dpg18

Page 1

Devrimci Proleter Gençlik

Raporlardaki çığlık Dersimiz Yunanca

23 Aralık 2008... Sayı 18... Fiyat 1,5 YTL

KAPİTALİZM

kriziyle beraber tarihin çöplüğüne! ‘Genç Sen’ Nasıl yürüyeceğiz? Faşizm ve kitle militanlığı

Liseler ve bölgesel kurultaylar 19 Aralık’ı unutmadık, unutturmayacağız!


icindekiler Dersimiz Yunanca!

dpg’den Uzun sayılabilecek bir aradan sonra yeniden bir basılı DPG ile siz okurlarımızla buluşuyoruz. Dergimizi basmadığımız süre içerisinde de internet sitemiz Komünarca’dan yayın yapmayı sürdürmüştük. Bugün yine Komünarca’yı bu yönlü işlevlendirmekle beraber; böylesi hızlanan, toplumsal/siyasal/sosyal alt-üst oluş dinamiklerini bağrında taşıyan bir dönemde yayınımızı basılı formatta çıkarmanın yazı bütünlüğü ve sistematiği açısından önemli olduğunu düşündük. Ve işte yeniden mücadelenin tüm sıcaklığı içerisinden süzülen yazınsal birikimimizle karşınızdayız. Tüm toplumsal dengeleri yerinden oynatan, sarsılan bu zeminde “artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı” yeni bir kapitalist sistem krizinin içinden geçiyoruz. Bütünde bir “yıkım ve yeniden oluşum” süreciyle karakterize olan kriz konusunda hedefe kapitalizmi çakıyor ve orta sayfamız-

dan “Kapitalizm kriziyle beraber tarihin çöplüğüne!” diyoruz. Genç Sen: Nasıl yürüyeceğiz? Kalbimizin “karşı kıyıda” attığı şu günSGD ve ‘sendika politikası’ üzerine lerde tüm dergimize Yunanistan’ın isyan ruhunu taşıKapitalizm yor, Yunanistan kriziyle derslerini özümseberaber çöpe! meye girişiyoruz. PVSK dolgulu devlet terörünün gemi azıya aldığı, Liseler ve bölgesel kurultaylar ardı ardına polis cinayetlerinin yaşandığı bu süreçAntifaşizm ve kitle militanlığı te yeni Baranlar, Çağdaşlar, Enginlerin ölümüne seyirci Eğitim Emekçileri Kurultayı kalmamak için “Polis kurşunuyla ölmek istemiyorum” kampanyasını yürütüyoruz. Birleşik, kitlesel, militan bir Raporlardaki gençlik hareketi ve örgütü çığlık yaratma hedefimizle, öğrenci gençlik sendikası Genç Sen‘i yeniden masaya yatırıyoruz. Liseli gençlerin mücadele diÜreti-Yorum üzerine bir deneme namikleriyle hedeflerini, antifaşist mücadeleyi, tarih bilinModern spor cimizle 19 Aralık direnişini, kültürü sanatı sporu sayfalarımıza taşıyoruz. 19 Aralık katliamını

4 6 9

12 14 16 18

19

Dergimizi hiçbir zaman okunup geçilecek, en fazlası “entelektüel sohbetlere” vesile olacak bir materyal olarak görmedik. DPG‘miz, gençlik hareketine yol göstermiyor devrimci pratiğimizi harekete geçirmiyorsa sayfalar dolusu yazı boşadır. Dedik ya hızlanan bir süreç, ısınan sokaklar var. Yazdığımız her bir satırın karşılığını hayatta yaratarak, sokaklarda, geniş kitlelerin mücadelesi içinde sınayıp sınanarak, küçük denizlerde kulaç atmaktan okyanuslara yelken açmaya ilerleyeceğiz. Vira!

unutmadık!

20 22

23

Üniversite gazetesi PUSULA yayın hayatına başladı...

I! T K I Ç

Devrimci Proleter Gençlik Sayı:18 Şubat Basım Yayın Ltd. Şti. Adına İmtiyaz Sahibi: Cihan Sedefoğlu Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Nilüfer Bıdık Yönetim Yeri: Galata kuledibi Bereketzade mah. Portakal sok. Mavili apt. No:2/11 Beyoğlu/İstanbul Telefon-Fax: 0212 245 62 03 İnternet: http://www.komunarca.org Baskı: Ser Ajans Matbaacılık Merkezefendi Mah. Fazılpaşa Cad. 4. Zer. San. Sit. No:16/26 Topkapı Tel: 0212 565 17 74 -- Yayın Türü: Yerel Süreli


dur

..

us

guc olmak .. ozne olmak Krizin faturasını ödememek için, ücretli kölelik düzeni kapitalizmi tarihin çöplüğüne göndermek için gerekli azim ve kararlılığı göstererek ilerleyeceğiz 2009‘a koşar adım ilerlediğimiz bu günlerde yüreğimiz Ege’nin öte yakasındaki kardeşlerimizle birlikte atıyor. 16 yaşında polis kurşunu ile katledilen Alexis‘in hesabı militan kitle gösterileri, genel grevlerle, işgallerle soruluyor. Bu hareketin Türkiye’deki taşıyıcısı olarak ve benzer sorunların muhatapları olarak “Polis kurşunuyla ölmek istemiyoruz!” isimli geniş katılımlı bir kampanya örgütlüyoruz. Kitlesel basın açıklamalarından, kokart takma eylemlerine, meşaleli yürüyüşlerden boykotlara kadar bir çok değişik mücadele aracını birisini diğerinin yerine koymaksızın kullanarak kitlesel bir hareketi örgütleme hedefine kilitlendik. Bu gündemle de iç içe geçen diğer bir toplumsal gündem ise hepimizin sonuçlarıyla da yakından bildiği kriz sürecidir. Bu süreç yalnızca ekonomik bir boyutla sınırlı da kalmıyor. Toplumsallaşmış bir rejim krizi ile birlikte sosyal ve siyasal planda da etkili bir kriz özelliği gösteriyor. Bir alt-üst oluş döneminde sürecinin getirdiği tepki yoğunlaşması, son iki üç yılda nisbi bir yükseliş içerisinde olan sınıf ve kitle hareketinin dinamikleri ile de birleşerek patlamalara, kitlesel hareketlere müsait bir zemini ortaya çıkartıyor. Kitlelerin sisteme olan güvenleri ve ondan beklentileri büyük oranda zayıflarken sosyalizmin güncel bir alternatif olarak kitlelerin gündemine girmesi için oldukça uygun bir atmosfer var. Kriz dönemleri ayrıca her türlü gerici ideolojinin de yayılması için uygun koşulları hazırlar. Devrimci bir önderlikten ve örgütlülükten yoksun kalan

kitleler her türlü manipülasyon, spekülasyon ve provokasyona açık hale gelirler ki bütün bunlar burjuvazinin sınıfı yapay çelişkilerle bölmek ve gücünü zayıflatmak için bilinçli olarak kullandığı birer araçtır. Bu süreçte faşist saldırıların artmasını biraz da bu gözlerle okumak gerekir. Özellikle Kürdistan’da operasyonlar, yargısız infazlar ve her türlü anti-demokratik uygulama bu süreçte özellikle öne çıkacaktır. PVSK‘nın özelinde vurduğu bir kesim de Kürt gençleridir. PVSK’ya yaslanılarak işlenen polis cinayetlerinin öncelikli hedefidir sistem için potansiyel tehlike demek olan Kürt gençleri.

.. . yo .. nu

çimler de görüş alanına girmiş olan kitleleri birleştirmek, parçalı ve etkisiz hareketleri bir araya getirerek birleşik kitlesel militan bir hareketi örgütlemektir.

Kriz yıkım demektir. Asalak bir sınıf olan burjuvazi, krizin faturasını emekçilere yıkarak olabildiğince çok artıdeğer sızdırmaya çalışıyor. Ekonomik ve sosyal yıkım olan krizin, sınıf değerlerinin yozlaştığı, her koyunun kendi bacağından asıldığı bir can pazarı olmasına izin vermemeliyiz. Sınıftaki, atölyedeki, işyerindeki arkadaşlarımız bizim rakiplerimiz değil, kader ortaklarımızdır. İşsizliğin de düşük ücretlerin de sorumlusu bu insanlar değildir. Neoliberalizmin bireye doğru çözerek yanlızlaştırdığı kurbanlar değil, örgütlü güçle dünyayı değiştirmeye soyunan özneler olmalıyız. Kapitalizm dünyayı sonuna kadar tüketip, yeri göğü paketleyip satarken, bugünümüz ve geleceğimizin için devrimci sosyalist bir ufuk genişliği ile mücadelede birleşmeliyiz. Güç olmak, özne olmak, örgütlü olmaktan geçer. Örgütlü olmak ise her gün okulda, sırada, atölyede, iş yerinde aynı şartlar altında yaşadığımız arkadaşlarımızdan başlayarak bir araya gelmek, isteklerimizi yüksek sesle haykırabilmekten geçer.

Kapitalizm dünyayı sonuna kadar tüketip, yeri göğü paketleyip satarken, bugünümüz ve geleceğimizin için devrimci sosyalist bir ufuk genişliği ile mücadelede birleşmeliyiz Kimileri 16 saat çalışırken kimilerinin işsiz gezdiği, vaadesi esasen dolmuş olan bu mantık arızası sistemin yerine insanca yaşamın bir hak olduğu eğitimden sağlığa tüm yaşamsal ihtiyaçların ücretsiz olduğu, işsizliğin olmadığı sosyalizmi getirebilmek için omuz omuza vererek mücadele alanına çıkmak gerekiyor.

Bu araçların yanısıra uyuşturucu, fuhuş ve her türlü mafyatik faaliyet kriz süreçlerinde katlanarak artar. Sistem karşıtı öfke ve tepki birikimi doğru kanallara akıtılamadığında, kontrolsüz güç misali her türlü sapkınlığa açık bir hale gelir. Faşist çetelerin kitle tabanı da büyük oranda bu zeminden beslenmektedir. Gençlik cephesinden yozlaşmaya çok daha açık bir zemin vardır. Ancak geleceksizliği en yoğun hisseden kesimin de gençlik olması ve ciddi bir tepki birikiminin olması sebebiyle burjuvazinin işi hiç de kolay değildir.

Krizin faturasını ödememek için, ücretli kölelik düzeni kapitalizmi tarihin çöplüğüne göndermek için gerekli azim ve kararlılığı göstererek ilerleyeceğiz.

Bugünün esas görevi kriz süreciyle ihtiyaçları ve talepleri yakıcılaşmış, esinleyici Yunanistan süreciyle birlikte değişik bi-

Bugün bu üç kavramı bilincimize kazımak şarttır: örgüt, özgürlük, SOSYALİZM! n

3


.

.

DERSIMIZ YUNANCA Yunanistan’da hareketin tarihinden, faşist cunta karşıtı mücadelelerden, Politeknik işgallerinden gelen antifaşist direnişçi geleneğin verdiği güçlü reflekslerle harekete geçen gençler, işçiler ve emekçiler güncel mücadelelerinin orta yerine polis cinayetini de taşımayı bildiler Tüm dünyanın gözleri, yanan bir ülkenin üzerinde bugünlerde. Adım adım biriken tepkileri yakan kıvılcım 16 yaşındaki Alexis’in polis tarafından katledilmesi oldu ve Yunanistan‘da şimdi her kentte, her köşe başında, her sokakta ateşler yanıyor. Dost-düşman, burjuvazi ve emekçi sınıfların gözü kulağı Yunan sokaklarında şimdi.

işçi ve emekçilerin ücret ve çalışma saatleri talepli artan protestoları ile gençliğin ‘eğitim reformu’ saldırılarına karşı yükselen tepkileri üzerinden gelişmekte olan eylemli süreç, Alexis’in katledilmesiyle beraber kitle militanlığını da içeren yeni bir form kazanarak bütünleşti. Yunanistan’da hareketin tarihinden, faşist cunta karşıtı mücadelelerden, Politeknik işgallerinden gelen antifaşist direnişçi geleneğin verdiği güçlü reflekslerle harekete geçen gençler, işçiler ve emekçiler güncel mücadelelerinin orta yerine polis cinayetini de taşımayı bildiler. Farklı toplumsal kesimlerin mücadelelerini ortaklaştıran ve tüm bu toplam birleşik mücadele atmosferinde onun devrimci rengini vererek onu bir isyan haline getiren puzzle’ın eksik parçası oldu 16 yaşındaki bir gencin ölümü. Yunan Kathimerini gazetesi editörü Nikos Konstandaras‘ın yazdığı gibi: Grigoropoulos’un kanı her tekil protestoyu ve rahatsızlığı birbirine bağlamak için kullanılacaktır. O, devlete, hükümete, ekonomik sisteme, yabancı güçlere, kapitalizme vb karşı hınçlı olan herkes için bir ikna bayrağı oldu. Eğer Yunanistan şu ana kadar yönetmesi zor bir yer idiyse de, şimdi tümüyle kontrolden çıkacaktır.

Ne olmuştu Ege’nin diğer yakasında? 6 Aralık akşamı Alexandros ‘Alexis’ Grigoropoulos isimli 16 yaşındaki genç, bir eylem sırasında polisin açtığı ateşle vurularak öldürüldü. Tanıkların ifadesine göre gençlerin üzerine doğrudan hedef gözeterek üç el kurşun sıkan, Yunan polis kuvvetlerinin Özel Muhafızlar (’toplumsal olaylara’ müdahale etmek için yetiştirilmiş polis birlikleri) bölümünden iki polisti. Polis cinayetine karşı hala sürmekte olan ve Yunanistan’ı kelimenin tam anlamıyla sallayan gösteriler, Alexis’in katledilmesinin üzerinden birkaç saat geçmeden başladı. Onar yirmişer kişilik öfkeli gençlerin sokaklara çıkmasıyla başlayan eylemler büyük bir hızla kitleselleşerek yüzleri, ardından da binleri buldu. Her dakika bir köşe başında çatışmaların yaşandığı kentlerde gençler pankartlarının yanısıra taş, sopa ve molotofları kuşanarak taaruza geçtiler. Sokaklar zaptedildi, okullar işgal edildi, parlamento binası kuşatıldı. İşçi ve emekçilerin grev gününe polis karşıtı öfke taşındı, isyan bütün ülkenin tartışmasız gündemine oturdu.

Kriziyle, yarattığı yoksulluğuyla, geleceksizliğiyle ve devlet terörüyle ‘Kral çıplak’ denecek biçimde teşhir olan kokuşmuş kapitalist sistem hedef tahtasında şimdi. Kapitalizmin bütün simgeleri, bankalar plazalar ve kuklalar sahnesi parlamento yanıyor Yunanistan’da. Başbakan Kostas Karamanlis katıldığı bir basın toplantısında yabancı burjuva basınının sorduğu ‘Kriz olayları tetiklemiş olabilir mi?’ sorularına kaçamak yanıtlar vermeye çalışsa da görünen köyün kılavuz istemediği açıktır. Tüm dünya burjuvazisinin kabusu, Yunanistan’da hayat bulmaktadır.

Bu kadar mıydı; her şey bir gencin öldürülmesiyle mi başladı yani? Bugün en ikiyüzlü burjuva gazetesinin bile yazdığı/yazmak zorunda kaldığı gibi: Hayır! Bu sadece buzdağının görünen yüzüydü.

Gençler ne yaşıyor? Yunanistan’da isyanın baş aktörleri gençler. Yapılan tüm kitlesel eylemlerin, çatışmaların ana gövdesini liseli, üniversiteli ya da işçi/işsiz gençlik oluşturuyor. Kapitalizmden ‘ümidini kesmiş’, ondan beklentileri günden güne zayıflayan gençler, yok sayıldıkları bu sistemde özneleşmenin, hayallerine sınırlar çekilmesine karşı özgürleşmenin, hatta bu tiksindikleri sistemin önünde insanlaşmanın yolunu sokaklarda buldular Yunanistan’da. Birçok toplumsal kesimin birebir içinde yer aldığı isyanın tartışmasız ‘motor gücü’nü oluşturan 15-25 yaş dilimindeki bu gençler belki hayatlarında ilk defa gerçekten yaşadıklarını hissettiler.

Kriz, yoksulluk, geleceksizlik, öfke... Binlerce insanı bir anda sokaklara döken öfke sağanağı bir birikimin ürünüydü. Kapitalist sistemin kriz nezdinde yeniden patlayan dikişleri, krizin hızla birçok ülkeyi vurması, yoksullaşma/yoksunlaşma, işsizlik, eğitim, sağlık gibi alanlarda derinleşen neoliberal saldırılara karşı yükselmeye başlayan tepkilerin de üzerine oturunca toplumsal patlama dinamiklerini iyiden iyiye harekete geçirdi. Yunanistan‘da

4

Burjuva ideolojisi liberalizmin temel dayanak noktası olan ve cilalanarak kitlelere pazarlanan ‘bireycilik ve birey özgürlükleri’ masallarının Yunanistan gençliğinin gözünde nasıl güm-


per

spe

bürtüyle çöktüğüne ve inandırıcılığını yitirdiğine tanık olmaktayız. Parası olmayanın okuma özgürlüğü ya da tedavi olma özgürlüğü olmadığının farkında olan ve bir süredir parasız eğitim eylemleriyle sokakları ısıtmakta olan Yunan gençleri, kapitalizmin o ’sınırsız birey özgürlükleri’nin sınırını da 16 yaşındaki bir gencin vücudundan çıkan kurşunlarda gördü. Emeksermaye çelişkisinin başat çelişki olduğu, sınıfsal ayrışmanın derinleştiği ve krizle beraber daha da görünür hale geldiği bu durumda burjuvazinin propaganda ettiği ‘Çalışan kazanır, elması kızarır’ tezlerinin de çöküşünü bizzat kendi yaşadıkları geleceksizlikle gördü gençler. Gençliğin öfkesinden polisin olduğu kadar, kapitalizmin simgeleri olan yapıların da nasibini alması ve özünde isyanın antikapitalist, sistem karşıtı bir içeriğe bürünmesinin arka planında bunlar da vardır. Burjuvazinin borazanları onlar için ‘Her yeri yakıp yıkıyorlar, çünkü kaybedecekleri hiçbir şey kalmamış’ diyor. Pek de yanlış sayılmaz! Bu sistemin gençliğe verebileceği hiçbir şey yok çünkü, tüm dünyada olduğu gibi Yunanistan’da da. Kapitalizmin sahte ışıltılarından, bu ‘metalar dünyası’ndan yüz çeviren yüzbinlerce genç kentlerin sokaklarını ‘Vitrinlere değil gökyüzüne bak!’ sloganlarıyla çınlatıyorlar şimdi.

