48-PROLETER

Page 1

CİLT:4

SAYI:48

Ocak: 2008

----------------------------------------------------------------------------------------------------

MARKSİZM-LENİNİZM HER ZAMAN GÜNCEL VE BİLİMSEL ÖĞRETİ EMPERYALİZMİN KÜRESEL KRİZİ VE BARDAĞIN “DOLU” TARAFI Kapitalizm, üretim ilişkisi olarak anarşik, eşitsiz, karmaşık ve dengesiz ilişkiler bütünüdür. Bu özelliklerini kıtalar, ülkeler ve yöresel ilişkilerinde de bunları görmek mümkündür. Bu ilişkiler sektörler arası, sermayenin yoğunluğu açısından da aynı diyalektik konum içerisindedir. Bunların üretim ilişkilerinin genel işleyişinden kaynaklanıyor olması yanı sıra, bazen kendini sermaye hareketlerinin bazı sermaye grupları tarafından yönlendirmesiyle kısa süreli iniş-

çıkışların yanı sıra süreci başka mecralara taşıyarak, sermaye ilişkilerini farklı alanlarda da işlemesini sağlayabilirler. Bu müdahaleler ölmek üzere olan canlının pamukla yaşatılmasına benzeyen zoraki, yapay bir müdahaledir. Ecele faydası olmayan bu müdahalelerin, alanlarının dışına çıkarılması olarak görünmesi “ölüm güzelliğinin” çehresini gösterir. Bunların işleyişi kişilere, kurumlara bağlı olarak işleyemez. Bu bakımdan iradi değil, toplumsal ilişkilerin sonucu olarak ilişkilerini sürdürürler. Şimdi, son aylarda, çeşitli emperyalist ve bunlara bağlı kapitalist, vb. ülkelerde yaşanan; birinden diğerine sirayet eden, birbirlerine etki ve tepkilerle devam eden, görünüşe ve ilişkilere göre daha da şiddetleneceğe benzeyen sermayelerin tıkanma, devirlerini tamamlayamama, zincir-


www.proleter.org

leme ilişkilerin sekteye uğraması sürecini yaşamaktadır. görünüşte ilişkilerin “normal” devam ettiği, “bizi etkilemeyeceği”, “önlemlerinin alındığı” yönünde yetkili yetkisiz ağızlardan söylenip yazılsa da süreç daha belirgin, şiddeti daha da artıkça ağızlar, bir yandan değişmeye bir yandan da bundan etkilenmenin “hafif” atlatılacağı yönünde gelişmektedir. Emperyalist-kapitalist sistemin genel formülasyonu finans sermayenin (finans kapital) ağırlıkta olduğu, bu sermayenin emperyalist-kapitalist sistemin içerisinde dünyanın bir çok ülke ve bölgelerinde şu yada bu biçimde “yatırılması“nın sonucu olarak sömürge yada bağımlılık ilişkileri içinde, ekonomik yapılar üzerinde, doğrudan ve ya dolaylı ilişkileri yönlendirme sürecini başlatır. Emperyalizm egemenliğini dayatmaya zorlar. Bunu küresel –dünya çapında- yapar. En zayıf halkadan, en güçlü halkasına doğru dayatmalarını ve egemenliklerini pekiştirir. Sermayenin toplam toplumsal dolaşımı, onun aynı zamanda yeniden üretim ko2

şullarının ilişkileri ile de yeniden üretimidir. Bu bakımdan sermayenin bütün dolaşım alanlarında, bütün ilişkilerini de yeniden üreterek devam ederler. Koşullardaki herhangi bir değişiklik ilişkide olduğu diğer süreçleri de aynen sirayet eder. Bunların içinde bulunduğu koşullara göre bazısında yavaş, bazısında daha hızlı görünmesi, sermayenin yoğunluğunun bariz göstergesidir. Bu yamaçtan akan suyun daha hızlı ve devingen olduğu gibi yoğunluğunun artışı ile etkisinin daha da arttığı görülür. Suyun daha sığ –durgun- olan yüzeylerde akışı gibi sermayenin de sığ ve durgun alanlarda etkisi de aynılık gösterir. Emperyalist sermayenin küresel dolaşımında meydana gelen tıkanmalar, aralarındaki ilişkilerin, sermayenin emperyalist merkezlere yönelmiş olması, spekülatif, yerel, ilişkilerden kopup uluslar arası ilişkilere yönelmesi, onun gerçek, doğal seyrini ve işleyişini bize yansıtır. Dolaylı ve doğrudan müdahalelerle, spekülatif ilişkilere “kulak asmadığı” kendi yasalarına göre “hareketini” görüyoruz.


Proleter Ocak: 2008 Kemal Derviş, BM'de, 2008 yılında kalkınma programı ve BM'nin kalkınma önceliklerini anlattığı basın toplantısında; Derviş, dünyadaki genel ekonomik görünümle ilgili bilgi vererek, “zengin” (siz emperyalist okuyun) ülkelerin ekonomik büyümesinin yavaşladığını, başta ABD, Japonya ve AB üyesi ülkeler olmak üzere ekonomik büyüme oranlarının bu yavaşlamayı gösterdiğini anlattı. Dünyada ilk kez(!) böyle bir gelişmenin yaşandığını anlatan Birleşmiş Milletler yetkilisi, dünya ekonomik performansının artık daha çok Çin gibi gelişmekte olan ülkelerin büyümeleriyle ölçüldüğünü, dünya ekonomik büyümesinin yarısının gelişmekte olan ülkelerden geldiğini vurguladı. Bu kapsamda, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik canlılığın dünya ekonomisi açısından bir şans olduğunu belirten Derviş, bu ülkelerin dünya ekonomik karar verme mekanizmalarında daha fazla sese sahip olmaları gerektiğini vurguladı.

Sayı:48 BM Kalkınma Programı Başkanı Derviş, “zengin” ülkelerde görülen bu ekonomik yavaşlamanın henüz durgunluk düzeyine ulaşmadığını, ancak böyle olması durumunda bunun dünya kalkınmasına olumsuz etkide bulunacağı, “zengin” ülkelerdeki bu ekonomik durgunluğun tüm dünyayı etkileyeceğini dile getirdi. (BBC.17.01.2008) “Dünyanın artık ABD, Avrupa ve Japonya'nın ekonomik hâkimiyetinde olmadığını belirten Kemal Derviş, şu anda yaşanan ekonomik bunalımın çok ciddi olduğunu vurguladı. ‘Ekonomik krizlere müdahale için yeni bir kurum oluşturmaya gerek yok’ diyen Derviş, IMF ve Dünya Bankası'nın daha demokratik hale getirilmesini önerdi…Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Başkanı Kemal Derviş B.Gates'in 'insancıl kapitalizm' önerisine de karşı çıktı. Kendisini yoksullukla mücadeleye adayacak olan Gates'in 'insancıl kapitalizm' önerisi geniş yankı buldu. CNN Türk'ün sorularını yanıtlayan UNDP Başkanı Derviş, bu öneriye sermayenin hâkimiyetini içerdiği 3


www.proleter.org

için karşı çıktı.” (29 Ocak 2008) Emperyalist sermayenin (UNDP)’de sözcülüğünü ve savunuculuğunu yapan Kemal Derviş, karşı çıktığı Bill Gats’in “insancıl kapitalizm” önerisine iradi müdahalelerle sermayenin işleyişinde “iyileştirmeler” yapılabileceğini vaaz etmektedir. “Derviş, ‘Sermayenin hâkimiyetini bir toplum modeli olarak hiçbir zaman kabul edemem’ diye konuştu. Serbest piyasa ekonomisini desteklediğini söyleyen Derviş, buna rağmen denetleyici kamu otoritesinin önemine işaret etti.” (a.g.y.) “ IMF Baş ekonomisti Simon Johnson, BBC'de katıldığı bir programda ‘Dünya ekonomisinin şiddetli kriz riskiyle karşı karşıya kalabileceği’ uyarısında bulundu. İSO'nun aylık meclis toplantısında da gündem aynıydı. Peki gerçekten endişelenmek gerekiyor mu? Küresel bir krizin ayak sesleri mi duyuluyor? iyibilgi bu soruyu Ekonomi yazarı Doç. Dr. İbrahim Öztürk'e sordu...” , “Dünya ekonomisinde % 20 paya sahip olan ABD’nin dünyadaki ekonomik 4

tabloyu da etkileyeceğini anlatan Öztürk , “ABD’nin mortgage krizine indirgenemeyecek sorunları var. Fakat mortgage krizi olmasaydı, ABD’nin cari açıkları, bütçe açıkları, dış borçları ortaya çıkmayacaktı. ABD’de mortgage krizinin çözülmesi, sorunları bitirmeyecek. Mortgage krizi, sorunun sadece finansal bir kriz gibi görülmesine sebep oluyor. Krizin boyutları bilinmiyor, 12 trilyonluk bir mortgage kredisi verildiği düşünülüyor ve tahmini dönmeyecek kredi oranı 300 milyon dolar olarak açıklanıyor. Bu kredi içinde bu oran aslen bir sorun teşkil etmez. Sorun da buradan kaynaklanıyor. Tüm dünyaya şeffaflık öneren ABD, kendisinde bunu uygulamamış ve şimdi de geri dönmeyecek borcun, daha büyük bir rakam olmasından endişe ediyorlar.” (www.iyibilgi.com) “Dünya ekonomisinde % 20 paya sahip olan ABD’nin” hangi “denetleyici kamu otoritesiyle” yönlendirilebileceğini Kemal Dervişe sormak gerekir. Sermayenin özel mülkiyetinin devam ettiği, üretimin ve üretici güçlerin top-


Proleter Ocak: 2008 lumsallığının varoluş koşullarında, denetleyici kamu otoritesinin mi, sermayenin mi hakim olacağını sormak gerekir. Bir yanda ABD, Japon ve AB emperyalistlerinin dünyanın bir çok yerinde egemenliklerini ve ilişkilerini her gün genişletmek, pekiştirmek mücadeleleri verirken böyle hayaller yaymanın sermayeden başka kime ne faydası olur ki? Avrupa emperyalistlerinden “Fransa'nın (Birleşik Arap Emirlikleri) BAE'de daimi bir askeri üs kuracağı belirtildi. Açıklamada, üsse 400 ila 500 askerin konuşlandırılacağı kaydedildi. Fransa'nın BAE ve Katar gibi Körfez ülkeleriyle çok eskiye dayanan askeri işbirliği anlaşmaları bulunuyor. AP ajansı, böyle bir üssün, Fransa'ya, İran'ın artan nüfuzuna karşı tetikte olan Körfez bölgesine askerlerini yöneltme konusunda yeni bir olanak sunacağı yorumunu yaptı. Sarkozy'nin BAE ile sivil nükleer enerji anlaşması imzalaması da bekleniyor. Sarkozy, daha önce Katar ve Suudi Arabistan'da görüşmelerde bulunmuştu. 16.01.2008 Yeni şafak” “İran'a askeri harekât düzenleyeceği söylentileri ara-

Sayı:48 sında Ortadoğu'yu gezen ABD Başkanı George W. Bush, gittiği ülkelerle büyük silah anlaşmaları imzalıyor. Başkanlığı sırasında ilk kez ziyaret ettiği Suudi Arabistan'da önceki gün Kral Abdullah ile bir araya gelen ABD liderinin sattığı sistemler arasında lazer güdümlü bomba teknolojisi yer alıyor. 123 milyon dolarlık sistem, standart silahların, hedefe odaklı bombalara dönüştürülmesini sağlıyor. Bu çerçevede Suudilere 900 uyduyla yönlendirilen füze satıldı. Bush'un altı Körfez ülkesini içeren gezide toplam 20 milyar dolarlık silah anlaşması yapacağı kaydedildi. İsrail ve Mısır'a da silah satan ABD, İran'a karşı bölgeyi güçlendirmeyi hedefliyor. Sabah 16 Ocak 2008 “ “Sarkozy, Suudi Arabistan'la da 40 milyar euroluk enerji anlaşması yapılması için girişimlerde bulundu.” CNNTurk 16 Ocak 2008 ” İşte sermayenin emperyalist “başkanları” emperyalist ilişkilerini artıracak, savaş tekellerini güçlendirecek, sermayenin olası krizlerine karşı bu türden “önlemler” alırken, 5


www.proleter.org

bize öğütlenen “denetimci kamu otoritesini” kurmak oluyor. “• Evimizde ışığımız yanıyor, ayağımızı uzatıp rahat yatıyorsak, bu huzuru devlet dediğimiz yapıya borçluyuz. Peki devlet bu huzuru nasıl sağlıyor? Verdiği hizmetlerle... • Eğer devletin sağlık, güvenlik, eğitim gibi hayati konularda verdiği hizmetler çökerse, devlet yapısı da sarsılır ve çöker. Bu hizmetleri aksatan veya engelleyen her çeşit uygulama bizim rahatımızı, huzur ve can güvenliğimizi tehlikeye atıyor demektir. Bu tehlikeye kim göz yumabilir ki? • İşçi, memur, subay, polis, emekli milyonlarca kişinin, sosyal güvenlik sisteminin çökmesi nedeniyle sosyal güvenlikten yoksun kaldığını, maaş, ilaç ve sağlık hizmeti alamadığını bir an için düşünün! • Devlet yapısı çöker. Çünkü devlet sosyal güvenlik demektir. Özetle, hastalıkları azaltan koruyucu ve önleyici tıp anlayışı yerine, hastalık üreten yaşam tarzı, ilaç ve yüksek tek6

nolojiye dayalı pahalı sağlık harcamalarının artması, sonuçta sosyal güvenlik sisteminin yani devletin çökmesine yol açar. • Yaşam tarzını düzenleyen toplum mühendisliğini küresel sistemin keyfine bırakan ülkeler çökerken, aynı zamanda güzel bir pazar olurlar. Devletin yerini de küresel sistem ve taşeronları alır.” Emperyalizmin ve yerli uşaklarının bir diğer boyun eğme vaazlarından biri de işçi ve emekçi kesimin çalışma koşullarından, “sosyal güvenliklerinden” (sağlık, emeklilik, vb.), emeklilik yaşı, kıdem tazminatlarına varan bir dizi yalan, entrika ve tertiplerinden söz edelim. Bu gün siyasi iktidarın akıl hocalığını yapan bir güruhun işçi ve emekçilere vazettiği yalanlarına ve çarpıtmalarına bir bakalım. “Evimizde ışığımızın yanması, huzurumuz devletin verdiği hizmete “ bağlıymış. Evimiz nasıl çalışmamızın sonucu gereksinimlerimizi karşılayan bir meta ise, “ışık” da bizim bunun üretici ve dağıtıcılarından satın aldığımız –ki


