40

Page 1

KOMÜNÝST DEVRÝM KENTSEL DÖNÜÞÜM MÜ, KENTSEL BÖLÜÞÜM MÜ? AKP hükümetiyle birlikte '' kentsel dönüþüm ' ' adý altýnda emekçi mahallelerine yapýlan saldýrý bir hayli artmýþ gözüküyor. Bu hem küresel ölçekte Türkiye Kapitalizmi'nin geliþmesiyle iþçi sýnýfýnýn kazanýmlarýnýn bir bir elinden alýnmak istenmesi hem de iþçi sýnýfýnýn henüz öncüsüyle buluþamamasý ile ilgili bir durumdur. Burjuvazinin iþçi sýnýfýna karþý olan baskýsý bu dönemde daha da artacak ve artýyor da. Ýçinden geçtiðimiz þu günlerde yapýlan referanduma ''evet '' mi yoksa ''hayýr'' mý tartýþmalarý mahallemizin yakýcý bir sorunu olan yýkýmlarý unutturmuþ gibi gözükse de bunun mümkün olmadýðýný biliyoruz. Nedir bu kentsel dönüþüm? Avrupa Birliðine uyum sürecinde eski ve saðlýksýz yapýlarýn yerine yeni, depreme dayanýklý ve kentin genel görünümüne uygun toplu konutlarýn yapýlmasý… Ýstanbul'u bir Avrupa Kültür Baþkenti yapma hayali… Bunlar burjuvazinin kendi rant kapýsýný açabilmek ve bu süreci sorunsuz bir þekilde iþletebilmek için kullandýðý yöntemlerdir. Gerçekte ise '' kentsel dönüþüm '' dedikleri '' kentsel bölüþüm '' den baþka bir þey deðildir. Emekçi mahalleleri sermayenin yeni sömürü alanlarýnýn odaðý olmaktadýr. Peki, neden burjuvazi emekçi mahallelerine saldýrýyor? Çünkü sömürüye en çok maruz kalanlarýn yaþadýðý emekçi mahalleleri her zaman devrimci bir potansiyel barýndýrmaktadýr. Çünkü onlar da biliyor ki birileri onlarýn planlarýný bozacaksa, olanlara bir '' dur '' diyecekse bu da iþçi sýnýfýndan baþkasý olmayacak. Ýþte bu yüzden emekçi mahallelerini bölüp parçalamak, iþçilerin birliðini yok etmek ve siyasal gücünü kýrmak istiyorlar. Devrimcilerle iþçi sýnýfýnýn arasýndaki baðý yok etmek için onlarca dolap çeviriyorlar. TV, radyo ve gazete gibi medya araçlarýyla halký devrimcilerden soðutmaya çalýþýyorlar. Amaçlarý bizim birliðimizi ve örgütlü gücümüzü yok edip yýkýmlarýn yozlaþmanýn ve gericiliðin önünü açmak. Burjuvazi sürekli ayný oyunlarý tekrarlayýp duruyor. Önce bir parti çýkýyor emekten, emekçiden, yoksuldan ve ezilenden yana söylemlerde bulunuyor halkýn güvenini kazanýp umutlarýný çalýyor. Ama iktidar olmasýnýn üzerinden çok geçmeden anlaþýlýyor ki o da ''havuzlu villalar' ' da kiler için çalýþýyor. Senaryo hep ayný... Burjuvazi sýkýþtýðý yerde hemen yeni bir aktör yaratýyor, adýna Karaoðlan diyor Gandi diyor ve emekçilerin umudu olup çýkýyor. Bu yýkýmlarýn sorumlusu gibi gözüken AKP hükümeti gidecek belki ama yerine gelen her kim olursa olsun bu düzeni deðiþtiremeyecek. Çünkü onun görevi bu düzeni deðiþtirmek deðil onun devamlýlýðýný kesin bir biçimde saðlamaktýr. Kýsacasý biz kime oy verirsek verelim o da bu çarký döndürmenin yollarýný arýyor olacak ve biz bir kez daha anlayacaðýz ki düzen týkýr týkýr iþliyor. Son zamanlarda Kýlýçdaroðlu'nun iþsizden ve yoksuldan yana tavýrlara büründüðünü görüyoruz. Fakat biz bu tavýrlarýný gerçekle baðdaþtýramýyoruz. Her þeye muhalefet gibi görünen ve halkýn gözünde '' solcu '' gibi duran CHP iþ, emekçilerin çýkarlarýna gelince burjuvalarýn yardakçýlýðýný yapmaktan geri durmuyor. Yýkým kararlarýný ilk onaylayan parti kendisi oluyor. Sonra da Kýlýçdaroðlu çýkýp '' havuzlu villalarda oturmayacaðým'' diye açýklamalar yapýyor. Biz biliyoruz ki yýkýmlar, yoksulluk ve iþsizlik bu düzen var olduðundan beri süre gelmektedir. CHP iktidardayken de DSP iktidardayken de vardý hala var yine olacak. Ta ki iþçi sýnýfý örgütlü bir güç olup kendi iktidarýný kurana kadar... Bu yalanlara artýk kanmamamýz gerekiyor... Biliyoruz ki þapkadan tavþan çýkmýyor, biliyoruz ki mendil kuþ olup uçmuyor... Biliyoruz ki kim gelirse gelsin aslýnda onlar burjuvazinin kötü bir oyuncusundan baþka bir þey deðil. Biz diyoruz ki; Ýþçiler kendi iktidarlarýný kurmadýkça ne bu yýkýmlar ne de bu sömürü sona erecek. Yýkýmlarý engellemenin tek bir yolu var; oda bu düzeni kökten deðiþtirmektir. Yýkýmlara ve emekçilere dönük saldýrýlara engel olmak için örgütlü mücadeleyi yükseltelim. YIKIMLARA KARÞI KOMÜNÝST ÖRGÜTLENMEYE!

20

KOMÜNIST

DEVRIM

DEVRÝM ÝÇÝN DEVRÝMCÝ PARTÝ PARTÝ PARTÝ PARTÝ ÝÇÝN ÖRGÜTLÜ HAZIRLIK DEVRÝMCÝ KOMÜNÝST HAREKET MERKEZ YAYIN ORGANI

SAYI : 40 TEMMUZ 2010 www.dkh2004.cz.cc

TÜRKÝYE DEVLETÝ’NÝN SON DÖNEM YÖNELÝMLERÝ VE TAKTÝKLERÝ, KÜRT HAREKETÝNÝN DURUMU, REFERANDUM SÜRECÝ Son baþyazýmýzda Mavi Marmara olayýyla birlikte hem Türkiye-Ýsrail arasýnda yaþanan gerginlik hem Türkiye Devleti'nin Ortadoðu'da artan prestiji açýsýndan deðiþen koþullarýn önemi belirtilmiþ hem de Türkiye Devleti'nin kýsa sürede dünya ekonomisinden söz sahibi birçok ülkeyle geliþtirdiði ekonomik, askeri, nükleer iþbirlikleriyle Türkiye Devleti'nin alt-emperyalistleþme sürecindeki hedeflerin ulaþtýðýný söylenmiþti. Hareketimiz açýsýndan böyle bir deðerlendirme bu güne kadar ortaya konulan görüþlerin deðiþmesi, geliþtirilmesi ve yeniden deðerlendirilmesini ifade etmektedir. Kuþkusuz Türkiye Devleti'nin ulaþtýðý bu hedef birkaç ay gibi kýsa sürede çeþitli ülkelerle yaptýðý iþbirliði anlaþmalarýna, Ortadoðu ülkelerinde kazandýðý prestije baðlanamaz. Türkiye Devleti'nin alt emperyalist hedeflere ulaþmasý uzun ve planlý bir sürecin sonucu ve ifadesi olarak ortaya çýkmýþtýr. Son süreçte yaþanan geliþmeler ise aslýnda beklide bir süredir gerçekleþmiþ olan (Türkiye Devleti'nin hedefleri açýsýndan) hedeflerin herkes tarafýndan görünebilir kýlýnmasýdýr. Emperyalist ülkelerin masa baþýnda yürüttükler görüþmelerde, kamuoyuna duyurulan kararlar dýþýnda aslýnda ne tip kararlar aldýklarýný bizim durduðumuz noktadan bilebilmek, görebilmek ve anlayabilmek mümkün deðildir. Ve bizce zaten kritik olan noktada emperyalistler arasýnda görüþmelerin bütün detaylarýna sahip olmaktan çok kamuoyuna yansýtýlan biçimin ardýndaki gerçek nedenleri MarksistLeninist bir bakýþ açýsýyla kavrayabilmektir. Bir devrimci hareket için dünyadaki emperyalist güç dengelerini hangi yönde deðiþtiðini anlayabilmek birçok açýdan önemlidir ve büyük bir deðer taþýmaktadýr. Bugün tüm dünyada gündemi belirleyen süreçleri deðiþtirebilen bir aktör olarak sol

hareketten bahsedebilmek mümkün deðildir. Durum böyleyken dahi, kamuoyunda yaratýlan gündemlerin peþinde koþmayan, kendi gündemlerini yaratabilen ve deðiþen görevleri tanýmlayabilen bir sol hareket olabilmek, bir örgüt açýsýnda ortaya koyduðu siyasal ve örgütsel hedefleriyle birlikte büyüyüp geliþtiðinde, kitlelerle kucaklaþtýðýnda bir örgütü zafere bir adým daha yaklaþtýracak önemli bir noktadýr. Dünyayý deðiþtirmek isteyenler her þeyden önce onu anlayarak iþe baþlamalýdýr ancak dünyayý anlamak onu deðiþtirmeye yetmeyecektir. Günün devrimci görevlerini belirleyebilmek, etki alanýmýzýn sýnýrlýlýðý ve darlýðýna bakmaksýzýn deðiþen görevlere uygun taktikler geliþtirebilmek proleter devrim stratejisinin kopmaz parçasýdýr. Türkiye'nin emperyalist hiyerarþide üstlendiði rol artmýþtýr. Üstlenilen bu rolün yaþadýðýmýz topraklarda sürdürülen her türden iliþki ve yürütülen mücadelelere etkileri olduðu/olacaðý bilinmelidir. Son birkaç yýldýr emekçi gruplarýn mücadelesinde bir derlenme, devrimi hareketlerin mücadelesinde bir toparlanma bir artýþ gözlense de devrimci mücadelenin niteliðinin gerilediðini söylemek mümkündür. Eylemliliklerin ve kitleselleþmenin içerdiði anlam, siyasal ve sýnýfsal bir mücadele perspektifinden çok, düzen karþýtý içeriðinden boþaltýlmýþ gündelik ve ekonomist bir niteliktedir. Düzen karþýtý bir mücadelenin yerine böylesine düzen içi muhalif bir hareketin geliþmesi, muhalefetin bu sýnýrlar www.dkh2004.cz.cc

BU SAYIMIZDA

Mezhep Savaþýna Deðil Sýnýf Savaþýna

7 15

Naksalit Hareket Üzerine Deðinmeler

9 15

Alt-Emperyalizm Tartýþmalarý

12 15

Emperyalist Sistem, TC’nin Deðiþen Rolü 13 15 Kentsel Dönüþüm mü, Kentsel Bölüþüm 20


KOMÜNÝST DEVRÝM

yapýlmýþtýr. Ayný kararlý mücadelenin iç politikada özelikle 'Kürt Sorunu'na karþý yürütülemediði belirtilmiþtir. TÜSÝAD bu deðerlendirmesinde Abdullah Öcalan tarafýndan ortaya konulan PKK'nin Kürt sorunundaki yol haritasýný bir pazarlýk konusu olabileceðini ve Kürt halkýna bazý siyasal haklarýn verilebileceðini belirtmiþtir. Hareketimiz uzunca bir süredir baþyazýlarýnda Türkiye burjuvazinin Kürt hareketine bu tip haklarý verebileceðini, böylece Kürt hareketini düzen için çekip, ülke içerisine çatýþmalarýn ortadan kaldýrýlmasýyla Türkiye'nin bölgede daha büyük rollere aday olabilmeyi beklediðini ve istediðini yazmaktaydý. Bu konu yetkili ilk aðýzdan ilk kez bu kadar açýk ifade edilmesi bakýmýnda önemlidir ve önümüzdeki sürece iliþkin de önemli ipuçlarý vermektedir. Güney Kürdistan'dan Kuzey Kürdistan'a Türkiye Devleti sýnýrlarýndan geçen PKK'li bir grup militanýn Çukurca baskýný ile baþlattýðý süreç Türkiye Devleti ile Kürt hareketi arasýnda baþlatýlacak barýþ görüþmelerine iliþkin belirli bir eþiði ifade etmektedir. Burjuvazinin, herhangi bir ülkede geçmiþte yürütülmüþ mücadele örneklerini incelemek ve bu deneyimlerden çýkardýðý dersleri çeþitli modellere dönüþtürüp politika yapmýþ tarzýnýn bir parçasý olarak kullanmak konusunda devrimci mücadeleden çok daha geliþmiþ olduðunu söylemek mümkündür. Herhangi bir ülkedeki burjuva sýnýf için - bu topraklar için Türkiye burjuvazisi- o bölgede yürütülen ulusal bir mücadeleye karþý yürütebileceði mücadele açýsýndan iki tip modelden bahsetmek mümkündür. Bu modellerden ilki Sri Lanka'da Tamil gerillarýna karþý yürütülen ve top yekûn imhayla sonuçlanan süreçtir. Bir diðer modelse birbirlerinde çeþitli farklýlýklarý bulunmasýna karþýn pek çok ortak noktalarý da bulunan Ýspanya ve Ýngiltere'deki ETA ve IRA örnekleridir. Son süreçte T.C devleti Kürt hareketini siyasal önderi olan PKK'yi bir muhatap olarak kabul etmeyeceðini, askeri operasyonlarla onlarý çökerteceðini defalarca belirtmesine karþýn bu söylediklerini tam olarak gerçekleþmeyeceðinin kendisi de farkýndadýr. Tamil gerillalarýnýn silahlý güçlerinin düzeyi, ordusunun profesyonel geliþkinliði ve sayýsal büyüklüðü -250 bin gerilla, hava ve deniz kuvvetlerinin varlýðý PKK'nin çok üzerinde olmasýna karþýn Tamil'lerin mücadelesi, yalnýzca askeri bir

