CİLT:3 SAYI:27 NİSAN: 2006 ----------------------------------------------------------------------------------------------------
EMPERYALİZM VE SAVAŞ Meta üretimi yasalarının sermayenin üretimi yasalarına yeni kapitalist üretim yasalarına dönüşümü tarihsel olarak yeni bir üretim biçimi kapitalizmi doğurdu. Üretimin yoğunlaşmasının belli bir aşamasında 19. Yüzyılın sonlarında kapitalist üretim yasalarının bazıları kendi karşıtına dönüşerek serbest rekabetin yerini tekellerin almasıyla kapitalizm daha ileri bir aşamaya emperyalist kapitalizme dönüştü. Banka ve sınai sermayenin iç içe geçmesi, mali sermayenin egemenliğine, dünyanın
birkaç emperyalist ülke İngiltere, Fransa, Almanya, ABD ve İspanya tarafından paylaşılması ve yeniden paylaşılması için savaşlara yol açtı. Daha 19. Yüzyılın sonları 20. Yüzyılın başlarında emperyalizmin savunucularının da belirttiği gibi dünya birkaç "uygar" emperyalist-kapitalist devlet tarafından paylaşılmış durumdaydı. Kapitalist üretimin, işletmelerin, sanayilerin ve farklı ülkelerin eşit olmayan ve kesintisiz gelişmeler içinde oluşu yasası, tekeller arasındaki rekabet pazarları, enerji ve hammadde kaynakları için kıyasıya çekişme emperyalistler arası çelişkileri savaşla çözüme 1
zorladı. Bunun sonucu geçtiğimiz yüzyılda I. ve II. Emperyalist yeniden paylaşım savaşlarını doğurdu. Emperyalist yeniden paylaşım savaşları onu doğuran iktisadi ilişkilerden, kapitalist tekellerin egemenlik ve sömürge politikalarından bağımsız, içinde bulunulan dönemlerin özgül koşulları, iyi ya da kötü , barışçı ya da savaş yanlısı kişilikleriyle, hükümetlerin iç ve dış politikaları ile açıklamaya çalışmak, emperyalist kapitalizmin çelişkilerinin kaçınılmaz sonuçlarını binlerce yalanına çarpıtmaya çabalamaktan öte bir şey değildir. Üretimin yoğunlaşması sonucu ortaya çıkan tekeller bu günkü kapitalizmin temel özelliğidir. Milyonlarca küçük işletmeyi yutan, tüm dünya çapında gittikçe artan ölçüde faaliyet gösterdikleri sanayi 1
Wall-Mart
ABD
220 Milyar $
2
Exon Mobil General Motors Ford
ABD
191 "
ABD
177,2 "
ABD
162,4 "
3 4 5
2
alanında tüm işletmeleri kendine bağlayan onları kendi sanayileri haline dönüştüren tekeller doğdukları ülkeler dışında farklı ülkelerin kapitalistlerinin sermayelerini kendilerine çekerek dev çokuluslu şirketlere dönüştüler. Yerel ve ulusal sermayeleri bu ülkelerin tekellerinin gücüne katarak görünürde çokuluslu gerçekte birkaç emperyalist ulus devletlerin dünya çapında egemenliğini pekiştirdiler. Üretimdeki yoğunlaşmanın yol açtığı bu çok uluslu tekeller tek başlarına gelişmiş birkaç ülkenin yıllık gelirini geride bıraktı. Örneğin 2001 yılı itibarıyla dünyanın en büyük şirketleri sıralamasında ilk 10'a giren şirketler ve ciroları şöyle:
Daimler Chayter
Almanya
150 "
İsveç'in milli geliri kadar Türkiye'den daha büyük Danimarka'dan büyük Polonya'dan büyük Norveç'ten büyük
6
Sell
7
BP
Hollandaİngiltere
148 "
8
Enron
İngiltere ABD
9
Mitsubishi
Japonya
10
General Elektirik
(Mart Dünyası.
ABD
2003 Taylan
Özgürlük BİLGİÇ) Tarihin en büyük 100 şirket yutması ve "birleşme" sinden 84'dü 1996-2000 yılları arasında yaşanmıştır. 20 yıl önce ABD'nin en büyük 500 şirketi arasında yer alan tekellerin üçte biri 1990 itibarıyla başka şirketlerle "birleşmiştir”. Dünyadaki bütün ekonomik faaliyetin dörtte birini en büyük 200 şirket gerçekleştirmektedir. 1970 yılında, uluslar arası alanda faaliyet gösteren yaklaşık 7000 şirket bulunuyordu. Bu gün bu rakam 60 bine çıkmıştır.1 Üretimin bu muazzam ölçüde yoğunlaşmasının ortaya çıkardığı tekeller, tekel gruplarını muazzam ölçüde 1
149,1 "
Mart 2003 Özgürlük Dünyası Taylan Bilgiç
138,7 " 126,6 "
G.Afrika'dan büyük iflas etti Finlandiya'dan büyük
126 "
enerji ve hammadde kaynaklarına ihtiyaç duyuyorlar. "Bu günkü kapitalizmi belirleyen temel özellik, en büyük girişimcilerle kurulmuş tekel birliklerinin egemenliğidir. Bu tekeller tüm hammadde kaynaklarını ellerine geçirdikleri zaman daha sağlam bir görünüm verirler. Uluslar arası kapitalist birliklerin, her türlü rekabet olanaklarını yok etmek, onları örneğin demir cevherlerinden, petrol kaynaklarından vb. yoksun bırakmak için (Lenin) kıyasıya bir savaşa tutuşurlar. Yalnızca sömürgelere sahip olmak durumu, tekellerin rakipleriyle giriştikleri savaşımda her türlü rastlantıya karşı tam bir başarı güvencesi vermektedir; hatta karşı taraf, bir devlet tekeline başvurarak kendini savunmaya geçtiği zamanda durum aynıdır. Kapitalizm 3
geliştikçe hammadde eksikliği de kendini o denli duyurmaktadır; rekabetin koşulları o denli sertleşmekte bütün yeryüzünde hammadde arama çabaları o denli alevlenmekte, sömürgelere sahip olma savaşımı o denli amansız olmaktadır. (Lenin)2 Emperyalizm, enerji ve hammadde kaynaklarının ele geçirilmesi için uluslar arası gruplar , emperyalist devletler arasında kıyasıya süren bir savaşımdır. Geçtiğimiz yüzyılın başında kapitalizmin gelişmesini tahlil eden Lenin , emperyalizmi tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin ortaya çıktığı, dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında paylaşılmasının tamamlanmış bulunduğu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizm olarak tanımlamıştır. Ne var ki dünyanın emperyalist gruplarınca paylaşılmış olmasının yeni bir paylaşıma yol açmayacağını dıştalamadığını ifade etmişti. Tam tersine kapitalist üretimin
eşitsiz gelişim yasası sonucu işletmelerin, sanayilerin ve farklı ülkelerin eşit olmayan ve kesintisiz gelişim içinde oluşu kapitalist üretimde kaçınılmazdır. Emperyalizm kapitalizmin bu eşitsiz gelişim yasasını yok etmemiş aksine daha büyük boyutlarda yeniden üretmiştir. Mali sermaye ve tröstler dünya ekonomisinin farklı unsurlarının gelişmelerinin ritimleri arasındaki farklılıkları azaltmaz, çoğaltır. Kuvvetler arasındaki ilişki değişikliğe uğradıktan sonra , kapitalist düzende çelişkilerin çözümünü sağlayacak kuvvetten başka bir güç yoktur. (Lenin)3 Yani emperyalist güçler arasındaki dengenin değişmesi, durgunluk ve bunalım dönemleri iflaslar, savaşlar ekonomik güçler arasındaki değişiklikler, tekeller arası rekabeti şiddetlendirir. Yeni bir düzenlemeyi paylaşımın yeniden düzenlenmesini zorunlu kılar. Dünyanın bu yeniden paylaşımı grupları ve bunların temsilcileri
2
Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması Sol Yayınları I. Lenin
4
3
A.g.e Lenin
emperyalist devletler arasında bir savaşla mümkündür. 19. yüzyılın sonları 20. Yüzyılın başlarında, dünya emperyalist çevrelerce paylaşılmış urumdaydı. Güneş batmayan imparatorluk olarak adlandırılan İngiliz emperyalizmi iktisadi ve siyasi bakımdan hasımları Fransa, Almanya, ABD ve Japonya'dan ilerdeydi. Bu gün burjuva analistlerin büyük bir bilgelik çalımıyla ağızlarında geveledikleri Ortadoğu haritasının cetvelle çizilmesi o tarihlerde İngiliz Lortlarının elindeydi. Ne var ki İngiltere'ye nazaran çok az sömürgeleri olan İngiltere'den daha da geri de olan Almanya, ABD ve Japonya hızla gelişen yeni emperyalist güçlerdi. Bu ister istemez paylaşımın yeniden düzenlenmesini beraberinde getirdi. Birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşının sonucunda güneş batmayan imparatorluk, Büyük Britanya, Büyük Roma vb. sıfatlarla adlandırılan kapitalizmin anayurdu İngiliz emperyalizmi, savaşın galipleri arasında yer almasına rağmen sömürgeleri
ve nüfuz bölgesi kaybetmişti. Fransa eski gücüne ulaşabilmek için yardıma muhtaç Almanya ve İspanya savaşın mağlupları olarak savaş tazminatı vb. ağır yükümlülüklere maruz kalmış ABD emperyalizmi ise Avrupa'nın gedikli emperyalistlerinin tersine ekonomik ve siyasal olarak savaştan yara almadan, yıkıma uğramadan diri ve güçlü olarak çıkmıştı. Güneş batmayan imparatorluk, Büyük Britanya, Büyük Roma İngiliz Emperyalizmi ise Britanya belasının sisleri arasında kaybolmuştu. Almanya, İspanya teslim olmuş, Fransız emperyalizmi savaşın başlangıcında askeri anlamda küçük düşürülmüş , yıkıma uğramıştı. ABD emperyalizmi kapitalist dünyanın yeni efendisiydi artık, birinci emperyalist paylaşım savaşının ateşkesi içinden Rusya'da işçi sınıfının öndeliğinde doğan Sovyet Sosyalizmi İkinci emperyalist savaşta tüm emperyalistlerin açık yada dolaylı saldırılarıyla yok etmek istediği Sosyalist Sovyetler Birliği savaş sonrası daha da güçlenmişti. Avrupa'da emperyalizmin 5
işbirlikçisi bir çok ülkenin demokratik halk cumhuriyetlerine dönüşmesi bu ülkelerin SSCB'nin önderliğinde sosyalist bir blok oluşturmasıyla dünya iki düşman kampa bölündü. ABD emperyalizminin koruyuculuğunda, himayesinde kapitalist emperyalist kamp ve Sovyetler Birliği'nin önderliğinde Sosyalist blok. Sosyalizmin revizyonu ve Sovyetler Birliği'nin adım adım sosyalist bir cumhuriyetten kapitalist Rus emperyalizmine Sosyal emperyalizme - dönüşmesiyle 1950'li yılların ortalarından itibaren dünya iki emperyalist blok arasında paylaşıldı. Bir tarafta, Sovyetler Birliği'nden devraldığı çarlığın eski sömürgeleriyle ve bunlara ikinci emperyalist paylaşım savaşı sonucu demokratik halk cumhuriyetlerine dönüşmüş Doğu Avrupa Ülkelerini katmış Rusya, diğer yanda ABD emperyalizminin efendiliğini, zorunlu olarak kabul etmiş Almanya, Fransa , İngiltere ,İtalya gibi kıta emperyalist avrupasının ülkeleri, Uzak Doğu'da Japonya ve ABD 6
