzenleme kuruluna teşekkür etti. Gecenin en önemli anlarından biri, Antalya’da işçi sınıfının mücadelesine büyük emekleri geçmiş Tek Gıda İş Antalya Şube Eski Başkanı Ahmet Kozak’a plaket verilmesi oldu. Kozak, “Hayatımda aldığım en önemli hediye budur. Evimin başköşesine koyacağım” dedi. Gecede gösterilen, 12 Eylül’ü anlatan “Bu Son Olsun” filminin yönetmeni Orçun Benli ve oyuncu Deniz Uğur da katılımcılar arasındaydı. ESK‹fiEH‹R: “ÖZGÜRLÜK SOKAKTA KAZANILIR” Bu yıl 7’nci kez perdelerini Eskişehir'e açan İFF, 21 Aralık

günü Zübeyde Hanım Kültür Merkezi’ndeki açılış gecesiyle başladı. Sunuculuğunu oyuncu Emre Canpolat'ın yaptığı gece gelenekselleşen festival yürüyüşü ile başladı. Festival izleyicileri ve gönüllüleri, ellerinde "Özgürlük Emek İster" dövizleriyle açılış salonuna kadar kostümlerle ve müzikle renkli bir yürüyüş yaptı. Açılış konuşmasını festival komitesi adına Türk Harb-İş Sendikası Şube Başkanı Hasan Ayak yaptı. Ayak konuşmasında, "AKP koca bir hapishane yarattı ve hepimiz şüpheliyiz. Ancak bizler biliyoruz ki güzel ve özgür günler işçilerin, yoksulların, hak mücadelesi verenlerin ellerinde gelecek" dedi. Festivalin bu yılki sanatçı konuğu oyuncu Settar Tanrıöğen'e Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç tarafından plaket verildi. Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy yaptığı konuşmada "Bizler ülkenin birçok yerinde ‘Özgürlük Emek İster’ diyoruz, çünkü biliyoruz ki özgürlük sokakta kazanılır" dedi. Festivalin konseri ise Serdar Türkmen ve Yağız Yelkencioğlu tarafından yapıldı. 15-18 Aralık tarihlerinde Manisa Akhisar’da devam eden Festival, 28-30 Aralık tarihlerinde Samsun’da, 30 Aralık’a dek de Bolu’da seyircisiyle buluşacak.

