CİLT:8
SAYI:67
Ocak – Şubat - Mart: 2011
------------------------------------------------------------------------------------------------rum da olsa da yaygın bir şekilde varlığını sürdürüyor. Paranın varlığının temeli kapitalist meta üretimi değil basit meta üretimidir.Bunalımın nedeni ile çözümüSERMAYE VE BUNALIM nü para ve „parasal sistem‟ de gören kapitalist sınıfın iktisatçıları ÜZERĠNE DÜġÜNCELER. para üzerine teori üretmeye de-3– vam ediyorlar. „‟Okurlarım birkaç gündür Sermayenin gelişimi daha dünya geneliyle meşgul olduğuönceki dönemler ile karşılaştırılmun herhalde farkındadırlar. Kedığında açık bir üstünlük göstersin olan bir tek şey var. Dünya mektedir. Bir üretim ilişkisi olarak bundan sonra yeni bir düzen sermaye diğerlerini ya yok etti ya kurmak zorunda. Altın para sisda kendine bağımlı hale getirip temi büyük depresyonda rahmetli denetimi altına aldı. Artık o tek olmuştu. Altın ve dolara dayalı hakim, egemen üretim ilişkisidir. Bretton Woods da 1970‟lerin baDiğerleri ona hizmet etmekşında rahmetli oldu. Şimdi, Brette,sermayenin bir eklentisi, parton Woods sonrası sistem çözüçası olarak varlıklarını sürdürlüyor. Kriz dünyayı yeni bir paramektedirler. Küçük-burjuva üresal sistem bulmaya itecek. Ama tim ilişkilerinin durumu böyledir. bu kolay değil. Küçük-burjuva büyük burjuvanın Şu anda bir çok gelişmiş ülke bayii, taşeronu olarak yaşamını sermaye hareketi serbestisinden sürdürmektedir. Bağımsız küçük vazgeçmiyor. Birçok gelişen ülke meta üretimi artık tarih ol(Çin ve Hindistan hariç) ise serdu.Emperyalist-sermayenin maye serbestisini devam ettirip, egemenliğinin yanı başında küsürekli girip çıkan sermaye hareçük meta üretimi ona bağımlı duketlerine karşı döviz rezervi birik-
www.proleter.org tirme yoluyla ve banka sistemini reforme ederek ayakta kalıyorlar. Bu gelişen ülkelerin arasında bütçe ve borç durumunu kontrol edebilenleri krizde çabuk toparlandı. Örnek Türkiye! Parası aşırı değerlenen,ama başka sorunları olmayan gelişenler, meselâ Brezilya gibileri ise, sermaye hareketi kontrolleri koymaktalar. Ama tobin vergisi sermaye giriş miktarını etkilemiyor, çoklukla giren sermayenin tipini değiştiriyor. Türkiye 2001‟den sonra, Kemal Derviş döneminde hem de 2002 sonrası dönemde banka sistemindeki delikleri tıkadı. Böylece 2008 krizinde finans kesimi sorunu yaşamadı, bütçe ve borç oranları düşük kaldı. Kur patlamadı, faiz delirmedi, döviz kaçmadı batık kredi pek olmadı. Sadece daralan ihracat nedeniyle reel sektörde kriz yaşandı…. Genele dönersek kısa ve orta vadede dünya parasal sisteminde pek bir değişiklik olamayacak. Çin sermaye hareketini yasakladığı, kurları dolara endeksli tuttuğu, parası da konvertibl olmadığı sürece, yuan dünya parası olamaz. 2
Euro konvertibl, dalgalı kur sistemine tabi, euro cinsi menkul kıymet piyasası var. Ama avrupa‟da ortak hareket pek yok, risk algılaması ve zayıflık yaratıyor. Avrupa da ABD gibi güç kaybediyor. Fakat tuhaftır, ABD‟nin parası dolar, her şeye rağmen, dünyadaki döviz işlemlerinin yüzde 80 kadarını, uluslararası tutulan döviz rezervlerinin yüzde 60 kadarını, banka mevduatının yüzde 60 ve banka kredilerinin yüzde 50 kadarını, uluslararası borç menkul kıymetlerinin yüzde 50 kadarını oluşturan para birimi. Yani dünya huzursuz ama, „dolar sisteminde kalmaya‟ devam ediyor. Bir „dünya hükümeti, bir Dünya Merkez Bankası ve bir dünya parası‟ icat edilmedikçe de doların hakimiyeti en az 20 yıl devam eder. Unutulmamalı ki sterlin 1950‟lerde tahtını dolara bıraktı, çünkü İngiltere sömürgeleri kaybetti ve küçük bir adaya sıkışmak zorunda kaldı. Kaynak dışarıdan gelmekteydi. Artık gelmiyor. Benzer şeyler bugün daha az da olsa Avrupa geneli için de söylenebilir.‟‟ (Deniz Gökçe. 20-112010 Hürriyet.)
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
Sermayenin her büyük bunalımı döneminde ya da sonrasında olduğu gibi kapitalistin akıl hocası iktisatçılar çözüm üretmeye çalışırlar, yazarımız da öyle yapmış. Ne var ki parayı „icat‟ edilen iktisadi bir olgu olarak ele alarak daha baştan bilimsel olmayan, bayağı bir anlayışa sahip olduğunu göstermiş oluyor. Bir başka temelden hatalı yaklaşımı ise bunalımların nedeninin „parasal sistem‟ de olduğu ve zaten bunalımların onların yaşamına son verip yenisinin ortaya çıkmasına neden olduğu şeklindeki düşüncedir. Her büyük bunalım sonrası „para politikaları‟nı değiştirmekteler ya da değiştirmek zorun da kalırlar. Para değer ilişkisinde eşdeğer durumu ile ayna görevi görür, değerin biçimidir. Kapitalist sınıf ve akıl hocası ekonomi politikçiler aynaya kızan prensese benziyorlar. Halbuki önce kendi „çirkinlik‟lerine bakmaları gerekir. Ayna varolanı yansıtır. Metanın değerinin somutlaşması, aynası olan para gerçek ilişkileri, değer ilişkisini, kişileşmiş sermaye kapitalistin yüzüne çarpmakta. Bu salt yukarıdaki düşüncelerin yazarına özgü bir anlayış olmayıp vülger 3
Sayı:67
ekonomi politiğin genel teorisinin ürünüdür. Paranın „icat‟ edildiğini söylemek daha önce sözünü ettiğimiz parayı „keyfi imge‟ olarak ele alma anlayışıdır. Simge olma durumunda yine de bir başka şeyin, burada değerin yerini alma, onun işareti olma vardır. Söz konusu olan „parasal sistem‟ler de ise tamamen keyfi, iradi olarak belirleme yaklaşımından bahsedilmektedir.. Bayağı iktisadın yaklaşımı böyledir.Her büyük bunalım sonrası eskisi yıkılıp yenisi kurulduğuna göre, keyfilik iktisadi ilişkiler, meta üretim ve değişimi ilişkileri tarafından kaldırılıp atılmaktadır. Bunalımlar da kullanım-değeri ile değişimdeğeri arsındaki birlik kopup aralarındaki uzlaşmaz karşıtlık görülür ve açık hale gelir. Para-meta olarak altın bu uzlaşmaz karşıtlığın geçici olarak uzlaşmasıdır. bunalımlarda bu geçici uzlaşma bozulur. Aslında burjuva iktisadının yaptığı uzlaşmaz karşıtlığın kölesi olarak onun yarattığı çelişkilerin içinde yuvarlanıp durmaktır. „‟Bundan önceki bölümde, metaların değişiminin, çelişik ve birbirlerini karşılıklı dıştalayan koşulları içerdiğini görmüş bulu-
www.proleter.org nuyoruz. Metaların böylece meta ve para olarak farklılaşması, bu tutarsızlıkları ortadan kaldırmaz, ama içinde bunların yan yana varolabilecekleri bir biçim, bir modus vivendi ( „geçiçi anlaşma.‟ Çevirmenin notu. ) yaratır. Bu, genel olarak, gerçek çelişkilerin uzlaştığı yoldur. Örneğin, bir cismin sürekli olarak bir başka cisme doğru düştüğünü, ama aynı zamanda da durmadan ondan uzaklaştığını söylemek bir çelişkidir. Elips, hem bir çelişkinin sürüp gitmesini, hem de uzlaşmasını saptayan bir devinim biçimidir. (Karl Marx. Kapital. Cilt 1 Sayfa.119 ) Marx „gerçek çelişkilerin uzlaştığı yol‟u vurgulamış. Bu karşıtların diyalektik ele alınışı ve hareket biçimleridir. Şimdi karşıtlar üzerine düşünmek gerekir. Karşıtların birliği ve mücadelesi yasası diyalektiğin temel yasalarındandır. Karşıtlar arasındaki mücadelenin, çatışmanın esas, birliğin tali, geçici olduğu söylenir. Peki karşıtlar uzlaşmaz ve uzlaşır olarak ayrılırlar mı? Yoksa bunlar karşıtlar arasındaki ilişkinin aldığı biçimler mi dir? Tabii ki ikincisi. Metaların özündeki karşıtlığın, kullanım-değeri ile 4
değişim-değeri arsındaki karşıtlığın değişimin gelişmesi ile meta ve para karşıtlığını yarattığını biliyoruz. Aslında kullanım-değeri, değişim-değeri karşıtlığı ifadesindeki değişim-değeri günlük kullanım dilinden alınmıştır. Doğrusu ekonomi- politiğin kavramları ile ifadesi kullanım-değeri değer karşıtlığıdır. Değişim-değeri değerin bir biçimidir en karekteristik ifadesini para da bulur.Meta ve para karşıtlığı, çatışması altın para-metaı ile iki karşıtın uzlaşıp bir arada yaşadığı geçici uzlaşma, metaların paraya doğru koşması,ona „aşık‟ olmaları ile kendini gösterir. aslında metalar paraya doğru koşarken, hızla paraya dönüştükleri gönenç günlerinde bunalımın tohumları atılmakta, meta ve para karşıtlığı geri plan da görünmektedir. İşte bunalımlar bu geçici uzlaşmayı bozup karşıtların uzlaşmazlığını açıkça görünür kılar. Para ve meta, kullanım-değeri, değişimdeğeri karşıtlığındaki bunalım „olasılığı‟ sermayenin yaşamının kesintiye uğraması ile kendini bunalım olarak ortaya koyar. Metadaki karşıtlık bunalım „olasılığı‟nı gösterir „olanağı‟nı değil. Sermayeye dayalı üretim ve de-
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
ğişim sürecin de „olasılık‟ gerçeklik olur. Aşırı-üretim kullanımdeğeri ile değişim-değerini kutuplar olarak ortaya koyarak bunalımı yaratır. Geçici uzlaşma,‟anlaşma‟ sona ermiş çelişki kendini göstermiştir. İşte bayağı burjuva iktisadının yaptığı çelişkinin para yanı ile ilgili değişiklikler yaparak bunalımdan kurtulmaya çalışmaktır. Üstelik para teorileri de „keyfi imge‟yi temel almaktadır. „‟Konu paraya gelince, sıkça sorulan bir soru vardır: Paranın karşılığı nedir? Bizim ülkemizde veya bize benzer, parası döviz olmayan ülkelerin paralarının karşılığı döviz veya altındır, denir. Parası yumuşak bir ülkenin merkez bankası, dolanımdaki yerel paranın miktarını arttırdımı, hemen „karşılığı var mı?‟ diye sorulur. karşılıktan kasıt genellikle dövizdir. Peki, parası döviz olan bir ülkenin, mesela ABD‟nin merkez bankası olan FED, dolaşımdaki para miktarını ki, arttırıp duruyor, karşılığı var mı diye sorulur mu? Evet sorulur. 45 yıl önce Pennsylvania Üniversitesi‟nde okurken iktisat hocamız bu soruyu bize sormuştu. O günkü öğrencilerin cevabı( ben hariç her5
Sayı:67
kes Amerikalı idi )‟doların karşılığı altındır‟ olmuştu. (Çünkü o tarihte ABD Dolarının karşılığının altın olduğu resmi bir taahhüttü. Bunun ölçüsü de bir ons (28.25 gram) altının değeri 35 dolardır ibaresiydi. ABD devleti dünyaya „bana 35 dolar getirene,1 ons altın satarım sözü vermişti. Bu da doları, bir nevi „kağıttan altın‟ haline getirmişti. Amerika Vietnam savaşı yüzünden 20. Asır‟da ilk defa 1970‟de cari açık verdi ABD doları Avrupa devletleri nezdinde güvenilirliğini kaybetti. 15 Ağustos 1971‟de Başkan Nixon, ABD‟nin bu sözünden caydığını ilan etti.) Ancak iktisat hocamız 1965 yılında, daha ABD Dolarının altınla bağlantısı sürerken, bizim verdiğimiz bu cevabı kabul etmedi. Hatta doların karşılığı ABD‟nin milli servetidir cevabını da alaya aldı. bir ülkenin parasını para yapan şeyin, o paranın o ülkede „geçer‟ olmasıdır, bundan başka hiçbir şart aranmaz dedi. Buna iktisatta „Fiat Money‟ deniyor. Yani bir devlet, değerini( yani diğer paralarla değiştirme oranını veya satın alma gücünü) hiç kimseye karşı garanti etmeden sadece „bu para, bu ülkede yasal
www.proleter.org olarak geçer‟ diyerek bir para ihraç edebiliyor. Pek tabii bu sözün bir kıymeti harbiyesi olması için, o ülkede satın almaya değecek mal ve mülk olması gerekir. O zaman şöyle bir soru çıkıyor. Karşılığı olmayan bizatihi kendisi karşılık olan paralar doğdukları ülkeye, oradan mal ve mülk almak için geri giderse ortaya nasıl bir sonuç çıkar? Mesela dolarlar, ABD‟ye geri giderse. 1-ABD‟nin enflasyonu ne olur? 2-Enfasyonu yükselirse, ABD dolarının değeri ne olur? 3-ABD‟nin cari açığı ne olur? 4-ABD‟de ve dünyada varlık fiyatları nereye gider? 5 Bundan, elinde şimdi dolar tutan yabancılar ne elde eder? „‟ ( Ege Cansen. 20-11-2010 –Hürriyet ) Para için burjuva iktisatçılarının sordukları en önemli sorunun „karşılığı nedir?‟ olduğunu görüyoruz. Aslın da bu ifadenin doğrusu kâğıt paranın „karşılığı nedir?‟ olmalıdır.Ama onların yazılarında böyle bir ayrım yoktur. Çünkü kapitalist sınıfın gündelik çıkarlarını günlük dille teorileştirirler. Paranın kendisi değer ilişkisi için de, diğer metalarla girdiği ilişki de, metaların değişim sürecinde farklılaşması sonucu para olur. Yoksa kendi başına meta6
lardan ayrı bir varlığa sahip değildir. Para metanın değerinin aldığı biçimdir. Değer onda kristalleşip billurlaşır. O bir değer ölçüsüdür. Metalar soyut insan emeğinin ürünleri olduklarından,bununla ölçülüp karşılaştırıla bildiklerinden değerleri para ile ölçülür. Değer para da bağımsızlık kazanır. Parayı yaratan metaların dolaşımıdır. Yoksa ne bir icat ne de buyruğun yerine getirilmesidir. „Bu para bu ülke de geçer‟ kararını almakla da para oluşmaz. Bu yaklaşımlar parayı Metalardan kopuk, ayrı „imge „, (bu durum da simge demek dahi doğru değildir.) olarak ele almaktır. Buyruk ile yasa çıkararak bir ulusun zenginleşemeyeceğini biliyoruz. Kâğıt paranın karşılığı altındır yorumunda henüz paranın metaların değerinin aldığı biçim olduğu gerçeğinin izi vardır. Kâğıt parayı paranın dolaşım aracı işlevi yarattı. Tıpkı kredi parayı ödeme aracı işlevinin yaratması gibi. Ama parayı bütün işlevleri ile var eden yaratan metalar arasındaki değer ilişkisi, onların dolaşımıdır. Peki kağıt paranın altın karşılığı basılmasındaki altın nasıl para işlevlerini yerine getirip para oldu?