Proleter Ocak: 2008 ödediğimiz fiyatının da bizim dışımızda “kamu otoritesi” tarafından belirlenen fiyat ve ödentileriyle- bir metadır. “Huzurumuz” ise nasıl sağlandığı herkesin malumu “kamu otoritesine” boyun eğerek. “Devletin sağlık, güvenlik, eğitim gibi hayati konularda verdiği hizmetler çökerse, devlet yapısı da sarsılır ve çöker.” Kapitalizmin, yani sermayenin sağlık, eğitim, güvenlik konularında olduğu gibi daha bir çok konuda kendisine doğrudan bir çıkar (artı-değer) sağlamadığı sürece böyle bir sorunu ve eğilimi yoktur. Kendisine çıkarı olduğu konularla yüz yüze geldiğinde buradan nasıl bir artı-değer sömürüsü elde edeceğini gayet iyi bilir. Sermaye bunu, ama bireysel olarak ama ortaklaşa nasıl üstesinden geleceğini kurum ve kuruluşları aracılığıyla gayet iyi bilir ve yapar. Bütün sermaye sahipleri sömürecekleri işçilerin sağlıklı, eğitimli ve daha gürbüz olmalarını tercih eder. Eğer onların sermayelerini koruyacak olan askerleri sağlıksız, eğitimsiz değillerse bunu sağlamak zorundadırlar. Bunu sağlamazlarsa sermayelerinin güvenliğini ve yaşamlarını

Sayı:48 sürdürmenin tehlikede olduğu görülür. Öte yandan işçiler eğer bir ertesi gün işine daha dinç, sağlıklı gelemez ise, evde bakılmaz, yedirilip içirilmez ise işbaşında yeterli çalışmayı yapamaz, kapitalist onlardan yeterince artı-değer elde edemez. İşçilerin eş ve çocukları da yeterince sağlık, güvenlik, beslenme konularında yeterince bu istekleri karşılanmazsa, kapitalistin çalıştırdığı işçiler yeterince sağlıklı olamazlar, aldıkları ücretlerin büyük çoğunluklarını eşlerinin, çocuklarının bu tür giderlerine harcayacakları için ellerinde beslenmeye ve diğer harcamalara yeterli para kalmayacağı için bu giderlerini kısmak dolayısıyla gürbüz, verimli olmaktan uzak olacaklardır. Peki sermaye sahipleri kapitalistler bunu neden her zaman aynı anlayış ve istekle yapmazlar? Çünkü kapitalist- emperyalist sistem doğası gereği tüm çalışabilecek olanları her zaman işe koşamazlar. Hatta hiçbir zaman bu mümkün değildir. Her zaman onların, çalışanların bir yedeği, yedek işsizler ordusu mevcuttur. Ve bunu her gün yeniden üretirler. Bunların eş ve çocukları da. Bu bakımdan kapitalistler işçilerin ve diğer 7


www.proleter.org

emekçilerin her zaman barınma, sağlık, eğitim, güvenlik, gelecek güvencesi, emeklilik, konularında duyarsız, bunlar için yapılacak harcamaları da gereksiz ve faydasız görürler. Bu konuda işçilerin bilinçli çabalarını da her zaman şiddetle cevap verirler.(İstanbul Tuzla’daki Tersane işçilerinin başına gelenler, güncel en son örneklerinde olduğu gibi) işçilerin sırtından elde edilen artıdeğerden bu türden kesintilerin yapılmasını istemezler, bu konuda kolay kolay razı olmazlar. işçilere mümkün olduğunca az ücret ödemeyi, kendileri için ise mümkün olduğu kadar fazla artı-değeri el koymak isterler. Bunun için devletin organları ve faaliyetleri için gerekli olan finansmanı bu artı değerlerden sağlarlar. Vergi olarak adlandırılan bu gelirlerin türlü ayak oyunları ve yasa maharetleriyle dolaylı vergiler olarak yine işçi ve emekçilerin ceplerinden alma yoluna giderler. Bunlar bir hizmetin bedeli olmasa bile (örneğin telefon, su, elektrik, ulaşım, vb. bir çok hizmetin –metaın- satın alınması esnasında Sabit Ücret, KDV, ÖTV, TRT katkısı, … payı, vs adlar altında tahsil edilen dolaylı vergiler ile) çatır 8

çatır tahsil ederler. Öte yandan bordrolardan kesilen vergiler, sigorta primleri, katkı payları, fonlar, KEY’ler adı altında kesilen birçok ödentiler kapitalistlerin ortak denetimleri altında yine kendi amaçları ve istekleri doğrultusunda yönetilirler. Arta kalan olur, verilmesinde “zaruri”lik olduğunda da en azını vermek durumunda kalırlar. Bunlara en iyi örnekler SSK Hastaneleri, ilaç fabrikaları, işletmelerinin işçilerin ellerinden alınarak kapitalistler adına özelleştirerek verilmesi, SSK primlerinin kapitalistlerin finansman ihtiyacı olarak kullanılması, daha sonra da primlerin yetersiz olduğu, birikimlerin az olduğu yalanlarıyla emekli olabilmek için prim ödeme gün sayılarının 5000 günden 7000 güne şimdi de 9000 güne çıkarılmasının yasal zemini hazırlanmakta, IMF ve DB. Gibi emperyalist tekellerin direktifleri ile kıdem tazminatlarının kaldırılması, istenmektedir. İşsizlik fonu için kesilen kesintilerin işsiz kalan işçilerin tasarrufuna verilmesi gereken payların bunlara verilmeyip, yine kapitalistlerin ya doğrudan yada dolaylı olarak devlet eliyle onların finans-


Proleter Ocak: 2008 manlarında kullanılmak üzere hesaplar yapılmaktadır. “Evimizdeki ışığın, sağlığın, huzurun” bedeli kısaca bunlar iken burjuva kalemşorları, profesörleri, her türlü iletişim aracı, gazete ve dergileri aracılığıyla yalan ve entrikalarla işçilere ve emekçilere yutturulmaya çalışılmaktadır. Bu yalnız Türkiye ye has bir olgu değil tüm kapitalist ve emperyalist ülkelerde de geçerli olan bir olgudur. Bu gün de Avrupa Birliği ülkelerinde ve daha bir çok ülkede aynı yalan ve ikiyüzlülükle “Sosyal Güvenlik Sistemlerin” çökmekte olduğu ve ya çökeceği üzerine vaazlar verilmektedir. Bunlar doğrudur. Çünkü kapitalist sistem bir yanda üretim araçlarını elinde bulunduran kapitalistlerle diğer yanda emek güçlerinden başka satacak bir şeyleri olmayan işçilerden oluşmaktadır. Bir yanda yaratılan sermayeye sahip olan, mülkiyeti onlarda olan kapitalistler, diğer yanda bunlardan mahrum bırakılan işçi ve emekçi sınıflar. Sermayenin kendi yarattığı1

1

Bankalardaki durum

Sayı:48

- ABD'nin en büyük bankası olan Citigroup, tarihinin en büyük zararını açıklamasının ardından 4 bin 200 kişinin işine son vereceğini duyurdu. - ABD'nin ikinci büyük bankası olan Bank of America, toplam işgücünü 3 bin kişi azaltacağını duyurdu. - ABD'nin dördüncü büyük yatırım bankası olan Lehman Brothers, eylül ayında yaptığı açıklamada toplam iş gücünün yüzde 3'üne denk gelen 850 kişiyi işten çıkaracağını duyurmuştu. Haziran-eylül arasında ise 2 bin 450 kişiyi işten çıkardı. - ABD'nin ikinci büyük yatırım bankası olan Morgan Stanley, 900 kişinin işine son vereceğini açıkladı. - Kriz nedeniyle zarara uğrayan finans devlerinden biri olan Bear Stearns, toplam işgücünün yüzde 4'üne denk gelen 650 kişiyi işten çıkaracağını duyurdu. - ABD'nin beşinci büyük bankası olan Wells Fargo, 170 kişiyi işten çıkardı. - ABD'nin en büyük 10 bankasından biri olan National City, Ocak ayı başında 900 kişinin işine son vereceğini duyurmuştu. Böylece 2007 ortalarndan itibaren toplam işgücü kaybı 3 bin 400 kişiye ulaşacak. - İsviçreli yatırım bankası UBS, 3.4 milyar dolar zararın ardından sabit getirili piyasalar bölümünde çalışan 1500 kişiyi işten çıkaracağını açıkladı. - İsviçreli Credit Suisse, eylül ayı sonuna kadar 170 kişiyi işten çıkarmıştı. - Dünyanın en büyük dördüncü ban-

9


www.proleter.org kası olan HSBC, eylül ayında yaptığı açıklamada ABD'deki subprime mortgage birimini kapatacağını ve 750 kişiyi işten çıkaracağını duyurmuştu. - ABD'nin en büyük kredi kartı firması Capital One Financial Ağustos ayında yaptığı açıklamada 1900 kişinin işine son vereceğini duyurdu. Şirket, haziran ayında da 2 bin kişiyi çıkaracağını duyurmuştu. - ABD'nin yedinci büyük bankası olan Suntrust Banks, işgücünün yüzde 7'sine denk gelen 2 bin 400 kişinin işine son vereceğini duyurmuştu. Mortgage ve sigorta şirketlerinde durum - ABD'nin en büyük mortgage firması olan Countrywide, 2006'nın ortalarından bu yana gayrimenkul sektöründeki zayıflama ile başa çıkabilmek için 11 bin kişiyi işten çıkardı. Geçtiğimiz sene subprime mortgage kredileri vermeyi durduran NovaStar, yaşanan krizden en çok etkilenen firmalardan. 2006 sonunda 2 binin üzerinde çalışanı varken, bu rakam 200'e indi. Şirket, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, 170 kişinin daha işin son vereceğini duyurdu. Böylece yakın zamanda sadece 30 kişi kalacak. - Mortgage firmalarının en büyüklerinden biri olan IndyMac, 15 Ocak'ta 2 bin 43 kişinin işine son vereceğini duyurdu. Bu rakam toplam işgücünün dörtte birine denk geliyor. - San Diego merkezli subprime mortgage şirketi Accredited Home Lenders Holding birçok birimini kapatırken, 1600 kişiyi de işten çıkar-

10

kapitalizmin ürünü bu işsizlik ve yoksulluk, aynı zamanda sermayenin hareketini sekteye uğratan, ilişkilerin tıkandığı, dolaşımın kesildiği, durduğu, birinden diğerine geçmesi gereken sürecin tıkanıklığı bir birine tetikleyerek oluşan kaos, durgunluk ve krizleri. İşte onların bu günden endişe ettikleri ve bunlara bahane göstererek, işçilerin ve emekçilerin ellerindeki ve avuçlarında kalan son kırıntıları da el koyma hesaplarıdır. Emperyalist-kapitalist sistemin kendisindeki çatlaklar, onların yönetiminde ve denetiminde ki bütün kaynaklarında çökmekte ve çatlaklar oluşturmaktadır. Emperyalistler ve kapitalistler arasındaki rekabet bütün doğal ve üretildı. - Ağustos ayında iflas eden First Magnus şirketi, 6 bin çalışanının tamamına yakını işten çıkardı. - ABD'nin en büyük sigorta şirketlerinden biri olan First American Crop1300 kişinin işine son vereceğini duyurdu. - ABD'nin en büyük sigorta şirketlerinden biri olan Landamerica Financial Group 1100 kişinin işine son vereceğini açıkladı. www.sendika.org


Proleter Ocak: 2008 miş zenginliklerin heba edilmesine, har vurulup harman savrulmasına neden olmaktadır. Bu gün trilyonlarca doların sadece Mortgage krizleriyle “eriyip gitmesi”, -ki bu bir emperyalist gücün elinden diğer emperyalist gücün eline geçmesidir de aynı zamanda- insanların yaşam koşullarını, çalışma ve gelecek koşullarını, eğitim, sağlık harcamalarını kat kat karşılayacak rakamlara bedel bir rakamlar toplamıdır. Emperyalistler kendi çıkarlarından bu tür çözümleri görmeleri elbet mümkün değildir. Böyle bir çözümü yerine getirmeleri de mümkün değildir. Bunun için kapitalizmin “insani çıkarlar” için yönlendirmesi de mümkün değildir. “Yaşam tarzını düzenleyen toplum mühendisliğini küresel sistemin keyfine bırakan ülkeler çökerken, aynı zamanda güzel bir pazar olurlar. Devletin yerini de küresel sistem ve taşeronları alır.” Bu yazarlarımız işçilerin, emekçilerin gözlerine baka baka, havanda su döverek, göz boyamaya çalışıyor. Ne demek “yaşam tarzını düzenleyen toplum mühendisliği”?