Kitle militanlığı ve kararlı duruşu sayesinde uzunca denebilecek bir süre hız kesmeyen eylemler süreci, sistem karşıtı bir perspektifle sosyalist bir içerik ile bir üst düzeye sıçratılamadığı oranda tüm hareketliliğine rağmen sönümlenmekten kurtulamayacak

kti

2. Yunanistan emekçileri, gençleri krizin yıkımını en derin yaşayanlardan. Polis cinayeti, derinde biriken hoşnutsuzluğu -hareketin tarihinden gelen antifaşist gelenekle de beraber- açığa çıkarttı. Devlet terörünün tetiklediği şey özünde, devlete ait ne varsa yerle bir eden, krize karşı antikapitalist öfkeydi. Yunanistan’da kısa sürede bir halk hareketine dönüşen isyan, sistemin kriziyle beraber nasıl bir döneme girildiğini dosta düşmana gösteren bir işaret fişeğidir. İşsizlik, yoksullaşma, hak gaspları ile bütünsel bir yıkımın ifadesi olan kriz dönemi, toplumsal kesimlerin büyük ölçüde taleplerinin ortaklaştığı, birleşik mücadele ve eylem zemininin daha da olanaklılaştığı ve zorunlulaştığı zamanlar olarak da önem taşır. Yunanistan örneğinde olduğu gibi, işçi sınıfı, emekçi kitleler, öğrenciler, kadınlar, çocuklar sokaklara akar; sistemi hep beraber karşısına alır. Yunanistan’daki isyanın en öne çıkan yönlerinden biri birleşik eylem özelliğidir.

Yunanistan dersleri

3. Yunanistan’daki isyan, o yarımada sınırlarını çoktan aşıp enternasyonal bir niteliğe büründü. Türkiye’nin de içinde bulunduğu onlarca ülkenin gençliği ve emekçilerinden dayanışma eylemleri hızla gelirken İtalya, Fransa, Almanya’da yapılan kriz karşıtı büyük kitle eylemlerine de Yunanistan isyanı damgasını vurdu. Yapılan çok sayıda eylem enternasyonal dayanışmada hızlı refleksler sergilenmesi anlamıyla değerlidir, ancak dayanışmanın da ötesinde yaratılması gereken Yunanistan ruhunun her ülkeye, her sokağa, semte, okula taşınmasıdır.

1. Yunanistan’da küçük grup protestolarından binlerce kişilik fiili eylemlere, bir şehirden ülkenin tamamına yaygınlaşan, şiddetini arttıran ve bir halk hareketine dönüşen süreçte kitle militanlığı önemli bir belirleyeni oluşturdu. Ortaya çıkan öfke birikiminin pasif protestolarla, doldur-boşalt eylemlerle geçiştirilmesi engellendi ve gerçek bir güç olma iddiası ortaya kondu. Genç kesimlerin başını çektiği kitlesel çatışmalarda polis, devlet kurumları ve kimi kapitalist simgeler hedef gösterilerek bunlara yönelik ’saldırgan’ bir hat izlendi. Hemen hemen tüm üniversite ve liselerde dersler uzun süreli boykot edildi, birçok okul işgal edildi. Sokaklarda tüm gün ve gece süren molotoflu, taşlı sopalı çatışmalar yaşandı, polise saldırmak çok sayıda insanın gözünde meşrulaştı, hatta yoldan geçen polislere apartmanlardan emekçi kadınların saksı vb atmaları doğallaştı. Kitle eylemlerinde ileri biçimlere geçiş yapılması, militan kararlılığın burjuva ‘taahütler’ karşısında dahi geri çekilmemesi yol göstericidir.

4. Polis cinayetinin ardından saatler içerisinde önce küçük gruplar sonrasında ise hızla büyüyen geniş kitleler halinde sokaklara akan Yunanistan gençleri ve emekçilerinin şiddetli tepkisi büyük ölçüde kendiliğinden ve büyük oranda devrimci bir öncüden yoksun biçimde gelişti. Kitle militanlığı ve kararlı duruşu sayesinde uzunca denebilecek bir süre hız kesmeyen eylemler süreci, sistem karşıtı bir perspektifle sosyalist bir içerik ile bir üst düzeye sıçratılamadığı oranda tüm hareketliliğine rağmen sönümlenmekten kurtulamayacaktır. Tüm dünyayı etkileyen sistem krizi koşullarında, önümüzdeki süreçlerde Yunanistan benzeri irili ufaklı birçok hareketlenmeye tanıklık edeceğiz. Böylesi bir hareketlilikler sınıfa karşı sınıf ekseniyle sosyalizm mücadesi kanalına akıtılabildiği oranda, neoliberalizme tepki temelinde ve direnişci varoloştan, devrimci sosyalist bir çizgiye geçilecektir. n

5

f


‘GENÇ SEN’

NASIL YÜRÜYECEĞİZ? Bu topraklarda öğrenci sendikası çalışmaları ilk olarak DPG olarak örgütleyicilerinden olduğumuz 2005 Mayıs’ında yapılan Demokratik Üniversite Kurultayı’ndan doğdu. Öğrenci gençliğin yaşadığı proleterleşme yönündeki dönüşüm, eğitim ve üretim süreçleri arasındaki dolaysız bağ ve buradan doğan yüksek öğretimde emek gücü sömürüsü, neoliberal politikaların da bir sonucu olarak öğrencilerin kitlesel olarak okurken çalışmak durumunda kalmaları, üniversite sanayi iş birliği, ML-MYO’lardaki işçi-öğrencilerin durumları (bu noktalardaki ayrıntılı görüşlerimiz daha önceki yazılarımızda, Kurultay belgelerinde görülebilir) kısacası bir bütün olarak eğitim sürecinde de temel çelişkinin emek-sermaye çelişkisi olduğu tespiti uzun araştırma, gözlem ve tartışmalar sonucunda ortaya konulmuştur. Bu tespit öğrenci gençliğin ihtiyacı olan birleşik, kitlesel, militan örgütlülüğünün neden dernek, birlik yahut başka bir araç değil de sendika olduğunun da açık bir ifadesidir. Böylesi bir örgütlülük ise ancak bir kitle hareketinin içerisinden ve taban örgütlülükleri esas alınarak örgütlenebilirdi. Bunun için ise öğrenci gençliğin temel sorunlarından başlayarak mücadeleyi örgütlerken sendikayı da örgütleme, kısacası örgütü, hareketin ve eylemin içerisinde onunla bütünleşik bir şekilde örgütlemeyi esas almak gerekiyordu. Demokatik Üniversite Kurutayı’ndan yaklaşık bir buçuk sene sonra DİSK bünyesinde başlayan ve kısa süre içinde bizim de dahil olduğumuz Genç Sen süreci başlamış oldu. O sürecin öncesinde Fransa-CPE eylemlerinin yarattığı etki ve bizlerin yaptığı çalışmaların yarattığı olumlu havanın etkisi görülüyor ve o dönemki DİSK temsilcileri tarafından da ifade ediliyordu. Bu sürece dair ayrıntılı değerlendirmelerimiz yayınlandığı için ayrıntılı bir aktarımı gerekli görmüyoruz. 2007-2008 öğretim yılının başından itibaren sendika çalışması farklı bir rotaya girdi. Tüm bileşenlerde genel bir kuruluş çalışmalarını başlatma eğilimi varken. Bunun gerekçelendirilişi ise her örgütlülük için oldukça farklıydı. Sendika çalışması kitlelerle köklü bağlar kurulamamış, gençlik örgütlülüklerinin ve siyasal öğrenci gruplarının çevrelerini bariz şekilde aşan bir yaygınlığa kavuş(a)mamıştı. Buradan devrimci proleter gençlerin çıkardıkları sonuç, kitlelerle mücadele içerisinde kaynaşma olmaksızın sendikanın sahiplenilmesini bırakalım, tanıtımının dahi sağlıklı yapılmasının imkanının bulunmamasıydı. Nasıl ki işçi

Genç Sen için yasal kimi olanakları da gözden yitirmeksizin fiili meşru bir mücadele anlayışını bir tercih değil zorunluluk olarak görüyoruz

6

sınıfı için genel grev hakkı genel grev yapılırsa bizim için de öğrenci sendikasının varlığı sendikal mücadelenin verilip verilmeyeceğinde düğümleniyordu. Bu anlamıyla yasal kimi olanakları da gözden yitirmeksizin fiili meşru bir mücadele anlayışını bir tercih değil zorunluluk olarak görüyorduk. Bu görüşlerimiz özleri itibarı ile bugün de değişmemiştir. Grupsal pazarlıklarla, oldu-bitti tarzda örgütlenen, kitlelerin katkı, eleştiri ve denetimine kapalı bir şekilde anti demokratik uygulamaların en kaba biçimlerinin ağırlıkta olduğu bir genel kurul ile sendika kağıt üzerinde ‘kuruldu’. Böyle gecekondu yapar gibi kurulan sendikanın, anti demokratik maddelerin ağırlıkta olduğu tüzüğünü, sağlıksız bir ittifak ile oluşturdukları çoğunluğa dayanarak kaldır-indir tarzında, ittifaktaki örgütlerin kendi insanlarının dahi ne konuşulduğunu anlamadan oy verdikleri, başka bir deyişle figuranlaştırıldıkları bir ortamda MYK seçildi. DİSK ile birlikte Sosyalist Gençlik Derneği’nin (SGD) başını çektiği SDP, Genç Kurtuluş, EHP ve Anti Kapitalist‘ten oluşan ittifak karşılıklı çıkar alışverişi dışında, kendilerini bir araya getiren anlayış ortaklığının sebebini aradan geçen bir yıldan fazla zamana rağmen halen açıklamış değiller! O süreçteki temel tartışmaların önemli bir kısmı “tüzük” üzerinden döndü. O süreçte temel karşıtlığımızı oluşturan elbetteki tüzük değildi. Sendikanın bir tüzüğünün olması en temel gerekliliklerinden birisidir. Karşısında durduğumuz asıl konu, sendikanın kuruluş sürecini nasıl sağlıksız ve anti demokratik biçimlerde gerçekleştirdiğinin görülmesi ve bunun arkasında yatan anlayışın deşifre edilmesidir. Buraya dönük pratik mücadele ısrarımız, bu ısrarla beraber sendikanın “paralı eğitim ve diplomalı işsizlik” sorunlarını merkezine alan bir kampanya örgütlemesi ve sendikanın alanlardan/ sokaklardan öğrenci gençliğin birleşik mücadelesi ile kurulması önerimiz aynı anlayışın gündemini bile oluşturmaktan uzaktı. Tüzük ve MYK konusunda temel düşüncelerimizi belirtirken hareketin ihtiyaçlarının göz önünde bulundurulması ve sendikanın yürüteceği pratik faaliyet içerisinde de ihtiyacının duyulacağı biçimlerin bu konu için belirleyen olması gerektiği üzerinde durduk. Bu konuda sendikanın kimi karar alma mekanizmalarına dair yaptığımız ve taban demokrasisini esas alan “fakülte meclisi, bölüm meclisi” gibi öneriler bugün hayatta karşılığını yaratmasa da kabul gördü ve tüzüğün içeriğini farklılaştırmaya dönük kimi adımla-


rı oluşturdu. MYK’ya dönük alan temsilcilikleri ve onlardan oluşacak bir koordinasyonun daha dinamik bir yapıyı oluşturacağı vurgusunu yaptığımız kimi önerilerimiz ise kabul görmedi. Hangi temelde, hangi politik argümanlarla bir araya gelmiş olduklarının bilinmemesi, daha doğrusu böyle bir hazırlığın ve kafa açıklığının bulunmaması, MYK bileşeninin asgari bir sendikal çalışma programı dahi olmaması ve zaman içerisinde de oluşturmamasını açıklar durumdadır. Koltuk sevdasıyla MYK, KGK’dan I. Olağan Genel Kurul toplantısına kadar dişe dokunur çok az çalışma yapmıştır. Bahsini ettiğimiz süreçte sınırlı da olsa 1 Mayıs çalışmalarını, tersanelerdeki iş cinayetlerine karşı kısmi biçimde örülen faaliyeti ve Üniversiteler Sosyal Forumu’nu dışında tutarsak kimi bürokratik işler ve daralan toplantı süreçleri bu sürecin Kurucu Genel Kurul’un gerçekleşmesiyle ve sendikanın yasal kuruluşunu yapmasıyla başlayan üye yapma ve şubeleşme süreci sendika bütününde belli bir kıpırdanma yaratmasıyla beraber bu sürecin gerilikleri ve kimi gelişen gündemlere müdahalesizlikler de sendikanın hayat içerisinde varlığını yaratamamasına vesile olmuştur. Dar grupsal çıkarlar için ilkesiz ve temelsiz oluşan birliktelik yüzünü alanlarda da göstermiş ve kağıt üzerinde üyelik ve bu tip üyeliklerle oluşturulan şubeler toplamı da alınan dar toplantılar dışında bir pratikle buluşamamıştır. Merkezi anlamda döndürülmeye çalışılan kimi ayak oyunları bu birlikteliğin alanlardaki savunucuları tarafından da uygulanmaya çalışılmış ve ‘şu kadar üyemiz var’, ‘şu kadar şube olduk’ söylemleriyle bir o kadar da öğrenci gençliğin sorunları üzerinden yürütülen pratik faaliyetten uzak bir yol yürünmesini önümüze çıkarmıştır. Bir çok üniversitede yaşanan faşist saldırılar süreci, paralı eğitim talebi üzerinden harekete geçen öğrenci gençliğin kimi kendiliğinden kıpırdanmaları ve gelişen sınıf mücadelesinde işçi sınıfının grev, direniş süreçlerine öğrenci gençlikten ses getirme anlamıyla müdahalesiz kalış Genç Sen için olumsuz bir etki yaratmış ve sendikanın somut anlamda kurulmasına, öğrenci gençlik tarafından mücadele örgütünü sahiplenmesine kaynaklık edecek birçok süreç kaçırılmıştır. Toplam niteliğini oluşturmuş, gerçekleştirilen işlerdeki kendiliğindencilikte oluşan toplam tablonun bir başka resminin görülmesini sağlamıştır.

