SAYFA
2
SAYFA
Yandafl, candafl, yoldafl... K›l›çdaro¤lu’nun arkas›ndaki medya deste¤i Baflbakan’› neden k›zd›r›yor?
5
K›rm›z› Gömlekliler’in savafl› Taylandl› siyasi mülteci Ungpakom halk hareketi K›rm›z› Gömlekliler’i anlat›yor
SAYFA
14
Art›s›yla eksisiyle nükleer Nükleer enerji nedir? Nükleer Santrallar nas›l çal›fl›r? Neden zararl›d›r? Bilim sayfas›nda
SAYFA
15
Çocuklar için okumal› E¤itim Sen üç y›ll›k bir çal›flma sonucu çocuk kitaplar› katalogu haz›rlad›
28 May›s 2010 • 1 TL
Y›l 5 • Say› 107
Tafleronlaflt›rma, yoksulluk, ölüm düzeninin ad› ‘kader’ oldu
Bu kaderi biz bozacağız
Tayyip Erdo¤an otuz iflçinin öldü¤ü ifl cinayetine ‘kader’ dedi. Güvencesiz iflçilerin yükselen mücadelesi karfl›s›nda kader masal› tutmuyor
26 Mayıs bir iflasın resmi oldu
Sendikal bürokrasi iflçilere yine teslimiyeti dayatt›. ‹flçiler bunu kabul etmeyerek genel eylem karar›n› kendi özgüçleriyle uygulad›
Düzen siyaseti komplolarla yeniden kuruluyor. Halk›n ç›karlar›n› temsil eden siyasi çizgi ise emek ve hak mücadeleleri içinde olufluyor
Sendika konfederasyonlar› 26 May›s eylemini fiilen iptal etti. Bu tav›ra ra¤men iflçilerin dinamizminin önüne geçemedi. Binler alanlarda bulufltu S. 3
Yolları engelden geçiyor
CHP’de yeni dönem ‘Halkç› K›l›çdaro¤lu’ slogan›yla karfl›lanan CHP’nin yeni Genel Baflkan› Kemal K›l›çdaro¤lu yoksullu¤a, iflsizli¤e, savafl açt›¤›n› söylerken sermayeye göz k›rpmay› da ihmal etmedi. S. 4
Kal›c› baflar›lar kolay yoldan kazan›lmaz... YOL YAZISI S. 3
Türkiye’de 9 milyon engelli var fakat engellinin ad› ulafl›m hizmetinde yok. Duraklar, yollar, araçlar engelli yurttafllar› görmüyor S. 6
İşçi davasından vazgeçmedi Sendika konfederasyonlar›n›n 26 May›s genel eylemini fiilen iptal etme karar›na ilk tepkiler Tekel iflçilerinden geldi
‘AKP suskun gazeteci istiyor’ Radikal gazetesi muhabiri ‹smail Saymaz’la Baflsavc› Cihaner davas› haberleri nedeniyle hakk›nda aç›lan davalar› konufltuk S. 11
Patronlara paket
Tekel iflçileri farkl› kentlerde Türk-‹fl bölge temsilciliklerini iflgal ederek Kumlu’nun istifas›n› istedi S. 16
AKP’nin yeni istihdam paketi yolda. ‹flçi ve iflsizin ad›n›n geçmedi¤i paketin hedefinde k›dem tazminat›n›n kald›r›lmas› ve esnek çal›flman›n yayg›nlaflt›r›lmas› var S. 9
Kahramanlar›n tarihi Kayalara sapl› k›l›çlar› ç›karacak kahramanlar› beklerken kendi gücünü unutan halk, yarat›c›l›¤›n›n fark›na var›p kurtuluflu için mücadele etmeye bafllad›kça kahramanlara da ihtiyaç kalm›yor S. 13
22-23 May›s’taki Halkevleri 21. Genel Kurulu’nda yeni dönem S. 12 program› belirlendi
Kenar Notlar› / Sayfa 2
Mustafa Eberliköse / Sayfa 7
Yenildin sen...
HES’lere karfl› nöbete...
Tufan Sertlek / Sayfa 8
Ölüyü fazla y›kamay›n
Duygu Hatipo¤lu / Sayfa 10
Eflitlik: Süslü bir sözcü¤ün...