‘Peki, biz ne yapaca¤›z barbarlar olmadan?’ atıldığı pek çok uluslararası festivalden ödülle dönen Emin Alper imzalı Tepenin Ardı filmi, 14 Aralık’ta vizyona girdi. Ancak film sınırlı sayıda salonda yer bulabildi kendisine. Seren Yüce’nin memleketin çoğunluğunun ne menem bir şey olduğunu anlattığı Çoğunluk filminden sonra toplumun çelişkilerini, paranoyalarını ustalıkla anlatan Tepenin Ardı da daha fazla izlenmeli halbuki. Kendisini muhafazakar olarak tanımlayanların sayısı memlekette gittikçe artarken bu insanların ilişkilerini filmde iki aile üzerinden izlemek, muhafazakarlığın aslında nasıl bir güvensizliği, riyayı örttüğünü net bir biçimde gösteriyor. Babadan kalma topraklarına izinsiz girdiklerini iddia ettiği Yörüklere düşmanlık besleyen Faik’i, kentteki oğlu ve torunlarının ziyaret ettiği iki günün hikayesini anlatıyor Emin Alper. Osmanlı’dan bu yana keçilerini aynı topraklarda otlatan, tepenin ardındaki Yörükler, Faik’in mülkiyet algısında oldukça naif kalmaktadırlar; “Osmanlı mı kaldı be!” Toprakları bu düşmanlara karşı ne pahasına olursa olsun korunmalı ve kollanmalıdır. Faik, oğlu, torunları, yanına yardımcı olarak aldığı ve aslında mülkiyetinde gördüğü “iyi(!) Yörük” ailesi ile birlikte, yarattıkları “öteki” sarmalında ilerlerler. Film boyunca bir yandan, sınıf ve kuşak çatışmasının şekillendirdiği, mülkiyet hırsı, patriarka ve şiddetin çevrelediği insan ilişkilerini izlerken, bir yandan da asla görünmeyen düşman Yörüklerin tehdidi sayesinde tüm bunların nasıl hasıraltı edildiğine tanık oluyorsunuz. Bir şeyler tehlikededir, onu korumak gerekir. Geri kalan her şey teferruattır, konuşulmaz, yüzleşilmez. Film sadece bir düşman yaratma pratiğini değil, yaratılan şiddetin sonunun nereye varacağını da askerlik sonrası travmalarla boğuşan büyük torun aracılığıyla gösteriyor. Filmde yapılan iyi Yörük/kötü Yörük Özen ayrımı “Benim de Kürt arkadaşlarım var” diyenlere güzel Taçy›ld›z bir gönderme niteliğinde. ozentac@ Film boyunca karakterlerin yahoo.com birbirlerine karşı kabahatleri ve kimi zaman gizli bir ortaklıkla susulan, söylenmeyen suçları için hep bir adres, hep bir düşman var. Parmaklar tepenin ardını gösterir: Yörükler yapmıştır! Yörüklerden bildikleri zararlar gerçekten öyle mi; değil mi? Aslında bir yerden sonra önemi kalmıyor. Cevat Çapan’ın çevirisiyle bir Konstantinos Kavafis şiiri olan “Barbarları Beklerken” söylüyor nedenini: “Hava karardı, barbarlar gelmedi/ve sınır boyundan dönen habercilere göre/barbarlar diye kimseler yokmuş artık. Peki, biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan?/Bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza.” Film, ‘öteki’ algısı, düşman yaratma pratiği, mülkiyet, erkek şiddeti gibi hayli katmanlı meselelere eğilirken bütün bunları bağırmadan, didaktik bir dile kaçmadan, abartısız bir biçimde anlatıyor. Hatta anlatmadıkları, açıklığa kavuşturmadığı faili meçhullerle bile meselenin ‘tepenin ardı’nda değil ailenin yaşadığı yaylada olduğuna işaret ediyor. Final sahnesi ve ona eşlik eden müzik bile yetiyor aslında hikayenin özünü vermeye. Türkiye toplumunu ince ince tahlil eden filmde, sadece senaryo değil karakterlerine başarıyla can veren oyuncular da performanslarıyla akılda yer ediyor.

K

Yüz yıl öncesinden havadis ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi’ne ba¤l› Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisi, “Havâdis; Yüz Y›l Önce” bafll›kl› sergiye ev sahipli¤i yap›yor. Yine belediyeye ba¤l› Atatürk Kitapl›¤›’nca binlerce cilt gazete ve dergi taranarak haz›rlanan sergi, yüzy›l öncesinden havadisler veriyor. Yüzy›l öncesi, Balkanlar’›n Osmanl›’dan kopufl tarihi

1912’ye denk geldi¤i için Balkan savafllar› sergide önemli bir bafll›k. Ancak dönemin toplumsal hayat›na, kad›n meselesine, Avrupa’n›n Osmanl›’dan nas›l izlendi¤ine dair bafll›klar da mevcut. Geçmifli gazete arflivlerinden okumak, bugün kan›ksad›¤›m›z pek çok olay› o günü yaflayan insanlar›n gözünden izleme

imkan› veriyor. Kimi haberlerde yüzy›ll›k fark kapan›yor, bugünün Türkçesiyle yaz›lsa geçmiflten ç›k›p geldi¤i anlafl›lamayacak durumda. Kiminin de bugünün s›radan olaylar› olarak gazete manfletlerine ç›kmas› oldukça naif duruyor. Sergilenen haberlerden biri, ‹stanbul’a iliflkin. fiehbal gazetesinin 15 Nisan 1328

tarihli say›s›nda, insan›n akl›n› alacak kadar güzel olan ‹stanbul’da bu güzel manzaray› izleyecek hiçbir mesire yerinin olmamas› “hayret verici” ve “teessüfe flayan” bir durum olarak konu edilmifl. Sergiyi düzenleyen belediyenin ‹stanbul’a iliflkin tasarruflar› bugün de takdire de¤il de teessüfe flayan de¤il mi?


