CİLT:3
SAYI:33
Ekim: 2006
----------------------------------------------------------------------------------------------------
MARKSİZM-LENİNİZM HER ZAMAN GÜNCEL VE BİLİMSEL ÖĞRETİ ENTERNASYONALİZM Marksizm’in değişmez ve vazgeçilmez ilkelerinden biri de her ülke proletaryasının mücadelesi uluslar arası işçi sınıfı hareketinin vazgeçilmez bir parçası olduğudur. Bu gün bu ilke her zamankinden daha da önem kazanmıştır. Bu konuda Lenin zamanın burjuva döneklerine gerekli dersi verdiği, bunun işçi sınıfı üzerindeki etkilerini atma ve onu bilinçlendirme konusunda
en ince ayrıntıya kadar anlatmaya çalışmıştır.1 Lenin “ ‘Yurt savunması’nı kabul etmek, proletarya bakımından, güncel savaşı doğrulamak, onun yasallığını kabul etmek demektir. Ve savaş, belli bir zamanda düşman birliklerinin bulundukları yerden bağımsız olarak –benim ülkemde ya da yabancı bir ülkede- (krallık yönetiminde olduğu denli cumhuriyet yönetiminde de ) emperyalist nitelikte 1
Proleter Devrim ve Dönek Kautsky Bilim Ve Sosyalizm Yayınları 1979 www.proleter.org
kaldığından, yurt savunmasını kabul etmek demek, gerçekte emperyalist, sömürücü burjuvaziyi desteklemek demektir, sosyalizme ihanet etmek demektir.”2 Derken Kaustsky’nin şahsında şovenizme karşı mahvedici darbesini indirerek proletaryayı uyanık olmanın yol ve yöntemini göstermiştir. Şovenizmin sınırlarının bununla kalmayıp “Rusya da , hatta Kerenski döneminde, burjuva demokratik cumhuriyet yönetiminde bile, savaş egemen sınıf olarak onu yöneten burjuvazi olduğuna göre, emperyalist olmakta, devam ediyordu. (çünkü savaş, ‘siyasanın uzantısı’dır; ve savaşın emperyalist niteliğinin özellikle çarpıcı anlatımı da , dünyanın paylaşılması ve yabancı ülkelerin soyulması üzerine, eski çar tarafından İngiltere, Fransa kapitalistleriyle imzalanmış gizli anlaşmalar idi.”3 Der. Yani burjuvazinin egemen olduğu devlet devam ettiği sürece biçimi ne olursa olsun şovenislikten kurtulmak 2 3
Age S.80 Age. S.80
2
mümkün değildir. Ta ki yine Lenin’in ifadeleriyle “Emperyalist savaş, şarlatanlar, farfaralar ya da küçük burjuva ham kafalar duygusal ‘belgi’ –slogan-(bn) attıkları zaman değil, ama ancak bir emperyalist savaşı yürüten ve ona milyonlarca iktisadi bağla (eğer halat ile değilse) bağlı bulunulan sınıf gerçekten alaşağı edildiği ve iktidarda gerçekten devrimci sınıf tarafından , proletarya tarafından değiştirildiği zaman emperyalist olmaktan çıkar. Emperyalist savaştan olduğu gibi, emperyalist bir çapul barışından da kurtulmanın başka yolu yoktur.” 4 Biz konunun sadece bir “yurt savunması” konusu olmadığı bu gün ülke, dünya siyasi ve ekonomik yapısında şekillenmeye çalışan emperyalizmin aldığı yeni biçimler karşısındaki tavırlar da en az ‘yurt savunması’ na karşı alınan tavır kadar önemlidir. Burjuvazinin değişik kesimleri arasındaki çatışmalara taraf olmakta, en 4
Age.S.81
www.proleter.org
az konunun uluslar arası tekellerin oluşturduğu gruplaşma ve küreselliğinin aldığı biçimsel yapılanmanın da tarafında yer almakta proletaryanın nihai ve enternasyonalist tutumuyla bağdaşmaz. Proletarya ancak diğer uluslardan kendi sınıf kardeşleriyle birlikte göstereceği tarihi duruşuyla sorunların üstesinden gelecek ve sınıfsız, sömürüsüz bir dünyayı sınıf ayrıcalıklarından kurtararak dünyayı insanlığın hizmetine sunacaktır. Kapitalist üretim biçimi bu gün küreselleşme ilişkileriyle dünyanın birçok bölgesini, üretim ve doğal kaynaklarını yönetme ve yönlendirme bakımından ulusal sınırların ötesine taşıyarak proletaryayı da kendi kuralları içinde tutarak meta dolaşımından ayrı tutmayı başarabilmektedir. Emek gücünün dolaşımını engellemek5 elbette kolay 5
Birçok ülkede yaşanan “mülteci” olayları ve kaçak “göçmen” vakaları burjuva istatistiklerinde hatırı sayılır bir yer tutmaktadır. Diğer yandan: “Kişilerin Serbest Dolaşımı faslındaki ayrıntılı CİLT:3
SAYI:33
olmamakla birlikte, burjuvazi yasalarında yer vermemeye özel önem vermektedir. Ama, “ Türkiye İle Avrupa Topluluğu Arasında Oluşturulan Gümrük Birliği’nin Uygulanmasına İlişkin Esaslar Hakkında Karar BİRİNCİ KISIM Amaç, Kapsam ve Tanımlar Amaç ve kapsam MADDE 1 – (1) Bu Karar, Türkiye ve Avrupa Topluluğu arasında oluşturulan Gümrük Birliği’nin uygulanması amacıyla, tarama toplantısı 11 Eylül 2006 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirildi. Ayrıntılı tarama toplantısına Türkiye adına İzleme ve Yönlendirme Komitesi'nin (Dışişleri, ABGS, DPT, Başbakanlık ve AB Daimi Temsilciliği) 5 üyesi dışında İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Merkez Bankası, Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK), Türkiye İş Kurumu, Türkiye Sosyal Güvenlik Kurumu yetkililerinden oluşan bir heyet katıldı.” Ekim: 2006
3
Türkiye veya Avrupa Topluluğu’nda serbest dolaşımda bulunan eşyanın ticareti ile Gümrük Birliği taraflarının üçüncü ülkeler üzerinden yaptıkları ticaret ile ilgili gümrük işlemlerine ilişkin usul ve esasları kapsar. Dayanak MADDE 2 – (1) Bu Karar, 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması’nın 24 üncü maddesine göre TürkiyeAvrupa Topluluğu Ortaklık Konseyi’nin 2/69 sayılı Kararı uyarınca kurulan TürkiyeAvrupa Topluluğu Gümrük İşbirliği Komitesi’nin, iki taraf arasında oluşturulan Gümrük Birliği’nin uygulanmasına ilişkin esaslara dair 1/2006 sayılı Kararı’na dayanılarak hazırlanmıştır. Tanımlar MADDE 3 – (1) Bu Kararda geçen; a) Avrupa Topluluğu’na Üye Ülkeler: Aşağıda adları belirtilen ülkeleri, - Almanya, - Avusturya, - Belçika, - Çek Cumhuriyeti, - Danimarka, 4
- Estonya, - Finlandiya, - Fransa, - Hollanda, - İngiltere, - İrlanda, - İspanya, - İsveç, - İtalya, - Kıbrıs,6 - Letonya, - Litvanya, - Lüksemburg, - Macaristan, - Malta, - Polonya, - Portekiz, - Slovakya, - Slovenya, - Yunanistan, b) Topluluk: Avrupa Topluluğu’nu, c) Gümrük Birliği: Türkiye ile Topluluk arasında tesis edilen Gümrük Birliği’ni, ç) Türkiye Gümrük Bölgesi: Türkiye Cumhuriyeti topraklarını, karasularını, iç sularını ve hava sahasını kapsayan Türkiye
6
Hükümet “Ben Kıbrıs’ı tanımıyorum” desin dursun. Kıbrıs’ın AB üyeliği kendi yasal kararlarında böyle yer alıyor.
www.proleter.org
Cumhuriyeti Gümrük Bölgesini,7 d) Topluluk Gümrük Bölgesi: Topluluk Konseyi’nin Topluluk Gümrük Kodu’nu oluşturan 12/10/1992 tarihli ve 2913/92 sayılı Tüzüğü’nün 3 üncü maddesinde yer aldığı şekliyle, bu maddenin (a) bendinde belirtilen ülkelerin gümrük bölgelerinin tamamını, e) Gümrük Birliği Gümrük Bölgesi: Topluluğun Gümrük Bölgesi ile Türkiye'nin Gümrük Bölgesi’ni, f) Gümrük Birliği Gümrük Bölgesi’nin Bir Parçası: Bir taraftan Topluluğun Gümrük Bölgesi’ni öte yandan da Türkiye'nin Gümrük Bölgesi’ni, g) Üçüncü Ülke: Gümrük Birliği Gümrük Bölgesi dışında kalan ülke veya bölgeleri,
7
Maraş’ın ve diğer limanların AB üye ülkelerinin gemilerine açılması –daha çok Güney Kıbrıs’a ait gemilerden söz ediliyor ama, Kıbrus da bir AB üyesikonusunda direnen hükümetin bu kararı gümrük kapılarını arkasına kadar açıyor. CİLT:3
SAYI:33
ğ) Serbest Dolaşımdaki Eşya: Tümüyle Türkiye veya Toplulukta elde edilmiş olan ya da tamamı veya bir kısmı üçüncü ülkeler menşeli olup Türkiye ya da Toplulukta ithal işlemleri tamamlanmış, gerekli gümrük vergisi, eş etkili vergi ve resimleri tahsil edilmiş, bu vergi ve resimleri tam veya kısmi bir iadeden yararlanmamış eşyayı, h) A.TR Dolaşım Belgesi: Türkiye veya Toplulukta serbest dolaşımda bulunan eşyanın Gümrük Birliği çerçevesinde tercihli rejimden yararlanabilmesini sağlamak üzere, gümrük idaresince ya da bu idare tarafından yetki verilmiş kuruluşlarca düzenlenip gümrük idaresince vize edilen belgeyi, ı) Hariçte İşleme Rejimi: Serbest dolaşımdaki eşyanın hariçte işleme faaliyetlerine tabi tutulmak üzere Gümrük Birliği Gümrük Bölgesi’nden geçici olarak ihracı ve bu faaliyetler sonucunda elde edilen ürünlerin ithalat vergilerinden tam veya kısmi muafiyet Ekim: 2006
5
tanınmak suretiyle yeniden serbest dolaşıma girişine ilişkin hükümlerin uygulandığı rejimi, i) Üçgen Trafik: Gümrük Birliği Gümrük Bölgesi’nin bir parçasından geçici olarak ihraç edilmiş olup, üçüncü ülkede işlem görmüş ürünlerin Gümrük Birliği Gümrük Bölgesi’nin diğer parçasında kısmi veya tam gümrük vergisi muafiyetiyle serbest dolaşıma girmesi usulünü, j) Geri Gelen Eşya: Gümrük Birliği Gümrük Bölgesi’nin bir parçasında serbest dolaşımda olup, ait olduğu gümrük bölgesinden ihraç edildikten sonra Gümrük Birliği Gümrük Bölgesi’nin diğer parçasına üç yıl içinde geri gelen ve serbest dolaşıma giren eşyayı, k) INF 2 Bilgi Formu: Hariçte işleme rejimi kapsamında üçgen trafik kullanımına izin veren gümrük idaresi tarafından düzenlenen ve Gümrük Birliği Gümrük Bölgesi’nin bir parçasından geçici olarak ihraç edilerek üçüncü ülkede işlem görmüş ürünlerin, Gümrük Birliği Gümrük Bölgesi’nin diğer 6
parçasında kısmi veya tam gümrük vergisi muafiyetiyle serbest dolaşıma girişine imkan veren belgeyi, l) INF 3 Bilgi Formu: İhracatın yapıldığı Gümrük Birliği Gümrük Bölgesi’nin bir parçasından diğer parçasına geri gelen eşyanın gümrük vergisi muafiyetinden yararlanabilmesi amacıyla ihracatçının talebi üzerine ihracatçı gümrük idaresi tarafından düzenlenen belgeyi, m) Menşe İspat Belgesi: EUR.1 Dolaşım Belgesi veya EUR-MED Dolaşım Belgesi veya fatura beyanı veya EUR-MED fatura beyanını; n) Tedarikçi: Ticarete konu olan eşyayı Türkiye veya Topluluk’ta üreten veya Türkiye ya da Topluluk’taki alıcıya tedarik eden satıcıyı; o) Tedarikçi Beyanı: Tedarikçi tarafından düzenlenip ihracatçının kullanımına sunulan, EUR.1 veya EUR-MED Dolaşım Belgesi düzenlenmesine yönelik başvuruları ya da fatura beyanı veya EUR-MED fatura beyanlarını tevsik etmek üzere kanıt olarak
www.proleter.org
kullanılan, eşyanın Türkiye veya Topluluk’un ilgili tercihli ticaret anlaşmalarında yer alan menşe kurallarına uygun olarak tedarik edildiğini belirten yazılı menşe beyanını; ö) Uzun Dönem Tedarikçi Beyanı: Tedarikçi tarafından menşe statüsü uzun bir süre aynı kalması beklenen eşyanın belirli bir müşteriye düzenli olarak tedarik edilmesi halinde söz konusu eşyanın müteakip sevkıyatlarını da kapsayacak şekilde hazırlanan, düzenlendiği tarihten itibaren ancak 1 yıla kadar geçerlilik taşıyabilen tek bir tedarikçi beyanını; p) INF 4 Bilgi Formu: Tedarikçi beyanının gerçekliğinin ve tedarikçi beyanında yer alan bilgilerin doğruluğunun kontrol edilmesi amacıyla menşe ispat belgesinin düzenleneceği gümrük idaresinin talebi üzerine tedarikçinin yerleşik olduğu veya gerekli bilgi ve belge akışının yapılmış olması kaydıyla ihracatın gerçekleştirildiği ülke gümrük idaresince düzenlenen, CİLT:3
SAYI:33
tedarikçi tarafından ihracatçı ülke gümrük idaresine verilmek üzere ihracatçıya sunulan belgeyi; r) EFTA ülkeleri: Lihtenştayn dahil İsviçre, İzlanda ve Norveç’i, s) Akdeniz ülkeleri: Cezayir, Fas, Filistin, İsrail, Lübnan, Mısır, Suriye, Tunus ve Ürdün’ü, ş) Pan-Avrupa Menşe Kümülasyon Sistemi: Türkiye ve Topluluğun, EFTA ülkeleri, Bulgaristan ve Romanya ile aynı menşe kuralları ile menşeli olmayan girdiler için öngörülen gümrük vergilerinin geri ödenmesi veya muafiyet getirilmesini yasaklayan hükümleri içeren serbest ticaret anlaşmaları kapsamında yapılan tercihli ticarette, sisteme taraf ülkeler menşeli girdilerin diğer taraf ülkelerce serbestçe kullanılmasına ve üretilen eşyanın söz konusu ülkelerin tercihli rejiminden yararlanabilmesine ve bu şekilde mevcut üretim kaynaklarının birleştirilmesine olanak tanıyan ticaret sistemini; Ekim: 2006
7
Pan-AvrupaAkdeniz Menşe Kümülasyon Sistemi: Türkiye ve Topluluk, EFTA ülkeleri, Bulgaristan ve Romanya’dan oluşan PanAvrupa Menşe Kümülasyon Sistemi’ne dahil ülkeler, Faroe Adaları ile Akdeniz ülkeleri arasında aynı menşe kuralları ile menşeli olmayan girdiler için öngörülen gümrük vergilerinin geri ödenmesi veya muafiyet getirilmesini yasaklayan hükümleri içeren serbest ticaret anlaşmaları kapsamında yapılan tercihli ticarette, sisteme taraf ülkeler menşeli girdilerin diğer taraf ülkelerce serbestçe kullanılmasına ve üretilen eşyanın söz konusu ülkelerin tercihli rejiminden yararlanabilmesine ve bu şekilde mevcut üretim kaynaklarının birleştirilmesine olanak tanıyan ticaret sistemini; u) Sevkıyat: Ya bir ihracatçıdan bir alıcıya birlikte gönderilen ya da ihracatçıdan alıcıya sevkinde tek bir sevk evrakı kapsamında yer alan veya böyle bir evrakın olmaması halinde tek bir fatura kapsamına giren ürünleri,