emperyalizminin egemenlik ve nufuz bölgelerini kapsayan NATO ülkeleri olmak üzere iki kutuplu bir dünya çıkmıştı ortaya. İki emperyalist blok arasındaki güçler dengesinden dolayı kah birine kah ötekine yaslanarak varlıklarını siyasi "bağımsızlıklarını" sürdürebilen " bağlantısızlar, "üçüncü dünya" ülkeleri gibi adlandırılan gerçekte ekonomik ve siyasal olarak emperyalizme bağımlı olan tamamen köleleştirilmemiş, köleleştirilememiş bu ara dönemin ürünü ülkeler çıkmıştı. Tarihte ve doğada öyle anlar, öyle dönemler vardır ki, bu anlar geçici melez evreleridir. Emperyalistler arasında güçlerin eşit olduğu, kapitalist bunalımın henüz yıkıma yol açacak denli gelişmediği, dünyanın paylaşımının barışçı yollarla sürdüğü tarihsel koşullar içinde emperyalist paylaşımın bölgesel "küçük çaplı" savaşlarla gizlendiği geçici evrelerdir. Böylesi evreler, nitekim bu güçler dengesi değişir değişmez yeni bir paylaşımı tüm şiddetiyle kaçınılmaz kılar. İkinci
emperyalist paylaşım savaşının sonucunda ortaya çıkan bu ara döneme "soğuk savaş" adı verildi. Bu dönemde görünmez bir el egemenlik alanlarını çizmiş gibiydi. Biri diğerini alt edebilmek için olağanüstü bir silahlanma çabası sürüyor. Ekonomik alanda kıyasıya bir rekabet sürdürülüyor ama öte taraftan güçler dengesi iki emperyalist grubun kendi egemenlik alanlarına hapsediyordu. Bu süreç, Rus emperyalizminin ekonomik ve siyasal çöküşüyle bunun ifadesi Berlin Duvarının simgesel olarak yıkılmasıyla sona erdi. "soğuk savaş" taşıdığı ve bir dönem taşınmak zorunda kaldığı sosyalist maskesinin ağırlığı altında rakipleri tarafından dövülen Rus emperyalizminin gerçek kimliğine dönüşmesiyle sona erdi. Batı emperyalizmi karşısında ekonomik rekabette yenilen Rus emperyalizmi siyasi gücünü yitirdi. Sömürgeci ve nüfuz bölgelerinin bir çoğu tarihe karıştı. Asya'da, Avrupa'da Sovyet örtüsüyle kamufle edilen Rus emperyalizminin egemenlik
alanlarında 20. Yüzyılın sonunda rekabetten zaferle ayrılan Batı emperyalizminin liberalizm rüzgarları batılı emperyalistlerin kışkırtmasıyla yayıldı. Milliyetçilik dalgası Rus emperyalizminin sömürgelerinde yükseldi. Yeni ulus devletler ortaya çıktı. Sovyet maskeli Rus emperyalist burjuvazisinin işbirlikçileri revizyonist burjuva hükümetleri iktidarları Doğu Avrupa'da iktidardan düştü. Batı emperyalizminin provokasyonlarıyla düşürüldü. "Soğuk savaş" sona erdi. Emperyalistler arası güçler dengesinin değişmesi "soğuk savaşın" bitişiyle iki büyük emperyalist gücün ikiye ayırdığı dünyanın ekonomik ve askeri olarak bölünmesi ve bölüşülmesi sürecini de sona erdirdi. Emperyalist ideologların yeni dünya düzeni olarak adlandırdıkları, yeni bir paylaşım süreci başladı. Batı emperyalizmi kazandığı zaferin coşkusuyla Rus emperyalizminin geri çekildiği eski sömürgesi ve nüfuz bölgesini her birinin kendi hesabına kardeşçe paylaşmanın hesabını yaparken kendi kafalarında 7
paylaşım savaşlarını " suni denge" leriyle bitiren küçük burjuva demokratları emperyalizmin barışçıl paylaşımının palavralarının emperyalist ideologların tüm dünyaya pompaladıkları bu yeni palavralarının bedava sözcülüğüne soyunmuşken ekonomik rekabette çökmüş Rus emperyalizmi ve nüfuz bölgeleri 70'li yıllardan beri içine düştükleri durgunluktan kurtulamamış emperyalizmin merhemi olmaktan çok uzaktı. 90'larda Asya kaplanlarının düşüşü, Özgün Rusya'nın ekonomik yönden İMF' ye muhtaç hale gelmesi, Latin Amerika ülkeleri ve Türkiye'nin ekonomik çöküşü, dünyanın en büyük ekonomik gücü ABD'nin gittikçe artan bütçe açıklarını, ekonomik yönden gerilemesi dünyanın en borçlu emperyalist gücü durumuna gelmesi, Alman, Japon, Fransız ve İngiliz ekonomilerinin durgunluğu aşamamaları kısacası bir bütün olarak emperyalist kapitalist sistemin içine düştüğü bu günkü durumunun 1929 büyük bunalımı öncesine benzetilmesine neden olan durumun emperyalistler arası 8
çelişkilerini gittikçe şiddetlendiriyor. Kapitalist ekonomilerin, her kapitalist ülke ve topluluğun hiçbir engelle karşılaşmaksızın güçleri oranında kendi aralarında pazarı ve karını paylaştıkları refah dönemi kapitalist üretimin kaçınılmaz yasası durgunluk ve ardından gelen bunalıma dönüşür dönüşmez, her kapitalist ülke topluluk ve grup kendini kurtarmak için durgunluğun , bunalımın yükünü diğerlerinin yani hasımlarının sırtına yüklemek ve içine düştükleri durumdan kurtulmak için rakiplerini yok etmek, mevcut pazarları yeniden düzenlemek için akıl almaz bir rekabete girişirler. Bütün dünyada işçi sınıfı üzerindeki sömürü daha da yoğunlaşır. Ardı ardına işçi sınıfına yönelik kölelik yasaları sömürü koşullarının ağırlaştırılması ilk başvurulacak hareketlerdir. Bütün dünyayı özgürce hiçbir güçlükle karşılaşmaksızın sömürmek isteyen yerel ve ulusal pazarları yağmalama yönünde sınırsız isteklerini artıran, bağımlı ülkelere bunu dayatan emperyalist tekeller, emperyalist devletler
hasımlarına karşı ise düşmanca tutumla kendi ülkelerinde kendi iç pazarlarını rakip tekellerin metalarını karşı gümrük duvarlarını yükselterek dışarıda özgürlük içeride korumacılık önlemlerine başvurarak yanıt verirler. Bunu şirketler arasında birleşmeler, tekellerin evlilikleri denilen yutmalar, kapatmalar izler. Sermayenin yoğunlaşması ve iflaslar olağanüstü boyutlara yükselir. En sonu birleşmeler , evlilikler, yutmalar ve iflaslarla olağanüstü bir güç haline gelen tekeller ve bu tekeller arasındaki rekabet gittikçe her sanayi dalında , her pazarda kıyasıya bir çekişmesi tekeller arası şiddetli bir Pazar savaşına tanık oluruz. Dev birer ortaklıklarla dünya çapında çokuluslu kapitalist işletmelere dönüşen şirketler giriştikleri bu ekonomik yok etme savaşında rakiplerini alt edebilmek durgunluk ve bunalımdan çıkmak için ayrıcalıklar isterler. Enerji ve hammadde kaynaklarına sahip olan diğerlerinden daha avantajlıdır. Bu durum hasımlarını da aynı yönde önlemler almaya, enerji ve
hammadde kaynaklarına sahip olmak için savaşıma iter. İşçi sınıfının daha çok sömürülmesi , ücretlerinin düşürülmesi, iş saatlerinin yoğunlaştırılması çalışma saatlerinin sınırlarının mutlak olarak zorlanması, bağımlı ülkelerin yer altı ve yer üstü zenginliklerinin yağmalanması dünya çapında yüz milyonlarca insanın yoksulluğa itilmesi, tüketici sayısının ve pazarların daralması kapitalist tekeller için iflas ve ölüm çanlarının çalınması tekellerin şiddetini artırır. Tekellerin savunulmasının her türlü palavrası, demagojisi kapitalist üretim tarzlarının duvarlarında parçalanır. Tekellerin gerçeği tüm çıplaklığıyla yeryüzüne kabus gibi çöker. Yaşamak için öldür! Bunalım büyüdükçe tekeller arasındaki ekonomik şiddette bunların temsilcileri emperyalist devletler , hükümetler arasındaki şiddete dönüşür. Emperyalist tekellerin sözcüleri hükümetler, temsil ettikleri toplulukların çıkarlarının politik ifadesidir. Ekonomik alanlara tekeller 9
arasında sürdürülen şiddet bunların temsilcileri hükümetler ve emperyalist devletler arasındaki şiddete dönüşür. Emperyalistler arasındaki ittifaklar , dostluklar vb. altüst olur. Tekellerin çıkarları bunların yeniden düzenlenmesini doğurur. İttifaklar ve dostlukların süresini tekellerin çıkarları belirler. Bunlar mutlak değil sürekli değişkendir. Yolun sonu görünmüştür, güçten başka olgu kalmamıştır. Olağanüstü bütçe harcamaları kapitalistlerin vergilerin büyük kısmını yutan militarizm şimdi efendilerinin elinde yani tekellerin hizmetinde pazarların yeniden düzenlenmesinin aracı olarak yer alır. Kapitalistler tüm zamanlarında ulusal gelirlerinin büyük kısmını savunma sanayi adını verdikleri silahlanmaya , orduların güçlenmesine ayırmaları akıl almaz bir şekilde milyonlarca insanın açlığı, sefaleti pahasına silahlanmaları boşuna değildir. Sözü edilen savunma emperyalist kapitalist tekellerin çıkarlarının savunulmasıdır. 10
SAVAŞ VE BARIŞ Savaş konusundaki görüşleriyle tanınan ünlü Prusyalı general ve askeri kuramcısı Cisusewitz "Savaş Üzerine" adlı eserinde "savaş politikanın başka araçlarla devamıdır" der. Bu araçlar şiddetten başka bir şey değildir. Bu şiddete aracılık eden silahların nicel ve nitel gelişmesi sorunun bu şekilde ifade edilmesini hiçbir şekilde değiştirmez. 'Paranın gizli eli hiçbir zaman bir gizli yumruk olmadan yaşayamayacak' diye yazar New York Times yazarı "Mc Donalds, Mc Donalds-Douglas(F.15 tipi savaş uçakları üreten firma) olmadan semiremez ki, ki ... Küreselleşme hiçbir zaman askeri mücadele fikrine düşman değildir. Tersine
askeri maceralarla - siz savaş anlayın nb.-küreselleşme birbirine sıkı sıkıya bağlıdır." Diye devam eder.4 " Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır." Diyen -yani şiddetleClausewitz'e Marksistler tamamen katılırlar. Politika ekonominin siyasi ifadesidir. Ekonomik çıkarların egemen sınıfların sözcüleri aracılığıyla ifade edilmesidir. Burada söz konusu olan emperyalist tekellerin çıkarları ve bunun şiddet yoluyla sürdürülmesidir. Sosyalistler savaşa karşı mıdır? Elbette ki bu soruya verilecek yanıt savaşın niteliğine ve savaşan sınıfların konumuna bağlı olarak evet yada hayırdır. Milyonlarca emekçinin kapitalist zorbalık altında sömürülmesi ister barışçı ister şiddete dayalı savaş koşullarında olsun karşıdırlar ve bunun altüst olması değişmesi için yani kapitalist sömürünün her türlü sınıf sömürüsünün ortadan kaldırılması için mücadele yürütürler, bu mücadelenin 4