SOKAĞIN SESİ

16

ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ

27 Aral›k 2012 / 9 Ocak 2013

Halk›n Sesi

ÜN‹VERS‹TE B‹LEfiENLER‹ KARANLI⁄A KARfiI D‹REND‹ Göktürk2’nin fırlatılmasını izlemek için ODTÜ’ye giden Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yörüngesi kaydı Binlerce çevik kuvet polisi, panzer ve TOMA araçlarına rağmen AKP faşizmi, üniversitelilerin direnişine yenik düştü ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

V

ietnam’da 60 bin kişinin ölümünden bizzat sorumlu olduğu için “Vietnam kasabı” olarak anılan Robert Commer, 6 Ocak 1969’da meydan okurcasına ODTÜ’ye gelmişti. Aralarında Taylan Özgür, Ulaş Bardakçı, Yusuf Aslan ve Sinan Cemgil’in de bulunduğu binlerce ODTÜ’lü Commer’i protesto etmiş, 1968 model Cadillac’ını ateşe vermişti. Yaklaşık 44 yıl sonra bir başka muktedir Tayyip Erdoğan, 18 Aralık günü Göktürk2 uydusunun Çin’den gönderilmesini canlı izlemek için ODTÜ’ye geldi. İktidarının bayrağını ODTÜ’ye dikmek için meydan okuyordu. Kendisinin, bakanlarının, milletvekillerinin ve bürokratlarının üniversitede gördüğü tepkiyi yakinen bildiğinden yalnız gelmedi. 3 bin 600 polis, 8 TOMA, 105 koruma aracı ve 20 zırhlı araç, bir hafta önce yaptığı “keşif çalışmaları” doğrultusunda yerleşke içerisine konuşlandırıldı. ODTÜ, ODTÜ olalı böyle abluka görmemişti. ODTÜ öğrencileri ise “Üniversiteler bizimdir” demeye kararlıydı. Sabahın erken saatlerinden itibaren kantinler, amfiler dolaşıldı, “Tayyip’in davetine icap etme” çağrısı yapıldı. Saat 15.30’da Fizik Bölümü önünde buluşan binden fazla üni-

ODTÜ AKP’Yİ SALLADI

Egemenlerin korkulu rüyası bir kez daha sahneye çıkarken, ODTÜ direnişi yeni YÖK Yasası’na karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğinin de yol göstericisi oldu versiteli “Bilimi satan, emperyalist savaş çığırtkanı Tayyip ODTÜ’den defol” pankartı arkasında TÜBİTAK Uzay Teknolojileri Araştırma Enstitüsü’ne doğru yürüyüşe geçti. Polis barikatına 100 metre kala formaliteden “dağılın” uyarısına gerek bile duyulmadan üniversitelilerin üzerine gaz ve ses bombaları yağdı. Yaklaşık 6 saat süren ODTÜ direnişi başladı. FAfi‹ZM VARSA ‹SYAN HAKTIR Üniversiteliler amfilerden, sınıflardan, kantinlerden getirdikleri sıralar ve çöp bidonları ile barikatlar kurarak okullarını savunmaya geçti. Taşlar, meşru savunma hakkının tek

aracı haline dönüştü. Eldiveni olanlar, gaz bombalarını polise iade etti. Kimileri bisiklet kasklarıyla, kimileri çöp kutularıyla kendini korudu. Gaz bombalarının gelişigüzel atılmasıyla alev alan ağaçlar, fakültelerden getirilen yangın tüpleriyle söndürülmeye çalışıldı. Polisin görüş açısını kısıtlamak için barikatlar ateşe verildi. Saldırı sırasında yaralanan ve bayılan üniversiteliler için okula çağrılan ambulanslar, polis tarafından engellendi. İçeri girip öğrencilerin yanına gelebilen bir ambulans ise hedef haline getirildi. Gaz bombalarının arasında kalan sağlık çalışanları fenalaştı. Bir diğer hedef ODTÜ’lü eğitim emekçileri ve çalışanlardı. Polis, yaklaşabildiği binaların kapılarını, camlarını kırdı, kori-

dorları gaza boğdu. Öğretim görevlilerinin odalarına kadar gaz atıldı. Öğrenciler ise üniversitelerini savunmaktan vazgeçmedi. Binanın içine gaz bombası yağdıran polislerin üzerine ikinci kattan sıralar fırlatıldı. Polis, amfilerden, kantinlerden, binalardan dahi direnişin yükselmesi üzerine geri çekildi. Öğrenciler yerleşkeye hakim olmanın avantajıyla kimi noktalarda polisleri perişan etti. Üç koldan kuşatılan çevik kuvvet polisleri kalkanlarını geride bırakarak kaçarken, yalnız bırakılan bir panzer yumrukları havada öğrencilerin ayakları altında çiğnendi. Bir TOMA’nın su deposu atılan taşlarla delindi. Tazyikli sulara, gaz ve ses bombalarına, plastik mermilere Dev-Genç ve Gündoğdu

