akta, sadece bu konuda tartışmaların oluşması yönünden okuyucu kitlesine bilgilendirme açısından yayımlanmaktadır KURTULMAK YOK TEK BAŞINA YA HEP BERABER YA HİÇ BİRİMİZ!
PROLETER CİLT:2 SAYI:22
BURJUVA DEMOKRASİSİ VE İŞÇİ SINIFI MÜCADELESİ Burjuva uygarlığının yaşam biçiminin gösterişli, şatafatlı, albenili, kibarlığın, gün görmüşlüğün, modanın salt Fransız burjuva asaletinin değil, dünya burjuvazisinin başkenti Paris, sefaletin, yokluğun, Eyfel Kulesi’nin göz kamaştırıcı yüksekliğinin gizlediği Paris, sokaklarından yükselen alevlerin kızıllığıyla kapitalizmin karanlığını bir kez daha aydınlattı. İşsizlik, yoksulluk, güvensizlik, polis baskısı, izbe karanlık dar sokaklara, insanlık dışı yaşama mahkum edilen, kapitalist zenginliğin
KASIM 2005 yaratıcısı, sömürülen emekçi sınıfın gerçeği modern burjuva toplumunda aynı yazgıyı paylaştığını gösterdi. Burjuva toplumunda, sıradan günlük yaşamın olağan sayılan bir olayı, birden güçlü, gösterişli, hoşgörülü demokrat Paris’in Fransız burjuvazisinin mağrur yöneticilerinin telaşını, korkusunu açığa çıkardı. O meşhur öğüt verici, emredici emperyalist AB uygarlığının, demokrasisinin, Fransız kibarlığının, İngiliz centilmenliğinin ne kadar kof içi boş, iki yüzlü bir aldatmacadan, göz boyamadan, yığınları aldatmak, emperyalist burjuvazinin ekonomik siyasal çıkarlarının ifade 1
edilmesinden başka bir şey olmadığını gösterdi. Türkiye’de, Şili’ de, Brezilya’ da Asya ve Afrika da, Uganda’ da sıkça yaşanan demokrasi kesintilerinin artık burjuvazi için vazgeçilmez, temel hak ve hürriyetlerin geri dönülmez olarak gösterilmeye çalışılan burjuva demokrasisinin tüm ülkelerde sadece yaldızlı bir burjuva ikiyüzlülüğünden ibaret olduğunu gün yüzüne çıkardı. Burjuva sınıfı için demokrasi, burjuva devletinin siyasal biçimi olarak demokrasi, emekçi sınıfın barış içinde sömürülmesi, işçi sınıfının artı-değerinin, burjuva sınıfı arasında paylaşılması, zenginliğin, şatafatın, gösterişin kapitalist sınıf tarafından sessiz uysal bir biçimde kabul edilmesinden ibarettir. İşçi sınıfı kendisine dayatılan yaşam biçimine karşı sesini yükselttiğin de burjuva hoşgörüsünün, burjuva temel hak ve hürriyetlerinin sınırının ne olduğu açığa çıkar. Bu baskı 2
şiddet ve zorbalık kısacası burjuva diktatörlüğüdür. Avrupa uygarlığı, demokrasinin kalesi, burjuva demokrasisinin imalathanesi, atölyesi Paris, bu demokrasinin gerçek yüzünü sınıf karakterini, burjuva kapitalist sınıfın egemenliğinin işçi sınıfı için bir diktatörlükten, baskı, şiddet, polis ve askeri zorbalıktan başka bir şey içermediğini gösterdi. İki göçmen gencin Paris’in banliyölerinden birinde polisin sorgusundan kaçarken saklandıkları trafoda elektrik akımına kapılarak ölmeleri üzerine patlak veren yoksulların, emekçilerin öfkesi Avrupa’ ya yayılarak devam etmesi üzerine korkuya telaşa kapılan Fransız burjuvazisi Cezayirliler için elli yıl önce çıkarılan yasayla cevap verdi. Başbakanın soğuk kanlılığını kaybettiğini yazan Le-Monde gazetesi: “Fransa, elli yıl arayla banliyölerindeki, gençlere, dedelerine davrandığı gibi
muamele edecek.” Yorumunu yaptı. (1) Cumhurbaşkanı Lacgues Chirac, başbakanlığında toplanan bakanlar kurulunun onayıyla yürürlüğe giren olağanüstü hal kanununu 1955’ de Cezayir’ in Fransız emperyalizmine karşı bağımsızlık savaşımının bastırılması için başvurduğu şiddet yasalarıydı. Paris’in yoksul mahallelerinde başlayan isyanı burjuva basını “Fransa savaş alanı gibi” başlıklarıyla, “7 Kasım tarihi itibariyle yakılan araç sayısı 4700 ... 120 kişi tutuklandı. 17 kişi mahkum edildi. 108 polis ve itfaiyecinin yaralandığı olaylar da 1 de ölü var.” Diye duyurdu. Paris sokaklarını, alevlerin kızıl dili sarmaya başladığında burjuva toplum bilimcileri sırasıyla Belçika, Almanya, İngiltere, Avusturya, İtalya, Hollanda ve İspanya’ ya alevlerin kızıl dilinin ulaşacağından söz etmeğe başladılar.
Burjuva rekabeti, burjuva farklılığı ayrılık ve düşmanlıklar burjuvazinin sınıf çıkarları söz konusu olduğunda silinir kaybolur. Sınıf çıkarları için kapitalist sömürünün varlığı için burjuvazi kenetlenir. Bütün dünya burjuvazisi birlik olur, öfkesi ayak takımının ortaklaşa bastırılır. Türk burjuvazisinin temsilcisinin, hükümet başbakanının olayların ilk gününde şark kurnazlığıyla, Fransız emekçilerinin, göçmen işçilerin öfkesini kendi iç politikasında hasımlarına, rakiplerine karşı burjuvalar arası rekabet savaşımında kullanmak için bunun bir dinsel türban olayı olduğunu söylemesini kendi yandaşları da dahil densizlik ve cahillikle karşıladı. Türk burjuvazisinin temsilcisi aptallığının farkına vararak ilk günkü söyleminden kısa sürede çark etti. Emperyalist rekabette çıkar çatışması içinde olduğu Fransız burjuvazisine ABD emperyalistleri öğüt vererek Avrupa’ da demokrasi 3
fazlalığının özellikle ücretlerin düşülmesi, işçi sınıfının ıslah edilmesi, göçmen işçilerin eritilmesinde ABD’nin örnek alınmasını önerdi. ABD emperyalist burjuvazisi daha birkaç ay öncesi kendi ülkelerinde açığa çıkan sefalet karşısında aç, yoksul yığınların yağma ve talanı karşısında dünya burjuvazisini nasıl yardıma çağırdığını unutmuş görünüyor. İngiltere, İngiliz burjuvazisi kendi yarattığı provaksiyonla Londra metrosuna bomba atılmasını gerekçe göstererek, İngiltere’ de yaşayan tüm uluslardan işçi sınıfının üzerine burjuva terörünü meşru kılan sözüm ona terörle mücadele yasası adı altında baskı ve şiddet yasalarını yağdırdı. Ortadoğu kökenli teröre karşı olduğu söylenen yasalar polise sokakta cellat veya yargıç görevini veriyordu. Burjuvazinin terörle neyi kastettiğini anlamak için işçi sınıfının üzerine yağan yasalara 4
bakmak yeterli. İngiliz polisi, -silahsız dolaşmasıyla ünlü İngiliz polisi- sadece teninin esmer olasından dolayı, Londra’ da güpegündüz bir Brezilyalı genci sokak ortasında öldürmüştü. T. Blair, bu gibi yanlışların terörle mücadele içerisinde olağan sayılması gerektiğini, herkesin kabul etmesinin gerekliliğini ileri sürerek burjuva terörünü meşru, olağan bir hak olarak topluma kabul ettirmeye çalışıyor. Modern burjuva demokrasisinin, insan haklarının beşiği İngiltere ve Fransa’ da olan buydu. ABD’ nin burada sözünü bile etmeğe gerek yok. Fransız İç İşleri Bakanı Sakozy, “Varoşlar, Karsher (traktörlerde çamuru temizlemek için kullanılan endüstriyel bir temizlik maddesi markası) ile temizlenmeli” derken, siyaset bilimci Thomas Schidinger, işsiz emekçiler için “iktidardakilerin” Fransız burjuvazisinin yöneticilerinin “iş yoksa tatile çıksınlar” der
gibi tavırlarının olduğunu ifade ediyor. (2) Emperyalizmin savunucuları burjuva aydınları, ülkemizde katıldıkları açık oturumlarda, burjuva basınında Fransa da kendiliğinden isyana dönüşen emekçilerin öfkelerini “uygarlığın çatışması dışlanan göçmenlerin eylemi, dini kimliklerinin Müslümanların ibadetlerinin baskı altına alınması vb.” olgular olarak göstererek emperyalist kapitalist sömürüyü, kapitalizmin sefalet ve zenginlik yaratan iktisadi yasalarını mazur göstermeye çalışıyorlar. Biraz onurlu burjuva aydınları ise “realitenin” tek başına bu olmadığını çünkü göçmen işçilerin 40 yıldır Avrupa da ve hep dışlandıklarını, ama şimdi isyan ettiklerini, çünkü dün işsiz değildiler bugün işsizler, gelecekten umutlarını yitirmişler” (3) diyerek kapitalist emperyalist sisteme üstü
kapalı göndermede bulunuyorlar. Avrupa’nın emperyalist burjuvazisi Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya başta olmak üzere tüm dünya da burjuva kapitalist sınıf daha düşük ücretler, daha ağır çalışma şartları sınıf bilinçleri daha geri, örgütlenmeleri kendi aralarında kapitalistlere karşı birlikler oluşturabilmeleri dil sorunu, yabancısı oldukları ülkelerde işler arasındaki rekabet dolayısıyla örgütlenme zorlukları ve daha bir çok benzer nedenlerden yasal ve yasa dışı yollarla yabancı işçileri ülkelerine buyur ettiler. Anadolu köylerinden Türkiye’nin kentlerini bile askere gittiğinde görmüş genç emekçiler, işsizler Almanya’ ya ayak bastıklarında Alman burjuvazisi çiçekler ve hoş geldiniz gösterileriyle karşılamıştı. Uluslar arasındaki ücret farklılıkları, Avrupa işçi sınıfının burjuva sınıfına karşı verdiği uzun yıllar süren yaşam 5
koşullarının düzeltilmesi için verdikleri mücadeleyle kazandığı sosyal koşulları Avrupa’nın emperyalist burjuvazisi, ülkelerinde daha düşük ücretlerle çalışmak zorunda bırakılan çoğunluğu işsiz genç emekçileri bu ülkeden ithal ederek Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’ de, Hollanda’da kendi işçi sınıfının ücretlerini aşağı çekti, bu ülkelerin işçileri daha ağır çalışma koşullarında çalışmaya zorlandı. Dışarıdan ithal edilen iş gücü ile o ülkelerin işleri arasındaki rekabet yaratılması kapitalistlerin karlarını artırırken işçi sınıfının içinde yaratılan rekabet sonucu burjuvazi iki yüzlü propagandayla işçi sınıfı içinde düşmanlık tohumları ekti. Emperyalist kapitalizme karşı işçi sınıfı mücadelesi birliği bölündü. Kapitalizmin ücretleri nispi ve mutlak olarak düşürme, çalışma saatlerini uzatma yönündeki ekonomik yasası gözden kaçırılmaya çalışılıyor. Kapitalist ekonomi yasalarının 6
uygulayıcısı sınıf olarak burjuvazi bunu tüm ülkelerde gücü oranında uyguluyor. Dışarıdan daha ucuza iş gücü ithal ederek, ülke içerisinde nispi olarak yaşam koşullarının daha geri bıraktırıldığı bölgelerden, azınlık yoksullardan vb. emekçileri daha düşük ücretlerle çalışmaya zorlayarak yada bu ülkelere doğrudan sermaye yatırımı yaparak işler arasında sürekli bir rekabeti canlı tutarak ücretleri asgari düzeye işçi sınıfının yaşam biçimini son sınırına, yaşaması için gerekli besinler düzeyine indirme eğilimi taşır. Bütün ülkelerin burjuvaları kapitalist rekabet yasalarının zorlamasıyla ücretleri en düşük ülkenin işçi ücretlerine düşürme eğilimi taşır. Başka ülkelerdeki ücretlerin düşüklüğünden işçilerin çalışma koşullarından sık sık söz ederler. Kapitalizm bunu yaparken ideologları, savunucuları ekonomistleri, aydınları ve yöneticileri bu
durumda işçiler arasındaki rekabeti körükleyen propagandayla farklı uluslara farklı bölgelere mensup emekçileri birbirlerine düşman hale getirmek için çaba harcarlar. İki yüzlü bir propagandayla bir yanda barış ve kardeşlik, kültürler arasında birlik, hoşgörü, palavrasına başvururlar. Diğer yanda kapitalistlerin ithal ettiği yabancı emekçilerin yüzünden işlerinden olduklarını işsiz kaldıklarını sanan yerel işçilerin yabancı düşmanlığını, ırkçılık boyutunda pompalarlar. Yabancı işçilerin yaşama biçimleriyle, kültürleriyle, inançlarıyla alay ederek, küçümseyip aşağılayarak bilinçli bir düşmanlık yaratma eğilimi taşırlar. Burjuvazi, işçi sınıfının birliğini parçalamak, bu birliğin oluşmasını engellemek, işçiler arasında kendilerini ezen kapitalist sisteme karşı çıkmalarının önüne geçmek kapitalist sömürünün devamı için burjuva aydınları ajan ve
provokatörleriyle yabancı düşmanlığını körüklerler. Kapitalizmin nispeten daha zayıf olduğu ülkelerde yabancı iş gücü ithalinin daha az olduğu ülkelerde bu durum bölgeler arası rekabette kendini gösterir. Kapitalizmin derinleşen krizleri, bu krizlerden doğrudan etkilenen işçi sınıfı arasında, tüm dünyada işsizlik sefalet daha düşük ücret, daha ağır çalışma ve yaşam koşulları yeryüzünün her yerinde kin ve nefret uyandırıyor. Bu kin ve nefret şimdilik bunları yaratan koşulların kendisine yani emperyalistkapitalist sisteme doğrudan yönelik değil. “Göçmen gençlerin Fransız Devriminin baldırı çıplakları (Sans –culetta) Paris Komünü’nün devrimci direnişçileri ve ya 1968 gençliği açısından ‘deja-vu’ hissi yaratan ancak bütünlüklü talepleri, siyasal stratejileri yada ulusal çapta herhangi bir örgütlenmeleri olmaması ile ayrılan bu isyan ...”(4) durumu kısaca böyle özetleyerek korkunun 7