ü)
t)
8
Müsteşarlık: Müsteşarlığı’nı,
Gümrük ifade eder. “8 TC. Hükümetinin Bakanlar Kurulunca aldığı karar, AB ve sayılan diğer bölgelerde üretilen ve/veya temin edilen metaların serbest dolaşımını, dolaşımın ve tedarikin nasıl yapılacağına imkan vermektedir. Öte yandan askeri, siyasi ve savunma gibi alanlarda alınan bir dizi karar, yasa ve anlaşmalar burjuvaları aralarında bir birine bağlayan “halat” sayılarını durmadan artırmaktadırlar. Üretim süreçlerindeki gelişmeler, teknolojik yeniliklerin üretimde kullanılması, robot, bilgisayar teknolojilerinin gelişimi, nano teknolojilerle elde edilen bir takım buluşlar uluslar arası sermayeyi daha sıkı ilişkilere zorlamaktadır. Verilen siparişlerin gümrük birliği içindeki dolaşımının getirdiği mali 8
Eylül 2006 PERŞEMBE Resmî Gazete Sayı : 26303 BAKANLAR KURULU KARARI Karar Sayısı : 2006/10895
www.proleter.org
28
yükün azaltılması yanı sıra yoldaki sürenin kısaltılması da sağlanan avantajlar arasındadır. Geçen sayımızda da belirtildiği gibi zorluk çıkaran, mızıkçılık yapan ulusal devletlere karşı uluslar arası sermaye “iç işlerine” karışma konusunda zor kullanmakta dahil olmak üzere önünün tamamen açılmasını istemekte, bu yönde kendine bağlı yerel organları, ayakları vasıtasıyla ya doğrudan yada dolaylı olarak müdahale imkanları istemekte, istemekle kalmayıp doğrudan harekete geçirme, harekete geçme faaliyetlerini diplomatik, siyasi, ekonomik, askeri her düzeyde uygulamaya koymaktadırlar. 9 9
Milletlerarası Andlaşma Karar Sayısı : 2005/9882
Kuzey Atlantik Andlaşması ile bu Andlaşmaya taraf devletler arasındaki Kuvvetlerin Statüsüne İlişkin Anlaşma ve Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasındaki Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında mevcut ABD'ye ait konvansiyonel silah, teçhizat, donanım ve malzeme ile CİLT:3
SAYI:33
İşte bu şartlar içerisinde her ülkenin proletaryası başta kendi burjuvazisi olmak üzere uluslar arası burjuvaziye karşı kendi bağımsız tavırlarını ve duruşlarını göstermek zorundadırlar. Bu gün emperyalist burjuvazinin en büyük maddi kaynağı mali sermaye, enerji ve enerji kaynaklarıyla üstün teknoloji ürünlerinden oluşmaktadır. Dünyayı çekip çeviren bu emperyalist burjuvazinin kullanıma soktuğu işgücü üzerindeki doğrudan ve dolaylı denetimi, yönetimi başta iyi eğitilmiş, aristokrat , teknokrat ve bürokratlara dayanan bir yapıya sahiptir. bu Ülkenin kullanımı için tahsis edilen bina ve arazilerin, Avrupa'da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması (AKKA) Denetim Protokolü kapsamındaki denetimlerinde izlenecek usullerin uygulanmasına dair nota teatisi yoluyla akdedilen ekli Anlaşma'nın onaylanması; Dışişleri Bakanlığının 29/11/2005 tarihli ve USGY-I/9714 sayılı yazısı üzerine, 31/5/1963 tarihli ve 244 sayılı Kanunun 3 üncü ve 6 ncı maddelerine göre, Bakanlar Kurulu'nca 15/12/2005 tarihinde kararlaştırılmıştır. Ekim: 2006
9
Her düzeydeki devlet yöneticileriyle de iç içe olmak, dediğini yaptıracak uysal, sadık işbirlikçilerine ihtiyaç duymaktadır. Yüzlerine sırıtıp arkalarından bildiğini okuyan her düzeydeki devlet bürokratları, Genel kurmayları dahil olmak üzere Hükümet, Devlet ya da Cumhurbaşkanları herkesin kendilerine hizmet etmesini ve boyun eğmesini ısrarla talep etmektedirler.10 10
ABD Büyükelçisi Wilson, gündemdeki irtica tartışmaları için 'kuru gürültü' yorumunu yaptı.
ABD'nin Ankara Büyükelçi Ross Wilson, Türkiye'nin gündemindeki irtica tartışmaları için 'kuru gürültü' yorumunu yaptı. Washington'da gazetecilerle sohbet eden Büyükelçi Wilson, irtica tartışmalarına şaşırdığını belirterek "Biz hesaplarımızı sivil irade ile yapıyoruz" diye konuştu. Türkiye'nin örnek bir laik devlet olduğunu kaydeden Wilson, "Tüm yaşananlara rağmen Türkiye'ye hayranız" dedi. İrtica tartışmalarını alevlendiren Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve ordu komutanlarına doğrudan bir eleştiri yöneltmeyen Wilson, Orgeneral Büyükanıt'la ilgili bir soruya
10
"ABD'nin
dostu"
yanıtını
verdi.
NTV-MSNBC Güncelleme: 03 Ekim 2006 Salı AB KOMİSYONU’NUN GENİŞLEMEDEN SORUMLU ÜYESİ REHN, ÇALIŞMA HAYATI MEVZUATININ AB VE ILO STANDARTLARINA ÇEKİLMESİ YOLUNDA KAYDA DEĞER BİR MESAFE ALINAMADIĞI UYARISINDA BULUNDU. İdil Güngör NTV-MSNBC Güncelleme: 12:47 TSİ 04 Ekim 2006 Çarşamba ANKARA - AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, Türk-İş tarafından düzenlenen sempozyumda, Türkiye’nin sendikal haklar konusunda yeterli mesafe kaydedemediği uyarısında bulundu. Rehn, bu alandaki mevzuatın ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) ve AB normları düzeyine taşınması gerektiğine dikkat çektiÇalışma hayatını düzenleyen Sendikalar Yasası ile Toplu Sözleşme ve Grev Yasası ise, çalışmaları önceki hükümet döneminde başlamasına rağmen yaklaşık 4 yıldır çıkarılamadı.
www.proleter.org
Bilim Kurulu tarafından oluşturulan taslaklar, sosyal taraflarca kabul görmediği için 2 yıl önce rafa kaldırıldı. Ardından Çalışma Bakanlığı yeni taslaklar hazırlatarak işçi ve işveren konfederasyonlarına gönderdi.
Bakanlık, bu ay içinde üçlü danışma kurulunu toplayarak, taslakları en kısa sürede Meclis’e göndermeyi hedefliyor. ILO ve AB normlarına göre oluşturulan yeni yasa taslaklarında şunlar yer alıyor:
* İşkolu sayısı 28’den 18’e indiriliyor * Toplu sözleşme yapmak için gerekli yüzde 10’luk işkolu barajının sıfırlanması öngörülüyor * Sendikaya üye olmak için noter tasdiki şartı kaldırılıyor, üye olma yaşı 15’e indiriliyor * Sendika ve konfederasyonlara özel radyo ve televizyon açma imkanı getiriliyor * Bakanlar Kurulu’na grev erteleme kararı almadan önce Yüksek Hakem Kurulu’ndan görüş isteme zorunluluğu getiriliyor
CİLT:3
SAYI:33
Kısaca uluslar arası emperyalist sermaye egemenliğini ve geleceğini garantileyebilmek için karşısında hiçbir engel kalmasın istemekte, kendisine hizmet etmeyen hiçbir güce meydan bırakmamaya çalışmaktadır. Bu yönden kendi rakipleriyle giriştiği mücadelenin ekonomik , siyasi ve askeri yönlerini uluslar arası anlaşmalara dayandırmaya çalışıp sağlama almaya çalışırken11
11
TSK Gen.Kur.Başkanı Or.Gen. Y.Büyükanıt ; Harp Akedemileri 2006 Eğitim ve Öğretim Yılı açış konuşmasında:”Bugün barışı destekleme harekâtı ve insanî yardım harekâtı nedeniyle dünyada hiçbir problem sahası sadece sorunlu iki ülke ile sınırlı kalmamıştır. Diğer ülkeler de doğrudan ya da dolaylı olarak problemin sonuçları itibariyle, söz konusu probleme bir şekilde taraf olmaktadır. Günümüzde sıkça karşı karşıya kalınan bu görevler için komutanlar; geleneksel askerî harekât görevlerine ilave olarak, Ekim: 2006 11
müşterek icra edilen bu tip görevlerin gereklerini de önceden dikkate almak zorundadır. Mevcut eğitim ve öğretim sistemimiz değerlendirildiğinde müşterek/birleşik eğitim, Harp Akademilerimizin dışında arzu edilen şekilde verilmemektedir. Bu nedenle Harp Akademilerimizdeki öğretimin kuvvet temel yeteneklerinden fedakârlık yapmaksızın, geleceğin liderlerini, mesleklerinin başından itibaren müşterek harekât içinde yetiştirecek şekilde olması önemlidir. Kısacası geleceğin liderleri, çok uluslu operasyonlar ve daha karmaşık müşterek harekâtta becerilerini ve hünerlerini en yüksek düzeyde gösterecek eğitimi Harp Akademilerinde almak durumundadırlar. Ayrıca, Silahlı Kuvvetlerimizin yönetici kademelerine gelecek bu liderlerimize Harp Akademilerimizde, kalıcı barışı elde edebilmek için yumuşak güç olarak cazibe/ikna yeteneğinin gerekli olduğu öğretilmeli ve yumuşak gücü geliştirebilecek bilgi birikimine de sahip olmaları sağlanmalıdır. “ 12
diğer yandan proletaryanın yerel ve uluslar arası hareketini daraltmaya çizgilerini kendilerinin çektiği sınırlara hapsetmeye çalışmaktadırlar12. Bu üzerinde durulmayan ama ilerde (ki zaman zaman önemi ortaya çıkan olaylarla kendini
12
“Bildiğiniz gibi, NATO tarihinde ilk defa terörle dünya çapında mücadele için Vaşington Antlaşması’nın kolektif savunmayı öngören 5’inci maddesini yürürlüğe sokmuş, bu amaçla Akdeniz’de bir harekât başlatmış, hem Avrupa Birliği hem de NATO PKK’yı terörist örgüt ilan etmiştir. Yine her iki kuruluş terörle mücadele konusunda, Birleşmiş Milletler tarafından alınmış kararlara ilave olarak kendileri de çeşitli kararlar almışlar, dokümanlar yayımlamışlar, özel personel görevlendirmişler ve yeni teşkilatlanmalara gitmişlerdir.” (Org.General Yaşar Büyükanıt Ag.Konuşma.
www.proleter.org
şimdiden göstermektedir13.) büyük mücadelelere gebedir. Mücadelenin bu günkü boyutu sendikal haklarla çalışma koşullarındaki farklılıklar oluşturmakla birlikte ilerde, işçilerin uluslar arası serbest dolaşımı ve ekonomik farklılıkları ön plana çıkacaktır. Komünistlere düşen görev işçilerin örgütlenmesinde ve bilinçlenmesinde atacakları adımların tüm diğer ülke proleterlerinin de ortak çabalarına kapsayacak bir biçimde mücadelesini sürdürmektir. Yaşasın proletarya enternasyonalizmi! Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz! M.Gündar Ekim 2006
13
Avrupalı otomotiv işçilerinin Türkiye’deki otomotiv yan sanayideki işçilerin sendikalaşma konusundaki ısrarlı çabaları bu konuya iyi bir örnektir. CİLT:3
SAYI:33
DİN, İRTİCA VE KOMÜNİSTLERİN GÖRÜŞLERİ İnsanlık kendi aralarındaki ve doğa ile olan ilişkilerinde nedenini bilemediği, çözemediği konuların insanüstü ilişkilerin ve eylemlerin sonucu kabul edip bununla ilgili normlar geliştirerek sürekli olarak bu olguyu yeniden üreterek doğanın kendisini tapınmaktan başlayarak süreç içinde edindiği tecrübe ve bilgilerle evrim geçirerek inanışlarını ve bu inanışlara gösterdiği davranışlarını evirterek süreci devam ettirmişlerdir. İnsanlığın bu süreci aralarındaki geçim ve yaşam koşullarının şekillenmesi ve evrimi de bu inançlar ve davranışlar üzerinde egemen güç olma vasfını korumuş ve bu ilişkileri sağlamlaştırarak devam ettire gelmiştir. İnsanlar yaşamlarını devam ettirirlerken aralarında girdikleri ilişkiler onların düşünce ve yönetim ilişkilerini de belirlemiş kendilerine Ekim: 2006
13
adadıkları mistik ilişkilerin nüfuzuna daha fazla sarılarak aralarındaki sınıf ilişkilerini de örtmesini sağlamış işi kendileri dışında bir ilahi gücün (doğa üstü bir gücün) varlığına kadar götürmüştür. Din “tarihçileri” bu ilişkileri açıklarken işin ekonomik ve sınıfsal ilişkilerini göz ardı edip bunları yine dinlerin mistik yasalarıyla açıklama yolunu seçmişlerdir. Dinlerin en hareketli dönemi; insanlar üzerindeki etkileri ve yaşamlarını belirleyen dönemi, feodal üretim ilişkilerinin başladığı döneme damgasını vurarak din uğruna savaşlar ve ölümlerin yaşandığı bir döneme geçişinde başlangıcını oluşturur. Feodal beylerin, kralların tebaalarını ellerinde tutmak, egemenliklerini devam ettirmek, bozulan “kamu düzenini” yeniden tesis etmek, yeni üretim ilişkilerinin gelişimine uyum sağlayabilmek için sürekli olarak “ilahi gücün” desteğine ihtiyaç duyulmuş ve bu güç sürekli olarak bu sebeplerden dolayı sürekli beslenmiş ve diri tutulmuştur. 14
Başlamış bir süreç sürekli olarak besleme kanallarıyla yeni kurumlar oluşturmuş, bu kurumlar aracılığıyla da müthiş bir ekonomik ve siyasi güç olarak gelişmesini sürdürmüştür. Dinin yeryüzünü etkisine alma gücü tek tanrılı denilen, doğa olaylarının, ateşin, yıldırımın, yanardağın daha birçok şeyin kendilerince kutsal ve tanrı olarak kabul edildiği dönemin arifesinde ortaya çıkan “kralların kralı”,”tanrıların tanrısı” efsanelerinin ardından başlayan “tek yaradan”, “tek tanrı” dönemi başlamıştır. Kavimler dönemine denk düşen bu mistik düzenin gelişimi Hıristiyanlık ve Müslümanlığın oluşumuna kadar bir süreci kan, ölüm ve akıl almaz işkencelerle köleyi ve serfleri bir arada tutup egemenliklerini sürdürmeye çalışırken diğer yandan da tebaasını genişletmek, elindeki gücün enerjisini başka alanlarda boşalmasını sağlamak amacıyla din savaşları döneminin de habercisi ve kaynağı olmuştur.
