SAYFA
2
21 y›l önce 1 May›s ve Dalc› Hakan Bayhan, M. Akif Dalc›’n›n vurulmas›yla kana bulanan 1989 1 May›s’›n› anlat›yor
SAYFA
7
Depremden sonra Elaz›¤ Ça¤la A¤›rgöl deprem bölgesi Elaz›¤’dan izlenimlerini Halk›n Sesi için yazd›
SAYFA
13
Meydanlardaki s›n›f savafl› Paris Komünü’nden Taksim’e meydanlarda yaflanan s›n›f mücadelelerini anlat›yoruz
SAYFA
15
Evrim Alatafl’› kaybettik Kürtlerin güzel k›z›, ülkenin güzel kalemi, gazeteci yazar Evrim Alatafl’› kaybettik
16 Nisan 2010 • 1 TL
Y›l 4 • Say› 104
‹NSANCA YAfiAM VE GÜVENCEL‹ ‹fi ‹Ç‹N 1 MAYIS’A
Nice kavga nice meydan
Güvencesizli¤e karfl› ülkenin dört bir yan›nda filizlenen yeni iflçi direniflleri, hak mücadeleleriyle birleflerek 1 May›s’ta ‘meydanlara ç›kacak’
Emekçinin iradesiyle aç›lan Taksim Meydan›, bu 1 May›s’ta AKP’nin gerici, neoliberal politikalar›na karfl› halk›n yayg›n tepkilerini de kucaklayacak
Ölümle imtihan Paral›laflt›rma uygulamalar›yla sorunlar›n derinleflti¤i rekabetçi e¤itim sistemi son bir ayda dört gencin intihar etmesine sebep oldu. 45 bin aileyse dershanelerle icral›k oldu S. 6
‘Taksim politik bir zaferdir’ Dev Sa¤l›k-‹fl Genel Baflkan› Arzu Çerkezo¤lu toplumsal muhalefetin taleplerini ve Taksim’in önemini anlatt› S. 11
Fiili mücadele fiili sözleşme Taflerona karfl› bir zafer de fiili mücadeleyle geldi. Dev Sa¤l›k-‹fl Kartal’da tafleronla fiili toplu sözleflme imzalad› S. 8
‹flsizlik büyüyor Ekonomik büyümeyle beraber iflsizlik de büyüyor. AKP ve onunla uzlaflmazl›¤a düflen sermaye fraksiyonlar›n›n bulufltu¤u tek nokta halka sald›r› oluyor S. 9
Samatya işçisi direniyor Samatya Hastanesi inflaat›nda çal›flan iflçiler ücretlerini almak için iflyerinin çat›s›na ç›kt›, direnifl sürüyor S. 9 Taksim’i onlar vermedi biz ald›k. Devrimci mücadele için baflar› sadece zaman sorunudur... YOL YAZISI S. 3
Ferda Koç / Sayfa 4
Hüseyin Boy / Sayfa 7
Cini flifleye kim t›kacak
Sa¤l›¤›n için bu SES’e ...
Erhan Günefl / Sayfa 9
Güvencesizlerin 1 May›s’›
Dilflat Aktafl / Sayfa 10
Patron kad›n düflman› Tafleron çal›flt›rma kad›n›n kendi bedeni üzerindeki söz hakk›n› hiçe say›yor. Mersin’de tafleron sa¤l›k iflçisi Fatma Baytar hamile oldu¤u için iflten at›ld› S. 10
Biz yürürüz dünya özgür...
Üç koldan bir s›n›fa, 1 May›s’a
AKP anayasas› için de¤mez
1 May›s 2010 yaklafl›rken Halk›n Sesi Türkiye s›n›f mücadelesinin güncel çeliflki ve dinamiklerini ele ald›, güvenceli ifl ve haklar mücadelesiyle a盤a ç›kan yeni mücadelenin enerjisini analiz etti S. 12
Anayasa tart›flmalar› muhalefeti böldü. Kimileri “AKP ne eylerse iyi eyler” diyen Mazlum-Der ve Genç Siviller gibi gruplarla yürürken, Halkevleri, ÖDP ve D‹SK platformdan çekildi S. 4
Dünyaya seyirci kalma Uluslararas› ‹flçi Filmleri Festivali dünyadan güvencesiz çal›flmay› oda¤›na alan filmlerle 1 May›s’ta beflinci kez yola ç›k›yor S. 15
2
MEDYA 16 Nisan 2010 / 29 Nisan 2010
Halk›n Sesi
B‹R GAZETEC‹N‹N TANIKLI⁄IYLA 1 MAYIS 1989
Kenar Notlar› Elbette bayram; ama... ayram ya (!) adettendir, AKP iktidarı, işçi sınıfına "müsamaha" ("hoşgörü") gösteriyor. İstanbul Valisi Muammer Güler işçilere 1 Mayıs müjdesi veriyor: "… Miting alanı olmamasına rağmen Taksim alanı, bayram kutlamasının yapılabilmesi için konfederasyonlara o gün tahsis edilecek. Kanuna göre, Taksim gösteri ve yürüyüş alanı değildir; ama istisna çerçevesinde…" diye sürdürüyor vali konuşmasını. İçişleri Bakanı Beşir Atalay, daha açık seçik tamamlıyor valiyi: "Bu sene de İstanbul yönetimi olarak özellikle sendikalarımıza olanca müsamaha gösterilip, destek verilecek. İşçi temsilcilerine çağrımız, büyük bir sorumluluk içinde 1 Mayıs'ı gerçekten bayram havası içinde kutlama kararlılığı içinde olsunlar. İdareye yardımcı olsunlar. İstismar edecek bazı illegal unsurları kendileri temizlesinler. Sadece işçilerimiz, sendikalarımız, federasyonlarımız birlikte olsun..." En yüksek devlet adamları katından "ayak takımına" gösterilen bu hoşgörünün sebebi nedir acaba? Anımsanacak olursa, daha 2008 1 Mayıs'ında, Başbakan Erdoğan'ın “Ayaklar baş olunca kıyamet kopar!” sözlerinin ardından Taksim Meydanı'nı zorlayan işçi sınıfını katmerli devlet terörüyle selamlamıştı aynı hoşgörünün devlet adamları. Ne oldu da birden 1 Mayıs'ın "bayram" olduğu anımsandı? Bu ne hoşgörüymüş ki, kanunları çiğneme pahasına, on yılların "Kanunsuz Meydanı" işçi sınıfının "makul işbirlikçi legal coşku"suna sunuluyor! İslamcı medya, Başbakan'ın "açılımcı put kırıcı kişiliği"ne bağlıyor meseleyi. Başbakanı, "Modası geçmiş bu Marksist sömürge laflarını bırakmak lazım… Zaten 1 Mayıs'ı 'emek bayramı' yapan da Başbakan… Ayrıca sokak çıkışlarını kamyonlarla kapatıp tankları halkın üzerine sürüp kanlı Taksim sendromunu oluşturanlara karşı 30 küsur sene sonra Taksim'i kutlamalara açan da o oldu…" diye eleştiren İstanbul sanayicilerine yanıt verirken Zaman gazetesinden İbrahim Öztürk şöyle savunuyor başbakanı: "Hakkaten, solun öldüğü bu mübarek memlekette Başbakan Marksist mi oldu, ne? İşin gerçeği, mazlumun ve zulmün ideolojisi olmaz. Ve Başbakan haklı olarak 'kral çıplak' diyor." (15.04.2010) Tayyip Erdoğan'ı kodamanlarla kutsal savaşımında yalnız bırakmıyor İslamcı "entelektüeller". "Emek sömürüsü"nün mağdurlarını İslamcı liberal iktidarı yüceltmek için anımsıyorlar. "'Ben nasıl daha fazla kazanırım' derken, orada insanımızın sömürüsü yapılıyor, emek sömürüsü yapılıyor… Başbakan'ın emeğin sömürülmesine olan isyanına karşı, 'Hayır, ben işyerlerimde emeği sömürmüyorum' diyebilen kaç işyeri, kaç patron vardır? " (Yaşar Süngü, Yeni Şafak, 14. 04. 2010) Elbette "iktidarın entelektüelleri"nin hışmından sendikacılar da kurtulamıyor. "Sendikalarımızın durumu ise çok ama çok vahimdir. Bırakın sendikasız çalışanları sendikalı çalışanlar dahi başkanlarının şahsi durumuna alet edilerek eylem yaptırılıyor. TEKEL işçi eyleminin ben işçiler için yapıldığını sanmıyorum. … Ağa sendikacılığı ile bu iş yürümüyor, yürümez de. Yeniden söyleyelim reform, reform, reform…" (İbrahim Kahveci, Yeni Şafak, 14 Nisan 2010) Bütün bu sözler, AKP iktidarında giderek artan "panik" duygusunu yansıtıyor. İktidar mezarlıktan geçerken ıslık çalıyor. Ayaktakımının yaklaşan ayak seslerinin kendisi için gerçekten kıyametin habercisi olduğunu biliyor. Tıpkı kendisinden önceki iktidarlar gibi yıllardır faşist terörle bastırmaya çalıştığı işçi sınıfının önlenemez yükselişine zehirli şekeri bayramlık eliyle uzatıyor. "Bayramlaşalım, sarılalım, öpüşelim geçsin!" öyle mi? Yok Öyle! İşçi sınıfı yıllardır kendisine kondurulan ölüm öpücüğünü unutmadı. Siz de unutmayacaksınız!
B
Kura ile gelen belediye başkanı
A
KP’nin demokrasi anlayışı Adana’da tecelli etti. Bir buçuk milyondan fazla inasnın yaşadığı bir kentin büyükşehir belediye başkanı kura ile seçildi. Yolsuzluk sebebiyle İçişleri Bakanlığı tarafından görevinden alınan Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak’ın yerine kimin belediye başkanı olacağı merak konusuydu. 13 Nisan’da yapılan Adana Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde AKP’li Yüreğir Belediye Başkanı Mahmut Çelikcan kura ile Büyükşehir Belediye Başkanı oldu. Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından yapılan seçimlerin ilk üç turunda yapılan oylamalarda oy çokluğu çıkmayınca dördüncü oturum yapıdı. Bu oturumda oylamadan çekilen CHP, MHP’yi destekledi fakat MHP ile AKP’nin oyları eşit çıkınca kura yöntemine başvuruldu. Yeni başkan Mustafa Çelikcan daha ilk günden “demokrasinin” nimetlerinden yararlanmaya başladı ve tesadüfi başarısına adalet elbisesi giydirdi. Başkan Çelikcan Belediye Meclis Salonu’ndan ayrılmadan önce kısa bir konuşma yaparak “Adil bir seçim oldu. Adana için hayırlı uğurlu olsun” dedi.
FOTO⁄RAFLAR: HAKAN BAYHAN ARfi‹V‹
Tepebafl›’ndan Kas›mpafla’ya inen yokufltan afla¤›ya koflan göstericileri durdurmak için polis atefl ediyordu. Kurflunlara hedef olmamak için gazeteciler kendilerini yere atm›flt›.
21 yıl önce 1 Mayıs D
aha mesleğin başında, çiçeği burnunda bir gazeteci olarak ilk kez bu kadar kitlesel bir olayı izlemekle görevlendirilmiştim. Çalıştığım derginin haber müdürü beni Taksim’de görevlendirmişti. Sabahın erken saatlerinde diğer muhabir arkadaşlarla beraber Taksim Meydanı’nda polis ve jandarma ekipleriyle beraber yerlerimizi almış beklemeye başlamıştık. Taksim Meydanı’nı ilk kez bu kadar kalabalık görüyordum. Evet, çok kalabalıktı ancak bu kalabalığı oluşturanlar polisler, uzun namlulu silahlarıyla özel tim ve jandarmalardı. Polis ve askeri panzerlerin park ettiği Gezi Parkı ise tam bir askeri birlik havasındaydı. Poğaça, simit ve çay satan seyyar satıcılar o günkü üniformalı müşterilerine hizmet ederken tedirgin bir saygı gösterisinde bulunuyorlardı. Meydan da ise polis ve jandarma sadece bizlere yani basın mensuplarına ve bir de kuşlara izin vermişti… Gergin bekleyiş tüm üniformalı yüzlerden okunuyordu. Çünkü 12 Eylül askeri darbesinin ardından 1 Mayıs tamamen yasaklanmış ve tatil günü olmaktan çıkarılmıştı. Ancak işyerlerinde bayramlaşma, kısa süreli iş bırakma ve bir sembol takarak kutlanmaya devam edilmişti. 12 Eylül darbesinin bastırdığı işçi hareketi 1986 yılında Netaş, 1987’de Kazlıçeşme deri işçileri 1988’de ise SEKA işçilerinin grevleri ile yeniden alevlenmişti… 1989’a gelindiğinde ise on binlerce işçi grevdeydi, yüz binlercesi ise sonuç alınamayan toplu sözleşme görüşmeleri nedeniyle sokaktaydı. Bu arada gergin bekleyiş sürerken okuduğum bir gazetede dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın, kanunsuz gösterileri engelleyeceklerini söyleyerek işçi haklarının yürümekle alınamayacağı sözleri yazıyordu. Bizler Taksim Meydanı’nda beklerken o dönemde taşıdığımız telsizden (daha cep telefonu hayatımıza girmemişti) Şişli Abide-i Hürriyet alanında miting yapacaklarını da önceden duyurmuş olan sekiz sendikanın başkanından oluşan tertip komitesinin, Mecidiyeköy'deki Laspetkim-İş Genel Merkezi'nde düzenlediği basın toplantısında komite adına konuşan Petrol-İş Genel Başkanı Münir Ceylan’ın, "Provokasyona yol açmamak için saat 09.30'da mitingden vazgeçme kararı aldıklarını ve bunu üyelerine duyurdukları" haberi geldi. Bu haberi yalnız biz gazeteciler duymamıştık. Polis ve Jandarmada
1989 y›l›nda Mehmet Akif Dalc›’n›n ölümüyle ve 50 kiflinin yaralanmas›yla kana bulanan 1 May›s ‹flçi Bayram›’n› o dönem gazetecili¤in bafl›nda olan Hakan Bayhan anlat›yor
Dalc›’n›n polis kurflunuyla vurulmas›n›n ard›ndan çekilen bu foto¤raf 21 y›l sonra ilk kez yay›mlan›yor.
“Terli gördü¤ünüz herkesi al›n.” anonsunu duyan polisler Kas›mpafla’da terli insan av›na ç›km›flt›. bir hareketlilik başladı. Panzerlerin bir kısmı Harbiye tarafını tutacak şekilde, bir kısmı Gümüşsuyu ile İstiklal Caddesi ve Sıraselviler’e doğru yöneldiler. Ancak işçiler polisin baskıları, valilik ve hükümetin cezalandırma tehditlerine ve sendikal bürokrasinin oyunlarına rağmen kutlamadan vazgeçmediler. Yine telsizden gelen haberlerde sendikaların kararını tanımayan işçiler ve sendikacılar, daha önce ilan edildiği gibi Mecidiyeköy’e akın etmişlerdi. Binlerce işçi “Yaşasın 1
Mayıs” sloganıyla toplanarak yürüyüşe geçmişler ve polisin saldırısına rağmen tekrar tekrar toplanarak 1 Mayıs’ı kutlamaya başlamıştı. Mecidiyeköy’de bunlar yaşanırken Taksim’de ise sessiz bekleyiş bir anda İstiklal Caddesi’nin başında beliren yaklaşık 2 bin kişinin sloganlarıyla kırılmıştı. Polisler ne olduğunu anlayamadan gösterici grup “Yaşasın 1 Mayıs” sloganlarıyla yürüyüşe geçmişti. Çabuk toparlanan polisler gösterici gruba müda-
hale etmede gecikmedi. Kadın, yaşlı, genç demeden coplar havaya kalkıp kalkıp iniyordu. Bir süre devam eden çatışmadan sonra cadde boydan boya bildirilerle dolmuştu. Kaçmaya çalışan göstericiler ayakkabı, çanta ve ceketlerini bırakmışlardı. İstiklal Caddesi tam bir savaş alanı gibiydi. Polis yakalayabildiklerini minibüs ve otobüslere doldurmuştu. Bir grup ise kaçarak Tarlabaşı Caddesi’nde eylemine devam ediyordu. Bizlerde Tarlabaşı’ndan Tepebaşına
yürüyüşe geçen grubun önünde fotoğraf çekiyorduk. Tepemizde bir polis helikopteri alçaktan uçarak göstericileri takip ediyordu. Gösterici grup Tepebaşı’na yaklaştığı sırada polisler kalabalık bir şekilde saldırmaya başladı. İşte o anda ilk silah sesini duyduk. Polisler ellerinde silahlar sağa sola ateş ediyorlardı. Panzerler bir yandan su sıkarken, göstericiler de panzerlere taş atıyordu. Tepebaşı’ndan Kasımpaşa’ya inen yokuşun başında Amerikan filmlerini aratmayacak sahneler yaşanıyordu. İşte o anda bir trafik polisi, motosikletinden inip ateş eden polislere katıldı. Bizler bir yandan fotoğraf çekmeye çalışıp bir yandan da kendimizi kurşunlardan korumaya çalışıyorduk. İşte o anda koşarken Kasımpaşa’ya inen yolun başında, Haliç Tersanesi’nin duvarının dibinde bir gencin yerde kanlar içinde yattığını gördük. Kısa bir süre sonra saniyeler içinde fotoğrafını çektiğimiz o genci bir taksiye bindirip hastaneye gönderdik. Daha sonra adının Mehmet Akif Dalcı olduğunu öğrendiğimiz ve yaşının kaldıramayacağı kadar ağır bir misyon yüklenen (Mehmet kavgayı öğretiyor) genç marangoz işçisi bir gün sonra yaşama veda etmişti. O gün çıkan olaylarda 50 dolayında kişi yaralanmış ve 532 kişi gözaltına alınmıştı. İstanbul Valisi Cahit Bayar ve İstanbul Siyasi Polis Müdürü Vedat Cem yaptıklrı açıklamada ise göstericilerin üzerinden silah çıkmadığını söylediler… 1 Mayıs günü polisin açtığı ateş sonucu öldürülen Mehmet Akif Dalcı’nın Zeytinburnu’nda yapılan cenaze töreni de olaylı geçmişti. 4 Mayıs günü yapılan cenaze töreninde polis ile cenazeye katılanlar arasında çatışma çıkmış ve polis birçok göstericiyi gözaltına almıştı… Aynı gün bu olaylar yaşanırken Başbakan Turgut Özal, Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile haftalık olağan görüşmesini yapıyordu. Başbakan, görüşmeden sonra gazetecilerin 1 Mayıs olaylarıyla ilgili sorularını cevaplandırarak, "Bu gibi hadiselerde yaralanan da olur. Silahla değil başka türlü ölen de olur. Gene üzülürüz tabi, ama bu kadar da büyütülecek bir hadise değildir" dedi. Özal, izin alınmamış yürüyüşe gelenlerin polis tarafından mukavemetle karşılanacağını bilmesi, bunu göze almış olması gerekeceğini belirterek, "Bu konularda taviz vermemiz hiç mümkün değil, bunu herkesin bilmesi gerekir." diyordu…
3
GÜNDEM 16 Nisan 2010 / 29 Nisan 2010
Halk›n Sesi
Kimin sayesinde, kime rağmen? S
on 30 yılın 1 Mayıs tartışmalarına yapılacak kısa bir yolculuk, sınıf hareketinde kimin nerede durduğunu gözler önüne seriyor. ÇANKAYA’NIN fi‹fiMANI 1 Mayıs’ın tatil günü olmaktan çıkarılıp ve gösterilerin yasaklandığı 12 Eylül darbesinin ardından, 1 Mayıs ilk olarak 1987’de Emek Sineması’nda düzenlenen etkinliğikle gündeme getirildi. Ertesi yıl Türk-İş’e bağlı bazı sendikalar İstanbul Valiliği’ne başvurarak 1 Mayıs’ı kutlamak istediler. İktidarda Tayyip Erdoğan’ın selefi Turgut Özal vardı. Özal da, halefi Erdoğan gibi “askere kafa tutan bir özgürlükçüydü” ve işçilere karşı, adı “Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı”na çıkacak kadar tahammülsüzdü. 1 Mayıs başvurusuna izin verilmedi. Yine de emekçiler Taksim’e çıkmak istedi. Çok sayıda kişi gözaltına alındı ve tutulandı. 1989’daki başvuruya da yasaklama geldi. Türk-İş bürokrasisi eylemden çekildi. Yine de sokaklara çıkıldı. Taksim’e yürüyen işçilerden Mehmet Akif Dalcı polis kurşunuyla öldürüldü. 1990’da sendikalar 1 Mayıs’ı işyeri ve salon etkinlikleriyle geçirirken devrimciler yine Taksim’e yürüdü ve polis kurşununa hedef olan Gülay Beceren felç oldu. Binlerce kişi gözaltına alındı. Hak-İş, 1 Mayıs’tan ilk kez bu yıl söz etti.
Ekranlarda Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu ve İstanbul Valisi Muammer’in sureti. Bu 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanacağını müjdeliyorlar. Hak-İş, Kamu-Sen ve Memur-Sen de var. Oysa 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama hakkı onların sayesinde değil onlara rağmen kazanıldı
1991’de Türk-İş Genel Merkezi de devreye girdi ve işçileri 1 Mayıs’ta kapalı salon etkinliklerinde tuttu. DİSK’in yeniden faaliyete geçtiği 1992’de Türk-İş yine inisiyatifi elden bırakmadı ve sosyalistler İstanbul’da ilk yasal 1 Mayıs mitingini düzenlerken Türk-İş, DİSK ve Hak-İş sendikaların ortak 1 Mayıs’ını salonlarda kutladı. 1993’te, tabanın baskılarına
Bir açıklama borcunuz var
B
u yıl Taksim’deki 1 Mayıs mitingine EMEP de katılacak. Kendileri yıllardır Taksim’i kazanmak için yürütülen mücadeleye katılmayı reddedip, bu çabaları en ağır sözlerle eleştirmişlerdi. İşte partinin önemli isimlerinden Sabri Durmaz’ın 17 Nisan 2009 tarihli yazısından bir alıntı: “DİSK, çeşitli ‘sol’ siyasi çevreleri de yanına alarak, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamakta ısrar etmektedir. KESK, TMMOB, TTB de DİSK’in
bu tutumuna destek vereceklerini açıkladılar. Elbette ki bu durum, geçmiş yıllarda olup bitenlerden hiç ders alınmadığını göstermesi ve Taksim’e çıkmayı bir araç olmaktan öte amaç haline getiren aşırı idealizme sarılmış olmaları açısından son derece üzüntü vericidir.” EMEP’in beğenmediği bu çabalar sonucunda 1 Mayıs tatil ilan edildi ve Taksim kazanıldı. EMEP’in bu durumdan gereken dersi alıp alamadığı merak konusu.
dayanamayan Türk-İş Şişli’de, DİSK de Pendik’te alanlara çıktı. 1996’da Kadıköy’de düzenlenen 1 Mayıs’ta kontrgerilla yine devreye girdi ve Hasan Albayrak ve Dursun Adabaş polis kurşunuyla öldürüldü. 1996 olaylarını bahane eden Türk-İş yönetimi ertesi yıl alana çıkmak istemedi ama tabanın basıncı sonucunda yine mitingler düzenlendi. 1999’da ise Öcalan’ın
Z
aman gazetesinin 4 Nisan’da yayınladığı bir haberde üniversite öğrencilerinin yumurtalı protestolarının arkasında terör örgütlerinin olduğu iddia edildi. Protestocu öğrencilerin Halkevleri üyesi olduğunun “öğrenildiğini” yazan Zaman, Halkevleri’nin de terör örgütü bağlantılı olduğunu öne sürdü. Zaman’ın “terör örgütü eylemleri” şeklinde yansıttığı protesto eylemlerinin arasında ÖDP’li gençlerin IMF başkanına yönelik ayakkabılı protestosu da yer aldı. Sola ve emek örgütlerine saldırmak için sürekli uydurma haberler yayınlayan Zaman gazetesi daha önce de meçhul
Türkiye’ye getirilişinin yarattığı atmosferi bahane eden Türk-İş, Hak-İş, Kamu-Sen ve MemurSen 1 Mayıs’ı salonlarda geçirdi. Alanda yine DİSK, KESK ve devrimci, sosyalist çevreler vardı. TAKS‹M ‹DD‹ASI YEN‹DEN 2004’te DİSK kutlamalar için Taksim’i istedi, Türk-İş buna karşı çıktı. Türk-İş’in oyunlarına ve AKP’nin tehditlerine rağmen
DİSK, KESK ve Halkevleri, ÖDP, TKP ve HÖC başta olmak üzere pek çok devrimci, sosyalist gruba üye 20 bini aşkın kişi Saraçhane’de buluştu. EMEP’in “işçilerin birliği ve kitlesel katılım” iddiasıyla tercih ettiği Şişli’deki Türk-İş mitingi ise oldukça sönük geçti. Saraçhane’deki on binlerin karşısına polis barikatıyla dikilen iktidar, 1996’da yasaklanan Kadıköy
Zaman yaftalıyor yalan yumurtluyor kaynaklara dayandırdığı haberlerinden Halkevleri’nin terör örgütü bağlantılarınan söz etmiş, Halkevleri’nin açtığı davalar sonucunda tazminat ödemeye mahkum edilmişti. Halkevleri’nin, Zaman’ın uydurma haberi üzerine yayınladığı açıklamada şöyle denildi: “Zaman’ın yumurtalı eylemlerden ‘saldırı’, ‘terör eylemi’ olarak bahsetmesi de ibret vericidir. Türkiye’de son
dönemde yapılan ilk yumurtalı eylemlerin Halkevleri üyeleri tarafından yapıldığı doğrudur. Halkın en temel haklarından, eğitim hakkından, sağlık hakkından, iş güvencesinden, barınma hakkından mahrum edilmesinden daha büyük bir şiddet yoktur. Bu büyük saldırılar karşısında tepki gösteren halkın, öğrencilerin ‘yumurta’ atmasını saldırı/terör saymak Zaman’ın ideolojik ve
Meydanı’nı ertesi yıl 1 Mayıs’a açmak zorunda kaldı. Katliamın 30. yılına denk gelen 2007’de DİSK “1 Mayıs’ın tatil ilan edilmesi ve 1977 katliamının aydınlatılması” talebiyle, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama kararı aldı. AKP’nin ve Vali Muammer Güler’in tehditleri karşısında Türk-İş ve kuyrukçuları ise Kadıköy’de kaldı. Valilik İstanbul’u savaş alanına çevirdiyse de 3 bin kişi Taksim’e girmeyi başardı. Ertesi yıl konfederasyonlar Taksim için birlikte başvurdu. Valilik yine yasakladı yine tehdit etti. Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu bir gün kala Taksim mitingine katılmama çağrısı yaparak çekildi. 2009’da ise DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve devrimci, sosyalist örgütler Taksim kararlılığını sürdürdü. Türk-İş ve EMEP ise yasaklama kararının açıklandığı gün, Kadıköy’de olacaklarını söyledi. Hak-İş ise 1 Mayıs’ta Tandoğan’a giderek, zorla getirilmiş birkaç bin işçiye Taksim karşıtı propaganda yaptı. Mücadeleyi tercih edenler ise engelleri aşa aşa Taksim’e ulaştı. İktidar, 1 Mayıs’ı tatil ilan edip Taksim’i kutlamalara açmaya mecbur kaldı. Yani 1 Mayıs ve Taksim, siyasal iktidara karşı; Türk-İş’e, Hak-İş’e, Kamu-Sen’e, MemurSen’e ve bazı “solcu”lara rağmen ilerici emek örgütlerinin, devrimcilerin mücadelesiyle kazanıldı.
sınıfsal tercihidir. Bu gazeteye göre daha bir gün önce kendi Genel Merkezlerini ziyaret etmek isteyen Türk-İş üyesi işçilere karşı gaz bombalarıyla, coplarla girişilen eylemin haber olarak yer almayıp, yumurtanın “saldırı” sayılmasını halkın takdirine bırakıyoruz.” Zaman’ın Halkevleri’ni daha önce de hedef aldığına ve yalan haberleri yüzünden mahkum edildiğine dikkat çekilerek, Zaman’ın suçta ısrar etmesinin tesadüf olmadığı ve ciddi bir rahatsızlığa işaret ettiği belirtildi. AKP medyasını rahatsız etmeye sürdüreceklerini belirten Halkevleri, Zaman’ın haberini mahkemeye de taşıyacak.
AKP’nin valisi Güler İ
stanbul Valisi Muammer Güler 2003’te, yani AKP iktidarıyla birlikte atandı ve ısrarla o koltukta tutuldu. 1 Mayıs’larda ve IMF protestoları gibi pek çok eylemde İstanbul’u savaş alanına çevirdi. AKP işçi eylemlerine izin verilmeyeceğini söyledikçe, Güler, iktidarına layık olabilmek için elinden geleni yaptı. İşçiler meydanlarda buluşamasın diye köprüleri kapattı, seferleri kaldırdı, trafiği felç etti, meydanları kafese çevirdi. Türkiye’nin dört bir yanından polis birlikleri getirtti; evler ve hastaneler de hedefler arasına alınmakla birlikte binlerce gaz bombası attırdı. ‘Orantılı güç’ ve ‘makul sayı’ icatlarıyla vahşi saldırılarına gerekçe uydurmaya çalıştı. Veli Küçük, Hrant Dink’i onun makamında tehdit etti. Bostancı’da Orhan Yılmazkaya’nın katledildiği ve topldam üç kişinin canına mal olan operasyon onun “başarı”sıydı. Yağışlar İstanbul’da felaketlere yol açarken “vatandaş tedbirini alsın” demek, gibi örnek kriz yönetimi formülleri icat etmek onun başarısıydı. İstanbullulara pek bir hayrı dokunmadıysa da AKP’nin sözünden çıkmayarak herkese nasip olmayacak bir dokunulmazlıkla ödüllendirildi.