şimdilik yersiz olduğunu yazan sermayenin savunucuları 1917 Ekim Devriminden ve bu devrimin örgütlü bilinçli işçi sınıfından hiç söz etmeyerek kapitalistlerin yüreğine su serpiyorlar. Burjuva sınıfının henüz korkulacak bir durumun olmadığını dillendirmedi, proletaryanın tek tek ülkelerde ve tüm dünyada Marksist- Leninist bir programa dayalı örgütlü bir sınıf hareketinden yoksun olması, tüm dünyada öfke ve nefrete dayalı kendiliğinden işçi sınıfı hareketlerinin, isyanlarının düzeni yıkmaktan uzak olduğunu iyi bilmelerinden kaynaklanıyor. Ne var ki emperyalistkapitalizmin savunucuları şimdiden kendilerini neyim beklediğini kapitalizmin yarattığı işçi sınıfının gücünü, kapitalizmin çelişkilerini adım adım görüyor, biliyorlar. Gittikçe artan yükselen işçi sınıfının mücadelesine karşı hazırlanıyorlar. İngiltere’ de 8
terörle mücadele yasaları, Fransa’ da Cezayir yasası diye adlandırılan tüm dünyada burjuvazinin artarda yürürlüğe koyduğu işçi sınıfına tüm emekçilere yönelik şiddet yasaları burjuva sınıfının savaşa hazırlanmasıdır. İşçi sınıfının hareketinin tarihsel gelişmesi sınıf savaşı burjuvazi ve her türden küçük burjuva demokratlarının arzu ve isteklerinden bağımsız olarak gelişir. Bu gelişim tek tek işçilerinde arzu ve isteklerinden bağımsız olarak gelişir. Bu gelişim sınıfların ne yaptıklarından değil ne yapmak zorunda olacaklarından doğar. Tarihsel açıdan işçi sınıfının mücadelesi kendiliğinden doğan sınıf hareketlerinden ki bunlarda siyasal hareketlerdir, özünde kapitalist sömürüye, yaşam biçimine karşı şurada yada burada doğan ve her seferinde bir öncekinden daha şiddetli çatışmaları içinde taşıyan kendiliğinden
patlamalardır ve ister istemez daha kapsamlı daha düzenli birlikleri ve programı doğurur. Marksizmi ortaya çıkaran, Ekim Devrimini doğuran tarihsel koşullarda bunlardır. Fransa da bu gün olan yeni bir olgu, tesadüfi bir patlama değildir. Fransa ve İtalya da da kısa bir süre önce Avrupa emperyalist burjuvazisinin anayasa oylamasında emekçiler ezici bir çoğunlukla emperyalist anayasaya AB anayasasına hayır oyu vermişti. Tarihin garip bir cilvesi mi bir rastlantımı, ya da bu ülkenin tarihsel gelişmesinin bir sonucumu bilinmez! Ama 19. yüzyılın sonlarından başlayarak kapitalizme karşı yükselen işçi sınıfı hareketi Marksın incelemelerine konu olan “Fransa da Sınıf Savaşları” dünya işçi sınıfını ileriye iten hareket bu ülkelerde başlamıştı. Fransa da bugün ortaya çıkan işçi hareketleri sınıf savaşımı henüz kapitalizmi yıkmaktan uzak kapitalist sömürünün,
işsizliğin dayatılan onur kırıcı yaşama duyulan kendiliğinden bir patlamadır. Bu olgu daha şimdiden içinde kapitalizmi neyin beklediğini göstermesi açısından, işçi sınıfının politik örgütsel yol göstericileri komünistlere, programlarının siyasal çalışmalarının yolunu çizmesi açısından ileri bir adımdır. Kapitalizme karşı işçi sınıfının siyasal mücadelesinde yüzyılın başında kazanılan Büyük Ekim Devrimin yaratan sınıf yüzyılın ortalarından itibaren kaybettiği sosyalizmi ve en büyük yenilgisini yaşadığı çağımızda bu yenilginin doğurduğu sonuçların sonuna gelindiğini gösteren gelişmelerden birisidir. Şimdiden görünen içinde yaşadığımız yüzyılın işçi sınıfı ile emperyalist burjuvazi arasında sınıf savaşımının sona ermediği, tarihin sonuna gelinmediği tam tersine kapitalizmin tüm yeryüzünde gelişmesinin sonuçları proletaryayı yeni bir devrimler dalgasına 9
hazırladığını gösteriyor. Tarihin sonuna gelindiği başka bir açıdan doğrudur. Bu son kapitalizmin tarihinin sonundan başka bir şey olmayacaktır. Emperyalist kapitalizm kendi gelişmesiyle adım adım yer yüzünün tüm ülkelerinde proletaryayı bu devrime hazırlıyor. Başka bir seçenek bırakmaksızın. Yüzyılın başında Ekim Devrimiyle başlayan ilk adım, bu gün hangi ülkede ilk kıvılcımın başlayacağı sorusundan başka bir sonuç değildir. Komünistler yakın gelecekte bu gelişmenin sonuçlarına hazırlanmalı, siyasal ideolojik örgütsel olarak tüm ülkelerde buna hazırlanmalıdırlar. Mahir Kasım – 2005 (1) (2) (3) 10
Zaman Gazetesi 9.11.2005 Radikal Gazetesi 14.11.2005 Dr. Sedat Laçiner
(4)
Radikal Gazetesi 14.11.2005
MARKSİZM HERZAMAN ÖZGÜN VE BİLİMSEL BİR ÖĞRETİDİR. Marksizm kendi var oluşunun ikinci yarım yüzyılında, Marksizm kendi içinde kendisine düşman bir eğilimle savaşım vermek zorunda kaldı. Şimdi savaşımın biçimi ve amaçları değişerek yeniden daha çetin savaşımlar başladı. Felsefi materyalizm, diyalektik materyalizm iktisadi ve ekonomik kategorilerin değişik, akım, okul ve grupların eleştirisinden, dogmalaştırılmasından ve içeriğinin boşaltılmasına, en nihayetinde de Marksizm’ in bir bütün olarak, doğa bilimlerine, toplum bilimlerine, sınıflar savaşımının genel yapısı üzerine yeni amentüler yazılmaya başlandı. Bütün bu savaşımı her türden ve her renkten oluşan eğilimler,
Marks öncesi sosyalizmin yenildiğini, söyleyerek savaşımın Marksizm’ in kendi tabanı üzerinden sürdürüyorlar. Yani “revizyonizm” olarak sürdürülüyor. Revizyonizmin kaçınılmazlığı onu kapitalist üretimin kendi gelişimi üzerinde, iktisadi ve sınıfsal kökeni ile belirlenmelidir. Bu ise kapitalist üretimin içerisinde toplumsal yaygınlığında proleter sınıfının hemen yanı başında yer alan ve her sermaye birikimi sürecinde proleterler sınıfına dahil olan bir küçük burjuva sınıfının varlığını öngörür. Küçük burjuvazi kapitalist üretim içerisinde büyük burjuva sınıfının sanayi burjuvazisinin küçük ölçekteki üretimini sağlayan, atölyeler, küçük işlikler, üretimin diğer dallarına yaygınlaşmış hizmet sektörleri, taşeronlar, büyük sanayi ürünlerini pazarlayan tezgahtarlardır. Kapitalist üretimin niteliği gereği ulusal çapta yaygın ve dağınık durumlarından dolayı
toplumsal sınıf karakteriyle de küçük burjuva dünya görüşüne sahiptirler. Aynı zamanda büyük işçi partilerinde, sendikalarda, kendi örgütlülükleri içerisinde boy göstermelerinin kaçınılmazlığı vardır. Proletarya kendi bağımsız sınıf hareketini oluşturmadan, kendi sınıf bilimine ve bilincine sahip olmadan küçük burjuva sosyalistlerini politikalarıyla, ne kurtuluşunu ne de toplumsal yaşama damgasını vuramaz. Küçük burjuva revizyonizmi tarihsel süreç içerisinde daha Marks’ların döneminde 1840’lar dan sonra Marksizm kendisine düşman teorilerle savaşmakla uğraştı. Adım Smitler, Prodonlar, Berneştancılar, Rikardocular, Dühringler, Kançılar, 1905’ lerden öncede, Boğdanovlar, Bazarovlar, Kautskiler, Mihaylovskiler, Pelekhanovlar, Bakuninciler kısaca günümüze kadar ki tarihsel süreç içerisinde, 11
revizyonizm, reformizm ve oportünizm uluslar arası boyutuyla varlığını sürdürmektedir. Uluslar arası işçi sınıfı hareketinde II. Enternasyonalin de de revizyonizmin yüzü iyice belirgin biçimde idi. Lenin II: Enternasyonal revizyonizmine karşı verdiği ideolojik savaşımı, teorik savaşımı Leninizm’in tüm klasiklerinde, toplu ciltlerinde derinliğine görmek mümkündür. 17 Ekim Devriminin başarısı Marksizm, Leninizm bilimine karşı gerçekte nasıl yaklaşılması gerektiği, onun bir dünya görüşü olarak nasıl kavranılması gerektiği Leninizm pratiğinden çıkarılabilir. 17 Ekim devriminin yenilgisi kendi özgün koşullarının yanı sıra II. Emperyalist paylaşım savaşından sonra 1945’lerden sonraki süreçte partinin revizyonistlerin eline geçmesi, 90’ların başındaysa revizyonizmin çözülmesi idi. Bugün emperyalist kapitalizmin dünyada istediği gibi at 12
koşturabilmesi Dünya emekçi sınıflarının ulusal çapta kendi bağımsız sınıf hareketlerinin olmamasından, örgütlülüklerinin zayıf, cılız, küçük burjuva revizyonizminin politikalarının arkasından sürüklenmeleridir. Emperyalist kapitalizmin bu gün emniyet sibobu küçük burjuva revizyonizmidir. Emperyalizmin dün olduğu gibi bu günde sosyal devlet kavramı ile emekçi sınıflara küçük burjuva sosyalist revizyonistleri aracılığıyla kendi egemenliğinin tek ön koşul olduğunu dillendirmektedir. Revizyonizm i emperyalizmin her seferinde kullanacağı bir silah olarak yedeğinde tutmaktadır. Lenin emperyalizm tahlilinde “Emperyalizm asalak, çürüyen kapitalizmdir.” Derken aynı zamanda çağında Emperyalizm ve proleter devrimler çağı olduğunu söylemiştir. Ekim devrimi tüm dünya emperyalistlerine kendi
tarihsel yazgılarının kaçınılmazlığını gösterirken, proletarya sınıfına kendi tarihsel görevlerinin ne olması gerektiğini göstermiştir. Marks ve Engels’ den bir pasaj, YAZIN ve SANAT ÜZERİNE işçi sınıfının tarihsel görevi: Proletarya ve zenginlik karşıt şeylerdir. Karşıt şeyler olarak bir bütünlük oluştururlar. Her ikisi de özel mülkiyet dünyasının oluşumlarıdır. Sorun onlardan her birinin bu çelişki içerisinde hangi belirli yeri tuttuğunu bilmektir. Bunlar bir bütünün iki yüzüdür demek yetmez. Özel mülkiyet olarak, zenginlik olarak kişileşmiş sermaye kendi öz varlığını sürdürmek zorundadır ve bundan ötürüde kendi karşıtının proletaryanın varoluşunu da sürdürmek zorundadır. Kendi doyumunu kendi bulan özel mülkiyet çelişkinin olumlu yanıdır. Tersine proletarya, proletarya olarak kendini kurtarmak ve böylece bağımlı bulunduğu onu
durmadan proletarya durumuna getiren karşıtına yani özel mülkiyeti de ortadan kaldırmak zorundadır. YAŞASIN SOSYALİZM. Bir Okur.
BURJUVA TOPLUMUNDA SINIF MÜCADELESİ Burjuva toplumun tarihi önkoşulları, oldukça uzun bir gelişim döneminde feodal toplumun içinde oluştular. Ekonomi-Politiğin Eleştirisinde Marks bu dönemi ilkel birikim kategorisi olarak nitelendirir. Burada iki belirleyici olgu emeğin ve onun nesnelleşme koşulları olan üretim araçlarının serbestleşmesi oldu. Emekgücü alınıp satılır meta haline aldı. Emek-Gücünün sahipleri potansiyel işçi sınıfını, üretim araçları sahipleri potansiyel burjuvalar sınıfını 13
oluşturdular. Burjuva toplumun şafağında tarih kandan ve ateşten harflerle yazıldı. Modern işçi sınıfının ataları ücretli köleliği ve kapitalist sömürüyü gönül rızası ile kabul etmediler. Fabrikanın yolunu tutmadan önce kutsal özel mülkiyete saldırının (hırsızlık,yağma vb.) ilkel biçimlerinden geçtiler. Rıza, çok daha sonraları burjuva toplumun olgunluk döneminde burjuvazinin egemen olma araçlarından biri olarak ortaya çıkacaktı. Burjuva üretim güçleri feodal toplumu üretici güçleri ile çatışmaya başladılar. Yeni üretici güçlere eski üretim ilişkileri engel olmaktaydı. Yeni üretici güçleri temellik eden burjuvazi feodal toplumun egemen sınıfı feodaller ile kavgaya tutuştu. Burjuva toplumsal devrimler dönemi başladı. Emek-gücünün meta, üretim araçlarının sermaye haline gelmesi ve bunlar arasındaki artı-değer üretimine dayanan kapitalist üretimin üretimi ve yeniden 14
üretilmesi bu dönemin temelini oluşturuyordu. Bu dönemde muzaffer, yarı muzaffer siyasal burjuva devrimcileri tarihteki yerlerini aldılar. Bazı yerlerde gelişip güçlenen burjuva ekonomik toplumsal ilişkilerini burjuvazi siyasi egemenlik ile taçlandırdı. Bazı yerlerde ise yukarıdan aşağı burjuva devrimleri denen siyasal devrimleri burjuva ilişkilerin ekonomik ve toplumsal alandaki gelişimini sağladılar. Modern burjuva toplumunun doğuşundaki embriyon halindeki burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf mücadelesi gelişti. Sınıf mücadelesinin bir ürünü olan burjuva devleti bu mücadelesinin damgasını taşıdı, ona göre biçim aldı. Burjuvazinin tarih kitaplarında “cumhuriyet”’in krallığa ve feodal soylular sınıfına karşı mücadele içinde kurulduğu yazar. Aslında burjuva cumhuriyeti burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki mücadele sonucunda ortaya çıktı.
Onun için Marks burjuva cumhuriyetinin doğuşu 1848’dir demişti. Burjuva toplumun temel sınıfları burjuvazi ve işçi sınıfıdır. Asıl mücadele bu iki sınıf arasında geçmektedir. Şimdi artık burjuvazinin temsilcisi olduğu üretim ilişkileri (sermaye) işçi sınıfının temsil ettiği üretici güçler önünde engel haline gelmiştir. (!) bu yeni bir toplumsal devrimin, sosyalizmin habercisidir. Bu hareketin temelini işçi sınıfının burjuvaziden kurtuluş (sosyalizm) mücadelesi oluşturur. Kapitalizm de bu iki sınıf ile birlikte bir ara sınıf olan küçük burjuvazide yer alır. Onun durumu ise burjuvazi ile proletarya arasında gidip gelmekte kendini gösterir. Büyük burjuvaziye yanaştığında “demokrasi” ve “özgürlük” şarkıları mırıldanır, işçi sınıfının sınıfsız topluma ulaşma mücadelesinde onun rüzgarına kapıldığında ise sosyalist düşler görür.