T Fridman, New York Times baş yazarı. Eylül 2001 Aktı Doç. Dr. Y.Sertel Evrensel 10,10,2001
biçimi ve içeriği yığınların siyasal gelişmişliğine bağlıdır. Öte yandan milyonlarca insanın köleleştirilmesi ülkelerin yağmalanması , ilhak ve sömürgecilik politikalarına dayanan ister bölgesel emperyalist kışkırtmalar ister emperyalistler arası dünyanın yeniden paylaşılması için olsun emperyalist savaşların tümüne karşıdırlar. Bu savaşlarda yer alan tüm egemen sınıfların politikalarını savaş yada diplomatik iki yüzlü manevralarını açığa çıkarıp topyekün yenilmeleri için mücadele ederler. " Sosyalistler halklar arasındaki savaşları daima barbarca ve canavarca bulmuşlar ve kötülemişlerdir. Bizim savaşa karşı tutumumuz gene de aslında burjuva partileri ve anarşistlerden farklıdır. Her şeyden önce biz, yansız ülke içindeki sınıf savaşımları ayrılmaz bağlılığı sınıflar ortadan kalmadan ve sosyalizm kurulmadan savaşların ortadan kaldırılmasının olasılığını ve iç savaşların, örneğin ezilen sınıfın ezene, kölenin köle sahibine, serflerin toprak beylerine karşı verdikleri 11
savaşların haklılığını ilerici niteliğini ve gerekliliğini tamamen kabul ederiz. Biz Marksistler, her savaşın ayrı ayrı bir incelenmesi gerekliliğini kabul ederek , hem pasifistler'den hem de anarşistlerden ayrılırız. Her savaşta kaçınılmaz bir biçimde olagelen dehşete, zulme, sefalete ve işkenceye karşın, tarihte ilerici nitelikte pek çok savaş vardır. Bu savaşlar (örneğin mutlakıyet yada kölelik gibi) çok kötü ve gerici kurumların yıkılmasıyla yada en barbar despotların ortadan kaldırılmasına yardım ederek insanlığın gelişmesine hizmet etmişlerdir ..."5 Savaş sözcüğünden dehşete kapılan burjuva demokratları, küçük burjuvazi ve orta sınıf diğer unsurları için ise savaş sadece acı, gözyaşı ve yıkımdır. Burjuva demokratları kapitalist zorbalığa dayanan işçi sınıfının sömürülmesi,işsizliğe, sefalete, açlığa mahkum edilmelerini , halkların zenginliklerinin "barış içinde" "uygarca" talan edilmesini ise 5
I. Lenin Sosyalizm Ve Savaş Sol Yayınları S.11-12
12
medeniyetin zorunluluğu olarak kabul ederek buna karşı kendileri bu medeniyetin yağmasından pay aldıkları nasiplendikleri sürece suskun kalırlar. İşçi sınıfının sömürülmesini, yoksul halkların yağmalanmasını desteklerler. Savaş ancak kendilerine dokunduğu, kapitalist toplam toplumsal sömürünün kendi paylarına düşen artı-değeri tehdit ettiğinde savaşın dehşetine kapılırlar. Ve birden hafızaları açılır, dehşete kapılırlar. Savaş acı, gözyaşı ve yıkımdır. Her türlü savaşa karşıdırlar. Ne var ki savaş bu bayların savaşa katılan, karar veren sınıfların öznel iradeleri dışında nesnel bir olgudur. Yıkımdır, eskinin yıkılması yeni olanın yapımıdır. Savaş acının, gözyaşının, dehşetin öğeleriyle donanmış tarihin ilerlemesidir. Egemen sınıfların politikalarının devamı olan savaş , sömürüye dayalı üretim ilişkilerinin ister köleci, ister feodal ister kapitalist olsun eski tarzda sömürüyü devam ettiremez. Eskisi gibi sömüremez duruma gelmelerinin sonucudur.
Sömürülen milyonların uyanmaları tüm çıplaklığıyla açığa çıkan sömürü koşullarının bin bir yalanla karartılmış egemen sınıfların politikalarının gözler önüne çıkarılması yığınların kendilerini ezen bu politikaları kavramasına kolaylaştırır. Ya devimler savaşları önler yada savaşlar devrimlere yol açar. Barış, savaşın sonu. savaşan tarafların ateşkes anlaşmasıdır. Savaşsız bir barış düşünülemez. Savaşları ve onları yaratan sınıfsal çelişkilerin tarih içinde yok olmasıyla savaşla birlikte yok olacaktır. Barış savaştan ve savaşlardan doğar, birincisinin insanlık tarihinden yok olmasıyla ikincisi de yok olacaktır. Sonsuz bir savaş olmayacağı gibi sonsuz bir barışta yoktur. Toplumun en çok ezilen, sömürenle sömürülen olarak (farklı toplumsal sınıflara) bölündüğü , küçük bir azınlığın geniş yığınlar üzerinde baskıya dayalı egemen toplum da sürekli bir barış vaaz etmek, hayal kurmak proletaryasız bir burjuva toplumu olabileceğini varsayan safdillilerin işidir. Her savaş sözcüğü eylemi söz konusu
olduğunda barış diye ayağa kalkmak mevcut savaşların kutsanmasıdır. Çünkü barışsız bir savaş zaten mümkün değildir. Her savaşın bir barışı vardır. Emperyalist kapitalist sistemin doğurduğu savaş kendi barışını da beraberinde doğurur. İste bir silahlı çatışmanın ateşkesinden doğsun, ister savaşan taraflardan birinin teslimiyeti sonucunda olsun, ister diplomatik entrikaların hamlelerinin geri çekilmesinin sonucu olsun yığınların daha kötü daha da aşağılık , eskisinden daha utanmazca koşullarda yaşama mahkum edilmesini sağlayarak emperyalistlerin zaferinin taçlandırılmalarıyla gelir. Savaşları yaratan maddi üretim ilişkileri ve siyasal yapının ortadan kaldırılmasında ancak bunlara karşı şiddet uygulayarak yani savaşarak mümkündür. Barış savaşın niteliğine hangi sınıflar arasında olduğuna bu sınıfların siyasal gücüne bağlı bir olgudur. Sınıflar savaşında sınıflar üstü bir barış idealist şarlatanların ham hayalidir. "Yığınların barıştan yana olmaları bir protestonun başlangıcını, savaşın gerici 13
niteliğine karşı kızgınlığı ve yığınların bu niteliğin bilincine vardıklarını ifade eder . bu duygudan yararlanmak sosyal demokratların görevidir. Bu anlamdaki her harekete, her gösteriye bütün güçleriyle katılırlar. Ama devrimci bir harekete geçilmeden, toprak ilhakları olmadan uluslara tahakküm edilmeksizin, yağmasız, şimdiki hükümetler ile egemen sınıflar arasında yeni yeni savaşların tohumları atılmaksızın barışın mümkün olabileceğini söyleyerek halkı kandıramayacaklardır. Halkın bu şekilde aldatılması hasım hükümetlerin gizli politikalarına hizmet etmek ve bunların karşı devrimci politikaları kolaylaştırmak demektir. Sürekli ve demokratik barış isteyen her kes hükümetle burjuvaziye karşı, bir iç savaştan yana olmak zorundadır."6
6
I. Lenin Age. S.28
14
ABD EMPERYALİZMİ TEK SÜPER GÜÇ MÜ? "Amerika 2,2 trilyon dolar bütçe, 450 milyar dolar dış ticaret açığı bulunan bir ‘hasta adam’dır. Avrupa ve Japonya'nın Pazar rekabeti bütün şiddetiyle sürmekte, Amerikan ekonomisinin kendi gücüyle dönmesini şiddetle zorlaştırmakta, dış kaynağa olan ihtiyacını artırmaktadır. Bush yönetiminin geçen sonbaharda çelik ithalatına uyguladığı gümrük vergisi birden bire ve en çok Avrupa Birliğini kızdırmak pahasına yüzde 5-10'lardan yüzde otuza çıkarması bu nedenledir. Öte yandan örneğin .. başta Türkiye, İran olmak üzere hemen hemen Ortadoğu, Kuzey Afrika vb. ülkelerin en büyük, en önemli ticaret ortağı Amerika Değil başta Almanya ve Fransa olmak üzere AB ülkeleridir. Japonya, Hitachi, Mitsubishi, Honda'sı vb. ile Amerika'yı hatta Avrupa'yı da çoktandır geride bırakmıştır. Uzun bir süredir caddelerimizde Charvoletler, Cadillaclar, Buickler yoktur. Kendi üretim ve değer yaratma
potansiyelinden çok daha fazla, dış kaynaklara dönen Amerikan ekonomisi, durgunluğunda ötesinde küçülmeye başlamıştır.” 7 “ABD ekonomisi çıkmazdadır. İşsizlik tehlike boyutlarındadır. ‘soğuk savaş’ ortamında ‘güç dengesi’ bahanesiyle işleri tıkırında olan askeri endüstri kompleksi Sovyetlerin çöküşüyle tabiri caizse işsiz kalmıştır. Yani savaşlara ihtiyaç hat safhadadır. Öte yandan ekonominin tümünü etkileyen petrol devleri ise krizdeki kapitalist küreselleşmeyi ayağa kaldırmak için yeni kaynakların denetim altına alınması ihtiyacındadır. Beyaz sarayın ‘şer e karşı savaş’ belgesi palavradan ibarettir.”8 “ABD’deki en büyük ilk 20 şirketten 8’i silah sanayinde faaliyet gösteriyor. Savunma bütçeleri 40 milyar dolar birden artıp 370 milyar dolara çıkarken Bush’un ekonomiyi canlandırması için dünyanın akla gelebilecek her
bölgesinde gerginlik olması şart..”9 “1987’de ABD’nin hiç dış borcu yoktu. Şu andaki dış borcu 2,5 trilyon dolarla GSMH %25’ine ulaştı. ABD yılda 400 milyar dolara ulaşan dış ticaret açığını, bu borçlarla finanse ediyor. Bugün cari açığını finanse edebilmek için ABD’nin günde 1 milyar dolar sermaye ithal etmesi (borç almaya devam etmesi) gerekiyor. Bu yüzden sermaye hareketleri yön değiştirmeye başlarsa dünyanın bu en borçlu ekonomisi çok zor durumda kalacak.” 10 “11 Eylül den sonra ayda ortalama %11 artan savaş harcamaları ve büyük şirketlere yapılan transferler son on yılın toplam 5 trilyon dolara ulaşan bütçe fazlasını, bu yılın eylül sonları itibarı ile 157 miyar dolar açığa dönüştürdü. Borsa gereken yabancı sermayenin hükümet kağıtlarına yönelmesi ABD’nin şimdi bütçe açığını da yabancı sermaye ile finanse 9
7 8
Ali Alanoğlu Cumhuriyet 01.03.2003 Hüseyin Baş Cumhuriyet 15.01.2003
Mustafa Balbay Cumhuriyet 15.02.2003 10 Uzun Yürüyüş Şubat 2003 Özel Sayı:17
15