Daha ilerisi sadece ‘zaman sorunu’ aksim artık “yasal” 1 Mayıs alanı. En son 1978’de 1 Mayıs yasal olarak bu alanda kutlanmıştı. Yani tam 32 yıl önce. 1980’den sonraki ilk girişim ise 1987’de Taksim’e yakın Emek Sineması’nda yapılan “1 Mayıs gecesi” olmuştu. Ondan sonraki her yıl devrimcilerin Taksim “inat”ı sürdü. Yeni kayıplar verdiler, yeni yara izleri edindiler, her yıl yeni öyküler bıraktı ardında. Sadece egemenler tarafından değil, kendi “yan”larında olanlar tarafından da suçlandılar, eleştirildiler. Ama mücadelenin bu görkemli günü için 23 yıl boyunca Taksim’den vazgeçmediler. Ve sonunda “Taksim miting alanı olmamasına rağmen Emek ve Dayanışma günü için” kutlamaya tahsis ettirdiler. Başkaları ne derse desin, ister koşullar anca olgunlaştı, ister AB süreci, ister AKP’nin kadirşinaslığı desinler. Devrimcilerin tarihinde yer alacak tanımı belli: Onlar vermedi, biz aldık. Devrimci mücadele için başarı sadece zaman sorunudur! Neden Taksim sorusunun asıl önemli iki yanıtı var. İlki kuşkusuz 1 Mayıs 1977’de yaşanan katliam. Ve bu katliamın sorumlularının ve tetikçilerinin hala açığa çıkarılamamış olması. İkincisi ise işçi sınıfı mücadelesinin ideolojik ve eylemsel gücü. Bu mücadelenin azla yetinmeyen, sınır tanımayan görkemi. İşçi sınıfının iktidar olma iddiası. 1 Mayıs konusunda söylenecek şeylerin “yeni” olmayacağını bilerek devam edelim. Yer tartışmasının artık yapılmayacağı bu 1 Mayıs’ta asıl tartışma iki noktada sürdürülüyor; içerik ve bileşim. 1 Mayıs’ın içeriği “emek ve dayanışmaya”, bileşimi ise sadece “sendikalı işçiler”e indirgeniyor. “Bizim gibi ülkelerde” kutlanacak bir 1 Mayıs bunlarla sınırlandırılabilir mi? Daha da ötesi sadece kutlama
T
olabilir mi? Elbette Hayır! Bizim gibi ülkelerde 1 Mayıs, kutlamanın yanında asıl olarak toplumsal muhalefet (etme) günüdür. Ve içeriği de üstelik “birlik, mücadele ve dayanışması”nın içinde bulunulan dönemle bütünleşen “siyasal taleplerce” belirlenir. Tam da bu yüzdendir ki işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ın bu yılki siyasal talepleri; “güvenceli iş, insanca yaşam” olmuştur. “Güvenceli iş” talebi Tekel işçileriyle, sağlık çalışanlarıyla simgeleşen ancak onlarla sınırlı olmayan son dönemdeki sınıf direnişlerinin gündemidir. “İnsanca yaşam” talebini ise öne çıkaran yine son dönemlerde yoğunlaşan “hak mücadeleleri”dir. Aynı zamanda bu yıl ki 1 Mayıs gösterilerinde değerlendirilecek olan bir diğer konu, egemenlerin anayasa tartışmalarına hangi “yön”den müdahale edileceğidir. 1 Mayıs’ın bileşimi ise bırakın sadece sendikalı işçilere, güvenceli/güvencesiz tüm çalışanlara bile indirgenemez. İşsizliğin, güvencesizliğin, yoksulluğun, hak-sızlığın her geçen gün daha da arttığı ülkemizde toplumsal sorunu olan her kesim her birey 1 Mayıs günü sokağa çıkacak “ordu”nun bileşenidir. Artık “alan tartışması” bittiğine göre toplumsal muhalefetin şu anki tek görevi; 1 Mayıs’ı işçi sınıfının tarihine, ideolojisine ve politik gücüne yakışır bir tarzda kutlamak/gerçekleştirmektir. Daha da ilerisi ise sadece ama sadece “zaman sorunu”. Bu dönemde 1 Mayıs gündemi toplumsal muhalefet için çok yoğun ve belirleyici olsa da ülkedeki diğer gelişmeler de kritik öneme sahip. Bunların başında Ahmet Türk’e Samsun’da yapılan saldırı geliyor. Bu
durumun en büyük sorumlusu T.Erdoğan ve AKP’dir. Bu sorumluluk sadece gerekli asayiş tedbirlerinin alınmamış olması değildir. Bu sorumluluğun asıl nedeni; sözde “Kürt açılımı yapacağız” deyip süreci tamamen kötü yönetmekten kaynaklanmaktadır. CHP ve MHP’nin madalyonun diğer yüzünü oluşturan ırkçı şoven muhalefeti de bu gibi saldırılara zemin hazırlamıştır. BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın dediği gibi “Artık Kürt gençleri ve Türk gençleri daha kızgın”. Burada, saldırıyı yapan çaycının kızgınlığı değil kastedilen. O çaycının, ifadesinden de anlaşılacağı üzere her türlü önlemi önceden alınmış bir provokatör olduğu kesin. Kürt sorununun geldiği yer, AKP’nin Kürt açılımını başlattığı günden daha kritik bir noktadadır. AKP, Kürt halkının beklentilerini karşılamadığı gibi batıda sürecin neredeyse tüm inisiyatifini Türk milliyetçilerine kaptırmıştır. Asıl amacı PKK’yi tasfiye etmek olan plan Kürt halkını kandırmak için birkaç yerleşim yerinin isminin değiştirilmesi ve Kürtçe televizyonla sınırlı kaldı. Habur’dan giriş yapan 34 kişinin 30’u hakkında örgütten dava açıldı, geriye kalan 4’ü de zaten çocuk. Kürt halkının siyasal temsilcilerinin büyük çoğunluğu saçma gerekçelerle hapishanelere kondu. Toplumda meşruluğu kabul edilmiş neredeyse tek konu olan “taş atan çocukların serbest bırakılması” konusunda bile hiçbir adım atmadı. Üstelik Kürt sorununda ABD’ye ve Avrupa’ya çok daha fazla inisiyatif vererek hem “elini” daha fazla zayıflattı hem de sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getirdi. Erdoğan’ın ve AKP’nin Kürt sorununun çözümüne kendi inisiyatifleriyle yapacakları olumlu bir katkı mevcut değildir.
Erdoğan’ın lafı önde giden, işbilmez ve beceriksiz siyaset tarzı sadece bu konuyla sınırlı değil. Ele aldığı her konuda aynısını görmek mümkün. “Ermeni yasa tasarısı” nedeniyle ABD’ye gürledi, büyükelçiyi geri çağırdı, “ben de gitmeyeceğim” dedi, çark etti. 24 Nisan’da Obama “soykırım” demesin diye kırk takla atıyor. Ermenistan’la sorunları çözüm süreci diye tanımladığı dönem iki halkı birbirine daha da düşman hale getirmekten başka bir işe yaramadı şimdilik. “100 bin Ermeniyi sınırdışı ederim” diyerek hedef haline getirdiği o insanların hiçbir sorumluluğunu üzerinde taşımıyor. 24 Nisan’a kadar idare etsin gerisi Allah Kerim. Benzer bir sorumsuzluk “nükleer silahlar” konusunda sergileniyor. Arap sermayesine hoş görünme amacıyla İsrail’e laf kabadayılığı yapan Erdoğan, nükleer silah konusunda da “İsrail’in varsa İran’ın da hakkıdır” demeye getirerek, açtığı yolun farkında bile değil. Farkındaysa daha da tehlikeli. İran’ın nükleer silahı olduğunda bölge devletleri ya da Türkiye, nükleer silahsız mı kalacak? Bu durum silahlanmaya hem daha çok kaynak hem de tüm bölge halklarını çok daha büyük bir tehlikeye atmayacak mı? Bu yaklaşım aynı zamanda İsrail’in varolan durumunu da tüm meşruluğuyla kabul etmek anlamına gelmektedir. ABD’nin son dönemdeki iki girişiminin gerçek nedenini görmek gerek. Rusya ile yaptığı “nükleer silahların azaltılması” anlaşması, Obama’nın barış tutkusundan kaynaklanmıyor elbette. Karşılıklı anlaşmanın asıl anlamı; yeni bir “konvansiyonel silahlanma döneminin” başladığıdır. Tehdit algısına bağlı olarak silahın türü değişmektedir sadece, yoksa amaç tüm dünyanın
silahsızlandırılması ve silah tekellerini işsiz bırakmak değil. Benzer bir durum “nükleer güvenlik zirvesi” için de geçerlidir. Buradaki amaç da nükleer güç sahibi olan; ABD, Rusya, Fransa, İngiltere, Çin, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore ve İsrail’in bundan vazgeçmelerini sağlamak değil. Üstelik bunların bir kısmı (Hindistan, Pakistan Kuzey Kore ve İsrail) uluslararası hiçbir denetim mekanizmasına da dahil değiller. (Diğerleri dahil olsa ne yazar, İncirlik’te kaç tane nükleer bomba olduğunu bilen var mı?) Bu zirvedeki asıl amaç, yeni bir tehdidin tanımlanması ve bu tehdit karşısında, ABD’nin etrafında bütünleşmek. Ancak İran, Irak kadar kolay bir hedef değil. Kolay olmamasının asıl nedeni; bölgesel bir güç olması, askeri gücünün büyüklüğü, nüfusunun fazla olması değil asıl olarak, Rusya ve Çin ile sürdürdüğü ilişkiler. Rusya ve Çin BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkına sahip üyeler olarak kaldığı sürece geçici üye Türkiye’nin varlığı hiçbir anlam ifade etmeyecektir. ABD, her geçen gün dünya ölçeğindeki gücünün zayıfladığının farkında. Irak’ta işler iyi gitmiyor, Afganistan’da da öyle, Güney Amerika’yla ilgilenemiyor, bir de finans kriziyle uğraşmak zorunda, iç politikası başka bir sıkıntı, üstelik Gürcistan, Ukrayna derken şimdi de Kırgızistan’ı kaybetti. Ama olsun Tayyip’i var. İktidarda kalmak için kendisine mahkûm. Ama Tayyip’e bu dönem sadece ABD’nin desteği yeterli değil. İç politikaya da ihtiyacı var. Özellikle yargının “başbakanın adamlarınca” yeniden oluşturulması gerek. Yargının mevcut hali hem Tayyip için hem de AKP için çok ama çok tehlikeli. Önümüzdeki seçimde son kez aday
olacağını söyleyen, tekrar tek başına iktidar şansı az olan Tayyip Erdoğan’ın (cumhurbaşkanı seçilemediği durumda) burnu mahkeme salonlarından dışarı çıkamaz. Zaten bu öncelik Tayyip’in son dönemlerde her konuda daha çok çuvallamasına neden oluyor. Ancak hakkını yememek lazım Erdoğan’ın, doğru söylediği bir şey var; CHP için yaptığı “köylü kurnazı” tanımı. Buradaki eksiklik ise CHP köylü kurnazlığını asıl olarak toplumsal muhalefete karşı yapıyor. CHP, sözde AKP’nin yargı operasyonunu engelleme bahanesiyle toplumsal muhalefetin taleplerini sınırlandırıyor. “Yargıyı ilgilendiren üç maddeyi çıkaralım gerisine biz de evet oyu verip yasalaştıralım” önerisi gerçekte toplumsal muhalefete atılmış kazıktır. Kamu çalışanlarına grev hakkı tanımayan, kadınlara pozitif ayrımcılık içermeyen, güvencesiz-sendikasız çalıştırmayı engellemeyen... bir anayasa değişikliğini başarı diye yutturmaya çalışmaktan başka bir şey değildir CHP’nin yaptığı. Kaç tane kongre yaparsa yapsın, hangi kurumunu değiştirirse değiştirsin, CHP ve Deniz Baykal zihniyeti, toplumsal muhalefetin takozu olmaya devam edecek. Anayasa tartışmaları yapıldı, yapılmaya da devam edecek. Bu gelişmedeki en uygun tanımı ise BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş yaptı; “ideolojiler de değişse statükolar değişmeyebilir, AKP zihniyeti de eski statükonun yerine kendisini rahatlıkla ikame edebilir, gidişat öyle şu anda”. Egemenlerin gündemi ne olursa olsun, o gündemde halkın haklarına yer verilmeyecek. Zaten haklarımızı onlar vermeyecek, söke söke biz alacağız; Taksim’i aldığımız gibi...
4
GÜNDEM 16 Nisan 2010 / 29 Nisan 2010
Halk›n Sesi
Cini flifleye kim t›kacak? hmet Türk'e Samsun'da atılan yumruklar, "kardeşleşme" sorununu yeniden yakıcı gündem A haline getirdi. Bütün partiler olayı kınadılar; gazeteler, televizyonlar saldırganı lanetlediler. Ama saldırganın çalıştığı kahvenin sahibi "Her Türk vatandaşının yapabileceği bir şey yaptı. Onunla gurur duyuyorum" deyiverdi. Cini şişeden çıkarmak kolay ama içeri tıkmak o kadar da kolay değil, cin "kafasından bastırılarak" girmiyor çıktığı yere. Artık görülmesi gerekiyor, "Türkler" ve Kürtler arasındaki bu ayrışmanın arkasında "provokatörler", "dış mihraklar" filan var ama halk içinde yaratılmış gerçek temellere dayanan çatışmalar da var. Elbette işçiler de, ezilen halklar da birbirlerinin kardeşleridir. Ama "tarihsel olarak"; ama "nesnel çıkarları bakımından"... Türklerle Kürtler arasındaki ayrışmanın önemli eksenlerinden biri de işçi hareketinde. Şöyle bir bakın, Türk-İş'te (ve hatta DİSK'te) MHP'lilerin yönetiminde bulunduğu kaç genel merkez, kaç şube, kaç temsilcilik Ferda var. "Aşağıya" doğru indikçe Koç ırkçılık azalıyor mu, artıyor mu? Irkçılık, yalnızca MHP'li ferdakoc@ sendikalarla mı sınırlı? “Sosyal hotmail.com demokrat”, hatta sosyalist ve Marksist olduğunu ileri süren bazı sendikal yönetimlerin açık veya örtük ırkçı söylemler kullandıklarını da görmüyor muyuz? "Kamu Çalışanları Hareketi" ile adı özdeş olan KESK'in, açıkça bu mücadeleyi baltalamak için kurulan “kontra sendikalar” karşısında azınlığa düşmesinde, örgütlü ve örgütsüz kamu çalışanları içindeki ırkçılığın rolü küçümsenebilir mi? Türkiye işçi sınıfının Kürt olmayan kesimleri içinde Kürtlere karşı gelişen olumsuz duyarlılığın temelinde Türkiye’deki işçi sınıfı oluşumunun son 30 yılına damgasını vuran “büyük proleterleştirme süreci”nin ta kendisi bulunuyor. Bugünkü proleterleştirme sürecinin, “dirençsiz”, “dayanıksız”, “yaralanabilir”, “otorite altına alınabilir” toplum kesimlerine odaklandığı biliniyor. Kürtler, bu özelliklerin birçoğunu birlikte taşımaları nedeniyle, proleterleştirme sürecinin temel bileşenlerinden. “Kürt proleterleşmesi”, bir yandan Türkiye'deki bütün yoksul halk sınıflarını konu alan proleterleşme sürecinin genel özelliklerini paylaşırken, diğer yandan da “Kürt sorunu”nun özgün bir yansıması olarak cereyan ediyor. Ulusal baskı siyaseti, Kürtlerin hem mülksüzleştirilmesi, hem emek gücü pazarıyla yüz yüze gelmeleri, hem de istihdam özelliklerinde şekillendirici bir unsur. Proleterleştirilirken Türkler de Kürtler de mülksüzleşiyor ama "mülksüzleşen" Kürt'ün eline "üç çocuk" değil ortalama "5-6" çocuk ve ölenden gidenden geri kalmış bir o kadar da ek nüfus bakıyor. O yüzden 2000 kilometre yol tepiyor bir işe kapılanmak için; düştüğü kapının dilinden dişinden anlamıyor; bir gitti mi geri dönecek mezarı bile kalmıyor. Bir de Kürt yalnız topraktan ekmek çıkmadığı için düşmüyor "gurbetin yoluna"; yaylaya çıkmak yasak, ormanı, merası yanmış, köyü yıkılmış, arkasında ölümlerle bırakıyor bıraktığı yeri. İşte bu yüzden Kürdün "işçileşme yolu" öteden beri otobandan değil, dağ yolundan geçiyor. Kürt ya "ırgat" oluyor, ya da "amele". Irgatlığa giderken çoluk çocuk Diyarbakır'dan, Bingöl'den baharın orta yerinde kalkıyorlar, şehir şehir çalışıp dönüyorlar hazanın orta yerinde. İnşaata giderken harbe gider gibi gidiyorlar. Kardeş, amca, dayı, yeğen, baba, bazen büyük baba çıkıyorlar yola. Kaçı geri döner bilinmez. Malum, Türkiye'de en çok işçi inşaatta ölüyor. Bu güvencesizliğe, bu sefilliğe, bu vahşi boğazlaşmaya alışkın Kürt işçiyi neoliberal azgınlığın güvencesizlik usulleri havada kapıyor... Kürt, Çukurova'nın pamuk tarlalarında kurduğu çöp evlerden "daha iyi" buluyor Tahtakale'de, Altıntepe'de 8 çocukla kafasını soktuğu tek göz briket evi. Hem burada küçük oğlanı ilkokula da gönderebiliyor öğlene kadar; öğlenden sonra da mendil satmaya. Taşeronda da "Allah'a şükrediyor", tersanede de... Sendikalı, sigortalı işçinin gözünde, taşeronda çalışan işçi, büyük patronunun onun yanına verdiği "hizmetli". İşteyken yükle yükleyebildiğin kadar. Taşeron işçisi Kürt'se çilesini iş bitince de bitirmeyeceksin; İşin dışında da aşağıla ki kafasını kaldıramasın! İşsiz Türk'ün gözündeyse "dağdan gelip bağdakinin yerini alıyor Allah'ın kıroları; üstelik hepsi de PKK." Evet ırkçılık sorunun işçiler içindeki kaynağının bazı çizgileri bunlar. Önümüz 1 Mayıs. 32 yıl sonra Taksim serbest! Ama DİSK ve KESK Taksim kürsüsüne ancak yanına Türkiye işçi sınıfının bütün ırkçı tufeylilerini alarak çıkabilecek! Diyarbakır'da ise 1 Mayıs kutlanmıyor; geçen yıl bölge kutlaması Urfa'da yapılmış, bu yıl Batman'da yapılıyor... Kürt proleterleşmesini yeni işçi hareketinin gücüne kim dönüştürecek; güvencesiz işçiliğe karşı mücadeleyi bir "barış programı" ile kim taçlandıracak? Cini şişeye kim tıkacak?
İSKİ suya zam yaptı İstanbullular bilmiyor
İ
stanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) su birim fiyatlarına gizlice 4-10 kuruş arasında zam yaptı. İSKİ zamları hiçbir yerde duyurmadı. Zamlar, ancak İSKİ’nin internet sitesinde yer alan su birim fiyatlarının yazılı olduğu tablolar karşılaştırıldığında anlaşılabiliyor. Yeni tarifeye göre 0-10 metreküp arası su kullanımı 2,31 liradan 2,35 liraya, 10-20 metreküp arası kullanım 3,47 liradan 3,54 liraya çıktı. 20 metreküpün üstündeki su kullanımları ise 4,62 liradan 4,71 liraya çıkarken işyerleri için 4,97 lira olan su birim fiyatı da 5,05 liraya çıktı. 1 Mart’ta yapılan zamları İstanbullular nisan ayındaki su faturalarında görecek.
Açılım tüm şiddetiyle sürüyor S
elahattin Demirtaş, BDP’nin 6 Nisan’daki TBMM grup toplantısında TSK’nın bölgeye asker ve mühimmat sevkiyatına dikkat çekerek “Eğer AKP böylesi bir dönemde askeri operasyon yaparsa biz bütün milletvekilleri olarak operasyon bölgesine gideceğiz. Gerekirse gençler birbirini öldürmesin diye tankların önünde duracağız.” demişti. Bu konuşmadan sadece bir hafta sonra yaşanan gelişmeler hem Demirtaş’ın dikkat çektiği operasyon hazırlıklarını doğrular nitelikte gelişti hem de AKP’nin Kürt sorunu karşısındaki tavrını netleştirdi.
AKP SAVAfiI VE fi‹DDET‹ DER‹NLEfiT‹R‹YOR TSK son günlerde bölgedeki askeri varlığını güçlendirmeye çalışıyor. Asker ve mühimmat takviyesi özellikle Irak sınırında yoğunlaşıyor. Son birkaç hafta içinde bölgeye binlerce asker, özel harekât birlikleri ve korucular sevk edilirken hava destekli operasyonlar için helikopter takviyesi de yapıldı. TSK bölgedeki askeri hareketliliği “bahar aylarında yaşanabilecek sızmalara karşı önlem” olarak açıkladı. Ancak bu açıklamalar Kürt hareketi tarafından inandırıcı bulunmadı. Yapılan açıklamalarda sevkiyatın mart ayı başında Türkiye’ye gelen ABD'nin Irak Gücü Kurmay Başkanı Josef Anderson’ın Beşir Atalay ile yaptığı görüşme sonrasına denk gelmesinin tesadüf olmadığı dile getirildi. Öte yandan nisan ayı başından bu yana bölgede TSK operasyonları da hızlanmış durumda. HPG irtibat bürosu son iki haftadır Haftanin bölgesinin TSK tarafından sürekli
Açılım sözleriyle demokratlığı oynayan AKP gerçek yüzünü bir kez daha gösterdi. AKP’nin elindeki tek çözüm savaşı şiddetlendirmek
14 yafl›ndaki H.T. bafl›na üflüflmüfl onlarca polis taraf›ndan dövüldükten sonra, yerlerde sürüklenerek gözalt›na al›nd›. Annesinin ve yak›nlar›n›n H.T.’yi polislerin ellerinden alma giriflimleri ise sonuç vermedi. bombardıman altında tutulduğunu duyururken, HPG’nin eylemsizlik kararına sadık kaldığını ve savunma pozisyonlarını koruyacaklarını duyurdu. Bölgede askeri hareketlilik sürerken Erdoğan’ın ABD’ye gittiği gün İstanbul’da “üçlü güvenlik komitesi”nin beşinci toplantısı gerçekleştirildi. Toplantıya ABD
adına tümgeneral Josef Anderson, Irak adına ulusal güvenlikten sorumlu Devlet Bakanı Şirvan El Waili ve Türkiye’den İçişleri Bakanı Beşir Atalay katıldı. Toplantı sonrası yapılan açıklamada “PKK’ye karşı mücadele kararlılığının yinelendiği” belirtilirken toplantının ayrıntıları hakkında bilgi verilmedi. Söz konusu gelişmeleri yorumlayan
KCK ise “Türkiye’nin kapsamlı bir operasyona hazırlık yaptığını” savundu.
KÜRT HALKI SOKAKTA Askeri operasyonlara yönelik tartışmalar sürerken Selahattin Demirtaş, Kürt halkı üzerindeki baskıların “açılım sürecinde” artarak devam ettiğini dile getirerek, 14 Nisan 2009’da başlayan
operasyonlar sonucu tutuklanan 107 BDP’linin iddianameleri hazırlanmadığı için bir seneden beri tutuklu bulunduklarını hatırlattı. Operasyonların başladığı günün yıldönümünde ülke genelinde yürüyüşler düzenlenmesi kararının alınmasının ertesi günü Kürt halkı yeni bir saldırı haberi ile sarsıldı. Kürt siyasetinin en yaşlı ismi, Kürt halkı tarafından Rîhspî (yaşça büyük kanaat önderi) ve dokunulmaz sayılan DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk Samsun’da göz göre göre yumruklu saldırıya uğradı. Saldırının planlı olduğu kısa zamanda ortaya çıkarken Selahattin Demirtaş çok sert bir açıklama yaparak “saldırıyı yanınıza bırakmayız” uyarısında bulundu ve kontrgerilla faaliyetlerinin yoğunlaştığı SamsunTrabzon hattına dikkat çekti. Saldırının düzenlendiği 12 Nisan’da başlayan protesto gösterileri ertesi gün ülke geneline yayıldı. Diyarbakır, İstanbul, İzmir, Mersin başta olmak üzere birçok şehirde onbinlerce kişi sokağa çıkarak Ahmet Türk’e yapılan saldırıyı kınadı. Samsun’da düzenlenen protesto gösterisine ise yine faşistler saldırdı. Hakkari’deki protesto yürüyüşlerine de polis saldırdı. Polis saldırısı sonucu çıkan çatışmalarda çok sayıda kişi gözaltına alındı.
AKP: ÖLDÜREMEZSEM SÜRÜNDÜRÜRÜM Kürt hareketinin bölgedeki siyasi varlığını kıramayan AKP Kürt halkının direncini baskı ve şiddet yöntemleriyle kırmaya çalışıyor. Avrupa’da operasyonlar düzenleniyor. Kürt hareketine yönelik kıskaç daraltılıyor. Kürt hareketini yok etmeye gücü yetmeyen AKP, ‘öldüremezsem süründürürüm’ diyor.
AKP anayasası için yürümeye değmez Anayasa tartışmaları muhalefeti böldü. Kimileri “AKP ne eylerse iyi eyler” diyen Mazlum-Der ve Genç Siviller gibi gruplarla kol kola girerken, Halkevleri, ÖDP ve DİSK bu platformdan çekildi
Gebzeli termiğe karşı
nayasa değişikliği tartışmaları sürerken Sivil Demokratik Anayasa Platformu da 10 Nisan günü Kadıköy İskele Meydanı’nda bir miting düzenledi. KESK, BDP, ESP, EMEP, EHP, KÖZ, Genç Siviller, 70 Milyon Adım Koalisyonu, DSİP, Mazlum-Der, Özgür Demokratik Alevi Hareketi, Barış Anneleri İnsiyatifi ve Demokrasi İçin Birlik Hareketi’nin katıldığı mitingde kimileri AKP’nin anayasa paketini desteklerken, kimileri de “Ne darbe anayasası ne AKP anayasası” sloganlarıyla yürüdü. Mitingde anayasa
A
tartışmalarına ilişkin iki farklı eğilim öne çıktı. Genç Siviller ve Mazlum-Der üyelerinin de içinde bulunduğu 70 Milyon Adım Koalisyonu doğrudan AKP’nin anayasa paketini destekleyen sloganlarla yürüdü. Mitinge “Ne AKP’nin ne darbenin anayasası” pankartıyla katılan BDP korteji kitleselliğiyle öne çıktı. Mitingde bir konuşma yapan Ahmet Türk de, 1921 Anayasası’nın daha ilerici olduğunu, anayasanın maddelerinden ziyade ruhunun değişmesi gerektiğini söyleyerek Kürt Hareketi’nin çekincelerini ifade etmiş oldu.
K
Gerzeliler, kendi deyimleriyle “termik santral belasına” karşı YEGEP’i kurarak sağlık ve temiz bir çevre hakları için örgütlenmeye başladı. YEGEP’in bileşenlerinden biri olan Gerze Belediyesi de termik santrallere karşı elinden geleni yapıyor. Termik santrallere karşı mücadele yürütenlerin başında da Gerze Belediye Başkanı Osman Belovacıklı geliyor. Belovacıklı, bugüne kadar termik santrallere
aradeniz’in inicisi Sinop’un Gerze ilçesinde, termik santral kurmak isteyen firmalarla Gerze halkı arasında hareketli günler yaşanıyor. Gerze’ye gelen şirket yetkilileri, halkın örgütlü muhalefetiyle karşılaşıp geri dönüyor. 25 Nisan 2010 Pazar günü Gerze’de Yeşil Gerze Çevre Platformu (YEGEP) tarafından “Termik Santral İstemiyoruz Mitingi” düzenlenecek.
Sivil Demokratik Anayasa Platformu’ndan çekilen Halkevleri, ÖDP ve DİSK ise mitinge katılmadı. Mevcut anayasa değişikliği tartışmalarının özünde AKP’nin kendi anayasasını oluşturma çabalarının bulunduğunu belirten Halkevleri, bu tespiti yapmadan “pozitif muhalefet” söylemleriyle sürece dahil olmanın toplumsal muhalefeti AKP’nin planlarına yedekleyeceğini belirtti. Anayasanın sivillerce hazırlanmasının onu demokratik kılmaya yetmediğini belirten Halkevleri, platformun adında da “sivil” ibaresinin öne çıkarılmasının
karşı halkı bilgilendirme çalışamaları yürüttüklerini söylüyor ve ilçelerine termik santral kurmak için gelenlerin halk karşısında hep hüsrana uğradığını ve uğramaya devam edeceğini ifade ediyor. Gerze Belediye Başkanı Osman Belovacıklı ile Termik santraller ve temiz bir çevre hakkı mücadelesiyle ilgili röportajı www.sendika.org adresinden okuyabilirsiniz.
AKP’nin şiddeti doz aşımına uğradı A
KP’nin halka uyguladığı şiddetin dozu gün be gün artıyor. AKP saldırılarının hedefinde bu kez öğrenciler vardı. Bir hafta içinde Ankara ve Adana’da 13 lise ve üniversite öğrencisi tutuklandı.
PARASIZ E⁄‹T‹M ‹STEYEN L‹SEL‹LER TUTUKLANDI 11 Nisan günü Dev-Lis’li öğrenciler paralı eğitime ve YGS’ye karşı eylem yaptılar. Ankara’da bir dersaneden “Sınavlar kaldırılsın, dersaneler kapatılsın” yazılı pankart asan Dev-Lis’lilere bina önünde de arkadaşları destek verdi. Polis binaya pankart asan liselileri döverek gözaltına alırken bina önünde eyleme destek için bulunan liseliler de aynı şiddet ve gözaltı teröründen nasibini aldı. Polis 5’i evrede olayları görüp tepki gösterenlerden olmak üzere 21 kişiyi gözaltına aldı. Liselilerin
çilesi burada bitmedi. Dövülerek gözaltına alınan 10 liseli “polise mukavemet etmek” suçlamasıyla tutuklandı. Öğrenciler itirazların ardından serbest bırakıldı.
ADANA’DA POL‹S TERÖRÜ AKP şiddetinin diğer bir örneği de 13 Nisan günü Adana’da yaşandı. 30 Mart Kızıldere anmasına katıldıkları gerekçesiyle üniversite ve lise öğrencilerinin evlerine sabahtan itibaren polis baskınları yapıldı. Terörle Mücadele Şubesi polislerince yapılan ev baskınları sonucu 15 öğrenci gözaltına alındı. İfadeleri alınmak üzere Adliye’ye sevk edilen arkadaşlarının durumunu öğrenmek için adliyeye gelen bir öğrenci de burada gözaltına alındı. Savcılıkta ifade veren öğrencilerden 9’u serbest bırakılırken 7’si tutuklama talebiyle mahkemeye
sevk edildi. Mahkeme, ikisi Öğrenci Kolektifleri’nden ve biri de HKM üyesi olmak üzere üç öğrenciyi tutukladı.
HERKESE fi‹DDET Adana’daki tutuklamalarla ilgili
Halkevleri Örgütlenme Sekreteri Samut Karabulut yazılı bir açıklama yayımladı. Yaşananların 12 Eylül faşizmini aratmadığını söyleyen Karabulut “AKP, halk düşmanı politikalarına karşı ses çıkartan herkese saldırıyor.” dedi.
AKP’nin iktidar kavgasına olumluluk atfetttiğine dikkat çekti. AKP’nin değişiklik teklifinin emekçilerin taleplerini içermek bir yana, neoliberal politikaların önündeki engelleri kaldırmaya odaklandığını belirten Halkevleri anayasa tartışmalarına ancak ilerici emek örgütlerini ve emekçilerin taleplerini merkezine alan bir inisiyatifle müdahil olunabileceğini vurguladı. ÖDP de, AKP’nin teklifinin halkın öncelikli taleplerine yer vermediği ve seçim barajını düşürmediği için desteklenemeyeceğini belirterek mitinge katılmadı.
Faşistler pusuda
S
on günlerde üniversitelerde polis işbirliği ile düzenlenen faşist saldırı ve provokasyonlar artmaya başladı. İstanbul, Marmara ve Ankara Üniversitesi’nde faşist saldırılar gerçekleştirildi. 6 Nisan’da İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi önündeki camiden çıkan kar maskeli bir grup faşist, üniversite öğrencilerine saldırdı. Saldırı sonucu bir öğrenci bacağından yaralandı. Faşist saldırıya tepki gösteren üniversiteliler can güvenliklerinin olmadığını söyleyerek sınavları boykot etti. 7 Nisan’da Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ne giren, üniversite öğrencisi olmayan üç faşist küfrettikten sonra yanlarında getirdikleri sallama adı verilen kesici aletlerle öğrencilere saldırdı. Saldırı sırasında kendilerini yaralayan faşistler, öğrencilerin karşı koyması sonrası paniğe kapılarak kaçtı. Saldırıya uğrayan üniversiteliler ise faşistlerin düşürdüğü sallamayı göstererek bu aletin üniversiteye nasıl girdiğini sordular. Aynı gün, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi kantininde öğrencilere ülkücü faşistler saldırdı. Saldırı sonucu iki öğrenci yaralandı.