Burjuvazi sermayeye dayalı bir toplum örgütleridir. Bu toplumu burjuva uluslar olarak örgütlenmesiydi. Feodallerle giriştiği çıkar çatışmasında başta köylüler olmak üzere halk yığınlarını arkasına aldı. 1848 ‘den sonra tarihte yer alan burjuva devrimlerinde burjuvazi köylüleri aldattı. Onların can düşmanı feodallerle uzlaştı. Kapitalizm emperyalist aşamaya ulaşmadan belli bir olgunluk aşamasına ulaşmıştı. Burjuvazi ile proletarya arasındaki uzlaşmaz karşıtlık bir çok kez kendini ortaya koydu. 1848 ve 1871 devrimlerinde işçiler yeni bir toplumun habercileri ve örgütleyicileri olduklarını gösterdiler. 1871 Paris Komünü yetmiş iki günlük kısa ömrüne rağmen işçilerin burjuvalara ilk ölümü göstermesidir. Bir başka gösterdiği de işçi sınıfı devletinin ilk örneği vermesidir. Marksizm’in devlet teorisi bu ilk deney sonrası berraklaştı. 15
Kapitalizm emperyalizm aşamasına yaklaşması ile çağa damgasını vuran emperyalizm ve proletarya devrimleridir. Kapitalizmin bu evresindeki çelişkilerin artması iki emperyalist paylaşım savaşına götürdü. I. Emperyalist savaş 1917 ekimde Rusya proletaryasının yoksul köylüleri yanına alarak kendi iktidarını kurması ile sonuçlandı. İlk aylarında kırlarda burjuva devrimi olarak görünse de işçi sınıfı şehirlerde iktidardaydı. Ekim devrimi proletaryanın siyasal devrimidir. Bolşeviklerin yöneticiliği de Rusya işçi sınıfı burjuvazi üzerinde diktatörlük uyguladı. Burjuva toplumundaki sınıf mücadelesi ve sonuçları üzerine çok yazıldı, bundan sonrada çok yazılacak. Liberal burjuvalar kendi toplumlarındaki sınıfları ve mücadelelerini kabul eder, çözüm ararlar. İşçi sınıfının öncüleri Marksistler işi bu sınıf mücadelesinin işçi sınıfının 16
diktatörlüğüne götüreceğini işaret eder. Onun için hazırlanırlar. İçinde yaşadığımız dönemde de liberal burjuvazi ve sözcüleri toplumlarındaki sınıf mücadelesini “entegrasyon sorunu” , “kimlik sorunu” ve “ toplumsal sorun”u olarak ele alıp “çözümler” üretiyorlar. Fransa’da 29 ekimde polisten kaçan iki “yabancı kökenli” gencin elektrik trafosunda saklanıp burada elektrik akımına kapılması sonucu ölmüştü. Bunun arkasından liberal burjuvaların “banliyölerin isyanı” yada “varoşların isyanı” tespitlerini yaptılar. Buralarda işsizlik %20’lere varıyordu. Bu “yabancılar” entegre edilememişlerdi. Ve kendilerince çözüm reçeteleri yazdılar. “Sosyal hareketler ve göçmen sorunlarıyla ilgili araştırmaları ile tanınan Sosyolog Stephone Beaud gettolara sorunların bu denli yayılmasına sebep olan durumu şöyle açıklıyor: ‘Bir dönem işçileri fabrikalara yakın yerlere
yerleştiriyorlardı, ama bu gün bu belli oranda çözüldü. Büyük endüstri merkezleri kapatıldı, işçiler sokağa atıldı. Ona çok katlı beton yığınlar yerinde duruyor. Ucuz işgücü olarak getirilenlerin çocukları baştan kötü bir ortamda, devletin terk ettiği mahallelerde, dışlanmışlık ve toplumsal eşitsizlikliklerin pençesinde büyüdüler. İş ve sosyal güvence yoksunluğu ile en uca savruldular. Bu semtlerde ergenlik çağındaki çocukların , gençlerin örnek alacağı hiçbir şey yok. Yoksul semtlerindeki işçi ve yoksul dayanışması bile sona erdi. Gençler fabrikalara çırak olmak için bile ayrımcılık yapılıyor. Eskiden göçmenlerin yetişkin çocukları babalarının çalıştığı fabrikaya çırak olarak girerlerdi. Şimdi bir çocuğun babası uzun yıllardır işsiz yada en kötü işlerde çalışıyor. Toplumda hiçbir yerleşik örgütlülük içinde yer alma şansları yok. Ailelerin yapısı
çocuklarına da yansıyor. Çözülen işçi kesiminin ana gövdesinin parçaları sağa sola savruluyor. Gençler evlerinin yanı başındaki okul, kreşi niye yakıyor. Gençlerin bir kısmı kendi başarısızlığının ilk durağı olarak okulu görüyor. İlk nefreti dışlanmışlığı burada tanıyor ve okulu ateşe vererek kendisini boşalttığını sanıyor.’ Her yanıyla kapkara bir tablonun sergilendiği bu semtlerde kendi başlarına terk edilmiş göçmen aileler ve çocukları tamamen dışlanmışlar.” (Yıldız EREN 27.11.2005 Evrensel) Her iki yazarında buluştuğu ortak nokta işçilerdeki “dışlanmışlık” ve “çözülme” olarak görülüyor. Bu durumdan rahatsız görünüyorlar. Burjuva toplumundaki “yerleşik örgütlülük” içinde yer almış olsalar bir sorun kalmayacak. Burjuva toplumunda temel sınıflarda işçi sınıfı, burjuva yaşam tarzının dışında varlığını sürdürür. Ona karşı 17
mücadele edebilme ve sınıfları ortadan kaldırma mücadelesi verme yeteneği de bundan kaynaklanır. Fransız sosyolog Fransa’sını reformlarla sorundan kurtarma çabası içinde. Evrensel yazarı ise sorunun nedeni olarak “neoliberal politika” larda görmekte. Onlar için asıl kaçınılması gereken bu durumdan burjuva toplumun zarar görmesidir. Halbuki kapitalizmin uzlaşmaz çelişkileridir onların çözülmesi gereken sorun diye önlerine koyduklarını ortaya çıkaran. Ünlü Arap Yazar Amin Maolof aynı konuda şunları söylemekte. “Göçmen ailelerinin çocuklarının hepsini aynı okula tıktıktan sonra birde fırsat eşitliğinden söz ederseniz, insanları aşağılamış olursunuz. Toplumda daha az imtiyaza sahip bu insanların okullarda ve yerleşim birimlerinde yoğunlaşmasının önüne geçilmeli. Bu kadar keskin bir fakir-zengin ayrımı 18
toplumun tamamı için son derece sağlıksızdır. Göçmenlere ‘hepiniz Fransızsınız’ deniyor. Ancak gerçek başka. Göçmen kökenli, herhangi bir alanda ün kazanmış kişi gösteremezsiniz.” (Amin Maolof 6.11.2005 Birgün) 1789 daki devrimin bayrağında “eşitlik, özgürlük, kardeşlik “ yazan Fransız burjuvazisinin 2005’deki düzeninde “fırsat eşitliği” olmadığını dile getirmiş yazar. Bu durum bir kez daha gösteriyor ki burjuva toplumdaki “eşitlik” ve “özgürlük” kimler içindir? Sorusunu cevaplamakta en basit eğitim eşitliği dahi burjuvalar tarafından işçilere gereksiz görülmüş. Kaldı ki “parasız eğitim” ve burjuva anlamda “fırsat eşitliği” kapitalizm sınırları içinde gerçekleşebilir. Şimdilerde burjuvazi biz de de olduğu gibi sınıfları ve ulusları “anayasal vatandaşlıkta” eşitlemeye çalışmakta. Yazar “hepimiz Fransızız “ demek işe yaramadı diyor. Bizim liberal burjuvalarımız
ise ulusları “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı üst kimliğinde” eşitleme hazırlığı içindeler. Fakirzengin ayrımının keskinliğinin tehlikeleri konusunda uyarısını da yapıyor. Asıl amaçları da bu değil mi zaten? Bir başka Fransız sosyolog yazar Jean Baudrıllard ayn olgu ile ilgili olara şu değerlendirmeleri yapmış. “Sevgili Fransa’mız da her gece ortalama 90 otomobilin yakıldığının farkına varmak için ilk başta tek gecede 1500 araba yakılması, daha sonra azalıp “normal günlük düzey”e gelmesi için rakamın aşamalı olarak 900,500,200’lere gerilemesi gerekiyordu. Arc de Triocomhp’deki hiç sönmeyen meşale gibi hiç sönmeyen bir ateş meçhul göçmen şerefine sürekli yanıyor. Emin olduğumuz tek bir şey var, Çernobil’le başlayan Fransa’nın muhafiyeti artık geçerli değil. Ama üzülmeyelim, eriyen sadece Fransız modeli
değil, batı modeli sadece dış etkilerde değil bizzat içerden gelen darbelerle de parçalanıyor. Birinci çıkarsama bu. Asıl korkunç olan gerçek ise şu ki göçmenler oyunun dışında ama bizlerde kimlik sorunu yaşıyoruz. Göç ve göçün getirdiği sorunlar toplumun bizzat kendi içindeki parçalanmasının sadece sempatizanlarıdır. Kabul edemeyeceğimiz gerçek bu zaten. Bizler kendi değerlerimizle bütünleşemiyoruz. Ama bunları zorla ya da rızalarını alarak başkalarına dayatmaya çalışıyoruz. “ (Referans 28.11.2005 Jean Baudırıllard) Fransız yazar “Tamamlanmamış bir isyanın evreleri” başlıklı yazısında “her gece ortalama 90 otomobilin yakıldığının” altını çizmiş.1 1
“Fransa’da ise ocaktan beri yakılan araba sayısı 28 bin kayda geçen şiddet vakası 70 bin Paris’te gecede istikrar kazanan yakılan araba ortalaması bir anda bini zorlamaya başlıyor. Diğer ortak bir nokta,
19
Fransa’da burjuvazi gündelik bir olay olarak araba yakılmaları ile karşı karşıyadır. Öyle anlaşılıyor ki , bu rakam onlar için kabul edilebilirdir. Rakam büyüdüğünde düzenlerini tehdit eden bir “şiddet” ve “entegrasyon sorunu” olarak gündeme oturuyor. Fransız burjuvazisinin tercihi şiddete şiddetle cevap vermek oldu. Tozlu aflardan ünlü “Cezayir yasası”nı çıkarıp masanın üstüne koydu. “Cezayir yasası” ile ilgili birkaç tarihi not vermek gerekirse yasa 1961’de yürürlüğe girer. Cezayirlilerin Ulusal Kurtuluş mücadeleleri sürmektedir. Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) bu mücadelenin başındadır. Eylemlerini Fransa’da da yürütmektedir. Paris’in polis şefi Maurie Papan bu yasaya dayanarak 17ekim kitlenin müthiş bir öfke ve infial içinde olması. Bir kıvılcımın patlamaya dönüşü, sokakları, kelleleri koltukta kalabalıkların doldurabilmesin.” (Hayri Kozanoğlu 13.11.2005 Birgün)
20
1961’de Cezayirlilere ve tüm Araplara saat 18:00’den sonra sokağa çıkma yasağı uygular. Buna karşılık FLN bir gösteri düzenler. 30 bine yakın kişi banliyölerden Paris’in merkezine doğru yürüyüşe geçer polis göstericilere ateş açar, öldürülenlerin sayısı 400’dür. Fransız burjuvazisi 1962 de Cezayir’in bağımsızlığını tanımak zorunda kalır. “Hukuk” ve “demokrasi” nin sınıflar arasındaki ilişkilerin bir ürünü olarak oluştuğunun en son örneği de bu oldu. İşçi sınıfı kendisi için en büyük tehdit oluşturmadığı günlerde “demokrasi” , “özgürlük” ve “hukukun üstünlüğü” nü tekrarlayıp duran liberal burjuvalar şimdi “Cezayir yasaları”ın dan medet umuyorlar. Ve de yeni bir “model” arayışı içine giriliyor. Bu gün böyle bir durumda buna başvuranlar sınıf mücadelesi keskinleşip devrim dalgası yükseldiğinde onu bastırmak için nelere başvuracaklarını düşünmek mümkün.
Fransa’daki 1848 ve 1871 devrimleri sonunda olanlar bunun tarihteki örnekleri . burjuva demokrasisi ve özgürlüklerinin nasıl bizzat burjuvazi tarafından nasıl yok edildiğini göstermiştir. Büyük burjuvazi kendi düzenini ayakta tutup kurtarmak için önlemler alırken, küçük burjuva sosyalistleri ortaya çıkan hareketi kendiliğinden hareket gibi değerlendirmelerle bir öğretmen tarzı sergilediler. Bir Marksist sınıf hareketleri karşısında önceden bu tip uyarıları yaparlar. Ama bir kez devrim ve ayaklanma patlak verdiğinde isyanlara yol gösterip cesaret ve moral verirler. Marks 1871 Paris Komünü günlerinde önceden bütün uyarılarını yapmıştı. Her şeye rağmen ayaklanma başladığında komünler ile birlikte hareket etmiş ve onlara taktikler vermişti. 1905 Rus devrimi günlerinde de aynı tavır konusunda da Lenin Plehanov’u eleştirir. Sınıflar tarihi yaparlarken her zaman
planlı ve programlı hareket etmezler. Böyle olsaydı şimdiye kadarki tarihin zorunluluğun ürünü olması gibi bir durum söz konusu olmazdı. İnsanların kendi tarihlerini bilinçli olarak yapacakları günleri henüz ulaşmadık. Zaten o zaman tarih sınıf mücadelesi olma niteliğinden de kurtulacaktır. Bunun için şimdi tarihsel zorunluluklar doğrultusunda geleceği hazırlamak için bütün gücümüzle çalışmak, işte bizim tarihi görevimiz budur. Bunu da işçi sınıfının devrim mücadelesi getirecektir. Yaşasın sosyalizm! Necati IŞIK 04.12.2005 Geçen Sayıdan Devam. (TÜRKİYE SOSYO EKONOMİK YAPI) Önemli Not: Bu yazı dizisi bu yayının görüşlerini yansıtmamakta, sadece bu konuda tartışmaların yönünden oluşması okuyucu kitlesine 21
bilgilendirme
açısından
GENEL ÜRETİMİN İNCELENMESİ Ülkemizdeki tarımsal yapıları incelemenin yanında bu güne kadar ki tarımsal mekanizasyon girdileri üretimdeki gelişme ürün alanlarının gelişimi bize ülkedeki iç pazarın gelişimini köylülüğün satın alma ve refah gücündeki değişimleri izlemek zorundayız köylülüğün ürettiği ürünün
yayımlanmaktadır geçimlik veya pazara yönelmesinin temelinde yatan gerçekliğin açığa kavuşması yani kırsal alandaki çiftçi üreticinin kendi tüketim ihtiyaçları için veya üretimini yeniden üretmek için satın aldığı malları ve sattıklarını karşılaştırmak zorundayız.
