SAYFA
2
fierzan’›n ailesinden mesaj Polis kurflunuyla ölen fierzan Kurt’un ailesi taziye çad›r›ndan bar›fl mesajlar› yollad›
SAYFA
7
Umudun fidelerini diktiler Bar›nma hakk› mücadelesinde 5. y›l› geride b›rakan Vadi’de her köfle a¤açland›r›l›yor
SAYFA
13
SAYFA
Suyun bafl›n› tutanlar Tarihte insanlar ‘su’sad›kça ortaya ç›kan gerilimlerin izini sürdük
15
Yerüstünden Notlar Çöken madenci kasabas›n›n foto¤raflarla öyküsü Yerüstünden Notlar’da
11 Haziran 2010 • 1 TL
Y›l 5 • Say› 108
AKP içte ve d›flta krize girdikçe rejimin ezberlerine sar›l›yor
Sıkışıyor, saldırıyor, şaşırtmıyor
‹srail’in gemilere sald›r›s› ile AKP’nin iki yüzlü d›fl siyaseti ortaya ç›kt›. Erdo¤an yine yaln›zca konufltu, ‹srail’le iflbirli¤ini özenle korudu
Kürt aç›l›m›nda da t›kanan AKP, inkar ve imha siyasetine h›z verdi. Çat›flmalar t›rman›yor, seçim öncesi gerici floven iklim k›flk›rt›l›yor
Emek düflmanl›¤› yeni paketlerle sürüyor. Emek ve hak mücadeleleri karfl›s›nda s›k›flan AKP, halk›n örgütü Halkevleri’ne sald›r›yor
Sermaye taarruzda Patronlar›n iste¤i do¤rultusunda haz›rlanan istihdam paketi hükümetin gündeminde. Paket k›dem tazminat›n›n gasp›n›, bölgesel asgari ücret ve istihdam bürolar›n› getiriyor S. 4
Filistin özel eki Halk›n Sesi, Filistin sorununu ve dayan›flma hareketini özel bir ekle ele ald›. Gazetenizle birlikte Filistin ekini istemeyi unutmay›n
AKP’ye ‘şefkat’ tokatı
Aslan sesi ç›kard›¤›n› zanneden adem YOL YAZISI S. 3
Saldırı hak mücadelesine
Gülen, yard›m gemilerine sald›r› sonras› ‘‹srail’in onay› olmadan hareket etmek, otoriteye baflkald›r›d›r’ diyerek ‹slami kesime otoriteye biat mesaj› verdi S. 4
Ülkenin dört yan›nda filizlenen hak mücadeleleri AKP’yi sarsmaya bafllad›. AKP de bu mücadeleleri hedef alan bir operasyon için dü¤meye bast›
Sald›r›lar›n hedefindeki Halkevleri, Ö¤renci Kolektifleri ve Genç Umut sokaklara ç›karak inad›na hak mücadelelerini sürdüreceklerini söyledi S. 3
Kenar Notlar› / Sayfa 2
Ali Ergin Demirhan / Sayfa 4
Ender Helvac›o¤lu / Sayfa 7
Tufan Sertlek / Sayfa 8
Sa¤›m yalan solum yalan
Aktif tafleronun krizi
Ya halk›n komplosu...
Her yerde direnifl
CHP emeğin rüzgarında yolunu arıyor ‘Halkç› Kemal’ sloganlar› eflli¤inde geçen CHP’nin 33. Genel Kurulu, ‘ulusalc›l›k, laiklik’ politikalar›yla baflar› kaydedemeyen CHP’de sol liberal çizginin iflaretlerini gösterdi S. 12
Dünya Kupası’nın 80 yıllık öyküsü ‹lk kez Uruguay’da düzenlenen dünya kupas›n›n unutulmaz gollerle, politik eylemlerle, haf›zalarda kalan maçlar ve oyuncularla geçen 80 y›ll›n› anlatt›k S. 14
Hes eliyle bölücülük Karadeniz’de HES’çi flirketlerin halk› kand›rma çabalar› köylüyü birbirine düflürüyor. Köylüler rüflvet yoluyla HES’lere raz› edilmeye çal›fl›l›yor S. 6
TMMOB’de ayn› tas... TMMOB’nin Genel Kurulu’na yine Mehmet So¤anc›’n›n temsil etti¤i dar ufuklu liberal çizgi damgas›n› vurdu S. 8
2
MEDYA 11 Haziran 2010 / 24 Haziran 2010
Halk›n Sesi
Kenar Notlar›
Şerzan’ın ailesinden mesaj var
“Sa¤›m yalan, solum yalan” ürkiye siyaseti yeni ikilisini bulmak üzere: Bundan böyle “Recep ile Kemal”in atışmalarını seyrederek siyasallaşacağız. Onların öfkeleriyle öfkelenip itidalleriyle yatışacağız. Tıpkı bir ortaoyunu ya da dramatik bir tiyatro oyunu seyreder gibi kendimizden geçip “esas oğlan”la bütünleşeceğiz. Kılıçdaroğlu bir an için umutlandırmıştı bizi; ama kısa sürdü! Türk siyasetinin bir “düello” ustası kazandığını sanıp heyecanlanmıştık. Hani düelloyla birlikte bir zamanlar “erkekliğin onurunu” kurtarmak için verilen “onur savaşımları”nın belki bir zerresi siyasete yansır da Türk siyaseti arınır diye ummuştuk.
T
Kürt olarak da doğabilirdim. Bizim gençlerimiz silahla mücadele etmesinler. Kimse kimsenin düşüncesini bu şekilde yıldıramaz. Beyinler kavga etsin. Okula gönderdiğiniz çocuğunuzun ölüm haberinin geleceği korkusunu hiçbir anne yaşamasın. Benim Türk arkadaşlarım var ben niye onlarla savaşmıyorum neden onlarla kavga etmiyorum? Neden bizim çocuklarımızın arasında bu yapılmaya çalışılıyor? Ben bir Türk’ü düşman olarak görmüyorsam benim çocuğum da düşünmez. Benim ilk haber verdiğim Türk arkadaşımdı. Çocuğumun yanına Türk arkadaşımı gönderdim. Orada bana destek olmak isteyen Türk öğrenciler geldiler, manevi evlatlığın olmak istiyoruz dediler. Benim Türk evlatlarım oldu.”
Muğla’da polis kurşunuyla katledilen Şerzan Kurt’un ailesini Batman’daki taziye çadırında ziyaret ettik, barış mesajlarına kulak verdik
Türk siyaseti arınmadı; ama Arınç’la ve Roni Margulies’le epey yol kat etti… Konumuz, “İsrail’in avukatlığını yapmak”… Kahramanlarımızın en yakın siyasal rakibi karşısındaki açık ara üstünlüğü, kitlelerin yaygın sempatisiyle ödüllendirilecek. Necip neoliberalİslamcı-Türk medyası hiçbir masraftan kaçınmıyor. Sayfalarını ve ekranlarını cömertçe kahramanların hizmetine sunuyor; hatta bu da kesmezse doğrudan kendisi dalıyor.
MAHMUT HAMS‹C‹
Atışma, Başbakan Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nu, “İsrail’in avukatlığını yapıyor” diye suçlamasıyla başladı. Kılıçdaroğlu altta kalır mı; bu suçlamaya, “Sayın başbakan gerçekten Tel Aviv’in avukatı kimdir diye görmek istiyorsa, sağ tarafına baksın, orada Sayın Bülent Arınç’ı görecektir. Eğer ben bir yere avukat olacaksam halkın avukatlığını yaparım” sözleriyle cevap verdi.
M
uğla’da ülkücülerin öğrencilere saldırılarını protesto sırasında sokak ortasında vurularak yaşamını yitiren Şerzan Kurt’un Batman’daki taziye çadırı her gün yüzlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor. Hem Batman’dan hem de civardaki yerleşimlerden genç, yaşlı her kesimden insan gün boyunca Şerzan’ın acılı ailesinin yanına geliyor. Lise ve dershane öğrencileri Şerzan’ın fotoğrafının asılı olduğu çadıra, mahalle içinde yürüyüş sonrası sloganlar eşliğinde giriyor. Şerzan’ın babası, bir dönem Eğitim-Sen Batman Şubesi başkanlığı da yapmış olan ilkokul öğretmeni Ömer Kurt, gelen tüm gençlere tek tek ellerini sıktıktan sonra aynı nasihati veriyor: “Öfkeniz, kızgınlığınız barışa dostluğa hizmet etsin. Okuyun, Şerzan’ı okutmadılar ama siz okuyun. Ancak okuyarak, bilim üreterek sizler Şerzan’ı yaşatabilirsiniz.”
Kılıçdaroğlu’yla kendine özgü serinkanlı üslubuyla alay eden Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç aldı sözü bakalım ne dedi: (Sayın başbakanın) “Sağında Sayın Çiçek var; ben solundayım…” “Kendisine tavsiyem, çok fazla konuşmasın. Sayın Baykal da geçmişte yargılanan insanların avukatlığına soyunmuştu. Bu ona pahalıya mal oldu. Kılıçdaroğlu ısrar ederse ona da pahalıya mal olabilir…” Atışmadaki kahramanlık dengesi, liberal cepheden yükselen keskin bir çıkışla şimdilik Erdoğan lehine bozuldu. Taraf gazetesinden Roni Margulies, “Gazetelerden öğrendiğime göre, Başbakan Erdoğan, Hamas ile PKK arasında paralellik kuranlara tepki gösterirken, ‘Hamas’ı terör örgütü olarak kabul etmiyorum. Hamas, kendi topraklarını koruma mücadelesi veren direnişçilerdir’ demiş… Helal olsun. Tamamen katılıyorum. Tam da öyledir…”
‘fiERZAN’IN ÜLKÜCÜ ARKADAfiLARI DAH‹ VARDI’ BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve BDP’li milletvekillerini beklerken Ömer Kurt’la konuşuyoruz. Şerzan’ın elinde kalem, defter ve kitabından başka bir şeyi olmayan, derslerini de takip eden bir öğrenci olduğunu belirten Kurt, oğlunun her düşünceden insanla diyalog halinde olan biri olduğunu söylüyor ve ekliyor: Geçen sene Muğla’ya gelmiştim, yanımda iki
Başbakan Erdoğan seçimle işbaşına gelen Hamas’ın meşruluğunu savunduğu sıralarda Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, seçimlerden bölgede birinci parti çıkan Barış ve Demokrasi Partisi’nin 13 milletvekili, belediye başkanları, parti yöneticileri ve üyeleri hakkında terör örgütü üyeliği suçlamasıyla iddianame hazırlıyordu. Ve yine seçimle işbaşına gelen AKP iktidarının bütün temsilcileri her gittiği yerde emekçi sınıflar tarafından öfkeyle protesto ediliyor…
öğrenciyle selamlaştı ve ‘baba bunlar benim ülkücü arkadaşlarım’ dedi. Şerzan ister insanlar aleminde olsun ister doğada olsun hep kardeşlikten bahsederdi. Doğada bir böceği, bir yaprağı saatlerce izleyebilirdi.” ‘KURfiUN POL‹S TARAFINDAN GELD‹’ Şerzan’ın Kürt olduğu, kardeşlikten yana bir tavrı olduğu için birilerini rahatsız ettiğini ve hedef seçildiğini söyleyen Kurt, olay anını anlatırken kurşunun polisin olduğu taraftan geldiğinin de altını çiziyor: “...Şunu açık söyleyeyim, kurşunun geliş tarafı onu koruması gerekenlerin tarafıdır. Bu, arkadaşlarının gözü önünde yapılmış. Orada diğer grubun ona kurşun sıkma ihtimali yok çünkü polis iki grubun arasında. O şekilde sıkılsa dahi 5060 metreden bu şekilde isabet edecek bir kurşun olamaz. Kurşun çok yakın bir mesafeden ve doğrudan hedef alınarak sıkılmış.” ‘EGE’N‹N DEMOKRAT RUHUNA SESLEN‹YORUM’ “Çocuğum benden 1700-1800 km uzaktaydı ben onu devlete teslim ettim. Onun koruması altındayken devletin içine sinmiş karanlık güçler tarafından öldürüldü. Ben adalet, adalet ve adalet istiyorum” diyen Kurt katilin derhal bulunmasını istiyor.
Ancak Baba Kurt’un asıl çağrısı ise tüm Türkiye’ye ve özellikle Türk halkına. Kurt, halkların kardeşliği adına Batı’ya cinayete sessiz kalmama çağrısı yapıyor: “Ben Türk halkına sesleniyorum, ben Ege’nin demokrat ruhuna sesleniyorum, ben orada vicdanı yaralananlara sesleniyorum. Bu olayın ortaya çıkması karanlık güçlerin bir nebze de olsa geri tepmesine sebep olur. Benim gönlümde yatan halkların arasındaki dostlukların, kardeşliklerin geliştirilmesi, güçlendirilmesidir. Bu çocuğun bu şekilde gitmesine sessiz kalmasınlar. Ben yıllarca Ege’de görev yaptım. Onlarla kardeştim, onların ekmeğini yedim, onlarla her şeyimizi paylaştık. Hiçbir zaman, bu en acılı dönemimizde dahi ben kimseye kin gütmedim, ben çocuğum üzerinden nefret uyandıracak bir şey yapmak istemedim. Biz bu halkla bin yıldan beri kardeşiz. Umuyorum çocuğum son olsun, öğrenciler ölmesin, insanlar ölmesin, anların babaların yüreği dağlanmasın. Bütün Türk ve Kürt kamuoyuna sesleniyorum. Sizler kardeşsiniz, birbiriniz anlayın. Kürt kendini Türk’ün yerine koysun, Türk kendini Kürt’ün yerine koysun, Kürt’ün derdini, ıstırabını algılasın. Eğer biz empati kurarsak, birbirimizi anlarsak acılarımız aza iner, dostluklar gelişir.” Baba Kurt’tan sonra binanın diğer tarafında bulunan
ve kadınların taziyelerini kabul ettiği çadıra geçiyoruz. Bu kez Tekel çalışanı acılı anne Necla Kurt’la birlikteyiz. Anne Kurt da tıpkı eşi gibi her cümlesinde ölümlere karşı birlikte mücadeleden, barıştan ve kardeşlikten söz ediyor. “Ben çocuğumun eline silah vermedim, okul okumaya gönderdim. Benim burnumun dibinde Gaziantep var, Diyarbakır var, Van var, Muğla’yı farklı bir yer olarak görmedim. Orada okumasının bir sakınca doğuracağını, ona farklı bakılacağını düşünmedim. Fakat çocuğum Kürt olduğu için, ismi Şerzan olduğu için ve çok iyi niyetli bir insan olduğu için bundan rahatsızlık duyuldu, bilinçli olarak seçilerek kurşun sıkıldı, öldürüldü” diyor. ‘BEN‹M TÜRK EVLATLARIM OLDU’ Anne Kurt tıpkı baba gibi Türk halkına çok anlamlı bir çağrı yapıyor: “Bu sorun sadece Kürtler’in mücadelesiyle sonuçlanacak bir şey değildir. Acımı bir Türk annesinin de duyması, hissetmesi ve onunla el ele vermemizle sorunların çözümleneceğini düşünüyorum. Çocuklarımızı kaybetmemek adına birlikte hareket etmeliyiz. Kimsenin kendi annesini, babasını, rengini, cinsiyetini, dilini belirleme şansı yok. Ben Kürt doğmuşsam Türk olarak da doğabilirdim, Türk doğmuşsam
‘ÇÖZÜMÜ TÜRK VE KÜRT KADINLAR YARATACAK’ Ülkücü gençlerin anneleriyle dahi bir araya gelmek istediğini belirten anne Kurt çözümün ancak Türk ve Kürt kadınların el ele vermesiyle çözüleceğini belirtiyor: “ Ben o okuldaki ülkücü gençlerin anneleriyle de bir araya gelmek istiyorum. Çocuklarımız ne adına kavga ediyor. Biliyor musunuz, haberdar mısınız? Onlar benim yanıma gelmedi. Bizim çocuklarımız kavga etti, bizim çocuklarımızın kavgası sonucu bir genç öldü, onlardan hiçbir beni aramadı ama ben o insanlarla bir araya gelebilirim. Ben bu saatten sonra çocuğumu geri getiremem ama başka çocuklar ölmesin istiyorum. Anneler çocuklarını kaybetmek istemiyorsa bu ülkede el ele vererek çözüm aramalıyız. Ben bunu devletten beklemiyorum. Bunu yapacaklarsa Türk ve Kürt kadınları birlikte yapacaklar diye düşünüyorum. Ben hiç çocuklarını kaybetmemiş annelere sesleniyorum, çocuklarının hayatlarını garantiye almak istiyorlarsa bu ülkede ölümlere hayır diyelim. Beddualarla, ‘elleri kırılsınlarla’, öfkeyle bu sorunun çözülmeyeceğini biliyorum. Sağduyulu olacağız. Diğer çocukların hayatının garantisi için mücadele edeceğiz. Ben çocuğumu kaybettim ama barışın olması için, kan dökülmemesi için, mücadele edeceğim. Ben bir kamuoyu oluşsun istiyorum. O zaman başımı yastığa koyduğum zaman rahat uyuyacağım. Ama bu mücadeleyi yapmazsam her gece sabahlayacağım.”
Ücretsiz çalışan dershane öğretmenleri E¤itim Fakültesini bitiriyorlar ve ö¤retmen olmak istiyorlar. Atamalar› yap›lmad›¤› için dershanelerde çal›fl›yorlar. Açl›k s›n›r›n›n alt›nda ücret al›yorlar; kimisi ücret bile alm›yor. Özel bir dershanede ö¤retmenlik yapan Burcu Do¤an yaflad›klar› s›k›nt›lar› Halk›n Sesi ile paylaflt› beyazyakakosesi@gmail.com
Beyaz Mavi Yaka Hayat
2
009 Haziran’da Yeditepe Üniversitesi (İstek Vakfı) Matematik Öğretmenliği Bölümü’nden 15 öğrenci mezun olduk. Yine kendi okulları olan İstek Vakfı okulları kendi üniversitelerinden mezun olan biz öğretmenleri çalıştırmak istemedi. Birçok okulu olan İstek Vakfı en azından dereceye giren öğretmen adaylarına iş olanağı sunması talebimizi de reddetti. Diğer kolejler de İstek Vakfı okulları ile aynı tutumu sergiliyor ve stajyer öğretmen çalıştırmıyor. Durum böyle olunca devlet kadrolarına da yerleştirilemeyen yeni mezun öğretmenler dershanelerde tecrübe kazanmaya çalışıyorlar. Ben de bu durumu yaşayan binlerce öğretmenden sadece biriyim. PATRONLAR ÖRGÜTLÜ Büyük umutlarla mezun olan biz öğretmenler her iş görüşmesinden biraz daha gururu incinmiş ve umutları kırılmış olarak çıkıyoruz. Dershanelerde hiç ücret talep etmeden çalışan öğretmen arkadaşlarım var ve en ağır koşullarda çalışanlar da onlar. Markalaşmış olan ve her ailenin çocuğunu göndermek için öncelikli görüştüğü dershaneler, stajyer öğretmenlerini 400 TL – 650 TL arasında ücret karşılığında çalıştırıyor. Ücretlerin birbirine çok yakın olmasının nedeni dershane sahiplerinin örgütlü olmasıdır. Dershanelerin öğrenci
kayıtlarında velilere büyük bir memnuniyetle ÖZDE–BİR (Özel Dershaneler Birliği) üyesiyiz dediğini biliriz. ÖZDE–BİR ve TÖDER (Tüm Özel Öğretim Kurumları Derneği) üyesi dershaneler öğretmenleri nasıl daha çok sömürebilecekleri konusunda anlaşmaya varmışlardır. Ayrıca üye dershanelerde çalışırken olumsuz bir durum yaşayan bir öğretmenin sicili diğer tüm üye dershanelere gönderilir ve öğretmenin iş bulması zorlaştırılır. Bu büyük bir tehdittir. Biz öğretmenler dershanelerde hakkımızı aramadan önce bu tehditi düşünüyoruz ve birçok öğretmen arkadaşım hakkını aramaktan bu nedenle vazgeçiyor; cesareti kırılıyor. KEND‹N ÇALIfi KEND‹N ÖDE Kurumsal dershaneler dışındaki dershaneler resmi tatil günlerinde çalışmaları yasak olmasına rağmen çalışıyorlar ve bizlere fazla mesai ücreti vermeden çalıştırıyorlar. Milli Eğitim Bakanlığı bu kurumları denetlemiyor ve dershane çalışanlarının haklarını önemsemiyor. Hatta onları yok sayıyor. Milli Eğitim Bakanlığı Dershaneleri denetleme görevini hiçbir konuda yerine getirmiyor. Dershanelere denetlemeye gelen müfettişler müdür odalarından çıkmıyor. Dershane öğretmenlerinin hangi koşullarda çalıştığını görmezden geliyor. Dershanelerde öğretmenler ile
imzalanan sözleşmelerin bir nüshası dahi öğretmenlere verilmiyor. Sözleşmeler işveren tarafından feshedilmiyor; öğretmen istifaya zorlanıyor. Böylece öğretmen birçok yasal hakkından vazgeçmiş sayılıyor. Sözleşmeler genellikle 9 ay için imzalanıyor. Bu uygulama ile öğretmenlerin kıdem tazminatı alma durumu ortadan kaldırılmış oluyor. Eylül ayında 12 aylık imzalanan sözleşmeler ise eğitim–öğretim yılının sonunda yani haziran ayında öğretmen istifa ettirilerek feshediliyor. Sonuçta yine öğretmenler kıdem tazminatı alamıyor. 12 ay çalışması zorunlu olan benim gibi stajyer öğretmenler bile yaz aylarında işten
çıkarılıyor. Fakat bunu stajyer olmayan öğretmenlere yaptıkları gibi alenen yapamıyorlar çünkü işverenin bir öğretmenin stajını yarıda kesmesi yasak. Yasalar burada stajyer öğretmeni koruyor gibi görünüyor fakat dershane müdürleri bununda üstesinden gelmeyi biliyor ki çok da zor değil bu iş; çünkü meydan boş. Dershane müdürleri “gerekli uyarıları” öğretmenine yaptıktan sonra “Eğer çalışmadığın her ay için 360 TL. civarında olan SSK primini bize gönderirsen biz de seni resmi olarak çalışıyor gösterip stajını kaldırırız.” diyerek öğretmenine büyük bir lütuf yapmış edasıyla konuşuyor.
B‹R UMUT VAR Biz dershane öğretmenleri işverenin yoğun tehdidi altında kölece çalıştırılsak da “Güvencesiz Öğretmenler” olarak güvencesiz çalıştırılmaya karşı birlikte mücadele etme yolunda ilk adımlarımızı atmış bulunmaktayız. Özel Öğretim Kurumlarında çalışan biz öğretmenler 4857 sayılı İş Kanunu’na göre işçiyiz. Özel dershane, kolej, özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri, sürücü–meslek kursları, dil kurslarında çalışan öğretmenlerin ve eğitim işçilerinin işçi sendikalarında örgütlenme hakkı vardır. Bunun adresi de DİSK’e bağlı Sosyal–İş Sendikası’dır.
3
GÜNDEM 11 Haziran 2010 / 24 Haziran 2010
Halk›n Sesi
Saldırı hak mücadelelerine
S
“Gardiyanları ve yargıçları ve savcıları / Hepsi halka karşıdır / Kanunları, yönetmelikleri, bütün kararları / Hepsi halka karşıdır / Dergileri, gazeteleri, bütün yayınları / Hepsi halka karşıdır / Bunların hiçbiri onları kurtaramayacak / Durduramayacaklar halkın coşkun akan selini” Bertold Brecht AKP iktidarı toplumsal muhalefete karşı her tutumunda Brecht’in bu ünlü şiirini akla getiriyor. SALDIRI HAK MÜCADELELER‹N‹N ‘MERKEZ‹’NE Türkiye’nin dört yanında filizlenen hak mücadeleleri AKP iktidarını gerçek anlamda zedelemeye başlarken, iktidar bu mücadelelere yönelik bugüne kadarki parça parça saldırılarıyla yetinmeyerek bütünlüklü bir operasyon için düğmeye bastı. İktidarın hedef tahtasına oturttuğu ‘örgüt’ ise hak mücadelelerinin biricik merkezi Halkevleri ile Öğrenci Kolektifleri ve Genç Umut oldu. 1 Haziran’da gözaltına alınan 11 gençten dördü çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı. Ne tesadüftür ki operasyon Zaman gazetesinde Halkevi üyelerinin “terör örgütü operasyonlarında gözaltına alındığı” yalan haberinden birkaç gün sonra gerçekleştirildi. KARADEN‹Z ‹SYANI DURMAZ Haklar mücadelesine bu planlı
Cemaatin ‘zamans›z’ öten horozu
amsun’da Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri ve Genç Umut üyesi dört kişi tutuklandı, Türkiye’nin dört yanından “Örgüt arıyorsanız buradayız. Karadeniz isyanı durdurulamaz” sesleri yükseldi
operasyonun Karadeniz’de başlatılmış olması hiç şaşırtıcı değil. Zira Karadeniz halkı bir süredir yaşanabilir çevre, tarım ve su hakkı başlıklarında iktidarın bölge politikalarına geçit vermiyor, bütün Zaman gazetesi Halkevleri’ni, Halkevleri de Zaman gazetesini iyi tanıyor. Halkevleri hakkında asılsız haberlere imza atan örgüt bu kez de polis saldırısını gerçekleşmeden önce bilerek büyük bir gazetecilik başarısına imza attı!
‘projeler’ karşısında iktidar yandaşlarına kök söktürüyor. 2005’te “Karadeniz Kararmasın” diyerek bölgelerindeki kanser vakalarına dikkat çekip ücretsiz kanser tedavisi ve kanser hastanesi
Gazete ilk saldırısına 2 ve 3 Eylül 2004'te yaptığı iki haberle başlamış, "Halkevleri'nin illegal örgütlerin propagandasının yapıldığı yerlere dönüştürüldüğü" yönünde haberler yayımlamıştı. Bu haberler üzerine Halkevleri’nin açtığı
isteyen Halkevciler, SamsunDereköy sahilinin akaryakıt dolum tesisi yapılarak katledilmesine karşı mücadele, Sinop-Gerze’yi çöle çevirecek olan termik santralin yapılmasına karşı mücadele ile
davalar sonucu gazete, tazminat ödemek zorunda kalmıştı. Bu ceza gazeteyi uslandırmamış olacak ki asılsız haberler yapmaya devam etti. 4 Nisan’da çıkan bir haber “Yumurtalı eylemlerin altından, terör örgütü bağlantıları çıkıyor”
çayın ve fındığın üç kuruş paraya köylünün elinden alınmasına karşı mücadelelerde hep ön saflarda yer alıyor. Bölgedeki mücadele son dönemde özellikle AKP iktidarının büyük önem verdiği Hidroelektrik Santralleri (HES) üzerinde yoğunlaşıyor. Yine Halkevleri’nin önemli bir bileşeni olduğu mücadele Giresun’dan İkizdere’ye dişe diş bir tarzda yürütülüyor. DEVR‹MC‹ DE⁄ERLERE SAH‹P ÇIKMAK SUÇ DE⁄‹LD‹R Operasyonda ‘suç delili’ olarak yansıtılmak istenen kanıtlar hayli manidar. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan posterlerini, yasal ama ‘sol içerikli’ dergiler ve kitapları elde bulundurmak, 1 Mayıs kutlamalarına katılmak, 30 Mart Kızıldere anması olmak üzere anmalara katılmak suç olarak gösteriliyor. Tarikat şeyhlerini sivil toplum örgütü liderleri olarak anan, geçmişteki şeriatçı akımların liderlerine ‘iade-i itibarı’ görev edinen AKP çizgisi, bu topraklardaki devrimci değerlere sahip çıkmanın suç olduğu izlenimini yaratmaya çalışıyor. Ancak AKP Osmanlı’dan bugüne uzanan bir devlet geleneği olan korku yöntemini muhalefet üzerinde uygulamaya çalışırken bu yöntemin bu topraklardaki devrimci gelenek üzerinde sökmediğini hatırlamıyor olsa gerek.
başlığını taşıyordu. Gazete, 12 Nisan’da yine bir yalan habere imza atarak Eskişehir’de gerçekleştirilen uyuşturucu operasyonunda üç kişinin gözaltına alındığını, gözaltına alınanlardan birinin Halkevleri üyesi olduğunu iddia ediyordu. Bu haberlerde edil-
gen bir dil kullanılması göze çarpıyordu. “Samsun'da terör propagandası yapan 3 kişi gözaltına alındı” başlığıyla 26 Mayıs 2010 tarihinde yayınlanan yalan haberden birkaç gün sonra ise operasyon devreye sokuldu.
Karadeniz isyanı yargılanamaz S
aldırıya yanıt Türkiye’nin dört yanından geldi. Gözaltı terörünün hemen ertesinde Samsun’da Halkevleri ve Öğrenci Kolektifleri bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Eyleme KESK Şubeler Platformu, Eğitim Sen, SES, BES, 78'liler, Temel Haklar Derneği, ÖDP, EDP, Sosyalist Parti, TKP temsilcileri ve tutuklanan gençlerin aileleri de katıldı. Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol eylemde arkadaşlarının bağlı olduğu bir örgüt aranıyorsa o örgütün de Halkevleri olduğunu vurguladı. 3 Haziran’da Öğrenci Kolektifleri ve Liseli Genç Umut İstanbul, Ankara ve İzmir'de sokağa çıktı. İzmir’de Sümerbank önü, İstanbul’da Galatasaray Lisesi önü, Ankara’da Yüksel Caddesi’nde düzenlenen eylemlere kitlesel bir katılım oldu. Açıklamalarda ‘AKP gençliğin isyanını durduramayacak’ mesajı verildi. 4 Haziran’da Hopa’da Eğitim-Sen, ESP, ÖDP, Halk Cephesi ve Kemalpaşa Cumhuriyet Mahallesi Muhtarlığı'nın destek verdiği kitlesel bir basın açıklaması yapıldı. 5 Haziran yine Samsun'da gözaltına alınanların duruşması sırasında adliye önünde eylem vardı. Açıklamanın ardından gruptakiler, yanlarında getirdikleri yumurtaları ve plastik borulardan yaptıkları tüfekleri adliye önüne bıraktı. 5 Haziran’da Halkevleri bu kez Ankara’da sokağa çıktı. AKP İl Başkanlığı önünde gerçekleşen eyleme TKP, ÖDP, EMEP, TTB ve SES temsilcileri de destek verdi. Yine aynı gün Adana, Konya, Mersin ve İskenderun’da da eylemler vardı. Adana’da İnönü Parkı’nda, Konya’da Şelale Parkı’nda bir araya gelen Halkevciler aynı saatlerde farklı kentlerde 'İsyan yargılanamaz' sloganlarını attılar. B‹ROL: ‘ÖRGÜT BURADA’ Eylemlerden en büyüğü ise 9 Haziran’da İstanbul’da yapıldı. Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri ve Genç Umut’un düzenlediği eylemde Taksim’den Galatasaray Lisesi önüne kadar sloganlarla yüründü. Yüzlerce kişinin katıldığı eyleme birçok sendika, kitle örgütü, sol parti temsilcisi katıldı. İlknur Birol yaptığı açıklamada ‘cemaat’ faaliyetleriyle operasyon arasındaki bağlantıya dikkat çekerken operasyonu yürütenlere ve yürüttürenlere seslendi: “Örgüt aramayın, örgüt burada. Örgüt, hakları için mücadele eden yurttaşların kendisidir.”
Aslan sesi ç›kard›¤›n› sanan adem bama, ABD Başkanı olduğunda Bush döneminden farkının ne olacağı “merak” ediliyordu. Obama’nın başkan olmasıyla birlikte Amerikan emperyalizminin stratejisinde değil ama bu stratejiyi gerçekleştirme taktiklerinde bir dizi değişiklik yaşandı. Bu değişikliklerin en belirgini ise “ABD artık uluslararası sorunların çözümünde sorumlulukları farklı aktörlerle daha fazla paylaşacak” yaklaşımıydı. AKP iktidarının “durumdan vazife çıkarma” ya da başka bir ifade ile “kendisine verilen yeni misyona uyum sağlama” başarısı/başarısızlığı bu değişiklikte aranmalıdır. Kasım 2008’de başkan seçilen Obama, Mart 2009’da Türkiye’yi ziyaret etti. Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı’na atanmasının tarihi ise Mayıs 2009. Ve bu tarihe kadar Babacan ile Avrupa’da AB hedefi için kulis faaliyetlerine yönelmiş olan AKP, bu tarihten sonra stajını Malezya’da yapmış, hükümetin milletvekili olmayan tek bakanı sıfatını da verdiği Davutoğlu ile “doğu”ya açıldı. Yola çıkarken yani bir yıl önce buraya gelinme amacı taşınmadığı açık çünkü tanımlanan ilk misyon Afganistan ve Ermenistan’dı. Şimdi ise, çok değil bir yıllık faaliyetin en önemli iki sonucu bir arada yaşanıyor; İran ve İsrail. İlk başta İsrail ile ilişkilerde asıl tanımlanan misyon “arabuluculuk”tu. Bu arabuluculuk ilk önce Suriye ile ilişkilerinde sonra Filistin ile İsrail arasında gerçekleşecekti. Aralık 2008’de Erdoğan’ın doğrudan yürüttüğü arabulma faaliyeti dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert ile Suriye Devlet Başkanı Başar Esad arasında idi. Durum tam imza aşamasında iken İsrail’in Gazze saldırısı başladı. 22 günde 1500 Filistinli öldürüldü. Erdoğan kazıklanmıştı, yağdı gürledi. Süreç durdu, arabuluculuk sona erdi. İkinci kritik olay Davos’taki “one minute” çıkışı oldu. Bunu büyükelçi Oğuz Çelikol’a yapılan “alçak koltuk” tezgahı izledi. Bu tezgahı düzenleyen dışişleri bakanı Lieberman’a değinmek gerek. Kendisi de bir göçmen (Moldova) olan Lieberman, İsrail’in saf bir nüfusa sahip olması için bütün Arapların (1,5 milyon) sınırdışı edilmesini savunmasıyla ünlü.