Sayı:48 Bu olsa olsa masallarda olan, gerici yobaz kesimin hayallerinde üreterek insanların beyinlerini yıkayan sanal dünyanın günümüze yansıyan yeni sürümüdür. Hurilerin yerine Çarlinin melekleri, cellatların yerine devasa iş makinelerinin aldığı, yonca ve işliklerin yerini fabrikalar ve atölyelerin aldığı, mağaranın yerine çadırların, şantiyelerin ve apartmanların, banliyölerin aldığı, kağnının yerine hızlı trenlerin aldığı, aletin yerine makinelerin aldığı ve buna ayak uyduran, oradan buraya koşuşturan işçi ve emekçilerin her gün ekmek peşinde koştuğu bir yaşam biçimi gelmiş yerleşmiştir. Bir yanda sermaye ve toplumsal zenginliklerin sahipleri kapitalistler, diğer tarafta emek güçlerinden başka satacakları bir şeyleri olmayan proleterler. Toplumsal yapıyı oluşturan bu iki sınıf ve bu sınıflar arasında gidip gelen ara sınıflar. Bunların yaşam tarzını belirleyen “toplum mühendisleri” değil bu sınıfların içinde bulundukları üretim ilişkilerinin bu günkü gelişmişliği içerisindeki durumlarıdır. Toplumsal sermayenin uluslar arası çevrimindeki dolaşımın11


www.proleter.org

da meydana gelen tıkanma başta Amerikan bankalarının Mortgage kredilerindeki geri dönüşlerdeki tıkanmayla tetiklenen krizi finans sermayenin dolaşımını durdururken, oluşan finans sektöründeki tıkanmalar, bankaları, sigorta şirketlerini ve bunlardaki çalışanların işten atılmalarını gündeme getirerek bir başka risklerin gerçekleşmesine neden olarak işsizlik sayılarının yükselmesine dolayısıyla işsizlik fonlarının erimesine yol açarken diğer yandan aynı sektörde yatırımlarda değerlendirilen fonların zaten kredilerdeki tıkanmayla bir krizle karşılaşmıştı. Şimdi bunlar sigorta şirketlerine sirayet ederek sigorta şirketlerinin krizler ile yüz yüze gelmelerini sağladı. Bilançolarındaki zararlardan dolayı yeni riskler alamamakla karşı kaşıya kalacak sigorta şirketleri diğer ülkelerde bulunan iştirak ve ortaklıklarını da zayıflatarak pazarı diğer rakiplerini kaptırma ile karşı karşıya kalsa da esas rakiplerinin de bu krizlerden dolaylı şekilde etkilenmiş olmasından dolayı maliyetlerin daha da yükselerek meta fiyatlarının artmasına tetikleyerek enflasyon ve yaşam koşullarını zor12

laştırıcı etkilere neden olmaktadır. Zaten uzun zamandır dolar kurlarındaki düşüş bazı ülkelerin örneğin (Türkiye) ihracatını olumsuz etkileyerek buradaki sermaye hareketlerini etkilemekteydi. Zaten anlık hareketlerle (Cary trade) “paradan para kazanma” hareketleri gerçekleştirenler kısa süreli sermaye gereksinmesi olan kapitalistlerin işlerini göremez, ya da daha yüksek maliyetlere katlanmak zorunda kalarak zararlarını artırmıştır. “Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana geçen yaklaşık 80 yıllık sürede (1923-2002), Türkiye giderek sıklaşan ve şiddeti artan ekonomik krizlere sahne oldu. Krizlerin en şiddetlisi, devraldığı ciddi sorunlarla yüklü mirası çok daha ağırlaştıran gelişmeler ve politikalarla süren, 1998’den bu yana yaşadığımız bunalım oldu; bunun nasıl ve hangi sürede atlatılabileceği şimdilik ucu açık bir soru niteliği taşıyor. Tanık olunan altı adet çok ciddi (1929-31, 1958-61, 1978-


Proleter Ocak: 2008 81, 1988-89, 1994, 1998-2002 (?) ), ekonomiyi derinden sarsan ve büyük ekonomi politikası dönüşümlerine yol açan krizlerin yanında, göreli daha kısa süreli ve etkileri daha sınırlı dört adet (1947, 1969, 1982, 1991) kriz yaşandı. Şiddetli ve göreli daha hafif krizlerin kapsadığı yılların toplamı yirmidir ve cumhuriyet tarihinin dörtte birine varmaktadır. Serbestleşme-küreselleşme sürecini yaşadığımız son 22 yılın tam 9 yılı, yani %40’ı kriz yıllarıdır. Bu rakamlar 1998’de başlayan ve 2000 yılının bir bölümü dışında giderek derinleşen krizin 2002 yılı sonunda biteceğini varsayar. 2000 yılındaki banka ve finans kurumu krizleri de göz önünde tutulursa bu oran %45’e, bunalım gelecek yıla (2003) da sarkarsa %50’ye çıkar.”2

2

Bu rakamlara, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, özellikle 1941-5 arası yaşanan ekonomide daralma yılları dahil değildir. Aynı şekilde, 1965-70 yılına kadar süren GSMH ve ihracatta tarımın egemenliği dolayısıyla, olumsuz dışsal şartların (bitki, hayvan hastalıkları, kuraklık gibi) yol açtığı GSMH düşüşleri ya da 1999’da yaşanan depremlerin yarattığı yıkım krizler arasında incelenmemiştir.

Sayı:48 “Aşağıdaki çizelgede, Türkiye’nin yaşadığı 10 adet krizin izdüşümündeki “kriz yaratan” dünya olayları gösterilmektedir: 1929-31: Büyük Dünya Depresyonu sürecinde çöken tarım ürünleri fiyatları ve şiddetle aleyhe dönen dış ticaret hadleri, daralan ihracat pazarları ve dış kredi olanakları; 1954: Kore Savaşı’nın bitmesiyle dünyada çöken hammadde ve tarım ürünü fiyatları, aleyhe dönen dış ticaret hadlerinin izleyen yıllarda sürmesi. 1958: ABD’nin durgunluğa girmesi, Avrupa Ekonomik Topluluğu paralarının konvertibiliteye geçmesi ve Roma Anlaşması’nın yürürlüğe girmesinin yarattığı pazar daraltıcı etki; 1968: Doların altın değerinin, 1 ons eşit 35 dolarda kalmayacağının anlaşılmasını izleyerek dolar aleyhine spekülasyonun giderek şiddetlenmesi; 1974: 1. petrol krizinin patlamasıyla dış ticaret hadlerinin şiddetle aleyhe dönmesi; Al13


www.proleter.org

man markı ve İsviçre frankının dolara karşı hızla değer kazanması; 1978: “petro-dolarları dolaşıma döndürme” politikasının yarattığı aşırı kısa vadeli borçlanmanın, Türkiye ile birlikte bir dizi gelişmekte olan ülkeyi (GOÜ) (Arjantin, Zaire, Peru gibi) birlikte krize götürmesi; uluslararası bankaların GOÜ’ye kredileri kısarken, faizleri yükseltmeleri; 1979 – 80: Petrol fiyatlarının tekrar reel sıçramaya geçmesi, ABD’de para arzı kısılmasının dünya reel faiz hadlerini katlayarak artırması, tarım fiyatlarının tekrar çökmesi; 1982: Büyük borçlu Latin Amerika ülkelerinin borç ödeyemez duruma düşmesiyle dünyada “büyük borç krizi”nin patlaması, reel faiz hadlerinin tekrar yükselmesi; 1987: Kasım ayında New York borsasının çökmesi, izleyen yaygın banka iflaslarıyla ABD ekonomisinin uzun süreli (1987-91) durgunluğa girmesi, doların güçlü paralar karşısında (DM, yen gibi) değer kaybı; 14

1990: Tokyo borsasının çökmesi, Japonya’da finansal kırılganlığın ortaya çıkması ve uzun süreli durgunluk / deflasyon sürecinin başlaması; 1990 – 1991: Irak’a ambargo ve izleyen Körfez Savaşı; bölgeden turist ve sermaye kaçışı, petrol fiyatı ve bölgeye kredilerin faizlerinde fırlama; 1992 – 93 (yaz ayları): Avrupa paraları aleyhine spekülasyon sonucu Türkiye’ye rakip ülkeler paralarının devalüasyonu; ABD’ye sermaye kaçışı; ABD’de hızlı, AB’da yavaş büyüme; doların değerlenmesi; 1994: Meksika’nın krize girmesi, Brezilya ve Arjantin’in onu izlemesi; bunların paralarının ve Çin parası yuan’ın devalüasyonu; bu ülkeler ile GOÜ pazarlarından sermaye kaçışı; 1997 – 99: Uzak Doğu ve Güneydoğu Asya ülkelerinde kriz; bu ülkeler ve GOÜ’den sermaye kaçışı; krizin başta bölgeye yatırımcı Japonya, dünyayı tehdit eder boyuta varması; petrol fiyatının çökmesi, ülke paralarında büyük çaplı


Proleter Ocak: 2008 devalüasyonlar; dünyü pazarının daralması; 1998: Asya krizinin Rusya’ya intikali ve Rusya’nın moratoryum ilanı; bölgeden sermaye kaçışı ve kredi faizlerinin artışı; ruble’nin devalüasyonu; Rusya pazarının daralması; 2000: Dünya petrol fiyatlarının katlanarak artması; ABD’de Nasdaq’da çöküşün başlaması; ABD’de durgunluk işaretleri ve sermaye kaçışı; 2001: Arjantin krizi ve Latin Amerika’ya yayılması; ABD’de 11 Eylül terörüyle birlikte savaş göstergelerinin ortaya çıkışı ve Nasdaq’daki çöküşün diğer hisselere de yayılması; ABD’de büyük boylu şirketlerin iflasları ve büyük çapta yolsuzlukların patlak vermesi; ABD’de durgunluğun yayılması; 2002: ABD’nin İngiltere ile birlikte Afganistan’ı bombalaması ve işgal etmesi, işgalin bölgedeki petrol yollarını kapsaması; savaşın, ABD’ye boyun eğmeyi reddeden Irak ve İran’ı da kapsama olasılığının artması; Nasdaq başta, ABD’de New York borsasında çöküş,

Sayı:48 şirket iflasları ve şirket yolsuzluklarının sürmesi; Avrupa’da dolaşıma giren Euro karşısında ABD dolarıın değer yitirmesi, giren sermayenin ABD’yi terketmesi; Arjantin’deki çöküşü başta Uruguay ve diğer bölge ülkelerinin izlemesi. Yukarıdaki tablonunu izdüşümündeki Türkiye krizleri, bunların hiç küçümsenemeyecek uluslararası boyutları olduğunu ortaya koymaktadır. Dünya ekonomisinde istikrarsızlığın çok arttığı 1970’li yıllar, özellikle 1990 sonrasında yaşanan mali serbestlik ile kısa/uzun vadeli sermayenin serbest dolaşım sürecinde Türkiye’nin de istikrarsızlığını artırmış; artan krizlerle birlikte kalkınması da duraklamıştır. Gerçekte bu süreci en yoğun yaşayanlar, dışa çok açık politikaları uygulayan Türkiye gibi orta derecede gelişmiş ülkelerdir; en fakir ülkeler ise artık açlık çeker duruma girmiştir.” Günümüzde emperyalist sermayenin daha çok parasermaye (finans-kapital) olarak işlev görüp yatırımlarını hisse senetleri, kredi (sermayesi) biçiminde yatırılıyor olması bir yanda manipülasyon15


www.proleter.org

lara (şirket içinden bilgi sızdırılarak spekülatif işlem yapabilme olgusu yaratmak) neden olurken, diğer yandan sermayelerin dolaşımındaki tıkanıklıkların diğer dolaşım alanlarına sıçrayarak meta dolaşımlarını tıkaması sermayenin kapitalist işleyişinin artık mümkün olamayacağını da kendini iyice kabul ettirir duruma gelmiştir. Bu Sermayenin özel mülkiyetini zorladığı, dağıtımın ve değişimin niteliğini zorladığı, kısaca, sosyalist üretim biçimine yönlenişinin alanlarını zorladığı biçime geldiğini gösteriyor. I. Ve II. Paylaşım savaşlarına neden olan daha önceki emperyalist sermayenin krizleri Asya’da ve Avrupa’da sosyalist üretimin kaçınılmazlığını hayata geçirmeye yol açarken, bazı Avrupa ülkelerinde ve diğer ülkelerde sermayenin işleyişine biçimsel durumlar yaratarak sermayenin krizlerine geçici çözümler sağlamıştır. Şimdiler de krizin çözümü yeni bir paylaşımı “kazan, kazan” anlaşmaları ve zorlamalarıyla giderilmeye çalışılırken, bir yandan da kaçınılmaz tecavüzden zevk alma çabası içindedirler. Bu hengamenin sonucunu ve alacağı biçimi pro16

letaryanın mücadelesi ve duruşu belirleyecektir. M. Gündar

Ocak 2008

TÜRKİYE DE SINIF SAVAŞIMLARI İSLAMCİ VE LAİK BURJUVAZİ

Temiz görünümlü para harcamasını bilen muntazam bir burjuva fotoğrafı olarak eşleri türbanlı, beş yıldızlı oteller, son model cipler ve ifrat korkusuna inat bir tüketim ile çevremize oturdular… (1) Tesettürlü kadınların başlarında bellerine kadar inen alacalı bulacalı Versace ve bilmem ne marka başörtüsü laik burjuvazinin Teşvikiye ve Bebek camilerinden kaldırılan cenazelerinde taktıkları markalı başörtüsüyle yarışırcasına… (2) gümüş yüzükleri ve afili başörtüleri de olmasa ayırt etmek imkânsız. Hanımları örtülü, sekreterleri mini etekli. Kişisel tarihlerinde anneleri ve kız kardeşlerinden başka bir kadın görmeyerek başları bağlandığı için kadın meselesinde ciddi