5
DÜNYA 16 Nisan 2010 / 29 Nisan 2010
Halk›n Sesi
Emperyalist kavşakta isyan Rusya ve ABD’nin egemenlik mücadelesine sahne olan Kırgızistan’da renkli devrimle gelen hükümet renksiz bir ayaklanmayla devrildi
IMF sorunun parças›
I Bakiyev (üstte), 2005 y›l›ndaki “Lale Devrimi” ard›ndan yönetimi üstlenmifl, yap›lan seçimlerde de oylar›n yüzde 90'›n› alarak cumhurbaflkanl›¤›n› elde etmiflti
K
ırgızistan'ın başkenti Bişkek'te polis ile hükümet karşıtı protestocular arasında çıkan çatışmada 80’i aşkın kişinin öldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı bildirildi. Cumhurbaşkanı Bakıyev'in muhalifleri hükümet dairelerine saldırarak devlet radyo ve televizyon binasını basarak yayınları kısa bir süre durdurdu. GEÇ‹C‹ HÜKÜMET KURULDU Hükümet karşıtları ile emniyet güçleri arasında çıkan çatışmaların ardından muhalefet yönetime el koyduğunu açıkladı. Muhalefet liderlerinden, eski dışişleri bakanı Roza Otunbayeva, geçici bir hükümet kurduklarını belirtti. Geçici hükümetin altı ay süreyle iktidarda kalacağını ifade eden Otunbayeva, BBC'ye yaptığı açıklamada yeni savunma ve içişleri bakanlarının atandığını da belirtti. Geçici hükümetin yeni bir anayasa hazırlığı çalışmalarına da gireceğini açıklayan Otunbayeva, ülkedeki ABD ve Rusya’ya ait askeri üslerinin aynen korunacağını da ifade etti. Geçici başbakan birinci
Filistinliye İsrail sürgünü İ
srail hükümeti, Batı Şeria'da on binlerce Filistinliyi sınır dışı edilme tehlikesiyle karşı karşıya bırakacak bir askeri genelgeyi yürürlüğe koydu. Genelge, İsrail ordusundan izin belgesi olmayan kişileri hedef alıyor ve kaçak tanımını genişletiyor. Batı Şeria'daki birçok kişi geçmişte buradaki mülteci kamplarında kaldığı için, İsrail'in düşman olarak gördüğü komşu ülkelerin kimlik kartlarını taşıyor. Birçok Filistinlinin adresi de Gazze olarak görünüyor. 1969'da çıkarılan genelgede kaçaklar "Ürdün'ün doğu yakası ile Suriye, Mısır ve Lübnan'dan bilerek ve yasa dışı olarak ülkeye giren kişiler" olarak tanımlanıyordu. Şimdi bu tanım, "ülkede yasadışı olarak bulunan ve izni olmayan kişiler"i içeriyor. Yeni uygulamayla, İsrail ordusunun onayladığı belgeleri olmayanlar 72 saat içinde Batı Şeria'dan sınır dışı edilebilecek. Bu kişiler, yedi yıla kadar hapis cezasına da çarptırılabilecek. Filistinli yetkililer, yeni uygulamanın "etnik temizlik"le aynı anlama geldiğini ifade etti. Filistinli başmüzakereci Saib Erakat, genelgeyi, ırkçı rejimlere özgü bir uygulama olarak niteledi ve genelgenin Filistinlilerin hapse atılmasını ve sınır dışı edilmesini önemli ölçüde kolaylaştırdığını söyledi. İsrail ordusu ise mevcut kuralların zaten Batı Şeria'da "yasadışı" olarak bulunan Filistinlilerin sınır dışı edilmesine izin verdiğini, yeni düzenlemenin sınır dışı uygulamalarına yargı gözetimi getirdiğini savunuyor.
7
iklim 5 kıta
yardımcısı Almazbek Atambayev de, mutlak şekilde parlamenter sisteme geçileceğini belirterek “Devlet Başkanlığı sistemi halka hiçbir fayda getirmedi.” dedi. Daha önce ülkenin güneyinde bulunan Celalabad’ta yaptığı bir açıklamada “Ben devletin seçilmiş başkanıyım, bu olanlar çılgınlıktan ibaret.” sözleriye yenilgiyi kabul etmeyeceğini ifade eden Bakiyev, daha sonra kendisi ve ailesinin can güvenliği sağlanırsa, görevinden istifa etmeye hazır olduğunu açıkladı. Otunbayeva ise Bakiyev ailesinin görevden çekilmesi ve ülkeyi terk etmesi halinde güvenlik garantisi verdiklerini duyurdu. Geçici hükümet, teslim olmazsa Bakiyev'in yakalanacağını bildirmiş, ve Bakiyev'in cumhurbaşkanlığı dokunulmazlığını kaldırmıştı. Kırgızistan'ın başkentindeki çatışma haberleri sonrası ABD elçiliği 'derin kaygılarını' ifade ederken, Rus hükümeti de sükunet
telkininde bulundu. Rusya Başbakanı Vladimir Putin ayaklanmada Moskova'nın parmağı olduğu iddialarını yalanladı ve bunun Kırgızistan'ın iç meselesi olduğunu savundu. Rusya Cumhurbaşkanı Dimitri Medvedev de protestoların "mevcut rejime duyulan öfkeyi" yansıttığını söyledi. Ülkenin ikinci bir Afganistan'a dönüşme tehlikesi bulunduğunu söyleyen Medvedev, görevden indirilen Kurmanbek Bakiyev'i çekilmeye çağırdı. RENKL‹ DEVR‹MLE GÖREVE GELM‹fiT‹ Bakiyev, 2005 yılındaki “Lale Devrimi” ardından yönetimi üstlenmiş, yapılan seçimlerde de oyların yüzde 90'ını alarak cumhurbaşkanlığını elde etmişti. Ancak Bakiyev'i eleştirenler, onun görev süresinde ifade özgürlüğüne kısıtlamalar getirdiği ve daha baskıcı bir ortamın oluşmasına neden olduğu yorumlarını yapıyor.
ESK‹ ORTAK YEN‹ BAfiKAN Muhalefet lideri ve geçici hükümet başkanı Roza Otunbayeva “Lale Devrimi” sırasında Bakiyev’le birlikte hareket etmişti. Sovyet eğitimli Otunbayeva, önceki hükümette dışişleri bakanlığı yapmış, bu görevinin öncesinde ise ABD ve Britanya’da büyükelçilik görevlerinde bulunmuştu. EMPERYAL‹ST KAVfiAK Bölgedeki komşuları arasında en yoksul ülkelerden biri olan Kırgızistan, enerji ve diğer doğal kaynaklara erişimin yanı sıra, ticaret yollarının ve Afganistan'daki operasyonlara malzeme tedarik yolunun üzerinde yer alması açısından önem taşıyor. ABD'nin bir hava üssünün bulunduğu Kırgızistan, bu ülkenin Afganistan operasyonunda kilit bir öneme sahip. Manas Üssü, Özbekistan'daki "K2 Üssü"nün kapatılmasından bu
yana ABD ordusunun Afganistan'daki operasyonları açısından başlıca askeri merkezlerden biri olmuştu. Cumhurbaşkanı Kurmanbek Bakiyev, Manas üssü için ödenen kira konusunda Washington'a ciddi bir baskı uygulamaktaydı. Ancak 2009'un başlarında Rusya'nın verdiği yüklü bir yardım taahhüdünü de arkasına alan Bakiyev, üssün kapatılacağını açıklamıştı. ABD başkanı Barack Obama da ABD’nin Manas Üssü’nü kullanmaya devam edebilmesi için bizzat devreye girmişti. Manas Üssü’nün 40 kilometre uzağındaki Kant’ta ise Rus hava üssü bulunuyor. Bu arada Rusya, Bişkek dışındaki askeri üssünün korunması için bölgeye 150 kişilik bir paraşüt birliği gönderdi. ABD’li askeri yetkililer ise faaliyetlerini durduran Manas Üssü’nün kısa süre içinde faaliyetlerine tümüyle devam edebileceğini umduklarını söyledi.
Tayland’da iktidar kavgası durmuyor T
ayland’da “kırmızı gömlekliler” olarak bilinen Takhsin Şinavatra'nın taraftarları hükümet güçleriyle çatıştı. Çatışmalar sonucu dördü polis olmak üzere 21 kişinin öldüğü, 800 kişinin de yaralandığı bildirildi. 2006 yılında darbeyle görevden uzaklaştırıldıktan sonra şu an sürgünde yaşayan eski başbakan ve işadamı Şinavatra taraftarları yaklaşık bir aydır protesto gösterileri gerçekleştiriyordu. Askerler ve polis göstericilere karşı göz yaşartıcı gaz ve plastik mermiler kullanırken, protestocular bunlara molotof kokteylleri ile karşılık verdi. Yerli ve yabancı bazı gözlemciler güvenlik güçlerinin göstericilere karşı gerçek mermi de kullandığını iddia etti. Hükümetin yeni seçime gitmesini isteyen göstericiler yaklaşık bir aydır kentin çeşitli kesimlerinde kamp kurdu.
Güvenlik güçlerinin engelini aşan binlerce hükümet karşıtı gösterici bir uydu yayın istasyonunu basarak muhalefete bağlı kapatılan televizyon kanalını yeniden yayına sokmaya çalıştı.
Tayland Genelkurmay Başkanı Anupong Paojinda, güvenlik güçleriyle hükümet karşıtı göstericiler arasında devam eden çatışmaların ardından parlamentonun feshedilmesi çağrısında bulundu.
Krizi sona erdirmek için güç kullanma yanlısı olmadıklarını belirten Orgeneral Paojinda, "Sorun, siyasi yöntemlerle, parlamentonun feshiyle çözülmeli. Parlamentonun ne zaman feshedileceği müzakerelerin sonucuna göre belirlenmeli." dedi. Thaksin Şinavatra, 19 Nisan 2006’da gerçekleştirilen askeri darbenin ardından ülkeyi terk etmişti. Ülkedeki en önemli medya kuruluşlarının sahibi bir işadamı olan eski başbakan Şinavatra İngiltere Premier Lig takımlarından Manchester City’nin yüzde 75 hissesini satın alarak klübün başkanlığını yapmıştı. Diğer yandan Başbakan Abhisit Vejjajiva ise 2008 yılının Aralık ayında kraliyet yanlısı “sarı gömleklilerin” havaalanlarını işgal ettikleri, bir hafta süren protestoların ardından iktidara gelmişti.
Güvenlik ‘nükleer güçlere’ emanet A
BD Başkanı Obama ve Rusya lideri Medvedev, nükleer silah stoklarını üçte bir oranında azaltacak olan anlaşmayı Prag'da imzaladı. Kilit önemdeki anlaşma, iki ülkenin stratejik nükleer savaş başlıklarını yüzde 25 ila 30 arasında azaltmayı öngörüyor. Mart ayında üzerinde uzlaşmaya varılan anlaşma uyarınca ABD ile Rusya'nın 1550'den fazla işler durumda nükleer savaş başlığı olmayacak. Silah indirimi yedi senelik bir süreye yayılarak gerçekleşecek. Anlaşma, Rusya ve ABD arasında 1991'de imzalanan ve geçen aralık ayında süresi dolan Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşması ya da kısaca bilinen adıyla START'ın bir devamı niteliğinde. İmza töreninden önce konuşan ABD Başkanı Obama, "son 20 yılın en kapsamlı silah kontrol anlaşmasında" uzlaşma sağladıklarını söyledi. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, anlaşmanın iki ülke arasında tesis edilen "yeni bir güven düzeyine"
ABD ve Rusya’nın nükleer silah stoklarını azaltmak için anlaşmasının ardından gerçekleştirilen Nükleer Güvenlik Zirvesi’nde İran’a yaptırım ve nükleer terörizm konuşuldu işaret ettiğini belirtti. Ancak Lavrov, Rusya'nın ABD'nin füze kalkanı projelerinden tedirgin olması halinde anlaşmadan çekilebilecekleri uyarısında da bulundu. Öte yandan, ABD ve Rusya’nın imzaladığı bu anlaşmanın İran’a karşı yaptırım uygulama yolunda varılan bir uzlaşma olduğu ifade ediliyor. NÜKLEER Z‹RVE SONA ERD‹ Washington'daki Nükleer Güvenlik Zirvesi 13 Nisan’da sona ererken dünya liderleri, tüm nükleer maddelerin korunmasına yönelik dört maddelik plan üzerinde uzlaştı. Bu plana göre bütün ülkeler nükleer silahları korumak ve teröristlerden uzak tutmakla yükümlü olacak. Zirvede
Meksika, Şili ve Ukrayna gibi bir çok ülke, zenginleştirilmiş uranyum stoklarını yok etmeyi kabul etti. Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç, yüksek düzeyde zenginleştirilmiş 90 kiloluk uranyum stoğunun bir kısmını ortadan kaldırma, bir kısmını ABD’ye yollama sözü verdi. Şili martta 18 kilo uranyumu ABD’ye yollamıştı. Şili’nin ardından Kanada ve Meksika da aynı yoldan gideceğini açıkladı. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ise “Fransa’nın güvenliğinin garantisi nükleer silahlardan vazgeçmeyeceğim, tehlikeli bir dünyada mümkün değil” derken, asıl sorumlunun ABD ile Rusya olduğunu belirtti. Sarkozky, nükleer materyalleri
MF başkanı Dominique Strauss-Kahn Cambridge Üniversitesi'nde protesto edildi. IMF Başkanının konuşma yaptığı salonun balkonunda "IMF çözümün değil, sorunun parçası" yazılı pankartı açıldı. Protestolara alışık olan Kahn, protestocular salondan çıkarıldıktan sonra konuşmasına devam etti. Devletin kaynak yaratarak büyümeyi desteklemesini öneren Keynezyen politikalarından övgüyle bahseden Kahn, diğer yandan çelişkili bir şekilde küresel krizden dolayı artan kamu borç miktarının doğuracağı sıkıntılara değindi. Kahn, kamu borçlarının başka bir küresel krizi tetikleyebileceğini ifade etti.
Mo¤olistan'da da muhalifler sokakta
K
ırgızistan'ın ardından Moğalistan'da da hükümet karşıtları sokağa döküldü. Başkent Ulan Bator'da çadır kuran protestocular, ülkenin yeraltı kaynaklarından herkese eşit pay verilmesini talep ediyor. Yoksul mahallelerden ve kırsal kesimden 5 bini aşkın kişi meclisin feshedilmesi talebiyle eylem yaparak referandum kararı alınıncaya kadar açlık grevine gideceklerini açıkladı. Moğolistan'ın en büyük gelir kaynağı zengin maden yatakları. Bakır, kömür, çinko, demir ve altın çıkarılan Moğalistan, Asya'daki en zengin bakır rezervine sahip ülke.
Polonya uça¤› düfltü
P
olonya Cumhurbaşkanı Lech Kaczynski ve eşi 10 Nisan’da Rusya'da geçirdiği uçak kazasında öldü. Kaczynski'nin bulunduğu uçağın bir Rus havaalanı yakınında düştüğü açıklandı. Ölenler arasında ülkenin Merkez Bankası Başkanı, Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Genelkurmay Başkanı, milletvekilleri ve bazı tarihçileri de bulunuyor. Rus ve Polonyalı yetkilliler yoğun sis altındaki havaalanına yaklaşırken düşen uçakta hayatta kalan yolcu olmadığını söyledi. Smolensk yakınlarında düşen uçakta 92 kişi hayatını kaybetti.
yasadışı biçimde teröristlere aktaran ülkelerin liderleri için uluslararası yargılama önerdi. NÜKLEER GÜÇLER 5 Mart 1970 yılında imzalan Nükleer Silahsızlanma Anlaşması’na (NPT) göre ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin nükleer silahlara sahip devletler olarak tanımlanıyor. NPT’ye taraf olan ülkeler içinde ABD’nin 2 binden fazla nükleer silahı olduğu ifade edilirken, Rusya'nın ise 3 bin kadar nükleer silahı olduğu düşünülüyor. NPT’ye taraf olan Fransa, Çin ve İngiltere’nin ise sırasıyla 300,180 ve 160 nükleer silahı bulunuyor. Diğer yandan NPT’yi imzalamamış olan ülkelerden İsrail’in 80, Pakistan’ın 60, Hindistan’ın ise 60 nükleer silahı bulunuyor. İsrailli yetkililer nükleer silahları olduğunu şimdiye kadar ne yalanlamış ne de doğrulamış durumda. Kuzey Kore nükleer silahları olduğunu iddia ediyor, ancak bunu kanıtlayan bir bilgi yok.
Çin'de deprem: En az 400 ölü
Ç
in’in kuzeybatısındaki Çinghay’da meydana gelen depremde en az 400 kişi hayatını kaybetti. Yetkililer enkaz altında kalanlar olduğunu belirtirken, yaralı sayısının 10 bin kişiyi bulduğu söyleniyor. Richter ölçeğine göre 6.9 büyüklüğündeki deprem, Tibet ile Çinghay arasındaki dağlık bölgeyi vurdu. Sabah 8 sularında pek çok kişinin evde olduğu sırada meydana gelen depremin ardından üç artçı sarsıntı daha yaşandı.
6
İNSANCA YAŞAM 16 Nisan 2010 / 29 Nisan 2010
Halk›n Sesi
Eğitimde ölümle imtihan Kamu hizmetlerinde ticarileştirme can alıyor. Veliler çocuklarını dershanelere yazdırmak için borç batağına, öğrenciler sınav kaygısıyla intihara sürükleniyor.Bu sistemde tek kazanan dershaneler oluyor
K
amu hizmetlerinin ticarileştirilmesi insan hayatına mal oluyor. Üstelik ölümler sadece sağlık, beslenme gibi insan hayatını doğrudan ilgilendiren hizmet alanlarında yaşanmıyor. İnsan hayatına dolaylı etkisi olan eğitim hakkına erişilemediği için gerçekleşiyor. Eğitim sisteminin paralı hale gelmesi veliler ve öğrencilerin hayatından vazgeçmelerine sebep olacak sonuçlar doğuruyor. 11 Nisan’da Yükseköğretime Giriş Sınavı’na (YGS) giren 1,5 milyon adayın hangi koşullarda sınava hazırlandığı ve sınavı kazansalar bile gelecekleri belirsizliğini korurken bu sınavı kazanmak için aileler borç altına, çocuklar da strese giriyor. B‹NLERCE VEL‹ ‹CRALIK Nisan ayının ilk gününde Muğla’nın Fethiye İlçesi’nde kız kardeşiyle beraber öğrenim gördüğü dershaneye olan 5 bin TL'lik borcu nedeniyle annesi hapse giren 18 yaşındaki Soner Semih Sipahi bu üzüntüye dayanamayıp intihar etti. Sipahi’nin intiharı ülke çapında sarsıcı bir etki yaratınca İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, borçlu olunan dershaneye ödeme yaparak şikâyetini geri almasını sağladı. Oğlunun hayatına karşılık anne Emine Sipahi özgürlüğüne kavuştu. Soner ve annesi Emine’nin yaşadıkları sınava endeksli bir eğitim sistemi ve eğitim hizmetinin niteliğinin düşürülerek bu alanda özel sektörün önünün açılmasının, kısacası eğitim hizmetinin ticarileştirilmesinin bir sonucuydu. Onlarla benzer kaderi paylaşanların sayısı her geçen gün artıyor. Tüm Özel Öğretim Kurumları Derneği'ne
Arızlı’da çadıra saldırı Marmara Depremi sonrası Irak’ın hibe ettiği parayla inşa edilen ve yakınlarını kaybeden depremzedelerin yerleştirildiği konutlara valiliğin bürokratları yerleştirmek için depremzedelere yönelik tahliye baskısı sürüyor. Aidatları geciktiren konut sakinleri valilik tarafından icraya verilince Arızlı halkı evlerine gelen icra kâğıtlarını protesto etmek için 11 Nisan’da konutların bahçesine çadır kurdu. Bir süre sonra konutlara gelen çevik kuvvet polisleri çadırları bahane ederek halka saldırdı. Saldırı sonrası 9 kişi gözaltına alınırken 3 kişi de yaralandı. Polisin ilk saldırısında çadırları toplamayan depremzedelerden altısı gözaltına alındı. Bu saldırıyı protesto etmek için yapılan basın açıklaması esnasında polis basın açıklamasını yapan Recep Uğur’a sözlü tacizde bulununca yaşanan arbede de 3 kişi daha gözaltına alındı. Polisin saldırısından sonra Arızlılar konutların bahçesinde oturma eylemi başlattılar. Bir süre sonra yine saldıran polis hem Arızlıları hem de gazetecileri konutların dışına çıkarttı. Bunun üzerine konutların önünde bulunan yolu trafiğe kapatan halk buradan 9 depremzedenin gözaltında tutulduğu Kuruçeşme Polis Karakolu’na giderek eylemlerini karakol önünde sürdürdü. Gözaltına alınanlar ertesi gün serbest bırakıldı.
göre, Türkiye'de dershaneye giden 1 buçuk milyon öğrenci var ve bu öğrencilerden 45 binin ailesi ödeme yapamadıkları için dershanelerle mahkemelik. Binlerce ailenin icralık olması şaşırtıcı değil. Asgari ücretin 576 TL, ortalama memur maaşının 1478 TL olduğu Türkiye’de 800 ile 4 bin lira arasında değişen dershane fiyatları el yakıyor. Okullarda boş geçen dersler, sınava dayalı eğitim sistemi, çocukların dershaneler olmaksızın girdikleri lise ve üniversite sınavlarını kazanamayacağı görüşüne yaygınlık kazandırıyor. Türkiye’de ‘dershaneye gidilmeden sınav kazanılamaz’ inancından ve eğitim sisteminin çarpıklığından faydalanan 4 binin üzerinde dershane bulunuyor. Bu inançla hareket eden aileler çocuklarını dershanelere göndermek için ağır borç altına giriyor. SONER NE ‹LK NE DE SON Mali külfetin yol açtığı sıkıntılar kadar sınavlarla geçen öğrenim hayatının öğrenciler üstünde yarattığı stres de ölümcül boyutlara varabiliyor. Soner’le beraber son bir ayda 4 öğrenci hayatına son verdi. Erzurum’un Palandöken İlçesi'ndeki, ortaokul öğrencisi Sadık Cucun, annesinin dışarı çıkmasına izin vermeyerek Seviye Belirleme Sınavı’na (SBS) çalışmasını istemesi üzerine 27 Mart’ta intihar etti. 28 Mart günü ise İzmir'in Balçova ilçesinde, düşük not aldığı tarih dersinin öğretmeniyle tartışmasının ardından babası okula çağırılan 17 yaşındaki lise öğrencisi Şahin Yutmaz, 10'uncu kattaki evlerinin penceresinden atlayarak intihar etti. 30 Mart’ta İstanbul’da Ataköy Cumhuriyet
Liseliler isyan etti Ü
Lisesi 10. sınıf öğrencisi Nurten İrem İnan, düşük not aldığını öğrendikten sonra 4. kattaki sınıfının penceresinden aşağıya attı. İntihar girişiminde bulundu. YA SONRASI? Gelecek kaygısı liselileri not ve sınav kaygısıyla ölüme iterken öğrenim hayatları boyunca çalışıp hazırlandıkları üniversite sınavlarının sonrası da onların beklentilerini karşılamaya yetmiyor. Üniversite sınavını kazanan ve yüksek öğrenime devam eden öğrencileri bu sefer de Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) bekliyor. 2009
yılında üniversite sınavına 1 milyon 349 bin 782 kişi girerken, KPSS’ye 2 milyon 408 bin 379 kişi katıldı. Üstelik KPSS için açılmış dershaneler var. 450’den fazla KPSS dershanesi 1300 ile 1500 TL arasında değişen fiyatlarıyla üniversite öğrencileri ve mezunlarına atama ve iş bulma umudu pazarlıyor. Velilerin bin bir zorlukla kazandıkları paradan artırarak veya banka kredileriyle ödediği dershane masrafları 5 Milyar dolarlık dev bir sektörü yaratıyor. Eğitim sisteminin boşluklarından yararlanan ve velilere öğrencilere gelecek için
umut pazarlayan dershaneler elde ettikleri gelirlerle eğitim alanında farklı yatırımlara yöneliyor. Birçoğu özel okullar kuruyor hatta üniversiteler kuruyor. SUÇ ‹KT‹DARLARIN Dershanecilik sektörü gençlerin ve ailelerinin yaşamını geleceğe dair umutlarını emerek büyüyor. Fakat ölümcül sorunların asıl kaynağı dershaneler değil onların önünü açan eğitim anlayışını hayata geçiren siyasal iktidarlar. Neoliberal programı uygulayan hükümetler okullara ödenek vermeyerek, öğretmen
açığını kapatacak atamalar yapmak yerine ücretli öğretmenlik uygulamalarını yaygınlaştırarak eğitimin niteliğine zarar verdi. İlköğretimde dönem sonlarında yapılan Seviye Belirleme Sınavı, Ortaokullarda yapılan liselere giriş sınavı, yaz boz tahtasına dönen üniversite sınavları ve üniversite sonrası KPSS öğrenim yaşantısının tamamını sınavlara odaklıyor. Öğrenciler ders çalışma programlarına ve dershane sistemlerine teslim oluyor. Yoksullar, okula devam edemeyenler, dershaneye gidemeyenler doğal eleme yoluyla “yarışın” gerisinde kalıyor.
niversiteye girişin ilk aşaması olan Yükseköğretime Giriş Sınavı (YGS) ülke çapında liseliler tarafından yapılan eylemlerle protesto edildi. Liseli Genç Umut, İstanbul, Bursa, Eskişehir, Samsun, Ankara, İzmir ve İzmit’de yaptığı eylemlerle sınavların adı değişse de sınava odaklı eğitim sisteminde bir değişiklik yaşanmadığını belirterek YGS’yi protesto etti. Eylemlerde dershane borcu yüzünden intihar eden Soner Semih Sipahi’nin ölümüne duyulan öfke dile getirilirken eşitsiz, gerici ve rekabetçi eğitim sistemine de tepki vardı. Genç Umut paralı eğitime, gerici müfredata ve öğrencileri yarış atına çeviren sınav odaklı sisteme isyan etti. Sınavın olduğu 11 Nisan günü Dev-Lis’li öğrenciler de İstanbul, İzmir ve Ankara’da eylemler yaparak dershane sektöründe tekeleşmiş kurumların çatısına sınava karşı tepkilerini dile getiren pankartlar astılar. Ankara’da yapılan eylemde polis bir dershaneye pankart asan liselilere ve onlara destek verenlere vahşice saldırdı. Parasız eğitim isteyen öğrenciler “polise mukavemet” gerekçesiyle önce gözaltına alındı, sonra tutuklandı. Eğitim hakkı talebiyle sokağa çıkan liseli gençlik de AKP’nin ‘zora dayalı’ politikalarından nasibini aldı.
Sağlık reformunu bir de halka sordular H
astaneleri özel işletme haline getirecek olan Kamu Hastaneleri Birlikleri Yasa Tasarısı için sağlık emekçileri kararı halka bıraktı. Tasarı bir hafta boyunca Türkiye’de hastane bahçelerinde, kentlerin merkezi meydanlarında ve mahallelerde halk referandumuna sunuldu. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), Dev Sağlık-İş ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) Kamu Hastaneleri Birlikleri Yasa Tasarısı için kurdukları referandum sandıklarıyla halkı ve sağlık çalışanlarını bilgilendirme çalışmaları yaptı. Tasarıyı bir de sağlık emekçilerinden dinleyen hastalar ve hasta yakınları,
tasarının getirdiklerini anlatan ve altında “evet” “hayır” ibarelerinin bulunduğu pusularları sandığa attı. Sağlık emekçileri tarafından hazırlanan pusulalarda I Devlet hastanelerinin ticari işletme haline gelmesine, I Hastanelerin ve hastaların sınıflandırılmasına I Sağlık bakanlığının sağlık hizmeti alanından çekilmesine I Katkı payı ve ilaç bedellerinin artmasına I Sağlık emekçilerinin düşük ücretlerle, kölece çalışmasına I Paran kadar sağlık anlayışının yaygınlaşmasına I Halkın vergileriyle kurulan hastanelerin özelleştirilmesine Evet mi hayır mı dedikleri
Kontör vurgunu C
ep telefonu kullananların büyük çoğunluğunun sahip olduğu ön ödemeli hatlarda 1 Nisan’da yapılan kontörden kuruşa geçiş değişikliği GSM firmalarına zam fırsatı sundu. Tüketici örgütleri kontörden kuruşa geçiş esnasında firmaların aralarında anlaşarak görüşme ve SMS fiyatlarında %50 oranında gizli zam yaptıklarını söylüyor. Tüketici Birliği tarafından ortaya atılan görüşe göre üç GSM firmasının yaptığı gizli işbirliğiyle ön ödemeli hat sahipleri kontörlü tarifede 1 dakikalık görüşmeye 20 kuruş öderken, kuruşlu tarifede 1 dakikalık görüşme için 30 kuruş ödemek zorunda kaldı. 65 milyon cep telefonu kullanıcısının 46 milyonunun ön ödemeli kartlarla görüştüğü Türkiye’de bu değişiklik telefon tarifesine fiili olarak zam
yapıldığı anlamına geliyor. Tüketici örgütleri cep telefonu kullanıcılarının ‘ucuz’ tarifeler konusunda da aldatıldığını savunuyor. Cazip görünen birçok tarife ve kampanyada 2 dakika, 3 dakika gibi süreler için düşük fiyat belirtilmesine rağmen abonelerin bu gibi tarifelerde 10 saniye görüşseler bile 2-3 dakika parası ödedikleri belirtiliyor. Tüketici örgütlerinin iddiaları ve tarifeler nedeniyle mağdur olan yurttaşların şikâyetleri Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'nu harekete geçirdi. Cep telefonlarında azami tarifeyi düşüren ve cepten cebe 1 dakikalık görüşme için tarifeyi 65 kuruştan 40 kuruşa çeken kurum konuyla ilgili inceleme başlattığını duyurdu.
soruluyor. Kırmızı pusulalar hayır, yeşil pusulalar ise evet anlamına geliyordu. SANDIKLAR HER YERDE Ankara, İstanbul, Mersin, Mardin, Adana, Burdur, Eskişehir, Samsun başta olmak üzere tüm ülkede sağlık emekçilerinin kurduğu sandıklarda oylar kullanıldı. 5 Nisan’da başlayan referandum 14 Nisan’a kadar devam etti. Hastane bahçelerinde kurulan sandıklarda oy kullanan binlerce kişinin tercihi ilerleyen günlerde kamuoyuna açıklanacak. Hastaneleri bir kamu kuruluşu olmaktan çıkartıp özel şirket gibi çalıştıracak olan tasarı sadece sağlık emekçilerinin
çalışma koşullarını etkilemeyecek. Hastalar da tasarı nedeniyle sağlık hizmetini alırken yeni sorunlarla karşılaşacak. Bu nedenle sağlık örgütleri tasarının oylamasını sadece hastanelerde değil Ankara’da olduğu gibi kimi şehirlerde yoksul mahallelerde ve kentlerin işlek caddelerinde de yaptı. Sağlık emeçileri oy sandıklarını her yerde kurdu. Sağlık örgütleri referandum sürecinin tamamlanmasından sonra sonuçları eylemlerle açıklayacak. 16 Nisan’da Sağlık Bakanlığı önünde kurulan sağlık hakkı kürsüsünde söz alan kurumlar halkın sağlık hakkı talebini dile getirererek “İnsanca koşullarda
HES yapma, kendi kalene gol atma K
aradeniz’den Ege’ye Türkiye’nin farklı bölgelerinde hidroelektrik santrallere karşı verilen mücadelede büyüyor. Halkın su üzerindeki haklarını gözetmeksizin ihale edilen ve lisanslanan HES projelerinde köylülerin fiili mücadelesi yargı kararlarıyla güçleniyor. HES mütahitliğine soyunan Trabzonspor’a cevap ise taraftardan geliyor: Kendi kalene gol atıyorsun! Muğla Köyceğiz’de bulunan ve etrafındaki üç köyün su kaynağı olan Yuvarlakçay için Köylülerin altı aydır geceli gündüzlü sürdürdüğü eylem sonuç verdi. Akarsu üzerine HES yapmak isteyen Afken Holding’in projesine karşı Pınarköy’de oturan 6 kişi adına Yuvarlakçay Koruma Platformu’nca açılan davayı görüşen Muğla 1. İdare Mahkemesi projenin ÇED
HES mtahitliğine soyunan Trabzonspor’a taraftarı tepki gösterdi. Takım Beşiktaş maçında açılan uyarı pankartını ciddiye almazsa işi zor gibi görünüyor. yönetmeliği dışında değerlendirilmesi gerektiğini belirterek yürütmesini durdurdu. NACAKLI D‹REN‹fi HES’lere karşı mücadele Karadeniz’de hem halk hem de sermaye açısından bir adım daha ileriye taşınmış durumda. Rize’nin Çayeli Çataldere Köyü’nde mahkeme 23 Şubat 2010’da Uzundere-2 Regülatörü ve Hidroelektrik Santrali projesinin yürütmesini durdurdu. Fakat proje sahibi Atabey Enerji firması mahkeme kararına rağmen projeye devam etti. Şirket hukuku tanımayınca iş köylülere düştü. Hidroelektrik
Santrali’nde çalışmaları engellemek isteyen köylü Sinan Akçal, elinde yörede odun kesmek için kullanılan nacağı ile inşaat sahasında gece gündüz nöbet tutuyor. Akçal, yüklenici firmanın gizli yürüttüğünü iddia ettiği çalışmaları engellemek için köylü Sinan Akçal halk tarafından taş bariyerler ile girişi kapatılan inşaat sahasında elindeki nacağı ile gece gündüz nöbet tutuyor. Rize İkizdere Vadisi’ndeyse Sanko Holding tarafından yapım çalışmaları süren Cevizlik–1 ve 2 Regülâtörleri ve HES projesi için Rize İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verdi.