Bazı seçilen ürünlerin 1979’a göre pazarlama oranları(%5) Ürün adı Tahıl
Bakla S.Bitkisi Y.Tohum 22
Buğday Arpa Mısır pirinç Fasulye Nohut Mercimek Tütün Ş.pancarı Pamuk A.çiçeği P.çiğidi
Pazarlama Oranı % 50,90 31,10 44,90 94,20 87,90 81,00 69,50 100,00 99,90 98,00 99,60 98,00
Ort. Paz. Oranları 37,9 94,2 79,5 99,3 96,3
Y.Bitkiler
Meyve S. Meyve Hayvan Hayvansal Ürün
Susam Patates Soğan Zeytin Fındık Portakal Mandalina Üzüm İncir Sığır Koyun Süt Yumurta Yapağı
91,40 66,00 70,80 79,30 96,40 88,80 93,00 71,70 91,8 10,32 9,81 49,21 80,00 58,46
6,84 87,9 90,9 81,8 10,0 62,56
Tablo 1
Kaynak:Türkiye’de Tarımsal Yapılar Ergün Kip Sy.153 Zira çiftçinin harcamalarının yönü onun farklılaşmasını ortaya koyacaktır. Şuna cevap vermek zorundayız. Köylülük gruplarındaki gelirlerin harcanmasında esas olarak hangi kesimin “üretken tüketim” toprağa dönük harcamalar hangi kesim kişisel tüketime yöneliktir. “Dolayısıyla köylülüğün kır proletaryasına dönüşmesi
esas olarak tüketim maddeleri için bir Pazar yarattığı halde kır burjuvazisine dönüşmesi esas olarak üretim araçları için bir Pazar yaratır. Bir başka deyişle köylülüğün ait gruplar arasında işgücünün meta haline geldiğini üst gruplarda ise üretim araçlarının sermaye haline geldiğini görüyoruz. Her iki dönüşümde teorinin genel olarak kapitalist ülkeleri için 23
ortaya koyduğu iç pazarın yaratılması sürecine yol açar. “ (R.K.G.S.149) ürünlerin pazarlama oranlarına bakıldığında tahılların ortalama %37.9 oranında pazarlandığını ve tahıllardan en çok buğdayın pazarlandığını görüyoruz. Seçtiğimiz 23 ürünün Pazar oranları ülkede üretimin pazara dönük yapısını ortaya koymaktadır. Bunlara bağlı olarak ürünlerin yıllar itibarıyla ekiliş ve üretimleri de pazara yönelik yapıyı destekleyecektir. Üretimin pazara yönelik olması kişisel tüketim yanında üretken
tüketimi de beraberinde getirir. Alt grup köylülerde bireysel tüketim yoğunlaşırken zengin ve kapitalist köylüde üretken tüketim artar. “Köylülüğün farklılaşması sürecinin aynı zamanda doğal ekonomi yerine meta ekonomisinin geçmesi süreci olduğunu dolayısıyla da azarın tüketiminde artışla değil (daha bol olsa da) aynı tüketimin (pek bol olmasa da) nakit tüketimine yada ödemeli tüketime dönmesiyle yaratılabilir.” (R.K.G.S.150)
EKİLİŞ (Ha) Yıllar 1950 1960 1970 1980 1985
Tahıl 8244182 12239700 13239700 13291500 13844625
% 54,79 54,51 53,48 53,02 56,84
B.gill 439181 572470 533500 732150 1434029
% 2,84 2,41 2,16 2,92 5,89
S.bit 870397 118614 1025907 1226023 1258097
% 5,64 4,66 4,15 4,89 5,17
y.toh 726076 957780 1011133 1361736 1489566
% 4,83 3,96 4,08 5,43 6,12
Y.kök 126923 275300 237100 267700 304100
% 0,84 0,95 0,96 1,07 1,25
S.bit 1077838 4788418 4846343 7546227 10579564
%
y.toh 340892 552040 1120700 1653923 1867736
%
Y.kök 799067 1830500 2672000 4110000 5510000
%
Tablo 2
Üretim (Ton) Yıllar 1950 1960 1970 1980 1985
Tahıl 7763833 15215500 15882580 24323400 26385152
%
B.gill 394851 639620 561800 817675 1467354
%
Tablo 3
Kaynak:DİE Tarım İstatistikleri özeti Yayın no:1474 24
EKİLEN ALANIN KULLANIMA GÖRE DAĞILIMI (Bin Hektar) Tarla Bitkileri Yıllar Top. Ekilen Nadas S.Bah. Bağ. M.Ağ Zeyt. 1950 14542 9868 4674 -561 608 297 1960 23264 15305 7959 -782 730 548 1970 24296 15591 8705 448 845 1019 731 1980 24560 16372 8188 596 820 1386 813 1985 23933 17908 6025 662 625 1489 821 Tablo 4
Kaynak:DİE İstatistik Göstergeler. 1923-1990 ((x) Sebze bahçeleri 1968’e kadar meyve ağaçlarının kapsadığı alanda gösterilmiştir.) Ekilen alanların kullanımına göre dağılımında 1950’den 1985 yılına kadar tarla bitkileri ekilen alanlar. 1950’ye göre %64,58 oranında genişletilmiştir. Nadas payı 1950’de toplam alanın %32,14 iken 1985’de toplam alanın %25,18’ine gerilemiştir. Bunların yanında sebze bahçeleri alanında, meyve ağaçlarının dikildiği alanlarda ve zeytinlik alanlarda hızlı bir büyümenin yanında bağ alanları kendi içerisinde daralma göstermiştir.
Ekilen alanların genişletilmesi ürün artışına beraberinde getirirken, aynı zamanda ürünlerin verimliliğinde birim başına mutlak artışlar kendini göstermektedir. Bunun nedeni 1950’den sonra tarımda kullanılan traktör, gübre, sulama olanaklarının genişletilmesi vb. faktörler üretimi artıran bir rol oynamışlardır. Tahıl ekim alanı ve üretiminde sürekli artışlar olmuştur. Tahıl ekilen alan 1980’e kadar %90 oranında bir artış göstermesine 25
rağmen üretim 4 kat artmıştır. Üretimin ekilen alandan çok daha hızlı olması verimin yüksekliğini Yıllar
1950 1960 1970 1980 1985
göstermektedir. Pazarlama oranı %51 olan buğday ve pazarlama oranı %94,2 olan pirinci izlediğimizde,
Üretim Verim Buğday Ton Kg\Ha ekilen alan (ha) 4777191 3871926 864 7700000 8450000 1097 8600000 10000000 1163 9020000 16500000 1829 9350000 17000000 1818
Pirinç Ekilen Alan
Üretim Ton
Verim Kg\Ha
24125 42500 67000 52000 62000
513848 110000 160000 147000 162000
2130 2588 2388 2750 2613
Tablo 5
Kaynak:DİE Tarımsal gelişmelerden faydalanılarak hazırlandı. istikrarsız bir dalgalanma 1950’de buğdaydan göstermemesi rağmen hektar başına 864 kg. üretimi 1950’den 1985’e alınırken 1985’de 1818 kg. kadar %300’e varan bir artış yükselmiştir. Pirinçte 1950 1 söz konusudur. hektardan 2130 kg. alınırken Buğday ve pirincin 1985’de 2613 kg. ‘a üretimindeki bu artış burada yükselmiştir. Buğday ele almadığımız arpa alanında %50’ye varan bir üretiminde gözlenmektedir. alan genişlemesi varken Özellikle bira fabrikalarının üretimi %600’e varan bir kurulduğu alanlarda yemlik oranda artmıştır. Hektar arpadan çok biralık arpanın başına verim %120’yi üretimine ağırlık verilmesi, bulmuştur. Pirinç ekim alanı buğdayın üretimindeki artış 2,5 kat artarken hektar pazara yoğun bir başına verim %22,7 yönelmenin ifadesidir. Aynı oranında artmıştır. Pirinç zamanda buğday üretiminin 26
%51’inin pazarlanması bölgelerde de farklılık göstermektedir. Bu farklılıkları incelemek tek başına bir inceleme konusu olacağından biz ülke düzeyindeki pazarlama oranıyla hareket ediyoruz. Küçük işletmelerde bile buğday pazara sunulan bir yapı göstermektedir. Lenin’in de belirttiği gibi artık Pazar ağına bağlanan küçük köylü ayni tüketimden çok nakdi tüketime yönelmiştir. Küçük çiftçi ailesi de gereksinimlerini karşılamak için elveriyorsa tohumluk dışında kalan ürününü nakde dönüştürmek durumunda kalmaktadır. Bu alanda yeni Pazar ilişkileri içerisinde köylü giderlerini karşılama doğrultusunda bile pazara bağlanmıştır. Ürünlerin yıllar itibarıyla ekiliş paylarında da aynı eğilim gözlenmektedir. Tahılların ekiliş yüzdesi 1950’de %54.79 iken, 1985 de %56,84’e, baklagillerde 1950’de %2,84’den 1985 de %65,89’a, sanayi bitkilerinde
1950’den sonra (%5,64) düşme eğilimine girerken 1985’de %5,17’ye yükselmesi, yağlı tohumların 1950’de %4,83’den 1985 de %6,12’ye yükselmiş, yumru kökler 1950 de %0,84’den 1985 de %1,25’e yükselmiştir. 1950’den 1985’e kadar ürünlerin ekiliş ve verimlerindeki yapı ürünlerde kendi içlerinde dağınıklıkta çok belli başlı ürünlere bir yönelme gözükmektedir. Tahıllarda buğday, pirinç ve arpa da, sanayi bitkilerinde pamuk, tütün, şeker pancarı ve çay üretiminin yoğunlaşması, baklagillerde fasulye, mercimek ve nohudun üretiminin artması, yağlı tohumlarda ayçiçeği, ve son zamanlarda soya ekim alanının genişlemesi yumru köklerde patates, soğanın üretiminde ve üretim alanının artması bölgeler ürün yapılarına göre artmakta tek ürün ekimlerine ağırlık verilmektedir. Üretimi belirleyen ise, çoğunlukla bölgenin sanayi 27
yapısı ve iklim koşulları olmaktadır. Sanayi bölgelerinde iklim yapılarının elvermediği alanlarda sulama kanallarının yapılması, sulama tekniklerinin geliştirilmesi ve toprağa ilişkin gübre vb. girdilerle üretim değeri değiştirilmektedir. Örneğin Ankara, Tokat gibi yerlerde şeker pancarı üretiminin yoğun olması, bir çok küçük çiftçinin ektiği alanlarda buğday yerine şeker pancarı üretimine yönelmesi her iki yerdeki fabrikaya yönelik üretime ağırlık vermelerine zorlamıştır. Trakya’da, Ege’de ayçiçeği ekiminin ağırlığı yağ fabrikalarının bölgedeki yoğunluğundan kaynaklanmaktadır. Buralarda şunun altını çizmekte yarar görüyoruz. Böylesi alanlarda ekim yapan bir çok küçük toprak sahibi köylü ki özellikle 1-10 da alan işletenler her nedense bağımsız küçük üreticiler olarak değerlendirilir ve kır küçük burjuvazisi adı altında es geçirirler. Oysa ki bu 28
küçük köylü tefeciler elinde oyuncak olan ve onların birer yan kolları gibi çalışmak zorundadırlar. Toplam gayri safi gelirleri bir işçinin gelirlerin denk olan – ki çoğunlukla altındadır- bu köylülük kesimi bu alanda bağımsız üretici olma konumlarını yitirmişlerdir. Bunu ileriki konularımız içerisinde köylü işletmelerini incelerken yeniden ele alacağız. Doğal koşullar altında yaşamını sürdürmeye çalışan köylüden çok artık Pazar ilişkisi içerisine giren bir köylülükle karşı karşıyayız. “Bütün köylü gruplarında çiftçiliğin büyük ölçüde ticari nitelik kazanması pazara bağlı hale gelmektedir. Hiçbir durumda gelirin yada harcamaların nakdi kısmı %40’ın altına düşmez.” (R.K.G. Sf.137) Bugün ülkemizde hiçbir köylü grubu satım yapmadan varlığını sürdüremez. Bu da onun pazara ve paraya bağlı olduğunu gösterir. Pazara
yönelik üretilen ürünlerin bir kısmının incelenmesi, çay
üretimi;
Yıllar
Çay Ürt.Çift. Sayısı
Çay Sahası (da)
Elde Edilen Yaş Çay (ton)
1961 1965 1970 1980
77,978 94,283 125,114 178,805
49,672 195,934 259,780 583,110
21,997 59,429 153,830 476,000
Elde Edilen Kuru Çay (Ton) 5,450 13,000 33,431 95,889
Tablo 6
Kaynak: Türkiye’de Tarımsal Yapılar ve DİE göstergeler 1923-1990 20 yılda çay yetiştiren çiftçi sayısı 2 kat artarken çay ekilen alan 4 kat artış göstermiş, çay üretimi 21,5 kat artmış, kuru çay 17,5 kat artmıştır. Üretilen zeytinin de %10’unu çiftçi kendi tüketimine ayırırken %90’ını pazara göndermektedir. Zeytin ağacı sayısı 30 yılda yaklaşık 2,3 kat artış gösterirken zeytin üretimi 8,7 kat artmıştır. Bunun içinde, sofralık zeytin toplam zeytin üretimi içinde 16 kat artarken yağ çıkarmaya
yönelik zeytin üretimi 8 kata yaklaşan bir artış göstermiştir. Yağ çıkarmak için üretilen zeytindeki azalma ay çiçek yağının daha ucuz ve hafif olması nedeni ile zeytinyağı pazarını daraltmasından kaynaklanmaktadır.
29
ZEYTİN AĞAÇ SAYISI VE ZEYTİNYAĞI ÜRETİMİ YILLAR
1950 1960 1970 1980
Zeytin Ağaç Sayısı (Bin Ad) 29,742 54,845 72,113 73,750
Zeytin Üretimi (Ton)
Yemeklik Zeytin (Ton)
264,412 427,477 681,000 1,350,000
21,258 49,336 81,000 290,000
Yağlık Zeytin (Ton)
Üretilen Zeytin Yağı (Ton)
244,154 51,706 378,141 79,000 600,000 118,000 1,060,000 180,000
Tablo 7
Kaynak: DİE 1989 İstatistik Yıllığı ve TC. Ziraat Bankası Tarımsal Üretim Verileri. DİE 1923-1990 İstatistik göstergeleri. Yağlı tohumlar alanındaki genişlemeden de bunu görebiliriz. Özellikle ayçiçeği ve soyanın ekiliş alanlarında ve üretimlerinde yoğun bir artış söz konusudur. Yıllar 1950 1960 1970 1980
Ayçiçeği Ekilen Alan (Ha) 110,221 137,000 360,000 575,000
Üretim (Ton) 66,147 123,000 375,000 750,000
Soya Ekilen Alan (ha) 2,045 6,480 11,000 3,000
Üretim (Ton) 1,798 6,000 12,000 3,000
Tablo 8
Kaynak:Age Soyanın gösterdiği istikrarsızlık ülkemizde yeni bir ürün olması ve fiyatlarındaki gerilemeden kaynaklanırken 1990 yılı itibarı ile kurulan soya yağı fabrikaları ve TMO’nun alım desteği 30
ile üretimi daha da artmıştır. Buna karşılık ayçiçeği ekimi ve üretimi 30 yıl içerisinde ekim alanında 5,5 kat artışla birlikte üretimde 10,5 kat artmıştır. Ekilen alanların genişlemesi karşısında ürünün birim olarak artması tarımda kapitalist yapının gelişmesinin göstergesidir. Zira ticari tarımda gelişme net ücretinin büyüklüğü ekili alanların büyüklüğünden daha da fazladır. İkincisi tarımsal nüfus sınai merkezlere ve şehirlere durmadan göç etmekte ve tarımsal nüfus oransal olarak sürekli düşmektedir. Bu toplam üretim ölçeğinde nüfus başına düşen toplam ürünün sürekli artışını beraberinde getirir. Ürünlerin yıllar itibarıyla verdiğimiz tabloda bu saydıklarımızı net bir biçimde kanıtlamaktadır. Özellikle ülke tarımında pazara yönelik ürünlerin ekiminin daha doğrusu pazarlama oranı yüksek bitkilerin ekim alanlarının gelişmesi ticari tarımın hızla büyüdüğünü göstermektedir. Bu durumu turunçgillerin ağaç sayıları ve üretiminde ve sebze alanlarının genişlemesinde görebiliriz. Yıllar 1950 1960 1970 1980
Turunçgiller2 Ağaç Sayısı (Bin Adet) 5,177 8,193 12,612 16,034
Üretim (Ton) 41,368 286,056 656,000 1,155,000
Tablo 9
Turunçgillerin %90’nı pazarlanmakta %10’unu tüketime ayrılmaktadır. Turunçgillerden en çok üretilen limondur. 1980’de toplam limon üretimi 66 kat artarken ağaç sayısı 10 kata yakın artmıştır. Turunçgillerde toplam incelendiğinden ağaç sayısı 30 yılda 3 kat artarken toplam üretim ise 30 kat artmıştır. 2
Kaynak:Adı Geçen Eser.
31
Genel olarak incelersek ürünlerin birim olarak tahıl 1950’den 1980’e kadar 4 kat artarken pazarlama oranı %70 olan baklagil üretimi 3 kat artış göstermiştir. Pazarlama oranları %100 olan sınai ürünler 10 kat, çay 17 kat , zeytin üretimi 7 kat, yağlı tohumlarda üretim 14 kat, yumru bitkilerden patates 15 kat, turunçgillerden limon 66 kat, portakal 28 kat artış göstermiştir. Ürünlerin pazarlama oranlarının büyüklüğü ürün artışındaki gelişme üreticinin artık gelişen ulaşım ağı, tarımdaki teknik ilerlemeye bağlı olarak daha çok pazara bağlı hale gelmektedir. Tarımsal İşletmelerin Dağılımındaki gelişmeler; Toprak 1950 1963 Dilimi İşlt.(%) Alan İşl. Alan % % % 1-20 30,6 4,3 40,8 9,1 21-50 31,5 14,3 27,8 17,5 5121,9 20,7 18,3 23 100 10110,3 119,3 9,4 22,9 200 2014,2 16,6 3,2 16,5 500 501+ 1,5 24,8 0,5 11 Top.