www.proleter.org
Bu gün kalıntılarını ziyaret ettiğimiz tapınakların, manastırların, ‘kutsal’ yerlerin devasa yapısı buradan yansıyan gücün tebaalar üzerindeki etkisinin artırılmasının bir aracı olarak inşa edilmiştir. Aynı anlayışın yeni sürümü olarak kiliseler, camiler vb ibadet yerleri bu devasa “güce” karşı secde yerleri haline gelmiştir. Hıristiyanlığın nasıl daha önceki üretim ilişkilerine karşı gelişen yeni üretim ilişkilerin, ve buna karşı dini normların üstesinden gelemediği güçlere kontrol etme isteğinden doğmuşsa, Müslümanlıkta benzer toplumsal koşulların eski ilişkilerine karşı kurtarıcı olarak “yeni” kurallarıyla ortaya çıkmıştır. İnsanlık tarihsel ve kültürel özelliklerini yeniden üreterek bunu ileriye doğru taşırken birtakım gelişen yeni üretim ilişkileri bu tarihsel ilişkileri ve kültürel yapıyı da yıkarak yeni ilişkiler ve kültürler yaratarak devam etmektedir. Bu anlamda eski üretim ilişkilerinin sonucu olan bu CİLT:3
SAYI:33
kültürel ve din kuralları günümüz emperyalizm ve proleter devrimler çağında, gerici, feodal ve emperyalist güçler tarafından yine aynı amaçlar ve hedefler için varlığı devam ettirilmek, ilişkileri güçlendirilmek istenmektedir.
DİN EĞİTİMİ Ortaçağın vazgeçilmez kurallarıyla örülü devlet ve yönetimleri feodalizmin tamamen dinin emredici kuralları haline gelmiş ilişkileri ve kurumlarıyla toplumlar yönetilirken girişilen savaş ve yağmaların da özünü oluşturmuştur. Bir yanda gelişen toplumsal ilişkiler ve bilimsel çalışmalar diğer yanda hakim üretim ilişkilerinin, önüne engel oldukları yeni üretim ilişkilerinin gelişmesi Avrupa da yeni bir çağın oluşumunu da damgasını vurur. Kilise tüm ekonomik ve siyasi gücün hakimidir. Kurdukları kurumlar Ekim: 2006
15
aracılığıyla yeni gelişmelerin amansız düşmanıdırlar. Engizisyon mahkemeleri her gün kelleler uçurmakta, zindanlar ağzına kadar yeni toplumsal ilişkilrin oluşumuna önderlik edecek güçlerle doldurulmaktadır. Ortalık toz duman içinde ordular bir kıtadan diğer kıtaya fetihler için at koşturmakta, savaş gemileri derya dan derya ya yelken açmaktadır. Diğer yandan sadece belirli ve açık amaçlarıyla 125 yıl devam eden ve tarihe “haçlı seferleri” olarak geçen “din savaşları”nın diğer bir cephesinde de Müslüman Arap çevrelerinin yayılmacı ilişkilerini devam ettirmesidir. Feodalizmin içinden doğan yeni üretim ilişkileri ve bunlara tekabül eden sınıflardan burjuvazi, bu doğum esnasında ortaçağın bu kurum ve kuruluşlarına karşı bütün gücüyle savaşmış bu savaşımını, kilisenin ağırlığının kaldırılması, topraklarına el konulması, devletin din kurallarından14 14
Bu konu birçok burjuva devletin kuruluşunda ‘Laiklik’ olarak isimlendirilmiş, tanım olarak da
16
:”Devlet işlerinin din işlerinden ayrılması” olarak tanımlanmıştır. Bu konuda TC kendi Devrim yasalarını yürürlüğe koysa da işine gelmediği için yürürlüğünü farklı yorumlarla aşarak bu günlere damgasını vuran “irtica” eylem ve söylemlerine gelinmiştir. DEVRİM YASALARINDAN. “Erkek ve kadın yurttaşlar, yasanın karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlarıyla anılırlar.”(TC.Devrim yasalarından.Ünvanların kaldırılması) “Madde 1 - Hangi din ve mezhepten olurlarsa olsunlar, din görevlilerinin tapınaklar ile dinsel törenler dışında dinsel giysi taşımaları yasaktır. Hükümet her din ve mezhepten uygun göreceği yalnız bir din görevlisine tapınak ve dinsel tören dışında dahi dinsel giysisini taşıyabilmek için geçici izinler verebilir. Bu izin süresinin bitiminde iznin, aynı din görevlisine yenilenmesi ya da bu hakkın bir başka din görevlisine verilmesi uygundur.” .(TC.Devrim yasalarından.Kılık Kıyafet Yasası) “Madde 1 - Türkiye'deki bütün bilim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlıdır. Madde 2 - Şeriat ve Vakıflar Bakanlığı ya da özel vakıflarca yönetilen bütün medrese ve okullar Milli Eğitim Bakanlığı'na aktarılarak bağlanmıştır. Madde 3 - Şeriat ve Vakıflar Bakanlığı bütçesinde okul ve medreselere ayrılan tutar, Milli Eğitim Bakanlığı bütçesine aktarılacaktır. Madde 4 - Milli Eğitim Bakanlığı, yüksek dinbilim uzmanları
www.proleter.org
ayrı olarak yönetilmesi gibi birtakım feodal kalıntıları ortadan kaldıran bir süreci başlatmıştır. Burjuvazi “Özgürlük, kardeşlik, eşitlik “ sloganı olan yetiştirilmek üzere, Darülfünun'da (İstanbul Üniversitesi'nde) bir İlahiyat Fakültesi kuracak; imamlık, hatiplik gibi din işlerinin yapılması göreviyle sorumlu memurların yetişmesi için de aynı türde okullar kuracaktır. Madde 5 - Bu yasanın yayımlanması tarihinden başlayarak genel eğitim ve öğretimle ilgilenip şimdiye dek Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı olan askeri lise ve ortaokullarla Sağlık Bakanlığı'na bağlı olan sağlık okulları, bütçeleri ve uygulama kurullarıyla birlikte, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanmıştır. Sözü edilen lise ve ortaokullarda bulunan uygulama kurullarının bağlantı yönleri, gelecekte ait olacakları Bakanlıklar arasında değiştirilip düzenlenecek ve o zamana dek orduya mensup olan öğretmenler, orduyla ilişkilerini koruyacaklardır. (Ek fıkra: 12.12.1922 - 637/1 md.) Harp Okulu'na köken oluşturan askeri liseler bütçe ve kadrolarıyla Milli Savunma Bakanlığı'na aktarılmıştır.” (ÖĞRETİM BİRLİĞİ YASASI Yasa Numarası : 430 Kabul Tarihi : 4.11.1921 Yayımlandığı Resmi Gazete Tarihi : 7.11.1921) CİLT:3
SAYI:33
bu serüveninden çabucak vazgeçerek kendi kaypak ve bireyci yoluna devam etmiştir. Burjuvazi diğer taraftan kendi ezeli düşmanı proletarya ile giriştiği mücadeleri de bu arada yavaş yavaş kendini göstermeye başlamış, kendine yönelen bu tehdit ve korkuya karşı feodalizmin bazı kurum ve normlarına sarılarak kendi egemenliğini sağlamlaştırmaya çalışmıştır. Bu kurumların başında da kilise ve din (bazı ülkelerde metrese ve camiler) başlıca dayanakları olmuştur. Bunları savunur ve devam ettirirken yeni biçimler ile proletaryanın ve diğer katmanların beyinlerini feodal, gerici hurafelerle doldurma yolunu seçmiştir. Şimdi bunu eğitim kurumlarında, kendi denetiminde uygulamaya devam ettirmektedir. Dinin ve dinin diğer kurumlarının toplumun üzerindeki hakimiyetinin feodalizmin gerici ilişkilerinden arındırılması sürecinin bir başka biçimi de
Ekim: 2006
17
Türkiye Cumhuriyeti içinde de yaşanmıştır.15 Osmanlının İslam dünyasının hilafeti ulusal kurtuluş savaşı ve devamında gelişen yeni üretim ilişkilerinin önündeki engel yapısı, siyasi ve ekonomik ilişkilerin sonucu birer birer ortadan “kaldırılarak” dinin ve dini kurumların toplum üzerindeki egemenliğinin ortadan kaldırılması yoluna gidilmeye çalışılmıştır. Fakat yine bura da da sonuç Avrupa ve diğer yerlerden farklı olmamıştır. Burjuvazi kendi egemenliğini bu kurumlar aracılığıyla 15
“Türkiye Büyük Millet Meclisi, 429, 430 ve 431' inci kanunlarını çıkarmış bulunuyordu. Bu kanunlara göre "Türkiye Cumhuriyeti'nde millet işleriyle ilgili kanunları yapma ve yürütme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun kurduğu hükûmete verildi"; "Şer'iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılmış" oldu. Türkiye içindeki bütün bilim ve öğretim kurumlarıyla, bütün medreseler Milll Eğitim Bakanlığı'na bağlandı. Halife, görevinden uzaklaştırıldı ve hilâfet makamı kaldırıldı. Uzaklaştırılan Halife ve tarihten izi silinmiş Osmanlı hanedanının bütün mensuplarına Türkiye Cumhuriyeti ülkesinde oturma hakkı süresiz olarak yasaklandı.” (Atatürk’ün Nutku’undan.)
18
devam ettireceği sonucuna varmada fazla gecikmemiş, bu kurumları kendi denetiminde devam ettirme yolunu seçmiştir. Burjuvazinin burjuva devrimini sonuna kadar götürememesinin, eski kurumları korumasının ve savunmasının kaynaklarından biri de proletarya korkusunun sonucudur. Bundan dolayıdır ki, en güçsüz olduğu dönemde feodalizmin elinden aldığı bu kurumları güçlendiği dönemde savunmasının ve geliştirmesinin başka açıklaması yoktur. Dinin ve kurumlarının korunup kollanması, burjuvazinin çıkarlarına hizmet ederken, toplum katmanlarının, küçük burjuva ve köylülüğün dini sadece düşünsel olmaktan çıkarıp yaşayan kurallar olarak yaşamaya çalışması ve bu yöndeki eğilimler burjuvazinin sosyal ve ekonomik düzenine karşı ayrı bir muhalefet oluşturma açısından biryandan da tekelci burjuvaziyi ürkütmektedir.
www.proleter.org
ÇEVİR KAZI YANMASIN! Bir süre önce (“kökleri” daha gerilerde olan) burjuva devletin değişik kurumlarında cereyan eden tartışmaların odağını oluşturan konulardan bir tanesi de din ya da diğer adıyla dinin bazı biçimlerinin bazılarınca yaşanmak istenmesi “irtica” tartışmalarıdır. Devletin değişik kurumları din olgusunu farklı yönlerden bakıp değerlendirirken biryandan da tespitlerine uygun bu olguları yaşamaya çalışması ve etkilediği çevreleri de yaşama geçirme yolunu gütmüşlerdir. Bu durum devletin kurumlarının farklı tutum almalarına, kurumlar arasında farklılıklar yaşanmaya başlamış bu yaşam farklılıkları çatışma ve kavgalara giden bir yol izlenmesine neden olmuştur. Kurtuluş savaşı yıllarından 1950’li yıllara kadar kısmi çıkışlar yaşayan devletin kurumları arasından ziyade toplumun içinde eski kurumların (Medrese, Şeyh, Şıh) uzantılarının hareketi CİLT:3
SAYI:33
olarak kalan bu hareketler daha sonraları Siyasi Parti, Diyanet İşleri gibi kurumlar aracılığıyla devletin yönetim ve denetim işleri içine kadar sokulmuştur. Askerler içindeki eğitimler dini duygularla pekiştirilirken (şehitlik, savaşlarda yakın muharebenin vazgeçilmez belgisi olan Allah, Allah nidaları) askerin ve askerliğin ilahi duygularla ayakta tutulması yollarına gidilmiştir. Burjuvazinin çıkarlarına uygun dini inancın bu toplumsal biçimi, reddedilmeyen eski çağların (üretim biçimlerinin) dini kurallarıyla uyumlu hale getirmeye özel çaba sarf ederek kendi “dininin” kurallarını başka biçimler altında yaşatmaya çalışıyor. Bu gün bağımsız her takımından tutun, askeriyenin bütün kurumlarının mescit, cami, vb. kurumlarından imamlarına kadar hepsi de mevcuttur. “Şehitlik” onun ilahi istiratgahıdır. Dini Eğitimde alınan yol feodal kurumların bile beceremediği aşamalar içindedir. Sokak Camilerindeki “Kur’an Kurslarından tutun, Ekim: 2006
19
Özel Eğitim Kursları’na, Yurtlarına, İmam Hatip Liselerinden, İlahiyat Fakültelerine kadar uzanan müthiş bir “eğitim öğretim” çizgisi izlemektedir. Dün buralarda “eğitilenler” bu gün devletin birçok kurumlarında yöneticilik, birçok değişik alanlarda “görev “ yapmaktadırlar. İlahi görevlerini her alanda ifa etmektedirler. Onun içindir ki Cuma saatlerinde çalışma mesaileri ayarlanmakta, iş yerlerinde; işyerinden camilere “Cuma servisleri” konmakta, hastane koridorları mescit haline getirilmektedir. Diğer yandan dininin gereği olan başını örtme ile ilgili konu dinin bütün kurallarıyla yaşanmasını isteyen, gerici burjuva çevrelerin siyasi sembolleri karşımıza “türban” meselesi olarak çıkmaktadır. Burjuvazi ikili bir kıskacın arasına sıkışmakta “aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık” kirlenmektedir. BU BİR İRTİCA MIDIR? Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’inden, Genel Kurmay Başkanı Yaşar 20
Büyükanıt’a kadar devletin birçok kurumu “irtica arttı” derken, Başbakan R. Tayyip Erdoğan “İrticanın devlet tarafından tanımı yapılmamıştır.” Bundan dolayı “dinine inananla, dinden beslenen arasında çizgi netleştirilmelidir. Biz dinden beslenenlere karşıyız bu konuda sonuna kadar herkesle birlikte mücadele ederiz” demektedir.16 16
NTV Güncelleme: 21:12 TSİ 05 Ekim 2006 Perşembe ANKARA - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın irtica uyarısına yanıt geldi. İngiltere’den Türkiye’ye dönüşünde uçakta gazetecilere açıklamalarda bulanan Başbakan Erdoğan, ülkeyi gerecek yaklaşımlardan kaçınılması gerektiğini vurguladı. Erdoğan, olmayan şeyleri varmış gibi göstermenin hiç kimseye faydası olmadığını söyledi. Farklı görüşlerin her zaman
www.proleter.org
Cumhurbaşkanı (2006 Ekim Ayında) TBMM Açılış konuşmasında diğer şeylerin yanında şunları da belirterek muhataplarına burjuva demokrasisi dersi vererek aralarındaki çatışmayı su yüzüne çıkarmıştır. ”Anayasa'da parlamenter sistem kabul edilmiş, bu olabileceğini belirten Başbakan, irtica iddialarının bir temele dayandırılması gerektiğinin altını çizdi. Cumhurbaşkanı Sezer ve Orgeneral Büyükanıt’ın irtica uyarılarına da yanıt veren Başbakan Erdoğan, “Türkiye’de irtica kelimesine hukuki bir tanım kimse getiremiyor. İrtica kavramını hep siyasi bir yaklaşımla, kendilerine göre tanımlıyorlar. Bu da dindar diyebileceğim kesimi ciddi manada rahatsız ediyor” diye konuştu. Aşırı uçlardaki görüşlerin merkeze çekilmesi gerektiğini belirten Erdoğan, “Bunları beraberce, dayanışma içinde aşmamız gerektiğini düşünüyorum. Burada bir dayanışma olursa, inanıyorum çok şeyler aşılır” dedi CİLT:3
SAYI:33
sistemin gereği yasama, yürütme ve yargı erklerine yer verilmiş ve erkler ayrılığı ilkesi benimsenmiştir. Anayasa'nın Başlangıç bölümüne göre, erkler ayrılığı, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasıyla sınırlı uygar bir işbölümü ve işbirliğidir. Anayasa'da benimsenen sisteme göre, kuşkusuz hiçbir organ diğerine üstün değildir. Her organ, Türk Ulusu adına, Anayasa'da belirlenen yetki ve görev alanı içinde ulusal egemenliği kullanmaktadır. Bunun yanında, yasama ve yürütmenin siyasal birlikteliklerinden doğacak iktidar gücünü dengelemek için Anayasa'da kimi düzenekler öngörülmüştür. Cumhurbaşkanı'na, Anayasa'nın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetme bağlamında, Anayasa ile verilen yasama, yürütme ve yargıya ilişkin yetki ve görevler bu kapsamdadır. Ekim: 2006
21
Yine, Anayasa'da iktidar gücünü dengelemek için yasama, yürütme ve yönetimin tüm eylem ve işlemleri yargı denetimine bağlı tutulmuş; yargıya, gücü elinde bulunduran erklere karşı bir denge öğesi olma işlevi yüklenmiştir.”17 Cumhurbaşkanı devamla: ” - Din, Devlet işlerinde egemen olamaz. - Din, bireylerin manevi yaşamına ilişkin olan inanç bölümündeki yerinde, sınırsız özgürlük tanınarak anayasal güvenceye alınmıştır. - Dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak, toplumsal yaşamı etkilemesine izin verilemez;(abç) bireyin inanç ve ibadet yaşamına, kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla sınırlamalar konulabilir; dinin kötüye kullanılması ve sömürülmesi yasaklanabilir.”18 “Yaşadığımız coğrafya, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası için güçlü muhafızların 17 18
Adı geçen Konuşmadan. Agk.