TRABZONSPOR NE YAPTIN? Eylemlerin en renklisi ise Bordo Mavili takımın taraftarlarından geldi. Trabzonsporlu taraftar takımlarının HES mütahitliğine soyunmasını tribünlerde protesto etti. Trabzonspor’un biri Uzungöl’ü tahrip edecek şekilde Haldizen Deresi üzerinde, diğeri de Maçka Galyan Deresi üzerinde olmak üzere iki HES projesinin ihalesini alması Karadenizliler tarafından adeta ihanet olarak nitelendirildi. 10 Nisan günü İnönü Stadı’nda oynanan Beşiktaş-Trabzonspor maçının 60. dakikasında Karadeniz İsyandadır Platformu “TS kendi kalene gol atma, Uzungöle’e HES yapma” yazılı bir pankart açarak takımını uyardı. Trabzonspor’un uyarıyı ciddiye almaması durumunda halkın doğrudan eylemlerle karşısına dikilmesi an meselesi.
7
İNSANCA YAŞAM 16 Nisan 2010 / 29 Nisan 2010
Halk›n Sesi
Depremden sonra yaşam ÇA⁄LA A⁄IRGÖL
Elazığ halkı 8 Mart’ta yaşanan depremin ardından halen yoksunluk ve sıkıntılarla boğuşuyor. Çağla Ağırgöl afet bölgesine yaptığı ziyaretin ardından izlenimlerini Halkın Sesi için kaleme aldı
E
lazığ’da yaşanan deprem sonrası köylerdeki tahribat, insanların yürekten sevdikleri eşlerini, çocuklarını kaybetmelerine, bir yanlarının gömüt olmasına, yetişkin bireylerin ve çocukların benliklerinde ağır hasarlar bırakmasına, ruh hallerinin bozulmasına ve evsiz kalmasına yol açtı. Deprem bölgesine yaptığımız ziyaret bize yaşanan yıkımı ve onun sarsıcı sonuçlarını yakından gösterdi. Depremin yol açtığı yoksunluk halen giderilememiş. Elazığ halkı bir yandan bu mağduriyeti yaşarken, bir yandan da ihalelerde usulsüzlük yaptığı ve 3 milyon Avro’luk AB fonunu ne yaptığı belli olmayan AKP’li belediyenin yolsuzluklarını tartışıyor KIZILAY G‹D‹NCE NE OLACAK? Kızılay’ın nisan sonunda çekilmeye hazırlandığı köylerde depremzedeler için yapılacağı söylenen TOKİ konutlarının henüz yeri bile belirlenmemiş. Bizim de deprem bölgesine ulaştığımızda ilk uğrağımız bu sorunun yakıcı bir biçimde hissedildiği bir yer: Evsiz kalan köylülerin yerleştiği prefabrik konutlar. Depremzedeler Kızılay’ın dağıtmış olduğu prefabrik evlerde veya çadırlarda kalıyor. Fakat soğuk nedeniyle prefabrik evler ve çadırlar ısınmıyor. Deprem bölgesinde bulunan Kayalık Köyü’nde halk, aşırı rüzgâr yüzünden prefabrik evlerini uçmaması için tellerle tutturarak sabitlemiş. Köylülerin yiyecek ihtiyaçları şimdilik Kızılay tarafından karşılanıyor. Kızılay afet bölgesinden 8 Nisan’da çekilme kararını valiliğin talebiyle ay sonuna kadar erteledi. Deprem mağduru çocuklar eğitimlerine kaldığı yerden devam etmeleri için yakın köylere gönderiliyor; fakat depremin şoku bazı çocukların üzerinde ağır hasar yarattığından bir çoğu her an deprem olacağı korkusuyla okula gitmiyor. Kayalık Köyü’ndeki insanlar
Kızılay’ın kurmuş olduğu prefabrik banyolarda ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyor. Çamaşırlar soğukta yıkanıyor. Bu yüzden bizim görüştüğümüz köylülerden bir çoğu kendilerine giysi, çamaşır makinesi ve sıcak su aletlerinin verilmesinin işlerini kolaylaştıracağını belirtiyor. AFET BÖLGES‹ ‹LAN ED‹LMED‹ Köylülerle konuştuğumuzdasorunlarının çözümünü kolaylaştırmak amacıyla Elazığ’ın afet bölgesi olarak ilan edilmesi için Palu, Kovancılar, Yarımca, Çakırkaç, Karakocan belediye başkanlarının Ankara’ya gittiğini fakat ilgili bakanlıklığın bu öneriyi kabul etmediğini anlatıyor. Kayalık Köyü halkı kendilerinin en az yardım yapılan köy olduğunu söylüyor. Köyde yapılan kısa bir
SA⁄LIK HAKKI AKP hükümeti döneminde sa¤l›kta neler oldu? Özel sa¤l›k sektörü, AKP hükümeti döneminde tam 12 kat büyüdü. 2002 y›l›nda özel hastanelere aktar›lan para 500 milyon lira iken flimdi 6 milyar liray› buldu. Kamu hastanelerinin SSK’n›n Sa¤l›k Bakanl›¤› hastaneleriyle birlefltirilmesinin ard›ndan ilaç firmalar›na da para akmaya bafllad›. PTT gibi kurumlar›n ayr› hastaneleri vard›. Onlar da bakanl›¤a devredildi. O güne kadar SSK iflçisinin sa¤l›k harcamas› 180 lira iken piyasalaflt›rma ile 700 liraya kadar ç›kt›. SSK, ilaçta 25 fiubat 2005 tarihine kadar 35 milyon kiflinin ilaçlar›n› ya kendisi üretiyor ya
da piyasadan onda biri fiyatla toptan al›yordu. 29 fiubat 2005’ten sonra SSK’n›n fabrikas› kapat›ld›. 2002 y›l›nda 2,5 milyar lira olan ilaç harcamas› 15 milyara ç›kt›. Koruyucu sa¤l›k bir kenara b›rak›l›p vatandafl›n hastalanmas›n› bekleyerek hastal›k üzerinden para kazan›lan bir sistem gelifltirildi. Sa¤l›kta dönüflüm bafllad›¤›nda özel hastanenin vatandafltan yüzde 30 ilave para alma hakk› vard›. 2010 Ocak ay›nda hastaneler s›n›fland›r›ld›. Fark para yüzde 30-70 aras›nda al›nabilir hale geldi. Sa¤l›k hizmetlerinden s›n›rs›z yararlanma hakk› s›n›rland›r›lmaya baflland›.
tur köylülerin haklı olduğunu görmek için yetiyor. Görüştüğümüz köylülerin birçoğu hükümetin kendilerini yok saymasından yakındı. Onlar kulak verince sordukları sorular bir zaman sonra insanın aklında yer ediyor. “Birçok yerden sayısız yardımların yapıldığı bir bölgede insanlar halen nasıl mağdur? Yapılan yardımlar nereye gidiyor? Hasarlı köylere bu denli yardım yapıldıysa çocukların ayaklarında niçin çorap ve doğru düzgün ayakkabı yok?” Üstelik köyde gördüğümüz bir ayakkabısı mavi diğeri siyah olan küçük bir çocuk bazı köylülere yardım dağıtılırken nasıl bir özenle yaklaşıldığını hepimize gösteriyor. Kriz masasına ait yardım depolarındaki mallar bu ayın sonuna kadar kolilenerek Kovancılar,
Palu, Karakocan kaymakamlıklarına teslim edilecek. Yardımlar oradan da ilçelerden hasara uğramış köylere ihtiyacı olan kişilere ulaştırılacak. Yiyecek köylere muhtar nezaretinde ve imza karşılığında dağıtılıyor. BORÇLANDIRMA VAR AMA Depremzedeler için en önemli yardım ve destek merkezi Kızılay ise 30 Nisan’da deprem bölgesinden çekilecek. Depremzedelerin yerleşmesi için önümüzdeki ilk bayrama yetiştirilmesi planlanan konutlar için TOKİ, banka aracılığıyla borçlandırma çalışmalarına başladı. Yer tespitleri bitti; fakat kazı çalışmaları henüz yapılmadı. Depremde ağır hasarlı veya yıkılan evleri olan köylüler, şimdilerde kara kara TOKİ tarafından
yapılacak evlerin parasını nasıl ödeyeceklerini düşünüyor. Çünkü yörede yaşayan köylülerin çoğunun hiçbir geliri yok. Bazı köylüler ise TOKİ tarafından yapılacak evlere karşı çıkıp, devletin kendilerine para yardımının bulunmasını ve kendi evlerini kendileri yapmak istediklerini dile getiriyor. B‹RAZ UMUT B‹RAZ KUfiKU Köylüler kerpiç evlerin sağlıksız olmadığını beton evlerle kıyaslayınca kışın daha sıcak, yazın serin olduğunu söylediler. Kimileri ise kerpiç evlerin sağlıksız, rutubetli, ıslak ve kötü koktuğunu belirttiler. Bu ve benzeri konulardaki kararsızlık, köylülerin ruh halleri için de geçerli. Kimi köylüler gelecek günlerle ilgili umutlu, kimileri ise gelecek günlerden kuşkulu.
Kamu Hastane Birlikleri Yasas› ne getiriyor? Bu tasar› ile, bir ilde bulunan devlet hastaneleri birlefltirilerek hükümetin söz sahibi oldu¤u 7 kiflilik bir yönetim kuruluna devrediliyor. Tasar›, devlet hastanelerinin flirketleflmesi ve kar prensibi ile çal›flmas›n› öngörüyor. Hastanelerin özel sermayeye sat›l›p sat›lmayaca¤›ndan çok “özel” hastane mant›¤›yla çal›flt›r›lacak olmalar› öne ç›k›yor.
Nas›l bir mücadele yürütmeli? Sa¤l›k hizmeti ticari bir mal haline getirilmifl durumda. Önümüzdeki dönemlerde sa¤l›k hizmetinin paral›laflt›r›lmas› politikalar›n›n h›z kazanaca¤› görülüyor. Sa¤l›k alan› sermayenin karl›l›k sorununu çözmek üzere gözde alan olma özelli¤ini koruyor. ‹stanbul’da TEKEL’e ait merkezi 2 araziye de özel hastane yap›lacak olmas› bu nedenle tesadüf de¤il. Ancak, sa¤l›k hizmetinin ertelenemez ve de devletin varl›¤›n› meflrulaflt›r›c› yap›s› gere¤i tamamen özellefltirildi¤ini ilan etmek neredeyse imkâns›z. Bu nedenle sa¤l›k hizmetinin bir hak oldu¤unu savunman›n meflru bir zemini var. Sa¤l›k çal›flanlar›n›n ve halk›n, sa¤l›ktaki uygulamalar›n zararl› yönleriyle tan›flmaya bafllamalar›yla tepkilerin de artaca¤› beklenmelidir. Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasar›s›’na karfl› yürütülecek mücadelede, tasar›n›n geri çekilmesi hedefinden vazgeçmeyece¤iz. Ancak daha da önemlisi “sa¤l›k hakk›”n› savunan örgütsel düzlemler yaratmay› hedefleyece¤iz. En somut haliyle sa¤l›¤›n bir hak oldu¤unu savunan, halk›n do¤rudan kat›l›m›na aç›k, bölgesel örgütler yaratmak bizim için stratejik bir öneme sahip. Sa¤l›¤›n hak oldu¤u bilinciyle mücadeleye kat›lan tüm bileflenlere de bunu öneriyoruz. Sa¤l›k Hakk› Meclisi
Sa¤l›k için bu SES’e kulak vermeli eresinden baksanız sağlık söz konusu olunca bir hassasiyetten bahsedilir. Doğrudan yaşamsal olduğundan sağlığımız mesele olunca her şeyin önem/öncelik sırasında bir değişiklik olabilir. AKP bir önceki seçimde sağlık konusunda yarattığı yanılsamadan faydalanarak oy kazandı. Sağlık hizmetlerini parasız yapacağı yalanlarını afişe etti. Esasında yaptıkları, önceden parasız olan sağlık ocaklarını yine kendilerinin paralı hale getirmesine bir süre ara vermekti. Çok geçmeden katkı parası uygulamasını yine yaşama geçirdi. GSS ruhuna uygun olarak her geçen gün sağlık hizmetinin bir parçası, sigorta kapsamının dışına Hüseyin çıkarılıyor. Bazı tahliller, tetkikler, ilaçlar için vatandaş Boy cebine el atmak zorunda SES Ankara fiube kalıyor. Yöneticisi Hastane kapısına varınca herkes bir gariplik olduğunu anlıyor. Ancak yaşanan bin bir mağduriyet sineye mi çekiliyor, açığa mı çıkarılamıyor nedir çıt yok? Belki zorlansa bin ah çığlığa, isyana dönüşecek. Herkes için hassas olan sağlık, söylenen o ki AKP’nin de yumuşak karnıymış. Ne de olsa AKP, “herkese her kapıyı açtığı” yanılsamasıyla sağlık alanında masalını bir süre sürdürdü. Açılan kapıların ardında hizmete ulaşmada bir boşluk yaşayan halk, ceplere uzanan ellerin sıcaklığını artık hissedebiliyor. Sağlık konusunda AKP de sıkıştı. Çoğunluğu ilaç tekellerine ödemelerin oluşturduğu sağlık harcamaları 3 kat artarken faturayı vatandaşa çıkartmaya başladı. Takviminde aksamış olan sağlıkta dönüşüm programını tamamlaması için sıkıştırılıyor olsa gerek. Bu bakımdan Sağlık Bakanlığı, sağlık ocaklarını kapatıp yerine aile hekimliği ile hekim muayenehanelerini getiren uygulamayı 2010 sonunda tüm illerde tamamlayacağını açıkladı. Devlet hastanelerini özelleştiren Kamu Hastane Birlikleri Yasası ise seçim öncesinde çıkarılması için Plan Bütçe Komisyonu tarafından TBMM Genel Kurulu’na havale edildi. Yıllardır sağlık hakkı mücadelesini yürüten başta Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) olmak üzere sağlık emekçileri, elbette bu saldırılara da sessiz kalmadı. Mart ayında Tıp Haftası’yla hızlanan sağlık örgütlerinin mücadelesi şu sıralar SES’in sağlık hakkı referandumu ile devam ediyor. Örgüt hastaneleri özelleştiren yasayı referandum sandıkları kurarak işyerlerinde ve alanlarda hem sağlık emekçilerine hem de halka anlatıyor. İşyerlerinde sandıklar önce sağlık emekçileri için yemekhane önlerine kuruluyor. Aynı sandıklar sonra hastane bahçesinde halkın ilgisine sunuluyor. Referandum sandığına uğrayan vatandaşların çoğu böylesi bir mücadeleye ihtiyaç olduğunu ifade ediyor. Her biri bir yerlerde cepten para ödemek zorunda kalarak şaşkınlık yaşadığını anlatıyor, “daha geçen gün şurada bu kadar para ödedim” gibi sözlerle öfkesini dile getiriyor. Her profilden kişinin “tabi ki hastanelerimize sahip çıkmalıyız” görüşü hastanelerde yaşadığı müşteri muamelesiyle güçleniyor. Referandum çalışması sürerken halktan artan ilgi hastane yönetimlerini rahatsız edince kimi yerlerde engelleme girişimleri gördük. Bir yerde halkın ilgisiyle referandum uzayınca hastane yönetiminin rahatsızlığı üzerine hastane polisinin engelleme girişimini bizzat oradaki vatandaşlar engelledi. Hatta polis biz sağlık emekçilerine halk bizim yüzümüzden kendi üstlerine yürüdü diye sitem etti. Referandum deneyimi sağlık hakkının net ve meşru bir talep olduğunu bir kere daha gösterdi. Kamu Hastaneleri Birliği Yasası’ndaki aceleden anlaşıldığı gibi AKP de bu zemindeki hassasiyetin farkında ve değişiklikler konusunda elini çabuk tutma çabasında. Bu karalı saldırı karşısında sağlık hakkı mücadelesi SES, Dev Sağlık-İş ve TTB’nin çabasıyla güçlenerek ilerliyor. İşyerlerinde, hastanelerde farklı statülerde çalışan sağlık emekçileri buluşuyor; güvencesiz işçiler sağlık emekçileri mücadelesinin en diri bileşeni olarak öne çıkıyor Sağlık hizmeti üretenlerin mücadelesiyle elde edilen dinamizm, sağlık hakkı talebi etrafında sağlık hizmeti alanlarla buluşarak güçlenebilir. Buradan hareketle şimdiye kadar yıkım yasalarını engellemeye yönelik ve halk ayağı zayıf olan sağlık hakkı mücadelesi için sağlık örgütleri tüm toplumsal muhalefete çağrıda bulundu. Merkezi düzeyde ve yerellerdeki çalışmalarda tüm emekten yana kurumlara sağlık hakkı mücadelesinin öznesi olmaları için çağrı yapılıyor. Bu çağrıya kulak vererek şimdi sağlık hakkı mücadelesini büyütme toplumsal muhalefete halkın sağlık hakkı hareketinin rengini katma zamanıdır.
N
AKP hükümetinin gerçek yüzü Politikac›lar›n bas›n önünde yap›lan konuflmalarda niyetlerini gizlemeleri ve halk›n zarar›na olabilecek bir uygulamay› tersi biçimde yans›tmalar› s›k rastlan›r bir durum. Çal›flanlardan bafllayarak sa¤l›k alan›ndaki y›k›m›n giderek halkta da tepkilere yol açmaya bafllamas›, Sa¤l›k Bakan› Recep Akda¤’›n MÜS‹AD’›n Samsun fiubesi'nde 07.03.2010 tarihinde gerçeklefltirdi¤i toplant›da sarf etti¤i cümlelerde rahatça görülüyor: "Sizin mahkemeyle sat›fl yapt›¤›n›z bir yer var m› arkadafllar? Yapmay›n Allah aflk›na. Böyle bir fley olamaz yani. Onun için bu yollar ç›kmaz yol. Ben sektöre bunlar› bilerek söylüyorum ki, gidin bu Birliklere laf anlat›n yani. Bu gitmez bir yere. Bak›n iki maddelik kanundur arkadafllar, üç maddelik kanundur. Bir kanun yapar›z deriz ki ‘Eczac›lar Birli¤i, Tabipler Birli¤i, Diflhekimleri Birli¤i’nin birlik kanunlar› iptal edilmifltir.’ Hadi bakay›m Dan›fltay karar als›n da göreyim bakay›m. Hangi karar› alaca¤›n› ondan sonra göreyim bakay›m ben.”
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
8
EMEK 16 Nisan 2010 / 29 Nisan 2010
Halk›n Sesi
Sahipsiz olunca amatya Hastanesi İstanbul’un büyük hastanelerinden biri. Eski SSK Hastanesi. Hastane bir süredir çatısında yatıp kalkan bir grup inşaat işçisiyle anılıyor. Hastane idaresi (mülki amir olarak İl Özel İdaresi ve Valilik) işleri bir taşeron firmaya vermiş. O taşeron firma da başka taşerona vermiş vs. Sonuçta burada çalışan işçilerin maaşları aylardır ödenmiyor ve seslerini duyurmak için hastanenin çatısına çıkmaktan başka çare kalmamış! İşçilere destek olmak için devreye giren Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası ve SES Aksaray Şubesi’nin İl Özel İdaresi ile görüşmelerinden bir sonuç çıkmadı bugüne kadar. İdare diyor ki; “Biz taşeronun hak edişini ödedik, bizim sorumluluğumuz yok, firmayı bulsunlar alsınlar paralarını.” Yetkililer “Eylemi bırakın evinize dönün.” demeyi de ihmal etmemişler. Firma almış parayı gitmiş, işçiler çatıda yatıp kalkıyor, devlet seyrediyor! İstanbul gibi bir ilin en büyük hastanelerinden birinde bir grup işçi hastanenin çatısında yatıp kalkıyor ve her gün çatıya çıkıp avazı çıktığı kadar bağırıyorlar: “Hakkımızı istiyoruz.” Kimsenin umurunda Tufan değil. İki sendika devreye Sertlek girmese İl Özel İdaresinin hiç umurunda olmayacak. Neden Dev Sa¤l›k-‹fl bu çaresizlik? Çünkü sahipsizGenel Sekreteri ler, çünkü bir ışık görmüyorlar, göremiyorlar. Bugün Samatya’daki inşaat işçilerinin durumunda olan binlerce, on binlerce, yüz binlerce işçi var. Kıvranıyorlar. Üç kuruş paraya, patronun iki dudağı arasındaki geleceklerine rıza göstermeyi kabul edemiyorlar. Ama yapacakları bir şey yok, mecbur çekecekler! Ama çekmeyenler de var. Neden çekmek istemiyorlar? Çünkü yapacakları bir şey olduğuna inanıyorlar. Neden? Çünkü sahipsiz olmadıklarını biliyorlar. Daha birkaç yıl öncesine kadar kimsenin farkında olmadığı hastane taşeron işçileri artık sendikaları sayesinde gözden kaçırılamaz hale geldi. Bunu başardılar. Samatya’daki taşeron işçilerin yaşadığının aynısını defalarca sağlık işçileri de yaşadı. Yani firma parayı batırmıştı ve işçilerin parası ödenmiyordu. Bu durumda olan sağlık işçileri çatıya çıkmak yerine örgütlenmeyi tercih ettikleri için kazanmayı bildiler. Kamuoyunun yakından bildiği İstanbul/Okmeydanı Hastanesi örneğinde olduğu gibi işçiler Devrimci Sağlık İş’te örgütlenip direnişe geçince hastane idaresi maaşlarını ödemek zorunda kaldı. Evet bugün işçiler emek alanında yaşanan bunca rezilliğe rağmen sessiz kalıyorlarsa ya da çaresizlik içinde kıvranıyorlarsa bu sahipsiz olduklarındandır. Bugünün esas meselesi işçilerin başvuracakları bir adresi yaratma iradesi ve becerisini gösterebilmekten geçiyor. Artık herkesin bütün ayrıntılarına varana kadar bildiği “tersane gerçeği” de bu şekilde ortaya çıkmadı mı? İşçilerin ölmek için sıraya girmeleri kimin vicdanını sızlatmış, tersaneden her gün kalkan cenazeleri kim görmüştür? Eğer Limter-İş sendikası devrimci bir irade ve kararlılıkla tersanelerdeki zulme karşı bir mücadele başlatmasa ve tersane işçileri bu ateşin etrafında toplanmasa orada her gün bir işçi ölmeye devam edecek ve başta kamu idarecileri olmak üzere hepimiz böyle bir şey yokmuş gibi yaşamaya devam edecektik. Ama olmadı, sendikal mücadele bir işçi hareketlenmesi yaratmayı başardı ve artık ne patronlar ne de devlet iş kazalarına karşı duyarsız kalamadı. Evet bugünün meselesi budur. Bugün işçi sınıfının yaşadığı bu çaresizlik kuşatmasını yaracak bir iradeyi ortaya koymanın zamanıdır. Bu irade ortaya konduğu zaman görülecektir ki işçiler ışığın etrafına doluşan pervane böcekleri gibi bu iradeye koşacaklardır. Eğer bugün bir işçi hareketlenmesinden bahsedilmiyorsa bu; işçilerin bilinçsizliğinden, dinsel ve milliyetçi düşünceler tarafından pasifize edilmesinden değil, fakat esas olarak kendilerine bir başka yolu tarif eden sendikal/politik bir örgütlenmenin olmamasından dolayıdır.
S
Hangi dağda kurt öldü? H
ak-İş/Hizmet-İş Sendikası Başkanı Mahmut Arslan, Milli Gazete’de 12 Nisan günü yayımlanan röportajında taşeron işçilerin örgütlenmesi gerektiği üzerinde durdu. 2 yıldan beri taşeron işçileri örgütlemeye çalıştıklarını söyleyen Arslan belediyelerdeki taşeron işçilerin sayısının kadrolu işçilerin üç katı olduğunu söyledi. “Sendikal kültürün olmadığı yerlere girmemiz gerekiyor.” diyen Arslan bu sözünü “Yoksa ileride üye bakımından ciddi anlamda sıkıntı yaşayabiliriz.” diyerek gerekçelendirdi. Milli Gazete, 4 Nisan’daki sayısında da aynı köşeyi Türk-İş/Sağlık-İş Başkanı Mustafa Başoğlu’na ayırmıştı. Sağlık-İş başta olmak üzere bu sendikalar, taşeron işçilerin örgütlenme taleplerini bugüne kadar “Maliyet kurtarmaz” ya da “Taşeronun sendika hakkı yok.” gibi bahanelerle geri çeviriyordu. Sağlık-İş'in taşeron işçilere yönelik ilgisi, Dev Sağlık-İş'in sağlık alanındaki taşeron işçileri örgütleme faaliyetini engelleme çabalarıyla birlikte uyanmıştı.
Düzeltme ve özür G
azetemizin geçen sayısında 8’inci sayfasında yayımlanan “Dev Sağlık-İş taşeronu sıkıştırıyor” başlıklı “Çapa ve Dicle’de de davalar sonuçlandı” haberi yer almıştı. Dicle Üniversitesi’ndeki taşeron sağlık emekçilerinin davaları devam etmektedir. Dicle Üniversitesi’ndeki taşeron sağlık emekçilerinden ve okurlarımızdan özür dileriz.
Kavgadan emekli olunmaz
E
Fiili toplu sözleşme K
artal Koşuyolu Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Devrimci Sağlık-İş üyesi taşeron sağlık işçileri, taşeronun dayattığı sözleşmeyi reddederek kendi şartlarını hastane yönetimine ve taşeron şirkete kabul ettirdi. Hastanede çalışan taşeron sağlık emekçileri, hastane yönetimiyle fiili toplu sözleşme niteliğinde bir sözleşme imzaladı. İşçiler, hastane yönetiminin ve taşeron firmanın martın ortalarında sunduğu iş sözleşmesini kabul etmediler ve sözleşmede yer alan “2 aylık deneme süresi, işverenin işçiyi istediği ile gönderebilmesi ve daha önce ayın 5’inde aldıkları maaşlarını ayın 15’inde alacakları” gibi maddelerin düzeltilmesi istediler. Hastane yönetimi ve taşeron şirket, 31 Mart’a kadar sözleşmeyi imzalamayanları işten atmakla tehdit etti. Tehditler üzerine Dev Sağlık-İş üyesi emekçiler sözleşmeyi imzalamayacaklarını belirterek sözleşmenin kabul edilemez olduğunu tüm hastane
Koşuyolu Hastanesi taşeron sağlık işçileri, şartlarını hastane yönetimi ve taşerona kabul ettirdi işyerinde fiili bir toplu sözleşme yapıldı çalışanlarına anlattılar ve 24 Mart’ta protesto eylemlerine başladılar. Sözleşmeyi imzalamayan 260’a yakın işçi, yaşadıkları durumu 30 Mart’ta kamuoyuyla paylaştı. İşçilerin basın açıklamasına Tekel işçileri, Kartal Belediyesi çalışanları, SES ve Tabip Odası üyeleri, öğretmenler ve hasta yakınları da katıldı. Hastane yönetiminin ve taşeron şirketin verdiği mühlet dolduktan sonra 1 Nisan sabahı, iş akitleri son bulan 100’ün üzerinde işçi ile diğer işçiler hastane önünde protesto eylemi yaptı. İşçiler 1 Nisan günü karşılarında polisi gördü. Polis, sözleşmeyi imzalamayan işçileri gözaltına almaya çalıştı. Polisin yoğun bakım ünitesine kadar girip bir işçiyi kelepçeleyerek göz altına almaya çalışmasının üzerie işçiler, hastane
İşçiler yollarda ölüyor
K
ışın sona ermesiyle mevsimlik tarım emekçilerinin iş için göçü başlarken inşaat mevsimi de açıldı. İnşaat ve tarım işkollarındaki hareketlilik iş kazalarını da gündeme getiriyor. Ülkemizdeki işçi ölüm ve yaralanmalarının büyük kısmı karayollarında meydana geliyor. Türkiye'deki 4857 Sayılı İş Yasası'na göre de bu tür kazalar iş kazası sayılıyor. İş Yasası'nda işyeri tanımı yapılırken, işçiyi işe götüren araçlar da bu tanımının içinde yer alıyor. Tüm bunlara rağmen ülkemizde bu tür kazalar medya tarafından “trafik kazası” olarak gösteriliyor. KANUN YER‹NE ÖNLEM Mevsimlik tarım emekçilerinin geçmiş yıllarda iş kazalarıyla anılmasının ardından harekete geçen hükümet, 24 Mart günü bir genelge yayınlayarak önlem-
lerini açıkladı. Genelgede “Mevsimlik tarım işçilerinin bulundukları illerden diğer illere aileleri ile birlikte gidenlerin ulaşım, barınma, eğitim, sağlık, güvenlik, sosyal çevreyle ilişkiler, çalışma ve sosyal güvenlik sorunlarının çözümü için tedbirler alınacak ve mevsimlik işçilerin sorunlarının giderilmesine yönelik ilgili kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği yapılacak.” deniliyor. Hükümet, iş kanununda olması gereken maddeleri mevsimlik tarım işçileri için “önlem” olarak sunarken bazı hizmetlerin oluşmasını ise işverenlerin ve mülki amirlerin inisiyatifine bırakıyor. Mevsimlik tarım emekçilerinin yaptıkları iş, süreksiz iş kategorisine alındığı için iş yasasının sınırlı sayıda maddesinden yararlanabiliyorlar. Bir çok mevsimlik tarım işçisi güvenceli çalışma koşulları sağlanmadığı için yollarda ölüyor.
önünden ayrılmayacaklarını duyurdu ve “Burayı Tekel’e çeviririz” dedi. Hastaneyi terketmeyen işçiler, arkadaşlarını polisin elinden aldıktan sonra da beklemeye devam etti. İşçilerin kararlılığı sonucunda hastane yönetimi ve taşeron firma yetkilileri işçilerin taleplerinin kabul edileceği yeni bir sözleşme hazırlayacaklarını ve Dev Sağlık-İş ile görüşmek istediklerini söyledi. Hastane yönetimi, iş akdi feshedilen işçlerin de aynı sözleşmeyle işe alıncağını belirtti. Hastane yönetiminin teklifi üzerine Dev Sağlık-İş yöneticileri, avukatları ve SES işyeri temsilcisi, hastane yönetimi ve taşeron firma yetkilileriyle görüştü. Görüşme sonucunda ilk sözleşmedeki, 2 aylık deneme süresi bir aya indirildi, il dışına gönderme sözleşmeden
çıkarıldı, “işçilerin ücretleri ayın onbeşinde verilir” hükmü yerine “asıl işveren olan hastane, ücretleri ödedikten bir gün sonra ücretler ödenir” hükmü getirildi. Dev Sağlık-İş yöneticileri yeni sözleşmeyi hastanedeki taşeron sağlık emekçilerine sundu. Sözleşme, oybirliğiyle kabul edildi ve hep birlikte imzalandı. TOPLU SÖZLEfiME İşçilerin haklarının nasıl korunacağı, sendika ile işveren arasında yapılan bir sözleşmeyle belirlenir. Buna toplu iş sözleşmesi (TİS) denir. İş verenler işçilerle sürekli bireysel sözleşme yapmak ister. Sendikalar ise işverenin dayatmaları karşısında işçilerin örgütlü bir şekilde hareket ettiği toplu iş sözleşmesi yapmayı zorlar. Fakat, neoliberalizmle birlikte taşeron sistemi TİS’i etkisiz hale getiriyor. Dev Sağlık-İş, taşerona karşı yürüttüğü mücadele sürecinde toplu iş sözleşmesini fiilen gerçekleştirerek önemli kazanımlar elde ediyor.
Sütçünün dili yandı S
üt üreticileri, 70 - 72,5 kuruşa malettikleri sütü sanayicilere 85 kuruştan satmayı düşünürlerken sanayicilerin süt fiyatını 72,5 kuruşa çekmesi büyük tepkiye sebeb oldu. Sanayiciler, süt fiyatını düşürme gerekçeleri olarak “süt arzının yükselmesini” gösterdiler. Bunun üzerine süt üreticileri, 155 ilçede greve giderek sanayicilere süt vermedi. Grev süresince Manisa’da üreticiler sütlerini dökerken, Balıkesir’de halka parasız süt dağıttılar. Eylemler sonucunda sanayicilerle süt üreticileri sütün litre fiyatı için 8 Nisan’da 75 kuruşa anlaştı. Çiftçi Sen Genel Başkanı Abdullah Aysu, süt üreticileriyle sanayicilerin anlaştığı litre başına 75 kuruşluk fiyatın düşük olduğunu belirtti ve Avrupa’da sütün litresinin 400 kuruş olduğunun altını çizdi. Aysu, SEK’in özelleştirilmesinden sonra süt alanında karşısında herhangi bir güç bulunmayan sanayicilerin kartel oluşturarak süt fiyatı belirlediğini ve bunun da süt üreticisini mağdur ettiğini söyledi. Sağlıklı yaşamın en temel
gıdalarından biri olmanın yanı sıra gıda sektörünün de önemli hammaddelerinden olan sütün Türkiye’de yüzde 40’ı sanayide işlenebiliyor. Özelleştirilen 32 süt ve süt mamulleri işletmesinden 13'ü faaliyette. Yetkililer işletmelerin özelleştirmeden sonraki dönemde istihdamın %60 ve işlenen çiğ süt miktarının ise %19 azaldığını söylüyor. Türkiye’de sütün maliyeti 70 ile 72,5 kuruş, buna %20 kâr payı katıldığında sütün litre fiyatının en az 85 kuruş olması gerekiyor.