1973 19803 İşl Alan İşl Alan % % % % 45,3 7,3 28,1 4,10 25,2 13,8 33,1 16 16,2 18,7 20,8 21,3 8,5
19,5
11,9
23,9
3,7
18,5
5,4
22,5
1,1
22,2
0,9
12,1
Tablo 10
Kaynak: Mustafa Keten Tarımsal işletmelerin yapısı, Oktay Varlıer Tarımsal yapıdaki değişmeler, Yakup Kepenek Türkiye Ekonomik Adlı eserlerden ve DİE 1950-1960, 1970 ve 1980 İstatistik verilerinden derlendi. 3
1980 verileri 1-9, 10-19 olarak verildiğinden 1980 yılı burada diğer yılların verilerine göre yeniden düzenlenmiştir.
32
1950 ve 1980 arası 30 yıllık gelişmede gözlenen 1-20 dekar alanda işltme sayıları düşerken işletilen yaklaşık aynı değerdedir. 21-50 da işletmelerde artışa bağlı olarak işledikleri alanda %1,7 oranında artmıştır. Özellikler 501 da’dan fazla alan işleten hanelerin sayısında %0,6 oranında gelirlerden işledikleri alan %12,7 oranında gerilemiştir. 201-500 da haneler % 1,4 oranında artarken işledikleri alan %5,9 oranında artmıştır. 501 da alandaki hane ve işletmedeki daralma 201-500 ve 101-200 da işleten hanelerin ve işledikleri alanlar arasından dağılmaktadır. Tarım lannın bölgelere ve işletme büyüklüklerine göre dağılımı: Toprak Dilimi Dekar 1-19 20-49 50-199 200499 500999 1000+
Ege ve Marmara Hane Alan % % 22,1 6,1 34,7 21,8 30,2 52,3 2,9 14,5
Akdeniz
İç Anadolu
Karadeniz
D.Anadolu
Hane % 33,9 31,3 29,4 5,0
Alan % 5,1 17,6 46,7 24,2
Hane % 21,9 27,3 39,1 10,6
Alan % 2,0 10,1 43,4 33,4
Hane % 35,0 43,3 21,4 0,3
Alan % 9,9 38,7 48,7 2,4
Hane % 31,2 25,6 34,6 6,6
Alan % 2,9 10,2 39,9 23,3
0,1
1,5
--
--
1,0
7,6
--
--
1,8
15,8
0,1
3,8
0,4
6,4
0,1
3,5
0,0
0,3
0,2
7,8
Tablo 11
Kaynak: 1980 DİE KEE Tarım alanlarının dağılımında Ege, Marmara ve Akdeniz birbirine yakın değerler göstermektedir. 1-19 ve 20-49 da işleten işletme oranı en fazla Karadenizde görülmektedir. %78,3’lük bir orandaki haneler toplam alanın %48,6’sını kullanmaktadır. 50 dekardan küçük işletmeler Ege ve Marmara’da %66,8 Akdeniz’de ise %65,2’dir. İşledikleri alanlar Ege ve Marmara’da %27,9 Akdeniz’de %22,7’dir. İç Anadolu ve Doğu Anadolu’da 33
50 Dekardan küçük arazi yapısı İç Anadolu’da toplam işletmelerin %49,2’sini D.Anadolu’da ise %56,8’ini oluşturmaktadır. İşledikleri alanlar ise İç Anadolu’da %12,1 D.Anadolu’da %13,1’dir. Bu verilere göre bölgelerde işletmelerin gelir yapılarını incelersek; Türkiye’de: il merkezlerinde hane halkı ortalaması 4,47 ilçe merkezlerinde 5,00 Bucak ve köylrde 5,99 olarak verilmiştir. Bu verilen işletmelerin gelirlerini incelersek hane ortalamasınıda göz önüne almak durumundayız. Biz tarımdaki aktif nüfusu ve işletme sayılarını baz alarak 5,6 olarak alacağız. 1980 verileri ile Pazar payları yüksek bitkilerin hektar başına verimlerini ve fiyatlarını ele alıp inceleyelim. Ürünler
Pazarlama oranı %
Buğday Arpa Pirinç Tütün Ş.Pancarı Pamuk Ayçiçeği Susam Soya Patates Soğan Fasulye Mercimek Nohut Zeytin Portakal Limon
50,9 31,1 94,2 100,0 99,9 98,0 99,6 91,4 100,0 66,0 70,8 87,9 69,5 81,0 79,3 88,8 100,0
34
Hektar Başına Verim Kg/Ha 1,829 1,893 2,750 1,024 25,119 744 1,034 578 767 16,393 13,714 1,447 1,021 1,146 ----
Fiyatı (TL) Kg/TL 19 TL 15 TL 100 TL -4 TL 110 TL 34 TL 96 TL -23 TL 25 TL 64 TL 61 TL 60 TL 70 TL 24 TL 39 TL
Tablo 12
Kaynak: DİE 1981 çiftçinin eline geçen fiyatlar Ergün Kip Age Yukarıdaki tabloya bağlı olarak ürün gruplarına göre tarımsal paylarını verirsek; Bölgeler
Tahıl %
İç Anadolu Marmara Karadeniz Ege Akdeniz G.Anadolu D.Anadolu
34,3 16,0 14,1 10,6 10,2 9,3 5,2
Bakliyat % 22,0 12,1 13,3 13,4 15,4 16,5 6,6
Sebze % 25,2 9,1 9,9 14,1 16,8 21,8 3,5
Meyve % 13,0 18,9 18,1 20,1 17,7 10,2 3,5
San.Bit % 18,1 16,4 19,0 22,2 16,1 3,9 4,8
Tablo 13
Bölgeden iç Anadolu tahılda %34,3 bakliyatta %22 Sebzelerde %25,2 ile ilk sırada gelmektedir. Sanayi bitkileri meyve üretiminde S.bitkilerinde %22,2 ile meyvede %20,1 ile Ege bölgesi gelmektedir. Bölgelerde genel olarak iklimin yapısına ürün deseninde ağır basmasına rağmen son yıllardaki teknolojik gelişim bunu değiştirmektedir. Kuru tarımın çoğunlukla yapıldığı İç Anadolu’da s.bitkileri oranının %18,1 olması bunu açıkça göstermektedir.
35
Bitkisel ürün yetiştiren işletmeler. Toprak Dilimleri (Dekar) 1-5 5-9 10-19 20-49 50-99 100-199 200-499 500-999 250-499 500-999 1000-2499 2500-4999 5000+ Hay.vr.gr Toplam:
İşletme %
İşletilen %
Ortalama Alan (Ha)
Küçük İşletmeler 17,39 0,73 13,95 1,72 17,7 4,35 25,59 14,58 13,00 17,00 6,93 17,29 3,74 19,96 1,14 16,05 Büyük İşletmeler4
0,22 0,66 1,3 2,9 6,6 12,6 26,9 71,1
0,56
10,77
418,177
(0,003) 22,119,983
28,4 67,5 137,7 327,3 814 0,3
Tablo 14
4
Büyük işletme, kavramında DİE 1980 üretim yılı içerisinde 500 dekar sulu arazi veya 1000 dekar kıraç araziyi kullanan işletmeler olarak almıştır. Hayvancılık yapan işletmelerde 100 büyük baş ve en az 300 küçük baş hayvanı olan işletmelerdir. Ayrıca 250 dekar sulu 500 dekar kıraç arazi kullanan işletmelere büyük işletme grubuna alınmıştır.
36
Bitkisel ürün ve hayvan yetiştiren işletmeler. Toprak Dilimleri (Dekar) 1-5 5-9 10-19 20-49 50-99 100-199 200-499 500-999 250-499 500-999 1000-2499 2500-4999 5000+ Hay.vr.gr Toplam:
İşletme %
İşletilen %
Ortalama Alan (Ha)
Küçük İşletmeler 4,62 0,19 6,59 0,68 14,43 2,99 33,67 16,04 21,78 21,82 12,53 24,62 5,64 23,11 0,64 6,51 Büyük İşletmeler 0,06 0,32 1,22 1,08 0,4 2,18 0,04 3,140,638 205,520,306
0,3 0,7 1,4 4,0 6,5 12,8 26,8 66,8 34,9 67,6 141,8 324,9 3670,3 15
Tablo 15
Kaynak: DİE 1989 İstatistik göstergelerinden hesaplandı. Tarımsal işletme hane halkına genellikle eşit olarak alınmıştır. Tarımsal işletme : Bitkisel ürün yetiştirenler toprak büyüklüğüne bakılmaksızın tarımsal işletme kapsamına alınmıştır. Hayvancılıkta en az iki büyük baş veya beş küçük baş hayvanı olanlar küçük tarımsal işletmeler kapsamına alınmıştır. 37
Yukarıdaki tabloda işletme yapılarına göz attığımızda DİE verilerine göre küçük işletme büyük işletme kıyaslaması yapmak genel olarak kalacağından böyle bir değerlendirme asla sağlıklı olmayacaktır. Genel olarak şunlar söylenebilir. Toprak toplulaşması noktasından bakıldığında 1-20 da arası işletmeler çözülüp dağılırken 501 da’dan fazla işleten işletmelerin toprak oranlarında %1,5’den %0,9’a düşüş vardır. Bu işletmelerin işledikleri alanların daralmasına rağmen İç Anadolu’da buğday üreten ailelerde aile emeği ve modern araçların ve kullanımına bağlı olarak zengin köylü sınıfına giren bu köylü grubu Adana’da daha doğrusu, pamuk, tütün, çay, sebzecilikte kapitalist çiftçi konumundadırlar. Üretim deseni sınıfsal farklılaşmayı temellen diren unsurdur. Bu unsur aynı zamanda çiftçi ailelerin toplam gayri safi gelirlerinde ve bunun yanında tarımsal giderlerini etkilemektedir. Marksın “toprak sermaye” dediği toprağa işletme açısından yatırılan sermayenin bileşimi köylünün durumunu açıklayan temel unsurdur. Köylünün toprağa yatırdığı sabit sermaye yanında, gübre, tarım ilacı vb. sermaye unsurları geliri üzerinde önemli rol oynamaktadır. Yoksul köylünün içine düştüğü sıkıntı onu bu yatırımlardan uzaklaştırırken toprağında verimine düşüklük, geliri azaltıcı unsur olarak çiftçinin karşısına dikilir, gelirin artan oranda azalması da çiftçiyi toprağından koparmaktadır. Ülkemizde kendi içindeki dönüşün bunu her geçen gün zorlamaktadır. Devam edecek
38
'ŞEMDİNLİ OLAYLARI' İNCELEME RAPORU İnsan Hakları Derneği (İHD), Mazlumder, İNSAN-DER, Çağdaş Hukukçular Derneği Van Şb., Hakkari Esnaf ve Sanatkarlar Odası, Hakkari Memur Sen, KESK Hakkari Şubeler Platformu ve Hakkari ÖVDER'in Şemdinli Olayları" üzerine yaptığı 12 Kasım 2005 tarihli İnceleme Raporu'nu tam metin olarak sunuyoruz
A. OLAY: Basında; Hakkari ili Şemdinli ilçesinde 9 Kasım 2005 günü üç kişinin bir kitabevine bomba atması sonucu işyerinde bulunan üç kişiden birinin ölmesi, diğerinin yaralanması bir diğerinin ise bombacıyı takip etmesi sonucu bu kişinin kaçarak bir arabaya binmesi, işyerindeki kişinin ve vatandaşların takibi sonucu kaçan kişilerin
araçta kıstırılması, araçta uzun namlulu silahların görülmesi sonrasında savcı tarafından yapılan keşif esnasında bu kez halkın başka bir şahıs tarafından taranması sonucu bir kişinin öldüğü 4 kişinin de yaralandığı haberleri yer almıştır. Olaylar esnasında yaşam halkının ihlal edilmesi, Şemdinli’de toplumsal tepkilerin gelişmesi, ilçeye giriş-çıkışların yasaklanması üzerine konunun araştırılması ve bu konuda bir rapor tanzim edilmesi lüzumu doğmuştur. B.HEYET OLUŞUMU: Hadisenin bu şekilde basından duyulması üzerine; iddiaları araştırmak, araştırma ve incelemeler sonrasında kamuoyunun gerçek bilgiye ulaşmasını sağlamak ve çeşitli ulusal ve uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınan “yaşam hakkı”nın korunmasına katkı sunmak amacıyla; 39
İHD Genel Yönetim Kurulu Üyesi Av. Abdulvahap ERTAN, * MAZLUMDER Genel Yönetim Kurulu Üyesi ve Van Şube Başkanı Av. Abdulbasit BİLDİRİCİ, * İnsan-Der Başkanı M. Yasin HASKANLI, * Çağdaş Hukukçular Derneği Van Şube Başkanı Av. Murat TİMUR, * Hakkari Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Arif KOPARAN, * İHD Van Şube Başkanı Av. Cüneyt CANİŞ, * MAZLUMDER Van Şubesi Başkan Yardımcısı Abidin ENGİN, * İHD Hakkari Şube Başkanı Necibe GÜNEŞ, * KESK Şubeler Platformu adına SES Şube Başkanı Ahmet EDİŞ, * MEMUR-SEN Hakkari İl Başkanı Abdulcebbar YAKAR ve * Hakkari ÖVDER Başkanı Übeydullah DÜNDAN’ın yer aldığı “İnsan Hakları Heyeti” oluşturulmuştur. C.İZLENİMLER: 40
Heyet 10 Kasım 2005 günü sabah erken saatlerde Şemdinli ilcesine gitmek için yola çıkmıştır. Yüksekova ilçesinden Şemdinli ilçesine doğru seyir halinde iken güvenlik önlemlerinin peyderpey artmakta olduğu gözlenmiştir. Şemdinli’ye 22 km kala Jandarmanın ilçe girişini kapattığı ve gelen araçlara ilçeye girişin ve çıkışın yasaklandığını bildirmesi üzerine heyetimiz geliş kendini tanıtmış, amacından mülki amirliğin haberdar olduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine görevlilerce birtakım görüşmeler yapılmış ve yalnızca heyetimize ait üç aracın ilçeye girişine izin verilmiştir. Sonraki noktalarda sorunsuz bir şekilde ilerleyebilmemiz için plakalarımız ilerideki kontrol noktalarına bildirilmiş ve sorunsuz bir şekilde ilçe merkezine varılmıştır. İlçeye girişte sağ tarafta bulunan polis kontrol noktasının boş olduğu ve köz haline gelmiş çokça odun yığınının halen