içerisinde kalmasý kapitalist bir ülke için zaten istenir bir durumdur. Bir önceki baþyazýmýzda da Kýlýçdaroðlu'nun yeni bir aktör, umutsuzluða kapýlan yýðýnlar için bir umut biçimden sunulmasý ve Kýlýçdaroðlu CHP'sinin bu muhalif çizginin en önemli temsilcisi haline dönüþtürülmek istenmesi, burjuvazi için, bu sürecin bir parçasý biçiminde geliþtirdiðini söylemek mümkündür. Komünistler için yürütülen siyaset sýnýfsal ve düzen dýþý devrimci bir içerikten baðýmsýz olamaz. Önümüzdeki süreçte düzen dýþý yönelimleri olan siyasetlere karþý düzen tarafýnda ciddi bir yok etme politikasýnýn uygulanmasý beklenmelidir. Bu sürece karþý Devrimci Komünistlerin cevabý bulunduklarý alanda ekonomik ve gündelik siyasetin teþhiri, düzen içi muhalif mücadelenin burjuvaziyi besleyeceði yönünde illegal propaganda araçlarýný daha da güçlendirmek olmalýdýr. Bu süreçte Devrimci Komünistlere düþen bir diðer görev ise; ezen ulus devrimcisi olarak ezilen ulusa karþý yürütülen mücadelenin teþhiri, ezen ulus devrimcisi olan bir siyasal grup ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakký mücadelesinde yürüttüðü mücadelenin meþruiyetini ve ezen ulus olan Türkiye Devleti'nin yürüttüðü politikalarýn siyasal bir propaganda aracý olarak taþýnmasý olmalýdýr. Kuþkusuz bu görev 90'lý yýllardan itibaren yükseltilen þovenist dalga nedeniyle kolay bir görev deðildir. Bu süreç, geniþ kitleleri þovenistleþtirdiði ölçüde sol ve devrimci hareketin büyük bir kýsmýný da sosyal þovenist bir siyasal zemine çekmiþtir. Devrimci Komünistlerin görevi hem þovenistlere hem de daha çok sosyal þovenistlere karþý Kürdistan'da yürütülen ulusal mücadelenin meþruiyetini savunmaktýr. Kürt Hareketinin Geldiði Durum Geçtiðimiz ay içerisinde TÜSÝAD Türkiye'nin içinden geçtiði ekonomik ve siyasal koþullar üzerine bir deðerlendirme yapmýþtýr. Bu deðerlendirme Türkiye Devleti burjuvazisinin önümüzdeki süreçte gerek 'Kürt Sorunu' konusunda gerek dýþ politikada atacaðý adýmlara iliþkin önemli ipuçlarý vermektedir. Bu deðerlendirmede, içinden geçilen son süreçte Türkiye'nin dýþ politikada yürütülen ekonomik ve siyasal iliþkilerde çok önemli adýmlar attýðý, dünya ekonomisinde önemli bir yere geldiðine iliþkin vurgular

2

KOMÜNÝST DEVRÝM

da kazandýðý prestij… Türkiye Devleti'ni son süreçte bir adým öne geçirerek hedeflerine ulaþtýrmýþtýr. Kuþkusuz bu hedeflere uzun ve stratejik bir planla varýlmýþtýr. Türkiye, 1993-97 yýllarý arasýnda, çevredeki "düþman ülkelerin silahlanmasý" sebep gösterilerek, dünyada en çok silah satýn alan üçüncü ülke olmuþtur. Sadece 1997 yýlýnda Türkiye; Yunanistan, Suriye ve Ýran'ýn askeri harcamalarýnýn toplamý kadar silahlanmaya para harcamasý yaparak ordusu ve silah gücüyle bulunduðu bölgede en fazla tedirginlik yaratan askeri güç haline gelmiþtir. Bugün Türkiye, ABD dýþýnda F-16 savaþ uçaðý üretme lisansýna sahip tek ülkedir. Bölgede yaþanan çatýþmalar sebep gösterilerek sýk sýk Kürdistan'ýn kuzeyine askeri birlikler göndermektedir. Arnavutluk, Bosna, Kosova gibi çatýþmalý bölgelere kendi isteðiyle askeri birlikler yollamýþtýr. Ayrýca Afganistan' a, Somali'ye, Kore'ye Kýbrýs' a insani nedenler ya da tarihi baðlarýný öne sürerek çeþitli müdahalelerde bulunarak ABD'nin bölgedeki en önemli müttefiklerinden birisi olmuþtur. 'Sovyet' baskýsýna karþý NATO'ya girmek isteyen Türkiye Amerika'ya yakýnlaþmak amacýyla Kore Savaþý'na asker yollamýþ bunu karþýlýðý olarak NATO'ya tam üye olmuþtur. 1979 yýlýnda Ýran'daki þah rejiminin devrilmesi ile ABD emperyalizminin bölgedeki çýkarlarýný bekleyecek güçlü bir "alt-emperyalist" olma yolunda açýk ve kararlý bir þekilde yürüyen Türkiye' ye 12 Eylül 1980'den sonra 30 milyar dolar kredi verilmesi elbette boþuna deðildir. Türkiye'nin Kore'yle baþlayan saldýrgan emperyalist müdahalelerinin altýnda yatan gerçek alt-emperyalist olma hedefidir. Kore'ye gönderilen 25.000 kadar askerden 3,000'e yakýnýnýn ölmesi, Somali'de 10.000 sivilin ölümüne neden olan Birleþmiþ Milletler Ordusu'na katýlan yine Arnavutluk'taki ayaklanmaya karþý devleti korumak üzere gönderilen "Barýþ Gücü" içinde de Türk askerleri silahlý rekabet Kapitalizm ortaya çýktýðýndan beri sermayeler arasýnda uluslararasý düzeyde bir

rekabetin acýmasýzlýðýný ortaya koymaktadýr. Sermaye daha fazla kar elde etmek için globalleþmekte, yani ulusal sýnýrlar dýþýna çýkmakta, sisteme hizmet etmeye hazýr ülke burjuvazisi kendi çýkarlarýný koruyacak silahlý güçlere de ihtiyaç duymaktadýrlar. Yönetici sýnýflar uluslararasý rekabetteki konumunu korumak ve geliþtirmek ayrýca içte ve dýþta kendi egemenliklerini korumak ve kollamak için ordularýný güçlendirmektedirler. Gerçekte silahlanma için harcanan para yönetici sýnýfa hizmet etmektedir. Yönetici sýnýflar kendi karlarýný artýrmak için birbiriyle çatýþýrken fedakârlýk emekçiden beklenmekte, fatura her zaman kendi ülkelerinin emekçilerinden çýkartýlmaktadýr. Sermaye sýnýfý ile iþçi sýnýfý arasýndaki mücadele, "sýnýfsýz bir toplumun" kurulmasýyla noktalanacaktýr. Bu yazý kapitalizmin genel bir tahlili ve esas olarak emperyalist sistemin ne anlama geldiði ve Türkiye'nin bu süreçteki yeni rolü ve hedefleri üzerine yoðunlaþmaktadýr. Ancak bu tartýþma Türkiye'nin altemperyalist olduðu tespitiyle sýnýrlý kalamaz. Emperyalist sistemin üretim biçimi, iktidar iliþkileri ve daha özelde Türkiye'nin deðiþen hedefleriyle birlikte bu sürecin siyasal mücadelemiz açýsýndan ne anlama geldiðini anlamak ve bu sürecin getirdiði, getireceði yeni görevleri üstlenmek esas amaçlarýmýzdandýr. Teþhisi koymak birincil adýmdýr; bu tartýþmalara bu minvalde devam etmek ise bir sonraki hedefimizdir. Amacýmýz bugünü anlayarak geleceðe yön vermektir.

19


KOMÜNÝST DEVRÝM

egemen hale gelebilir ve hatta bunlarýn bir kýsmý bir alt-emperyalist güç düzeyine yükselebilirler. Örneðin bir zamanlarýn 'az geliþmiþ' kapitalist ülkesi Türkiye, 1960'larda, 1980'lerde ve son olarak 2000'lerde yaþadýðý sýçramalý kapitalist geliþim sonucunda orta derecede geliþkin kapitalist ülkeler arasýna katýlmýþtýr. Türkiye Devletinin yaþadýðý bu ekonomik ve siyasal geliþmeler onu emperyalist hiyerarþi piramidinde en üst basamakta yer alan emperyalist ülkelerin altýndaki bir konum olan alt-emperyalist bir konuma taþýmýþtýr. Azeri, Türkmen ve Kazak petrol rezervlerin dünya piyasalarýnca deðerlendirilmeye alýnmasý için yaratýlan rekabet ortamýnda Türk yönetici sýnýfý ekonomik ve stratejik olarak önemli bir yer kazandýracak bir pay kapma yarýþýnda, bölgesel ve küresel önem ifade eden bir rol kaparak belirleyici konuma getirmek için çaba sarf etmekteydi. Petrolün taþýnacaðý boru hattýnýn geçebileceði ülkelerin hemen hemen tamamýnda (Ermenistan Azerbaycan ile Gürcistan Abhazya ile ) savaþa varan iç çekiþmeler, balkanlarýn daðýlma sürecin sonra yaþadýðý ve halen devam eden gerginlikler ve Türkiye'de 15 yýlý aþkýn bir süredir süren bir iç savaþýn yarattýðý istikrarsýzlýk, petrol þirketleri için güvenli bir taþýma hattý sorunu yaratmaktaydý. Petrol þirketleri açýsýndan en ekonomik hattýn Ýran'dan geçmesi ise iþleri daha da karmaþýk hale getirmekte, pastadan pay kapmak yarýþýnda Türkiye, Yunanistan ve Ýran' ý birbirleriyle sýký bir rekabete sokmaktadýr. Batýlý büyük emperyalist güçler de bu mücadeleye seyirci kalmayarak bu üç altemperyalist olma hedefindeki ülkenin bölgedeki hegemonya mücadelelerinde kendi çýkarlarýna uygun olarak tutum almaktadýrlar. Türkiye diðer emperyalist güçler gibi, çeþitli mali yardýmlar yaparak, Azerbaycan'da darbe yaptýrmaya teþebbüs edecek kadar, Orta Asya ülkelerinin siyasetine müdahale etmektedir. Kafkasya'dan Kýbrýs'a, Somali'den Balkanlara, Türkî-Cumhuriyetlerden Afganistan' a kadar yapýlan operasyonlara

18

destek veren, birçok ülkeye asker göndererek hatta bizzat katýlan ve bölgesindeki tüm halklara zorla kendisini dayatan Türkiye, artýk, alt- emperyalist bir ülkedir. Alt-emperyalist bir ülke emperyalist ülkelere olan baðýmlýlýklarýnda, henüz bu düzeye ulaþmamýþ kapitalist ülkelere kýyasla, elbette belirli ölçüde, kendi çýkarlarý doðrultusunda daha baðýmsýz davranabilmek hatta bazen büyük güçlere kafa tutabilmektedir. Büyük emperyalist güçlerle iliþkilerinin biçimi ve niteliði zamanla kendileri lehine bir deðiþim ve geliþim kaydederek artýk kendileri de bir bölge gücü düzeyine yükselen kapitalist ülkeler, bir zamanlar bölgelerinde büyük güçlerin basit bir jandarmasý rolünü üstlenirlerken, artýk büyük güçlerle birlikte hareket etmektedir. Emperyalist hegemonya iliþkisi içinde yer alan devletler konumlarýný korumak ve güçlendirmek amacýyla zaman zaman daha büyük emperyalist devletlerle ters düþebilmektedirler. Henüz küresel ölçekte söz geçirecek kadar güçlü olmayan alt-emperyalist ülkeler ayný bölgede benzer konumda olan ülkeler arasýnda, Latin Amerika'da Arjantin ve Brezilya ya da Ortadoðu'da Türkiye ve Ýran arasýnda yaþanan güç olma yolunda yaþanan rekabet gibi, kendi bölgelerinde bir güç odaðý oluþturabilirler. Bu gibi bölgelerde her zaman için, söz konusu ülkelerin, tarihteki Osmanlý ve Pers imparatorluklarýnýn çekiþmesi gibi, her birinin daha fazla yayýlma isteðinden kaynaklanan sürtüþmeler mevcuttur. Her iki imparatorluðun artýklarý olan Türkiye ve Ýran'ýn günümüzde bölgesel düzeyde yayýlmacý hevesleri devam etmektedir. Uzunca bir süredir bölgede alt-emperyalist bir güç olmak konusunda Türkiye ve Ýran devletleri birbirleriyle rekabet halindedir. Irak'ýn güneyindeki Þii'ler ve Ortadoðu'da ciddi bir askeri güce sahip olan Hizbullah üzerinde etkili olan Ýran Devletine karþýlýk ABD'nin 'Büyük Ortadoðu Projesi' stratejisinde önemli görevler üstlenen Türkiye devleti arasýnda yaþanan bir rekabettir bu. 2002 yýlý sonrasýnda yaþadýðý ekonomik geliþme ve büyüme, bölge ülkeleri arasýn-