Kad›nlar yürüyor Söz, yetki karar kad›nlara diyen Halkevci Kad›nlar, Halkevleri Genel Kurulu’nda fiilen bir kad›n sekretaryas› oluflturdu. S. 10
2
MEDYA 28 May›s 2010 / 10 Haziran 2010
Halk›n Sesi
Kenar Notlar› ‘Bükemedi¤in her yürekte yenildin sen’ Sen ey! Umudun kör kuyusu Çirkeflik, kol gezen zulme yakarış Düşünce diyalektiğinin En orospu yanı. Yaşıyor olsan da biliyorsun Bükemediğin her yürekte yenildin sen (Hıdır Aslan, 1983, Buca hücre duvarından) "Deniz Gezmiş asılmasaydı, belki de bugün, Deniz Baykal'ın rakibi olacaktı." Mümtazer Türköne'nin küflenmiş torbasında bu tür sözler hep hazır bekler. Çünkü Türköne, hem Zaman gazetesi yazarı, hem demokrasi ve barış mücahidi (!), hem AKP gericiliğinin çok kullanılmış sivil faşistlerden ve kontrgerilla artıklarından sorumlu baş savunucusu kadrosunda bulunuyor. Kendisine verilen görevin hiç yabancısı değil; adeta görevin içine doğmuş. Görev, sol ve emek düşmanlığı ekseninde AKP çatısı altında sağın birliğini sağlamak olunca yapılacak iş de belli. Halktaki komünizme karşı önyargıları bir korku ve düşmanlığa dönüştürmek. Bunun en bilinen yollarından biri, solun evrensel ve tarihsel değerlerini çarpıtarak halkın gözünden düşürmek. Bu türden sözler söylemeye mütemadiyen hazırlıklı olan CHP gençlik kollarının eylemini görünce Türköne, fırsatı kaçırmadı. "Üzerinde Baykal ve Deniz Gezmiş’in resimleri bulunan tişört giyen CHP gençlik kolları, istifa kararını geri alması için Deniz Baykal’ın evine yürüdü." Tişörtlerde "Sevdalandık Deniz’lere" yazılıydı. Orada bir konuşma yapan gençlik kolları başkanı Yunus Emre, ''Türkiye bir Deniz'ini kaybetti, ikincisini kaybetmeyecek'' dedi. Deniz Gezmiş'le Deniz Baykal'ın yan yana aynı tişörtte, aynı tümcede anılması bile utanç verici. Şimdilik bu bir yana. Mal bulmuş mağribi gibi Deniz Baykal olayının üzerine atlayan Türköne'nin içine düştüğü acıklı durum, geçekten de AKP iktidarının artık yavaş yavaş suyunun ısınmaya başladığının göstergesi olsa gerek. Güvencesiz işçiler sokaklarda. Halkın hak mücadeleleri, hak mağdurlarını hakkını arayan politik öznelere dönüştürüyor. İktidarın temsilcileri, bakanlar, başbakan, milletvekilleri yakında insan içine çıkamaz olacak. Her gittikleri yerde mutlaka protesto ediliyorlar. Güvencesizlikten doğan ve giderek bir muhalefet çizgisine dönüşün tepkileri, "Bunlar komünist işi; parasız ulaşım mı olurmuş" gibi artık baygınlık veren bir propagandayla bastıramayan iktidar savunucuları, çareyi Deniz Baykal'a sarılmakta buldular. Bir sol karalama paketi olarak darbecilik suçlamasını, Deniz Baykal'la Deniz Gezmiş arasındaki ortak nokta olarak halka parça parça arz ediyorlar. CHP gençliğinin aslında Deniz Gezmiş'ten güç alma taktiğini tersine çevirip, Deniz Gezmiş'i halkın gözünden düşürme manevrasına dönüştürmeye çalışıyorlar. Yıllardır solun evrensel mirasına ve devrimci geleneğin militan değerlerine saldırarak onları yok edemeyen iktidar sözcüleri, şimdi onları "darbecilik" gibi kara çalmalarla halkın gözünden düşürmeye çalışıyorlar. Vakti zamanında Muhsin Yazıcıoğlu ve Çatlı'nın yanında Ülkü Ocakları yöneticiliği yapan Türköne, Tansu Çiller’in de danışmanıydı. "Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir" sözünü Çiller'in kulağına fısıldayan Türköne, AKP iktidarının hizmetine girdikten sonra, “Susurluk, Ergenekon denen ahtapotun sadece bir ayağı, bu örgüt bir terör örgütüdür” diyerek "sivil demokrasi" saflarına geçti. Zavallılık şurada ki, politik ömrünü, solla işçi sınıfının buluşmanın engellenmesine adayan iktidar savunucuları giderek işçi sınıfıyla aralarını açıyorlar.