O
İsrail’in son dönem tarihindeki en gerici hükümetinin en gerici bakanı. “Alçak koltuk” tezgahından sonra gelen kriz ise İHH’nın Gazze’ye yardım malzemesi taşıyan gemilere yapılan İsrail saldırısı ve dokuz kişinin öldürülmesi. Gazze’ye yardım konvoyunun saldırıya uğraması AKP iktidarı için beklenen bir durum değildi. Büyük ihtimalle, Saadet Partisi’nin bu girişiminden dolaylı olarak yararlanmayı düşünüyorlardı. Mavi Marmara’da dokuz kişi öldürülürken Erdoğan Şili’de, Davutoğlu Rio’da, Başbuğ Mısır’daydı. Olaya müdahil olabilecek iki kişi vardı; Abdullah Gül ve yeni MİT müsteşarı. Aslında bu konuda suçlu/sorumlu aranacaksa her nasılsa gözlerden kaçıyor ama o da yeni MİT müsteşarıdır. Her olayda parmağı olan MİT, bu olayda parmaksız mı kaldı? İsrail’e bu saldırısı nedeni ile Türk mahkemelerinde dava açılamamasının nedeni, Mavi Marmara’nın sicil kaydının bu sefere çıkmadan önce Komor Adalarına geçirilmesi. Yani İsrail Türk gemisine saldırmış değil. İsrail’in gemiye müdahalesinin ise acemice olduğu aşikar. Buradaki soru bu acemiliğin planlı mı, plansız mı olduğudur? *** AKP iktidarı bütün hazırlıksızlığına rağmen çok hızlı bir manevra yaptı. Aslında bugünden bakıldığında Erdoğan’ın böyle bir olay karşısında başka bir seçeneğinin olmadığı da rahatlıkla söylenebilir. Büyükelçi geri çağrıldı, üç tatbikat iptal edildi, BM’ye acil çağrı yapıldı, sert açıklamalar birbirini izledi. Erdoğan iyi bildiği şeyi yapmaya, krizi fırsata çevirmeye çalışıyordu. Erdoğan gibi pragmatist birinin saf insani değerlerle bu tavırları gösterdiği düşünülemez. Bu süreçteki amaçları da gayet belirgin. İlk olarak Ortadoğu halkları içindeki popülaritesini arttırmak, Arap yöneticiler için dikkate alınması zorunlu bir şahsiyet haline dönüşmek. Çünkü bu etiket ve konum bölgede yapacağı emperyalist taşeronluk için kendisini (taraflar için) kaçınılmaz hale getirme planının parçası. İçeride ise ikili bir amaç taşıyor. Bu olayı, Saadet Partisi’nin sahiplenmesinin önünü kesmek, İsrail karşıtlığının tüm parsasını AKP’ye toplatarak kitle desteğini sabitlemek.
Bununla birlikte hegemonik gündem sayesinde toplumsal sorunların (Kürt sorunu, işsizlik, maden kazasıyla yeniden tartışmaya açılan taşeron sistemi, anayasa, v.b.) geri plana itilmesi ve özellikle CHP’nin yeni havasının bastırılması. Ancak ilginçtir, Erdoğan’ın karizmasını en ciddi çizme girişimi hiç beklenmedik yerden geldi; Fethullah’tan. Çok değil daha 2-3 hafta önce bütün İslami çevrelere birlik-beraberlik çağrısı yapan Fethullah, “Otoriteye (yani İsrail’e) başkaldırmak doğru değildi” diyerek ErdoğanDavutoğlu ikilisinde bütünleşen yapıya çomak sokuyordu. Bu müdahale ile de Erdoğan’dan “rol çalmakla” birlikte asıl sahipleri için de “neden önemli” olduğunu bir kez daha kanıtlıyordu. Fethullah’ın bu konum alışının önümüzdeki döneme ilişkin yansımaları mutlaka olacaktır. Erdoğan’ın o kadar yağıp-gürlemesine rağmen İsrail’den kolay vazgeçmesi mümkün değil. T.C.’nin İsrail ile kurulan ekonomik, askeri ilişkileri AKP’ye rağmen kurulmuş da değil. İptal edilen tatbikatların yapılma kararı yine AKP tarafından alınmıştı ya da Ceyhan-Hayfa enerji boru hattının Çalık grubuna verilme girişimi yine AKP’nin icraatı idi. Kendi içinde müthiş çelişkileri barındırmasına rağmen doğrudan çarpıtma üzerine söylem kurmak her burjuva siyasetçinin ortak özelliğidir ancak, Erdoğan bu türün nadide örneklerinden. Bugün Beşar Esad ile Erdoğan “Türk kanı Arap kanıyla birdir” derken, çok değil Eylül 2007’de İsrail savaş uçakları Suriye’de nükleer tesis olduğundan şüphelendikleri yerleri Türk hava sahasını kullanarak bombalamıştı. İsrail savaş pilotları Gazze’yi bombalamadan önce eğitim vesilesiyle önce Konya’yı bombalıyordu. AKP olmasa İsrail OECD üyesi olamayacaktı. Sudan diktatörünün yine Müslümanlara uyguladığı katliamlara alkış tutan da aynı AKP. Hele yanı başında, yıllardır Kürtlere uygulanan terörü görmezden gelip benzerlik kurmaması başka bir aymazlık. “Hamas’ın halk iradesiyle seçildiğini ve muhatap alınmasını gerektiğini” söylerken BDP’li milletvekillerini dışlayan, muhatap almayan da aynı Erdoğan. İsrail’e “18 yaşındaki bir
çocuğu katlettiniz” derken son dönemde öldürülen üç Kürt üniversite öğrencisini görmeyen, onlarca çocuğun hapislerde yıllarını geçirmesine sessiz kalan da aynı Erdoğan . *** Lafın önde gittiği ama içeriği çelişkilerle dolu olan sürecin bir benzeri de İran’la yaşanıyor. Bu arada İran ile yaşananların İsrail sorunundan “tamamen” bağımsız olduğunu söylemek mümkün değil. Gerek Ortadoğu’daki güç dengeleri gerekse nükleer güç konusu önemli ortak noktalar. Gelişmeleri kısaca özetlemek gerekirse kritik adım; 17 Mayıs’ta İran, Türkiye ve Brezilya’nın imzaladıkları nükleer takas anlaşması. Anlaşmanın içeriği şöyle; İran, düşük düzeyde zenginleştirilmiş 1200 kilogramlık uranyumu bir ay içerisinde Türkiye’ye teslim edecek, karşılığında da tıbbi bir araştırma reaktöründe kullanılmak üzere, %20 oranında zenginleştirilmiş 120 kilogram uranyumu da bir yıl içinde alacak. Bununla birlikte anlaşma İran’ın uranyum zenginleştirme hakkını teslim etmekteydi. Anlaşmanın tarihsel önemi ise 3000 yıllık devlet geleneğine sahip İran’ın, devrimden beri rehineler krizinin çözümü dışında yani 30 yıldır ilk kez bir yazılı anlaşmaya imza atmasıdır. Bir başka not ise aynı anlaşmayı İran’ın geçen Ekim’de reddetmiş olmasıdır. ABD’nin bu anlaşmayı “İran’ın tipik zaman kazanma taktiği” olarak değerlendirmesi ve ciddiye almaması da bir karşı adım. Ayrıca eklemekte yarar var, bu anlaşmanın yapıldığı sırada Birleşmiş Milletler Daimi Üyeleri, İran’a yaptırımlar konusunda bir tasarı üzerinde anlaşmak üzereydiler ki bu tasarı da bu hafta karara bağlandı. Yaptırım kararı da İran’ın yurtdışındaki finans hareketlerinin kontrolüne ve İran’a giriş çıkış yapan uçakların, tırların ve gemilerin denetlenmesine odaklanmış durumda. 5’i daimi 15 BM üyesinin yaptığı oylamada Türkiye’nin “hayır” oyu kullanması bu konudaki inisiyatif aralığını göstermektedir. İran ise “yaptırım kararı çıkarsa anlaşmayı iptal ederim” diyor. Tüm bu gelişmeler aslında İran’ın inisiyatifinde gelişen bir sürecin açık kanıtları. Sürece İran yön veriyor. Yani
ortada bir başarı ya da başarısızlık varsa bunun İran’a ait olması gerekirken, İran’ın da izniyle (bu kez) rolü çalan Erdoğan oldu. Sanki İran’a yapmak istemediği bir şey Erdoğan faktörüyle yaptırılmış gibi fotoğraf oluşturdular. Yardımcı role de Obama’nın “dünyanın en popüler politikacısı” diye tanımladığı Brezilya devlet başkanı Lula’yı yerleştirdiler. Bu arada hatırlatmakta yarar var Ekim’de Brezilya’da seçimler olacak ve Lula, yasalar gereği tekrar aday olamayacak, yani Erdoğan en popüler olmak için en güçlü aday artık. Brezilya, bu konuda önemli bir seçim. Dünyanın en büyük 8. ekonomisi. Yani G7’den sonra gelen. Türkiye de 16. ama arada kayda değer bir fark var. Türkiye’nin GSMH’si Brezilya’nınkinin yarısı kadar. Çıkardığı petrolü kendisine yeten hatta ihraç eden, uranyum zengini ve hatta uranyum zenginleştiren bir ülke. 200 milyonluk bir nüfusuyla önemli bir pazar aynı zamanda. Sendikacılıktan gelme başkanıyla da “örnek” bir model. (Tayyip de sık sık “ben de sendikacılık yaptım” diyor ya). Kısaca “uluslararası sorunların çözümünde sorumlulukları farklı aktörlerle daha fazla paylaşma” taktiğinde ideal aktör.. Gerek Brezilya’nın gerekse Türkiye’nin yeni durumunu bağımsız bir düzen oluşturma çabası olarak değerlendirmemek lazım. Yani bu durum “bağlantısızlar hareketi” ya da yeni bir üçüncü dünya inisiyatifi oluşturma çabası değil. Tam tersine varolan emperyalist sistemi koruma, geliştirme, büyütme göreviyle tanımlanabilir. Obama, Lula ve Erdoğan durum değerlendirmesini de bu ayın 26’sında Kanada’daki G20 toplantısında yapacaklarmış *** Sonuç olarak; Türkiye, ana taşeron Tayyip ve taşeron işçisi Davutoğluyla birlikte emperyalizmin yeni dönem politikalarından “ihale almış” durumdalar. Bu durumun ülkemiz halkları açısından da bölge halkları açısından da anlamı; daha da içselleşmiş emperyalist paylaşım ağı, kapitalist pazarın insafına terkedilmiş ekonomik ilişkiler ve ucuz popülizmle kandırılarak yoksulluğa, işsizliğe ve biat kültürüne mahkum edilen mil-
yonlarca insan demek. Bölgedeki başarısı, başarısızlığı bir yana ülke içinde geldiği yer açısından Tayyip’in başarısını teslim etmek gerek. Kişisel karizmasının ve partisinin politikalarının en ciddi yıpratılacağı dönemi geçiştirebiliyor. İşsizlik oranlarının tarihin en yüksek seviyelerine çıktığı, taşeron sisteminin sorgulanmasının her alanda yapılmaya başlandığı, yıllardan beri neredeyse ilk kez icraatlarına karşı ciddi bir muhalefetin sesinin duyulduğu, Kürt sorunundaki sözde politikalarının tam bir fiyaskoyla sonuçlandığı bir dönemde işini kolayca yürütmenin rahatlığını yaşıyor. Ancak bunun kısa dönemli bir saadet olacağı ve AKP’nin panik yapmaya başladığı da ortada. Bir taraftan Kılıçdaroğlu’na “kedidir kedi” muamelesi yaparak sözde önemsemediğini kanıtlamaya çalışırken diğer taraftan öne çıkarılan iki muhalefet konusunda acilen adım atma ihtiyacı hissediyor. İşsizliğe ve emeklilere sözde çözümler uygulamaya başladı bile. Devlete 50 bin civarında yeni kadro alacağını açıklayan AKP, emeklilere de şimdiye kadar devletin el koyduğu, maaş ödemelerinden kaynaklı banka promosyonlarının %70’ini dağıtacağını açıkladı. Kılıçdaroğlu’nun iki mitingde emeklilere seslenmesi yetti. Elbette bu Kılıçdaroğlu’nun başarısı değil, CHP’nin şimdiye kadar bu konuda laf etmemesinin başarısızlığıdır. Kürt sorunundaki fiyaskosunu kapatabilmenin yolunu ise apar topar Barzani’yi Türkiye’ye çağırmakta buldu. Ağzına bir parmak bal çalıp, BDP’lilerin onun sözünü dinlemesine umut bağlayan, aciz bir taktik. Bir taraftan da İran’a verdikleri hizmete karşılık Kürtleri katletmelerini izliyorlar. Kürt sorunu hızlı bir biçimde tekrar eski “çözümsüzlük dönemine” ilerliyor. Ancak herkes biliyor ki bu sefer eskisinin aynısı olmayacak. İçerideki sorunlarını, dışarıdan aldığı “güçle” gidermeye çalışan AKP iktidarının politik zayıflığı her geçen gün daha belirgin hale geliyor. Kötü günleri, krizleri yönetebilme kapasitesine sahip değiller. Ezberlerini bozan her gelişme her sürpriz daha derin çatlaklar açmaya yol açacak. Yeter ki güçlü muhalefet konuları ve odakları yaratılabilsin.
4
GÜNDEM 11 Haziran 2010 / 24 Haziran 2010
Halk›n Sesi
Aktif tafleronun krizi KP dış politikada boyunun ölçüsünü alıyor. Hem artistlik hem işbirlikçilik bir yere kadarmış. Cümle âlem görüyor. Daha da görecek. Aslında AKP’nin büyük sırrıydı; Ortadoğu’da ABD emperyalizmiyle işbirliği yaparken ABD ve İsrail ile mesafeli, Ortadoğu halkları ile yakın bir imaj çizmek. Emperyalizme bağımlılık ve bölgesel işbirlikçilik gerçeğini “yükselen bölgesel güç” masalları ile maskelemek… Bir politik meşruiyet krizine yol açabilecek sıkı işbirlikçilik ilişkileri, diplomatik şovlarla ve tantanalı yardım kampanyaları ile örtülüyordu. İşbirlikçiliğin dozu yükseldikçe artistliğin de dozu yükseliyordu. Büyük askeri ve ekonomik anlaşmalara sözüm ona Türkiye’nin dış politika eksenini kaydıran gerilimler eşlik ediyordu. ABD’ye doğrudan bağımlı görünen bir Türkiye’dense kısmen mesafeli görünen bir Türkiye ABD için Ortadoğu’da daha büyük avantajlar sunar, diyen CIA Ortadoğu Masası eski şefi Graham Fuller takdir ediyordu. Fuller’in öğütlerinden Ali Ergin “Stratejik Derinlik” diye bir kitap ve dış siyaset türeten Demirhan Ahmet Davutoğlu’nun stratejisi ali@sendika.org de, derinliği de bu kadardı. Bu derinlik yanılsaması ile yola çıkan Mavi Marmara gemisi, 31 Mayıs sabahı işbirlikçiliğin sığlığına tosladı. “Bölgesel güç” masallarının ardında nasıl bir acizlik yattığını, İsrail askerlerinin gemiyi basarak 9 insanı katletmesi karşısında somut bir adım atamayan AKP gösterdi. O 9 insanın kanı üzerine bir bardak soğuk su için, otoritenize başkaldırmayın, diyen Fethullah Gülen gösterdi. Aman İsrail’le ilişkileri bozmayın, diye çağrılar yapan sermaye grupları gösterdi. Kameraların önünde gaza gelip İsrail ile ilişkileri keseceğiz diyen arkadaşlarını anında tekzip eden, “İlişkiler kesilmeyecek” diyen AKP’li bakanlar gösterdi. AKP şimdi iki yönlü bir sorgulamayla yüz yüze. Birincisi, Arap halkları nezdinde hala popülerliğini koruyan Tayyip Erdoğan ve AKP’nin böylesi bir durumda dahi neden somut adım atmadığı sorgulanmaktadır. Türkiye’nin NATO üyesi olduğu, ABD ve İsrail’in müttefiki olduğu zaten sır değildi. Bu nedenle Rusya Gürcistan’a girdiğinde ABD’yle birlikte Türkiye’yi de yenik saymıştı. Bu nedenle Türkiye’nin çok övünülen arabuluculuk girişimleri ya geri çevrilmiş ya yarıda kalmış; Filistin Mısır’ı, Suriye ABD’yi, Azerbaycan ve Ermenistan Rusya ve ABD’yi, İran da Brezilya’yı tercih etmiş, Türkiye’ye en fazla ikincil bir rol vermişti. Ancak AKP iktidarı her şeye rağmen bir iddiayı canlı tutuyordu: ABD emperyalizminin egemenlik krizini fırsata çevirip, durumdan vazife çıkararak bölgesel sorunların çözümünde inisiyatif almak. Aktif taşeronluk diye adlandırdığımız bu çizgi ile emperyalizmle ilişkilerini bölge halkları için, bölge halkları ile ilişkilerini de emperyalizm için bir avantaja çevirmek. Daha 20 Mayıs’ta İsrail’in OECD üyeliği oylanırken Filistin’in çağrılarına kulak tıkayarak İsrail’e destek veren AKP iktidarı, bu büyük tavizin ardından 10 gün geçtikten sonra Mavi Marmara faciası ile yüz yüze geldi. Emperyalizme verilen tavizlerin aslında bir pazarlığın gereği olduğu ve karşılığının da alınacağı iddiası üzerine kurulan demagoji, kolay kolay kapanmayacak bir yara aldı. İkinci sorgulama da birincisinden doğmaktadır. Bölge halkları üzerinde güvenilirliği giderek yıpranan ve bunu onarmak için “otorite”nin sınırlarını zorlayan şovlara kalkışan AKP, “otorite” açısından da artık yeterince işlevli olmaktan çıkmakta, can sıkıcı hale gelmektedir. Mart ayında ABD eski büyükelçisi Morton Abramowitz ve eski dışişleri bakanı James Baker’ın AKP’ye uyarılar içeren yazısı bu açıdan önemliydi. Yazıda Erdoğan’ın “giderek daha otoriter ve eleştirileri hor gören bir lidere dönüştüğü” eleştirilerine yer verildi ve bir de uyarı çekildi: “Batı şimdiye kadar AKP’yi övdü ancak, Türkiye’nin AB ve daha geniş demokratik dünyanın bir parçası olabilmesi için esas olan büyük değişimleri ilan etmekten kaçınarak Türklere iyilik yapmıyor.” ABD’den gelen bu uyarı, iddia ettikleri gibi Erdoğan’ın “otoriter” tutumundan değil, aktif taşeron dış politikanın bugün geldiği tıkanmadan ve beklentileri yeterince karşılayamamasından dolayıdır. Ola ki AKP bu tıkanma karşısında “emperyalizme bağımlılık” gerçeğini unutmaya kalkarsa ona bu gerçek hatırlatılacaktır. Ancak bu bağımlılık aynı zamanda tıkanmanın başlıca nedenlerinden biridir. Bu da aktif taşeronun giderek olgunlaşan krizine işaret etmektedir. Bu krizi birileri fırsata çevirecektir. Bu, sol da olabilir. AKP’nin ikiyüzlülüğünü ve işbirlikçiliğini ısrarla teşhir etmek için belki de en iyi zaman. Hazır punduna düşürmüşken…
A
AKP’ye ‘şefkat’ tokadı AKP, ekonomik ç›kar iliflkileri, emperyalizmin bölgesel stratejileri ve ‹slamc› tabandan gelen beklentileri ayn› anda karfl›lamaya çal›fl›yor. Ancak her hamle siyasal ‹slam›n krizini derinlefltiriyor
F
ethullah Gülen, Gazze'ye yardım malzemeleri taşıyan gemilere İsrail tarafından düzenlenen askeri operasyonu "Gördüğüm şeyler hoş değil. Çirkin şeylerdi. İsrail'in onayı olmadan hareket etmek, otoriteye başkaldırıdır” sözleriyle değerlendirdi. Gülen’in bu sözleri ülkede hemen yankısını buldu. Bülent Arınç, “Uzaktan öyle görünüyor demek ki” diyen Ertuğrul Günay’ın aksine, “Sayın Gülen birtakım açıklamalarda bulundu ve bizi aklı selim davranmaya çağırdı ve yine her zaman olduğu gibi çok haklıydı” dedi. İHH başkanı ise önce “Söz konusu beyanat kendi görüşleridir. Saygı duyuyoruz” derken daha sonra katıldığı bir programda “Ben zaten ortada bir otorite görmüyorum. Fethullah Hoca’nın bir an önce açıklama yapıp bu yanlışı düzeltmesini bekliyoruz” sözleriyle Gülen’i eleştirdi. Gülen’in açıkça İsrail saldırısını destekleyen bu sözleri İslamcı kitlelerde çatlak yaratmakla beraber çatlağın derinleşmesinin önüne geçmek için derhal harekete geçildi. Çünkü oluşan çatlak sadece İslamcılar arasındaki görüş ayrılığını değil aynı zamanda AKP’nin kitlesel desteğindeki erozyonu da ifade ediyordu.
AKP’N‹N S‹ND‹R‹M MEKAN‹ZMASI İsrail operasyonu sonrası Erdoğan’ın yaptığı sert açıklamalar oranında somut adım atamaması toplumda AKP dış politikasının sorgulanmasına neden oldu. AKP’li bir ismin konu ile ilgili
Filistin topraklar›ndaki iflgalci ‹srail otoritesini meflrulaflt›ran Gülen’in sözleri AKP’nin hem d›fl politika stratejisine hem de taban›ndaki erozyon riskine karfl› uyar› niteli¤i tafl›yor. yaptığı açıklamanın bir diğer isim tarafından tekzip edilmesi, yapılan sert açıklamalar ardından sarf edilen sözlerde geri adımların yaşanması sorgulama eğilimini güçlendirdi. Böyle bir dönemde Gülen’in sözleri karşılıksız kalmadı. İslamcı koro yeni sözler eşliğinde yeniden düzenlendi. 7 Haziran günü “İsrail gemiye müdahale edeceğini önceden söylemiş, buna rağmen Gazze'ye gitmekte ısrar edenlerin kendileri kaşınmış, zaten yardım da insani yardım değil İslami yardımmış, bunların alayı HAMASçı ve Hizbullahçıymış,
hükümet de onları durdurmadığı için suçluymuş, falan filan” sözleriyle organizasyonları eleştirenlere “Mavi Marmara çamur tutmaz” diyen Hakan Albayrak 9 Haziran günü şunları yazdı: ”Malum çevrelerin Müslümanlar arasında fitne çıkarmak için kullandığı bu açıklamayı unutalım gitsin. Herkes bağrına taş bassın ve konu kapansın.” Benzer bir şekilde Vakit yazarı Hasan Karakaya İsrail ile askeri, ekonomik anlaşmaların feshedilmesini talep edenleri insanların kafasına “fit sokanlar” olarak değerlendirdi. Yeni Şafak’tan Akif Emre “İsrail’in ham-
Ekonomi Koordinasyon Kurulu istihdam stratejisini aç›klad›: Esnek çal›flma ve güvencesizlik
GÜLEN’‹N OTOR‹TE SEVDASI Öta yandan Gülen’in sözleri, onun gelişimini takip edenler açısından hiç de şaşırtıcı olmadı. Örneğin Vatan’dan Ruşen Çakır gelişmeleri “En azından hükümet ne yaparsa yapsın kendisinin (Fethullah Gülen) ekseninde bir
Yaza savaşla giriyoruz T
ürkiye’de ve sınır bölgelerde Kürt sorunu eksenli çatışmalar tırmanışa geçti. Ülke içindeki operasyonlarla birlikte sınır ötesine düzenlenen hava operasyonları da artıyor. PKK, tarihinde bir ilk gerçekleştirerek İskenderun’daki donanma birliğine saldırdı. TSK’nın 7 Haziran’da Kuzey Irak’taki Harkurk kampını bombaladığı iddia edildi. İstanbul’da ise polis servisine yönelik saldırıda 15 polis yaralandı. Güneydoğu’da özel harekât timleriyle çatışmalar meydana geldi. Uzun süredir Kürt hareketinin diyalog çağrılarını yanıtsız bırakan AKP, açılım mizansenini sporcularla yapılan toplantıyla sürdürürken savaşı da giderek tırmandırıyor. Kürt sorununun demokratik çözüm yollarını tıkayan AKP, BDP’ye yönelik baskıları da arttırıyor. Son haftalarda çeşitli illerde yürütülen KCK operasyonlarında çok sayıda kişi gözaltına alındı. 2009’da başlayıp birçok Kürt siyasetçisini hedefleyerek gerçekleştirilen KCK operasyonlarıyla ilgili iddianame ise daha yeni hazırlandı. İddianamede BDP’li 6 milletvekili, 12 belediye başkanı dahil olmak üzere 103’ü tutuklu 151 kişi hakkında 15 yıldan başlayan ve ağırlaştırılmış müebbet hapse varan cezalar isteniyor. Abdullah Öcalan ve PKK’nin diyalog çağrılarının karşılıksız kalması üzerine Öcalan ‘Geri çekiliyorum’ dedi. Habur’dan giriş yapan Barış Grubu sözcüsü de sanki daha önceden bilinmiyormuş gibi ‘PKK üyeliğinden’ tutuklandı. BDP’nin Öcalan’ın
konomi Koordinasyon Kurulu, Ulusal İstihdam Stratejisi Taslağı’nın netleştirilmesi için 8 Haziran günü toplandı. Hazine Müsteşarlığı Uğur Ercan Salonu’nda gerçekleştirilen toplantıya Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, devlet bakanları ile TESK, TİSK, TOBB başkanları, işçi ve kamu emekçileri sendikaları konfederasyonları genel başkanları katıldı. KESK toplantıya katılmazken DİSK, Genel Sekereter düzeyinde toplantıyı takip etti. Ömer Dinçer’in, “İşi korumak yerine insanı korumayı, işi
Şerzan’ın katilleri iş başında Ü
muhatap alınması için yaptığı Silopi eylemi ise polis terörüyle karşılaştı ve eylemde kalça kemiği kırılan Milletvekili Sevahir Bayındır’la birlikte çok sayıda kişi de yaralandı. AKP’nin Kürt sorununun çözümü için kullandığı ‘Dağdan indireceğiz’ söyleminin yerini devletin şiddete dayalı klasik dili aldı. Çatışmalar böylesi bir ortamda şiddetlendi ve AKP’nin giderek tasfiyeye daralan açılım politikası Kürt hareketi tarafından daha sert bir karşılık bulmaya başladı. Açılım, Kürt halkı açısından ciddi bir hayal kırıklığına dönüşürken bu durum AKP açısından Kürt illerinde önemli bir seçim başarısızlığına yol açmıştı. Bu koşullarda krizi derinleşen AKP, halkın taleplerine yanıt veremiyor ve kendisi için de büyük risk içeren bir çatışmayı
şiddetlendiriyor. İsrail saldırısına karşı somut tavır alamayan AKP, aynı güne denk gelen İskenderun baskınını İsrail’e bağlayan açıklamalar yaparak, İsrail karşıtı tepkileri de Kürt hareketine yöneltmeye çalışıyor. Yaklaşan genel seçimlerle birlikte İslamcı-şoven bir iklimden yararlanmayı hedefliyor. ABD’nin Kuzey Irak’tan sağladığı istihbarat desteğinin geliş süresini kısaltmasının ardından sınır ötesi hava operasyonları da başladı. 2 Haziran’da Irak Kürdistan Federe Bölgesi Başkanı Mesud Barzani Ankara’ya geldi ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ekonomik ilişkileri geliştirme vaadiyle PKK’ye karşı işbirliği istedi. AKP’nin Kürt sorununda şiddete dayalı politikasının, yaz döneminde gündemin üst sıralarına yükseleceği görülüyor.
İstihdamda esnek stratejiler E
lesi Türk iç politikasına yöneliktir. İsrail CHPMHP koalisyonunu istiyor çünkü statükocu bir iktidar ile Türkiye iç meselelerine gömülecektir” sözleriyle yaşananları değerlendirerek yeni bir saflaşma noktası önerdi.
kayma olmayacağını, Batılı güç odaklarıyla kuracağı her ilişkide onların otoritelerine saygıda kusur etmeyeceğini göstermek istediğini söyleyebiliriz” sözleriyle değerlendirdi. Çünkü Gülen, tüm gücü ve varlığını CIA desteğine borçlu. “Dünya denilen geminin kaptanı olan ABD” ile işbirliği yapmadan hiçbir başarıya ulaşılamayacağını söyleyen Gülen’in şimdiye kadar İsrail’i doğrudan hedef alan hiçbir açıklama yapmaması şaşırtıcı değil. Ancak Gülen’in bu diyalog, hoşgörü sevdası ve diplomatik hassasiyeti tek başına ABD’nin ılımlı İslam politikalarında ana aktör olmasından kaynaklanmıyor. Aynı zamanda “duygusal” nedenler de mevcut. Gülen cemaatine bağlı TUSKON bünyesindeki şirketlerin İsrail’in de içinde bulunduğu Ortadoğu ülkelerinde çok sayıda yatırımı bulunuyor. İsrail’de enerji, petrol ve altyapı yatırımları yapan Sabancı, Zorlu, Çalık Holding Ortadoğu gezilerine TUSKON ile beraber çıkıyor. Türkiye’nin mayıs ayı ihracat rakamlarını açıklayan TİM (Türkiye İhracatçılar Meclisi) Türkiye’nin ihracat patlaması yaşadığını (İsrail ile yüzde 47 artış yaşandı) bu sonucun TUSKON’un katkılarıyla oluştuğunu söyledi. Ortadoğu ülkeleriyle ekonomik ilişkilerin katlanarak artmasında Erdoğan’ın Davos’taki “van minüt” çıkışının büyük payı olduğunu her fırsatta dile getiren TUSKON başkanı Rızanur Bayraktar’ın aksine Gülen’in gerginlikten duyduğu memnuniyetsizlik, yaşanılan gerginliğin de belirli bir sınırda tutulacağını gösteriyor.
sağlama almak yerine insan yetiştirmeyi öne çıkaran bir yaklaşımla kişilerin istihdamlarının garanti altına alındığı bir işgücü piyasası oluşturmayı hedefliyoruz” diyerek tanıttığı plan dört ana stratejiden oluşuyor. Dinçer, bu stratejileri istihdam artışı, ekonomik büyüme, esnek çalıştırma, işsizlik fonunun kullanımı dahil sosyal koruma ağlarının genişletilmesi olarak sıraladı. İstihdamı 2023’e kadar yıl yıl planladıklarını belirten Dinçer, ‘sosyal tarafların’ istihdam stratejisiyle ilgili önerilerini almak için toplantıyı gerçekleştirdiklerini söyledi. Dinçer, stratejilerin nasıl
uygulanacağı konusunu daha sonra taraflarla paylaşacaklarını belirtti. Hükümetin hazırladığı istihdam stratejisi, esnek çalıştırmanın yaygınlaştırılmasıyla birlike patronların kıdem tazminatı ödemekten kurtarılmasının, bölgesel asgari ücret uygulmasının ve özel istihdam bürolarının kurulmasının önünü açacak. Patronlar bir süredir bu talepleri sıkça gündeme getiriyordu; hatta ulusal strateji toplantılarındaki ana talepleri bunlardı. AKP, 24 Mayıs’ta “İstihdam paketi haziranda hazır” demişti ve patronların kaygılarını dindirmeye yönelik açıklamalarda bulunmuştu.
lkücü faşistlerin Kürt öğrencilere yönelik saldırıları hız kesmiyor. Muğla’da Şerzan Kurt’u katleden faşistler ülkenin birçok ilinde öğrencilere saldırıyor. Kürt öğrencileri sindirmek için saldırıya geçen faşistler Tokat, Giresun ve Isparta’da da Kürt öğrencilere saldırdı. Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi’nde okuyan üç Kürt öğrenci okula giderken faşistlerin satırlı bıçaklı saldırısına uğradı. Öğrenciler tedavi için gittikleri Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nden “olay çıkmasın” denilerek evlerine gönderildi. Giresun Üniversitesi’nde okuyan Cumaali Salik isimli Kürt öğrenci de faşistlerin dağıttığı, Kürtlere hakaretler içeren bildiriyi almadığı için 30 kişi tarafından darp edildi. Hastaneye kaldırılan ve sağlık durumu ciddiyetini koruyan Salik’i “ziyaret eden” Giresun emniyeti, üniversite yönetimi ve yurt yönetimi Salik’ten “derslerinden geçirme ve hastane masraflarını karşılama” karşılığında şikayetçi olmamasını istedi. Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’nde okuyan fiziksel engelli öğrenci Abdulhalim Ertan ise gece evine dönerken pusuda beleyen faşistlerin saldırısına uğradı. Ertan’ın daha önce de benzer bir saldırıya maruz kaldığı belirtildi.