KOMÜNÝST DEVRÝM

cenazesinin bir Katolik papaz tarafýnda kaldýrýlmasý gibi 'din olgusu' Türkiye devletinin atacaðý bir sonraki hamle olabilir.) Yine barýþ görüþmelerinden hemen önce Ýspanya hükümetinin Fransa hükümeti ile iþbirliði içerisinde yaptýðý bir operasyon sayesinde ETA'nýn yönetici düzeydeki iki militanýnýn yakalamasý barýþ görüþmeleri öncesinde çok büyük bir koz olmuþtu. Bu süreçtekine benzer bir hamleyi Türkiye sýnýr ötesi operasyonla PKK kamplarýndaki üst düzey militanlarýn yakalanmasý biçiminde planlamaktadýr. Ve bu noktada Türkiye Devleti uluslar arasý planda ciddi hamleler yapmýþtýr. Yaþanan bu sürece iliþkin bir diðer önemli nokta da PKK gerillalarýnýn Güney Kürdistan'dan Kuzey Kürdistan'a geçiþi sýrasýnda Türkiye devleti sýnýrýnda hiçbir engellemeyle karþýlaþmamýþ olmasýdýr. Kuþkusuz bölgeyi çok iyi tanýyan PKK gerillalarýnýn ellerindeki büyük toplar ve silahlarla geçebilmiþ olmasýndaki baþarý önemlidir ancak böylesine güvenlikli, 24 saat heronlar tarafýndan izlenen bölgeden kolaylýkla geçmiþ olmalarý ve bu geçiþ konusunda Genel Kurmayýn yaptýðý çeliþkili açýklamalar belli þüpheleri beraberinde getirmektedir. Burjuvazi, uzun vadeli ve hayati önem taþýyan kimi hedeflerini gerçekleþtirmek için dönemsel olarak belli zararlarý üstlenmek konusunda tereddütsüz hareket etmektedir. Örneðin ABD'nin 11 Eylül saldýrýlarýndan hemen önceki 1-10 Eylül arasýnda Pakistan'daki asker ve mühimmat sayýsýný üç katýna çýkardýðý ve 11 Eylül'den hemen sonra Afganistan'a saldýrýya geçtiði bilinmektedir. Yani ABD daha önemli hedeflerine ulaþabilmek için 11 Eylül saldýrýlarýna göz yummuþ görünmektedir. Týpký bu olaydaki gibi Türkiye Devleti'nin de çukurca baskýnýna göz yummuþ olabileceði ihtimali güçlüdür. (Bu noktada amacýmýz ne PKK'nin eylemlilik düzeyini küçümsemektir ne de devletle bir iþbirliðinde olduðu iddiasýný ortaya atmaktýr. Bu nokta da ortaya koyduðumuz görüþlerin son derece tehlikeli bir sýnýrda durduðunun farkýndayýz ancak bu olasýlýklarý deðerlendirmek pek çok açýdan önem taþýmaktadýr. Öncelikle devletin siyaset tarzýnýn bilinmesi ve günü geldiðinde karþý manevralar geliþtirilebilmesi anlamýnda önemlidir ayrýca eðer devlet bu saldýrýyý önleyebilecekken önlememiþse bu tip saldýrýlar gerçekleþtirebilmek konusunda

mücadeleyle sýnýrlý kalmýþ, PKK'nin elde ettiði siyasal düzey (Sivil toplum kuruluþlarýnda, sendikalarda yakaladýðý etkin siyasal düzey; parlamentoda temsiliyet, Kürt halkýnýn büyük bir bölümünden aldýðý destek…) çok daha geliþmiþtir. Örneðin, son süreçte, Türkiye Devleti'nin PKK' ye karþý yürüttüðü operasyonlar karþýsýnda Kürdistan'ýn dört bir yanýnda kitleler sokaða taþmýþ, asker ve polislerle çatýþmalara girmiþlerdir. Bölge milletvekilleri, yürütülen operasyonlara ve týkanan sürece iliþkin ciddi bir propaganda yürütülmüþlerdir; Diyarbakýr'dan Van'a birçok bölgede sivil toplum kuruluþlarý çift taraflý ateþkes için giriþimler baþlatmýþtýr. Tüm bu nedenlerle Kürt hareketi týpký IRA ve ETA gibi kitlelerle bütünleþmiþ bir halk hareketidir. Türkiye Devleti'nin Kürt hareketine karþý bu güne kadar yürüttüðü ve bundan sonraki süreçte yürüteceði mücadelenin daha iyi görülüp anlaþýlabilmesi için IRA ve ETA deneyimlerinin kýsa bir deðerlendirmesinin yapýlmasýna ihtiyaç vardýr. (Bu konunun derinlikli deðerlendirmesini baþka bir yazýya býrakarak IRA ve ETA sürecindeki yaþanan çeþitli örneklerle bugün Kürt hareketi ile Türkiye devletinin yürüttüðü mücadeledeki çeþitli adýmlarý örtüþtürmeyi hedeflemekteyiz.) IRA ve ETA'nýn bulunduklarý yerlerde yürüttükleri mücadeleler tarihsel süreç içerisinde iniþli çýkýþlý bir grafik izlemiþtir. Yürütülen bu mücadelelerde barýþ görüþmelerinin baþlamasýna yakýn dönemlerde hükümetler ve mücadele yürüten örgütlerin silahlý mücadele hamleleri týpký bu süreçte Türkiye devletinin ve PKK'nin hamlelerini arttýðý gibi artmýþtýr. Her iki taraf da karþý tarafla yürüteceði uzlaþma görüþmelerinde daha çok hak elde edebilmek için görüþmeler öncesinde son kozlarýný oynamaktadýr. Örneðin, son süreçte medyanýn geniþçe yer ayýrdýðý Kürt kýzý olan "Kardelen Ayþe"nin söylediði 'Ben de Kürdüm ama bunlar Kürt deðil þerefsizdir' sözleri Kürt hareketinin Kürdistan'daki Kürt halký içerisindeki prestijini kýrmaya yöneliktir. Buna çok benzer bir süreç ETA'nýn bir katoliði öldürmesinin ardýndan çeþitli Katolik çevreler ve Ýspanya devletinin medya desteði ile yürütülmüþ ve son derece baþarýlý olmuþtur. (Türkiye devletinin bu son hamlesi çok da baþarýlý deðildir ancak benzer hamleler yapmasý beklenmelidir. Örneðin týpký Ýspanya'da öldürülen bir protestanýn

3


KOMÜNÝST DEVRÝM

tarafýndan son yazýlan raporda da belirtildiði gibi burjuvazi artýk Kürt hareketiyle bir uzlaþma zemini aramaktadýr. Bu zemin barýþ ve kardeþleþme zemininde olmayacaktýr elbet ancak Kürt hareketinin yaklaþýk otuz yýldýr yürüttüðü mücadelede elde ettiði mevzileri Türkiye Devleti de görmektedir ve bir uzlaþý arayýþýndadýr. Böyle bir uzlaþma zemininin, son 20 yýldýr yükseltilen þovenist dalga nedeniyle geniþ kitleler tarafýndan kabul edilmeyecektir. Ýþte bu hamleler savaþýn iç yüzünü açýða çýkartarak geniþ kitlelerin de uzlaþma konusunda desteðini alabilmek ya da en azýndan geniþ kitlelerin engellemesiyle karþýlaþmamak için atýlýyor olabilir. Bu anlamda daha önce Kýlýçdaroðlu'nun geliþiyle CHP'deki milliyetçi eðilimi törpüleyen burjuvazi, yaptýðý bu hamleyle MHP'nin desteðini azaltabilmeyi ve onun þovenist etkisini kýrabilmeyi hedeflemektedir denilebilir. (bu noktada da geçmiþ bazý örneklere göndermeler yapmak yerinde olacaktýr; Ýspanya hükümeti ile ETA arasýnda yürütülen her uzlaþma giriþimi Protestan para-militer güçlerin engelleme ve protestolarýna hatta kanlý saldýrýlarýna neden olmaktaydý. Ýspanya hükümeti bu uzlaþma arayýþý çerçevesinde Katoliklere yeni haklar vermek zorunda kaldýðý her dönemde Protestanlarýn protestolarýna ve saldýrýlarýna uðramýþ ve Protestanlara ayrýca haklar tanýmak zorunda kalmýþtýr. Ýspanya hükümeti ETA ile yürüttüðü son görüþmelerden önce bu para-militer güçler üzerindeki etkinliðini arttýrarak onlarý çok daha az etkili hale getirerek barýþ görüþmeleri yapabilmiþtir. Yine IRA ile anlaþma saðlamaya çalýþan Ýngiliz hükümeti de benzer þekilde geçmiþteki 'Kanlý Pazar Olaylarý'ný yeniden yargýya taþýyýp sorumlularýn yargýlanmasýný saðlamak zorunda kalmýþtýr. Bu hamle, Ýngiliz hükümeti için aslýnda 'aþýrý milliyetçi' unsurlarý geriletebilmek için bir hamledir.) Bu noktada devrimci komünistler, yalnýzca düzenin karanlýk gücü olarak gösterilen Ergenekon örgütünün deðil o örgütü yaratan ve kullanan burjuvazinin kendisini ve kapitalizmin tüm kurumlarýný teþhir etmelidir. Yaþanan tüm olaylarý kapitalist devletin iþleyiþinden baðýmsýz düþünmek mümkün deðildir ve çürümüþ olan bu düzen biz onu deðiþtirmezsek dönmeye devam edecektir.

daha fazla profesyonelleþmemiz gerektiðini kavramak açýsýndan önemlidir.) Türkiye devleti, bu olayýn ardýndan yaþanan saldýrýyý bahane ederek Güney Kürdistan'ýn çeþitli bölgelerine hava saldýrýsý gerçekleþtirmiþtir. Yine bu olaydan sonra Türkiye devlet sýnýrýnýn Irak devlet sýnýrýnýn içine doðru kaydýrýlmasý olasýlýðý tartýþýlmýþtýr, son olarak ise Türkiye Devleti bölgedeki sýnýr bölgeleri boyunca profesyonel ordunun konuþlandýrýlmasý kararlarý almýþtýr. Türkiye Devletinin Musul'daki askeri üssünün geliþtirilmesi, asker ve mühimmat sayýsýnýn arttýrýlmasý konularýnda da oldukça hevesli olduðu gözlenmektedir. Kuþkusuz, PKK tarafýndan yapýlmýþ olan bu saldýrý Türkiye Devleti'nin bölgedeki yayýlmacý hedeflerini dillendirmesi ve bu konularda uluslar arasý bir baský yürütmesi konusunda çeþitli avantajlar saðlamýþtýr. Son günlerde Ýnegöl ve Dörtyol'da yaþanan olaylar ve týrmanan gerginlikler konusunu da deðerlendirmek gerekmektedir. Bu konuda söylenmesi gereken ilk nokta sanýrýz Ýnegöl'de toplanan bir grup faþist kitlenin iki gün boyunca polisle ve askerle yürüttüðü çatýþmadýr. Bu çatýþmalarda kabaran kitle öfkesi polis arabalarýný yakmýþ, banka binalarýna saldýrmýþtýr. Ýlk olarak MHP mitingiyle baþlayan olaylarýn bu noktalara taþmasý yani devletin doðrudan kontrolünde olan ülkü ocaklarýnýn ve faþist kitlenin öfkesinin bankalara yönelmesi önemli bir noktadýr. Her kitle hareketi gibi bu kitle de yüzde yüz kontrol edilebilir bir zeminde deðildir ve öfke biranda sermayeyi tehdit eden bir forma dönüþebilir. Bu konunun ayrýntýlý deðerlendirmesini baþka bir yazýya býrakarak bu olaylarla ilgili olarak baþka noktalarý deðerlendirmeye geçiyoruz. Ýnegöl ve Dörtyol'daki olaylardan sonra aslýnda üç polisin öldürülmesiyle ilgili olayýn JÝTEM ve MHP baðlantýlý gerçekleþtirilmiþ olabileceðine iliþkin çeþitli ipuçlarý ortaya çýkmýþtýr. Bu olay da týpký çukurca baskýnýnda olduðu gibi çeþitli þüpheler taþýmaktadýr. Burjuvazinin bu olaylarý bilerek ve isteyerek çeþitli medya organlarýnda yayýnlamýþ olmasýný tesadüf olarak deðerlendirmemek gerekmektedir. Burjuvazi, PKK ile yürüttüðü iç savaþý kirli savaþ biçiminde algýlamakta ve bu savaþta en kirli yüzünü zaten ortaya koymaktadýr. Bugün ise artýk bu gerçekleri kamuoyuna duyuruyor olmasý yeni bazý hedefler taþýdýðýný göstermektedir. TÜSÝAD

Referandum Süreci ve Devrimci Tutum Son dönemde Türkiye siyasetinin

4

KOMÜNÝST DEVRÝM

alt-emperyalist olduðuna dair analizler Türkiye'nin askeri geliþmiþliði, bölgede nasýl bir askeri güç olduðu ölçüt alýnarak yapýlmaktadýr. Türkiye'nin askeri bir güç olduðu geçtiðimiz 20 yýl için de bugün için de geçerli bir tespittir. Kürt hareketinin geliþiminin ve konumunun etkisiyle askeri kapasitenin artmasý, Sovyetler Birliði'nin daðýlmasýnýn ardýndan Türkî cumhuriyetlerle artan diplomatik iliþkiler ve orada yürütülen ekonomik ve siyasal faaliyetler Türkiye'nin bölgede bir güç olduðuna dair kanýtlardýr. Berlin Duvarý'nýn yýkýlmasýndan sonra Doðu Almanya'dan kalan askeri mühimmatlarýn Türkiye'ye hediye edilmesi, ABD'nin eski savaþ silahlarýnýn Ýsrail'de modifiye edilerek Türkiye'ye aktarýlmasý, askeri teknolojilere yatýrýmýn artmasý askeri bir güç olmanýn sistematik bir þekilde hayata geçirildiðini göstermektedir. Ýç savaþ, komþu ülkelerin silahlanmasý bahanesiyle silahlanmaya yatýrým her geçen gün artmýþtýr ve artmaya devam etmektedir. Askeri bölgesel güç olmak alt-emperyalist olmanýn bir boyutu olmakla birlikte altemperyalizm bununla sýnýrlý deðildir. Türkiye'nin bölgesinde bir güç olmasý askeri bir güç olmaktan, emperyalist gücün jandarmalýðýný üstlenmekten ibaret deðildir. Alt-emperyalist olmak, önce bölgesel sonra küresel kapitalist üretim iliþkilerinde geçerli ve önemli bir ekonomiye sahip olmaktan baðýmsýz düþünülemez. Hiçbir askeri güç sermayenin küresel gücünden baðýmsýz düþünülemez. Askeri yatýrýmlar sektörel gücü itibariyle ekonomik gücü büyütmenin bir uzantýsý olarak da görülmelidir. Temel hedef bölgesel askeri bir güç olmanýn ötesinde küresel piyasada sözü geçen bir aktör olabilmektir. Uzunca yýllar, kaynaklarýyla yatýrýmlarýyla kendi kendine yeten bir ülke olarak anýlan Türkiye'nin deðiþen hedeflerini bu vurgunun rafa kaldýrýlmasýndan da okuyabiliriz. Bugün vurgu yapýlan þey ise dýþarýya açýlma, ekonomik büyüme gibi yayýlmacýk hedeflerini barýndýran yeni bir siyasettir. Türkiye'nin deðiþen bu yaklaþýmý onun

küresel kapitalist hiyerarþideki deðiþen, deðiþmekte olan pozisyonunun bir ifadesidir. Emperyalist Sistem Ýçerisinde Türkiye Devleti'nin Deðiþen Konumu 20. yüzyýlýn ikinci yarýsýndan sonra kapitalist sistemin iþleyiþ yasalarý gereði eþitsiz düzeyde ve krizlerle bezeli bir biçimde de olsa, irili ufaklý pek çok ülke yýllar içinde siyasal ve ekonomik bakýmýndan deðiþim geçirmiþtir. Bir zamanlarýn sömürge statüsündeki ülkelerin yerine ulus-devletler kurularak buralarda da kapitalist bir pazar geliþtirilmeye baþlanmýþtýr. Kapitalizmin küresel iþleyiþi içinde Türkiye gibi kapitalist ülkeler, emperyalist güçlere baðýmlý da olsa, zaman içinde aþamalar geçirerek önemli geliþmeler kaydetmiþtir. Türkiye gibi, vaktiyle yarý-sömürge konumuna düþen (1. Emperyalist Paylaþým Savaþý sonunda) bazý kapitalist ulus-devlet ülkelerde önemli ekonomik geliþmeler kaydederek bir zamanlarýn sömürge/ yarý-sömürge ülkeleri emperyalist-kapitalist güçler piramidinde az geliþmiþ veya orta derecede geliþmiþ kapitalist ülkeler olarak yerlerini almýþlardýr. Önemli jeostratejik konuma sahip Hindistan, Brezilya, Türkiye gibi ülkeler ise zamanla birer bölge gücü düzeyine yükselmiþlerdir. Farklý sektörlerde faaliyet gösteren sermaye gruplarý arasýnda rekabet olmaksýzýn varlýðýný sürdüremeyen kapitalizm, tekelci iliþkilerin egemen olduðu emperyalizm doðasý gereði piyasalarda rekabeti üst düzeylere týrmandýrýr. Kapitalist üretim tarzýnda bütün sermaye gruplarý ulusal ve uluslararasý düzeyde birbiriyle rekabet ederken ayný zamanda birbirlerinden faydalanmaya çalýþtýðýndan iþbölümü ve uzmanlaþmayý kaçýnýlmaz hale getirir. Kapitalizmin emperyalist aþamasýnda geliþmiþ kapitalist ülkelerin yanýnda, diðer kapitalist ülkelerde de ekonomik sektörler farklý boyutlarda çeþitlenerek kapitalist üretim iliþkilerinin geliþmesi durumunu meydana getirir. Zaman içinde kapitalist olup olmadýðý tartýþýlan ülkelerde bile tekelci kapitalizm