YANDAfi,
CANDAfi,
YOLDAfi
MEDYA
AKP ve CHP’nin medya savaşı C
HP’de yaşanan değişim AKP iktidarının da gündemi oldu. Geleneksel sermayenin sesi olarak anılan Doğan grubuna bağlı gazetelerin CHP içindeki değişim çizgisine destek vermesi, Kılıçdaroğlu için adeta kampanya düzenlemesi, Başbakan’ın huzurunu kaçırdı. Erdoğan, kendisini destekleyen yandaş medya ittifakının karşısında sermayenin iktidar alternatifi ve çıkarları için CHP’nin yenilenmesi kampanyasına katılan bu yeni medya bloğuna öfke duyuyor. Bu öfkeyle Başbakan Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçildiği kurultaydan sonra açtı ağzını yumdu gözünü. Erdoğan 25 Mayıs’taki grup toplantısında Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa seçilmesini medyaya bağladı. Ona yönelik medya desteğine öfkelenerek şu sözleri sarf etti. "CHP Olağan Genel Kurultayı yapıldı biliyorsunuz. Candaş, yoldaş medya bu süreçte yoğun mesai sarfetti 24 saat boyunca. Hala sarfediyorlar. Medya egemenliği milli egemenliğin üzerinde değildir. Biz malum medyayla birlikte yürümüyoruz. Onlara rağmen geldik biz. … Manşetle gelen manşetle gider.” ‘fiEYTAN ‹TT‹FAKI’ Erdoğan’ın öfkesini ona destek veren, yandaş basın da paylaşıyordu. Başta Başbakan olmak üzere AKP yöneticileri kürsülerden, yandaş medya manşetlerden Kılıçdaroğlu’na yüklendi. Yandaş medya önce CHP içi çatışmaları öne çıkartan haberler yapmaya, Kılıçdaroğlu’nun liderlik vasıflarını sorgulamaya girişti. Kılıçdaroğlu’nun adaylığını Yeni Şafak ‘Skandalın meyvesi’ sözüyle duyurarak negatif bir yerden ele aldı. Zaman Gazetesi ise ‘Kılıçdaroğlu aday oldu CHP karıştı’ sözleriyle duyurmayı tercih etti. Cemaatin bir diğer gazetesi Bugün ise aynı günki sayısında adaylık yerine CHP içi çatışmayı öne çıkararak ‘İkinci adama CIA suçlaması’ manşetini attı. Fakat yandaş basın içindeki en militan dil Star Gazetesi’ninkiydi Önder SavKılıçdaroğlu ittifakıyla alınan adaylık kararı ‘Şeytan ittifakı’ manşeti ile duyuruldu. CHP kurultayıyla birlikte açığa çıkan, ‘sosyal demokrasi’nin yenileneceğine ve yeni bir siyasi alternatif olabileceğine dair umutlu havanın ardından bu sefer de yeni CHP yönetiminin de Ergenekoncu olduğunu, ulusalcı çizgisinin değişmeyeceğini savlayan yazılar yazmaya başladılar.
K
ılıçdaroğlu Başbakan’ın da dediği gibi arkasına yaygın bir medya desteği aldı. Bu desteğin altında sermayenin çıkarları yatıyor
Yukar›daki iki gazete de CHP Kurultay› sonras› 23 May›s Pazar günü ç›kt›. Hürriyet kulland›¤› resim ve bafll›kla K›l›çdaro¤lu’nu güçlü ve birlefltirici bir figür olarak yans›tt›. Star Gazetesi ise K›l›çdaro¤lu’nun kimi dinleyerek hareket etti¤ini ima eden bir foto¤raf kullanarak ve CHP’nin de¤iflmedi¤ine vurgu yapan bir bafll›k atarak taban tabana z›t iki farkl› durufl sergiledi. ‘BU DA ERGENEKONCU’ Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa seçilmesinin ardından 23 Mayıs günü çıkan gazetelerin başlıkları CHP’ye bilindik çizgisi üzerinden vurmayı tercih ettiler. Yandaşlar parti çizgisinin yenilenmediği görüşünde birleştiler. Taraf’ın manşeti Kılıçdaroğlu’nu kastederek küçümseyici bir dille ‘Bu mudur?’ olarak atılmış, Zaman ‘CHP’de genel başkan değişti söylem aynı’, Yeni Şafak’ta ‘Kılıçdaroğlu’nu kim yönetecek?’ manşetleri atılmıştı. Star Gazetesi ‘Başkan yeni vizyon eski’ diyor, Bugün ‘Ergenekon mesajı’ manşetini atıyordu. Elbetteki AKP ve onun arkasında saflaşan sermaye-cemaat ittifakı bu gelişmelerden rahatsızdı. İşlerin hükümet açısından çok da iyi gitmediği, Tekel direnişiyle, 1 Mayıs’la somut görünümler kazanan yeni bir sınıf eksenli muhalefetin açığa çıktığı, AKP hükümetinin ezilenler cephesiyle arasının açıldığı bir dönemde ortaya ‘umut’ veren başka bir isim çıkıyordu. Üstelik Kılıçdaroğlu’lu CHP birçokları için AKP’nin ikti-