Proleter Ocak: 2008 sıkıntıları var. Marka giyiniyorlar, parayı harcayacak yer bulamıyorlar, yüzlerine bakan yüz binlerce aç adamın karşısında kapılarında “dikkat köpek var” yazılı villalarında yemekli partiler veriyorlar… (3) bu süreç birkaç yıl önce beş yıldızlı oteller de iftar açmakla başladı. O zamanki refah partisinin palazlandığı İslamcı burjuvazi ramazan ayı boyunca beş yıldızlı oteller kapattı… (4) Son yılların en görkemli düğününün kerameti burada yatıyor. Berlusconi’nin de tanıklığıyla şehrin kalbini sekteye uğratarak sahnelenen bu müthiş gövde gösterisi masalın hep aynı dilde hep aynı yazıldığını bize bir kez daha gösteriyor. Kapının önünde başka tanrının çocukları savaşa karşı oldukları için coplanırken içerdeki pahalı şarlatanlığın farfara kulakları sağır ediyor. İşte en güçlü siyasal manevra…(1) Burjuvazi iki kampa ayrılmış durumda, laikler ve İslamcılar. Erkene alınmış genel seçimlerle Cumhurbaşkanlığı seçimi, anayasa referandumu ve şimdide türban üzerinden iktidar savaşı yürütüyorlar. İktidar partisi bir muhalefet partisi gibi özgürlük istiyor. Bir metre bez üzerinden fırtına kopuyor. Bur-

Sayı:48 juvazinin bölünmüş iki kampı ulusalcılar eski solcular sosyal demokratlar cumhuriyetçi küçük burjuva aydınları laikçi ulusal cepheyi, dini mezhepler, tarikatlar, iktidar partisi tutucu muhafazakâr orta sınıf ise İslamcı burjuva kanadını oluşturuyor. Dinin gereği ve Atatürk ün ilkleri kıyafet özgürlüğü ve çağdaş yaşam adı altında birbirlerine karşı üstünlük kurmaya çalışıyorlar. Ortak payda toplumsal zenginliğin bölüşümü ve bu bölüşümden alınan payın artması. Sermaye grupları devletin gücünü ve onun zor yoluyla el koyduğu zenginliğin paylaşılmasında söz sahibi olmak, rakiplerinin karşısında avantajlı konumda olmak için kıyasıya bir mücadele veriyorlar. İslamcı burjuvazi iktidarda olmanın avantajını kullanarak, baştan başa devletin örgütlenmesini kendi sermaye gruplarının çıkarları doğrultusunda kadrolaşarak, muhalefetteki ulusalcı burjuvaziyi köşeye sıkıştırmaya, devletin ekonomik gücünden mahrum etmeye, saf dışı etmeye çalışıyor. Milyonlarca genç, eğitim hakkından yoksunken, emekçi sınıfların çocuklarının eğitim hakkı, burjuva sınıfı tarafından gasp edilir17


www.proleter.org

ken, kapitalist toplumda tek gerçek gücün satın alma gücü olduğu, burjuva toplumunda eğitimin burjuva niteliği metaya dönüşmüşken, iktidar partisi, okumanın önünde tek engel olarak türbanı göstermesi, gerçekte iki yüzlüce yürütülen iktidar savaşının burjuva devleti içindeki, burjuva sermaye gruplarının iktidar güç gösterisinden başka nedir? Burjuvazinin muhalif kanadının da çağdaş yaşam diye haykırması milyonlarca emekçi gencinin eğitimin dışına itilmesinden hiç söz etmeksizin sadece sorunu biçimsel olarak türbana indirgemesin de ki iki yüzlülüğün açık bir ifadesidir. Burjuvazi arasında ki bu savaşın ana teması zenginliğin yaratıcısı işçi sınıfının yarattığı toplumsal servetin devletin zor yoluyla el koyduğu, yer üstü ve yar altı kaynakların burjuva gruplar arasında ki paylaşımında kimin ne kadar söz sahibi olacağıdır. İşçi sınıfının örgütsüz ve dağınık olmasıyla burjuva sınıfının karşısında kendi politik siyasal talepleriyle bağımsız bir sınıf olarak çıkamayışının rolü var. Burjuva sınıfı işçi sınıfı karşısında bir bütün, toplumsal servetin paylaşımında ise kıyasıya bir reka18

bet ve savaşım içindedir. Burjuva sınıfı kendi ekonomik siyasal çıkarlarını tüm toplumun ortak çıkarıymış gibi görür gösterir. Burjuva sınıfını bütünleştiren ve parçalayan rekabet savaşımını, kendi için de kıyasıya sürdüren, birbirlerine karşı üstünlüklerini şiddetlendiren, kapitalizmin kriz dönemleri ve işçi sınıfının politik konumudur. İşçi sınıfının sömürülmesiyle yaratılan zenginliğe, doğanın binlerce yıldır yarattığı doğal zenginliklere nasıl ve kimler tarafından el konulacağını, hangi kapitalist grupların hasımları karşısında avantajlı olacağını belirleyecek olan düzen işçi sınıfı çatışmasıdır. Burjuvazi için asıl olan, işçi sınıfının yaşam koşulları ve demokratik talepleri değil, işçi sınıfını sömürülmesi sonucu yaratılan toplumsal servetin paylaşılması sorunudur. İslamcı burjuvazi ve laik burjuvazi olarak iki kampa ayrılan burjuva sınıfının asıl sorunu, özgürlükler, işçi sınıfı ve emekçilerin çocuklarının eğitim hakkı, çağdaş yaşama hakkı değil, kapitalist grupların iktidar sorunudur. 22 Temmuz seçimlerinden zaferle çıkan, kamuoyunda bilinen adlarıyla ılımlı İs-


Proleter Ocak: 2008 lamcı parti, temmuz seçimlerinde umduğunu bulamayan ulusalcı burjuva cephesine savaş açmak zorunda, zaferin getirdiği moralle, güçle, Çankaya köşkü düşürüldü. “Dini bütün” Abdullah Gül’ün 27 Nisan e-mail muhtırasıyla cumhurbaşkanlığı tam elinden gitmişken, 22 Temmuz da tekrar kendini hem de muhtıracıların başkomutanı olarak buldu. Ilımlı İslam’ın bayrağı türban Çankaya Köşkünün gönderine çekilince, sözüm ona, laikliğin teminatı, cumhuriyetçi ordunun generalleri, korkuyla geri çekilmeye, hazır parlamentonun karşısında elde ettikleri şöhreti, bu kez harcamaya başladılar. Parlamento karşısındaki üstünlüklerini, güçlerini, hizmet ettikleri emperyalist burjuvazinin desteğiyle taçlandıran, emir komuta zincirini, başta ABD Emperyalistleri ve müttefiklerinden olan cumhuriyetçi ordu, emperyalistlerin desteğini çekmesiyle tank ve dipçiklerinin fotoğraflarını, bu kez sokaklarda değil, internet sayfalarında gösterebildiler. Kendilerine duyulan korkunun boş bir görüntüden, o görkemli Cumhuriyet mitinglerine rağmen, ABD Emperyalizminin bizim çocuklar diye tanımladı-

Sayı:48 ğı orduyu, cumhuriyetçi laik burjuvaziyi değil, ılımlı İslamcıları, AKP yi işaret etmesiyle, boynu bükük, sessizce, kışlanın içine hapsoldular. Ordu hizmet ettiği sınıfın, kapitalist düzenin ordusu olarak, burjuvazi adına hareket ettiği ölçüde, gücü de güçsüzlüğü de, egemen burjuvazinin, iktidarda söz sahibi olan burjuvazinin gücü ve güçsüzlüğünden başka ne anlama gelir? Burjuvazinin çoğunluğu ordunun arkasında durduğu sürece, bütün uğraşları, burjuva kapitalist toplumu korumak olan ordu, burjuva çoğunluğun çıkarları doğrultusunda, emir komuta zinciri içerisinde, darbe yapma, düzeni koruma hakkını, burjuva toplumu adına elinde bulundurur. Bunun tersi boş bir macera, sonu hüsran ve iple sona eren, rütbeleri sökülen, zavallı hainler, durumuna düşmektir. Bütün geliri, burjuvazinin kendisine bağladığı ödeneklerden oluşan, bütçeden kendilerine ayrılan fonlardan meydana gelen ordu, ancak kendisine ödemede bulunan efendisinin isteğiyle, hareket özgürlüğüne sahipken, bu kez, emperyalist burjuvazi ona; sen bu işe karışma, komutunu vermişti. 19


www.proleter.org

Bütün yaşamlarını, hayata dair öğrendikleri şeylerin tümünü toplumdan ayrı, onun dışında, görünüşte toplumun üstünde, kendini onun gerçek efendisi, koruyucusu sayarak, kışla duvarlarının arkasında, Kemalizm öğretisiyle, burjuvazinin çizdiği, burjuva kapitalist toplumun genel teorilerinin, soyut biçiminin ezberiyle, donmuş, cansız bir cumhuriyet, ulus ve laiklikle beynini doldurmuş, itaat etmeyi ilke edinmiş, burjuva ordusunun generalleri, ezberleri bozulduğunda, burjuva toplumunun genel eğilimini kavrayasıya kadar, eski ezberiyle, bir iki çırpınış, düzeni koruma gösterisine niyetlenince, emperyalist kapitalist toplumun yerel değil, evrensel iktidar sahipleri, emperyalist tekellerin çıkarlarıyla, kendi kafalarının içindeki donmuş, ulus ve laiklik anlayışı çeliştiğinde, önce ulus ve cumhuriyet adına, düzeni koruma adına, hamle yapmaya yeltenince, karşısında tekellerin temsilcileri ABD ve AB emperyalistlerinin gücünü bulmuştu. Ordu, Irak da kafasına çuval geçirilince, öfkeyle kendisine tekme atan sahibine, havlamaya kalkınca, art arda aldığı sopa darbeleriyle, kuy20

ruğunu kısarak, kulübesine yönelen köpek gibi, kendi sınırlarının ne olduğunu anlamakta gecikmedi. Emperyalist burjuvazi, orduya oyalanacağı alanı gösterdi. Ardı ardına patlayan mayınlar, güneydoğuda verilen zayiatlar ve en sonu Dağlıca baskını, aklının başına gelmesine yetti. 27 Nisan da hasım olarak gördüğü, cumhuriyet için, laiklik için, muhtıra çektiği hükümetin, başbakanın elini tutarak, ABD nin yolunu tuttu. ABD düşmanlığından çark etti. Kendisine gösterilen Kuzey Irak’ın boş dağlarını bombalayarak, zavallı generallerin namusu kurtarıldı. Laiklik ve cumhuriyet sorulduğunda, şova düşkün Büyükanıt, dükkan kapandı dedi. Laiklik ve cumhuriyet, ABD’nin kilitlediği dükkanın dışına, burjuva parlamentosuna bırakıldı. Küçük burjuvazinin Kemalist solcuları, düzenin cumhuriyetçi ordusunun generalleri tarafından yüz üstü bırakıldı. Ta ki emperyalistler arası güç dengelerine, burjuva sınıfında ki iç çatışmalarındaki güçlerin durumuna, dükkânın kapısı açılana değin. İslamcı burjuvazinin, gümüş yüzükleri ve hanımlarının baş örtüleriyle yer almala-


Proleter Ocak: 2008 rı, kapitalizmin bu günkü gelişmesinin uluslar arası niteliğiyle, 1990’lar dan itibaren, dünyanın emperyalist gruplar tarafından yeniden paylaşılmasının başlamasıyla, Türkiye kapitalizmi “ulusal kapitalizmin” niteliğiyle tam bir örtüşme içerisindedir. 1923 de kurulan genç burjuva cumhuriyeti, güçlü bir sanayi, gelişmiş bir kapitalist üretim ilişkilerine sahip değildi. İktidar olan burjuvazi değil, onun temsilcileriydi. Birinci ve ikinci paylaşım savaşları arasında kurulan burjuva devleti, devlet eliyle kapitalist üretim ilişkilerini geliştirdi. Belli başlı sanayi tesisleri devlet tarafından kuruldu. Yeni, genç girişimciler, bir burjuva sınıfı yaratılmaya çalışıldı. Devletin desteğinde İstanbul ve İzmir başta olmak üzere sanayi kentleri oluştu. Kapitalist bir sınıf yaratıldı. Cumhuriyetçi burjuva devletinin himayesinde, gölgesinde güçlendirildi. İç Pazar yaratıldı. Kentler ve köyler arasında pazarı güçlendiren yollar yapıldı. Adım adım kapitalizm öncesi meta üretimi ve değişimi kapitalist üretime bağlandı. İkinci paylaşım savaşının sona erdiği 1940’ların sonunda yeni bir emperyalist güç, ABD Emper-

