24-PROLETER

Page 1

akta, sadece bu konuda tartışmaların oluşması yönünden okuyucu kitlesine bilgilendirme açısından yayımlanmaktadır KURTULMAK YOK TEK BAŞINA YA HEP BERABER YA HİÇ BİRİMİZ!

PROLETER CİLT:2 SAYI:24

BURJUVA DEVLETİ VE PROLETER DEVLET Devletin anlamı ve rolü sorunu tarihte önemli ve teorik tartışmalara neden oldu ve olmaya devam ediyor. Kimine göre devlet topluma dışardan dayatılmış bir güçtü. Hegel devlet için “aklın imgesi ve gerçekliği” demiştir. Bir başka formülasyonu ise “ahlak dışında gerçekliğidir.” Gençlik yıllarında onun öğrencileri olan Marks ve Engels bu idealist diyalektikçinin görüşlerini tepe taklak durmasından, ayaklarının üstüne getirerek ters yüz ettiler. Engels, Ailenin, Özel mülkiyetin ve

OCAK 2006 Devletin Kökeni isimli eseri ile bu konuya teorik bir temel kazandırdı. Devlet toplumun gelişmesinin belirli bir aşamasındaki bir ürünüydü. Önlemekte başarılı olamadığı uzlaşmaz karşıtlıkları böyle bir erk oluşturarak itiraf etmekteydi. Bu erk görünüşte toplumun üstünde yer alıyordu ama git gide ona yabancılaşmaktaydı. Onların görüşlerinin devam ettirip geliştiren Lenin şu sonuçlara varır: “Devlet, sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz olmaları olgusunun ürünü ve belirtisidir. Nerde sınıflar arasındaki çelişmelerin uzlaşması nesnel olarak olanaklı değilse, orada devlet ortaya çıkar. Ve tersine, devletin varlığı da, sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz 1


olduklarını tanıtlar.” (Lenin Devlet ve İhtilal S.19) Devlet uzlaşmaz sınıfların varlığının dolayısıyla mücadelesinin bir ürünü olduğuna göre, hemen baştan bunu söylemek gerekir. Uzlaşmaz sınıfların ve devletin olmadığı bir toplumun örgütlenmesi (İlkel Komünizm)geçmişte var oldu. İleride sınıfların yok oluşu ile devlette olmayacaktır. Sınıfsız toplumda silahlı halk vardı, bunu “halkın özerkli silahlı örgütlenmesi” demiştir. Sınıfların ortaya çıkışıyla bunun yerine onunla aynı şey olmayan “Kamu gücünün kuruluşu” ortaya çıktı. Sınıflara bölünmeden sonra halkın özerk bir silahlı örgütlenmesi olanaksız hale gelmişti. Devlet özel bir baskı gücüdür. Ve proletarya devriminin görevi bu özel baskı gücünü dağıtıp yerine silahlı halkı geçirmektir. Devletin ortaya çıkışı ile özel silahlı adam müfrezeleri oluştu. Devlet, köleci, feodal ve kapitalist 2

toplumlarda ezilen ve sömürülen sınıfların (köle, serf, proletarya) sömürülmesinin ve baskı altında tutulmasının aletidir. Bu alet; “Sürekli ordu ve polis, devlet iktidarının başlıca güç aletleridir., ama başka türlü nasıl olabilirdi?” (Lenin, Devlet ve İhtilal S.21) Özel silahlı adam müfrezeleri burjuva devlette sürekli ordu ve polis olarak örgütlenir. Bu baskı gücünü oluşturur. Ellerinin altında hapishaneler vardır. Tarihsel olarak belirlenmiş kölelik ve sömürü ilişkileri içinde, nüfusun bir bölümü diğer bölümü tarafından baskı altında tutulur. Egemen, sömürücü sınıflar ile temsilci ve sözcüleri devleti herkesin devleti olarak göstermek isterler, bunda özel çıkarları vardır. Bunun için ona milletin ve halkın devleti adları takılır. Bu günlerde bol bol “ulus-devlet” ve “sosyal devlet” payeleri ile onurlandırmış bulunuyor. Bu nitelendirmeler en basit değerlendirmeyle devletin


sınıfsal yapısını ve özel bir baskı aleti olmasına gözden uzaklaştırır. Devlet, burjuva toplumunun uzlaşmaz karşıtlıkların ürünü olarak zirveye ulaşır. Engels’in deyimi ile Zenginlik, Demokratik Cumhuriyet’te iktidarın dolaylı ama bir o kadar da güvenli olarak gösterir ve kurar. Burjuva demokrasisinin en önemli araçlarından genel oy burjuvaziye bu güveni sağlar. Burjuvazi belirli aralıklarla egemenliğini sömürülen ve ezilen sınıfa onaylatır. İşçi sınıfı için ise demokrasi kendi olgunluğunu ölçme aracıdır. Demokrasi bir devlet biçimidir. Yer yer Demokratik Cumhuriyet ile eş anlamlı kullanılır. “Demokrasi eşitlik demektir. Proletaryanın, sınıfların ortadan kalkması anlamında olmak koşuluyla, eşitlik ve eşitlik sloganı için savaşımının taşıdığı çok büyük önem kolay anlaşılır. Ama demokrasi, yalnız biçimsel eşitlik anlamına

gelen ve bütün toplum üyelerinin üretim araçları mülkiyetine göre eşitliği yani emek eşitliği ücret eşitliği gerçekleşir gerçekleşmez, biçimsel eşitlikten gerçek eşitliğe, yani “herkesten yeteneklerine göre, herkese gereksinmelerine göre” ilkesinin gerçekleşmesine geçmek için, insanlığın karşısına tamamlanması gereken yeni bir ilerleme sorununun dikildiği görülecektir. İnsanlık bu yüce ereğe doğru hangi evrelerden , hangi pratik önlemlerden geçerek gidecektir bilmiyoruz, bilemeyiz de. Ama önemli olan, sosyalizmin ölü, donmuş, değişmez bir şey olduğu yolundaki yaygın burjuva düşüncesinin içinde sakladığı büyük yalanı sürmektedir. Oysa gerçeklikte, toplumsal ve özel yaşamın bütün alanlarında, hızlı, edimsel, gerçek bir yığın niteliğine sahip ve önce çoğunluğun sonrada tüm nüfusun katılacağı bir ilerleme 3


hareketi, yalnızca sosyalizm ile başlayacaktır. “Demokrasi bir devlet biçimidir, çeşitli devlet biçimlerinden biridir. Öyleyse, her devlet gibi demokrasi de, zorun, örgütlenmiş olarak, sistemli biçimde insanlara uygulanmasıdır. İşin bir yanı bu. Ama, öte yandan demokrasi yurttaşlar arasındaki eşitliğin, herkese eşit olarak devletin biçimini belirleme ve onu yönetme hakkının resmen tanınması anlamına da gelir. Öyleyse bundan şu sonuç çıkar ki, demokrasi, gelişmesinin belirli bir aşamasında, önce proletaryayı, bu devrimci anti-kapitalist sınıfı birleştirir. Sonrada, onun, cumhuriyetçi de olsa, burjuva devlet makinesini, yani sürekli orduyu, polisi, bürokrasiyi yıkmasını, parçalamasını, yeryüzünden silip atmasını ve onlar yerine milise katılan silahlı işçi yığınları, sonra kerteli olarak tam halk biçimi altında, daha demokratik ama gene de bir devlet makinesi olmaktan 4

geri kalmayan bir devlet makinesini geçirmesini sağlar.” (Lenin Devlet ve İhtilal S.111-112) Biz de uzun yıllardır, demokrasi, eşitlik, özgürlük, kavramları yan yana yazılır. Ve teorisyenleri tarafından bunlar için mücadele edildiği mesajı verilir. Lenin’in yukarda ki satırları ise bunların birbirlerini tamamlayan olgular olmadığını gösteriyor. Demokrasi devlet biçimidir. Bunun zaten örgütlenmiş biçimi olduğunu görüyoruz. Bu zoru örgütleyip uygulayan burjuva sınıfı ile bu zorun uygulandığı işçi sınıfının yasalar nezdinde devletin biçimini belirleme ve yönetmede eşit olduklarını görüyoruz. Gerçekte bu eşitlik eşit olmayanların bir eşitliği yani eşitsizlikte eşitliktir. Üretim araçlarının mülkiyetini elinde tutanlar ile onlara emekgücünü satarak yaşayanların eşitliğidir. Ama yine de eşitsizlik olan bu eşitlik işçi sınıfını kendi kurtuluş mücadelesi olan


devrim mücadelesinde bir okul görevi görür. Ona burjuva devlet makinesini devrimden sonraki sosyalizm inşası sürecinde kullanacağı sezgisini verir. Burjuva demokrasisinde en demokratik olanlardan dahi burjuvazinin ekonomik ve toplumsal egemenliği yasadışı eylemlerle güvence altına alınır. MİT; Kontrgerilla, JİTEM gibi örgütler kurulur. Abdullah Çatlı, M.Ali Ağca, Haluk Kırcı, Oral Çelik vb. Faşist kiralık katiller bu örgütlerde devlet görevlisi olarak çalıştırılıp beslenirler. Burjuva devletin polis ve sürekli ordu gibi yasal kuruluşlarının yanında bunlar da önemli işlev üstlenirler. Burjuva demokratları ile küçük burjuva demokratları sık sık MİT, Kontrgerilla ve JİTEM gibi kuruluşların dağıtılması, katillerin cezalandırılması talebinde bulunurlar. Susurluk ve Şemdinli “karanlığı”nın aydınlatılması başlıca analarıdır. Böylece devlet “kötü lük”lerden

arınacaktır. “Adresler ortadadır. 12 Eylül’ü tezgahlayanlara, komutanlarının itiraf ettikleri gibi Amerikan maaşlı Özel Harp Dairesinin sorumlularına sorsunlar. … Gerçekte ‘devletin kendi halkıyla savaşı’ olan Kontrgerilla örgütlenmesinin bu günkü uzmanlarına sorsunlar. .. o, soru sorulmasından hiç hoşlanmayan ve hep sorgulamaya alıştıkları için Meclis Komisyonlarına bile ifade vermeye tenezzül etmez ama bankaların, holdinglerin yönetim kurullarına balıklama atlayanlara… ‘Bin operasyonlara’ … Özel Harp Birimi JİTEM’in sorumlularının , Şemdinli’de enselenen Jitemci’ye ‘iyi çocuk’ diyenlere … Amerika’dan, Pentagon’dan ‘Liyakat Nişanı’ alanlara … Ve Ağca’nın tahliyesi üzerinden sadece ‘genel af’ karşıtlığı üreten Baykallara, Cemil Çiçeklere … sorsunlar da ne cevap 5


ala(maya )caklarını görsünler! Dolayısıyla gerçek adalet ‘Milli Katil’ Ağca’nın ceza süresi ile değil, en başta bu karanlık devlet kirliliğiyle hesaplaşacak, deyim yerindeyse bir ‘milli temizlik’ ten geçmektedir. Karşı karşıya olduğumuz kirlilik bu gün memleketin uğraştığı kuş gribiyle kıyaslanamayacak derecede daha tehlikelidir.” (Vedat İlbeyoğlu 15.01.2006 Evrensel) Küçük burjuva demokratları “gerçek adaleti” nerede aramaktalar? Görüyoruz ki “devlet kirliliği ile hesaplaşacak” , “milli temizlik” te bulunmaktalar. Bunlar için devlet “kirlidir” yada fazla “derin”lerdedir. Devlet karşısında devrimin görevleri ve rolü nelerdir? küçük burjuvazi ve işçi sınıfının bu soruya cevabı farklıdır. Küçük burjuvalar devrim ve sosyalizm için devletteki “kirliliği” ve “derinliğe” karşıdır. Bunlara son vermek için çabalar. 6

Bunu kendine görev edinir. İşçi sınıfının devrimin devlete karşı görevleri sorunu konusunda Paris Komünü günlerinde Marks Şöyle formüle etmiştir. “Benim 18. Brumeri’nin son bölümünde, eğer yeniden okursan göreceğin gibi Fransa da gelecek devrim girişiminin , şimdiye dek olduğu gibi artık bürokratik ve askeri makineyi, başka ellere geçirmeyi değil, onu yıkmaya dayanması gerekeceğini belirtiyorum. (yıkmaya sözcüğünün altı Marks tarafından çizilmiştir. Asıl metinde sözcük zerbrechendir.) Kıta üzerinde gerçekten halkçı her devrimin ilk koşuludur bu. Kahraman Parisli arkadaşlarımızın giriştikleri şey de budur.” (Aktaran Lenin Devlet ve İhtilal S.49) Marks, bürokratik ve askeri makineyi yıkma tespiti yapmış ve bunun Kıta Avrupa’sındaki “gerçekten halkçı her devrimin ilk koşulu” olarak ifade etmiş. Bununla ilgili olarak biraz


aşağıda Lenin şu açıklamayı yapmış: “Marks’ın bu parçasından , üzerinde özellikle durulması gereken iki nokta var. Önce çıkardığı sonucu Avrupa’yla sınırlandırıyor. Bu 1871’de, İngiltere henüz salt kapitalist ama hem militarizmi, hem de geniş bir ölçüde, bürokrasisi olmayan bir ülke örneği iken anlaşılır bir şeydir. Bundan dolayı devrimin hatta halk devriminin olanaklı göründüğü ve gerçekten ‘hazır devlet makinesi’ nin önceden yıkılmaksızın da bu işin olanaklı olduğu İngiltere için Marks bir ayrık sama yapıyordu. Bu gün 1917’de, birinci büyük emperyalist savaş çağında Marks’ın bu sınırlaması artık geçerli değildir.” (Lenin Devlet ve İhtilal S.49) “Marks’ın bu sınırlaması artık geçerli değildir.” Diyen Lenin 1917 yılının Nisan sonu Mayıs başı günlerinde yaptığı öneri ile Rusya Sosyal-Demokrasi