1978’de 7 T‹P’li ö¤renciyi öldüren ve iflledi¤i cinayetler tarihe Bahçelievler Katliam› olarak geçen Haluk K›rc› tahliye oldu. Eski kontrgerilla tetikçisini aklamak için sa¤c› bas›n seferber oldu. Zaman gazetesi K›rc›’n›n ne denli piflman oldu¤unu, kendisinin ‘karanl›k güçler’ taraf›ndan kullan›ld›¤›n› söyledi¤i röportajlar›n› yay›mlamaktan imtina etmedi.
5
DÜNYA 11 Haziran 2010 / 24 Haziran 2010
Halk›n Sesi
Bir dünya İsrail’e karşı 7 İ
srail’in 31 Mayıs sabahı Gazze’ye gönderilen yardım gemilerine yaptığı saldırı dünya kamuoyunda büyük tepki yarattı. 9 kişinin öldüğü, onlarca kişinin de yaralandığı saldırı sonrasında tüm dünyada İsrail’i protesto ve Filistin’le dayanışma eylemleri yapıldı. Birçok lider sert açıklamalar yapmakla yetinirken İsrail’le ilişkilerini kesen tek ülke Nikaragua oldu. Tüm dünyada gerçekleştirilen protesto eylemlerine rağmen İsrail devleti, 7 Haziran günü yardım götürmek için Gazze’ye giden Filistinlilerin evlerinin yıkılmasını engellemeye çalışırken bir İsrail buldozeri tarafından ezilerek öldürülen ABD'li barış gönüllüsü Rachel Corrie'nin ismini taşıyan gemiyi de durdurarak içindekileri sınır dışı etti. 31 Mayıs’taki saldırının hemen ardından Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) de bir bildiri yayımlayarak tüm ülkelerden İsrail’le ilişkilerini kesmelerini istedi. ‹SRA‹L SALDIRGANLI⁄I SÜRÜYOR FHKC’nin bildirisinin yayımlandığı saatlerde Filistin’deki Kalandiye geçiş noktası yakınlarında İsrail’i protesto gösterileri vardı. Filistinlilerin yanı sıra dünyanın diğer ülkelerinden de eylemcilerin olduğu gösterilere İsrail sınır güvenlikleri saldırdı. Saldırı sırasında ABD’li Emily Henochowicz, İsrailli güvenlikçilerin attığı gaz bombasının yüzüne isabet etmesi sonucu kör oldu. Saldırının ardından İsrail parlamentosunda sert tartışmalar yaşandı. Gemideki gönüllüler ara-sında yer alan İsrail parlamentosunun ilk kadın Arap milletvekili Hanen Zubi'ye tepki yağdı. Balad Partisi üyesi Hanen Zubi, sağcı milletvekillerinin sözlü tacizine uğradı. Zubi’ye destek çıkan az sayıdaki vekilden, İsrail Komünist Partisi üyesi Muhammed Barake ise Hanen Zubi'nin çok asil davrandığını ve amacının ablukanın kaldırılması olduğunu belirtti.
Asya Zirvesi sonuçsuz A
sya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı (AİGK) 7-8 Haziran günlerinde İstanbul’da yapıldı. İran’a yaptırım kararının görüşüldüğü BM güvenlik zirvesi ve İsrail-Türkiye gerginliği gölgesinde gerçekleşen zirveden somut bir karar çıkmadı. Toplantı sonrası oluşturulan sonuç bildirgesinde İsrail’i kınama kararı yer almazken “terörizme” karşı askeri işbirliğinin geliştirilmesi üzerinde uzlaşıldı. Irak ve Vietnam’ın da dahil olmasıyla 22 üyeye ulaşan AİGK’e İran, Rusya, Suriye, Filistin, Azerbaycan, Afganistan ve Kazakistan devlet başkanları düzeyinde katıldı. Üye ülkelerden İsrail ise konferansa büyükelçi Gabby Levy’i gönderdi. Zirve sonunda İsrail’in veto etmesi nedeniyle yardım gemilerine düzenlenen İsrail operasyonunu kınama kararı çıkmazken, sonuç bildirgesini okuyan Abdullah Gül 21 ülkenin İsrail’i kınadığını söyledi. Zirve sonunda okunan sonuç bildirgesinde Afganistan’a bütün alanlarda yardım etmek konusunda uzlaşılırken özellikle Asya bölgesindeki enerji güvenliğinin sağlanması konusunda daha aktif askeri işbirliği yapılması, bölgedeki çatışmalara son verilmesi ve terörizme karşı mücadelede ortaklaşıldı.
‹
iklim 5 kıta
srail’in, yardım gemilerine saldırısından sonra dünya ayağa kalktı. Nikaragua İsrail’le ilişkilerini kesti, İsveçli liman işçileri İsrail gemilerini boykot etti. Birçok ülke lideriyse sert açıklamalar yapmakla yetindi
‹spanya’da grev var
İ
spanya'da hükümetin kamu açığını düşürmek için maaşlarda yüzde 0,56 ila yüzde 7 arasında kesinti yapmasını protesto eden kamu çalışanları 8 Haziran’da greve gitti. Yüzde 75 civarında katılımın sağlandığı grev sebebiyle lise bitirme sınavlarının ilk bölümü iptal edildi. Grev, eğitim, sağlık ve yargı alanında etkili oldu. 2 buçuk milyon kamu emekçisinin katıldığı grev süresince İspanya’nın çeşitli yerlerinde karayollarını trafiğe kapatan kamu emekçileriyle polis arasında arbedeler yaşandı. İspanya'da postacılar da, sektörün riske atılması nedeniyle 10 Haziran’da greve gidiyor.
ABD ‹SRA‹L’‹N YANINDA ABD, İsrail’in saldırısını haklı buldu. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, İsrail'in Gazze'ye giden gemilere yönelik saldırısını, "Hamas ile savaş halindeki İsrail'in, silahların kaçırıp kaçırılmadığını bilmeye hakkı var" diyerek savundu. Biden, ABD ile İsrail arasındaki ilişkilerde "çatlaklar" olduğu yönündeki fikirleri de reddederek, "İsrail hükümetinin izlediği taktiksel yollarda ya da bazı bakanlarının, yapıcı olmadığını düşündüğümüz bazı söylemlerinde görüş ayrılıklarımız var mı? Evet, ama bunlar her zaman var" dedi. ABD, yardım konvoyuna düzenlenen saldırıdan üç gün sonra, BM İnsan Hakları Konseyi’nin saldırıyı kınama kararına karşı oy kullandı. Konseyin kararını “uygunsuzca ve acele bir karar” olarak nitelendirdi.
‹SRA‹L’E TÜM DÜNYADA ÖFKE ABD’nin aksine tüm dünyada İsrail’e öfke vardı. İsrail’in saldırısı karşısında Küba Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı yazılı bir açıklama yaparak İsrail’in saldırısını kınadı. İsrail devletinin yardım malzemesini taşıyan gemilere yönelik gerçekleştirdiği saldırıyı kınamak için Almanya Duisburg’da bir miting düzenlendi. Viyana'da yaklaşık bin kişi, İsrail'in Viyana Büyükelçiliği'nin önünde oturma eylemi yaptı. Protestoda, çoğunluğunu Türkiye kökenli göçmenlerin oluşturduğu göstericilerin yanı sıra Alman, Arap ve başka ülkelerden göçmenler de yer aldı. İtalya’da, başta siyasi partiler olmak üzere birçok sivil toplum örgütü saldırıyı kınarken, İtalyan Komunist Partisi Genel Başkanı Diliberto, Nethanyahu'nun sorumsuzca davrandığını ve şiddet tehdit-
leri ile olası bir savaşı tetiklemekte olduğunu belirtti. Belçika Dışişleri Bakanlığı önünde toplanan yaklaşık 600 kişi İsrail karşıtı sloganlar atarak katliamı protesto etti. Eylemciler, Belçika’nın İsrail ile olan diplomatik ilişkilerinin askıya almasını talep etti. Güney Afrika Cumhuriyeti, Yunanistan, İsveç, İspanya ve Mısır, İsrail büyükelçilerini geri çağırdı. N‹KARAGUA ‹L‹fiK‹LER‹ KEST‹ Nikaragua hükümeti, yaptığı bir açıklamayla, “İsrail’le tüm diplomatik ilişkilerini resmen kestiğini” bildirdi. Devlet Başkanı’nın sözcülüğünü üstlenen, ülkenin First Lady’si Rosario Murillo Nikaragua Devlet Başkanı Daniel Ortega’nın saldırının “suç” olduğuna inandığını ve uluslararası hukukun ihlali anlamına gelen bu saldırıda ölenler için “yas tuttuğunu” söyledi.
‹SVEÇL‹ ‹fiÇ‹LERDEN BOYKOT İsveçli liman işçileri, Gazze'ye giden yardım filosuna yapılan saldırıyı protesto etmek için İsrail gemilerini ve ürünlerini bir hafta boyunca boykot edeceklerini duyurdu. 1500 üyesi bulunan sendikanın sözcüsü Peter Annerback, 15-24 Haziran'da işçileri İsrail ürünlerine ve gemilerine yönelik boykota çağırdıklarını söyledi. Annerback "Eğer bir İsrail gemisi bize gelirse, ona dokunmayacağız ve üzerinde çalışmayacağız" dedi. Sendika açıklamasında, diğer sendika ve örgütleri de benzer eylemliklerle kendilerine katılmaya çağırdı. Sendika, İsrail'in saldırı sebebiyle ve uluslararası hukuka saygı göstermesi için yargılanmasını, Gazze'ye yönelik ablukanın da kaldırılmasını istedi.
Japonya Baflbakan› Hatoyama istifa etti
J
aponya Başbakanı Yukio Hatoyama, Okinawa’daki ABD askeri üssünü kapatamadığı gerekçesiyle 2 Haziran sabahı istifa etti. 8 ay önceki seçimlerde Okinava’da bulunan ABD askeri üssünü kaldırma sözü veren Hatoyama, üssü kaldıramadığı için halktan tepki toplamıştı. Hatoyama, 4 sene içinde Japonya’da istifa eden dördüncü başbakan oldu. 47 bin ABD askeri bulunduğu üs, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Japonya’nın ordu bulundurmasını yasaklayan bir anlaşma uyarınca ABD tarafından kurulmuştu.
Açık kapı rolü Türkiye’de Birleşmiş Milletler, İran’a karşı yaptırım uygulanması kararını onayladı. Hayır oyu kullanan Türkiye, İran ile ABD arasında uzlaştırıcı ülke konumunu koruyor
B
irleşmiş Milletler, İran’a nükleer programı nedeniyle yeni bazı yaptırımların uygulanmasını onayladı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi olan 15 ülkeden 12’si ABD, Rusya, Fransa, Çin, İngiltere, Avusturya, Japonya, Meksika, Uganda, Bosna Hersek, Gabon ve Nijer İran’a yaptırımı onaylarken, Türkiye ve Brezilya’dan ret oyu geldi. Lübnan ise çekimser oy kullandı. DE⁄‹fiEN B‹R fiEY YOK Rusya, İran’a füze satabilme koşulunun sağlanmasının ardından, Çin de
İran’la yaptığı petrol ve doğalgaz ticaretinin kesilmemesi koşuluyla İran’a yaptırım uygulanmasını onayladı. ABD Başkanı Barak Obama, yaptığı açıklamada, İran ile müzakere kapısının hala açık olduğunu belirtti. BM’nin kararının ardından bir açıklama yapan İran, uranyum zenginleştirme işlemlerini sürdüreceğini belirtti ve “Hiçbir şey değişmeyecek” mesajı verdi. TÜRK‹YE ‘HAYIR’ DED‹ İran’a yaptırım kararının onaylanmasının ardından Türkiye’nin ABD ile İran arasındaki
uzlaştırıcı rolü daha da önem kazandı. BM, Türkiye ve Brezilya'nın İran ile yaptığı uranyum takas anlaşmasını "güven artırıcı önlem" olarak yorumladı. İran’a yaptırım kararının alınmasına karşın Türkiye İran’la müzakerelerin sürmesi için “açık kapı” olacak. Oylamada Türkiye’yi temsil eden BM Türkiye Daimi Temsilcisi Ertuğrul Apakan, Türkiye’nin ret oyu vermesini, “İran’ın nükleer programıyla ilgili çalışmaları farklı şekillerde yönlendirebilmek” gerekçesiyle açıkladı ve İran’ın nükleer programının barışçıl
olduğunu teyit ettiğini belirtti. Yaptırımlar olmasına karşın Türkiye, Brezilya ve İran arasında imzalanan uranyum takası anlaşmasının sürdürüleceğini belirten Türkiye Dışişleri Bakanlığı, İran’ın da anlaşmayı sürdürmesi gerektiğini söyledi. BM’nin onayladığı yaptırımlar İran'a yönelik mali kısıtlamaların daha da sıkılaştırılmasını, seyahat yasaklarının ve denetimlerin artırılmasını, İran’a halihazırda BM tarafından uygulanan silah ambargosunun genişletilmesini içeriyor. Yaptırım paketinde, İran'ın nükleer
programıyla ilgisi olan, aralarında bir de bankanın bulunduğu 40 şirket ve bir kişinin uluslararası alanda mal varlıklarının dondurularak, seyahat yasağına tabi tutulması yer alıyor. Bu 40 kurum arasında 15'i İran Devrim Muhafızları’na, üçü İran Deniz Hatları’na bağlı kuruluş bulunuyor. İşleyişe göre, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları 9 üyenin kabul etmesiyle onaylanabiliyor. BM’nin daimi üyeleri olan Rusya, Çin, Fransa, İngiltere ve ABD’nin veto yetkisi bulunuyor. Bu ülkelerin dışında kalan 10 ülke ise 2 yıllığına geçici olarak seçiliyor.
Barça faflizme karfl›
İ
spanya Futbol Ligi'nin (La Liga) ve dünya futbolunun önde gelen takımlarından Barcelona, Valencia kulübünden transfer ettiği David Villa Sanchez'in sözleşmesine "ırkçılığa karşı" maddeler koyarak bir ilke imza attı. Sözleşmeye göre David Villa hiçbir şekilde ırkçı içeriğe sahip mesajlar ve semboller taşımayacak ve ırkçı olaylarda kesinlikle yer almayacak. Konu hakkında açıklama yapan Katalan kulübünün başkanı Juan Laporta, bundan sonra tüm sözleşmelerde bu maddelerin yer alacağını belirtti.
Kriz Macaristan’ın kapısında Y
unanistan’ın ardından Macaristan da ekonomik krizle karşı karşıya. Macaristan’da Nisan ayındaki seçimlerden yüzde 52 oyla birinci çıkan merkez sağ FIDESZ (Genç Demokratlar Partisi) hükümeti, yüzde 3.8 olarak hedeflediği bütçe açığının gayri safi yurtiçi milli hasılaya oranın yüzde 7-7.5 arasında olacağını açıkladı. Başbakanlık Sözcüsü Peter Szijjarto eski hükümetin verileri sakladığını iddia ederek “Ekonominin gerçek durumunu yansıtan verilerin halka açıklanmasının ardından, ortaya bir ekonomik eylem planının konulması gerekiyor” dedi. Başbakanlık sözcüsünün açıklamalarının ardından hükümet yetkilileri, krize karşı acil eylem planına ilişkin basına bilgi verdi. Yetkililer köklü reformların ve emekli maaşlarında belli düzenlemelerin yapılacağını belirtirken düzenlemelerin içeriği ile ilgili ayrıntılı bilgi vermedi. Avrupa Komisyonu ilk tavsiye olarak bütçe açığının kapatılmasını önerirken IMF
Macaristan Temsilciliği hükümetle görüşmelerin kısa sürede başlayacağını açıkladı. Gelişmeler, Macaristan işçi sınıfının Yunanistan’dakinin benzeri bir neoliberal saldırı ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Macaristan’da kriz, 8 Nisan’daki seçimden önce sekiz yıl iktidarda kalan MSZP (Macaristan Sosyalist Partisi) döneminde yürütülen ekonomi politikalarına dayanıyor. Sekiz yıllık iktidarı döneminde devlet elinde kalan kamu kuruluşlarını özelleştiren ve önemli haklarda kısıtlamalara giden MSZP, işçi sınıfında büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı. MSZP iktidarı dönemindeki üç başbakandan biri olan zengin işadamı Ferenc Gyurcsany, 2006 yılında yayımlanan bir ses kaydında tasarruf tedbirleri konusunda halka yalan söylediklerini itiraf etmişti. Bu dönemde meclis önünde yapılan gösteriler MSZP’yi oldukça yıpratmış ve nisan ayındaki seçimlerde oy oranı bir önceki seçimlere göre yarı yarıya azalarak yüzde 19’a inmişti.
Karzai’den Taliban aff›
A
fganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai, yayımladığı kararnameyle, haklarında kesin kanıt bulunmadan gözaltına alınanların serbest bırakılmasını sağladı. Karzai'nin talimatının, sadece Afgan cezaevlerinde tutulanları kapsadığı, ABD gözetiminde tutulanlara ilişkin bir emir bulunmadığı kaydedildi. Karzai 6 Mayıs günü, silah bırakan Taliban liderlerini Avrupa’ya sürgün edeceğini ve silah bırakan Taliban militanlarına ise iş imkânı vereceğini açıklamıştı.
6
İNSANCA YAŞAM 11 Haziran 2010 / 24 Haziran 2010
Halk›n Sesi
HES eliyle ‘bölücülük’ K
aradeniz’in doğal yaşamını tehdit eden, doğrudan AKP eliyle suyun kullanma hakkının sermayeye devrini öngören ve halkın büyük tepkisini çeken hidroelektrik santral (HES) projeleri yöre halkının sosyal yaşamını zedelemeye başladı. Projelerin hayata geçirilmesi için devreye sokulan rüşvet, iş, para vaadi gibi yöntemler nedeniyle bazı yerleşim yerlerinde halk arasında projelere yaklaşım konusunda ortaya çıkan farklı tavırlar yörenin sosyal yapısını zedeliyor. Bazı köylerde insanlar birbirlerine selam vermiyor, konuşmuyor hatta düğünlerine, cenazelerine bile gitmiyor. HES’lere karşı mücadele eden yurttaşlar ve kurumlarsa mücadelelerini sürdürürken ortaya çıkan bu ayrımların derinleşmemesi için de çaba sarfediyor. Halkın Sesi olarak konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Derelerin Kardeşliği Platformu Dönem Sözcüsü Ömer Şan, sorunun kaynağında ciddi yaşam zorlukları çeken yöre halkının bir bölümünün şirketlerin vaatlerinden etkilenmesinin yattığını söylüyor: “Köylerinin birçoğunun yolu yok, kimilerine elektrik yeni gelmiş. Bu durumda bazı köylüler onları karşılarında görünce ‘bizim köyümüze yatırım yapacaklar’ diye düşünüyor. “Düşük ücret de alsak en azında yaşadığımız yerde işimiz olur” diye düşünüyorlar. Karşımızdaki insanlar milyon dolarlık işler yapıyor. Kuruluş giderlerinden sonra yıllık ortalama 15-16 milyon dolar kar ediyorlar. Böyle bir sistemde oradaki insanlara verilecek 5 bin dolar gibi bir rakam kıl tüy bile değil.” YOKSUNLUKTAN KAYNAKLANAN KABUL HAL‹ Şan, çeşitli vaatlerle insanları kandırmanın ‘yemleme’ diye tarif ettiği yöntemle yapıldığını söylüyor: “Bu süreci özellikle muhtarlar üzerinden işletiyorlar. Para teklif ediyorlar, araba
Tonyalılar HES’çileri ‘uğurladı’ T
rabzon’un Tonya ilçesinde yapılması planlanan HES’lere halk tepki gösterdi. Derelerin satılmasına ve HES’lerin yol açtığı çevre katliamına karşı oluşan tepkileri önlemek için oluşturulan yasal prosedür HES’ci şirketleri ve AKPli bürokratları zor durumda bırakıyor. Projelerin başlaması için bölge halkının katılımıyla yapılması zorunlu olan bilgilendirme toplantıları son olarak Trabzon Tonya’da HES’ci şirketin ayağına dolandı. HES yapacak olan HEDA Elektrik Ltd. Şti. tarafından düzenlenen, Belediye Başkanı, muhtarlar ve AKP ilçe başkanının katıldığı 4 Haziran tarihli “bilgilendirme toplantısı” derelerine sahip çıkan çevreciler tarafından basıldı. Şirket yetkilisinin konuşması sırasında söz alan Derelerin Kardeşliği Platformu üyesi Bekir Uzunoğlu, derelerin satılmasına izin vermeyeceklerini, vatandaşlardan gizlenerek yapılan bu toplantının yasal olmadığını ifade ederek 12 Haziran’da yapılacak mitinge çağrı yaptı. Uzunoğlu’nun ardından söz alan bir Halkevi üyesi, enerji bahanesi ile vadilerimizi talana kalkışan HES’çi şirketleri ilçelerine sokmayacaklarını vurgulayarak; Filistin halkı katledilirken İsrail’de ihale kovalayan Çalık Grubu’nun Fol deresi üzerindeki 3 adet HES projesine sahip olduğunu hatırlatıp katillerin sofrasından para kazananlara ilçelerinde yer olmadığını ifade etti. Konuşmaların ardından alkışlar ve “HES’çi şirket Tonya’yı terk et” sloganları ile salonu boşaltan vatandaşlar; şirket yetkilisi ile AKP’li Tonya Belediye Başkanı, AKP ilçe başkanı ve bazı muhtarları baş başa bıraktı. Toplantı çıkışı ise HES yetkililerini taşıyan araç yumurtalar eşliğinde Tonya’dan “uğurlandı.”
K
aradeniz’de HES’çi şirketlerin halkı kandırma çabaları köylüyü birbirine düşürüyor. Bazı yerlerde komşu komşuya selam vermiyor, düğününe gitmiyor
HES projelerinin yo¤unlaflt›¤› Karadeniz Bölgesi’nde tepki gören flirketler, çareyi köylüyü çeflitli vaatlerle kand›rmakta ar›yor. teklif ediyorlar. En son GüneysuTonya’da doğrudan para teklif edildiğini gördük. Bunlar hep yasal olmayan şekillerde yapılıyor. Köylerde toplantı yapıyorlar, ‘bizden ne istiyorsunuz’ diye soruyorlar. Kimisi ‘yol yapın’ diyor, kimisi ‘ucuz elektrik’ verin kimisiyse ‘projeden pay verin’.” Şan, yoksunluktan kaynaklanan bu kabul etme hali nedeniyle bazı yerlerde insanlar arasında yaşanan görüş
ayrılıklarının git gide şiddetlendiğinin altını çiziyor. “Bazılarının projelere olumlu yaklaşması diğerlerinin tepkisine neden oluyor. Yakın akrabalar, komşular arasında dahi çatışma yaşanıyor. Loç Vadisi’nde olduğu gibi birbirlerine selam vermiyorlar, birbirlerininin düğünlerine gitmiyorlar.” Köylülerin önemli bölümünün sonuçta HES’lere karşı olmaktan yana tavır koyduğunu belirten Şan bu
çatışmaların derinleşmemesi için kendilerinin de büyük çaba sarfettiğini söylüyor: “Bize büyük sorumluluk düşüyor. Burada çıkabilecek şiddet olaylarını engellemek gibi bir sorumluluğumuz var. Zamanla bütün insanlar HES’lerin zararını görüyor. Mesela Başbakan’ın baba ocağı dediği Güneysu’da bugün santral nedeniyle derenin kuruduğunu gören insanlar şimdi tepki göstermeye başladılar.”
AKDEN‹Z DE ‹SYANA KATILIYOR Önemli bir bölümü Doğu Karadeniz bölgesini hedeflese de Türkiye’nin dört yanında HES projeleri için düğmeye basılmış durumda. Hal böyle olunca Karadeniz dışındaki bölgelerden de tepki sesleri yükseliyor. Tunceli’den Muğla’ya birçok yerde HES karşıtı eylemler yayılarak büyüyor. Son dönemde Akdeniz Bölgesi’nde de HES karşıtı mücadeleler güçleniyor. Bölgedeki kurumlar sıkıntılarını kamuoyuyla paylaşmak için önümüzdeki günlerde Ankara’ya gitmeye hazırlanıyor. Antalya Isparta Burdur Dereleri Gönlünce Aksın Platformu’nun öncülüğünde düzenlenen “Dereler Halkla Ankara’ya Akıyor” kampanyası çerçevesinde Haziran ortasında Ankara’daki meslek odaları, sendikalar ve demokratik kitle örgütleri merkezleri ziyaret edilecek. Kampanyayla, 225 HES projesinin bulunduğu Akdeniz bölgesindeki sıkıntılar aktarılacak. Otuza yakın kuruluşun destek verdiği platform adına yapılan açıklamada derelerin inşaat alanına dönüştüğü ve suların kullanım hakkının özel şirketlere devredildiğini vurgulandı. Kampanyayı düzenleyen platform amacını şu sözlerle ifade etti: “Yaşanan bu önemli sorunu Türkiye’de önemli işlevler üstlenen ve bütün Türkiye’ye yayılmış örgütlenme sistemleri bulunan kuruluşlara anlatmak amacıyla kampanya düzenlenmiştir.” Antalya’nın tarım ve turizm kenti olduğunun vurgulandığı açıklamada, bölgedeki doğa koruma alanlarının ve endemik bitki zenginliğinin yoğunluğuna dikkat çekilerek, “Doğal değerlerin tahribatı şehrimizin, bölgemizin bütününü etkileyecek olup; özellikle adeta sahipsiz durumda bulunan kırsal kesimleri daha çok etkileyecektir” görüşüne yer verildi.
Süper başkanlar dönemi başlıyor H
ükümet barınma hakkı mücadeleleri ve yargı engeline takılarak duraklayan kentsel dönüşüm projelerini hayata geçirmek için yargıda düzenlemeye gidiyor. İçişleri komisyonundan geçen ve TBMM Genel Kurulu’na gelmesi beklenen 5393 sayılı Belediye Kanunu‘nun "Kentsel Dönüşüm" konulu 73‘ncü maddesinde değişiklik yapılmasına ilişkin kanun teklifi büyükşehir belediye başkalarına sınırsız yağma yetkisi veriyor. Yasayla AKP hükümeti ranta dayalı belediyecilik anlayışının önünde engel olan halk muhalefetinin ve yargı kararlarının üstesinden gelmeye çalışıyor. SÜPER BAfiKANLAR GEL‹YOR Şehir Plancıları Odası tarafından yayımlanan açıklamada yasa değişikliğinin Meclis’ten geçmesi durumunda büyükşehir belediyelerinin süper yetkiyle donatılacağı belirtildi. Kanun değişikliğiyle belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyeleri yetkili olacak. “Kamulaştırmanın acilliği” kararı büyükşehir belediye meclisi tarafından verilecek. Kentsel dönüşüm ve gelişim alanları içinde yer alan eğitim ve sağlık alanları hariç kamuya ait gayrimenkuller, harca esas değer üzerinden belediyelere devredilecek. Şehir plancıları Odası bu değişikliklerle
AKP’nin rektörü TOKİ’ye doktora verdi
AKP hükümeti belediyeler kanununda yapacağı bir değişiklikle kentsel dönüşümde yeni yağma devrini başlatmaya hazırlanıyor
A
KP’nin seçim stratejisinin en büyük kozlarından biri olan Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) paracanlısı başkanı Erdoğan Bayraktar’a Gazi Üniversitesi fahri doktora verdi. Akademik eğitim almayanların dayetenek ve donanımlarının üniversite tarafından kabul edildiğini gösteren bir simge olarak verilen fahri doktora unvanları uygulamada siyasi ve yandaşlık ilişkilerinin bir nişanesi haline dönüştü. Gazi Üniversitesi, 1 Haziran’da düzenlediği bir törenle TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar’a fahri doktora unvanı verdi. Üniversite, Bayraktar’a ödülü “Toplu konut alanındaki birikimi, kamu arazileri ve kaynaklarını verimli biçimde değerlendirilip halka açmasındaki çabaları; alt gelir gruplarına yönelik konut üretimi konusundaki katkıları, gecekondu önleme, kentsel gelişim ve yenilme
kısıtlandığını belirtiyor. YARGIYA BY-PAS Yasa metnine eklenen “Bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce yargı mercilerinde alınmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış davalarda bu Kanun
çalışmalarından” verdiğini duyurdu. Bayraktarın bu unvanı almasına ilk tepki TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası ve Şehir Plancıları Odası yönetim kurullarından geldi. İMO, TOKİ’nin kaynaklarının sadece yüzde 22’sini dar gelirlilere ayırdığını, TOKİ’nin zenginler için bir yatırım aracına dönüştüğünü ifade etti. Şehir Plancıları, TOKİ’nin yoksulu daha da yoksullaştıran ve kentsel alandan tasfiye etmeye çalışan kentsel dönüşüm projelerinin uygulayıcısı olduğunu belirtti. TOKİ Başkanı Bayraktar’a verilen fahri doktoranın kabul edilemez olduğunu belirtti. Bayraktar’a bu unvanı veren Gazi Üniversitesi’nin rektörü Rıza Ayhan Ağustos 2008'de rektörlük seçimlerinde ikinci olmasına rağmen YÖK tarafından liste başı yapılmış Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Gazi Üniversitesi Rektörlüğü’ne atanmıştı.
A
nkara Mamak’ta Tuzluçayır Mahallesi’nde kurulan baz istasyonu, mahallelinin kararlı mücadelesi sonrası yerinden söküldü. Yaklaşık iki ay boyunca toplantılar, imza toplama kampanyaları ile birlikte yürüyen mücadele sonunda mahalleliler baz istasyonunu söktürdü. Yaklaşık iki ay önce Tuzluçayır Mahallesi 297 Sokak’a Turkcell tarafından baz istasyonu kurulmasına karşı sokak sakinlerinin ve mahallede bulunan demokratik kitle örgütlerinin mücadelesi sonuç getirdi. Kurulmaya çalışıldığı ilk gün mahallenin tepkisi üzerine çalışmalarına son veren firma, ilerleyen günlerde iki kere daha istasyonu kurmaya çalışmıştı. Fakat mahalle sakinleri her defasında bina önünde toplanarak firma yetkililerini çalıştırmamıştı.Tuzluçayırlıla r baza karşı imza toplayarak Mamak Belediyesi’ne ve Kaymakanlığı’na iletmiş fakat bu girişimleri sonuç vermeyince baz istasyonu örgütlü mücadeleyle engellemişti.
hükümleri uygulanır” şeklindeki geçici maddeyle belediyelerin elini zayıflatan kentsel dönüşüm projelerine verilen yürütmeyi durdurma kararları da geçersiz hale getiriliyor. B‹R TAfiLA ‹K‹ KUfi Hükümet yasa değişikliği ile politik olarak yenemediği tüm hareket ve partileri de devre dışı bırakıyor. Barınma hakkı mücadelesinin üstesinden belediyelere doğrudan yağma hakkı veren düzenlemeyle gelmeye çalışan AKP, aynı yasa metni sayesinde ilçe belediyelerinin haklarını ve yetkilerini de büyükşehir belediyeleri adına gasp ediyor. Böylece sandıkta yenemediği ilçe belediyelerini de işlevsiz hale getiriyor.
büyükşehir belediye başkanlarının kent içinde istedikleri her alanda tek söz sahibi haline getirildiklerini ifade ediyor. Kentsel dönüşüm alanı ilan edilen yerlerde yaşayanların ise yasa eliyle mağdur edildiğini, yargıya başvurma haklarının anayasaya aykırı biçimde
Mamaklı istasyonu yaptırmadı
CHP’N‹N DERD‹ ASKER‹ ALANLAR Kent yoksullarının evlerinin ellerinden alınmasının önünü açacak ve kent rantının kontrolünü koşulsuz büyükşehir belediyelerine devredecek olan yasaya CHP’nin tek eleştiri ve katkısı askeri alanlara ilişkindi. Kanun teklifinin görüşüldüğü İçişleri Komisyonu’na CHP’li milletvekilleri Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kullanım alanında bulunan yerlerde kentsel dönüşüm için Milli Savunma Bakanlığı’ndan izin alınmasına ilişkin önerge sundu.