yanmakta olduğu, hemen yanında aynı büyüklükte ikinci bir ateşin yanmakta olduğu, ateş etrafında kimsenin olmadığı, ateşin içerisinde makineli silah tablasının bulunduğu ve kısmen yanmış olduğu, yolun ortasında bir araç mazot deposunun bulunduğu gözlenmiştir. İlçeye girişten itibaren tüm esnafın kepenklerini kapatmış olduğu, ilçe merkezinde görünürde güvenlik güçlerinin bulunmadığı, halkın büyük ve toplu bir kalabalık şeklinde ve sessizce ana cadde olan Cumhuriyet caddesi üzerinde bekleştiği, ilçeye giriş yapan araçtakilerin kim olduklarının öğrenilmesi üzerine kalabalığın heyete doğru gelip heyeti alkışladığı gözlenmiştir. Heyet öncelikle bombalı patlamanın olduğu yere gitmiş ancak o esnada cumhuriyet savcısının keşfini tamamlamış olması ve heyetimize olası eksikliklere karşı pasajı
mühürleyeceklerini belirtmesi üzerine heyet pasaj içine girmemiş ve makul olan bu gerekçeyle oradan ayrılmıştır. Heyetimiz buradan ayrılarak randevularını gerçekleştirmek üzere kaymakamlık, emniyet müdürlüğü ve adliye binasının bulunduğu mahalle gitmiştir. Giriş kapısında silahlı polislerin bulunduğu, bina girişindeki güvenlik kulübesinin camlarının kırık olduğu, duvarlarında taş izine benzer izlerin bulunduğu, bina bahçesinde iki adet tahrip edilmiş araç bulunduğu, kaymakamlık ve adliyenin içinde bulunduğu binanın neredeyse tüm camlarının kırılmış olduğu, yerlerde cam kırıkları ile taş parçalarının bulunduğu, Kaymakamlık binasının giriş kapısının karşısında bulunan bir binanın camlarında çok sayıda kurşun izi bulunduğu gözlenmiştir. İlçede güvenlik güçlerinin yalnızca bitişik olan emniyet 41
müdürlüğü, kaymakamlık ve adliye binası ile lojmanları koruduğu, bunun dışında ilçenin hiçbir yerinde güvenlik gücü görülmediği, ana cadde üzerinde toplanan halkın kontrol ve sakinleştirilmesi ile ilçede bulunan belediye başkanları ve STÖ temsilcilerinin ilgilendiği gözlenmiştir. Heyetimiz görüşmelerini sürdürürken ilçedeki tansiyonun düşmediği, halkın dağılmayarak ilçe merkezinde toplu halde bulunmaya devam ettiği, kalabalık bir grubun ilçe merkezinde sloganlı yürüyüş yaptığı, Ak Parti ilçe merkez binası önüne gelindiğinde bazı şahısların taş atarak zaten kırık olan parti binası camlarının kalan kısımlarını da kırdığı bu arada küçük yaştaki çocukların ısrarla emniyet müdürlüğüne doğru taş attıkları, kalabalık içinde bulunan yaşça büyük vatandaşların ise taş atılmaması yönünde sürekli uyarıda bulundukları, çocukların ellerindeki taşları alıp bıraktıkları, özellikle 42
mülki idare binalarına yönelmemeleri için kalabalığın önünü kestikleri, sloganların devam etmesi ve kalabalığın dağılmaması üzerine kalabalığın bir anda sağa sola doğru kaçıştığı, bazılarının burnunu ve gözlerini bezlerle kapatmaya çalıştığı, bu arada toplantı halinde olan ve balkona çıkarak olayları gözleyen heyet üyelerinin geniz, burun ve gözlerinin yanmaya başlaması üzerine biber gazı kullanıldığının anlaşıldığı gözlenmiştir. Heyet bir gün öncesinden resmi randevu taleplerini iletmiş bu kapsamda mülki erkanla resmi görüşmelerini yapmak istemiş ancak nizamiyenin silahlı polislerce tutuluyor olması ve heyetin içeriye girememesi nedeniyle geliş amacı bu kez güvenlik güçlerine anlatılmış, güvenlik güçleri telsizleri ile görüşmelerini yapmış ve akabinde heyetimize kaymakamın makamında bulunmadığı, C. Savcısının iş yoğunluğu nedeniyle görüşemeyeceği,
vali, kaymakam, il emniyet müdürü, garnizon komutanı ve ilin diğer üst düzey yetkililerinin alayda toplantı halinde oldukları iletilmiştir. Bu kez heyetimiz ilçe emniyet müdürünün de randevu talep edilenler arasında olduğunu belirtmiş, akabinde kendisi ile ancak bina girişinde görüşebileceğimiz belirtilmiştir. İl Emniyet müdür yardımcısı ile bina girişinde ayak üstü bir görüşme gerçekleştirilmiş ve görüşmede; mülki erkanın toplantı halinde olduğu, ilçede kontrolün sağlanmaya çalışıldığını, kendisinin her hangi bir açıklama yapmaya yetkisinin olmadığını, görüşme taleplerimizi ayrıca kendisinin de vali, kaymakam ve savcıya ileteceğini kibarca ifade edip görüşmeyi tamamlamıştır. HURŞİT TEKİN (Şemdinli Belediye Başkanı) Hurşit TEKİN yapılan görüşmede: “Patlama meydana geldiği zaman ilçede değildim. Taziye için bir köyde idim. Kaymakam
telefonumdan arayıp ‘başkan hemen ilçeye gelmeniz gerekiyor, ilçede olaylar meydana geliyor, gelip olayları yatıştırmanız gerekiyor’ dedi. 15 dakika sonra ilçeye vardım. İlçede halkın panik içinde olduğunu gördüm. İlçenin önde gelen şahsiyetlerini yanıma alarak halkı sükunete devam ettim. Bu arada kalabalık bir grubun ilçe girişinde bulunan polis noktasına doğru yürüdüğünü ve üç polisin orada mahsur kaldığını güvenlik güçleri bana bildirdi. Benden mahsur kalan polisleri kurtarmam istendi. Bunun üzerine olay mahalline gittim. Halk ve polis arasında meydana gelen arbedede yüzümden yaralandım. Beni hastaneye götürdüler. Hastanede yarım saat kaldıktan sonra dayanamayıp insanların arasına geri geldim. İlçe emniyet müdüründen polis noktasını oradan kaldırmasını istedim. Cevaben orada ağır silahların bulunduğunu ve 43
bu yüzden noktanın terk edilemeyeceği tarafıma bildirildi. Bir süre sonra ilçe Jandarmaya Hakkari milletvekili Esat CANAN, Hakkari Belediye başkanı Metin TEKÇE, Yüksekova Belediye Başkanı Salih YILDIZ, ilçede bulunan Yüksekovalı Avukatlar ile birlikte durum değerlendirmesi için çağrıldım. Toplantıda mülki erkandan Vali, Kaymakam ve üst düzey yetkililer ve C. Savcısı vardı. Toplantıda bu gerilimin nasıl dindirileceği tartışıldı ve emniyete teslim edilen üç kişinin göz altında olduğunun teyit edilmesi, olayda kullanılan aracın emniyet müdürlüğüne ait olduğunun teyidi istendi. Emniyet müdürü söze girip aracın kendilerine değil jandarmaya ait olduğunu belirtti. Vali’de müdürü teyit etti. Teslim edilen üç kişinin ise üç değil tek kişi olduğu belirtildi.” Zeydan ÖZEL (Esnaf-görgü tanığı) 44
Zeydan ÖZEL yapılan görüşmede: “Benim dükkanım patlamanın meydana geldiği pasajın tam karşısındadır. Ben olaydan 15 dakika önce o üç kişinin pasajı araç içerisinden gözlemlediklerini gördüm. Bunlardan kuşkulandım. Çaktırmadan amcam oğlunun dükkanına girip gözetlemeye devam ettim. Onlar da pasaja bakıyorlardı. Arabanın içinde üç kişi bulunuyordu. İkisi önde biri arkada oturuyordu. Arkada oturan sarıya çalan montlu kişinin elindeki siyah poşetle arabadan çıkıp pasaja doğru yürüdüğünü gördüm. Ben de dükkandan çıkıp arabanın yanına gittim. Elimi cebime koyup hiç görmüyormuş gibi orada beklemeye başladım. Top sakallı olan beni gördü. Bu arada sürücü arabayı çalıştırıp yavaşça oradan uzaklaştı. Bu arada aracın plakasını aldım. Plaka 30.AK.933 idi. Beyaz renkli bir Renault 19 marka araç idi. Tekrar kendi dükkanıma gittim. Birkaç dakika sonra
pasajın içinden büyük bir patlama sesi geldi. Halk patlama yerine koşarken ben de oraya doğru yöneldim. Sarıya çalan montlu kişi pasajın aşağısına doğru telaşlı bir şekilde telefonu elinde konuşarak “neredesiniz şu an” diyerek hızlı adımlarla ilerliyordu. Ben de o adamın arkasından hızlı bir şekilde yürüdüm. Bu adam dükkan önünde bekleyen aynı araca bindi. Ben de halka ‘bombayı patlatan bu adamdır’ dedim. Halkta aracın önünü keserek onları tartaklamaya başladı. Sonrasında resmi polisler gelerek havaya ateş etmeye başladı. Aynı zamanda polisler bu üç kişiyi ablukaya alıp iki kişiyi arabaya bindirerek götürdü. Bu arada top sakallı olan kişi olay yerinden uzaklaşmaya başladı. Ben de kendisini tanıdığım için takip ettim. İleride yarbay ve askerler vardı. Ben de yarbaya yanaşarak ‘yarbayım olaya karışan kişilerden bir tanesi de budur’ dedim. Yarbay’da
‘tamam oğlum yakaladık.’ Dedi. Üç asker koluna girerek şahsı ilçe jandarmaya götürdü.” Şeklinde beyanda bulunmuştur. Muharrem TEKİN (Şemdinli Esnaf ve Sanatkarlar Odası Başkanı) Muharrem TEKİN beyanında: “Olay tam büromuzun karşısında meydana geldi. Araba odanın hemen önündeydi. Üç kişi gelip arabaya binmek istedi. Araba da odanın hemen önündeydi. Bende aşağı indim. Bu arada halk toplanmıştı. O üç kişiden biri pişkin bir tavırla ‘noluyor’ dedi. Bu şahıslar kaçmaya çalıştılar. 10-15 kişilik grup bunları engelledi. Vatandaşlar; “bombayı bırakan kişi aracın arkasında oturan kişidir. Onu bize teslim etmelisiniz” dedi. Halk bombanın patladığı dükkanda ölü olduğunu hala bilmiyordu. Arabanın arka camı vatandaşlar tarafından kırıldı ve şahıs darp edildi. Aracın önünde oturan şoför de darp 45
edildi. Önde oturan kişi aniden araçtan çıkıp arka bagajı açtı ve içinden bir adet kaleşnikof marka silah çakardı. Ben bu arada bagajı gözetliyordum. İçinde 3 adet kaleşnikof vardı. Şerit halinde keleş mermileri vardı. Bir iki tane kapalı poşet vardı. Bu şahıs silaha mermiyi sürmek istedi. Vatandaş ise keleşi şahsın elinden alıp bagaja koydu ve bagaj kapağını kilitledi. Peşinden bu şahıs da vatandaşlar tarafından dövüldü. Bu esnada otuza yakın resmi polis gelip arabayı ve şahısları çembere aldı. Polislere rağmen vatandaşlar aracın içindeki şahsı tekrar dövüyordu. Sonra bir panzer aracın yanına gelerek içerdeki tek kişiyi çıkarıp panzere aldı. Sonrasında halk arabayı tahrip etti. Arabanın içinden bir ajanda, bir kroki ve isim listesi çıktı. Sonra kaymakam olay yerine geldi. Av. Mehmet EKİCİ ile birlikte aracın üzerine çıkıp açıklama yapmak istediler. Bu arada 46
pasajda ölen şahsın cenazesi el üstünde getiriliyordu. Grup cenazeyi fark edip kaymakama yönelmeye başlayınca kaymakam açıklama yapamadan aracına binip olay yerinden ayrıldı. Bu arada onbeşe yakın maskeli polis gelip havaya ateş açmasına rağmen halk dağılmadı. Bunun üzerine alay komutanı da olay yerine geldi. Halk komutana rica edince komutan emniyet müdürüne “silah atılmasın” dedi. Silahlar susunca halk tekrar arabaya yöneldi ve bu kez araç tamamen tahrip edildi. Bu arada 40-50 ye yakın asker de olay yerine geldi. Askerlerin başında bulunan yüzbaşı beni iterek ‘tarayın bunları, biz yirmi kişi bunlara yeteriz’ diye emir verdi. Yüzbaşı bu sözleri söylerken alay komutanı da oradaydı. Bunu duyan bir astsubay cadde ortasındaki demirlerin üstüne çıktı ve silahını halkın üstüne yöneltti. Benle bir arkadaş silahın namlusunu tutup
yukarı kaldırdıktan sonra silah ateş aldı. Bunu gören askerler de havaya ateş açtı. Alay komutanı tekrar müdahale edince silah atışları durdu ve askerler geri çekildi. Sonra polis ve askerlerin tamamı emniyet müdürlüğünün önüne çekilip barikat kurdu. Aracın başında bekleyen halk grup grup çıkıp emniyet müdürlüğünün önüne doğru gidiyordu. Burada bir grup da aracın başında bekliyordu. Askerler emniyet müdürlüğünün önünde camlı kalkanlarla barikat kurmuştu. Bu askerler, emniyet müdürlüğü ve hükümet konağı halk tarafından taşlandı. Barikatların önünde biri emniyete ikisi askeriyeye mensup üç adet panzer vardı. Panzerler havaya askerler halkın üstüne doğru ateş açtı. Bu esnada iki vatandaş kurşun yarasıyla yaralandı. Bunun üzerine aracı bekleyen vatandaşlar da emniyet müdürlüğünün önüne gelince biber gazı kullanıldığı için halk dağıldı.