İşçi Partisi programında bu yönde değişiklik yaptırır. “Asgari programda başlangıç (tüm uygar dünyada sözcüklerinden madde 1’e kadar ) olduğu gibi silinmeli ve yerine şu konmalıdır: Rusya’da, kapitalist sınıfa mensup olan ve küçük burjuva nüfusun geniş kitlelerinin – mecburen kalıcı olmayangörevinden yararlanan Geçici Hükümetin Kurucu Meclisi toplama yükümlülüğünü aldığı şu anda, proletarya partisinin önünde, gerek genelde ekonomik gelişmeyi ve halkın haklarını, gerekse de özelde sosyalizme mümkün en acısız geçiş olduğunu en iyi garantileyen bir devlet düzeni için mücadele etme doğrudan görevi yükseliyor. Proletarya partisi, dünyanın her yerinde, kitleleri ezmek için monarşist araçları, yani polisi , daimi orduyu, ayrıcalıklı bürokrasiyi 7


koruyan ve ebedileştirmeye çalışan burjuva parlamenter demokratik cumhuriyetle yetinemez. Parti, polisin ve daimi ordunun tamamen ortadan kaldırıldığı ve yerine halkın genel silahlanmasının , genel milisin konduğu daha demokratik bir cumhuriyet için mücadele eder. Bütün görevli kişiler yalnızce seçilmekle kalmaz, seçmenlerinin çoğunluğunun isteği üzerine her zaman görevden alınabilirler. İstisnasız tüm görevli kişilerin ücretli kalifiye bir işçinin ortalama ücretini geçmeyecek bir yükseklikte saptanır. Parlamenter temsili organların yerine yavaş yavaş aynı anda hem yasama ve hem de yürütme görevini yürüten Halk (çeşitli sınıf ve mesleklerin yada çeşitli yörelerin İ) Temsilcileri Sovyetleri konur.” /Lenin Seçme Eserler C.6 S.108) 8

Lenin’in program değişikliği için hazırladığı taslak bu tespitleri yapar, bunlar aynen kabul edilerek değişiklik yapılır. Lenin bu sonuçlara emperyalist kapitalizmdeki gelişmelerin tahlili sonucunda ulaşır. Marks’ın yaptığı sınırlamanın “birinci emperyalist savaş çağında” geçerli olmadığını düşünen Lenin Proletarya partisinin önüne “dünyanın her yerinde” burjuva devletini parçalama ve yerine Paris komünü tipinde Sovyet tipi bir devletin (gerçek anlamda devlet olmayan) konması görevini koyar. Bu bir proleter devlet tipidir. Temel özellikleri istisnasız tüm görevleri seçilmekle kalmaz. Seçmenlerinin çoğunluğunun kararı ile görevden alınabilir. Hepsinin ücreti kalifiye bir işçinin ortalama ücretini geçmeyecek şekilde saptanır. Artık bir “yarı devlet” yada “burjuvasız burjuva devlet” olarak adlandırılan bu devlet hareketli bir gövde oluşturur.


Yasama ve yürütme görevlerini yerine getirir. Lenin bunun için, “daha demokratik cumhuriyet”, “ proleter-köylü cumhuriyeti” ifadelerini kullanmakta. Bu nitelendirmeler proletarya diktatörlüğü ile eş anlamlıdır. Paris Komünü ile tarih sahnesine çıkan araçlar kullanır. Şimdi burjuva demokratların devletin “kirlilikten temizlenmesi, “derin” devletle karşı mücadelesi ile işçi sınıfı programının bu hedef ve talepleri karşılaştırıldığında ne kadar geride olduklarını görürüz. Sözde Türk burjuvazisine demokrasi programları hazırlayan Avrupa’nın emperyalist burjuvazisinin istemleri de aynı durumdadır. Genel Kurmayın Milli Savunma bakanlığına bağlanması, MGK’nın kaldırılması yada yetkilerinin sınırlandırılması talepleri ile “seçilmişlerin” “atanmışlara” göre üstünlüğü ilkeleri işçi sınıfının partisinin talepleri

önünde gerici bir konumdadırlar. Milletvekili dokunulmazlıklarına dokunamayan bir burjuva parlamentosu ile görevlerini ortalama işçi ücreti ile çalıştıran bir Sovyet arasındaki fark sınıf temelli bir farktır. Sınıfların ortadan kalkışı ile devletin sönmesinin ekonomik temeli işgününün kısalıp herkesin yönetme işlevini yapar durumuna gelip hiç kimsenin yönetmemesidir. Böyle bir toplumsal devrimin ilk koşulu ise işçi sınıfının dünya çapındaki görevi olan proletarya diktatörlüğünü kurmasıdır. Yaşasın Sosyalizm! N.IŞIK

30.01.2006

Geçen Sayıdan Devam. (TÜRKİYE SOSYO EKONOMİK YAPI) Önemli Not: Bu yazı dizisi bu yayının görüşlerini yansıtmamakta, sadece bu konuda tartışmaların 9


oluşması okuyucu

yönünden kitlesine

bilgilendirme açısından yayımlanmaktadır.

TARIM ALANLARININ TÜRKİYE GENELİNDE DAĞILIMI TOPRAK DİLİMLERİ (Dekar)

İşletme Sayısı

1-19 20-49 50-199 100-199 200-499 500-999

1,102,379 1,164,019 738,376 521,523 192,800 24,785

250-999 2,552 1000-4999 2,873 5000 + 159 Toplam 3,650,089

İşletilen Alan (Da)

İşletme %

Küçük İşletmeler 9,414,313 30,2 36,141,573 31,9 48,392,133 21,26 54,244,977 10,54 51,716,086 5,3 -0,7 Büyük İşletmeler 1,381,871 1,07 4,722,882 0,08 4,779,514 0,005

Alan %

Ort. İşlenen Alan (Da)

4,1 15,9 21,26 23,84 22,7 7,4

8,5 31,0 65,5 128,7 268 676

0,6 2,1 2,1

541,5 1643,9 30059,8

227,555,689

Tablo 1

Kaynak: 1980 DİE tarım Sayımı;(Hayvan işletmeleri hariçtir.) Yukarıdaki tabloyu sadece genel işletmelerinin dağılımı ve toprak kutuplaşmasını belirlemek için veriyoruz. Daha önce belirttiğimiz gibi köylülüğü sınıflandırmada böyle bir tablo yeteri kadar açıklayıcı olmadığı gibi yapılacak bir sınıflandırma bölgeler arası gelişmenin üretim yapısının gözden kaçırılmasını 10


ve aynı toprak dilimi içerisinde yer alan fakat Akdeniz’de zengin köylü sınıfına giren Doğu Anadolu’da yoksul köylü grubu hakkındaki değerlendirmelerde bulanıklık yaratacak bu genel perspektifi belirlemede ise sapmalara neden olacaktır. Bu bağlamda yukarıdaki tablo bize sadece topraktaki işletmelerde toprak kutuplaşmasını daha doğrusu büyük toprak işleten işletmeler ile küçük topraklarda işletmecilik yapan köylülerin arasında derinleşen uçurumu belirlememizde yardımcı olacaktır. Bu kutuplaşma farklılaşmanın genel verilerini bize verecektir. EMEĞİN İŞLETMELERDE KULLANIŞ BİÇİMLERİ1 Toprak Dilimleri Dekar

Y.Hane H.Çal. İşl. %

1-19 20-49 50-199 200-499 500-999

64,8 66,4 58,7 52,6 46,8

250-999 1000-4999 5000 + Toplam

7,1 3,2 -2281921

Y.Ücr. Üc.İş. İş.Ç. Üsz.Ai. İşl. Eme.Ç. % İş.% Küçük İşletmeler 3,1 15,2 2,4 27,9 1,9 37,3 1,4 44,9 1,5 47,8 Büyük İşletmele 13,9 76,5 9,3 87,3 31,4 68,6 87587 1029241

Mev. İş.Ç. İşl. %

Trak. Fay. %

Bz.Frt Dış.Ç. İşlt. %

18,2 30,1 39,0 45,7 46,0

29,3 52,9 71,9 90,1 78,7

5,93 5,55 4,0 0,39 0,03

90,6 94,8 98,1 1109305

100,0 100,0 100,02

Tablo 2

Kaynak:Age.

1

Toplam mevsimlik işçi çalıştıranların %’si değil işletme dilimlerindeki toplam işletme içinde mevsimlik işçi çalıştıran işletmeler %’sidir. 2 Kaynaklardan hesaplarken bu oranlar %100’den büyük çıkmıştır. Bunun nedeni bu işletmelerin kendi ekipmanları yanında dışarıda traktör vb. ekipmanları kiralamaları yoluna gitmeleridir.

11


Ülke genelinde aile iş gücüne dayanan işletmeler özellikle küçük işletme grubunda 1-499 da kapsayan işletmelerde yoğun aile işgücü kullanılırken 500 da’dan büyük alanlarda %50’nin altına düşmektedir. Büyük işletme grubunda bu oran %3 ile 7 arasında iken 5000 da’dan büyük işletmelerde aile işgücünden çok yabancı işgücüne dayanmaktadır. Traktörden faydalanma oranı %100 olan büyük işletme grubunda yalnız ücretli çalıştırma oranı 250,689 dekarlık alanda %13,9, 1000-4999 dekarlık alanda %9,3 iken 5000 dekar alan üstündeki işletmelerde %31,4’tür. Fakat aile emeği yanında ücretli işçi tutan işletmelerde toprak alanı genişledikçe aile işgücü yanında mevsimlik işçi tutma oranı yükselmektedir. Özellikle büyük işletmeler grubunda 250-999 da da %76,5 1000-4999 da %87,3, 5000 da ise %68,6’dır. Özellikle 5000 da’dan büyük işletmelerde aile işgücü ve mevsimlik işçi tutma oranı %98,1’dir. Büyük işletme grubunda mevsimlik işçi kullanma oranı %90’ın altına düşmemektedir. TOPRAKSIZ İŞLETMELERİN SAYISINDAKİ DEĞİŞMELER 1950 1973 1981 Topraksız işlt. 336,746 829,155 983,975 Topraksız Sah.işl. 1,985,645 2,965,476 3,864,861 Toplam işl.sayısı 2,322,391 3,794,631 5,563,100 Topraksız İşl.Oranı % %14,50 %21,85 %30,89 Tablo 3

DİE:1981 KEE ve 1950 KEE

Ülkemizde 1950 ve 1981 arasında topraksız işletme oranında 3 kat artış olurken toprak sahibi işletmelerde 3 kat artmıştır. Toplam işletme sayısı 2,3 kat artarken topraksız işletme oranı %14,5’den %31’e yaklaşmıştır. Topraksızlar oranındaki bu yükselme mülksüzleşme oranında yükseldiğini göstermektdir. Zira tarımdaki modernizasyona bağlı olarak topraktan kopma oldukça hızlanmıştır. 12


Ülkemiz tarımındaki güç değişimini inceleyerek bunu ortaya koyalım; Yıllar

Tarımsal Nüfus

1961 1970 1980 1985 1987

11,023,000 11,361,000 11,146,000 12,118,533 13,190,00

Çift Hayvan Sayısı 2,605,793 2,167,555 1,938,345 687,960 555,660

Traktör Sayısı 42,505 94,747 403,569 474,901 457,528

Ortalama Traktör Gücü 42 48 50,48 50,9 51,3

Tablo 4

Kaynak: DPT Tarım ve Makineleri imalat sanayi yayın no:2260 1 insan gücü:0,1 BG 1 Çift Hayvan gücü:0,8 BG Tarımda kullanılan gücün yıllar itibarı ile değişimi tarıma modern araçların girmesi ile iş hayvanlarının sayısını azaltırken aynı zamanda bu azalma tarımda çekilen küçük işletmelerin çift hayvanlarınında bunlara bağlı olarak çekilmesini beraberinde getirmektedir. 1961 yılından 1987 yılına kadar traktör sayısındaki değişmeler Türkiye’deki tarımın çehresinin değişiminin bir ifadesidir. Tarımdaki modernizasyonun sadece çiftçileri değil aynı zamanda onun geneleksel üretim şeklini de atmakta ve yerine insan işgücü ve kendisini koymaktadır. Tarımdaki topraksız işletmelerin yani ortakçılık ve son zamanlarda kiracılık ilişkilerinin yagınlaşması topraktaki işletme ilişkilerinin niteliğinin salt biçiminde geleneksel yapısının dşında kapitalist ilişkilere dönüştüğünün bir ifadesidir. Toprak sahipliği veya bir başkası tarafından işletilmesi birbirinden farklı işletme biçimlerini göstrir. Türkiye’de toprak sahipleri iki tipte toprak işlemektedirler. Birincisi toprak bizzat toprak sahibi ve ailesi tarafından işletilmekte, ikincisi de 13


toprağın başkaları tarafından işletilmesi. Bu da kiracılık veya ortakçılık biçimindeki işletmelerdir.