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
„‟ Bütün bu yapıt boyunca, kolaylık olsun diye, altını parameta olarak kabul ediyorum. Altının ilk esas işlevi, metalara değerlerinin ifadesi için gerekli malzemeyi sağlamak, ya da aynı ad altında, bunların değerlerini nitel olarak eşit, nicel olarak karşılaştırılabilir büyüklükler olarak temsil etmektir. Böylece altın, değerin evrensel bir ölçüsü olarak iş görür. Ve salt bu işlevi ile altın, bu par excellence ( En üstün derecede. Dip nottan buraya ben aldım.) eşdeğer meta, para haline gelir. Metaları ortak bir ölçü ile ölçülebilir hale getiren, para değildir. Tam tersine, tüm metalar değer olarak insan emeğini gerçekleştirdikleri ve bu nedenle de aynı ölçü ile ölçülebilir oldukları içindir ki, bunların değeri bir ve aynı özel meta ile ölçülebilir ve bu meta da, değerlerinin ortak ölçüsüne, yani paraya dönüştürülebilir. Para bir değer ölçüsü olarak, metalarda içkin değerin ölçüsüne, emek-zamanına bir zorunluluk sonucu verilmiş dışsal bir biçimdir.‟‟ ( Karl Marx Kapital. Cilt. 1Sayfa.109-10 ) „‟Gördüğümüz gibi altın, bütün metalarının değerlerini onun7
Sayı:67
la ölçmelerinin sonucu olarak, ve böylece onların yararlı nesneler halindeki doğal biçimleriyle onu düşünsel olarak yadsıyarak ve onu değerlerinin biçimi haline getirerek, düşünsel para yada değer ölçüsü haline gelmiştir. Altın, metaların genel satışı ile, yararlı nesneler olarak bunların doğal biçimleri ile fiilen yerlerini değiştirerek, gerçekte, bunların değerlerinin somutlaşması haline gelerek, gerçek para kimliğini kazanmıştır. Para biçimine büründüğü anda metalar, kendilerini tek düze, toplumsal olarak kabul edilmiş türdeş insan emeğinin cisimleşmiş haline dönüştürmek için, doğal kullanım-değerlerinin ve yaratılmalarını borçlu oldukları özel emek türünün bütün izlerinden sıyrılırlar. Bir para parçasına şöyle bir göz atmakla, hangi meta ile değişildiğini anlayamayız. Para biçimi altında bütün metalar birbirine benzerler. Demek ki para pis olabilir ama pislik para olamaz.‟‟ (Karl Marx. Kapital. Cilt. 1 Sayfa. 124.5 ) Burada bizi ilgilendiren parameta işlevini yerine getiren altındır. Evrensel eşdeğer altın metaların „değerlerini nitel olarak eşit,nicel olarak karşılaştırılabilir
www.proleter.org büyüklükler olarak temsil‟ eder. Altın bu işlevi, para işlevini, metalar soyut emeğin, genel olarak insan emeğinin ürünleri olduğu için yerine getirebilmiştir. Bunun için para „değerin ölçüsüne, emek zamanına zorunluluk sonucu verilmiş dışsal bir biçimdir.‟ denmiştir. Para değerin bir biçimidir, diğer biçimi ise metadır. Değerin kendisi ile biçimi aynı, özdeş, şeyler değildir. Yani emek-zamanının bir biçimi para ise diğer biçimi metadır. Emek parada somutlaşıp nesnelleşir, kristalize olur. Değerin metanın vücudundan çıkıp paranın vücuduna girmesi sürecin en zor yanı olup, emek zamanının para da nesnelleşmesi bir öz değiştirmedir. Emek-zamanı doğrudan doğruya para olmayıp değişim macerası sonucu para halini alır. Bunun için meta korunup para yok edilemez. Bugünün iktisatçıları geliştirdikleri para teorilerinde para ile değer arasındaki bağı yok ettiler. Değer teorilerinden de emek sürgüne gönderildi. Parayı keyfi, imgesel, yasa ile buyruk sonucu belirlenen bir öğe haline getirdiler. Böylece meta ve para karşıtlığı yok oldu. Para meta üretimi ve değişiminin zorunlu 8
sonucu olmayıp, kendi aracılığıyla üretim ve dolaşımın düzenlendiği bir „enstrüman‟ haline getirildi. Aslın da paranın tarihsel kökeni ve sırrı değer ilişkisinde ya da „değerin basit ve raslansal biçimi‟n de aranmalıdır. Marx‟ın ünlü örneği olan 20 yarda keten bezi= 1 ceket bir değer ilişkisi ortaya koyar. Keten bezi nispi değer, ceket eşdeğer rolündedir. Şim di bu konu da Marx‟ı dinleyelim. „‟Değerin biçiminin bütün sırrı, bu basit biçimde gizlidir. Bu nedenle, bunun tahlili oldukça güçtür. Burada iki farklı türden metaın ( örneğimizde keten bezi ile ceket ), iki değişik rol oynadıkları açıktır. Keten bezinin değeri ceket ile ifade edilir, ceket bu değerin ifade edildiği araç hizmetini görür. Birincisi aktif, ikincisi pasif bir rol oynar. Keten bezinin değeri, nispi değer olarak ifade edilir, ya da nispi biçimiyle ortaya çıkar. Ceket eşdeğer görevindedir, ya da eşdeğer biçimiyle görülür. Nispi biçim ile eşdeğer biçim, değer ifadesinin, birbiriyle sıkı sıkıya bağlı, karşılıklı birbirine bağımlı ve ayrılmaz iki öğesidir,
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
ama aynı zaman da da, her biri ötekisini dıştalayan karşıt uçlardır, yani aynı ifadenin kutuplarıdır. Bunlar, bu ifade yoluyla ilişki içine giren iki farklı meta ya aittirler.‟‟ ( Karl Marx. Kapital. Cilt. 1 Sayfa.63 ) Kullanım-değerinin meta olması bir başka meta ile değer ilişkisine girmesi ile olur. Bu değerin „basit ya da raslansal biçimi‟nin ortaya çıktığı bir değer ilişkisi, değer ifadesidir. Daha gelişmiş biçimler bu temel üzerinde yükselir, aynı yasaların egemenliği altındadırlar. Para biçim basit eşdeğer biçimin gelişmesi ile ortaya çıkar. Eşdeğer biçim nispi değerin kendini ortaya koyuş biçimi değerin somutlaşmasıdır. „Pasif‟ rol oynar, aktif nispi değerin aynasıdır onu yansıtır. Aynalardaki yansımalar her zaman bütün koşullarda yansıttıkları gerçeklikler ile aynılık göstermez. Metaların değeri eşdeğerin en gelişmiş biçimi para da somutlaşarak değer biçimi, değişimdeğeri haline gelir. Tabi eşdeğerin en basit biçimi de değer biçimi yani değişim değeridir. Değerin biçiminin kavranıp değerin kendisinden, metaın üretimi için toplumsal olarak gerekli emek mik9
Sayı:67
tarı (değer) ile bunun para da somutlaşıp kristalize olmasının (değişim-değeri) ekonomi- politiğin önemli sorunlarından olmuştur. Örneğin ikisinin karıştırılması emek-para ütopyasının doğmasına neden olmuştur. Küçükburjuva sosyalizminin dolaşımın maceralarından kurtulma düşü meta üretiminin postuna (para) sopayı vurmaktan ileri gidememiştir. Meta üretiminde emek, dolaysız, doğrudan, değişim sürecinden geçmeksizin genel emek, soyut, toplumsal emek değildir. Bireysel emek bu niteliğe değişim sürecinden geçerek bürünür. Küçük- burjuva sosyalizmi meta üretimini koruyarak meta üreten emeği doğrudan toplumsal emek ( emek-para ) yapmak ister. Bu istekleri boş bir ütopya olarak kalmak zorundadır. Nispi değer eşdeğer ilişkisinde birinci metaın nispi değeri eşdeğer rolü oynayan metaın kullanım-değerin de somutlaşır. Bu değer ölçüsü işlevini yerine getiren düşünsel bir kullanım-değeri olup maddi özelliği ile ilişkisi yoktur. Değerin biçimlerini Marx dört başlık altında inceler. A- Değerin basit ya da raslansal biçimi. B-
www.proleter.org Toplam ya da genişlemiş değer biçimi. C- Değerin genel biçimi. Para biçimi. Örneklendirme ise şöyledir. A- 20 Yarda keten bezi= 1 Ceket. B- 20 Yarada keten bezi metalar dünyasında ki diğer metalar ile eşitlik içindedir. 20 Yarda keten bezi = 1 Ceket, ya da= 10 libre çay, ya da =40 libre kahve, ya da 1 kile buğday, vb. C- Burada 20 yarda keten bezi metalar dünyasındaki diğer metaların eşdeğeri durumundadır. Yani denklem tersine çevrilmiştir. D- Para biçiminde ise para işlevini yerine getiren para-meta, ki Marx‟ın örneğinde 2 ons altın diğer metaların karşısında eşdeğer durumundadır. Altın evrensel eşdeğer işlevini yerine getirmiştir. Meta ve para ayrışması dolaşım sürecinin bir zorunluluğu olarak ortaya çıkmıştır. Değer biçimlerinin tarih içindeki gelişmesi para biçimi yaratmıştır. Yoksa para bir icat olarak ortaya çıkmamıştır. Tarihte ilk başlarda birçok meta,- hayvan sürüleri, tuz, deniz canlılarının kabukları, köleler, değerli madenler, vb.- para işlevini yerine getirmiştir. Bunlar hep kendisi bizatihi değere sahip olan metalardı. Daha sonraları kendileri değere sahip olmayan kâğıt paralar do10
laşımda yer almaya başladı. Altının para haline gelişinin iktisadi temeli şuradadır. „‟Altın, yani değerlerin ölçüsü ve dolaşım aracı olarak hizmet eden özgül meta, toplumun başka bir müdahalesi olmadan para haline gelir. Maden- gümüş, ne değerler ölçüsü, ne de egemen dolaşım aracı olmadığı, İngiltere‟de, para haline gelmez; aynı biçimde, Hollanda‟da, altın, değer ölçüsü olarak tahtından indirilir indirilmez, para olmaktan da çıkmaktadır. Şu halde, bir meta, her şeyden önce değer ölçüsü birimi ve dolaşım aracı birimi olması dolayısıyla para haline gelir ya da değer ölçüsü birimi ve dolaşım aracı birimi parayı meydana getirir. Ama, böyle birim olmakla birlikte altın, aynı zamanda, bu iki görevinde sahip olduğu varlık tarzından ayrı ve özerk bir varlığa sahiptir. Değerler ölçüsü olarak ancak düşüncede paradır, düşüncede altındır; basit dolaşım aracı olarak ise simgesel paradır, simgesel altındır; ama altın, basit madeni cisim biçimiyle paradır, ya da para gerçek altındır.‟‟ ( Karl Marx. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı. Sayfa. 161 )
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
Altının, para olarak kullanımdeğeri değişim – değeri somutlaşması olmasıdır. Bunun için meta değişiminde, değer ilişkisinde, metaın değerinin karşısında kullanım değeri olarak yer alıp karşıtlık oluşturur. Değerler ölçüsü olarak düşünsel para olurken nakdi ödemeler söz konusu olduğunda katı gerçeklik olarak para halindedir. Altın nicel olarak bölüne bilir, nitel olarak da diğer metaları eşitleye bilir, yani genel insan emeği nesnelleşmesi olmasıyla da para olmaya uygun bir metadır. Nispi-değer= eşdeğer eşitliğinde eşdeğer rolünde fiili değer taşıyıcısı olması özelliği ile yani kendi değerini ifade etmek için değil karşıtı metaın değerinin nispi ifadesinin aynası olarak yer alır. Belirli, saptanmış ağırlıktaki altına para adları verilir. Altın para dolaşım da aşınır, belirlenmiş ağırlığının altına düşer. Bu durum da itibari değer ile gerçek değer arasında farklılık ortaya çıkmaya başlar. Buna Marx altının kendi kendisinin simgesi haline gelmesi demiştir. Değerden değer simgesine, değer alametine, altın paradan kâğıt paraya tarihsel gelişimi şöyle açıklar: 11
Sayı:67
„‟Maden paranın adına göre içeriği ile maden olarak tenörü arasındaki başlangıçta önemsiz olan fark, demek ki, mutlak bir bölünmeye kadar gittikçe belirginleşebilir. Paranın para olarak adı, kendi tözünün dışında değersiz kâğıt paralar üzerinde varlığını sürdürmek üzere bu tözden ayrılır. Nasıl ki metaların değişim-değeri, onların değişim süreçleri dolayısıyla altın para halinde billurlaşırsa, altın para da, kendi öz simgesi haline gelinceye kadarki dolaşımında, ilkönce kullanma ile değerlerinden kaybetmiş altın sikke biçiminde, sonra yardımcı nitelikteki madeni paralar biçiminde, en sonu değersiz jötonlar, kâğıt ve basit değer alameti biçiminde maddi niteliğinden ayrılır. Ama altın para, önce madeni, sonra da kâğıt olan temsilcilerine, ancak kendi maden kaybına karşın, para görevi görmeye devam etmiş olmasından dolayı vücut vermiştir. Altın para aşındığı için dolaşımda bulunmuyordu, ancak dolaşıma devam ettiği için salt simge haline gelinceye kadar aşınıyordu. Ancak altın paranın süreç içersinde kendi öz değerinin basit simgesi haline geldiği
www.proleter.org ölçüdedir ki, basit değer alametleri, altın paranın yerini alabilmektedirler.‟‟ ( Karl Marx. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı. Sayfa.149.50 ) Bugün burjuva ekonomi politikçileri paradan, „para politikası‟ndan söz ettiklerinde kâğıt parayı kastederler. Yani kendileri değer içermeyen basit kağıt parçalarına büyük güç ve rol yüklerler. Marx‟ın yukarıdaki ifadelerinden anlıyoruz ki meta dolaşımı içinde metaların değerlerini yansıtan basit bir araç olarak para işlevini yerine getirirler. Nasıl ki daha basit değer ilişkisinde metanın değeri eşdeğer de değişimdeğeri olarak yansıyıp bağımsızlık yolunda ilk adımını atarak somutlaşıyorsa. Değerin bu biçim değişikliğinin genelleşmesi altını para olarak farklılaştırdı. Onu evrensel eşdeğer rolünü yerine getiren uluslararası para haline getirdi. Kâğıt paranın ortaya çıkışının tarihsel temeli önce altın paranın „kendi öz simgesi‟ haline gelmesi yani kendinin simgeleşmesi daha sonraları diğer madeni paraların, jötonların ve kâğıt para gibi değer alametlerinin yerini alması şeklinde olmuştur. Bunun için kâğıt para „keyfi imge‟ 12
değil değer alametidir. Metalar ile değer ilişkisi içinde bu değer alameti niteliğini kazanır. Burjuva iktisatçıları gördüğümüz gibi „karşılıksız para‟ basmanın „piyasa‟ üzerindeki olumsuz etkilerini saymakla bitiremiyorlar. Son günlerde üzerinde en çok durdukları da ABD dolarının altın karşılığı basılmaktan çıkarılmasıdır. ABD‟nin kâğıt parası dolar meta dolaşımı yasalarının üzerinde olmayıp onların egemenliği altındadır. Tekellerin egemenliği ABD dolarına meta değerlerinin dışında bir değer yüklemez. Devletin „ol‟ emri ile dolar altın karşılığı olmaktan, değer alameti olmaktan çıkmamıştır. Bunalımlar bunun böyle olmadığını onlara sık sık hatırlatıyor. ABD dolarının her ne kadar dünya parası olduğunu düşünseler de aynı zaman da ulusal paradır. Altın para evrensel eşdeğer rolünü uzun süre yerine getirmişti. Onun yerine dolaşım da bulunan kâğıt paralar ulusal üniformalar taşıyorlardı. Şimdi 2008 büyük bunalımı günlerinde burjuva iktisatçıları yeni bir dünya parası yaratma gereğinden söz eder oldular. Bunalımın onun aracılığıyla atlatılacağını düşünmekteler. Peki kâğıt
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