Bu arada Altınsu köylüleri ilçeye doğru akmaya başladı. Polis köylüleri engellemeye başlayınca bu kez halk oraya doğru yürümeye başladı. Halk ile polis arasında arbede yaşandı. Halk polisi taşladı poliste havaya ateş açtı. Burada yaşanan 10 dakikalık gerginlikten sonra tekrar şehre yürüyüş yaşandı. Herkes meydanda toplanmaya başladı. Artık ortalıkta polis ve asker kalmamıştı. Saat 15:00 olmuştu. Bu arada bir uzman çavuşa ait araç çarşı içinde ateşe verildi. Saat 16:00-17:00 arası aniden beyaz renkli doğan marka bir araç hızla halkın üzerine doğru gelmeye başladı. Aracı süren Tanju ÇAVUŞ adlı, hepimizin tanıdığı bir uzman çavuş idi. Ziraat Bankasının önünde aracının ön camını açtı ve kendisine karşı hiçbir tepki yokken kurşunu bitinceye kadar halkın üzerine ateş açtı. Bu ateş üzerine 5 kişi yaralanmıştı. Yaralılardan Ali YILMAZ adlı kişi 47
sonradan öldü. Tanju uzman çavuş halkı taradıktan sonra aynı hızla kaçarak Jandarmaya sığındı. Bu esnada savcı keşif yapmaktaydı. Uzman çavuşun halkı taraması üzerine keşif yarıda kaldı. Bu keşif ancak saat 22.00 gibi yapılabildi.”şeklinde konuşmuştur. Seferi YILMAZ (Umut Kitabevi Sahibi) Seferi YILMAZ beyanında : “9.11.2005 tarihinde Cumhuriyet caddesi Öz İpek Pasajı Umut Kitabevi adlı işyerimde üç kişi oturuyorduk. Öğlen saatleriydi. Bu saatlerde genelde yemeğimizi kendimiz yapar ve kitabevinin arka kısmında arkadaşlarımızla yerdik. Aynı gün yemeğimizi yapmıştık ve yemek üzereydik. Yanımda aynı pasajda kundura satıcısı olan Metin KORKMAZ ve onun amcasının oğlu Mehmet Zahir KORKMAZ vardı. Ben pasajdaki diğer esnafı yemek yemek için çağırmak üzere arka 48
bölümden öne geçiyordum ki camların kırılma sesini duydum. Perdeyi aralayınca kendi camım olduğunu fark ettim. O esnada yerde dönmekte olan el bombasını gördüm. Kendimi can havliyle dışarı attım. Pasaj içinde benden başka kimse yoktu. Benim kapımın merdiveninden kaçarak uzaklaşan kumral, sarıya çalan montlu, orta boylu, sakalsız bir kişinin kaçtığını gördüm. Kaçarken henüz bomba patlamamıştı. Ben tam iç merdivenlerde idim. Önce “yakalayın! Bomba attı, montluyu yakalayın” diye bağırdım. Bu esnada içeride patlama meydana geldi. Patlama meydana geldiğinde ben halen dükkanın dışında fakat pasajın içinde idim. Kaçan şahsı caddeye kadar kovaladım. Ben kovalarken patlama sesini duyan vatandaşlar da pasaja doğru geliyordu. Ardından yine kaçan montluyu yakalayın diye bağırıyordum. Halk bu şahsı kovalamaya başlayınca ben patlama
yerine döndüm. İnsanlar benden önce patlama yerine-dükkana gelmişlerdi. Dükkanım toz duman içindeydi. Yaralı olan Metin KORKMAZ’ı Bedri YALÇIN dışarı çıkardı. İçerde bir kişi daha kalmıştı. Seslendim. Ancak ses gelmedi. Çıkmış olduğunu düşünerek kalabalığın yanına gittim. Sağdan soldan Mehmet ZAHİR’i sordum. “O da içerdeydi. Hastaneye mi götürdüler ona ne oldu?” diye sordum. Etrafıma baktım. Göremedim. Akrabalarına dönerek Mehmet ZAHİR’de içerdeydi diye söyledim. 30-40 dakika sonra akrabaları dükkana girip Mehmet ZAHİR’in cansız bedenini elleri üzerinde hastaneye götürdüler. Ben ise beyaz aracın yanına gittim. Aracın ablukaya alındığını gördüm. Ayrıca montlu şahıs aracın içinde arka koltukta oturmaktaydı. Aracın dışında onun arkadaşları olan iki kişi daha vardı. Halk içeridekine öfkeliydi. Dışarıdakiler de içerdekini
korumaya, insanları ikna etmeye çalışıyorlardı. Dışarıdaki bu iki kişi halka dönerek ‘biz güvenlik güçlerindeniz’ diyerek halkı yatıştırmaya çalışıyorlardı. Halktan da aracı ve bunları korumaya çalışanlar vardı. İnsanlar aracı aramak istediler. Gelen resmi polisler ise bunu engellemeye çalışıyordu. Sonra halk aracın camlarını kırdı. Bir ara arka bagaj açıldı. Bagaj içinde üç adet kaleşnikof silah, kütüklerde iki tane el bombası, 10 adet dolu şarjör ve mermiler vardı. Yazılı belgeler ile işyerime ait kroki mevcuttu. Halk; kroki, harita vesaireyi basına gösteriyordu. Ardından polisler, özel timler ve askerler gelip halkı dağıtma amaçlı havaya ateş açtı. Emniyet müdürü ve üniformalı polisler panzerlerle geldiler. Araç dışında bulunan iki şahıs kendileri panzere bindiler. Araçta bulunan kişi ise halk tarafından polise teslim edildi ve polisçe panzere bindirildi. Teslimden sonra 49
üzerinde adidas çizgili mont olan, top sakallı, beyaz tenli, 1,75 boylarında ince yüzlü olan şahıs olaydan haberi yokmuş gibi halkın arasından sıyrılıp olay yerinden uzaklaşmaya başladı. Ancak halktan birileri tanıdı ve onun arkasından hızla yürümeye başladı. Biraz ilerde Prestij Pastanesi önünde halk onu yakalamak isterken “çekilin üzerime gelmeyin, üzerimde bomba var” diyerek gelenleri tehdit etti. O ara yarbay ve askerler o kişinin yakınındaydı. Halktan birileri “yarbayım, bu şahıs ta araç içinde olanlardan biridir” dedi. Bunun üzerine şahıs askerler tarafından yakalanıp askeriyeye götürüldü.”şeklinde beyanda bulunmuştur. Tahir ERBAŞ (ŞemdinliEsnaf) Tahir ERBAŞ beyanında : “Olay esnasında işyerimde idim. Patlama sesi duyup çıkarı çıktım. Saat 12:00 civarı idi. Patlamanın olduğu yerden aşağıya doğru üzerinde açık kahverengi 50
mont olan kumral, 1.70 boylarında, 75-80 kg civarında olan bir şahıs koşuyordu. Elindeki telefonla birileriyle konuşuyordu. Ben şahsın arkasından gitmedim. Yaralı olabilir endişesiyle patlamanın olduğu yere yöneldim. Orada bir yaralı vardı. Bunu hastaneye götürdüler. Tekrar ilçe merkezine döndüm. Halk içinde bir kişinin bulunduğu araca saldırıyordu. Ayrıca aracın dışında da iki kişi vardı ve içerdekini koruyorlardı. Dışarıdakilerden biri halkı engellemek için aracın bagajından keleş çıkardı. Ancak halk silahı onun elinden aldı. Halktan bir kısmı da şahısların dövülmesini engellemeye çalışıyordu. Ardından polis ve jandarmalar panzerlerle geldiler. Dışarıdaki iki şahıs kendileri panzere bindi. Araçtaki şahıs ise polis tarafından panzere bindirildi.” şeklinde beyanda bulunmuştur.
Mustafa Cihat FESLİHAN (Şemdinli Kaymakamı) Mustafa Cihat FESLİHAN beyanında; “Bir buçuk yıldır burada görev yapmaktayım. Bildiğiniz gibi ilçemizde çeşitli patlamalar oldu. Bu son olaya gelince; dün öğlen vakti bir patlama sesi duydum. Ne olduğunu sorduğumda pasajda bomba patlamış dediler. Olayı yapan şahıs da vatandaşlarca alınmış ancak toplumsal kargaşa var dendi. Akabinde silah sesleri geldi. Vatandaşın araç çevresinde toplandığı ve kaymakamla görüşmek istediği talebi bana ulaştı. Olay yerine tek başıma gittim. Güvenlik güçlerini olay yerinden uzaklaştırıp aracın üzerine çıktım ve ‘savcı işini yapabilsin diye ortalığı boşaltın’ diyecektim. Bana karşı da protesto başladı. Zaten her şey bir anda oldu. Halk keşfin geç yapılması konusunda şikayetçi idi ve herhalde mülki idarenin keşif yapma yetkisi olduğunu düşünüyordu. Bu durumda
mecburen olay mahallini terk etmek zorunda kaldım. Ancak savcıya keşfi yapması konusunda telkinde bulundum. Bilahare savcı keşfi yapmaya gitti. Ancak keşif yapılırken bir araçtan silah atıldı bilgisi bana ulaştı. Burada da yaralılar olmuş. Savcı keşfi yarım bırakmak zorunda kalmış. Bunun üzerine tekrar STÖ’lerle ilişki kurdum. Aynı gece halka keşfin yapılacağını anlattım. Şu anda bir kişi gözaltındadır. Diğer iki kişinin olaya karıştığına dair tanıklar henüz savcı tarafından dinlenmedi. Gözaltındaki şahsın kimliği tespit edildi. Bizim polis memurumuz değil. Hakkari nüfusuna kayıtlı biridir. Heyet kaymakama bu kişiler kimdir ve neden ilçenizdedir? Sizin personeliniz midir? Sorusunu yöneltmiş, kaymakam cevaben; “bu kişiler benim personelim değil, kim olduklarını bilmiyorum, neden ilçede 51
bulunduklarını da bilmiyorum” demiştir. Heyet kaymakama ikinci olay diye tabir ettiğimiz ve savcının keşif yapması esnasında aracı ile gelip halkın üzerine ateş açtığı, bir kişinin ölümüne ve dört kişinin de yaralanmasına neden olduğu iddia edilen, isminin Tanju ÇAVUŞ olduğu ve görevinin ise ilçede uzman çavuş olarak bilindiği iddia edilen şüpheli ile ilgili bilgisini sormuş; Cevaben “kimliğini bilmiyoruz, bu konular savcılığın görevidir” demekle yetinmiştir. Heyet üçüncü olarak “Bu olaylar kamu personeli olmakla birlikte kontrolsüz veya hukuk dışı yöntemleri seçen güçler tarafından gerçekleştirilmiş olabilir mi? “sorusunu yöneltmiştir. Kaymakam cevaben “bize gelen bilgi eylemin PKK tarafından yapıldığıdır. Bu açıklamaları yapacak makam savcılık makamıdır.” şeklinde konuşmuştur. Harun AYIK ( ŞEMDİNLİ C. SAVCISI) 52
Harun AYIK anlatımında; “Halk sakinleşirse dışarı çıkıp çalışabilir, tanıkları belki olay yerinde dahi dinleyebiliriz. İlk başta güvenliğin sağlanmasını bekliyoruz. Pasaj içinde ve araç üzerinde inceleme yaptık. Araç jandarmaya aittir. Bombalı patlamaya sebep oldukları iddia edilen 3 kişi jandarma istihbarat görevlisidir ve görev amaçlı Şemdinli’ye gelmişlerdir. Henüz ifadelerini almış değiliz. Bu şahıslardan gözaltında olanın bombayı atıp atmadığı dahi henüz belli değildir. Araç pasajdan 70 m uzaktadır. Muhtemelen bunlar atmadılar. Nasıl tutuklayalım. Şahsın bombayı attığını gören yok. İkinci saldırıyı yapanın kimliği ise bellidir. Üç kişiden ikisinin kimliği hakkında ise bir bilgim olmadığı gibi bu kişilerin görevlendirildiğine dair de bilgim yok. Bu konu zaten acil de değil. İleride bakarız. Bu üç şahsın üçü de şüpheli konumundadır. Sadece biri göz altındadır. Aslında bu olayda
yoğunlaşmış bir şüphe de yoktur. Şüpheli bile denemez aslında. Vatandaşın çok ufak bir iddiası var. Kaldı ki dosyada da bir delil yok.” şeklinde konuşmuştur. Heyetimiz; ikinci olayı gerçekleştiren Tanju ÇAVUŞ adlı uzman çavuşun ifadesinin niçin alınmadığını sormuş ve savcı cevaben: “Biz ikinci olayı gerçekleştiren kişinin kimliğini bilmiyoruz.” Şeklinde çelişkili beyanda bulununca bu kez heyetimiz; “Az önce bu şahsın kimliğini bildiğinizi söylediniz. Bu çelişki değil midir?” demiş, bunun üzerine savcı “bu halkın iddialarıdır” şeklinde cevap vermiştir. Heyetimizce bayramdan bir gün önce meydana gelen şiddetli patlamanın da aynı kişilerce gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği sorulmuş ve cevaben: “Bu tür olayların aydınlatılması neredeyse imkansızdır. Dolayısıyla faillerinin bulunması zor görünmektedir” demiştir.
İSMİNİN RAPORDA AÇIKLANMASINI İSTEMEYEN ŞAHIS: İsmini açıklamamızı istemeyen ancak bilgi ve görgüsünü heyetimizle paylaşmak isteyen bir kişi ise anlatımında : “Ben patlamayı gerçekleştirdiği iddia edilen kişilerin aracının yanında idim. Bagaj açıldığında içinden silah ve patlayıcı maddelerin dışında bir dosya çıktı. Bu dosya patlamanın meydana geldiği işyerinin sahibi olan Seferi YILMAZ’ın eskiden yargılandığı dosyanın fotokopilerini, şahsın önden, arkadan ve profilden çekilmiş fotoğraflarını, o gün meydana gelen patlamanın yerini gösteren bir krokiyi ve bayramdan bir gün önce ilçemizde meydana gelen patlamanın yer ve çevresini gösteren başka bir krokiyi de içeriyordu. Gördüğüm kadarıyla savcı bunları tesbit etti. Zaten tesbit esnasında kamera çekimi de yapılıyordu.” şeklinde beyanda bulunmuştur. 53
Kerim KAÇAR (Silahlı tarama olayında yaralanıp Y.Ova Devlet Hastanesi’nde yatan şahıs) : Heyetimiz Şemdinli dönüşünde Yüksekova Devlet Hastanesine uğrayarak yaralanan 4 kişiyle görüşme imkanı bulmuştur. Bu şahıslardan Kerim KAÇAR beyanında: “Ben 9 kasım da meydana gelen olayda çenemden ve karaciğerimden yaralandım ve bu yüzden hastanede yatıyorum. Ancak sizlerle paylaşmak istediğim çok önemli bir izlenimim daha var. Bayramdan önce meydana gelen ve 67 işyerinin zarar gördüğü ve çok sayıda kişinin yaralandığı gece ben çarşı içinde Fenerbahçe Schalke04 maçını izlemekteydim. Dakika 63 idi. Çok şiddetli bir patlama sesi geldi. Çıktığımızda o korkunç patlamanın meydana geldiğini gördüm. Ancak daha maç başlamadan önce patlamanın meydana geldiği caddeden geçerken askeri gazinonun bomboş 54
olduğunu görmüştüm. Oysa bu gazino her zaman için bu saatlerde, hele hele maç günlerinde tıklım tıklım olurdu. Kaldı ki gazinoda dev ekran bir televizyon da bulunmaktaydı. Aklıma askeri kesimin bu patlamadan haberdar olabileceği kuşkusu geldi. Aynı zamanda patlama yerinin görüş alanında olan evlerde ikamet eden askeri personelin de o gece aileleriyle birlikte başka yerlere misafir gitmiş olmalarını da manidar buldum. Dolayısıyla ben bayram öncesi gerçekleştirilen eylemin de bu şahıslar tarafından gerçekleştirildiğini düşünüyorum” şeklinde konuşmuştur. HEYETİMİZİN YAPMIŞ OLDUĞU TESBİTLER: Heyetimiz yapmış bulunduğu ayrıntılı araştırma ve inceleme sonucunda aşağıda belirtilen tesbitlere ulaşmıştır. Şemdinli’de 9 kasım günü meydana gelen olaylarda; 3
ayrı olayda ölüm ve yaralanma meydana gelmiştir. İlkin; pasaj içindeki kitabevine yapılan bombalı saldırı olayında bir kişi ölmüş, bir kişi de yaralanmıştır. İkinci olarak; Araçta yakalanan şahısların emniyete götürülmesi sonrası emniyet önünde toplanan halkın üzerine ateş açılması sonucu iki kişi yaralanmıştır. Üçüncü olarak; savcı tarafından yapılan olay yeri incelemesi esnasında hızla halkın üzerine aracını süren ve Tanju ÇAVUŞ isimli uzman çavuş olduğu iddia edilen kişinin silahlı saldırısı sonucu 4 kişi yaralanmış, bir kişi de ölmüştür. Savcının beyanına göre; 30.AK.933 plakalı araç Jandarma tarafından kullanılan bir araç olup bu araçta bulunan ve şüpheli konumunda olan üç kişi JİT ise görevlisidir. Sonradan halkın üzerine ateş açan şahsın kim olduğu halk tarafından ismen, ev adresi ve resmi ünvanı ile birlikte bilinmesine rağmen savcı bu kişinin kimliğini
bilmediğini beyan etmiştir. Ancak savcının bu konudaki çelişkili beyanları heyetin dikkatinden kaçmamıştır. Her iki olayın hiçbir şüphelisinin ifadesini savcı alamamıştır. Şemdinli halkı olaylar akabinde güvenlik güçlerinin sanıkları serbest bırakması ve yakalamaması üzerine kamu otoritesine olan güvenini yitirmiş olup infial halindedir. AYDINLATILMASI GEREKEN HUSUSLAR: * Araçta yakalanan ve JİT görevlisi olduğu iddia edilen bu kişiler kendi iradeleriyle mi Şemdinli’ye gitmişlerdir? Araç ve jandarma personeli hangi amaçla Şemdinli’ye gönderilmiştir? Kaç kişi görevlendirilmiştir? Görevlendirmeyi kim yapmıştır? Bir örneği de tesbitte hazır bulunan bir avukata verilen ‘araç tesbit tutanağı’na geçirildiği gibi bagajda saldırı düzenlenen işyerinin krokisi hangi amaçla bu JİT görevlileri tarafından kullanılmıştır? 55
* Aynı şekilde Seferi YILMAZ’ın yarglandığı eski dosyası ile fotoğraflarının araç bagajında bulunmasının sebebi nedir? Madem ki bu üç şahıs sadece oradan geçiyor idiyseler neden araçlarında bombalanan işyerinin krokisini, Seferi YILMAZ’ın önden arkadan ve yandan çekilmiş fotoğraflarını ve eski dosyasını taşıyorlardı? * Delil karartma ihtimali kuvvetle muhtemel bulunmasına rağmen savcı neden şüphelileri derhal dinlememiştir? Savcının bu şüphelileri derdest etmesine engel nedenler var mıdır? Askeri güçlerin savcıya şüphelileri teslim etmediği iddiaları doğru mudur? * İsmi bizde saklı olan şahsa dayanarak almış olduğumuz bilgilere göre; savcı tarafından tutulan Araç Arama Tesbit Tutanağı’nda yer alan, bayramdan bir gün önce meydana gelen ve 67 işyerinin tahribi ile çok sayıda kişinin yaralanmasına yol açan bombalı eylemin yapıldığı 56
yerin krokisi ile son bombalama olayının gerçekleştiği işyerinin krokisinin aynı araçta yer alması tamamen bir tesadüf eseri midir? Bunun izahı nedir? * Araçta yakalanan iki kişi ile sonradan halkın üzerine ateş açtığı iddia edilen kişi neden henüz göz altına alınmamıştır? Olaylar nedeniyle neredeyse tüm güvenlik güçleri ve savcı olay yerinde iken neden ateş eden bu kişi derhal yakalanmamış, takip edilmemiş kim olduğu bugüne kadar tesbit edilmemiş veya savcıya bildirilmemiştir? * Bayramdan bir gün önce meydana gelen çok şiddetli patlamayı da mı aynı kişi ya da kişiler gerçekleştirmiştir? Bunun yanında uzun süreden beri meydana gelen benzer patlamalarda mı aynı kişi ya da kişilerce gerçekleştirilmiştir? * Bombayı attığı iddia edilen kişinin kaymakam tarafından Hakkari ili nüfusuna kayıtlı bir şahıs olduğu iddia
edilmiştir. Bu şahsın ayrıca itirafçı olduğu yönünde basında haberler yer almıştır. Bu husus doğru mudur? Doğruysa bu şahıs böyle işler için kullanılmakta mıdır? Bundan önce başkaca eylemlerde de kullanılmış mıdır? * Görgü tanıklarının hemen tamamının benzer anlatımlarında geçtiği üzere patlamanın ardından halktan insanlar patlamanın olduğu yere yönelirken kamu görevlisi olan bu kişiler neden olay yerinden uzaklaşmaya çalışmışlardır? Bu ve benzeri olaylar karşısında kamu görevlisinden beklenen tutum bu mudur? Halkın yakalayıp polise teslim ettiği bu üç kişiden ikisi nasıl ve ne şekilde polisin elinden kurtulmuştur? Bu kişilerin JİT elemanı olması polisin onları serbest bırakmasını bir şekilde etkilemiş midir? Polisin bu kişileri savcıya götürmeden serbest bırakma yetkisi var mıdır? Yoksa bu yetkiyi savcıdan mı almıştır?