Sayı:48 yalizmi, dünya üzerinde ki egemenliğini yavaş yavaş oluştururken, bir başka güç, erken sosyalizm, Sovyetler Birliği, bunun karşısında bir güç olarak ortaya çıktı. Genç, Türk burjuva cumhuriyeti, iktisadi ve sosyal yaşamda burjuva devrimlerine imza attı. Osmanlıdan kalan feodal ayrıcalıklar, feodal vergiler kaldırıldı. Osmanlıya dayalı dini, feodal devlet yapısı, halifelik, kadılık, şıhların, şeyhlerin toplumsal yaşamdaki egemenliği yasayla kaldırıldı. Laiklik, anayasaya konuldu. Genç burjuvazi, uluslar arası emperyalist rekabet ve saldırıyla karşılaşmaksızın kendi burjuva devrimine yöneldi. Cumhuriyet kuruldu. Kapitalist burjuva iktisadının önündeki dini feodal bağlar kısmen kaldırıldı. Burjuva devleti, burjuvazinin erken çağdaki emperyalizm öncesi serbest rekabetçi, ulusal, iktisadi gelişmesinin çizgisine girdi. Burjuvazinin feodalite karşısında ki devrimci rolü döneminde, tarihsel olarak ortaya çıkan, aydınlanma dönemi olarak bilinen, feodal engellerin kaldırıldığı, soyluluğun, dinsel baskının, ayrıcalığın, burjuvazi tarafından yıkıldığı çağdaş öğeler benimsendi. Halen günümüze 21


www.proleter.org

kadar küçük burjuva demokratların, solcuların hayranlık duyduğu, burjuva devrimci dönemi bu iki emperyalist savaş döneminde kısmi olarak gerçekleştirildi. Tarihsel olarak kapitalizmin serbest rekabetçi, uluslar, şeklinde iç pazarın yaratılması sürecindeki uzun, kendiliğinden gelişme dönemini kapsayan bu süreç, emperyalist kapitalizm döneminde, emperyalist yayılmacılığın, emperyalist sermaye ihracının işin içine girmesiyle, kendi, doğal – burada doğal dan kast ettiğimiz kapitalizmin erken döneninde ki kendiliğinden gelişmesidir.- seyri içinde, yüzlerce yılı kapsayacak olan, kapitalist gelişme, 1950 li yıllarda, kapitalist sermaye ihracıyla biçim değiştirdi. 50 li yıllarda Türkiye, küçük meta üretiminin hakim olduğu, nüfusunun üçte ikisinin kırlarda yaşadığı bir ülke iken, adım adım, emperyalist sermayenin, sermaye ihracıyla, emperyalist dünya pazarına dahil olan, kapitalist bir ülkeye dönüşümü yoluna girmiş oldu. 1980’li yıllarda en yüksek biçimini alan burjuva demokratik hareketi, küçük burjuva demokrasisinin yenilgisiyle, kapitalist emperyalist sermayenin tam denetimine 22

girmiş oldu. 1990’lı yıllara kadar uluslar arası emperyalist kapitalizmin dengeleriyle bağımsız yapısını görünüştede olsa koruyabildi. 1990’lar da Rusya’nın süper güçten düşmesiyle, dengelerin değişmesi sonucu, yeniden başlayan paylaşım savaşında, emperyalist sermayenin doğrudan denetimine giren bir ülke konumuna geldi. Özelleştirmeler yoluyla kendi ulusal sanayisini ve bankalarını emperyalist sermayenin denetimine terk etmek zorunda kaldı. Burjuva devletinin üretim deki rolü gittikçe kayboldu. Burjuvazi, emperyalizmin bayiliğini yapan ticaret burjuvazisine dönüştü. Yeni bir iş bölümü ortaya çıktı. Emperyalist tekellerin uzantıları ve onların ticari ortakları, bayileri haline dönüşen orta sınıfın içinden, zenginleşen, yeni bir burjuva emperyalist sınıfı oluştu. Anadolu da ticaret yoluyla zenginleşen, büyük kentlerin ticaretinde söz sahibi olan, devletin doğrudan desteğinden yoksun oluşmuş, emperyalist sermayenin uzantıları, varlıkları onunla biçimlenen, emperyalist sermayeye doğrudan bağımlı burjuva sınıfı doğdu. İdeolojileri, cumhuriyetçi burjuvazinin ideolojisin-


Proleter Ocak: 2008 den ayrı, cumhuriyetçi burjuva gibi Kemalizm’den beslenmemiş, ona ihtiyacı olmayan, devletin desteğinden yoksun kalmış, Kemalist burjuvaziyle girdiği rekabette şekil olarak kendisini ondan ayrı kılan, sembolleri olan, tutucu, muhafazakar görüntüsüyle, gerçekte Kemalist burjuvaziden daha atak, arkadan gelenin yaşamak için daha hırslı, daha güçlü olması gerektiğinden dolayı, kendi örgütlerini, ekonomik, siyasal birliklerini, oluşturarak, yeni burjuva sınıfını oluşturdular. Küçük ve orta ölçekli sanayi sitelerinde, kendi örgütsel birliklerini, dayanışmalarını oluşturarak, bu birliklere dahil olmayan, esnaf dayanışması adı altında, sermayenin alt örgütlerini oluşturdular. Kayseri, Denizli, Antep, Konya gibi kentlerde palazlanan, sermaye birikimini gerçekleştiren, babaları esnaf ve küçük ticaretle uğraşan bu yeni burjuva sınıfı, kapitalist işletmeler haline dönüştükçe, karşılarında, eski cumhuriyetçi burjuvaziyi buldular. Kemalizm’le, cumhuriyetle büyüyen burjuvazinin karşısında, burjuva kardeşlerinin karşısında, Kemalizm’e ve cumhuriyet karşıtlığına yöneldiler. İdeoloji olarak İslamiyet’i

Sayı:48 Kemalizm’in karşısına koydular. Esnaf odalarının küçük burjuva tutuculuğuyla, ahlakıyla yetişen bu yeni burjuvalar uluslar arası emperyalist sermayeyle girdikleri ilişkilerle güçlenip, kapitalist bir sınıfa dönüştükçe, çarpık bir yapıya, sermaye olarak burjuva, ahlak olarak küçük burjuva bir karaktere sahip oldular. Dilleri, ahlaki bakış açıları küçük burjuva, işçi sınıfı karşısında sermayenin, kapitalist üretiminin temsilcileri olarak, iki yüzlü bir çizgi izliyorlar. Cumhuriyetçi burjuvaziden ayırt edilen tek özellikleri gardıroplarındaki giysileri oldu. Çoğunluğu, daha bir kuşak önce aile işletmeleriydi. Kapitalizmin ekonomik, iktisadi yasaları gereği, küçük burjuva işletmelerinin büyük çoğunluğunu yıkıma sürüklerken, içlerinden bir kısmını ise, yukarıya, kapitalist işletmelere dönüştürür. Küçük burjuvaziyi, düşünce olarak burjuvazi ve işçi sınıfı arasında bocalatan gerçek budur. Kapitalist rekabetin yol açtığı yıkımlar, küçük işletmelerin büyük çoğunluğunu yok edip mülksüzleştirirken, proleterleşen küçük burjuvalar, köylüler, işçi sınıfı içinde, burjuva düşüncelerinin eski köylü karakterinin taşınmasına ne23


www.proleter.org

den olur. Yine rekabetin bir üste çıkardığı az sayıdaki büyük burjuva haline dönüşen küçük burjuvalar ise, büyük burjuvaziye, geleneksel burjuva yaşam ve düşünce tarzına, ahlakına, küçük burjuvazinin alışkanlıklarına bakış açısını, kültür ve yaşam geleneklerini taşır. İslamcı burjuvazi olarak tanımlanan burjuvaların, büyük burjuvalar oldukları halde, küçük burjuvazinin ahlaki özelliklerini, düşünsel yapılarını taşımalarının maddi kaynağı buradadır. Önceleri, eski büyük burjuvazinin, cumhuriyetçi burjuvaların küçümseme, alaya alma, görgüsüz olarak gördükleri, dudak bükerek ciddiye almadıkları, bu kesim, devlet içinde güçlenip, iktidar sahibi oldukça, aralarında ki çatışma, rekabet büyüdü. Kırların, kapitalizm tarafından yoksullaştırılan geniş yığınlarını da eski gelenek ve görenekleriyle arkasına alan bu yeni burjuvazi, eski burjuvaziyle hesaplaşmaya başladı. Türkiye kapitalizmi açısından ele alındığında, Türkiye de yer alan burjuva sınıfı içindeki çelişkiler, kapitalist emperyalist sermayenin, kendi tekel çıkarları açısından, Türk toplumunun yaşama biçimi, sermaye24

nin önünde engel teşkil etmediği sürece hiçbir sorun teşkil etmez. Nasıl ki esnaf babaları, faiz haramdır diye fetva verirken, bu günün büyük burjuvaları, oğulları, faizi kutsuyorsa, kapitalizm kendine has yöntemlerle, kendi kurallarını, yasalarını, bizatihi bu yasaların geçmişteki karşıtları tarafından, birer birer, kapitalist iktisadın vazgeçilmez unsurları olarak yerleştirildi. ABD ve AB emperyalistlerinin ideologlarının uzun bir süredir, Kemalizm’in, Türk toplumunun gelişmesi önünde engel teşkil ettiğini, sıkça dile getirmeleri, Türk burjuvazisinin belirli bir tarihsel dönemine tekabül eden Kemalizm’in artık eskidiğini ve engel teşkil ettiğini dillendirmeleri, bir dönem başbakanlık yapan, sermayenin laik, cumhuriyetçi burjuvazisinin temsilcisi, Tansu Çiller’in, Türkiye için, son sosyalist ülke, tanımlamasını yapmasının nedeni, emperyalist burjuvazinin yeni sömürü alanları, yeni yatırım alanları, aramasından kaynaklı olarak, eski ulusal burjuva devlet işletmelerinin paylaşılmasından kaynaklıdır. Emperyalist kapitalist rekabet karşısında çözülen ve el değiştiren ulusal kapitalist iş-


Proleter Ocak: 2008 letmeler, özelleştirmeler yoluyla çözülürken, tutucu küçük burjuvazi, Kemalizm’e daha sıkı sarıldı. Kapitalizmi donmuş, basit yeniden üretim olarak algılayan büyük burjuvaziden, daha çok, burjuva düzenine sarılan, tutucu küçük burjuvazinin direnci, Kemalizm den daha tutucu, dinci ideolojiyle kırılıyor. Çivi çiviyi söker. Kapitalist üretim yasaları, kendi rekabet koşullarıyla, ekonomik alanda bu işletmeleri parçalayıp yuttukça, emperyalist burjuvazi, ideolojik olarak da, önünde ki engelleri kaldırmak zorundadır. Emperyalist tekeller, kendi çıkarları önündeki her türlü ideolojiye karşı savaş açar. Küçük burjuvazinin ulusal hayallerini, ham hayallerini, kendi iktisadi gelişmesine bağlayarak, buna uygun siyasal ve ideolojik olarak da bir kampanya yürütür. Özgürlük sözcüğü tekellerin ağzından düşürmedikleri, toplumsal gelişme dedikleri, kapitalizmin egemenliğinin, yağmanın, meşrulaştırılmasından başka bir anlam taşımaz. Emperyalist burjuvazi, emperyalist kapitalist paylaşımın önünde engel teşkil eden, eski Kemalist burjuvaziyi, ulusal alışkanlıkları, ideolojileri, ondan

Sayı:48 daha eski dinsel ideolojiyle yıkıyor. Kemalizm nasıl ki, burada, salt bir şekilden, boş bir teorik lafazanlıktan ibaretse, ondan daha eski olan, eski dini geleneklerden, ideolojiden, büyük bir trajediden, komediden içi boşaltılmış, maddi yaşam olanağı olmayan, dinsel geleneklerin, günümüz burjuva toplumuna uydurulmuş bir şeklinden başka bir şey olmayan, İslami ideolojiyle harmanlanmış, emperyalist boyunduruktan başka bir şey değildir. Üretim ilişkilerinde – değişim ve bölüşümü de içinde taşıyan kapitalist üretim,kapitalist dönüşümü akıl almaz bir hızla gerçekleştiren emperyalizm, siyasal ilişkilerde, serbest rekabetçi, ulusal kapitalizm döneminden ayrı olarak, gerici bir rol oynar. Kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesi, burjuvazinin karşısında, güçlü bir işçi sınıfının oluşmasını da beraberinde getirir. Burjuvazi gelişmesinin ilk dönemlerinde, ulusal kapitalizm döneminde, feodalizm karşısında, yoksul köylüleri, halkı, arkasına alarak, önünde gelişmiş bir işçi sınıfı olmaksızın, öncüleri aracılığıyla, devrimci bir rol oynamıştı. Emperyalizmin kapitalist üretime hakim olduğu, 25


www.proleter.org

kapitalizmin, emperyalist kapitalizme dönüştüğü günümüzde ise hemen hemen tüm ülkelerde kapitalizm, şu yada bu ölçüde gelişmiş, hatta egemen bir üretim biçimine dönüşmüş durumda. Emperyalist burjuvazi, uluslar arası bir burjuva sınıfına –ulusal değil uluslar arası- birbirleriyle yüzlerce iktisadi bağla, ortaklıklar, işbirlikleri aracılıyla bağlanmış, tek bir egemen, emperyalist burjuva sınıfına dönüşmüş durumda. Burjuvazi, feodal ayrıcalıklara karşı halkı arkasına alan, devrimci bir ulusal burjuvaziden, emperyalist tekellerin çatıştığı, yeni paylaşım alanları için birbirlerine karşı, birbirlerinin boğazına sarıldığı, bir tarihsel sürece girmiş durumda, bundan dolayı, burjuvazinin devrimciliği, tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolup gitti. Burjuvazi için artık tek bir gerçek var. İleriye doğru atılan her adım, kendine değil, işçi sınıfına hizmet eder. Demokrasi, özgürlük, aydınlanma, cumhuriyet, dinde, edebiyatta, günlük yaşamda ilerleme, burjuvaziye değil, işçi sınıfına hizmet eder. Korkuya kapılan burjuvazi, geriye döner, eski , kendisine bir dönem engel olan ideolojilere, kendi ege26

menliğine uygun olarak yeniden yaratır. Burjuvazinin büyük kısmı, iki denklem arasında sıkışıp kalır. İleriye gitmek, kapitalist üretim ilişkilerini tüm dünya çapında geliştirmek ve geriye dönmek, işçi sınıfının uyanmasını, toplumun büyük çoğunluğunu, yoksullaştırdığı yığınları, işçi sınıfının ileri hareketinden koparmak için, geriye dönmek arasında bocalar. Burjuvazi, doğası gereği, feodalizm karşısında oynadığı ilerici rolünden, kendi karşıtına, gerici, tutucu rolüne doğru dönmesi, anlaşılmaz bir paradoks gibi görünür. Oysaki gerçek, yarattığı zenginlik ve sefalette açıkça görülür. Öylesine baş döndürücü bir zenginlik yaratmıştır ki, kendisi için öylesine akıl almaz bir yoksulluk yaratmıştır ki, emekçi sınıflar için susturmak zorundadır herkesi, tutuculuğu, korkudan yarattığı devasa yoksulluklardandır. Burjuvazi, toplum üzerinde ne denli egemen ve güçlüyse, tarihsel olarak, kendi ilerici rolünü oynar. Ama toplum üzerindeki denetimini kaybetmeye başladığı ölçüde, yani egemen bir sınıf olduğu ölçüde, artık ileriye değil, geriye, kendisinin yok ettiği ideolojilere sarılır. Gelecekten değil,