KÖYLÜ TARIM İŞLETMELERİNİN GENEL DEĞERLENDİRMESİ

Tarımsal işletme kavramı en genel anlamı ile tarımsal üretimde bulunan ekonomik bütünlüktür. Tarım işletmeleri net üretimleri, kapladığı alanlar, çalıştırılan işçi sayısı sahip olduğu büyük ve küçük baş hayvan sayısı ölçüt olmak üzere çeşitli sınıflamalara konu olabilir. İşletmelerin büyüklüğünü belirlemede en önemli ölçü, toprak genişliğidir. Ancak işletmenin büyüklüğü zaman içindeki konumuna, bulunduğu yere, toprağın niteliklerine ve işleme biçimlerine göre değişmektedir. Genel olarak sıralarsak ; 14

Cüce işletmeler: Çiftçi ailesinin geçinmesine yetmeyen ve temelde ürün yapısı aile ihtiyacının hiç olmazsa bir kısmını elde etmek doğrultusunda çalıştırılan işletmelerdir. Ürün yapısını tamamen aile gereksinimlerine yöneliktir. Küçük İşletmeler: Çiftçi ailesinin emeğine dayanan, yabancı işgücü kullanmaksızın sadece aile işgücü ile ailenin gereksinimlerini karşılama doğrulusunda üretim yapan işletmelerdir. Bu işletmelerin ürün yapılarını belirleyen genelde pazara olan yakınlığı ve iç içeliğidir. Pazara yakın alanlarda küçük işletmeler sadece ailenin gereksinimlerini karşılamak doğrultusunda (nakdi) harcamaları


karşılamak için üretim yapan işletmelerdir. Orta büyüklükte tarım işletmeleri: gerek işletme büyüklüğü, gerek ortalama safi hasıla açısından küçük işletmelere oranla daha yeterli bir işletme özelliği göstermektedir. Çiftçi ailesinin işgücü yanında sürekli yada geçici olarak işgücü kullanmaktadırlar. Üretim yapısı tamamen pazara yönelik olup, geçimlik dışında birikim yapma olanağına sahip işletme tipleridir. Büyük işletmeler: Modern tarım girdilerini yoğun olarak kullanan üretimin tümü pazara yönelik olan ve safi hasılası büyük işletmelerdir. Bu işletmeler modern tarım girdilerine bağlı olarak aile emeği kullanıldığı gibi sürekli ve geçici işgücü kullanırlar. Ülkemizde büyük işletme tiplerinin üç ayrı özelliği vardır. Birincisi son yıllarda modern tarım girdilerinin yanı sıra geçmiş üretim özellikleri ile birlikte, ortakçılık, marabacılık

yoluyla bir bölümüyle da olsa toprağa bağlı emeğe dayanılarak işletilen ve üretimin bir bölümünü pazara çıkarılan, ağa ve aşiretlere bağlı büyük toprak işletmeleri. İkincisi , kapitalistleşmiş büyük tarım işletmeleridir ki, ülkenin Akdeniz, Ege ve Trakya ve Karadeniz’in bazı illerinde olduğu gibi iç-dış Pazar için üretime çok önceden geçmiş, makineleşme ve tarımsal işçi kullanma oranları yüksek işletmeler. Üçüncüsü, İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında kurulan sayısı 38 olan ve toplam 3,765,161 da işleten modern devlet çiftlikleri. Toprak sahipliği veya başkası tarafından işletilmesi birbirinden farklı işletme biçimlerini gösterir. Toprağın doğrudan kendisine ailesi tarafından işletilen işletmeler ve toprağın başkaları tarafından işletilmesi bu da kiracılık ve ortakçılık biçimindeki işletmelerdir. 15


Bölgelerde incelediğimiz mülk toprakları ve işletme toprakları içinde işletmelerinde mülk sahibi toprağın başkaları tarafından işletilmesinin yoğunlaştığını göstermektedir. Topraksız işletmelerin oranının %30,89 olduğu 1981 KEE’de mülk toprakları işletmeciliği %69,11’dir. Modern tarım araçlarının tarımda yol açtığı dönüşüme bağlı olarak ulaşım olanaklarının gelişmesi ve genel olarak üretim araçlarının gelişiminin yol açtığı toplumsal dönüşüm sonucu kırsal alandan sanayi merkezlerine yoğun göç kısmen İç Anadolu, sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da görülen bir ilişki olarak ortakçılıktan çok kiracılık ilişkilerinin yaygınlaşması, tarımdaki kapitalist ilişkilerin varlığının kanıtıdır. 1981 yılı tarım sayımlarına göre toplam çiftçi ailelerinin %7,39’u kendi arazisine ek olarak dışardan arazi tutmaktadır. 16

Ortakçılık ilişkisi ülkemizde ikili bir yapı içermektedir. Birincisi, sanayi bölgelerine göç eden küçük toprak sahiplerinin gelir elde etmek amacı ile toprağını satmak yerine kırsal alandan bir başka işletmeye belli bir ürün karşılığında toprağın işletmeciliğini başkasına bırakarak yapılan ortakçılık. İkincisi, ülkenin doğu ve güneydoğusunda ağalık ve aşiret kurumlarına bağlı olarak kişisel ilişkiden çok bu kurumlara bağlılıkla yürütülen ortakçılık ilişkileridir. Burada dikkat edilmesi gereken ister emek, ister para, ister ayni rant olsun tüm toprak rantları biçimlerinde her zaman rantı ödeyenin ödememiş artı-emeği toprak sahibinin doğrudan eline geçmesidir. “Başlangıçtaki (emek-rant) rant biçiminden kapitalist ranta geçiş biçimi olarak yarıcılık sistemini ya da ortakçılığı alabiliriz. Bunda işletmeci (çiftçi) emeği (kendisinin yada başkasının) ve ayrıca döner


sermayenin bir bölümünü sağlar. Toprak beyi de topraktan başka döner sermayenin öteki bölümünü sağlar, ürün kiracı ile toprak beyi arasında ülkeden ülkeye değişen belli oranlarda bölüşülür... toprak beyi tarafından mal edinilen pay salt rant biçimini taşımaz. Bu gerçekte koyduğu sermaye koyduğu sermayenin faizini ve bir fazla rantı içerebilir. Çiftçinin hemen hemen tüm artı emeğini emebilir ya da ona bu artı emeğin daha büyük ya da daha küçük bir parçasını bırakabilir. Bir yandan ortakçı ister kendisinin ister bir başkasının emeğini kullansın ürününün bir bölümünde emekçi sıfatı ile değil emek araçlarının bir kısmının sahibi sıfatı ile kendisinin kapitalist sıfatı ile hak iddia edecektir. Öte yandan toprak beyi payını yalnızca toprak sahipliği temeli üzerinde değil ayrıca ödünç sermaye veren olarak da istemektedir.” (K.C.III.Sy.705)

Türkiye’de ortakçılık biçimleri bölgelerde oldukça farklılık gösterir. 1.Doğu ve Güney Doğu da olduğu gibi geniş aşiret ve ağa toprakları üzerinde ki köylülerin bu toprakları parçalar halinde kendi emeği ve üretim aletleri ile üretmesi ve üründen belli oranlarda pay alması biçimidir. Öyle ki emek-rant , ürün-rant, biçiminin iç içe geçmesidir. Burada belirleyici öğe köylülerin ağa veya aşiretlere “kişisel bağımlılıkları” dır. (Marks).Emek-rant ve ürü rantın burada iç içe geçmişliği daha çok ürün rantın ağır basması anlamındadır. Zira ortakçı köylü emeği karşılığı sadece üründen pay alırken, geri kalan tümü ile toprak beyine kalmaktadır. Toprak beyinin salt toprak sahibi olmasından kaynaklandığına göre üreticinin karşısına dikilen toprağın özel mülkiyet olmasıdır. “Ayni-rant ne ölçüde egemen ve üstün toprak rantı biçimi olursa 17


olsun ayrıca her zaman daha önceki biçimin kalıntıları, yani toprak bey ister devlet ister özel bir kişi olsun emek olarak angarya, emek olarak ödenen rantın kalıntıları az çok buna eşlik eder. Ayni-rant doğrudan üretici için daha yüksek bir uygarlık aşaması yani emeğin ve genel olarak toplumun daha yüksek bir gelişme düzeyini öngörür.” Marks. K.C.III. S. 698) yarıcılıkta (ortakçılık) üreticilere düşen görevler işletilen alan karşılığı olan ücret gayri safi üretimden aynen verilmektedir. Toprak sahibinin elde ettiği gelir ürün niceliğine bağlı olduğundan toprak ve üretime olan ilişkisi kiracılık sistemine göre daha fazladır. Toprak üzerinde tam denetime sahiptir. Bu anlamda ortakçılık özünde feodalite kalıntısı bir işletme biçimidir. Kiracılıktan daha çok sömürücü bir mekanizmadır. Zira ortakçı toprak beyine nakdi kiraya oranla daha yüksek bir ürünü vermektedir. 18

Kiracılık ilişkileri toprağı kullanılmak üzere bir bedel karşılığı işletmek olduğuna göre kiralama ile kiracı sahibinin toprağını geçici olarak kullanma olanağına kavuşur. Toprak sahibi kiralamasının karşılığında toprağa yatırdığı sermayenin faizini de hesaplayarak kiraya vermektedir. Kiracı çiftçinin toprağa yatırdığı sermaye kira süresinin sonunda toprak sahibine kalmaktadır. Böylece toprak geçirmektedir. Bu rantında dışında bir gelir kaynağı olmakta, ikinci kiralama da bu toprağın fiyatını arttırmada bir unsur olarak kullanılır. Kira ile toprak işleme biçimi Türkiye’de orta büyüklükteki işletmelere göre küçük ve büyük işletmeler üzerinde oldukça yaygındır. Küçük mülklerde dışarıya kira ile toprak vererek ek gelir elde etmenin yanı sıra, bazı küçük üreticilerde toprak kiralamaya gitmektedirler. Büyük işletmelerde kiralama ile küçük köylünün


kira ile tutmasının arasındaki farklılığı kalın çizgilerle belirtmekte fayda vardır. Büyük işletmelerdeki kiralama kapitalist üretim tarzına ait olup toprak rantının asıl ortaya çıkış biçimidir. Zira onun toprak kiralaması sermayesini değerlendirmenin bir aracıdır. Tarımcı kapitalist kural olarak kira giderinin dışında, sömürdüğü tarım işçilerinin artı-değerinden elde ettiği kar ortalama kar üzerinde veya ona ortalama toplam kar bırakıyorsa toprak kiralayana gider. Oysa küçük işletmelerde köylü aileleri geçimlerini karşılamak için toprak kiralarlar. 1. Yoksul köylü üretimi 2. Basit meta üretimi. 3. Kapitalist üretim. 4. Yarı-Feodal üretim. Bunlar içinde en yaygın üretim biçimi yoksul köylü üretimi ve basit meta üretimidir. Her iki üretim

biçimi de bölgelere göre farklılık gösterse de, yaygın bir üretim tarzıdır. Bu üretim tarzında belirleyici konum geniş bir üretim tarzı olduğu halde Türkiye’de toplam kullandıkları alanlar bölgelere göre farklılık gösterse de ülke ortalamasında işledikleri alan ortalaması %7,4’tür. Bu sınıflandırmayı genellersek şöyle sıralamak mümkündür. Kara iklim kuşağında (boz kır) üretimin geniş ölçüde tahıl ürünlerinin ekimine uygun olduğu ve yılda bir ürün alınabilen alanlardır. 1-100 da işleten işletmeler; yoksul köylüler zira bu iklim kuşağında toprağın günümüzde %44’ünün nadas olarak ayrıldığı mutlak olarak göz önüne alınmalı. 100-200 da işletenler küçük geçimlik işletmeler. 200-500 da işletmeler orta büyüklükte işletmeler. 500-1000 da işletmeler büyük işletmeler. 1000 da üzerindeki işletmeler kapitalist işletmeler. 19


Ilıman iklim kuşağında üretim yapan işletmeler; bu işletmeler iklim yapısına bağlı olarak ikili, hatta üçlü üretimin yapıldığı ağırlığın sanayi bitkileri üretimine dayanan işletmeleri sınıflarsak; 1-9 da işleten işletmeler küçük yoksul işletmeler, 10-20 da işleten işletmeler küçük geçimlik işletmeler. 20-50 da işleten orta büyüklükte kapitalist işletmeler. 100-200 da orta büyüklükte kapitalist işletmeler. 200 + da işleten büyük kapitalist işletmeler. Bu konuda bölgelerdeki işletme dağılımları ve bu işletmelerde kullanılan emek girdilerine bakılırsa sınıflandırmanın nesnel yapısı açıkça görülecektir. Yoksul köylü üretimi: sadece aile emeğine dayanan ve gereksinmelerin en azından bir bölümünü karşılamak için yapılan 20