paralar denilen değer alametlerinin varlığı ve dolaşımın da yer alışları hangi yasalara bağlıdır? „‟Para olarak diyelim ki, kâğıt para olarak, iş gören değer alâmeti, sikke adı ile ifade edilmiş olan altın miktarının alâmeti, dolayısıyla altın alametidir. Bizzat bir altın miktarı, nasıl bir değer ilişkisini ifade etmiyorsa, onun yerini alan altın alâmetinin kendisi de ifade etmez. Altın alâmeti, belirli bir altın miktarının, maddileşmiş emek-zamanı olarak sahip olduğu belirli bir değer hacmi ölçüsünde bir değeri temsil eder. ama alâmetin temsil ettiği değer hacmi, her durumda temsil ettiği altın miktarının değerine tabidir. Metalar karşısında, ise, değer alâmeti, onların fiyatlarının gerçekliğini temsil eder; ancak metaların değerleri, onların fiyatlarında ifadesini bulmuş olduğu içindir ki, değer alameti, metaların fiyat alâmeti ve onların değerlerinin alâmetidir. M-P-M sürecinde, fiyat ancak teşekkül yolunda ya da iki başkalaşımın birbirine doğrudan geçişi yolunda, bir birim olarak göründüğü ölçüde fiyat, değer alâmetinin iş gördüğü dolaşım alanında, kendini bu şekilde göstermektedir- metaların deği13
Sayı:67
şim-değeri, fiyatta ancak ideal bir varlığa kavuşur ve parada ise ancak mecazi, simgesel bir varlık kazanır. Değişim-değeri, demek ki, yalnızca hayali ya da somut olarak tasarlanmış bir değer olarak kendini gösterir, ama gerçeklik taşımaz, meğerki bu gerçeklik, bizzat metalarda maddeleşmiş emek-zamanının belirli bir miktarı ölçüsünde olmasın. Şu halde, değer alâmeti, altın alâmeti olarak değil de, yalnızca fiyatta ifadesini bulan ve ancak tek metada mevcut olan değişim-değeri alâmeti olarak kendini göstermekle, metaların değerini doğrudan doğruya temsil eder gibi görünür. Ama bu görünüş, aldatıcıdır. Değer alâmeti, dolaysız bir biçimde ancak fiyat alâmetidir, bu bakımdan da altın alâmetidir ve ancak dolaylı olarak metaların değerinin alâmetidir. Altın, Peter Schlemihl gibi, gölgesini satmamıştır, ama gölgesiyle satın alır. Demek ki, değer alameti, süreç içersinde, bir metaın fiyatını, öteki metaya karşı temsil ettiği ölçüde ya da her bir meta sahibi karşısında altını temsil ettiği ölçüde etki gösterir. Nispeten değersiz olan, bir parça deri, bir yaprak kâğıt, vb. gibi belli bir nesne, il-
www.proleter.org könce, kural ve alışkanlık gereği, paranın maddesinin alâmeti haline gelir, ama onun simgesel varlığı, meta sahiplerinin genel rızasını sağladığı, yani yasal olarak itibari bir varlık, yani zorunlu bir geçerlik kazandığı içindir ki, alâmet olma niteliğini sürdürür. Zorunlu geçerliği olan devlet kâğıt parası , değer alametinin eksiksiz, tam biçimidir ve madeni dolaşımda ya da bizzat metaların kendi basit dolaşımlarında, doğrudan doğruya vücut bulan tek kâğıt para biçimidir. Kredi parası, toplumsal üretimin daha tüksek bir biçimine aittir ve tamamen başka yasalarla düzenlenir. Gerçekte, simgesel kâğıt para, yardımcı nitelikteki madeni paradan hiçbir bakımdan farklı değildir., ancak daha geniş bir dolaşım alanında iş görür. Eğer daha önceden fiyatlar ölçütünün ya da sikkelerin fiyatının salt teknik gelişmesi, ve sonrada külçe altının altın para haline getirilmesi, devletin müdahalesine neden oluyorsa ve, eğer bu yüzden, iç dolaşım, metaların evrensel dolaşımından gözle görülür biçimde ayrılıyorsa, bu ayrılma, paranın değer alâmeti haline gelmesiyle, tamamlanmış olur. Basit bir dola14
şım aracı olarak genel anlamında para, ancak iç dolaşım alanında özerkliğe kavuşabilir. Açıklamamız gösterdi ki, değer alâmeti olarak altın sikkenin, altının kendi tözünden ayrı olan varlığı, kökenini, devletin bir taahhüt ya da müdahalesinden değil, dolaşım sürecinin kendinden alır.‟‟ ( Karl Marx. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı. Sayfa. 15152 ) Kâğıt para bir değer alâmetidir. Marx‟n ifadesi ile aynı zamanda belirli bir miktar altının alâmetidir. Kâğıt paranın „altın karşılığı olarak basılması gerekir‟ tarzındaki düşüncenin kaynağı buradadır. Buradan yukarıda ki alıntımızın son cümlesine gelecek olursak, değer alâmeti olan altın sikke için söylenenler kâğıt para için de geçerlidir. Kâğıt paranın varlığının temeli, devletin taahhütü veya müdahalesi değil dolaşım sürecinin kendisidir. Para eşdeğer olarak değeri yansıtan aynadır. Ne var ki burjuva üretiminde her şey ters yüz görünür aynadaki yansıma tanrılaşır, belirlenen durumundan belirleyen konumuna yükselir. Altın paranın veya kâğıt paranın değer alâmeti olması bunların itibari
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
değerlerinin, temsil ettikleri değerler ile kendi maddi tözlerinin değerleri arasında bir farklılık, kopma olması demektir. Bunlar arasında tam bir eşitlik söz konusu değildir. İlişki tıpkı kıyamet ile kıyamet alâmeti arasındaki ilişki gibidir. Değer alâmeti üzerindeki süsler kazınıp, cilâsı kaldırıldığında altından değer ortaya çıkar. Ege Cansen‟in para teorisin de para için, „bu para, bu ülkede, yasal olarak geçer‟ dizgesinde ki formülasyon parayı para yapan neden değildir. Marx‟ın devlet taahhüt‟ü ya da müdahalesini reddettiği nokta da burjuva iktisatçıları devlete belirleyici bir rol verip meta dolaşımının ve değerin adını dahi anmazlar. Halbuki düzenleyen ve belirleyici olan değer ilişkisi olup, değer yasası egemenliğini hissettirir. Kâğıt paranın geçerlilik kazanması meta dolaşımının kararlılık, egemenlik kazanmasına dayanır.Marx bu durumu ‟kural ve alışkanlık gereği‟ olarak açıklar. Açıktır ki kural haline gelen meta dolaşımı yasalarıdır. Devlet kâğıt parası bunun sonucu „değer alâmetinin eksiksiz tam biçimi‟ haline gelmiştir. Kâğıt para simgesel para olup, değerin simgesi olarak dolaşım 15
Sayı:67
da yer alır. İlk kâğıt para 1690‟lı yıllar da ABD‟de Massechıgetts hükümeti tarafından, İngiltere de ise Goldsmiths tarafından basılıp dolaşıma sokuldu. 1694 yılında İngiltere Merkez Bankası kuruldu. „Altın kambiyo sistemi‟ 15-81971 tarihine kadar uygulamada kaldı. Bu „ABD doları altın karşılığı basılmaktan çıkarıldı‟ denilen tarihtir. Kâğıt paranın keyfi, imgesel, iradeye bağlı bir uygulama sonucu ortaya çıkmadığını kriz dönemindeki kapitalistler ve özel doktorları ekonomi-politikçilerin yakınmaları da gösteriyor. Her ne kadar onlar krize karşı önlemlerini yine bildikleri para teorilerine bağlı kalarak almaya çalışsalar da, değer ve değer yasası kendini kabul ettiriyor. Onların „balon‟ larını patlatıp „yeni bir para sistemi gerekli‟ tarzın da çığlıklar attırıyor. Tekelci kapitalist sınıfın müdahaleleri bir işe yaramıyor. Acz içinde olduklarını daha şimdiden teslim ediyorlar. Kapitalist sınıfın kurduğu dünya, burjuva toplum, değişim-değerinin egemen olduğu bir toplumdur. Daha doğrusu burjuva ulus paranın egemenliğinden başka bir şey değildir.
www.proleter.org „‟ Nasıl para gelişerek evrensel para oluyorsa, metalar sahibi de kozmopolitleşir. Başlangıçta, insanlar arasındaki kozmopolit ilişkiler, meta sahipleri olmak sıfatıyla aralarında mevcut ilişkilerden başka bir şey değildir. Kendinde meta ve kendi için meta, bütün dinsel, siyasal, ulusal engellerin dil engelinin üstündedir. Onun evrensel dili fiyat, cemaati ise paradır. Ama ulusal paraya karşılık evrensel paranın gelişmesiyle, insanlar arasındaki madde değişimini köstekleyen dinsel, ulusal ve başka alanlardaki geleneksel önyargılara karşılık, pratik aklın dini biçiminde, meta sahibi kozmopolitizmi gelişir. Amerikan kartalları (10 dolarlık sikkeler ) biçiminde karaya çıkan aynı altın, İngiltere‟de İngiliz sarı lirası olurken, üç gün sonra Paris‟te Napolyon lirası olarak dolaşır, birkaç hafta sonra düka biçiminde Venedik‟te bulunur, ama her zaman aynı değeri muhafaza eder, meta sahibi, milliyetin Ginenin (itibari değeri 21 şilin olan İngiliz lirası) damgasından başka bir şey olmadığını, pek iyi bilir. Meta sahibi için bütün dünyanın içinde çözüme bağlandığı ulu fikir, pazar fikridir-dünya pa16
zarı fikridir.‟‟ (Karl Marx. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı. Sayfa.196-7 ) Marx, milliyetin, yani bir millete, ulusa ilişkin olanın, ulusal aidiyetin meta sahibi –ben bundan burjuvayı anlıyorum- için anlamının „paranın damgası‟, meta değişimi sonucu ortaya çıkan değişim-değerinin hakimiyeti olduğunun altını çizmiş. Metaların dilinin fiyat yani değerin para adı meta sahiplerinin ortak dilidir. Ulusal dil birliği bu iktisadi temel üzerinde şekillenmiştir. Bu aynı zaman da ulusu oluşturan öğelerin başında gelen iktisadi birliktir. Paranın gelişmesinin evrensel parayı yaratması,dünya pazarının ortaya çıkması ve giderek dünya kapitalizmin kuruluşu söz konusu olan kozmopolitleşmenin temelidir. Bunun temeli de meta üretimi ve değişimindeki evrenselleşme eğilimidir. Yani sermayenin, kapitalizmin evrenselleşmesinin kökleri meta üretimindedir. Burjuva toplum ilk başta iç pazarı oluşturarak uluslaşma temelinde örgütlendi. Ama onun sınırları burada son bulmuyordu. Gelişmesi uluslararasılaşma,evrenselleşme,emperyalistleş me, şimdilerde burjuvazinin tem-
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
silcilerinin deyimiyle „küreselleşme‟ yönünde oldu. Bunun için „küreselleşme‟nin temelleri, kökleri emperyalist sermaye de olduğu kadar meta üretimi ve değişimindedir de. Değer, metanın üretimi için toplumsal olarak gerekli emek miktarıdır. Burada ki toplum tarih içinde gelişen bir olgu, dolayısıyla tarihsel bir kavramdır.-. İlk başlarda yerel, bölgesel, ulusal iken evresel, dünya toplumu olarak gelişip ilerler. Bunun için değişim-değerinin gelişimi evrenselleşme yönünde olmuştur. Değişim- değeri‟nin, paranın gelişmesi üstündeki yerel, ulusal giysilerin çıkarılıp evrensel olan içinde çalım satmasını sağlar. Onun için bu kriz günlerinde burjuva iktisadı „yeni‟ bir dünya parası ve para teorisi yaratmaya çalışıyor. Bununla bunalımın üstesinden geleceklerini zannetmekteler. Bunalımın kaynağını,nedenini „para politikalarında gördükleri için değer ilişkisinin nispi değerin ifade edildiği eşdeğerin durumu üzerinde değişiklik yapmaya çalışmaktalar. Burjuvazinin vülger ekonomi politiği için değerin büyüklüğü önemli olup değerin biçimi önemsizdir. Değeri kullanım-değeri ile karıştırır, 17
Sayı:67
onun toplumsal olarak gerekli emeğin somutlaşması gerçeğini, olgusunu gözlerden uzak tutar. Bugünün vülger iktisadı da değerin büyüklüğüne ya da „para politikaları‟na büyük önem verir. „‟Klasik ekonominin başlıca kusurlarında birisi de, metaların ve özellikle bunların değerlerinin tahliliyle, değerin, değişim-değeri halini aldığı biçimi ortaya çıkartmaması olmuştur. Bu okulun en iyi temsilcileri Adan Smith ile Ricardo bile, değer-biçimini, önemsiz bir şey, metaların niteliği ile ilgisiz bir şey gibi ele almışlardır. Bunun nedeni, yalnızca dikkatlerinin, tamamıyla değerin büyüklüğünün tahliline yönelmiş olması değildir. Bunun daha derin nedenleri vardır. Emek ürününün değer-biçimi, burjuva üretimde ürünün aldığı en soyut biçim değil, aynı zamanda en genel biçimdir, ve ürüne toplumsal üretimin özel bir türü damgasını vurur ve böylece ona özel tarihsel niteliğini verir. Bu durumda, eğer biz, bu üretim tarzına, toplumun her hali için doğa tarafında saptanılmış tek ve ebedi biçim gözüyle bakarsak, değer- biçiminin, meta biçiminin, onun daha sonraki gelişmeleri olan para-biçiminin,
www.proleter.org sermaye-biçiminin,vb. ayırt edici niteliğini ihmal etmiş oluruz. İşte bunun için, değer büyüklüğünün ölçülmesinde emek- zamanının kabul edilmesini benimseyen iktisatçılarda, genel eşdeğerin en yetkin biçimi olan para konusunda çok garip ve çelişik düşüncelere rastlıyoruz. Paranın bilinen tanımlarının artık geçerli olmadığı bankacılığı ele aldıkları zaman, bu durum en göze çarpıcı biçimde ortaya çıkar. Bu, değerde toplumsal biçimden ya da bu biçiminin maddi özden yoksun bir hayaletinden başka bir şey görmeyen, restore edilmiş bir merkantil sistemin (Ganilh, vb.) doğmasına yol açmıştır. İlk ve son kez burada belirtmek isterim ki, ben klasik ekonomi politik deyince, yalnızca görünüşleri ele alan, bilimsel ekonominin uzun süre önce sağladığı malzemeyi durup dinlenmeden ağzında geveleyip duran ve burjuvazinin günlük kullanımı için en münasebetsiz olayların akla uygun açıklamalarını arayan, bunun dışında da tuzu kuru burjuvazinin onlar için dünyaların en iyisi olan kendi dünyaları ile ilgili bayağı düşüncelerini bilgiççe sistemleştirmeye ve bunları ebedi gerçeklermiş gi18
bi ilân etmeye kalkışan vülger ekonomiye karşılık, W.Petty‟den beri, burjuva toplumundaki gerçek üretim ilişkilerini araştıran bir ekonomi bilimini anlıyorum.‟‟ ( Karl Marx. Kapital. Cilt. 1 Sayfa. 96 ) Marx yukarıdaki satırlarında klasik ekonomi politik ile vülger ekonomi politik arsındaki temel ayrım noktalarını göstermenin yanında değerin değişim-değeri biçimlerini almasının öneminin altını çizmiş. Değerin değişimdeğeri biçimini almasının önemi üretime tarihsel niteliğini vermesindendir. Bunun en karakteristik örneğini eşdeğer biçimin gelişip para ve sermaye biçimini almasında görürüz. Bilindiği gibi para ve sermaye değerin gelişmiş biçimleridir, toplumsal üretime damgalarını vururlar. İşte klasik ekonomi politiğin „dahi‟ kusuru olarak görülen bu değişim-değeri biçimlerinin üzerinde durulmaması olgusu vülger ekonomi politiğin başlıca erdemi olmuştur. Değerin-büyüklüğü üzerinde fırtınalar koparanlar –ki bugünün vülger iktisadının misyonu da aynıdır.- söz konusu değerin biçimleri olunca suskunluk ile karşılayıp görmezden gelmişlerdir.