* Araç bagajında bulunan el bombaları ve uzun namlulu silahlar JİT envanterinde kayıtlı mıdır? Bu kişilere teslim edildiği zimmet defterlerinde kayıtlı mıdır? KANAAT: Heyetimiz yapmış bulunduğu inceleme, araştırma ve etraflı görüşmeler sonucunda aşağıdaki kanaatlere ulaşmıştır : Şemdinli ilçesinde 9 Kasım 2005 günü meydana gelen patlama sonrası JİT görevlilerinin olay yerine gitmeleri gerekirken olay yerinden kaçmaya çalışmaları, görgü tanıkları Seferi YILMAZ, Muharrem TEKİN, Zeydan ÖZEL ve Tahir ERBAŞ’ın birbirini tamamlayan beyanları, araç bagajında el bombası, bol miktarda mermi ve üç adet kaleşnikof bulunması, şüphelilerden birinin polis ile birlikte gitmek yerine kaçmayı tercih etmesi, işyerine saldırı düzenlenen kişinin PKK üyeliğinden hapis yatmış biri olması, savcı tarafından tutulan araç 57
tesbit tutanağına geçirildiği gibi bagajda Seferi YILMAZ’ın işyerinin krokisinin bulunması bütün şüpheleri bu üç görevli üzerinde yoğunlaştırmaktadır. Araç Tesbit tutanağına da geçirildiği gibi; araçta bayramdan bir gün önce meydana gelen ve 67 işyerinin tamamen tahrip olması ve çok sayıda kişinin yaralanması ile sonuçlanan bombalama eyleminin gerçekleştiği yerin krokisinin de çıkması bu eylemin de aynı kişi ya da kişiler tarafından gerçekleştirildiği yönünde ciddi anlamda kuşku yaratmış bulunmaktadır. Bu olay devlet içinde hukuk dışı hareket eden bir grubun halen aktif olduğu kanaatini doğurmuştur. JİT görevlileri bu tür faaliyetlerinde daha önce suça karışmış itirafçı tabir edilen şahısları halen kullanmaktadırlar. SONUÇ: Heyetimiz sivillere yapılan saldırı sonucu meydana 58
gelen olaylarda yaşam hakkı’nın ihlal edildiği, vücut bütünlüğüne saldırıların olduğu, mülkiyet hakkının zarar gördüğü sonucuna varmıştır. Şemdinli halkı olaylar akabinde güvenlik güçlerinin sanıkları serbest bırakması ve yakalamaması üzerine kamu otoritesine olan güvenini yitirmiş olup infial halindedir. Bunun giderimi ve güvenin yeniden tesisi için mümkün olan mekanizmalar ivedilikle harekete geçirilmelidir. Bu sebeple heyetimiz raporun sonuç kısmında iki önemli çağrı yapmayı uygun bulmuştur: Bu olayı araştırmakla ilgili olarak TBMM tarafından derhal bir Meclis Araştırma Komisyonu oluşturulmalıdır. Aksi taktirde olayın niteliği itibariyle delillerin karartılması ihtimali oldukça yüksek görünmektedir. Şemdinli C. Başsavcısının tek başına bu olayın üstesinden gelemeyeceği kanaati hasıl olduğundan Adalet Bakanlığının bu
olayla ilgili ayrı bir savcı görevlendirmesi önerilir. Başbakan, Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı ve Genel Kurmay Başkanı’nın olayın ciddi şekilde araştırılacağı yönlü kamuoyunu tatmin edici açıklamalar yapması gerekmektedir.
* KESK Şubeler Platformu adına SES Şube Başkanı Ahmet EDİŞ, * MEMUR-SEN Hakkari İl Başkanı Abdulcebbar YAKAR ve Hakkari ÖVDER Başkanı Übeydullah DÜNDAN
* İHD Genel Yönetim Kurulu Üyesi Av. Abdulvahap ERTAN, * MAZLUMDER Genel Yönetim Kurulu Üyesi ve Van Şube Başkanı Av. Abdulbasit BİLDİRİCİ, * İNSAN-DER Başkanı M. Yasin HASKANLI, * Çağdaş Hukukçular Derneği Van Şube Başkanı Av. Murat TİMUR, * Hakkari Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Arif KOPARAN, * İHD Van Şube Başkanı Av. Cüneyt CANİŞ, * MAZLUMDER Van Şubesi Başkan Yardımcısı Abidin ENGİN, * İHD Hakkari Şube Başkanı Necibe GÜNEŞ,
Koxuz Haber Tarama Grubu - 16 Kasım 2005" Tarih: 24.11.2005 MARKSİZM-LENİNİZM HER ZAMAN GÜNCEL VE BİLİMSEL ÖĞRETİ KOMÜNİSTLERİN GÖREVLERİ VE TDKP-KHK PROGRAM TASLAĞI ELEŞTİRİSİ I Komünist diyalektik materyalist bakış açısıyla olayları, gelişmeleri, sınıfları, üretim ilişkilerini, tarihi, geleceği, bilimi, kültürü vs. tahlil eden ve ulaştığı sonuçlara göre hareket 59
ederek Marksist-Leninist dünya görüşünü kitlelere ulaştırmak, yeni oluşum ve şarlara göre örgütlü bir şekilde katkılarda bulunarak tarihi görevini yerine getirir. Komünistler tarihi görevlerini yerine getirirlerken tek başlarına hareket edemezler. Onlar toplumsal üretim ilişkilerinin bu gün ulaştığı noktada toplumsal üretici güçlerin geleceğini temsil etmektedirler. Eski üretim biçimlerinin içinden doğan yeni üretici güçlerin gelişmesi onları tarih sahnesine çıkarmıştır. Toplumsal ilişkilerin şekillendirdiği bilinç bu güne kadar inişli çıkışlı bir çok evreden geçmiştir. Geçmeye de devam etmektedir. İşte Marksın tarihe, ekonomik koşullara ve toplumsal bilincin oluşumunu ifade ettiği açıklamasında o ünlü tespiti şudur. “Araştırmalarım, devlet biçimleri kadar hukuki ilişkilerin de ne kendilerinden, ne de iddia edildiği gibi insan zihninin 60
genel evriminden anlaşılamayacağı, tam tersine, bu ilişkilerin köklerinin, Hegel'in 18. yüzyıl İngiliz ve Fransız düşünürlerinin örneğine uyarak "sivil toplum" adı altında topladığı maddi varlık koşullarında bulundukları, ve sivil toplumun anatomisinin de, ekonomi politiğin içinde aranması gerektiği sonucuna ulaştı. Ben, ekonomi politiği incelemeye Paris'te başlamıştım ve bu incelemeye, Bay Guizot'nun hakkımda verdiği sınır dışı edilme kararı sonucu göçmek zorunda kaldığım Brüksel'de devam ettim. Ulaşmış olduğum ve bir kez ulaşıldıktan sonra incelemelerime kılavuzluk etmiş olan genel sonuç, kısaca şöyle formüle edilebilir: Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme
derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır. Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da, bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir
hızla altüst eder. Bu gibi altüst oluşların incelenmesinde, daima, iktisadi üretim koşullarının maddi altüst oluşu ile —ki, bu, bilimsel bakımdan kesin olarak saptanabilir—, hukuki, siyasal, dinsel, artistik ya da felsefi biçimleri, kısaca, insanların bu çatışmanın bilincine vardıkları ve onu sonuna kadar götürdükleri ideolojik şekilleri ayırt etmek gerekir. Nasıl ki, bir kimse hakkında, kendisi için taşıdığı fikre dayanılarak bir hüküm verilmezse, böyle bir altüst oluş dönemi hakkında da, bu dönemin kendi kendini değerlendirmesi göz önünde tutularak, bir hükme varılamaz; tam tersine, bu değerlendirmeleri maddi hayatın çelişkileriyle, toplumsal üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çatışmayla açıklamak gerekir. İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık 61
koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip yerlerini almazlar. Onun içindir ki, insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar. Çünkü yakından bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar. Geniş çizgileriyle, Asya üretim tarzı, antikçağ, feodal ve modern burjuva üretim tarzları, toplumsal-ekonomik şekillenmenin ileriye doğru gelişen çağları olarak nitelendirilebilirler. Burjuva üretim ilişkileri, toplumsal üretim sürecinin en son uzlaşmaz karşıtlıktaki biçimidir — bireysel bir karşıtlık anlamında değil, bireylerin toplumsal varlık koşullarından doğan bir karşıtlık anlamında; bununla birlikte burjuva toplumunun bağrında gelişen üretici güçler, aynı zamanda, bu karşıtlığı çözüme bağlayacak olan maddi 62
koşulları yaratırlar. Demek ki, bu toplumsal oluşum ile, insan toplumunun tarihöncesi sona ermiş olur.” Onların itici gücü içinde bulundukları toplumsal koşullar, kılavuzları da Marksizm-Leninizm’dir. Toplumsal üretim ilişkilerinin bu gün geldiği noktanın sınıflara yüklediği görevlerin yerine getirilmesi komünistlerin başlıca görevidir. Bu görevlerin yerine getirilmesinde kimsenin bir yerlerden icazet alması gerekmez, komünistler kendilerini buna zorunlu olarak görürler ve böyle davranamazlık edemezler. İçinde bulundukları koşullar ne olursa olsun onları aşmanın bir yolunu mutlaka bulurlar. Bu anlamda eylemlerine tatil edemezler. Komünistler bireysel çalışmalarını diğer komünistlerle paylaşmak, ortak çalışma biçimiyle sosyalist yazının ortak görüşünün oluşmasına katkıda bulunurlar.
Toplumun bu gün en ileri devrimci sınıfı olan işçi sınıfının siyasal ve toplumsal sınıf bilincinin gelişmesinde öncülük edecek partisinin yaratılmasında tarihi görevlerini de yerine getirecekler, getirmek de zorundadırlar. Komünistler araştırma ve incelemelerini işçi sınıfının en ileri, unsurlarını bir örgütsel yapı içerisinde sınıfının tarihsel görevini yerine getirecek eylem ve programlarını da belirlemek zorundadır. Bu örgütleri ancak ve ancak işçi sınıfını nihai sonuca götürebilir ona öncülük edebilir. Bu örgüt bir partidir, işçi sınıfının partisidir. Parti programıyla sınıfın toplumun değerlendirmesine, toplumsal yapının incelenmesine, dünyaya bakışına, geleceğin inşasında alacağı yolun genel hatlarıyla , sınıflarla ilişkilerini belirtir. Böylece dostlarını ve düşmanlarını tespitle, toplumsal koşulların
kendilerine dayattığı eylemleri, talepleri gerçekleştirmek için işçi sınıfını kendi kurtuluşu için mücadeleye çağırır. İşçi sınıfının kurtuluşunun kendi eseri olacağını, bu bakımdan eylemlerine katılmada, örgütlenmelerinde öncülük etmeyi belirteceklerdir. Programları aynı zamanda uluslar arası işçi sınıfı hareketini de içermeli, eylemlerin bundan ayrı olmadığı vurgulanmakla kalmayıp işçi sınıfının enternasyonal mücadele ve dayanışmasını sağlayacak adımları içermelidir. Ve program aynı zamanda sosyalist yazının ve pratiğin geçmişiyle hesaplaşmak, “sosyalizm bitti”, “komünizm öldü” heyulalarını yıkmak, onlara gerekli cevabı vermek zorunluluğuyla da karşı karşıyadır. Toplumsal üretim ilişkilerinin bu günkü aldığı boyut karşısında şaşkına dönen, ekonomik ve siyasi taleplerinin burjuvalarca 63
“yerine getirildiğini” görenler, küçük burjuva niteliklerinden ileri gelen yapılarından ötürü mücadele yönünü değiştirmekte burjuvaziye övgüler düzmekte, kapitalizmi ölümsüzleştirmeye çalışmaktadırlar. Yada bir takım taleplerin yerine getirilmesinin toplumsal sorunları kapitalist ilişkilerin çözebileceğinin hayalini kurmaktadırlar. Emperyalizmin dünya ölçeğindeki yeni yapılanması bazılarının bilincine emperyalist ilişkilerin (AB, ABD) sosyalizm mücadelesine geri dönülmez bir biçiminde uzaklaştırdığı biçimiyle yansımaktadır. Avrupa Birliği düşüncesine, bu yöndeki ekonomik, siyasi, kültürel vs. yapılanmaların insanlığın bir kurtuluşu gibi gösterilmesi bir yandan proletaryanın kendi kurtuluşunu gerçekleştirirken insanlığın kesin kurtuluşunun da beraberinde getireceği tezini 64
“çürütme” çabası içinde olmaktadırlar. Yıllardır (2001) ... Partisi Program Taslağı olarak ortada dolaşan bir yazının –ki daha sonra bazı değişikliklerle Bülten adlı bir broşürde bazı değişiklerle tekrar yayınlanarak – son olarak TDKPProgram Taslağı olarak karşımıza çıkması bazı eleştirilerin hala yerine ulaşmadığının, yada görmezden gelinerek devam edildiğinin izlenimini vermektedir. Taslağın geniş bir eleştirisini ileriki sayılarımızda devam edeceğiz. Umarız bu eleştirilerimiz gerçeklerin daha net görünmesine, yanlış ve eksik bilgilerin tekrar gözden geçirilmesine vesile olurlar. Marksist embriyonu içinde taşıyanlar sadece komünist olmakla kalmazlar, onu şiddetle arzu ederler. Bu arzularıdır ki onlara sosyalizm mücadelesinin yolunu ve ışığını gösterir. M. Gündar Kasım 2005