üretimdir. Çoğunlukla aile bütçesi toprak dışında işlerde çalışarak denkleştirmeye çalışan köylü ailelerdir. Basit meta üretimi: daha çok yoksul köylülere yakın olan bu üretici köylü grubudur. Üretim araçlarına ve toprağa sahip olması onun bu yapısını değiştirmekte zamanın bir bölümünü yine tarımsal işlerde veya tarım dışı işlerde geçirir. Onun üretiminin meta olması üretiminin yine geçimlik olması yanında, bir kısım ürününü nakdi harcamalar için pazara çıkarmasıdır. Orta büyüklükteki kapitalist işletmeler : genelde tarımda modernleşmiş yoğun biçimde yabancı işgücü kullanan ve aile emeğine dayanan işletmelerdir. Kapitalist işletmelere daha çok yakındırlar. Gayri safi hasılaları ile birikime açık ve yoğun birikim yapabilmektedirler. Çoğunlukla küçük ve yoksul ailelerin topraklarını kiralayarak işletirler. Ayrıca


kırsal alanda tüccar sermayesinin kaynağını oluşturan işletmelerdir. Zira bu işletmelerin gelirleri çoğunlukla kırsal alanda tüccar sermaye olarak iş görmektedir. Büyük kapitalist işletmeler: Tamamen kapitalist ilişkilerin hakim olduğu, yabancı işgücüne büyük oranda dayanan ve modern teknik girdilerle üretim yapan ve üretimin tamamen pazara yönelik olduğu işletmelerdir. Pamuk, tütün, şeker pancarı, çay, fındık, vb. bitkilerin üretimi ağırlıkta olan işletmelerdir. Bu işletme tiplerine ek olarak büyük ağa ve aşiret topraklarını tek başına ele alırsak, topraklarını ortakçılık ve yarıcılık işleten bu büyük toprak sahipleri tarımdaki modern girdilere bağlı olarak işgücüne ihtiyacın azalması ve şehirlere yoğun işgücü akımının doğması sonucu, kapitalist büyük işletmeler ve zengin köylüler katmanı içinde düşünebileceğimiz bir yapı oluşturmaktadır. Artık

pazarın ilişkileri içinde meta üretimine ağırlık veren bu katmanda yine de emeğin ayni olarak ödenmesi ve angarya ilişkilerinin henüz yaşandığı bilinen bir gerçektir. Bunun yanında bu katmanın şehirlerde, tüccar sermayesini ve batı bölgelerimizde sanayici oldukları da gözden kaçırılmaması gereken bir konumdur. Kapitalistleşme süreci bu konumu giderek zayıflatmakta büyük toprak ağalığından kapitalist büyük işletmeciliğe doğru dönüşümü hızlandırmaktadır. Zira ağalığın temel kaynağı olan toprak sahibi ile üretici köylü arasındaki ilişkiler zayıflamaktadır. Bu bir yandan hızla mülksüzleşme süreci içinde kapitalist üretim biçimine özgü kategoriler oluşturarak ağalığın ekonomik ve toplumsal kökenleri de güçsüzleşmektedir. Bu sürecin şimdiden gösterdiği ve giderek gelişen her özgür ücretli emeğin kullanıldığı büyük kapitalist işletmelere dönüşmektedir. Bunun 21


anlamı büyük toprak ağalarının da kapitalist çiftçilere dönüşmekte olduklarıdır. Bu Türkiye tarımındaki yapısal değişmenin ve kapitalizmin zorunlu olarak bu yapı üzerindeki değişimi zorlamasıdır. KIRSAL ALANDA İKTİSADEN FAAL NÜFUSUN GELİŞİMİ: TOPLAM NÜFUS İktisaden Faal Nüfus Kırsal Alan Faal Nüfus Çift.Ve Hay. Yap Ormancılar Avcılık Balıkçılık İktisaden Faal Nüf. Topl.Nüfusa Oranı

1965 31,391,421 13,698,560 9,750,269 9,698,860 36,151 423 14,835 %71,51

1970 35,605,887 15,118,887 10,230,496 10,161,773 47,871 -20,852 %67,66

1980 44,736,957 18,522,322 11,604,501 10,993,899 91,137 -19,465 %59,95

1985 50,664,458 22,875,502 12,118,533 12,037,883 58,433 -22,217 %52,97

Tablo 5

Kaynak:DİE 1985 İstatistikleri. Kırsal alandaki faal iktisadi nüfus 12 yaş yukarısı alındığından geri kalan nüfus ekonomik olarak bağlı nüfus olarak görünmektedir. Kırsal nüfusun hala ekonomik olarak aktif olan nüfus içerisinde büyük oranı taşımaktadır. Bu orana 7-8 yaş grubuda katılırsa bu oran daha da büyür. Kırsal nüfus şehir nüfusu karşısında nispi ve mutlak oranda şehir nüfusu karşısında gerilemektedir. Yıllar 1950 1960 22

Toplam Nüfus 20,947,118 27,754,820

Şehir Nüfusu 5,244,337 8,859,731

% 25,04 31,92

Kırsal Nüfus 15,702,851 18,895,089

% 74,96 68,02


1970 1980 1985

35,605,176 13,691,101 44,736,957 19,645,007 50,664,458 26,865,757

38,45 43,91 53,03

21,914,075 25,091,950 23,798,701

61,55 56,09 46,97

Tablo 6

Kaynak:Age. Bunun yanında toplam nüfus içindeki payı yaklaşık %47 olan kırsal nüfusa rağmen ekonomik olarak tarımdan aktif nüfusun toplam nüfusa oranı %59 olması, tarım iş alanının toplam nüfusu bu kadar yoğun bağrında barındırması tarımın ülkemiz için yaşamsal (sos yoekonomik yapıda) bir önemi vardır. SONUCA İLİŞKİN GENEL DEĞERLENDİRME Her toplumsal sistem; tarihi gelişimin varılan o günkü aşamasında insanların kendi iradeleri dışında ve kendileri tarafından üretilen toplumsal ilişkiler tarafından belirlenirler. Üretici güçlerin gelişmesine bağlı olarak; üretici güçlerin gelişme

aşamalarına tekabül eden bu üretim ilişkileri hiçbir zaman hemen ortaya çıkmadığı gibi; eski ilişkilerde hemen yok olmazlar. Eski sistem içinde yeninin unsurları gelişir ve bir süre yeni üretici güçler ve bu güçlerin gelişme aşaması ile uygunluk gösteren ve üretici güçlerin; serbestçe gelişebileceği yeni ilişkiler bir süre eskilerle bir arada bulunurlar. Üretici güçlerin gelişmesine uygun olan yeni üretim ilişkileri eski üretim ilişkilerinin yerini hemen almazlar. Fakat yeninin unsurları eskinin içinde geliştiği oranda eski ile çatışma daha da yoğunlaşır. Ve derinleşir. Bu durm eskinin tasfiye edilmesi zorunluluğunu acil olarak gündeme koyar. Bu durum toplumların tarihi gelişiminde her eski 23


toplumsal sistemden yeni ve ileri toplumsal sisteme geçişte söz konusudur. Feodalizmden kapitalizme geçişte bunun gibidir. Yeniyi (tarihsel olarak feodalizme göre) temsil eden kapitalizm; kapitalist üretim ilişkileri üretici güçlerin gelişimine uygun olarak eski feodal sistem içerisinde gelişir ve yaygınlaşır. Bu durum eski üretim ilişkileri (feodalizm) ile yeni üretim ilişkilerinin (kapitalizm) ; bir arada bulunması eski ile yeni arasındaki çatışmanın yoğunlaşıp yeniyi temsil eden güçlerin eski üretim ilişkilerini ve ona tekabül eden siyasi üst yapının eskinin yerini alması yani toplumun nitel değişimine kadar devam eder. Ülkemizde 16.yy.dan başlayıp günümüze kadar süren değişimin izlediği çizgi budur. Özellikle topraktaki yapılanmanın gösterdiği değişimin uzun ve sancılı olması bunu açıkça ortaya koymaktadır. Zira günümüzde dahi hala eski ilişkilerin biçim olarak da 24

olsa kendini koruması eskinin alışkanlıklarının benzer biçimlerde sürmesi yeninin eskinin yerini hemen alamaması bunun için gerekli bazı koşulların var olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu koşullar ise üretici güçlerin gelişme düzeyi, yeniyi temsil eden ve üretici güçlerin uyum içinde olduğu (bu uyum halinde bile üretim ilişkileri ile üretici güçler arasında çatışma vardır.) üretim ilişkilerinin yeterli derecede yaygınlaşmaması vb. eski ilişkilerin alışkanlıkları ve bunları savunan güçlerin varlığı vb. yeni ile eskinin uzun süre bir arada bulunmasına neden olmaktadır. Angarya iktisadından kapitalist iktisada hemen geçişin mümkün olmamasının nedenlerini Lenin şöyle açıklıyor. “Serfliğin kaldırılması ile, angarya iktisadının temelleri sarsıldı. Bu sistemin bütün temel direkleri, doğal ekonomi, malikane mülkünün kendi içine kapalı, kendi kendine yeten niteliği,


çeşitli parçaları arasındaki yakın bağlantı, toprak beyininkinden ayrıldığı , köylü toprağını geri satın alacak ve onun tam sahibi olacaktı, toprak beyi biraz önce yukarıda görüldüğü gibi tamamen karşıt bir temele dayanan kapitalist çiftçilik sistemini benimseyecekti. Ama tümüyle farklı bir sisteme geçiş iki farklı nedenden ötürü hemen gerçekleşemezdi. Birincisi kapitalist üretim için gerekli koşullar henüz mevcut değildi. Ücret karşılığı çalışmaya alışkın bir insan sınıfı gerekiyordu. Köylüye ait aletlerin yerine toprak beyinkiler geçmeliydi. Tarım beyin işi değil , herhangi bir ticari ve sınai işletmelerdeki temeller üzerinde örgütlenmeliydi. Bütün bu koşullar ancak yavaş yavaş biçimlenebilirdi. Bazı toprak beylerinin reformdan hemen sonra dışardan makine ve hatta işçi getirme çabaları fiyaskodan başka bir sonuç vermedi. İşçilerin kapitalist biçimde yürütülmesine hemen geçişin mümkün

olmamasının bir başka nedeni de eski angarya iktisadi sisteminin temellerinin sarsılması ama henüz tümüyle yıkılmamasıydı.” (R.K.G.S. 170-171) Bu bize toplumsal gelişmelerde sistemlerin birbirlerinin yerini almasında geçişlerin bir anda ve hemen tamamlanmadığını açıkça göstermektedir. Zira yeninin bir anda eskinin yerini almaması ve gerekli koşulların olması zorunluluğunu karşımıza çıkarmaktadır. Eskinin yerini yeni hemen alamıyorsa ikisinin bir arada bulunması anlamını taşır. “... demekki kapitalist iktisat hemen doğmaz, angarya iktisadı hemen yok olmazdı. Bu yüzden de , mümkün olan tek iktisat sistemi hem angarya sisteminin hem de kapitalist sistemin özelliklerini birleştiren geçici bir sistemdi. Ve gerçekten reform sonrasında toprak beylerinin uyguladığı çiftlik sistemi tam tamına bu özellikleri taşır. 25