17


KOMÜNÝST DEVRÝM

lýlýk. Ýkincisi bu iþ bölümünde geliþmekte olan ülkelere gidecek sermayeyi etkilemek için iþçi sýnýfýn en üst düzeyde sömürüsü. Bunun dayanaklarýndan biri ücretlerin gittikçe azaltýlmasýyken, bir diðeri yedek iþgücü ordusunun yani iþsizliðin artmasýdýr. Bu uluslar ve uluslararasý sermayenin entegrasyonu olarak tanýmlanan sürecin kendisidir ayný zamanda. Diðer bir deyiþle, Kapitalizmin ya da emperyalizm hiyerarþik düzeninin görünümüdür. Bunun hem ulusal hem uluslararasý ölçekteki tek anlamý ise daha fazla sömürü ve bir yanda daha fazla kölelik, yoksulluk ve açlýk diðer yanda daha fazla zenginliktir. Brezilya'dakine benzer bir analizden hareketle alt-emperyalizm kavramý 1970ler Ýran'ý için de kullanýlmaktadýr. Ayný dönem için Ýran'la birlikte, Brezilya, Güney Afrika ve Ýsrail ABD emperyalizmi tarafýndan sözü geçen bölgelerde çýkarlarýnýn devamlýlýðý için kurulan bölge güçleri olarak tanýmlanmaktadýr. Orta Doðu coðrafyasý için Ýsrail ve Ýran dönemin bölgesel güçleridir; Ýsrail ve Ýran kardeþ-emperyalist ülkelerdir. Pakistan da bu dönemde ekonomik ve askeri olarak bu kardeþliðe eklemlenme çabasý söz konusudur. Ýran'ýn emperyalist hedeflerle þekillenen bu dönemin endüstriyel geliþimi þu üç özellikle tanýmlanmaktadýr: Ýran halkýnýn emperyalist ultra sömürüsü, bürokratik ve askeri bir komprador burjuvazinin yaratýlýþý, artan sýnýfsal ve bölgesel eþitsizlikler. Ýran için Ulusal sermayenin ülke içindeki bu burjuva sýnýfý aracýlýðýyla uluslar arasý sermayeye eklenmesini bu dönem de baþlamýþtýr ve bugün de Ýran emperyal hedeflerini büyüterek bölgedeki etkin varlýðýna devam etmektedir. 1970lerde Ýran ultra-modern askeri bir devlet olarak ortaya çýkmýþtýr. Bu ekonomik yapýsal deðiþikliklerin yaný sýra Ýran ve Brezilya örneklerinde göze çarpan biz özellik alt-emperyalizmin askeri geliþmiþlikle neredeyse özdeþ bir þekilde tanýmlandýðýdýr. Hatta bizzat ABD menþeili askeri darbelerin yön vermesiyle altemperyalizmin kendini tamamladýðý görülmektedir. Askeri bir güç olmak altemperyalizm için gerekli bir koþuldur ama

16

yeterli bir koþul deðildir. Alt-emperyalizm askeri, ekonomik, siyasal, sosyal ve hatta kültürel bütün boyutlarýyla ele alýnmalýdýr. Sermayenin dinamik olan güç olma yarýþýný düþündüðümüzde; bölgesel güç olmanýn sadece askeri güçle ölçülemeyecek bir kapsamda olduðu gerçeðini görürüz. Alt-emperyalist tanýmlamasýný yaptýðýmýz Türkiye'nin yarýþtaki yeri de bu gerçekten hareketle tespit edilmiþtir. Alt-emperyalizm kavramý Türkiye'de akademisyenler, ekonomistler, solcular ve devrimciler tarafýndan kullanýlmasý çok da tercih edilen bir kavram deðildir. Bunun üzerine yürütülen tartýþmalar olmakla birlikte, Türkiye'nin küresel siyasetteki yerini ve rolünü doðrudan bu kavrama referansla açýklama eðilimi yoktur. Alt-emperyalizm kavramý hareketimiz için yeni bir kavramsallaþtýrma olmamakla birlikte; Türkiye'nin bütüncül olarak alt emperyalist hedeflerine son yýllarda baþta Orta Doðu olmak üzere, Kafkaslar, Orta Asya ve Balkanlar'ý da kapsayacak þekilde bölgedeki güç dengeleri arasýnda oynadýðý rolün deðiþmesiyle ulaþtýðý tespitiyle bu olgu hareketimiz tarafýndan açýklýkla ifade edilmektedir. Bu alanda karþýlaþtýðýmýz en kapsamlý çalýþma Engin Erkiner'in Türkiye'nin 90'lý yýllarda yaþadýðý ekonomik ve siyasal geliþmeleri anlattýðý Alt-emperyalizm ve Türkiye adlý kitabýdýr. Kitap Sovyetler Birliði'nin yýkýlýþýný yeni bir dönemin, yenidünya düzenin baþlangýcý olarak ele alýp; bu tarihten itibaren küresel ölçekte deðiþen ekonomik ve siyasal iktidar iliþkilerini, düzenin yeni aktörlerini ve bu aktörlerden biri olan veya olmaya aday olan Türkiye'nin bu iliþkiler aðýndaki yerini analiz etmektedir. Olan veya olmaya aday bilinçli bir tanýmlamadýr çünkü kitap Türkiye'nin ne derecede etkili bir küresel aktör olduðunu tartýþmaktadýr. Bu tartýþma ayný zamanda Türkiye'nin etkili olduðu ve etkisi altýna almak istediði bölgelerin neler olduðunu ve bu bölgesel etkinin ve bölgesel iliþkilerin ne anlama geldiðini küresel ölçekte nasýl deðerlendirilmesi gerektiðini içermektedir. Bu kitap da dâhil olmak üzere Türkiye'nin

KOMÜNÝST DEVRÝM

12 Eylül darbe dönemini deðil bir bütün olarak kapitalizme karþýtlýðý öne çýkartmalýdýr. 12 Eylül Darbesiyle ilgili olarak da bu darbenin devrimcilere ve iþçi sýnýfýna karþý burjuva sýnýfýnýn silahlý gücü ordu tarafýndan yapýldýðýný, bu kararýn burjuvazi tarafýndan alýndýðýný ve hem darbeyi gerçekleþtirenlerden hem de bu darbenin kararýný veren burjuvaziden hesabý gerçekleþtireceðimiz devrimle birlikte soracaðýmýzý propaganda etmelidirler. 12 Eylül 2010 Referandumunda Devrimci Komünist Hareket, boykot kararý almýþtýr. BDP, çeþitli sendika ve sivil toplum kuruluþlarý, sol ve devrimci yapýlarýn büyük bir kesimi de dâhil olmak üzere alýnan bu boykot kararýnýn gerekçeleri hareketimiz açýsýndan aslýnda yukarýda anlatýlmýþtýr. Komünist siyaset, herhangi bir gündemde meselenin sýnýfsal yanýný öne çýkartan siyasettir. Manifesto'da Komünist siyaseti diðer siyasetlerden bu sözlerle ayýran Marx adeta bugüne de bir gönderme yapmýþtýr. Devrimci Komünist Hareket olarak bizler, pek çok siyasi parti ya da örgütlü geleneðin boykot kararýna ve kurulan boykot cephelerine katýlmayý tercih etmedik. Bu tercih sesimizin daha güçlü duyurulabilmesi olasýlýðýna raðmen aslýnda ayný ilke ve nedenlerle boykot kararý almamýþ olmamýzla ilgilidir. Kurulan boykot cephesi ve platformlar; boykot gerekçelerini yapýlan düzenlemelerin göstermelik olmasýna, 12 Eylül darbesiyle yeterince hesaplaþýlmamasýyla özetlemektedirler. Bu yöntem ve propaganda ile boykot kararý almak ile referandumda evet ya da hayýr demek arasýnda kitlelere meselenin sýnýfsal yanlarýný taþýmak anlamýnda çok da fark görünmemektedir. Ýþte bu nedenle hareketimiz referandum gündeminde siyasetini baðýmsýz yürütme kararý almýþtýr. Kuþkusuz bugün Devrimci Komünist Hareketin etki alaný ve propaganda düzeyi diðer siyasal seçeneklere göre daha geri düzeydedir. Ancak tüm militanlarýmýz etki düzeyine bakmaksýzýn önümüzdeki süreçte referandum çalýþmalarýna hýz vermelidirler. Unutulmamalýdýr ki, böyle siyasal gündemlerde kitleler diðer zamanlara göre daha fazla siyaset tartýþmakta ve devrimcilerin görüþlerine kendilerini daha fazla açmaktadýrlar. Ayrýca böylesine siyasal süreçlerde, komünistler etkileyemediði kitlelerin siyasal tercihlerini ve bu tercihlerin

gündemindeki ilk olay referandum sürecidir. Bu deðiþiklik paketi ile hangi maddelerin ne þekilde deðiþtirildiði konularýnda kamuoyunda hemen her gün yazýlar deðerlendirmeler yapýlmaktadýr. Bu nedenle aslýnda bu deðiþimle burjuvazinin neyi hedeflediðini bir cümleyle özetlemekte yarar vardýr. Burjuvazi bu deðiþimi kaçýnýlmaz olarak yapmaktadýr yani geçmiþte komünizm tehdidini ve sýnýf hareketinin yükseliþini ensesinde hisseden burjuvazi için bu tehdit ve hareketlilik geriletildiðinde ya da daha doðru bir ifadeyle düzen içine çekildiðinde kimi maddelerde bazý düzenlemelerle emekçi kitlelere ve devrimcilere havuç sunulmaktadýr. Bu noktada Devrimci Komünistlerin tutum ve eylemliliðine iliþkin deðerlendirmelerimizi yapmadan önce sürecin kendisiyle ilgili bir deðerlendirme yapýlabilir. Aslýnda son 30 yýldýr bir tabuyu ifade eden 12 Eylül darbesinin tüm kitleler tarafýndan tartýþýldýðý bir süreçten geçiyoruz. Yalnýzca bu durum bile konunun doðru noktalardan tartýþýlabilmesi durumunda bir olumluluðu ifade edebilir. Ancak 12 Eylül darbesi ve cunta yönetimi konusunda sol ve devrimci kamuoyu meselenin sýnýfsal ve siyasal düzleminin dýþýnda gündelik bir siyaseti öne çýkarmaktadýr. Þuan yürürlükte olan anayasanýn darbe döneminde darbeciler tarafýndan yapýldýðý doðrudur ancak bunun karþýsýnda TBMM tarafýndan yapýlabilecek bir sivil anayasanýn kitleler açýsýndan bir özgürlüðü ifade ettiði görüþünü savunmak ya da savunulan görüþlerin kitlelerin kafasýnda böyle bir algý yaratýyor olmasý sýnýfsal perspektiften uzak bir siyaset tarzýdýr. Bir kere kapitalizm ordusuyla, meclisiyle, medyasýyla, sivil toplum kuruluþlarýyla, partileriyle, sendikalarýyla bir bütündür. Burjuvazi ihtiyaç duymasý halinde belli 'özgürlükleri' rafa kaldýrýp darbecileri öne çýkartýr ya da bu ihtiyaç ortadan kalktýðýnda cunta yönetimini geri plana alýr. Yani burjuvazinin bugün böyle davranýyor olmasý gelecekte kendileri için 'komünizm tehdidi' yeniden yükseldiðinde artýk darbe seçeneðini kullanmayacaðý anlamýna gelmemektedir. Yani 12 Eylül kapitalizmin bir yüzü ise 12 Eylül 2010'da diðer yüzüdür. Ýþçi sýnýfý ve emekçi kitleler bunlardan birini tercih etmek zorunda deðildir. Bu noktada Devrimci Komünistler faaliyet yürüttükleri alanlarda diðer devrimci gruplarýn yaptýðý gibi yalnýzca