‘Yıldıramayacaklar!’ ODTÜ’deki polis teröründe bafl›na gaz bombas› isabet etmesi sonucu beyin kanamas› geçiren ve 4 gün yo¤un bak›mda hayati risk alt›nda kalan Ö¤renci Kolektifleri üyesi Bar›fl Bar›fl›k Halk›n Sesi’ne konufltu: “Tayyip Erdo¤an’›n gençlikten

ne kadar korktu¤unu biliyorduk. Bu korkuyu o gün ODTÜ’de, sonras›nda da aç›klamalar›nda tekrar gördük. Korkmaya devam edebilir çünkü bizi ‘Üniversiteler bizimdir’ demekten, paras›z, bilimsel, anadilinde e¤itim hakk›m›z için mücadele etmekten y›ld›ramayacak.”

marşlarıyla karşı duruldu. B‹N POL‹SL‹K PUSU ODTÜ direnişi saatler 22’yi bulduğunda sona ererken, 305 bin metrekarelik ODTÜ yerleşkesini etkisi altına alan dumanlar Ankara’nın farklı noktalarından görülebilmekteydi. Polisin okulu terk etmesinden bir süre sonra yaklaşık 300 üniversiteli okulun arka kapısından toplu çıkış yaparken, ormanlık alanın içinden çıkan polisler “Allah Allah” nidalarıyla öğrencilere saldırdı. Amirlerinin “Gözaltına almayın, öldüresiye dövün” bağrışları arasında yaklaşık bin polis üniversitelileri çember içine aldı ve yarım saat boyunca işkenceden geçirdi. Polisin kurduğu pusuda onlarca üniversiteli hastanelik oldu. Öğrenci Kolektifleri, Gençlik Muhalefeti ve TKP’li Öğrenciler, ODTÜ direnişi sonrasında yaptığı ortak açıklamada AKP’ye seslendi: “Tayyip’e ve milliyetçi muhafazakar AKP iktidarına karşı hala en gür ses üniversitelerden yükselmektedir. AKP, ucube yasalarla bu ülke halkına insanca yaşamı reva görmedikçe, YÖK Yasası’yla üniversitelerimize işgal bayrağı dikmekte ısrar ettikçe, savaş çığırtkanlığı yapmaya, ırkçı, cinsiyetçi, faşist politikalarını uygulamaya devam ettikçe, bu ülkenin onurlu gençleri olarak üniversitelerimizi ve halkımızı savunmaya devam edeceğiz.”

ODTÜ bileşenleri tek ses ODTÜ direniflinin önemli sonuçlar›ndan birisi üniversite bileflenlerinin yan yana gelmesi oldu. ODTÜ Ö¤rencileri, E¤itim Sen ODTÜ Temsilcili¤i, ODTÜ Ö¤retim Elemanlar› Derne¤i, ODTÜ Mezunlar Derne¤i ve Rektörlük, sald›r› gecesi 02.00’a kadar ortak bir toplant›yla de¤erlendirme yapt›. Rektörlük, polisin çok sert sald›r›s›n› k›nad›¤›n› bir aç›klamayla duyururken; ö¤renciler, e¤itim emekçileri ve çal›flanlar “fiiddet varsa, boykot varsa, ders yok” diyerek 20 Aral›k’ta bir günlük ders boykotu karar› ald›. Kat›l›m›n yüzde 80’i aflt›¤› boykot kapsam›nda yerleflke içerisinde bir bas›n aç›klamas› düzenleyen ODTÜ bileflenleri, U3 Amfisi’nde de “AKP faflizmi” konulu alternatif bir ders düzenledi. Yaklafl›k bin 500 kiflinin kat›ld›¤› derste ö¤retim görevlileri, emekçiler, ö¤renciler AKP’ye karfl› üniversite bileflenlerinin yan yana olmas›n›n önemine iflaret eden konuflmalar gerçeklefltirdi.