Geçici bir döneme özgü sayısız türde biçimlere sahip olan çağdaş toprak beyi tarımı çok çeşitli birimler halinde iki ana sistemden oluşur. Emek hizmeti sistemi ve kapitalist sistem (R.K.G.S.171) yani değişik türde ve biçimlerdeki toprak beyi iktisadı çeşitli bileşimler halinde iki ana sistemin (kapitalist ve emek hizmeti sistemi) bileşiminden oluşan geçici bir sistemdir. Bu geçici sistemi toprak bey iktisadını Lenin şu şekilde nitelendiriyor. “Rusya’da bu günkü toprak beyliği iktisadı , hem Serfliğin hem de kapitalizmin özelliklerini kendi içinde birleştirmektedir. ...” (Tarım Sorunları S.350) “günümüz yarı feodal toprak beyliği ekonomisi içerisinde ki kapitalist özellikler ne kadar belirginleşirse kır proletaryasını ayrı olarak örgütlemeye girişmek o kadar zorunlu olur. (A.g.e. S.351) Geçici bir sistem olarak kendini ortaya koyan emek hizmeti sistemi ile 26

kapitalist sistemin birlikteliği ilelebet sürer anlamına gelmemektedir. Üretici güçlerin gelişmesi ve üretim ilişkilerinin bu gelişmeye bağlı olarak değişmesi süreç içerisinde emek hizmeti sisteminin çözülüp yok olmasını beraberinde getirecektir. Zira emek hizmeti sistemi kapitalist ilişkiler karşısında her zaman eskinin temsilcisi olarak kalacağından ya kendini değiştirip kapitalist sistemle birleşip kapitalistleşecek ya da kendisini yapı olarak gelişen kapitalist üretim ilişkileri karşısında Züğürt Ağa misali kendini yok edecektir. Burada önemli olan nokta bu sistemin geçici bir sistem olması vurgusudur. Yoksa bu kapitalizmin emperyalizm çağında feodalizmi hiçbir zaman tasfiye edemeyeceği anlamını taşımaktadır. Emperyalizmin gericiliği üretici güçlerin gelişiminin yavaşlatılıp, toplumsal devrimlerin geciktirilmeye çalışılması ile at başı gider. Emek hizmeti sisteminin işte bu yapı


içerisinde kapitalizmle bir arada bulunması daha önce saydığımız koşulların olgunlaşması ile yok olmak zorundadır. Zira o yapı olarak feodalizmin bir devamından başka bir şey değildir. “... Geçici bir döneme özgü sayısız türde biçimlere sahip olan çağdaş toprak beyi tarımı çok çeşitli bileşimler halinde iki ana sistemden ibarettir. Emek hizmeti sistemi ve kapitalist sistem. Birinci sistem toprak beyine ait toprakların komşu köylere ait aletlerle ekilmesidir. (Ödeme ister işe göre ücretteki gibi para olarak, ister yarıcılıkta olduğu gibi ürün olarak , ister toprak yada yer olarak yapılsın) ödemenin biçimi bu sistemin temel niteliğini değiştirmez. Bu doğrudan doğruya angarya iktisadının bir kalıntısıdır ve angarya iktisadının yukarıda açıklanan iktisadi nitelikleri hemen hemen tümüyle emek hizmeti sistemine uygulanabilmektedir. (Tek istisna emek hizmeti sisteminin biçimlerinden birinde angarya iktisadının

koşullarından birinin yok olmasıdır. Yani işe göre ücretle, emeğin karşılığı olarak ayni ödeme değil, ödemenin para olarak verilmesidir.)” (R.K.G. s.172) Emek hizmeti sistemi, angarya iktisadının temel özelliklerine sahip ve onun doğrudan devamı olan bir sistemdir. Sadece ödeme biçimlerinde bazı değişiklikler olması onun tek farklılığıdır. Bu sistemde köylüler toprak ağasının topraklarını kendi aletleri ile ekerler. Ödemenin biçimindeki farklılıklar pek o kadar önemli değildir. Sistemin niteliğini değiştirmez. Köylü kendisine ait topraktan arta kalan çalışma süresini toprak ağasının toprağında kendi aletleri ile çalışarak sahip olduğu toprağın karşılığını emek-rant olarak öder. Öteki rant biçimi ayni ranttır. Üretici ürünün tamamını kendi işlediği topraktan elde eder ve artı ürünün tümünü, ürün olarak toprak ağasına verir. Burada üretici daha bağımsız hale gelmiştir. Gereksinmelerinden fazla 27


ürün elde etme olanağına sahiptir. Ve bu durum ayrı ayrı üreticiler arasında farklılaşma olanağı yaratır. Diğer emekçileri sömürme yollarını elde eder. Doğal ekonomi egemenken köylülüğün bağımsızlığındaki gelişme farklılaşmanın başlıca ön koşuludur. Ürün rantın basit değişmesi olan para rant ise genel olarak meta üretiminde ve para dolaşımında belirli bir gelişmeyi öngörür. Toprak ağası ile köylü arasındaki geleneksel ilişki (bağımlılık ilişkisi) burada sözleşmeye dayanan para ilişkisine dönüşür. Ayni-rantın pararanta dönüşmesi, işgücünü satan doğrudan işçilerin oluşumuyla bir arada gider. Zengin köylülerin ortaya çıkması ve gündelikçiler kiralama ve sömürme adetinin gelişmesine yol açar. Kısaca toparlayacak olursak yarı feodal sistem hem kapitalist , hem feodal sistemin değişik biçimlerindeki her türden bileşimini oluşturur. “Yukarıda anlatılanlardan bu 28

günkü toprak beyi tarımında uygulanan biçimiyle emek hizmetinin iki tipe ayrılması gerektiği sonucu çıkar: 1Ancak çeki hayvanlarına ve aletlere sahip bir köylü çiftçinin yapacağı emek hizmeti(örneğin dönüm, desiyatin ekim, saban sürme, vb.) 2- Hiçbir alete sahip olmayan bir kır proletaryasının yapabileceği emek hizmeti (örneğin yolma-biçme, yığmaharmanlama vb.) açıktır ki gerek köylü gerekse toprak beyi tarımı için birinci ve ikinci tip emek hizmeti karşıt anlamı taşır ve sonucu tip hiç sezilmeyen bir dizi geçişlerle kapitalizmle kaynaşarak doğrudan doğruya kapitalizme geçişi oluşturur. “(R.K.G.S.181182) Feodalizm ile kapitalizm arasındaki bu geçiş dönemi içinde kapitalist iktisadın nereden emek-hizmeti sisteminin nereden başladığını ayırt etmek imkansızdır. Buradaki emek-hizmeti sisteminin feodal sistemin bir


devamından başka bir şey olmadığını söylemiştik. Geçiş sisteminin yeni feodal yapısı ve bu yarıfeodalizmin kalıntısı değildir. Feodalizm yarı-feodalizmin bir unsurudur. Emek-hizmeti sistemi ise yarı-feodal bir sistem değildir. Bu sistem feodalizmin özelliklerini taşıyan ve onun doğrudan bir devamı ve kalıntısıdır. Aynı zamanda yarı feodal sistemin bir unsurunu oluşturmaktadır. Emek hizmeti sistemi nasıl angaryanın kalıntısı ise ürün-rant ve para-rantta feodalizmin kalıntılarını onun doğrudan devamını ve değişik şartlardaki biçimlerini oluştururlar. Topraktaki gelişme sanayinin gelişmesindeki yolu bire bir izlemez. Onun kendine göre değişik ortamlarda değişik biçimlerde geliştiği bilinmektedir. Bu gelişme devrimci yoldan feodalizmin tasfiyesi ile gerçekleşen veya Prusya tipi geçişler veya Amerikan tipi geçişler gibi farklı özellikler göstermektedir. Bu

farklılıklar kapitalist sistemin gericileştiği çağımızda feodalizmi tasfiye etmez gibi bir uç anlayışa götürmemelidir. Her iki iktisadi yapının kendine özgü yasaları vardır. Her ikisinin bir arada olması bu iki iktisadi yapının yasalarının uzlaştığı anlamına gelir ki kapitalist üretim ilişkilerinin insanı üretime yabancılaştırdığı bir yapı içerisinde onun feodalizm gibi kapalı bir yapı ile uzun süre bir arada yaşayacağını düşünmek onun gelişim yasalarını reddetmek anlamına gelir. Özellikle bizim gibi ülkelerde kapitalizmin emperyalist sermayenin isteklerine göre şekillenmesinin kıstas alınması “ihraç edilmiş sermaye ihraç edildiği ülkelerdeki kapitalizmin gelişmesini etkiler ve hızlandırır. Böylece sermaye ihracı ihracatçı ülkelerdeki gelişmeyi bir parça durdurma eğilimi taşısa da bunun bütün dünyadaki kapitalizmi derinlemesine ve genişletmesine geliştirmek 29


pahasına olduğu unutulmamalı” (Lenin Emperyalizm S.72) şeklindeki Lenin’in tahlilini de yadsımak anlamına gelir. Bu sermaye ihracı rekabetçi dönemden farklı olarak (ki o dönem genel olarak bütün ülkelerin ticari ilişkiler içerisine çekilmişler di) kapitalist üretim ilişkilerini yaratır ve geliştirir. Bu işleyiş objektif bir işleyiştir. Emperyalizmin girdiği alanlarda kendi yaşamını sürdürmesi buradaki geri ilişkileri başa yok etmeye yönelmese de zaman içerisinde kendine uygun yapılar haline getirerek yani onları içerden çözüp sonunda kendi yaşamı için kapitalist emperyalist sisteme göre şekillendirmesini sağlar. OSMANLIDA EKONOMİK GELİŞMELER VE SANAYİ 1900’lerde Osmanlının tam olarak çözülmesinde batı ile girişilen ekonomik ve siyasi ilişkiler önemli bir rol oynamıştır. Ama bu rolü tek 30

başına belirleyici olarak almak Osmanlının içinde dönüşümleri zorlayan dinamiklerin yok sayılmasıyla eş anlamlıdır. Bu durum, ekonomik değişimler, siyasi gelişmeleri, sadece Avrupa kapitalizmi ile açıklamak gelişmedeki iç çelişkileri ikinci plana iterek kapitalizmin gelişme yasalarının kavranmamasını beraberinde getirmektedir. Kuruluşundan 1600’lü yıllara kadar sürekli güçlenip genişleyen imparatorluk 17.yy.lın başında büyümenin doruğuna ulaşmış bir dünya imparatorluğu haline gelmiştir. Kendi sınırları içerisinde değişik etnik grupları tek merkezli siyasal bir yapının altında toplamıştı. Aynı yıllarda Batı Avrupa da gelişen kapitalist ekonomik sistem etki alanını genişletmeye değişik politik ve ekonomik birimleri kendi ekonomik iş bölümüne dahil etmeye başlamıştı. Bu ekonomik sistem ulaşabildiği her alana etkilerini yayacaktı.


17.yy.da Osmanlı ulaştığı büyüme sınırında durmuş ve göreceli olarak bir zayıflama dönemine girmişti. Buna rağmen 18.yy ortalarına kadar Avrupa’da gelişip güçlenen kapitalizmin dışında kalmaya çalıştı.3 Ama bu sistemin dışında kalmak Osmanlı için sadece siyasi olarak dışında kalma çabasından başka bir şey değildi. Onun ekonomik olarak sistemden etkilenmemesi anlamına gelmiyordu. 16.yy.da nüfusun hızla artması, celali isyanları, reaya ayaklanmaları, yönetici sınıfların (ayanların, ulemanın ve bürokrasideki güçlü memurların) arasındaki mücadele uluslar arası ticaretin alt-üst oluşu Batı Avrupa’nın mali gücü ve üretimin artmasıyla birlikte Osmanlı’da egemen ekonominin (kapitalist) kurulmasının başlaması yani iç ve dış çelişkilerin güçlenip gelişmesi Anadolu’daki

değişimlerin başlangıcını oluşturmaktadır. Osmanlı’nın katı merkezi yapısı bu çelişkilerin “sonucu toplumsal bir bozulma ve değişim sürecine girdi.bu değişim kırlarda feodalizmin, kentlerde kapitalizmin”4 gelişmesini doğurur. Devletin üst yapısı içindeki çatışma temelde bu alt-üst oluşu kendi amaçları doğrultusunda yönlendirme çabasıdır. Tabanda ise köylülüğün çözülmesi (Özellikle Celali isyanları döneminde topraktan kopanlar) büyük çiftliklerde ya da büyük kentlerde ümera kapılarında proletaryanın ilk nüvelerini oluşturmuşlardır. Bu süreçte iç çelişkilerin rolü görmezden gelinmeyecek kadar büyük bir önem taşır. Bu rol sürecin tümünde kendisini gösterir. Osmanlı’nın çözülüş sürecindeki iç çelişkiler gelişip güçlenirken batı kapitalizminin gelişimi

3

4

Resat Kasaba, Yapıt Dergisi Sayı 10 Sayfa 38.

Stefenos Yerasimos Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye. S.254

31


olayların akışını yönlendiren bir etken olarak kendini ortaya koyar. Merkezi iktidarın gücü en çarpıcı yanıyla toprak yapısındaki kontrol mekanizmasının gücü, zanaat ve ticaretin sıkı bir biçimde kurumsallaştırdığı şehir ekonomisini de içine alıyordu. Böylece hem iç ekonomik yapı yani merkezden belirlenen iş bölümü ve dış ticaretin denetimi, bunlara bağlı olarak genel ekonominin kapalı sınırlar içerisinde politik olarak kontrol edilebilmesine olanak sağlıyordu. Bu devletin ekonomi üzerindeki kesin hakimiyetidir. Merkezi otoritenin 16.yy.dan başlayarak zayıflaması bir yandan toprakta özel mülklerin (merkezde görevli yüksek rütbeli asker ve bürokratlardan başlayarak kırsal alanda güçlü beyleri içine alan bir yelpazede) ortaya çıkması buna bağlı olarak genişleyen sınırlar ve nüfusun hızla artması, topraksız köylülerin şehirlere 32

akını askeri ve diğer devlet harcamalarının artması Osmanlı’nın mali krizini şiddetlendirmişti. “Bu mali kriz ise Osmanlı devletini uzak vilayetlerden gelen tehditler karşısında daha da güçsüz kılmıştı.”5 Bunların yanı sıra toprak genişlemesinin durması ve buna bağlı olarak gelirlerin düşmesi, ticaretin yol değiştirmesi gibi faktörler bir araya gelince devletin gelirleri büyük oranda erimek durumunda kaldı. Özellikle toprak genişlemesinin durması askerlik kurumunda sipahiliğin çözülmesini beraberinde getirdi. Tımar sisteminin çözülmesi tarımsal geliri büyük oranda azaltmasına karşılık parasal harcamaların sürekli olarak artması ve bunun karşısında diğer ekonomik yapıların merkezden hızla uzaklaşmaları – ki ekonomik kriz bir çok ekonomik yapıyı ticaret, özellikle tarımsal ürünlerde ki ticaret5

Çağlar Keyder, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar S.18


merkezden kopuşu zorlarken vergilerin artırılması tarımsal dengeyi bozarak durumu daha da ağırlaştırmıştı Gelirlerin arttırılması için toprak gelirlerinin iltizam yolu ile vergi toplama işi sonucu, mültezimler vergi toplama işini üstlenip vergi gelirlerini peşin olarak devlete ödeyenler kendilerine yarı resmi bir konum edindiler. Devletin satışa çıkardığı bu toprak rantını iltizamları ellerine geçiren ve taşradaki feodalitenin temsilcileri olan ayan sınıfı ticareti de ellerine geçirmeye başlıyorlardı. Ayanların ticareti ele geçirmeye başlamaları ile nüfuzları kırsal kesimin sınırlarını aştı. 18.yy. boyunca ayan sınıfının gücü artmış ve merkezdeki güçlerini de etkin bir konuma getirmişlerdir. Bu gücün artması sonucu merkezi iktidar üzerindeki baskıları karşısında merkezi iktidar bu gücü tanıyıp boyun eğmek zorunda kalmıştır.