22
varlığını gerekli kılmaktadır. Bu güçlü muhafızlar, ulus ve devletin yalnız askeri, polisi değil; tüm kurumlarıdır. Harp Akademilerimiz, verdiği eğitim ve öğretimle yalnız Silahlı Kuvvetlerin değil, aynı zamanda Cumhuriyetin güçlü muhafızlarını da yetiştirmektedir.”19 “AKADEMİSYENLER İRTİCA TARTIŞMASINI YORUMLADI”20 “İSTANBUL - Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in irticanın son 20 yılda hızla arttığına dikkat çeken açıklamaları, ardından Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in, “İrtica suç değildir” sözü, sonra da 19
GENELKURMAY BAŞKANI ORGENERALYAŞAR BÜYÜKANIT'IN HARP AKADEMİLERİ 2006-2007 EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI AÇILIŞ KONUŞMASI (2 Ekim 2006 20
YASEMİN ARPA NTV-MSNBC Güncelleme: 15:55 TSİ 03 Ekim 2006 Salı
www.proleter.org
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Köktendincilik tehdit değildir” açıklaması, devletin zirvesinde “irtica” polemiği yarattı. Son olarak Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın “Türkiye’de irtica tehdidi vardır. Ve her önlem alınmalıdır” açıklaması geldi. Bu tartışmalar, “Türkiye’de irtica var mı, yok mu”21, “son 20 yılda arttı mı”, “yükselen siyasi İslam mı, dindarlık mı” sorularını da beraberinde getirdi. Türkiye’nin önde gelen akademisyenleri, bu soruları yanıtladı.”22 Prof. Dr. Niyazi Öktem (Bilgi Üniversitesi) “EKONOMİ GİBİ DİN DE SİYASETE YANSIR Cumhurbaşkanı, ‘Din, son derece bireysel olan bir alan siyasete yansımasın’ dedi. Bu 21
Güncelleme: 20:56 TSİ 04 Ekim 2006 Çarşamba ANKARA - CHP Grup Başkanvekili Ali Topuz, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, Ross Wilson’un “Türkiye’de irtica yok, kakafoni var” şeklindeki sözlerine tepki gösterdi 22 Yasemin ARPA 3 Ekim 2006 NTVMSNBC CİLT:3
SAYI:33
‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ lafıyla ters düşüyor. Niye; çünkü din bir sosyal olgudur. Tarikatlar, sosyal olgudur. Her sosyal olay siyasala yansır. Niyazi Öktem”23 “Dolayısıyla bilimsel bir saptama değil bu. Sosyoloji, din sosyolojisi diye bir bilim var. Ekonomi nasıl siyasal bir olgu olarak siyasete yansıyorsa, din de yansır. Yansımayan ülke yoktur” Niyazi Öktem”24 “DİN, DEVLETİ TEHDİT EDER BOYUTTA DEĞİL Türkiye’de dinin yaşanması açısından bir sıkıntı yok. Siyasal iktidarın İslamcı bir iktidar olması ister istemez bu sonucu doğuracaktır. Atatürkçü bir iktidar olduğunda bu görüşü ortaya çıkartıcı bir yaşam tarzı olacaktır. Devleti tehdit eder boyutta mıdır? Hayır. Benim kriterim İran olayı. Herkes İran’ı gösteriyor, “Türkiye İranlaşacak” deniyor. İran’ın Humeyni rejiminden önceki 23 24
Anı Kaynak. Anı Kaynak. Ekim: 2006
23
sosyal ve ekonomik durumu neydi, Türkiye’nin durumu ne? İran’da zaten sosyolojik boyutta mollalar rejimi vardı, ekonomi güçsüzdü, Şah rejimi parsayı götürüyordu, adaletsizlikler yoğun boyuttaydı. Sosyal kumaş yobaz bir yoruma kapıları açtı. Onlar da iktidarı ele geçirdi. Benim kanaatime göre Türkiye’de fert başına düşen gelir 7 bin doları bulmuş, Türkiye’nin dokusu son derece özgürlükçü, liberal demokratik bir yapıya sahiptir. Refah almış gitmiş, bütün bu İslamcıların kadınları da bu refahın içindeler. Türkiye’deki bu iktidar Amerika ile ve Batı ile kavga eder mi? Realist olmak lazım. Türkiye’nin sosyal koşulları, dokusu asla yobaz bir rejime müsaade etmez.” “İRTİCA KONUSU ÇOK BÜYÜTÜLÜYOR Büyütülüyor, çok büyütülüyor. Başka gruplar ve siyasal güçler egemenliklerini ve ideolojilerini iyice oturtmak isterler. İslamcılar için de, karşı görüşte olanlar için de bu söz konusu. Son beş yılda ben hayatımda yaşamadığım 24
kadar özgürlükçü bir ortamda yaşıyorum. Hiç bir korkum yok. Toplumda da bu böyle. Avrupa Birliği bizim için bir güvence. Zaten Avrupa’nın iteklemesiyle bir çok insan hakları bağlamında ilerleme kaydettik. Allah onlardan razı olsun. Tanzimat Fermanı’ndan itibaren bu böyle. Gerginliği tırmandırmamak lazım.” Niyazi Öktem”25 25
Anı Kaynak.
Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu (Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi) “ORDUNUN DUYARLILIĞI SON 6 AYDA FEVKALADE ARTTI İrtica tehdidinin olup olmamasının hiç bir önemi yok. Önemli olan algılama. Şimdi Türkiye’deki güvenlikle ilgili kararları vermekte olan Türk siyasal seçkinleri - bunun içerisinde ordu da mevcuttur, Genelkurmay Başkanı daonların algılamasına göre bu çok ciddi bir tehdittir….” “Yapmış olduğumuz araştırmalara göre Türkiye’de toplumu etkileyen en önemli olgu din ve dinsellik bir hayli
www.proleter.org
artmış durumda. Şu anda gazetelerin köşe yazılarında Diyanet İşleri Başkanı’nın açıklamaları var. Türkiye’de cuma namazına giden 13 milyon kişi var. İran’da cuma namazına giden 6 milyon kişi. İran teokrasiyle yönetilen şeriat devleti, Türkiye laik devlet. Bizdeki dindarlık boyutu İran’la bile kıyaslanmayacak bir noktaya gelmiş durumda. Ama bu irtica demek değil tabii. O ayrı mesele. Ama böyle bir ortamda birileri çıkıp bunu siyaseti kullanarak kendileri için teokratik özellikleri ağır basan rejim öykünmeleri içine girebilirler. Zaman zaman da böyle şeyler oluyor zaten. Dolayısıyla bu şekilde bir sorunla Türkiye çeşitli şekillerde karşı karşıya kalabilir. Tarihimizde en yakını Sivas’ta gerçekleşmiş bir olaydı. Bu tür ayaklanma benzeri şeyler, yakıp yıkmalar, protestolar vs.. din temelli olarak Türk siyasal hayatında zaman zaman olmaktadır. Osmanlı’dan devraldığımız siyasi kültür içinde bu vardır. Bu risk yeni değil, 2006’nın değil, 1991’den beri yükselmektedir.” CİLT:3
SAYI:33
SONUÇ Bu konuda o kadar konuşan ve yazan var ki, hepsini buraya almak mümkün değil. Ortak anlayış genelde birkaç noktada birleşiyor: _”İnsanlar dini inançlarını yaşıyorlar, bunların eylemleri irtica değildir.” _”Dini inançlarını başkalarına zorla kabul ettirmeye çalışıyorlar, bunlar irticadır.” “UYARILARIN DİKKATE ALINMASI GEREKİR “Yeni dünya düzeni dini çok ön plana çıkarttı. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da din önemli bir noktaya geldi. Vatikan’ın önemi arttı. Birdenbire Haçlı Seferleri’nden bahseden Amerikan başkanları ortaya çıktı. Duyarlılık artmaktadır. Türk iç siyasetinde bunun bir önemi vardır. Türkiye’nin güvenliğine kafa patlatmakta olanları son derece duyarlı hale getirmiştir. Bu uyarıların Türkiye’yi yönetenler tarafından dikkata alınması gerekir.” Ersin Kalaycıoğlu Ekim: 2006
25
_”Hükümet tutum ve davranışlarıyla irticanın önünü açıyor, irticayı artırıyor.” Vs vs. Ama en özelini Cumhurbaşkanı A.Necdet Sezer’den duyuyoruz-“ Dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak, toplumsal yaşamı etkilemesine izin verilemez.” ‘Burjuvazinin dini ancak bireyin manevi yaşamını ilgilendirir. Toplumsal yaşamın kuralları dinin ötesinde başka koşullar tarafından oluşturulur.’ Evet burjuvazinin bir bölümü tüm dünya çapında din ile olan ilişkisini sorgulamakta, “dinin bireyin manevi yaşamını aşan, toplumsal yaşamı etkilemesine izin vermemeye” çalışıyor. Burjuvazinin derdi din ve tanrı değil. O bu araçlarla toplumu ve daha doğrusu proletaryayı afyonlamayı, böylelikle hedef şaşırtmayı, boş şeylerle avutmayı isterken kendine yönelecek tehdidi bertaraf etmeye, diğer taraftan proletaryayı bölerek birbirine düşürmeye çalışmaktadırlar.
Bu konuda yerel ve ulusalar arası komünistler tüm işçi sınıfını aşağıdaki tespitler ve talepler çerçevesinde düşünmeye ve tarihsel duruş göstermeye çağırır. “Bunları meşru, doğal ve ölümsüz göstermek ve insanlara boyun eğdirmek toplumdaki entellektüel, kültürel ve ahlaki üstyapının görevidir. Burjuvazinin eşitlik ve özgürlüğe karşı güçlü bir silahlanması vardır. Bu kısmen antik çağdan miras alınmıştır ve burjuva toplumun ihtiyaçlarına göre cilalanmış ve adapte edilmiştir. Din, önyargı, kabilecilik, ırkçılık ve erkek şovenizmi tarih boyunca egemen sınıfların ellerinde entelektüel ve kültürel silahlar olarak emekçileri susturmaya ve özgürlüklerini sınırlamaya hizmet etmiştir. Günümüzde bütün bunlar burjuva mülkiyetini ve burjuva iktidarını emekçilerin bilinçli tehdidinden korumak üzere yeni biçimlerde birleşmişlerdir.”26
26
26
İran Komünist İşçi Partisi Programı.
www.proleter.org
“Din , ulusallık ve etnisite 1.Din ve ateizm özgürlüğü. Dinin devletten tamamen ayrılması. Bütün dinsel ya da dinden etkilenmiş kavram ve referansların bütün yasalardan atılması. Din bireyin özel meselesi olarak ilan edilecektir. Yasalardan, kimlik kartlarından ve resmi evraklardan kişinin dinine ait referansların çıkartılması. İnsanları bireysel ya da toplu olarak resmi dökümanlarda, medyada vb. herhangi bir etnik gruba ya da dine ait göstermenin yasaklanması. 2.Dinin eğitimden tamamen ayrılması. Dinsel konuların ve dogmaların ya da konuların dinsel yorumunu okul ve eğitim kurumlarında öğretiminin yasaklanması. Dinsel olmayan laik eğitim ilkesini ihlal eden herhangi yasa ve düzenleme derhal kaldırılmalıdır. 3.Din ve dinsel etkinliklere, kurumlara ve mezheplere devlet ya da devlet kurumları tarafından mali, maddi ya da ahlaki desteğin yasaklanması. CİLT:3
SAYI:33
Devlet, bildirişim araçlarıyla ve halkın eğitim ve bilimsel bilgi seviyesini yükselterek toplumsal yaşamın çeşitli alanlarından dinin kökünü kurutmakla yükümlüdür. Resmi takvimde dinsel olay ya da günlere referansın iptali. 4.Şiddet içeren ve insanlık dışı dinsel seremonilerin yasaklanması. İnsanların sivil hakları ve özgürlükleriyle ve herkes için eşitlik ilkesiyle bağdaşmayan dinsel etkinlik, seremoni ya da törenlerin yasaklanması. İnsanların barış ve güvenliğini bozan dinsel gösterilerin yasaklanması. Sağlık, hijyen, çevre ve hayvanlara zulmün önlenmesine ilişkin kanun ve hükümlerle bağdaşmayan dinsel seremoni ve etkinliklerin yasaklanması. 5.Çocukların ve 16 yaşın altındaki bütün kişilerin din ve dinsel kurumlar tarafından maddi ve manevi manipülasyonundan (yönlendirmelerden) korunması. 16 yaşın altındaki kişilerin dinsel mezheplere ya Ekim: 2006
27
da dinsel seremoni ve kurumlara çekiminin yasaklanması.
için bunlar halk tarafından seçilmiş kurullar aracılığıyla verilecektir.