Olağan Genel Kurul, 9 kasım eylemi Dün olduğu gibi bugün de blok halinde hareket eden çevreler MYK üzerine yapılmış pazarlıklarını tamamlamış, koltuk paylaşımlarında ortaklaşmış ve

I. Olağan Genel Kurul 8 Kasım 2008

Genç Sen’in kimi çalışma alanlarına dönük ideolojik zemini kaygan ve küçük burjuva akımlardan kaynağını alan sendikanın ve gençlik hareketinin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak metinlerin indir-kaldır biçimiyle sendikanın programının içerisine geçirilmesi Genel Kurul’un olumsuz yönlerinden birini oluşturmuştur

7

“kimseye verilecek hesabımız yok” rahatlığıyla Olağan Genel Kurul’u gerçekleştirmek için fikir birliği yapmışlardır. Olağan Genel Kurul’a kadar ‘1500′e yakın üyemiz var’ diye övünürlerken salona yalnızca 642 Genç-Sen üyesi gelmiştir. Telaffuz ettikleri rakamın neredeyse üçte biri olan rakamı salt çoğunluk ilan edebilmek için kendi hazırladıkları ve Genç Sen’in ihtiyaçlarını karşılamayan tüzükleri “genel kurulun salt çoğunluk ile toplanacağı” maddesini esas alarak, tabanın iradesini çiğneyenin asıl bu anlayış olduğuna dair salonda yaptığımız uyarılar önlerine çıktığındaysa aidatını ödemeyenlerin üyeliklerini bir kalemde silmiş ve salt çoğunluğu yakaladık açıklamasını yaparak durumu kutarma kıvraklığını da göstermişlerdir. Merkezi kampanya, kapatma davası gibi kimi temel önergeleri zaman darlığından kaynaklı Temsilciler Meclisi’ne bırakalım diyenler işlevsiz bir MYK’nın yerine farklı kişilerden oluşan ama aynı siyasal anlayışların ittifakı sürdüğü için sonuçlarının yine aynı olacağı aşikar olan yeni bir MYK’yı getirmenin Genç Sen için bugün bir fayda sağlamayacağını, asıl olarak sendikanın hareketi yakalaması gerektiğini, Olağan Genel Kurul’un, bu hareketin yakalanmasına ve pratik belirlemelerin yapılmasına dönük olarak toplanması yönünde belirttiğimiz görüşler ise bu oportünist bloğun çıkarına uymadığı için boğuntuya getirilmiştir. Kurucu Genel Kurul’da oluşan ve hareketin önünü tıkayıcı bir yerde durduğu yıl içerisinde de kendini ispatlamış tüzüğün kimi maddelerinin bu yönüyle değişmesi gerektiğine ve yeni oluşturulacak MYK’nın gençlik hareketi içerisinde varlığı belirgin olan/olacak, mücadele içerisinde sendika faaliyetinin her anlamıyla önünde yürüyecek bir toplamdan oluşmasına dönük sunduğumuz önerilerimizi hiç düşünmeden kendi çıkarları doğrultusunda reddedmiştir. Genç Sen’in kimi çalışma alanlarına (kadın çalışması, lise çalışması, mesleksel çalışma...) dönük ideolojik zemini kaygan ve küçük burjuva akımlardan kaynağını alan, sendikanın ve gençlik hareketinin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak metinlerin kaldır indir biçimiyle sendikanın programına geçirilmesi Olağan Genel Kurul’un olumsuz yönlerinden birini oluşturmuştur. Küçük burjuva siyasetine uygun ve “birim kuralım, komisyon oluşturalım, ileride bakarız” idareciliği ile pratik belirlemelerden uzak bu metinlerin karşısına, tarafımızdan sunulan ve hareketin ihtiyaçları üzerinden, sendikanın kitle çalışmasına yüzünü dönmesi gerekliliğinden kaynağını alan, pratik plan programı yapılmış, hedeflendirilmiş metinlerimizin bir kısmının kabul edilmemesi bir kısmının da Temsilciler Meclisi’ne gönderilmesi soğutarak gündemden düşürme yönteminin farklı bir versiyonunu oluşturmuştur. Olağan Genel Kurul’da bugüne kadar tüm yaşanılanların


devamı işlevini taşımış ve koltuğunu sağlamlaştırma telaşında olanların MYK seçimlerini tek amaç haline getirerek Genç Sen’in önünü açmaktan uzak bir profil çizmiştir. Beşinci TM’de Genç Sen’in Olağan Genel Kurul’dan bir gün sonra fiili/meşru bir merkezi 6 Kasım eylemi koyma kararı alınmasına rağmen bu kararda tahrifat yapılarak ve devletle anlaşarak icazetçi sınırların içine hapsedilmesi oyununun, salonda devrimci sendikal anlayışa sahip Genç Sen’lilerin ağırlıkta olduğu bir bileşim tarafından bozulması kilit bir rol oynamıştır. Bu anlayışın sahipleri Genç Sen’in harekete geçme zemini olacak fiili/meşru mücadeleye örnek oluşturacak olan eylemde de “Gençlik Gelecek Gelecek Sosyalizm” sloganlarına müdahale etmekten çekinmemişlerdir. Polisle yapılan pazarlığa hiçbir müdahalede bulunmayan kimi MYK temsilcileri eylem alanındaki ses aracının üzerine çıktığındaysa hamasi nutuklarla kötü burjuva poltikası tipolojisi çizmişlerdir. Genç Sen faaliyetinin bugünden başlayarak farklılaşması gereken yönleri açıktır. Genç Sen mevcut durumuyla gençlik hareketinin ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir yapıdan ve birleşik-kitlesel-militan bir gençlik örgütü olma zemininden uzaktır. Bu tablo değişecektir. Son süreçlerde sendika çalışmasının içerdiği olumlu kimi gelişmeleri anmazsak haksızlık etmiş oluruz. Bu olumlu gelişmeler, en önemlisi asistan öğrencilerin eylemlilik süreçleriyle buluşma çabası olmak üzere, Yunanistan sürecinde refleksif eylem kararının hızla alınabilmesi gibi şimdilik tekil ve daha çok sendika dışında gelişen süreçlere dahil olma gayreti olarak görünüyor. Bizlerin MYK bileşenine yönelttiğimiz eleştirilerin özü, sendikaya bakış ve sendikal programsızlık noktalarıdır. Pratik süreçlerde geçmişe oranla daha fazla yer alınmasını olumlu bulmakla birlikte, bu pratik faaliyetlerin hangi hedefle, hangi stratejik bakış açısı ile örgütlendiği, daha gündelik bir ifade ile bu geminin hangi rotaya göre nereye götürülmeye çalışıldığı açıklığa kavuşmazsa, günübirlik çalışma tarzının, kitle hareketindeki yükseliş eğiliminin yansımasından başka bir şey olmadığı da açığa çıkmış olacaktır.

İçerisinden geçtiğimiz kriz döneminin işçi-emekçiler üzerindeki etkileriyle beraber krizin ve krizden doğan saldırıların gençlik içerisinde de yarattığı etkilerine karşı mücadeleyi örgütleyeceğiz ve “krizin faturası patronlara” temelinde öğrenci gençliği krize karşı sokağa/eyleme mücadele etmeye çağıracağız

Biz ne yapacağız? Kurucu Genel Kurul’dan başlayarak Olağan Genel Kurul ve sonrasındaki sürece bakıldığında tüm bu yaşanılanlarda en başta gelen, sorumlu olarak durduğu yer itibariyle elbette ki MYK ve onu oluşturan anlayışlardır. Ancak faturayı büsbütün MYK’ya ve onu oluşturan anlayışlara kesmek bizlerin gençlik hareketine olan sorumluluklarını gözardı etmek anlamına gelecektir. Genç Sen sürecine dair yaptığımız temel tespitlerimizin ve eleştirilerimizin haklılığı gelinen süreçte iyice gözler önüne serilmiştir. Ancak hiçbir biçimde tespitlerimizin ve eleştirilerimizin pratik karşılığını yaratma konusunda tutuk kaldığımızın, sendikanın varolan havasını değiştirecek bir pratiği

8

örgütleyemediğimizin özeleştirisini vermekten kaçınmadık. Bundan sonraki süreçte gençlik hareketi içerisindeki misyonumuzun Genç Sen içerisinde temel karşılıklarını yaratmak için ter dökeceğiz. Genç Sen’in öğrenci gençliğin görüş açısına girmesine dönük kimi a/p materyalli tanıtım çalışmalarını yadsımadan ama asıl olanın hak alıcı bir zeminde mücadele eden bir kitle örgütünü pratikte varetmek olduğunun bilinciyle yürüyeceğiz. Sendikamıza açılan kapatma davasını geri püskürtmeye dönük fiili-meşru mücadele zemininin yol gösterici olacağının altını çizerek ve öncü örnekler yaratmaya yönelerek öğrenci gençliğin örgütlenme hakkı talebinin fitilini buradan ateşleyeceğiz. Bugüne kadar yaşadığı sorunları çözme konusunda sendikasını yanında görmemiş bir toplamdan “sendikamı istiyorum” sloganıyla mücadeleyi göğüslemesini beklemek yerine krizle de daha fazla derinleşmeye başlayan paralı eğitim ve geleceksizlik halkaları içerisinden öğrenci gençliği mücadele örgütünü sahiplenmeye, örgütlenme hakkını savunmaya davet edeceğiz. Üniversite şubelerini, fakülte meclislerini, lise platformlarını kurmada ve bu bileşimleri tüm katılımcılarının söz sahibi olduğu, verimsiz tartışmaların, işlevsiz kuralların değil hareketin ihtiyaçlarının konuşulduğu ve hızla harekete geçildiği bir şube işleyişine çubuk bükerek her birini tabanın iradesini açığa çıkaran kararların alındığı bileşenlere dönüştürmede ısrarcı olacağız. Fakülte meclislerinden başlayarak Temsilciler Meclisi’ne kadar hiçbir karar alma mekanizmasını pratiğin önünü tıkayacak dar ve içi boş tartışmalara boğmama konusunda inatçı olacağız. Genç Sen’in tüm çalışma alanlarına dönük faaliyetlerin kurgulanması ve devrimci sendikal anlayış etrafında Genç Sen’in bu çalışma alanlarında varolması için mücadele edeceğiz. Şu süreçte içerisinden geçtiğimiz kriz döneminin işçiemekçiler üzerindeki etkileriyle beraber krizin ve krizden doğan saldırıların gençlik içerisinde de yarattığı etkilerine karşı mücadeleyi örgütleyeceğiz ve “krizin faturası patronlara” temelinde öğrenci gençliği krize karşı sokağa/eyleme mücadele etmeye çağıracağız. Sözümüzü asıl olarak pratikten söyleyeceğiz. Bu anlamda atacağımız her adımımızda sendika içerisindeki hiçbir anlayışa kesinlikle takılmaksızın ama pratiğin önünü tıkayan bu anlayışlarla da mücadele etmekten hiçbir zaman geri durmadan kitle militanlığını bilince çıkaracak ve sosyalizm ufkuyla birleşik-kitlesel-militan bir gençlik hareketi yaratma Genç Sen’i böyle bir hattın içerisinde kitlelerle buluşturma yolunda ısrarla yürüyeceğiz. n


pol e

mi

SGD ve . . .

SENDIKA POLITIKASI .. uzerine Gençlik örgütleri genel olarak yeni hedefleri, yeni araçları önlerine koydukları ve taktik adımlarını farklılaştırdıkları zaman bu farklılıkların gerekçelerini anlatan değerlendirmelerini yayınlarlar. Bu değerlendirmeler güncel pratik bir eksende olsa dahi ideolojik-politik bir arka plan üzerinden attıkları adımları gerekçelendirirken, çeper güçleri ile birlikte dışındaki güçler için de pozisyon belirlemesi niteliği taşır. Sosyalist Gençlik Derneği de (SGD) Genç-Sen sürecine dair böylesi bir değerlendirmeyi geçtiğimiz aylarda yayınladı. SGD ile aynı ideolojik-politik hatta yayın yapan Teoride Doğrultu dergisinin 33. sayısında “Genç-Sen: Yeni Bir Araç Doğuyor” başlığı ile yayınlanan değerlendirme bildiğimiz kadarı ile bu hareketin sendika sürecinin başından itibaren yayınladığı ilk kapsamlı değerlendirme yazısıdır. Sendika içerisinde varolan iki belirgin anlayıştan birisinin bayraktarlığını yapmakta olan SGD şahsında sendika içerisindeki güncel tartışmaların arka planını gözler önününe serme fırsatını veren bu yazıya dönük eleştirilerimiz, ilk elde kimisi yaklaşım sorunu kimisi ise düpedüz tahrifat niteliği taşıyan iddialara birebir cevap vermek amacını gütmemektedir. Bu konuları da içermekle birlikte asıl amacımız bu yazının bütününe sinmiş bir ideolojik yaklaşımın deyim yerindeyse bir ruh halinin gözler önüne serilmesidir. İdeolojik planda yürütülen tartışmalara alışkın olmayan gençlik hareketinin bir öznesi olarak, sorunları öncelikle bu noktadan kavradığımızı ve karşıdan esen her türlü rüzgara rağmen de bu yaklaşımımızı ısrarla sürdüreceğimizi de belirtelim. Dar grup rekabeti TDH’tan gençlik hareketine bırakılan olumsuz miraslardan birisidir. Özü itibarı ile nihai hedefin silikleşmesinden kaynağını alır. Hedefler silikleşince, araçlar da bozunuma uğrar. En temel devrimci ilkeler tartışılır olurken günübirlik olan herşeyi belirlemeye başlar. ‘An’ı yaşamak, ‘an’ içerisinden düşünmek tarih bilincinin de gelecek perspektifinin de önüne geçmeye başlar. Bilimsel bir ideoloji olan ML ve onun yöntemi olan diyalektik tarihsel mataryalizm gider yerine pozitivizm, indirgemecilik hatta post-modernist düşünüş biçimleri almaya başlar. Daha kötüsü de bunun açık fikirlilik olarak sunulmaya çalışılmasıdır. Bu yaklaşım günü, öncesinden ve sonrasından, iç bağlantılarından ayırarak ele alma eğiliminde olduğu için tarihi de ‘kendince’ yazmaya soyunur. Hatta bu noktada konumunu güçlendirmek için ufak tefek tahrifatlara dahi girişir. SGD’nin yaşadığı süreç iki eksik üç fazla tam da böylesi bir süreçtir.

9

Öğrenci sendikası fikri bilindiği gibi 2005 yılının Mayıs ayında düzenlenen -DPG olarak örgütleyicilerinden olduğumuz- Demokratik Üniversite Kurultayı‘nda tartışılarak karar altına alındı ve pratik örgütlenmesine de sonrasındaki süreçte girişildi. Bu sürecin aradan geçen zamandan dolayı hatırlardan çıkan bir yönünü de Kurultay sürecinin tam da bugün sendikanın ihtiyacı olan bir şekilde tabandan örgütlenmesi idi. Açık çağrılı kitle toplantıları, tüm öğrencilere açık bir şekilde çalışma yürüten hazırlık komiteleri, alan temsiline dayalı ve bütünü bağlayıcı irade oluşturma yetkisine sahip tek organ olarak merkezi delegasyon... Devrimci proleter gençler de bu hazırlık süreçlerinde içeriksel ve içeriden bir önderlik geliştirme yaklaşımıyla süreçlere dahil olmuşlardır. Genç-Sen sürecinin herhangi bir aşamasında görülmemiş olan bir demokrasi anlayışı çok daha namüsait koşullar altında devrimci proleter gençlerin de yoğun çabalarıyla uygulanabilmiştir. Böylesi bir örgütlenme felsefesiyle toplanan bir kurultayda alınan sendika kararına, bugün sendika çalışmasının içerisinde olan devrimci gençlik örgütlerinden hiçbirisi ilkesel olarak karşı çıkmamıştır. Ancak kabul de etmemişlerdir. Bu süreci “kitlelerin gündemine girmedi” biçiminde tek cümle ile özetleyen SGD, kendisinin neden gündemine girmediğinin yanıtını vermekten kaçınıyor. Her türlü samimi çağrıya rağmen, yok sayılan ve gündeme alınmayan bu çalışma farklı bir içerik ile daha doğrusu içeriksiz bir biçim ile DİSK tarafından dile getirildiğinde ise durum farklı olmuştur. Bu tutarsız tavrı DİSK’in kapsayıcılığı ve meşruiyeti(!) ile açıklamak doğru değildir. Dar grupçu anlayışın, öğrenci gençliğin ihtiyaçlarını esas alarak tutum belirlemesini beklemek fazla iyimserlik olurdu sanıyoruz. Neden ve nasıl sendika sorularını çalışma başladıktan iki sene sonra cevaplamaya çalışan SGD için aslında sendikal örgütlülüğün diğer örgüt biçimlerinden tek farkı “yeni” olmasıdır. Öğrenci dernekleri ile sendikal örgütlülüğü “öz örgütlülük” ortak paydasında buluşturuyor, öğrenci gençliğin değişen yapısını ve bunun örgüt biçimleri ve taleplerde yarattığı değişimleri görmezden geliyor. Esasında neden ve nasıl sendika sorularına SGD’nin verebileceği dolgun bir cevap yoktur. Sendika ile dernek arasında da özsel bir farklılık yoktur. Sürece dahil olması dahi DİSK’in çağrısı ile olmuştur. Yani o süreçte DİSK böylesi bir çağrı yapmasaydı SGD bugün ne sendika çalışması yapıyor olacaktı ne de sendika tipi örgütlülüğün faziletlerinden bahsediyor ola-

k


düzenleyen sistemin önemli araçlarından birisidir. Ya da teknoparklar, KOSGEB uygulamaları, üniversitesanayı işbirliği anlayışı neoliberal dönüşümün bazı sonuçlarıdır. Bu uygulamalarda yasalar çoğunlukla uygulamalardan sonra hazırlanmışlardır.