etmeye başladığını 11 gösteriyor...” Amerikan emperyalizmin durgunluktan çıkması, rahatlaması ve canlanması için ABD Merkez Bankası (FED) Başkanı Alen Grespa 2001 yılında 100 milyar dolar gerektiğini söylüyordu.12 Bu alıntıları çoğaltmak mümkün. Bu gün kağıt üzerinde dünyanın en büyük ekonomik gücü ABD emperyalizminin durgunluktan gerileme sürecine doğru hızla yol aldığı emperyalist iktisatçılar tarafından gizlenemez bir gerçek olduğu açık. ABD emperyalizmi geçtiğimiz yüzyılda bu gün kendisinin tek dostu olduğunu söylediği çanak yalayıcısı İngiltere’nin durumuna düşmemek için henüz rakiplerinin önünde olmasının gücünü kullanmaya çalışıyor. Gerçekten ABD emperyalizmi sabırsızlıkla hasımlarının kendisine yetişmelerine engel olmaya çabalıyor. 20 eylül 2002 tarihinde yayınlanan “ABD Ulusal
Güvenlik Stratejisi Belgesi”n de şöyle deniyor: “ABD herhangi bir düşmanın kendi iradesini ABD ve müttefiklerine dayatmasını püskürtecek kapasiteye sahip olacaktır. Kuvvetlerimiz ABD’nin gücünü aşmayı veya ona eşit bir güce sahip olmayı umarak askeri bir gelişim stratejisi izleyen potansiyel rakipleri bu çabadan vazgeçirecek kadar güçlü olacaktır. Herhangi bir yabancı gücün ABD’nin 10 yıldan bu yana diğer devletler karşısında açtığı büyük açığı kapatmasına izin vermeyecektir.”13 Tek süper güç olduğunu iddia eden 21. Yüzyılı Amerikan emperyalizminin yüzyılı olacağını söyleyen ABD emperyalizminin temsilcileri kapitalist ekonominin eşit olmayan sıçramalı gelişim yasasını hissediyor. Tehlike bu geçtiğimiz yüzyılın efendisinin kapısına gelip dayanıyor. Durgunluk ve bunalım dünyanın emperyalist gruplar, topluluklar ve devletler arasında yeniden
11
Engin Yıldızoğlu 16.09.2002 Cumhuriyet Uzun Yürüyüş 02.2003 12 Milliyet 27.09.2001
16
13
Taylan Bilgiç Özgürlük Dünyası Mart 2003 S.131
paylaşımını gelip dayatıyor. ABD emperyalizminin temsilcileri öfke ve şiddetle tehtidler savuruyor. ABD’nin gücünü aşmayı veya ona eşit bir güce sahip olmayı uman onun potansiyel rakipleri çabalarından vazgeçirmekten, arayı kapatmalarına izin vermemekten söz ediyor peki bu potansiyel rakipler 11 Eylül’ ün bir gün sonrası öfke nöbeti içinde hiddetle sözü edilen yoksul tek bir uçağı, bir ordusu bile bulunmayan Afganistan’ın gerici yarı feodal Taliban rejimi mi? Emperyalist ambargonun kıskacında perişan olmuş Irak, İran yada Suriye hükümetleri mi? ABD ve müttefiklerinin -siz İngiltere anlayınpotansiyel rakiplerinin Almanya, Fransa, Rusya, Çin ve Japonya olduğu apaçık bir gerçek. 19.yüzyılın sonları 20. Yüzyılın başlarında emperyalizmin savunucuları İngiliz emperyalizmi için “Büyük Britanya” , “Güneş batmayan imparatorluk” , “Büyük Roma” sıfatlarını yakıştırıyorlardı. Ekonomik iktisadi yasaları, kapitalist üretim yasalarını durağan, mutlak, metafizik yasalar olarak açıklayan, dolayısıyla
bunların gelişmelerini kendi hafızalarında çizdikleri öznel niyetleriyle değişmez görünürdeki var olan belirli bir andaki biçimleriyle ifade eden burjuva iktisatçıları, toplum bilimcileri, bugünkü görünürdeki biçime bakarak ABD emperyalizmini bizatihi bu emperyalizmin temsilcilerinin stratejik niyetleriyle açıklamaya çalışıyorlar. Bu baylara göre ABD emperyalizmi bir imparatorluk ve dünya çapında “tek süper güç” olarak bu imparatorluğu bir dünya imparatorluğuna dönüştürmek üzere kendi dışındaki emperyalistleri ve halkları sindiriyor. Emperyalizmin savaşçıları ABD emperyalizmi için “Büyük Roma” sıfatlarını cömertçe sarf ediyorlar. Oysa ki kapitalist emperyalist üretimi bir mengene gibi sıkan durgunluk genel bir bunalıma doğru hızla yol alırken bunalımın şiddetini kendi boynunda tüm şiddetiyle hisseden bu günün en büyük emperyalisti ABD geçtiğimiz yüzyılın başlangıcında ki “Büyük Roma” nın durumuna düşmemek için tüm potansiyel 17
rakiplerine meydan okuyor. Dünün dostları ve müttefikleri bu gün askeri bir gelişim stratejisi izleyen potansiyel rakipler olarak dünyanın yeniden paylaşımın da birbirlerinin karşısına çıkmağa hazırlanıyor. Uzun bir süredir emperyalist burjuva kamuoyunda “soğuk savaşın” bitişiyle başlayan barış şarkıları yerini yeni bir emperyalist paylaşım savaşının tüm dünyayı saracak sıcak çatışmaların beklentisine bıraktı. Tarih tekerrürden ibarettir diyen burjuva kamuoyu bugünkü emperyalistler arası siyasal ilişkiyi Birinci Emperyalist Paylaşım savaşı öncesi siyasi ortama benzeterek on milyonlarca emekçiyi bekleyen kıyıma emperyalistler arası boğazlaşmaya alıştıra alıştıra hazırlamaya çalışıyor.
IRAK’TA EMPERYALİST SAVAŞ
“Asıl
sorun dünyadaki çok kutuplu düzenin korunması mı yoksa dünyada tek bir gücün, söz sahibi olmasını mı istediğimizdir.” Irak’ın savaş yada barışla ilgili alınacak karar ‘dönüm noktası’ ve tarihi bir karar olacaktır. Bu sözcükler Alman emperyalizminin barış güvercini rolüne soyunan şansölyesi Schöder’in ağzından dökülüyordu geçtiğimiz günlerde.14 Oysa çok değil daha 12 yıl öncesinde 1991 Körfez Savaşında “Yaşlı Kıta” nın iki tarihsel düşmanı Almanya ve Fransa ABD’nin dost ve müttefiki olarak , İngiltere, Uzak-Doğu’nun gedikli emperyalisti Japonya ile birlikte irili ufaklı tüm kapitalist dünyanın hatırı sayılır devletleri uzun bir dönem koruyucu kanatlarına sığındıkları “efendileri” ABD’nin arkasında saf tutmuşlardı. Saddam’ın haddini bildirmek için. Bu gün Alman Maliye Bakanı Hans Eichel, 1991 14
18
Cumhuriyet 12.02.2003
dekinin aksine ülkesinin olası bir Irak müdahalesine tek bir euro bile harcamayacağını belirtiyordu. Avrupa’nın en büyük iki emperyalist gücü, iki emperyalist paylaşım savaşlarının düşman devletleri Almanya ve Fransa sığ burjuva basınına göre Fransalmanya olarak neredeyse tek bir devlet olmuştu. 12 yıl önce efendileri ABD’nin arkasına takılarak Ortadoğu’nun kanlı diktatörü Saddam’a haddini bildirmek için kutsal koalisyona katılan Almanya ve Fransa şimdi eski gücünü yitirmiş Rusya’yı yanlarına alarak efendilerine diş göstermeye başlamışlardı. İspanya olan biteni sessizce izliyor güçsüzlüğünün utancıyla kafasını kuma gömüyordu. Geçtiğimiz 20.yüzyılın başlarında bir yarı sömürge olan ABD ve Japonya tarafından yutulması beklenen bu günün genç emperyalisti Çin, AlmanyaFransa Rusya ittifaklarını dışarıdan destekliyordu. Ortadoğu’nun kanlı diktatörü Saddam Hüseyin’in cenazesi bu kez kimsesizler mezarlığına atılmayacaktı.
89’da “Tarih sona ermişti” Berlin Duvarından söktükleri taşları sevinçle evlerindeki koleksiyonlarının en nadide parçası olarak saklamak üzere koyunlarına soktuklarında emperyalizmin yeminli savunucuları, yeni bir dünya düzeninin şölenini yaşıyorlardı. Kainat savaş belasından kurtulmuş, gerginlik yerini barışa bırakmış, askeri harcamalar silahlanma güya sona ermişti. Düğün, bayram bitip her kes insanlık için çalışmak üzere evlerine döndüğünde zaferin kutsal içkisinin sarhoşluğu geçer geçmez kapitalizmin ebedi sorunlarının zafer naralarıyla değil, kapitalist üretimin değişmez yasalarıyla yürüdüğü bir kez daha ortaya çıkacaktı. Hasmı Sovyetler Birliği’nin (Rusya’nın) çöküşü şerefine verdiği kutlamalara kendini kaptırmış ABD emperyalizmi dünyanın tek efendisi kendisinin olduğunu henüz yeni ilan etmişken, dünya kapitalizminin bu yeni oluşumundan kendi payına yararlanmak için Irak işbirlikçi burjuva-feodal aşiretlerinin temsilcisi Saddam iktidarı tam zamanıdır diyerek 1990’da 19
Kuveyt’i işgal etti. Irak burjuvası Kuveyt’i işgal etmekle sona eren ve yeni başlayan tarihin içinde dünyanın en büyük petrol üreticisi bir başka deyişle emperyalist tekeller için vazgeçilmez enerji kaynaklarının vanasını eline geçirecekti. Saddam’a göre yeni tarihin içinde yanaşmalıktan efendiliğe geçişin zamanı gelmişti. Henüz ‘tarih sona ermeden’ ABD, İngiliz, Alman, Fransız, Rus tüm emperyalistlerin İran devrimini boğmak için semirttiği silahlandırdığı, cesaret vererek İran’ın üzerine saldığı Saddam Hüseyin, efendilerinin çıkarlarına korumak yerine ona sahip olmaya çalışmıştı. Efendilerinin cevabı buna çok sert oldu. Her yanaşmanın rüyasını süsleyen efendilik bu hırslı ama haddini bilmez Saddam Hüseyin’in eski zaman masallarından fışkıran Büyük Bağdat İmparatorluğu, Arap emperyalizmi hayalleri onun kabusu olacaktı. Kedi olmadan fare tutmaya kalkınan eniğe haddini bildirmek için tüm 20
emperyalistler ABD’nin arkasında saf tuttular. Herkes kendi payına düşeni almak için 1991 ocağında Ortadoğu’nun çöllerinin yolunu tuttu. Kuveyt kurtarıldı. ABD emperyalizmi kendi payına Kuveyt’i kurtarmıştı. Ama Irak’ı kaybederek. 1991 Körfez savaşı Saddam’a haddini bildirmek, Irak’ı hizaya getirmek, Irak petrollerinin emperyalist tekellerin yağmasına açılmasını sağlamak için tüm emperyalist devletlerin ortak saldırısıydı. Emperyalist devletler 91 Körfez Savaşında kendi hesaplarına Irak’ın enerji kaynaklarına yağmalama niyeti taşıyordu. Emperyalist saldırı faşist Saddam iktidarının Büyük Bağdat İmparatorluk düşlerinin sonu olmuştu. Ama aynı zamanda bu savaştan en büyük yenilgiyi savaşa öncülük eden ABD ve İngiliz Emperyalizmi almıştı. Kuveyt ABD emperyalizmi tarafından ABD petrol tekelleri hesabına kurtarılmıştı kurtarılmasına ama ne var ki pastanın büyüğü saldırıya öncülük eden ABD ve İngiliz emperyalistlerine değil rakipleri Fransa, Almanya,