6.Bütün dinsel tarikatlar resmi düzeyde özel girişim olarak kaydedilecektir. Dinsel kuruluşların girişim kanunları ve düzenlemelerine bağlanması. Dinsel toplulukların hesaplarının ve ticari işlemlerinin yasal otoriteler tarafından denetlenmesi. Bu kurumların diğer girişimlere uygulanan vergi kanunlarına bağlanması.
8.Birey ya da grupları açık izinleri olmadan kamuda, medya da, devlet kuruluşlarında özel bir ulusa ait olarak göstermenin yasaklanması.
7.Dinin kabul edilmesi için herhangi bir fiziksel ya da psikolojik zorlamanın yasaklanması. Kişilerin hak, eşitlik ve özgürlüğünü, yasa tarafından tanınmış sivil, kültürel, politik ve ekonomik haklarını kullanmalarını ve toplumsal yaşama özgür katılımlarını çiğneyen dinsel, etnik, geleneksel, yerel geleneklerin yasaklanması. İslam rejimi altındaki çeşitli kuruluşlar ve devlet yoluyla ya da dinsel kuruluşlar tarafından zorla elde edilmiş bütün mülklere ve binalara el konulması ve geri sahiplene bilinilmesi. Kamunun yararı 28
9.Kimlik kartlarında , resmi dokümanlarda ve resmi işlerde kişilerin ulusuna referansın iptali. 10.Dinsel, ulusal, etnik, ırkçı ve cinsel nefretin kışkırtılmasının yasaklanması. Açıkça ve resmen bir grup insanın diğerlerinden ulus, etnisite, ırk, din ve cinsiyet temellerinde üstünlüğünü iddia eden politik örgütlenmelerin kurulmasının yasaklanması…. ..Evliliğin laikleştirilmesi. Evlilik kaydı için devlet seremonilerinde dinsel tören ve gösterilerin yasaklanması. Evlilik için dinsel ya da laik özel seremonilerin yapılmasının kanun önünde geçerliliği yoktur.
www.proleter.org
3.Evliliğin ön şartları olarak Mehriyye (başlık parası), Shirbaha, Jahizieh (iki taraf arasındaki çeşitli ödeme şekilleri, çeyiz) gibi mali işlemlerin yasaklanması . 4.Ta’addod Zowjat’ın (erkeklerin çok evlilik yapma İslami hakkı ) ve Seegheh’in ( İslami eş kiralama ) 27 yasaklanması.” M.Gündar Ekim 2006 TÜRKİYE ‘ DE SINIF SAVAŞLARI Türk burjuva devleti, emperyalist devletlerin tüm istemlerini yerine getirme konusunda ikircimleşmeden harekete geçme zorunluluğu taşıdığı ölçüde bu sadık müttefiki ve uşağının sadakatine metelik değer vermeden kendi emperyalist devlet politikalarını çeşitli biçimlerde uygulayan ABD ve AB emperyalist devletleri, ABD emperyalizminin “Yeni Dünya” düzenini düzenleme 27
İran Komünist İşçi Partisi Programı CİLT:3
SAYI:33
çabalarında Türk burjuvazisinden beklediği tam teslimiyeti bulamamanın öfkesiyle, “Kürt kimliğini” sürekli el altında tutarak Türk burjuvazisini uysal bir köle durumuna düşürmeye çalışıyor. Fransız burjuvazisi ise “Ermeni Soykırımı” tehdidini Türk burjuvazisine karşı çeşitli zamanlarda ısıtarak kendisinin de hesaba katılması gerektiğini meydanı ABD emperyalizmine bırakmayacağını gösteriyor. ABD ve AB emperyalizminin arasına sıkışmış burjuva devleti, burnuna halka geçirilmiş zavallı ayının durumuna düşmüş kendisinden istenen oyunu halkanın çekilmesiyle canı yandıkça oynamaya başlıyor. Dış borcu milli gelirini geçmiş burjuva devleti alacaklılarının karşısında kıvrandıkça büyük burjuvazi kamuoyunda emperyalist devletlerin tüm istemlerinin yerine getirilmesi için ulusal çıkarların gerektirdiği gibi davranmak diye propaganda yapıyor. Büyük burjuvazi emperyalizmin taleplerini ulusal çıkar olarak ortaya Ekim: 2006
29
koyduğu ölçüde küçük burjuvazi ulusal itibarın ayak altına alınması, aşağılanma ve onur kırıklığını milliyetçilik bayrağını yükselterek karşılıyor. Olur olmaz hemen hemen her gün sokaklar evlerin balkonları teslimiyeti seçmiş büyük burjuvazinin siyasi iktidarının sembolü bayrakla donatılıyor. Ulusal saygınlık düştükçe, yeryüzünün en milliyetçi, en ulusal değerlerine, bağımsızlığına sonsuz bir saadetle bağlı ulus kimliği şatafatlı gürültülü gösterilerle ortaya konmaya çalışılıyor. Küçük burjuvazi abartıyı ölçüyü öylesine kaçırdı ki, burjuva ulusal marşı en çok çalınan söylenen sıradan bir oyun havası durumuna düşürüldü. Düğünlerde toplu olarak çalındığında göbek havası atılan müzik parçası gibi. Burjuva ulusal marşı duyulduğunda topluca hazır ola geçiliyor. Orta doğunun haritasını kendi emperyalist çıkarları doğrultusunda çizme uğraşında sınırsız bir vahşet uygulamaktan ulusları, azınlıkları din ve mezhep çatışmaları yaratarak halkları 30
katletme konusunda deneyimli ABD emperyalizmi, rekabet koşulları içerisinde kendisiyle doğrudan savaşı göze alamayan bunun sonucu emperyalist devlet çıkarlarını yitirme, rekabette geriye düşme korkusuyla kah ABD emperyalizminin tren vagonu olmaya rıza gösteren kah el altından çıkardığı engellerle onu zayıflatıp güçten düşürmeye çalışan AB emperyalistleri ile Rusya ve Çin vb. emperyalist ülkeler orta doğuda yer alan ülkeler üzerinde büyük bir baskı oluşturuyorlar, doğrudan işgaller ve işgal ettikleri, Orta Doğuda yer alan ülkelerin egemen sınıflarını emperyalizme sadakat gösterme, bağlılık andı içmekle, istemlerini yerine getirmekle kurtulamayacaklarını görüyorlar. Saddam Hüseyin ABD emperyalizmine sadakatini bir çukurun içine yuvarlanarak ödedi. Emperyalist kapitalist devletlerin istediği bağlılık ve sadakat değil tam teslimiyet, bu coğrafyada yer alan doğal zenginliklerin kayıtsız şartsız teslim edilmesidir.
www.proleter.org
Emperyalist devletler arasındaki paylaşım savaşının kuralları yasaları bu yönde işler. Sadık dostları müttefikleri Türk burjuvazisinin de ensesine yapışmış durumda daha kısa bir süre öncesine kadar Adriyatik den Orta Asya’ya Büyük Türkiye hayalini gören Türk devletleri coğrafyasının haritalarını çizen burjuvazinin en gerici şoven kesimi MusulKerkük rüyasından uyanıp Güneydoğuyu Dicle-Fırat havzasını koruma telaşına düştü. 1984’de PKK adıyla ilk kurşunu attığında “Marksist” olan Kürt ulusal burjuva hareketi evrimleşmesini tamamlayıp Kürt burjuvazisini emperyalizmin yedeğine çekti. PKK bölgedeki paylaşım savaşının karmaşıklığı içinde kendine yer bulmaya Kürt burjuva sınıfının siyasal çıkarlarının temsilcisi olarak ABD ve AB emperyalist devletlerinin arkadan itmesiyle Türk burjuvazisinin karşısına oturmaya çalışıyor. ABD emperyalizminin istemiyle ateşkes ilan eden PKK Türk burjuvazisine CİLT:3
SAYI:33
düşünmesi için süre tanıdığını işaret ediyor. R.T. Erdoğan’ın ABD yi ziyaretinin aynı döneme gelmesi, hemen akabinde dağdaki gerillalara af çağrılarının hem de bunu en son söyleyecek kişi olması gereken Mehmet Ağar’ın ağzından PKK’nin dağdan ovaya politika yapmaya davet edilmesi Türk burjuvazisinin emperyalist ortakları tarafından kendisine dikta edilen politikaları uygulamak zorundadır. ABD emperyalizmi Ortadoğu da ki işgalci siyasetini asker ihtiyacını Türk burjuvazisini köşeye sıkıştırarak onun üzerine yüklemeye çalışıyor. İran’ın işgal hazırlıkları, Suriye’nin sindirilmesi, Lübnan’ın işgal edilmesi ABD emperyalizmini Ortadoğu da ki emperyalist çıkarları için gerekli askeri desteğin Türk burjuvazisine hiçbir bedel ödemeksizin PKK yi Kürt burjuvazisini de kullanarak kah çatıştırıp kah barıştırarak bedava hizmet gördürmesidir. Burjuva hükümeti emperyalizmin desteği olmadan yaşayamayacağını bilince bizi sonuna kadar Ekim: 2006
31
kullanın süpürüp atmayın diyor. Türk burjuvazisinin politik arenada ki en güçlü örgütlü yönetici grubu yada sürekli partisi demek daha doğru olur hiçbir burjuva seçimine katılmadan en büyük düzen partisi kimliğini politikanın dışında olmak propagandasıyla sürekli politika yapabilme yetkisini elinde ve her burjuva hükümetinin üstünde son sözü söyleme tavsiye etme adıyla elinde tutan OrduMGK, İmralı dan onaylanan ve iletilen aslına bakılırsa ABD’nin atadığı koordinatörün İmralı’ya tavsiyesiyle ilan edilen ateşkes Lübnan’a asker gönderilmesinin bir ödülüydü. Türk burjuvazisi emperyalistler için Ortadoğu da askerini “şehit” verebilirdi. Karşılığı kendi ülkesi içersinde süren iç savaş koşullarında kısmen rahatlayacaktı. Ordu, ateşkes çağrısına karşı çıktı. Son eşkıya dağda bulunup öldürülmedikçe ateşkes olamazdı. Kaldı ki ateşkes iki ordu arasında yapılabilirdi. R.T. Erdoğan ‘öyleyse bizde ateşkes demeyelim silah bırakma deriz paşam’ diye 32
orduyu yanıtladığında, burjuvazinin paşalarının kendi varlık nedenleri saygınlıklarını, itibarlarını, en sonunda gücünü, vazgeçilmezliğini bir çırpıda yitirmek politikaya kurban vermek onların işine gelmezdi.Karşı çıkışları göstermelik olarak bundan ibaretti. Yoksa paşa paşa boyunlarını büküp kışlanın yolunu tutacaklardı. Lübnan teskeresi parlamentodan çıktığın da gönlere bayrağın çekip hazır ola geçen vatan için canlarını vermeye hazır olduklarını bağıran generaller, ikiyüzlüce aynı politikaların devamında emperyalizme uşakça boyun eğişlerini efelenerek gizlemeye çabalıyorlar. Burjuva devletinin farklı kurumları ordu, parlamento, bürokrasi, polis kısacası burjuvazi adına toplumu yöneten burjuvazinin yönetici kesimi laikler ve islamcılar şeklinde suni olarak bölünmüş durumda Ordu, cumhurbaşkanı, CHP parlamentodaki iktidar partisi karşısında sözüm ona laikliğin savunucusu olarak ortaya çıkarken, burjuva
www.proleter.org
parlamentosuna hükümet olan AKP, İslamcı anti-laik olarak ortaya çıkıyor. Gerçekte burjuva sınıfı için laiklik ve İslamcılık şekil itibariyle bir dış görünüm giyim kuşamdan öte bir şey değil. Ne laikler burjuvazinin feodaliteye karşı burjuvazinin devrim çağında jakoben kanadını, ne de “İslamcılar, anti-laikler feodalleri temsil ediyor. Gerçekte bu günkü Türkiye de bu her iki kesimde burjuvazinin bu gününü ve dününü ifade ediyor. Cumhuriyetin iktidardan uzaklaştırdığı eski padişah yanlısı şeriatçılar iktisadi bakımdan evrimleşip kapitalist iktisada dönüşümlerini tamamlayıp burjuvalaşırken toplumda cumhuriyeti kuran Kemalist burjuvazinin ayrıcalıklarına devletin mali kaynaklarından, kredilerinden yararlanmasına kinle kıskançlıkla baktılar. Kapitalizmin sefalete sürüklediği mülksüzleştirdiği kır ve kent küçük üreticilerini de arkalarına alarak Kemalist burjuvazinin devlet kurumunu siyasi yolla ele geçirmeye çalıştılar. Bu her iki kesim CİLT:3
SAYI:33
arasındaki çekişme devlet zenginliğini devletin zor yoluyla elinde topladığı mali kaynakları kimin yöneteceği sorunudur. Özde aynı olmakla birlikte biçimsel olarak her ülkenin tarihsel gelişmesiyle farklı farklı burjuva devletleri oluşur. ABD, Almanya, Rusya, Çin ve Türkiye birer kapitalist ülke ve burjuva sınıf iktidarları olduğu halde devlet yapıları aynı değildir. Burjuva sınıfının gücü, ulusal karakterler, farklı toplumsal sınıfların siyasi gelişmişliği, burjuva sınıfının sermaye yapısı vb. nedenler bu ülkelerdeki burjuva iktidarının siyasal biçimini, devletin yapısındaki farklılıkları oluşturur. Avrupa da burjuva devletleri burjuvazinin feodallerle savaşımı içinde halkın yani burjuvazinin ekonomik, siyasal, ideolojik olarak devleti kurması ele geçirmesiyle oluştu. Türkiye de burjuva iktidarı ekonomik siyasi bakımdan feodal imparatorlukla savaşarak iç çatışmalar sonucu devrimlerle burjuvaziye geçmedi. Ekim: 2006
33
Emperyalist işgal küçük burjuva aydınlarında ulusal bilincin oluşmasıyla emperyalist işgal sonucunda kurtuluş savaşıyla doğdu. Kemalist burjuvazi askeri, ideolojik, siyasi gücünü, küçük burjuvazinin yarattığı ordudan almıştı. Ordunun bu günkü gücünün kaynağı geçmişteki bu yapıdan gelir. Kapitalizmin gelişmesi yeni bir burjuva sınıfı doğururken bu sınıfın siyasal iktidardan pay istemesi Kemalist burjuvaziyi sıkıştırdıkça ordu ve bürokrasi iktidarı paylaşmak zorunda kaldı. Çok partili hayata geçiş Kemalist burjuvazinin istemeye istemeye iktidarı paylaşmak zorunda kalmasıdır. Ordu Kemalist burjuvazi kendisi dışındaki siyasal partileri Cumhuriyetin karşıtı olmakla suçlayarak cumhuriyeti ben kurdum onu ben yaşatırım propagandasıyla siyasal iktidardan vaz geçmeyeceğini ilan ediyor. Burjuvazinin en gerici en tutucu kanadını oluşturan Ordu ve CHP rakiplerini ne gariptir ki gericilik ve tutuculukla suçluyor. Gerçekte Kemalist ordu iktidarı elinden 34