İZAYDAŞ işçileri direniyor ERHAN ALTIPARMAK
K
ocaeli’nin Gebze Belediyesi’nde yaşanan işten çıkarmalara karşı, 31 Mart’ta başlayan İZAYDAŞ işçilerinin eylemleri sürüyor. Gebze’nin tanınmış isimlerinden Yaşar Alkan’ın taşeron olarak işlettiği İZAYDAŞ Gebze tesislerindeki işletme hakları Teknik Katı Atık firmasından alınarak Albayrak’a devredildi. 30 Mart günü işletmeyi devralan Albayrak ilk iş olarak 20 işçiyi işten çıkardı. İşten çıkarılmalarına tepki gösteren temizlik işçileri 31 Mart günü Gebze’deki İZAYDAŞ’a ait
katı atık depolama tesislerini işgal etti. Gün boyunca süren işgal Kocaeli’nde büyük yankı uyandırdı. Jandarmanın devreye girmesinin ardından işçiler işgal eylemlerine son verdi. İZAYDAŞ işçileri 5 Nisan’da
tesislere tekrar girmeye çalıştı fakat jandarma engeliyle karşılaştı. 31 Mart’ta 20 işçiyle başlayan eylemlere 5 Nisan’da 75 işçi daha katıldı. İşçiler jandarma engeliyle karşılaştıktan sonra gün boyu oturma eylemi yaptılar. Direnişin
hemen ardından açıklama yapan İZAYDAŞ yetkilileri tesislerin 3 ay içerisinde kapanacağı bilgisini verirken kapanma sebebini ise açıklamadılar. İZAYDAŞ tesislerindeki işçiler daha önce de çöp kamyonlarını çalıştırmayarak yaptıkları eylemle haklarını almışlardı. İzmit Belediyesi’nde çalışan işçiler 9 Kasım 2009’da taşeronu ve kötü çalışma koşullarını protesto etmişti. İzmit Belediyesi bünyesindeki Kent Katı Atık taşeron şirketi ilk başta 5 işçiyi işten çıkarmakla tehdit etse de başarılı olamamış ve şirket işçilerin isteklerini kabul etmek zorunda kalmıştı.
mekliler yıllarca yaşadıkları sorunlara karşı insanca bir yaşam talebiyle 3 Nisan günü Bornova Meydanı’nda miting yaptı. Ege bölgesindeki bütün Emekli-Sen üyelerinin katıldığı mitinge “Demokrasi mücadelesinden emekli olunmaz” sloganı damgasını vurdu. Mitingde konuşma yapan Emekli-Sen Genel Başkanı Veli Beysülen, AKP’nin neoliberal politikaları yüzünden emeklilerin giderek güvencesiz hale geldiğini ve aldıkları maaşlarla geçinemediklerini söyledi.
İşçi de destekçisi de suçluymuş nkara Valiliği altı ayrı A dosya oluşturarak, 78 gün eylem yapan Tekel işçileri ve işçilere yardım edenler hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. Tek Gıda-İş Sendikası Başkanı ile konfederasyon başkanlarının da suçlandığı dosyada, 17 Aralık 2009’da polisin saldırısına maruz kalan işçilerden 31’i polise saldırmaktan, 61’i yürüyüş ve açlık grevi düzenlemektan suçlanırken, 21 kişi toplantılara katılmak, 10 Çankaya Belediyesi işçisi de Tekel işçilerine ihtiyaç malzemesi götürmekten suçlandı.
Mersin Limanı’nda kazanım
M
ersin Limanı’nda sendikalı oldukları gerekçesiyle işten atılan Liman-İş üyesi 6 işçi, 40 günlük direnişleri sonunda 8 Nisan günü işlerine geri döndü. Limanda iş yapan MLH’nin taşeronu, 40 gün önce Liman-İş’e üye oldukları gerekçesiyle 6 işçiyi işten atmıştı. İşçilerin Tümtis ve Liman-İş’le birlikte liman önünde yaptığı eylemler ses getirdi. Liman-İş Genel Sekreteri Haşim Sevimli “Mücadele sonucunda işçi arkadaşları işlerine geri aldırttık.” dedi.
9
EMEK 16 Nisan 2010 / 29 Nisan 2010
Halk›n Sesi
E¤itim-Sen Ankara’ya yürüyor
E
ğitim-Sen, Ankara’da 17 Nisan’da “Demokratik, Kamusal Nitelikli Eğitim; Örgütlü Güvenceli Çalışma Hakkı” mitingi düzenleyecek. Türkiye’nin dört bir yanından gelen eğitim emekçilerinin Ankara yürüyüşleri, iki kol halinde Urfa ve İstanbul’dan 14 Nisan’da başladı. İstanbul’dan ayrılırken Galatasaray Lisesi önünde bir basın
Sendika düflmanl›¤›na protesto
açıklaması yapan eğitim emekçilerinin eylemine, direnişteki İSKİ işçileri de katıldı. İstanbul’daki basın açıklamasında konuşan Eğitim-Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç, esnek ve güvencesiz çalıştırma biçimlerinin yaygınlaştığına dikkat çekti ve güveceli iş taleplerini Ankara sokaklarında dile getireceklerini söyledi.
D
ev Sağlık-İş, Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde (İlkyardım) 8 Nisan’da bir basın açıklaması yaparak hastane yönetimini ve taşeron şirketin sendika düşmanı tutumunu protesto etti. Açıklamaya SES üyeleri ve Samatya Hastanesi inşaat işçileri de katıldı. Mart ortasında, Misyon ve Marmara taşeron şirketlerinde çalışan sağlık emekçi-
Ekonomi işsizliği büyütüyor Ekonominin yönetiminde patronlarla AKP zaman zaman çatışsa da halkın yoksullaştırılması üzerinden her zaman uzlaşmaya varıyorlar
T
ürkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2009 yılının son çeyreğine ait ekonomik büyüme verilerini 1 Nisan’da yayımladı. TÜİK’in verilerine göre Türkiye ekonomisi 2009 son çeyreğinde (Ekim, Kasım, Aralık) yüzde 6 oranında büyüdü. 2009 yılı genelinde ise ekonomi yüzde 4,7 oranında küçüldü. 2009’da dış borç 271 milyar dolar olarak hesaplandı. Öte yandan büyük bir miktarı özel sektör tarafından yapılan borçların faiz ödemeleri için halkın cebinden 11 milyar lira civarında para kesildi. Bu oranlar hükümet tarafından sevinçle karşılandı. Krizin resmen bittiğinin duyurulmasının ardından patronlar art arda toplantılar düzenleyip daha çok kâr elde etmenin olanaklarını tartıştılar. Toplantılar sonrasındaki gerginlikler, AKP’nin yaklaşan genel seçimlerdeki oy kaygısıyla sermayenin istekleri arasındaki çelişkiyi, uzlaşmayı ve çatışmayı açığa çıkardı. Başbakan, ülkenin en önemli sorunlarından olan istihdam ve işsizlik sorunun çözümünü patronların üzerine yükleyerek sorumluluktan kaçınmaya çalıştı. “Esnaf ve Sanatkârlar Değişim, Dönüşüm ve Destek (3D) Strateji Belgesi ve Eylem Planı’nın (ESDEP) açıklandığı 11 Nisan’da düzenlenen toplantıda konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, istihdam ve işsizliğe çözüm olarak “1 milyon 300 bin Türkiye Odalar
ve Borsalar Birliği (TOBB) üyesi var. Hepsi birer kişi istihdam etse işsizlik çözülür” önerisi sundu ve TOBB’un plana destek vermemesi halinde AKP olarak TOBB’u da aşarak doğrudan odalarla görüşeceklerini söyledi. Başbakanın sözleri TOBB üyeleri tarafından tehdit olarak algılandı. Hatırlanacağı üzere AKP, ilaç fiyatları konusunda Türk Eczacılar Birliği’ni (TEB) ikna edemediği için “eczacılarla tek tek sözleşme yaparım” diyerek TEB’i devre dışı bırakmaya çalışmıştı. BAKKAL ÇEL‹fiK‹S‹ Erdoğan, toplantıda işadamları ve esnafların üzerindeki vergi baskısının ve istihdam yükümlülüğünün azaltılacağını söyledi. Erdoğan, aynı zamanda ülkenin vergi gelirinden başka bir geliri olmadığını da vurguladı. Son günlerde gündeme gelen alışveriş merkezleriyle ilgili yasa tasarısına da değinen Erdoğan, bakkalları bir değişim sürecinin beklediğini belirtti. Erdoğan, değişime uymayan bakkalların sorunlarının devam edeceğini ifade etti; ancak bakkalları yalnız bırakmayacaklarını da söyleyerek “havuç ve sopayı” gösterdi. SALDIRIDA UZLAfiMA ESDEP’in iskeleti 8 Nisan günü Ankara’da yapılan Ekonomi Koordinasyon Kurulu (EKK)
toplantısında Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Ümit Boyner’in önerileriyle belirlenmişti. EKK’ye katılan Boyner toplantıda, “iş ve yatırım ortamlarının iyileştirilmesi”, “enerji sektörünün özelleştirilmesi”, “ticaret hayatının düzenlenmesi” gerektiğini söylemişti. EKONOM‹ DE⁄‹L GÜVENCES‹ZL‹K BÜYÜYOR
Başbakanın konuşmaları ve TÜSİAD’ın önerileri yalnızca bakkalların yıkımın eşiğinde olmadığını, kazandıklarından vergiler kesilen tüm emekçileri yeni bir borç yıkımının beklediğini ortaya koyuyor. İstanbul Halkevi, gazetemize yaptığı açıklamada patronların bahsettiği büyümenin halka zararlı bir büyüme olduğunu söyledi. Patronların kârlarının, faiz ve rant gelirlerinin büyüyeceğinin
Gürültü ç›kar›yorlar ‘prestij bozuyorlar’ ALP TEK‹N BABAÇ
‹stanbul Yenikap› ‹stasyonu’nu geçtikten bir süre sonra sa¤da bir binan›n en üst kat›nda as›l› çarflaflar› görmek mümkün. ‹flçiler, bu çarflaflara bozuk Türkçeleriyle “Bu iflyeri g›rev”, “Hakk›m›z› istiyoruz”, “Yaflas›n iflçiler”, “‹flçi hakk› kimsede kalmaz” yazm›fl. O bina, ‹stanbul E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi di¤er ad›yla Samatya Hastanesi, ‹flçilerin k›saltmas›yla “Samatya E¤ ve Arflt Hstanesi”… Samatya Hastanesi deprem güçlendirme inflaat›nda çal›flan 175 iflçi, yaklafl›k 6 ayd›r ücretlerini alamad›klar› için 14 fiubat’ta ifl durdurdu. ‹flçiler 14 fiubat’tan bu yana tüm firma yetkilileriyle ve ‹stanbul Valili¤i ile görüfltü. Hiçbir sonuç ç›kmay›nca iflçiler inflaat› iflgal etti. ‹flgal üzerine 8 Nisan günü Dev Sa¤l›k-‹fl’in görüflme talebini kabul eden ‹l Özel ‹daresi, RT yetkilileriyle iflçileri görüfltürmeye çal›flaca¤›n› söylediyse de henüz gelen bir flirket yetkilisi yok. ‹stanbul ‹l Özel ‹daresi ‹mar Yat›r›m› ve ‹nflaat Daire Baflkanl›¤› taraf›ndan kontrol edilen inflaat›n yüklenici firmas› RT Turizm Petrol ‹nflaat Otomotiv San. ve Tic. Ltd. fiti. olarak görünüyor. RT, ifli Cihan ‹nflaat’a o da Körfez firmas›na vermifl. ‹flçilerin 7 Nisan’da, “Hakk›m›z› alana kadar buraday›z” deyip çat›ya ç›kmas›n›n üzerine inflaat art›k bir direnifl yerine döndü. Halk›n Sesi olarak biz de direnifl yerine gidip iflçilerle görüfltük.
‹flçilerden Alaattin, ücretlerini almak için önce inflaat›n yüklenici firmas› RT’nin yetkilileriyle görüfltüklerini ve yetkililerin kendilerine silah çekti¤ini söylüyor. Ayn› firmayla yap›lan bir di¤er görüflmede ise iflçiler “Kay›tl› de¤ilsiniz, hiçbir hak iddia edemezsiniz” cevab›n› alm›fl. Emektar iflçi Alaattin, sigortalar›n›n da yatmad›¤›n› söylüyor. Bu s›rada ‹SK‹ iflçileri de afla¤›da sloganlarla Samatya iflçilerine destek veriyor. Önce ‹SK‹ iflçileri hayk›r›yor: “Samatya ‹flçisi yaln›z de¤ildir.” sonra da Samatya iflçileri: “‹SK‹ iflçisi yaln›z de¤ildir.” fiantiyede haz›rlanan çaylar geliyor ve bu sefer iflçilerden Esat, Baflhekimin gelip, “Bu pankartlar; eylem falan hastanemizin prestijini bozuyor” dedi¤ini ve gitti¤ini söylüyor.
belirtildiği açıklamada, büyüme verilerinin arttığı dönemlerde ucuz işgücü ile ihracatta rekabetin sağlandığına, işsizliğin arttığına, ücretlerin düştüğüne işaret edildi. Açıklamada, TÜSİAD’ın işsizliğin azaltılması ve hızlı bir büyüme için sunduğu önerilerin ucuz işgücünün artması, ücretlerin düşmesi, yeni zamlar, bakkalların tasfiye edilip veresiyenin kaldırılması anlamına geldiğini belirtildi.
K›rk›ndan sonra da direnifl var Esat’la konuflurken di¤er iflçiler d›fl cephe boyas›yla straforlara taleplerini yaz›yorlar. ‹flçiler, inflaat aletlerini direnifl arac›na çeviriyorlar. ‹flçileri polis de rahat b›rakm›yor ve belki de ilk defa bir inflaat iflçisine “Gürültü kirlili¤i” gerekçesiyle “3000” lira ceza kesilmeye çal›fll›yor. ‹flçilerle konuflurken bir tren düdük çalarak geçiyor. ‹flçiler “O bunu hep yap›yor” diyor ve makinistin iflçilere el sallad›¤›n› da görüyoruz bir dahaki geçiflinde. Marmara denizi manzaral› inflaattan ayr›l›rken, iflçiler “Akflam çaya da bekleriz” diyor. Otobüs beklerken de birçok hasta yak›n›n›n ve yoldan geçen arabalar›n da iflçilerin att›¤› sloganlara efllik etti¤ine ve onlara destek oldu¤una tan›k oluyoruz.
Mersin Toros Devlet Hastanesi’nde çal›flan ve 40 yafl›n üzerinde olan iflçiler 31 Mart’tan bu yana hastane önünde yapt›klar› oturma eylemleriyle direnifli sürdürüyor. Mersin Toros Devlet Hastanesi’nde 1 y›l önce, 40 yafl›n› doldurdu¤u için iflten ç›kar›lan ve hukuk mücadelesini kazanarak iki ay önce ifllerine dönen Dev Sa¤l›k-‹fl üyesi sa¤l›k iflçileri, çal›flt›klar› iki ayl›k sürenin ücretleri dahi ödenmeden tekrar iflten ç›kar›ld›. Bunun üzerine iflçiler 31 Mart günü, yarg› kararlar›na uyulana ve gasp edilen haklar› geri verilene kadar direnifle geçti. ‹flçilerin direnifli, Toros Devlet Hastanesi önünde yapt›klar› oturma eylemleriyle sürüyor. ‹flçilerin direnifline, SES, KESK ve Petrol-‹fl yönetici ve üyeleri, Mersin Emek ve Demokrasi Platformu ve Halkevleri destek veriyor. Mersin Toros Devlet Hastanesi’nde tafleron flirket bünyesinde çal›flan iflçiler bundan 1 y›l önce, 40 yafl›n üstünde olduklar› için tüm yasal ve anayasal haklar› yok say›larak iflten ç›kar›lm›flt›. ‹flçilerin iflten ç›kar›lmas›na sebep olan ise, ihaleyi yeni alan tafleron flirketin flartnamesinde yazan “40 yafl›n alt›nda olmak” yaz›s›yd›. ‹flten ç›kar›lmalar› üzerine eylemler yap›p dava açan Dev Sa¤l›k-‹fl üyesi iflçiler, kent genelinde güçlü bir kamuoyu deste¤i alm›fllard›.
leri Dev Sağlık-İş’e üye olmaya başlayınca hastane yönetimi ve taşeron şirket, işçilere baskı uygulamaya başladı. 7 Nisan gecesi taşeron şirket yetkilileri, işçileri sendikadan istifaya zorladı. Hastane yönetimi de duvarlara “Hastane dışında ve açık alanlarda iş kıyafetiyle dolaşmak ve etkinliklere katılmak yasaktır” yazılı kağıtlar astı.
Güvencesizlerin 1 May›s’› edi aydır maaşlarını alamayan ve halen çalışmayı durdurdukları inşaatın 8. katını işgal ederek direnişlerini sürdüren Samatya inşaat işçileri, işten atılan İSKİ işçileri, taşeronlaştırmaya karşı, inat ve kararlılıkla direnen itfaiye işçileri, Dev Sağlık-İş üyesi taşeron sağlık işçileri, güvencesiz öğretmenler ve güvencesiz set işçileri 13 Nisan’da Taksim’de bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Devrimci Sağlık-İş’in çağırıcılığında gerçekleşen eylemin temel özelliği işçilerin tamamının güvencesiz olması. Diğer özelliği ise işçilerin tamamının şu ya da bu şekilde somut bir mücadele veya direniş içerisinde bulunması. Eylemdeki konuşmalar tamamını işçiler yaparken, hepsinin konuşmasında dikkat çeken ortak şey, birbirlerinin mücadelelerinin aynı anlama geldiğini, aynı muhatabı hedef aldıklarını biliyor olmaları. İşçileri farklı alanlara hapsetmeyi ve yalnızlaştırmayı hedefleyen taşeron çalıştırma ve Erhan güvencesiz istihdam, bir inşaat Günefl işçisi ile İSKİ işçisini, sağlık işçisi ile set işçisini hiç Dev Sa¤l›k-‹fl E¤itim Uzman› olmadığı kadar yan yana getiriyor. Kendiliğinden bir eğilimle dayanışma ilişkileri geliştirmeyi başarabilen işçiler, mücadele içinde birbirleriyle toplumsal bir kaynaşma yaşıyor, somut sorunları üzerinden yaşadıkları politikleşme ile bu politikleşmeyi örgütsel bir vücutta yan yana getirememenin gerilimi ise en temel problemlerden birisi olarak görünür hale gelmeye başlıyor. Talepleri ise hiç olmadığı kadar aynılaşma noktasında: “İşten atılmanın yasaklanması, insanca yaşamaya yetecek ve düzenli ödenecek bir ücret, taşeron çalıştırmanın yasaklanması, güvenceli iş ve sendikal örgütlenme isteği-özgürlüğü…” “Güvenceli iş ve insanca yaşam istiyoruz” talebi altında birleşen işçilerin gerçekleştirmiş oldukları bu eylem iki açıdan önemli: Birincisi, 1 Mayıs’a giderken işçi örgütlerinin sergiledikleri manzaraya “somut bir politika” önermesi ve bu 1 Mayıs’ın “en dinamik” kitlesini hatırlatması. Bu çerçevede son 3 yıldır 1 Mayıs’larda yaşanan Taksim Meydanı tartışması özellikle bu sene güvencesizliğe karşı mücadele ile ele alındığında sendikalar ve vali arasındaki görüşmelerin ötesinde bir anlama sahiptir. Bu yüzden sendikaların temel amacı zaten kazanılmış olan bu nedenle de aslında bitmiş olan bir tartışmayı tekrar tekrar gündeme getirmek değil, “güvenceli iş ve insanca yaşam” talebinin somut öznelerini Taksim Meydanı’na örgütlü bir biçimde taşımak olmalıdır. Üstelik güvencesizliğe karşı kendiliğinden direnişlerin nispeten yaygınlaştığı bu süreç güvencesizlerin 1 Mayıs’ını yaratmak için hiç olmadığı kadar uygun bir zemin sunmaktadır. İkincisiyse, güvencesizliğe karşı biriken tekil mücadele örneklerinin birleşik bir hareket temelinde örgütlenmesinin mümkünlüğünü ve zorunluluğunu işaret etmesi. Güvencesizliğe karşı mücadelenin temel özelliği, bütün güvencesizleri ve güvencesizleştirme saldırısına maruz kalanları ortak bir mücadele içinde birleştirebilme zemini sunmasıdır. Bu “potansiyel” kendisini en çok Tekel direnişinde gösterdi. Fakat geleneksel alana sıkışıp kalmış sendikal bürokrasilerin bu potansiyeli harekete geçirmeye ne denli uzak oldukları ise malum. Oysa sınıflar mücadelesi tarihi, işçi sınıfının somut taleplerinin örgütlenmesinin önünde engel teşkil etmeye başlayan sendikal yapıların nasıl çözüldüğünün örnekleriyle doludur. Tabandan bir kaynaşma ve birleşme eğilimini sendikaların iradesinden bağımsız yaşayan işçi kitleleri yeni bir tarihin arifesinde olduğumuzu işaret ediyor. Bunu 1 Mayıs’ta daha net göreceğiz!
Y
10
KİBELE 16 Nisan 2010 / 29 Nisan 2010
Halk›n Sesi
Biz yürürüz dünya özgür olur "(...)Yürürken biz, yürürken, daha güzel günleri getiririz, Kadınların yükselişi insan soyunun yükselişi demektir." (Ekmek ve Güller) Mayıs'ta kadınlar yürüyecek..."güvenceli iş insanca yaşam" taleplerini kadın ellerimizle taşıyacağız alanlara. Birbirinden kilometrelerce uzakta olan bütün kadınların elleri 1 Mayıs'ta birleşecek. Kadına yönelik şiddetin toplumsal yıkımla giderek derinleştiği, sosyal hak gasplarının her birinin kadının üstünde bir baskı aracına dönüştüğü bir dönemden geçiyoruz. Hak mücadeleleri içinde direniş örneklerinin her birinde sayısının ve etkisinin arttığını gördüğümüz kadınlar, şimdi bu mücadeleyi erkek egemenliğinden beslenen sermayenin saldırılarına karşı güçlü bir örgütlü mücadeleye dönüştürüyor; yoluna güvenli bir gelecek, insanca bir yaşam için atılan sahici adımlarla devam ediyor. Onun için 1 Mayıs’ta mahallelerimizde, işyerlerimizde, okullarımızda Dilflat maruz kaldığımız her türlü Aktafl baskıyla elimizden alınan sosyal haklarımızı yeniden Halkevleri kazanma mücadelemiz ile MYK Üyesi gerçek bir özgürlük mücadelesi için adımlarını sıklaştıran kadınlar olarak sokakları kendi renklerimiz ve şartlarımız ile donatarak yürüyeceğiz. Kadınlar yürüyor çünkü bir çığ gibi her an tepesine düşecek olan toplumsal yıkımın tehdidi ile yaşamayı reddediyor, insanca yaşayabileceği bir dünyayı kendi elleriyle kuracağına inanıyor ve bunun için de bir adım öne çıkıyor. Kadınlar yürüyor çünkü eşit ve özgür bir yurttaş olmak istiyor. Bütün haklarını toplumsal yaşamın omzuna yüklediği görevleri reddedip kendi emeği, kimliği ve bedeni üzerinde söz sahibi olmak için. Kadınlar yürüyor çünkü kurdukları kız kardeşlik bağını ülke çapında kardeşlik mücadelesine çevirmek, halkların kendi dilleri ve kültürleri ile yaşayabileceği özgür bir dünyanın özlemini gerçek kılmak için. Kadınlar yürüyor çünkü taciz, tecavüz ve kadına yönelik şiddet, gerici - ataerkil politikalarla kamufle edilirken yaşanan kadın cinayetlerinin kader olmadığını gözler önüne sermek için. Türkiye’nin dört bir yanında Halkevci Kadınlar, 1 Mayıs’a kadınların acil taleplerini insanca yaşamın şartları olarak taşıyacak; koruyucu sağlık hizmetleri için sağlık ocaklarının kapatılmasına izin vermeyecekler; “her mahalleye sağlık ocağı” diye haykıracaklar sağlık hakkını gasp eden AKP’ye karşı. Daha çok kadın sokağa çıkması, toplumsal alanda kadının omuzlarına yüklenen bakım hizmetlerinin kamusallaşması ve çocuklarının okul öncesi eğitimlerinin parasız ve nitelikli olması için “mahalle kreşleri”ni kuracaklar. İşyerlerinde, belediye önlerinde çocuklarıyla dikilecekler haklarını vermeyenlerin karşısına; “öyleyse buyurun siz bakın” diyecekler “üç çocuk doğurun” diyen AKP’ye. Güvencesiz çalışmayı yaygınlaştıran sermaye karşısında etkili bir mücadelenin öncü adımlarını atan TEKEL işçisi kadınlar gibi, bir varoluş kavgasında güvenceli iş talebini bütün işçi ve işsiz kız kardeşleri ile yükseltecekler. Eğitim, sağlık, barınma, ulaşım ve su hakkının elinden alındığı, yoksulluğa ve açlığa terk edilen her kadın bundan sonra yaşama hakkının bir zorunluluğu olarak kadına yönelik şiddetin karşısında, onu kul, onu köle ilan eden AKP karşısında olacak. Hak mücadeleleriyle güçlendirdiği erkek egemenliğe karşı duruşunu, örgütlü bir mücadelenin sorunu haline getirecek. Danışma merkezleri olmayan, sığınmaevi açmayan belediyelerin yakasında olacak elleri. Özgürlüğe giden yol, kadının politik bir özne olarak kendini var ettiği mücadele alanlarından geçer. Ve bu mücadele alanları kadınları bir adım öne çıkarırken tüm insanlığın kaderinde ortak ilerlemeler sağlar. Onun için 1 Mayıs’ta kadınlar yürüyecek!
1
Taşeron kadına düşman TUBA GÜNEfi
T
aşeron bu kez çalışma hakkına, kadınların bedenleri üzerindeki haklarını ihlal ederek saldırıyor. Hamile işçi işten atılıyor, işten çıkmaya zorlanıyor. Kadınlar ise güvenceli iş ve bedenleri üzerindeki söz hakları için mücadele ediyor, mücadeleleri dayanışmayla güçleniyor. Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde sağlık işçisi olarak çalışan Dev Sağlık-İş üyesi Fatma Baytar 26 Mart’ta, hamile olduğu için işten atıldı, Baytar’ın işten atılması sermaye ve ataerki arasındaki işbirliğinin bir sonucuydu. İşverenlerin doğum üzerindeki denetimi kadın mücadelesinin temel kazanımlarından biri olan kadının kendi bedeni üzerindeki söz hakkını gasp etme amacı taşıyor. Konuyla ilgili görüştüğümüz Fatma Baytar gazetemize taşeron firmanın, hamile olduğunu öğrendiği andan itibaren işten atma tehdidiyle üzerinde baskı kurduğunu anlattı. İşten atılmamak için daha yoğun çalışan ve fazla mesai yapan Baytar, hamileliği süresince, domuz gribi salgının olduğu dönemde dahi enfeksiyonlu odaları temizledi. İş Kanunu’nda hamile çalışanlar için yapılmış olan düzenlemelerden yararlanamadı. Baskı altında olan ve eskisinden daha yoğun çalışan Baytar yaşadığı aşırı sinir, stres yüzünden kulağında çıkan sağlık sorunu nedeniyle 2 gün acil serviste yattı ve 15 gün istirahat etmesi için rapor almak zorunda kaldı. Hamileliğinin 7. ayında, doğumdan sonra tekrar işe alacaklarına ilişkin “erkek sözü” verilerek işten çıkarıldı. Fatma Baytar’ın işten çıkarılmasından önce, hamile
G
eçen akşam uyuyamadığım için sabaha karşı televizyon izlemeye karar verdim. Kanalları gezerken ilginç bir programa denk geldim. Programın adı “Çal Kalbimi.” Bir müddet izleyince izdivaç, evlilik, kadın-erkek halleri ve ilişkileri üzerine şu ana kadar gördüklerim arasında en kötüsü olduğuna karar verdim. Programda her yaştan ve meslekten yirmi kadın, onların ‘beyaz atlı prensi’ olarak sunulan bir erkek (damat adayı), programı her konuşmasında özetleyen bir sunucu yer alıyor. İlk olarak damat adayı geliyor (dans ederek). Adayı beğenmeyen kadınlar önlerinde yer alan butona basıyor ve kırmızı renkle masası kızarıyor, beğenenler beyaz renkte kalmaya devam ediyor. Ardından damat adayı hünerini sunuyor (dans, müzik, vs).Ta ki en son iki beyaz renkli masası kalan kadın kalana kadar. Bu sefer süreç tersine dönüyor ve damat adayı sona kalan iki kadından birini tercih ediyor ve sonuçta durum evliliğe ilk adım olarak nitelendiriliyor. Programda damat adayı hakkında yapılan konuşmalar erkeğin malı, mülkü, mirası, ekonomik durumu üzerine oluyor. Evlilik ve toplumda yer alan kadın-erkek rolleri üzerine en gerici görüşleri yineliyorlar. Evlilik müessesesini kadın için bir hapishaneye çeviren anlayış ekranda da yeniden üretiliyor. Hazırlayan: Gülşah Öztürk
olduğu için baskı gören ve çalışma şartları ağırlaştırılan bir çalışma arkadaşı işi bırakmak zorunda kalmıştı. Bir başka hamile çalışma arkadaşı ise gördüğü baskı nedeniyle erken doğum yapmıştı. Fatma Baytar, taşeron geri adım atmazsa yasal süreç başlatacağını söyledi. Esnek çalışmanın kadın bedeni üzerinde patron denetimini arttırdığına geçmişte Novamed’de tanık olunmuştu. Antalya Serbest Bölge’de bulunan Novamed’de kadınların hamileliği sıraya konul-
muştu. Aynı anlayış Mersin’de hamile işçileri işten atarak kendini gösteriyor. Hamile olduğu için işten atılan Fatma Baytar, çalıştığı hastanede hamile olduğu için işten atılan ilk işçi değil. Daha önce de iki kadın aynı durumdan mağdur olarak dava açtı. Mahkeme, kadınların “işe iade” taleplerini haklı buldu. Kadınlar işe geri dönme hakkı kazandı. Fatma Baytar’ın işten atılmasına ve güvencesiz çalıştırmaya karşı çalışma arkadaşlarından sonra ilk destek yine kadınlardan geldi.
Kadınlar, güvenceli iş, bedenleri üzerinde söz hakkı sahibi olma talepleri için Fatma Baytar’a destek oldu. 5 Nisan’da, DİSK Ankara Kadın Komisyonu, Halkevci ve KESK’li kadınların destek verdiği dayanışma eylemiyle Fatma Baytar’ın işten atılması protesto edildi. Yapılan basın açıklamasında, hamile işçilerin çalışma koşulları ağırlaştırılarak kadınların istifaya zorlanmasının, eşitlik ilkesine ve İş Yasası’na aykırı olduğu belirtildi. Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı, Mersin Üniversitesi Hastanesi Başhekimi, Aile ve Kadından Sorumlu Devlet Bakanı, göreve ve sorumluluklarını yerine getirmeye çağrıldı. DİSK’li kadınlar yaptıkları basın açıklamasında “Tüm kadınların çalışma hakkının güvence altına alınmasını istiyoruz.”dedi. 10 Nisan’da İstanbul’da Dev Sağl›k-İş’ten kad›nlar, İstanbul Galatasaray Meydanı’nda bir basın açıklaması yaparak arkadaşlarına sahip çıktı. Halkevci kadınların da destek verdiği eylemde Fatma Baytar’›n işe devam›n›n sağlanmas› ve kad›n işçilere şirket yetkililerince sistematik olarak uygulanan bask›lara son verilmesi talebi dile getirildi. İstanbul’da Halkevci kadınlar da bir eylem yaparak taşeronun kadın düşmanı yüzünü teşhir etti, tüm kadınlara güvenceli iş talebini dile getirdi. Kadınlar 12 Nisan günü Galatasaray Meydanı’nda yaptıkları eylemle Fatma Baytar’ın işe geri alınmasını istedi. Eylemde Yalova’da ölen tekstil işçisi kadınlar anıldı. Ölen kadınların katilinin trafik kazası değil güvencesiz çalıştırma olduğu belirtildi. Halkevci kadınlar adına basın açıklamasını yapan Çağla Aydın, Fatma Baytar’ın hamile olduğu gerekçesiyle işten çıkarılmasıyla ilgili “Tekstil ya da sağlık işçisi fark etmiyor, güvencesiz çalıştırma kadın düşmanı uygulamalarla hayata geçirliyor.” dedi. Ölümlerden ve mağduriyetlerden, güvencesiz çalışmayı ana çalıştırma biçimi haline getiren AKP iktidarını sorumlu olduğunu ifade eden Aydın’ın açıklamasından sonra hastane yönetimine Fatma Baytar’ın yeniden işe alınması için fax gönderildi.