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
Çünkü burada değerin emek zamanı ile ölçülmesi zorunluluğu kendini, değerin biçimi değişimdeğeri olarak kabul ettirmesi olarak ortaya koyması gerçeği vardır. İşte burjuva ekonomi politiği değerin emek zamanı ile ölçülmesi gerçeğinin, burjuva kurumları ile iktisadi kavram ve kategorilerinin tarihselliğinin ortaya çıkmasına götürmesinden kaçmıştır. Metaların değerinin ölçüsü emek zamanı olduğu için, değerleri para-meta altın ile, giderek kâğıt para ile ölçülür hale gelmiştir. Onun için para değer ölçüsü, değer ölçütü, dolaşım aracı ve ödeme aracı işlevlerini yerine getiren bir araçtır. Değer ekonomik biçim belirleyici olduğu için onun biçimleri para ve sermaye de ekonomik biçim belirleyici olmuşlardır. Para ve sermayenin bu niteliğinin altında değer vardır. Burjuva toplumun ekonomik hücresi değişim, değerin ortaya çıktığı temeldir. Artı-değer sömürüsü sermaye meta üretimi ve değişiminin gelişmesi, -ki bu değerin değişim-değeri biçimlerinin gelişmesini getirmiştir.- sonucu ortaya çıkmıştır. Vülger ekonomi politikçiler Kriz günlerinde „para politikaları‟ 19
Sayı:67
ve „kur savaşları‟ üzerinde özel bir önemle durmaktalar. Bilindiği gibi burjuva iktisadı değer büyüklüğüne önem verip değerinbiçimlerinin tahlilinden kaçar. Özellikle vülger iktisadın „kur savaşları‟ ile „para politikaları‟na dikkati çekip büyük önem vermesi bundandır. Onların para teorilerinde para „değer hayaleti‟nden başka bir şey değildir. Amerikan tekelci burjuvazisinin ABD dolarını „altın karşılığı‟ basmaktan çıkarma çabası „değer hayaleti‟ kaynaklı para teorilerinin burjuva ekonomi politiğindeki egemenliğini pekiştirmiştir. Kâğıt para basımında ve paranın tanımlanmasında devlet müdahalesini esas alma ve „hayalet para‟ teorisini egemen kılma vülger ekonomi politiğin asıl işlevlerinden olmuştur. Bu kapitalist sınıfın gündelik çıkarlarını koruma ile birlikte kapitalistin günlük dilini teorileştirmekten başka bir şey değildir. Buna örnek vermek gerekirse bizim vülger iktisatçılarımızın şu ifadeleri karekteristiktir: „‟ Yaz turizminde bize alternatif sayılabilecek ülkelerin bazılarında başlayan ekonomik kriz, diğer bazı ülkelerde ise başlayan halk hareketleri bu ülkelere karşı
www.proleter.org güvensizlik ortamı yaratıyor ve bu ülkelere gitmek isteyen özellikle Avrupa ülkelerinden tatilcilerin de bu durumda rotayı Türkiye‟ye çevirmekten başka çareleri yok. Gelişen olayları göz önüne alırsak önümüzdeki yaz sezonunda bütün otellerimiz dolacak gibi. Erken rezervasyon bu yıl başarılı sonuç verecek… Anlaşılan o ki turizm yatırımcılarımız bu yıl rahat bir nefes alacak. Dikkat edilmesi gereken, hizmet kalitesi ile fiyatları aşağı çekmeyen gerçek bir fiyat politikasıdır. Bu şekilde kârlı bir turizm sezonu geçirebiliriz.‟‟ (Aydın Ayaydın. 2712011 – Vatan ) İktisat adına bunları yazan ile kapitalistlerin günlük konuşma dili arsında ne fark var dersiniz? Herhalde iktisatçı kılığında dolaşanının gösterdiği teorik gevezeliği olsa gerek. Yoksa fırsatçılık ve kapitalist ruh ortak paydalarıdır. „‟Küresel krizde dahi milli geliri artan iktisaden başarılı bir yönetime sahip olan Tunus‟ta başlayan „halk isyanları‟, tüm Arap dünyasına yayılmaya başladı. İsyanlar her zaman siyasidir. İkti20
sadi sebeple isyan çıkmaz. Ama her zaman ortada bir iktisadi gerekçe vardır. Arap isyanlarının gerekçesi de halkın „geçim derdi‟. Bir yandan işsizlik diğer yandan temel gıda ve ihtiyaç mallarının fiyatının artması bardağı taşırmış. Halk isyan edince hükümetler temel gıda maddelerine yapılan zamları geri çekmiş. Tuhaf bir durum var ortada. Acaba hiç gerek yokken mi zam yapıldı? Yoksa zam gerekliydi ama siyaseten zamları geri almak mı şart oldu? Peki, bu zamları yapmak iktisaden‟ doğru‟ idiyse, zamlar geri alınınca iktisaden „yanlış‟ yapılmış olmayacak mı? Bu yanlış, dönüp ulusal ekonomiyi en zayıf yerinden vurmayacak mı? İktisatçıların dediği gibi fiyatların nispi değişimine izin vermeyen uygulamalar, günün sonunda enflasyon‟a yol açmayacak mı?Enflasyon azarsa, halk bundan zarar görmeyecek mi?‟‟ ( Ege Cansen. 29-1-2011 Hürriyet. ) Her iki yazar da Kriz ve „halk isyanları‟nın ortaya çıkardığı durumdan efendilerinin nasıl çıkar sağlayacağı hesaplarını yapmakta olduklarını görüyoruz. Kapitalist sınıf içindeki çıkar çelişkileri-
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
nin ne kadar derinler de, sermayenin kendi niteliğinde olduğu bu iki olguya karşı aldıkları tutumda ortaya çıkıyor. Onlar sermayenin ruhunun sergileyicileridirler. Ekonomi politik adına dile getirdiklerini söyledikleridir, bu, sermayenin ruhu. Kişileşmiş sermaye olan kapitalistin göğsünde kalbinin yerinde atan, sermayenin ritmik hareketleridir. Halk yığınlarının açlık ve sefalet karşısın ayaklanmaları karşısındaki ekonomik gerekçelerinin nasıl bir kapitalist ruhu ortaya koyduğu açıkça görülmektadir. Burjuva basın, Mısır‟ da ki „halk isyanı‟nın nedenleri ile ilgili çelişik düşüncelerle dolup taşmakta. „‟Mısır halkı, Mübarek‟e karşı kazandığından çok daha büyük bir zafer kazandı. Kendi korkusunu yendi…Bu isyana Arap medyasında „ekmek intifadası‟ diyenler var. Zira Mısır da iki ekonomik veri tehlikeli bir biçim de üst üste geldi. İşsizlik oranları yükselirken gıda enflasyonu da tavan yaptı…Yani açlık korkuyu yendi bir bakıma‟‟. (Ece Temelkuran. Haber-Türk. 1-1-2011) Sınıflı toplumların tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir. Bu tarih 21
Sayı:67
halklar için sayısız isyan, ayaklanma, yenilgi ve zaferlerle doludur. Onlar hiçbir zaman cellatlarından korkmadı. Devrimlerin bittiğini zannedenler, böyle ilk kıvılcımlarda dahi korkuya kapılmaktan kendilerini alamıyorlar. ġUBAT-2011
N.IġIK
www.proleter.org
MARKSĠZM-LENĠNĠZM HER ZAMAN GÜNCEL VE BĠLĠMSEL ÖĞRETĠ
KUZEY AFRĠKA, ORTADOĞU VE MISIR’DA SINIF MÜCADELELERĠ (EMPERYALĠZM VE DEVRĠM)
lardan yanayız. Halklarınızdan yanayız1...” Emperyalist kapitalizm I. Ve II. Emperyalist paylaşım savaşından bu yana sömürü, talan ve yayılmacı düzenlerinin bekası için her yolu denemiş ve denemeye devam etmektedirler. Emperyalist sermaye geliştikçe ve egemenliğini devletler ve burjuva hükümetler üzerinde kabul ettirip pekiştirdikçe, yeryüzünün bütünü üzerinde hakimiyetlerini hissettirmekle kalmayıp hayata geçirmeyi göreceli olarak başardılar. Uygulanan yöntem, ülkelerin ve bölgelerin ekonomik, sosyopolitik, kültürel yapılarına uygun olarak hareket ettiler. Oyun ilerledikçe, kervan yürüdükçe oyunun kuralları da kademe kademe uygulamaya sokuldu, sokuluyor. Modern kapitalizmin en organize olabilme yeteneğine sahip burjuva sınıfı bu yeteneğini uluslar 1
“Mübarek’ler, Suudi kraliyet ailesi, Ģunu bilin ki, bundan böyle en çok korktuğunuz insan-
22
“Irak‟ta bir aralar enformasyon bakanlığına aday olan eski CIA patronu James Woolsey, 2003 yılının nisan ayında şunları söylüyordu: “Sizleri sinirli hale sokmak istiyoruz. ABD ve müttefiklerinin artık harekete geçtiklerinin bilincinde olun. Mübarek‟ler, Suudi kraliyet ailesi, şunu bilin ki, bundan böyle en çok korktuğunuz insanlardan yanayız. Halklarınızdan yanayız...” Orta Doğu, Bob Ve ABD (Proleter Ağustos 2006 Sayı:31 )
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
arası arenada da uygulamaya başardı. Başarıyor. Bunu ne kadar sürdürebilir? Sorusunun yanıtı ise komünistlerin, proletaryanın sınıfsal hareketi, teori ve pratiğine bağlı olduğu görülüyor. Proletarya bunun gereğini er geç yerine getirecek ve kendi enternasyonalist iktidarını kurmaya başararak insanlığı bu zorbalıkbarbarlık ve sömürüden kurtaracaktır. Burjuva emperyalist ilişkiler öncelikle sermaye hareketlerinin ve yasalarının yaygınlaşması ile işe başladı. Arkasından üretim biçimleri üzerinde bozucu, parçalayıcı, değiştirici özelliklerini hayata geçirerek üretim biçimleri üzerinde kendi hakimiyetlerini kurdular. Öncelikle enerji, petrol, silah, ulaşım, gıda, eğitim gibi üretimin esas bileşenleri üzerinde hakimiyet kurarak yaptırımları ellerine geçirdiler. Dün, emperyalizm öncesi üretim biçimi günlerinde şirketlerin, tüccarların, tek tek tekellerin faaliyeti olan işleri (üretim biçiminin egemenlik ilişkilerini) bu aşamada kolektif olarak devletlerin ve hükümetlerin doğrudan görevleri durumuna gelerek sömürü ve egemenliklerini gizlemeden açıktan tavır alarak 23
Sayı:67
pratiğe soktular2. Şimdi artık sayıları iki elin parmaklarını geçmeyen birkaç tekelci emperyalist sermayenin doğrudan icracı kuruluşları durumuna gelen devletler ve kurumlar durumuna dönüştüler. Dün feodalizmin kurumlarına karşı örgütledikleri ve örgütlendikleri kurumlar bu gün başta proletarya olmak üzere köylü, küçük meta üreticileri, küçük esnaf-sanatkar, kolektif örgütlenme sağlayamamış hizmet sunan emekçilerin üzerinde egemenliklerini kurarak, bunların sahip olduğu küçük mülkiyeti, gerek el koyarak, gerekse türlü biçimlerde el değiştirmesini sağlayarak bu sınıf kesimlerini proleter saflara iterek, sömürü alanlarını genişletmeyi hayata geçirmeye devam etmektedirler. Daha dün feodalizme karşı savaşımında göklere çıkardığı 2
Gerek ulusal gerekse uluslar arası egemenlik kurum ve kuruluşlarında aldıkları kararları bakmak konunun daha net anlaşılmasına vesile olacaktır. Parlamentolarda yapılan açık, kapalı oturumlar, Milli Güvenlik Kurullarında yapılan toplantılar vs. ile BM, NATO, G8, G20 vs. gibi uluslar arası sermayenin uluslar arası egemenlik kurumlarında alınan kararları, görüşmeleri incelemek yeter artar bile.
www.proleter.org özel mülkiyete ilişkin bütün kavramları yeniden kurulu düzenin “yeni” anlayışına indirgeyerek “Eşitlik, özgürlük, kardeşlik, adalet” anlayışlarına yeni anlam ve önem addettiler. Özel mülkiyete dayalı üretim biçiminin “eşit” tarafları olmaktan öte üretim biçiminin, dolaşımın, denetimin, paylaşımın eşitsiz, dayatmacı, baskıcı egemen biçimine büründüler.3 Üretimin örgütlenmesinden, denetiminden, dolaşımından paylaşımına kadar gerek yerel gerekse uluslar arası ölçekte bu egemenlik biçimine denk düşen ilişkilerini egemen hale soktular. Artık özel mülk sahipleri bile Sahip oldukları “mülkiyet” ve ayrıcalıklarının işbirlikçi-tekelci, emperyalist sermaye güçleri tarafından ellerinden alınan küçük burjuva mülk sahipleri, hizmetkar, bürokrat, rekabet güçlerini yitiren “girişimci”, “işletmeci”, köylü ve çiftlik sahipleri temsilcileri –kısaca, emperyalist, işbirlikçi tekeller, sermayeler tarafından burjuva üretim ilişkilerinin dışına atılmakta olan küçük burjuva sınıf kesimi- dün burjuvazinin feodalizme karşı mücadelesinde ön plana çıkıp formülleşen ekonomik, demokratik, siyasi sloganlarına sarılmaktalar. “Eşitlik, Kardeşlik, demokrasi, barış” şimdi yok olmakta olan bu sınıfların sloganları haline geldiler.