caktı! Örgüt biçimi “yeni” de olsa bu kafa yapısı oldukça “eski”dir. Peki SGD’nin öğrenci gençliğe bakışı ve bu bakış açısının yarattığı örgütlenme perspektifi nasıldır? Söz konusu yazıda öğrenci gençliğin bir dönüşüm yaşamakta olduğu kabul edilirken bu dönüşümün nerelerden kaynaklandığına, hangi bütünlükte yaşandığına ve daha önemlisi nasıl sonuçlar yarattığına dair belirgin bir açılım getirilmiyor. Öğrenci gençliğin ana gövdesinin işçi sınıfına yaklaştığı belirtilirken, “Öğrenci gençliğin küçük bir bölümü burjuvazi tarafında konumlanırken, büyük bir çoğunluğu işçi sınıfı ile kader birliğine itiliyor.”(age) deniliyor. Öğrenci gençliğin ana gövdesinin işçi sınıfına yaklaşmasına, önemli bir bölümünün işçi-öğrenci olarak konumlanmasına rağmen öğrenci gençlik proleterleşme sürecinde değildir SGD’ye göre. Ana gövdesi halen aydın niteliğindedir! SGD’nin vardığı sonuç durduğu noktaya göre son derece normal bir sonuçtur. Zira bu hareketin söz konusu konulara ilişkin olarak sözlü ve yazılı hiçbir değerlendirmesinde üretim ilişkileri konusu yoktur! Zaten bu hareket uzunca bir zamandır da ele aldığı konuları böylesi bir perspektif ile ele almamaktadır. Onun için yalnızca görüngüler, olgunlaşmış sonuçlar vardır. Öğrenci gençliğe bakarken sadece onun ‘şu anda ne yaşadığı ile ilgilidir. Emperyalist kapitalizmin büyük dönüşümü içerisinde eğitim-üretim süreçleri ilişkisinin nasıl kurulduğu ve bunun yarattığı kaçınılmaz sonuçlarla şimdilik ilgili değildir. Ona göre öğrenci gençlik ya proleterdir ya da aydındır. Bu idealist bakış açısından çıkardığı sonuç ise elbette ki şu an için gözlem alanına giren kesimin görünürdeki hali olan ‘aydın’ sonucudur. “…Türkiye’de henüz neoliberal politikalara ilişkin pek çok yasa çıkmış değildir. Ve bu yasalar gündeme geldikçe içerik ve talepler bakımından Yunanistan ve Fransa’dakilere benzer öğrenci gençlik hareketleri patlak verecektir. İşte öğrencilerin kitlesel ve esnek bir örgüt biçimi olan sendikaya bu yüzden ihtiyacı vardır.”(age)
SGD’ye göre ‘öğrenci gençliğin işçi sınıfına yaklaşma süreci’ ise henüz büyük oranda çıkmamış(!) olan neoliberal yasaların çıkmasına bağlıdır!!! Süreçleri yasal zeminler üzerinden algılama anlayışını şimdilik bir tarafa bırakırsak sormak gerekir ki; neoliberalizmin henüz çıkmayan yasaları nelerdir? Gençlik hareketini Fransa ve Yunanistan’daki gençlik hareketinin seviyesine çekecek sihirli yasalar nelerdir? Türkiye’de neoliberal dönüşüm sürecini kavramayı bırakalım somut sonuçlarını çıplak gözle dahi görmek mümkün olan eğitimdeki dönüşümleri dahi algılamaktan uzak bir içeriklendirme sözkonusudur. Örneğin YÖK’ün kurulduğu süreçten bugüne geçirdiği dönüşümler tam da bu kapsamdadır. YÖK bugün sadece “üniversite bileşenlerine vurulmuş bir pranga” değildir. Aynı zamanda yüksek öğretimde emek-sermaye ilişkisini

PVSK, SSGSS gibi yasaların dahi belirgin bir dalgalanma yaratmadığı Türkiye gençlik hareketinin seyrini buruvazinin çıkaracağı yasalara bağlayan bu anlayış sadece siyasal körlükle kalmıyor, aynı zamanda sendika sürecini de bir bütün olarak bu çarpık görüşüne bağlıyor. Yani neoliberal yasaların çıkışının yaratacağı kendiliğinden tepkiyi örgütlemek sendikanın temel varlık sebebini oluşturuyor! Öncülük iddiaları da bu olsa gerek…

Fiili meşru mücadeleyi savunduğunu iddia eden SGD, Genç-Sen Kurucu Genel Kurulu’nda tüzüğe anadil talebi girmemesini hararetle savunurken yine yasal dayanakları esas alıyor, Eğitim-Sen örneğini veriyordu

10

Öğrencilerin temel sorunlarının “öğrencilikten kaynaklı” sorunlar olduğu dahiyane tespitinin yapıldığı söz konusu yazıda politik örgüt-sendikal örgüt ilişkisi de oldukça eklektik bir tarzda kuruluyor. Bu noktada ortaya konulan politik örgüt anlayışı esasında geriye kalan herşeyi açıklamaya yetecek bir kapsama sahip. “… politikayı sahiplenen öğrencileri öncelikli olarak örgütlemeyi hedefler” dediği politik örgütün temel amacının “sosyalizm propagandası yapmak, gençleri sosyalizm ile buluşturmak”(age) olduğunu ilan ediyor! Propagandayı ajitasyon, eylem ve örgütlenmeden ayrıştıran bu anlayış herşeyden önce devrimcilikten uzaktır. Öğrenci gençliğe atfedilen aydın yakıştırması kapsamı tanımlanırsa esasen bu anlayışın sahiplerine uymaktadır. ML ilkeleri ve mücadele geleneklerini tahrif eden bu anlayışın önerdiği örgüt modeli burjuva aydın titrekliği taşımaktadır. İddia ve kapsam olarak da gençlik hareketine önderlik etmek gibi bir niteliğe sahip değildir. ”Sendika salt devletin yasaları ile bağlıdır, ya da salt fiili meşru mücadele ederek var olur gibi yüzeysel tespitler ve buna bağlı tartışmalardan kaçınmak gerekir. Bu toptan reddeden ya da toptan kabule dayalı algı, çeşitli olanakları mücadelenin ihtiyaçlarına seferber etmemize engel olacaktır. Sendika, dernek,


vakıf vb demokratik kitle örgütleri var olan yasalardan dayanak alır. Bu yasalar da hiçbir zaman egemenler tarafından ezilenlere sunulmuş değildir. Yıllarca ezilenlerin verdiği mücadeleler sonucu kazanılmış haklardır.”(age) Yasalar sınıf mücadelesinin belirli bir dönemdeki sınıfların ilişkilerini düzenleyen metinlerdir ve mevcut üretim ilişkilerinden bağımsız değildir. Başka bir deyişle üretim araçlarına sahip olan sınıf yasalar üzerinde de belirgin bir şekilde egemendir. Ancak sınıf mücadelesi kesintisiz olarak sürdüğü için mevcut yasalar her dönemde sınıf mücadelesinin durumunu birebir yansıtmazlar. Kitle hareketinin yüksek olduğu ve mücadelenin kazanımlarla ilerlediği süreçlerde yasalarda demokratik uygulamaların arttığını görürüz. Ancak bu noktadan hareketle burjuvazinin o ya da bu yasasının bir bütün olarak emekçilerin kazanımı olduğunu söyleyemeyiz. ”Sokağın dilinden konuşan” ara başlığı altında asıl olarak yasal mücadelenin olanaklarına vurgu yapılırken, fiili meşru mücadele konusu bir gereklilik genelliğinde ele alınıyor. Fiili meşru mücadeleyi savunduğunu iddia eden SGD, 2007 Aralığında gerçekleşen Genç-Sen Kurucu Genel Kurulu’nda tüzüğe anadil talebi girmemesini hararetle savunurken de yine yasal dayanakları esas alıyor, Eğitim-Sen örneğini veriyordu. Eğitim-Sen tarihindeki kara bir leke olan anadil talebinin tüzükten çıkartılması olayını örnek almak bir yana bu olaya bakarak ibret almak daha doğru bir tutumdur. Bu olay aynı zamanda sokakta fiili meşru bir şekilde ve mevcut yasal düzenlemeleri de karşısına alarak kurulmuş, yasallığını mücadele ile kazanmış bir sendika olan Eğitim-Sen’in kuruluş sürecindeki mücadele perspektifi ve kitle tabanından kopuşunun dolaysız bir sonucuydu. Sendikal örgütlülüklerin yasalardan dayanak alması gerektiği çarpık görüşünü savunan bir anlayış için kaçınılmaz bir durum elbette. Sendikalar dahil her türlü mücadele örgütü yasalardan değil mücadelenin ihtiyaçlarından dayanak alır. Mutlaka göz önünde bulundurulacak olan yasal düzenlemeler ise verilen mücadelenin gücü ve meşruiyeti ile süreç içerisinde kazanılır. KESK de kurulduğunda yasal olarak tanınmıyordu. Ancak militan ve kitlesel bir eylem çizgisi ile yasallığı kazanmıştır. Ancak olumlu örnek olarak anılan 4688 sayılı kamu emekçilerinin sendikal örgütlülüklerini düzenleyen kanunun grev ve toplu sözleşme hakkını tanımadığını sendikal haklar noktasında güdük, içerik olarak da antidemokratik bir yasa olduğunu belirterek geçelim. Bir taraftan sendikanın fiili-meşru bir hat ile hayatta karşılığını yaratacağını söyleyen bu anlayış diğer taraftan da dernek, vakıf, sendika konularını düzenleyen burjuva yasal çerçeveye de methiyeler dizmekten geri kalmıyor.

SGD’nin sendika içerisinde, kendiliğinden tepkileri örgütlemenin ötesine geçen bir taktik konumlanışı, politik hattı, ittifaklar politikası, bu doğrultuda süreklileşmiş bir a-p çalışması vs yoktur. Olmaması bir tarafa böylesi bir perspektif de yoktur

11

Tüm bu saydıklarımız kimi noktalarıyla çelişkili de görünse gerçekte politik iç bütünlük anlamıyla yekpare bir taktik hattı ifade etmektedir. Bu hattın burjuva politik arenanın diliyle konuşması ve kendisini bu düzlemden ifade etmesi ise ideolojik konumunun göstergesidir. Bu hatta, örgütsel, siyasal, teorik ve pratik bir iç bütünlüğe sahiptir. Sosyalizm ve işçi sınıfına dair söylenenler ise kenar süsü mahiyetinde ve öze dair olmayan noktalardadır. Örneğin neoliberal yasaların yaratacağı sarsıntıyı örgütlemesi öngörülen bir sendikada “sosyalist gençlere” düşen temel görev “sosyalizm propagandası”dır. Kendiliğinden tepkileri örgütlemenin ötesine geçen bir taktik konumlanış, politik hat, ittifaklar politikası, bu doğrultuda süreklileşmiş bir a-p çalışması vs yoktur. Olmaması bir tarafa böylesi bir perspektif de yoktur. Öğrenci sendikasının devrimci bir temelde örgütlenmesi gerektiğini ve hatta ancak bu şekilde hayatta hak ettiği noktaya gelebileceğini savunduğumuz biliniyor. Bunu da devrimci sendikal bir anlayış olarak fomüle ettik. Henüz ortada Genç-Sen yokken dahi devrimci bir öğrenci sendikasının kapsamını “Sendikamız sadece üniversitelileri değil, eğitim alanında olan tüm öğrencileri kapsamalıdır. Tüm üniversitelilerin, ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerinin, dershane öğrencilerinin, çeşitli kurslarda eğitim gören arkadaşlarımızın, yani gençliğin “eğitim-öğretim” gören tüm kesimlerinin merkezi örgütü olmalıdır. Öğrenci olan, parasız, bilimsel, demokratik, anadilde eğitim isteyen ve işsizliğe karşı sesini yükselten tüm arkadaşlarımız sendikanın üyesi olabilmelidir.” olarak tanımlıyorduk. Bütün bunlar ortada iken ve SGD tarafından da bilinmekte iken bizleri kastederek sadece devrimcilerin üye olabilecekleri bir sendika fikrinde olduğumuz iddia ediliyor! Burada bariz bir çarpıtma ve bilinçli bir demogoji var. Soruyoruz: SGD’ler yalnızca sosyalist gençleri mi örgütlemeye çalışmaktadır? Yahut DİSK yalnızca devrimci işçileri mi üye kaydetmektedir? Öğrenci gençliğin birleşik, kitlesel, militan örgütlülüğü bir hareket temelinde örgütleme perspektifimizin her türlü dar grupçu anlayıştan ve sınırlandırıcı yaklaşımdan uzak olduğu temel metinlerimizin yanısıra tüm bir süreci kapsayan pratiğimizden de anlaşılabilir. Sendikanın yasal kuruluş süreci sonrasındaki bir yıllık süreci ‘resmi tarih anlatımı biçiminde gerçeklerle örtüşmeyen, hatalardan ders çıkarmayı içermeyen bir yüzeysellikle “olan olması gerekendir” kendiliğindenciliği ile aktardığı yazı SGD’nin mevcut ideolojik-politik hattında ısrar edeceğini ilan ettiği bir deklarasyon özelliği taşıyor. Aynı zamanda gençlik hareketinin yeni kabarmalara ve sıçramalı gelişime açık olduğu bir kesitte sosyalist olma iddiasındaki bir hareketin içinde bulunduğu ve ne yazık ki salt pratik süreçlerle aşamayacağı bunalımı yansıtması açısından da tarihsel bir belge niteliği taşıyor. n


Kapitalizm kriziyle birlikte tarihin çöplüğüne! Yakalanacak olan halka, kitlelerde birikmiş olan sistem karşıtlığının antikapitalist bir eksende kavranabilmesi ve sosyalizmin kitlelerin elinde bayrak yapılmasıdır Kriz süreçleri emekçiler cephesinden hem yoksulluğun ve yoksunluğun giderek artan bir şiddetle yaşandığı, geleceksizlik ve güvensizliğin yoğun bir şekilde hissedildiği normal dışı süreçlerdir. Sistemin tüm dikişlerinin patladığı, çelişkilerin keskinleştiği bu süreçler aynı zamanda sistem karşıtlığının, eylemci bir ruh halinin de arttığı süreçlerdir. İşsizliğin çığlaşması ve zaten tam olarak karşılanamayan yaşamsal ihtiyaçların tümden karşılanamaz hale gelmesi durumu kitlelerde çaresizliği ve öfkeyi büyütür. Çalışanlarda ise işsizlik tehditi ile ücretlerin bastırılması, iş saatlerinin arttırılması, mevcut kötü koşulları ağırlaştırırken işçileri fiziken ve ruhen ciddi bir şekilde yaralamaktadır. Gençlik cephesinden bu krizin yaşanışı daha önceki krizlere oranla çok daha ağır olmaktadır. Bunun öncelikli sebebi olarak gençliğin proleterleşme sürecinde oluşu, üretim süreçlerinin içerisinde çok daha doğrudan ve kitlesel bir şekilde bulunuşu, başlı başına süreci gençlik cephesinden farklılaştırmaktadır. İşçi-öğrenciler yani meslek lisesi ve meslek yüksek okulları öğrencileri için işten atılan işçilerin yerine staj adı altında daha yoğun bir sömürü anlamına gelecek bu süreç, aynı zamanda çalışan öğrenciler için de kölelik şartlarında ağırlaşma olarak yaşanacaktır. Son örneğini ülke çapında binlerce öğrenciyi kapsayan asistan öğrencilerin rektörlüklerce kapı dışarı edilmesi sürecinde yaşadığımız bu durum önümüzdeki süreçte çok daha yoğun yaşanacaktır. Tüm bunlar aynı zamanda gençlik mücadelesinin değişen ve güçlenen yönlerine işaret etmektedir. Geleceksizliği en yakından hisseden ve o bunalımdan bu depresyona koşan gençlik çıkışsızlıkla birlikte sistemden kafaca kopuşa hazır bir ruh halindedir. Yunanistan‘daki olaylarda da görüldüğü gibi bir kıvılcımla patlamaya hazır bir barut fıçısı durumundadır. Diplomalı işsizliğin, geleceksizliğin kitleselleşmesinin ötesinde, iş bulma ‘olanağına’ sahip ‘şanslı’ azınlık giderek daralmaktadır. İşe girebilenler ise büyük oranda kelimenin gerçek anlamıyla karın tokluğuna ve iş bulmanın manevi doygunluğuna talim ederek çalışmaktadır. Toplumun proleterleştiği proleteryanın toplumsallaştığı bir süreçte birleşik mücadelenin zemini de giderek güçlenmektedir. Gençlik, işçi sınıfı, kent yoksulları talepsel olarak da birbirine yaklaşmakta sınıfa karşı sınıf ekseni nesnel olarak güçlenmektedir. Böylesi süreçler kendiliğinden hareketlerin dinamiklerini de bağırlarında taşırlar. İşçi sınıfı, gençlik hatta krizle birlikte yıkıma uğrayan alt orta sınıflar kitlesel ve militan eylem süreçlerine akabilirler. 2001 krizindeki kitlesel esnaf eylemleri tam da böylesi örneklerdir. Sürecin seyrini tüm yönleriyle öngörmek mümkün değildir. Bu süreçte aynı zamanda sosyalizmin kitlelere taşınması, sistemin teşhirinin artık neredeyse sistem tarafından yapıldığı bir

kesitte daha da fazla önem kazanmıştır. Güvensizliğin, geleceksizliğin bir ruh hali olduğu, emekçilerin ve gençliğin geleceğe umutla bakamadığı bir kesitte alternatif bir toplumsal yapının varlığının anlatılması, sosyalizmin bir çözüm olarak kitlelere taşınması kilit bir noktada durmaktadır. Yoksulluk, geleceksizlik kadar tepki ve öfke de kitlelerde birikmiştir. Bu birikimi antikapitalist bir eksende birleştirmek esastır. Süreklileşmiş bir şekilde sistem teşhirinin yanı sıra sistemi temsil eden kimi kurum ve simgelerin hedefe çakılması, kitlelerin tepkilerinin akacağı kanalları oluşturmak, tepkileri büyüterek örgütlü bir güce çevirmek bu sürecin kilit görevleridir. Süreç içerisinde önceden öngörülemeyen, patlamalarla ortaya çıkan kimi hareketlerle hızla buluşarak toplam hareketin parcası haline getirmek önemli bir diğer noktayı oluşturmaktadır. Her bir sorun ve konunun ona en yakın güçlerden başlayarak tüm işçi sınıfının, kent yoksullarının, aydınların gündemine taşıyarak sorunların ve mücadelenin toplumsallaştırılması bir refleks haline gelmelidir. Birleşik mücadelenin ülke düzeyinde olduğu kadar enternasyonal dayanışma ve eylem birliklerinin anlamıyla uluslararası boyutta da kilit önemi vardır. Neoliberal dönüşümün ve krizin dünya ölçeğinde yaşanması kimi farklar barındırmakla birlikte talepsel ortaklaşmayı da beraberinde getirmektedir. Son süreçte Yunanistan ile birlikte Almanya, Fransa, İtalya ve henüz cılız bir hareket olsa da Türkiye’de ortaya çıkan hareketlilik gelişmenin yönünü göstermektedir.