kaçırmamak için Kemalist ideolojiye altı oka sarıldığı ölçüde da liberalizme, dine vb. sarılıyor. Burjuva sınıfsal çıkarları bu çıkarların burjuva toplumu içinde ifade edilişi, burjuva demokrasisi ile yığınların işçi sınıfının, kentlerin yoksullarının, yönetim dışına itilmiş küçük burjuvazinin, geniş yığınlarının egemen burjuva sınıfı arasında süregit devam eden ve zenginliğin paylaşımı, savaşımı, rekabeti politik oyunları karşılıklı suçlamalar burjuvazi adına toplumsal gelirlerin, vergilerin toplanası, devlet zoruyla toplanan servetin burjuva sınıf çıkarları için harcanmasında tek tek kapitalistlerin grup ve örgütlerin daha fazla yararlanma isteğiyle birbirlerinin boğazına sarılmaları, siyaset sahnesinde henüz kendi bağımsız sınıf davranışlarını gösteremeyen proletarya için, bilinçsiz proletarya için, burjuva sınıfının kendi iç çekişmesi olarak değil, toplumun sınıflarını oluşturan tüm ulusun genel çıkarları için bir didişme, dalaşma olarak görünür. Türm burjuva
www.proleter.org
sınıfı kendi iç çatışkılarına karşın ortak olarak böyle gösterme eğilimi taşır. Bunun propagandasını yaparak işçi sınıfının bilincini karartır. Çatışkı işçi sınıfının yarattığı zenginliğin burjuva sınıfı içinde içsel bölüşülmesi olarak değil, toplumu oluşturan tüm sınıfların ulusal çıkarlarının en iyi şekilde savunulması olarak gösterilir. Politik dar görüşlülüğü kanaatkarlığı, bir şeyler beklentisi taşıyan zayıf kişiliklerin sürekli aldatılması gibi, küçük burjuva sınıfı da büyük sermayenin iktidar kapışmasından kendisine düşecek kırıntıların beklentisiyle genellikle en çok sesi çıkan, güçlü olandan yana tavrını kor. Gücün peşinde sürüklenir. İşçi sınıfı burada söz konusu olan tek tek işçiler değil, bir sınıf olarak ortak eylem birliği hareketliliği gösteren işçi sınıfı ise kendisi için bir sınıf olamadığı süreçte olan biteni seyreder. Bitaraf değil “tarafsız”, aldırmaz, kendisini ilgilendirmeyen, zenginlerin tepişmesi olarak görür burjuvazinin iç çatışkılarını. CİLT:3
SAYI:33
Burjuvazi karşısında proletaryayı bulmadığı zamanlar da, kendi iç çatışkısını daha şiddetli yaşar. Bu sınıfın ortak kurumu devlet gelirlerinin, kredilerin, ihalelerin burjuvaca düzenlenmesi yani yağmalanması burjuvalar arasında amansız bir savaşa, çekişmeye, entrikaya , politik cambazlıklara, ikiyüzlülüklere saf değiştirme, adam satmaya, adam satın almaya, rüşvet çarkının işlemesine karşılık suçlamalara mahkemelere hatta hatta suikastlere cinayetlere, darbelere kadar uzanan geniş bir yolu oluşturur. Burjuva ahlakının yönetme sanatının karakteristik özellikleri apaçık bir şekilde ortaya çıkar. Burjuva rekabeti çıkarları içinde hasımlar siyasal kuruluşlar bugün alçak namussuz hırsızlıkla suçladıklarını bir gün sonra onurlandırıp paye verilir. Burjuvaziyi birleştiren geçmişte feodallere karşı bir bütün olarak sınıf çıkarları idi. Tarih burjuvaziye devrimci bir rol yüklemişti. Kapitalizmin egemenliği koşullarında ise Ekim: 2006
35
burjuvaziyi tek bir vücut gibi birleştiren işçi sınıfıdır. İşçi sınıfının burjuvazi karşısında siyasal bağımsızlığına kavuştuğu örgütlü sınıf hareketidir. Türk burjuvazisi için, ne yazık ki günümüzde işçi sınıfının görünüşteki boyun eğmişliğinden duyacağı mutluluğun keyfini sürdüremeden kendisini amansız bir rekabetin, yeryüzünün yeniden paylaşımının azgınlaştırdığı emperyalist kapitalizmin paylaşımsız, ortaksız bir sömürü isteğinin pençesinde kıvranıyor. Kendi deyimleriyle son Türk devleti emperyalist “dostlar” tarafından yeniden paylaşım masasına yatırılıyor. Dostlar yeni Türkiye haritası çizerken yanlışlıkla sürekli olarak doğuda bir Kürdistan, kuzeyde de ise Patnos devleti çiziveriyorlar. Emperyalist devletlerin azarıyla terbiye edilen Türk burjuvazisi kendisini yalnızlık ve çaresizlik içinde hissediyor. Sınıf savaşımları içinde bulunulan tarihsel koşullara uygun kendi tarihsel çizgisini izler. Toplumu alt üst eden farklı düşman sınıflar 36
arasında toplumsal üretim ilişkilerinin yapısını değiştiren aşağıdan yukarı devrimleri doğuran hareketler olarak ortaya çıkacağı gibi, toplumsal yapıyı, üretim ilişkilerini nitelik olarak değiştirmeyen ama yönetici sınıf içinde yönetenlerin şekil olarak değiştiği üst yapıda bir çatışma olarak da süren bir çok biçimi içinde barındırır. Bu savaşım biçimleri, toplumsal görüngüler ayrı ayrı kendilerini gösterebileceği gibi her iki biçimde aynı süreçte şiddetli bir şekilde sürdüğü tarihsel dönemlerde oluşabilir. Ayaklanan proletaryaya karşı burjuva sınıfı bir bütün olarak karşı duramayacağı, aynı zamanda hem ayaklanan proletaryayla hem de kendi içinde bir savaşım sürdüreceği bir sürecinde içinde bulunabilir. Hatta farklı ülkelerin burjuvaları arasında çıkan sömürgeci savaşlar içinde belirli bir ülkenin burjuvazisi kendisini iki savaşın içinde de bulabilir. Uluslar arası burjuvazinin, emperyalistlerin genel bir savaş durumunda birbirlerine yardım edemeyecekleri tarihsel dönemler yaşanabilir.
www.proleter.org
İşçi sınıfı, burjuva sınıfının iç çelişkilerinin rekabet ve paylaşımın kızışmasından kendim sınıf çıkarlarını ortaya koyabileceği zengin fırsatlardan yararlanabilmesi için her şeyden bağımsız bir sınıf hareketine örgütlü, siyasal, ideolojik olarak burjuvaziden bağımsız Marksist bir programa ve bu programı savunan çok ileri bir müfrezeye sahip olduğunda yığınları burjuvaziden koparabilir. Bir partiye sahip değilse, geniş işçi yığınları olan biteni seyreden aldırmaz bir görünüm içinde bulunur. Bu gün olan da budur. MAHİR – Ekim 2006 “DOĞRUDAN YABANCI SERMAYE YATIRIMLARI” Burjuva ekonomipolitikçileri mayıs ayında “kur”daki “dalgalanma” ile o günden sonra “dalga teorileri” üzerinde sıkça durmaya başladılar. Ekim-kasım aylarında yeni bir dalga gelebilirdi. Bazılarına göre CİLT:3
SAYI:33
yanlış ekonomi politikasındaydı: “Ekonomi politikasındaki temel yanlış (üretime dayalı ekonomi politikası uygulanması) ekonominin sağlıklı büyümesini engelliyor. Ekonomi sağlıklı büyümez ise halkın refahı artmaz. Gelir dağılımı daha da çarpık hale gelir. Olup biten budur... Yapmamız gereken (yüksek faiz ucuz dövize dayalı ucuz ithalat ile) günü geçirmek değil, ülkeyi üretime28, istihdama dayalı bir büyüme rayına oturtabilmektir.” (Güngör Uras. 28 Eylül 2006 Milliyet.) Yazar için temel yanlış ekonomi politikasındadır. Dolaşım sürecine (yüsek faiz, ucuz döviz) ilişkin tespitler yerine üretim sürecine ilişkin politikalar uygulansa sorunlar çözülecektir. Bir başka ifadeleri ile, yıllardır tartıştıkları “ithal ikamesi” mi? “İhracata dayalı ekonomi” mi? İkilemidir. Aslında olan bu çekişmenin gerisinde egemen büyük burjuvazinin farklı 28
Altını ben çizdim. Ekim: 2006
37
kesimlerinin çıkar çatışmasıdır. Hizmetkarları ekonomi-politikçiler ağzındaki ifadesi iktisat yazınına böyle yansır. Bu görüşler iktisatçı olmayan “akıl adamları” tarafından da desteklenir: “Her şeyden önce, bir numaralı derdimiz olan aş ve iş sorununu çözebilmek için Türkiye’nin böyle bir kalite belgesine ihtiyacı vardır. Çünkü kendi iç tasarruflarımızla işsizlik meselesini halledebilecek durumda değiliz. Her yıl 750 bin kişiye iş yaratmak zorunda olan Türkiye, kendi olanlarıyla bunun ancak yarısının gerçekleştirebiliyor. Öbür yarısı içinde doğrudan yabancı sermaye yatırımları şart”. (Hasan Cemal 12 Ekim 2006 Milliyet. Onların sözüne inanırsanız bir numaralı “derleri” “aş ve iş sorunu”na çözmektir. Bunun içinde, “doğrudan yabancı sermaye yatırımları şart”tır. Çünkü “yabancı sermaye”nin diğer biçimleri “kalıcı” olmayıp ilk fırsatta kaçmaktadır. “Araştırmalar risk korkusunun arttığı 38
dönemlerde en hızlı kaçan yabancı sermayenin banka ve diğer özel kesim kredileri olduğunu, bunları portföy yatırımlarının izlediğini, buna karşılık doğrudan yabancı yatırımların çok daha kalıcı olduğunu gösteriyor. Oysa son dört yılda bize gelen yabancı sermayenin çok önemli kısmı krediler ve portföy yatırımları, yani ürkek para. Ayrıca bu gelen para hazmetme kapasitemizin üstünde olduğu için hem TL’yi aşırı değerlendirdi hem de cari açığı yükseltti. Türkiye’nin çekiciliğini tahrip etti, en riskli ülkelerden biri haline getirdi. Küresel piyasalarda neyin ne zaman olacağını kestirmek zor. Ancak sık sık finanse edebildikçe sorun yok dediği yüksek cari açığın bedelini ödeme vakti korkarım ki yaklaşıyor. Ne yazık ki bu ne hükümet ne de son dört yılda onun yanlış politikaları, sonucunda, müthiş karlar elde edip, şimdi de bunları alıp ülkesine kaçmak isteyen ürkek yabancı sermaye tarafından ödenmeyecek, bedel yine bu ülkeden başka yaşayacak yeri
www.proleter.org
olmayan, imkanı olsa dahi kaçmak istemeyen dar ve sabit gelirli halkımızın sırtına binecek.” (Faik Öztrak 25 Eylül 2006 Milliyet.) Görünüşe bakarsanız ekonomi-politikamız “halkın” çıkarlarının savunuculuğunu yapmaktadır. “Sıcak para” ve “ürkek yabancı sermaye” olarak adlandırdıkları sermaye “müthiş karları alıp ülkesine” kaçmaktadır. Bu kaçışta ülkeyi “en riskli ülke” durumuna düşürmektedir. Bunun için “yabancı sermaye” gelecekte “doğrudan yatırım sermayesi” olarak gelmelidir. Şuna dikkat çekmek isterim; burjuva ekonomi-politikçileri aynı iktisadi olguya farklı iki kavram (para, sermaye) ile ifade etmekteler. Onlar bu ikisi arasındaki farkı silmekteler. Tabii ki iktisadi ilişkileri yansıtmayan kendi kavramlarında. Para ve sermaye de bunu yapanlar, üretimden söz ederken de bunu yaparlar. “Üretim konusunu seçerken katma değeri yüksek mal ve hizmetleri seçmek gerekir. Üretmek CİLT:3
SAYI:33
demek katma değer yaratmak demektir. Katma değer ne kadar çok olursa, ülkelerin ve üretime katılanların geliri o kadar artar. Üretim faktörleri katma değeri aralarında kira/ücret/ faiz/ kar/ olarak paylaşır. Katma değeri yüksek mal ve hizmet üretildiğinde emeğinde müteşebbisinde katma değerden payına düşen artar. Emeğin payının artması işçinin refaha kavuşmasına, müteşebbisin karının artmasına, daha çok yatırıma ve üretime kapiyı açar.” (Güngör Uras 12-102006 Milliyet) Bütün bilimler gibi ekonomi-politikte kavram ve kategorilerle iş görür: “Burada sorun, şeylerin uygun düşmeleri gereken tanımlar sorunu değildir. Biz burada, belli kategoriler içerisinde ifade edilmeleri gereken belli işlevlerle ilgiliyiz.” (Karl Marks Kapital C.III. S.206 Sol Yayınları.) Bu gün burjuvazinin belli bir kesiminin çıkarlarını savunup, günlük gazetelerde köşe yazarlığı yapan Ekim: 2006
39
iktisatçılar tanımlarla uğraşırlar. Onların kategorileri (katma değer, doğrudan yatırım sermayesi vb.) belli işlevleri ifade etmezler. Üretim tarihsellikten uzak bütün toplum dönemleri için geçerlidir. Para ve sermaye kategorilerine de aynı şekilde kullanırlar. Kapitalizme özgü üretim, sermayenin yatırıldığı kapitalist üretimdir. Kapitalizm, meta üretiminin genelleşip emek-gücünü meta haline gelmesi ile tarihteki yerini alır. Bunun için öncelikle meta ve değerin ne olduğunun anlaşılması gerekir. Meta, kullanım-değeri ve değişim-değeri karşıtlığını ifade eder. Metaların kullanım-değerleri nitel farklılıklar gösterir. Değişim değerleri yönünden nicel olarak farklıdırlar. Kullanımdeğerleri ile nitelik olarak eşitlenemezler. Değişim değerleri olmaları yönünden eşitlenebilirler. Basit meta dolaşımı eşdeğerlerin değişimi esasına dayanır. Metanın değeri onun üretimi için toplumsal olarak gerekli emek miktarıdır. Para, metalardaki değerin 40
bağımsızlık kazanmasıdır. Bağımsızlık kazanmış değerdir. Meta üretimi ve dolaşımının çoğalması, değerin, kullanım değerinden ayrılmasını ortaya çıkarır, kendisini para-meta olarak ifade eder. Bütün metalarda, gerçekleşen, nesnelleşen, billurlaşan emek, para olarak karşımıza çıkar. Peki paranın sermayeye dönüşümü nasıl olur? “Meta dolaşımı, sermayenin çıkış noktasıdır. Meta üretimi dolaşım ve ticaret denen daha gelişmiş dolaşım biçimi, sermayenin doğup büyüdüğü tarihsel temeli oluştururlar. 16.Yy da dünyayı saran ticaret ile yüz yüze yapılan Pazar, sermayenin modern tarihinin başlangıcı olmuştur.” (Karl Marks Kapital C.I. S.160 Sol Yayınları.) Meta üretimi ve dolaşımının dünyaya yayılması yani dünya pazarının oluşmasının sermayenin tarihsel önkoşulu olmuştur. Bu gün “küreselleşme” dedikleri kapitalizmin, dünya kapitalizmi halini alması, meta dolaşımının yerini sermaye ihracının kapitalist üretim