24
kendi mülkleri üzerinde tasarruf sağlayamaz, kendi istediği biçimde değerlendiremez, “özgür” kararlar alamaz, bağımsız hareket edemez duruma düştüler. Çiftçi toprağını istediği biçimde kullanamaz, istediği ürünü ekip biçemez, istediği tohumu, gübreyi, ilacı belirleyemez, kullanamaz hale dönüştüler. Bütün bunlara rağmen ürettikleri ürünler üzerinde tasarruf haklarını da yitirdiler, ürünlerini istediği yere, kişiye, satamaz, fiyat oluşturamazbelirleyemez, egemen gücün isteği ve onayı olmadan dolaşıma sokamaz, bir yerden bir yere hareket ettiremez konuma düştüler. Egemen güçler istedikleri metalarını kendileri için uygun yer ve bölgelere döndürüp dolaştırıp, üretip – satarken, kullandıkları emek-gücünü elden geldiğince yerel mecralarında, kendilerinin (egemen güçlerin) istedikleri alanlarda yaşamayı zorunlu kılarak dayatma yoluna gitmektedirler. İş-gücünün uluslar arası dolaşımının engellenmesi ve çalışma izinlerinin zorluğu, kendi çıkarlarına hizmette istedikleri gibi kullanma konusunda kendilerine özgür tutma tutumlarını saklı tutmaktadırlar. Çünkü yerelde
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
tuttukları iş-gücünün çalışma koşulları ve ücretlerinin belirlenmesinde rekabet aracı olarak kullanmayı özen göstermekteler. Bu konudaki yakınmalarda, protestolarda, taleplerde bunları hep öne sürmekte, kullanmakta ve kendi koşullarını dayatmaktadırlar. Ve bu durumlarına dayanarak çalışma yasalarında, ve çalışma koşullarında, iş ve gelecek güvencesinden, barınma, ulaşım,sağlık, su, beslenme, gıda vb… her türlü kazanımları budamakta, kaldırmakta yeni ve uygunsuz koşulları dayatmaktadırlar. Örgütlenme, sendika kurma, dernek ve partilerde mücadele etme, kendilerini sözlü-yazılı ifade etme haklarını ve olanaklarını rafa kaldırmakta, var olan hakların da uygulanmasını, hayata geçirilmesini olanaksız hale getirmektedirler. Emperyalist ilişkiler altında sürdürülen bu kapitalist ilişkiler kapitalist üretim biçimi öncesi üretim biçimlerinde olsun, kapitalist üretim biçimlerinde olsun ortaya hep emperyalist üretimin dayatmacı, saldırgan, yayılmacı yıkıcı biçimlerinin egemenliğini görüyoruz. Birikmiş emeğin, do25
Sayı:67
ğanın tahrifatını, dağıldığını, yağmalandığını görüyoruz. Dünyanın bütün üretimleri, dağıtımları, dolaşımları, denetimleri, paylaşımları emperyalist ilişkilerin egemenliğinde ve güdümünde sürmektedir. Proletaryanın ve emekçi kitlelerin bu vahşi, gaddar, barbar ilişkilerden kurtulması, bu durumu yaratan ilişkilerin savunulması, iyileştirilmesi (reformları) değil, bu ilişkiler düzeninin parçalanması, yıkılması yerine proleter – sosyalist- komünist üretim ilişkilerinin geçirilmesi olacaktır. Bu gün proletarya bu mücadelesini önderlik edecek teoriden, pratikten ve araçlarından büyük çapta yoksun olsa bile bu durumu aşmak için gerekli çabayı ve enerjiyi harcayacak, kısa zamanda bunları hayata geçirecektir. Geçirmelidir. Bunu gerçekleştirmek için önünde en büyük engel olan küçük-burjuva, burjuva ilişkilerden ve yalanlardan kurtulup kendini aydınlığa götürecek sosyalist-komünist teori ve pratikle kaynaşıp, kendi araçlarıyla hareket etmek, toplumu örgütleyip
www.proleter.org mücadeleyi yükseltmek zorundadır4. İşte Afrika tarımsal yapının değişimine ilişkin bir değerlendirme: ĠKTĠBAS; AFRĠKA'DA TARIM NASIL YOK EDĠLĠR? Yazar Prof. Dr. Walden Bello5* Afrika‟da tarımın bugün içinde bulunduğu durum, büyük şirketlerin çıkarlarına hizmet eden, doktrinlere sıkı sıkıya bağlı ekonomi modellerinin koca bir kıtanın üretim gücünü nasıl yok ettiğini anlamak açısından örnek bir vaka. Dünyadaki biyoyakıt üretimi, günümüzde yaşanan gıda krizinin 4
“Kaddafi karĢıtı ulusal konsey Libya'nın doğusundaki kentleri kontrol altında tutan isyancılar Kaddafi karşıtı harekete öncülük etmesini planladıkları bir ulusal konsey oluşturdu. Ülkede akademisyenler, avukatlar, iş adamları ve askerlerin Kaddafi rejiminden kurtarılan şehir ve ilçeleri yönetmek için bir araya geldiği de belirtiliyor.” bbc 5
*Prof. Dr. Walden Bello, Filipinler Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü, “Destroying African Agriculture”, Foreign Policy in Focus www.fpif.org, 3 Haziran 2008. Amine Tuna tarafından kısaltılarak Türkçeye çevrilmiştir.
26
şüphesiz başlıca sebeplerinden biri. Tarım ürünlerinin gıda ihtiyacını karşılamak için değil de biyoyakıt üretimi için ayrılması, son yıllarda yaşanan gıda fiyatlarının hızla yükselmesini tetikleyen nedenlerin başında geliyor. Ancak öncelikli sebep, kendi gıda ihtiyacını karşılayabilen ekonomilerin gıda ithaline bağımlı hale dönüşmelerinde yatıyor. Bu noktada Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) en önemli aktörler olarak öne çıkıyor. Latin Amerika, Asya ya da Afrika‟da hep benzer bir durum söz konusu. Dünya Ticaret Örgütü Tarım Antlaşması‟nın bu bölgelerde serbest piyasa ekonomilerini altüst etmesinin ardından, ABD ve Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin devlet destekli tarım ürünleri, iç piyasaları işgal etti. IMF ve Dünya Bankası‟nın yapısal düzenleme programlarının yıkıcı etkileri de kırsal alanlarda yapılan devlet yatırımlarını işe yaramaz hale getirdi ve bu durumdan çiftçi üreticiler büyük zarar gördü. Afrika‟da tarımın bugün içinde bulunduğu durum, büyük şirketlerin çıkarlarına hizmet eden, dokt-
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
rinlere sıkı sıkıya bağlı ekonomi modellerinin koca bir kıtanın üretim gücünü nasıl yok ettiğini anlamak açısından örnek bir vaka. İhracattan ithalata 1960‟larda, kolonilerin bağımsızlıklarını kazandıkları süreçte, Afrika ülkeleri sadece kendi gıda ihtiyaçlarını karşılamakla kalmıyor, 1966-70 yılları arasında yılda ortalama 1,3 milyon tona ulaşan ihracat rakamlarıyla da gıda ihracatı yapan ülkeler arasında yer alıyorlardı. Bugün ise Afrika kıtası, gıda ihtiyacının %25‟ini ithal eder durumda. Son üç yılda Kuzeydoğu Afrika, Sahil, Orta ve Güney Afrika bölgelerinde görülen gıda krizlerine baktığımızda, açlık ve kıtlık sorununun tekrar gündeme oturduğunu görüyoruz. Kıtada tarım alanında derin bir kriz yaşanıyor ve bu krizin iç savaşlar ve AIDS‟in yayılması gibi pek çok önemli nedeni var. Ancak sorunun en önemli nedeni, birçok Afrika ülkesinde, hükümetlerin dış borçlarını ödeyebilmek için IMF ve Dünya Bankası‟ndan yardım almalarının bedeli olarak, uygulamak durumunda kaldıkları “yapısal uyum programları” adı 27
Sayı:67
altında ülke içi kontrol ve destek mekanizmalarının aşamalı olarak zayıflatılması oldu. Uygulanan yapısal düzenlemeler, Afrika ülkelerinde ekonomik büyüme ve refah seviyesinin artmasını sağlamak yerine, yatırımların, sosyal harcamaların, tüketimin, üretimin ve verimin azalmasına, bu durumun sonucu olarak da işsizliğin artmasıyla durgunluk ve gerilemeye sebep olan bir kısır döngüye yol açtı. Gübre üzerinde uygulanan fiyat kontrolünün kaldırılmasıyla beraber, tarımsal kredi sistemlerinde de kısıntıya gidilmesi, yatırımların ve tarımdan elde edilen gelirlerin azalmasına yol açtı. Devletin tarım sektöründeki ağırlığını çekmesiyle piyasaların ve özel sektörün tarımı hareketlendirmesi beklentisi gerçekte karşılığını bulamadı. Dahası, özel sektör yatırımcıları, devlet desteğinin azaltılmasının daha büyük bir risk doğuracağına inandı. Ardı ardına, her ülkede neoliberal doktrinlerin öngörüleri tahminlerin tam tersine sonuç verdi: Devletin sahneden çekilmesi, özel sektör yatırımlarını ülkeye çekmekten ziyade kaçırmaya yol açtı. Bu tür politikalar uygulandığında özel
www.proleter.org girişimciler, devletin sektörden ağırlığını çekmesiyle oluşan otorite boşluğunu çoğunlukla fakir çiftçilerin aleyhine olacak şekilde doldurdu ve çiftçileri gıda güvenliği açısından daha korumasız, hükümetleri de düzensiz dış yardımlara daha bağımlı hale getirdi. Dünya Bankası ve IMF, ülkelerin kendilerine olan borçlarını ödemelerini sağlamak için hükümetleri, mali kaynaklarını tarım ürünlerinin ihracatına ayırmaları yönünde teşvik etti. Ama Etiyopya‟da 1980‟lerin başında yaşanan kıtlıkta olduğu gibi, bu durum verimli toprakların ihraç edilecek tarım ürünlerine ayrılmasına ve ülkenin gıda tüketimini karşılamak için gerekli tarım ürünlerinin de daha verimsiz topraklarda yetiştirilmek zorunda bırakılmasına, dolayısıyla da ülkedeki gıda krizinin artmasına yol açtı. Ayrıca Dünya Bankası‟nın, birçok hükümeti, tarım ürünlerinin ihracata yönelik üretimine odaklanılması yönünde teşvik etmesi, aşırı üretime ve ardından söz konusu ürünlerin uluslararası marketlerde değer kaybetmesine sebep oldu. 28
Diğer birçok bölgede olduğu gibi Afrika‟da uygulanan yapısal düzenlemeler de, sadece yatırımların yetersiz kalmasına değil devlet işletmelerinin de tasfiye olmasına sebep oldu. Latin Amerika ve Asya ülkelerinde Dünya Bankası ve IMF daha çok ekonomilerin makro düzeyde yönetilmesini üstlendi ya da devletin ekonomideki ağırlığının azaltılması yönünde tavsiyelerde bulundu. Bu düzenlemelerin uygulamaya geçirilmesiyle ilgili ayrıntılar ise devletlerin bürokrasilerine bırakıldı. Dünya Bankası ve IMF, daha güçsüz hükümetlerle muhatap oldukları Afrika‟da, hükümetlere ne kadar devlet memurunun işten çıkartılması gerektiği, devlet desteklerinin ne derece azaltılması gerektiği ya da ülkenin tahıl rezervinin kime ne kadar satılması gerektiği gibi mikro düzeyde kararlar aldırdılar. Başka bir ifadeyle, Dünya Bankası ve IMF yetkilileri, devletin ekonomideki ağırlığını yok etmek için en ufak ayrıntılarda bile hükümetlerin ekonomi yönetimine müdahale ettiler. Ticaretin rolü Ticaretin liberalleştirilmesi, Avrupa Birliği ülkelerinden gelen dev-
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
let destekli ve düşük fiyatlı et ürünlerinin Batı ve Güney Afrika ülkelerine yığılmasının önünü açtı ve yerel üreticileri perişan etti. Buna ek olarak da, Dünya Ticaret Örgütü‟nün Tarım Antlaşması‟nın devlet desteğini meşrulaştırdığı ABD‟li pamuk üreticilerinin ürünlerini uluslararası piyasalarda maliyetinin çok altında satmasıyla Batı ve Orta Afrikalı pamuk üreticileri iflasa sürüklendi. Tüm bu ticari düzenlemelerin etkilerini düşündüğümüzde, sonuç AB ve ABD‟nin işine yarayacak haksız ticari uygulamalar oldu. Kısacası, karşı karşıya kalınan bu tablonun sonuçları hiç de rastlantı değil. 1986 yılında gerçekleşen Uruguay Round (Uruguay Turu) ticaret görüşmelerinde ABD‟nin temsilcisi John Block “Gelişmekte olan ülkelerin gıda alanında kendi kendilerine yetebilmesi fikri, tarihsel olarak mazide kaldı. Bu ülkeler gıda ihtiyaçlarını, çoğunlukla daha düşük fiyatlara temin edebilecekleri Amerikan tarım ürünleriyle sağlayabilirler.” ifadesini kullanarak gerçek niyetlerini ifşa etmiş oldu. Tarım alanında yapılan yapısal düzenlemelerin sosyal sonuçlarının dampinge götüreceğini ön29
Sayı:67
görmek çok da zor değil. Günlük bir doların altında gelirle yaşayan Afrikalıların sayısı 1981-2001 yılları arasında iki katından fazla artış göstererek 313 milyona, yani tüm kıtanın %46‟sına yükseldi. Bu durumda, gerçekleştirilen yapısal düzenlemelerin yoksulluğu yaratmasında, kıtanın tarımsal yapısını zayıflatmasında ve dışa bağımlılığı arttırmasında sahip olduğu rolü inkar etmek mümkün değil. Dünya Bankası‟nın önde gelen Afrika ekonomistlerinden birisinin de itiraf ettiği gibi “Bu programların insani kayıplarının bu kadar büyük olabileceği ve ekonomik kazançlarının bu kadar yavaş olabileceği tahmin edilememişti.” 1980‟lerde gerçekleştirilen yapısal düzenlemeler çiftçilere toprak, kredi, sigorta ve tarım destek organizasyonlarına erişim sağlayan kamu kuruluşlarını işlemez hale getirdi. Beklentiler ise, devletin ağırlığını çekmesiyle piyasaların özel sektör açısından serbestlik kazanacağı, özel sektörün de maliyetleri azaltacağı, kaliteyi arttıracağı ve gerileme eğilimlerini bertaraf edeceği yönündeydi. Bu beklentiler çoğunlukla gerçekleşmedi.
www.proleter.org
Özetle, biyoyakıt üretimi küresel gıda krizinin ortaya çıkmasına değil, sadece daha da artmasına sebep oldu. Ekonomilerin gıda alanında kendi kendine yetebilir olmasını teşvik etmek yerine, yerel küçük ölçekli tarımsal üreticileri yok ederek gıda ithalatını teşvik eden Dünya Bankası, IMF ve DTÖ‟nün izlediği politikalar, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri her geçen yıl krize doğru biraz daha yaklaştırdı. Bugün artık söz konusu kuruluşlar ve izledikleri politikalar, Afrika genelinde ve güney yarımküre ülkeleri nezdinde oldukça itibar kaybetmiş durumda. Ancak sebep oldukları zararın şimdi tanık olduğumuzdan daha yıkıcı sonuçlar doğurmadan zaman içinde telafi edilip edilemeyeceğini ileride göreceğiz.” Prof. Dr. Walden Bello, Filipinler Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü Tarımsal yapılarda emperyalist ABD ve AB tekelciemperyalist sermayeleri tarafından böyle bir dönüşüme sebep olan ilişkiler, sosyal üst yapıda toplumsal ve siyasal direnişlerin ve olaylarında kaynağını oluş30
turmaktaydı. Şimdi son günlerde ortaya çıkan olaylara ilişkin söz konusu ülkelerin ekonomik yapılarına kısaca göz attığımızda bu ülkelerde oluşan olayların ekonomik ve siyasi taban bulduğunu, bunların yine ABD ve AB emperyalist güçleri tarafından yönlendirildiğini, çoğunun “devrim”, “toplumsal devrim”, “yasemin devrimi” olarak adlandırdığı olayların bu güçler tarafından kendilerinde hizmette miyadını doldurmuş ilişkileriyle birlikte egemenliklerini son verme sürecidir. Ekonomik, siyasi, askeri, politik bilinçten yoksun kesimler tarafından destek gören, bir kısım devrimcisosyalist tarafından da kendi mücadele ilişkilerine çekmeye çalıştıkları6, bir mücadele süreci 6
“…Mısırlı işçilere, devrim saflarına katılmaları için çağrı Gösteriler ve protestolar, devrimimizin ateşini tutuşturmada ve devrimimizi sürdürmede kilit rol oynamıştır. Şimdi gereksinme duyduğumuz kesim işçilerdir. Rejimin kaderini işçiler belirleyecektir. İşçiler, Devrimin gidişatını yalnızca gösterilerde yer almakla şekillendirmeyecekler; aynı zamanda geçerli tüm endüstriler ve büyük şirketlerde örgütleyecekleri bir genel grev yoluyla bunu gerçekleştireceklerdir.