Süreci yarmakta temel halka: Kampanya Sürecin yakalanacak halkası kitlelerde birikmiş olan sistem karşıtlığının antikapitalist bir eksende kavranabilmesi ve sosyalizmin kitlelerin elinde bayrak yapılması anlayışıdır. “Kapitalizm kriziyle birlikte tarihin çöplüğüne!” kampanyamız tam da böyle bir anlayışla ve klasik kampanya biçimlerinin dışında örgütlenecektir. Bu kampanya eylemli bir kampanyadır. Süreklileşmiş ajitasyon propagandadan teşhir faaliyetine kadar her şey hareketli ve yaratıcı biçimlerde kurgulanacaktır. ‘Göstermek’ söylemekten daha yoğun kullanılacak bir yöntemdir. İşaret etmek değil tutmak, yönelmek değil hızla o yöne koşmak bu sürecin özellikleri olacaktır. Bu kampanya dinamik bir kampanyadır. Bin düşünen bir yapan, temkinden yerinden kalkamayan bir ihtiyatla değil; hata yapmaktan korkmayan, akılcı ataklığı da elden bırakmayan bir inisiyatifle örgütlenecektir. Her yeni durumda yeniden güncellenecek, sosyalist devrimci özünü korumakla birlikte güncel ihtiyaçlara cevap olabilecek biçimleri bulup çıkarabilen bir açıklıkla örgütlenecektir.

12-


-13

Bu kampanya öncü bir kampanyadır. Kitle hareketini arkadan takip eden, “olan olması gerekendir” diyen değil süreci okuyarak hareketi ileri çekecek adımları atmaktan çekinmeyen atılganlıktadır. Süreç olarak değil, plan olarak taktik anlayışını benimser. Bu plan da statik değil, ana izleklerini kaybetmeksizin her türlü gelişmeye uyum sağlayabilen dinamik bir plandır. Bu kampanya çoklu bir kampanyadır. Salt birkaç biçimi bir arada uygulayan değil, gerektiğinde kimi alt kampanyalarla sürecin gerektirdiği yoğunlaşmaları da yakalayabilecek bir esnekliğe sahiptir. ‘Araç’lığını asla unutmayan bir kampanyadır. Kampanyamız eğitici bir kampanyadır. Kitlelerin mücadele içerisinde eğitimini esas alırken, aktivistlerinin de bu süreçlerin deneyimiyle yetkinleşebileceklerinin bilincindedir. Sadece hareketin değil aynı zamanda diyalektik tarihsel materyalist bir anlayışla sosyalizmin güncelliğini ve zorunluluğunu da dosta düşmana öğretir. Kampanyamız militan bir kampanyadır. Sokakta dişe diş bir

mücadele olmaksızın hak alıcılığın olamayacağını bilir. Fiili-meşru temelde kitle militanlığını esas almakla birlikte, kitle militanlığı için esinleyici örnekler yaratmanın önemini de yadsımaz. Yunanistan’daki eylemlerle dayanışmayı örmenin yanısıra ortaklaşan sorunları yaşadığımızdan kaynaklı Türkiye cephesinden benzer taleplerle bir hareket yaratma hedefiyle başlattığımız “Polis kurşunu ile ölmek istemiyoruz!” kampanyası “Kapitalizm kriziyle beraber tarihin çöplüğüne!” kampanyasının ilk adımı niteliği kazanmıştır. Materyal ve eylem çeşitliliği ile örmeyi hedeflediğimiz kampanya tarzının özgün bir örneği olan bu çalışma bir hafta gibi kısa bir zaman diliminde gençlik hareketinin gündemini belirleyecek ölçüde bir yaygınlığa ulaşmıştır. Dinamik taktik önderlik, stratejik bir bakış açısıyla oluşturulan perspektif ile örülen kampanyamız sınıfa karşı sınıf, krize karşı devrim, kapitalizme karşı sosyalizm anlayışının somutlandığı bir çalışma olacaktır ve bu anlamıyla somut sonuçlarını da yaratmaya adaydır. İlerleyelim! n

Krize karşı devrim! “Ama bir sınıfı ezebilmek için, ona hiç değilse kendi kölece varlığını sürdürebileceği birtakım koşulların sağlanması gerekir… Modern emekçi ise, tersine, sanayinin gelişmesiyle yükseleceği yerde, gittikçe daha çok kendi sınıfının varlık koşullarının altına düşüyor. Sadakaya muhtaç bir kimse oluyor ve sadakaya muhtaçlık, nüfustan ve servetten daha hızlı gelişiyor. Ve burjuvazinin artık toplumda egemen sınıf olarak kalacak ve kendi varlık koşullarını topluma belirleyici yasa olarak dayatacak durumda olmadığı burada açıkça ortaya çıkıyor. Egemen olacak durumda değildir, çünkü kölesine, köleliği çerçevesinde bir geçim sağlayacak durumda değildir, çünkü kölesini, onun tarafından besleneceği yerde, onu beslemek zorunda kaldığı bir duruma düşürmeden edemiyor. Toplum bu burjuvazinin egemenliği altında artık yaşayamaz, bir başka deyişle, onun varlığı toplumla artık bağdaşmıyor.” (Marks-Engels, Komünist Manifesto) Üretimin muazzam toplumsallaşmasına karşın zenginliğin, üretim araçlarının özel mülkiyeti kapitalizmin temel çelişkisidir. Bu çelişki proletarya ile burjuvazi arasındadır. Üretimin toplumsal ihtiyaçlar değil, özel çıkarlar dolayımında gerçekleşmesi, plansız üretimle birlikte aşırı üretim krizlerinin varlığı bu sisteme içkindir ve onun tarihsel sınırlılığının da dışa vurumdur. Düşünün ki bu sistemde fazla kömür çıkartılırsa insanlar üşür, fazla ekmek üretilirse insanlar aç kalır! İnsan aklının almakta zor-

lanacağı saçmalıklar bu siteme içkin özelliklerdir. Azami karın temel amaç olduğu kapitalist üretimde burjuvazi bunu sağlamak için her yola başvurur. Bu aşırı üretim, krizlerin çıkış noktasıdır. Azami kar aynı zamanda azami sömürü, azami aşağılama, azami düşkünleşme, azami egemenlik, rekabet ve savaş demektir. Başka bir deyişle kapitalizmin tarihsel bakımdan ömrünü tamamlaması demektir. Emperyalist kapitalist sistemin yıkılıp aşılmasıyla kurulacak olan sosyalist sistemde ise üretim araçları işçi sınıfının kolektif mülkiyetindedir ve üretim kar için değil toplumun ihtiyaçları için yapılır. Toplumsal üretim “herkese emeğine göre, herkese yeteneğine göre” ilkesi üzerine kurulur ve oradan da “herkese ihtiyacı kadar” ilkesinin egemen olduğu bir düzene geçilir. Kapitalizme özgü, günün 12-16 saatini kölece çalışarak geçiren yığınlar açlık sınırının altında yaşarken, hayatında bir gün gerçek anlamda çalışmamış asalak burjuvaların zevk içerisinde yüzmeleri gerçeği sosyalizme yabancıdır. Çalışanların aşırı uzun iş günü içerisinde bedensel ve ruhsal sağlıklarını kalıcı olarak kaybettikleri kapitalist sistemde devasa bir işsizler odusunun bulunması ise garipsenmez. Sosyalizmde ise herkesin işi herkesin çalışma hakkı vardır. Tekniğin gelişmesi kapitalizmde işsizliğe neden olurken sosyalizmde iş saatlerinin kısalmasına neden olur. Çalışmanın, açlık disiplini içerisinde zorunluluk olduğu kapitalist sistemde eğitim, sağlık gibi herkesin karşılıksız ola-

rak sahip olması gereken haklar paralı ve buna rağmen de kalitesizdir. Çalışmanın toplumsal bir görev olduğu ve yüksek bir gönüllülükle gerçekleştirildiği sosyalizmde ise bu hizmetler herkes için parasız ve insana yakışacak düzeydedir. Kapitazmin çarpıklıkları emperyalizm evresinde daha da artarak toplumun bütününü içerisine alarak çürümeyi genelleştirmiştir. Emperyalizm çürüyen ve sosyalizmi çağıran kapitalizmdir. Kapitalist üretim patlayan krizlerle, dev çaplı sermaye değersizleşmesi, asalaklaşma, üretici güçler yıkımıyla nesnel olarak sonuna işaret eder. Sermayenin karlılık oranlarının düşmesi, dünya çapındaki krizlerin sürekli tekrarlaması ve her birinin öncekinden daha ağır geçmesi bunun kanıtdır. Ancak kapitalizm işçi sınıfı öncülüğünde örgütlü bir kitle mücadelesi ile yıkılmazsa kendiliğinden çökmez. Burjuvazi, devrimci bir müdahale olmazsa her türlü krizin içinden çıkabilir. Onu krizleri içinde boğup tarihin çöplüğüne atacak olan sınıf mücadelesinden başkası değildir. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin yaşam koşlullarının giderek daha fazla kötüleşmesi, sistemin kitlelere açlık ve sefaletten başka bir şey vaadetmemesi kitlelerin örgütlü bir harekete dönüşmesi için uygun zemini hazırlar. Böylesi bir hareketin sosyalizme yürümesinin koşulu ve güvencesi ise komünist partinin önderliğidir. Parti bu mücadelelerin içerisinde güçlenir, sınanır ve önderlik kabiliyetini geliştir. Öyleyse ileri!


ÖRGÜTLENECEĞİZ VE BÖLGESEL KURULTAYLARA YÜRÜYECEĞİZ! Öğrenci Birliği olarak bütün liseli arkadaşlarımızı paralı eğitime, geleceksizliğe, çeteleşmeye, kimliksizleştirilmeye, kölece çalışmaya ve kölece yaşamaya karşı umutlarımızı ortaklaştırmak, gücümüzü birleştirmek için Öğrenci Birliklerinde örgütlenmeye ve hep birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz! Liseli gençlik olarak paralı eğitim ve geleceksizlik temel sorunlarının merkeze oturduğu sorunlarımız, içerisinden geçmekte olduğumuz kriz süreciyle de beraber artmakta, geleceğe dönük hayallerimiz ve beklentilerimiz sınırlara takılmakta hatta kaybolup gitmektedir. Her birimiz öncelikli olarak işçi-emekçi çocuklarıyız ve bunun sonucu olarak hayata gözlerimizi açtığımız andan itibaren sorunlar yumağının içerisindeyiz. Eğitimin bütünsel olarak paralı hale getirilmesi ve öğrenim yıllarımızı bitirip lise diplomalarımızı elimize aldığımızdan itibaren başlayacak olan diplomalı işsizlik kıskacı yaşamlarımızı satılık hale getirmekte, bizleri de bugün işçi-emekçilere dayatılan kölece çalışma ve kölece yaşama koşullarına itmektedir. Kapitalistlerin işçi ve emekçilerin üzerine daha fazla kar etme hırsı ile ağızlarından salyalar akıtarak diktikleri gözleri dün olduğu gibi bugün de bizlerin üzerinde de yoğunlaşıyor. Neoliberal saldırıların liselerimize yansımasıyla beraber gerçekleşen dönüşümle burjuvazinin buralara nitelikli ucuz işgücü deposu olarak bakması saldırıların kapsamını arttırmaktadır. Tüm bunlarla beraber lise öğrenimimiz içerisinde karşılaştığımız sınavlar cenderesi, faşist çeteleşmeler, idare baskıları ve sosyal/kültürel ihtiyaçlarımızın karşılanamaması da yaşadığımız sorunların başlıcalarını oluşturuyor. O sınavdan bu sınava, o dershaneden bu dershaneye itilip kakılırken, “eğitim” adı altında kafalarımızın içi boş bilgilerle ve ders kitaplarımıza kadar sirayet etmiş şovenizm zehriyle dolduruluyor. Meslek liselerinde okuyan arkadaşlarımız staj yerlerinde ve atölyelerde kanlarının son damlasına kadar sömürülüyor, yıllarca aynı sıraları paylaştığımız ve aynı havayı soluduğumuz, semtimizdeki bir parkta gelecekte hangi mesleği seçeceğimizin sohbetlerini ederek insanca yaşama hayalleri kurduğumuz en yakın arkadaşalarımızla bile rekabet içerisine sokuluyorız. İhtiyaçlarımızı karşılama noktasında çoğu zaman ailemizden aldığımız veya okul saatleri dışında çalıştığımız işten kazandığımızın hesaplarını yapıyoruz. Tüm bunlarla beraber anne ve babalarımızın işten çıkarmalarla, ücretlerinin düşüklüğüyle/ödenmemesiyle, zamlarla ve kentsel dönüşüm adı altında evleri-

O sınavdan bu sınava, o dershaneden bu dershaneye itilip kakılırken, “eğitim” adı altında kafalarımızın içi boş bilgilerle ve ders kitaplarımıza kadar sirayet etmiş şovenizm zehriyle dolduruluyor

14

mizin yıkılmasıyla toplamda kapitalizmin saldırılarıyla yaşadıkları sorunlar bizler için de doğal olarak sorun oluyor ve aslında gelecekte bizim de yaşayacaklarımızı bugünden görmemizi sağlıyor. Tüm bunlar bizim kaderimiz değil, bunlar kapitalisler tarafından onların geleceği için bizim yaşamlarımıza hükmetme isteklerinin yansımaları. Bizim hayallerimizse kimliksizleştirmenin, aşağılanmanın, baskı ve yasakların olmadığı bir dünyada insanca yaşamaya dönük olanlar. Bugüne kadar umutsuz vaka olarak gördüğümüz ve kimi yanlarıyla boşverdiğimiz yaşantılarımız içerisinde asıl bizim bu olmadığımızın ve kapitalisler tarafından bizlere dayatılanları genç, enerjik yapımız ve bir o kadar da asi ruhumuzla örgütlenerek, biz olmanın, birlikte olmanın ve birlikte olduğumuzda onların yaşamlarımızın üstüne diktikleri gözlerini kör edebileceğimizin farkına varmalıyız artık. “Düz” liseliler, meslek liseliler, anadolu liseliler gibi ayrıldığımız ama kendi içinde ayrı ayrı sorunlar yaşasak da toplamda emekçi çocukları olarak üzerimizdeki saldırıların ortak olduğu ve bu saldırılara karşı birlikte olarak, örgütlenerek çözüme ulaşacak olmamız artık farkına varmamız gereken en önemli noktadır. Bugün kapitalist sistemin içerisine girdiği yapısal kriz süreciyle de beraber ve bu krizin faturasını işçi-emekçilere onların çocukları bizlere kesmeye çalışmalarıyla karşılaştığımız ve karşılaşacağımız saldırılara karşı faturayı onlara çıkarmalı ve bunun için bir araya gelmeliyiz. Okuduğumuz okullardan başlayarak farklı okullarda ve farklı şehirlerde bizler gibi aynı sıkıntıları yaşayan


gen

.c so lu k

Bölgesel kurultaylara yürüyoruz!

arkadaşlarımıza ulaşmalı, onları da bizlerle birlikte mücadele etmeye çağırmalıyız. Gücümüzün farkına varmalıyız artık ve birlikte olduğumuzda neler yapabileceğimizi görmeliyiz, sorunlarımızı ancak böyle çözebiliriz ve üzerimizdeki saldırıları ancak böyle püskürtebiliriz.

Öğrenci Birliklerinde örgütlenmeye ve yeni ÖB’ ler kurmaya Öğrenci Birliği olarak bütün liseli arkadaşlarımızı paralı eğitime, geleceksizliğe, çeteleşmeye, kimliksizleştirilmeye, kölece çalışmaya ve kölece yaşamaya karşı umutlarımızı ortaklaştırmak, gücümüzü birleştirmek için Öğrenci Birliklerinde örgütlenmeye ve hep birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz! Okullarımızda ve semtlerimizde ÖB‘lerimizi tanıtan faaliyetler (afişleme, pullama, kuşlama, yazılama, bildiri dağıtımı ve toplantılar) örgütlemeli, çalışmamızın olmadığı liselerdeki arkadaşlarımıza ulaşmalı ve liselerinde ÖB’leri kurmaya dönük onlarla ilişkiye geçmeliyiz. Krizin getirilerine karşı işçi-emekçilerle birleşik mücadeleyi örgütlemeli ve “Kapitalizm kriziyle beraber tarihin çöplüğüne!” başlığı altında liselerimizde a/p materyalleriyle ve eylemli süreçleriyle hareketli ve bizleri de eğitici olacak kampanyamızı örgütlemeliyiz.

Gücümüzün farkına varmalıyız artık ve birlikte olduğumuzda neler yapabileceğimizi görmeliyiz, sorunlarımızı ancak böyle çözebiliriz ve üzerimizdeki saldırıları ancak böyle püskürtebiliriz

Ülkü ocakları, Alperen ocakları, Türkiye Gençlik Birliği gibi faşist yuvalanmaların okullarımızda örgütlenmelerinin önünü tıkamak ve arkadaşlarımıza yaptıkları saldırıların hesabını sormak için militan bir mücadele vererek faşistleri okullarımızdan ve semtlerimizden uzak tutmalı, köklerini kazımaya çalışmalıyız. Sosyo-kültürel ihtiyaçalarımıza kanal açma ve meta ilişkilerinden uzak özgürlük alanları yaratıp, birlikte üretmek ve paylaşmak için liselerimizde/semtlerimizde kültür-sanat faaliyetleri örgütlemeliyiz. Devlet terörünün türlüsünün yaşandığı ülkemizde katil polislerin daha rahat insan öldürmesine kolaylık sağlayan PVSK’ya ve yasalaştığı günden bugüne 50′ye yakın insanı katleden/yaralayan katil polislere karşı “Polis kurşunuyla ölmek istemiyoruz!” kampanyasını hayata geçirmeli, liselerimizde ders boykotları örgütlemeyi, semtlerimizde ailelerimizle beraber kampanyayı örebilmeyi hedef olarak önümüze koymalıyız.