5


KOMÜNÝST DEVRÝM

nedenlerini de öðrenmelidirler. Emekçi kitlelerin bugün hangi nedenle hangi siyasal anlayýþýn etkisi altýnda olduðunu bilmek onlara, bundan sonraki süreçlerde, ne tip araçlarla ve nasýl gitmemiz gerektiði konusunda önemli veriler sunmaktadýr. Bu nedenlerle militanlarýmýz hem görüþlerimizi etkin þekilde emekçi kitlelere propaganda etmeli hem de kitlelerin nabzýný tutmalýdýrlar. Referandumda 'Hayýr Cephesi' olarak taraf olanlara iliþkin de kimi noktalarda eleþtiriler getirmek gerekmektedir. Hayýr oyu kullananlar CHP, MHP gibi burjuva partilerle sýnýrlý kalmýþ olsa belki bu eleþtirileri yapmak anlamsýz olabilirdi ancak ÖDP, TKP,… gibi partiler de hayýr oyu kullanacaklarýný açýklamalarýndan sonra belki onlarla bir polemik yürütmek ihtiyacýyla deðil ama bizim siyasal gerekçelerimiz ve siyaset yöntemimizin daha iyi anlaþýlabilmesi için bu eleþtiriyi önemli görmekteyiz. i) Bu partilerin referandumda hayýr oyu kullanacak olmalarýna birinci gerekçe olarak emekçilerin yýllardýr mücadele ederek kazandýklarý haklarýn bu referandumla týrpanlanacaðýdýr. Kuþkusuz bu referandumda deðiþtirilen anayasa paketinin emekçilerin yanýnda olmadýðý aþikârdýr. Ancak iþçi ve emekçilere sokakta yýllardýr kararlýlýkla sürdürdüðünüz mücadeleyi korumak için sandýkta hayýr oyu vermelisiniz demek; isteyerek ya da istemeyerek emekçi sýnýfý düzen içine çeken bir davranýþ olacaktýr. Uzun ve zorlu mücadelelerle kazanýlan haklarý korumak ve ileri taþýmak bugüne kadar sürdürülen mücadeleyi de ileri taþýmakla mümkündür. Bu partilerin hayýr oyu vermeye çaðýrdýðý emekçi kitleler, referandumda evet oyu çoðunlukta olmasý durumunda yeni haklar kazanmak için yeni seçimler mi bekleyecektir? ii) bu partilerin ikinci gerekçesi HSYK'nýn baðýmsýz yapýsýnýn deðiþecek olmasýdýr. Aslýnda bu partilere birkaç soru sormak gerekmektedir. Bu güne kadar HSYK hangi anlamda baðýmsýzdýr? Bir burjuva kurumun baðýmsýzlýðýnýn sýnýrlarý nelerdir? Yýllardýr iþlenen devrimci cinayetlerinde açýkça taraf olan bir kurumun bugünkü yapýsýný korumak neden sizin görevinizdir? (Bu sorunun onlar nezdinde cevaplarý bizde mevcuttur ancak mücadele tarihinde herkes kendi üzerine düþen görevi oynamaktadýr ve bizim rollerimizle onlarýn rolleri arasýndaki düzlem farký nedeniyle bizdeki cevaplarý buraya yazmak anlamsýz aþamadadýr.) iii) Referandumda boykot kararý alanlar için bir

6

eleþtiri yazýsý yazan TKP, neden boykot etmemek gerektiði üzerinde durmuþtur. Demiþtir ki; boykot ancak sen %50'nin üzerinde bir gücü sandýða götürmeyip referandumu iptal ettirebilirsen bir taktik olarak kullanýlabir. (Aslýnda þunu söylemek istemiþtir; burada bir hayýr cephesi var ve % 50'nin üzerinde oy alma ihtimali var, 'evet'e karþý böyle bir tarafta olmak daha akýllýca!) bu güne kadar seçimlerde binde 1-2 oy alan bir partinin bugün güçlü olanýn yanýnda olmayý, kendi görüþlerini kitlelere propaganda etmek gerekliliðine tercih etmesine bakarak bu tutarsýzlýðýn nedenini sormak gerekmektedir. (bugüne kadar seçimlerde, amacýmýz seçimleri kazanmak deðil komünist ilkelerin propagandasýný yapmak diyen bir parti için bu tutarsýzlýk bir sonraki genel seçimlerde olasý bir CHP-MHP ittifakýnda AKP'ye karþý güç birliði anlayýþýyla nerelere evrilir bilinmez!!!) Bu konuda son olarak bir noktanýn daha bir kaç cümle ile açýklýða kavuþmasý gerektiði kanaatindeyiz. Bugüne kadar 12 Eylül mitinglerinde devrimci ve sol çevrelerin büyük bir kýsmý darbecilerin yargýlanmasý ve darbe anayasasýnýn deðiþtirilmesi konusunda imzalar toplamýþ meclise yollamýþtý. Bugün hükümet aracýlýðý ile burjuvazi bu deðiþiklikleri gerçekleþtirdiðinde ise boykot ya da hayýr kararý alýnmasý son derece tutarsýzdýr. Bu konuda deðiþikliklerin yetersiz olduðu söylense de böyle bir deðiþim isteyenlerin hangi deðiþimleri de beraberinde istediklerini vurgulamalarý gerekmez miydi? Aslýnda hükümet bugün pek çok devrimci sol çevrenin yýllardýr istediði deðiþiklikleri yapmýþtýr ancak siyasetini AKP karþýtlýðý üzerinden þekillendirenler bu sürece de çeþitli gerekçelerle karþý çýkmýþlardýr.

KOMÜNÝST DEVRÝM

KOMÜNÝST DEVRÝM

kapitalist ülkeleri güçlerine göre sýralamaktadýr. Piramidinin en üst basamaðýnda yer alan ileri derecede geliþmiþ kapitalist ülkeler 'emperyalist' olarak nitelediðimiz ülkelerdir. Hiyerarþi piramidinde en fazla tartýþmaya yol açan basamaðý, alttan üste geçiþte farklý özellikler taþýyan orta derecede geliþkin kapitalist ülkeler oluþturur. Dünya üzerinde sosyo-ekonomik halkalarýn farklý geliþme düzeyinde olan ve birbirine baðýmlý olduðu halde baðýmsýzca hareket edebilmeyi hedefleyen emperyalist ülkelerle orta derecede geliþkin kapitalist ülkeler arasýnda son derece keskin sýnýrlar mevcuttur. Orta derecede geliþkin kapitalist ülkeler emperyalistleþebilmek için çeþitli hamleler yaparak yapýsal deðiþim süreçlerinden geçerler. Bu nedenledir ki hiyerarþi piramidinde farklý geliþme basamaklarýnda (üst, orta, alt) yer alan ülkelerde kapitalizm duraðan deðildir. Sosyoekonomik yapýda yapýlan hamlelerin yerindeliðine ve baþarýsýna baðlý olarak aþaðýdan yukarýya veya yukardan aþaðýya hareket vardýr. Emperyalizm çaðýnda ekonomik çarklarýn aksamadan dönebilmesi için kapitalist ülkeler arasýnda karþýlýklý ekonomik iliþkiler kurulmalýdýr. Bunun içinde yalnýzca geliþmiþ kapitalist ülkelerde deðil tüm ülkelerde kapitalist pazarýn beslenerek büyütülmesi gereklidir. Bugün artýk, az veya orta geliþmiþlik düzeyinde baðýmlý pozisyonda olan bir ülkeyi sömürgecilik döneminde olduðu gibi ekonomik açýdan atýl ve geri durumda bir hammadde deposu olarak býrakmak, emperyalist ülkelerin çýkarýna deðildir. Alt Emperyalizm Kavramý ve AltEmperyalizm Tartýþmalarý Alt emperyalizm kavramý ilk olarak Brezilyalý Marxist ekonomist Ruy Mauro Marini tarafýndan Brezilya'nýn askeri diktatörlük dönemindeki uluslar arasý konumunu ve rolünü tanýmlamak için kullanýlmýþtýr. Bu dönem ABD destekli bir askeri darbeyle 1964'te baþlamýþ ve 20 yýl sürmüþtür. Marini Alt-emperyalizmin çerçevesinin de bir parçasý olarak bu

dönemde Brezilya'yý diðer Güney Amerika ülkelerine karþý ABD ve Avrupa'nýn bir temsilcisi ve bölgede özellikle ABD siyasetinin yürütücüsü olarak görmektedir. Marini altemperyalizmi baðýmlý bir ekonominin tekellerin ve finans kapitalizmin düzeyine ulaþmak hedefiyle hareket ettiði bir form olarak tanýmlamaktadýr. Alt emperyalizm bir ülkede emperyalist güçlerden görece özerk bir yayýlmacý siyasetin varlýðýyla karakterizedir. Marini bunlarý söyledikten sonra, Latin Amerika'da Meksika ve Arjantin'in de bazý alt-emperyalist özellikler taþýmakla birlikte, bu temel karakteri sadece Brezilya'nýn taþýdýðýný kendi tahliline ekler. Bir kez daha eklemek de yarar var; bu tahlil Brezilya'daki askeri diktatörlük dönemi için geçerlidir. Marini'ye göre Brezilya geliþmiþ ve az geliþmiþ ülkeler arasýnda ortada bir yerdedir. Geniþ yüzölçümü, büyük nüfusu ve yetkinleþmiþ ekonomisi ile uluslararasý iliþkilerinde, hegemon güç ABD'ye karþý yarý-baðýmsýz hareket edebilmektedir; ancak yabancý sermayeye ve emperyal merkezle olan ortaklýða baðýmlýlýðý devam etmektedir. Küresel ölçekte baðýmlýlýk ancak bölgesel düzeyde baðýmsýzlýk veya göreli bir özerklik alt-emperyalizm kavramýnýn içine konulmasý gereken unsurlardýr. Bir diðer önemli unsur ise alt emperyalist bir ülkenin bu baðýmlýlýk,-baðýmsýzlýk iliþkisinden azade olarak da emperyal hedefler güttüðüdür. Daha sonra açýlacak olmakla birlikte, buraya eklemek de fayda olan nokta emperyal hedeflerin sadece askeri düzeyde örgütlenmediði ve alt emperyalizmin hegemon olmak kavramýyla düþünülmesi gerektiðidir. Brezilya ve alt-emperyalizm tartýþmalarýndan ortaya þöyle bir sonuç çýkarýlmaktadýr: Tamamen ekonomik anlamda, alt emperyalizmin iki unsuru vardýr: Birincisi, geliþmiþ ülkelerin yüksek teknoloji üretimine yoðunlaþýrken aramal ve lüks tüketim ürünlerinin üretimini ve geleneksel endüstrileri geliþmekte olan ülkelere havale ettiði yeni bir uluslar arasý iþ bölümünden doðan endüstrileþmiþ baðým-

15


KOMÜNÝST DEVRÝM

geliþmiþ kapitalist ülkeler emperyalist diye nitelediðimiz ülkelerdir. Dev tekeller, uluslararasý þirketler ve devletlerin birbirine baðýmlý ve muhtaç hale gelerek iç içe geçtiði dünyada bugün her devlet temsil ettiði ulusal sermaye grubunun gücünü yansýtýr. Dev tekellerin ekonomi üzerinde belirleyici ve yönlendirici hale gelmesi ile dýþ ticarette meta ihracýnýn yerini alan mali-sermayenin ulusal sýnýrlara sýðmayarak dýþ pazarlara yani tüm dünyaya yayýlmasý ile dünya üzerindeki topraklarýn yeniden paylaþýmý için yaþanan çekiþmeleri eþitsiz bir temelde karþýlýklý baðýmlýlýk içerisine iten ulus-devletlerin oluþturduðu hiyerarþik bir yapý olan emperyalizm ortaya çýkmýþtýr. Yerel hâkim sýnýflarýn iþbirliði ile ülkelerin ekonomik ve mali politikalarýnýn denetimi, pazarlarýnýn kontrolü, sosyal ve kültürel yapýlarýnýn ele geçirilerek yönlendirilmesi vb. dayatmalarla emperyalizmin egemenliði hayata geçirilmiþtir. Dünya kapitalizminin sözcüsü durumuna gelen irade için altýnda ve etrafýnda duranlarýn zirveye yaklaþma olasýlýðý her zaman olasýdýr. Kapitalizm, sermayeler arasýndaki rekabete dayanan uluslararasý bir sistemidir. Sermayedarlar kendi egemenliklerini korumak için siyasi, askeri ve ideolojik bir örgütlenmeye ihtiyaç duyarlar. Kapitalist rekabet sýrasýnda ancak güçlü olanlar ayakta kalabilir Rakip emperyalist güçlerin zirveye yaklaþtýðý ölçüde konumunun kendisine verdiði olanak ve avantajlarý kaybeden hegemonik güç zayýflar. Bu bir ülkenin küresel ekonomideki rolünün sabitlenmediðini ve sabitlenemeyeceðini anlatmaktadýr; kapitalizmin akýþkan karakteri bu rolleri deðiþtirebilir; yýkýp yeniden yaratabilir. Kendi çýkarlarý doðrultusunda en etkin güç olmayý hedefleyen hegemonik güç dünya kapitalist sistemi üzerinde egemenliðini korumak için sermayenin çýkarlarýný emeðe karþý yeni stratejiler üreterek sadece ekonomik olarak deðil eþ zamanlý olarak politik, sosyal, kültürel, ideolojik olarak da yeni stratejiler üreterek kontrol etmek zorundadýr. Kapitalist rekabette güçlü olanlar ayak-

14

ta kalabilir. Ulusal sýnýrlarýn ötesine yayýlan uluslararasý tekellerin yatýrýmlarý büyüdükçe çýkarlarýný korumak daha önemli hale gelmektedir. Sermayedarlar faaliyet gösterdikleri ülkelerde karþýlaþabilecekleri güçlükleri yenmek, karþýlaþtýklarý rakip sermaye gruplarýndan korunmak ve kendi egemenliklerini korumak için siyasi, askeri ve ideolojik bir örgütlenmeye ihtiyaç duyarlar. Kendilerine ait ordularý olamayan þirketlerin bu ihtiyacýna yanýt veren en önemli kurumu "devlet" tir. Burjuvazinin ortak icra organý olan devlet; kapitalizmin getirdiði koþullar ile devam ettirilmek zorunda olunan sosyal iliþkilerin garantörü ve sistemle ortaya çýkan eþitsiz mülkiyet daðýlýmýnýn koruyucusu, sýnýf farklýlýklarýnýn yaratýcýsýdýr. Günümüzde emperyalist güçler kendi aralarýndaki, dünyanýn toprak alanlarý bakýmýndan paylaþýmý amaçlý, sömürge paylaþýmýna dayalý çatýþmalarý göreceli olarak çözmüþ gözükmektedir. Artýk mali sermayenin engelsiz olarak hareket edebileceði toprak alanlarýnýn paylaþýmý hedeflenmektedir. Bunun için üçüncü dünyanýn azgeliþmiþ ülkelerinin, dýþ ticaretlerinin serbestleþtirilmeye zorlanmasý sonucunda birer ithalat ve ucuz iþgücü deposu haline dönüþtürülmesi; "özelleþtirme" ve "doðrudan yabancý yatýrým" vaatleri ile bu ülkelerin kamusal varlýklarýna el konulmasý ve sözde baðýmsýz olarak ifade edilen kurum, birlik, örgüt vb. adlarda kurulmuþ üst kurullara dayalý denetim ve yönetiþim" uygulamalarý ile ulus-ötesi þirketlerin ve uluslararasý finans sermayesinin doðrudan denetimi altýna sokulmasýna dayalý "yeni sömürgeleþtirme" biçimleri geliþtirilmiþtir. Böylece kapitalist sistem dünya piyasalarýný kazananýn rakip iþletmenin iþini ve makinelerini elinden aldýðý tekelci kapitalizme dönüþmüþtür. Sermayenin dilediði gibi hareket edebileceði topraklara gidebilmesini saðlayan kapitalizmin en üst aþamasý olan emperyalist-kapitalizm, eþitsizlik temelinde, dünya kapitalist sistemini ileri, orta ve az geliþmiþ diye nitelenen bir hiyerarþi piramidi oluþtururken, sisteme dâhil