Rusya, Çin’in sofrasına gitmişti. 91 Körfez Savaşı sonrası Birleşmiş Milletler Örgütü aracılığıyla diplomatik olarak saldırısını sürdüren Saddam rejimini düşürmeyi kendisine bağlı kukla bir yönetim kurma hesaplarını yapan ABD emperyalizmi (BMÖ)’den yani tüm emperyalist devletlerin çıkarlarının hukuksal ifadesi Birleşmiş Milletler Örgütü’ünden Irak’a ambargo uygulatma kararı çıkartmasına rağmen eli boş kalmıştı. Ambargoya rağmen Irak petrolleri tüm dünyada satılıyordu. Üstelik Saddam ABD’den hayallerinin sona ermesinin rövanşını ABD’nin rakiplerine Irak petrollerinin işletmesini sonuna kadar açarak açıkça öç alıyordu. “Paylaşım Savaşlarının Bilinen sırları” adlı makalesinde Günay Öz ABD’nin Irak’a bu gün her türlü uluslar arası burjuva hukukunu BM kararlarını hiçe sayarak saldırı hazırlığının gerekçelerini şöyle yazıyor: “Uygulanan ambargonun kaldırılması, savaş yerine Irak petrolünün yeniden piyasada
değerlendirilmesi daha iyi daha barışçı olmaz mıydı?” “Olurdu kuşkusuz ama bu soruya ABD petrol tekelleri ‘anlaşılan nedenlerden’ olumlu cevap vermiyorlar. Ambargo kaldırılsaydı, onlar değil şu anda Irak petrollerini işleten firmalar yararlanırdı bu durumda. Yani TOTAL, FİNA, ELF gibi Fransız firmaları, RU, LUKOİL, İtalyan ENİ, ve China National Petrolum Company gibi firmalar. “Irak’daki Fransız, Rus, Çin firmaları oradan sökülüp çıkartılmaya niyetlenilmişse orada ve tüm dünyada etkin ABD merkezli bir yeni düzen kurmak için harekete geçilmişse paylaşım savaşlarının eski ustası kolayca pes etmeyecek, selam verip eyvallah 15 demeyeceklerdir. ” ABD ve İngiliz emperyalizminin büyük bir hınçla kendi uydurma gerekçelerinin sonuçlarını bile beklemeden Basra Körfezi’ ne silah ve asker yığmalarının Almanya, Fransa, Rusya ve Çin emperyalistlerinin diplomatik yönden Saddam’ ın 15
Günay Öz “Paylaşım Savaşlarının Bilinen Sırları” Cumhuriyet 12.02.2003
21
zayıflatılmasının Irak’ a askeri müdahaleye, saldırıya şiddetle karşı çıkarak barış yanlısı kesilmelerinin İtalya’ nın kendi payını koruyabilmek için ABD emperyalizmine yanaşmasının gerekçelerini bir başka burjuva yazarı şöyle ifade eder: “Petrol ve doğal gaz gibi elzem enerji kaynaklarının üretim ve nakil merkezlerinin denetim altına alınması Amerika’ nın emperyalist egemenliği ile mücadeleye girişebilecek Avrupa ya da Uzakdoğu merkezli potansiyel güçlerin engellenmesi ve geriletilmesi için büyük önem taşımaktadır. “... ABD’nin Irak müdahalesinin gerçekleşmesi durumunda yaşanılacak çalkantılı durumun, petrol teminini kesintiye uğratılmasıyla oluşabilecek bir kriz durumunda başta Çin olmak üzere, İspanya, G. Kore, Tayvan gibi Uzakdoğu ülkeleri olumsuz etkilenecektir. Dönemsel çalkantılı durumun Çin’ in petrol fiyatlarını yükseltecek ve bu durum Çin’ in ekonomik
22
büyüme hızını 16 etkileyecektir.” Haziran 2002’de ABD başkan yardımcısı Dick Chaney başkanlığında toplanan Enerji Politika Kurulu: “Basra Körfezi ABD’nin uluslar arası enerji politikasında ana odak noktalarından birisi olacaktır.” diyordu. 17 Minnesote Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Braley A. Theyer :1979 İran Devrimi ile Ortadoğu’da en büyük işbirlikçisini yitiren ve bölgedeki etkinliği azalan ABD emperyalizminin Saddam Hüseyin yönetimini tasfiyesi, ABD çıkarlarına yönelik tehlikeleri yok edecek, dahası İran’ın karşısına çıkmak için gerekli ve Suudi Arabistan’dakilerin yerini alarak yeni üstler yaratarak bölgede geniş bir ABD varlığının önünü açacaktır.” Diye yazar.18 Geriye ABD emperyalizmi için saldırıların kılıfını hazırlamak kalıyordu. 16
Dr. Nuriye E. Ekrem “Stratejik Analiz” 02.2003 SAYI:8 17 Taylan Bilgiç Özgürlük Dünyası Sayı. 131 18 Stratejik Analiz Çev. Çiğdem Şahin Ocak 2003
ABD emperyalizminin sözcüsü başkan Bush’a göre, Saddam Hüseyin nükleer ve kimyasal silahlarıyla tüm dünya yani tüm emperyalistler ve ABD için tehdit oluşturuyordu. Irak petrollerinin yağmalanmasından mahrum bırakılan ABD petrol tekelleri için bu tehtit çok daha önemliydi. Emperyalist tekeller arası çıkar çatışması emperyalistlerin ortak çıkarlarının politik baskı aracı haline dönüşen BM de emperyalist devletler arası diplomatik savaşa dönüştü. Bir yandan ABD ve İngiltere diğer tarafta Fransa, Almanya, Rusya ve Çin. Tüm emperyalistler bu gün ekonomik yönden zayıf ve geri olanın uygun koşullar bulduğunda “bağımsız kendi başına bir güç” kendilerine rakip olacağını biliyorlardı. Irak’ın yada bir başka ülkenin bu gün emperyalizme bağımlı bir yarı sömürge olması gelecekte bunun mutlak böyle kalacağı anlamını taşımıyordu. Hele askeri yada gücü kendi başına buyruk enerji ve hammadde kaynakları bakımından zengin efendisinin yerinde gözü
olanın ne kadar tehlikeli olduğu apaçıktı. Irak’ın silahsızlandırılması “ebediyete” kadar emperyalist tekellerin boyunduruğu altında kalması mevcut gücünün askeri siyasal alanlarda yıkılması konusunda tam bir düşünce ve eylem birliği içindedirler. BM Irak’a 1991’de ambargo uyguladı. Emperyalistler tarafından silahsızlandırılan İran’a karşı kışkırtılan Saddam Hüseyin gözünü uşaklıktan efendiliğe çevirince bunun bedelini askeri ve siyasal yıkımla ödedi. Tüm dünyaya nükleer ve kimyasal silahları ve bunların yapımı için gerekli malzemeyi satan emperyalist devletler, başta ABD olmak üzere nükleer ve kimyasal her türlü kitle imha silahlarına sahip emperyalist devletler Ortadoğu da başta ABD emperyalizminin olmak üzere tüm emperyalistlerin çıkarlarının koruyucusu İsrail’in nükleer ve kimyasal gücünden saldırganlığından, Filistin’i işgal etmesi ve katliamlarından hiç söz etmeksizin BM silah denetçileri aracılığıyla 23
Saddam Hüseyin İktidarını donuna kadar soyup arayarak alçalttı. BM, silah denetçileri Irak’ta dumanı tüten silah bulamadık derken ABD emperyalizminin vasat zekalı temsilcisi Bush, ABD petrol tekellerinin çıkarları doğrultusunda Saddam rejiminin devrilmesi gerektiğini söylüyordu. Bush, Irak’ın özgürleştirilmesi gerektiğini söylerken söz konusu özgürleştirme Irak petrollerinin ABD petrol tekelleri adına özgürleştirilmesiydi. Fransa, Almanya, Rusya ve Çin Saddam rejiminin siyasi olarak alçaltılması, zayıflaştırılması şartı bu emperyalist blok açısından Irakı’ın ABD tarafından işgal edilmesi Irak petrollerinin yağmalanması hakkı kendi petrol tekellerinden ABD petrol tekellerine geçecektir. ABD’nin savaş için sabırsızlanması Almanya, Fransa, Rusya ve Çin’in diplomasiye zaman tanınmasını istemeleri barış yanlısı kesilmelerinin nedeni açıktı. ABD’nin kuyruğuna takılan İngiltere’ye gelince 24
“Blair’in İngiltere’si, W.Bush' kuyruğunda tadı damağımda olan petrol bölgesine yeniden dönüşün düşündedir.”19 Zavallı İngiltere, kibirli kendini beğenmiş İngiliz emperyalizmi aslan payından kendine düşenle yetinecek leş kargasıydı artık. Irak’a demokrasi getireceğini, Saddam’ın olağanüstü bir petrol zenginliğine sahip Irak’a bu zenginliği kendisi için harcayarak Irak halkını aç yoksul ve ilaçsız bıraktığını söyleyen Bush’a gelince “Amerikan doktorları, Bush’un ayakta alkışlarla sık sık kesilen ve savaş için 300 milyar dolardan fazla para ayıran konuşmasını 41 milyon yurttaşı sağlık sigortasından mahrum olan ülkede halka karşı sorumluluk olarak 20 nitelendiriyorlar.” Dı. Sonuç olarak. Bu güne kadar işgale hazırlanan ABD emperyalizmi emperyalist kapitalist durgunluğun yattığı yıkımı hasımlarına yüklemeye çalışıyorlar. Dünya bir kez daha yeniden paylaşımın 19
Hüseyin Baş Ortadoğu’da büyük Oyun Cumhuriyet 15.01.2003 20 Prf.Dr. A.Türkkaya “Bush ve Amerikan Halkı” Cumhuriyet 13.02.2003
eşiğindedir. “Soğuk savaştan sonra, uzun süren barışçıl paylaşım daha doğrusu zaten payını elinde tutan bunu rakiplerine kabul ettiren ABD emperyalizmi Sovyet (Rus) despot emperyalizminin çöküşüyle kendini rakipsiz gören ABD emperyalizmi artık rakipsiz değildir. Kapitalist emperyalist durgunluğun krize doğru son hızla kapitalist emperyalist ekonomilerde ard arda patlak veren ekonomik çöküşler ve iflaslar ABD emperyalizminin ekonomik olarak gerileme eğilimi içinde oluşu Almanya, Fransa, Çin ve kendini toparlayıp paylaşımda bende varım diyen Rusya’nın ABD’nin karşısına rakipler olarak çıkmaları emperyalistler arası çelişkileri derinleştiriyor. Emperyalistler arası yeni yeni ittifaklar ortaya çıkıyor. Emperyalist tekeller arası paylaşım emperyalist devletler arası yeni ittifaklara, emperyalist dostlukların kurumların ittifakların parçalanması bunların yeniden ileri bir paylaşım savaşı için düzenlenmesini zorluyor. “Barışçı ittifaklar savaşları hazırlar ve savaşlardan doğar; tek ve
aynı temel üzerinde dünya siyasetinin ve dünya ekonomisinin emperyalist bağlantı ve ilişkileri temeli üzerinde barışçı olmayan savaşımın karmaşık biçimlerini yaratarak, biri ötekini koşullandırır.” 21 Irak’ın 1991 de Kuveyt’e saldırmasıyla Irak’ın yutulması için büyük devletlerin birliği, Yugoslavya’nın hep birlikte bölüşülmesi için Rus-Çin işbirliği, bu gün ABD ye karşı ittifak yapan AlmanyaFransa’nın Fransalmanya olarak nitelendirilmeleri, AB’nin Almanya-Fransa ABD-İngiltere arasında bölünmesi Irak’ın ABD tarafından işgale hazırlanması kısacası tüm bu olaylar barışçıl paylaşımın yerini barışçıl olmayan paylaşıma bıraktığını gösteriyor.