TOK‹ Baflkan› Erdo¤an Bayraktar
Sağlık hakkını konuştular
S
ağlığıma Engel Olma Platformu’nun düzenlediği “Sağlık Haktır” konulu panel ve forum 29 Mayıs Cumartesi günü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde yapıldı. Çok sayıda izleyicinin katıldığı etkinlikte Sağlık Hakkı Derneği, Kas Hastalıkları Derneği, ALS Hastaları Derneği, Okmeydanı Halkevi, Emekli-Sen, Engelli Hakları Atölyesi, Devrimci Sağlık-İş Sendikası üyeleri, İşitme Engellileri Derneği, Toplumsal Hukuk ve Araştırmalar Derneği, Kot Taşlama İşçileri Komitesi, Tersane İşçileri Birliği, Sefaköy Halkevi, Sarıyer Halkevi, Sulukule mahallesi adına birer temsilciyle Yeşil Kart mağduru bir vatandaş söz alarak düşüncelerini ifade etti. Toplantının kapanış bildirisinin okunmasının ardından söz alan Dr. Süheyla Ekemen, Platformun bu etkinlikten aldığı güçle sağlık hakkı mücadelesini daha da güçlendirerek sürdüreceğini ve bir sonraki toplantıya bazı kazanımlarla birlikte geleceklerine olan inancını dile getirdi. Ekemen’ik konuşmasının ardından sona erdi.
7
İNSANCA YAŞAM 11 Haziran 2010 / 24 Haziran 2010
Halk›n Sesi
Ulaşımın farkı fiyatında E
Umudun fidelerini diktiler Barınma hakkı mücadelesinin uzun soluklu direnişçileri, Dikmen Vadisi halkı şimdi yeni bir yaşamın tohumlarını ekmek için kolları sıvadı. Vadi ağaçlandırılıyor, topraklar ekim ve dikime açılıyor
D
ikmen Vadisi halkının, neoliberal belediyeciliğin “kentsel dönüşüm” yağmasına karşı verdiği mücadele, beşinci yılına girdi. Eylemleri ve uzun soluklu direnişleriyle Halkın Sesi’ne birçok defa konuk olan Dikmen Vadisi halkı bu sefer yeni bir yaşamın tohumlarını attıkları bir deneyimle konuğumuz oluyor. Dikmen Vadisi Barınma Hakkı Bürosu’ndan Tarık Çalışkan Vadi’nin ‘yeni bir yaşam için tarım’ fikrini bizimle paylaşıyor. Elbirliği ile yürütülen kararlı direniş sonucu “Dikmen Vadisi 4. ve 5. Etap Kentsel Dönüşüm Projesi” iptal edilse de, Vadililer yarın yeni rant saldırıları ile karşı karşıya kalacaklarının bilincinde. Ülkenin her yerinde yoksul emekçi halkın hak ve kazanımlarına el uzatanlar, Vadi halkını da rahat bırakmayacak şüphesiz.
yapılacak lüks villalar, dev alışveriş merkezleri, yüksek güvenlikli sitelerle betonlaşmaya teslim olmasına ve bir anlamda hepimizden, bütün kentlilerden çalınıp esirgenmesine engel olmak istedik. Gelinen noktada, nice ağır bedeller ödeyerek, nice sıkıntılara göğüs gererek bunu başardık. Tam da düşmanı püskürtmüşken, şimdi önceliğimiz; bizlere, hepimize ait olan Vadimizi, bir avuç zengin varlıklı kesimin ve gözünü rant hırsı bürümüş sermayenin çıkarları yerine, bütün kent ve kentliler için yaşanabilir bir alan haline getirmektir. Onlar, kentin her yerine beton dikerken, biz ağaç dikeceğiz,
domates biber yetiştireceğiz. Onlar, çelik ve cam binaların içinde sahte yaşamlarla avunurken, bizler kuşun sesini duyup göğün mavisini göreceğiz. Onlar, daha fazla para ve güç elde etmeye çabalarken, bizler insanlığımızın derinliklerine yolculuk edeceğiz. Onlar yalnızlaşırken, bir daha da kardeşleşeceğiz. Bu amaçla, Dikmen Vadisi Barınma Hakkı Bürosu öncülüğünde bir “ekim kampanyası” başlattık. YIKIMLARIN ARASINDAN YEN‹ B‹R HAYAT KURUYORUZ Ağaç dikme kampanyamız 2009 yılı sonbahar aylarında başlandı. Vadi halkı tarafından
yaklaşık 3 bin adet meşe, sarıçam ve söğüt ağacı, ayrıca gecekonduların bahçelerine çeşitli meyve ağaçları dikildi. Aynı zamanda son bir yıl içinde Vadi’de hemen her gecekondu kendi imkanları ile sebze ve meyve bahçesi oluşturdu ve bu bahar aylarında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğrencilerinin katkısı ile Vadi’de tarıma başlandı. Bu kapsamda ilk etapta 2 bin kadar domates, biber, hıyar ve patlıcan fidesinin ekimi yapıldı. Vadi halkı kolektif biçimde yürütülen bu çalışma ile hem kendi mutfak giderlerini düşürmeyi, hem de Ankaralılara sağlıklı, organik meyve sebze ürünleri sunmayı amaçlıyor.
ONLAR YALNIZLAfiIRKEN B‹Z KARDEfiLEfiECE⁄‹Z Vadi halkı olarak, “barınma hakkı” ve “insanca bir yaşam” için verdiğimiz mücadelede; yeşil bitki örtüsü ve doğal yapısı ile kentin vazgeçilmez bir değer olan Vadiyi, aynı zamanda bütün kent ve kentliler için de savunduğumuzun hep bilincinde olduk. Ankara için bir nefes borusu olma özelliği taşıyan Dikmen Vadisi’nin; rant amaçlı kentsel dönüşüm projesi kapsamında
Ya halk›n komplosu...
Konuk Yazar ENDER HELVACIO⁄LU B‹L‹M VE GELECEK DERG‹S‹ GENEL YAYIN YÖNETMEN‹
Son bir ayda ülkemizde yaşadığımız baş döndürücü siyasal olayları düşünürken belki de işin içinden çıkamadığım için- biraz güncelin dışına çıkma, olaylara kuşbakışı yaklaşma ihtiyacı hissettim ve Machiavelli’nin “Komplolar ve Karşı Komplolar Tarihi” adlı eserini okumaya başladım. Zor bir kitap, tadına varabilmek için 15. yüzyıl İtalya’sını iyi bilmek gerek. Bu döneme ilişkin fazla bir bilgim yok; dolayısıyla Makyavel Usta’nın günümüze kadar ulaşabilmiş çıkarımlarını süzmeye çalıştım epey zorlanarak. Peki, kütüphanemde okunmamış bunca eser varken neden elim bu kitaba gitti? Çünkü günümüz burjuva siyasetini takip edebilmek için “komplo teorisine” vakıf olmak gerek. Burjuva demokrasisi her zaman bir yalandı, ama yalan olduğunun bu kadar net bir biçimde ortaya çıktığı başka bir dönem oldu mu bilmem. Anımsıyor musunuz, bundan çok değil 1,5 ay önce Deniz Baykal adlı bir ana muhalefet lideri vardı ve gelecek seçimlerde başbakan olması ciddi bir olasılıktı. Şimdi yok! Hacıyatmazlıkta Demirel’le yarışacak çapta bir kişilik olan Baykal, tek bir “altın vuruş”la siyasetin dışına itiliverdi. Bu “vuruş”u kim yaptı, bu kaseti kim çekti, daha önemlisi kim servis etti,
tartışılmıyor bile… Türkiye’nin yakın dönem politik arenasına yapılmış bu müthiş müdahale sanki gayet normal bir olaymış gibi unutuluverdi. Failin bulunamaması, dahası tartışılmaması ve olayın kısa sürede gündemden düşmesi de bu komplonun ardında ciddi bir güç olduğunun göstergesidir bence. Ardından CHP’nin başına Kılıçdaroğlu getirildi. Kendisine (ve CHP’ye) ne gibi roller biçildi, önü daha ne kadar açıktır, bunu kısa zamanda göreceğiz. Fakat yaratılan rüzgârın hızı çabuk kesildi. Malum Gazze’ye insani yardım gemisi, İsrail’in ölümlere yol açan saldırısı ve gerek tabanda gerekse tepede kopan fırtına, Kılıçdaroğlu’nu da unutturdu bizlere. Bir sonraki olaya kadar şimdilik bununla meşgulüz. Bütün bunlar son bir ayın olayları. Şöyle bir yakın geçmişe gidersek, son 10-15 yılda Türkiye’nin iktidarlarının hep “beklenmedik” olaylarla (daha doğrusu toplum mühendisliğiyle) belirlendiğini görürüz. Apo’nun derdest edilip teslim edilmesiyle birlikte iktidara fırlayanların bir sonraki seçimde neredeyse sıfıra inmesi; DSP iktidarının bir anda ortaya sürülen Kemal Derviş katalizörüyle bitirilmesi; Refah Partisi içinden çıkan “bir grup gencin” birdenbire iktidara taşınması vb… Kısacası, politik komplolar
yaşamımızın belirleyici bir parçası. Siyaset-komplo ilişkisi, Machiavelli’nin de vurguladığı gibi, tarih boyunca yürürlükte; yani komplolar siyasetin devamıdır. Ama günümüzde “iletişim devrimi”nin de olanaklarıyla- komplolar siyasetin neredeyse tamamı oldu. Tıpkı bilim-teknoloji ilişkisine benziyor; bilim deyince teknolojinin anlaşılması gibi, tabii gerçek bilimin giderek yok olması anlamında… Burjuva siyaseti artık komplolar siyasetidir; burjuva demokrasisi de komplolar demokrasisi! Büyük demokrasi filozofları, örneğin güçler ayrılığının teorisini yapmış Montesquieu bugünü görse kim bilir ne derdi? Yasama, yürütme ve yargı (artı düzen partileri, parlamento ve seçimler) tepedeki “illegal” güçlerin “legal olanaklarına” dönüşmüştür bugün. İllegal güçlerden kastımızın küresel sermayenin çeşitli klikleri (emperyalist devletler) olduğu herhalde anlaşılmıştır. Küreselleşme çağındaki kapitalist piramidin tepesini işgal edenler, giderek gerçek dünyadan, doğadan, üretimden koptular. Sanal kapitalizm, ipini koparmış kapitalizm, mafyatik kapitalizm, yeni-feodal kapitalizm, emekten özgürleşme peşindeki sermaye, bilmem hangi tanım daha isabetli olur… İşte böyle bir hakim gücün
Vadi halkının imece usulüyle el birliği ile katıldığı bu çalışma, yoksulluğa karşı yaşama tutunmanın bir adımı olmanın yanında, Vadi’de yeni bir hayatı kurmanın ve dayanışmanın da yeni adıdır. 06 Haziran 2010 Pazar günü Vadi halkı tarafından hazırlanan araziye 500 çam fidesi dost kurumların katılımıyla dikildi. NEDEN GENÇL‹K BAHÇES‹? Bu çalışmaya en az Vadi halkı kadar emek veren birileri daha var. “Bilimi şirketler için değil halk için üretiyoruz” diyen üniversite öğrencileri. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde öğrenim gören üniversiteliler Dışkapı Öğrenci Kolektifi'nin öncülüğünde tarım hakkında öğrendiklerini halkla buluşturmak üzere Vadi’nin yolunu tuttu. Ziraat mühendisliği adayları Vadi’nin farklı bölgelerinden alınan toprak örneklerini analiz ederek en uygun dikim zamanı ve sebze türlerini belirledi. Ardından Barınma Hakkı Bürosu yakınında seçilen bir alanda ilk sebze bahçesini oluşturdu. Vadi halkı üniversitelilerle kolektif çalışma ile oluşturdukları bu bahçeyi, 1969 yılında dönemin devrimci üniversite öğrencilerince Hakkari’de Zapsuyu üzerine yapılan köprüye benzetti. Ve bu bahçeye Dev Genç Köprü’sü isminden esinenerek “Gençlik Bahçesi” adını verdi.
mücadelesi de böyle oluyor: Şantaj, tehdit, komplo, suikast, cinayet, yetmedi savaş ve işgal… Tepedeki rekabetin araçları bunlar. Tartışma bitip senaryo yazıldıktan sonra uygulamaya konuluyor; roller dağıtılıyor, talimatlar veriliyor. Aşağıdaki mücadele bir rol kapma mücadelesi, halkı -tepe adınakim daha iyi kandırabilir mücadelesi; seçimler de jürinin önündeki bir “güzellik yarışması”. İpini koparmış burjuvazinin kokuşmuş demokrasisi… Peki, bu bir kader mi? Dikkat edelim, bütün bu komplolar sonuç itibariyle tribündeki halkın gözünü boyayıp coşturmak için yapılıyor. Yani farkında olsun olmasın- esas güç halkın kendisi. Sermayenin emekten tamamen kopması hiç gerçekleşemeyecek bir kara ütopya. Halk (emek) gücünün farkına varır da tribünden inerse, müdahil olursa, o zaman göreceğiz nasıl kâğıttan kaplanlar gibi dağılıp gittiğini bu burjuva “demokrasisi”nin. Kısacası, halk da komplo yapar. Öyle şantajla, tehditle, suikastla, iğrenç kasetlerle değil, dobra dobra. Halkın komplosunun adı devrimdir. İşte bu, Machiavelli’nin bittiği nokta. Sağ olasın Makyavel Usta! Bundan sonrasını Marx’ta, Lenin’de, Mao’da bulabiliriz. Ve tabii kendi örgütlü pratiğimizde, kendi kolektif aklımızda…
skişehir’de uzun süredir konuşulan ve tartışılan ulaşım zammı Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) kararıyla alındı. Kararla birlikte yüzde 40 civarında zamlı tarife uygulanmaya başladı. Bunun üzerine ulaşım hakkını savunmak üzere oluşturulan, Eskişehir'in 32 mahallesinden temsilcilerin bulunduğu Eskişehir Ulaşım Hakkı Meclisi, 24 Mayıs günü Eskişehir Halkevi’nde yaptığı bir basın toplantısıyla bundan sonra ulaşım zamlarının geri alınması ve ulaşım hakkını kazanmak için yapacakları çalışmaları duyurdu. Gültepe Ulaşım Hakkı Meclisi Temsilcisi Sedat Çakır yaptığı açıklamada “Toplu taşımacılık kamusal bir hizmet mantığı ile ele alınmalı, özelleştirmeye konu edilmemelidir. Toplu taşıma hizmeti günün her saatinde, her yere yeterli sıklıkta verilen nitelikte güvenli, eşit ve nitelikli olmalıdır” dedi. 28 Mayıs’ta, Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri, Liseli Genç Umut, EHP, EMEP, ÖDP, TKP ve TBİP temsilcileri, ulaşıma gelen zamlara tepki göstermek için Büyükşehir Belediyesi önünde bir araya geldi. ÖDP İl Başkanı Mustafa Önçler okuduğu basın açıklamasında Büyükşehir Belediye başkanını eleştirerek ulaşıma yapılan zammın sosyal belediyecilikle bağdaşmadığını belirtti. Açıklamada temel bir ihtiyaç olan ulaşımın saat 06-09 ve 17-21 saatleri arasında parasız olması istendi. 1 Haziran’da ise Eskişehir Öğrenci Kolektifleri Eskişehir Büyükşehir Belediyesi önüne bir yürüyüş düzenleyerek zamları protesto etti. Zamlarla birlikte artık tramvaya binmenin rüya olduğunu belirten üniversiteliler gelen tramvaya otostop çekti. Üniversiteliler, “Nasıl inatla İstanbul’da, Ankara’da yürüttüğümüz mücadele sonucu kazanımlar elde ettiysek aynı kararlılığı burada da göstereceğiz” dedi. 8 Haziran’da Eskişehir Ulaşım Hakkı Meclisi, İdare Mahkemesi'nde dava açarak yürütmenin durdurulması ve kararın iptalini istedi. Mahalle temsilcileri başvuru öncesi bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Zamları geri aldırmak için hukuki haklarını kullanan Eskişehirliler, mücadeleyi sürdüreceklerini söylediler. Dava Eskişehir 2. Bölge İdare Mahkemesi'nde ele alınacak.
Hayat mazeret dinlemiyor B
ornova Seyit Şanlı Endüstri Meslek Lisesi öğrencisi Anıl Erdem okul kapısına sıkışarak hayatını kaybetti. Okul kapısından sorumlu olan güvenlik görevlisinin sözleşmesinin bitmesinin ardından işine son verilmişti. Güvenlik görevlisinden boşalan kapı bekçiliği, nöbetçi öğrencilerin üzerine kaldı. Öğrenciler yaklaşık iki haftadır okulun ana giriş kapısında nöbet tutuyordu. Otomatik kapıda bulunması gereken emniyet önlemlerinden hiçbiri yerine getirilmediği gibi yaya kapısı kullanıma kapalı vaziyette kilitli duruyordu. Öğrenciler kapıda bir sorun olduğunu, daha önce de “ufak” sorunlar yaşadıklarını anlatıyorlar. 3 Haziran günü Anıl Erdem tenefüste eşofmanlarını almak için okuldan çıkmış ve derse yetişmek için okula geldiğinde kapıya sıkışmıştı. Erdem kaza sonrası yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Anıl’ın ölümüne tepki duyan arkadaşları cenazeye de oldukça kalabalık bir şekilde katıldı. Arkadaşları onun için Göztepe marşını uyarlayarak marş yaptı. Anıl’ın ölümünden ailesi ve okul arkadaşları okul idaresini sorumlu tuttu. Öyle ki 7 Haziran’da yapılan bayrak törenine okul müdürü Hüseyin Topbaş protesto edildi. Okul müdürünün yaptığı açıklama ise neoliberal eğitim politikalarının sonuçlarını gözler önüne serdi. Okul müdürü; okula ödenek ayrılmadığı için her sene mali sıkıntılar yaşadıklarını ve çözümü kendi olanaklarıyla yaratmak zorunda kaldıklarını söyledi. Öğrenciler arkadaşlarının ölümünden sonra okul yönetimine karşı çeşitli eylemler yaptı. Derse girmeme ve okul önünde oturma eylemi yapan öğrenciler yoğun bir polis ablukası altında okuldaki nöbetlerini sürdürüyorlar. Aslında Bornova’da yaşanan kaza ne sadece okul idaresinin suçu ne de nöbetçi öğrencilerin dikkatsizliği. Yıl boyunca farklı şehirlerde evlerinden okula gitmek üzere çıkan ve bir daha dönemeyen onlarca öğrencinin ölüm haberi geldi. Suçlu kimi zaman 28 Mart’ta Uşak Eşme’de okuduğu yatılı okulda ortadan kaybolan Umut Eşme’nin ölümünde olduğu gibi üzeri açık untulmuş bir çukur oldu, imi zaman İstanbul Maltepe’de Efe Boz’un ölümünde olduğu gibi bir lavabo oldu. Fakat okulları tehlikeli ve yaşanmaz hale getiren tüm gerekçelerin arkasında eğitimin hızlı ve vahşi bir biçimde piyasalaştırılması ve bu uygulamaların mimarı olan AKP politikaları yatıyor.
8
EMEK 11 Haziran 2010 / 24 Haziran 2010
Halk›n Sesi
Taflerona karfl› direnifl! iz taşeronu daha çok özelleştirmenin bir yöntemi olarak gördük. Kamu işyerlerinin önemli kısmında hükümetler yapabildikleri her yeri taşeronlaştırdılar. Oysa alttan alta özel sektörün de aynı süreci takip ettiği çok göze batmadı. Uluslararası kargo taşımacılığı yapan UPS şirketinin taşeron işçilerinin direnişi bu gerçeği bize göstermesi açısından çok önemli. UPS yaptığı taşımacılık işini taşeronlaştırarak işçileri değişik firmalara dağıtmış. Tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi taşeron olarak çalışanlara ki, işin çoğunu yapan onlar, ikinci sınıf işçi muamelesi yapılarak onları ezen, silikleştiren bir şirket politikası uygulanmış. Ancak şu çok açık ki artık sermayenin vahşi kapitalist uygulamaları için “deniz bitti.” Artık neoliberalizm denilen bu insanlık dışı düzeni kimsenin sineye çekmeye takati kalmadı. Beklentiler tükendi. UPS’de taşeron işçi olarak çalışan Cebrail Polat’ın başına gelenler bunun çok çarpıcı bir örneği. Cebrail Polat, şirket müdürünün talimatıyla 6 metre uzunluğunda, 1 tona yakın ağırlığı olan bir demiri, tek başına, araçtan indirmeye çalışırken demirin ağırlığını Tufan kaldıramaz ve düşen demir Sertlek bantın altında kalan bir ayağı ezilir. Şirket yetkililerinin gözleri Dev Sa¤l›k-‹fl önünde olan bu duruma Genel Sekreteri kimse müdahale etmez. Şirketin park halinde birçok arabası varken paletle hastaneye götürülür. Kazazede işçi “Taşeron olduğum için böyle yaptılar, kendi kadroları olsaydı ambulans çağırırlardı.” diyor. “Bu insanlığa sığmaz, işçileri insan sınıfından saymıyorlar. Bir karton yırtıldı mı senden değerli oluyor.” şeklinde isyanını dile getiriyor Evrensel gazetesine yaptığı açıklamada. Bu ve benzeri sayısız gayri insani uygulamaya maruz kalan işçiler TÜRK-İŞ’e bağlı TÜMTİS sendikasında örgütlenmeye karar verdiler. UPS’nin işçi düşmanı tavrı sendikalaşma çabasındaki işçilere karşı devam etti ve İstanbul, İzmir ve Ankara’da toplam 54 işçi işten çıkarıldı. Bunun üzerine İstanbul’da iki İzmir’de bir işyeri önünde başlatılan direnişler halen sürüyor. Direnişe uluslararası sendikal örgütlerden önemli destek geliyor. Taşlar yavaş yavaş yerine oturuyor. Bir süre öncesine kadar görmezden gelinen hatta 10 yıl 15 yıl öncesinde “bunlar teoriye uymuyor, sınıf dışı unsurlar” diye bazı sosyalistler tarafından bile horlanan güvencesiz işçiler artık mücadelenin gerçek sahipleri olduklarını göstermeye başlıyorlar. Önümüzdeki hafta 15-16 Haziran ayaklanmasının yıl dönümü. O ayaklanmaya ait fotoğraf veya video kayıtlarıyla karşılaştığınızda dikkatli bakın. Ve sakın “O zamanın işçileri başkaydı canım” diye başlayan cümlelere itibar etmeyin. Bunlar kendi üzerimizdeki sorumluluklardan kaçmak için uydurduğumuz laflar. O işçilere iyi bakın. Taşeron sağlık işçileriyle, UPS işçileriyle, İSKİ işçileriyle… aynı işçiler, aynı erkekler, aynı kadınlar olduklarını göreceksiniz. Korkuları aynı, beklentileri aynı… Belki bu yazıyı 15 yıl 20 yıl önce yazmış olsaydık, sınıf hareketinin sorunları üzerine yazarken ilk başta “işçi sınıfının yapısal değişimi, neoliberal ideolojinin ezici hegemonyası” diye başlayan ağır cümleler kurmak zorunda kalabilirdik. Oysa bugün ne ezici hegemonya ne de yapısal değişime takılan güvencesiz işçiler var. Neoliberalizm (doğal olarak) kendi kendini bitirdi yeni işçi kitlesi ise artık yarınlarına bakmak istiyor. Yani 15-16 Haziran işçilerini bugünden ayıran en önemli şey güvendikleri, seslerine kulak verdikleri bir sendikal önderliğin olmasıdır. Bu ise basitçe mevcut sendikal yapıların yönetimlerinin değiştirilmesiyle ilgili bir şey değil yeni bir sınıf hareketini yaratmaya soyunmakla ilgili bir şeydir.
B
Dev Sağlık-İş Kartal’da direnişte D
İSK, KESK, Türk-İş ve Kamu-Sen’in aldığı iş bırakma kararı doğrultusunda 26 Mayıs’ta iş bıraktıkları için işten çıkarılan işçiler direnişe geçti. İstanbul’daki Kartal Koşuyolu Kalp Hastanesi’nde çalışan ve Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası’nda (Dev Sağlık-İş) örgütlü olan dört işçi 27 Mayıs’ta hastane yönetimi tarafından iş bıraktıkları gerekçesiyle işten çıkarılmıştı. Yapılan tüm görüşmelere ve çağrılara rağmen hastane yönetiminin işçileri geri almaması üzerine sendika, hastanede direnişe geçme kararı aldı. Sendikadan yapılan açıklamada da “Sağlık hizmetini taşeron şirketler eliyle gördürmeye çalışan Sağlık Bakanlığı, bağlı hastanelerinin başhekimleri ve sözleşme yapılan taşeron şirket yöneticileri bilmelidir ki; bu hizmeti üreten sağlık çalışanları köle değildir” denildi ve işe geri alınana dek işçilerin mücadelesinin devam edeceği belirtildi.
TMMOB’de aynı tas... 41. kez toplanan TMMOB Genel Kurulu ‘41 kere maşallah dedirtmedi. Hak mücadelelerine uzak kalmayı seçen TMMOB yönetimi, eleştirileri görmezden gelmeye ve TMMOB’yi gericileştiren unsurlara göz yummaya da devam etti
T
MMOB'nin 41. Olağan Genel Kurulu 27–30 Mayıs tarihlerinde toplandı. Son gününde birliğin yeni yönetiminin belirlendiği Genel Kurul'un ilk 3 günü Kocatepe Kültür Merkezi'nde gerçekleşti. Birliğe bağlı 23 odadan 1118 delegenin katıldığı Genel Kurul’un dördüncü ve son gününde ise seçimler yapıldı.Farklı gündemlerin yanı sıra TMMOB'nin kentsel dönüşüm, özelleştirme gibi pek çok konuda AKP’nin önünü kestiği için son dönemde Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu (DDK) raporu ve siyasi iktidar tarafından hedef gösterilmesi genel kurulda yapılan konuşmalar da temel gündemi oluşturdu. AÇILIfi KONUfiMALARI Genel Kurul’da ilk sözü TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı aldı. Soğancı geçen dönem sonuç bildirgesini okuyarak başladığı konuşmasında yapılan etkinliklerden, basın açıklamalarından ve katılım sağlanan eylemlerden bahsetti. Bu programı tüm TMMOB birimlerinde faaliyet gösteren üyelerle gerçekleştiğini vurgulayan Soğancı, bugüne kadar sahip olunan ilkelere bağlı kalınacağını, emekten, özgürlükten, barıştan, demokrasiden yana TMMOB’nin gelecek dönemde bu doğrultuda çalışacağını ifade ederek konuşmasına son verdi. Mehmet Soğancı’nın ardından siyasi parti temsilcileri söz aldı. Hak mücadelesi örgütleri Genel Kurul’a davetli değildi. Genel Kurul’da Kürt sorunu üzerine konuşmalar da yapıldı. Geçtiğimiz dönem bu konu ile ilgili yeterli çalışmaların yapılmadığının birçok delege tarafından altı çizildi. Yapılan konuşmalarda ayrıca TMMOB’nin 1998 Demokrasi Kurultayı’ndan beri yeni bir şey söylemediği ve önümüzdeki dönemde yeni bir Demokrasi Kurultayı yapılması önerisi dile getirildi. Bir önceki dönem gerçekleştirilen ve her ikisi de TMMOB tarihinde birer ilk olan Ücretli-İşsiz Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları Kurultayı ile Kadın Kurultayı çok sayıda konuşmacının refere ettiği etkinlikler arasında yer aldı. Her iki etkinlik de ‘neredeyse’ TMMOB yönetimine (Soğancı’ya) rağmen yapıldı. Ücretli-işsiz kurultayı yaklaşık 5 bin mühendisin katkı koyduğu bir süreç ile bin kişiyi aşkın katılımla gerçekleştirildi.
editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
SO⁄ANCI’DAN TUHAF CEVAPLAR Soğancı, üçüncü günün sabahı kalabalık bir delege topluluğuna seslenerek değerlendirme ve eleştirilere cevap verdi. TMMOB’nin hak mücadelelerini aktif olarak örgütlemesi gerektiği dahil, neredeyse tüm eleştirileri haksız ve gerçek dışı olarak değerlendiren Soğancı bu eleştirileri getirenleri “TMMOB’yi bilmeden, TMMOB fikriyatından yoksun bir biçimde çalışmak”la suçladı. Soğancı, TMMOB'nin toplumsal muhalefet içerisinde daha aktif bir biçimde yer alması ve üyelerinin tamamına yakın bir kesimini oluşturan ücretli ve işsizlere yönelik çalışmaların arttırılması öneri ve eleştirilerini ise “Ücretli arkadaşlarımızın yeri sendikadır, siyasi çalışma yapacakların yeri partidir,
burası meslek odasıdır” diyerek yanıtladı. 3 güne yayılan değerlendirme ve eleştirilerde sıklıkla DDK raporu ve AKP'nin TMMOB'ye yönelik saldırgan tavrı vurgulanırken örgüt içinde günden güne güçlenen ve kimi şube ve hatta oda yönetimlerini alan gericiliğe karşı sessiz kalınması da dikkat çekici bir durumdu. Son bir kaç dönemde TMMOB içinde artan gerici-faşist etkinlik bu seçim döneminde de yoğunlaşarak devam etmişti. Demokrat-ilerici mühendislerin yönetimde olduğu pek çok şube gericilerin eline geçmiş hatta iki odanın merkez yönetimleri tarihlerinde ilk defa bu ekipler tarafından ele geçirilmişti. Bu durum şimdiye kadar küçük şehirlerdeki TMMOB birimlerinde etkinlik gösterebilen gericilerin artık büyük şehirlerdeki şubelerde hatta oda merkezlerinde belirleyici olmaları gibi bir sonuca yol açıyor. KADINLAR UMUT VERD‹ Kadın Kurultayı kararları arasında yer alan, kadın üyelerin uzun çalışmaları sonucu
oluşturulan önergeler şiddetli tartışmalara yol açtı. Tartışmaların merkezinde pek çok erkek delege tarafından kadın çalışmalarının ayrılıkçı bir hareket olarak algılanması yatıyordu. Kadın kurultayı ile TMMOB’deki kadın çalışmaları ileri bir adım atmış olsa da tartışmaların henüz apolitik ve gerici bir şekilde yapılması TMMOB’de kadın üyelerin taleplerinin kurumsallaşması için yolun başında olunduğunu gösterdi. Önergelerin önemli bir kısmının özellikle TMMOB’nin tarihi önem taşıyan Ücretliİşsiz Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları Kurultayı ve Kadın Kurultayı kararlarının görüşülmesine vakit kalmaması üzerine 6 ay içerisinde bu konuları görüşmek üzere olağanüstü genel kurul yapılması kararı alındı. Son gün yapılan seçimlere 1761 delegenin 1118’i katıldı. Katılım geçen kurula ve seçimlere göre düşktü. 3 anahtar listenin dağıtıldığı seçimlerde mevcut yönetim anlayışının önerdiği 17 adayın da aralarında bulunduğu 23 kişilik yönetim kurulu belirlendi.
Emekçiye ceza, özele kamu kıyağı D
evlet Bakanı Hayati Yazıcı’nın “müjdelediği” 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'nda değişiklik yapılmasına ilişkin kanun tasarısı TBMM’ye sevk edildi. Yasa memur haklarında iyileştirmeler yapıyormuş gibi görünse de sendikalar yasanın yeni özelleştirmelerin habercisi olduğu görüşünde. Bakan Yazıcı’nın tasarıyla ilgili sözleri de sendikaları haklı çıkarır nitelikte. Meclis tatile girmeden önce yasalaşmayacağı söylenen tasarının içeriği ise son ana kadar sendikalardan bile saklandı. Erkek memurlara babalık izninin 3 günden 10 güne çıkarılması gibi makyaj niteliğinde iyileştirmeler sağlayan tasarı memurlara grev hakkı tanımıyor, toplu sözleşmeyi telaffuz dahi etmiyor. Kamuda müsteşar, başkan, genel müdür gibi bazı üst düzey yönetici kadrolarına özel sektörde çalışan personelin atanmasının önünü açan tasarıda bu şekilde kamuya “atanan” personelin geçmiş çalışma yaşamını devlette
geçirmiş gibi kabul edilmesi de öngörülüyor. Buna göre de yukarıda sayılan kadroların haricinde kalanların memuriyetine son verilip bu kapsamdaki 1 milyon 300 bin kişiyle sözleşme yapılması öngörülüyor. Yani devlet memuru statüsü kaldırılıyor, yerine taşeron geliyor. Disiplin hükümlerindeki değişiklikler yasa tasarısının en çok tartışılan kısımlarından biri.
Memurlara disiplin cezalarının kolayca uygulanmasını öngören yasa tasarısı basına bilgi veren memurlara maaştan kesme cezası ve yönetici olmasının engellenmesi gibi hükümler içeriyor. Bu konuda sorulan bir soruya Hayati Yazıcı “Herkesin konuştuğu bir ortamda kamu düzeni olmaz” diye cevap vererek yasanın niteliği konusunda fikir verdi.
Konuyla ilgili olarak görüşlerini aldığımız Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Hüseyin Gölpunar da yasanın bazı makyaj maddelerle göz boyadığını ancak memurlar için sıkıntılı bir yasa olduğunu belirtti. Yasanın memurların en doğal hakkı olan grevi yasaklamaya devam ettiğini ifade eden Gölpunar, yasada toplu
sözleşmeden bahsetmekten kaçınıldığını bunun yerine inatla ‘toplu görüşme’ denildiğinin altını çizdi. Babalık izninin 10 güne çıkarılması gibi maddelerle iyi bir yasa çıkarılıyormuş izlenimi verilmek istendiğini söyleyen Gölpunar memurların basın açıklaması yapmasının bile hala suç olduğunu dile getirdi. Yasanın ‘Memuriyette yükselebilmek için 10 yıl ceza almamış olma’ gibi şartlar getirdiğini belirten Gölpunar, “Performansa dayalı ücret sistemi yasallaştırılıyor. Kamuda gerici kadrolaşma yasallaştırılıyor. Memura grev hakkı verilmiyor. Toplu sözleşme hakkı tanınmıyor. Memurlara verilen disiplin cezaları artıyor. Cezalar keyfi bir hale getiriliyor. AKP’nin kamudaki gericileştirme hareketine yasal zemin hazırlanıyor” diyerek yasanın geri çekilmesi gerektiğini ifade etti. Yasanın özelleştirmelere işaret ettiğini vurgulayan Gölpınar yasanın geri çekilmesi için memurların sonuna kadar mücadele edeceklerinin altını çizdi.