KOMÜNÝST DEVRÝM

sarmaya baþladýðý bir süreçte ortaya çýkan faþizm; tüm halklarýn ve iþçi sýnýfýnýn üzerine bir kar duman gibi çöktü. Bu faþist dalga Sovyet'ler tarafýndan durduruldu. Ancak daha sonra ise ABD eliyle baþlatýlan bir politika yeni karþýdevrimci unsurlarýn Ýslami kesimler olacaðýný gösteriyordu. Sovyet etkisinin Ortadoðu'ya akmasýný önlemek ve Müslüman kesimlerde karþý devrimci bir dalgayý yaratmak için birçok Ýslami örgüt desteklendi ve silahlandýrýldý. Sýnýflar tarihinin her döneminde egemenler sýnýflar bir önceki dönemin deneyimlerini ve kendi deneyimlerini kullanarak zor aracýný kullanmaktadýrlar. Türkiye Burjuvazisi de Sivas'taki pir sultan þenliklerini, siyasal anlamda sýkýþtýðý bir dönemde bir fýrsat olarak kullanmýþtýr. Özellikle pir sultan þenliði öncesinde yerel gazetelerde halký kýþkýrtmaya dönük yazýlar, haberler yapýldý. Aziz Nesinin din ile ilgili vermiþ olduðu bir röportaj ve burjuva devletinin en etkili aracý din olmasýndan dolayý daha fazla dindar kitleyi oraya yýðmak amaçlý ilk sýrada kullanýlmýþtýr. Devletin dolaylý yollarla yaptýðý yaygara ve dinci örgütlerin verdiði destekle birlikte hatýrý sayýlýr bir kalabalýk Sivas madýmak otelinin önüne ellerinde söktükleri pir sultan heykeliyle gelerek burjuva devleti için gerekli ihtiyacý karþýlamýþlardýr. Burada önemli olan Sivas neyin ihtiyacý olarak yapýlmýþtýr. Burjuvazinin zorlandýðý dönemin özelliði nedir. Bunlarý doðru þekilde ortaya koyarsak ve iyi bir deðerlendirmesi yapýlýrsa Sivas katliamýnda yatan sýnýfsal temel anlaþýlýr olacaktýr. Aksi takdir de öznel deðerlendirmelerin ön plana çýktýðý toplumun kendiliðinden gerçekleþtirdiði toplumsal hareketlenme olarak kalacak buda burjuvazinin amacýna hizmet etmekten baþka hiçbir iþe yaramayacaktýr. TC 80 Darbesiyle büyük oranda toplumsal muhalefeti ve devrimci hareketi bastýrabilmiþtir. Fakat 86'yla sýnýf hareketlilikleri tekrardan canlanmaya baþlamýþtýr. 89 bahar eylemlilikleri, 90 da ki Zonguldak maden grevi, kamu emekçilerinin baþlattýðý grevli-toplu sözleþmeli sendika mücadelesi bu dönemde ileri bir düzeye sýçramýþtýr ve bunlarý yer yer devam eden grevler izlemiþtir. Kürt ulusal hareketi de 93 te artýþ göstermiþ PKK bu dönemde eylemliliklerini Kürdistan bölgesinden baþka bölgelere aktarmýþ bu bölgelerde de gerilla eylemliliklerini gerçekleþtirmeye baþlamýþtýr. 89 bahar eylemliliðiyle zora düþen düzen temsilcisi Özal'ýn Kürt halkýný TC sýnýrlarý içinde asimile etme politikalarý sonuçsuz kalmýþ aksine Kürt hareketi, yaptýðý tek taraflý ateþkes sonrasýnda tekrar eylemliliklerini hýzla arttýrmýþtýr. T. Özal'ýn ölümünden sonra hükümet olan Demirel ve Ýnönü döneminde de bunalým hýzlanarak devam etmiþtir. Ýþte böyle bir dönemde 93 te Sivas katliamý yaþanmýþtýr. Bundan önce ki süreçler

MEZHEP SAVAÞINA DEÐÝL, SINIF SAVAÞINA! "Bütün toplumlarýn tarihi sýnýf savaþlarý tarihidir." Manifestonun giriþ cümlesi bu þekildedir. Sýnýflarýn var olduðu bir dünya düzeni içinde geliþen her bir duruma komünistler sömürenle sömürülen arasýndaki iliþki üzerinden bakmak zorundadýr. Sýnýfsal çeliþkinin hangi düzeyde olduðu ve sömürülen sýnýfýn eylemlilikleri göz önüne alýnýp buna baðlý olarak geliþen etnik, dinsel çatýþmalarýn sýnýfsal kaynaklý deðerlendirilmesi insanlara da bu temel üzerinden siyaset götürülmelisi komünistlerin temel hedefi olmalýdýr. Türkiye Kapitalist Cumhuriyetinin tarihide birçok katliamlarla doludur. 17 yýl önce gerçekleþen Sivas katliamý da bunlardan biridir. Ayný zamanda Sivas katliamý TC'nin her fýrsatta kapatmaya çalýþtýðý gerçek yüzünü en acýmasýz þekilde gösteren bir katliamdýr. Ýçinde devrimcilerin, aydýnlarýn ve yazarlarýn da bulunduðu 35 insan pir sultan abdal þenliklerine katýlmak için gittikleri Sivas'ta burjuva devletinin örgütlediði bir grup faþist ve gerici grup tarafýndan yakýlarak katledildi. . Kimi yapýlar ya da kimi aydýnlar bu katliamý ortaçað karanlýðýna geri dönüþ olarak adlandýrdý. Kemalistlerin de sahiplendiði bu söylem burjuva devletinin demokrasisine de daha fazla sahiplenilmesi ve dinciliðe karþý kapitalist cumhuriyetin propagandasýnýn yapýlmasýna aslýnda burjuvanýn da iþine gelen bir söyleme bürünmüþtür. Oysaki burjuva devletleri feodalizmden sömürme ve katletme usullerini devralmýþtýr. Sadece burjuva devletini feodal devletlerden ayýran þey kullandýðý yol ve yöntemlerdir. Engelsin feurbach eleþtirisi üzerine adlý kitabýnda hegelin sözlerine deðinmiþtir. Hegel: "burjuva devletini feodalizmden daha ikiyüzlü ve daha þerefsiz bir sistem olarak tanýmlar. Roma devletinde bir kölenin yeri ve onun için uygulanmasý gereken hukuk açýk olarak belirtilmiþtir. Fakat burjuva devletinde sömürü belli araçlar kullanarak gizlenmeye çalýþýlmýþ bu durum da insanlarda bilinç bulanýklýðý yaratmýþtýr" þeklinde bir ifade kullanmýþtýr. Burjuva sýnýfý kendinden önceki sýnýflarýn deneyimlerinden dersler çýkarmýþ belli donanýmlarýný saðlamýþ ve emekçi tabandan geliþebilecek hareketliliklere karþý öncesinden belli araç ve yöntemleri kullanabilme yeteneðine eriþmiþtir. Burjuvazinin bu araçlarý kullanabilmesi içinse sýnýfsal ilkeyle hareket edebilen öncü bir komünist örgütün olmamasý burjuvaziye birçok þeyde rahat hareket alaný saðlayabilmiþtir. 20. yy. ortalarýnda komünistler baþta olmakla birlikte birçok kesimin baþýna bela faþist bir dönem yaþandý. Burjuva demokrasisinin yetmediði, sýnýf mücadelesinin tüm Avrupa'yý

7


KOMÜNÝST DEVRÝM

de yaþanan 77 1 Mayýs katliamý, Maraþ-Çorum katliamý, gazi ayaklanmasý hep ayný senaryolarýn ürünü sýnýf hareketliliklerinin arttýðý bir dönemde burjuva eliyle gerçekleþtirilmiþ katliamlardýr. Sivas katliamýyla Devlet, hem Kürt halkýna hem de Alevilere gözdaðý vererek devrimci harekete kan akýþý saðlayan ezilen halklarýn devrimcilerle olan baðýný kesmek istemiþ ve ezilen kesimleri laik-anti laik tartýþmasýnýn içine hapsedip Kemalizm ideolojisinin içinde eriterek düzene yedekleme amacý gütmüþtür. Devletin baþka bir amacý da Sivas katliamýnýn sadece mezhep kavgasýymýþ gibi gösterip hem emekçi halk arasýnda bölünme yaratmak hem de fabrikalarda iþçi sýnýfýnýn arasýnda yarattýðý rekabetin yaný sýra birde alevi-Sünni ayrýmýný keskinleþtirerek böyle bir bölünme yaratmaktýr. Yukarýda deðindiðimiz burjuva sýnýfýnýn belli araç ve yöntemleri kullanabilmesi yetisi sayesinde hem kendini aklayabilme hem de sýnýf hareketliliðinin önünü kesmeyi tam olarak saðlayamasa da zaten sistemin kendisi buna elveriþli olmasa da belli dönemler için istediði amaca eriþebilmiþtir. Burada önemli olan Türkiye Devrimci Hareketinin düzenin bu oyunlarýnýn içine hangi yol ve yöntemleri kullanýp düþmemesi gerektiðidir. Devrimci hareketin ilkesel zaafýndan kaynaklý olarak Sivas katliamýný bir demokrasi, aydýn-gerici sorunu gibi görmesi düzenin oyunlarýna oyuncu olmaktan baþka çare býrakmayacaktýr. Düzenin eliyle gerçekleþtirilen Sivas katliamýnýn hemen sonrasýnda katliama tepki nitelikte büyük katýlýmlarýn saðlandýðý miting, eylemler düzenlendi. Bu eylemler de þeriatçýlar kýnanarak, hesap sorulacaðýnýn sözü verildi ve aslýnda ilk andan itibaren 'eylemin niteliðinin' þeriat-anti þeriat üzerinden gitmesi TC'nin de amacý doðrultusunda iþleneceðinin göstergesi olmuþtur. Devlet katliamdan sonra 3-5 maþayý tutuklayýp kendini aklamaya çalýþtý oysaki bu katliama karýþanlar devletin açýk korumasý altýna alýndý ve bir kýsmýnýn yakýnlarýnada parlamento da yer verildi. Bundan sonra ki süreçte her 2 Temmuzda Sivas'ta yakýlanlar için anma eylemleri yapýldý. Gerek eylemin niteliði gerek eyleme katýlým, geliþen süreçle birlikte düþtü. Devrimciler, eylemlerde büyük bir emek sarf etmiþse de pir sultan derneði öne çýkarýlmýþ devrimciler buradan yalýtýlmak istenmiþtir. Zamanla da 2 Temmuzlar alevi derneklerin ön plana çýktýðý bu derneklerinde reformist sol ve düzen içi kurumlarla hareket ettiði anmalara dönüþmüþtür. Devrimci hareket devlete karþý devrimci bir irade ortaya koyma açýsýndan diðerlerinden ayrýþsa da Sivas katliamýna demokrasi sorunu, mezhep sorunu üzerinden yaklaþmasý nedeniyle Sivas olayýnýn sýnýfsal özünü doðru iþleyememiþ bu durumda eylemlere yansýyarak yapýlan kapitalizm eleþtirisi demokrasi söylem-

lerinin gölgesinin altýnda kalmýþtýr. Gelinen son noktada ise 2 Temmuz eylemleri salt madýmaðýn müze olmasý istemi üzerinde durulan anmalara dönüþmüþtür. Bugün ise Sivas'ta yapýlan 2 Temmuzlar bakanlarýn, o dönemde hükümette olan ve mazlum rolüne bürünen CHP'nin hem kendi propagandasýný yaptýðý haliyle düzenin de ideolojisini oraya taþýmak için koþa koþa gidebileceði bir zemine büründü. Ýþte Sivas'ta katledilenlere asýl ihanette böyle yapýldý. Bu 2 Temmuz anmasýnda düzenin sözcüleri devlet bakaný Faruk Çelik 2 Temmuzu karanlýk odaklara havale ederken, CHP genel baþkan yardýmcýsý Hakký Süha Okay anayasamýzý deðiþtirmek isteyenlerin kurduðu bir tuzaktýr yorumu yaptý. Reformist solun temsilcileri bu sürecin en baþýndan itibaren laisizmin savunuculuðu çizgisinde 2 Temmuza sahip çýkmýþlardýr. Bugünde burjuvanýn söküklerini dikme gayreti içerisinde yollarýna devam etmektedirler. Bunlar, düzenle ayný dili konuþarak 2 Temmuzu gizli güçlere havale etmekte ve sorumlu kiþiler yargýlansýn demektedirler. Reformist sol yapýlar 2 Temmuzla ilgili yorumlarýnda, dostlar beni alýþveriþte görsün hesabýyla egemen sistemin 2 cümlelik eleþtirisini yapmýþlar gerisinde ise tamamen bu katliamý yapanlar ortaya çýkarýlsýn vb. ilgili devam etmiþtirler. Hedefini proleter devrim çizgisi doðrultusunda belirlemeyen, ama her fýrsatta Marksý-Lenin'i de dillerinden düþürmeyen burjuva demokrasisinin savunucularý burjuvayla el ele vermiþ karanlýk odaklar arýyorlar. Sorumluyu bulabilmek için bu kadar zorlanmaya, olayý esrarengizleþtirmeye gerek yok Sadece aynaya bakmalarý yeterlidir. Devrimci Hareket de o dönemde olduðu gibi bu süreçte de Türkiye'nin yarý sömürge olmasýna ya da Türkiye de demokrasinin tam anlamýyla geliþmemesini temel alarak Sivas katliamý sorununa da mezhep ve demokrasi sorunu olarak yaklaþmýþlardýr. Biz devrimci komünistler olarak mezhep savaþýna deðil sýnýf savaþýna þiarýný savunarak yola çýktýk. Bugünde yarýnda bu þiarý ýsrarla sahipleneceðimizi bildiriyoruz. Sivas katliamýnýn ve diðer sorunlarýn kaynaðý sýnýfsaldýr. Sömürü düzeni içerisinde demokrasi aramak ütopyadan baþka bir þey deðildir. Þunu da görüyoruz ki Türkiye'nin iktisadi-siyasi nesnelliðinin Türkiye Devrimci Hareketi tarafýndan yanlýþ kavranýlmasý burjuva tarafýndan bir araç olarak kullanýlmasýna yol açmýþtýr. Kapitalist Türkiye'nin demokrasisini yükseltmek bunun için kafa yormak komünistlerin iþi olamaz. Bir sýnýfýn diðer sýnýfý sömürdüðü bir düzende her köþe baþýna anýtta dikilse, müzede yapýlsa sorunlarýmýz, acýlarýmýz devam edecektir. Yaþadýðýmýz her acýnýn sömürüldüðümüz her saatimizin hesabýný proleter devrimci kimlik altýnda örgütlenerek