TÜRKİYE DE SINIFLAR VE SAVAŞ
21
I. Lenin ‘Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması’ Sol Yayınları S.144-145
25
Türk burjuvazisi niyet olarak kuşkusuz bu günkü emperyalist paylaşım savaşında savaşın doğrudan tarafı olmak için can atıyor. Bütün korkusu kendisinin dışlanarak ABD emperyalizminin Kuzey Irak’a gönüllü ucuz işbirlikçileri Barzani ve Talabani çetesiyle girmesi. Korku, kuşku ve aldatılma sırasında gidip geliyor. Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasından söz ediyor. Ardından büyük bir ikiyüzlülükle Musul ve Kerkük üzerinde eski hakları olduğunu dillendiriyor. Geride kalmanın ve ganimetten kendi hissesine düşecek olan artıkların hesabını yapıyor. Onun için Türkiye’nin de bu emperyalist soygunun talanın bir parçası olduğu gerçeğinin kendi ekonomik çıkarlarına dokunulmadığı sürece hiç bir önemi yoktur. Büyük burjuvazi için tek önemli olan kasasına girecek dolarlar yada eurolardır. TUSİAD, Irak saldırısını ABD’den önce başlatarak işbirlikçi burjuva karakterini yalın ve çıplak olarak sergiledi. TÜSİAD hükümete savaş kaçınılmaz 26
ve BURJUVAZİ bunun dışında kalırsak VE SAVAŞ ganimetten pay almak yerine ovucumuzu yalarız diyordu. Türk burjuvazisi büyük bir ikiyüzlülükle Kuzey Irak’taki Türkmen “kardeşlerinin” hamiliğine soyunuyor. Türkmenlerin esaretten korunması için savaşa girmek zorunluluğundan söze diyor. Diğer yanda Kuzey Kıbrıs’ın emperyalistlere diplomatik , barışçı yollardan bölüşülmesi karşısında hamiliğini ve koruyuculuğunu üstlendiği Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni şovenizm zehiri ile sersemleştirmeye çalıştığı yığınları bin bir yalanla kandırarak feda ediyor. Geçtiğimiz on yıllık süreç boyunca Kürt ulusal burjuvası ile geliştirdiği iç savaş boyunca cesetlerin üzerinden politika üreten yığınları zehirleyen burjuvazi Kürt ulusal hareketinin fiili teslimiyeti ve iş birliği çabaları karşısında “şehit” mezarlarını nasıl unuttuğunu görmüştük. Türk burjuvazisi yeni bir paylaşım savaşının eşiğinde yeniden halkların birbirlerine kırdırılmasını Kürt ve Türk halkının arasında yeni düşmanlık politikalarını içte ve
dışta binlerce provokasyonla oynamağa hazırlanıyor. Alacağı paralar karşılığı ülkenin bütün topraklarını emperyalist orduların postallarıyla çiğnettiren limanlarını, demiryollarını, hava alanlarını emperyalist işgal ordularının hizmetine açmaya hazırlanan burjuvazi ulusal devletin güvenliği için Kuzey Irak’ta bir Kürt Devletine izin vermeyeceği planını savunuyor. ABD emperyalizmine yapacağı yataklığın karşılığında alacağı dolarların hayaliyle yanıp tutuşan Türkiye’nin ABD emperyalizmi için ne kadar önemli olduğunu kendi kendisini inandıran Irak’ın yağmalanması için Kuzeyden açılacak bir cephenin ABD kayıplarını ne kadar azaltacağını gece gündüz emperyalist efendilerine anlatmaya çabalayan Türk burjuvazisi kölelik ruhunu şark kurnazlığı ile kapatmaya çalışıyor. Savaş düzen partilerinin maskelerini birbiri ardına düşürüyor. 1991 Körfez Savaşı döneminde cami önlerinde bu bir haçlı savaşıdır diye avazı çıktığı kadar bağıran bu günkü
iktidar partisinin AKP yöneticileri Türkiye topraklarının saldırgan ABD emperyalizmine açılması için meclisten teskere istiyor. AKP savaşın burjuvazi için zorunluluğunu “tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bak” diye yorumluyor. Demokrat burjuvazinin oylarıyla meclise ikinci parti olarak gelen CHP sözde savaş karşıtı göstermelik muhalefet rolünü oynarken mecliste teskere için hayır oyu veriyor. Tezkere çıkmadan ülke topraklarının ABD emperyalizmi tarafından fiili işgale uğratılmasına ise sessiz kalıyor. Bu partinin tezkereye hayırcı milletvekilleri kendilerine ait özel mülkiyetlerini ABD askerlerine hatırı sayılır dolarlar karşılığı kiralıyor. Düzen partilerinin üzerinde süngüsüyle gerçek iktidarı temsil eden ordu, meclisi oluşturan milletvekillerinin iç donlarına kadar müdahale eden parlamentoyu kararnamelerle sözde tavsiye gerçekte emir komuta zinciriyle yöneten ordu bu kez ateşten topu meclisin üzerine atıyordu. Generallerden yedikleri zılgıtlarla şamar 27
oğlanına dönen parlamento ilk kez göstermelik dahi olsa kendisine havale edilen tezkere işini aynı hızla ordunun üzerine atıyordu. AKP milyonlarca insanın savaş istemediği ülkede kendini kurtarmak için parlamentonun göstermelik dahi olsa onurunu bir kez daha yıkıyor. Sermayenin bütün kirli pis işlerini burjuvazi adına düzen partilerine yükleyen kendi perde arkasında kalarak sürekli iktidarını muhafaza eden orduyu kendini geri çekerek sahne önüne itiyordu. Türk burjuvazisi korku, kuşku ve aldatılma arasında gidip geliyor. Kararsızlık içinde bocalıyor. Emperyalist gruplar arasında turlayıp duran, ekonomisi çöküntü içindeki Türk burjuvazisi ABD’nin tehdit ve şartlarıyla bunalıyor. Bir gün ABD’nin yanında koşulsuz yer almaktan söz ediyor. Bir başka gün Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kararının gerekliliğinden söz ediyor. Oysa ki BM de Fransa, Rusya, Çin ve Almanya’nın Güvenlik Konseyinden savaş kararı çıkartılmasını engelleyeceğini biliyor. 28
Ekonomik ve siyasi anlamda iki emperyalist grup arasına sıkışmış Türk burjuvazisi bunun siyasal bütün özelliğini yansıtıyor. Her türlü utanmazlığı bir kenara bırakarak önce bir kaldırım yosması gibi ABD emperyalistleriyle pazarlığa girişiyor. Her türlü devlet diplomasisini bir kenara iterek kendi bedenini en yüksek fiyata satmak için ayak üstü pazarlığı tutuşan kaldırım yosması gibi tezkere için fiyat yükseltiyor. Tüm ülkenin hava alanlarını, limanlarını, topraklarını pazarlığa yatırıyor. 1991 Körfez Savaşı sırasında bir koyup üç alma hesapları yapan burjuvazi karşılığında elindekini de kaybedince aldatılmanın kullanılıp bir kenara itilmenin utancıyla kendi kaderiyle baş başa kalmıştı. Burjuvazinin bütün pazarlığı bu kez peşin alma üzerine idi. Ama bu kez Saddam ne eskisi kadar güçlüydü ne de ABD emperyalizmi hasımlarını peşinden sürükleyip götürebiliyordu. Yollar çoktan ayrılmış her emperyalist ülke kendi çıkarları doğrultusunda eski dostluklar çatırdamış yeni ittifaklar yeni bloklar
kurulmaya başlamıştı. Burjuva iktidarının zaman kazanma , oyalama taktikleri pazarlığı sabırsız ABD emperyalizminin tehdit ve şantajına takıldı. Tezkere burjuva parlamentosunda kıl payı reddedildi. 19 mart akşamı ABD,İngiliz koalisyonu Irak’ın güneyinden Basra’ya saldırdı. Bağdat havadan bomba yağmuruna tutuldu. ABD emperyalizmi Türkiye üzerinden cephe açma niyetinden vazgeçti.
KÜÇÜK BURJUVAZİ VE SAVAŞ
binlerce küçük burjuva işletmesi savaş sonrası oluşan durgunluktan iflaslar, ve elinde ödeyemeyeceği ve kendisine ödenmeyen ticari senet ve çeklerle kredi borçlarıyla baş başa kalmıştı. Ekonomik olarak geriledikçe siyasal olarak daha bir tutucu, kaderci ve gerici hale gelen küçük burjuvazinin çoğunluğu seçimlerde oyunu (3 Kasım 2002) AKP’ye vermişti. Kendisini alacaklılardan
kurtarmasını, alacağını tahsil etmesini istediği AKP’yi iktidar partisi yapmıştı. ABD emperyalizmiyle girilen uzun pazarlıklar bu sessiz çoğunluk tarafından tepkiyle karşılanıyordu. Tüm kamuoyu yoklamaları iktidar partisinin aldığı oy oranının çok üzerinde bir yığının, pazarlıklara ve savaşa karşı olduğu görünüyordu. Küçük burjuva savaşa karşıydı çünkü savaş mülkiyetinin elden gitmesi demekti ama sokağa da karşıydı. Kamuoyu yoklamaları yığınların yüzde doksanbeşinin savaş karşıtı olduğunu ifade ediyordu. Savaşa hayır diye sokağa çıkanlar ise yüzde beş değildi. Kaderci küçük burjuvazi kendi durgunlu kaderini yineEkonomik büyük burjuvazinin insafına bırakmıştı. Bu sınıfın isyancı unsurları sokakları arşınlıyor, polisle çatışmaya giriyor peşinden sürükledikleri az sayıdaki işçilerle yakalarına savaşa hayır sloganları takıyor, savaşı lanetliyordu. Emperyalizme bağımlılığı bir iktisadi siyasal biçim olarak değil ABD emperyalizmine bağımlılık olarak gören, anlayan küçük burjuvazi “kahrolsun ABD 29
emperyalizmi” diye bağırıyordu kendi küçük dar penceresinden. Küçük burjuvazinin isyancı unsurları “devrimci” küçük burjuvazi yığınların yerine kendini koyan halk kahramanı işçi sınıfının temsilciliğini kendi kendine vermiş devrimci küçük burjuvazi saldırgan ABD emperyalizmine karşı Irak halkının yanındaydı. Savaşa karşı barıştan yanaydı. Tesçillenmiş faşist Irak rejimi ve Saddam’dan söz etmeden Irak halkının yanındayız diyordu. İyi de Irak halkı savaşmıyordu ki. ABD, İngiliz emperyalizmiyle kendisi küçük, rüyası büyük faşist işbirlikçi Saddam rejimiyle Irak’ın yeraltı ve yerüstü zenginliklerini Fransız, Alman, Rus ve Çin emperyalist tekellerinin talanına açmış emperyalizmin işbirlikçisi faşist Saddam rejimi savaşıyordu. Kendini sınıflar üstü gören tarihteki siyasal olaylara bu bakış açısından bakan küçük burjuvazinin isyankar “devrimcileri” sınıflar kavramı yerine uluslar kavramını koymuştu. Saldıran ABD emperyalizmi ve saldırıya uğrayan mazlum Irak 30
halkı savaşa hayır barış hemen şimdi diye sokağa dökülüyordu. İyi de Irak’ı emperyalist işbirlikçilerle birlikte yöneten yeraltı ve yerüstü zenginliklerini emperyalist tekellere altın tepside sunan kendi çıkarlarını korumak için yüz binlerce insana işkence eden azınlık iktidarı faşist Saddam’a karşı Irak’ın yeniden paylaşılması için Saddam rejimine saldıran ABD emperyalizmine karşı savaşa mı hayır? Hangi savaşa hayır? Yığınların barış koşullarında kapitalist zorbalar tarafından sömürüldüğü baş kaldıran yığınların işkence ve zorbalıkla sindirildiği barışa mı evet? Küçük burjuvazinin devrimcileri tam bir kafa karışıklığı içinde üstelik savaşı istemeyen ama bunun için sokağa da inmeyen sınıf kardeşlerinin desteğinden de mahrum buldular kendilerini. İŞÇİ SINIFI VE SAVAŞ Türkiye işçi sınıfı modern burjuva toplumunda ancak kendi bağımsız sınıf