Proleter Ocak: 2008 geçmişten yardım ister. İktidarını, her türlü gerici düşünce yapısıyla paylaşmaya hazırdır. Kendi yok ettiği ideolojileri, burjuva egemenlik biçimi altında yeniden yaratmaya koyulur. Eski ideolojiler şimdi karşımızda, burjuvazinin beslemesiyle birer komediye, gülünç, eğreti, basit birer şarlatanlığa dönüşür. İşçi sınıfına acı veren, işçi sınıfının siyasal gelişmesinin önünde engel teşkil eden, birer kara mizaha dönüşür. Burjuva demokrasisi tarihsel rolünün sonuna gelmiştir. Tek tek ülkelerde burjuvazi, egemenliği, gücü oranında demokrattır. Daha fazla değil. Geçtiğimiz yılda, burjuva demokrasisinin beşiği Fransa da, göçmen ayaklanmaları sonucunda, Fransız burjuvazisi, burjuva demokrasisinin sınırlarını göstermekte gecikmedi. Ordu yardıma çağrılarak, parlamenter burjuva demokrasisinin sınırları çizilmiş oldu. Dünya ya demokrasi ihraç eden ABD, Irak da kendi demokrasisinin sınırlarını gösteriyor. Almanya, burjuva demokrasisini, burjuva cumhuriyetini, neo Nazilere teslim etmekte bir sakınca görmeyerek, burjuvazinin siyasal sınırını gösterdi. Avrupa burjuvazisi, tüm

Sayı:48 Avrupa’ya yayılan, yabancı düşmanlığıyla, demokrasinin burjuvazi için gerçek anlamını gösteriyor. Rekabet ve kendi bireysel çıkarları açısında bölünen burjuva sınıfı, kendi içinde çeşitli savaşımlar yaşar. İdeolojik olarak, özellikle burjuvazinin eğitimli kesimi, temsilcileri ilerlemek, işçi sınıfının henüz burjuvaziyi doğrudan tehdit etmediği koşullarda burjuva demokrasisini, yani burjuvazinin işçi sınıfını sömürmesi koşullarında eşitlik talebiyle, tüm toplumun, burjuva toplumunun, eşit haklara sahip olmasını talep eder. Burjuva demokrasisinin temeli budur. Sömürüde eşitlik, kardeşlik talep eder. Daha güçlü olan burjuva gruplara karşı, tüm burjuvalar için artı değerden pay talep eder. Burjuva toplumunun en büyük örgütsel gücü devletin, tüm burjuvalara eşit yaklaşım göstermesini, ayrım yapmamasını ister. Burjuva toplumunda, burjuva sınıfı içindeki iktidar savaşımının ana temasını bu durum oluşturur. Ne var ki işçi sınıfının politik durumu, toplumsal bilinci, sömürücüler karşısındaki bilinci, ne durumda olursa olsun, burjuvazinin sınıf çıkarları, işçi sınıfının po27


www.proleter.org

litik, bağımsız bir sınıf olarak, kendi karşısına çıkmasını engellemek, tüm toplumu, sermeye sınıfı adına, boyun eğdirmek üzere inşa edilmiştir. Burjuva devleti, hangi ad ve biçimde olursa olsun, işçi sınıfının örgütlenmesi, sermayenin karşısına bir güç olarak çıkmasını engellemek üzere kurulmuş bir sınıf devletidir. Tek tek burjuvaların değil, burjuva sınıfının devletidir. Burjuvazinin şu yada bu bireysel çıkarları değil, toplumsal çıkarları, bir bütün olarak sermayenin iktidar koşullarının devam etmesi üzerine inşa edilmiştir. Barış dönemlerinde burjuva demokrasileri, seçimler yoluyla, belli aralıklarda, hangi burjuva grubunun, işçi sınıfını yöneteceğini belirler. Burjuva sınıfının tümü, iktidarın nimetlerinden, zenginlikten, daha çok pay almak için kıyasıya bir rekabet içindedir. Bu süreç de, burjuvazinin ilericiliği, çağdaşlığı, devrimciliği, bir kez feodalite yıkılıp burjuva düzeni kurulur kurulmaz yok olur. Dönemsel krizler, kapitalist üretimin sekteye uğradığı bunalımlar, burjuvazinin demokrasisini şiddete dönüştürür. Burjuvazi artık tüm ilerici özelliklerinin yerini tutuculuğa, yığınların 28

uyuşturulması, burjuva sömürü koşullarına boyun eğmesi , üzerine inşa eder. İleriye baktığında, kendini değil, işçi sınıfını görür. Korkuyla geriye döner. Nasıl oluyor da modern, çağdaş toplumda - çağdaşlık burada salt feodal üretim ilişkileri karşısında belirtilen bir terimdir,- yoksa çağdaşlık, içinde yaşadığı koşullar itibariyle çoktandır tarihin daha önce tanık olmadığı bir barbarlıkla birlikte yürür. Bilimde, sanatta, ekonomik yaşamda, çağdaşlık, burjuva toplumsal koşullarına, emperyalist kapitalist yağmaya, hizmet ettiği ölçüyle sınırlıdır. Kapitalist üretim, toplumsal gelişmenin önünde, çağ dışı bir engel olarak yer alır. Artık onun kaldırılıp atılması görevi, işçi sınıfının tarihsel görevi olarak, toplumsal gelişmenin önünde durur. Ocak

2008 MAHİR

Dip notlar. 1-Yıldırım TÜRKER RADİKAL 18.08.2003 2-Zeynep ATİKKAN HÜRRİYET 20.02.2000 3-Yusuf Özkan ÖZBURUN – KARAKALEM 05.03.2006


Proleter Ocak: 2008 4-Zeynep ATİKKANHÜRRİYET 20.02.2000

TÜRKİYE’DE DEVRİM VE KARŞI-DEVRİM Türkiye’de içinde bulunduğumuz dönemde, burjuvazi içindeki karşıtlık gittikçe artmakta. Bu kendini, “ulusalcı” – liberal yada “ulusalcı”“muhafazakar-demokrat”, çatışması olarak göstermekte. Daha doğrusu burjuvazi ve temsilcileri böyle görmekte. Burjuvazinin oldukça önemli bir kesimi bundan rahatsız olmakta. Aslında onlar bunu, toplumun bölünüp, “kamplaşması” olarak göstermekteler. Bunun nedeni ise onlarca, “üniversitede türban serbestliği”nin zamansız olarak gündeme getirilmesidir. “Ulusalcı” burjuvalar için bunlar “rövanşist” duygular içinde yapılmaktadır. “Liberal-dinci ittifakı” uzun yılların rövanşını almaya çalışmaktadır. “Liberal-muhafazakar” burjuvaların temsilcileri ise, “jakoben otoriterliğin” sonunun gelmesi olarak görüp sevinç çığlıkları at-

Sayı:48 maktalar. Türkiye de sınıflar arasındaki mücadele, egemen burjuvazinin bu iki kesimi arasındaki çatışmalardan ibaretmiş gibi görünmekte. Onların dışındaki sınıflar küçük burjuvazi ve işçi sınıfı büyük burjuvazinin siyasal-ideolojik etkisi altındadır. İşçi sınıfının burjuvaziden bağımsız sınıf mücadelesi bu gün için yoktur. henüz kapitalizmi yıkıp, sınıfsız toplum mücadelesini yürütecek olgunluk düzeyinin çok gerisindedir. Keza küçük burjuvazide geçmişte, özellikle 1970’li yıllarda olduğu gibi bağımsız sınıf talepleri ile sınıf mücadelesinde yer almayıp, o da, büyük burjuvazinin etkisinde kalarak hareket etmektedir. İçinde yaşadığımız tarihi dönemdeki sınıf ve aralarındaki mücadele, farklı siyasal çevreler tarafından farklı değerlendirilmekte. Burjuvazi içindeki egemen durumdaki kutuplaşmanın, “ulusalcıcumhuriyetçi” ve “liberal – muhafazakar-demokrat” olarak ortaya çıktığını gördük. birincisi, burjuva cumhuriyetinin kurucu ve koruyucusu olarak sınıf mücadelesi arenasında yer alırken, ikincisi, özgürlük ve demokrasi savaşçısı örtüsü arkasında kendi sınıf çıkarları29


www.proleter.org

nı savunmaktadır. “UlusalcıCumhuriyetçi” kesim, “İstanbul dükalığının” savunucusu “sivilaskeri bürokrasi” olarak görünmekte. “Liberalmuhafazakar demokrat” kesim ise “Anadolu burjuvazisi” olarak adlandırılmakta. Bir çok burjuva aydını için cumhuriyetin koruyuculuğunu yapan kesimin tutuculaştığını, “statükocu” bir rol üstlendiğinin altını çizip, “özgürlük ve demokrasi” yi savunan olarak “Anadolu burjuvazisini” işaret etmekte. Bunun için de sözde savundukları yüce değerler adına, bu sömürücü, asalaklar sürüsüne destek vermekteler. tekelci büyük burjuvazinin yanında onunla azımsanmayacak iktisadi ilişkileri olup TOB etrafında toparlanmış, önemli ölçüde sermaye birikimi yapmış bir burjuvazi var. Keza büyük burjuvazinin de, tekelci burjuvazinin parçası haline gelip, eski bağımsız “küçük üretici-esnaf” özelliklerini kaybettiği görülmekte. Kısacası, kapitalist üretim, bunun tekelci biçimi, diğer üretim biçimlerini egemenlik altına alıp kendine bağımlı hale getirmiş bulunuyor. Burjuva toplumların, dünyanın diğer ülkelerindeki sınıf mücadeleleri tarihi bunu gös30

termektedir. Kapitalizmin gelişip toplumda zafer kazanması, küçük burjuvazi ve onun özgül bir biçimi olan köylülüğün bağımsız sınıf hareketleri oluşturup sınıf mücadelesi içinde yer almasını yok etmektedir. Bunun yanında kapitalizmin özel ürünü olan işçi sınıfı gelişip güçlenerek tutarlı tek devrimci sınıf olarak, burjuvazinin karşısına dikilir. Artık küçük burjuvazi kendi sınıf çıkarlarını terk edip işçi sınıfının bayrağı altına girdiği oranda devrimci olabilmektedir. Büyük burjuvazi zaten üretici güçlerin önünde engel haline gelmiş üretim ilişkilerinin kişileşmesi olarak karşı devrimci durumdadır. Bu tarihi koşullar içinde o ileri, devrimci olanı değil, geri, karşı devrimci olanı temsil etmektedir. Emperyalist aşamaya ulaşan kapitalizm ve eklemlenmiş diğer üretim biçimlerinin temsilcisi sınıflar, işçi sınıfının sınıfları ortadan kaldırma, komünist toplumu kurma mücadelesinde, karşı devrimin merkezi konumundadır. Emperyalist kapitalizmin dünya sistemi halinde egemen olduğu dönemde, ekonomik ve toplumsal olarak, ona eklenmiş, onun parçası haline gelmiş, Türkiye kapita-


Proleter Ocak: 2008 lizminin temsilcisi ve egemen gücü tekelci büyük burjuvazi, bunu Avrupa Birliği üyeliği ile, siyasi olarak ta gerçekleştirip tamamlama çabası içinde görülmekte. Türkiye, büyük burjuvazisi büyük bir ittifak ile bu hedefe kilitlenmiş görülüyor. Burjuvazimiz bütün kesimleri ile “ulusalcı-laik”, “liberal-dinci, muhafazakâr” karşı devrimci rol üstlenmiş durumdadır. onlar istedikleri kadar aydınlanmacı, özgürlük ve “demokrasi” savaşçısı tablo çizmeye çalışsınlar, onlar sınıf yapıları ve toplumsal çıkarları gereği devrimin karşısında mevzilenmiş durumdadırlar. “Ulusalcı-laik” burjuvazi ve temsilcileri türbanı, üniversitelere ve “kamusal alana” sokmama savaşı açmış durumda. Buna “laikcumhuriyetin” var oluş nedeni olarak sunmakta. Diğeri, “liberal-dinci muhafazakar” burjuvazi ise, bireysel özgürlükler ve demokrasi sorunu ve “demokrasi” mücadelesinin olmazsa olmaz olarak sunmakta. Burada şunu belirtmek gerekir ki, liberal burjuvazinin bazı temsilcileri, “dincimuhafazakar” burjuvaların türban çıkışından rahatsız olmaya başladıkları görülüyor. bunun için “üçüncü yol”, “orta