8

KOMÜNÝST DEVRÝM

ile büyük tekeller ortaya çýkmýþ ve kapitalizmin en yüksek aþamasý olan emperyalizm aþamasýna geçilmiþtir. Kapitalizmin en üst aþamasý olarak ifade edilen emperyalizm aslýnda küresel ekonomi demektir. Küreselleþme; uluslararasý ticaretin arttýrýlmasý, yabancý ülkelere doðrudan yatýrýmýn yapýlabilmesi ile üretim araçlarýnýn uluslararasý þirketlerin elinde toplanmasý dolayýsýyla para piyasalarýnýn tekelleþmesi olarak kendini göstermiþtir. Sanayi ve finans sektörlerinde tekelleþme ulusal ve uluslar arasý sermayenin entegrasyonun bir sonucu, daha doðru bir ifadeyle bu entegrasyonun somut olarak görünümüdür, onun vücut bulmuþ halidir. Günümüzde ekonomik ve siyasi gündemde önemli bir yer tutan küreselleþme; dünya ekonomisini oluþturan parçalarýn, ticaret ve sermaye dolaþýmýnýn serbestleþtirilmesi yolu ile birbirleriyle bütünleþmesidir. Küreselleþmenin hedefi dünyayý tek bir pazar haline dönüþtürmektir. Kapitalist sistemin devamlýlýðý için, daha çok üretime, daha çok mal ve hizmet satmak için de dünya pazarýnda sýnýrlarýn kaldýrýlmasýna (dünya üzerindeki tüm bölgelerin kapitalist sisteme entegre olmasýna) ihtiyaç vardýr. Küreselleþme, 1960'larda ekonominin hýzlý deðiþiminin beraberinde politik sonuçlarý da getiren ekonomik bir süreçtir. 1970' lerde, ekonomik krizler sonrasý, uluslararasý þirketlerin üretim ve yatýrým stratejilerinde, üretim merkezlerinin yerel merkezlerden farklý bölgelerde gerçekleþtirilmesini hedefleyen radikal deðiþiklikler meydana gelmiþ ve dünyada kutuplaþmalar oluþmaya baþlamýþtýr. Geliþmiþ ülkeler arasýnda ticari bloklarýn oluþmasý, bu bloklar dýþýnda kalan az geliþmiþ ve geliþmekte olan ülkelerin durumunu daha da güçleþtirmiþtir. Bu sermayenin uluslararasý yeni bir iþ bölümüne gittiðini de anlatmaktadýr. Ulusal, uluslar arasý, uluslar üstü ve/veya ulus ötesi sermaye iliþkileri yeniden düzenlenmektedir. Bu yeni düzenin taþýyýcýlarý ve/veya egemenleri bir önceki dönemin düzenleyicilerinden farklýlaþmaktadýr.

Düzenin yeni aktörlerinin iliþkileri sermaye yarýþýnda çatýþmalý bir biçim alabilir, yer yer yerler ve roller deðiþebilir. Uluslararasý sermayenin ve küresel þirketlerin sistemin iþleyiþ kurallarýný belirlediði ve piyasalarý biçimlendirdiði küresel ekonomi ile 'ekonomik geliþme' hedeflenirken, uygulanan acýmasýz reçeteler gelir daðýlýmýnda eþitsizlik, yoksulluk vb. sorunlarý belirginleþtirmiþtir. Aslýnda, uluslar-üstü þirketlerin 'ekonomik geliþme' adý altýnda emekçilere yutturmaya çalýþtýklarý þey tam olarak daha fazla sömürüdür. Bu düzende, sermayedarlarla emekçilerin gelir paylaþýmýndaki adaletsizlik her yýl biraz daha artmaktadýr. Son olarak 2008 verilerine göre dünya üzerindeki en zengin 267 kiþinin geliri dünya üzerindeki nüfusun %47'lik kýsmýnýn gelirine eþittir ve bu fark her geçen gün daha da fazla açýlmaktadýr. Evet, aslýnda bu düzen, bir avuç insan sürsün istediði için sürmektedir. Bugün dünyanýn tek bir toprak parçasý gibi kabul edilerek bütün devletlerin kapýlarýný dünya sermayesine açmak için birbirleriyle yarýþ eder konuma gelmesinin temelinde de zaten sermaye gruplarýnýn çýkarlarýnýn korunmasý hedefi yatmaktadýr. "Neoliberal Küreselleþme Ýdeolojisi" ile bugüne kadar yalnýzca kendi coðrafyasýndaki çoðunluk üzerinde hegemonya oluþturmuþ olan sermaye gruplarý sömürü ve hegemonya alanlarýný geniþletme çabasýna girmiþlerdir. Ortaya çýkan sonuçlar da göstermiþtir ki; bu ideoloji, sömürü düzenine dayalý köleci, feodal ve burjuva devletlerin varlýklarý ile azýnlýk iktidarýnýn, çoðunluðu oluþturan kitleler üzerinde hegemonya kurarak dünya çapýnda geniþleme çabasýndan baþka bir þey deðildir.

Emperyalizm Döneminde Hegemon Güçler Dünya kapitalist sistemi; ileri, orta ve az geliþmiþ olarak güçlerine göre nitelendirildikleri bir hiyerarþi piramidinden oluþmaktadýr. Piramidinin en üst basamaðýnda yer alan ileri derecede

13


KOMÜNÝST DEVRÝM EMPERYALÝST SÝSTEM, TÜRKÝYE DEVLETÝ'NÝN DEÐÝÞEN ROLÜ VE BÖLGESEL GÜCÜ Kapitalizm, ortaçaðýn sonlarýnda feodal sistemin çözülmesinden sonra ticaretin canlanmasý sonucu ortaya çýkan sermayenin temel üretim aracý olduðu bir sistemdir. Kapitalizmin ilk türü olan ticari kapitalizm, sistemde içe karþý müdahalecilik, dýþa karþý korumacýlýk prensibi ile coðrafi keþifler ve Rönesans-reform hareketleri sonucu geliþmiþtir. Ulus devletlerin ortaya çýkmasý ile ticari kapitalizm döneminde; altýn, gümüþ gibi deðerli madenleri ülkenin ekonomik ve siyasi gücünün kaynaðý olarak kabul eden merkantilizm, iktisat politikasý olarak benimsenmiþtir. Paraya dayanan, ulusalcý ve müdahaleci niteliklere sahip merkantilizm, iktisat politikasý olarak Avrupa ülkeleri tarafýndan farklý biçimlerde uygulanmýþtýr. Ticari kapitalizmden sonra ortaya çýkan sanayi devrimi ile sanayi kapitalizm dönemi baþlamýþtýr. Piyasa ekonomisine dayanan sanayi kapitalizminde sermaye ve iþgücü birbirinden ayrýlmýþ, sýnýflar arasýndaki çeliþkiler ve çekiþmeler artmýþtýr. Liberalizmin egemen olduðu bu sistemde üretim ve ticaret, rekabet ve kâra dayalýdýr. Kapitalizm kar, rekabet ve iþgücünün bir mal gibi alýnýp satýldýðý uygulamalardan oluþan bir ekonomik sistemi ifade eder. Üretim aþamasý birbirinden farklý yapýlarýn bütün içindeki sýrasý, yeri, rolü, önemi ve hâkimiyetini belirleyen bir düzendir. Bu ekonomik sistemin farklý aktörleri vardýr, bunlardan en önceliklisini devlet olduðunu söylemek yanlýþ olmaz. Bugün sermayenin ve serbest piyasa ekonomisinin iþleyiþinin önünde engel olduðu iddialarýnýn muhatabý olan devlet, tam tanýmlamasýyla ulusdevlet modeli tarihsel olarak ve özü itibariyle sermayenin pazar arayýþýna bir yanýt ve sermaye düzeni diye tanýmladýðýmýz iþleyiþinin bir güvencesi olmuþtur

12

ve olmaktadýr. Devlet gücü, ekonomideki rolü deðiþmiþ olmakla birlikte, bugün de sermayenin ulusal ya da uluslar arasý kapitalistlerin dayanaðý olmaya devam etmektedir. Sermaye doðasý gereði küreselleþme eðilimindedir ve devlet de doðasý gereði bu eðilime karþýlýk verecektir. Küresel kapitalist ekonomideki devletin rolünü böyle koymamýz ve kapitalizmin küreselleþmesi, tekelleþme ve emperyalizm olgularýný bu gerçeði akýlda tutarak tahlil etmemiz deðiþen dünya gerçeðini ve ülkelerin bu gerçeklikteki pozisyonlarýný doðru bir þekilde ortaya koymamýzý saðlayacaktýr. Sermayenin mantýðý ve doðasý hareket ve referans noktalarýmýzdan en önemlisidir. Kar için kar mantýðýna dayalý bu sistem, karlýlýk olmadan iþleyemez. Amacýn kar olduðu sistemde tüketim eðilimi aþýrý olmalýdýr yani gereksinim duyulduðundan fazla üretilmeli ve tüketilmelidir. Sermaye, mevcut sýnýrlar içinde tüketilmesi imkânsýz, ihtiyaç fazlasý, üretilen ürünlerin satýlabileceði pazar arayýþý ile dünya üzerinde hareket etmeye baþlamýþtýr. Sermaye, kendini en yüksek düzeyde kar oranýna ulaþtýracak pazara baðýmsýzca gidebilmek için tüm dünyaya yayýlma hýrsýyla hareket edebilmeli ve böylece tüm dünya tek bir pazara dönüþmelidir. Kapitalist ülkeler birbirlerine mal ihracýndan sonra sermaye ihracýna baþlayarak zaman içinde birbirlerine baðýmlý hale gelmiþlerdir. Sermayenin küreselleþmesi ve yoðunlaþmasý ile ülkelerin birbirine olan baðýmlýlýk dereceleri deðiþmiþ, birbirine eþit olmayan düzeyde baðýmlý olmalarý ile bir güç hiyerarþisinin oluþmasýna neden olmuþtur. Hiyerarþinin tepesinde duran, sistemi hegemonyasý altýna almýþtýr. Sermaye, üretim sürecinde yaratýlan artý deðerden gücüne göre pay almaktadýr. Kapitalizmin geliþmesi ile büyüyen üretici güçlerle rekabet edemeyen küçük ve orta ölçekli iþletmelerin tutunamayarak yýkýlýþý

KOMÜNÝST DEVRÝM NAKSALÝT HAREKET DEÐÝNMELER

burjuvazisi de bölgedeki bu avantajýný kullanarak hakim bir güç olmaya çalýþmaktadýr. Hindistan sermayesi özellikle son 5 yýlda ülke dýþýnda da ciddi yatýrýmlar yapmaya baþlamýþtýr. Bugün Hindistan tarým ülkesi olarak algýlanýr fakat Hindistan kapitalizmin gittikçe daha fazla geliþtiði bir ülkedir. Kapitalizmin geliþim yasalarýndan biri olarak da tarým toplumu parçalanmaktadýr. Fakat özellikle ülkenin doðusundaki bölge yani bugün Maoistlerin egemen olduðu bölgede ciddi bir tarým kapitalizmi görülmektedir. Köylülerin topraklarý ellerinden alýnarak köylülük tarihe karýþmakta, topraklar yerli ve yabancý sermayenin olmakta ve köylüler de tarým iþçileri olarak çok zor koþullarda hayatlarýný devam ettirmektedir. Topraklarýný ellerinde tutmakta direnenler ise devletin ya fiziki þiddetine ya da yalnýzlaþtýrma politikasýna maruz býrakýlmaktadýr. Köylülere krediler açýlmakta, ödenemeyen krediler karþýlýðýnda da topraða el koyulmaktadýr. 1997'den bu yana 200.000' den fazla çiftçi intihar etmiþtir ve bu oran her geçen gün büyümektedir. Dünya Bankasý Raporlarýna göre ülkenin %60' ý topraða baðlý yaþýyor ve son bir yýlda topraksýzlaþan hane sayýsý %60'dan %80 ' e yükseliyor. Bu da köylülüðün parçalandýðýnýn bir göstergesi olarak duruyor. Ülkedeki sanayinin yoðun olduðu bölgelerde ise ucuz iþ gücü kendisini göstermektedir. Geliþen kapitalizm en vahþi haliyle Hindistan'da hükmünü sürdürmektedir. Tüm dünya tarafýndan en yoksul ülkelerden biri olarak bilinen Hindistan'da nüfusun resmi rakamlara göre yarýsýndan fazlasý yoksullukla boðuþmaktadýr. Sanayi iþçilerinin durumu da toprak iþçilerinden farklý deðildir, ucuz iþ gücü tüm ülkede yakýcý bir sorun olarak varlýðýný korumaktadýr. Maoistlerin gücünü nereden aldýklarý bu durumda biraz açýklansa da bazý noktalara deðinmemiz gerekiyor. Son yýllarda tüm dünyayý kapsayan ekonomik kriz, kapitalist zincirin Uzak Asya'daki halkalarýndan biri olan Hindistan'da etkisini göstermiþtir. Devlet, çeþitli tarým politikalarýyla yoksulluðu daha da artýrmýþ bu da Maoistlerin özellikle neden son 3 yýlda etkisini 40 bölgeden 200'e kadar çýkardýðý sorusunu karþýlamaktadýr. Buraya kadar hep nesnel koþullardan bahsettik. Nesnel koþullarýn devrimi yaratmayacaðý, devrimci bir öznenin olmadýðý durumda kapitalizmin her þekilde iktidarýný yürüteceði tartýþmasýz bir gerçektir. Çünkü kapitalizm her yerde