Mültezim olarak ağırlıklarını koyan ayan sınıfının devlete karşı yükümlülüğünü nakdi olarak yapmak zorunda olması sonucu Pazar için üretim yapmak ve bu ürünü pazarda satmak zorundaydı. Dolayısıyla Pazar ilişkisi içine girmek durumunda kalmışlardır. Bu Pazar zorunluluğu onları pazarı denetlemeye mahkum hale getirir. Pazarı elde tutmak uzak beyliklerde ve illerde özerklik sistemini beraberinde getirir. Pazar ilişkisinin merkezin denetiminden koparmak ve ona tamamıyla sahip olmak merkezden uzak illerde özerklik düşüncesini ön plana çıkartmakta gecikmedi Çözülmenin kendini gösterdiği tüm bu olgular sonucu Avrupalı Osmanlı’daki yapıya müdahale etmenin gerekliliğine inanmıştır. Zira sistem kendi iç dinamiğinin zorlaması sonucu bir takım değişiklikleri sistemde ilk elden sistemin oturduğu topraktaki yapılanmayı değiştirmeye başlaması ile 33


kendisini gösterir. Bu alanlar kapitalist sermayenin kendine göre yönlendireceği yapının olgunlaştığını ortaya koyduğundan doğrudan veya dolaylı olarak kendini Omsalı politikasında kendini duyurduğunu görüyoruz. Özellikle dikkat edilmesi gereken bir nokta bize göre şu ki Avrupalı 16.yy.dan beri Osmanlı ile ticari olarak iç içedir. Fakat bu yy.da ilk olarak Fransız’larla imzalanan 1535 tarihinden başlayıp 1740 yılına kadar yedi kez yeniden imzalanan kapitülasyonlar sayesinde Batı Avrupa malları Osmanlı içine kadar sokuyordu. Ama bu ilişkiler Osmanlı’da kendi yapıları doğrultusunda bir değişimi zorlamaktan çok, yapıya uygun davranışlar ve onunla birlikte yürümüşlerdir.zira bu dönemde gelişen kapitalizm kendini geliştirecek dinamikleri Osmanlı içinde bulmakta çok zorlanmaktaydı. Kapitülasyonların ötesinde girişilen ekonomik ikili ilişkiler Osmanlı’nın 34

çözülmeye başlaması, onun ekonomik olarak, askeri olarak zayıf düştüğü döneme denk gelir. Savaşlar ve bunun sonucu ekonomik zayıflama borçlanmayı doğurmuştur. Borçlanmalar ise Avrupalı devletlerin yaptırımlarını beraberinde getirmiştir. Bu durum iç pazarın tamamen sanayi ürünlerine açılması ve iç sanayinin çöküşünü gerçekleştirirken bu pazarı kendine göre şekillendirmek pazarın sahiplerinin bileceği bir iş olarak onların sorunu olmuştur. Avrupalılar pazarları tümden hakimiyet altına almak için her türlü yöntemi kullanmışlardır. Nitekim Osmanlı’nın direnişini 1806-1812 yılları arasında İngiltere ve Prusya, Osmanlı-Rus savaşında Rusya’yı destekleyerek tamamen kırdılar. Borçlar yoluyla oluşturulan ekonomik bağımlılık ve bunun yansıması politik ilişkiler Osmanlı’da Marks’ın deyimi ile “iktisadi ajan” rolü oynamışlardı.


Savaşlar ve bunların sonundaki yenilgiler Osmanlı maliyesinde büyük krizlere neden oluyordu. Bu krizleri kapatmanın yolu ise içte ve dışta sürekli borçlanmaya gitmek olmuştur. Aşırı dış borçlar iç pazarların Avrupa mallarına tamamen ve en uygun koşullarda açılmasını beraberinde getirmiştir. Ekonominin ikili ticari anlaşmalar yoluyla yabancı sanayi ürünlerine açılması ile birlikte ülkenin bir çok yerinde özellikle Karadeniz ve Batı Anadolu’da Pazar için üretimi yaygınlaştırdı. 18.yy.da Osmanlının kendini yenileme çabaları Avrupa’da gelişip güçlenen kapitalizme karşı ülkeyi güçlendirme ve cılız da olsa var olan milli burjuvazinin kendi pazarına hakim olma çabası sonucu kendi içinde bazı reform tarzı değişimleri yapma ya zorluyordu. “Lale devri” diye anılan 1718-1730 döneminde bir takım adımlar atılmaya çalışılmıştır. Bu dönemde imalat sanayinin yaratılması ve modernleşme ( Batılılaşma) çabaları

aslında filizlenen burjuvazinin tanınması anlamına geliyordu. Bu amaç uğruna “... İstanbul’da bir yünlü birde ipekli kumaş fabrikasının (54 tezgahlı) yanı sıra ilk matbaa kurulur.”6 1729 yılında devlet İstanbul’da bez dokuyan 42 atölye açıp yıllığı 960 bin akçeden (sekiz bin kuruş) iltizama verir. Bu dönemdeki sanayileşme çabaları 1759 yılında ipekli dokuma tezgahlarının kurulması 1777 yılında kumaş fabrikası kurma yolundaki girişimler Bursa’daki ipek böcekçiliğinin yaygınlaştırılması Diyarbakır, Antep, Elazığ’da dokuma tezgahlarının işletilmeye geçirilmesi, 1785 yılında Hindistan’dan dokuma tezgahlarının getirilmesi gibi olaylar 1789 yılından başlayarak padişah III.Selim’in en önemli girişimleridir. Bu girişimler aynı zamanda yerel (milli) burjuvaziyi tanıma ve onu

6

S. Yerasimos AGE. S.287

35


güçlendirmeyi kendi içinde amaç edinmiştir. III.Selim reformları orduyu yenileme çabaları, askeri bürokraside ve aynı zamanda loncalarda örgütlenen askerlerin durumunu tehlikeye attığından bu hem padişahın hem de reformlarının sonu olur. Padişah III.Selim’den sonraki ayanların desteğini alarak tahta çıkan II.Mahmut aynı reformları kaldığı yerden sürdürerek şehirlerde güçlülüğünü artırarak şehirde güçlü sermayedarları ve bürokrasiyi yanına almış ve kendisini iktidara taşıyan ayanlara karşı bir ittifak oluşturmuştur. 1808-1839 yılları arası süreç yeniçerilerin ortadan kaldırılması, ayanların gücünün kırılması, özellikle yeniçerilikle birlikte lonca sistemini ağır darbelerin vurulması yerel çapta küçük ticaret ve zanaatın ve her türlü sanayileşme umudunun yok edilmesi olmuştur. Asıl olarak loncalarda örgütlenen asker 36

zanaatkarların oluşturdukları yapıları (-ki bu yapı içinde yer alan yeniçeri ocağı askerleridir.) asker ocağı ile birlikte ortadan kaldırılması ,ikinci olarak ayanların yöresel imtiyazları ve imtiyaz sahipleri oldukları bölgelerde özerk davranışları bu iki yapının geleneksel Osmanlı yapısının temsilcileri olarak görülmeleri ve özellikle asker ocağının içten çürümesi her iki yapıyı II.Mahmut’un karşısına almasına neden olmuştur. Özellikle ayanların ekonomik olarak güçlenmeleri yerel pazarlar dışında şehir pazarını yönetmeleri, merkezi iktidar için birincisi devletin merkezi yapısının korunması, ikincisi Batı Avrupa sermayelerinin merkezi iktidar üzerinden pazarlara hakim olmanın kolaylığı yanında hem devlet, hem de yabancılar açısından bu pazarlardaki karların azalması kuşkusu yabancıları da ayanlara karşı merkezi iktidarın yanında yer almasını sağlamıştır.


Yabancıların Osmanlı ile yaptıkları ticari anlaşmalar yolu ile elde ettikleri imtiyazlar onlara yüksek karlar sağlarken merkezden kopacak özerk yapılarla yeni anlaşmalar söz konusu olacağından ve bu anlaşmaların eldeki imtiyazlardan daha az karlı olabileceği kuşkusu onları merkezi yapının yanında yer almaya ve onunla birlikte tavır almaya zorlamıştır. Ayan’ın yenilgisi merkezden uzaklaşan güçlü bir toprak sahibi yapılanmanın önüne geçmiş gibi görünüyordu. Merkezi yapı kendini bürokratik olarak sağlamlaştırmaya çalışırken öz olarak içten içe gelişen yapıların zorlamaları, ekonomideki ve siyasal yapıdaki değişikliklerin koparacağı fırtına öncesi sessizlik kendini hissettiriyordu. 17.yy.da başlayan sanayi gerilemesi 18,yy.da iyice ortaya çıktı. Avrupa kapitalizmi ile karşılaşan Osmanlı eski ve yeni üretim biçimleri arasında kalması onun sanayisinin sonunu

hazırlamıştır. Kendine göre gelişmiş sanayi ürünleri karşısında rekabet şansı olmayan sanayi ve onun ilk örgütlenmesi loncaların örgütlenmesini de etkiledi. Özellikle yabancı sanayi mallarını üreten loncalar tek tek sahip oldukları tezgahları ve atölyeleri kapatmak zorunda kalmışlardır. Bunun yanında bir çok Avrupalı tüccar ülke içindeki gayriMüslim tüccarlarla ilişkiler kurmaları ticaretin Rumeli’den Anadolu içlerine kaymasına neden oldu. 19.yy başlarında yapılan yeni ticaret anlaşmaları Osmanlı’nın ticaretteki tekelini yıkarak yabancı tüccarları pazarda daha etkili kıldı. “Bu ticaret (anlaşmalar b.a.) on binlerce zanaatkar ve imalatçıyı işsiz bırakarak toplumu temelinden sarsan bir kargaşa yaratmıştır.”7 Avrupalı tüccarların bu etkinlikleri D.Urauhart şöyle anlatmaktadır. “.. Ticari refah konusundaki 7

Ç.Keyder Age. S.32

37


umutlarımız bir nokta üzerinde yani Doğu İstibdadına karşın malların mübadele yollarının açık olduğu imajı üstüne oturtulmalıdır. Pamuklu dokumalarımız Hint işi ipeklilerimiz doğuda yapılan benzerlerinden daha ucuzdur. .. doğudaki halkın lüks tüketiminden zorunlu gereksinimlerine kadar her türlü eşya tarafımızdan karşılanacaktır. .. önemli olan şey fiyatlarımızı onları kendi el zanaatlarından vazgeçirmeye kandıracak ölçüde düşük bir düzeyde tutmaktır. Fiyatlarda birkaç penilik bir oynama köylerden oluşan bir pazarın yani bu demektir ki yeryüzünün dörtte birini kapsayan bir alanın kapılarını işlenmiş maddelerimize açılıp açılmamasında etkili 8 olacaktır. Yukarıdaki İngiliz Büyük elçisinin sözleri İngiliz ticaretinin ülkede yapacağı etkiyi gözler önüne sermektedir. Avrupa

kapitalizmi kendi malları için bu pazardan faydalanmak, bu pazarın kendi sanayisine vurulacak darbelerden geçeceğini bilmektedir. “1838’den 1861 tarihli Fransız anlaşmasına kadar Osmanlının yaptığı anlaşmalar borçlanmalar yoluyla politik olarak tahakkümüne girdiği Avrupalıların mallarına pazarlarını sonuna dek açarak ekonomik olarak da tahakkümüne girmiştir. İç piyasaya Avrupa’nın makine ürünlerinin egemen olması yerel sanayinin yıkımını doğurmuştur.”9 Kapitalistlerin ülke içinde yarattıkları talebi ucuza karşılamaları bir çok yerel zanaatçıyı tezgahlarından ederek onları işçi konumuna düşürmüştü. “... Kısacası İngiliz mallarının özellikle pamuklularının Bitlis’ten Kastamonu’ya, Tokat’tan Sivas’a kadar her yerde alıcısı vardı. Eskiden 9