Bugün acil olarak önümüzde duran bu görevlerle beraber pratik bir sürecin içerisinden geçip kendimizi geliştirerek, örgütlenerek, gücümüzün farkına vararak sorunlarımızı ve çözümlerini daha kapsamlı bir biçimde tartışıp sonuçlar çıkaracağımız, tüm liselileri kapsayacak olan ve her biri bir diğerini bütünleyen bir dizi hazırlık kurultayları ve lise toplantıları ile önümüzdeki yılın Mayıs ayı içerisinde bölgesel kurultaylar örgütlemeyi önümüze hedef olarak koyuyoruz. Hazırlık kurultaylarının, lise toplantılarının ve Mayıs ayı içerisinde gerçekleştireceğimiz bölgesel kurultayların gündemlerinin ağırlıklı bir kısmını bu alandaki yönelimimizle de baraber meslek liselerinde ve emekçi semtlerindeki liselerde yaşanan sorunlar ve mücadele perspektifi oluşturacaktır. Hazırlık kurultaylarında, lise toplantılarında ve bölgesel kurultaylarımızda farklı okullardan öğrenciler, ailelerimiz, öğretmenlerimiz, staj yerlerimizdeki deneyimli işçiler olarak bir araya geleceğiz. Okullarımızda burnumuzun dibine kadar sokulan uyuşturucuya, çete ve mafyatik örgütlenmelere, ML’lerindeki sömürüye, paralı eğitime, en yakın arkadaşlarımızla bizi karşı karşıya getiren, bilinçlerimizi bulandıran şovenizm zehrine, neredeyse her sene bir başkası getirilen, ailelerimizle birlikte bizleri boğan sınavlara karşı nasıl mücadele etmemiz gerektiğini tartışacağız. Sadece tartışmakla da yetinmeyecek lise çalışmamıza dönük bir mücadele programı ve yol haritası çıkaracağız. Birilerinin konuştuğu diğerlerinin dinlediği işlevsiz toplantılar değil, canlı tartışmaların yaşandığı, çözüm önerilerinin konulduğu, ortak aklı ve iradeyi ortaya çıkaran, mücadeleci sunumların, tartışmaların yanı sıra tiyatro gösterimlerinden, fotoğraf sergilerine, şiir- müzik dinletilerine, belgesel gösterimlerine kadar kültür-sanat alanındaki üretimlerimizle de birleştireceğimiz hazırlık kurultayları, lise toplantıları ve bölgesel kurultaylar olacak. Şimdiden başlayarak okullarımızda yaşadığımız sorunlar üzerinden geniş katılımlı toplantılar almalı, program çıkarmalı, örgütlenme çalışmaları noktasında Kurultay Hazırlık Komitelerini kurmalı, süreklileştireceğimiz ajitasyon, propaganda çalışmalarıyla birlikte eylem ve etkinliklerle hareketli bir hazırlık süreci örmeliyiz.

15

Şimdi ÖB’lerde örgütlenme, yeni ÖB’ler yaratma ve bölgesel kurultayları örgütleme zamanı! n


faşizm ve

kitle

militanlıgı

Faşizmin ‘geleneksel’ saldırı biçimlerinin fazlasıyla işlerlik kazandığı, havuç-sopa ikilisinden sopanın giderek daha öne çıktığı günlerden geçiyoruz. ‘Dur ihtarı’na uymadığı için sokak ortasında polis kurşunuyla katledilenler, işkencede ölümler, kitle eylemlerine saldırılar, her köşe başında kimlik kontrolleri gündelik haberlere dönüşmeye başlarken, giderek daha da ‘resmileşen’ sivil faşist saldırılar da artış gösteriyor. ‘AB’lileşme, demokratikleşme’ teraneleri arasında birkaç yıl öncesine kadar yaratılan sanal sütliman ortamının hızla yerini sert faşist müdahalelere bıraktığını, devlet aygıtı cephesinden buna uygun düzenlemelerin yapıldığını (yeni Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu -PVSK- gibi) ve ‘demokratikleşme’ vitrininin herkesin gözü önünde şangırtıyla indiğini görmek zor değil. Yeni mi? Değil. Şaşırtıcı mı? Değil. Bu ülkede faşizmin kanlı tarihini; Dersim katliamını, 77 1 Mayıs’ını, işçi grevlerinin taranmasını, Kürt köylerinin yakılmasını, Maraş’ı, Çorum’u, 12 Eylül işkencehanelerini bilenler için pek de şaşırtıcı değil. Burjuvazinin iktidar biçimi olarak faşizm bu ülkede hiçbir zaman gündemden düşmedi ancak özellikle bu dönem faşist saldırıları anlarken, keskinleşen sınıf çelişkilerini iyice ortaya döken krizin ve emekçilerin/Kürt halkının yakıcılaşan özgürlük özleminin yaratacağı olası toplumsal patlamaları dizginlemek ve bunların rejimi sarsıcı niteliğe bürünmesinin önüne geçmek gibi ‘özel’ bir temel parametrenin de devreye girdiğini görmek gerekir.

‘Kitle adına’ kitlenin geri bilincinin dahi gerisine düşen anlayışlar istedikleri kadar kendilerini ‘gençliğin öncüleri’ ilan etsinler hayatta bir hükmü yoktur

16

Sınıf hareketinde göreli bir hızlanma, son bir buçuk yıldır birbiri ardına gelen onlarca irili ufaklı grev ve direnişle kendini gösteriyor. Özellikle 2007 ve 2008 Taksim 1 Mayıs’ları ve son aylarda kendi çapını aşan, sınırları zorlayan işgalli-çatışmalı işçi direnişleri ile çıta yükseliyor. Bir yandan ise krizin etkisi olan yoksunlaşmayla beraber zamlara, yoksulluğa, hak gasplarına karşı başlayan eylemler henüz alt perdede seyretse de bir yükseliş eğilimi taşıyor. Sınıfların cepheden karşı karşıya geldiği bu gibi durumlarda burjuva sınıfı ve onun aygıtı devlet faşist zora başvurmaktan (grev kırıcıları saldırtmak, polis-jandarma baskınları yapmak, işçi eylemlerine joplu gazlı saldırılar gibi) geri durmuyor. Faşist devlet terörünü yasalaştıran PVSK ile sokak ortasında infazların bilançosu her geçen gün kabarıyor. Öte yandan Kürt halkına yönelik baskılar, iç ve dış operasyonlar, yürütülen kirli savaş ile şovenist etkinin kitle zemini bularak ’sivil’ linç güruhları yaratılması ve 6-7 Eylül olaylarına benzer yağma ve talan sahnelerinin yaşanması gibi ‘resmi’ ve kontra biçimler iç içe geçerek gelişen faşist saldırı dalgası da sıcaklığını koruyor. Tüm bunlarla bağlantısı içerisinde üniversite ve liselerde her dönem yaşanan resmi ve sivil faşist saldırılar sürekli yeni örneklerle güncelleniyor. Bu tabloya bir dizi bileşen daha eklemek ve toplam tabloyu uzun uzadıya analiz etmek mümkün ancak bu yazıda bunu yapmayacağız. Şimdilik sadece kriz, yoksulluk ve özgürlük yoksunluğu ile

patlama dinamiklerinin harekete geçtiğini ve rejimi sarsma tehlikesi olan bu dinamiklerin bastırılması için merkezileşen faşist devlet terörünün de, aynı ellerle harekete geçirilen sivil faşist saldırıların da hız ve yaygınlık kazanacağını öngörmekle yetinelim.

Gençlik hareketinde devrimci önderlik sorumluluğu 
Toplam resme baktığımızda kolaylıkla görülebilir ki antifaşist mücadelenin bugünkü seyri (istisnai örnekleri dışında tutacak olursak), saldırıları göğüsleyip geri püskürtecek asgari bir savunma çizgisinin dahi altında kalmaktadır. Son dönemlerin bilindik örneklerinden; Balıkesir‘de şovenist galeyana gelen linç güruhunun şehri yağmalaması ve peşisıra Balıkesir Üniversitesi’nde Kürt öğrencilere saldırılması, İTÜ‘de faşist Sancak dergisi satışı sırasında dört devrimcinin bıçaklanması, Mersin‘de üç Kürt öğrencinin evinin faşistler tarafından silahlarla basılması, AÜ DTCF‘de ‘gelenekselleşen’ faşist saldırılar gibi daha onlarca örneğini verebileceğimiz süreçlerin ortak özelliği, bu saldırıları karşılayan ve üzerine çıkan antifaşist mücadele sürekliliğinin örülememesidir. Gerek sivil faşist kudurganlığa gerekse her biçimiyle faşist devlet terörüne karşı mücadelenin tek bir biçimi, aracı, yöntemi yoktur; olmamalıdır da. Cezalandırmalardan kitlesel antifaşist eylemlere, kampanyalardan boykotlara, işgallere, etkin teşhir faaliyetinden faşistlerin kitle bağlarını kesmeye kadar birçok araç yöntem kullanı-


labilir ve her biri de farklı bir gereklilik üzerine oturarak birbirini bütünler. Burada önemli olan antifaşist mücadeleyi ‘testi kırılmadan’ da gündem edinmek, sürekli bir faaliyet haline getirmektir. Gençlik hareketinde düşüş dönemlerinin bir klasiği haline gelen saldırı olunca faşistin faşist olduğunun akla gelmesi, faşist saldırılara karşı ‘basın açıklamalarıyla’ yetinilmesi ve özellikle bazı gençlik örgütlerince ezber haline gelen ‘Önce iyice bir teşhir edelim’ci yaklaşımlar ile yıllardır -doğal olarak- bir arpa boyu yol alınamamış, gençlik hareketinin doğalı addedilen refleksler dahi oldukça zayıflamıştır. Benzer bir anlayış ve pasif ruh halinin yansıması olarak özgürlük alanlarının daraltılmasına karşı mücadele örülmesi noktasında da atıl kalınmaktadır. Okullarda/illerde ÖGB, polis, jandarma varlığı ve bunların söz-eylem-örgütlenmeye yönelik müdahaleleri baz alınır, yapılacak a/p çalışmaları, yapılacak eylemin yeri hatta oturulacak kantinler bile (!) bunlara göre belirlenir hale gelebilmektedir. Bu geri ezberlerden bazıları, herhangi bir müdahaleyle karşılaşılmadığı durumlarda dahi ıslak maymunlar hikayesindeki ‘öğrenilmiş çaresizlik’ örneği gibi kitle psikolojisi içerisinde yeniden üretilmektedir (Şuraya afiş asılmaz, Burada eylem yapılmaz, A’dan B’ye yürünürse müdahale olur, Solcular X kantininde oturur Y’de oturmaz’ vb). Gençlik hareketinin düzeyi bu mudur? Bunu kabul etmiyoruz, bu düzeye teslim olmuyoruz! Gençlik hareketinde devrimci önderlik sorumluluğu, kitlelerle beraber hareketin kendisini ileriye taşımakla koşulludur. Kendiliğindencilik, koşulları olduğu gibi kabul ederek onlara tabi olma, uyarlanmacılık bizden uzak olsun, özellikle böylesi bir dönemde. ‘Kitle adına’ kitlenin geri bilincinin dahi gerisine düşen anlayışlar istedikleri kadar kendilerini ‘gençliğin öncüleri’ ilan etsinler hayatta bir hükmü yoktur. Bugün devrimci önderlik sorumluluğu, sınırları zorlamayı ve bun-

dan da ötesi kitleler içinde sınırları zorlamayı örgütlemeyi gerektirir.

Öncü çıkışlar ile kitle militanlığı diyalektiği 
Havanın giderek sertleştiği, çelişkilerin keskinleştiği/berraklaştığı şu günlerde, kitle eylemlerinde birikmiş tepkilerin bir militanlaşma eğilimi doğurduğunu ve bunun giderek artan sıklıkta görünür hale geldiğini tespit edebiliriz. İstanbul’da 22 Kasım Eğitim Sen yürüyüşünde gösterilen kararlılık-

Ankara kriz mitingi 29 Kasım 2008

Hareket içerisinde ön açmak, kitle militanlığını tetiklemek, hatta bazen sadece bir şeylerin ‘yapılabilir’ olduğunu göstermek için dahi kimi öncü çıkışlar bugün gençlik hareketinin ihtiyacıdır

17

la barikatların açılması, 29 Kasım merkezi Ankara kriz mitinginde arama noktasında çıkan arbedenin bir saat süren kitlesel bir çatışmaya dönüşmesi örnekleri henüz hafızalarda tazedir. Hatta bırakalım örgütlü eylemleri, İstanbul Uğur Mumcu Mahallesi’nde trafik kazasında ölen bir çocuğun cenazesinin hızla belediyeye yönelen taşlı sopalı bir eyleme dönüşmesi, kitlelerde biriken patlamaya hazır öfke potansiyellerini göstermesi anlamıyla iyi bir örnektir. Kitle militanlığı, böylesi bir dönemin temel ayırdedici belirleyeni olacaktır. Sınıf hareketi için de, giderek onun daha içerden bir bileşeni haline gelen gençlik hareketi için de kitle militanlığı, hareketin kimi eşikleri atlaması, değiştirebilme gücüne güven ve kazanımlar sağlayarak ilerleme anlamıyla kilit halkayı oluşturmaktadır. Kitle militanlığından neyi anlıyoruz? En başta kafaca militanlaşma, sınırları aşma iradesi ile yönelimi ve giderek kafaca sistem dışılaşmayı anlıyoruz. Kitle militanlığı derken

salt birkaç kişi ya da grubun militanlığını değil, harekete geçen kitlenin bir bütün olarak havasının değişmesini, mevcut sınırlarını zorlamasını kastediyoruz. Bugün gelişen süreç içerisinde zemin kaynamakta, yerinde müdahalelerle bu çok daha olanaklı hale gelmektedir. Hareket içerisinde ön açmak, kitle militanlığını tetiklemek, hatta bazen sadece birşeylerin ‘yapılabilir’ olduğunu göstermek için dahi kimi öncü çıkışlar bugün gençlik hareketinin ihtiyacıdır. Bu öncü çıkışları kitlelerden

kopuk bir ‘öncü savaşı’ mantığıyla değil, tam da onu geliştirecek yol açacak ‘buz kıran’ müdahaleler olarak kavrıyoruz. En ufak hak talebi ya da protesto gösterisinden geniş kitle eylemlerine, gençlik kitlelerinin bulunduğu her alanı siyasallaştırmak, sınırları zorlamak; faşist devlet terörüne karşı oluşmaya başlayan toplumsal huzursuzluğu -Yunanistan örneğinde olduğu gibikitlesel militan bir karşı duruşa dönüştürmek, faşizme ve şovenist zehire karşı Türk ve Kürt gençleri olarak halkların kardeşliği bayrağını yükselterek güçlü bir yumruğa dönüşmek, teşhir-tecrit gibi yöntemlerin tek başlarına yeterli olmadıklarını unutmayıp faşistleri görüldükleri her yerde cezalandırmayı doğallaştırmak, faşist odakları sahiplerinin başlarına yıkmak; toplamda, gücümüzü aldığımız sosyalizmin ışığında vereceğimiz militan demokrasi mücadelesi, bugün omuzlarımızda duran güncel görevlerdir. n