www.proleter.org
ilişkilerini egemen durumuna getirmesidir. Böylece de kapitalizm emperyalist kapitalizm aşamasına ulaştı. Meta ve para ekonomik biçimlerdir. Bunlar aynı zamanda toplumsal biçimleri belirleyen temellerdir. Şimdi paranın sermayeye nasıl dönüştüğünü görelim: “Para miktarı, bir birlerinden anacak büyüklükleri ile ayırt edilebilir. Demek ki, P-M-P sürecinde özelliği ve eğilimi, her ikisi de para olduğu için, uçlar arasındaki herhangi nitel bir farktan değil, yalnız bunların nicel farklarından ileri geliyor. Dolaşımdan, sonuçta, başlangıçta konulduğundan daha fazla çekilmiş oluyor. 100 Sterline alınan pamuk, 100+10 yada 110 Sterline tekrar satılıyor. Bu sürecin doğru biçimi bu nedenle PM-P’ ‘dür. Ki bura da P’=P+∆P = ilk sürülen para, artı, bir fazlalık. İşte ilk değerin üstünde bu artışa yada fazlalığa “artı-değer” diyorum. Başlangıçta sürülen değer, demek ki, dolaşımdan ilk haliyle kalmak şöyle dursun , CİLT:3
SAYI:33
kendisine bir artı-değer katar. Ya da kendisini çoğaltır. İşte onu sermayeye çeviren şey bu harekettir.”. (Karl Marks Kapital C.I. S.164 Sol Yayınları.) Basit meta üretimi ve dolaşımında (M-P-M) esas olan üretimin varlığının devamıdır. Satış ile başlar satın alma ile son bulur. İki karşıt evreden oluşur. Satış ve alış evrelerinden meydana gelir. P-M-P’ de ise alış ile başlar satış ile son bulur. Yine alış ve satış gibi iki karşıt evre gerekir ama bu hareketle değerin büyümesi, genişlemesi sürecin amacıdır. Başlangıçta yapılan alım daha pahalıya satmak için satın almaktır. Para ile başlar, çoğalmış para ile son bulur. “Bu hareketin bilinçli temsilcisi olarak para sahibi, kapitalist haline gelir. Kişiliği, yada daha doğrusu cüzdanı, paranın yola çıktığı ve dönüp dolaşıp geldiği noktadır. P-MP dolaşımının nesnel yada esas kaynağı olarak değerin büyümesi kapitalistin amacı halini alır. Git gide daha Ekim: 2006
41
fazla soyut servete sahip olma faaliyetlerinin tek dürtüsü haline geldiği ölçüde o, bir kapitalist olarak, bir kişiliğe bürünmüş bilinç ve iradeye sahip sermaye olarak işlev yapar. Kullanım-değerine, bunun için , kapitalistin gerçek amacı gözüyle bakılmaması gerekir, tek bir alışverişteki karı için de aynı şey geçerlidir. Onun biricik amacı kar etmenin, durup dinmeyen, bitip tükenmeyen sürecidir. Bu sınırsız zenginlik hırsı, bu değişim-değeri amaçlığı tutkusu, kapitalist ile cimride ortak bir yandır. Ne var ki cimri, çılgın bir kapitalist olduğu halde , kapitalist akıllı bir cimridir. Cimrinin parasını dolaşımdan çekmek suretiyle sonu gelmez değişim-değeri biriktirme amacını, ondan daha akıllı ve kurnaz kapitalist, parayı tekrar tekrar dolaşıma sokmak suretiyle gerçekleştirir.” (Karl Marks Kapital C.I. S.166-7 Sol Yayınları.) Paraya (değişimdeğeri) çoğaltma, parayı sermayeye dönüştüren bir harekettir. P-M-P’ hareketi 42
parayı, para sahibini de kapitalist yapar. Kapitalist değişim-değerini çoğaltma hareketi ile özdeşleşir. O kişileşmiş bir sermayedir. Güngör Uras gibi ekonomipolitikçiler, para ile sermayeyi aynılaştırarak sermayeyi sermaye yapa ekonomik hareketi gözlerden gizlerken, yarım ağızla elde edilen “müthiş karların” alınıp kaçırılmasından yakınırlar. Bunun için “ürkek sermaye” yerine “doğrudan yabancı yatırım sermayesi”nden yana olduklarını açıklarlar. Ne var ki, değerin çoğalması, genişlemesi dolaşım sürecinde değil üretim sürecinde olur. Bireysel sermaye dolaşımda bir artıdeğer elde eder ama bu toplam toplumsal sermaye söz konusu olduğunda mümkün değildir. Değer ve artı-değer üretimi, üretim sürecinde olur. “Dolaşım zamanı ile üretim zamanı karşılıklı olarak birbirlerini dıştalarlar. Dolaşım ırasında sermaye, üretken sermaye işlevini yerine getiremez. Ve bu nedenle de , ne meta, ne de artı değer
www.proleter.org
üretir.” (Karl Marks Kapital C.II. S.116 Sol Yayınları.) Kapitalistler birbirlerini dolaşım sürecinde kazıklayarak zenginleşmez. “sıcak para”larını çoğaltamazlar. Onların zenginleşmesini sağlayan artı-değer, üretim sürecinde işçiler tarafından üretilir. Burjuva iktisadı, kapitalist üretimin üretici güçlerin önünde engel haline gelip, işçi sınıfı tarafından tarihin çöplüğüne atılmakla tehdit edilme ye başlamasından sonra gericileşti. Kapitalizmin ömrünün sonuna gelmesi , ekonomi politikte, iktisadi ilişkilerin, süreçlerin işleyişi yasalarını ortaya koyma , açıklama görevi yerine , kapitalist sınıfın çıkarlarını savunan bilim dışı bir niteliğe büründü. Klasik ekonomi politiğin önde gelen temsilcilerinin (William Pety, Adam Smith, Devit Ricardo) değer teorisi geliştirildiğindeki bunu Karl Marks Yaptıkapitalist üretimin sonunu gösteriyordu. Kapitalist sınıfın tanrılarından değer tahtından indirilecekti. Burjuva iktisadı bu sınırı geçemezdi. Sınıfın CİLT:3
SAYI:33
çıkarları buna engeldir. Geleceğin temsilcisi işçi sınıfının çıkarlarının savunulması, bu alanda bilimin gelişmesini sağlayabilirdi. İşçi sınıfı sınıfları ortadan kaldırma mücadelesinde sadece sermayenin egemenliğine son vermekle yetinmez. Değer yasasının egemenliğine de son vermek zorundadır. Çünkü sermayenin temelleri bu değer yasasının egemenliğinde ürünlerin değişimin konusu olarak uzun dolaşımından geçerek üretken ve bireysel tüketime ulaşabilmektedir. Esasında gereksinmelerin karşılanması amacı için olması gereken üretim, basit meta üretimi ve kapitalist üretimde doğrudan doğruya değil dolaşım aracılığı ile dolaşım (bunun gelişimi ticarettir.) macerasından geçerek bu noktaya ulaşır. Ancak bu süreçten geçerek bireysel emek toplumsal emek halini alır. Özgür üreticilerin ortaklaşa çalışmasına dayanan komünist topluda ise emek daha baştan toplumsal emek olarak kabül edilir. Ekim: 2006
43
Bireysel emeğin değişim aracılığı olmaksızın toplumsal emek olması, değer yasasının egemenliğinin sona ermesi, değerin tahtından indirilmesi, altının tuvalet taşı29 yapılır duruma getirilmesidir. Eşdeğerlerin değişilmesi, meta dolaşımının meta dolaşımının temelini oluşturur. Sermayenin sömürüsü de bu eşdeğerlerin değişimi, emek gücünün kapitalist tarafından değeri üzerinden satın alınması sonrası gerçekleşir. Kapitalist üretimin kökleri meta değişiminin eşdeğerlerin değişilmesi yasasından olduğu için kapitalizm üzeride nihai zafer değer yasasının egemenliğine son vermekle mümkündür. Onun yerine geçecek yasa ise “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” olacaktır. Kapitalizmden, komünist topluma geçişte asıl mücadele, ünlü değerin tahtından indirilmesi , 29
“Dünya çapında zafer kazandığımızda, dünyanın en büyük kentlerinden bazılarının caddelerinde altından genel tuvaleler inşa edeceğimizi düşünüyorum.”(Lenin Seçme Eserler Cilt. 2.S.327 İnter Yayınları)
44
egemenliğine son verilmesi, burjuva ufkunun aşılması sorunundan geçecektir. Şimdiye kadarki kapitalizme karşı işçi sınıfının mücadeleleri bize bunu işaret etmekte. Bu zaferin temelleri meta üretiminin ve dolaşımının kapitalizmin temellerini teşkil etmesinin yanında çok daha uzun binlerce yıllık bir geçmişe dayanan köklerinin olmasındadır. Sermayeyi ve değer yasasını mezara gönderecek olan işçi sınıfının bunların egemenliğine son vermesi aynı zamanda toplumun sınıflara bölünmesinin temellerinin yok edilmesidir. İşçi sınıfının emek-gücü metasından başka satacak bir metaya sahip olmamakla burjuva yaşamın temellerinin dışında olması, onu kapitalizme karşı nihai zafer kazanmaya yetenekli tek sınıf yapmaktadır. Kapitalist toplumdan, komünizme Geçiş dönemi olan Geçiş toplumunda gerçek anlamda devlet olmayan, yarı-devlet olan , işçi sınıfı diktatörlüğünün temelleri, bu sınıfın , burjuva toplumun dışında bir nitelikte
www.proleter.org
olmasında, onun yaşamının ekonomik temellerindedir. Bunun için işçi sınıfının siyasal diktatörlüğü ekonomik kurtuluşu ile tamamlanmak zorundadır. Yoksa belirli tarihsel koşullar içinde siyasal diktatörlüğü ile ekonomik köleliği birlikte uzun süre yaşama var olamazlar. Yine bunun böyle olduğunu sınıf mücadelesi bize göstermiş bulunuyor. İşçi sınıfının diktatörlüğü salt siyasi egemenliğe dayanmaz. Proleter devlet, büyük ölçekli sanayi, ulaşım ve dış ticareti elinde bulundurur. Yani bu diktatörlük başlı başına ekonomik bir güçtür de. Bu gücü proletaryanın30 iktisadi kurtuluşu sonuçlandırılmış değildir. Kendi kendisini yok 30
“Proletarya, geçen yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de ortaya çıkan ve o zamandan bu yana dünyanın bütün uygar ülkelerinde kendini yinelemiş olan sanayi devriminin bir sonucu olarak doğdu.” (Komünist Manifesto’nun Doğuşu F.Engels S.198 Sol Y.) “Proletarya diye, kapitalist büyük sanayinin girişimlerinde maddi değerlerin üretimiyle uğraşan sınıfa denir.” (Lenin Seçme Eserler Cilt.9 S.289 İnter Yayınları) CİLT:3
SAYI:33
edecek proletaryanın komünizme yürüyüşü böyle olacaktır. Kapitalizmin gelişmesi eşitsiz şekilde olur. Bazıları meta ihracı yapmadan sermaye ihracı yapar duruma gelirken, diğerleri çeşitli derecelerde, ilk kategorideki “merkezlere” bağımlı, “yükselen Pazar ekonomileri” durumunu sürdürür. Sermaye ihracı dünya kapitalizminde belirleyici bir durumdadır. Bu ihraçların yapıldığı ülkelerde burjuva ekonomi politikçilerinin “halkçı” görünümlüleri “doğrudan sermaye yatırımları”nı tercihten yana tavır koydukların görüyoruz. Böylece bir çok sorun çözülecektir. “Liboş”ların sloganlaşmış deyişleri ile “aş ve iş sorunu”nu başka türlü çözmek mümkün değildir. Büyük burjuvazinin liberal kalemşorları Mehmet Barlas, Hasan Cemal, Ertuğrul Özkök gibiler hizmetlerini layıkıyla yerine getirmek için savaş verirler. Şimdilik bu günkü konjonktürde önlerindeki esas engelin “ulusalcı” “kızıl elmacı” cephe olarak Ekim: 2006
45
görmekteler. Avrupa Birliği üyeliği rayından en küçük sapmaya engel olmak için yeri göğü inlettiler. “Hukuk devleti”, “Düşünce özgürlüğü” “piyasa ekonomisi” savunuculuğu onların temel düsturudur. “Düşünce özgürlüğü”nü nasıl efendilerine nasıl hizmet edecek şekilde istediklerini son günlerin yasa tartışmalarından görüyoruz. Büyük burjuvazinin çıkarlarının bekçileri olarak onların, bu günkü ve geleceği dünya burjuvazisi ile birlikte hareket etmeye bağlamak anlaşılır bir şeydir. Bu hizmetlerin yanında “doğrudan yabancı sermaye yatırımları”nın işlevini de iyi anlamak gerekir. Mali sermayenin dünyanın en ücra köşelerine kadar yayılması, buraları kendi ekonomik ilişkileri içine çekip ağ örmesi onun temel hareket tarzıdır. Bu durum, burjuva ve proletarya31 31
“Bizim ‘proletarya’ ekonomik bakımdan , sermayeyi üreten ve arttıran ve Pecquar’ın taktığı adla ‘Mösyö Sermayenin’ genişleme gereksinmesi için fazlalık haline gelir gelmez sokağa atılan ücretli emekçiden başkası
46
saflarındaki en önemli tartışma ve çatışmalara neden olur. “Sol hareket” içinde temel ayrılık noktalarından biride emperyalizme karşı tavrın esasını teşkil edecek olan “yabancı sermayeye” karşı tutumdur. İşçi sınıfı için sermayenin hiçbir biçimi “yabancı” olmamalı onu iyi tanımalıdır. Bu da sermayeyi sermaye yapan işlevleri, onun tarihi rolünü anlayıp bilince aktarmaktan geçer. Unutmayalım ki özgürlük bilince aktarılmış, kavranmış zorunluluktur. Proletaryanın sermaye karşısındaki özgürlüğünün temel koşulu bu zorunluluğun yani burjuva toplumun ekonomik hareket yasalarının kavranması ve onlar üzerinde egemen olunmasıdır. Proletarya, kendisi için sınıf olma yolunda ancak böyle emin adımlarla ilerleyecektir. Marksizm – Leninizm bu konuda bilimsel çalışmaları yaptı. Önemli olan içinde yaşadığımız dönemde bunların yeniden üretimini yapmaktır. değildir.” (Karl Marks Kapital C.I. S.631 Sol Yayınları.)