Yazla beraber kazalar da arttı G
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29)
TMMOB ve örgütlenme, TMMOB’nin diğer emek örgütleriyle ilişkisi, toplumsal muhalefetteki rolü, TMMOB’nin genç üyeleri, TMMOB’nin üniversitelerle olan ilişkileri gibi konuları çok az sayıda konuşmacı dile getirdi.
Her yaz döneminde artış gösteren iş cinayetleri daha haziranın ilk haftasında en az 9 işçinin hayatına mal oldu
eçen ay Zonguldak’ta 30 işçinin yaşamını yitirdiği patlama iş kazalarının sonu olmadı. Artarak devam eden “kader kazaları” sonucunda işçi ölümleri ve yaralanmalar devam etti. Mevsimlik işçilerin kamyon kasalarında, traktör römorklarında taşınırken meydana gelen kazaların bu yıl da yoğun olacağının sinyalleri haziranın ilk haftasındaki kazayla verilmiş oldu. 2 Haziran’da Osmaniye’de işçileri taşıyan traktörle yük treninin çarpışması sonucu 4 işçi öldü, 12 işçi yaralandı. Siirt’te tarım işçilerini taşıyan kamyonetin devrilmesi soncunda da 1 işçi yaşamını yitirirken 8 işçi de yaralandı. Madenlerde yaşanan kazalar haziran ayında da durmadı. İşçiler kaderlerine boyun
eğmeye devam etti. 4 Haziran’da Zonguldak Ereğli’den bir kaza haberi daha geldi. Kandilli beldesindeki Hema Endüstri A.Ş’ye ait madende meydana gelen kazada 12 işçi yaralandı. Şirkete 21 Mayıs’ta Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödül verilmişti. Kazanın işçiler madene girerken ‘fayton’ olarak tabir edilen vagonların devrilmesi sonucu meydana geldiği belirtildi. Yaz aylarında sektörün hareketlenmesiyle birlikte inşaatlarda meydana gelen kazalar da ‘devam’ mesajı verdi. Mersin’de bir inşaatın sekizinci katında çalışırken yük asansörü halatının kopması sonucu meydana gelen kazada 1 işçi öldü, 1 işçi yaralandı. Aydın’ın Çine ilçesindeki baraj inşaatında
yaşanan kazada da 1 işçi hayatını kaybederken 3 işçi ağır yaralandı. Kum ve mermer ocaklarında meydana gelen kazalarda da 2 işçi öldü, 1 işçi yaralandı. Muğla Yatağan’da Ermaş mermer ocağında çalışan Mehmet Kırıkçıoğlu 150 kilogramlık mermer bloğun üstüne düşmesi sonucu hayatını kaybetti. Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesinde bir kum ocağında silindir banta sıkışan bir işçi de yaşamını yitirdi. Gerekli önlemler alınmadıkça işçiler ölmeye devam ediyor ve ölümlü kazalar giderek artıyor. İstatistiklere göre Türkiye ölümlü iş kazalarında dünya üçüncüsü ve Avrupa birincisi olma konumunu koruyor.
9
EMEK 11 Haziran 2010 / 24 Haziran 2010
Halk›n Sesi
Mühendis işsiz gıda güvensiz V ASSAN’da direniş sürüyor
S
usurluk-Bandırma karayolu üzerinde bulunan Assan Gıda Sanayi ve Ticaret AŞ'de çalışan işçiler Tek-Gıda İş Sendikası'na üye olduktan sonra işten atıldı. İşten atıldıkları 11 Mayıs'ta fabrika önünde direnişe geçen işçilerin eylemi sürüyor. Kibar Holding'e bağlı Assan A.Ş'nin yetkilileri işçilerin sendikalaşma çalışmaları yürüttüklerini öğrenir öğrenmez 22 işçiyi işten atmıştı.
Beşiktaş Belediyesi’nde grev kararı eşiktaş B Belediyesi'nde çalışan işçiler Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinden sonuç çıkmayınca grev kararı aldı. DİSK Genel-İş Sendikası'nda örgütlü işçiler 8 Haziran'da yaptıkları eylemle belediye binasına grev kararını astı. Belediye yönetimini gevşek davranmakla suçlayan işçiler ücretlerine zam yapılmasını talep ediyor. Beşiktaş Belediyesi'nde 1992'den beri ilk kez grev kararı asıldı.
eteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu Tasarısı, 1 Haziran’da Meclis Tarım Komisyonu’nda görüşülmeye başlandı. Tasarı, Türkiye genelinde gıda sektöründe çalışan binlerce mühendisi işsizlik tehlikesiyle karşı karşıya getirirken halk sağlığını da tehdit ediyor. Halkın Sesi’ne konuşan Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı Ferdan Çiftçi, tasarıda geçen 10’dan az eleman çalıştırılan gıda imalathanelerinde denetimi sağlayacak gıda mühendisi çalıştırılması zorunluluğunun kaldırılmasını öngören madde üzerinde durdu. HALK SA⁄LI⁄I TEHD‹T ALTINDA Çiftçi, bu maddeyle halk sağlığını etkileyen gıdaların tehlikeli olup olmadığına dair analizlerin, gıda mühendislerinin elinden alınarak imalatçıların insafına bırakıldığını belirtti. Çiftçi “Küçük işletme sahiplerinin daha fazla kar elde etmek için halk sağlığını hiçe saymayacağının bir garantisi kalmıyor” dedi. Türkiye’deki gıda imalatının yüzde 80’inin küçük gıda imalathanelerinde gerçekleştiğini belirten Çiftçi, bu zamana kadar gıda sağlığı ihlallerinin en fazla yaşandığı küçük işletmelerde teknik personel çalıştırma zorunluluğunun kaldırılmasının halk sağlığını tehlikeye atmak anlamına geldiğini söyledi. Yasa tasarısının 21. maddesinin 1. fıkrası “e” bendinde yer alan “Gıda, Bakanlıkça belirlenen şartlara uygun olsa bile, gıdanın güvenilir olmadığına dair şüphe oluşması durumunda, Bakanlık söz konusu gıdanın piyasaya arzını kısıtlayabilir veya piyasaya arz edilen gıdayı toplatabilir” ifadesi Türk Tabipler Birliği tarafından belirsiz bir ifade olarak değerlendiriliyor.
T
aşeronlaştırmanın önünü açan yeni gıda yasa tasarısının yasalaşması 20 bin mühendis için işsizlik anlamına gelirken halk sağlığını ciddi boyutlarda tehdit edecek
GIDADA TAfiERONLAfiTIRMA Tasarı ayrıca kamunun yaptığı gıda denetimi işini hizmet alımı yoluyla özel sektöre devretmenin önünü açıyor. Sağlık, eğitim gibi hizmet alanlarında, hizmet alımı yoluyla çeşitli hizmet kalemlerinin özel sektöre devredilmesi taşeronlaştırma anlamına geliyor.
“Yapabilir” ibaresi yerine “yapar” kullanılması gerektiğini belirten hekimler bu durumun halk sağlığını ciddi ölçüde tehdit edeceğini söylüyor. MÜHEND‹SLER ‹fiS‹Z KALACAK Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Çiftçi, denetim yetkisinin teknik personelin elinden alınmasının 20 bin gıda, kimya, ziraat mühendisini işsiz kalma riskiyle karşı karşıya getirdiğini söyledi. Tasarının veteriner hekim odaklı
hazırlandığının üzerinde duran Çifçi, “Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker veteriner olduğu için tasarıda veterinerlerin alanının genişletildiğini düşünmeden edemiyoruz” diyor. Ferdan Çifçi, tasarının yasallaşması durumunda Zooteknik mesleğinin Türkiye’de neredeyse yok olacağını ifade ediyor. Tasarıda hayvan sağlığı alanında görev yapacak personelin tanımları net olarak belirlenmişken gıda, yem ve bitki sağlığı alanında görev alacak per-
B
ilgi Üniversitesi'nde sendikaya üye oldukları gerekçesiyle işten çıkarılan üç işçi için 5 Mayıs günü başlatılan direniş sürüyor. Sosyalİş'e üye işçilerin atılmasına karşı yapılan eylemlere akademisyenler ve öğrenciler de destek verirken demokratik kitle örgütleri ve sendikalar, direnişe ziyaretler yaparak dayanışmada bulunuyor. İşçiler işe geri alınıncaya kadar direnişi sürdürmekte kararlı olduklarını söylüyorlar.
sonelin tanımlarına yer verilmiyor. Tasarı, “Resmi Veteriner Hekim” tanımıyla kamuda, “Yetkilendirilmiş Veteriner Hekim” tanımıyla özel sektörde veteriner hekimlerin alanını genişletirken gıda mühendisleri, ziraat mühendisleri, kimya mühendisleri gibi gıda alanında çalışan diğer meslekleri yok sayıyor. MESA‹ BEL‹RS‹Z Tasarıda, “Canlı hayvanların bekletilmesinin zorluğu, hayvansal ve
MÜHEND‹S ODALARI TEPK‹L‹ Meclis’e 1 Haziran’da gelen tasarı, gıda ve ziraat mühendisleri tarafından büyük tepkiyle karşılandı. Ankara Kocatepe Kültür Merkezi önünde bir basın açıklaması yapan gıda mühendisleri tasarının özel sektörün önünü açtığını belirtti ve tasarının halk sağlığı yerine ticaret rantını tercih etmek anlamına geldiğini ifade etti. Basın açıklamasını okuyan Gıda Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Petek Ataman, “Halk sağlığını hiçe sayan bir tutumun geliştirilmesi tercih edilirse, bilinmelidir ki, tüketici dernekleri ve meslek odaları olarak, birlikte her türlü meşru mücadeleyi yürütmek kararlılığındayız” dedi. Birçok işletmenin denetlenmediğini belirten Ziraat Mühendisleri Odası başkanı Gökhan Günaydın, “Bakanlığa 300 metre mesafede kilosu 3 liraya sucuk satılan bir ülkede hiç kimse gıda hakkının güvende olduğundan söz edemez” diyerek hükümeti uyardı.
Deniz Feneri ışığıyla HES atağı Ç Hükümet, halkın tepkilerine rağmen yeni HES yapımlarına devam ediyor. Hükümetin yeni ihalelerini ‘Deniz Feneri’nin ışığı’ aydınlatıyor
evre ve Orman Bakanlığı su ve çevre hakkı savunucularının tüm itiraz ve eylemlerine karşın hidroelektrik santralleri (HES) yayma çalışmalarında hız kesmiyor. Bakanlık, Sivas'ın Koyulhisar ilçesi, Osmaniye'nin Değirmendere ve Karaçay ilçeleri ile Hatay'ın Kuzuculu ilçesinde yeni HES projeleri yapılacağını açıkladı. HES’ler daha önce Karadeniz Bölgesi’nde halkın tepkisiyle karşılaşmış, hükümet birçok projede geri adım atmak zorunda kalmıştı. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nın (ÖİB) 3 Haziran'da son görüşmelerini yapacağı ihalelerin bulunduğu 11. ve 12. grup HES projeleri arasında yer alan yerlerden birinin 'afet bölgesi' diğerinin de 'kaya anıt' olması nedeniyle daha önce projeden çıkarılmıştı. DEN‹Z FENER‹ BA⁄LANTISI ÖİB'in Sivas'ın Koyulhisar ilçesinde yapılması planlanan HES için üretim
lisansı verdiği Bereket Enerji'nin adı Deniz Feneri davası sanıklarıyla birlikte elektrik dağıtımlarındaki yolsuzluk iddialarında yer alıyor. Elektrik Mühendisleri Odası'nın Kasım 2008'de yayınladığı bir raporda, Bereket Enerji'ye bağlı AYDEM Elektrik Dağıtım A.Ş.'nin ihalelere ‘hülle yöntemiyle’ bazı şirketleri sokmak için paravan olarak kullanıldığı ve bu şirketlerin Deniz Feneri yolsuzluğuyla bağlantılı olduğu belirtiliyor. H‹SSE OYUNLARI Belli kişilerin birçok şirkette ortaklığının bulunduğu şebekede Ali Murat Korkmaz ve Kasım Aykut isimleri öne çıkıyor. AYDEM AŞ’nin yönetim kurulu üyesi olan Ali Murat Korkmaz’ın Deniz Feneri yolsuzluğunda adı geçen birçok şirkette de hissesi bulunuyor. Aykut’un da Deniz Feneri yolsuzluğu sanıklarıyla direk ortaklığı
Sendikas›z iflçilerin sendika disiplini
Bilgi’de işçiler direniyor
bitkisel ürünlerin bozulabilir olması nedeniyle sevk işlemlerinin en kısa zamanda yapılması, iş sahiplerinin zaman kaybını önlemek, ithalat ve ihracat işlemlerini geciktirmemek için bu alanlarda görev yapan personelin mesai kavramı gözetmeksizin çalıştırılma zorunluluğu bulunmaktadır” ifadesi yer alıyor. Bu ifadede geçen “personelin mesai saatleri” konusu bir önceki yasada net olarak tanımlanmamıştı.
‹zmir Büyükflehir Belediyesi’nde çal›flan park ve bahçe iflçileri, 26 May›s genel eyleminde kitlesellikleriyle herkesin dikkatini çekti. Ayn› iflçiler, ‹zmir’deki 1 May›s’a da damgalar›n› vurdu. Herkes kürsüyü dinlerken onlar, Büyükflehir Belediye Baflkan› Aziz Kocao¤lu’na dönerek bir saat boyunca “Taflerona son” dedi. 1 May›s’›n en coflkulu korteji de onlard›. Park ve bahçe iflçileri kat›ld›klar› tüm eylemlerde yine ayn› talebi yükselttiler: “Taflerona son verilsin!” ‹zmir Büyükflehir Belediyesi bünyesinde park ve bahçelerde çal›flan iflçiler tafleron sistemi bafllad›¤› günden beri her yeni y›l› iflsiz karfl›lar olmufllar. Tafleron flirketin ismi de¤ifliyor, iflçiler de¤ifliyor; ancak mücadelenin talebi de¤iflmiyor. “Taflerona hay›r” talebi, ‹zmir Büyükflehir Belediyesi’ne ba¤l› Kürflat Vira flirketinde çal›fl›rken 31 Aral›k 2008’de iflten ç›kar›lan 600 iflçinin kararl› direnifli sonucu a盤a
ç›km›flt›. ‹flçiler, kent merkezinde eylemler yapm›fl Büyükflehir Belediye Baflkan›’ndan ifllerine geri dönmeyi talep etmifllerdi. Talepleri kabul edilmeyen iflçiler, Belediye binas› önünde çad›r kurup açl›k grevine bafllam›fllard›. Belediye önünde çad›r açan ve polisin sald›r›lar›na karfl› direnen iflçiler açl›k grevlerini 19 Mart 2009’da sonland›rd›.
var. İlk olarak Küre İletişim Grubu AYDEM’in yüzde 9’luk hissesine ortak oldu. Böylece, yüzde 10 ve üzerinde gerçekleştirilen pay devirlerinde onayının alınması gereken Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu devre dışı bırakıldı. Ardından Ali Murat Korkmaz, Küre İletişim Grubu’nu temsilen AYDEM’de yönetim kurulu üyesi oldu. Bu sırada bir başka elektrik dağıtım şirketi olan AKEDAŞ’a da Asel firması ortak oldu. Küre İletişim şirketinin sahipleri, daha sonra Enera Altyapı da Kasım Aykut’la ortak oldu. Enera Altyapının ortakları arasında Akes ile elektrik dağıtım şirketi SEDAŞ bulunuyor. Asel, Enera Altyapı ve Akes’te ortaklığı bulunan Kasım Aykut’un Deniz Feneri yolsuzluğu sanıklarıyla birlikte Yeni Pasifik İnşaat Enerji Sanayi ve Ticaret A.Ş’de de ortaklıkları var.
Ali Murat Korkmaz AYDEM’E fi‹KAYET ÇOK AYDEM AŞ, Türkiye’deki ilk özel elektrik dağıtımı şirketi. AYDEM, elektrik dağıtımını yaptığı Aydın, Muğla, Denizli’de elektrik kesintileri ve düzensiz hizmet sebebiyle halk tarafından sıklıkla şikayet ediliyor.
‘Kad›nd›r direnemez’ diyenlere Yeflil Kundura direnifli 2009’daki açl›k grevi bitse de 2010 y›l›na girerken iflten ç›kar›lan park ve bahçe iflçileri için bir örnek oldu. fiimdi, 1300 park ve bahçe iflçisi “taflerona hay›r” talebini, kurduklar› komite arac›l›¤›yla yükseltiyor. ‹flçiler, sendikas›z olmalar›na ra¤men kendi tabirleriyle “sendika disiplini içinde” mücadelelerini yürütüyor.
Tekirda¤’›n Çorlu ilçesinde bulunan Yeflil Kundura’da sendika üyesi olduklar› için iflten ç›kar›lan 3 kad›n iflçi 27 May›s’ta direnifle geçti. Yeflil Kundura patronu, iflten ç›karmalara gerekçe olarak flirketin yaflad›¤› ekonomik daralmay› gösterdi. Yasalara göre iflverenin iflçiyi iflten ç›karmadan en az bir ay önce bölge çal›flma müdürlü¤üne ya da sendikaya bildirmesi gerekiyor. Oysa Yeflil Kundura’da çal›flan 3 kad›n iflçi (Dilek Kurtulufl, Kezban Elmas ve Dilek fienkul) iflten ç›kar›ld›klar›n› 26 May›s günü mesainin bitimine befl dakika kala ö¤rendi. Halk›n Sesi’ne konuflan Deri-‹fl Genel Teflkilat Sekreteri Gürsel Mentefle, fabrikada örgütlenmeye bafllad›ktan sonra patronun sendikal› iflçileri sendikadan istifa etmeleri konusunda tehdit etmeye bafllad›¤›n› söyledi. ‹stifa etmeyen iflçilerin “ekonomik daralma” bahanesiyle iflten ç›kar›ld›¤›na iflaret eden Mentefle “‹flten ç›kar›lan bir kad›n yemekhanede çal›fl›yordu. Yemekhane de toplam 4 iflçi çal›fl›yordu. ‹flveren, iflten ç›kan kad›n iflçinin yerine baflka bir iflçi ald›. Bu durum ekonomik daralma gerekçesinin bir bahane oldu¤unu kan›tl›yor” dedi. ‹flten ç›kar›lan iflçilerin kad›n olmas›n›n iflveren nezdinde özel nedenleri var.
Mentefle’nin ifadelerine göre patron, 400 iflçinin ço¤unun kad›n oldu¤u iflyerinde “kad›nd›r d›flar›da bekleyemez, direnemez” anlay›fl› içinde oldu¤u için 3 kad›n iflçinin ifline son verdi. Ancak patron yan›ld›. ‹flten ç›kar›lan 3 kad›n iflçi 27 May›s’tan bu yana mesai saatleri içinde fabrika önünde bekliyor ve direnifllerini sürdürüyor. ‹fllerine sendikal› olarak geri dönme talebiyle bafllatt›klar› direnifl fabrikada çal›flan di¤er iflçiler taraf›ndan da destekleniyor. Deste¤in olabilece¤ini önceden tahmin eden patron fabrika güvenli¤ini “çal›flan iflçilerle direniflteki iflçilerin birbiriyle görüflmemesi” konusunda s›k›ca tembihlemifl. Yeflil Kundura, Cat, Harley Davidson, Hush Puppies, Crocs, Merrell, Wolverine, Land Rover, Adidas, Nike, Puma ve Converse gibi dünyaca ünlü markalar›n da sat›fl›n› yap›yor. Çorlu’daki fabrikada 400 iflçi çal›fl›yor. Ayl›k 550 ile 600 lira aras›nda ücret alan iflçilerin, bir buçuk y›ld›r ikramiye haklar› patron taraf›ndan verilmiyor. ‹flçiler günde 12-14 saat çal›flt›r›l›yor. Yeflil Kundura’da tuvalet önünde turnike var. Bir iflçinin bir ay boyunca tuvalette geçirdi¤i saat ücretinden kesiliyor. ‹flçiler, iflyerinde iflverenin karfl›lamas› gereken çay› kendi paralar›yla al›yorlar.
10
KİBELE 11 Haziran 2010 / 24 Haziran 2010
Halk›n Sesi
Kad›n›n köleli¤i ve görünmeyen emek örünmeyen emeğin sesini yükseltmek için İstanbul’da sokağa çıkan Sosyalist Feminist Kollektif üyesi kadınlar, ‘tüm ev işini ve bakım işini kadınların üzerine yıkan erkeklerden alacaklıyız’ dediler. Kadınların ev içinde harcadıkları emek değersizleştirilmekte ve inkâr edilmektedir. Karşılığı ödenmeyen ev içi kadın emeğinin köle emeği gibi kullanıldığı görülmektedir. Kölelik insanların diğer insanların malı olduğu; gitme, çalışmayı reddetme ya da ücret talep etme gibi haklardan yoksun olduğu bir sistemdi. Hatta bazı toplumlarda sahibinin köleyi öldürmesi bile yasaldı. Köleliğin tanımı hiç yabancı gelmiyor değil mi? Her gün şahit olduğumuz, yaşadığımız olayların bir özeti gibi. 1926 yılında Milletler Cemiyeti ve 1969 yılında da BM tarafından resmen yasaklanan kölelik “modern kölelikinsan ticareti” biçiminde devam etmektedir.(*) Peki kadınların erkeklere köleliği? Kendini modern toplumun ihtiyaçlarına göre yeniden Banu biçimlendirmeye bile ihtiyaç Serveto¤lu duymamıştır; çünkü ataerkillik banuservetoglu ve kapitalizmin çelişik birlikteliği kadının erkeğe köleliğini @hotmail.com bahis konusu dahi yapmamıştır. Hâlbuki kölelik tanımının dayandığı kölelerin sahip olamadıkları haklarını tek tek incelediğimizde durumun acılığı tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır: Bir insanın diğer insanın malı olması: “Nikâhlı karım değil mi; döverim de severim de!” “Kızım; tabii ki babasına hizmet edecek!” Her gün deneyimlediğimiz, kadını babanın, abinin ve evlendiğinde de kocanın hizmetçisi olarak gören bir sistemdir. Gitme hakkı: “Bu evden ölün çıkar!”, “Evlenmeden bu evden ayrılamazsın!”, “Gelinliğinle çıktın, kefeninle dönersin!” Kadına baba evi ya da koca evi dışında bir seçenek bırakılmamaktadır. Kadının tüm bu tehditlere rağmen evden gitme cesaretini bulduğunu varsayalım. Emek piyasasındaki cinsiyetçi iş bölümü yüzünden hep ikinci konumdadır. Düşük ücretle uzun saatler çalışmak zorunda, bunu yaparken de kadınlığının “doğal” bir parçası olan şefkat ve sevgiyle işine sarılmalıdır. Hâşâ; sömürüye isyan etmek, kadına “yakışmaz”. O “doğası gereği” itaatkâr olmalıdır. Peki, çocukları varsa? İşte o zaman vay haline… Kreş yok, sığınma evi yok. Koca ya da baba evine geri dönmek, kadına tek seçenek olarak dayatılmakta; devlet tüm aygıtlarıyla kadının dönüş koşullarını yaratmaya çalışmaktadır. Çalışmayı reddetme hakkı: “Kadın dediğin çocuk da yapar, kariyer de”, “İyi kadın ev işlerinde hamarat olandır”, “Eve gelince ayaklarını uzatmak, tüm gün işte çalışıp yorulan erkeğin hakkıdır”. Evet kadına yorulmak, şikayet etmek yasaktır. Evdeki kadın tüm gün ne yapmaktadır ki zaten! Tek yaptığı evi temizlemek; yemek ve ütü yapmak; çocuklarla ilgilenmek; evde bakıma ihtiyacı olanlar varsa onlarla ilgilenmek; kocasının cinsel arzularını tatmin etmek… Bu liste uzar gider. Bir işte çalışmayan evdeki kadın televizyon izlerken fasulye ayıklar, evdeki kadın dışarı gezmeye gittiğinde market alışverişini yapar, evdeki kadın misafirleri geldiğinde onlarla konuşurken kazak örer… Evdeki kadın ne zaman dinlenir? Yatakta mı? Hayır, o zaman da tatmin edilmesi gereken bir koca vardır. Peki, çalışan kadın ne yapar? Bir işte çalışmak onu tüm bu görünmeyen emeği yapmaktan kurtarır mı? Hayır, çalışan kadın çifte mesai yapar: Biri dışarıda, biri de evde. Emeğinin karşılığını isteme hakkı: ‘’Tüm gün dışarıda çalışıyorum, sen evdesin, ne güzel ekmek elden su gölden’’, ‘’Senin yaptığın da iş mi, tüm gün yatıyorsun’’, ‘’İyi ki bir yemek yaptın, onu da iş yaptım diye başıma kakma’’ Kadının emeğinin görünmez olduğu yerde ücretin esamesi bile okunmaz. Öldürülmeme hakkı: ‘’Ağır tahrik vardı’’, ‘’Bana karşı gelince cinnet geçirdim’’, ‘’Bakire çıkmadı’’, ‘’Boşandık ama o adamla görünce kıskandım’’ ve nihayetinde ‘’¶özünün üzerinde kaşı vardı’’. Bahaneler tükenmez, akılcı da olmaz her zaman ama; zaten pek gerek de yoktur akılcılaştırmaya. Ne de olsa ağır tahrik vardır, suçlu olan hep kadındır. Erkek ‘’mecburen’’ öldürmüştür ve bu nedenle de bir ceza indirimini ‘’hak eder’’. Kölelik yasal olarak kaldırıldı mı demiştiniz? *Bu konu yazımızın kapsamı dışındadır.
G
Adanalı kadınlar 8 Mart’ta ‘suç işlememiş’
A
dana’da 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde, “8 Mart’ın 100. Yılında Özgürlük Çığlığımızı Büyütmek İçin Yine Alanlardayız” sloganıyla düzenlenen mitingin tertip komitesine, “terör örgütü propagandası yapmak” gerekçesiyle açılan soruşturma karara bağlandı. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri Savcılığı, davayla ilgili “kamu adına kavuşturmaya yer olmadığı” kararını verdi. Adana Kadın Platformu konuyla ilgili yaptığı açıklamada gerçekleştirdikleri mitingin geçen yıllarda düzenlenen mitinglerden farklı seyretmemesine rağmen bu şekilde soruşturmalara, davalara konu edilmesini düşünce ve ifade özgürlüğüne, toplanma ve örgütlenme özgürlüğüne vurulmak istenen bir darbe olarak niteledi. Platform açıklamasında, “Aynı miting nedeniyle bir diğer davanın sürdüğü Adana 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nde de bu şekilde olumlu bir karar verileceğini umuyor; tüm bu baskılara, engelleme çalışmalarına rağmen mücadelemize devam edeceğimizi bir kez daha ilan ediyoruz” dedi.
S ‹ ‹ R T
D A V A S I
B A fi L A D I
Sessiz kalma, seyirci olma Yetkililerin çözüme giden yoldaki sorumluluklarından sıyrılma çabasına tepki gösterdi. Aynı gün, Eskişehir Demokratik Kadın Platformu taciz, tecavüz ve kadın cinayetlerine karşı yürüyüş yaptı. Hamamyolu’ndan, Adalar Porsuk Bulvarı’na kadar devam eden yürüyüşten sonra yapılan basın açıklamasında platform, “Erkek egemenliğe, şiddete, tacize, tecavüze karşı mücadele eden biz kadınlar bugün Siirt’te ilk duruşması yapılan tecavüz olayının takipçisi olmaya devam edeceğiz” dedi.
S
iirt’te 7 çocuğa taciz ve tecavüz eden, çeşitli kesimlerden onlarca erkeğin yargılanması başladı. Siirt’in erk’ekleri olayın üstünü örtmeye çalışsa da kadınlar ilk duruşmanın yapıldığı 2 Haziran günü, cinsel şiddet ve çocuk istismarına karşı eylemdeydi. TAHL‹YELER BAfiLADI Siirt’te görülen davanın ilk duruşmasına, 35 sanık ve cinsel istismara maruz kalan kız çocuklarından ikisi katıldı. Davayla ilgili gizlilik kararı alındığı için duruşma salonuna avukatlar dışında kimse alınmadı. Sanıkların suçsuz olduklarını söylediği duruşmada tutuklu bulunan 19 sanıktan 5’i tahliye edildi. Duruşma 29 Temmuz’a ertelendi. Duruşma sırasında ve aynı gün, birçok ilde kadınlar dava sürecini takip edeceklerini gösteren eylemler yaptılar. BARIfi HEMEN fi‹MD‹! Ankara Kadın Platformu, Ankara Adliyesi önünde yaptığı basın açıklamasında, çocukların istismarının yakıcı bir sorun olduğunu ama bunun görünür kılınmadığını çünkü erkek ve devletin kirli ittifakının hala devam ettiğini söyledi. Açıklamada “30 yıldır süregelen savaşın, şiddetin kadın ve çocuk bedeni üzerindeki yıkıcı sonuçları bu can yakıcı olaylarla bir kez daha ortaya çıktı. Barışın çocuklar için, bu coğrafya-
S
iirt davası başladı. Taciz ve tecavüzün üstünü örtmek isteyen iktidara ve erkek egemen anlayışa rağmen kadınlar susmadı, sokaklara çıkarak davanın takipçisi olacaklarını gösterdi
da yaşayan halklar için ne kadar acil olduğunu bir kez daha haykırıyoruz. Tecavüzcülerin suç ortaklarını biliyoruz. Susmadık, susmuyoruz. Savaşa, tecavüzlere, ölümlere sessiz kalmayacağız” sözlerine yer verildi. Siirt’teki duruşma sırasında, Bursa’da Halkevci Kadınlar Orhangazi Parkı’nda bir basın
açıklaması yaptı. Hüseyin Üzmez davasında olduğu gibi bu davanın da takipçisi olacaklarını belirten kadınlar açıklamada, “TBMM İnsan Hakları Komisyonu, yaşanan çocuk tecavüzünü ‘iki mağdurenin yaklaşık iki yıldır okul müdür yardımcısı ve halktan bazı kimseler ile yaşadığı iddia edilen olaylar’ olarak tanımlamaktan zerre utanç
duymuyor. Çözüm olarak Siirt ilinde Zuhrevi Hastalıklar ve Fuhuşla Mücadele Komisyonu’nu göreve çağırıyor. Yaşanan çocuk tecavüzlerini fuhuşla mücadele kapsamında mı çözeceksiniz? Bu insanlık suçunu komisyonlara devrederek görevinizi yapmış mı olacaksınız?” diyerek devletin suçtaki payına dikkat çekti.
DAVA, TOPLUMSAL HESAPLAfiMA DAVASI İzmir’de Sosyalist Kadın Meclis’inin, duruşma günü yaptığı basın açıklamasında, "Bu dava, toplumsal yüzleşme ve hesaplaşma davasıdır. Kadınlara ve çocuklara uygulanan şiddetin davasıdır. Erkek adaletiyle yüzleşmenin davasıdır” denildi. Kadınlar davayla ilgili alınmış olan gizlilik kararının geri alınmasını istedi. Mersin’de Demokratik Kadın Hareketi’nin düzenlediği yürüyüşte “Yatılı Bölge Okulları’na (YBO) hayır”, “Bedenime dokunma”, “Jin, jiyan, azadi” sloganları atıldı. Yapılan açıklamada tecavüz kültürünün cinsiyetçi ideolojiye, zora dayalı, el koyma, gasp etme, mülkleştirme, militarizm temelinde içerik bulduğu söylendi. Kadınlar tecavüz kültürüne karşı duyarlılığı yaratma çalışmalarını sürdüreceklerini bildirdi.