hareketini koyabildiği ölçüde diğer mülk sahibi sınıflardan kendini ayırt edebilen sınıf olarak modern revizyonizmin çöküşünün getirdiği izleri üzerinden atamadan örgütsüz bir bütün olarak siyasallaşamamasının sonucunda buldu kendini ve öyle gösteriyor ki kendisi kendi olasıya kadar şu yada bu sınıfın siyasi iradesine tabi olacak. Burada diğer mülk sahibi sınıflar için söylenen yazılan şeyler kendisi için bağımsız bir sınıf hareketi olamadığı ölçüde bu sınıfın davranışları için de geçerli olacaktır. Diğer sınıfların, burjuva sınıfların davranışları ne kadar açık ve seçik hale gelirse bu sınıfın siyasallaşması bağımsız bir sınıf hareketi olması o denli hızlı olarak ortaya çıkacaktır. MART - NİSAN 2003
“DEMOKRASİ” Dünya burjuvazisi, “demokrasi” söylemini hemen her siyasi eyleminin içinde yer veriyor. İlhakları artan gerekçeleri ile
meşrulaştırmaya çalışıyor. Onun Avrupa Birliği kesimi “üye adaylarına” demokrasi kriterleri uyguluyor. Burjuvazi ister emperyalist olsun ister emperyalist olanın “yerel” ya da “ulusal ayağı” her kesimi “demokrasi sevdasını” dile getirmekte. “kriterlerinin” ana ekseninde ne yer alıyor? 1. “İfade özgürlüğü” . 2- Çok particilik. 3-Hukuk devleti. Bütün bunları hiç kuşku yok ki kendi egemenliğini korumak ve sürdürmek için kullanmakta. Bu siyasetindeki ikiyüzlülüğünü belirtmeye gerek yok. “Demokrasi”nin ikili niteliği onun eyleminde kendini ortaya koymakta. Uzlaşmaz sınıf karşıtlığına dayanan burjuva toplumunda, hem demokrasi hem diktatörlüktür. Bunları devrim adına konuşanlar sık sık tekrarlarlar. Burjuva demokrasisi sorununa karşı onun sınırları içinde kalmaktalar. Sık sıkta emperyalist burjuvazinin gericiliğine atıfta bulunurlar. Şimdilik bunları bir yana bırakıp burjuvazinin siyasetini incelemeye devam edelim. Parlamento burjuvazinin en önemli siyasi egemenlik 31
araçlarındandır. Her ne kadar Bonapartis darbeler ile “çevre ülkeler” ya da “yükselen pazarlar” da ile sık sık kapısına kilit vurulsa da, burjuvazi genel olarak onun egemenliğinin sağlamlığını ölçme aracının (genel oy) yansıdığı organ olarak kullanır. Tutumunu aradaki duruma göre belirler. Buna burjuva-parlamenter Demokratik Cumhuriyet denir. “Parlamenter Sistem” özgürlüklerin vazgeçilmezi olarak sunulur. Burjuvazinin çeşitli renklerdeki, liberal, demokrat, faşist, sosyaldemokrat partileri nöbetleşe siyasi iktidarı ele geçirirler. Burjuva cumhuriyetinde ezilen sınıfın rolü onların siyasi egemenliğine rıza göstermek, onları onaylamaktır. Ama bir taraftan da burjuva demokrasisi kapitalizmin ezilen sınıfı işçi sınıfına demokrasi savaşına yani egemenlik savaşına hazırlar. Demokrasi savaşını, egemenlik savaşını kazanmasına yardımcı olur. Onun talepleri 1917 Nisan – Mayıs günlerinden beri burjuva parlamenter demokratik cumhuriyet ile sınırlı değildir. 32
“Proletarya partisi, dünyanın her yerinde kitleleri ezmek için monarşist araçları, yani polisi, daimi orduyu, ayrıcalıklı bürokrasiyi koruyan ve ebedileştirmeye çalışan burjuva –parlamenter demokratik cumhuriyetle yetinemez.” (Lenin C.6 Sayfa 118 Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi Programı.) 1871’de Paris Komününün ortaya koyup çözdüğü sorun “geleceğin” devletinin nasıl olacağıydı. Komün yeni bir devlet tipinin , proletarya diktatörlüğünün doğuşuna, eski burjuva-parlamenter demokratik cumhuriyetin aşıldığını müjdelemiştir. Bunu eski devlet makinesini parçalayıp yerine yenisini koyarak yapmıştı. Marks 1871’deki Fransız devriminin izlediği yolun bundan sonraki “gerçek halk devrimleri”nin yolu olacağı önemli tespitini yaptı. Komün ne yapmıştı diye bakarsak şunu görürüz. Eski burjuva devlet makinesini parçalayıp yerine yenisini koymuştu. Lenin’in yukarıdaki satırlarda ifade ettiği gibi burjuva demokratik cumhuriyetin yaptığı kitleleri ezme araçlarını ebedileştirmekti. Yani bu
devlet tipi isterse en demokratik bir biçimde olsun kitleleri ezme ve sömürme araçlarıydı. Üstelik bu demokratik biçim en elverişli olanıydı. Komün genel olarak devletin özünden doğan bu olguya (kitleleri ezme ve sömürme) son vermişti. Aksine ezen ve sömüren egemen sınıfın (burjuvazinin) baskı altına alınması ve ezilmesinin bir aracı olan, bu anlamda gerçek anlamda devlet olmayıp yarı-devlet olan proleter devletti. O da zorun örgütlenmiş biçimidir. Yalnız bunun tarihi rolü öncekilerden farklıdır. Bu yeni devlet tipinin temelinde yatan esas öge ise daha önceki zoru uygulayan özel örgütlerin (polis, sürekli ordu vb.) yerine doğrudan yığınların geçmesidir. Bu yığınların öz örgütleri 1871 Fransız devriminde, komün, Rus devriminde ise Sovyetlerdir. İşçi sınıfı sınıfları ortadan kaldırma tarihi mücadelesinde, bu organlar ile diktatörlüğünü uygulayacaktı. Yani bunlar sınıfının iktidar İşçi organlarıydı. Proletarya devrimleri ile ortaya çıkan devlet tipinin
karakterini oluşturan yukarıda özetlemeye çalıştığım temel yapıdır. Lenin’in yukarıdaki proletarya partisi için “dünyanın her yerinde” tespiti önemlidir. Bu demektir ki işçi sınıfı partisinin devlet ve iktidar sorununa ilişkin talepleri burjuva-parlamenter demokratik cumhuriyetle sınırlı kalmayacaktır. Lenin’in kendi partisinde Şubat 1917 öncesine kadar Rusya’da yaptığı gibi burjuva demokratik cumhuriyet ile “yetinmeyecektir.” İşte asıl sorun burada başlamaktadır. Lenin programdaki ilk talep olan Çarlık Otokrasisinin devrilmesini ve yerine anayasası şunları garantileyen demokratik cumhuriyetin geçirilmesi ile başlar. Anayasacı liberal burjuvazi cumhuriyet sloganına sahip çıkar görünür. Bolşevikler buna karşı devrim talebini yükseltir. Burjuvazi devrimin yükselmesi günlerinde devrime doğru eğilince, Lenin işçi sınıfının ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlük talebini öne sürer. Bu hedef burjuva devrimini en eksiksiz ve tam zaferi sağlayacaktır. Ama bu devrimin yinede burjuva 33
sınırları ile çevrilidir. Burjuva demokratik devrimin kesin tam zaferi köylülerin tüm topraklara sahip olmasıyla mümkündür. Yani toprak sorununun biricik devrimci tarzda çözümü ile büyük burjuvazinin gericileşip küçük burjuvazinin gülünçleştiği dönemde ancak işçi sınıfı demokratik devrimde önder ve kılavuz bir rol oynayabilir. Ama demek değildir ki demokratik diktatörlük sadece işçi sınıfının egemenliğine ve eylemine dayanır. İşçi sınıfı demokratik devrimde önder ve güçlü bir durumda olması gerektiğinin yanında, bu devrimde tek başına yer almadığı ve dolayısıyla iktidarın sadece onların elinde olduğu anlamına gelmez. “Üstelik iktidar (kısmen, arızi vb. olsa da) ele geçirilmesi, besbelli ki yalnızca sosyal demokratların ve yalnızca proletaryanın katılmasını öngörmez. Bu demokratik devrimden çıkarı olanın ve bu devrimde yer alanın tek başına proletarya olmadığı olgusundan çıkan bir savaştır. Bu incelenmekte olan kararın başlangıcında da gösterildiği gibi, ayaklanmanın “proleter olmayan” (bu sözcükler 34
konferans kararında ayaklanma konusuyla ilgili olarak kullanılmıştır) yani burjuvazinin de yer aldığı bir halk ayaklanması olmasından çıkan bir sonuçtur. Böylece sosyalistlerin küçük burjuvazi ile birlikte geçici bir devrim hükümetinde yer almasının işçi sınıfına ihanet demek olduğu ilkesi konferans tarafından bir yana itilmiştir ki Vperyet’in de gerçekleştirmek istediği budur.”(Lenin Demokratik Devrim ve Sosyal Demokrasinin İki Taktiği Sf:90). Burjuva devrimlerinin ilk evresinde başka bir ifade ile “tamamlanmamış” olan burjuva devrimlerinde, işçi sınıfı bu devrim mücadelesinin başında yer alır. Temel müttefiki köylülüktür. Demokratik diktatörlük ya da “devrimci demokrasi” bu iki temel sınıfın birlikte yer alıp uygulaması ile oluşur. Bazıları demokratik diktatörlüğü proletarya diktatörlüğünün “özgül bir biçimin” olarak anlar. “devrimci demokrasi” çevrelerinde bu oldukça geniş kabul gören bir görüştür. Marks ve Engels kendi dönemlerinde “demokrasi”
hareketi denen “halk” hareketinin birleşik ve uyum içinde “mutlu son”a gitmeyeceğini ifade edip, “demokrasi” hareketi içindeki uzlaşmaz karşıtlığın ortaya çıkıp mücadele içinde sona gideceği uyarısını yaptılar. Lenin de kendi döneminde aynı yaklaşımı sürdürdü. “En sonu, hiç kuşku yok ki Rusya’da da köylü savaşımının başarısı, yani tüm toprakların köylülere devredilmesi, eksiksiz bir demokratik devrimi simgeleyecek ve kesin sonuçlara götürülen devrimin toplumsal temelini oluşturacak, ama bu hiçbir zaman bir sosyalist devrim ya da küçük burjuva ideologlarının sosyalist devrimcilerin sözünü ettikleri “toplumsallaştırma” olmayacaktır. Köylü ayaklanmasının başarısı, demokratik devrimin zaferi, demokratik bir cumhuriyet üzerinde sosyalizm uğruna gerçek ve kesin bir savaşımın yollarını açacaktır. Bu savaşında, toprak sahibi hiçbir sınıf olarak köylülük burjuvazinin demokrasi uğruna savaşımında oynama olduğu tutarsız ve haince rolü
oynayacaktır. Bunu unutmak sosyalizmi unutmaktır. Proletaryanın gerçek çıkarları ve görevleri açısından insanın kendisini ve başkalarını aldatmasıdır.” (Lenin Demokratik Devrim ve Sosyal Demokrasinin İki Taktiği Sf:163-164) Başında işçi sınıfının bulunduğu burjuva demokratik devrimlerinin tablosunu böyle çizmiş, Lenin. Bu devrim tipinin iktidar formülasyonu, işçi sınıfının ve köylülüğün devrimci diktatörlüğüydü. Bu burjuva devrimin tam ve kesin zaferle sona ermesiydi. Bu iktidar sloganın geçmişi monarşi ve feodalizme karşı burjuva devrim mücadelesi, geleceği ise burjuva toplumunun bağrındaki sınıf mücadelesidir. İşçi sınıfı dünkü müttefiki ile bağımsız bir savaşıma girişir. Bu süreç bir anlamda devrimin “ikinci aşaması”dır. Rusya’daki Şubat 1917 devrimi bu konuda öğreticidir. Bolşeviklerin iktidar sloganı çelişkili bir gerçeklik kazanmıştır. Rus devrimi bir iktidar ikiliği yaratır. Devrim yeni bir sınıfın iktidarını getirmiştir. 35