Eğitim Emekçileri Kurultayı kitabı çıktı! Eğitim Emekçileri Derneği’ne üye ücretli/vekil/sözleşmeli/kadrolu öğretmenler, dershane öğretmenleri, fen-edebiyat ve eğitim fakültesi öğrencileri, akademisyenler ile konukların katıldığı 2829 Ocak 2008 tarihinde Ankara’da gerçekleştirilen Eğitim Emekçileri Kurultayı‘nın belgeleri kitap halinde yayınlandı. Kurultaya nasıl hazırlanıldığını, kurultaya sunulan tebliğleri, akademisyenlerin yapmış oldukları sunumları, konular üzerine yapılan tartışmaları ve kurultayın sonucunda alınan kararları ve en önemlisi eğitim alanında bundan sonraki süreçte nasıl bir mücadele hattı izlenmesine dair belirlemeleri içeren kitabı sizlere sunuyoruz. Kitaba; bir çok ilden eğitim emekçilerinin, eğitimci adayları öğrencilerin kurultay hazırlık sürecinde yapmış oldukları çalışmaların, deneyimlerin soluğunu aktı. Bunların anlatıldığı kitabın ilk bölümünde, niçin böyle bir kurultaya ihtiyaç duyulduğu ve kurultayı örgütlerken derneğin bir çok ilde yaptığı çalışmalar ve hazırlıklar yer alıyor. Kurultay öncesi çalışmaların içerisinden çıkan Eğitim Emekçileri Derneği‘nin yol haritasını çizen ve aslında eğitim emekçileri mücadelesinde hareket ve perspektifin ortaya konduğu tebliğler kitabın ikinci bölümünü oluşturuyor. ‘Öğretmenin Cumhuriyet Tarihindeki Dönüşümü’
, ‘12 Eylül’den Bugüne Öğretmen Hareketi
‘, ‘Sermaye ve Öğretmen
‘, ‘Kolektif İşçi Bilin
 ibi temel başlıklar altında ele ci’ g alınan tebliğlerde; eğitim emekçileri hareketi tarihsel gelişimi içinde mercek altına alınmış, öğretmenin mesleksel dönüşümünü ve prole-

terleşme sürecini ayrıntılı olarak ele alarak bilimsel bir bakış açısı ile değerlendirilmiştir. Eğitim alanında yaşanan neoliberal yeniden yapılandırma, bu alanda yaşanan sermaye birikim ve merkezileşmesinin sonuçları bilimsel bir bakış açısı ile ele alınırken, buradan çıkarılan sonuçlar dahilinde yeni mücadele düzleminin nasıl olması gerektiği açığa çıkarılmıştır. Ve bugün; eğitim alanındaki tüm eğitim bileşenlerini örgütleyecek yeni bir mücadele anlayışının gerekliliği vurgulanmıştır. Bu değerlendirmeler sonucunda yeni mücadele düzleminin, işçi sınıfının bir parçası olan öğretmenlerin devrimci proleter temelde mücadelesinin nasıl olması gerektiği somutlaştırılmış ve bu bilinçle öncü bir eğitimci kuşağı yaratmanın gerekliliği vurgusu yer almaktadır. Kurultaya katılarak destek veren ve eğitim emekçilerinin mücadelesine katkı sunan akademisyenlerin sunumları da kitapta; “Uluslararası Mücadele Deneyimleri” (Deniz Yıldırım, Eğitim-Sen), “Yeni Liberal Politikaların Eğitime Etkileri” (Prof. Dr. Necla Kurul Tural), “Öğretmen İmgesinde Neoliberal Dönüşüm” (Prof. Dr. Işıl Ünal) başlıklarıyla yer bulmuştur. Kurultayda; kadrolu öğretmenler, sözleşmeli öğretmenler, ücretli öğretmenler, dershane öğretmenleri, Fen-Edebiyat ve Eğitim Fakültesi öğrencileri ile öğrenci velileri kendi alanlarından aktardıkları sorunlar ve bu sorunlara getirdikleri çözüm önerileri ile bir bütünlüğün yakalanmasını sağlamışlardır. Her biri bu kesimlerin soluğunu taşıyan bu tebliğler; öğretmenlik alanında yaşanan

Kitapta temel amaç derlenen bu birikimin emekçi öğretmenler arasında somut maddi bir güce evrilip mücadele alanına akıtılmasını sağlamaktır

18

dönüşümü, parçalanmışlığı ve içine girilen rekabeti gözler önüne sererken, kazanımın ve kurtuluşun ancak birlikte olmaktan ve mücadele etmekten geçtiğini bir kez daha vurguluyor. Kurultay kitabı sadece sorunların sıralandığı bir içeriğe sahip değildir. Sorunlardan nasıl kurtulunacağına dair belirlemelerin yapıldığı, bugünün ve yarının mücadele araç ve yöntemlerinin nasıl olması gerektiğini belirleyen kararlı bir duruşa sahiptir. Kitapta eğitim emekçileri hareketine dair bugüne kadar söylenmeyenler söylenmiş olup çözüm için güçlü bir ışık yaratılmıştır. Bir birikim yoğrularak açığa çıkarılmıştır. Amaç bu derlenen birikimin emekçi öğretmenler arasında somut maddi bir güce evrilip mücadele alanına akıtılmasını sağlamaktır. Kitap, Eğitim Emekçileri Derneği’nin interet sitesi www.egitimemekcileridernegi.org adresine gönderilecek mesajlarla talep edilebilir. Eğitim Emekçileri Kurultayı kitabının öğretmenlerin mücadele hareketine ve geleceğin eğitimcileri olan öğrencilere şimdiden ışık tutacağını düşünüyor, bu yolda bir katkı olmasını diliyoruz. n


=

raporlardaki CIGLIK =

Bedeni titreyerek
soluk alışlarına karışıyor kini.
 Çırılçıplak ama üşümüyor,
bulanık göz yaşları arasında
 insan arıyor göz bebekleri.
 Mor vücutlu kız k 
 ırık eliyle betonu tutuyor,
 hava aydınlanmak üzere
 karanlık ve korkunç bir gecenin ardından... Bir kadın çığlığıdır bu mısralar. Tecavüze ve tacize uğramış binlerce kadının saniyeler içinde yaşadıklarını anlatır. Televizyonda ya da gazetelerde bir gün olsun ki tecavüz ve taciz haberleri görmeyelim, okumayalım. Kapitalizmin çürümüşlüğünü tüm biçimleriyle yaşayan kadınlar, her an emeklerine, bedenlerine ve ruhlarına dönük saldırılarla karşı karşıya kalmaktadır. Okullarda, cezaevlerinde, bakım evlerinde, evlerinde, sokaklarda, işyerlerinde saldırıya, cinsel istismara uğrayan kadınların sayısı giderek artmaktadır. Mide bulandırıcı çok sayıda olayı ve sistemin bunları aklama örneklerini günlük gazetelerde çokça bulabiliriz. Mahkemelerin, tecavüze uğrayan Rus kadınları için “Zaten fuhuş için Türkiye’ye geliyorlar” gerekçesiyle, tecavüzcülere ceza vermeden serbest bıraktığı, aynı kararın tecavüzcünün evlenmek istemesi durumunda da verildiği bir yerde cezaevlerinde tutuklu kadınlara yapılan saldırılar ve aynı şekilde gözaltında gerçekleşen tacizler tüm rezilliğiyle artacaktır ve artıyor da. Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu’na 11 yılda yapılan başvuru sayısı 294. Bu rakamın 71′i tecavüz başvurusu. 2 kadın tecavüze uğradıktan sonra intihar etti; 2 kadın da işkence sonucu öldürüldü. Genç kadınların namus bekçiliğine soyunan yurtlara ya da okullara ne demeli? Geçtiğimiz günlerde Beşiktaş’ta bir ihbar üzerine polis kız yurdunu bastı. Polisler, genç kadınlara, “Yurttaki kızlar hamile mi?”, “Yurda erkekler girip çıkıyor mu?” sorularını yöneltmişti. Aynı şekilde Avcılar’daki Emel Kız Öğrenci Yurdu’nda kalan üniversite öğrencisi C.G’den boynunda bulunan kızarıklık nedeniyle yurt yönetimi bekâret testi istedi. Taciz ve tecavüzü gelenek haline getiren polis, yurtlara girip namus “nasihatı” etmekte. Kadını cinsel meta olarak gören, onu pazarlamayı sektör haline getiren sistem kadınları baskı altına almakta da her yola başvurmakta. Sözgelimi, yurtlarda, genç kadınların yurda akşam giriş saatleri erkek yurtlarına göre daha erkendir. Yemeklere atılan güya cinsellik isteğini azaltan ilaçlar ve bekaret testleri. Sokakta yürürken karşılaştığımız polislerin çok yönlü tacizleriyle karşı karşıya kalmayanımız var mıdır? Öldürülen PKK militanlarına tecavüz eden askerlerin “gururla” anlattıkları iğrençliklerini duymayan var mı?

yatlarımızın ne kadar ucuz ve değersiz olduğunu gösteren yazılı belgeler. Sistem, mahkemeleriyle, yasalarıyla kadınlara yönelik tavrını net bir şekilde ortaya koyuyor. Mahkemeleri, bırakalım tecavüz olaylarına engel olacak kararları almasını, tecavüz edeni suçsuz gösterip bu rezilliğin kendisini meşrulaştırıyor. Yargılamalar neredeyse ödüllendirme törenlerine dönüştürülüyor. Bununla da yetinilmiyor, tecavüzü suç olmaktan çıkaracak yasal değişiklik hazırlıkları yapılıyor. Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) değişiklik yapılması için oluşturulan komisyonda tartışılan önerilerin bir kısmı şöyle: Cinsel istismar suçlarında yaş sınırının 14′e düşürülmesi. (Bu, cinsel istismar mağdurlarının 14 ve altındaki yaşlarda bulunması halinde, mağdur yerine ailesinin şikayetçi olma şartının aranması anlamına geliyor.) Yine 14 yaş sınırında, tecavüzcünün evlenmeyi kabul etmesi halinde cezadan kurtulması. Eşe yönelik tecavüzün para cezası ile sınırlandırılması ve ceza ertelemenin yolunun açılması. Bunlarla birlikte çocuk kaçırmalarında çocuğun isteği varsa, kaçırmanın da suç sayılmaması. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Tecavüz olayları giderek sıradanlaşıyor ve “tüh yine mi”nin ötesine gidemeyen bir hal almakta. Peki biz mahkemelerden çıkacak kararları mı bekleyeceğiz? Yukarda sıraladığımız olaylara, alçaklığa sesiz mi kalmalıyız? Elbette hayır. Tüm bunlar münferit olaylar olarak görülemez; çünkü eğer bir olay değişik yerlerde ve uzun süre yaşanıyorsa o artık toplumsal bir sorunun işaretidir ve bu da toplumsal bir müdahaleyi, toplumsal bir çözümü gündeme getirir. Cinsel saldırganlık, taciz, tecavüz gibi iğrençlikler de çürüyen kapitalist sistemin kendisiyle birlikte sadece ve tek başına kadınları değil, tüm bir toplumu çürüttüğünün, sefilleştirdiğinin somut delilleridir. İşte tam da bu yüzden işyerinde, okullarda, cezaevlerinde, sokakta ve her yerde kadına dönük her türlü şiddete, aşağılamaya ve cinsel saldırganlık ve istismara karşı mücadelemiz kapitalizmi hedeflemelidir.

Bununla birlikte her “münferit” olayda da karşılarına dikilmeliyiz. Kadına yönelik şiddet ve tecavüzün teşhirinden, taciz-tecavüz olaylarına karşı eylem ve etkinliklere, kampanyalara, geniş kadın toplantılarından cezalandırmalara kadar süren bir planla önümüzü açmalıyız. Raporlardaki kadın çığlıklarını sokaklara dökmeliyiz. Bizler için “sağlıklı” bir toplum, “sağlıklı” bir ruh ve “sağlıklı” bir beden ancak bu sistemin yok edilmesiyle mümkündür. Bir babanın kızına tecavüz ettiği ve yasalarca da durumun korunduğu bu sistemi tarihin Hayatlarımız gün geçtikçe daha da değersizleştirili- çöplüğüne atmaktan başka kurtuluş yolu yok. yor, geleceksizlik damarlarımızdaki kanla birleşiyor. İstanbul’dan bir DPG okuru “Ruh sağlığının bozulmadığına ilişkin rapor”lar ha-

19

Cinsel saldırganlık, taciz, tecavüz gibi iğrençlikler de çürüyen kapitalist sistemin kendisiyle birlikte sadece ve tek başına kadınları değil, tüm bir toplumu çürüttüğünün, sefilleştirdiğinin somut delilleridir


-

-

‘gelecegin gelecegin degerlerini üret üretmek’ Kültür, lt r, sanat, bilim ve felsefede burjuva ideolojisine karşı açılan cephe olan Üreti-Yorum üzerine beyin fırtınası niteliğindeki bir denemeye yer veriyoruz Elimizde, henüz ilk ilmekleri işlenmiş, yünü karman çorman, bol renkli, ne olacağı belli nasıl olacağı ise tam belli olmayan, ama estetik bir nesneye evrileceğinden emin olduğumuz bir örgü var. Üreti-Yorum denen bu örgüyü işlemek hem heyecan verici, hem gerilim yaratıcı bir zanaat. Kimi zaman biraz hazır bilgi-biraz el yordamıyla elimizin alıştığı ve hızla geliştirmeye başladığımız bir örgü bu, kimi zaman da yetemez/yetişememezlik duygusuyla durakladığımız; işin güzelliğinden etkilenip, işin zorluğundan irkildiğimiz… Küçük ilmeklere, ayrıntılara takılıp kalmakla, büyük eserin hayali içinde kaybolmak arasında gidip geldiğimiz…
 Üreti-Yorum’u örgüye benzetiyorsak, yukarıda kullandığımız küçük metaforların yardımcılığından kaynaklanıyor bu. Örgü deyince yaşlı kadınların ‘uğraş’ edinerek vakit geçirdikleri, “boşlukları dolduran” bir işi anlıyorsak, ilk işimiz bütün algımızı tepe taklak etmek olsun: Yapmak için yola çıktığımız işi buluşturabileceğimiz en geniş tanımla buluşturmalıyız, bugüne kadar onlarca farklı tanım üretmiş ve üretecek olsak da: Üreti-Yorum bir kültür hareketi olmalı. Bu anlamda boşluk doldurmak bir yana, belki de bizzat kendisi yaşamda en “boşluk bırakmayan” yaratımız olacak… 
İşimiz ezbere tanımları tekrarlamak değil elbette, yavaş yavaş aşmaya başladığımız ciddi bir eşiği dillendirelim yalnızca: Kültür algılayışımız gelişiyor; onu gözle görülür/elle tutulur sanat eserlerinden ibaret görmeyen; ideoloji, yaşama ve algılama biçimleri, toplumsal gösterge ve simgelerin birliği temelinde daha kapsayıcı bir kültür algılayışına geçiyoruz. Bunun bir kanıtı; Üreti-Yorum serüveni içinde, kimi zaman arızalı tanımlasak da kolektivizm tartışmasının bu denli gündem olmasıdır. Demek ki ilişki kuruş biçimlerinin öneminin ayırdındayız, o halde bu konudaki avantajımızı genele yayalım. Birkaç nokta atışı yapmaya çalışarak:
 Kültür ürünlerinin ve onların gelişmiş bir parçası olan sanat faaliyetlerinin ‘kendinde’ işler olarak algılamadığımızı, onları toplumsal/sınıfsal bakış açımızın kumuyla kardığımızı söylüyoruz sıkça. Bugün ürünlerimizde bu bağlamlılığı biçimli/biçimsiz, öyle ya da böyle kurabildiğimizi söyleyebiliriz. Ama yeteri kadar dert edinmediğimiz ve buluşmakta zorlandığımız bir hedefe arkamıza dönmemize yol açmamalı bu:

Olumlu anlamda “kendinde” hedefleri ve güzergahı olan kültür/sanat üreticileri olmak. Burada kastedilen kendi ekiplerini, ilişkilerini vs. oluşturmak gibi salt örgütsel, ya da şu festivali düzenlemek, bu kampanyayı eylemek gibi salt organizasyonel hedeflendirmeler değil. Total toplumsal hedeflerimizle bağdaşan, ama aşamacı/yararcı darlığı yararak kültürel/sanatsal hedef ve idealler oluşturmak ve izlerinden yürümek… Sanatın “kendi içinde” de hedefleri olduğunu unutmamalı.

Üreti-Yorum bir kültür hareketi olmalı. Bu anlamda boşluk doldurmak bir yana, belki de bizzat kendisi yaşamda en ‘boşluk bırakmayan’ yaratımız olacak...

20

Burjuva kültürü her anlamda genişliyor, yayılıyor. Elitist kültür sanat anlayışı ve bunun karşıtı olarak şekillenen halkçı/geleneksel kültür, çok daha kapsayıcı bir kitle kültürüne bırakıyor yerini. “Ayrıcalıklı sanatçı”, klasik burjuva anlamda “özgür sanat”ıyla beraber tarihe karışıp sıradan meta üreticilsine dönüşmeye başladı. Aynı şekilde “yerelliği” keşfeden postmodernizm, “halk kültürü” denilen birikimlere olan yabancılığı kırdı, onları en biçimsel şekilleriyle ele alıp, kitleselleştirdi, dahası globalleştirdi. Aynı şekilde “muhalif”liği keşfetti, bugünkü içi boşalmış anlamıyla “aykırılık” burjuva sanatının has ‘biçim’lerinden biri haline geldi. Teknik gelişmelerin bilinçli yönlendirilmesiyle, sanal, interaktif ve gerçek kültür ortamlarında etkileşime açık alanlar çoğalıyor. Bu sayede, geniş kitlelerin burjuva sanatının ’seyircisi’ olması durumu, onu yeniden üreten bir “sözde özne” olmasıyla değişiyor: Artık muhatabımız “Ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum” diyen kişilik sayılmaz. 

Özneleşme önemli bir sorunumuz olageldi bizim de. Kaba bir katılımcılık anlayışı kolay kolay kıramadığımız şu koşullarda, burjuva kültürün “haydi gel bizimle ol”undan çok farklı bir yol izlemiyoruz. Bizi ayırtgan kılacak olan, meta tapınmacılığna bağlanan, kendi dilinden konuşmayan, yabancılaşmanın doruk noktası olmuş bir özneleşmenin yerine; ihtiyaçlar temelinde, çok yönlü, parçadan yapılan çalışmaların ve ürünlerin diğerleriyle bağıntısının kurulabildiği ve geliştirici bir özneliktir. Bizim özneleşmemiz farkındalık ve yetkinlik temelinde olmalıdır. Özcesi, bizim için kolektivizm “ne olursa olsun; birlikte yapmak” değildir. Böylesi biçimsel bir özneleşme burjuva kültürünün bir yanılsaması. Yetkinleşmeyi hem kişilerin özneleşmesnin, hem de Üreti-Yorum’un özneleşmesinin değişmez bir parçası olarak özümsememiz gerekiyor.