Başhekim dayağına karşı direniş nöbeti A
nkara Ulucanlar Hastanesi’nin Başhekimi uygulamalarıyla neo-liberal muhafazakarlığın cisimleşmiş hali oldu. Köle gibi çalıştırma, itiraz edene baskı ve kadına yönelik şiddet Başhekimin sadece tek bir olaydaki icraatları. Ankara Ulucanlar Göz Hastanesi Başhemşiresi Özlem Hoşnam, Hastane Başhekim yardımcısı Dr. Ömer Eyicil tarafından, hakaret edilerek darp edildi. Başhemşire 10 gün iş göremez raporu almak durumunda kaldı. Sağlık emekçileri ve kadınlar şiddete sessiz kalmadı. Ulucanlar Göz Hastanesi’nde çalışan Başhemşire Özlem Hoşnam, hemşire arkadaşlarının görev tanımları dışında çalıştırıldıkları yönündeki şikâyetlerini iletmek üzere Başhekim Yardımcısı Dr. Ali
Hacıimamoğlu ile görüşmeye gitti. Görüşme sırasında yanlarında bulunan Başhekim Yardımcısı Dr. Ömer Eyicil, “Hemşirelerin görevi paspas yapmak, yatak toplamak, bu kadar büyütmeyin” diyerek Hoşnam’a hakaret ve küfürler etti. Hızını alamayan Eyicil hemşireye saldırdı. fi‹DDETE KARfiI MÜCADELEDEN SORUMLUYMUfi Konuyla ilgili, KESK’li kadınların çağrısıyla 28 Mayıs’ta Ankara’daki hastanelerden hemşireler ve Ankara Kadın Platformu, Özlem Hoşnam’a ve kadına yönelik şiddeti protesto etti. Eylemde, şiddeti uygulayan başhekim yardımcısı istifaya çağrıldı. KESK’li Kadınlar adına Emine Koç
tarafından yapılan açıklamada sağlık alanının yükünü omzunda taşıyan en can alıcı mesleğin hemşirelik olduğunu belirtti. Koç, Özlem Hoşnam’a şiddet uygulayan Ömer Eyicil’in özelleştirmenin bir parçası olan Toplam Kalite Yönetim Uygulaması kapsamında hastane bünyesinde oluşturulan Kadına Yönelik Şiddeti Önleme biriminin sorumlusu olduğuna dikkat çekti. Bu olayla, Ömer Eyicil’in şiddeti nasıl önlediğinin görüldüğünü ve bu uygulamaların göstermelik olduğunun ortaya çıktığını belirtti. KESK’li kadınlar İl Sağlık Müdürlüğü’nü Ankara Valiliğini, Sağlık Bakanlığını, İç İşleri Bakanlığını görev ve sorumluluklarını yerine getirmeye çağırdı. Türk Hemşireler Birliği de eyleme katılarak meslektaşlarını yalnız bırakmadı.
fi‹DDETE KARfiI NÖBET BAfiLADI Başhemşire Özlem Hoşnam’a uygulanan şiddete sessiz kalmamak ve Başhekim yardımcısı Dr. Ömer Eycil’in görevden alınması için SES Ankara Şubesi 7 Haziran günü Ulucanlar Göz Eğitim ve Araştırma Hastenesi önünde ‘şiddete karşı nöbet’ başlattı. Hoşnam’ın on günlük iş göremez raporunun sona ererek göreve döndüğü gün başlayan nöbete sırasıyla Halkevci kadınlar, Ankaralı Feministler ve Ankara Kadın Platformu da katıldı. Sağlık emekçileri şiddete maruz kalan arkadaşlarının kendine şiddet uygulayan yöneticiyle çalışmak zorunda kalmasına izin veremeyeceklerini belirtti. Eycil görevden alınana kadar eylemlerine devam edeceklerini duyurdu.
DÜNYA KADIN YÜRÜYÜfiÜ Büyük buluflma ‹stanbul’da
Dünyan›n kad›nlar› yürüyor! Dünya Kad›n Yürüyüflü üçüncü kez yola ç›k›yor. Kendini ‘yoksullu¤un ve kad›na yönelik fliddetin temelinde yatan nedenleri yok etmek için çal›flan örgütleri birlefltiren, uluslararas› feminist bir eylem hareketi olarak tan›mlayan’ yürüyüfl 2000 y›l›ndan beri her befl y›lda bir gerçeklefliyor. 2010 y›l›nda 8 Mart'tan 19 Ekim'e kadar dünya çap›nda eylemler yapacak olan DKY 2010 yürüyüfl program›n› dört eylem alan› etraf›nda örgütlüyor. Kamu yarar› / Ortak menfaat, kad›n
eme¤i, kad›na yönelik fliddet, bar›fl ve sivilleflme ana bafll›klar› ve yürüyüflün u¤rad›¤› her bir ülkedeki kad›nlar›n özgün sorun ve talepleri ile dünyan›n kad›nlar› eyleme geçiyor. Bu talepleri dile getiren eylemler, yürüyüfller, tiyatro gösterimleri, karavan seferleri yap›lacak. Kad›nlar uluslararas› etkinliklerde buluflacak, ortak eylemler yapacak. Yürüyüflün bu y›lki slogan›: Dünyay› de¤ifltirmek için kad›nlar›n hayat›n› de¤ifltirin! Kad›nlar›n hayat›n› de¤ifltirmek için dünyay› de¤ifltirin!
Afrika, Amerika, Asya ve Avrupa olmak üzere her bir k›tada örgütlenen Dünya Kad›n Yürüyüflü’nün 2010 Avrupa aya¤› Türkiye’de gerçekleflecek. Avrupal› kad›nlar 29-30 Haziran’da ‹stanbul’da olacak. 29 Haziran Sal› günü Balkanlardan gelecek kad›nlar›n karfl›lanmas›yla bafllayacak program ayn› gün ö¤len saatlerinde
Yunanistanl›, Türkiyeli, K›br›s’›n iki taraf›ndan da kad›nlar›n bar›fl buluflmas›yla sürecek. 30 Haziran Çarflamba günü gerçekleflecek forumla kad›nlar önce Avrupa ve Türkiye’de feminist hareketin durumu ve genel politik durum üzerine bir tart›flma yapacak. Ar›ndan fiiddetten okullarda cinsel e¤itime, medyadan bar›fl ve
sivilleflmeye kadar farkl› bafll›klarda düzenlenecek atölye çal›flmalar›nda bir araya gelecek. Atölye çal›flmalar›n›n tamamlanmas› ve daha sonra düzenlenen genel oturumla forum sona erecek. Fakat kad›n yürüyüflü sürecek. Ayn› gün akflam forum alan›ndan Taksim Meydan›’na bir kad›n yürüyüflü yap›lacak.
Yürüyüflün dört ana talebi Dünya Kad›n Yürüyüflü 2010 y›l›nda dört ana eylem alan› etraf›nda harekete geçiyor: Kamu yarar› / Ortak menfaat: Do¤an›n ve kamu hizmetlerinin özellefltirilmesine karfl› mücadele, g›da egemenli¤i ilkesini ve sa¤l›k, e¤itim, içilebilir su ve sanitasyon hakk›n› savunmay› kapsar. Bar›fl ve sivilleflme: Etnik ve dinsel çat›flmalar›n, do¤al kaynaklar›n sömürüsü ve silah endüstrisinin kâr çat›flmalar›n›n kad›nlar›n bedenlerini de kontrol alt›na almak istedi¤ini söyler. Kad›nlar›n, ordu mensuplar› ve paramiliter gruplar›n ve kendilerini kabul etmeyen erkeklerin fliddetinin ma¤duru
oldu¤unu düflünür. Kad›n eme¤i: Dünyan›n her yerinde kad›n ve erkek bütün iflçilerin, herhangi bir ayr›mc›l›¤a u¤ramaks›z›n, insanca asgari ücrete, yasal haklar›na, sosyal güvenceye ve eflit ücrete kavuflmas›n› savunur. Kad›na yönelik fliddet: Eylemler yoluyla toplumda bilinç yarat›r. fiiddete karfl› devletten talepleri vard›r. Kad›na yönelik fliddetin nas›l meydana geldi¤ini, nedenlerini biçimlerini gösterir. Kad›nlar›n cinsiyetçi fliddete karfl› direniflini özellikle kamusal alanda görünür k›lmak için çal›fl›r.
11
YÜZ YÜZE 11 Haziran 2010 / 24 Haziran 2010
Türkiye ve Filistin solu buluştu TÜRK‹YE
Halk›n Sesi
Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi’nin 5-6 Haziran tarihlerinde İstanbul Muammer Karaca Tiyatrosu’nda düzenlediği Uluslararası İsrail’e Karşı Boykot Sempozyumu, Filistin ve Türkiye solunu bir araya getirdi. Sempozyumda oturumlar ve kurumlar arası görüşmelerin ardından, somut hedefler doğrultusunda Filistin’le dayanışma ve boykot hareketinin örgütlenmesi
SOLU
F‹L‹ST‹N
yolunda pratik öneriler sunuldu ve kararlar alındı. FHKC politbüro üyesi Abu Ahmad Fuad da, sempozyumun davetlisi olarak Türkiye’deydi. Fuad’la Filistin’deki güncel durum, solun Filistin davasındaki yeri, siyasal İslam’la ittifak tartışmaları ve Boykot hareketi üzerine konuştuk. Aşağıdaki söyleşi birkaç ayrı röportaj, toplantı ve yüzyüze görüşmeden oluşuyor...
DAVASINA
SAH‹P
ÇIKMALI
Önemli olan solun birliğini sağlamak T S ol ile siyasal İslam’ın uzlaşmazlıkları var. Biz kendimizi ayrı tutmalıyız. Açık işgal koşullarındaki ittifaklar ayrı bir taktiktir, genelleştirmek doğru değil
ürkiye’nin İsrail’le olan ilişkilerinde söylenenlerle yapılanlar arasında fark var. Türkiye gerçek anlamda İsrail’e karşı henüz hiçbir tepki vermedi
görüyoruz. Filistin’de de solun birliğini sağlamaya çalışıyoruz, diğer ülkelerde de sol güçlerle kurulan ilişkiyi önemsiyoruz. Bugün Filistin’de, Irak’ta, Afganistan’da, Somali’de işgale karşı ulusal kurtuluş hareketlerine İslamcılar öncülük ediyor. Ancak direniş güçlerini birleştiremediklerini, işgal altında iç çatışmaya sürüklendiklerini görüyoruz. Irak’ta İslamcılar kendi aralarında çatışıyor. Afganistan ve Pakistan’da çatışanlar da İslamcılar. Sudan’da yine İslamcılarla İslamcılar çatışıyor. Somali’de de böyle. Bu ülkelerde işgale karşı direnişe sol öncülük ediyor olsaydı, durum böyle olumsuz olmazdı.
AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN
G
azze’ye yardım taşıyan gemilere yönelik saldırı üzerine dikkatler yeniden Filistin sorununa çekildi ve sahnede siyasal İslam var. Siz Filistin solunun temsilcilerinden biri olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yardım gemilerine yapılan saldırıyla dünya ayağa kalktı. Ancak görünürde olan İslami hareketti. Oysaki sol, bugüne kadar ağır bedeller ödemişti. Tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu’da sol da zayıflamış ve yerini İslami harekete bırakmış görünüyor. İsrail, sağ-sol ayırmadan tüm Filistinlilere aynı muameleyi yaptı. 60’lar ve 70’lerde genel olarak hem Filistin’de hem de dünyada sol daha görünürdü. O yıllarda Arap dünyasında, Mısır devlet başkanı olan Nasır sosyalistti. 1967’de zulme ve baskılara karşı Filistin’de isyan oldu. Dünyadaki pek çok sol hareket de bu isyana katılmıştı. Türkiye de vardı. Filistin’deki direniş mücadelesine iki tane büyük darbe geldi. Birincisi 1970’de Ürdün’de, ondan sonra da Lübnan’da. Lübnan’da 1975’de iç savaş oldu. 1982’de de İsrail kuvvetleri Lübnan’a girdi ve Filistin güçlerini Lübnan’dan çıkardı. Sadece Filistin’deki Filistin hareketine karşı değil, bütün Arap ülkelerindeki Filistin halkını ezmeye çalıştı. O dönemde hem Filistin’de hem de Arap ülkelerinde sosyalistlerin, solun durumu iyiydi. Çünkü Sovyetlerin etkisi ve yardımı vardı. Solun boşluğu Sovyetlerin çöküşüyle mi ortaya çıktı sadece? Sovyetlerin çöküşünden sonra dünya çapındaki sol hareketlerdeki çöküş hâlâ devam ediyor. Sovyet çizgisinde olanlar var tabii, aktif olanlar da... Latin Amerika’da solun yükselişine şahit oluyoruz. Genel olarak Arap Ortadoğusu’nda sol düştü. Sol harekette zayıflama İslami harekette yükselme oldu. Şu son süreçte de İslami kesim sokakta... Solun zayıflaması bir boşluk yarattı ve İslamcılar da boşluğu doldurdu. Ondan önce İslami hareketi göremezdik. 1987’den sonra başladı İslami hareketin yükselişi. Çünkü devlet ve istihbarat güçleri solcular üzerine çok baskı yaptı. İslamcı hareketlere ortam yarattılar. Bunu Amerika yarattı sanırız… Amerika İslamcıları kendine yakın buluyor ve zararsız görüyor. İlk başta Amerika doğurdu onları. El Kaide Amerika’nın solculara karşı çıkarttığı bir şeydir. 11 Eylül’den sonra kendisi de karşı oldu. İslamcıların attığı sloganlar 70’lerde solcuların attığı sloganlar oldu. İsrail ve emperyalizmle mücadele de bizim o dönemde kullandığımız sloganlar. Ancak solun gerilemesini sadece dış koşullara bağlayamayız. Kendimizi de sorgulamalıyız. Sol işçi haklarını savundu, ama işçiler İslamcıları destekliyor. Sol gençliği savundu, gençlik de İslamcıları destekliyor. Sol kadın haklarını savundu, kadınlar İslamcıları destekliyor. Mesela bir kadın mitinginde Hamas ve El Fetih 20 bin, 15 bin kişi yürütürken FHKC
neden 8 bin kişi yürütüyor? Toplumun önemli bir kesimi için İslami kesimin eylemleri daha cazip gelebiliyor, sola oranla… İnsanların gözünde çok daha cazipler. Önceden Çin’de, Vietnam’da emperyalistleri öldürenler solcular ve demokratlardı. Filistin ve Lübnan’da İslamcı kuvvetler. İnsanlar arasında rağbet görüyor çünkü İslamcı hareket İsrail’le mücadelede başı çekiyor. Kim Siyonist güçlerle ve emperyalist güçlerle çatışıyorsa, kim onları öldürüyorsa o bizim yoldaşımız, arkadaşımızdır. Özgürlük gemilerinin içindekiler maalesef solcular, demokratlar değillerdi. Ama onlar bizim yoldaşımızdır. Solcular nereden para toplayacaklar da gemi tahsis edecekler? Zaten devlet de hayatta o gemiyi solculara tahsis etmezdi. İslami kesimle solun aynı meydanda oluyor olması bir çelişki yaratıyor mu sizin nezdinizde? İdeolojik bir çelişki var. İslami hareket esas güç olmak istiyor. Solcularla ortak bir eylem yapılmasına ciddi olarak karşılar. Ama Marksistlerin ve solcuların bildiği bir şey var: Açık işgal koşullarında emperyalizme karşı ortak cephe oluşturmalıyız. Tek vücut olmalıyız. Hem farklı ideolojiler hem farklı dinler emperyalizme, Siyonizm’e karşı ortak cephe oluşturmalı. Cezayir savaşında, Vietnam’da bunu gördük. Filistin
Ancak solun gerilemesini sadece dış koşullara bağlayamayız. Bu konuda kendimizi de sorgulamamız gerekir mücadelesinde de bunu gördük. İsrail işgalinden kurtulana kadar kendi içimizde iç tartışmaları yapmalıyız ama aramızda da çatışmamalıyız. İşgalden kurtulduktan sonra tartışmalarımızı daha açıkça yapabiliriz. Filistin devletini kurma aşamasında elbette sosyalistlerin farklı devlet anlayışları var, biz daha seküler bakıyoruz, İslamcılar ise din devleti kurmak istiyor ama bu tartışmalar devlet kurma aşamasında yapılmalı, şimdi değil. El-Fetih ile Hamas arasında bir düşmanlık var, siz de ideolojik olarak ayrısınız. Bu uzlaşmazlıkta ortak bir noktada birleşmek mümkün mü?
İktidar Hamas’a geçtikten sonra Filistin direniş davası ‘dini’ eksene kaydı. Hamas ile ideolojik bir uzlaşmazlığımız var; biz laik ve Marksist bir örgütüz, Hamas ise İslami bir örgüt. Bizler El Fetih ile Hamas arasındaki çatışma başladığından beri her ikisine de karşı çıktık; üçüncü bir tarafı ortaya çıkarma kararlılığımızı sürdürdük. Üçüncü taraf birlik ve direniş programı üzerinde örgütleniyor. Ulusal birlik bizim için temel meseledir, bölünmüşlük ve dağılmışlık direncimizi kırar. Bize göre El Fetih ve Hamas arasındaki çatışma iktidar çatışması. Batı Şeria ve Gazze işgal altında, herhangi bir kazanç olamadan bağımsız olmayan bir yönetim üzerinde iktidar çatışması yapıyorlar. Bu iktidar çatışmasından bir tek İsrail faydalanıyor; işgal devam ediyor. Türkiye’de de Filistin davası konusunda siyasal İslam’ın öne çıktığını görüyoruz. Bu durumda solun siyasal İslam’la ittifak tartışmasına nasıl bakıyorsunuz? Sol ile siyasal İslam’ın önemli uzlaşmazlıkları var. Biz kendimizi ayrı tutmalıyız. Açık işgal koşullarındaki ittifaklar ayrı bir taktiktir, genelleştirmek doğru değil. Önemli olan solun birliğini sağlamak. Ortadoğu’da da Türkiye’de de sol zayıf ama birliğini sağladığında önemli şeyler yapabilir. Biz müttefik olarak solu
Tayyip Erdoğan’ın tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye halkı her zaman Filistin’in yanında bir dost olarak yer aldı. Türkler Filistin davasını kendi davaları saydılar ve Türkiye’de sokaklarda yapılan son gösteriler de bunu gösterdi. Ancak, Türkiye’nin İsrail’le olan ilişkilerinde söylenenlerle gerçekte yapılanlar arasında büyük bir fark ve çok küçük değişikler var. Bu bizi çok acıtıyor. Türkiye gerçek anlamda İsrail’e karşı henüz hiçbir tepki vermedi ve önlem almadı. Askeri ve politik düzeyde boykot kararı alınmalı. Boykot kampanyasını bu açıdan önemsiyoruz. Türkiye solunu da bu kampanyayı örgütlemeye çağırıyoruz. Bu, basitçe ürün boykotu değil; askeri, ekonomik, politik boyutu bulunan bir kampanya. Uluslararası İsrail’e Karşı Boykot Sempozyumu ile ilgili değerlendirmelerinizi alabilir miyiz? Sempozyumun başarılı olduğunu düşünüyorum. Nitelikli bir katılım vardı. Tartışmaların içeriği de nitelikliydi. İki ülke arasındaki ilişkilerle ilgili olarak somut araştırmalar, veriler, hedefler ortaya kondu. Bu araştırmaların İngilizce ve Arapça’ya çevrilip Filistin’e iletilmesi ve Türkiye solu ile Filistin solu arasında sürekli bir iletişimin kurulması gerekiyor. Yalnız Filistin’den daha fazla katılımcı sağlanabilirdi. Bunda İsrail’in Muhammad Kanaane’yi son dakikada engellemesinin ve hazırlık aşamasındaki eksikliklerin de payı var. Bu sempozyum vesilesi ile Türkiye’deki yoldaşlarımızı görmekten mutluluk duyduk. Dayanışma için birlikte yapacaklarımız var. Bu ilişkiyi ilerletmeliyiz.
Sansür ve abluka internetle aşıldı Uluslararası İsrail’e Karşı Boykot Sempozyumu gerek İsrail’in gerek Türkiye anaakım medyasının engellemeleri ile yüzyüze geldi. Ancak bu engeller, iletişim olanakları ile aşıldı. Sempozyum davetlilerinden İsrail’deki 48 Arapları hareketinin temsilcisi Muhammed Kanaane, havaalanına hareket etmek üzere evinden çıkmasına saatler kala İsrail polisi tarafından engellendi. Bunun üzerine Kanaane, mesajını video ile kayda alarak, internet üzerinden İstanbul’a ulaştırdı. Kanaane’nin konuşmacı olduğu oturumda video mesaj gösterildi. Hem AKP’nin ikiyüzlü siyasetini teşhir ettiği hem de İsrail’le yürütülen ekonomik
ilişkileri hedef aldığı için sempozyum anaakım medyadan ciddi bir sansür gördü. Büyük gazete ve televizyonlar sempozyumu ya görmedi ya da çarpıtarak işlerine geldiği biçimiyle sundu. Ancak bu sansür de halkın iletişim hakkını savunan alternatif medya kanalıyla aşıldı. Sempozyum, iki gün boyunca Sendika.TV tarafından canlı yayınlandı. Sendika.TV’nin canlı yayını ile sempozyumu 10 ülkeden 2 binin üzerinden izleyici takip etti. Bütün oturumların video kayıtlarına Sendika.TV’deki ‘Toplantı Salonu’ndan erişilebilir. Oturumlarda sunulan tebliğ ve araştırmalara da www.boykotisrail.org adresinden ulaşılabilir.
‘Bir gönül bağımız var’ S
empozyumun açılışında Filistin Boykot Ulusal Komitesi'nden Muhammed Jaradat, BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve İstanbul Tabip Odası Başkanı Taner Gören birer konuşma yaptı. Muhammed Jaradat, halkların kendilerini kurban olarak görmemesi gerektiğini, yapılacak en iyi şeyin işgale ve ayrımcılığa karşı uluslararası boykot, yatırımların geri çekilmesi ve yaptırım mücadelesi verilmesi olduğunu ifade etti. Jaradat'ın ardından konuşan Sebahat Tuncel, Filistin ve Kürt sorunu eşitlikçi ve özgürlükçü temellerde çözülmeden Ortadoğu'da barışın gelemeyeceğini belirtti. Kürt halkının Filistin halkıyla bir gönül birliği olduğunu, Türkiye'nin İsrail'le ilişkisinin iki halka da saldırı olarak döndüğüne değindi. Taner Gören de hekimlerin sadece savaşların yarattığı yaraları sarmakla görevli olmadığını, onu yaratan koşullara karşı da mücadele etmekle mesul olduğunu belirtti.
Sempozyuma kimler katıldı? FHKC, Filistin Ulusal Boykot Komitesi ile İngiltere ve Fransa Boykot hareketlerinden temsilcilerinin Türkiye sol ve emek hareketinden katılımcılarla buluştuğu sempozyumda 6 ayrı oturum gerçekleşti. Oturumlarda konuk konuşmacı olarak şu isimler yer aldı: FHKC politbürodan Abu Ahmad Fuad, BNC’den Muhmmad Jaradat, İsrail Ürünlerini Boykot Yanlısı Yahudiler hareketinden Mike Cushman, Fransa BDS Hareketinden Sara Caunes, akademisyenler Tolga Tören, Erhan Keleşoğlu, Günlük gazetesi yazarı Hüseyin Aykol, Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık ve belgesel sinemacı Necati Sönmez. Bu oturumlarda “Filistin Halkının Temel Hakları ve BDS Kampanyasının Hedefleri”, “Siyonizm ve Apartheid”, “Filistin-Türkiyeİsrail; Devletler ve Halklar Arası İlişkiler”, “Türkiye İsrail Ekonomik İlişkileri ve Su, Tarım, Enerji Alanında Görülen Yeni Gelişmeler”, “Akademik ve Kültürel Boykot”, “Filistinle Yeni Bir Dayanışma Stratejisi Olarak Boykot-BDS Hareketlerinden Deneyimler” tartışıldı.
12
DOSYA 11 Haziran 2010 / 24 Haziran 2010
Halk›n Sesi
Emeğin rüzgârında yolunu arayan CHP Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) 33. Olağan Genel Kurul'u beklenmedik bir heyecan ve rüzgâr yarattı. Kemal Kılıçdaroğlu kurultayda "Halkçı Kemal", "Devrimci Kemal" sloganlarıyla selamlandı
Kılıçdaroğlu’yla simgeleşen yenilenmeyle dün “yeni sol”, “ulusalcılık-laiklik” gibi politikalarla başarı kaydedemeyen CHP’ye, bugün sol liberal çizgide iktidarın yolu gösteriliyor
C
başladı. 2008 kriz eylemlerinden Tekel Ankara direnişine, Tuzla’dan Zonguldak maden kazalarına, kamu çalışanlarından tarımsal üreticilere kadar hemen her kesimden güvencesizlik eksenli halk muhalefeti örnekleri yükseliyor. Politik örgütlenme gücü dağıtılmış toplumsal muhalefetin bastırılması üzerinde iktidarını yükselten İslamcı liberal AKP rejiminin, emekçi sınıfları düzene bağlama gücü giderek zayıflıyor. 28 fiUBAT SONA ERD‹ Neoliberal sermaye iktidarına karşı halkın son yıllarda yükselttiği en kuvvetli meydan okuması CHP kurultayına da yansıdı. Kurultay havasının gösterdiği en kesin sonuç, CHP’nin 28 Şubat’la
içine girdiği siyasallaşma çizgisinin artık sona ermesi gereğiydi. Egemenler arası iktidar çatışmalarında AKP’nin rakiplerine karşı açık üstünlüğü, aynı zamanda CHP’ye bu kulvarda bir iktidar şansı bırakmadı. Halkın neoliberalizme ve Kürt sorununa karşı tepkilerinin “ulusalcılık-laiklik” ekseninde örgütlenerek iktidara yürüyen bir harekete dönüştürülme şansı kalmadı. Son Anayasa değişiklik paketinde ve yargı geriliminde olduğu gibi, “ulusalcılık-laiklik” ekseni bir gerilim alanı olarak sürse de, artık halkın sınıfsal beklentilerini yatıştırmıyor. Kurultaydan sonra yollara düşen Kılıçdaroğlu, iktidarın en zayıf noktasından bir düello tarzıyla söylem
YEN‹LENMEN‹N D‹NAM‹ZM‹ NEREDE SAKLI? Eğer CHP'den sol-emek eksenli bir yenilenme bekleniyorsa, bunun şartları görünmüyor. İslamcı hareketin içinden bir bölünmeyle bir yenilenme hareketi olarak iktidara yürüyen AKP’den farklı olarak CHP kurultayı, bir yenilenmenin siyasal dinamizmini yansıtmaktan ziyade, nesnel toplumsal bir siyasal dinamizmi, heyecanı ve havayı yansıttı. Kendisinden istenen, beklenen ve özlenen hareketi yansıttı. Ne ideolojisi sınıf eksenli bir ideoloji, ne kadro yapısı emek hareketi militanlığıyla donatılmış, ne de güvencesiz işçilerin, başta Kürtler bütün ezilenlerin ve yoksuların toplumsal gücünü harekete geçirebilecek içerden bir konumlanmaya sahip. Eğer CHP'den özellikle yoksul emekçi kesimlerin gözünde inişe geçmeye başlayan AKP'nin alternatifi olması isteniyorsa, bunun şartları var. Zira emekçi sınıflardan yükselen tepkiler AKP'nin krizini derinleştiren başlıca gücü oluşturuyor. Ancak yine de CHP'nin böyle bir misyonu, yani neoliberal düzenin sol liberal partisi misyonunu yerine getirebilmek için bile ne kadar değişebileceği belirsiz.
Sosyal demokrasinin krizi S
osyal demokrasi, Avrupa’da sanayi devrimiyle gelişen kapitalizm ve sermayenin sınıfsal egemenliğine karşı işçi sınıfının toplumsal kurtuluş hareketi olarak ortaya çıktı. 1917 Ekim Devrimi’ne kadar Marksizmin ana hatlarını çizdiği sosyalizmin bayrağı altında gelişen sosyal demokrasi, o tarihten beri işçi sınıfı ve orta sınıflar adına, ama aslında bir kapitalist-burjuva reform hareketi olarak gelişti. İşçi sınıfının mücadelesinde şiddetin rolü ve parlamenter temsilin yeri Marksizmle sosyal demokrasinin ana ayrışma noktasını oluşturdu. Özellikle Almanya (SDP) ve Avusturya
Nasıl oldu da Baykal'ın ist ifasından 10 gün sonra, "kurulu düzenin koruyucu partisi"nin kurultayından "Kahrolsun Faşizm!" sloganları yükseld i? Nasıl oldu da kurultaydan önce gene l başkanlık için adaylığı parti bürokras isinin uzlaşma şartına bağlana n "Müfettiş Kemal", birden "halkın de vrimci Kemal"i olarak öne çıktı? CHP gerçekten değişiyor mu, yoksa bu sadece bir kurultaylık rüzgârdan mı ibaretti?
oluşturmaya başladı. CHP’den bir AKP; Kılıçdaroğlu’ndan bir Erdoğan alternatifi çıkarılmaya çalışılıyor. AKP iktidarının zayıfladığı yerde, CHP’nin neoliberal ilkeler çerçevesinde yeniden solcu-halkçı bir misyonla alternatif yaratması bir yenilenme umudu olarak görülüyor. Ne var ki, güvencesiz işçiler, küçük üreticiler, sürekli büyüyen işsizler, kent ve kır yoksulları, işçileşen orta sınıfların biriken sınıfsal enerjisinin bir iktidar olanağı olarak görülmesi başarıyı da garantilemiyor.
umhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) 33. Olağan Genel Kurul'u beklenmedik bir heyecan ve rüzgâr yarattı. Kurultayda "Halkçı Kemal", "Devrimci Kemal" sloganlarıyla selamlanan Kılıçdaroğlu, CHP'nin sol bir eksende yenilenmesinin ve iktidara yürüyüşünün yeni önderi gibi karşılandı. Dün “yeni sol”, “ulusalcılık-laiklik” gibi politikalarla başarı kaydedemeyen CHP’ye, bugün sol liberal çizgide iktidarın yolu gösteriliyor. Halkın Sesi'nin bu sayısında CHP'yi dosya konusu yapıp değişimin niteliğine odaklandık. CHP’N‹N ‹K‹L‹ KARAKTER‹ Tarih boyunca CHP’nin yeniden yapılanma süreçlerine bakınca kurultayda esen sol rüzgârı anlamak zor değil. CHP hep iki karakter arasında gidip gelmiş. Kurtuluş hareketini ve 1923 Devrimi’ni yöneten parti, sıra yeni kapitalist düzenin yerleşik hale gelmesine gelince, tek parti diktatörlüğünün ceberut yürütme gücüne dönüşmüştü. Bunun tersine, yeni sömürgeciliğin ve ilk neoliberal uygulamaların krizinden doğan halk tepkilerinin düzenle yeniden bütünleştirilmesinde solcuhalkçı bir çizgiye yönelmişti. 28 Şubatla birlikte içine girdiği “ulusalcılık-laiklik” çizgili devlet partisi misyonunun tükendiği koşullarda, şimdi de yeniden solahalka yönelmesi hiç şaşırtıcı görünmüyor. 22 Temmuz 2007 genel seçiminden daha da güçlenerek çıkan AKP iktidarı, son zamanlarda en sıkıntılı günlerini yaşıyor. İlk neoliberal dalgayla ortaya çıkan emek hareketinin ve toplumsal muhalefetin bastırılması üstüne yükselen AKP iktidarı, son zamanlarda emekçi sınıflardan yükselen “güvencesizlik eksenli” tepkilerle sarsılmaya
CHP ne red en ne reye...
sosyal demokrat partilerinin başını çektiği akım, Ekim Devrimi sonrası ve Avrupa’da faşizmin yükseldiği dönemde sosyalist devrim çizgisini tümüyle terk etti. Parlamenter temsil ve reformlar yoluyla sosyalizme geçişi temel gelişme çizgisi olarak benimsedi. Sonuçta sosyal demokrat partiler yasal kitle partilerine dönüştükçe, önderleri yönetici bürokrat seçkinlere dönüşerek burjuvalaştı. Özünde "kapitalizmin reformunu", "karma ekonomiyi" ve "refah devleti"ni hedefleyen politikalar benimseyerek büyüyen orta sınıflar ve işçi sınıfı eksenini temel alan halk partileri biçimine büründü.
Neoliberal kapitalizm, sosyal devletin tasfiyesine ve temel kamusal hizmetlerin piyasalaşmasına dayanan saldırılarla geldi. Bu saldırıların temelini işçi sınıfı hareketinin ve tarihsel kazanımlarının tasfiyesi oluşturuyordu. Bu sürecin sonucunda dayandığı toplumsal-siyasal temeli yitiren sosyal demokrasi hareketi, hâlâ içinde bulunduğu uzun bir kriz dönemine girdi. Krizini neoliberalizmin hegemonyası altında çeşitli arayışlarla aşmaya çalışıyor. Örneğin, her ne kadar şimdi inişe geçse de Avrupa’da İngiliz İşçi Partisi’nin Tony Blair'in önderliğinde geliştirdiği neoliberal “Üçüncü
Yol” ve sosyal demokrat iktidarlar bu arayışlar çerçevesinde değerlendirilebilir. Buralarda neoliberalizmin işçi sınıfını yıkıma sürükleyen uygulamaları sosyal demokrat hükümetler eliyle uygulandı. Baykal'ın, Ricky Martin ve ışık gösterisi altında hazırlanan bir platformdan salona girişiyle iz bırakan 28. Kurultayı (23 Mayıs 1998) da “Yeni Sol” (Deniz Baykal-İsmail Cem, Yeni Sol) projesiyle bu etki altında örgütlendi. CHP’nin, tıpkı neoliberalizme, siyasal İslam’a ve Kürt sorununa tepkinin “laiklik-ulusalcılık” eksenli örgütlenmesi gibi “yeni sol” çizgideki arayışları da onun erimesinin önüne geçemedi.