“2. Rusya’da iktidar yeni bir sınıfın burjuvazinin ve burjuvalaşmış toprak sahiplerinin eline geçmiştir. Bu anlamda burjuva demokratik devrim Rusya’da tamamlanmıştır.” (Lenin Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi S:38) Burada Lenin’in dikkat çektiği nokta yeni bir sınıfın iktidarı, burjuvazinin ve burjuvalaşmış büyük toprak sahiplerinin iktidarının ortaya çıkmasıdır. Eski iktidar otokrasiye Çarlık’a aittir. Devrimin eski döneminde Bolşevikler işçilerin ve köylülerin devrimci demokratik sloganını ileri sürmüşlerdir. Devrimin özgün tarihi gelişimi iktidarı burjuvaziye vermiş ama bunun yanında Sovyetlerin varlığı ikinci bir iktidarı ortaya çıkarmıştır. Bu tarihsel koşullarda “eski Bolşevikler” tarafından itirazlara neden olan yeni bir iktidar formülasyonu işçi sınıfı partisi için taktik değişikliği ile programda yenilemeye gidiliyordu. “2. bu günkü Rusya’da özgün olan şey proletaryanın bilinç ve örgütlenme düzeyinin yetersizliğinden ötürü iktidarı burjuvaziye vermiş olan devrimin birinci aşamasından, 36
iktidarı proletaryaya ve köylülüğün yoksul katlarına devredilecek olan ikinci aşamasına geçiştir.” (Lenin Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi S:10-11) Devrimin Lenin tarafından yukarıdaki satırlardaki değerlendirmesi ilginç ve karakteristiktir. Burjuvaziyi iktidar yapan “birinci aşama” iktidarı “proletarya ve köylülüğün yoksul katlarına devredilecek olan “ikinci aşama” tespiti var. Devrim bir süreç olarak değerlendirilmiş. Birinci ve ikinci aşamalar devrim sürecinin evreleridir. Bilindiği gibi “aşamalı devrim” teorisini o dönemlerde savunanlar Bolşeviklerdir. Burjuva demokratik devrimi bağımsız bir aşama olarak düşünüp bu devrimin burjuvazi tarafından yapılması gerektiğini savunmuşlar. Proletaryanın demokratik devrime önderlik etmesi anlayışına karşı çıkmışlardır. “Proletarya sıranı bekle!” demişlerdir. Bolşeviklerin demokratik devrim teorisi ise bir iktidar formülasyonu olan proletarya ve köylülüğün devrimci demokratik iktidarı talebinde ifadesini bulmuştu. Bu formülasyon bir bütün
olarak köylülükle (zengin köylüler, kulaklar dahil) ittifakı hedefliyordu. Lenin devrimin “ikinci aşaması” dediği dönemde ki formülasyonun da köylülüğün yoksul katları ile yani yoksul köylülük ile proletaryanın ittifakı dolayısıyla iktidarı söz konusudur. Bu dönem burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki sınıf mücadelesinin öne çıktığı her şeyin buna göre şekillendiği bir süreçtir. İktidar formülasyonları belirli sınıflar arasındaki ilişkileri ifade eder. Monarşiye ve feodalizme karşı mücadelenin her şeye damgasını vurduğu iktidar folmülasyonunun yerine burjuvazinin iktidarına, kapitalizme karşı mücadelenin temel olduğu dönemin iktidar formülasyonu geçmiştir. Parti programında bu yönde gerekli değişiklik yapıldı. Emperyalizm ve proletarya devrimleri çağında büyük burjuvazi genel olarak demokrasi sorununa sırtını çevirmiştir ve sözde demokrasiyi savunur görünür. Bu dönemde demokratik devrim sürecini yaşayan toplumlarda demokrasi mücadelesinin başında işçi
sınıfı yer alır. Burjuvazi ise işçi sınıfını ve diğer ezilenleri aldatmak için demokrasi konusunda demagoji yapar. İşçi sınıfının sosyalizmi inşa mücadelesinde olduğu gibi siyasi iktidar mücadelesinde de küçük burjuvazi “haince bir rol” oynar. Muhalefet günlerinde demokrasi ister görünür fakat devrim günün ateşi içinde korkuya kapılıp kendini büyük burjuvazinin kollarına atar. Bunun farkında olan Lenin siyasi iktidar burjuvazinin eline geçtikten sonra işçi sınıfının devrim mücadelesinde artık onunla ittifakının mümkün olmayacağı sonucuna varır. Bundan sonra Bolşeviklerin iktidar formülasyonu işçi sınıfının ve yoksul köylülüğün diktatörlüğüdür. Lenin Şubat 1917 Devrimi öncesinde işçi sınıfının bağımsız örgütlenmesini sağlamış, küçük burjuvazi ile kaynaşmadan demokratik devrimde ittifak yapılması gerektiğini savunmuştur. Burjuva devriminin gerçek bir halk devrimi olmasının koşulu işçi sınıfının tüm köylülük ile birlikte çarlığı devirip iktidar olmasıdır. Bu devrimin tam zaferli olmasıdır. İşçi sınıfının 37
ve köylünün iktidarı kuvvete dayanacaktır. Çarlık’ın kurumlarını parçalayacak yerine yığınların organlarını getirecektir. Ama bu devrim burjuvazinin egemenliğini getirecek proletarya ise sadece siyasal özgürlük elde edecektir. Arkasından demokratik devrimi gerçekleştiren sınıflar arasında sınıf mücadelesi başlar bu mücadelede işçi sınıfı yarı proleterlerin başında devrim mücadelesini yürütür. Burjuvazinin siyasi iktidarına karşı demokratik devrim mücadelesi daha doğrusu burjuva demokratik devrimi “tamamlama” mücadelesi değildir artık. Demokratik devrimin sorunları proletarya devrimin ilk yarısında proletarya iktidarı tarafından çözülecektir. Burjuvazi devrimlerinin birçok kazanım ve haklarının burada geri çekti. Birçok burjuva cumhuriyeti gerici bir yapı haline geldi. Bu koşullarda da demokratik devrimin değil proletarya devriminin çözeceği sorunlar arasındadır. N. Işık 06.04.2006 38
MARKSİZM-LENİNİZM HER ZAMAN GÜNCEL VE BİLİMSEL ÖĞRETİ Gün Birlik Ve Mücadele Günüdür Emperyalizm dünya ölçeğinde egemenliğini derinleştirdikçe (Globalleşme – küreselleşme arttıkça) kapitalizmin ekonomik- siyasi krizleri de artmakta, derinleşmekte. Üretimin kapitalist niteliği bir yanda sermayeyi yoğunlaştırıp tekelleştirirken diğer yandan da işsizliği, yoksulluğu, açlığı ve sefaleti de yoğunlaştırarak artırmaktadır. Bu gün bütün kapitalist ülkelerde olan bunun birer göstergesidir. Açıklanan, araştırma ve istatistik sonuçları bunu doğrulamakla kalmayıp giderayak ne boyutlara ulaşacağı konularında da ipuçları vermektedir. Bunu yakından izleyen burjuvazi kendi egemenliklerini sürdürmenin yollarını her alanda aramaktadır. Zaman zaman bu konuda kendine sağlama alma yolunda başarılar gösterebilmektedir. Burjuvaziye ve kapitalist
üretime bağımlılığı her geçen gün daha fazla artan işçi sınıfı ve emekçi kesimler zaman zaman bunun farkına varsalar da ya bunlara karşı mücadeleleri sönük, cılız kalmakta yada mücadele başlamadan geçip gitmektedir. Zaman zaman kendiliğinden oluşan mücadeleler kitleler tarafından kabul görmekte, büyük kitleleri harekete geçirebilmektedir. Fakat mücadele daha ileriye ve siyasi hedeflere ulaşamadan sönüp gitmektedir. Öte yandan her gün oluşan olaylara karşı tepkiler sahnede seyredilen sinema gösterisi tepkileri gibi anlık ve çabuk unutulan tepkiler şeklinde oluşmaktadır. Tabi bunun en önemli nedeni kapitalizmin ve emperyalizmin teşhirinin kitlelere aktarılamaması, bunu yapacak işçi sınıfının kendisi için sınıf olma bilincinin kavratılmasında öncüsünden yoksun olmasında yatmaktadır. Var olan sosyalist teori ve yazının işçi sınıfının büyük çoğunluğuna ulaştırılamayıp, toplumsal hareketlerde kılavuzluk yapması mümkün
olmamaktadır. Bir yaşam biçimi haline getirilemeyen bu bilinç eni-sonu kendini kabul ettirmede daha fazla direnemeyecektir. Sıkılan yumruklar, biriken öfke kendini yaratan koşulların kökünü kazımada tereddüt etmeyecektir. Dün Fransa sokaklarında patlayan bu öfkenin Türkiye, Almanya ve diğer ülkelerde tezahürlerini görmekteyiz. Daha da görmeye devam edeceğiz. Önümüzdeki yakın gelecek daha nice isyanlara gebedir. Burjuvazi sadece kendi karşıtı işçi sınıfına karşı mücadele etmemektedir. Onlar aynı zamanda kendi içlerinde de egemenlik savaşları vermektedirler. Emperyalistler arası egemenlik savaşlarının yanı sıra devlet içinde egemenliğini tam sağlayamamış devletlerde ve yerlerde açık ve gizli, “yasal” veya “yasadışı” mücadelelerini sürdürmektedirler. Hükümet olup iktidar olamayanlar, iktidar olup hükmedemeyenler, devletin farklı kesimlerinde egemenliklerini sürdürmeye çalışanlarla , bunu yıkmaya çalışanların ulusal ve uluslar 39
arası örneklerini her gün izlemekte, tanık olmaktayız. Irak da kurmaya çalıştıkları hükümetin, Filistin de Seçimleri kazanan Hamas’ın, İtalya, Türkiye de yaşananlar bunların birer göstergesidir. Yaşanan ve yaşanmakta olan dağınık, kendiliğinden hareketin palanlı ve bilimsel serimi işçi sınıfının birliğine ve örgütlülüğüne bağlıdır. İşçi sınıfının örgütlülüğünü, birliğini sağlayacak olanda onun öncüsü, partisinin varlığına ve gücüne bağlıdır. Bu gün işçi sınıfının mücadelesinin aşılması gereken en önemli engellerden birisi birlikten uzak, dağınık ve örgütsüzlüğüdür. Bunu sağlamanın biricik yolu komünist devrimcilerin ilkeli birlikteliği ve mücadelesidir. Bunu sağlayacak olanda belli bir program etrafında birliktelikten geçmektedir. Sınıf mücadelesinin bu günkü şartlan bunu fazlasıyla gerektirmekte. Zorunlu kılmaktadır. Aksi halde mevcut durum burjuvazinin ekmeğine yağ sürmekle kalmayacak bütün devrimci güçler ve değerler telef olup gidecektir. 40
Herkesin küçük ayrılıkları ön plana çıkarmaları yerine üstünde mutabakata varılan konuların üzerinde çalışılarak birliği ve mücadeleyi büyüterek ilerlemek, öte yandan ayrılıklar üzerinde eleştiri ve araştırmaların derinleştirilerek Marksizm-Leninizm’in sorunu olarak konuyu ele almak ayrılıkların çözümünü kolaylaştıracak, kafalar daha da berraklaşacaktır. Bu bir uzlaşmacılık önerisi değil, mücadelenin daha da yoğunlaştırılarak sorunların çözülmesi önerisidir. Devrimci komünistlerin bu konuda başlattıkları çabalar desteklenmeli, çalışmalara bütün olanaklarla bilfiil omuz verilmelidir. Bu gün tarihin devrimci komünistlere yüklediği tarihi görevlerden biri budur. M. Gündar Nisan 2006