Tayyip’in imdat çığlığına polis-medya-savcı koştu O

DTÜ’deki faşizme tepki ve üniversitelilere destek yükseldikçe, AKP tüm güçleriyle saldırıyı yoğunlaştırdı. ATV, “Uydu

fırlatılmasını protesto eden öğrenciler” haberiyle dalga konusu olurken, Cihan Haber Ajansı başına gaz bombası isabet etmesi sonucu beyin kanaması geçiren Barış Barışık’ın, “arkadaşları tarafından yaralandığını” öne sürdü. Ajansın referans gösterdiği Emniyet ise “İlk önce öğrenciler saldırdı, polis müdahalesi orantılı” dediği açıklamasıyla birlikte polis kamerasının görüntülerini yayımladı.

Görüntülerde ilk saldırının polisten geldiği açıkça görülebildi. Zaman gazetesi ise yine “öngörü yeteneğini” konuşturdu. 19 Aralık gecesi, 20’ye yakın öğrencinin gözaltına alınacağını söyledi ve

lerin terör örgütü üyesi olduğunu iddia edene kadar. Bu Üniversitelilerin savc›l›¤a andan sonra davanın seyri getirilmeleriyle adliye önü değişti. Dosya, içerisine çok eylem alan›na döndü. 11 saat sayıda örgüt adının serpiştirilboyunca bekleyen yüzlerce diği bir torbaya döndü. Bir yandan öğrencilerin “terör örgütü kifli, serbest kalan üniverüyesi” olduğunu öne sürerek sitelileri sloganlarla karfl›lad›. tutuklanmalarını isteyen savcı, diğer yandan “terör örgütleriyle haklı çıktı. 20 Aralık bağlarının olup olmadığının sabahı 10 üniversiteli “Kamu araştırılmasını” talep etti. malına zarar” ve “Polise Mahkemeye çıkarılan ünivermukavemet” iddialarıyla gözaltına sitelilerin tümü serbest kaldı. alındı. Yakalama kararında “terör ODTÜ dosyası ise fıkralara konu suçu” yoktu, ta ki Tayyip Erdoğan olabilecek bir örnek olarak 20 Aralık akşamı NTV’de öğrencikayıtlara geçti.

Her yer ODTÜ, direniş

ODTÜ direnifli, ülkenin dört bir yan›nda “Her yer ODTÜ, her yer direnifl” slogan›yla selamland›. Gençlik örgütlerinin ça¤r›s›yla 1922 Aral›k günleri aras›nda Ankara, ‹stanbul, ‹zmir, Kocaeli, Bursa, Trabzon, Antalya, Samsun, Mer-

sin, Konya, Denizli, Zonguldak, Bolu, Bal›kesir ve Ordu’da yürüyüfller yap›ld›. Ankara ve ‹stanbul’daki yürüyüfllerin kitleselli¤i dikkat çekerken, 19 Aral›k günü Eskiflehir’de ve Adana’da ise polis sald›r›lar› gerçekleflti.

İTÜ kıyımlara direniyor Üniversite bileflenlerinin mücadele birlikteli¤inin bir di¤er örne¤i ‹TÜ’de sürüyor. 15 Aral›k’ta 14 araflt›rma görevlisinin daha iflten ç›kar›lmas›yla devam eden k›y›ma ve güvencesizlik dalgas›n›n kurumsallaflm›fl sureti “Yeni YÖK Yasas›”na karfl›, araflt›rma görevlileri, ö¤retim görevlileri ve ö¤renciler 20 Aral›k’ta ‹TÜ’de bir araya geldi. Halaylarla, türkülerle renklenen eylemde ‹TÜ rektörü istifaya davet edilirken, güvencesizlefltirme ve piyasalaflt›rma sald›r›lar›na karfl› üniversitenin tek ses olmas›n›n önemine iflaret edildi. ‹TÜ’lü araflt›rma görevlileri, herkesi 25 Aral›k’ta Beyaz›t Meydan›’ndaki YÖK protestosuna davet etti.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.