Tarihten bugüne CHP C
HP'yi tanımlarken hiçbir zaman tek bir kavram yetmez. "Devlet kuran parti", "devletçi sol", "merkez sol", "ortanın solu", "demokratik sol", "sosyal demokrat" gibi kavramlar duruma göre tercih edilir. Gerçi halk, eşi görülmemiş bir vefakârlık ve sadakat örneği gösterip hep onun "halk partisi" olduğuna inansa da, tarih, CHP'nin halka o kadar da sadık olmadığı olaylarla dolu.
1937-1938’de başbakanlık yapan Celal Bayar’ın genel başkanlığında Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü gibi CHP’den uzaklaştırılanların öncülüğünde Demokrat Parti (DP) kuruldu. 14 Ekim 1973 seçimlerine dek CHP bir daha iktidar yüzü göremedi. 26 Ocak 1974’te Ecevit’in başbakanlığında CHP-MSP koalisyon hükümeti kuruldu. O da ancak 9 ay sürdü.
KURTULUfi HAREKET‹NDEN DEVLET KURAN PART‹YE Kurtuluş savaşı yıllarında Anadolu'nun çeşitli yörelerinde kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesi veren örgütler kuruldu. Terhis olmuş askerler, tüccarlar, toprak sahipleri, Osmanlı ilerici alt bürokrasisinden ve eşraftan insanlar buralarda örgütlendi. 4 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresi'nde bu örgütler, "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında birleştiler. Büyük Millet Meclisi’nin toplanması, seçim, 1921 Anayasası, Yunanistan işgaline karşı savaşın yönetilmesi, saltanatın kaldırılması ve cumhuriyetin ilanı gibi yeni devletin kuruluşunun ilk temel adımları Müdafaa-i Hukuk örgütsel platformuna dayanılarak yönetildi. Yine aynı platforma dayanarak partileşen Halk Fırkası 9 Eylül 1923’te Mustafa Kemal tarafından kuruldu. Partinin adı 10 Kasım 1924'de Cumhuriyet Halk Fırkası, 1935 yılında da (4. Kurultay) Cumhuriyet Halk Partisi oldu. 14 Mayıs 1950 seçimlerine kadar 27 yıl iktidarda kalan CHP, bu süreçte, bir kurtuluş hareketi olarak doğdu. 1923 devriminin temel reformlarını yönetti. 1929 küresel kapitalist bunalımla birlikte devletçilik politikalarıyla sermaye birikiminin önünü açan kapitalist yatırımları gerçekleştirdi. “Sınıfsız, imtiyazsız bir toplum” sloganı eşliğinde sermaye sınıflarını büyüttü. Halkı baskı altına aldı; temel hak ve özgürlükleri tanımadı. 1930’larda parti devletle tamamen bütünleşti. 18 Haziran 1936'da Parti Genel Başkanı Vekili İsmet İnönü'nün yayımladığı genelgeyle, içişleri bakanı parti yönetim kurulu üyeliğine alındı ve genel sekreterlik görevi verildi, illerde parti il başkanlıklarına il valileri getirildi. Zaten cumhurbaşkanı parti genel başkanıydı. 1940’ların ortalarına gelindiğinde devlet artık tek parti rejimiyle yürütülmez oldu. Emperyalist yeni sömürgecilik politikaları, sanayileşme, tekelci burjuvazinin gelişimi, Kürt feodallerinin egemen sınıflar blokuna (oligarşi) katılmasıyla yükselen talepler ancak çok partili parlamenter rejimle karşılanabilirdi. CHP kendine has tarzıyla bunun da ilk girişimlerini yaptı.
ORTANIN SOLU-DEMOKRAT‹K SOL 1960’lardan 1980’lere giden yıllar toplumsal muhalefetin ve solun en güçlü ve kitlesel olduğu yıllardır. Demokrat Parti’yle doruk noktasına varan yeni sömürgecilik politikaları çok yönlü krize girdi. Sanayileşme ve kentleşme artmış, göç dalgaları kentlerin gecekondu bölgelerinde büyük yoksulluk yığılmalarına yol açtı. Kır yoksullarının işçileşmesi, artan toplumsal eşitsizlik ve yoksullaşma, ve toplumsal muhalefetin yükselmesini getirdi. Yükselen muhalefet karşısında şiddet ve baskı politikalarıyla egemenlerin birliğini ve sermaye iktidarının sürekliliğini sağlama politikaları iflas etti. Yükselen muhalefet karşısında şiddet ve baskı politikalarıyla egemenlerin birliğini ve sermaye iktidarının sürekliliğini sağlama politikaları iflas etti. Taşlaşmış devlet partisi kalıbıyla epeydir muhalefette politikasız ve programsız kalan CHP için uygun fırsat doğdu. Yükselen sol tepki Bülent Ecevit’in karizmatik (“Karaoğlan”) önderliğiyle düzen içi kanallarda tutulmaya çalışıldı. CHP, “Toprak İşleyenin Su Kullananın!”, “Bu Düzen Değişecek!” gibi sloganlarla popüler hale getirilen “ortanın soludemokratik sol” bir çizgiye yerleşti. Tadımlık bir iki iktidar dönemi dışında CHP’nin pek işine yaramayan bu tarihin en güçlü sol yükselişi oligarşinin iç savaş politikalarıyla ve ardından 12 Eylül faşizmiyle bastırıldı. “ASLAN SOSYAL DEMOKRATLAR” 1980’lerden 1990’ların sonuna kadar CHP çizgisi, Halkçı Parti (HP), Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP), Erdal İnönü genel başkanlığında Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ve yine kapatılan CHP'nin yeniden açılışıyla (9 Eylül 1992) birilikte CHP olarak devam etti. (11 Eylül 1993) 12 Eylül faşizmine karşı ezilenlerin duyarlılıkları bu yeni sosyal demokrat çizgide toplandı. Kürtlerin ilk yasal partileşme girişimleri, kendini önce burada ifade etti. Daha sonra HEP örgütlendi. Ne var ki Özal’la simgelenen ilk neoliberal saldırılara karşı, halkın sosyal demokrat çizgideki politikleşme girişimleri bir iki parlak çıkışın ardından başarısız oldu.
13
TARİH 11 Haziran 2010 / 24 Haziran 2010
‹ N S A N L I ⁄ I N
Halk›n Sesi
S U D A N
S E B E P L E R L E
S A V A fi I
Haramiler tutmuş suyun başını S
Bunların yarattığı gerilimler ve çatışmaların ise önümüzdeki dönem savaşlarına damga vuracağı sıklıkla dile getiriliyor. Tarih boyunca birleştiren, hayatı yaratan su aynı zamanda gerilimleri de beraberinde taşıdı. Biz de bu sayımızda, insanlar susadıkça ortaya çıkan gerilimlerin seyrine baktık. Tarih boyunca suyun izini sürdük
u, uzun yıllar insanlığın ortak mirası olarak kabul edildi. Onu kullanan toplulukların denetimi altında ortak bir mülk olarak yönetildi. Ancak su kaynaklarının hızla azalması ve kirlenmesi diğer yandan da her geçen gün artan bir biçimde suyu bir meta haline getirerek ticaret konusu yapan günümüz piyasa ekonomisi, temiz, kullanılabilir suya erişimi sınırlıyor
İstanbul’da kırk susuz çeşme ÖZEN TAÇYILDIZ
İ
stanbul kurulduğu yıllarda su sıkıntısının ne olduğunu bilmeyen dünyanın sayılı kentlerinden biriydi. Bizans ve ardından Osmanlı döneminde korunan kentin bu özelliği, 18. yüzyıldan itibaren giderek bozulmaya başladı. 19. yüzyıl sonlarına gelindiğinde İstanbul’da önemli ölçüde su kıtlığı ve sağlıklı su sorunu gündemdeydi. Bu dönemde İstanbul’da alafranga yaşam biçimi yaygınlaşmaya başlamış özellikle Pera’da birçok yeni apartman ve ev yapılmış, iş ve eğlence yerleri açılmıştı. Ancak su sıkıntısı da büyük boyutlara ulaşmıştı. Kağıthane’deki çeşitli kaynak suları depolarda biriktirilerek Taksim’e pompalanıyor, buradan Pera’daki evlere ulaştırılıyordu ancak Kağıthane suları bu bölgeyi besleyecek durumda değildi. Değişen tüketim ve yaşam biçimi ile buralarda oturanlar büyük ölçüde su sıkıntısı çekiyor, önlem alınması için sürekli olarak yöneticileri sıkıştırıyorlardı. Onları isteği içme ve kullanma suyu konusunda İstanbul’u Avrupa’nın büyük kentleri gibi yapmaktı. Bu işi de yapsa yapsa ancak yabancı su şirketleri yapabilirlerdi. Dolayısıyla kentin su sorununun ancak yabancı şirketler aracılığı ile çözümleneceği yönünde baskı yapmaktaydılar.
Yaz aylar›nda çeflmeler, evlere parayla su götüren sakalar ile halk aras›nda kavgalara sahne olurdu.
SUDA fi‹RKET DEVR‹ YEN‹ DE⁄‹L Öte yandan Avrupa’nın ünlü su şirketleri de ellerindeki eskiyen teknolojiye bir an önce müşteri bulmak, yeni iş olanaklarına ve pazarlara kavuşmak zorundaydılar. Bu amaçla
Beyoğlu basınını satın almışlar, İstanbul’u çağdaş bir su sistemine kavuşturmak için yazılar yazdırmışlardı. Bir yandan da Osmanlı hükümetine sürekli teklifler götürüyor, yetkililer üzerinde baskı kuruyorlardı. Bu baskılar sonucu İstanbul, ÜsküdarKadıköy Su Şirketleri ortaya çıktı. Bunlardan ilki, bir Fransız şirketinin 1874 yılında aldığı imtiyaz ile kurulan İstanbul Su Şirketi idi. Şirket, Terkos Gölü’nden getirilen suyun Beyoğlu, Galata ve Tophane’den Beşiktaş’a kadar olan alana ulaştırılmasını sağladı. Şirket, anlaşması gereği yoksul halka bedelsiz su vermek için 12 kadar çeşme ve yangın musluğu yaptıracak, kışla, hastane ve okullara da bedelsiz su verecekti. ‘ZAVALLI ‹STANBUL HALKI SUSUZLU⁄A MAHKUM‹M‹fi!’* O günlerde İstanbul’da gelir dağılımı adaletsizliği
bugünkünden pek farklı değildi. Memurlar düzenli maaş alamazken esnaflar ise lonca teşkilatının yasaklanması ile güç duruma düşmüştü. Şehir içindeki fakir halk suyunu Kırkçeşme denilen çeşmelerden alıyordu. Fakat bu çeşmeler, bunlara su getiren su yollarının bakımsızlığı yüzünden yaz aylarında kururdu. Bu nedenle yaz aylarında çeşmelerin önünde halk ile evlere parayla su götüren sakalar arasında kavgalar olurdu. Diğer yandan şirket özellikle yaz aylarında “öncelikle abonelerime su vermem lazım” diye çeşmelerin suyunu kesmeyi bir alışkanlık haline getirmişti. Basında şirketin Kırkçeşme sularını kurutmak için elinden geleni yaptığı ve halka bedava su yerine kendi paralı suyunu kullandırmak için bu çeşme sularının lağım ve pis sularla karıştığı kendi laboratuarlarında yaptırdığı tahlillerle ortaya çıkarıp abone adedi-
3 Aral›k 1921 tarihli, ‹stanbul Su fiirketi su faturas›. Suyun metreküpü, 15 para 60 santim
ni arttırmaya çalıştığı sık sık yazılmıştı. fi‹RKET - VAKIF REKABET‹ Evlerin çoğunun ahşap olduğu İstanbul’da sık çıkan yangınlar şirketin yangın musluklarını kapatmasına da neden oldu. Çeşmeler ve bedava su verilen yerlere giden borular ince tutulduğundan sık sık arızalar oluyordu. Bunun üzerine kentin su işlerini düzenleyen vakıflar da harekete geçerek yıllardır ihmal edilen su yolları ve çeşmeleri onardı. Şirketin para ile adam tutarak vakıf sularını kirlettiği, kuruttuğu söylentileri de ortaya çıktı. Şirket karlılığı sağlayamayınca tuvalet, banyo aksesuarları, boru, musluk ithalatına başladı. Bu şirketler kurulup çalışmaya başlayana dek su bir kamu malı sayılır ve halka parasız sunulurdu. Hali vakti yerinde olanlar sakalardan su alır ya da fıçılarda satılan sulara para öderdi. Parasız su kullanmaya alışmış olan İstanbul halkının tesisat, su saati, onarım ve bakım gibi işler için büyük paralar ödedikten sonra ayda veya iki ayda bir yüklü su faturaları ile karşılaşması birçok aileyi oldukça sıkıntıya soktu. Suları aylarca kesik kalan insanlar geceleri gizlice çeşme önünde sıraya girerlerdi. Ödenmeyen faturalar için açılan davalar ve yürütülen icra işlemleri Osmanlı adliyesi için büyük yük oluşturmuş su borcunu ödemeyenlerden hapiste yatanlar bile olmuştu. * 28 Temmuz 1919 tariihli Tasvir-i Efkar gazetesi taahhüdlerini yerine getirmeyen şirketin su fiyatına üç misli zam yapmasını ve zammın iktidar tarafından onaylanmasını bu başlıklı haberiyle eleştirir.
Ortadoğu’da su daha da azalır Colorado’da su paraya akar kavga daha çok ‘su kaldırır’ sonuç itibariyle Golan Tepeleri, Galile Gölü ve Ürdün nsanlık tarihinin bilinen ilk yerleşim yerleri tatlı su Nehri tatlı su kaynaklarının işgalini ifadi eder. 1967-1982 kaynakları yakınlarında kurulmuş ve tarımsal üretime yılları arasında Batı Şeria sularının denetimi askerler geçişle birlikte dünya tarihi yazılmaya başlanmıştır. En tarafından yapılmış, sonrasında ulusal su dağıtım şirketi köklü medeniyetlere ev sahipliği yapan Mezopotamya’ya bu özelliğini kazandıran hatta ona adını veren şey de yine Mekorot’a verilmiştir. Şirket bugün İsrail’in tüm su şebekesine hakim durumdadır. sudur. Fırat ve Dicle nehirleri arasında yer alan İsrail, Güney Lübnan’da Mezopotamya, eski 2002’de Wazzani Yunanca'da "iki nehir Nehri’nden yerleşimlere su arasındaki yer" anlamına taşıması için kurulan sistegelir. Bölge, verimli toprakmi “savaş nedeni” ları ve uygun iklim şartları saydığını açıklamış, nedeniyle çok eski zaman2006’da Lübnan’a lardan beri yoğun göç almış, girdiğinde de bu sistemi birçok farklı kültür ve halkın imha etmiştir. karıştığı bir bölge olmuştur. Bugün, Ürdün Tarımsal üretimin, ona havzasının yüzde 3’ü İsrail bağlı olarak da yaşamın topraklarındadır ama su sulamaya bağlı olduğu bu ihtiyacının yaklaşık yüzde bölgede su, insanlar 60’ını bu havzadan arasındaki başlıca karşılamaktadır. İsrail, anlaşmazlıkların da nedeni Batı Şeria sularının oluşturmuştur. İki Sümer yaklaşık yüzde 80’ini tükekent devleti, Lagash ve tirken Filistin sınırlı kuyu Umma arasında 4500 yıl açma izni ile İsrail önce sulamada kullanılacak tarafından denetlenmekte suyun paylaşımı konusunda ve sınırlanmaktadır. 2000 çıkmış olan savaş, su yılı itibariyle İsrail’in ekili savaşlarının belki de ilkidir. alanlarının yüzde 50’si Sulama üzerinde denetimi sulanırken Filistin köyleri elde tutma ve suyu kullanma Mezopotamya’da Sümer, Akad ve Babil döneminden kalan ise İsrail’in tükettiği suyun kil tabletlerin ço¤unda sulama sorunlar›na, su kullan›m yayetkisine sahip olma, en ancak yüzde 2’si kadar su önemli güç aracıdır. salar›na ve kanallar›n korunmas›na yer verilmifltir. tüketmekteydi. Su kayBölgede su sorunu bugün nakları günümüzde de İsrail’in dış politika ve ticaretinde daha da artan bir biçimde ancak etnik veya dinsel ihtilaflar şeklinde maskelenerek sürmektedir. Özellikle İsrail, önemli yer tutmaktadır. Bugünlerde gerilen Türkiye İsrail ilişkilerinin temelinde silah ticareti kadar bölgedeki saldırgan hamleleri ile su kaynaklarını ele Türkiye’nin su kaynakları üzerinde yapılan pazarlıklar da geçirme yönünde önemli adımlar atmıştır. İsrail’in Batı bulunmaktadır. Şeria ve Golan tepelerini işgaliyle sonuçlanan 1967 savaşı
İ
merika’n›n do¤usuna ilk yerleflen Avrupal›lar ortak bir su kayna¤›n›n paylafl›lmas› ve korunmas› ilkesine sad›k kalm›flken ülkenin bat›s›nda yerleflim artt›kça kullan›m hakk›ndan öte bireysel mülkiyet hakk› önem kazand›. Bölgenin neredeyse tamam›nda sular, “kovboy” tarz› özel mülkiyet kural› ile paylafl›ld›. Kovboy mant›¤›nda sonradan gelenler, suyu ancak öncekinin haklar› yerine getirildikten sonra kullanabilirlerdi. “Önce gelene tahsis” kural› suyun ticaretini de içine alacak flekilde mülkiyet haklar›n› oluflturdu, su haklar›n›n bireyler aras›nda devredilmesine ve de¤ifl tokufluna olanak tan›d›. Ancak gerçek ilk yerleflimciler, k›tan›n yerlileri, bu haklardan mahrum kald›. Eflitsiz su kullan›m biçimleri ve su israf›na dayal› tar›m, tüm Bat› Amerika’ya yay›lmaya bafllad›. Yeni su piyasalar› geliflerek k›sa bir süre içinde do¤al su haklar›n›n yerini ald› ve suyun de¤eri tekelci ilk yerleflimciler taraf›ndan
A
belirlenmeye bafllad›. Bu bölgede yer alan Los Angeles, 1890’lar›n sonunda kendi yerel su kaynaklar›n› tüketmiflti ve flehir görevlileri komflu Owens Vadisi’nden gizlice toprak ve su hakk› sat›n al›yorlard›. 1907 y›l›nda suyun ak›fl›n› çevirecek 383 km uzunlu¤undaki bir su kemerine mali kaynak oluflturmak için hisse senetleri bas›lm›flt›. Suyu çiftliklerden flehirlere do¤ru çevirmek için gizlice yap›lan bu anlaflma, Owens Vadisi sakinleriyle Los Angeles’taki su kullan›c›lar› aras›nda fliddetli anlaflmazl›klara neden oldu. Los Angeles, özel ve kamu yat›r›mlar›n› arkas›na alm›flt› ve orduyla destekleniyordu. 1924’te Ova sakinleri suyun çevrilmesini önlemek amac›yla bir su kemerini havaya uçurdular. Bunu takip eden 12 patlaman›n ard›ndan su kemerini ‘silahl› adamlar’ korumaya bafllad›. 1926’da baraj yap›lan göl, 1929 kurakl›¤›n›n etkisi ile yeni gerilimler yaratt› ve 1976’da bir kez daha bombaland›.
Kaynaklar: ‹stanbul’da Suyun Tarihi, Haydar Kazgan ve Sami Önal, ‹letiflim Yay›nlar›, 1999 - Su Savafllar› Özellefltirme, Kirlenme ve Kâr, Vandana Shiva, bgst Yay›nlar›, 2007
ABD’nin en uzun 2. nehri Rio Grande, Colorado’da do¤ar ve Meksika’ya do¤ru akar. Ancak nehrin suyunun aç›k art›rma yoluyla en yüksek teklif verene sat›lmas› sonucunda, bu su tar›m ve hay-
14
SPOR 11 Haziran 2010 / 24 Haziran 2010
Halk›n Sesi
Dünya Kupası’nın 80 yıllık öyküsü İlk kez Uruguay’da düzenlenen Dünya Kupası 1930’da başladığında, kupaya sayılı ülke katılmıştı. Kupa, seksen yıl içinde efsaneler doğurdu, şokları yaşattı ve tüm dünyanın heyecanla beklediği bir turnuva oldu
D
ünya Kupası sadece bir turnuva değil. Dört yılda bir düzenlenen kupayla farklı kültürler, farklı kimlikler bir araya geliyor. Her Dünya Kupası yeni heyecanlara, sürprizlere gebe. Heyecan sona erdiğinde, yeni Dünya Kupası iple çekiliyor. Kupa, 1920 yılında Uluslararası Futbol Federasyonu Başkanlığı’na seçilen Jules Rimet’in önerileriyle 1930’da başladı. İlk kupanın daha önce iki kez Olimpiyat Şampiyon’u olan Uruguay’da yapılacağı kararlaştırıldı; ancak Avrupa ülkelerinin yoğun itirazları oldu. Kupaya katılan 13 takımdan yalnızca 4’ü Avrupa’dan, geri kalanı Güney ve Kuzey Amerika’dandı. Avrupalılar, masrafların yanı sıra 25 günlük bir vapur yolculuğuna katlanmak zorunda kalmışlardı. Kupanın ilk golü, ülkesinin Meksika’yı 4-1 yendiği maçta Fransız Lucien Laurent'den geldi. Arjantin ve Uruguay arasındaki final, 1928 Olimpiyat finalinin rövanşı olacaktı. Final maçına toplar damgasını vurdu. Arjantin’in topuyla oynana ilk yarıyı Arjantin 2-1 önde kapatırken ikinci yarı Uruguay’ın topuyla oynandı ve Uruguay müsabakayı ikinci yarıda attığı 3 golle kazandı. ‹LK RÖVEfiATA 1934’te İtalya’da düzenlenen kupa, propaganda malzemesi oldu. Faşist diktatör Mussolini için çok önemli olan kupa İtalya’nın milli meselesi haline geldi. Brezilyalı Leonidas, bu kupada futbola röveşatayı armağan etti. Leonidas’ın, İspanya-Brezilya maçında havada ters dönerek yaptığı vuruş herkesi şok etmişti. 1938’de kupa, 2.Dünya Savaşı’ndan önce yapılıyordu ve Avrupa oldukça gergin bir durumdaydı. Kupaya katılmayı hak eden Avusturya, Hitler Almanyası tarafından işgal edilmiş ve Avusturyalı futbolcular Almanya takımına alınmıştı. Fransa’da düzenlenen kupayı Macaristan’ı 4-2 yenen İtalya kazandı. Dünya Kupası, 1939’da başlayan İkinci Dünya Savaşı’yla kesintiye uğradı. 12 yıl sonra Brezilya’da başlayan kupada bir final maçı olmaması ihtimali vardı. İlk turdaki dört grubun birincileri bir final grubu oluşturacak ve bu grubu birinci bitiren şampiyon olacaktı. Yine de kupanın şampiyonu 4 puanlı Brezilya ve 3 puanlı Uruguay’ın yapacağı son maça kalmıştı. Brezilya’ya beraberlik yetiyordu. Son dakikalarına 1-1 girilen maç 89. dakikada Uruguay’ın attığı golle 21 sonuçlandı ve 200 bin kişilik
1986’da Maradona Dünya Kupas›’n› al›rken Maracana Stadı’nda gelen golle ölüm sessizliği yıllar boyu konuşuldu. Türkiye bu kupaya katılmayı hak etmesine rağmen Brezilya’nın uzak olması ve başarısızlık korkusu nedeniyle katılmadı. Türkiye, 1954’te İsviçre’de düzenlenen kupaya, bir çocuğun çektiği kura sayesinde katıldı. 1954 İsviçre, bol gollü maçlarla akıllarda kaldı ve Avusturya ile İsviçre arasındaki 7-5’lik maç, kupa tarihinin en gollü maçı oldu. Kupanın en büyük favorisi Puskaslı Macaristan’dı ama Federal Almanya’ya 3-2 yenildiler. S‹YAH ‹NC‹’N‹N DO⁄UfiU 1958 İsveç, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi oyuncularından birinin, Siyah İnci lakaplı Pele’nin doğduğu kupadır. Bu kupa, aynı zamanda bir kupada en çok gol atan (13) Fransız Just Fontain’i de ağırladı. Brezilya, ev sahibi İsveç’i finalde 5-2 yenerken Pele de kupanın yıldızı oldu. 1966’da futbol, doğduğu yer olan İngiltere’ye döndü. Favori Brezilya’nın gruptan çıkamadığı ve Portekiz’in Mozambik asıllı Pele’si Eusebio’nun doğduğu kupayı İngiltere kazandı. Final maçında İngiltere’nin attığı gol uzun tartışmalara neden olmuştu. Günümüz teknolojisi, topun çizgiyi geçtiğini tespit etti. 1970 Meksika’yı kazanan Brezilya,
Jules Rimet Kupası’nı üçüncü kez alarak kupanın ebedi sahibi oldu. Bu tarihten sonra kupanın şekli değişti ve bugün kullanılan kupa yapıldı. Brezilya Pele’nin son kupa maçında, İtalya’yı 4-1 yenerek kupayı kazandı. HOLLANDA EKOLÜ 1974’te F.Almanya’da düzenlenen kupada Cruyff, Rep, Neeskens’li Hollanda, finalde F. Almanya’ya yenilmesine rağmen herkesi etkiledi. Almanya ise Beckhanbauer, Müller gibi yıldızlara sahipti. Almanlar, sadece güzel futboldan yana olan Hollandalıların tersine disiplinli bir futbolu benimsiyorlardı ve Hollanda üstün oynamasına rağmen finalde Almanya’ya yenildi. 1978’de askeri cuntanın hüküm sürdüğü Arjantin’deki kupaya Hollandalı Cruyff, cuntayı protesto ettiği için katılmadı. Arjantin finalde, Kempes sayesinde Hollanda’yı yendi ve kupayı kazandı. Hollanda, bu iki kupayı kazanamasa da farklı bir futbol anlayışını dünya futboluna kazandırdı. ‹TALYAN SAVUNMASI 1982 İspanya’da kupayı, daha önce şike yaptığı için ceza alan Paulo Rossi’nin üstün performansıyla İtalya kazandı. Ancak futbol Hollandalıların istediği gibi oynanmıyordu ve giderek
defans daha fazla önem kazanıyor, birçok insana göre futbol sıkıcı bir hale gelmeye başlıyordu. MARADONA VE MEKS‹KA DALGASI 1986 Meksika’da maçlar, Avrupa’nın maçları erken saatlerde izleyebilmesi için öğle sıcağında oynandı. Bu kupa, bir tribün şovu olan ‘Meksika Dalgası’ hareketini futbola armağan etti. Meksika Dalgası, sonra tüm spor müsabakalarında tribünlerde yapılageldi. Ancak en büyük armağan Maradona oldu. Maradona’nın İngiltere’ye attığı iki unutulmaz gol (biri neredeyse herkesi çalımlayarak diğeri elle) kupaya damgasını vurdu ve Arjantin şampiyon oldu. AFR‹KA’NIN YÜKSEL‹fi‹ 1990 ’da Kamerun son şampiyon Arjantin’i yenmeyi başararak grup birincisi oldu. Kamerun herkesin sevgilisiydi ama 2-1 önde olduğu çeyrek final maçında İngiltere’ye 3-2 yenildi. Arjantin yarı finalde, İtalya ile Maradona’nın takımının şehrinde, Napoli’de karşılaştı. İtalya’yla hiçbir zaman uyumlu olmayan Napolililerin bu maçta Maradona’yı desteklemesi herkesin dikkatini çekmişti. Arjantin finale çıktı ama kupayı 85. dakikadaki
penaltı golüyle Almanya kazandı. 1994 ABD’ye öğle sıcağında oynanan maçlar damgasını vurdu. Kolombiyalı Escobar kendi kalesine gol attığı için ülkeye döndüğünde bahis mafyası tarafından öldürüldü ve giydiği 2 numaralı forma o günden beri milli takımda kullanılmadı. İlk kez bir final 0-0 sonuçlanarak penaltılara kaldı. Roberto Baggio’nun dramatik bir şekilde penaltıyı üstten auta atmasıyla Baggio, İtalya’da istenmeyen adam ilan edildi. Halbuki İtalya’yı finale Baggio taşımıştı. Kupaya Brezilyalı Romario ve Bebeto, Romanyalı Hagi ve Bulgaristanlı Stoichkov üstün performanslarıyla damgalarını vurdu. 1998 Fransa Dünya Kupası seyir zevki yüksek bir kupaydı. ABD-İran, İngiltere-Arjantin gibi siyasi problemler yaşayan ülkelerin maçları gergin geçti. Finalde Brezilya’yı yenerek tarihinde ilk kez Dünya Kupası’nı alan Fransa 2002’de gruptan bile çıkamadı ve ilk maçında eski sömürgesi Senegal’e yenildi. 2002’nin iki sürpriz takımı Türkiye ve G.Kore yarı finalde veda etti, Brezilya kupayı aldı. Ronalda 8 golle gol kralı olurdu. 2006’da kupayı güçlü defansıyla İtalya kazandı. Zidane, finalde Materazzi’ye kafa atarak yaptığı jübileyle futbola veda etti.
Kupa yaklaşırken D
ünya Kupası yaklaşırken takımlar, yaptıkları hazırlık maçlarıyla kupaya bileniyor. Kupanın en iddialı takımlarından biri İspanya. Birçok turnuvaya favori olarak katılan ancak bugüne kadar finale bile çıkamayan İspanya güçlü bir kadro yakaladı. 2008’deki Avrupa Kupası’nı kazanan İspanya’nın tek hedefi var: Şampiyonluk. Dünya Kupası’nı en fazla kazanan Brezilya da favorilerden. Genelde fantastik hücum oyuncularına sahip olan Brezilya, güçlü bir defans ve orta sahaya sahip. Kupanın bir diğer favorisi
Dünya Kupas›’n›n direniflçileri
Tanınmayanların Dünya Kupası
Dünya Kupası gibi organizasyonların ülke ekonomisine büyük katkı sağladığı söylenir. Görülüyor ki yoksullar için bu geçerli değil
D
ünya Kupası’na hazırlanan Güney Afrika, milyarlarca dolarlık harcamalarla toplam 566 bin kişilik 10 stadyuma sahip oldu. Bu statlardan bazıları yeni yapılırken bir dizi stat ise yenilendi. Statlardan bazılarına Güney Afrika’da apartheid rejimine karşı mücadele edenlerin isimleri verildi. Bu statlar, Nelson Mandela, Peter Mokaba ve Moses Mabhida isimlerini taşıyor. Statların yapım süreci işçi direnişlerini de beraberinde getirdi. 2009’un Temmuz’unda işverenlerin yüzde 10’luk zam talebini kabul etmeyen yaklaşık 70 bin işçi greve başladı. 9 gün süren grev, yüzde 12’lik zammın şirketler tarafından kabul
edilmesiyle zaferle sonuçlandı. Dünya Kupası’nın başlamasıyla birlikte yüz binlerce turist Güney Afrika’da olacak. Adını Güney Afrika Komünist Partisi eski Genel Sekreteri Moses Mabhida’dan alan stadın etrafı da turistlerle dolacak ve büyük bir kâr savaşı başlayacak. Bu savaştan en ciddi zararı görecek olanlardan biri statların seyyar satıcıları olacak. FIFA'nın turnuvaya ev sahipliği yapan ülkelere koyduğu kurallara göre, Dünya Kupası için ayrılan tüm alanlarda (Ticari ortaklarının iş ya da reklam yapmasına izin verilirken) seyyar satıcıların bir şeyler satması hapisle cezalandırılıyor. FIFA, seyyar satıcılara yapılan muameleyi ‘Turnuvaya mali katkıda bulunmadan
organizasyondan kâr etmek istiyorlar’ diyerek savunuyor. Seyyar satıcıların durumu, Dünya Kupası ya da benzeri organizasyonlar sayesinde ülkede iş alanlarının artacağını ve bu nedenle ciddi bir refah yaşanacağını söyleyenleri yalanlıyor. Seyyar satıcılar Dünya Kupası’nın kendileri için büyük bir tehdit olduğunu söylüyor ve kupanın yoksulu sadece daha fazla yoksullaştıracağını vurguluyorlar. Yaşamını kazanmak için dondurma satan seyyar satıcı Johannes Mzimela, 'Stadyuma Moses Mabhida'nın, babamızın değil, apartheid rejiminin başlıca isimlerinden biri olan PW Botha'nın adını vermelilerdi. Mabhida'nın temsil ettiği şeylerle dalga geçiliyor' diyor.
Messi’li Arjantin. Ancak Arjantin, Marodona teknik direktörlüğünde son anda kupaya katılabildi. İlginç oyuncu tercihleri yapan Maradona dünyanın en iyi ön liberolarından Cambiasso’yu kadroya almadı. Kupa yaklaşırken takımların çok sayıda sakat vermesi taraftarları endişelendiriyor. Yıldız adaylarından Hollandalı Robben ve Fildişi Sahilleri’nden Drogba’nın sakatlıklarla başı dertte. Afrika takımlarının en önemli oyuncuları Ganalı Essien ve Nijeryalı Obi Mikel de turnuvaya katılamayacaklar arasında.