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
yaşansa da esas güç emperyalistlerin denetimindeki cuntacı, darbeci, mandacı hareketlerdir. Sürecin devrimci harekete dönüştürülmesi bu gün için dünya proletaryasının, devrimci güçlerin, yerel proletaryanın ideolojik, teorik, örgütsel yönden zayıf ve dağınıklığı sebebiyle mümkün değildir7. Süreç çok kanlı ve yıkıRejim, oturma eylemlerine ve gösterilere günlerce ve haftalarca karşı koyabilir ve konumunu bunlar varken de sürdürebilir. Ancak, işçilerin grevleri bir silah olarak kullanması durumundadır ki, rejimin ayakta kalması birkaç saat bile sürmez. Demiryollarında grev! Kamu taşımacılığında grev! Hava alanlarında ve büyük endüstriyel şirketlerde grev! Mısırlı işçiler! İsyandaki gençlik adına, şehitlerimizin kanı adına devrim saflarına katılın, emekten gelen gücünüzü kullanın ve zafer bizim olsun! Şerefli şehitlerimiz için gurur duyuyoruz! Sistem çökecek! Tüm güç halkın elinde toplanacak! Devrimimizin zaferine!” [e-socialists.net´teki İngilizcesinden Hatice Aksoy tarafından 5deniz (Sendika.Org) için çevirilmiştir] 7
“Yeni Yüz Yılın, Nil Kıyısı Ülkelerinden Yükselen Devrim Çığlığı!…( http://www.proletaryaninkurtulusu.net/?p=490)
31
Sayı:67
cı olarak seyredebilir, mevcut yönetimleri ve ilişkileri devirip yıkabilir, ama önderlik etmesi açısından yine “yeni” egemen güçlere devretmesi en olası yol olarak görünmekte, bir takım gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. TUNUS GENEL EKONOMİK DURUM “Yaklaşık 10 milyon nüfusa, 2010 yılı satın alma gücü paritesine göre 89,5 milyar $ seviyesine ulaşan GSYİH …Tunus Hükümeti, ekonomiye ilişkin müdahalelerini sosyal istikrar, ücretler ve istihdam üzerindeki olumsuz etkileri en aza indirecek şekilde uygulamaya büyük gayret sarf etmektedir. Dünya geneline göre global krizden en az etkilenen ülke olmuştur. GSYİH 2010 yılında dolar bazında % 3,4 oranında büyümüştür. Tunus‟un ihracatının en büyük alıcısı olan AB ülkelerinin … Tunus ekonomisi tarım, madencilik, enerji ve imalat sektörleriyle gelişen bir ekonomidir. Gıda ürünleri ithalatta önemli bir yer tutmakla birlikte ülke, başta zeytinyağı olmak üzere önemli bir tarım ürünleri ihracatçısıdır. Dünya fosfat üretiminde ilk sıra-
www.proleter.org ları alan Tunus, fosfatı işleyerek fosforik asit ve gübreye dönüştürmektedir. Ülkede petrol ve gaz üretilmektedir. İmalat sektöründe ise, tekstil ve deri ürünleri en önemli ihraç kalemlerini oluşturmaktadır. Üretimde ve ihracatta fosfat ve petrol eski önemini yitirmiştir. Diğer taraftan tekstil, gıda işleme, elektrikli ürünler önem kazanmıştır. Haziran 1999‟da Tunus‟ta gerçekleştirilen ve özellikle Amerika ve Asya‟daki yatırımcıların ülkeye olan ilgisini artırmayı amaçlayan bir Forum‟da Tunus tarafı; tekstil, makine ve elektrikli ürünler, otomotiv parçaları, eczacılık ürünleri, ayakkabı ve deri, gıda ve bilişim teknolojilerine yapılacak yatırımlar açısından rekabet avantajına sahip olduklarını duyurmuştur. Tunus iç pazarının küçük olduğu düşünüldüğünde Tunus‟un AB, Orta Doğu ve Kuzey Afrika‟daki daha büyük pazarlara giriş imkanını da yatırımcılara sunduğu görülmektedir. AB ile arasındaki Ortaklık Anlaşması, Avrupa pazarına girişte sanayi ürünlerinde gümrüksüz giriş imkanı sağlamaktadır….2010 yılı enflasyonu 32
% 4,4 seviyesinde gerçekleşmiştir. Ancak Tunus ekonomisi için işsizlik, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi sorun olmaya devam etmektedir. 2010 yılında işsizlik oranı % 14 seviyesinde gerçekleşmiştir. İşsizliğin özellikle yüksek tahsilli, nitelikli genç nüfus arasında olması Tunus‟un en büyük sorunu olarak görünmektedir. Siyasetin olduğu gibi ekonominin de merkezi bir şekilde yürütüldüğü, serbest piyasa ekonomisine yavaş bir şekilde geçilmeye çalışıldığı, ekonomik hayatın birçok alanında şeffaflık eksikliği bulunduğu görülmektedir… Rekabet açısından da Afrika‟da birinci sırada yer almakta olup dünyada 133 ülke arasında da 40. Sıradadır… 2008 yılında Tarım ve balıkçılık …İhracat gelirlerinin ise özellikle gıda işleme alanında yaklaşık %9 ila 14‟ü bu sektörden elde edilmektedir. Bu sektör toplam işgücünün yaklaşık %16‟sını istihdam etmektedir. Yerli üreticileri korumak için AB dışı ülkelerden gelen ürünlere hükümet belirgin ticari engeller uygulamaktadır. Özellikle sermaye malı olmayan ithalata tarife dışı engeller uygulanmaktadır.
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
Tunus, Genel Preferanslar Sistemi çerçevesinde mamul mallarda, tarımsal ürünlerde ve el sanatları ürünlerinde; ABD, Kanada, İsviçre, Avustralya ve Japonya‟nın tercihli tarifelerinden yararlanmaktadır. Ayrıca Mısır, Fas, Ürdün ile tarife engellerini kademeli olarak tümüyle indirmeye yönelik Serbest Ticaret Anlaşmaları bulunmaktadır. 1998 yılında Davos‟taki Dünya Ekonomik Forumu‟nda yayınlanan Rekabet Raporu‟nda Tunus Kuzey Afrika‟daki ikinci güçlü ülke olarak değerlendirilmiştir.”8 MISIR GENEL EKONOMİK DURUM “Mısır Arap ülkeleri içinde Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Cezayir‟in ardından dördüncü büyük ekonomidir. GSYİH‟nın % 50‟lik bölümünü kamu yönetimi, turizm ve Süveyş Kanalı gibi hizmetler sektörü gelirleri oluşturmaktadır. 2009 yılında tarım sektörü GSYİH‟nın % 13,7‟ini oluşturmuştur. GSYİH‟nın yaklaşık % 38‟ini oluşturan imalat sanayi 8
03.02.2011 http://www.igeme.org.tr/pg/section-pgulke.cfm?id=Tunus
33
Sayı:67
petrol işleme dahil, Kahire ve Nil Deltasında yoğunlaşmıştır. Kamusal ve özel tüketim, sabit sermaye yatırımları ve dış ticaretle karşılaştırıldığında GSYİH içindeki temel harcama kalemidir. Tekstil ve hazır giyim en önemli sektörlerdendir. Diğer gelişmiş sanayi dalları çelik, çimento, kimyasallar, ilaç sanayi ve hafif sanayi ürünleridir. Turizm, doğal gaz, Süveyş Kanalı gelirleri ve beraberinde Körfez Ülkeleri‟ndeki yenilenme çalışmaları nedeniyle inşaat sektöründeki canlanma ekonominin lokomotifi durumuna gelmiştir… Döviz girdilerinin ¼‟ünün turizmden kaynaklanmakta, her yedi Mısırlıdan birisi geçimini turizmden sağlamaktadır. Ülkeye gelen turist sayısında 2009 yılında % 3 azalış meydana gelmiştir. Bununla birlikte 2011 yılı başlarında yaşanan karışıklıkların turizmi olumsuz yönde etkilemesi beklenmektedir. Ülke dışında yaklaşık 2,3 milyon Mısır‟lı çalışmakta ve ülkeye her yıl ortalama 5 milyar dolar döviz girdisi sağlamaktadır… 2004 yazında yönetime gelen hükümetle birlikte ekonomik kalkınma, dış ticarette liberalizasyon, yatırım teşvikleri ve para politikalarında
www.proleter.org ciddi değişiklikler olmuştur. Ülkenin döviz rezervi artmıştır. Özelleştirme çalışmalarına önem verilmektedir…Yeni hükümetin reform çalışmaları çerçevesinde ithalat vergileri önce % 14,6‟dan % 9,1‟e düşürülmüştür. 2006 yılında da ağırlıklı ortalamalar % 6,9 olmuştur. Üretim amaçlı ürünlerin ve sermaye malları ithalatının ucuzlatılması hedeflenmiştir. Ayrıca kurumlar ve gelir vergilerinde indirimler gerçekleştirilmiştir. Uzun dönemde kamu harcamalarının düzenlenmesi ve sübvansiyonların rasyonalize edilmesi söz konusudur. Ülkede gerçekleştirilen ekonomik reformlar nedeniyle, Mısır, Dünya Bankası - IFC (International Finance Corparation) tarafından 2009 yılında, “en aktif reformlar gerçekleştiren ilk 10 ülke” arasına 4. kez seçilmiştir…”9 BAHREYN GENEL EKONOMİK DURUM “Bahreyn, gelişmiş bankacılık altyapısı sayesinde özellikle Suudi Arabistan, Kuveyt ve Katar‟daki özel sermayenin işlem 9
10.02.2011 http://www.igeme.org.tr/pg/section-pgulke.cfm?id=M%C4%B1s%C4%B1r
34
gördüğü bir finans merkezidir. Finansal hizmetlerin GSYİH‟ya katkısı % 22,7 olup, petrol sektörüne yakındır. Ülkede 405 yerli ve yabancı kurum geleneksel veya katılım bankacılığı, sigortacılık ve diğer mali alanlarda faaliyet göstermekte ve bu finans kuruluşları 14.000‟e yakın yerli ve yabancıya istihdam sağlamaktadır.Bölgede katılım (İslami) bankacılığının öncülüğünü yapan Bahreyn, halen faaliyet gösteren 29 katılım bankası ve diğer kurumlarla da bu alanda en yüksek sayıda kuruma ev sahipliği yapmaktadır. 2008 yılı ortalarında 264 milyar doları bulan bankacılık sektörünün toplam büyüklüğü, 2009 yılı ikinci çeyreği itibariyle 236 milyar dolar civarındadır. 2008 yılında ihracatı 17 milyar dolar, ithalatı ise 14 milyar doları bulmuştur.İhracat ve ithalatının sırasıyla % 82,8‟i ve % 71‟i petrol ve petrol ürünlerinden oluşmaktadır. Suudi Arabistan, BAE, Çin ve ABD, Bahreyn‟in en önemli ticari ortaklarıdır… Küresel ekonomik kriz, 2008‟in son çeyreğinden itibaren ülkedeki finans kuruluşlarının karlarını olumsuz yönde etkilemiştir… Bahreyn Ekonomi Kalkınma Ku-
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
rulu (EKK), 2001 yılında ekonomi yönetiminin stratejik yönünü sağlama ve özellikle özel sektör yatırımlarını kolaylaştırmak için kurulmuştur. Veliaht prens Şeyh Selman bin Halid al-Khalifa Kurula başkanlık etmekte olup; ekonomi politikaları üzerinde kapsamlı denetime sahiptir. EKK yönetim kurulu yedi hükümet bakanı yedi özel sektör yetkilisinden oluşmaktadır. EKK‟nın amacı istikrarlı büyümeyi sağlamak, özel sektörü geliştirmek, dış yatırımları artırmak ve düzenlemek, yerel beceri alanını geliştirmek olarak saptanmıştır… Bu çerçevede,70‟li yılların sonunda inşa edilen ve bugün dünyanın 3.büyük tesisi haline gelen alüminyum fabrikası (ALBA), doğalgaz üretimi ve dağıtımı için kurulan Banagas,gemi bakım ve tamir şirketi (ASRY), alüminyum mamülleri tesisi (GRAMCO), petro-kimya tesisleri (GPIC) ve demir pelet fabrikası gibi şirketlerin kurulması ile ülkedeki imalat sanayiinin de güçlendirilmesi amaçlanmıştır…Bahreynli vatandaşların istihdam oranının son yıllarda ortalama % 2,5 oranında düşmesi,özel tüketim üzerinde olumsuz bir etkiye yol açmıştır… 35
Sayı:67
Bahreyn ekonomisinin ve toplum hayatının en önemli sorunlarından biri olan işsizlik konusunda son yıllarda iyileşme kaydedilmiş ve işsizliğin 2009 yılı sonlarında %3,7'e gerilediği açıklanmıştır.Ancak, Bahreynliler arasındaki işsizlik oranının özellikle gençler arasında bu rakamın çok üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. İşyerlerinde belli bir oranda Bahreyn vatandaşı çalıştırılmasını zorunlu kılan 'Bahreynlileştirme' politikası başarılı olamamıştır. En son, Çalışma Piyasasını Düzenleme Kurumu, 500‟den fazla işçi istihdam eden kuruluşlarda %8 olan Bahreynli işçi çalıştırma zorunluluğunu %5‟e indirmeye yönelik düzenleme yapmıştır. Diğer işletmelerde ise %8 oranının devam ettirileceği belirtilmiştir… 2007 Temmuz ayından itibaren işsizlik fonuna katkı amacıyla ücretler üzerinden %1 oranında kesinti yapılmasına başlanmıştır. Bunun yanı sıra, 2008 Temmuz ayından geçerli olmak üzere ülkedeki işgücünün yarısından fazlasını oluşturan yabancı işçilerin çalışma vizelerine iki yıllık dönem için 200 dinar (532$) ve aylık 10 dinar (26,2 dolar) harç alınmaya başlanmıştır. Ancak yeni uygu-
www.proleter.org lama, ortaya ciddi bir ikilem çıkartarak tartışmalara neden olmuştur. Ülkenin 485.000 kişilik işgücünün 370.000‟i, aylık 200300 Dolar gibi son derece düşük ücretlerle çalışan ve Orta Doğu başta Hindistan olmak üzere diğer Asya ülkelerinden gelen göçmen işçilerden oluşmaktadır. Düşük ücretlerle işçi çalıştırmaya alışmış olan büyük yüklenici şirketler ile Bahreyn Sanayi ve Ticaret Odası, göçmen işgücünün maliyetinin artırılmasının ekonominin rekabet kabiliyetini azaltacağını, özellikle inşaat sektörünü vuracağını ve dolayısıyla da altyapının maliyetini artıracağını, küçük ve orta ölçekli girişimcilerin bu maliyetleri karşılamakta zorlanacağını ileri sürmüşlerdir... Bahreyn; Katar, Suudi Arabistan ve Kuveyt ile bir ortak para birliğine girme niyetindedir. Kasımda Parlamento tarafından onaylanan bir süreç sonunda, 2010 yılında kurulan Ortak Para Konseyi, kurulması muhtemel tek bir merkez bankasının öncüsü konumundadır…”10 10
09.07.2010 http://www.igeme.org.tr/pg/sectio n-pg-ulke.cfm?id=Bahreyn 36
LĠBYA Genel Ekonomik Durum “Libya ekonomisi esas olarak petrol gelirlerine dayanmaktadır. Petrol geliri ihracat gelirinin %98‟ini, Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla (GSYİH)‟nın %25‟ini ve kamu sektöründeki ücretlerin %60‟ını oluşturmaktadır. Enerji sektöründen sağlanan önemli ölçüdeki gelir düşük nüfus ile bir araya geldiğinde, Libya kişi başına en yüksek GSYİH‟ya sahip Afrika ülkelerinden birisi olmaktadır. Libya‟da, 2007 ve 2008 yıllarında da etkisini hissettiren küreselleşmenin ve iletişim sektöründeki modernleşmenin etkisiyle devleti idare edenler kontrollü ekonomik faaliyetlerden yavaş yavaş uzaklaşmaya çalışmaktadırlar. Henüz serbest piyasa şartları oluşmamıştır… uluslararası kuruluşların IMF gibi teknik desteğiyle birlikte, Libya petrole dayalı hantal ekonomik yapıyı devlet kontrolündeki özel sektöre dayalı sanayileşmeye kaydırmaya çaba sarf etmek-
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
tedir… Bankacılık sektörünün dışa kapalı olması ve petrol fiyatlarının yüksek seyretmesi Libya‟yı finansal krizin olumsuz etkilerinden korumuştur… Hiç bir dış borcu olmayan Libya… Lider ve kadrosunun yeni yaklaşımı; perakende sektörü başta olmak üzere “devletin kontrol ettiği özel sektörü” teşvik etmektir. Ancak bunu eski alışkanlıklarından kurtulamadıkları için oldukça kontrollü bir şekilde yapmaktadırlar. Bu da, bildiğimiz serbest piyasa şartlarının oluşmasını engellemektedir… DTÖ üyeliği için başvuru, bazı sübvansiyonların azaltılması, özelleştirme planlarının açıklanması gibi başlangıç adımları, piyasaya dayalı bir ekonomiye geçiş için zemin yaratmaktadır… Libya Lideri Kaddafi‟nin karar verici olarak zaman zaman gündeme gelebilen devletleştirme girişimleri yabancı yatırımcıları tedirgin etmeye devam etmektedir…Libya tüm petrol zengini ülkelerin klasik problemleri olan ekonomide hidrokarbonlar dışında sektörel çeşitliliği gerçekleştirememe ve yabancı işgücü-
37
Sayı:67
ne bağlı kalma sorunları ile karşı karşıya bulunmaktadır…”11 Ekonomik yapılarından kesitler verdiğimiz Kuzey Afrika Ülkelerinin ortak özelliği doğal kaynaklarının zenginliği ve bu zenginliğin egemenleri olarak hakim sınıfların yerel ve uluslar arası sınıf mücadelelerine doğrudan ve karşılıklı olarak müdahil olmasıdır. Emperyalist-işbirlikçi sermayelerin dışında güç olma, kendi halklarına karşı da egemenliklerini sürdürme kararlığında olmalarıdır. Süreç uluslar arası emperyalist sermayenin egemenliğine direnme-ortaklığına karşı gelme savaşımının tertipli senaryolarının BOP uygulamasıdır.12 11
..05.02.2011 http://www.igeme.org.tr/pg/sectio n-pg-ulke.cfm?id=Libya 12
“Kaddafi´ye karşı yapılan darbenin şifresi, ABD´nin 1969 Devrimi ile kontrolünü kaybettiği (1979 yılında İran´da olduğu gibi) Libya petrolünü ele geçirmektir … Libya'da bunun olacağı söyleniyordu. Ortadoğu ve Afrika'da, CIA, MOSSAD, müttefik servisler tarafından silahlandırılan ve organize edilen "halk isyanları" tablosunda en büyük ikramiye Libya. ABD, Mısır ve Tunus'taki yıpranmış diktatörlüklerini kovarak "demokratik" yeni-
www.proleter.org M.Gündar
Mart 2011
den yapılandırma projesine başlattıktan sonra Afrika askeri jeopolitik kontrol mekanizmasında stratejik bir pozisyon almak ve Libya petrolüne sahip olmak için oraya gidiyor. ABD ve küresel emperyal güç merkezleri için Afrika, "Rusya-Çin" ekseni ve "batılı" ABD-Avrupa Birliği bloğuyla arasında, kalıcı bir ihtilaf içinde Orta Asya ve Ortadoğu'da patlamaya hazır istikrarsızlığı dengeleyen, güvenli bir petrol kaynağıdır. “Soğuk savaşın” bir parçası olarak enerji, Putin'in Rusya'sı ve Çin ile Amerikan emperyal güç ve onun çokuluslu şirketleri, askeri çatışmalar kavşağında patlamaya hazır bir İran ve Ortadoğu karşısında, Afrika'yı bir tür güvenli enerji yatağına dönüştürmeye çalışıyorlar. Petrol tedarikçisi merkez güçler için Afrika kilit önemdedir. Dünyada tüketilen petrolün yüzde 12´sini üretiyor ve dünya üretiminin yüzde 25'ini ABD tüketiyor ve Afrika´da üretilen petrolden daha fazlasını Suudi Arabistan´dan ithal ediyor. “Terörizme karşı savaşın” jeopolitik ve stratejik çerçevesinde, kapitalist sistemin, lokomotif gücü ABD ve güçlü Avrupalı ortakları, doğal kaynaklar ve enerji rezervleri kontrolünde pozisyon almak için Afrika kıtasını fethetme projelerinde ilerliyorlar…” Manuel Freytas [Lahaine.org´daki İspanyol-ca orijinalinden Atiye Parılyıldız tarafından 5deniz.net (Sendika.Org) için çevirilmiştir]
38
TUNUS VE MISIR DA DEVRĠM MĠ? DARBE MĠ?