ÜZERÝNE

Son üç yýldýr Hindistan'da en önemli siyasal ve toplumsal mesele olarak, önderliðini HKP/M (Hindistan Komünist Partisi/Maoist) in çektiði Naksalit Hareket görülmektedir. Bu hareketin bizler tarafýndan da deðerlendirilmesi gerekmektedir. Çünkü HKP/M 'in geçirdiði süreçler, ülkede ve bölgede yarattýðý etki oldukça ciddidir ve birçok dersle doludur diyebiliriz. Bugün Hindistan'da var olan yaklaþýk 650 bölgenin 200 kadarýnda bayraðý dalgalanan Maoist hareketin bu duruma nasýl geldiði, düzene karþý yürüttüðü savaþta hangi yöntemleri izlediði, parti iddiasýnda bulunan veya partileþme sürecinde olan tüm hareketler için örnekleri içinde barýndýrmaktadýr. Bu yazýda Maoist bir devrimin sorunlarýndan ve proleter devrimcilerin devrim anlayýþlarýyla Maoistlerin devrim anlayýþlarý arasýndaki farklardan bahsedeceðiz, fakat öncelikle HKP/M'nin kýsa bir tarihi ve þu andaki durumunun kýsa bir tahlili ile baþlamak gerekir. Hindistan'da Maoist hareket 1960'lý yýllarýn sonunda liberal, sosyal þoven nitelikli Hindistan Komünist Partisi/Marksist(CPIM) 'den kopan radikal iþçiler tarafýndan kurulmuþtur. Ýþçiler ve CPIM'ýn bazý kadrolarý bu partiyi oportünist olarak eleþtirmiþlerdir ve bazý küçük silahlý mücadele yürüten gruplarla birleþerek HKP/Maoist'i kurmuþlardýr. HKP/Maoist kurulduðu yýllarda etkisiz bir hareket olarak kalmýþtýr. Ayrýldýðý sözde Marksist parti ise devletle kol kola girerek bir çok alanda egemenliðini güçlendirmiþtir. Bu oportünist, karþý devrimci parti her fýrsatta kendi içindeki devrimci unsurlarý tasfiye etmekle kalmamýþ ayný zamanda ülkedeki özellikle hakim olduðu bölgelerdeki devrimcileri de devlete yakalatma konusunda devletin biricik ajanlýðýný yapmýþtýr ki bu durum bugün de devam etmektedir. Maoistler yýllarca yürüttükleri sabýrlý mücadelenin meyvelerini özellikle son üç yýlda toplamaya baþlamýþtýr. Bugün Hindistan'da gittikçe büyüyen kapitalizm ülkede büyük bir yoksulluðu da beraberinde getirmiþtir. Hindistan'ýn ucuz iþ gücü bölgesi olmasý uluslar arasý sermayeyi oldukça cezp etmektedir; ülkeye kurulan fabrikalar ve yabancý sermayenin satýn aldýðý topraklarýn yaný sýra Hindistan

9


KOMÜNÝST DEVRÝM

benzer özellikler gösterir fakat bugün dünyada devrimci hareketlerin durumu buna oranla oldukça zayýftýr. Burada öznenin payý ortaya çýkmaktadýr. Naksalit Hareket ideolojisi doðrultusunda pratiðini oldukça iyi yapmaktadýr. Hatalarýndan ve geçmiþinden dersler çýkarma, doðru bir savaþ stratejisi izleme konusunda sürekli kendisini geliþtiren bir partinin varlýðý söz konusudur. Hindistan'ýn doðusunda kuzeyden güneye kadar uzanan ve Kýzýl Koridor adý verilen bölgede Maoistler silahlý gerilla birliklerinin profesyonelliðinin yaný sýra gittikçe yoksullaþan halkýn içinde de oldukça etkili bir örgütlenmeye sahipler. Çiftçiler sürekli silahlý eylemlere çýkmakta, bunu partinin kontrolünde yapmaktadýrlar. Bölge herkes tarafýndan kurtarýlmýþ bölge olarak görülüyor ve Maoistler de bunun kontrolünü oldukça iyi saðlýyorlar. Maoistlerin görünür bir güç olmasý ülkede þiddete maruz kalan tüm kesimler için çekici bir güç olmasýný saðlýyor. Örneðin sistematik bir þiddete maruz kalan Müslüman kitleler bugün Maoistlerin etki alanýna girmiþ durumda. Yine bölgede yýllarca Hindistan Devleti tarafýndan ezilen Adivasiler'in (ulusal mücadele veren bir hareket) seçtiði yol bu durumu çok güzel örnekliyor. Adivasiler bugün baðýmsýz bir mücadele yürütme kararý deðil, Maoistlere katýlarak onlarla ortak mücadele etme kararý aldýlar. Yine ülkenin büyük þehirlerinde Naksalit Harekete baðlý veya onun az da olsa yörüngesinde bulunan dernekler, sivil toplum örgütleri sürekli kampanyalar düzenleyerek Naksalit Hareketin gücünü ülkenin gündeminde tutmaktadýrlar. Özellikle 2008' de yapýlan seçimlerde Maoistlerin boykot kararý almasý ve bunun yaygýn bir propagandasýný yapmasý oylarda %14 gibi ciddi sayýlabilecek bir düþüþe neden olmuþtur. 1 Eylül 2008 onu izleyen bir yýllýk sürecin deðerlendirmesini yapan parti en önemli geliþmeler olarak özetle þunlarý görmektedir. Seçimlerdeki boykotun ülke genelinde baþarýlý denilebilecek bir düzeyde karþýlýðýný almasý, küçük çaplý ve daha büyük silahlý eylemlerle devletin askeri kanadýnda ciddi bir çöküþ yaratýlmasý ve bölgedeki sosyal faþist HKP/Marksist' e karþý yürütülen mücadelenin daha da kitlesellik kazanmasý, halk meclislerinin hâkim olunan tüm bölgelerde kurulmuþ olmasý, Halkýn Gerilla Kurtuluþ Ordusu'nun, Halk Kurtuluþ Ordusu adý altýnda daha da merkezileþtirilmesi… Özellikle son saptamanýn önemi 2009

yýlýnýn sonlarýnda ve bu yýlýn baþlarýnda ortaya çýkmýþtýr. Hindistan Devleti Maoistlere karþý tarihi bir operasyon baþlatmýþ 100 binden fazla asker bölgeye yýðýlmýþ, Amerikan destekli ''Yeþil Av'' adý verilen operasyonla devlet Naksalit tehdidi tam olarak ortadan kaldýrmayý planlamýþ olsa da Maoistler þu ana kadar zaferi kazanmýþ görünüyorlar. Operasyon bölgesindeki askerler ve polislerin içinde ciddi bir huzursuzluk baþlamýþ, binlerce kolluk kuvveti evine dönmek için baþvuruda bulunmuþ, kolluk güçleri ciddi bir psikolojik tahribata uðratýlmýþtýr. Bunun sonucunda da Hindistan Güvenlik Konseyi operasyonlarýn baþarýsýzlýðýný itiraf etmek zorunda kalmýþ, operasyonun kapsamýnýn daraltýlmasý kararý alýnmýþtýr. Öznenin durumu kendi içinde birçok olumlu özelliði taþýmasýna raðmen ideolojik anlamda Maoistlerin devrim anlayýþýyla olan farklýlýklarýmýzý ortaya koymamýz gerekiyor. Bizler, proleter devrim anlayýþýný ve Bolþevik tipte bir mücadeleyi sahiplenenler, HKP/Maoist' in devrim anlayýþýyla uzlaþmaz farklýlýklar barýndýrýrýz. Genel olarak Maoist devrim anlayýþý Halk Devriminde dayalý bir anlayýþtýr. Halkýn kendi deyimleriyle ezilen katmanlarýnýn birleþik mücadelesi ile mevcut düzenin ortadan kaldýrýlmasý ve bir halk iktidarý kurulmasý amaçlanmaktadýr. Bu halk iktidarý anlayýþý bir muðlâklýðý da içinde barýndýrmaktadýr. Proleter devrimin en temel özelliði ''Proletarya Diktatörlüðü''dür. Ýþçi sýnýfý kendi dýþýndaki ezilen yýðýnlarýn öncülüðünü alarak devrimini gerçekleþtirir ve her alanda burjuvaziye karþý amansýz bir mücadele yürütür. Proletarya diktatörlüðünün temel gereklilik sebebi sýnýfsýz topluma gidiþteki olmazsa olmaz bir nitelik taþýmasýnda geçer. Burjuvazinin siyasal ve askeri anlamda direncinin kýrýlmadýðý bir devrim her zaman geri düþmeye mahkûmdur. Bugün HKP/Maoist' in nihai amaçlarýna baktýðýmýzda tüm ezilen katmanlarýn ve ilerici güçlerin iktidarý almasýyla Halk Meclislerinin kurulmasý, topraktan elde edilen gelirin halkýn içinde adaletli bir þekilde daðýtýlmasýný görmekteyiz. Devrimle birlikte ülkede çeþitli reformlar yapýlmasý, yabancý ve yerli sermayenin köylülerin ellerindeki topraklara göz dikmesinin sona erdirilmesi gibi anlayýþlar proleter devrimci anlayýþtan oldukça uzaktadýr. Nepal' de Maoistlerin iktidarý ele aldýktan sonra tekrar burjuvaziye býrakmasý sadece taktiksel bir hata deðildir. Bu siyasal bir

10

KOMÜNÝST DEVRÝM

sonuçtur. Her ne kadar HKP/Maoist, biz Nepal' de yapýlan hatalarý biliyoruz ve kendilerini uyardýk, biz ayný hatalara düþmeyeceðiz dese de bu Maoistlerin devrim anlayýþlarýnýn bir sorunu olarak durmaktadýr. Proletarya diktatörlüðünün kurulmamasý her zaman burjuvazinin varlýðýný doðuracaktýr ve bu varlýk iktidarý geri almaktan hiçbir zaman vazgeçmeyecektir. Proletarya diktatörlüðü ile taçlandýrýlmayan devrimlerin burjuvazi tarafýndan teslim alýnacaðý tarihimizden örneklerle doludur. Bugün Nepal' de 1 Mayýs' ta polisin iþçilere de devrimcilere çok sert müdahalelerde bulunmasý birçoklarý tarafýndan ironi olarak görülmektedir. Oysa ki durum devrim anlayýþýndan doðan sakatlýðýn bir sonucudur. Biz hiçbir zaman gerilla taktiði ile devrim olmaz demiyoruz. Zaten dünyanýn çeþitli yerlerinde yürütülen gerilla mücadeleleri de salt silahlý mücadele olarak algýlanmamalý. Fakat kapitalizmin var olduðu her yerde iþçi sýnýfý yani devrimin öncü gücünün de varlýðý kaçýnýlmazdýr. Bugün HKP/Maoist her ne kadar ciddi bir gerilla örgütlenmesiyle çeþitli baþarýlar yakalasa da iþçi sýnýfý arasýnda halen bir öncü durumunda deðildir. Çünkü politik hattý da iþçi sýnýfýnýn tüm ülke ölçeðinde önderliðini alan ve onu bir devrime götüren bir hat deðildir. Partinin önde gelen isimlerinden Koteshawu Rao, partinin iþçiler içinde örgütlenemediðinden þikayet ediyor. Ýþçi kollarýnýn güçsüzlüðünü vurguluyor. Bu bir þansýzlýk olarak okunmamalý. Bu mücadele yönteminin bir sonucu olarak görülmeli. Devrim için stratejik olarak çeþitli katmanlarla ittifak yapýlýr. Örneðin topraðý elinden alýnan ve proleterleþmeye mahkum olan köylülük bir ittifak güç olabilir. Fakat HKP/Maoist köylülerin ellerinden topraklarýnýn alýnmamasý için mücadele etmektedir. Bu tarihin çarklarýný geri çevirme çabasýndan baþka bir þey deðildir. Daha öncede bahsettiðimiz gibi kapitalizmin geliþimi ile birlikte köylülük zaten parçalanan ve proleterleþen bir kesimdir. Bunu engellemeye çalýþmak belki mücadele içinde bir araç olarak kullanýlabilir fakat siyasal bir amaç olarak görülmesi oldukça sakat bir durumdur. Parti, yýllýk raporunda görevler kýsmýnda birinci sýraya ''Partiyi tamamen Bolþevikleþtirmek için ciddi adýmlar at; tüm proleter olmayan eðimlerden kurtul'' maddesini koysa da Bolþevik bir mücadele anlayýþýndan oldukça uzaktýr ve içinde proleter devrimci olmayan birçok siyasal eðilimi barýndýrmaktadýr. Yine ayný maddedeki ''Maoist bir

çalýþma anlayýþýný benimse, partinin kitlelerle, önderliðin kadrolarla tam bir entegrasyonunu saðla, tüm komitelerin görevlerini yerine getirdiðinden emin ol'' vurgusunda ise baþarý saðladýklarýný söylememiz gerekir. Hindistan'da olasý bir devrimin birçok siyasal sorunu barýndýrmasý kaçýnýlmazdýr. Bir öncünün devrimden sonra nasýl bir yol izleyeceði onun devrim anlayýþýndan anlaþýlabilir. Bu durumda bizim buradan çýkarmamýz gereken bazý sonuçlar vardýr. Bunlardan birincisi parti örgütlülüðünün siyasal çizgisi doðrultusunda hedeflerine nasýl ulaþacaðýnýn dersleridir. Naksalit hareket siyasal çizgisi doðrultusunda oldukça ciddi bir düzeye ulaþmýþtýr. Bunun için yýllarca verilen sabýrlý mücadele, önder kadrolarýn profesyonelleþmesi ve her türlü durumda nasýl davranmasý gerektiðinin bilincine varmasý önemli bir derstir. Bizler de kendi siyasal çizgimiz doðrultusunda hedeflerimize ulaþabilmek için doðru stratejiler izlemeliyiz, devrim için tüm olanaklarýmýzý ilkelerimizden sapmadan kullanmalýyýz. Bunun dýþýnda her komünist devrimcinin mücadelesini yaþamýnýn merkezine koymasý ve bunun için fedakâr bir çaba göstermesi hayati önem taþýmaktadýr. Vurgulanmasý gereken ikinci nokta da Hindistan' da bir devrimin siyasal etkileridir. Bugün kapitalizm tam anlamýyla zafer çýðýrtkanlýðý yapmaktadýr. Tüm dünyada toplumsal mücadelelerin sona erdiði, tarihin sonuna gelindiði safsatalarý meydanýn boþ bulunmasýndan kaynaklanmaktadýr. Dünyanýn herhangi bir yerinde ki Hindistan gibi kapitalist zincir açýsýndan oldukça önemli bir ülkede olacak bir devrim kapitalizm açýsýndan ciddi bir tahribat yaratabilir. Þunu biliyoruz ki, proleter devrimler sýnýfsýzlýða gidecek yoldaki en doðru devrim biçimidir. Proletarya diktatörlüðü olmazsa olmazdýr. Fakat bugüne kadar Çin' de Küba' da Vietnam' da ve daha birçok yerde olan devrimler kapitalizmi hiç rahatsýz etmemiþtir demek de yanýlgýdan baþka bir þey deðildir. Bizim en temel görevimiz dünyadaki çeþitli devrimci hareketlerden doðru dersler çýkarmak ve bu topraklarda devrimci görevlerimizi en doðru biçimde yerine getirmektir. Tüm devrimci kalkýþmalarýn karakteri ne olursa olsun bize öðreteceði bir þeyler vardýr ve biz bunlarý alacaðýz. Zaferi kazanmanýn yolu buradan geçmektedir.

11


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.