F
IFA (Uluslararası Futbol Federasyonu) Dünya Kupası, dünyanın en büyük organizasyonlarından biri. Bir de non-FIFA tarafından düzenlenen VIVA Dünya Kupası var. Bu kupa, FIFA tarafından tanınmayan ülkelkerin mücadele ettiği bir turnuva. Fransız avukat Luc Mission ve futbol istatikçisi Jean Luck Kit, 2003 yılında FIFA’ya karşı non-FIFA yani FIFA dışı adlı bir organizasyon oluşturdu. Bu organizasyon, kısa süre içinde FIFA tarafından tanınmayan tüm ülkelere ulaştı. İlk turnuva 2006 yılında Fransa’nın güneyinde bulunan Ositanya’da yapıldı; sonrasında
turnuva her iki yılda bir düzenlenmeye başladı. İki senede bir düzenlenen turnuvalara, her seferinde 30 civarında ‘tanınmayan’ başvuruyor; ancak bir elin parmak sayısı kadar takım turnuvaya katılabiliyor. Çünkü FIFA, tanınmayan ülkeye ciddi baskı uyguluyor. Non FIFA organizasyonu içinde, Irak Kürdistanı, Tibet, KKTC gibi takımlar yer alıyor. 2006’da Ositanya’da başlayan turnuva, 2008’de Norveç’in kuzeyindeki Sami’de, 2010’da Malta’nın küçük adası Gozo’da düzenlendi. Turnuvanın 2012’deki ev sahipliğini Irak Kürdistan’ı yapacak.
11 Haziran’da başlıyor
3
2 takımın katılacağı Dünya Kupası 11 Haziran’da ev sahibi Güney Afrika ile Meksika arasında Türkiye saati ile 17.00’da oynanacak maçla başlayacak. Toplam 64 maçın oynanacağı kupada 25 Haziran’da grup maçları bitecek ve 26 Haziran’da ikinci tur maçları başlayacak. Kupa, 10 Temmuz’daki üçüncülük maçının ardından 11 Temmuzda, Johannesburg'daki 87 bin kişilik Soccer City Stadı'nda oynanacak final maçıyla sona erecek.
KÜLTÜR SANAT
15
11 Haziran 2010 / 24 Haziran 2010
Halk›n Sesi
Pocahontas’tan protesto Babası Perulu bir yerli olan, oynadığı Pocahontas rolüyle ünlenen 20 yaşındaki oyuncu Q’orlanka Kilcher, Obama ile Peru’nun sağcı lideri Alan García’nın görüşmesini protesto etti. Kilcher kendini “petrolü simgeleyen” siyaha boyayarak Beyaz Saray’ın dışındaki çitlere zincirledi.
Aslanbay’› yitirdik
Naz›m’›n eflyalar›...
Tayfa, ritmini tutan kardeşini kaybetti. Sambistanbul ve Bandista'nın kurucularından olan ve Bandista müzik grubunda ritimci olan 32 yaşındaki Ali Aslanbay, 7 Haziran gecesi yaşamını yitirdi. Kara Güneş Grubu'nda da çalan Aslanbay, uzun süredir kanser tedavisi görüyordu.
Nazım’ın Moskova’daki çalışma odasında bulunan oyuncaklarıyla birlikte hiç gün ışığına çıkmamış çocukluk eşyaları, İstanbul Oyuncak Müzesi'nde sergileniyor. Şairin ölümünün 47. yılında Nazım Hikmet Vakfı’nın katkılarıyla düzenlenen sergi, 4 Temmuz'a kadar ziyarete açık.
Documentarist bafll›yor Documentarist için geri sayım başladı. 22-27 Haziran 2010 tarihlerinde üçüncüsü gerçekleşecek belgesel film festivalinde, kapsamlı bölümler, sürpriz konuklar, Yeni Yetenek Ödülü ve yan etkinliklerle birlikte 35 ülkeden 120'yi aşkın film altı mekanda seyirciyle buluşacak.
Madenci kasabasında yıkımın fotoğrafı Zonguldak’taki bir madenci kasabasının hikayesi üzerinden Türkiye’de madencilik alanında 1980’lerden sonra yaşanan neo-liberal dönüşümü fotoğraf ve söyleşilerle aktaran ‘Yerüstünden Notlar’ kitapçı raflarındaki yerini aldı GONCA fiAH‹N
T
ürkiye’de madencilik alanında 1980’lerden sonra yaşanan yıkımı, Zonguldak’ta bir madenci kasabası olan Armutçuk üzerinden fotoğraflar ve söyleşilerle anlatan ‘Yerüstünden Notlar’ yayınlandı. Halkevleri Fotoğraf Atölyesi’nin çalışması olan kitap, Alaattin Timur ve Mahmut Hamsici’nin editörlüğünde hazırlandı. Kitaptaki ‘Kömürün Yarattığı ve Yıktığı Kent: Armutçuk’ yazısını kaleme alan TTK işçisi Salim Çalık ile kitap üzerine konuştuk...
Madenci gün ışığına son kez bakıyor. Yeraltına indikten sonra 8 saat boyunca görebileceği tek ışık lambalarının ışığı ve kendi lambasının ışığından yansıyan ışıkla parlayan iş arkadaşlarının gözleri olacak.
İvedik’ten emekçiye kazık
tanışmış olmama rağmen, yapmak istedikleri üzerine konuşunca sanki yıllardır birlikteymişiz gibi oldum. Dolayısıyla benim ve yardımcı olan diğer arkadaşlarımın da sahiplenmemizi kolaylaştırdı. Bir çoğunu daha önce konuştuğumuz şeyleri, tanıklığını bildiğimiz insanların anlatım-larını bir araya getirmek gerekiyordu. Çalışma boyunca TTK’nın Armutçuk’taki eski-yeni tüm üretim alanları, eski mahalle kalıntıları ve ocak içi (yeraltı) gezildi. Sizce bu kitap nasıl bir boşluğu dolduruyor? Öncelikle şunu söylemeliyim. Bu kitabı görünce kendi kitabım kadar sevindim. Çünkü 10 yıla yakındır zaman ve olanak buldukça Zonguldak ve Armutçuk hakkında bilgi, belge, fotoğraf toplamaya çalışıyorum. Şunu gördüm ki; TTK’nın geçmişine dair 1940’tan daha öncesi için sağlıklı bir belge ve bilgi bulmak oldukça zor. Bu açıdan kitap bizden sonraki kuşaklara ve bu konulara ilgi duyanlara önemli bir bilgi aktarımı sunuyor. EKİ’de yıllarını geçiren madenciler için bu kitap ne ifade ediyor? Bu çalışma sırasında birçok kişi geçmişte sahip oldukları olanakları yeniden anımsadı. Çokça tartışılmasa da başka bir ekonomik modelin, devlet anlayışının, maden işletmeciliğinin varolduğunu anımsamak veya görmek açısından madencilerin önünü açacaktır. Kitap, TTK’nın özelleştirdiği alanlarda ve taşeron şirketlerde hemen hemen her gün yaşanan iş kazaları ve açlıktan ölmeyecek kadar bir ücrete tutsak edilen madenciler ve Zonguldak açısından önemli bir çalışma.
Ezilmişliği, ötekileştirilenleri, acıları belgelemek ÇA⁄LA A⁄IRGÖL Ezilmişliği, ötekileştirilmişliği, kaybedilenleri, acıyı, haksızlıkları, kadraja alan Ali Öz’ün “Fotoğraflarla Türkiye” sergisi 13 Haziran'dan itibaren Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nde.
Meslekteki 28. yılını dolduran Ali Öz’le bir söyleşi gerçekleştirdik...
S
ine-Sen üyesi oyuncu Mehmet Önder, oynadığı “Recep İvedik 3” filminin yapımcısının 1000 liralık alacağını ödememesi üzerine şirkete ihtarname gönderdi. Az maliyetle çekilip, yapımcılarına çok büyük paralar kazandıran “Recep İvedik 3” filminde “Ramirez” adlı karakteri canlandıran Sine-Sen üyesi oyuncu Mehmet Önder, filmdeki emeğiyle kazandığı parayı alamıyor. Müjdat Gezen Kültür Merkezi, Plato ve Akademi Neo’da oyunculuk dersleri de veren Önder, alacağının peşinde koşarken başına gelmeyen kalmadığını söyledi. Mehmet Önder, “Önce bize alacağımızın yarı yarıya düşürüldüğünü söylediler. Kabul etmedim. Aksoy Film’den Burcu Aksoy ve kast sorumlusu Berrak Deniz’in hakaretlerine uğradım. Bana ‘Koskoca Recep İvedik’te oynadın, bir de para mı istiyorsun?’ dediler” diye konuştu. Fatih Aksoy’un kendisini şirkete çağırdığını, ancak darp edilme korkusuyla gitmediğini söyleyen Önder, “Recep İvedik 30 milyon lira kazanmış. Benim bin liramı ödemiyorlar. Başka oyuncular da aynı dertten muzdarip” dedi. Önder, hak ettiği parayı hukuk yoluyla alacağını ve ardından bu parayı bağış olarak vereceğini belirtti.
Kendinizi tanıtır mısınız? 1970 Kastamonu doğumluyum. 1977 yılından bu yana Armutçuk’ta yaşıyorum. İş olanaklarının daha iyi olması nedeniyle önce babam ardından tüm aile Zonguldak’a göç etmişiz yani. İlk ve orta okulu Ereğli Kömür İşletmeleri’nin (EKİ) özel okullarında okudum. 1985 yılında TTK’nın (EKİ) kendi işletmelerine kalifiye eleman yetiştirdiği İnsan Gücü Eğitim Şube Müdürlüğü (Çırak Kursu) döküm bölümüne girdim. 1986 yılında TTK Armutçuk Müessesesi’nde işe başladım. Gece çalışıp gündüz okula giderek liseyi bitirdim. Halen aynı işyerinde çalışmaktayım. Armutçuk’ta ‘80 sonrasında yaşanan dönüşüm hakkında ne söylemek istersiniz? Bunu anlatmak gerçekten zor. Sizin dönüşüm olarak tanımladığınız durumu ben ekonomik-sosyal-kültürel yıkım olarak tanımlıyorum. Önemli bir bölümü Yerüstünden Notlar kitabında tanıklıklarla anlatılan olanakların, siyasi iktidarlar ve
TTK yönetimleri tarafından yok edilişini, yıkılışını yaşamış olmak acı veriyor. 1980’lerin sonlarında başlayan, 1990’larda hızlanan daraltma, kapatma, özelleştirme politikalarıyla yalnızca madenler değil bölge de daraltıldı, kapatıldı adeta. Kapitalizmin kar ve rant anlayışına bile aykırı biçimde; TTK’nın işlettiği tüm sosyal ve kültürel tesisler varolan durumlarıyla korunup devredilmek yerine yıkıldı. Onlarca konut TTK tarafından yıkıldı. Sosyal tesisler yazgılarına bırakıldı. Şimdi harabe durumdalar. Oysa düz kapitalist mantık bunların yaratılmasında harcanan parayı, enerjiyi, işçiliği ranta dönüştürmeyi düşünür. Armutçuk’ta tam tersi oldu. Orman İşletmesi’ne verilen üç kuruşluk kiradan kurtularak TTK’ya tasarruf ettireceğini sananlar, önemli bir bölümü Fransız ve İtalyan yapımı onlarca bina ve tesisi yerle bir ettiler. Kaçınılmaz olarak kültürü, madencilik mirasını, tarihini ve sosyal yaşamı da yıkmış oldular. Eskiden ekmek parası ve iş bulmadaki kolaylıklar nedeniyle Zonguldak’a Armutçuk’a göç edenlerin çocukları bu kez başka kentlere göç eder oldular. Saydığım bu olanaklar ve haklar kazanılarak elde edilmediğinden ve yıkım da bir anda gerçekleşmediğinden birçok kişi yıllar sonra anlayabildi olup biteni. Yerüstünden Notlar kitabının ortaya çıkış öyküsünü anlatabilir misiniz? Aslında kitap kendi öyküsünü anlatıyor. Armutçuk böylesi çalışmalar için her zaman elverişli bir belde. Herkesin anlatabilecek bir öyküsü var. Kitabı hazırlayan arkadaşlarımla yeni
Politik belgesel bir sergiye insanlar geldiklerinde ne görmeleri gerekir? Ali Öz: Bu sergide insanların kendisiyle, yanındakiyle ve karşısındakiyle yüzleşmesini sağladım. Dar bir bakış açısı yerine 360 derecelik bir bakış açışı getirdim. Demokratikleşmenin, açılımın tartışıldığı şu günlerde insanların başkalarının acısı için de empati kurmasını amaçladım. Sonuçta kimseye torpil geçmedim. Ülkemizde ne yaşandıysa bire bir sergiledim ve yorumu kendilerine bıraktım. Fotoğraflarınızda ağırlıklı olarak kimleri anlatıyorsunuz? A.Ö: Fotoğraflarımda daha çok ezilmişliği, ötekileştirilenleri, acıları, haksızlıkları belgelemek zorundayım. Sadece politik belgesel ve toplumsal olayları çekmiyorum. Bu sergide sol ve İslami kesimden kareler var. İki diyalektik
çevre arasındaki ince çizgiyi görmek mümkün. Ayrıca siyasi ve toplumsal olayların gizli saklı yanlarını gün yüzüne çıkarıp, topluma yansıtılmayanları, görünmeyenleri açığa çıkarmak.
Neden politik ve sosyal içerikli fotoğraflara yer veriyorsunuz? A.Ö: Ben 78 kuşağı içerisinde düşünsel yapısı oluşmuş bir insanım. Fotoğrafın etkili bir silah olduğuna inandım. Bu silah ki doğru kul-
lanılırsa insanı öldürmeyen, tam tersi savaşa karşı barışı savunmada, açılığa, yoksulluğa karşı, haksızlığa karşı etkili bir silah. Yaşamın olumsuzluklarına karşı, bunların düzeltilmesi doğrultusunda fotoğrafın gücünü çok iyi anladım ve 1982'den günümüze kadar uğraşım devam etti. Kendi yaptığım işe politik belgesel diyorum. Toplumsal olayları çekiyorum. Ülkemizin her köşesinde ne yaşanıldıysa gücüm yettiği kadar çektim. 25 yıldır YÖK ve öğrenci olaylarını, 1 Mayıs’ı, 18 yıldır Güneydoğu’yu, siyasal İslam konularını, Çorum’daki köylü mitinginden tutun da bu ülkede ne varsa, ne yaşanılmışsa çektim. Çünkü insanlığa karşı kendimi sorumlu görüyorum. Bugünkü gazetelerde görselliğin tam anlamıyla haberi yansıttığını ve haberle özdeşleştiğini düşünüyor musunuz? A.Ö: Hayır, bugün gerçek anlamda gazetecilik yapılamadığını düşünüyorum. Etkili fotoğraf tek başına hikayesi olan, sözü olan fotoğraftır. Bugün dijital kirlilik yaşanılıyor, o kadar görüntü var ki görüntü bombardımanına tutuluyoruz. Aklımızda kalan fazla bir şey olmuyor.
Belediye, ‘yastayız’ dedi; festivali iptal etti S
inemayı eğlenceden ibaret gören belediye, ‘yastayız’ dedi; festivali iptal etti. Adana’da bu yıl on yedincisi gerçekleştirilecek olan Uluslararası Altın Koza Film Festivali, İsrail’in yardım gemisine saldırısını ve İskenderun’da bir askeri birliğe yapılan saldırıyı gerekçe gösteren Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından ertelendi. Başlamasına 1 hafta kala festivalin ertelenmesi, fiili olarak iptal edilmesi anlamına geliyor. Büyükşehir Belediyesi, festivalin
ertelenmesi kararını “Dünyada ve ülkemizde insanlar kan ağlarken, bizim eğlenmeye hakkımız yok” sözleriyle duyurdu. Yetkililer, festivalin programına hiç göz atmamış olacaklar ki “Filistin ile dayanışma” gündemli festivali yas bahanesiyle erteleme kararına imza attılar. Oysa bu yıl festivalin “Filistin: Barışa Hasret” başlıklı özel bölümünde, Filistin’e dair filmler ve belgeseller gösterilecek ve “Filistin'de Sinema Yapmak” başlıklı bir açık oturum gerçekleştirilecekti. Belediyenin tavrı ile birlikte, Filistin’in
sanatla sesini duyurabileceği bu platform da iptal edilmiş oldu. Kararın ardından festival ekibi bir açıklama yayınladı. Aylardır çeşitli nedenlerle festivali ertelemek için sığınacak bir gerekçe yaratamayan Belediye’nin imdadına İsrail’in yetiştiğini söyleyen festival ekibi, uzun hazırlıklar gerektiren festivalin, ‘bugün değil başka gün gelin’ anlayışına sığmayacağının altını çizdi. Festival ekibi, “Konser etkinliklerini iptal edelim, film festivalini aynen yapalım” şeklindeki önerilerinin de
belediye yönetimi tarafından dikkate alınmadığını belirtti. SİYAD’ın yayınladığı açıklamada ise, “Belli ki sanatın, sinemanın bir dayanışma biçimi olduğu akıllarına gelmemiş” denildi. Daha önce işleri nedeniyle gelemeyeceğini açıklayan Filistinli yönetmen Najwa Najjar’ın yaşananların ardından taziyelerini bildirerek ‘dayanışma adına’ festivale gelmek için elinden geleni yapacağını açıklayan bir mesaj gönderdiğini açıklayan SİYAD, “Peki şimdi dayanışma ruhuna ve sinemanın
birleştirici gücüne en fazla ihtiyaç duyulduğu bu zamanlarda Filistinli konuklarımıza ne diyeceğiz?” diye sordu. Belediyenin erteleme kararı üzerine SİYAD, festivalin Filistin özel bölümünde yer alması planlanan bir filmi seyirciyle buluşturdu. Liana Badr'ın “Kapılar Bazen Açılıyor!” filmi, Filistin İçin İsrail'e Karşı Boykot Girişimi tarafından düzenlenen sempozyum kapsamında SİYAD özel gösterimiyle 6 Haziran’da izleyici karşısına çıktı.
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ
11 Haziran 2010 / 24 Haziran 2010
16 Halk›n Sesi
İslamcıların kafası fena karıştı
İ
F
ilistin İçin İsrail'e Karşı Boykot Girişimi, İsrail’in 31 Mayıs sabahı Gazze’ye yardım malzemesi götüren gemilere düzenlediği ve 10 kişinin hayatını kaybettiği saldırıyı protesto etmek için aynı gün öğlen saatlerinde İstanbul’daki İsrail Konsolosluğu’na yürüdü. Levent Metro Durağı’nda buluşan 500 kişi “Filistin’e özgürlük İsrail’e boykot”, “Katil İsrail, Filistin’den defol” sloganlarıyla Büyükdere Caddesi’ni tek taraflı olarak trafiğe kapattı. Caddenin diğer şeridinden geçen araçların eyleme destek vermek için çaldıkları kornalar yürüyüş boyunca susmadı. Yürüyüşe çevreden gelenler de katıldı. Eylemciler İsrail Konsolosluğu önüne geldiklerinde çevik kuvvet polisinin barikatıyla karşılaştılar. İsrail Konsolosluğu’nu koruyan polis büyük tepki topladı. Konsolosluk önünde yapılan konuşmalarda AKP’nin, yaşananlara karşılık İsrail’e somut bir yaptırımda bulunmaması eleştirilirken, İsrail’in, Türkiye’nin oyuyla OECD’ye alınmasının İsrail’in saldırgan tutumuna destek verdiği ifade edildi. Konuşmaların ardından Girişim üyeleri bir basın açıklaması yaptı. İsrail’le tüm ilişkilerin kesilmesi gerektiğinin üzerinde durulan basın açıklaması boyunca “Katil İsrail işbirlikçi AKP” sloganları atıldı. Basın açıklamasının ardından bir süre konsolosluk önünde bekleyen Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi üyeleri yine Büyükdere Caddesi’ni tek taraflı trafiğe kapatarak Levent Metro Durağı önüne kadar yürüdü. ‘‹SRA‹L’E BOYKOT, F‹L‹ST‹N’E ÖZGÜRLÜK’ Konsolosluk önündeki protestonun ardından Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi ve KESK İstanbul Şubeler Platformu akşam saatlerinde Taksim Gezi Parkı’nda buluştu. 2 bin eylemci buradan Galatasaray Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti. KESK Şubeler Platformu’nun Galatasaray Meydanı’ndaki basın açıklamasının ardından Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi, İsrail’e Karşı Uluslararası Boykot Girişimi’nin mesajını okudu. Mesajın öncesinde yapılan konuşmalarda AKP’nin İsrail Büyükelçisi’ni geri çekmesinin bir şey ifade etmediği, Başbakanın ‘One minute’ şeklindeki çıkışlarının, İsrail’in
Filistin’e özgürlük İsrail’e boykot
İ
srail’in saldırmasının ardından tüm Türkiye eylem alanına döndü. AKP’nin laflarının yararsız olduğu, İsrail’le tüm ilişkilerin kesilmesi talebi öne çıktı
saldırılarını ve cinayetlerini durdurmadığı, İsrail ile tüm askeri, siyasi, diplomatik, kültürel ve bilimsel ilişkilerin kesilmesi gerektiği belirtildi. İsrail’e Karşı Uluslararası Boykot Grubu’nun mesajında da İsrail’in cinayetlerini durdurmak ve İsrail’e uluslararası baskı uygulamak için herkes İsrail’e karşı boykota davet edildi. Okunan metinde Gazze’deki ablukanın kaldırılması ve Gazze’de yaşayan 6 milyon Filistinlinin
özgürlüğüne kavuşması için İsrail’in durdurulması gerektiği belirtildi. Basın açıklaması, 5-6 Haziran’da İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde bulunan Muammer Karaca Tiyatrosu’nda gerçekleştirilecek olan İsrail’e Karşı Uluslararası Boykot Sempozyumu’nun duyurusuyla sona erdi. ‘LAF DE⁄‹L ‹CRAAT’ AKP hükümetinden somut bir girişim olmamasının ardından Filistin
İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi üyeleri 1 Haziran’da Beşiktaş’taki Başbakanlık Ofisi’ne yürüdü. İsrail’le tüm ikili ilişkilerin kesilmesinin talep edildiği eylemde İsrail saldırganlığına ve AKP’nin ikiyüzlü siyasetine yönelik öfke öne çıktı. Bin kişinin katıldığı eylem Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi önünden başladı. En önde “İsrail’le Tüm İkili İlişkiler Kesilsin” yazılı bir pankart ile Filistin ve FHKC bayrakları
taşınırken ana pankartın arkasında da büyük bir Filistin bayrağı ve eyleme katılan kurumların bayrakları taşındı. Yolu trafiğe kapatarak Dolmabahçe üzerinden Beşiktaş’a doğru yürüyüşe geçen kitleye çevreden de alkışlı, klaksonlu destek geldi. Kitle Dolmabahçe’ye indiğinde polisin engelleme çabalarına rağmen yolun sağ şeridi trafiğe kapatılarak yürüyüşe devam edildi. Başbakanlık ofisinin yanından geçilirken yine konuşmalarla, sloganlarla hükümetin basiretsizliği protesto edildi. Eylem Barbaros Meydanı’nda yapılan basın açıklamasıyla sona erdi. ‹SRA‹L’LE TÜM ‹L‹fiK‹LER KES‹LS‹N Filistin İçin İsrail'e Karşı Boykot Girişimi'nin, devrimci ve ilerici kurumların da katılımıyla Muammer Karaca Tiyatrosu'nda düzenlediği "İsrail'e Karşı Boykot Sempozyumu"nun ilk gününün sona ermesinin ardından 5 Haziran günü bir eylem gerçekleştirildi. İstiklal Caddesi boyunca gerçekleştirilen yürüyüşle İsrail'e karşı boykot çağrısı yapıldı. Eyleme Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Politik Büro üyesi Abu Ahmad Fuad ve İsrail Ürünlerini Boykot Yanlısı Yahudiler'den Mike Cushman katıldı. Girişim, yürüyüşün sonunda Taksim Meydanı'nda bir basın açıklaması yaptı. Basın açıklaması öncesinde, Abu Ahmad Fuad ve Mike Cushman bir konuşma yaptı. Fuad, "Filistin halkının kurtuluşu için hep beraber mücadele edeceğiz" derken, Cushman sadece Mavi Marmara'da öldürülenler için değil, Filistin ile dayanışmak ve Filistin'de yaşanan cinayetlerin hesabını sormak için toplandıklarını belirtti. Konuşmaların ardından basın açıklamasını Nicola Saafin gerçekleştirdi. Saafin İsrail’in Filistin halkı şahsında tüm dünyanın emekçilerine ve ezilen halklarına saldırdığını belirterek “İsrail'in saldırganlığı sözle sınırlandırılamaz. İsrail'le tüm ilişkiler derhal kesilmeli, Gazze ablukası kaldırılmalıdır. İsrail; işgal ettiği bütün topraklardan çekilmeli, Filistinli tutsakları derhal serbest bırakmalıdır” dedi. İsrail elçiliğinin kapatılmasını, hükümetin ikili anlaşmaları iptal etmesini talep eden Saafin, şimdiye kadar yürütülen bütün gizli faaliyetlerin ve İsrail'in bu topraklarda gerçekleştirdiği örtülü tüm operasyonların açıklanmasını istedi.
Her yer Filistin, her yer direniş İ
srail’in yardım gemisine dönük saldırılar, tüm Türkiye’de protesto edildi. Türkiye demokratik muhalefeti hükümete seslenerek İsrail’le ilişkilerin kesilmesini, gizli açık tüm anlaşmaların iptal edilmesini istedi. Mersin Emek ve Demokrasi Platformu açıklamada hükümetin şovu bırakıp İsrail’le ilişkilerin kesmesini istedi. Açıklamanın ardından Öğrenci Kolektifleri üyeleri İsrail Bayrağı’nı yaktı. Konya'da Halkevleri ve TKP üyeleri bir basın açıklamasıyla İsrail saldırısını protesto etti. İki örgüt adına yapılan ortak açıklamada İsrail ile yapılmış tüm askeri anlaşmaların iptal edilmesi ve kamuoyuna açıklanması, her türlü uluslararası platformda hesap sorulması talep edildi. Filistin halkına insani yardım götüren uluslararası konvoya yönelik saldırı Eskişehir’de kitlesel bir eylemle protesto edildi. EHP, EMEP, ESP, Halkevleri, ÖDP, TKP, Öğrenci Kolektifleri, Gençlik Muhalefeti, Yurtsever Cephe üyeleri Adalar Migros önünde yaptıkları basın açıklamasında AKP’nin televizyonlarda sahte şovlar yaptığını belirtti. Ankara’da da emek ve demokrasi güçlerinin eylemleri gün boyu sürdü. İzmirli emek ve demokrasi güçleri, Eski Sümerbank önünden Cumhuriyet Meydanı’na yaptıkları yürüyüşle İsrail’i protesto etti. AKP hükümetine seslenen eylemciler “Katil İsrail hükümeti ile
yaptığınız sözde gizlilik ve güvenlik içeren savaş, gözyaşı ve katliam anlaşmalarını derhal iptal edin” dedi. Kocaeli Emek ve Demokrasi Platformu İnsan Hakları Parkı’nda bir basın açıklaması yaparak AKP’yi İsrail’le ilişkilerini kesmeye çağırdı. Yüzlerce kişinin katıldığı yürüyüş boyunca ABD-İsrail-Türkiye ilişkileri teşhir edildi. Eylemciler, açıklamanın ardından kısa bir süre oturma eylemi yaptı. Öğrenci Kolektifleri üyeleri de kampus içinde bir basın açıklaması yaparak somut bir adım atmayan AKP’yi protesto etti. İstanbul’da 2 bin kişi, “Diren Filistin seninleyiz”, “Katil İsrail işbirlikçi AKP” sloganları atarak Taksim Gezi Parkı’ndan Galatasaray Meydanı’na yürüdü. Galatasaray Meydanı’nda yapılan basın açıklamasında İsrail’le askeri, ticari, diplomatik tüm iliş-kilerin kesilmesi gerektiği vurgulandı. Antalya Emek ve Demokrasi güçleri Kapalı Yol’dan Kışlahan’a kadar yürüdü. Kışlahan’da bir basın açıklaması yapan eylemciler AKP hükümetini sov yapmaktan vazgeçip derhal İsrail’le olan bütün anlaşmaları iptal etmeye çağırdı. Bursa demokratik muhalefeti TMMOB İl Koordinasyon Kurulu’nun çağrısıyla İsrail’in yardım gemilerine yaptığı saldırıyı kınayan bir eylem yaptı. İsrail’in saldırısı Trabzon’da kitlesel bir yürüyüşle protesto edildi. KESK’e bağlı sendikaların Trabzon şubeleri,
Halkevleri ve ÖDP’nin katıldığı yürüyüşte İsrail’e öfke ve Filistin halkıyla dayanışma sesleri yankılandı. Şehrin en işlek caddesi boyunca gerçekleştirilen yürüyüş boyunca Trabzon halkı da sık sık alkışlarıyla yürüyüşe destek verdiler. Cumhuriyet Meydanı’nda yapılan basın açıklamasında AKP iktidarının da şov yapmaktan vazgeçip İsrail’le yapılan ekonomik ve siyasi işbirliği anlaşmalarını tek taraflı olarak fes etmesi gerektiği belirtildi. Gazze’ye yardım götüren gemilere yönelik İsrail saldırısı Muğla’nın Bodrum ilçesinde de protesto edildi. Bodrum Emek ve Demokrasi Platform üyesi yaklaşık 40 kişilik grup, taşıdıkları Filistin bayrağı ile Bodrum Belediye Meydanı’nda basın açıklaması yaptı. Diyarbakır’daki Ofis AZC Plaza önünde ESP tarafından yapılan bir basın açıklamasıyla İsrail ve laf yapmaktan ileri gidemeyen AKP hükümeti protesto edildi. İsrail’in saldırıları Afyon ve Niğde’de yapılan eylemlerle protesto edildi. Yerlerine bürokratların yerleştirilmesi için Kocaeli Valiliği tarafından evlerinden çıkartılmak istenen Arızlılı depremzedeler de İsrail’in saldırılarını protesto etti. Depremzedeler yaptıkları basın açıklamasında kendilerini evlerinden çıkarmak için uygulanan şiddeti, İsrail’in Filistinlilere uyguladığı şiddete benzettiklerini söyledi.
srail’in saldırısına karşı İslamcılar 31 Mayıs günü sabahın erken saatlerinde Taksim Meydanı ve İsrail Konsolosluğu önünde toplandı. Kitle hükümetten laf değil icraat bekliyordu. İHH, MazlumDer gibi örgütler Taksim Meydanı’nda miting düzenledi. Eyleme katılan 6 bin kişinin “50 bin kişi” olarak sunulması mitinge, tertipçilerin bekledikleri sayının çok altında bir katılım gerçekleştiğinin kanıtıydı. Yıllardır, ordu karşıtlığı üzerinden siyaset yapan bu kitle, orduyu göreve çağırıyordu. “Mehmetçik göreve Gazze’ye” sloganları uzun süre atıldı. Bem Bir-Sen üyeleri kendilerine yaklaşan basın mensuplarına yüksek sesle röportaj veriyordu. Sürekli olarak “PKK ile İsrail arasında bir bağ” kurmaya çalışıyorlardı. Eyleme çok sayıda liseli katıldı. “Hükümet: Öl de ölelim, dur deme yürüyelim” gibi dövizler taşındı. İslamcıların bazıları, Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi’nin İsrail Konsolosluğu önündeki eylemine de geldi. Çoğu, girişimin Büyükdere Caddesi’ni trafiğe kapatmasını alkışladı. İktidar yandaşı basının konsolosluk önündeki polis barikatını çekmemesi İslamcılar tarafından tepkiyle karşılandı.
Yumurtalar İsrail’i koruyanlara
İ
srail’in yardım gemilerine yapmış olduğu saldırıya karşı Ankara muhalefeti sokaklardaydı. Sabah saatlerinde DİSK ve TMMOB’nin protesto eylemleri sonrasında akşam saatlerinde İsrail Büyükelçiliği’nde Ankara emek ve demokrasi güçlerinin eylemi vardı. DİSK, uluslararası sendikaları hükümetler üzerinde baskı kurmaya ve insani yardımların güvenli şekilde ulaştırılması için acil uyarı grevine çağırdı. TMMOB İl Koordinasyon Kurulu İsrail’in katliam politikalarını sadece Filistinlilere uygulamadığını, barış savunucularına ve insani yardım götürenlere de uyguladığını belirtti. İsrail Başkonsolosluğu’na yürüyen Ankara emek ve demokrasi güçleri adına açıklama yapan KESK Şubeler Platformu dönem sözcüsü Fikret Aslan, başbakana seslenerek ikili anlaşmaları iptal etmesi gerektiğini söyledi. Eylemciler, TRT’nin görevlendirmesi nedeniyle gemide bulunan iki KESK/ Haber Sen üyesi, Elif Akkuş ve Orhan Elitaş’tan haber alamadıklarını belirttikten sonra konsolosluğun önüne siyah çelenk bıraktı. Açıklamanın ardından Halkevleri ve Öğrenci Kolektifleri barikatın önüne gelerek Ankara polisine “Madem siz burada İsrail Başkonsolosluğu’nun önüne gitmemize izin vermiyorsunuz bu yumurtaları alın ve İsrail Konsolosluğu’na ulaştırın” diyerek polisi yumurta yağmuruna tuttu.