2008 de emperyalist kapitalizmin dünya çapındaki büyük krizi etkilerini göstermeye başladı. Önce Avrupa da, Yunanistan‟da, Arnavutluk‟ta başlayan gösteriler, Kuzey Afrika ülkelerinde patlayan halk ayaklanmalarıyla Tunus, Mısır, Libya, Ürdün ve Yemeni içine alan isyanlar, gösteriler Tunus ve Mısır da onlarca yıldır iktidar da bulunan diktatörlerin devrilmesiyle, Libya da Kaddafi‟nin şu sıralarda iktidarını korumak için halka savaş açmasıyla devam ediyor. Burjuva ba-
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
sınına göre Yemen, Ürdün ve benzeri ülkeler sırada. Kendiliğinden çıkan halk ayaklanmakları hızla yayıldı. Birkaç hafta gibi kısa bir sürede kuzey Afrika ülkelerinin tümünü sardı. En köklü devlet geleneğine sahip Mısır‟da otuz yıllık Hüsnü Mübarek diktatörlüğü devrildi. Bütün bu ayaklanmalara burjuva kamuoyunda Arap Devrimleri, Nil Devrimi ve benzeri adlar verildi. Şiddete dayalı devrimler çağı kapandı diyen emperyalist burjuvazi Tunus da başlayıp, Tunus diktatörünün ülkeyi terk etmesiyle, Mısır da Hüsnü Mübarek‟in iktidarı devretmesiyle süren kendiliğinden halk isyanlarını, bu isyanlar öylesine hızlı çabuk ve beklenmedik bir şekilde başladı ki daha Tunus da yığınlar sokaklardayken burjuva akıl hocaları bunun bir domino etkisi yapıp yapmayacağını tartışmaya, isyanın hangi ülkelere sıçrayacağını tahmin etmeye çalışırken Mısır için, Tunus ile kıyaslamanın yapılamayacağını , Mısır‟ın Tunus‟a göre sonradan olma bir devlet olmadığını, Mısır‟ın köklü bir devlet yapısının olduğunu dillendirirlerken sözlerini tamamlayamadan Mısır‟ın yoksulları meydanla39
Sayı:67
rı doldurmaya başladı. İsyan Kuzey Afrika ülkelerini öyle bir hızla kapladı ki her şeyden haberdar olduğu, yeryüzünde ki tüm olayların arkasında düzenleyici komplo güç olduğu söylenen ABD Emperyalizminin sözcüleri isyanın patladığı ilk haftada yığınların ayaklanmalarını isyanlarını komployla açıklamaya çalışanları utandıracak açıklamalarla Mısır devlet başkanı ABD Emperyalizminin İsrail‟den sonra, bölgede en büyük müttefiki iş birlikçisi Hüsnü Mübarek‟i destekletip desteklememe konusunda karasızlığa düştü. ABD Başkanı Barak Obama, Mübarek‟in iktidarda kalmasının olanaksız olduğunu gördüğünde zaman kazanmak için “demokrasiye geçişin” bir süreç içinde bu süreç de iktidarın Mübarekle sürdürülmesini istediğini ifade ediyordu. Gösterilerin polis şiddetiyle önlenilememesi yığınların kararlı tutumu sonunda orta doğudaki işbirlikçisi Mübarek‟in çekilmesini onaylamak zorunda kaldı. İkiyüzlüce demokrasi havarisi kesildi. Devrim mi? Darbe mi? Tartışmaları sürerken Mısır da Hüsnü Mübarek in başlattığı iktidar koltuğu ABD nin beslemesi orduya
www.proleter.org devredildi. Tunus, Mısır‟ın gölgesinde kalarak şimdilik gözlerden uzaklaştı unutuldu. Bir başka Kuzey Afrika ülkesi Libya daha olaylar durulmadan kendisini sokak gösterilerinin içinde buldu. Dıştan ilk bakışta bu ülkelerin tümünün siyasal yapıları benzerlikler taşısa da, ekonomik ilişkiler, siyasal farklılıklar yer altı ve yerüstü zenginlikleri ve geçmişten bugüne ulusal karakterleriyle farklılıklar içeriyor. Enerji kaynakları bakımından Libya, zengin petrol yataklarıyla Tunus ve Mısır dan ayrılıyor. Libya devlet başkanı Kaddafi, Tunus ve Mısır devlet başkanlarından görece farklı olarak emperyalistlerle ilişkilerinde ders verilmesi uslanması gereken asi çocuğu oynuyor. Tunus ve Mısır da ani gelişen halk hareketi karşısında hazırlıksız yakalanan emperyalistler Libya da doğrudan taraf olmaya hazırlanıyorlar. Nitekim ABD ve Batı Avrupalı emperyalistler Libya ya bir müdahaleden doğrudan doğruya saldırmaktan söz etmeye başladılar. Bu gerçekleşir mi gerçekleşmez mi önümüzdeki günlerde belli olacak. Küba‟ nın eski devlet başkanı Fidel Castro 40
ABD nin Libya‟ya saldırmaya hazırlandığını söyledi. Tunus ve Mısır da ki halk ayaklanmaları konusunda kafası karışan burjuva solcuları, burjuva “Marksistleri” kendi aralarında birbirleriyle teorik tartışmalar yürütürken Altan alta sinsice kendilerini Marksizm den sapma olarak söyledikleri Leninizm den ayırt etmek için her seferinde günlük hayatın burjuva yorumlanmasıyla ispat etmeye çalıştıkları burjuva teorilerine dayanak olarak Mısır daki kendiliğinden halk ayaklanmasının adını anmadan Leninist bir örgütlenmeye partiye ihtiyaç olmadan devrimi başarabileceğini yazıyorlar. “İnsanların ortak kaderlerini ortakça kurmak için mutlaka önceden bir partiye, hareket üzerinde hegomonya kuracak bir örgüte ve yöneticilere vb., ihtiyaç olmadan da bir şeyleri başarabileceklerini söylemek mümkündür.” ( Orta Doğu ve Arap Dünyasın da yeni dönem Fikret Başkaya. Sendika org.) Fikret Başkaya; “Soldan gelen tepkiler ve değerlendirmeler de bir başka tuhaftı. Yok efendim hareket bir liderlikten yoksunmuş, yok işte ne değişmiş , her
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
şey yerli yerinde duruyormuş, üretim araçlarının mülkiyeti el değiştirmemişmiş… tabi devrim öncüleri, şefleri, profesyonel devrimcilerin ve sadece onların yapabileceğini sananların bu tür itirazları anlaşılır bir şeydir… lakin bu dünyada hiçbir devrim şeflerin ve profesyonellerin işi olmamıştır. Ve olması da asla mümkün değildir. Eğer devrimi, şefler, ünlüler, liderler bu işin profesyonelleri yaparsa ona devrim denmemesi gerekir. Çünkü devrimi sade halk yapar da ondan.” Agy Başkaya, beyin bu eleştirilerini, küçük burjuva Leninistlerine yönelik olarak yapsaydı, şu son cümlesini bir örgüte ve profesyonel devrimciler örgütüne ihtiyaç olmadığı cümlesiyle bağlamasaydı bizde ona katılırdık. Ne var ki Başkaya‟ nın amacı bu değil. Sinsice ad vermeden solcular diye genelleştirerek aşağıdan çalışıyor. Bilinç altına kopuk kopuk seçmeci bir yöntemle Leninizm den, güdükleştirilmiş dogmatik sözcüklerle bunları küçük burjuvaların ağzına yerleştirerek gerçek niyetini Lenin‟in yığınlar örgütlüyse her şey örgütsüzse hiçbir şeydir öğretisini çarpıtarak yapıyor. 41
Sayı:67
Emperyalist burjuvazinin kölece uşaklığını yapan sermayenin savunucularını tiksinti, korku, nefret ve aşağılayıcı bir küçümseme ile ağzına aldıkları modası geçmiş nostaljik şarkılar olarak göstermeye çalıştıkları devrim sözcüğünü birden bire ilk defa aşkla tanışan bir gencin sevgiyi diline dolaması gibi devrimi dillerinden, ağızlarından, kalemlerinde düşürmemeleri nasıl oluyor da birden burjuvaziyi devrim sevdasına düşüren halk yığınlarının kendilerine karşı en küçük baş kaldırmasını öfke ve şiddetle karşılayan akıl almaz karalama kampanyalarıyla suçlayan burjuvazinin satılmış uşaklarının riyakarlıklarının nedeni nedir sorusu geliyor akıllara. Tunus da, Mısır da bu devrim düşmanlarının alkışladığı bir proletarya halk devrimlerimiydi? Tunus da ki, Mısır da ki halk isyanlarına devrim şarkıları beslemelerinin nedeni yoksul halka olan aşkları mı? Emperyalist burjuvazi ve onun satılık uşaklarının demokrasi çığlıkları atmalarında anlaşılamayacak ne var? Burjuvazi demokrasiden yanadır, kendi demokrasisinden. “Bilinmesi gereken şudur; bugün Arap toplumları öyle bir aşamaya
www.proleter.org gelmiştir ki, daha ilerisi ancak serbest piyasa ve demokrasiyle mümkündür… Arap dünyasının piyasa ekonomisi demokrasi ve dünyaya açılma yönünde „uzun ince‟ bir yola girdiği kesindir” ( Taha Akyol 24/02/2011 Milliyet) En kaba ve kısa yoldan burjuva demokrasisinin tarifi budur. “doğu Avrupa yı harekete geçiren özgürlük rüzgarının Arap Sahillerine ulaşması için yirmi yıl beklediği anlaşılıyor.” (21/02/2011 Hürriyet Ferai Tınç ) Kendi kuşağının devrimci gençliğine alaycı bir küçümsemeyle burjuva demokrat gençliğin samimi, içten, karşılıksız, hesapsız mücadelesini iki yüzlü aşağılık yalanlarla karalamaya çalışan Ertuğrul Özkök köşe yazılarında, Tunus da ki, Mısır da ki kendiliğinden halk hareketini ilk günlerinde şaşkınlıkla ve biraz da hesapsızca Türkiye de ki, Ankara, İzmir ve İstanbul da meydanları dolduran “laiklik” taraftarı yığınlarla karşılaştırıyor-karıştırıyordu. Uyanır uyanmaz bizim yeminli uşağımız devrimci koroya katıldı, eski solcu Hasan Cemal gibi Mısır‟da tankın üzerine çıkıp poz vermediyse de köşesinden de42
mokrasi ve devrim şarkılarına katıldı. Burjuvazi proletaryanın yerine burjuva idealleriyle afyonlaştırdığı gençliği, silahın yerine bilgisayarı, politik militan örgütlenmenin yerine örgütsüzlüğü, iletişim ağı facebook‟u, twitter‟ı vb. koyarak yeni bir devrim çağı daha açtı. Ona göre artık devrimler ateşle silahlarla değil, barışçıl gösterilerle istenmeyen diktatörlerin yerine, şık burjuva eğitimiyle donanmış, emperyalist metropollerde eğitim görmüş parlak geleceği olan, boş, geveze ABD ve Batı Avrupa emperyalizminin beslemeleri, jöleli halk düşmanları, yeni diktatörler konulabilirdi. Eski yarı feodal, kapalı, yaşlı, tutucu, antipatik, yığınların öfkesini üzerinde toplamış, bireyselleştirmiş, diktatörlerin yerine, emperyalist burjuvazinin isteklerini yerine getirmede hiçbir sorun çıkarmayacak, ülkelerin kültürel yapısına göre Gürcistan da Çugaşvili gibi yada Türkiye de, Tayyip Erdoğan gibi henüz yıpranmamış, yenileriyle değiştirme zamanı çoktan gelmişti. Bu oyun 20 yıl önce doğu Avrupa da sahneye konmuştu, ikinci perde kuzey Afrika ve Orta Doğuda konulabilirdi. Model
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
ülkenin Ortadoğu için Türkiye olması bundan olsa gerek. Kibar, demokrat, şık giyimli burjuvalarımız, Ortadoğu da Irak da yarattıkları kan gölünün çamura buladığı elbiselerini Doğu Avrupa da değiştirirken, Kuzey Afrika da aynı elbiseyi ütüleyip gardıroplarından çıkarma hazırlığındalar. Elbise aynı elbise, aynı terzinin diktiği elbise, değişen rengi, ve zamanı. Esam El-Amin Mısır‟da patlak veren hareketi şöyle anlatıyor: “21 Nisan 2008 de bir lise müdür yardımcısı, Mısır‟ın en büyük gazetesi Al-Ahram‟ a bir ilan verdi Hüsnü Mübarek ve eşinden ayrı ayrı kız kardeşinin hapisten kurtarılmasına yardım etmesi yönünde ricada bulunuyordu… 27 yaşında ki kızkardeşi Israa ElFattah 10 gün önce 6 Nisan da facebook da endüstri şehri AlMahallah daki 70 bin işçinin katıldığı büyük ayaklanmaları güvenlik güçlerinin bastırmasının ardından, Abd El-Fattah tutuklandı. İşte o gün 6 Nisan gençliği hareketi oluşturuldu…Tunus başkanı Zeyn El-Abidin Ben Ali, dört haftalık halk ayaklanmasından sonra ocak 14 de ülkeyi terke zorlandığında Arap dünyası43
Sayı:67
nın milyonlarca gencine olduğu gibi 6 nisan hareketi de ilham enerji kazanmış, hazır hale gelmişti. Kahire ve İskenderiye deki tüm büyük meydanlardan, camiler ve kiliselerden başlayacak yürüyüşler için çağrıda bulundular… protestoların barışçıl olması, kimsenin herhangi bir silah getirmemesi konusunda ısrarcıydılar. Dört talepleri vardı. Hükümet fakirliğe ve işsizliğe yönelik programlar hazırlamalı. Acil durumu sona erdirmeli ve adli bağımsızlığı sağlamalı. İçişleri bakanı istifa etmeli ancak iki defa başkan olunabilmesi, parlamentonun fes edilmesi, yeni seçimleri yapılması. Bir kaç gün içinde 90 binden fazla genç katılım sağladı…” (Sol defter 18/02/2011 sendikaorg) Esam El-Amin gösterilerin giderek arttığını yazıyor. “Perşembe itibariyle Cuma namazından sonra organizatörler öfke günü çağrısında bulundular. Protestoların bir sonraki turu, en büyüğü Müslüman Kardeşler olmak üzere tüm muhalefet gruplarını içeriyordu.” Mısır ayaklanması Adam Hanie : Bu halk ayaklanmalarının sınıf niteliğinin ilk açıklaması, küresel