8

D. Urguhart Türkiye Aktaran S.Yerasimos Age. S.349

38

Necdet Kurdakul Osmanlı Devleti’nde Ticari Anlaşmalar ve Kapitülasyonlar. S.28


Osmanlı’nın tüketimini karşılamakla kalmayıp bütün Doğu Akdeniz pazarlarını ve Avrupa’daki bir çok ülkenin gereksinimlerini karşılayan çeşitli ve çok sayıdaki imalathaneler artık yoktur.(abç) yada tam bir çöküş halindedir. 1812 yılında tırnovada 2000 muslin dokuma tezgahı varken, 1841 yılında ancak 200’ü kalmıştır. 1876 yılında Selanik’te 25 ile 28 arasında dokuma tezgahı varken, üretim yapan 18 tezgah kalmıştır. Anadolu’da ise kadifeleri, satenleri, ipeklileri ile ün yapan Diyarbakır, Bursa’daki imalathaneler 3040 yıl önce ürettiklerin ancak onda birini bile üretememektedirler. “10 Bunların yanında Şam, Halep, Amasya, Antep, Elazığ gibi yerlerde kumaş tezgahları İstanbul’da tabakhanelerden oluşan deri sanayi sürekli bir gerileme gösterirler. Üretimdeki bu gerileme sadece Avrupa 10

S Yerasimons Age.S.350

mallarına bağlı değildi. Ticaret bu konuda önemli bir rol oynamasına rağmen diğer bir neden de imalat sanayinin denetiminin devletin elinde olması sanayi üretim alanının sürekli olarak dar tutulması sanayinin gerilemesinde önemli bir rol oynamıştır. Özellikle 1838 ticari anlaşmalarının amacı Batı Anadolu’nun Ve Anadolu’nun iç kısımlarının Avrupa pazarlarına daha uygun koşullarda açmaktı. Osmanlı’nın savaşlar nedeni ile içine düştüğü krizler sonucu maliyeyi mali kaynaklar aramayı itiyordu. Buna çözüm ise iç ve dış borçlanma tek çözüm olarak görülüyordu. İç borçlarda borcu verenler genelde yabancı uyruklulardan oluşan Galata Bankerleriydi. İlk resmi dış borçlanma ise 1854 Kırım savaşı sırasında yapılmadan hemen sonra 1855 de yeni bir borç alındı, faizlerin ödenemeyeceği 1875 yılına kadar on bir borç anlaşması yapıldı. Bu durum karşısında da borçların 39


tahsili için emperyalist devletler direk olarak müdahale edip Duyun-u Umumiye idaresini kurdular. Bu yapı merkezi iktidarın mali işlerini yüklendi. Bu yapı sayesinde hem içteki kompradorların hem de kapitalist devletlerin alacaklarını güvenceye alıyordu. Ticari anlaşmalar sonunda yıkılan yerel sanayinin içteki talebini artık Avrupa malları karşılıyordu. Özellikle yapılan demiryolları bu malları Anadolu’nun tüm köşelerine taşıyordu. Böylece kapitalist ilişkilerin tam olarak gelişmediği alanlarda bu ilişkilerin içerisine çekiliyordu. Emperyalizm ticaret ve borçlanma yoluyla kendine bağladığı Osmanlı pazarlarını kapitalist ilişkileri içine çekiyordu. Zira ticaret ve sermaye emperyalizmin ajanları olarak hizmet görürler. “... kapitalistler dış ülkelere, geri kalmış ülkelere sermaye ihracı yoluyla arttırmaya karlarını yönelirler.... Sermaye ihracı olanağı, bir kısım geri 40

kalmış ülkenin öteden beri dünya kapitalist çarkına kapılmış olmasından ileri gelmektedir. Bu ülkelerde demiryolları yapılmış ya da yapılmak üzeredir. Sınai gelişmenin vb. gerekli koşulları yaratılmış bulunmaktadır.”11 Kapitalistlerin ülke pazarında hakim olmaları onları merkezi iktidar üzerindeki kontrolünü güçlendirdiği gibi borçların nasıl ve nerelere kullanılması gerektiğini de saptıyorlardı. “Borçların büyük bir kısmı ticareti teşvik edici alt yapı harcamaları için harcanıyordu. Özel sermaye yatırımları demiryollarına, limanların genişletilmesine ve diğer ticareti tamamlayıcı faaliyete yöneldi.”12 Bunun temel nedeni ise kapitalistlerin kendilerine bağladıkları ve yerel azınlıklardan oluşan kompradorların büyük bir kısmının ticaretle uğraşmasıdır. Avrupalıların 11 12

Lenin, Emperyalizm S. 75 Ç. Keyder Age. S.164


gelişen ticaret karşısında gerekli malların toplanması ve dağıtım işini üstlenecek bir zümreye ihtiyaç duymalarına neden olmuştur. Bu zümrede yerel azınlıklar olmuştur. Yerel azınlıklar için bu işbirliğinin anlamı Müslüman tüccarlara karşı bir dayanağa ihtiyaç sonucu ekonomik ve politik çıkarların çakışması işbirliğini olanaklı kılmış her

iki yapının uyum içinde olmasına neden olmuştur. Bu nedenle yapılan borçlanmaların nerelerde kullanılacağı denetim altına almak zorunluluk halini almıştır. Yabancı yatırımlara baktığımızda bunu görürüz.

MARKSİZM-LENİNİZM HER ZAMAN GÜNCEL VE BİLİMSEL ÖĞRETİ

“KERVAN TERS DÖNERSE TOPAL EŞEK BAŞ OLUR”13 Sosyalist yazının geldiği bu günkü nokta ideolojik bir çok sorunun teorik temelde çözüldüğünü, en azından MarksizmLeninizm’in çizgisine uygun tespitler ve değerlendirmeler gerçekleşmiştir. Bunlar tek tek ayrı ellerde yapılmış olsa da proletaryanın sınıf bilincini

KOMÜNİSTLERİN GÖREVLERİ VE TDKP-KHK PROGRAM TASLAĞI ELEŞTİRİSİ III KOMÜNİST PARTİ VE PROGRAM

Devam edecek....

13

‘Ey Vatan – Osman Pamukoğlu

41


yükseltmede kaynaklarını çoğaltmış, yol gösterici (mihengi-işaret direği, işaretçi) olmaktan öte sınıfın ideolojik birliğini ve bilincini geliştirmede kendi üzerlerine düşen tarihi görevleri bir ucundan tutarak ilerletmeye çalışan komünist devrimcilerin katkılarını görmemezlikten gelme lüksüne sahip değiliz. Kimse de sahip değil. Bu aynı zamanda ben söyledim bitti, ben yazdım oldu. Türünden eklektik ve bencil bir anlayışın ürünü de olamaz. Konumuz proletaryanın tarihi mücadelesinin (sosyalizm), o kadar kolay olmayan sürecin küçümsenmesi anlamına gelir ki bu da toplumsal mücadelenin gerekliliklerini göz ardı etmekle eş anlamlıdır. Proletaryanın ideolojik, siyasi, örgütsel niteliğinin toplumsal mücadelesinin önündeki ivedi görevlerinden biri programının açık, birleştirici, dayanışmacı, ilerletici yapısıyla bütün enerjisini bu amaca yöneltebilmiş yapısıyla tam bir işlerlik kazanacaktır. 42

Engels Komünist Manifesto’nun 1888 İngilizce Baskıya dipnotunda belirttiği “Burjuvazi ile, modern kapitalistler sınıfı, toplumsal üretim araçlarının sahipleri ve ücretli emek kullananlar kastediliyor. Proletarya ile ise, kendilerine ait hiçbir üretim aracına sahip olmadıklarından, yaşamak için işgüçlerini satmak durumunda kalan modern ücretli emekçiler sınıfı”14 kastedilmektedir. Marksist teorinin geldiği nokta hiçe sayılarak, görmezlikten gelinerek, sadece kendi bakış açılarıyla (küçük burjuva) sorunları değerlendirip ‘”teori” üretip işçi, memur vs. tanımlamalarını sınıfsal bakış açısından çıkarıp sınıflar üstü “çözümlemelere” gitmektedirler. Oysa yüzyılı geçkin bir süre önce tespit edilmiş bir konu bile hala tartışmanın odağı haline gelebilmektedir. Bu anlamda proletaryanın partisinin bu ve benzer konulardaki farklılıkları teorik anlamda son verecek bir biçimde programının içeriğiyle ortaya koyabilmelidir.

14

Komünist Manifestonun Doğuşu Dırk j.Struık S.109


Sınıflar, Devlet, Kapitalizm, Emperyalizm, Ulusal Sorun, Sosyalizm, vb. vb. görüşlerinde sınıfın farklı yorumlara meydan vermeyecek bir biçimde günümüz sosyalizm mücadelesine ışık tutacak bir çözümleme getirmelidir. Bu çözümlemeler taslağımızda tam olarak yansıtılmamaktadır. Tasarıda geçen çözümlemeler ya kapitalizmin filizlenmeye başladığı dönemlere ilişkin bilgilerle (Program Taslağı ‘Kapitalizm -1) açıklanmakta ya da açık olmayan, muğlak bir biçimde sunulmaktadır. (Program Taslağı Emperyalizm) Proletaryanın öncü müfrezesi Parti Marksizm-Leninizm den aldığı güç ve proletaryadan aldığı dinamikle kurmak istediği geleceği (sosyalizmi) şekillendirmek için atacağı adımlar, değerlendireceği olaylar, aşmaya çalıştığı gücün direncini kıracak proletaryaya gelecek yolunu açacaktır. Bu bakımdan parti programı ayrıca kullanılan dil ve terimler açısından da proletaryanın teorik sınıf bilincine denk düşmelidir. Program taslağı bu açıdan da önemli eksiklikler taşımaktadır. Yukarıda da ayrıca belirttiğimiz gibi sermaye, kapitalist, işçi terimleri yer yer alışkanlıklarla

farklı biçimlerde kullanıla bilmektedir. Fakat KP Programında alışkanlıkların ve duyguların yeri yoktur. Sermayenin kullandığı bir takım deyim ve terimlerle programın oluşumunu sağlamak gözün önündeki merteği görmemektir. Sermaye sanki bir lütufmuş gibi göstermeye çalıştığı işgücünü satın alma olgusunu kendi literatüründe bunu “işveren” sözcüğü ile ifade etmektedirler. Sanki sermaye sınıfı olmazsa iş olmayacakmış duygusu yaratılarak , “yatın kalkın bize dua edin aksi halde işveren olmaz” duygusunu oluşturmaya çalışırlar. Böylece işçilerin “yemek yedikleri sofraya pislemeye çalıştıkları” yalanını yayarak onların direncini ve bu sınıfa karşı mücadelesini kırmaya çalışırlar. Program Taslağı -4 Sermaye – işçi ilişkilerini tamamen “işçiişveren” terimleriyle ifade etmiştir. Bu sanki günümüz burjuva literatüründeki yasa, yönetmelik ve toplu sözleşme taslaklarında yer alan ifade biçimleriyle aynı olmuştur. Program Taslağı genelde tespit ettiği bir takım doğruları, önyargılarla eklemeye çalıştığı bir 43


takım ifadelerle bundan uzaklaşmıştır. Tabii bu bir Taslaktır, üzerinde tartışılacak eksik, hatalı yönler ayıklanacak, doğruya yaklaşılacaktır. Fakat bu belirgin

ve açık eksiklik ve zaaflar daha ilk yayımlamada fark edilmeli ve baştan bir takım yanlışlara yer verilmemeliydi. M. Gündar Ocak 2006