Sayı:48 yol” arayışlarına burjuvazinin gündemine taşımaya çalışıyorlar. Ki onlar şimdiye kadar AKP’ye iktidarda yaptıkları ve yapmak istediklerine büyük destek olmuşlardı. Bu desteklerinden dolayı, değişik çevrelerden eleştiri almışlardı. İran’da 1979 ve sonrasında olanlar sık sık örnek gösterilmişti. Onlar ise bunu “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” düsturuna uygun olarak ellerinin tersleri ile ittiler. Liberal burjuvazi zaten tarihinde hiçbir zaman gerçekten devrimci bir yol, tarz izlememiştir. Türk devriminde de, ittihatçı Jöntürk hareketinin jakoben tarzının karşısında yer almış, kendine özgü kerte, kerte gelişmeyi savunan evrimci bir yaklaşımı savunmuş, dinci-feodal toplumsal sınıf ve güçler ile kol kola girmiş , onların ideolojik cephaneliğinden de yararlanmıştır. Şimdilerde türbanın kafasına dolanmasından rahatsız olmaktadır. Buna bir de ırkçı-faşist burjuvazinin temsilcisi MHP ile birlikte hareket etme eklenmiş bulunuyor. Türkiye büyük burjuvazisinin iki kesimi de mücadelelerini “siyasal simgeler” üzerinden yürütmekteler. Birinin elinde türban, diğerinin ise 31


www.proleter.org

kalpak bayrak haline getirmiş sallayıp durmaktalar. Aslında bu simgelerin her ikisi de ellerinde bulundukları kesimin geçmişini temsil etmekte. Geçmiş ilişki ve süreçlerin giysisi olarak, bu günkü koşullarda varlığını sürdürmektedir. Kalpak, ulusal kurtuluşun başındaki lider olarak Mustafa Kemal’in şahsında bayraklaştırılırken, Türban feodal ilişkiler içine sıkışmış, onun yanında yer alan kendi kendine yeterli “küçük üretici”, “esnaf”ın giysisi olarak, bu günkü toplumsal çıkarlarının savunulması aracı olarak bayraklaştırılmış durumdadır. Her iki simgenin de arkasında gerçek ekonomik ve toplumsal ilişkiler vardır. “Ulusalcı-laik” burjuvazinin sembolü kalpak, 1920’li yılların ulusal kurtuluşçu, cumhuriyetçi burjuvazinin temsilcisi asker ve sivil bürokrasinin elindeki devrimci rol yerine bu gün, emperyalist burjuvazinin “ulusal” parçası karşı devrimci Türkiye tekelci burjuvazisinin bir kesiminin sembolüdür. Türban da tarikat faaliyetleri ile iç içe kapitalist üretim ilişkileri içinde onun parçası olan küçük burjuvaların kafasında örtü, dinci büyük burjuvazinin elinde bayrak olmuş bir semboldür. Ada32

let ve Kalkınma Partisinin kitle tabanı ağırlık olarak küçük burjuvalar sınıfı olmakla birlikte, büyük burjuvazinin dinci kesiminin çıkarlarının savunucusudur. CHP ve Ordu ile aralarında saç saça, baş başa yürütülen kavganın temelde, aynı sınıfın siyasal temsilcileri olma ve bunu elinde tutma çabası vardır. Ekonomik ve toplumsal olarak egemen olan Türkiye büyük burjuvazisi, bu egemenliklerini, siyasal egemenliği, asker sivil, “ulusalcılaik”, “liberal-dinci muhafazakar”, vb. temsilcilerinin ellerine bırakarak sürdürülür. burjuvazimiz kendi öz temsilcileri ile ( Cem Boyner ve Cem Uzan gibi) siyasal egemenliği doğrudan kendi eline almaya çalıştığı girişimler oldu ama henüz böyle bir siyasi iktidar dönemini yaşamış değildir. Temsilcileri arasında zaman zaman ortaya çıkan, toplumun bütünlüğünü bozacak çatışmalar dediği, siyasal çıkar kavgalarına mesafeli durup, “toplumsal uzlaşma” çağrıları yapmasının arkasında, bu sınıf ile sınıfın temsilcileri arasındaki toplumsal bağ, fark vardır. burjuvazide de sınıfın öz üyeleri ile, çeşitli toplumsal tabakalardan temsilcileri arasındaki düşünce


Proleter Ocak: 2008 ve çıkar ayrılıkları zaman zaman ortaya çıkar. Örneğin TÜSİAD, 1980 faşist darbesini hazırlayan yıllarda basında tam sayfa darbe çağrıları yaparken bu gün aynı şeyleri söylemenin uzağındadır. Bu demek değildir ki kendi ekonomikve toplumsal egemenliğini tehlikede gördüğünde aynı siyasal tavrı göstermeyecektir. Türkiye’de bu günlerde “liberal-dincimuhafazakar” burjuvazinin çeşitli temsilcileri, cumhuriyetin sağlam olduğu ona bir şey olmayacağı garantileri veriyorlar. Keza diğer kesimde tam tersi cumhuriyetin, laikliğin tehlikede olduğu, siyasal hasımlarının onu bir “İslam cumhuriyetine” dönüştüreceği tehlikesine işaret ediyorlar. Bunların dışında kendilerine “üçüncü yolcu”, “orta yolcu” diyenlerde “ne şeriat, ne darbe”, “ne postal, ne takunya, cumhurundur Çankaya”, sloganları ile kendilerinin tedirginliğini dile getiriyorlar. Büyük burjuvazinin ana gövdesi, AKP’nin siyasi iktidarın ilk günlerinde, nasıl durumdan memnun, geleceğe güvenle bakıyorduysa, bu günlerde de bir o kadar endişe ve kaygı içindedir. TÜSİAD başkanı

Sayı:48 Koç ve Sabancı grupları temsilcilerinin yaptıkları, toplumsal uzlaşma, türban eksenli siyasal tartışmaların yersiz ve zamansız olduğu açıklamaları bunun en açık göstergesidir. Karşı devrimci bir sınıfın üyeleri olarak onlar için önemli olan, siyasal ve ekonomik istikrar içinde, “büyüme”lerinin, sermaye birikimlerinin güven içinde devam etmesidir. Nasıl, 1980 öncesi artı-değerin tamamını kaybetme endişesi içinde idiyseler, bu günkü “siyasal çatışmalar” da toplam artı-değerlerinin bir bölümünü kaybedecekleri endişesine kapılmaya başlamış bulunuyorlar. ABD’de kapitalizmin “resesyon”u yaşıyor olması, buna bağlı Türkiye kapitalizmindeki “dalgalanmalar” ve borsanın içinde bulunduğu düşüşler, zaten onların uykularını yeterince kaçırıyordu. Bunca olumsuzluk içinde siyasi istikrar neredeyse tek olumlu faktördü. Şimdi onu da kaybetmenin eşiğinde olmak uykularını kaçırmaya başladı. Türkiye tekelci burjuvazisi ve kapitalistleşmiş büyük toprak sahipleri sınıfları kendi gücüne güvenmeyen, kendini düşmanlarla çevrili gören, sınıf devletlerinin yıkılma korkusu ile yaşayan bir 33


www.proleter.org

yapıdadır. Tam zaferli bir burjuva devriminin sonucu iktidarda olan sınıflar olmayıp, karşı devrimci feodal ve dinci sınıf, tabaka ve cemaatler ile uzlaşıp işbirliği yapmıştır. İki yüzlüce, bir taraftan da, şeriat, “teokratik devlet” tehlikeleri karşısında korkudan ödü patlar. Ama işçi sınıfının uluslar arası ve “ulusal” çapta, kapitalizmi yıkma mücadelesi karşısında bu karşı devrimci unsurlarla birlikte hareket etmekten geri durmaz. Çünkü artık kendisi de gerici ve karşı devrimci bir misyon üstlenmiştir. Ama bunlar karşısında denetimi elden kaçırma korkusunu da yüreğinde hisseder. Tabi bunlar, geçmişte devrimci rol üstlenen, kendine jakobenlik atfedilen kesimi için geçerlidir. diğerleri liberal burjuvalar, daha burjuva devriminin başlangıcından bu güne, karşı devrimci duruma ulaşıncaya kadar feodal ve dinci düşmanları ile dost müttefik olmuşlardır. Tabi bunda Türk burjuva devriminin gecikmiş koşullarda, dünya proletaryasının burjuvaziyi tehdit ettiği dönemde gerçekleşmesinin rolü büyüktür. Türk liberal burjuvalarının izlediği yol, jakoben devrimci burjuvazinin izlediği cesur, devrimci 34

tarzın yanında, korkak, iki yüzlü Brütüs vari bir tarzdır. kendinden güçlü olanın karşısında yaltaklanıp, yerlere eğilir, ama en zayıf anında onu sırtından hançerlemekten geri durmaz. Şimdilerde liberal burjuvalarla, türbanlı kız öğrencilere “eğitim hakkı isteyen” dinci burjuvalar arasındaki ittifak böyledir. “İslamcı burjuvazi” bunu din özgürlüğü, yada “şeriat” talebi olarak öne sürmesi dikkat çekicidir. Bunu türbanın arkasına gizlenerek yapmaktalar. zaman zaman AKP içindeki geri görevlerde yer alanlar, bu tip talepler ileri sürüyorlar. Aslında bu da kendileri açısından bir mücadele tarzıdır. Buna burjuvazinin dilinde kamuoyu oluşturma demekteler. “Dinci” burjuvazi, feodal ve dini etiketleri, sembollerin devamını istiyor, bu isteğinde de ısrarcı olduğu görülüyor. Feodal dünyanın yok olduğunu gören sınıf, üyesi olduğu burjuva dünyada bunları hiç olmazsa başında, göğsünün üstünde, geçmiş, kaybedilmiş3 güzel 3

“Elveda eski dünya… elveda der saadetten Ankara’ya 15 saatte giden nostaljik, şimendiferler. Elveda aheste aheste yol alan çarklı gemiler. Elveda ağır ağır akan eski zamanlar. Elveda komşuluk hukuku. Elveda zenginlerin açları ve fa-


Proleter Ocak: 2008 günlerin anısının simgesi olarak taşımak istiyordu. Evet burada tıpkı kralların yaptığı gibi davranıyor, fırsatını bulup o gücü kendinde gördüğünde, eskiyi restorasyon çabasından henüz vazgeçmiş değildir. Modern burjuvazinin ahlaksızlığını aldık demesi, ressamların nü eserlerini boya ve kumaşlar ile kapatmaları, gazetelerdeki çıplak kadın fotoğraflarına tahammülsüzlüğünü “meclup” olup söylemeleri, henüz burjuvazinin manevi değerleri ile kucaklaşmadığını göstermektedir. Ne denir insanoğlu beklemesini bilmelidir, para avcılığı, nasıl alkole düşman olmakla övünen Ülker grubunun alkollü çikolata üreten Godiva’yı aldırmış, faize düşman olduğunu söyleyenler arasında en büyük dolandırıcılar, üçkağıtçılar çıkmışsa, sonunda giyim kuşam ahlakında da buluşacaklardır. Tabi bu burjuvazinin bütün kesimleri ile karşı devrimci olduğu koşullarda, onun ellerinde sancılı olacaktır. Bundan en çok acı çeken, zarar görende işçi sınıfı oluyor. Bu gün görünen o ki kirleri doyurduğu o eski zamanlar” (Mehmet Şevket Eygi 10.12.2007 Milli Gazete)

Sayı:48 işçileri en acımasız koşullarda sömürenlerde “dinci, feodal “ kafalı burjuvazinin içinden çıkmaktadır. “Dini esintili sadaka sosyalizmi” adı takılan bazı uygulamaları ise, sınıf çelişkilerini yumuşatıp işçileri sermayenin arabasına ebedi olarak bağlama amacına hizmet etmektedir. Burjuvazinin bu kanadı, diğer yaşlı ve tecrübeli olanına göre, daha genç ve tecrübesiz görünse de, ekonomik ve toplumsal ilişkilerde tam bir burjuva olarak hareket etmektedir. Kafa olarak ise dinci ve feodal nitelikler göstermektedir. Yani karşımızda çelişkili bir burjuva kimliği durmaktadır. Emperyalist tekelci burjuvazinin de, geçmişteki kendi ideolojisi “aydınlanma felsefesine” sırtını dönüp dine sarıldığı, bilimin gelişmelerinde, dinin temellerinin sağlamlığını gördüğü, bunu da proletarya korkusundan, kendi sonundan korktuğu tarihsel koşullarda, bir de “ılımlı İslam’ın”, “liberal Müslüman” Fettullah Gülen’lerin halkın önüne lider mollalar olarak sunulduğu günlerde elbette böyle “dinci-feodal” kafalı burjuvalar olacaktır. Karşı devrimci burjuvazinin her türü, ne kadar gerici, tutucu ideoloji varsa 35


www.proleter.org

yeniden üretip, yeni olarak yığınlara sunulmaktadır. “Ulusalcı” –laik burjuvalar arada bir eskiyi hatırlayıp cumhuriyet devriminin yıkılmak istendiği, AKP’nin şeriat kurma çabası içinde olduğu yakınmasında bulunuyorlar. Süleyman Demirel de bunların yaptığı, karşı devrimciliktir demiş, zat ızdırap çekiyormuş. Bu günün AKP kadroları, “Milli görüş hareketi” içindeyken onlarla nasıl ilişki içinde olduğu, “Milliyetçi Cephe Hükümetlerini” nasıl kurduğunu ona hatırlatmayacağım. Kuran kurslarının, İmam hatip okullarının çoğaltılarak “komünizme” karşı kimlerin mücadele ettiğini de yazmayacağım. Ama şunu söyleyeceğim, karşı devrim kavramı, bir devrimcinin ağzına hiç yakışmıyor. Burjuvazinin ideolojik temsilcileri ve burjuvazinin öz unsurlarının bazılarına karşı devrimden söz etse de bu gün için devrimden söz edenin olmadığını görüyoruz. burjuvazinin devrimden ödü kopuyor, onu ağzına dahi almıyor. Sözü geçtiğinde de eski tatsız hatıralar olarak kalması için elinden geleni yapıyor. Burjuva aydınlarının bazıları Avrupa burjuva devrimlerinin, ruhban sınıfının ikti36

darını yıktığını bunun için Hıristiyanlıkla çatıştığını yani aslında burjuvazinin dinle salt ekonomik ve toplumsal nedenlerle çatıştığı tahlillerini yaparlar. Bizde ise böyle bir ruhban sınıfının olmadığını bunun içinde burjuvazinin …cumhuriyetin din ile çatışmaya girmediğini düşünürler. Bu liberal burjuva aydınlarının gözünde, tekke, zaviye ve tarikatlar salt dinsel ideolojik temelli cemaat örgütlenmeleridir. Yönetimlerindeki mallarda kutsallıkları, sağladığı otorite ile yaşarlar. Eski “geçmiş yapıların” üzerinde burada durmaya gerek yok, bu gün Türkiye kapitalizmi içinde tuttukları büyük ekonomik güç, tarikatların4 4