Yaptığımız hangi işlere Üreti-Yorum adını vermekteyiz? Bu kıstası ne belirlemektedir ve ne belirlemelidir? Birbirinden çok farklı toplumsal alanlarda (okul, mahalle, fabrika), farklı kimliklerle (öğrenci, sanatçı, işçi), çok çeşitli sosyalleşme kanalları (sanat dalları, tartışma, spor vs.) yakalayabiliyoruz. Elbette ki “devrimci sosyalist içeriklendirme” gibi bir kıstasla faaliyeti sınırlandıramayız. Ya da “asgari bir nitelik” diyen birine de bu niteliği hangi sanatsal/toplumsal gözlüğe göre belirlediğini sormamız gerekir. Ne “üretme” eylemini amaçlaştırabiliriz, ne “ilişki geliştirme”yi, ne “politikleştirme”yi, ne de “uzmanlaşma”yı… Saydıklarımızın hepsi gözetilesi ve birbirine bağlanan yönelimler olmakla beraber, Üreti-Yorum’un temel ölçütü olmaya en değer şey, yetkin bir kültür/değer üretim merkezi olmaktır diyebiliriz. 
İçinde taşıdığı en kof, en yabancılaştırıcı iletilere rağmen burjuva kültürü egemenliğli nasıl arttırarak sürdürmektedir? Her gün yeni bir biçimle, yaşamnda giderek daha az boşluk (zamansal, mekansal vs.) bırakarak kitlelerin karşısına çıkarak… Görsel, işitsel, enformasyonel, simgesel vs. çeşitli varyantlarla kültür yeniden üretilir ve bunlar içlerinden yeni yeni biçimler peydah olurken; biz klişeleşmiş bir imgenin yerine yenisini koyamıyorsak, kulağımıza yabancı gelen ezgilere hala daha önyargılıysak, kullandığımız sözcüklerin toplamı ufak bir cep sözlüğünü dolduramayacak kadarsa, ve en önemlisi bütün bunların birbirleri arasındaki ve yaşamla/mücadelemizle arasında olan bağını kuramıyorsak, o zaman Üreti-Yorum’la daha yapacağımız çok iş var demektir.
 Artık daha az boşluk var dedik. Otobüs beklediğimiz durağın bile bir “meta kulübesi”ne dönüştüğünü farkediyoruz bazen. İleti bombardımanı, yoğun ve hızlı yaşanan kültürel ortamlar, algı/bilinçleri de kendine göre şekillendirip hızlı ve yüzeysel çalışan bir akıl yaratıyor. Bu durum, kapitalizm eseri tasvip edemeyeceğimiz bir defo olmakla beraber, üretimlerimizin göz önüne alması gereken toplumsal bir gerçeklik de aynı zamanda. Bugün kültür faaliyetlerimizi neredeyse bir ‘kaçış’ olmaya sürükleyen klasik ‘etkinlikçilik, dinleticilik, söyleşicilik’ işlerinin alternatifi spontan, simülatif, “yerinde” etkinlikler konusunda belli nüveler verdik de. (sokakta etkinlik çağrısı, drama çalışmaları, kamptaki ‘ekmek’ şakası vs.) “Yaşatma”nın “anlatma”dan daha yetkin bir araç olduğunu yeni keşfediyoruz. “Doğrudan” araçları kullanabilen bir yönelimle, ufkumuzda “durak süsleyen” bir Üreti-Yorum olmalı örneğin!.. 
Bunun yanında, ihmal etmeyi bir kenara bırakalım, üreteceği, dahası yeni olanaklarla eski ürünlerin de üzerine çıkartacağı ‘büyük anlatılar’dan da sorumludur Üreti-Yorum. Çeşitli araçların

ve disiplinlerin seferber edildiği, çoklu bağlamların iç içe geçirildiği üretimler… Bu tip işlerimizde yetkineşmenin ve uzun vadeli hedeflerin adresi olan atölye çalışmaları önem kazanıyor. 
Bu gibi ağırlığı olan nitelik yoğun işlerde de, “yaşatma”nın önemi büyüktür. Unutmayalım, sanat düşüncelerden çok duygulara hitap eder. ‘Olan’ı anlatır, ‘olması gereken’e ulaşmak karşıdakinin işidir. Sözgelimi; “faşizm”i ele alan bir eser, içerikbiçim ilişkisini doğru kurmuşsa, gerekli yetkinliğe ulaşmışsa, “anti-faşizm”i betimlemek zorunda değildir. Aynı şekilde, üretim süreci; faşizmin ‘politik’ bir tahlilinden ziyade, ‘korku, baskı, direnme’ gibi duyguların tahliline ihtiyaç duyar. Üreti-Yorum da, sanatsal duyarlılığını geliştirdikçe, tümevarımcılığın ve didaktizmin sınırlarını hızla aşacak… 
Var olmanın kanıtı değer üretmektir. Eski, yeni, yoz, ileri, bireysel, kolektif; ama her toplum gibi günümüz kapitalist toplumu da bir değerler denizi… Devrimci kültürün “değer savunma”ya sıkıştığı bir dönemde Üreti-Yorum‘un varoluş nedeni de bu olmalı: Geçmişe ait değerlerin arkeolojisini yapmak, bugünün değerlerini doğru yerine oturtmak ve hepsinden önemlisi geleceğe ait değerler üretmek… Bugüne kadar yaptığımız organizasyonlar, çıkardığımız ürünler, Üreti-Yorum’un kendisi üzerine ettiğimiz her kelam, bu yolda açtığımız kanallardır. Bu kanallar yeni yeni değerlerle beslendikçe, ancak o zaman yaşamın kendisi olduğumuzu iddia edebileceğiz. Yalnızca mücadele edenler olduğumuzu değil, yaşamın ta kendisi olduğumuzu…

21

İstanbul’dan bir DPG okuru

Üreti-Yorumcular otobüste!

‘Yaşatma’nın ‘anlatma’dan daha yetkin bir araç olduğunu yeni keşfediyoruz. ‘Doğrudan’ araçları kullanabilen bir yönelimle, ufkumuzda ‘durak süsleyen’ bir Üreti-Yorum olmalı örneğin!..


İŞTE MODERN SPOR... Futbolun kendisi kapitalizmin, onun çirkefliklerinin ve krizlerinin orta yerinde, santrada duruyor futbolu oynayarak. Futbolu takip edenler bilir; Liverpool futbol klübü Liverpool liman işçilerinin kurduğu bir takımdır. Liverpool klübünün tarihinde limanlarda, ağır sömürü koşullarında ezilen binlerce işçinin alın teri vardır. “You’ll never walk alone!” (Asla yalnız yürümeyeceksin!) sloganı da Liverpool işçilerinin takımlarına verdikleri desteğin dolayımsız bir ifadesidir.

Yaşam bu sıralar pek kolay değil. Yaratılmak istenen “Sorun yok, her şey kontrol altında” söylemlerine rağmen biliyoruz ters giden bir şeyler olduğunu. Hissediyoruz, görüyoruz; ve hemen ardından şu cümleyi kuruyoruz: Bizimkisi de yaşam mı be? Açıyoruz Amerikan dizilerini, filmlerini… İşte yaşam orada diyoruz; süper evler, uçak gibi otomobiller, dünyayı kurtaran insanlar ve daha niceleri. Ama bir şeye daha tanık oluyoruz: Bu “harika” düzen de, kumdan kaleler de bozulmuş. Niye? Kriz varmış… Değişmeyeceğini düşündüğümüz, kıskandığımız yaşamlar, sahneler tuzla buz olmuş ve hemen ardından işsizlik, yoksulluk, açlık… Neredesiniz dünyayı yerinden oynatabilen süper kahramanlar? Gelin ve bu canavarla başa çıkın… Ses yok! Sadece gerçekler var, yüzleşeceğimiz… “Sen oku hele”… Peki okuyalım ama nereye kadar? Binbir güçlükle oku ancak iş yok ki çalışasın. İş buldun… Bütün yaşamın kurtuldu mu sanıyorsun? Tam tersine esirleşti. Sadece üç kuruş için hem de. Evden işe, işten eve… Çalıştığın süreler mi geride kalan saatlerin için rahatlık sağlıyor yoksa kalan saatlerin mi seni kölece çalıştığın saatlere hazırlıyor? Böyle bir yaşantımız var işte. Sıkıntı üzerine sıkıntı, sorun üzerine sorun, kriz üzerine kriz. Spor tam da burada devreye giriyor. Bizler için spor boş zamanlarımızı değerlendirme, kolektif etkinliklerden keyif alma ve kendini fiziksel ve ruhsal yönden geliştirme; emperyalist kapitalist barbarlık içinse artıdeğere el koyma ve insanları manipüle etme, uyutma aracı… Dizisiz yapamayanlara yorgun argın gelinen işten sonra dizi izlemek ne etki ediyorsa, spor meraklılarına bu tarz etkinlikleri izlemek de benzer etkileri yapıyor olsa gerek. Özellikle de futbolseverlere.

İşte bu Liverpool takımı işçilerin artı-ürünlerine el koyan kapitalistler tarafından satın alınmak isteniyor, belki de satıldı şu sıralar. Bilet fiyatları mı artar? Hisseleri mi satılır? İstediği zaman menajerleri mi gönderilir? Bilemeyiz. Top patronda…

‘Oligarşicilik’ oyunu

Patronlar, stadyum gelirlerinden arazi rantlarına kadar saymakla bitmeyecek noktalarda korkunç karlar elde etmekteler

Peki ya bugün spor ve spora yapılan olumlu-olumsuz müdahalelerin etkilerini rahatça görebildiğimiz futbol dünyada ve ülkemizde ne durumda? Alıyoruz gazeteleri, okuyoruz spor yazarlarını. Birkaç değerli istisna dışında aynı tekerlemeler… Şu tespit artık yapılmalı: Hiçbir spor dalı bizlere binbir sıkıntı yaşadığımız bu düzenden kopuş sağlamıyor. Tam tersi, sporun kendisi kapitalizmin, onun çirkefliklerinin ve de krizlerinin orta yerinde, santrada duruyor. Futbol nasıl doğdu? Ürettikleri artı-değere kapitalistlerin vahşice el koyduğu İngiliz işçileri ne yapsın; uzun çalışma saatleri dışındaki açlıkla geçen zamanlarında nasıl oyalansın? Tabii ki futbolu icat ederek,

Ülkemizde de durum pek iç açıcı değil. “Biz sömürüde tüm dünyayı geride bırakırız evelallah” şiarıyla hareket eden patronlar futboldan da kazanç sağlayabileceklerini farkeder farketmez hemen pençelerini buralara uzatmışlar, stadyum gelirlerinden arazi rantına kadar saymakla bitiremeyeceğimiz noktalarda korkunç karlar, avantajlar elde etmişler, ediyorlar ve devamlı bunun yeni yollarını yaratmaya çalışıyorlar. Futbol yönetimimiz ise içler acısı. Başını -şimdi adlarını söylemeyelim ama rahatlıkla tahmin edebileceğiniz- üç İstanbul takımının çektiği, hep onların sözünün geçtiği, bütün gelirlerden aslan payının onlar tarafından kapıldığı, her türlü mafyatik ilişkiler ağı içerisinde bulunan yöneticilerin cirit attıkları bir futbol yönetiminden bahsediyoruz. Pek çok spor yazarı bu düzeni “futbol oligarşisi” olarak adlandırıyor ama yine bu yazarlar “oligarşi” üyelerini de sanki gökten düşen raslantısal kişiler olarak görüyor. Bu kişiliklere sınıfsal gözlerle bakamıyorlar ya da bakmak istemiyorlar. Çünkü bu düzenin önemli bir parçası da işverenleri. Böylelikle gerçek bir eleştirisini yaptıklarını düşündükleri bu düzenin sınırlarına hapsoluyorlar. Oysa bu şekillenme olsa olsa kapitalizm menşeili yöneticilerin ve kapitalistlerin oynadıkları bir “oligarşicilik oyunu” olabilir.

Ne yapacağız? Futbolda gidişat böyle. Diğer spor dallarında da benzer tablolar var. Peki bu üzücü görüntülerden hoşlanmayan bizler ne yapacağız? Elbette düzenin her alandaki saldırısına sokakta, açık sahada cevap verecek, alanları rakip takıma dar edeceğiz.

22

İstanbul’dan bir DPG okuru


19 ARALIK KATLİAMINI UNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ! Cezaevlerinde katliamlar, işkence, tecrit ve karşısında devrimci direniş; dışarıda sokak infazları, işten atmalar, grev/eylem yasakları ve karşısında emekçilerin direnişi... Bu yüzden 19 Aralık günceldir! 19 Aralık 2000! Bomba, kurşun, gaz, jop, işkence ve ölüm; baş eğmeyen, diz çökmeyen bir irade, direniş ve yaşam: İki sınıf, iki dünya.. Sınıf kavgasının cezaevleri mevzisinde, her şeyin en uçlarda yaşandığı günler.. 19 Aralık günü 20 hapishaneye eş güdümlü olarak başlatılan ‘’hayata dönüş operasyonu’’ adı altında yapılan katliama ve direnişe tanık olduk.
Devrimci tutsaklar binlerce kimyasal gaz bombasına, yangınlara, mermilere karşı çıplak bedenlerini kalkan etti, namluya sürdüler devrimci iradelerini. 28 şehit, yüzlerce ağır yaralı verdiler ama teslim olmadılar. F Tipi hapishaneleri açmak için girişilen operasyonla devrimci tutsaklar teslim alınacak, emekçi sınıflar böylece susturulacaktı. Hesap buydu. Dönemin Başbakanı Ecevit’in itirafıyla ‘’cezaevleri susturulmadan IMF paketleri uygulanamaz’’dı. Herkes hücreye alınıp susturulacaktı. Bu yüzden F Tipi tecrit şeklini hem devrimci tutsaklara hem de işçi ve emekçilere uygulamak için devrimcilerin tutsak edildiği hapishaneleri zapt etmekle başlanmak istendi. Burjuvazinin hesabı devrimci tutsakların direnişine çarparak bozuldu. 19 Aralık katliamı bu hesabın hapishaneler ayağı olup burada sınıf mücadelesinin önderlerini katletmekten geçeceğine inanan burjuvazi aynı zamanda toplumun duvarsız hapishanelerinde ise hak gasplarıyla, polise verilen sınırsız yetkiyle, yoksullukla, açlıkla, kirli sa-

Kandıra F Tipi’nden TİKB dava tutsağı Mete Tuncer’in çizimi vaşı meşrulaştırıp aynı zamanda işçi ve emekçileri örgütsüzleştirip yalnızlaştırarak, bencilleşmiş tek tip insan yaratmaya çalışmıştır. Bu, işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki sınıf savaşını söyler. Burjuvazinin kendi kokuşmuş düzenini devam ettirmek için en ufak hak alma mücadelesinde sakladığı yüzü –faşizm- kendisini gösterir. Biri açlık içinde ve baskı altında, sadece yaşamını idame ettirmek için bile mücadeleden başka seçeneği olmayan milyonlar-proletarya, diğeri ise zenginlik içindeki bir azınlığın-burjuvazinin karına kar katmak için emekçi sınıfları sonuna kadar sömürmek, bunun için en vahşi baskı yöntemleriyle denetim altında tutmak; işte bu burjuvazi ile proletaryanın uzlaşmaz çelişkisidir.

Bugün hala cezaevlerinde devam eden tecrit, hasta tutsakların tedavi edilmemesi/hücrelerde tutulması, hücre baskınları, görüşe giden ailelere yapılan saldırılar, damga vurularak görüşe çıkarma gibi pek çok saldırılarla 19 Aralık günceldir. Bu saldırılara karşı devrimci tutsaklar içerde direniyor; burjuvazinin bu kirli düzenine karşı dışarıda ise bizler, işçi ve emekçiler mücadeleyi yükseltmeli.

Tecritin olmadığı, daha önemlisi düşüncede tecridin olmadığı bir dünya için mücadele bayrağını yükseltmeliyiz; haramilerin saltanatını yıkana kadar. Lale Çolak, Ali Çamyar, Okan Külekçi, Tuncay Günel ve tüm devrim şehitleri kavga bayrağını bize devrederek aramızdan ayrıldılar. Onu sonuna kadar, sadece faşizmin hücrelerini parçalayana kadar değil, kapitalizmi tarihin çöplüğüne atana, Hayatın her alanında süren, cezaevle- sosyalizmi kurana kadar taşımak boynurinde katliam, işkence ve tecrit, buna muzun borcudur. karşı devrimci direniş; dışarda ise sokak infazları, işten atmalar, grev ve eylem Şehitlerimizin ve 19 Aralık’ın çağrısı yasakları ve bunlara karşı emekçilerin budur! direnişi. Bu yüzden 19 Aralık günceldir. Adana’dan bir DPG okuru

23


ŞİŞEDEKİ MESAJ

Yunanistan’ın isyan ruhuna...

Hayallerimizi yazıp şişelere doldurur Bırakırdık çocukken denizin sularına... Büyüdük, genç olduk Yine ellerimizde şişeler Şimdi bizi hapsettikleri geleceksizlik, tutsaklık, yoksulluk ve yoksunluk hücresini parçalamak, Özlemlerimizi haykırmak için suratlarına... Özgürlük ve sosyalizm sloganlarımızın fitilini yakıp savuruyoruz birer birer sistemin karanlığına!..


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.