www.proleter.org
Sermayenin genel formülünün P-M-P’ olduğunu gördük. Sermayenin tarih öncesi biçimlerinden tüccar ve tefeci sermayesinin ilkinin formülü olarak P-M-P’ görünür. Tefeci sermayenin formülü ise P-P’ olarak, paradan paraya giden , oradan metaya çevrilme , meta biçimini alma kalkmış olarak görülür. Bizim liberal burjuvazilerimizin bir bölümünün istemez görünüp, “sıcak para” dedikleri, bu günün tefeci sermaye sininde formülüdür. Metalara ve üretken sermaye olarak yatırılamaz. Krediler ve portföy yatırımları dedikleri biçimindeki sermayedir. Bunların “aş ve iş” yaratmadığı üstelik dışarı kaçırdıkları “karlar” (çoğu zaman ana sermaye dedikleri sermaye) ile ülkeyi krize sürüklediklerinden yakınılır. Şimdi “doğrudan yabancı sermaye yatırım”larımıza bakalım. O da “yabancı” olmayanı gibi hareket eder. Sermayenin üretime yatırılması , onun üretken sermaye biçimini almasıdır. P...R...P’ formülü CİLT:3
SAYI:33
ile ifade edilir. Metalar sermayenin para biçimine bürünmesi ile üretimin kesintiye uğradığını gösterir. Para biçimindeki sermaye dolaşım sürecine ilişkin sermayedir. Kapitalist sermayesi ile üretim araçları ve emek-gücü satın alır. Üretken sermaye devresinin genel formülü R...M’-P’..R dir. Ama kapitalistimiz açısından sermayenin hareketi para biçimi ile başlayıp aynı biçime bürünerek devresini tamamlar. Başlangıç sermayesinde kapitalistin üretim araçları ve emekgücünü satın alması , yığılı duran potansiyel sermaye durumundaki parayı üretken sermayenin öğelerine dönüştüren harekettir. P-M-e/üa hareketi ile kapitalistin para sermayesi üretken sermaye biçimini alır. Dikkat edilirse burada sermaye iki farklı biçime bölünmüştür. Bunlardan emek-gücü metaı biçiminde olana değişken sermaye, üretim araçları biçiminde olana değişmeyen sermayedir. Marks sermayenin bu iki biçimi Ekim: 2006
47
kapitalistin sermayesini hem arasındaki değer açısından korumuş hem de ona yeni bir ilişkiye değer bileşimi der. Bu artı-değer ekleyip, fazlalık sermayenin organik bileşimini kazandırmıştır. Sermayenin ifade eder. Emek-gücü ve üretim sürecinde değişen ve üretim araçlarına bölünme değişmeyen sermaye olarak oranı ise teknik bileşimini ilişkilerinden gösterir. Kapitalistin emek-gücü ortaya çıkan metaını satın alması basit meta bölünmesi, burjuva değişimi yasalarına uygun iktisatçılarında pek görülmeyen olarak gerçekleşir. Kapitalist bir kavramlaştırmadır. Oysa onu değeri üzerinden satın alır, sermayenin kendisini fakat emek-gücü metaı (emek genişletmesinin sırrı burada kapasitesi) özgül metadır. Bu yatmaktadır. değişim ile, cansız ölü emeğin, “Böylece, değişen ve basit değer toplamının yerini, değişmeyen sermaye arasında canlı emek, iş yapma, değer bulunan ve her şeyi belirleyen üretme kapasitesi alır. ayrım ortadan silindiği gibi, artıKapitalistin sermayesini değer üretimi ile kapitalist genişletmeye yatırılan değeri üretimin bütün sırrı, kendilerini çoğaltma işlevini ortaya koydukları belli değerle üretken ile şeyleri sermayeye sermayenin bu kesimi yerine dönüştüren koşullar yok edilmiş getirir. Onu değişen sermaye oluyor. Sermayeyi oluşturan yapan da bu işlevidir. Üretim bütün kısımlar şimdi salt kendi araçlarına yatırılan dolaşım biçimleri ile ayırt sermayenin, değişmeyen ediliyorlar. (ve, elbette sermayenin değeri ise korunur, metaların dolaşımı da yalnızca, yeni üretilen metaya aktarılır. zaten var olan belli değerler ile Bunu yapan ise işçinin ilgilenmiş oluyor.); ve ücretlere emeğinin iki yönlü niteliğine , somut ve soyut emek nitelikleri yatırılan sermaye , sermayenin ile olur. Emeğin somut niteliği emek aletlerine yatırılan üretim araçlarının değerine kısmına karşıt olarak, yeni metaya aktarırken, soyut sermayenin hammaddelere, niteliği emek-gücünün değerini yarı mamül ürünlere, yardımcı yeniden üretir. Bu yeni üretimle maddelere yatırılmış olan birlikte kapitalist hesabına artıkısımla birlikte, kendisine özgü değer üretir. İşçi üretim bir dolaşım biçimi paylaşmış sürecindeki bu eylemi ile oluyor. www.proleter.org 48
İşte böylece, burjuva ekonomi-politiğinin Adam Smith’in “değişmeyen ve değişen sermaye” kategorilerini, “sabit ve döner sermaye” kategorileri ile karıştırmasına içgüdüsel biçimde sıkı sıkıya sarılması ve bunu hiç eleştirmeksizin yüz yıldır kuşaktan kuşağa papağan gibi yinelemesi anlaşılır bir şeydir. Sermayenin ücretlere yatırılan kısmı burjuva ekonomi politiği artık hiçbir şekilde hammaddeye yatırılan kısmından ayırt etmemekte, ancak bunu değişmeyen sermayeden- ürün tarafından parça parça yada bütünüyle dolaştırılması açısından – şeklen ayırt etmektedir. Böylece, kapitalist üretimin ve dolayısıyla da kapitalist sömürünün gerçek hareketinin korunmasının temeli bir vuruşla yok edilmiş olmaktadır. Bu yatırılan değerlerin yeniden ortaya çıkması sonucundan başka bir şey değildir. “(Karl Marks Kapital C.II. S.199-200 Sol Yayınları.) Marks, değişmeyen sermaye, değişen sermaye ayrımının kapitalist üretimin gizemini ortadan kaldırma, genişlemesinin değerin CİLT:3
SAYI:33
çoğalmasının kökenini anlamaya yarayan temel ayrım olduğunu böyle anlatıyor. Şimdi günümüz burjuva ekonomi politiğinin durumuna baktığımızda, klasik iktisat ile karşılaştırılmayacak kadar bayağı ve kapitalist sınıfa hizmet düşkünü olarak görülmekte. Sermaye üzerine kavramlaştırmaları, onun genişlemesinin değerin artmasının onu sermaye yapan işlevinin ortaya çıkarılması olarak anlaşılmasını sağlamak şöyle dursun, bunun üstünü örtmeyi sağlamakta. “Sıcak para” “yabancı sermaye” ,” ulusal sermaye32” kategorileri sermayenin üretim süreci ile olan bağını, ilişkisini koparmakta. Bölüşüm ilişkilerini de “katma-değerin”, “üretime katılan faktörler” arasında paylaşılması olarak ifade etmekte. Halbuki işçi ile kapitalist, büyük toprak sahibi, 32
“Sermaye milliyetçiliği kendi sermayemizi desteklemek şeklinde olmalı . yabancı sermayeyi kösteklemekte yarar yok.” (İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince Milliyet 26 Ekim 2006) Burjuva iktisatçıları kapitalistlerin gündelik yaşamlarındaki kullandıkları kavramları olduğu gibi devralıp kullanırlar. Ekim: 2006
49
şeklinde olur. Ve sermaye tefeci arasında böyle bir birikimine yol açar. Burjuva paylaşım yoktur. İşçi aldığı iktisatçısı için “aş ve iş” sorunu ücretinin karşılığını üründe yeni böyle çözülecektir. Sermaye bir değer olarak yeniden üretir. birikiminin ilerlemesi, Onun kapitalist hesabına sermayenin bileşiminde çalışması bununla bitmeyip bu değişen sermaye aleyhine, asalak sınıfların kendi değişen sermayenin aralarında paylaştığı artı-değer değişmeyen sermayeye oranla üretiminde bulunur. Burjuva iktisatçıları ücretler ile kar, rant azalma eğilimi göstermeye yol ve faizi “ulusal gelir” kategorisi açar. Bu aynı zamanda içinde toplayıp hem üretim proletaryanın çoğaldığı bir hem de bölüşüm ilişkilerini süreçtir. Onun durumunda anlaşılmaz hale getirirler. şunlar ortaya çıkar. Kapitalist üretim, basit yeniden “Bundan da şu sonuç üretim ve genişletilmiş ölçekte çıkar ki, sermaye birikimi yeniden üretim olarak oranında, aldığı ücret ister gerçekleşir. Birincisinde artıyüksek, ister düşük olsun, değerin tamamı gelir olarak emekçinin yazgısı daha da tüketilir. İkincisinde ise artıbeter olacaktır. En sonu, nispi değerin bir bölümü artı nüfusu yada yedek sanayi sermayeleşir, bununla ek bir ordusunu , birikimin büyüklüğü ve hızı ile daima dengeli sermaye yatırımı yapılır. Bu durumda tutan yasa, emekçiyi, sermayenin gerçek birikimidir. sermayeye, VulcanIn Burjuva iktisatçılarının Prometheusu kayalara kavramları ile gerçek “büyüme” mıhlamasından daha sağlam budur. Aynı zamanda bu aşırı olarak perçinler. Sermaye üretim olduğu için dönemsel birikimine tekabül eden bir bunalımların (krizlerin) temelini sefalet birikimi yaratır. Bu oluşturur. yüzden, bir kutupta servet Mali sermayenin birikimi, diğer kutupta, yani sermaye ihraçları, onun artıkendi emeğinin ürününü değerinin bir bölümü olan sermaye şeklinde üreten sınıfın sermayeleşmesi, ek bir tarafında, sefaletin, yorgunluk sermaye yatırımıdır. ve bezginliğin, köleliğin, Sermayenin buralardaki bilgisizliğin akli yozlaşmanın yatırımlarda basitçe genişlemiş ölçekte yeniden üretimler birikimi ile aynı anda olur.” www.proleter.org 50
(Karl Marks Kapital C.I. S.663 Sol Yayınları.) Burjuva ekonomi politikçilerinin yaydığı pembe hayallerdeki gibi sermaye birikimin, kapitalist üretimin gelişmesi işçinin durumunu iyileştirmez. Kötüleştirir. Kısmi iyileşmeler ancak işçi sınıfını mücadelesi ile mümkün olur. Bir yanda zenginlik diğer yanda sefalet birikir. Bu karşıtlığın bir tarafında burjuvazi diğer tarafında proletarya yer alır. Bu sermaye birikimi sürecinde “iş sorunu”nun çözülmesi yerine yedek sanayi ordusu, nispi artı nüfus oluşur. Bu faal emek ordusunu sermayenin genişleme gereksinimine uygun koşullarda tutmaya yarar. Bu fazla nüfus işlem durumuna göre emilir yada geri püskürtülür. Bizimki gibi “gelişen Pazar ekonomileri”nde sermaye birikimi, ilkel birikim ile yan yana yer alır. İlkel birikim sermayenin tarihinin dışında yer alıp onun ön koşullarını hazırlar. Temel olarak bu süreç tarımsal nüfusun topraksızlaştırılmasına dayalı, emeğin nesnel koşullarından koparılmasıdır. Yoğun bir şekilde tarımsal alandan sanayiye-dolayısıyla kentlereCİLT:3
SAYI:33
göç olur. Öyle dönemler vardır ki tarımsal nüfus büyük yığınlar halinde köklerinden koparılıp kentlerin çevrelerine yığılır. Bu olgu “potansiyel” proletaryanın öğelerini yaratır. İlkel birikim yöntemleri ile sermaye birikimi yöntemleri farklıdır. İlki tutumluluk, dolandırıcılık, aç gözlülük, zor, vb.ne dayanırken ikincisi, işçi sınıfının artıemeğinin sömürülmesine dayanır. İşçi sınıfının kapitalizm koşullarında sermayeye (“yabancı”, “ulusal” yerel vb. ) karşı tutumu ile siyasi iktidarı elinde bulundurduğu koşullarda nasıldır? “Fakat, fabrikaları, tesisleri, taşımacılığı ve dış ticareti elimizde tuttuğumuzda bu kapitalizmden korkmamıza gerek ver mı? O zaman söyledim, şimdi de tekrarlıyor ve inanıyorum ki bu kapitalizm bizim için korkutucu değildir. Bu çürütülemez. İmtiyazlar böyle bir kapitalizmi temsil ediyor. İmtiyaz anlaşmaları imzalamak için ısrarla çalışıyoruz. Ama ne yazık ki bu güne dek tek bir tane imzalayamadık. Buna rağmen şimdi son kez imtiyazlar üzerine konuştuğumuz bir kaç Ekim: 2006
51
Proletarya iktidarı tek ay öncesine göre imtiyazlara başına üretimi artırabilse daha yakınız. Ekonomik ilişkiler “yabancı” sermayeye imtiyazlar bakış açısından bir imtiyaz vermeyecektir. Küçük burjuva nedir? Bu devlet kapitalizmidir. nüfusun oldukça kalabalık olup, Sovyet iktidarı bir kapitalistle büyük sanayi ile çalışamaz anlaşma yapar. Bu anlaşma durumda olduğu bir ülkede, uyarınca belli miktarda şeyler komünistlerin çaresizlik içinde ona devredilir. Hammadde, korkmadan b yönteme maden ocakları, kullanım başvurabilir, emperyalist savaşı hakları, maden filizleri, yada sona erdirmek için barış son imtiyaz projelerinden isteyebilirdi. Çünkü proletarya birinde olduğu gibi özel bir tesis egemen sınıf olarak siyasi (rulman üretimiyle ilgili İsveçli iktidarı elinde bulunduruyordu. bir girişimle anlaşma taslağı) Ve öylede yaptılar. Şimdi bu sosyalist devlet iktidarı, kendine ait üretim araçlarını: güne bakacak olursak “yabancı fabrikalar, materyaller, maden sermaye” gel diye çağrılar ocakları, kapitaliste devreder, yapmak, Avrupa Birliği üyelik kapitalist bağıtçı olarak çalışmalarını desteklemek, sosyalist üretim araçlarının bundan “demokrasi” beklentisi kiracısı olarak çalışır. Ve içinde olmak ve koşulsuz barış sermayesine karşılık kar elde çağrıları yapmak hangi sınıfın eder. Ürünlerinin bir bölümünü çıkarlarına hizmet edecektir? ise sosyalist devlete bırakır. Proletarya iktidarda olduğunda Buna neden gerek ona hizmet edecek olan, duyuyoruz? Çünkü üretim ezilen, sömürülen bir sınıf miktarının hemen artmasını konumundayken burjuvazinin egemenliğini pekiştirecektir. sağlıyor. Ve buna ihtiyacımız Komünizm=elektrifikasyon var. Bunu tek başımıza diyen Lenin imtiyazlar yapacak durumda değiliz. konusunda yukarıdaki politikayı Böylece devlet kapitalizmi savunup uygulamaktan ortaya çıkar. Bu bizim için çekinmemiştir. “ülkenin korkutucumudur? Hayır, çünkü bağımsızlığı” sorunu bu imtiyazları hangi ölçeklerde temelde ele alınmalıdır. dağıtacağımızı biz belirleyeceğiz.” (Lenin Seçme N.IŞIK 29 Ekim 2006 Eserler Cilt.9 S.186-187 İnter Yayınları) www.proleter.org 52