www.proleter.org ekonomik kriz sonucunda son üç yıldır patlayan protestolar zinciriyle olan bağlarıdır. Bu protestolar Arap dünyasının krize yanıtıdır. 2006-2008 önemli grev dalgalarında ortaya çıkan bağımsız işçi örgütlenmeleri biçimleri, söz konusu neo liberal kanunlara ve resmi devletle bağlantılı sendika hareketinin yardakçılığına çarşı bir yanıttır. 2006 yılı boyunca on binlerce işçinin dahil olduğu Mısır‟ın on yıllardır gördüğü en büyük grev dalgasında 220 çok önemli grev oldu.” (19/02/2011 çev.sendikaorg) Mısır‟lı sosyalist gazeteci Hüssam El-Hamalawi kendisiyle yapılan söyleşide şunları söylüyor: Bütün muhalif gruplar için geçerli olan, ister geleneksel siyasi parti, ister gençlik grupları olsunlar bu ayaklanışa katılmış olmaları fakat ayaklanışın hala kendiliğinden olması bu ise halkın beklenileni aşan ve sizi hayrete düşürecek kadar alttan gelen bir militanlığı anlamına geldiği gibi öte yandan da ileri gidebilmek için ve açık alternatifin be olduğu konusunda kafa karışıklığının bulunması var. Bu ise bir devrimin kaçırılması tehlikesinin olabileceğini getirmektedir. Şu anda şehir merke44
zinde ki işgali temsil ettiklerini ifade eden pek çok kimse var. Mısır toplumunun tüm kesimlerinden unsurları: kent yoksulları , işçi sınıfı ve hatta Mısır elitlerinin kızları ve oğullarını bile içeriyordu. , İşçi sınıfının harekete müdahalesi ise başka bir soru işaretidir. Çünkü bazı kitle gösterilerinin örgütlendiği yerlerde gösterilerde çoğunluk işçi sınıfındaydı. Ama bu işçilerden bağımsız bir hareket göremedik. (14/02/2011 çev.sendikaorg) Adam Hanie ,Mısır da meydana gelen ayaklanmanın ekonomik etkenleri konusunda şunları söylüyor: Ekonomik krizin ileri kapitalist merkezle sınırlı olduğu ve her nasılsa “gelişmekte olan piyasalar” ın en kötü etkilerden kurtulduğu yönündeki egemen anlatıyı fevkalade bozar. On yıllarca neo liberalizm Mısır ekonomisini kapitalist dünya piyasasına çok eşitsiz bir tarzda bağladı. Ve sonuç olarak krizin ülke nüfusunun çoğunluğu üzerinde ezici etkileri oldu. Orta Doğu ve Kuzey Afrika büyük ölçüde Avrupa dan ihracatlara bağımlıdır. Ve ekonomik daralmayı izleyen talepteki düşüş den
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
ötürü bu ihracatlar baş aşağı düşmüştür. Dünya bankası rakamları Mısır ın yıllık AB ye olan ihracat büyüme oranlarının 2008 de %33 den 2009 Temmuzuna kadar %-15‟e (eksi onbeş) düştüğünü gösteriyor. Benzer şekilde Tunus ve Fas, 2009‟da dünya ihracatlarının toplam değerinin sırasıyla %22 ve %31‟e kadar düştüğünü gördü. Dünya bankası bu ülkelerin son 60 yılın en kötü gerilemesiyle karşı karşıya olduğunu belirtiyordu. İkinci geçiş mekanizması Orta Doğu nun son derece bağımlı olduğu işçilerin para transferinin azalması oldu. Mısır örneğinde işçiler körfez ülkelerine, Libya ve Ürdün‟e göç etmeye meyil eder. Kuzey Afrikanın geri kalanı açısından bu emek göçü Avrupa ya yönelir. Mısır ulusal GSMH‟sının yaklaşık %5‟ini yurt dışında çalışan işçi dövizlerinden elde eden, Orta Doğudaki en büyük para transfer haznesidir. Küresel krizle (birlikte)n.b. para transferleri hızlı bir şekilde düştü. Mısır 2008 den 2009 „a kadar para transferlerinde %18 yoğun bir daralma yaşadı. ( Mısır ayaklanması yalnızca bir geçiş sorunu değil. 19/02/2011 sendikaorg) 45
Sayı:67
Yazar gıda fiyatlarında hızlı artışın aralık da 17,2 den ocak 2011 de 18,9‟a tırmanmasının resmi hükümet istatistiklerine göre 2008 den 2009‟a kadar yoksulluk %20 den %23,4‟e çıkmıştır. Bu başlı başına önemli bir artıştır. Ancak resmi istatistiklere geniş bir şüphecilikle yaklaşılması gerekir. Diye yazıyor. Görülüyor ki Kuzey Afrika ülkelerinde ki halk isyanlarını, gösterilerini değerlendiren ve bunun arkasında ABD nin emperyalistlerin komploları olduğunu savunanlara, mevcut durumu bununla açıklamaya çalışanlara haklı olarak şunu da sormak gerekir, kriz de bir komplomuydu? Burjuvaziye devrim marşları söyleten Tunus, Mısır isyanlarına bunlara Ürdün, Yemen, Libya vb. ülkelerinde çeşitli biçimlerde katılması bekleniyor. Olaylar gerçekte emperyalistlerinde hazırlıklı olmadıkları bir biçimde ve hızla gelişti. İsyanlar ekonomik krizler gibi ikincisi birinciyi doğurur çoğunlukla. Ne var ki her ikisi de kapitalist akıl hocalarının iradesi dışında gelişen ekonomik ve siyasal yasalardır. Sonuçları itibariyle yıkımdırlar. Bu yıkımların niteliği olgu-
www.proleter.org nun şiddetine ve karşıt güçlerin gelişmesine bağlıdır. Kapitalizm ekonomik krizlerini aşmak için üretim araçları ve sermayenin bir bölümünü işlevsiz hale dönüştürüyor. Üretim araçları ve sermaye olarak işlev yapamaz hale geliyorsa benzer bir durum siyasal krizler, isyanlar ve ayaklanmalarda da oluşuyor. Ayaklanan kitlelerin gelişme, örgütlenme iktisadi ve siyasi yapıyı değiştirebilme güçlerine, sınıf karakterlerine göre ya yeni bir ekonomik yapıya, tümden bir altüst oluşa ve buna uygun üst yapıya dönüşür ki devrimler budur. Yada mevcut ekonomik üretim ilişkileri değişmeksizin üst yapı değiştirilir ki darbedir. Ve üçüncüsü gelişmekte olan üretim ilişkileri kendisinden önce önünde engel teşkil eden üretim ilişkilerinin içinde uzun tedrici bir gelişmeyle eskiyi zorlamaya başlar. Şu yada bu biçimde eskinin içindeki egemenliğini politik yapıda ifade etmek üzere harekete geçer. Tunus ve Mısır da olan öz olarak budur. Emperyalist uşakları bu denli sevindiren yığınların kendi kaderlerini belirleyebilecek siyasal örgütlenmeden henüz yoksul oluşu ve sonuçları itibariyle yığınların hareketinin burjuva46
zinin kontrolünde onun arzu ettiği gibi gelişeceğini gösteriyor. Bu durum bizim anti-emperyalist değil anti Amerikancı solcularımızda bu toplumsal hareketlerin arkasında ki gücün ABD olduğunu onun komploları olduğunu sanmalarına neden oluyor. Neden ve sonuç birbirlerine karıştırılıyor. Tunus ve Mısır da ki halk isyanları sonuçları bakımından emperyalist sermayenin üretim ilişkilerinin doğurduğu sefalet ve yoksulluğun işsizliğin gün ışığına çıkması kapitalizmin arka yüzünün görünmesi, yığınların emperyalist kapitalist üretim ilişkilerini yıkmadan yoksulluk ve sefaletlerinin nedenlerini orta yerden kaldırmadan kurtulamayacaklarını gösteriyor. Burjuvazinin demokrasi çığlıkları ile boğmaya çalıştığı gerçek, emekçi yığınları harekete geçiren koşulların daha da ağırlaşacağını dile getirdikleri gerçektir. “…Arap dünyasının piyasa ekonomisi demokrasi ve dünyaya açılma yönünde „uzun ince‟ bir yola girdiği kesindir. En zor tarafı da piyasa ekonomisinin gerektireceği „acı ilaç‟lardır. Bizde Turgut Özal‟ın yaptığı reformlar gibi.” (Taha Akyol 24/02/2011 Milliyet)
Proleter
Ocak-Şubat – Mart 2011
“Küstah bir firavun çökmüş durumda. Mısır‟lılar ülkelerinin özgür olduğu nidalarını atabilirler, ancak mücadele bitmemiştir. Mısır Birleşik Arap Cumhuriyeti henüz özgür değildir. Eski rejim ve aygıtları halen yerli yerinde durmak da ve toz duman olan ortalığın yatışmasını beklemektedir. Tunus ve Mısır da rejim yanlısı sözde „geçiş aşamaları‟, üç şeyi gerçekleştirmek amacıyla zaman kazanmak için devreye sokulmaktadır. Birinci amaç , halkların taleplerini aşındırmak. Ve nihayetinde de kırmaktır. İkinci amaç siyasal sistemi iflas ettirecek neo liberal ekonomik politikalarını kurmak ve dış borçlardan oluşan deli gömleğini daha sıkı bir şekilde giydirmektir. Son olarak üçüncü istek ise bir karşı devrim sürecinin hazırlığıdır. Arap halklarının adına konuştuklarını veya onlara önderlik ettiklerini iddia eden niteliksiz insanlar ortaya çıkmakta …‟akil adamlar‟ komitesinde yer almakta. Seçilmiş olmayan bu kişiler güya Mısır halkı adına Mübarek rejimi ile pazarlık yapıyorlar. Arap birliğinin genel sekreteri olan Amr Musa gibi,… bu kişiler ya rejimin içinden geliyorlar yada statüko taraftarıdırlar. 47
Sayı:67
Orascom Telecom‟un sahibi Mısır‟lı milyarder Naguip Sawiris‟de bu kişiler arasında yer almaktadır. Bloom Newsweek, Sawiris hakkında şunları söylemekte: “Mısır‟ lı bir çok iş adamı bu günlerde ortalıkta pek görünmüyor. Kahire‟nin Tahrir Meydanın da ki göstericiler Mısır‟ın sorunları konusunda onları suçluyorlar ve iş adamlarının bazı mülkleri kalabalık tarafından mahvedilmiş durumda. Ancak Mısır‟ın önde gelen zengini olan, Orta Doğunun en büyük telekominikasyon şirketi Orascom Telecom Holdingin başkanlığını yürüten Naguip Sawiris, Kahire de bulunuyor, telefon görüşmeleri yapıyor, televizyona çıkıyor ve (resmi olmayan „akil adamlar‟ komitesinin bir üyesi olarak ) yeni atanmış cumhurbaşkanı yardımcısı ömer Süleyman ile iktidarın cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek den kademeli olarak devralınması konusunda pazarlıklar yapıyor. Bezgin düşmenin ötesinde bu kargaşa ortamından daha canlı bir Mısır ekonomisinin doğacağını düşünüyor. Tunus‟un geçici başkanı Fuad Mebazaa diktatörlük yetkileriyle donatılıyor. Mebazaa Ben
www.proleter.org Ali tarafından meclis sözcüsü olarak seçilmişti. Ben Ali nin Demokratik Anayasal Hareket (CDP) partisinin önde gelen isimlerindendi. Göstericiler Mebazaa‟ya diktatörlük yetkilerinin verilmesini engellemek için meclis üyelerinin Tunus parlamentosuna girmesini barışçık yöntemlerle durdurdular. Tunus parlamentosunun şimdiki üyelerinin hepsi eski rejim üyeleridir. Gösterilerin ortasında Tunus parlamentosu şu planı devreye sokmayı başarmış durumda. „TAP Haber ajansının verdiği habere göre yasa yapıcılar oylama salonuna hizmetli kapısında girerek sonunda göstericileri atlatmayı başardılar. 16 ya karşı 177 oyla, temsilciler meclisi geçici başkanı Fuad Mebazaa‟ya yasa çıkarma konusunda geçici yetkiler veren planı onayladı‟ ertesi gün Tunus senatosu da bu planı onaylayacak.” (Tunus ve Mısır da yükselen karşı devrimler – Mahdi Darius Nazemroaya 13/02/2011 sendikaorg) Kendiliğinden hızla gelişen devrimci koşullar, işçi sınıfının örgütsüzlüğü ve bilinçli bir sınıf partisinden yoksun oluşunun sonucu devrimci koşullar berabe48
rinde daha güçlü olan yönetme yeteneği yüzyıllara dayanan geleneklerden gelen alışkanlıkları hazır askeri gücü düzenli silahlı güçlere , ordu ve polise sahip burjuvazi yığınların kendiliğinden isyanını kendisi için isyana dönüştürebiliyor. Burjuvazinin devrim çığlıkları ve şarkıları bestelediği devrim kendi karşı devrimleridir. Bu durum ne emperyalistlerin daha önceden organize ettikleri bilinçli bir çabanın eseridir ne de komplodur. Bu durum örgütsüz yığınların hazır örgütlü güçler tarafından yutulduğunun göstergesidir. Basitten karmaşığa olguların bütününe bakıldığında görülen ise uzun yıllardır sermaye sözcülerinin dillendirdikleri barışçıl gösterilerin yerini ateşli silahların sokak çatışmalarının kanlı savaşların ve birbiri ardına devrilen kapitalist burjuva devletlerinin görüntüleridir. Burjuvazinin karanlığının sona ereceği proletaryanın kızıllığının aydınlatacağı zaman çok uzak değildir. ġubat-2011
MAHĠR