Ölüm tehlikesi: Erkek şiddeti var! K
adına yönelik şiddet, her gün katlanarak artıyor, şiddet biçimi cinayete kadar varıyor. Karakollar, evde şiddet gören kadını evine gönderiyor. Her gün üç kadın öldürülüyor. Ölen kadınların davalarına kadınlar sahip çıkıyor. “Kadın cinayetleri politiktir.” diyerek, davalara “taraf” olan Sosyalist Feminist Kolektif (SFK) kadın cinayetlerine karşı duyarlılık yaratmak için uzun erimli bir kampanya başlattı. Dünya Kadın Yürüyüşü Türkiye Koordinasyonu, kadın cinayetlerine ve kadına yönelik şiddete karşı eylem yaptı. fi‹DDET C‹NAYETE DÖNÜfiÜYOR Bingöl’de, 7 aylık hamile olan Aysun K. kocası tarafından burnu ve kulakları kesildikten sonra yaşadığı stres yüzünden sancılandı ve 5. çocuğunu doğurdu. Kocasından şikâyetçi olmayacağını söyledi. Kars’ta yaşayan Yosma Altunbey ise kocası ve kayınbi-
T V’de kad›n halleri
Taşeron, işçisini oyalamak için “erkek sözü” veriyor. Güvencesiz çalışma “kadın”laşıyor. Kadınlar “üç çocuk doğurabilsinler diye” çalışma hayatından uzaklaştırılıyor
raderinden burnunu kestikleri gerekçesiyle jandarma karakoluna gitti. Jandarma komutanı kadını şikayetçi olmaması için yumrukladı. Mersin’de 25 yaşındaki hamile Aslıhan Yılmaz doğurmak istediğini söyleyince sevgilisi tarafından öldürüldü. İnönü Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre her üç kadından biri hamileliğinde şiddet görüyor. Araştırmaya göre, hamile kadınların yüzde 8’i cinsel, yüzde 34’ü psikolojik, yüzde 16’sı fiziksel şiddete maruz kalıyor. Son günlerde sıkça duyulmaya başlanan burun kesme yöntemi ise Anadolu’da kullanılan eski bir cezalandırma yöntemi. Kadınlar vücutlarında gizlenemeyecek tek yer burunları olduğu için ve ceza herkes tarafından görülebildiği için bu saldırıya maruz kalıyor. C‹NAYETLERE KARfiI KADINLAR ‹SYAN ED‹YOR Sosyalist Feminst Kolektif Taksim’de yaptığı eylemle “Kadın
H
atice K., kendisini resmi nikah için oyaladıkları gerekçesiyle dini nikahlı kocası ve kocasının babasına karşı dava açtı. Ataerkil sisteme göndermeler yapılan kararda kadının kocası ve kocasının babası tazminat ödemeye mahkum edildi. Kütahya’da, 17 yaşında görücü usulüyle dini nikahlı olarak evlendirilen Hatice K.’nın resmi nikah isteği, düğünden sonra yapılacağı vaadiyle ertelendi. Düğünden sonra kocası ve kocasının babası resmi nikah için gerekli evrakları Hatice K.’dan aldığı halde, “Sağlık raporu için gereken 100 TL bulunamıyor.” bahanesiyle nikahı daha sonra yapacaklarını söyledi. Üç yıl geçmesine rağmen, isteği yerine getirilmeyen Hatice K., kocası ve onun
babasına karşı üç yıl boyunca kandırıldığı, resmi nikah ısrarı yüzünden evden kovulduğunu ileri sürerek dava açtı. İyi bir evlilik yapma şansının azalması nedeniyle manevi tazminat, üç yıl boyunca kocasının ailesi tarafından tarlada çalıştırıldığı halde ücret almadığı için de maddi tazminat talebinde bulundu. Kütahya 2. İdare Mahkemesi’nde görülen dava sonucunda, ataerkil sistem dikkate alındı ve Hatice K. her iki davalıdan da tazminat almaya hak kazandı. Ayrıca mahkeme, evliliği süresince tarlada çalıştırılan kadının, kendisinin hizmeti sayesinde sebepsiz zenginleşen kocasının ailesinden üç yıllık emeği karşılığı üç bin lira alacaklı olduğu kararını verdi.
DÜNYA KADINLARI fi‹DDETE KARfiI YÜRÜYOR Dünya Kadın Yürüyüşü Türkiye Koordinasyonu 8 Nisan’da yaptığı bir basın açıklamasıyla kadına yönelik artan şiddet olaylarını ve kadın katliamlarını protesto etti. DKY Türkiye Koordinasyonu adına KESK’ten Nevin Kaplan’ın yaptığı basın açıklamasında, ataerkil yapıdan gücünü alan kadına yönelik şiddetin giderek yaygınlaştığı ifade edildi. Hükümetin kadına yönelik ilgisi ve yaptığı düzenlemeler değerlendirilerek neoliberal politikalar eleştirildi. Nevin Kaplan, AKP hükümetiyle beraber yükselen muhafazakârlığın, cinsiyetçilikle birleşerek kadın düşmanlığını artırdığının altını çizdi. Kadın ölümlerinin yedi yılda yüzde 1400 oranında arttığını belirtti. Kaplan, devletin sorumlu organlarının üzerine düşenleri yapması çağrısında bulundu.
Ders: Süt izni hakkı
Sistemden alacağı var Hatice K. açtığı davayla resmi nikah isteği yerine getirilmeyen yüzlerce kadının sesi oldu
cinayetlerine karşı isyandayız” dedi. Yapılan basın açıklamasında polisin, evinde şiddet gördüğü için şikayetçi olan kadını evine göndermesiyle devletin kadın cinayetlerini önlemek yerine cinayetlerin azmettiricisi olduğu söylendi. Açıklamada, kadın katilleri için attığı “çılgın aşık”, “işsiz adam” gibi başlıkları yüzünden medyanın, kadın cinayetlerinde payı olduğu ifade edildi. Haksız tahrik indirimi uygulayan yargının erkekten yana davrandığını belirten kadınlar, muhafazakarlıkla cinsiyetçiliği birleştirerek siyasal iktidarın kadın düşmanlığını yeniden ürettiğini ifade etti. Kadınlar, erkekten yana yasaların, kadın sığınaklarını açmayan belediyelerin de katillerin suç ortağı olduğunu ifade ettiler. Basın açıklamasından sonra Taksim Meydanı’nda bir otelin terasından üzerinde “Kadın cinayetlerine karşı isyandayız” yazan bir pankart açıldı.
K
onya’da süt izni hakkını istediği zaman kullanabilmek için okul idaresine karşı dava açan öğretmen davayı kazandı. Davanın kazanılması binlerce işçi ve memurun süt izni haklarını kendi belirledikleri zamanda kullanabilmesinin önünü açtı. Konya’da bir ilköğretim okulunda öğretmenlik yapan eğitim emekçisi, doğumdan sonra süt izni hakkı için okul idaresine başvurdu. Kadın öğretmen, okul müdürlüğünün, bu hakkı yalnızca bir buçuk saatlik öğle arasında kullanabileceğini söylemesi üzerine dava açtı. Konya 2. İdare Mahkemesi’nde görülen davada hakim, “memurların süt izni haklarını idarenin değil, annenin seçtiği zamanda kullanabileceği” gerekçesiyle davacı öğretmenin süt izni hakkını kendisinin belirlediği zamanda kullanabileceği kararını verdi. Devlet Memurları Kanunu’nda açıkça “verilen süt izninin kullanımında annenin seçim
hakkı olduğu” ve İş Kanunu 74. maddede “Kadın işçilere bir yaşından küçük çocuklarını emzirmeleri için günde toplam bir buçuk saat süt izni verilir. Bu sürenin hangi saatler arasında ve kaça bölünerek kullanılacağını işçi
kendisi belirler. Bu süre günlük çalışma süresinden sayılır.” ibareleri bulunmasına rağmen binlerce işçi ve memur kadın süt izinlerini ya hiç kullanamıyor ya da idarenin belirlediği zamanlara kullanabiliyor.
11
YÜZ YÜZE 16 Nisan 2010 / 29 Nisan 2010
Emek meydana yürüyor
Halk›n Sesi
1 Mayıs’a günler kaldı. Emek ve demokrasi güçleri, işçi sınıfının birlik, mücadele, dayanışma günününe hazırlanıyor. DİSK/Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, 2010 1 Mayıs’ına giderken toplumsal muhalefetin öne çıkan taleplerini ve Taksim Meydanı’nın anlam ve önemini Halkın Sesi’ne anlattı. Çerkezoğlu’nun yanısıra 2009 ve 2010’a damgasını
vuran Tekel işçilerinin sendikası Tek Gıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel, “Tekel direnişini 1 Mayıs’a taşımak gerek.” diyen Hava-İş Genel Başkanı Atillay Ayçin ve “Türkiye’nin her yerinde 1 Mayıs’a katılacağız.” diyen Petrol-İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın da 1 Mayıs hazırlıklarını ve bu yıl öne çıkan taleplerini gazetemizle paylaştı.
Taksim politik bir zaferdir T
ekel eylemleri, güvencesizleştirmeye karşı mücadelede geleneksel sağcı işçi kitlelerinin bile politikleşip emekten yana tavır koyabileceğini gösterdi
G
üvencesizlik karşıtı mücadelenin tüm bileşenlerini yan yana getirecek bir mücadele düzleminin oluşturulabilmesi için bu 1 Mayıs önemlidir
ALP TEK‹N BABAÇ
2
010 1 Mayıs’ının en önemli talepleri neler olacak? İşçi hareketinin canlandığı, Tekel direnişiyle birlikte, bizim taşeron sağlık işçileri alanında yaptığımız çalışmalar ve aldığımız birtakım sonuçlar üzerinden güvencesiz çalıştırmanın sorgulanır hale geldiği bir dönemi yaşıyoruz. Krizle de beslenen neoliberal politikaların sonuçlarının işsizlik, yoksulluk, güvencesizlik şeklinde açığa çıktığı bu dönemde 2010 1 Mayıs’ına gidiyoruz. Bu açıdan bakıldığında 2010 1 Mayıs’ı sınıf hareketi açısından, sendikal hareket açısından önemli bir köşe taşını oluşturacak. Neden? 1 Mayıs’ın içeriği “güvenceli çalışma” olmuştur. “Güvenceli iş” talebi olmuştur. Özellikle Tekel işçilerinin direniş süreci bunu daha da açığa çıkartmıştır. Çünkü bugün artık herkes tarafından görülmektedir ki güvencesiz çalıştırma esas çalıştırma biçimi haline gelmiştir. Bir sermaye stratejisi olarak hayata geçirilen bu süre doğrudan, örgütlü, toplu iş sözleşmeli, güvenceli kesimleri kuşatan ve onların elindeki kazanılmış hakları ortadan kaldıran bir etki yaratmaktadır. Bununla mücadele etmeden yani güvencesizleştirmeyi bu topraklardan tümüyle kaldırma hedefi, taşeronu, 4/B’yi, 4/C’yi, her türlü güvencesiz çalıştırma biçimini ortadan kaldırma hedefi olmaksızın ,bu sürecin başarıya ulaşma şansı yoktur, kazanılmış hakları elde tutma şansı da yoktur. Aynı zamanda eğitimden sağlığa, ulaşımdan içtiğimiz suya kadar her şeyin piyasaya açıldığı en temel yaşamsal hakların paralı hale getirildiği bu dönemde “insanca yaşam” talebi öne çıkmıştır. Dolayısıyla milyonlarca emekçi açısından “güvenceli iş, insanca yaşam” talebi, 1 Mayıs’ın ana talebi olmuştur. 1 Mayıs’ın da bu anlamda güçlü örgütlenmesinin bundan sonraki sürece ciddi etkisi olacaktır. Ciddi etki derken tam olarak ne kastediyorsunuz? Güvencesizliğe karşı mücadele bu süreçte ortak bir düzlem oluşturduğu ölçüde bir yandan politikleşirken bir yandan da geleneksel sendikal hareketi ve emek hareketini yeniliyor. Bugün baktığımızda önceki dönemin sendikal düzleminin artık yeni dönem işçi hareketlerini kapsayamadığını görüyoruz. Yani eski sendikal hareketin sadece kazanılmış hakları koruma çabası bugün yeterli/anlamlı bir mücadele değildir. Bu yüzdendir ki, 2010 1 Mayıs’ı güçlü bir şekilde örgütlendiğinde güvencesiz çalıştırmaya karşı yeni dönem işçi sınıfının simge eylemlerinden biri olabilir. 1 Mayıs işçi sınıfının birlik, mücadele, dayanışma günüdür diyoruz. Peki bugün “birlik” iddiasının altı nasıl doldurulabilir? Bildiğiniz gibi, işçi direnişleri sürerken bir yandan da emekçi halk kesimlerinin zamlara ve kentsel dönüşüm adı altında gerçekleştirilen yıkımlara karşı yürüttükleri hak mücadeleleri de önem kazanmıştır. Kuşkusuz İstanbul ve Ankara’da gerçekleştirilen ulaşım zammı protestolarının önemi büyüktür ve ifadesini bulacağı yer güvencesizleştirmeye karşı mücadele eden emekçilerin
yanıdır, 1 Mayıs’tır. Birlik, bugün özellikle güvencesizliğe karşı mücadele eden emekçilerle, hak mücadelesi yürüten emekçi halk kesimlerinin talepleri etrafında sağlanmalıdır. Güvenceli iş ve insanca yaşam hakkı talepleriyle bunu özetleyebilirim. Tekel eylemleri, güvencesizleştirmeye karşı mücadelede geleneksel sağcı işçi kitlelerinin bile politikleşip emekten yana tavır koyabileceğini göstermiştir. TürkKürt-Arap işçilerin, muhafazakâr temele rağmen kadın erkek işçilerin bir araya gelebileceğini göstermiştir. Tekel eylemleri ülke genelinde birçok işçi direnişine de vesile olmuştur. Ön açmıştır. Bu kesimler aslında toplumsal muhalefetin asli özneleridir. Ezilen halk kesimleri de güvenceli iş ve insanca yaşam talebiyle bir araya gelebilir, kendisini ifade edebilir. Etmelidir. 1 Mayıs aynı zamanda bu ifadenin de anlam kazanacağı günlerden biridir. Toplumun tüm ezilen kesimlerinin taleplerinin bir araya geldiği bir yerdir. 1 Mayıs’ın Taksim Meydanı’nda kutlanması konusundaki ısrar gerek egemenlerle muhalefet arasında, gerekse de muhalefetin içinde çeşitli polemiklere ve tartışmalara sebep olmuştu. Peki neden Taksim’de bu kadar ısrar edildi? Çünkü Taksim 1 Mayıs alanıdır ve 1977 yılında DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler tarafından 1 Mayıs Meydanı olarak ilan edil-
Bugün milyonlarca emekçi açısından güvenceli iş ve insanca bir yaşam talebi, 2010 1 Mayıs’ının ana talebi olmuştur miştir. 1977 1 Mayıs’ında yaşanmış olan katliam aslında Türkiye’de 12 Eylül’e kadar uzanan sürecin ilk adımlarından biridir. Ardından 1978’den sonra Taksim 1 Mayıs kutlamalarına yasaklı hale getirilmiştir. Bugün her şeyden önce 1 Mayıs alanı olan Taksim Meydanı’nın politik olarak kazanılması hedefi DİSK’in, işçi sınıfının önünde ve solun önünde duran politik bir görevdir. Taksim tartışması politik bir tartışmadır. Gerek siyasal iktidar açısından, gerek muhalefet güçleri, sınıf hareketi ve sol açısından Taksim tartışması bütünüyle siyasi bir içeriğe sahiptir. Bir İstanbul tartışması değildir. İstanbul mer-
kezli sendikalar ya da İstanbul Şubeler Platformu tartışması hiç değildir. Buradan bakıldığında Taksim’i kazanmak bir politik hedef olarak kabul edilmelidir. Neden politik? Çünkü politika tarihseldir. 1886 yılında ABD’li işçilerin 8 saatlik iş talebi gibi bir devrimci eylemden referansını alan, ülkemizde 1977’de onlarca devrimcinin katledilmesi, toplumsal muhalefete gözdağı verilmesi gibi bir tarihi olan günden bahsediyoruz. Aynı zamanda politika güç ve kararlılık gösterisidir. Tarihsel haklılığımızı bugünün karşılığı olan işçi sınıfının gerçek gücüyle ve devrimci bir kararlılıkla savunmamız gerekiyor. Ülkenin en merkezi alanını talep etmeniz gerekiyor. Örneğin Tekel işçilerinin eylemleriyle iyice açığa çıktı ki, işçilerin, güvencesizlerin kent merkezlerine, meydanlara çıkıp gösteri yapmaları, haklarını aramaları istenmiyor. Yasaklanan da bugünkü güncel anlamıyla güvencesizliğe karşı mücadelenin politikleşmesine katkı sunan bu süreç oluyor. Siyasal iktidar özellikle işçilerin, güvencesizlerin yoksulların bir araya gelmesini istemiyor ve meydanları da bu yüzden işçilere, güvencesizlere kapatıyor. Bugün AKP’nin kendi televizyonlarındaki röportajlarda bile 10 kişiye “1 Mayıs Alanı neresidir?” diye sorulduğunda 10’u da “Taksim” diyor ve canlı yayını kesmek zorunda kalıyorlar. Böyle
de bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Dolayısıyla işçilerin kafasında da 1 Mayıs alanı İstanbul açısından Taksim’dir ve Taksim aslında bütün Türkiye’de yürütülen sınıf mücadelesi açısından özel bir anlam ifade etmektedir. 1 Mayıs’ların yasaklı olduğu 12 Eylül günlerinde 1988’lerden başlayan Taksim iddiası, 2004 1 Mayıs’ından bu yana örgütlenen, 2007, 2008 ve 2009 1 Mayıs’larında her türlü baskıya rağmen güçlenen Taksim iradesi bugün artık Taksim’i kazanmıştır. İşçilerin meydanı kazanması neyi değiştirir? Taksim Meydanı’nın kazanılması her şeyden önce politik bir başarıdır. Taksim Meydanı 1 Mayıs açısından alan tartışmasını bitiren bir tartışma olacaktır. Aynı zamanda bugün hem ülkemizde hem dünyada işçi sınıfıyla ezilenlerle siyasal iktidar arasındaki, sermaye arasındaki savaşım açısından önemli bir başarı olacaktır. Çünkü sermaye ve onun iktidarları Taksim Meydanı’nın simgelediği şeyleri gayet iyi bilmektedirler. Bu nedenle de katliamlarla kanla ortaya çıkarttıkları bu üstünlüklerini korumak istemektedirler. Ülkemizde 1 Mayıs ve alan olarak Taksim’in bazılarınca anlaşılmakta zorlanılan özel bir anlamı var. Bu ülkede 1 Mayıs hiçbir zaman basitçe bir işçi mitingi niteliğinde “kutlanmadı”. Çünkü kırılgan oligarşik yapı 1 Mayıs’ı işçi sınıfının, emek hareketinin, devrimci çalışmaların bütünü olarak gördü. En yetkin ve simgesel ifadesinin de Taksim Meydanı olduğunu, olacağını bildi. Bu nedenle ülke sathında yaygın ve milyonların katıldığı 1 Mayıs’lardan ve tümünün simgeleştiği ve en kitleseli olan Taksim 1 Mayıs’larından çekindi. Provokasyonlarını da, yasaklamalarını da bu alana odakladı. Bilindiği gibi 2004 yılından bu yana 1 Mayıs’lar Taksim hedefiyle örgütleniyor. Aslında 12 Eylül sonrasında 1 Mayıs’ın yasaklı olduğu dönemlerden başlayan süreçlerden bahsetmek daha doğru olur. 12 Eylül sonrası faşizme karşı demokrasi mücadelesinin simgesel bir anlam bulduğu 1 Mayıs Taksim geleneği, bugün için de neoliberal saldırganlığın somut ifadeleri olan güvencesiz çalıştırmaya ve en temel hakların piyasa tahakkümüne sunulmasına karşı direnişin en önemli simgelerinden birisidir. 2010 1 Mayıs’nda bu içerikle ve bu coşkuyla Taksim alanında en kitlesel biçimde yerimizi alacağız.
“İşe gider gibi Taksim’e gideceğiz”
1
Tek G›da-‹fl Baflkan› Mustafa Türkel
Mayıs’ın geçmiş dönemlerdeki 1 Mayıslar gibi büyük anlam ve önemi var. Fakat bu 1 Mayıs, Tekel mücadelesiyle taçlanacak. Tekel direnişi bugün, güvencesiz çalıştırılanların, işsiz kalanların, sendika üyesi olduğu için işverenler tarafından baskılara maruz kalanların tamamının başkaldırısını da simgeliyor. Bu doğrultuda bu 1 Mayıs’taki taleplerimiz elbette güvencesiz çalıştırma biçimlerine yani 4/B’ye 4/C’ye karşı talepler olacak. Bu taleplerin yanında elbette, insan hak ve özgürlüklerine ilişkin, örgütlenme özgürlüğüne ilişkin, vatandaş olmaktan doğan hakların gasp edilmesine karşı taleplerimiz de olacak.
Biz, 1 Mayıs kutlamaları için tüm konfederasyonların bir araya gelmesini çok önemsiyoruz. Bizim için bir diğer önemli eylem günü de 26 Mayıs. Güçlü bir 1 Mayıs’ın 26 Mayıs’taki eylemi güçlendireceğine inanıyoruz. Burada kamuda ve özelde çalışan tüm emekçiler, talepleriyle etkin bir şekilde 1 Mayıs’a katılacak. Hoşgörüye dayalı, 1 Mayıs olacak. Biz de İstanbul’da Taksim diyoruz. 1 Mayıs’a dair hazırlıklarımız iyi gidiyor. Bu 1 Mayıs’ta örgütlü olduğumuz illerde meydanlarda olacağız. Türkiye genelinde örgütlü olduğumuz yerlerdeki işçilerin yüzde 99’unun 1 Mayıs’a katılımını bekliyoruz. İstanbul’da ise tüm üyelerimiz o gün işe gider gibi Taksim Meydanı’na gidecek.
Petrol-‹fl Baflkan› Mustafa Öztaflk›n
Her yerde katılacağız B
u 1 Mayıs’ı Türkiye’nin her yerinde tüm konfederasyonlar birlikte kutlayacaklar. Tüm konfederasyonların birlikte 1 Mayıs kutlamasının tarihsel bir önemi var ve İstanbul’da da tüm konfederasyonların Taksim’de 1 Mayıs’ı kutlama konusunda birleşmelerinin de daha ayrı bir önemi var. 2010 1 Mayısı’nda esnek çalıştırmaya, taşerona, ucuz işgücü yaratma politikalarına karşı taleplerimizi ve kazanılmış hakların korunmasına yönelik taleplerimizi dile getireceğiz ve bu talepler ön planda olacak. Ayrıca, güçlü bir 1 Mayıs 26 Mayıs’ta yapılacak iş bırakma eyleminin de etkili olmasını, güçlü olmasını sağlayacak. Biz Petrol-İş olarak bu iki güne dair hazırlıklarımızı her yerde sürdürüyoruz ve Petrol-İş olarak 1 Mayıs’a Türkiye’nin her yerinde katılacağız.
Hava-‹fl Baflkan› Atilay Ayçin
Taleplerimizle 1 Mayıs’tayız
1
Mayıs talepleri yapısal ve dönemsel talepler olarak düşünülebilir. Dönemsel sorunlar siyasal iktidarla ilgili sorunlardır. Tabi ki ülkede her tür demokratik ortamın yok edilmeye çalışılması, siyasal iktidarın halkların çatışmasından siyasal çıkar elde etmesi, dışa bağımlılık, özelleştirme de sorunlar arasında. Bunun yanı sıra sürekli olarak, sendikalar yasası, iş yasası, iş güvencesi, toplu sözleşme ve grev hakkı da elbette ki taleplerimiz arasında. 2009 1 Mayıs’ı ile 2010 1 Mayıs’ı arasındaki en önemli fark şüphesiz Tekel direnişi. Tekel direnişi 10 yılı aşkın süredir, Türkiye’de işçi sınıfının neredeyse unuttuğu grev, direniş kavramlarını hatırlattı. Toplu sözleşmenin nasıl yapılacağını gösterdi. Tekel direnişi aynı zamanda emekçilerin siyasal iktidarın saldırılarına karşı bir arada durmaları gerektiğini gösterdi ve ‘mücadele edilse de bir şey kazanılmaz’ anlayışını yıktı. Tekel, olgunlaşmaya başlayan bir süreç. Bu süreci 1 Mayıs’a taşımak gerekiyor. Ankara’da 8-10 bin Tekel işçisi, Türkiye’deki herkesi bütünleştirdi. Bu süreci bazı yetersizliklerini de düzeltip 1 Mayıs’a taşımak gerekiyor.
12
DOSYA 16 Nisan 2010 / 29 Nisan 2010
Halk›n Sesi
Sınıf mücadelesinde yeni bir enerji Bu yıl 1 Mayıs, "Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü" olmanın somut anlamını, geleneksel emek hareketinin çözülmesine direnç, güvenceli çalışma ve hak mücadeleleri etrafında yeşeren yeni ve dinamik bir muhalefette buluyor
İ
şçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak kutlanan 1 Mayıs, bu yıl sınıf mücadelesinde açığa çıkan enerjiyle yeni bir anlam buluyor. Bu enerji, geleneksel emek hareketinin çözülmesinden doğan direnişlerin yanında, kamusal yıkımdan doğan sosyal hak talepli direnişler ve büyük bir proleterleştirme dalgasından doğan güvenceli iş talepli direnişler etrafında yoğunlaşıyor. MÜCADELEN‹N ÜÇ D‹NAM‹⁄‹ Tekstil, sağlık ve metal işçilerinin başlattığı iş bırakma eylemleri, işyeri işgalleri, iş makinelerine el koyma eylemlerinin ardından Tekel, TARİŞ, İSKİ, itfaiye işçilerinin ataması yapılamayan eğitimcilerin yıl boyunca yaptıkları eylemler, sınıf mücadelesinin güncel çatışmalarının güvenceli çalışma etrafında şekillenmeye başladığını gösterdi. Farklı nitelikteki eylemlerde işlerini kaybetme korkusuyla karanlık bir gelecek korkusu arasında sıkışıp kalan
milyonların ortak talebinin insanca yaşam, güvenceli iş ve güvenli gelecek olduğu görüldü. Krizle birleşen ağır neoliberal programın piyasalaştırma ve özelleştirme dalgasına karşı ortaya çıkan hak mücadeleleriyse enerjiden ulaşıma, çevreden barınmaya farklı hak başlıkları altında ve insanca yaşam ereği etrafında yeni bir ivme kazanıyor. Uzun bir süredir iğneyle kuyu kazarcasına ilerlenen hak mücadeleleri ise metrobüs zamlarında ve HES’lere karşı yürütülen mücadelelerde görüldüğü üzere fiili mücadele ve doğrudan eylemlerle kazanımlar elde etmeye başladı. ‘HIZLI Ö⁄REN‹YORUZ’ Bu yıl 1 Mayıs, "Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü" olmanın somut anlamını, geleneksel emek hareketinin çözülmesine direnç, güvenceli çalışma ve hak mücadeleleri etrafında yeşeren yeni ve dinamik bir muhalefette buluyor. Bu üç eksen
Hastanesi inşaatında maaş alamayan işçilere örnek oluyor. İşyerlerinin önünde direnen metal işçileri Marmaray işçilerine ilham veriyor.
etrafında belirginleşen mücadelenin ana dinamikleri farklı toplumsal kesimleri yan yana getirip buluştururken geçmişten bugüne onların eylemini ve mücadele deneyimlerini de birleştiren eylem biçim-
B‹RL‹KTE YEfiERTT‹LER Sonuçta güvencesiz çalışan işçi sınıfı mücadeleyi, birliği ve dayanışmayı yeni talepler, yeni eylemler ve yeni çatışma biçimleriyle birbirinden öğreniyor. Sınıf içi rekabet ve parçalanmışlığın, iş güvencesi ve hak talepleri etrafında birleşerek aşılabileceğini göstermesi açısından anlamlı deneyimler yaratıyor. Tekel direnişinde güvenceli iş, onurlu bir iş sözleşmesi için direnen farklı etnik köken ve mezhepten işçiler bunun en güzel örneğini oluşturuyor. Aynı şekilde, Dev Sağlık-İş’te örgütlü sağlık işçileri, SES ve TTB İle birlikte yürütülen ortak mücadele sayesinde farklı statülerde çalışan diğer sağlık emekçileriyle bulutu. Bu yıl işçi sınıfının birliği, sınıfın parçalanmışlığını aşmanın umudutaşıyor.
leri yaratıyor. Öğrencilerin vazgeçilmez protesto aracı olan yumurtalı eylemleri Tekel işçileri AKP’li bakanlara uyguluyor. Maaşlarını alamadıkları için çatıya çıkan TOKİ işçileri, Samatya
Üç koldan, bir sınıfa doğru ÖZGE YURTTAfi
Merhaba işçi sınıfı
T
ürkiye işçi sınıfının mücadele ederek ve bedel ödeyerek kazandığı haklar, neoliberal saldırıdan nasibini aldı, alıyor. Özelleştirmeler ve temel kamusal hizmetlerin piyasalaştırılması sınıf hareketinin genel bileşenlerini de etkiledi. Bu saldırı dalgası tam da onlardan umudun kesildiği, direnme eğilimlerinin sınıf uzlaşmacılığıyla köreltildiğine inanılan bir anda onları sokağa dökmeye yetti. Kazanılmış haklar ve statülerini korumak için kamu işçileri, eczacılar ve doktorlar ardı ardına alanlara çıktı. Türkiye işçi sınıfının en eski mensuplarından tütün işçileri 17 Aralık 2009 günü Abdi İpekçi Parkı’nda polisin vahşi saldırısına karşı koyarken Türkiye sınıflar mücadelesine de yeni bir bölüm ekliyordu. Neoliberalizmin temel saldırı biçimlerinden biri olan özelleştirmeler sonucu iş güvencesini kaybetmek üzere olan Tekel’de çalışan kamu işçileri güvenceli iş ve onurlu bir iş sözleşmesi için Ankara Sakarya Meydanı’nda 78 gün boyunca direndi. Onların eylemi güvenceli iş talebinin milyonarın ortak sorunu olarak görünür hale gelmesini sağladı. Beş bin işçinin yaptığı eylemin ülke çapında desteklenmesinin temel sebeplerinden biri de direnişin temel talebinin İstanbul’da özelleştirmeler sonucu işlerinden olan itfaiyeciler, 25 Kasım grevinin en militan duruşunu sergileyen demiryolu emekçileri ve tersanelerde, inşaatlarda irili ufaklı direnişler örgütleyen emekçilerin talebiyle aynı olmasıydı: "Güvenceli iş." Güvenceli iş ve insanca yaşam mücadelesi Tekel direnişiyle görünürlük kazansa da son bir yılda emekçilerin düzenlediği kitlesel gösteriler böylesine kararlı bir direnişin habercisi olmuştu. KESK’in çağrısıyla 25 Kasım’da gerçekleşen iş bırakma eylemi son yılların en kitlesel sokak gösterilerine sahne olurken Türkiye çapında iş bırakmalar velilerin, öğrencilerin, hastaların, yoksul mahalle sakinlerinin katılımıyla bir halk grevi havasında geçmişti. 5-6 Ekim’de Türkiye’de yapılan IMF toplantılarında sokak gösterilerine sahne olmuş; banka camlarına atılan taşlar, krize ve finans sermayesine karşı halkın örgütlü tepkisinin ifadesi olmuştu. AYRICALIKLAR KAYBED‹L‹RKEN Neoliberal düzenin makası sadece işçiler için çalışmıyordu. 2009 yılı, emeğin değersizleştirilmesi sürecinden nasibini alan eskinin değerli meslek mensuplarının eylemlerine de sahne oldu. Hükümetin ilaç sektörünü tekellere açmasıyla tüm sosyal ve sınıfsal konumunu yitirecek olan eczacılar 4 Aralık 2009’da yüksek bir katılımla kepenk kapattılar. Tam gün yasasıyla kölece koşullarda çalıştırılmaya mahkûm edilen hekimler tam gün yasasına karşı iş bırakma eylemleri yaptılar. Halen TBMM gündeminde olan kamu hastaneleri birliği yasa tasarısına karşı etkili bir mücadele örgütlemek üzere hastane
Sermayenin saldırılarıyla beraber Türkiye’de sınıf mücadelesinin çelişkileri ve dinamikleri de değişiyor. 1 Mayıs yakaşırken ücret, kazanılmış haklar ve güvenceli iş mücadelesi veren işçiler kent yoksullarıyla bütünleşiyor. Bu birliğin gücü meydanlara yansıyacak
hastane eylemler yapıyorlar. Toplumun bir başka ayrıcalıklı meslek gurubu olan mühendis ve mimarlar ise sadece kölece çalışmanın değil, aynı zamanda işsizliğin de pençesinde kıvranıyor. TMMOB çatısı altında bir süredir ağır ağır ilerleyen işsiz ve ücretli mühendisler komisyonunun ilk büyük etkinliği mühendislik alanında işçileşen yüzlerce teknik insanı buluşturdu. 14-15 Kasım'da TMMOB Ücretli ve İşsiz Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları Kurultayı yapıldı. İşçileşen mühendisler sınıfın bir parçası olarak durumlarını ve örgütlenme olanaklarını tartıştı. Profesyonel meslekler proleterleştirme dalgası karşısında sınıf bilincini yaratmaya başladı bile. Kazanılmış haklarını, sınıfsal ve sosyal statülerini yitirmek istemeyen emekçiler hangi meslekten gelirse gelsin iş güvencesi için harekete geçti. Taşeron işçilerle mühendisler aynı çatışma ekseninde buluştu: "güvenceli bir iş ve gelecek".