“Benim çocukluğumda ve gençliğimde bu gün olduğu gibi anormal ve akıl olma bir zenginlik yoktu. Ahir zaman alameti kısa bir müddet içinde dehşetli bir zenginlik oldu. Müslümanlar bu zenginlik imtihanına kazanılabilir mi? Şeytanın tuzaklarına düştüler. Saray yavrusu müzeyyen meskenler. Lüks mü lüks yazlıklar. Lüks ve gösterişli debdebeli binitler. Lüks giyim-kuşam. Herifler börek ve tatlı alırken bile lüksünü alıyor.” (Mehmet Şevket Eygi. 09.12.2007 Milli Gazete) “Para ve menfaat onun için din, iman haline gelmiştir. Sakın o fasık ve tacirin namazı ve orucu seni aldatmasın. Sonra çok zarar ve ziyana uğrarsın” (aynı yerden)


Proleter Ocak: 2008 yaptığı sermaye birikiminin, nasıl bir yapıdan geldiğini göstermektedir. “Dini cemaat ve tarikatların” yaptıkları sermaye birikimi ile, kapitalizmin gösterdiği gelişme tarzı, Almanya da Hıristiyanlığın tarikatların izlediği tarza şaşırtıcı derecede benzemektedir. Nasıl 1800’lerin ikinci yarısında, Almanya kapitalizminin tarikat örgütlenmeleri kendini uydurup, dinsel-feodal isim ve simgelerini koruyarak yaşamaya devam ettilerse, Türkiye’de benzer gelişmeler yaşanmakta. Jetpa ve Yimpaş olaylarını hatırlayacak olursak, tarkat örgütlenmelerine dayanarak sermaye ilişkisi dışında da olsa ona emel teşkil edecek, ilkel birikim ilişkisinin dolandırıcılık, üçkağıtçılık yapacak, nasıl milletvekili olduğu, ya da siyasi iktidarlar tarafından korunduğu bilinir. “Topluma” ahlak vaazları verenlerin, nasıl değme burjuvalara taş çıkarttığı, aç gözlülük, bencillik, dolandırıcılık, iki yüzlülükte (ki bunlar sermaye birikiminin kaldıraçlarıdırlar.) başarılı olduklarını görmekteyiz. Bu da gösteriyor ki, ahlak vaizlerinin idealist filozofların dediği gibi, tarih dışı ahlak yoktur. Maddi koşullar, en başta üretim ilişki-

Sayı:48 leri, insanların bilinçlerini, dolayısıyla ahlaklarını belirler. Dünün dinsel ahlaklı kasaba, “esnaf” ve tüccarı önce feodal kafalı burjuvaya, ardından “dini imanı para olan Anadolu kaplanları” denen burjuvaya dönüşür. Bu bizim “milli görüş” kökenli AKP’lilerimizin bireysel yada grupsal zaaf ve eksikliklerinden “modernleşme” çabalarından değildir, onların geçmişte ölümüne korktuğu, maddi ilişkilerin (Batı taklitçiliğinin) süreçte üstünlüklerini sağlamaklarındandır. Namaz kıldıkları yerde, fotoğraf, resim bulundurmayıp ya da üstünü örtenlerin “altın buzağıya”5 tapar hale geldiklerini eski arkadaşları söylüyor. Bu Türkiye kapitalizmi açısından azımsanacak bir gelişme değildir. nihayet dünkü dini bütün Müslüman “işadamlarının” yaşamında da değişim değeri (para) avcılığı, onun kölesi olma, “sarı köle”ye tapınma merkeze yaklaşmış, her şeyi çekip çevirmeye başlamış bulunuyor. Ama bu kapitalizmin modern 5

“Ben dervişim diyor, parayı taparcasına seviyor… Altın buzağı perestikarından derviş mi olur? (Mehmet Şevket Eygi 20.01.2008 Milli Gazete)

37


www.proleter.org

burjuva toplumun, devrimci jakoben tarzda kuruluşu değildir. Aslında, Türk burjuvasının, devriminin başlangıcında girer göründüğü bu tarzı çok kısa sürede terk etmiştir. Ama bu gün hala liberal dinci muhafazakar hasımları tarafından jakobenlikle suçlanmaktadır. Rus devriminde, siyasi iktidarı derimi ilerletmek için kullanacaklarını söyleyen Bolşeviklerde, Menşevikler tarafından jakobenlikle suçlanmışlardı. Aslında bu zor’un tarihteki ebelik rolünün, büyük burjuva devrimcileri ve komünistler tarafından dile getirilip devrimin ilerletilmesinde onun araçlarının kullanılmasıdır. Lenin buna devrimin yukarıdan aşağı ilerletilmesi dedi. Jakobenlerin izlediği tarzın göz alıcı kahramanlık ve yüceliğinin yanında, liberallerin burjuva devriminde izlediği yol, o derece korkaklık, aşağılık duyguları ile bezenmiş, “anayasal ilerlemeye” dayanan kapitalizmin tedrici gelişmesidir. Günümüz “din kökenli” burjuvalarımız “İslami uygun yaşayamadıkları, takva’ya uygun giyinemedikleri “ yakınmalarını sürdürmekteler. Bunun için AİHM ve üniversite kapılarını aşındırmaktalar. Bir taraftan da zenginleşmek için 38

ellerinden geleni yapmaktalar. “liberal demokrat”ların Türkiye’de “orta sınıf” yaratılamadı, yakınmaları nihayet bu kesimden karşılığını bulmuş bulunuyor. Güçlü bir, “orta sınıf”, burjuvazi, “elit sınıflar” ne karşıtlıklar, “kutuplaşmalar” yaşasa da oluşmuş bulunuyor. Liberal demokratların onlara desteğinin altında bu kendi toplumsal tabanını sevinci vardır. Bu sınıf çelişkileri kendi içinde taşımaktadır. Henüz eski gelenek, inanç ve dini ideolojiden kopmuş değil, daha uzun sürede kopmayacak, onun egemen bir duruma getirmek isteyecektir. Bu onun, gelişme ve var oluş tarzından kaynaklanmaktadır. Kendilerini biraz güçlü hissettiklerinde neler yapabilecekleri, son günlerde daha iyi ortaya çıkmaktadır. “Demokrasi” ve özgürlüğü salt kendileri için istediklerini “nihayet” bazı liberallerde anlamaya başladılar. Onların deyimi ile “kendine demokrat”lık sergilemekteler. Türkiye büyük burjuvazisinin, temsilcileri arasındaki “kutuplaşma” ve çatışmalardan memnun olmadığı görülüyor. Burjuvazinin bu iki karşıt siyasal kesimi birbirlerini suçlamaya devam ediyorlar. meş-


Proleter Ocak: 2008 hur suçlamalar her gün havada uçuşmakta. Liberal “dinci muhafazakar” kesim diğerini, “statükocu” jakoben olmakta, onlar ise karşı tarafı cumhuriyeti yıkıp, şeriat kurma amacında olmakla suçlamakta. Burjuvazi ve temsilcileri kendi sınıfının yarattığı evrensel kavram ve kategorileri yerli yersiz kullanmakta. Onun için jakobenizm ve liberalizm üzerinde biraz daha geniş olarak durmak gerekecek. Çünkü liberal burjuva demokratlar bu günkü siyasi hasımları “ulusalcı”- cumhuriyetçi burjuvaları darbecilikle de suçlamaktalar. Yani onlara bakılırsa, darbecilik aynı zamanda jakobenliktir. Bir zamanların devrimci burjuvaları için kullanılan jakobenlik, bir karaçamla, kötüleme, aşağılama aracı olarak günümüz, karşı devrimci burjuvalar için kullanılmakta. Büyük Fransız devriminin liderlerinden Robespiere’nin başında bulunduğu devrimci örgüt 1789’da kurulur. Jakobenler 1789’da iktidara gelirler. Robertpiere ile birlikte Danton, Marat, Sarint –Just6 gibi büyük devrimciler Jakoben liderler 6

“Özgürlük düşmanlarına özgürlük yok” diyende Sarint –Just’tur.

Sayı:48 arasındadır. F.Engels, bir devrim için en gerekli olan şeylerden birinin cesaret olduğu Dantonun “Cesaret, cesaret, cesaret” sözlerini hatırlatır. Komünistler onların devrimci kararlılıklarından övgü ile söz ederler. Bir örgüte dayanarak devrimi gerçekleştirmeye çalışmalarından dolayı, Bolşeviklere de Jakobenler denmiştir. Jakobenler, krala ve Jirodenlere karşı devrimci terör uygulamaktan çekinmemişlerdir.aynı tarihsel benzerlikler nedeniyle Menşeviklerde Jirodenler denmiştir. Bu gün bizim liberallerimizin, Kemalistlere “tepeden inmeci”, darbeci demesi her şeyden önce bu büyük devrimcilere hakaret ve karalamadır. Devrimci ve karşı devrimci ayrımını silme çabasıdır. Jakobenler, 1792’de iktidara geldiler. Bu döneme “Terör” dönemi de denmiştir. Örgütleri 1796’da dağıtıldı. Kralı ve Jiredonleri giyotine gönderdiler. İçlerinden bir çoğu giyotinde can verdi. Bunun için devrim evlatlarını yemesi değerlendirmesi yapılır. Liberalizmin kurucusu olarak John Lacke gösterilir. Kapitalizmin serbest rekabet, laises-farére ilkesi üzerinde 39


www.proleter.org

yükselir. Bireyin yalınlık, soyut bireyin özgürlüğünü kendisine başlıca amaç edinir. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.” İlkesi etrafında siyasal mücadelelerini oluşturur. Devrimci amaçlar gütmezler, evrimci bir gelişmenin, doğal ve akla uygun olduğuna inanırlar. Temel politikalarından biriside uzlaşmadır. Bazen krallar ve kilise ile uzlaşmışlardı. Adam Smith ve John Start Mill önde gelen liberal iktisatçılardır. Şimdi, bu gün liberal burjuvaların siyasal talep ve hedeflerine bakarsak, burada “toplumsal uzlaşma”, “hoşgörü” ve “kutuplaşma” ların yok edilmesi olduğunu görürüz. “Türban sorunu” olarak gördüklerini “kişisel tercih”, birey hakkı olarak değerlendirmekteler. Onlar için bu aynı zamanda “özgürlük sorunu”dur. AKP’ye ve destekçisi liberaller türbanlı üniversite öğrencilerinin “eğitim hakkı”nı savunduklarını söyler dururlar. Bunu anayasal bir hak haline getirme çabası içinde görülüyorlar. “Statüko muhafızlığı” ile suçladıkları ve “Jakoben” olduğunu söyledikleri çevre ve politikalara karşı amansız mücadele içindeler. Bir şey dikkat çekmektedir. Rakiplerine yaptıkları onca suçlamanın ara40

sından Jakobenlik öne çıkmaktadır. Bu günkü karşı devrimci Kemalist burjuvazinin nezdinde devrime ve devrimcilere saldırmaktadırlar. Peki jakobenler ne yapmışlardı ki kendilerine karşı bunca nefret gösterilip, kin kusmaktadırlar. Jakobenler, liberallerin “çoğunluğun hakimiyetini” üstün tutmakta , buna karşılık “genel iradenin” egemenliği için çalışır. İlke ve örgütlerinin sağlamlığına güvenirlerdi. Katolikleri meclise sokmayıp devlet memuru yapmamışlardı. Kiliseleri yakıp papazları evlendirdikleri söylenir. Bütün bunlar gösteriyorki, devrimci burjuvazinin temsilcileri jakobenler, din ile devlet işlerinin ayrılması, laiklik dedikleri konuda burjuva toplum sınırları içinde en ilericiydiler. Bu da gösteriyor ki bizim liberallerimiz, “dinci”muhafazakarlarımız onlara karşı öfke duyup, düşman olmakta haklıdırlar. Ama bir kez daha belirtmekte fayda var ki, şimdi kendilerine düşman gördükleri Kemalist burjuvalar, en başta, ordu ve CHP’nin uzaktan yakından Jakobenlikle alakası yoktur. Diğerleri gibi, politik kavramlarda tarihsel niteliktedirler. Belirli tarihsel ilişki ve süreçlerin yansımasıdırlar.


Proleter (Devam edecek) N. IŞIK

Ocak: 2008

Sayı:48

Ocak 2008

41


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.