---------------------------------------

DERİN DEVLET Günümüz emperyalist kapitalist toplum içinde yoksulluk, sefalet, şiddet, baskı, işsizlik, işçi sınıfının kölelik koşulları içinde çalışmaya zorlanması aşağılanması, onurunun kırılması vb. olgular burjuva toplumunun karakteristik yapısının unsurları bazen kendisini şu yada bu biçimde an acımasız, en yalın çıplak biçimde en aşağılık yalanlar, iki yüzlülük yığınların içinde bulundukları koşulları açığa vuran günlük politikaların, sömürü koşullarının sonuçlarının kendini dışa vurmasıyla yönetici sınıfların gözünde kapitalist toplumsal biçimin karakteristik yapısını gizleme, saklama çarpıtmalarına kitlelerin 44

bilinçlerini bulanıklaştırma çabalarına tanık oluruz. Burjuva toplumunun günlük işleyişi içerisinde kapitalist sömürünün adaletin, politikanın alelade sonuçlarını bazen etekleri tutuşan burjuva yöneticilerinin iki yüzlü yalanlarla örtbas etme çabalarına kapitalist sömürüye dokunmaksızın, bireysel bir olgu bir sapma gibi gösterme çabalarının yanında yine kapitalist sınıfın kendi siyasal çekişmeleri işçi sınıfının sömürülmesinden doğan toplumsal karın bölüşülme kavgalarının kızışmasından kaynaklı burjuva toplum yapısını siyasi iktidarın biçimini açığa vurur. Kapitalist sınıf içindeki çekişmeler yolsuzlukları, rüşvetin çeşitli biçimlerini, siyasal cinayetleri bin bir çeşit entrikayı şu yada bu


biçimde açığa vurur. Burjuva sınıfının tümü için bu durum siyasal ekonomik gücüne kapitalist sömürü koşullarına, burjuva devletine yönelmediği sürece burjuva barışı içinde halledilir. Kapitalist sınıf bireysel olarak değil toplumsal bir sınıf olarak işçi sınıfını hangi ekonomik-siyasal koşullar içinde ezdiğini ve ezeceğini gösterdi. Burjuva devleti toplumsal muhalefetin, sınıf mücadelelerinin yükseldiği çeşitli dönemlerde kirli pis işlerinde kiralık katiller olarak kullandığı MHP’li faşist serserileri, katilleri el altından ödüllendirirken bunların bulaştığı kirli ilişkiler ( uyuşturucu kaçakçılığı, gasp, haraç alma, adi cinayetler vb.) suçlardan dolayı tüm toplumun gözünde deşifre olmalarından dolayı, bir çok kez bunlara yardım ve yataklık ederken zor durumlara düştü. Burjuva devleti, dün ve bugün olduğu gibi gelecekte de sınıf mücadelesinin çeşitli evrelerinde bu tip kiralık çetelere, haydutlara serserilere başvurabilmek için kendi ‘saygınlığı’ nı bir

tarafa iterek kendi burjuva hukukunu – ki yazılı bir kağıttan başka bir şey değildir. (1)- bir tarafa itip bu çeteleri koruyup ödüllendiriyor. 12 Eylül öncesi siyasi cinayetlerde kiralık katil olarak kullandığı MHP’li faşist serserileri katilleri tek meslekleri haraç toplamak,gasp, cinayet, uyuşturucu kaçakçılığı akla gelebilecek her türlü kirli pis işlerin yürütücüsü faşist katilleri çeşitli dönemlerde işledikleri suçlardan aklayarak, mevki ve unvan vererek ödüllendirmesi, Kürt ulusal demokratik mücadelesinde itirafçılarla birlikte bunları yeniden sahneye salması bu serserileri şımarttı. Hizmet ettikleri devletin kontrolü dışına çıktılar. Dönem dönem bunları kullanan gizli polis ve ordunun sözcüleri sitemle bu durumdan çeşitli şekillerde kamuoyu önünde yakınmak zorunda kaldılar. Devleti oluşturan bürokrasi, ordu, polis ve parlamentonun üyeleri burjuva sınıfı adına bundan önce olduğu gibi gelecekte de sınıf mücadelelerinin çeşitli 45


evrelerinde haydutları, serserileri kullanabilmek için kendi sözde ‘saygınlık’ larını bir tarafa iterek kirli pis illegal oluşumlara başvuracaklardır. Sınıf mücadeleleri tarihi sömürücü sınıfların her türlü hukuk ve yasallığı ancak egemen sınıfa hizmet ettiği sürece tanıdıklarını göstermiştir. Çeşitli kereler kendi hukuklarını yasalarını çiğnemekten kaçınmamışlardır. En demokratik burjuva devletlerinde bile sınıf mücadelesi yükseldiğinde, sermayenin çıkarlarını tehdit ettiğinde burjuva sınıfı işçi sınıfı üzerine, yoksul emekçilere sayısız antidemokratik yasayla boğmaya çalışmış, demokrasinin ancak burjuva sınıfının işine yaradığı sürece geçerli olduğunu göstermiştir. Örneğin demokrasisiyle övünen Fransız burjuva sınıfı yoksul göçmen işçilerinin kendiliğinden doğan gösterileri karşısında Tüm Fransa’yı sıkıyönetimle tehdit etmişti. Tüm dünyada burjuva hükümetleri doğrudan ve dolaylı olarak burjuva devletleri içerisinde illegal örgütlenmelere, çeşitli 46

ülkelerde siyasal cinayetlere baş vurmuş, tüm dünyada emperyalistlerin gizli yasadışı örgütlenmeler aracılığıyla nasıl provokasyonlar tertipledikleri, işlerine gelmeyen hükümetleri, yöneticileri tehdit, yıldırma ve cinayetlerle saf dışı bıraktıkları bilinir. Bu cinayetler, örgütlenmeler emperyalist ülkelerin başarıları güçleri olarak propaganda filmlerinin konusunu oluşturdukları halde burjuva, küçük burjuva ideologları kapitalist emperyalizmin savunucuları utanmazca hala burjuva devletinin bakirliğinden, demokratlığından sınıflar üstü konumundan söz etme yüzsüzlüğünü gösterirler. Kayıtsızlık ve fütursuzluk içinde açlık, sefalet ve yoksulluğun içinde tıkınan kapitalizmin kardeşlikten söz etmesi gibi, burjuva demokratları devletin namusundan, saygınlığından, onurundan söz ederler. Ak gömlekte çay lekesiymiş gibi gösterilmeye çalışılan devletin illegal uygulamaları, siyasal cinayetler, adam kaçırma, uyuşturucu cinayeti vb.vb.


gömlekte bir leke değil gömleğin kendisidir. Burjuva kapitalist sömürünün savunucular, zekası kıt küçük burjuva budalalığı devleti sınıflar üstü bir kurum gibi göstermeye çalıştıklarından, gördüklerinden (genellikle küçük burjuva aydınları devleti sınıflar üstü bir kurum olarak görürler) devlet üzerindeki ham hayalleri yıkıldıkça burjuva sınıf devletini anlamak yerine onu mazur göstermeye çalışırlar. Aslında devlet arıdır, saftır, sınıflar üstü tüm halkın çıkarlarını gözeten bir kurumdur. Yada küçük burjuvanın devleti böyle olması gerekir. Öyleyse var olan bu ölçülere uymayan gerçek devlet-e ne ad vermek gerekir. İşte orada devlete zeval gelmeden, onun kutsallığına toz kondurulmadan ikinci bir devlet yaratılır. Devlet içinde devlet. ‘Derin devlet’ açık ve yasal olan burjuva toplumunun sömürü koşullarını yasal olarak düzenleyen, bürokratik işleri yürüten, küçük burjuvazinin çeşitli kesimlerinin de memur olarak görev aldığı, kardan

kendi payını aldığı, yol yapan, okul yapan küçük burjuva memurlarının rüşvet olarak kendi payına halkın soyulmasına yardımcı olduğu devlet ve sınıf mücadelesinde her türlü kirli pis işleri yürüten, psikopat katillerden oluşturulan illegal devlet örgütlerinden cinayet şebekelerinden, yasadışı pis işlere bulaşmış öteki kötü devlet. Burjuva demokratları, aydınları yığınların gözünde devletin kutsallığını bir kez daha kutsadıktan sonra Don Kişot’un imgeleminde canavarlara benzeterek saldırdığı yel değirmenleri gibi hayali bir güce kendi yarattığı derin devlet hayaline saldırırlar. Zenginlik içinde tıkınırken aç yoksulların durumuna üzülen kapitalist gibi. Burjuva demokratlarının derin devlete öfkesi, dilberin sokak lambası altında ayan beyan vücudunu satmasına dayanamayan pezevenginin öfkesinden başka bir sonuç vermez. Burjuva aydını avazı çıktığı kadar bağırıyor. ÖRTÜN SENİ KİMSE GÖRMESİN! 47


Devlet konusunda öteden beri kafası en bulanık sınıf burjuva demokratlarıdır. İşçi sınıfı sınıf mücadelesinin her aşamasında burjuva devletinin tüm kurumlarını açıkça karşısında bulması dolayısıyla fabrikada kapitalistin şefler, ustabaşları vb. aracılığıyla uygulamalarından da öğrendiği gibi bu sınıfın örgütlü gücü kolektif örgütlü devlet karşısında çoğunlukla bilinçsizde olsa yediği sayısız kazıklar sonucu ham hayallere sahip değildir. Uğradığı baskılar, şiddet ve aldatmalar onu devlet karşısında uyanık olmaya iter. Onun için devlet halkın değil sermaye sınıfının çıkarlarının ifadesi anlamına gelir. İşçi sınıfının siyasal, ideolojik temsilcileri komünistler için ise devlet “...toplumun, gelişmesinin belirli bir aşamasındaki bir ürünüdür; bu toplumun önlemekte yetersiz olduğu, uzlaşmaz karşıtlıklar biçiminde bölündüğünden, kendi kendisiyle çözülmez bir çelişki içerisine girdiğinin bir itirafıdır. Ama, karşıtlıkların yani karşıt ekonomik çıkara 48

sahip sınıfların, kendilerini ve toplumu, kısır bir savaşın içerisinde eritip bitirmemeleri için görünüşte toplumun üstünde yer alan çatışmayı hafifletmesi, düzen sınırları içerisinde tutması gereken bir erklik gereksinimi kendini kabul ettirir. İşte toplumdan doğan, ama onun üstünde yer alan ve gitgide yabancılaşan bu erklik devlettir...”(2) “Burjuva topluma özgü merkezi devlet iktidar, mutlakıyetin çöküşü döneminde ortaya çıkmıştır. Bu devlet makinesinin en ayırt edici iki kurumu, bürokrasi ve sürekli ordudur. .. “Bürokrasi ve sürekli ordu, burjuva toplum gövdesi üzerindeki ‘asalak’lar bu toplumu bölen iç çelişkilerin doğurduğu ama onun can alıcı gözeneklerini ‘tıkayan’ asalaklardır... Bu bürokratik ve askeri aygıt gelişmeye, yetkinleşmeye, sağlamlaşmaya devam eder. Köylülüğün, küçük zanaatçıların tecim erlerin vb. yüksek katmanlarına, sahiplerini halkın üstüne çıkaran görece elverişli, rahat ve saygın görevler


dağıtan bu aygıt aracılığıyla özellikle küçük burjuvazi büyük burjuvazinin yanına çekilmiş ve ona bağımlılaştırılmıştır... “Belli bir süre için parlamentoda halkı, yönetici sınıfının hangi bölümünün ayaklar altına alacağına, ezeceğine, dönem dönem karar vermek, yalnızca anayasal parlamenter krallıklarda değil, en demokratik cumhuriyetlerde de burjuva parlamentarizminin gerçekte özü budur...(3) “...güncel toplum; bütün uygar ülkelerde var olan, ortaçağ öğelerinden az çok arınmış, her ülkenin özel tarihsel evrimi tarafından az çok değişikliğe uğratılmış, az çok gelişmiş kapitalist toplumdur. ‘Güncel devlet’ ise, tersine sınır ile birlikte değişir. Prusya Almanya İmparatorluğunda, İsviçre’ dekinden başkadır. İngiltere’ de, Birleşik Devletler’ dekinden başka. Öyleyse ‘Güncel devlet’ bir yapıntıdır. Bununla birlikte biçimlerindeki büyük çeşitliliğe karşın, çeşitli uygar ülkelerdeki, çeşitli devletlerin hepsinde ortak olan şey

şudur. Ki, hepside kapitalist açıdan az çok gelişmiş bulunan modern burjuva toplum temeline dayanır. Bundan ötürü bu özel nitelikler hepsinde ortaktır. “ (4) “Amerika’dan, İsviçre’ye, Fransa’dan İngiltere’ye Norveç’e vb. dek, herhangi bir parlamenter ülkeyi düşününüz ‘asıl’ devlet işleri hep kulislerde görülür. Bu işler hep devlet daireleri, bakanlıklar kurmay kurulları tarafından yürütülür. Parlamentoda, yalnızca “saf halk”, ereğinle, gevezelikten başka bir iş yapılmaz.” (5) Komünistler devlet konusunda ezilen yığınları boş gevezeliklerle, sonu gelmez lafazanlıklarla aldatmazlar. Devletin kutsallığının bir palavradan ibaret olduğunu ifade ederler. İşçi sınıfının burjuva devletine karşı yelkenleri indirmesi ve teslim olması anlamına gelmez bu durum Marksistler için işçi sınıfının sömürücü sınıfa karşı mücadelesi uzun tarihsel bir sürecin ürünüdür. Bu tarihsel süreç çeşitli aşamalardan geçen burjuva sınıfına karşı işçi sınıfının mücadelesinin 49


hazırlanması, örgütlenmesi ve en sonu burjuvazinin tüm kurumlarının yıkılması egemen bir sınıf olarak işçi sınıfının siyasal iktidarının işçi sınıfı devletinin örgütlenmesinden oluşur. Sınıflı toplumların ürünü olan devlet sınıfların tarih sahnesinden silinmesiyle birlikte iktidarı ele alan işçi sınıfının elinde adım adım sönmeye ve en sonunda yok olmaya gidecektir.

2-

345-

yanında geçersizdi, bütün güçlerini orada yitiriyorlardı. (Balzac) Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni. F. Engels Devlet ve İhtilal. V.İ. Lenin Gothe Erfurt Programının Eleştirisi. K. Marks Devlet ve İhtilal. V.İ. Lenin Mahir Ocak 2006

Dipnotlar: 1- Yasalarla, ahlak kuralları zenginlerin

50


USTA ŞAİR NAZIM HİKMET ANISINA 15 OCAK 1902 – 3 HAZİRAN 1963 DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında dünyayı çocuklara verelim kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi hiç değilse bir günlüğüne doysunlar dünyayı çocuklara verelim bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı çocuklar dünyayı alacak elimizden ölümsüz ağaçlar dikecekler. Nazım Hikmet 1962

51


Naz覺m Hikmet 15 Ocak 1902 - 3 Haziran 1963

52


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.