2010’da 1 May›s’a giderken art›k soka¤›n ritmi de de¤iflmeye bafllad›. Sermayenin sald›r›lar›yla beraber iflçiler ve kent yoksullar› bütünleflti. Bu bütünsellik çal›flma hakk›, ücret ve sosyal hak mücadelelerinin birleflti¤i bir noktaya do¤ru ilerliyor. Toplumsal muhalefetin gücü Tekel iflçisine deste¤e gelen HES karfl›tlar›n›n, Dikmen Vadisi halk›n›n birlikteli¤inden do¤uyor. Yaflam› çekilmez k›lan ve karanl›¤a iten ortak düflmana karfl› muhallefetin farkl› unsurlar›n›n birbirlerinin mücadelesinden edindikleri deneyim h›zla ortaklafl›yor. “O denli güvencesiz ki asla örgütlenemez“ denilen tafleron iflçiler örgütleniyor. Tafleron iflçinin örgütü Dev Sa¤l›k-‹fl’in ‹stanbul’da sürdürdü¤ü direnifllerden ard› ard›na zafer haberleri geliyor. Marmaray iflçileri ilerlemifl yafllar›na ra¤men “direnifl bizim neyimize” demeyip a¤›r çal›flma koflullar›na isyan ediyor; s›n›f mücadelesine taze soluk getiriyor. Neoliberal kimlik politikalar›yla bölünmeye zorlanan ve “asla bir araya gelmez” denilen kardefl halklar art›k daha fazla birbirinden ö¤reniyor, bir araya geliyorlar. Bar›nma hakk› için Ar›zl›’da, her görüflten ve inançtan depremzede birlikte direniyor, Tekel’de Trabzonlu iflçiler Diyarbak›rl›larla yan yana geliyor, Bitlisli iflçiler kendilerine Tokatl› emekçileri komflu tutuyor. ‹nsanca yaflayabilme mücadelesi din, ›rk, cinsiyet ayr›m›n›n s›n›rlar›n› afl›yor. S›n›f mücadelesi, emekçilerin birbirine yoldafll›k etti¤ine tan›k oluyor. Bu dayan›flma flimdi 1 May›s'ta meydanlarda kendini göstermeye haz›rlan›yor.
KEND‹ MEZAR KAZICISINI YARATMAK Fakat "onlar kadar bile" şanslı (!) olmayan milyonlar da var. Kaybedecek bir işi dahi bulunmayanlar, gel geç işlerde çalışanlar, iş güvencesinden mahrum kalanlar: yani "en alttakiler": taşeronlar, part-time çalışanlar, ortacılar, gündelikçiler, çocuk bakıcıları... Kısaca mülksüzleştirilen, proleterleştirilen milyonlarca emekçi. Krizle beraber ağırlaşan çalışma koşulları ve krizden çıkış politikası olarak emeğin daha fazla değersizleştirilmesi ve esnek çalışmaya uygun hale getirilmesi yeni bir sınıf mücadelesi biçimini de doğuruyor. İşyeri işgalleri, taşerona karşı mücadelede üst işvereni hedefleyen eylemler, onlarca farklı işyerinde yapılan iş bırakma eylemleri yeni filizlenen ve henüz "ideal dilini ve eylem biçimini" oluşturamamış olan bir işçi hareketinin habercisi oldu. Bu yeni hareket, yeni bir dünya
kurma mücadelesinde sahip olduğu rolün "henüz farkında olmasa da" sınıf mücadelesinin güncel çelişkisini doğru bir halkadan yakalayarak ilk isabetli adımını attı. Bundan sonrası, parça parça patlak veren güvencesizlerin eylemlerini, iş güvencesi etrafında birleştirecek ortak bir muhalefet odağının etrafında buluşturma becerisini gösterecek olan mahir ellere bakıyor. HALKIN HAKLARI ‹Ç‹N... Kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesi işsizlik ve yoksulluk kıskacındaki milyonları yaşamını sürdüremez bir noktaya getirdi. Geçen yıl boyunca SSGSS’nin yaldızının dökülmesiyle beraber ayyuka çıkan sağlık alanındaki sorunlar yoksulların hayatına mal oldu. Katkı payı, ilaçta ve muayenede kısıtlamalar sağlık hizmetini üreten emekçilerin güvencesizleştirilmesi ve proleterleştirilmesiyle birleşince sağlık alanında önümüzdeki dönem
mücadelenin daha da çetin geçeceğinin ipuçlarını verdi. 2009 yerel seçimleriyle son atımlık barutunu da tüketen AKP’li belediyeler neoliberal belediyecilik anlayışının iflasıyla sarsıldı. Çözümü halkın cebinde arayan belediyeler fahiş hizmet fiyatlarıyla hak mücadelesinin hedefi haline geldiler. İstanbul’da metrobüs fiyatlarına yapılan zamlar, Ankara’da Gökçek’in alicengiz oyunlarıyla halka fahiş fiyat dayatması parasız ulaşım eylemleriyle cevaplandı. İstanbul’da günlerce turnikelerden atlayarak zamları protesto eden halk, Ankara’da parasız otobüs ve metro eylemlerine verilen destekler hak mücadelelerinin doğrudan eylemle ivme kazanmasını sağladı. Bu güç kısa sürede kazanımları da beraberinde getirdi. Doğrudan eylem çizgisi özel mülkiyetin meşruluğunun zedelenmesini sağlayarak hak mücadelesi çizginin devrimci özünü daha da güçlendirdi.
Su kaynaklarının mülkiyetini kamunun elinden alarak suları, nehirleri hidroelektrik santraller için ihale usulü satan AKP hükümetinin karşısına Dersim’de, Karadeniz’de, Ege’de köylüler çıktı. Sularına, topraklarına ve ormanlarına sahip çıkmak için köylüler Muğla’da olduğu gibi kimi zaman gece gündüz dere kenarlarında nöbet tuttular. Kimi zaman Rize’de olduğu gibi çevresel etki değerlendirme toplantılarını bastılar. Niğde’de siyanürlü altın madenine karşı mücadele eden köylüler gibi kimi zaman ihaleleri basıp sermaye temsilcilerini yumurtaladılar. Bu yıl ilk kez farklı bir şekilde öne çıkan asgari ücret eylemleri, işçi sınıfıyla yoksul halkı ortak bir mücadele çizgisinde buluşturdu. İşçiler artık, yoksul halkın yürüttüğü eğitim, sağlık, barınma gibi sosyal hak mücadelelerini asgari ücret mücadelesinin doğrudan parçası olarak görmeye başladı.
13
TARİH 16 Nisan 2010 / 29 Nisan 2010
Halk›n Sesi
M E Y D A N L A R D A N
O K U N A N
S I N I F
S A V A fi I M I
Esin kaynağı meydan T
Küba Devrim Meydan›
‘Bu meydanda sesim kalır’ 1 M Mayıs kutlama yeri, esas olarak da kutlama meydanı tartışmalarını da beraberinde getiriyor. Peki, bir kutlamanın mekânının bir meydan olması neden önemli olur ya da buna bir önem atfetmek gerekir mi? Sınıf mücadelesi mekân üzerinden de yürütülür mü? Bu soruların yanıtını, tarihte meydanların yaşamdaki yerine bakarak bulabiliriz.
DEMOKRAS‹ ALANI MEYDANLAR Meydanlar tarih boyunca toplumların sosyal yaşamının gerçekleştiği; insanların birbirleriyle buluştuğu, görüştüğü, ticari ve fikri alışveriş yaptığı, eğlendiği, özetle hayatın örgütlendiği mekânlardır. Dolayısıyla meydanlar bir kentin ve kent hayatının kimliğine dair ipuçları verir. Başka şehirlere gidildiğinde “görülecekler yerler” listesinde en azından bir meydan bulunur. Meydanların tarihi kent/kentleşme tarihi kadar eskiye götürülebilir. Toplumsallaşma mekânsal ölçekte meydanlarla
eydanlar tarih boyunca toplumsal muhalefetin siyasal iktidarlarla hesaplaştığı yerler oldu. Son dönemlerde yapılan hararetli meydan tartışmalarının temelini bu hesaplaşmalardaki deneyimler oluşturuyor
ilişkilidir. Eski Yunan’da “agora” meydanı, Roma’da “forum” meydanı, kent halkının bir araya geldiği, konuşup tartıştığı mekânlar olur. Kentle ilgili dini, ticari, politik faaliyetlerin gerçekleştiği halka ait bu açık alanlar kürsüleri ile aynı zamanda hitap yeridir. Doğrudan katılım ile kent yönetimine ilişkin meselelerin konuşulup karara bağlandığı meydanlar demokrasinin de ilk örneklerine ev sahipliği yapar. Meydanlar söz söylemenin ve onu gerçekleştirmenin mekânı haline gelir. Forum kelimesi bugün de tartışma alanı, sorunların görüşülerek karara bağlandığı toplantı anlamında kullanılır. Bu yerler aynı zamanda
kentin yönetim merkezidir, iktidarın halkla temas mekânıdır. Bugün hala Anadolu’nun kimi kentlerinde devlet kurumları kentin tek meydanı etrafında toplanmış durumdadır. Bu özelliğiyle halkın iktidarla karşılaştığı, iletişim halinde olduğu mekânsal alan olarak meydan, bu ilişkinin çeşitli biçimlerine de sahne olur. D‹LE GELEN MEYDAN Bugün kent halkı buluşmak, konuşmak, tartışmak için başka kanallar kullansa da yönetimden hoşnutsuzluğunu göstermek, protesto etmek, hesap sormak için yine “meydana çıkar”, “hodri meydan” der. Ne de olsa “yiğit meydanda belli olur!”
Toplumsal muhalefetin nabzını meydanlardan tutabilen, oradan okuyabilen iktidar da kimi zaman, “meydan okuyan”a, “meydanı boş bulan”a “meydan vermek” istemez. Muhalefete “meydan bırakmamak” için de ibret olsun diye “meydan dayağı” atar, “meydanda sallandırır.” Böylece “meydanı dar eder.” İktidar mücadelesinin görünür hale geldiği meydanlar bu mücadeleye ait tanımlamaları yaratır. Meydanda şekillenen ilişki biçimleri toplumsal muhalefetin ortak belleğini oluşturur. DÜNYA MEYDANLARI Bir meydanı meydan yapan bir başka özellik, sadece o anda
kentin nabzını tutmaya olanak vermesi değil, aynı zamanda oradaki yaşanmışlıktır. Orada “meydana gelmiş” olan olaylar, kent tarihinin şifrelerini de sunar. Meydanı toplumsal belleğin unsuru haline getirir. Kentlerin simge meydanları mutlaka toplumsal bellekteki bir olayı barındırır. Dünyanın ünlü meydanları da tarihleri boyunca sahne oldukları çeşitli gösteriler, mitingler, idamlarla anılır. Meydanlar, kendileriyle özdeşleşmiş olan bu toplumsal olaylarla “ünlü” hale gelirler. Tiananmen Meydanı, 1989’da Çin’de hükümeti protesto eden grupların sert bir şekilde bastırıldığı olayların başladığı meydandır.
Plaza del Mayo, Arjantinli annelerin 1976’da gelen askeri cuntanın kaybettiği çocuklarını aradığı, cuntadan hesap sorduğu meydandır. Paris’teki Saint-Michael Meydanı, 1968 gençlik hareketinin başladığı yer olduğu gibi ondan bir asır önce Paris Komünü’nün merkezidir.
MEYDAN KAVGASI Meydanlar, tarih boyunca toplumsal hayatın en canlı haliyle var olduğu, dönüştüğü, önemli kentsel mekânlardır. Gündelik hayatın alanı olmak dışında, bir bakıma iktidarın güvenoyu alanıdır, “siyaset meydanı”dır. İktidarlar, kendi iradesi dışında toplumsal hayatın değiştirilme ihtimalini tehlikeli bularak bu mekânları kimi zaman yasaklar. Siyasal iktidarlar toplumsal muhalefetin hareket alanının meydanlar olduğunu bilir, buralarda sınıf mücadelesine “meydan vermek” istemez. Ancak “meydana çıkmadan” yeni bir dünyanın “meydana gelmesi” de mümkün olmaz.
oplumsal hayat dili yaratıp şekillendirirken ürettiği kavramlara çeşitli değerler de yüklüyor. Meydanların tarih boyunca mekânı olduğu olaylar, dilde kendi deyimlerini yaratırken meydana yüklenen anlam da sanatta karşılığını buluyor, özellikle de şiirde. Murathan Mungan’ın, “hangi meydan hangi sokak kavuşturur bizi” sorusu meydanların en önemli özelliğini; buluşturan, birleştiren yanını gösterirken, Hüsnü Arkan’ın, “Ölenlerin adını unutma/türkülerin, meydanların/bırakmasın onlar seni” dizeleri meydanların bu yaşanmışlıklarıyla toplumların hafızası olduğuna ve ona sahip çıkmak gerektiğine işaret eder. Öte yandan meydanlar toplumsal hayatın deviniminin mekân üzerinden okunduğu yerlerdir. Nazım Hikmet “Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde, ben içeri düştüğümden beri...” dizeleri ile “yeni açılan meydanlar”la değişimi, dönüşümü anlatır. Paul Eluard, “hıncahınç meydanlara yazarım adını” dizeleri ile özgürlüğe seslenir. Özgürlük, zihninde böyle meydanlara yaraşır. Vedat Türkali, “Parklarınla, köprülerinle, meydanlarınla/bekle bizi İstanbul” dizeleri ile meydanları bir kentin simgelerinden sayar. Meydanlara sahip olmak, bir kente sahip olmaktır.
At Meydanı’ndan Taksim’e İstanbul 1
Mayıs’a ilişkin meydan tartışmaları özellikle İstanbul üzerinden döner. Tartışmaların odağında İstanbul’un olması, özellikle Taksim Meydanı’nda yaşananlardan dolayı olur. 1 Mayıs 1977’de otuz dört kişinin katledilmesiyle sonuçlanan olaylar Taksim’e daha özel bir mana yükler. Meydan katliamları sadece Taksim Meydanı’yla sınırlı değildir. Devlet gücünü ispatlamak için her zaman meydanları kullanır. Osmanlı’nın İstanbul’u ele geçirdikten sonra kullandığı ilk meydanlar Beyazıt Meydanı ve bugün Sultanahmet Meydanı olarak bilinen At Meydanı’dır. Bu alanlar halkın en sık bir araya geldiği, sıkıntılarını konuştuğu, devleti eleştirdiği, hokkabazları izleyerek eğlendiği mekânlardır. Bu meydanlar pek çok kez idamlara, ihtişamlı kutlamalara tanıklık eder. Devlete karşı gelen kişiler meydanda asılarak günlerce orda bekletilir ve halkın ibret alması beklenir. Şehzadelerin günlerce süren sünnet düğünleri de sarayın tüm ihtişamını meydanlarda halka gösterir. Meydanlar sadece devletin güç gösterilerine sahne olmaz. Halkın sosyalleştiği, devleti
bulunan büyük bir çınar ağacına, isyanın başarıya ulaştığını göstermek ve yolsuzluk yapan devlet erkânına ibret olması amacıyla asılır ve isyan sona erer. Osmanlı’nın yıkılmasından sonra da meydanlar yine devletin ibret verme, katletme,
ihtişamını gösterme alanı olur. Cumhuriyet’in kurulmasıyla, yeni rejimi günlük yaşamda somutlaştırmak için Taksim Meydanı projesi başlar. Kısa süre sonra İstanbul’un yeni merkezi olan Taksim Meydanı halkın muhalefet alanı olur. Devlete korku salan eylemlerle birlikte, Taksim’de saldırılar başlar. 26 Şubat 1969’da ki “Emperyalizme ve Sömürüye Karşı İşçi Yürüyüşü’ne” binlerce gerici, polis desteğiyle saldırarak iki kişiyi katleder ve bugün “Kanlı Pazar” olarak anılan olaylar “meydana gelir.” Demokrat Parti’ye karşı öğrenci muhalefetinin buluşma noktası olan ve 1960’ta adı “Hürriyet Meydanı” olarak değiştirilen Beyazıt Meydanı, bu dönemden sonra da öğrenci hareketinin merkezi olur. 1980’de faşist cunta meydanın adını tekrar Beyazıt Meydanı olarak değiştirir. 1 Mayıs 1977’de otuz dört kişinin yaşamını yitirdiği, onlarcasının yaralandığı kutlamalarda da devletin gücünü ispatlama arzusu “meydana çıkar.” Bugünkü tartışmalarının mihenk taşı olan 1977’deki 1 Mayıs kutlamasından bugüne Taksim, muhalefetle devletin çatışma alanı olur.
torluk askerlerini burada idam eder. Trabzon Meydanı’nda yaşanan en büyük ayaklanma 1895’te Ermeniler tarafından gerçekleştirilir. Baskı gören Ermeniler ayaklanarak Trabzon Meydanı’nda toplanırlar. 3 Ekim 1895’te başlayan olaylarda Osmanlı kaynaklarına göre iki yüz dört Ermeni katledilmiş, onlarcası da yaralanır. Olayların
hemen ardından kurulan Divan-ı Harp mahkemelerinde yargılanan Ermenilerin bir kısmı meydanda idam edilir. Günümüzde Trabzon muhalefetinin siyasal iktidarlardan hesap sorma yeri olan Trabzon Belediye Meydanı, kentin en işlek alanı olması nedeniyle kentte demokrasinin en çok hayata geçtiği yer durumundadır.
Tarihi boyunca çok önemli bir kent olan İstanbul’da meydanlar hem muhalefet hem iktidarlar için boy gösterme yeri olur. Son yıllarda Taksim için verilen meydan savaşları bu çekişmenin en somut örneği
‹stanbul At Meydan› (Bugünki ad›yla Sultan Ahmet) eleştirdiği yerler konumunda olan meydanlar pek çok ayaklanmaya, eyleme tanıklık eder. Bu ayaklanmaların en önemlilerinden biri Çınar Vak’ası olarak bilinen olaylardır. Halk ülkenin kötü gidişinden sorumlu tuttuğu sarayın içoğlanlarının idamını
Roma M ticaret meydanı
ilattan sonraki ilk yüzyılda Romalılar tarafından bölgenin en önemli ticaret kenti olan Trabzon, serbest bölge olarak kullanılır. Ticari açıdan çok gelişen kentte, deniz yoluyla gelen malların satılmasını gerektiren bir meydana ihtiyaç duyulur. Halkı bir arada toplayacak olan meydan, kralların Trabzon’a geldiğinde halka seslendiği,
ister. Padişah idamları iptal ettirmek istese de isyancıların vazgeçmemesi sonucunda idamlar gerçekleşir. Bostancıbaşı idamları gerçekleştirdikten sonra cesetleri halka teslim eder. Cesetler ivedilikle Topkapı Sarayı’nın yanı başındaki At Meydanı’nda
halkın bir araya gelerek ticaret konuştuğu bir alan olur. İstanbul’un Osmanlı tarafından işgal edilmesi ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla birlikte Anadolu’da yalnız kalan ve vergiye bağlanan Trabzon, ilk olarak 1456’da Hızır Paşa tarafından kuşatılır. Trabzon Meydanı’na karargâh kuran Hızır Paşa ele geçirdiği İmpara-
Ankara Ulus Meydan›
Devlet Ulus’ta halk Kızılay’da K
ale etrafında öbeklenmiş bir şehir olan Ankara’nın gelişimi Osmanlı’nın yıkılışına denk gelir. Şehrin kalenin eteklerine doğru genişlemesiyle, Ulus, kent için en önemli merkezlerden biri haline gelir. Anadolu’da padişaha karşı gelişen muhalefetin üssü konumunda olan Ankara’da geniş meydanlar bulunmaz. Osmanlı’nın yıkılması ve kurulan cumhuriyetin başkenti olan Ankara’da Ulus Meydanı kentin en önemli bölgesi konumuna gelir. Batıdaki örneklerine göre oldukça küçük kalsa da meydan Ankara halkının en sık kullandığı alan olur. Ulus Meydanı sadece halkın kullandığı bir meydan değildir. Cumhuriyeti ilan eden Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, Ulus Meydanı’nda bulunur. Bu özelliğiyle milletvekillerinin de sık kullandığı bir alan olan meydan, meclis dışındaki siyasi tartışmaların en çok yaşandığı yerdir. Muhalif milletvekilleri, çoğu zaman halkın katıldığı tartışmalarını bu meydandaki kıraathanelerde gerçekleştirir.
Ulus Meydanı, kent merkezinin Çankaya’ya doğru kaymasıyla önemini yitirmeye başlar. Meydan ilerleyen yıllarda meclisin de Çankaya’ya taşınmasıyla siyasi önemini hemen kaybeder. Önceleri bir bataklık olan, kimsenin yanından geçmediği Kızılay Meydanı, Demokrat Parti dönemiyle kentin en önemli meydanı haline gelir. Meydan aynı zamanda Ankara muhalefetinin de en önemli alanı olur. Çok partili dönemin ilk büyük hareketi olan 555K (5 Mayıs, saat 5’te, Kızılay’da) eylemi, Kızılay’ın ilk önemli ayaklanışı olarak anılır. 5 Mayıs 1960 günü Kızılay Meydanı’nda Adnan Menderes’in yakasına yapışan öğrenciler, ne istediklerini soran Menderes’e “Özgürlük istiyoruz!” diye yanıt verirler. O günlerden itibaren Ankara halkının birçok kez siyasal iktidarlardan hesap sormak için bir araya geldiği meydan, 19 Aralık 2000’deki “Hayata Dönüş (!)” saldırısından sonra muhalefete kapatıldı.
SPOR BİLİM
14
16 Nisan 2010 / 29 Nisan 2010
Halk›n Sesi
‘El Barça és més que un club’* B
arcelona, Şampiyonlar Ligi ve La Liga’da fırtına gibi esmeye devam ediyor. Geçen sezondan pek bir şey kaybetmeyen Barça, ezeli rakibi Real Madrid’i yendi ve şampiyonluk yolunda önemli bir avantaj kazandı. Katalanların ulusal kimliklerinin en büyük temsilcisi Barça’nın tarihi, Katalanların olduğu kadar farklı bir futbol anlayışının da tarihini oluşturuyor. BARÇA DO⁄UYOR Barcelona, 29 Kasım 1899 yılında Hans Gamper isimli bir İsviçrelinin çağrısıyla İngiliz, Alman ve Katalanlardan oluşan 11 kişi tarafından kuruldu. İlk yıllarında bile oldukça başarılı bir grafik çizen Barça Katalonya’nın en iyi takımı oldu. 1928 yılında La Liga’yı kuran 10 takımdan biri olan Barça aynı zamanda ligin ilk şampiyonu da oldu. Barcelona’nın Katalan kimliğiyle özdeşleşmesinde ise Barcelona Başkanı Josep Sunyol’un büyük katkısı oldu. Katalan Cumhuriyetçi Sol Parti’nin önemli isimlerinden Sunyol, 1935’te Barcelona Başkanı oldu. Barcelona’nın Real Madrid’i yenmesiyle İspanya Kupası’nı aldığı 1936’da ise Franco askerleri tarafından öldürüldü. Madrid yakınındaki Cumhuriyetçi askerleri ziyarete giden Sunyol, dönüşü sırasında Franco’nun askerleri tarafından yakalandı ve kurşuna dizildi. İç savaşın sonuna doğru Franco’ya bağlı güçlerin saldırıları sonucunda Barcelona’nın kulüp binası ve tesisleri yok oldu. Real Madrid’in o dönemki başkanı Rafael Sanchez Guerra da cumhuriyetçileri desteklemiş ve Franco’nun savaşı kazanmasıyla Paris’e kaçmıştı. Faşist Franco rejiminin zaferiyle sonuçlanan iç savaş sonrasında İspanya’nın farklı etnik unsurları yoğun bir baskı altında yaşamaya başladı. Bu baskıdan en çok Basklar ve Katalanlar etkilendi. İşte, Katalanca konuşmanın da yasak olduğu iç savaş sonrasında Barça, giderek Katalanların kimliklerini rahatça sergileyebildikleri bir alan oldu. Tribünler Katalan halkının kendi dillerini özgürce konuşabildikleri, marşlarını söyleyebildikleri alanlardı.
B
arcelona, inanılmaz performansıyla yoluna devam ediyor. Katalan temsilcisi ‘rüya takım’ başarılarına yenilerini ekleyeceğe benziyor
Bu dönem ezeli rakip Real Madrid için şaşaalı yıllardı. Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi oyuncuları arasında gösterilen ve Barcelona’ya transferi son anda İspanya Futbol Federasyonu’nun yabacı oyuncuyu yasaklamasıyla suya düşen ardından yasağın bkalkmasıyla Real Madrid’e gelen Alfredo Di Stefano ve Puskas öncülüğünde Real Madrid, 19551960 arasında dünyanın en iyi takımı oluyordu. Real Madrid’in başkanı ise bugün statlarına adını veren Santiago Bernabéu Yetse idi ve Bernabéu, iç savaşta Franco’nun yanında yer alan General Agustín
Bolu’da do¤a katliam› PROF. DR. M. TEK‹N BABAÇ
Bolu’daki Abant Gölü’nün bulundu¤u Abant Tabiat Park›’nda 2010’un ilk günlerinde Bolu Valili¤i’nce bafllat›lan alt yap› ve yol geniflletme çal›flmalar› do¤aya zarar vermeye devam ediyor. Bolu’daki meslek örgütleri do¤a katliam›n› mahkemeye tafl›ma haz›rl›¤›nda. Bolu Valisi ‹brahim Akp›nar ise katliam› “bilimsel” ifadelerle savunuyor. Bolu Valili¤i taraf›ndan göl çevresindeki yollar›n geniflletilmesi, kanalizasyon flebekesi yap›m› sebebiyle göl seviyesi yükseldi ve 300 a¤aç su alt›nda kald›. Yükselen sular, yap›lan setle birlikte gölün güneyinde, yamaç paraflütü yap›lan bir yaylada toplanmaya bafllad› ve oluflan göle “Yavru Abant” ad› verildi. Yap›lmas› düflünülen yollara tafl sa¤lanmas› için göl yak›nlar›na bir tafl oca¤› kuruldu. Tafl oca¤›na ilk itirazlar Abant ‹zzet Baysal Üniversitesi (A‹BÜ) Biyoloji Bölümü’nden Yard. Doç. Dr. Emel Uslu’dan geldi. Akademisyenler, tafl oca¤›n›n kuruldu¤u yerde, iki endemik (o bölgeye özgü) çi¤dem
Barcelona tarzı futbol kavramını da hayatımıza soktu. Böylece, Hollanda ekolü denilen futbol artık Barça ile anılıyordu. Cruyff ile Barça arasındaki bağ Hollandalının oğluna bir Katalan azizi olan Jordi’nin ismini vermesiyle anlatılabilir. Nitekim Jordi de Barcelona altyapısında yetişti. Cruyff ise 1996’da Barça’ya veda etti ama 2009’da şu an yalnızca hazırlık maçları yapabilen Katalonya milli takımının teknik direktörü olarak Barcelona’ya döndü.
türünün karfl›laflarak üçüncü bir endemik çi¤dem türünü oluflturdu¤unu ve tafl oca¤›n›n bu türleri yok etti¤ini söyledi. Prof. Dr. Okan Külköylüo¤lu, Yavru Abant’›n, Abant’› besleyen tatl› su kaynaklar›n›n göle ulaflmas›n› engelleyece¤ini ve 2 bin hayvan›n otla¤›n› yok edece¤ini ifade etti. Vali Akp›nar do¤an›n bozulmad›¤›n›, tek bir a¤ac›n bile kesilmedi¤ini söylerken kendilerini elefltiren akademisyenler için “cazg›r” kelimesini kulland›. Akp›nar’›n tafl oca¤› inflaat›yla yok edilen endemik bitki türleri için verdi¤i cevap f›kra gibi: “Do¤a bozulmuyor. Bir k›sm› biraz tabir caizse cazg›rl›k yap›yor. Tafl oca¤› çi¤demleri mahvetti diyorlar gittim bakt›m. Tafl oca¤›n neresinde çi¤dem var? Biraz da elefltirirken ak›ldan ve insaftan uzaklaflmamak laz›m.” Vali ayr›ca bu türlerin 3 günde oluflabilece¤ini de söylüyor. Süren çal›flmalar için “Çevreciler sinirlenecek, piknikçiler sevinecek” diyen Vali Akp›nar’›n, bölgede yap›lacak yol sisteminde motorlu tafl›tlara yer verilmemesi gerekti¤ini söyleyen
Muñoz Grandes’in ordusunda cumhuriyetçilere karşı savaşmıştı. BARÇA VE CRUYFF Bu dönem Real Madrid’in gölgesinde kalan Barça’nın toparlanması 1973’ü buldu. Barcelona tarihininde belki Katalanlardan daha büyük bir öneme sahip Hollandalı yıldız Johan Cruyff için iki ezeli rakip kapışmıştı. Cruyff, Barcelona’yı seçti ve bu tercihinin nedeninin Franco’nun takımında oynamak istememesi olduğu söylendi. Cruyff’la 1974 yılında 14 sene sonra şampiyon olan Barcelona için Barnebau’da
Bilim: Aksi ispat edilene kadar...
Madrid’i 5-0 yenmekten daha güzel bir şey yoktu. Cruyff 1978’de ayrılıyordu ama 1988’de Barça’ya teknik direktör olarak gelişi Barcelona ve dünya fubolunda büyük izler bırakacak bir dönemi yaşatacaktı. Cruyff döneminde hücum futbolunun en ince örneklerini sergileyen Barça, Stoichkov, Guardiola, Koeman, Romario ve M. Laudrup’la birlikte dünyanın gelmiş geçmiş en iyi kadrolarından birini oluşturdu ve 4 La Liga, 3 İspanya Süper Kupası, 1 Şampiyonlar Ligi, 1 Avrupa Süper Kupası ve 1 Kupa Galipleri Kupasını Barcelona’ya getirdi. Aynı zamanda
YEN‹ RÜYA TAKIM Barcelona’nın 1990’lardaki takımı rüya takım olarak adlandırılıyordu. Ancak günümüzdeki Barça daha büyük bir rüya takım olma yolunda ilerliyor. Eski rüya takımın defansif orta saha oyuncusu Guardiola’nun başında olduğu Barcelona da daha nice zafere imza atacakmış gibi görünüyor. Bunların en önemlisi ise kuşkusuz bu sezon Şampiyonlar Ligi finalinin oynanacağı Madrid’deki Barnebau’da zafer kazanmak olacak. Hiçbir taraftar kendi sahasında ezeli rakibinin böyle bir finali kazanmasını istemeyecektir. Şampiyonlar Ligi’nde Arsenal’i eleyen Barcelona’nın şampiyonlar ligindeki rakibi ise İnter oldu. Bu sezon şampiyonlar liginde iki kez karşılaştığı İnter’le iki kez daha karşılaşacak Barça, kuşkusuz favori. İnter teknik direktörü Mourinho ise belalısı Barça’nın yine karşısına çıkmasından endişeli. Porto’dan sonra daha büyük takımları çalıştıran Mourinho, Porto’da yakaladığı Şampiyonlar Ligi başarısını diğer takımlarla yakalayamadı. İnter maçları, iki takım arasındaki takasla takımlarını değiştiren Eto’o ve İbrahimoviç için de daha büyük bir önem taşıyacak. Kupada hiç İngiliz takımı kalmaması Barça’nın şampiyonluk iddiasını daha da güçlendiriyor. Yarı finale kalan diğer iki takım olan Bayern Munich ve Lyon da Barça ile baş edebilecek güçte görünmüyor ve Barça için şimdilik her şey kolay görünüyor olsa da birşey söylemek için çok erken.
*BARÇA, B‹R KULÜPTEN DAHA ÖTES‹
Bilimsel çal›flmaya kanun engeli Bilimsel çal›flmalar konusunda hükümetin haz›rlad›¤› kanun tasar›s›yla bilim insanlar›n›n arazi çal›flmalar› yapabilmelerinin önüne geçiliyor. Kanun tasar›s› tasla¤›nda Çevre ve Orman Bakanl›¤›’n›n izni olmaks›z›n bilimsel amaçl› araflt›rmalar için olsun veya olmas›n bitki toplanamayaca¤› ve izinsiz bitki toplayanlar›n yüksek para cezas›na çarpt›r›laca¤› belirtiliyor. Akademisyenler, taslakla birlikte bitki toplama izninin haftalar› hatta aylar› bulabilece¤ini önceki yaflad›klar› deneyimlerine dayanarak söylüyorlar. Taslakta ayr›ca, Çevre ve Orman Bakanl›¤› taraf›ndan görevlendirilecek mihmandarlara da ayr›ca çal›flma ya da proje kapsam›nda ücret verilmesi söz konusu. Biyologlar bu durumu “Art›k bitkilere dürbünle bak›p araflt›rma yapaca¤›z.” sözleriyle elefltiriyor.
endemik tür. Bu bitkilerin 3040 türü ilaç yap›m› ve kozmetik sanayinde kullan›l›yor. Burada, Abant f›nd›k faresi, su samuru ve sadece Abant Gölü’ne özgü endemik bir bal›k türü olan Abant alas› gibi canl›lar da yafl›yor.
spanya’da 2. ve 3. liglerdeki oyuncular paralarını alamadıkları için greve gidiyor. İspanya Futbolcular Derneği (AFE) 16-19 Nisan arasındaki lig maçlarının oynanmayacağını belirterek sorunun çözüme kavuşturulmasını talep etti. Yaklaşık 200 futbolcunun 4 milyon avro alacağı bulunduğu belirtiliyor. Ayrıca İspanya Futbol Federasyonu’nun da AFE’ye 7 milyon Avro borcu bulunuyor. Haklarını almak için greve gittiklerini belirten AFE yetkililerinin açıklamalarına göre İspanya 1. ligi La Liga’daki maçlar da oynanmayacak. Sorunun kısa sürede çözülmemesi halinde La Liga takımlarındaki oyuncuların alt liglerdeki futbolculara destek verecekleri belirtiliyor. Oyuncuların grevine İspanya Futbol Teknik Direktörleri Birliği (ANEF) de destek vereceğini açıkladı.
Voley-bahçe 2’nci F
enerbahçe Acıbadem Bayan Voleybol Takımı Avrupa’nın takımlar düzeyindeki en yüksek turnuvası olan Indesit Bayanlar Avrupa Şampiyonlar Ligi Finali’nde 2. oldu. Finalde İtalyan temsilcisi Volley Bergamo’ya 3-2 yenilen Fenerbahçe, Türkiye’nin voleyboldaki en önemli başarılarından birine imza attı. Dörtlü finale kalan Fenerbahçe ilk maçında Fransa’nın Cannes takımını aynı skorla yenmişti. Fenerbahçe Türkiye Ligi’nde de en başarılı ekip; lig ve kupanın favori takımı olarak gösteriliyor.
Bilimsel düflünceneni do¤uflu -5: Harezmi
Endemik tür ne demektir?
A‹BÜ Mimarl›k Bölüm Baflkan› Prof. Dr. Mehmet Tunçer’e cevab› ise, “Siz her fleyi bilirsiniz! Çevrecileri bilirim, isterseniz insanlar› da sokmayal›m!” oldu. Abant'ta 1222 bitki türü var. Bunlar›n en az 70'i
Futbolcular İspanya’da grevde İ
Endemik, “alanlar› belirli bir ülke veya bölgeye ait, yerel, ender ve çok ender bulunan türler” anlam›na gelir. Latince endemos (indigenous) kelimesinden gelir ve “yerli” anlam›nda kullan›l›r. Endemik alan bir ada, bir yar›mada veya bir da¤ olabilece¤i gibi birkaç metrekarelik alanlar da olabilir. Bir bölgede do¤al olarak yetiflti¤i halde baflka hiçbir yerde yetiflmeyen, bitkiler endemik olarak adland›r›l›r. Ülkemizdeki endemik türelerin en önemlilerinden birkaç›; Kazda¤› göknar›, E¤ridir’deki Kasnak meflesi, Dalaman’daki S›¤la veya Günlük a¤ac› ve ormanlard›r. Türkiye'de yetiflen endemik türler tabiatta, afl›r› otlatma, yang›n, bilinçsiz kesim, yap›laflma gibi tehlikelerle karfl› karfl›ya. Bu olumsuz faktörler kimi zaman bitkinin yer yüzünden silinmesi anlam›na geliyor.
Uygarl›¤›m›z›n gelece¤i bilimsel düflünme al›flkanl›¤›m›z›n yay›lmas›na ve derinleflmesine ba¤l›d›r. John Dewey
Harezmi, ‹slam tarihinin önemli dönemlerinden biri olan Abbasi döneminde yaflam›flt›r. Kendisinin Harzem Türklerinden oldu¤u san›lmaktad›r. Bilime merakl› olan Harezmi o dönemde Ba¤dat’ta bilimsel atmosferin zenginli¤ini duyar ve oraya yerleflir. Bilimsel çal›flmalara kol kanat geren Abbasi Halifesi Mem’un, Harezmi’deki bilimsel kabiliyeti duyar ve himayesine al›r. Harezmi’nin bilim tarihindeki en önemli rolü cebiri ba¤›ms›z bir bilim dal› haline getirmesi ve kendinden sonraki bat›l› ve do¤ulu matematikçilere kaynak teflkil edecek ilk cebir kitab›n› yazm›fl olmas›d›r. Bat›l› eserlerde dile getirilen analitik geometriyi ilk Decartes’›n gelifltirdi¤ine iliflkin iddia da tart›flmal›d›r. Zira Harezmi yay›mlad›¤› bir eserinde denklem çözümlerinde (cebirsel) analitik geometriyi kullanm›flt›r. Harezmi’nin di¤er önemli buluflu ise 0 (s›f›r) say›s›n› bulmas›d›r. Harezmi ilk kez 9 rakam ve 0’› kullanarak tüm ifllemleri yapman›n imkanl› hale geldi¤ini ifade etmifltir. Harezmi matemati¤in yan›s›ra astronomi ve co¤rafya ilimlerinde de eserler vermifltir. Astronomik cetvellerle ilgili kitaplar yazm›fl ve bu eserler 12. y.y. da Latince' ye çevrilmifltir. Bunu yan› s›ra Ptolemy'nin co¤rafya kitab›n› düzeltmelerle yeniden yazm›fl, 70 tane bilim adam›yla birlikte çal›flarak 830 y›l›nda bir dünya haritas› çizmifltir. Dünyan›n çevresini ve hacmini hesaplama çal›flmalar›nda yer alm›flt›r. Günefl saatleri, usturlaplar ve saatler üzerine yaz›lm›fl eserleri de vard›r. Harezmi Bat› dünyas›nda Al-Kourism olarak bilinir. Algoritma sözcü¤ü de onun isminden türemifltir. Harezmi Avrupa’da Bat›’y› matematikle tan›flt›ran isim olarak bilinmektedir. Harezmi’nin tercümeleri yap›lan eserlerinden ilki Ceb’r ve’l Mukabele‘dir. Bu eser Avrupa’da yay›mlanan ilk cebir kitab›d›r, dolay›s›yla 1145 tarihi Avrupa’da cebirin do¤ufl tarihidir. Harezmi, bat› merkezli bilimin iddia etti¤inin aksine dünyan›n ayd›nlanmas›nda sadece Avrupa’dan de¤il Ortado¤u ve Do¤u’dan yükselen bilim ›fl›¤›n›n da etkili oldu¤unun en görkemli ispat›d›r. Harezmi’den sonra yap›lan çal›flmalarda görülece¤i gibi Avrupa’n›n ortaça¤ karanl›¤›na gömüldü¤ü dönemde Mezopotamya topraklar› bilimin ve ayd›nlanman›n saadetini yafl›yordu.
KÜLTÜR SANAT
15
16 Nisan 2010 / 29 Nisan 2010
Halk›n Sesi
227 Sayfa Murathan Mungan'ın yeni kitabı “227 Sayfa” çıktı. "İyi yazılmış notlarda ayaküstü sohbet etme tadı vardır. Hayat, geçerken birbirine uğramış insanların birbirlerinin kapısına bıraktıklarıyla da çoğalır. Benim bu notlarla yapmaya çalıştığım kısaca budur." (Murathan Mungan)
D Ü N Y A N I N
Filmmor Kars’ta
Ali Öz'den atölye
8. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nin İstanbul'dan sonraki durağı Kars oldu. 10 - 11 Nisan'da başlayan festival, kentin ilk kadın filmleri festivali olmasıyla da heyecan yaratıyor. Filmler Kars Halk Eğitim Merkezi Salonu'nda gösteriliyor.
Fotoğraf sanatçısı Ali Öz, İFSAK'ta 17 Nisan - 5 Haziran tarihleri arasında "Toplumsal Olaylar Fotoğrafçılığı" konulu bir atölye düzenliyor. Atölyede toplum ve olaylara bakış, fotoğrafça bakmak, miting fotoğrafında uyulması gerekenler gibi konular incelenecek.
D Ö R T
fiiiristanbul bafll›yor Uluslararası İstanbul Şiir Festivali 20 Nisan tarihinde başlıyor. “Şiir Her Yerdedir” sloganıyla şehrin dört bir yanında şiir dinletisi ve konserlerin düzenleneceği Şiiristanbul/2010, bu yıl ağırlıklı olarak İskandinav ülkelerinden şairleri ağırlayacak.
Y A N I N D A N
E M E K
F ‹ L M L E R ‹
Normal bir iş yapmak istiyorum MEHMET ZUBARO⁄LU
U
luslararası İşçi Filmleri Festivali, bu sene de dünyanın farklı köşelerinden filmleri festival boyunca görücüye çıkarmaya devam edecek. Kolombiya’dan Japonya’ya, Güney Afrika’dan İran’a kadar geniş bir coğrafyadan filmlerin perdedeki yansıması ise “Güvencesizlik” ana teması üzerinde yoğunlaşacak. AMAÇLARI HEP AYNIYDI “Kardeşim sendikanın görüşme komitesindeydi. Ben de sendikanın danışmanıydım. Fabrikanın dışında yiyecek satılan bir stand vardı. Bu adamlar oraya gelip, sordular: "Isidro kim?" Isidro fabrikadan çıkan bir kamyonu kontrol ediyordu. Kamyon geçsin diye kapıyı açtı. Kamyon dışarı çıkarken, bu adamlar da peşinden içeri girdi ve onu vurdular. Otopsiye göre, ona dokuz el ateş etmişler. Onu vurdular ve gittiler. Amaçları hep aynıydı: Sendikayı ortadan kaldırmak.” Yabancı film seçkisinden bir belgesel olan Coca Cola Dosyası, Kolombiya’daki Coca Cola fabrikalarında sendikal çalışmalara karşı adam kaçırma, yaralama ve öldürmeye varan tanıklıkları, şirkete karşı yapılan mücadeleyi ve açılan davaları aktarıyor. Çalışma koşullarını iyileştirmek, maaşlarını düzgün ve zamanında almak adına örgütlenmenin bedellerini en sert şekilde ödeyen işçilerin kaderinin dünyanın bu yanında da aynı olduğunu görüyoruz…
Yeni Sinema Günleri Feriye Sineması’nda başlıyor M art ayında sinema sektörünün sorunlarına karşı ortak hareket etmek ve sorunlara çözüm üretmek amacıyla yola çıkan Yeni Sinema Hareketi, Ortaköy Feriye Sineması’nda Yeni Sinema Günleri adı altında film gösterileri düzenliyor. 23 Nisan-9 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek sinema günlerinde 17 film gösterilecek. Akşam seanslarında ve hafta sonları sabah seanslarında yönetmen, yapımcı ve oyuncuların söyleşiler düzenleyeceği sinema günlerinde biletler indirimli 4, tam 6, kombine biletler ise 50 TL olacak. Yeni Sinema Günlerinde gösterilecek filmler şunlar: Süt (Semih Kaplanoğlu), Gitmek (Hüseyin Karabey), 11’e 10 kala (Pelin Esmer), Nokta (Derviş Zaim), Kıskanmak (Zeki Demirkubuz), İki Dil bir Bavul (Orhan Eskiköy, Özgür Doğan), Bu Ne Güzel Demokrasi (B. Söylemez, B. Baş, H. Topaloğlu, S. Vardar), Bornova Bornova (İnan Temelkuran), Hazan Mevsimi (Mehmet Eryılmaz), İki Çizgi (Selim Evci), Üç Maymun (Nuri Bilge Ceylan), Hayat Var (Reha Erdem), Tatil Kitabı (Seyfi Teoman), Uzak İhtimal (Mahmut Coşkun), Pandora’nın Kutusu (Yeşim Ustaoğlu), Hayatın Tuzu (Murat Düzgünoğlu), Sonbahar (Özcan Alper)
Dünyanın öte yanında çalışma koşullarını iyileştirmek, maaşlarını düzgün ve zamanında almak adına örgütlenmenin bedellerini en sert şekilde ödeyen işçilerin kaderinin dünyanın bu yanında da aynı olduğunu görüyoruz…
CESETLER‹ ÜÇ GÜN SONRA ÇIKARDIK Bagladeş’te bir şehir Chittagong. İstanbul gibi bir de tersane bölgesi, ‘Tuzlası’ var. Buralarda gemiler sökülerek levhalara dönüştürülüyor ve şehrin demir ihtiyacı karşılanıyor. Filmin adı Demir Yiyiciler ve ne garip ki Türkiye’deki tersanelerin bir izdüşümünü izliyoruz: "Burada hep şanslı olmak zorundasın" diyor Osman, bana. "Öyle zamanlar oldu ki, patlamalarda çok
kişi öldü, o kadar ki, cesetleri sayamadılar"… Gemideki hava zehirliymiş. Aşağıya ilk inen kesici, anında bilincini kaybetmiş. Onu çıkarmak isteyen ikincisi de bilincini kaybetmiş. İki kişi daha, bezlerden maske yapıp inmiş. Sonunda onlar da orada, aşağıda ölmüşler. Cesetleri o gün çıkaramadık. Sonra yandan koca delikler açıp, cesetleri, üç gün sonra çıkardık. Hepsi şişmişti. Hemen aşağı inseydik, biz de ölmüş olacaktık.”
HEP KAMYONDA UYUYORDU Normal Bir İş Yapmak İstiyorum (Futsu No Shigoto Ga Shitai) filminde Japonya’da bir çimento fabrikasının nakliyecilerini izliyoruz. Ağır şartlar burada da kendini gösteriyor ki sendika hukuku bakımından dünyanın en ileri ülkelerinden biridir Japonya. Bir işyerinde iki kişi bir sendika oluşturabilir ve işveren ile görüşebilir. Ama tabii tıpkı Türkiye’de olduğu gibi taşeronlara iş
devredilerek sendikalı çalışanlar işsiz bırakılıyor yahut sindiriliyor: “Uzun çalışma saatleri ona kişisel ihtiyaçlar için sadece günde 5,7 saat bırakıyordu… Banyo yapacak zamanı ise neredeyse hiç yoktu. Hatta eve gidecek vakti yoktu, hep kamyonunda uyuyordu. Ve bu böyle sürüp gitti… Şirket adına ziyaretlerinin sonunda Kudo ve adamları 3 sendikacıyı yaralamıştı Saldırıya uğrayan sendikacıların tedavisi 2 hafta sürdü.”
“Emek Sineması’nı yıktırmıyoruz” mek Sineması’nın yıkım kararına karşı tepkiler E büyüyor. Son olarak İKSV’nin çağrısıyla 14 Nisan Çarşamba günü gerçekleştirilen toplantı, projeyi üstlenen şirketin genel müdürü ile katılımcılar arasında sert tartışmalara sahne oldu. Toplantıya, Atilla Dorsay, Yeşim Ustaoğlu, Özcan Alper gibi çok sayıda sinemacı katıldı. Projenin altında imzası bulunan İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Beyoğlu Belediyesi’nden temsilciler toplantıya katılmazken, toplantıda projeyi üstlenen Mim Yapı-Mimarlık’ın sahiplerinden mimar Fatih Keskin’in sunumu, sık sık yuhalama ve alkışlarla kesildi. Toplantıda "Emek Sineması yıkılmasın da insanlar ölsün mü?" diye soran Keskin'e, Mimarlar Odası temsilcisi Mücella Yapıcı şöyle yanıtı
verdi: "İnsanlar ölmesin diye bina yıkıyorsunuz. Peki altında katlarca otopark bulunan çok katlı bir alışveriş merkezinin tepesine bir sinemayı taşıyarak, sonra o binaya iki yangın çıkışı koyarak insanların ölmemesini nasıl sağlayacaksınız?" YALAN SÖYLÜYORSUNUZ! Keskin’in "Sinema sektörüyle görüştüğümüzde bize 'Emek'in tek başına varlığını sürdürebilmesi olanağı yok' dediler" sözlerine yönetmen Özcan Alper tepki gösterdi: "Hangi sektör temsilcileri? Bütün sinema sektörü şu anda burada ve biz onaylamıyoruz. Siz de Kültür Bakanı da yalan söylüyorsunuz ve biz bunu her platformda dile getireceğiz. Bizim adımızı kullanmanızı istemiyoruz." İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu üyesi Korhan Gümüş de kamu malının bir şirkete verilmesini eleştirdi. Mimar Sinan Üniversitesi öğretim görevlisi Deniz İnceoğlu ise sadece fiziki korumadan bahseden bu projenin korumayla hiçbir ilgisinin olmadığını vurgulayarak “Emek Sineması’nın
yıkılması bir bellek silinmesidir” dedi. KAPANIfiTA EYLEM Emek Sineması’nın yıkımına karşı çıkan sinemaseverler, 17 Nisan günü festivalin kapanış gecesinde ve 18 Nisan saat 17.00'de Taksim tramvay durağında bir eylem yapacak.
TEKEL’DEN TANIKLIKLAR Küreselleşen güvencesizleştirmenin görüntüleri bu kadarla kalmıyor. Yabancı kurmaca ve belgesel alanında 22 filmin yanı sıra 40’tan fazla yerli film ve özellikle de Tekel sürecine dair filmler ile ‘direnişe’ selam duracak festival, perdelerini 2 Mayıs’ta açacak. Festivalde kadın hareketinden 2 Temmuz Sivas Katliamına, Hrant Dink cinayetinden Filistin’e kadar pek çok alana dair söz söyleyen filmler yer alacak.
Çocuk oyununa kaymakamlık yasağı A
yla Çınaroğlu'nun 1982 yılında TOBAV (Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Vakfı) başarı odülü almış devlet tiyatrosu repertuvarına alınıp; 1993 yılında İzmir Devlet Tiyatrosu, 20042005 yıllarında Ankara Devlet Tiyatrosu'nca defalarca sahnelenmiş olan Miğfer isimli oyunu yasaklandı. Oyun, Mersin'de yerleşik olarak tiyatro çalışmaları yapan Merhaba Sanat Tiyatrosu tarafından Antakya Dörtyol'da okuyan çocuklarla buluşturulmak istenince kaymakamlığın engellemesiyle karşılaştı. Dörtyol Kaymakamı Hayri Sandıkçı imzasıyla yasaklanan oyun için düzenlenen tutanakta, oyunun komisyonca incelendiği ve "uygun görülmediği" belirtildi. Çocukların "oyundan yana savaşa" karşı olmasından yola çıkan oyun, ilköğretim öğrencileri için oluşturulmuş yapısıyla savaşın kötü bir şey olduğu mesajını taşıyor. Türkiye Tiyatrolar Birliği yaptığı basın açıklamasıyla yasağa tepkisini dile getirirken, kaymakamlığı verdiği kararı gözden geçirmeye ve tiyatroya koyduğu yasağı kaldırmaya davet etti.
Evrim Alataş yaşamını yitirdi G
azeteci-yazar, "Her dağın gölgesi Deniz'e düşer" kitabının yazarı ve ödüllü "Min Dit" (Ben Gördüm) filminin senaryo yazarlarından Evrim Alataş, 12 Nisan Pazartesi günü sabahı Diyarbakır’daki evinde yaşamını yitirdi. Salı günü Diyarbakır Gazeteciler Cemiyeti önünde düzenlenen törende binlerce dostu Alataş’ı karanfillerle uğurladı. Alataş’ın cenazesi,
törenin ardından dünyaya geldiği Malatya'nın Akçadağ İlçesi'ne bağlı Gölpınar Köyü'nde toprağa verildi. Alataş’ın, senaryosunu Miraz Bezar ile birlikte yazdığı ve Diyarbakır'da anne ve babaları JİTEM tarafından öldürülen iki çocuğu anlatan "Min Dit" filmine, son olarak Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde Behlül Dal Jüri Özel Ödülü verilmişti.
EVR‹M ALATAfi K‹M‹R? 1976'da Malatya'nın Akçadağ İlçesi’ne bağlı Gölpınar Köyü'nde Alevi Kürt bir ailede dünyaya gelen Evrim Alataş 1994 yılında gazeteciliğe başlamış; Yeni Politika, Demokrasi, Özgür Bakış, Ülkede Özgür Gündem gibi gazetelerde muhabir ve editör olarak görev almıştı. Evrensel, Birgün, Özgür Politika gazeteleri, Esmer dergisi
ve son olarak Taraf gazetesinde köşe yazarlığı yapan Alataş‘ın Birikim, Amargi ve Tiroj dergilerinde ve Radikal 2 gazetesinde de yazıları yayımlanmıştı. Alataş, Kürt coğrafyasında yaşanan çatışmalı dönemin trajikomik hikâyelerini derlediği "Mayoz Bölünme Hikayeleri" ve doğduğu köy olan Gölpınar’ın hikâyesini anlattığı "Her Dağın Gölgesi Deniz'e Düşer" kitaplarının da yazarıydı.
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ
16 Nisan 2010 / 29 Nisan 2010
16 Halk›n Sesi
Bütün işçilerin birleştiği gün İşçi sınıfının dil, din ve ülke sınırlarını aşan bir kardeşlikle; ekmek, gül ve hürriyet günleri için verdiği mücadelenin adıdır 1 Mayıs. Sekiz saatlik işgünü istediler diye idam edilerek susturulmak istenen Amerikalı işçilerin tüm dünyada yankılanan sesidir. 1 Mayıs, 1890’dan bu yana işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanıyor. O günlerde işçileri birlştiren temel talep işgününün sekiz saatle sınırlandırılmasıydı. Sekiz saatlik işgünü “gündüzlerinde
sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan” günler için şarttı. Uzun mücadeleler sonunda dünyada “gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan” günler yaşandı. Ta ki, karşıdevrimler ve neoliberalizm bu kazanımlara var gücüyle saldırana kadar. Bugün, yine gündüzlerinde sömürülen ve gecelerinde aç yatılan bir dünya var. Ancak işçi sınıfına yol gösterecek 150 yıllık bir mücadele tarihi de var. Bu nedenle 1 Mayıs’ın tarihi bir eski zaman masalı değil, geleceğin kendisidir
“1976 1 Mayıs'ı düzenleneceği zaman, hiç unutmuyorum gece yarısı telefon edip bir afiş çizmemi istediler. Sabaha bir yürütme kurulu toplantısı varmış. Beğenilirse hemen baskıya girecekmiş. Hemen çizip verdim. Zaten en çarpıcı işler de hep böyle bir çırpıda çıkar. O afişi sendikaların bugün hâlâ kullandıklarına rastlıyorum.” Aşağıdaki meşhur 1 Mayıs afişinin öyküsünü Orhan Taylan böyle anlatıyor. 1980 öncesine dair anlatımlarda 1 Mayıs 1977 o kadar baskındır ki, pek çokları aynı meydanda 1976 ve 1978’de de 1 Mayıs kutlamaları yapıldığını bilmez. Hatta 1977 1 Mayıs katliamı ile birlikte Taksim’in kutlamalara kapatıldığını sananlar da az değildir. Oysa Taksim Meydanı’ndaki ilk 1 Mayıs DİSK’in girişimiyle 1976’da kutlandı. 1977’deki katliama rağmen 1978’ de de 1 Mayıs yüz binlerin katılımıyla yine Taksim Meydanı’nda kutlandı. Daha sonra 1979’da sıkıyönetimin getirdiği ve 12 Eylül’le devam eden yasaklamalar 1988’de başlayıp 2009’a kadar süren uzun bir mücadele sonucunda tarihe karıştı.
Rosa, 1 Mayıs’ın kökenini anlatıyor
R
osa Luxemburg 1894’te şöyle yazmıştı: “Avustralyalı işçiler 1856’da, 8 saatlik işgünü talebiyle, mitingler ve kutlamalar eşliğinde 21 Nisan’da genel grev yapmaya karar verdiler. Bu kutlama o kadar etkili oldu ki, her yıl tekrarlanmasına karar verildi. Avustralyalı işçileri Amerikalılar izledi. 1886’da 1 Mayıs’ın genel grev günü olmasına karar verdiler. O gün 200 bin Amerikalı işçi iş bırakarak 8 saatlik iş günü talebini yükseltti.” Eylemler sonraki günlerde yaygınlaşır. 3 Mayıs’ta polis ateş açar ve bir işçi ölür. Ertesi gün Şikago’daki protestoda faili meçhul bir bomba patlar ve 4 işçi, 7 polisin öldüğü çatışmalardan işçi önderleri sorumlu tutulur. Göstermelik mahkemelerde 4 işçi idama mahkum edilir. August Spies idamından önce “Sessizliğimizin, bugün boğduğunuz seslerden daha güçlü olacağı gün de gelecektir” der. Rosa devam ediyor: “1889’daki Uluslararası İşçi Kongresi’nde, Fransa’dan Bordeauxlu işçi Lavigne, 8 saatlik işgünü talebinin bütün ülkelerde bir genel grevle dile getirilmesini önerdi. Amerikan delegesi ise 1 Mayıs 1890’a yönelik grev çağrılarını hatırlattı ve Kongre 1 Mayıs’ı işçilerin uluslararası kutlama günü ilan etti.”
Denizin iki yakası
S
ovyetler Birliği 1 Mayıs 1920’de İşçi Bayramı’nı Lenin’in liderliğinde karşıladı. O gün Lenin’in de aralarında bulunduğu 425 bin kişi Subbotnik adı verilen gönüllü çalışma seferberliğine katılarak sosyalist kültür için omuz omuza verdi. Karadeniz’in bu yakasında ise işçiler işgal güçlerinin yasaklamalarına rağmen İstanbul ve Trabzon’da emperyalizme karşı sokağa çıktı.
İşgalleri kıra kıra Bu topraklar 1 Mayıs’ı 1909’dan beri kutluyor
O
smanlı’da ilk 1 Mayıs, II. Meşrutiyet’in ilanından bir yıl sonra, 1909’da Üsküp ve Selanik’te kutlandı. Selanik’te Rum, Türk, Yahudi, Bulgar işçiler kol kola yürüdüler. 4 dilde yayınlanan ortak 1 Mayıs bildirisinde, herkese seçme ve seçilme hakkı ve emeği koruyacak yasaların çıkarılması istendi. 1910 ve 1911 1 Mayıs’ında Selanikli işçiler yine alanlardaydı. İstanbul’da ilk 1 Mayıs kutlaması 1912’de Pangaltı’da gerçekleşti. 1913 yılından itibaren 1 Mayıs yasaklandı. İşçiler, işgal yıllarında, işgalciler ve işbirlikçi hükümetin yasaklarını dinlemedi ve 1920 yılında işgal altındaki İstanbul’da 1 Mayıs’ı “bağımsızlık” pankartlarıyla kutladılar. 1921 1 Mayıs’ında, tüm yasaklamalara ve baskılara rağmen İstanbul, Ankara, İzmit, Adapazarı ve Mersin’de işgal karşıtı işçi mitingleri düzenlendi. Tek parti döneminin başladığı 1922’de 1 Mayıs
İstanbul, Ankara ve İzmir’de yürüyüş ve toplantılarla kutlandı. 1923’te toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde 1 Mayıs günü Türkiye İşçileri Bayramı olarak kanunen kabul edildi. Aynı yıl büyük kentlerde kutlamalar yapıldı ve işçiler lehine alınan kararların uygulanması istendi. Ne var ki, 1924’te 1 Mayıs hükümet tarafından yasaklandı. 1925‘te Takrir-i Sükun Kanunu’ndan sonra kutlamalar daha da zorlaştı. 1 Mayıs bildirileri dağıtan işçiler hapse atıldı. 1926‘dan itibaren 1 Mayıs’lar gizlilik içinde kutlanmaya başlandı. Her 1 Mayıs öncesinde sosyalistler tutuklandı, kutlama yapmak isteyen işçiler cezalandırıldı. 1935’te 1 Mayıs “Bahar ve Çiçek Bayramı” adı altında, işçilerin ücretsiz izinli sayıldığı genel tatil günü ilan edildi. 1951’de 1 Mayıs’ta işçilere çalışmaksızın yarım yevmiye ödenmesi kabul edildi. 1956’da ise bu, tam yevmiyeye çıkarıldı.
Engels: Keşke Marx da görseydi
B
ütün ülkelerin işçileri birleşin! Bu sözü, 42 yıl önce haykırdığımızda çok az yanıt gelmişti. Bugün, Avrupa ve Amerika proletaryası geçit yapıyor, "tek" bir ordu olarak, "tek" bir bayrak altında ve en yakın "tek" bir hedefe yönelik: 8 saatlik işgünü
hedefine. Ve bugünün seyri, kapitalistlerin ve tüm ülkelerin toprak ağalarının gözlerine, tüm ülkelerin proleterlerinin gerçekten birleştiğini gösterecektir. Ah keşke Marx da yanımda olsa, bunu kendi gözleriyle görseydi! (1 Mayıs 1890, F. Engels)
T
ürkiye’de 1 Mayıs’lar bir asırdan bu yana işgallere karşı mücadele içinde geçti. İşçiler, işgal yıllarında, işgalciler ve işbirlikçi İstanbul hükümetinin yasaklarını dinlemedi ve 1920 yılında işgal altındaki İstanbul’da 1 Mayıs’ı “bağımsızlık” pankartlarıyla kutladılar. 1921 1 Mayıs’ında, tüm yasaklamalara ve baskılara rağmen İstanbul, Ankara, İzmit, Adapazarı ve Mersin’de işgal karşıtı işçi mitingleri düzenlendi. 1970’lere gelindiğinde bu kez ülkede iç savaş yaşanıyordu. Bütün bir yaşamı faşist işgal altına alınarak susturulmak istenen işçi sınıfı kontrgerilla katliamlarına rağmen faşizme boyun eğmedi ve 1 Mayıs 1978’de, sıkıyönetim ve faşist darbe yıllarında sokakları boş bırakmadı. 2000’lerde de manzara değişmedi ve AKP iktidarı 1 Mayıs’larda işçilere yasak ettiği Taksim’i işgal altına aldı. Ama yılların mücadelesi en sonunda bu işgali de kırdı.