dar alternatifi olabilme ihtimaline sahipti. SERMAYEN‹N DOSTLARI DE⁄‹L ÇIKARLARI VARDIR Doğan Medya grubu da Türkiye geleneksel sermayesinin sesi olarak sermayenin bu yeni iktidar alternatifi yaratma umudunu gördü, ezilenlerin isyanını düzene eklemleme ihtimali olan bu ‘yeni sosyal demokrasi’ yi güçlendirerek kendi sınıfsal çıkarlarının peşinden gitmeyi tercih etti. Başbakan da tam olarak buna yüklenmişti. Üstelik haksız da değildi . Ne de olsa kaset vakası ilk çıktığı andan itibaren Doğan Medya grubuna bağlı gazeteler tartışmasız bir biçimde Baykal’ın gitmesini savunmuştu. Yeni başkan adayının Kılıçdaroğlu olduğunun öğrenilmesinden hemen sonra ise etkili bir medya propagandası başlatıldı. Kılıçdaroğlu’nun adaylığını açıkladığı günün ardından 18 Mayıs Salı günü çıkan Doğan Medya grubunun ‘amiral gemisi’ Hürriyet’in manşeti ‘Hedefimiz yüzde 40’ tı. Milliyet’in manşeti ise ‘Gandi yola çıktı.’ Her iki gazete
de Kılıçdaroğlu’nun ‘örnek’ hayatına vurgu yapacak bir aile fotoğrafını da manşetin yanından büyükçe vermeyi ihmal etmemişti. Vatan; ‘CHP’nin ağır topları Gandi dedi’ başlığıyla Kılıçdaroğlu’nun adaylığının parti içi ittifakla olduğuna vurgu yaptı, Radikal ise Kılıçdaroğlu’nun önce aday değilim sonra adayım yönündeki açıklamaları nedeniyle ortaya çıkan çelişik görüntünün üstünü örtercesine ‘Kılıçdaroğlu bayrak açtı’ manşetiyle bu adaylığı duyurdu. Doğan grubu gazetelerinin kurultaya kadar yapılan yayınlarında da hergün Kılıçdaroğlu’nun bir meziyetini öğrendik. Kah lisede ne kadar iyi bir öğrenci olduğunu kah bürokrat olduğu dönemde yolsuzluklara nasıl izin vermediğini, kah CHP’yi halkla yeniden buluşturmak için ne denli çaba sarf edeceğini okuduk durduk. 22/23 Mayıs tarihlerinde gerçekleşen kurultayın ardından da bu sefer gazetelerin vurgusu ‘yenilenme’ üzerine oldu. Manşetler umut saçıyordu. Vatan ‘Halkçı Kemal dönemi’ manşetini atarak
Kılıçdaroğlu’nun çizgisini halkçı ilan etti. Hürriyet, tasfiye ve hiziplerle yıpranan CHP çizgisinin bu imajını onaracak yeni bir dönemi müjdeleyen ‘Birleştiren kurultay’ manşetini attı. Radikal ise Kılıçdaroğlu’nun çalışkanlığından dem vurarak ‘Çok çalışacağız’ manşetiyle çıktı. Tekelci sermayenin kalemleri ve editörleri neoliberalizme karşı öfkesi artan, yoksulluk ve işsizlik kıskacında sıkışan milyonlara yeni bir umut sunuyordu. İşte CHP’nin tarihsel çizgisiyle örtüşür bir biçimde, muhalefet yükselirken onu düzen içi sınırlarda tutabilecek bir alternatif olarak yine CHP parlatılıyor. Tıpkı devrimci mücadelenin yükseldiği 70’lerdeki ‘halkçı Ecevit’ gibi, 80’lerin sonu 90’ların başında kamu çalışanları hareketi ve büyük madenci yürüyüşüyle kabaran muhalefet dalgasını emen Erdal İnönülü SHP/CHP gibi şimdi de Gandi Kemal geliyor. TENCERE D‹B‹N KARA SEN‹NK‹ BENDEN KARA Gazete manşetlerine bakınca ortaya çıkan bu zıt hava iktidar savaşımının ilerleyen günlerde keskinleşeceğini gösteriyor. AKP hükümetinin 8 yıllık iktidarında TMSF olanaklarıyla, kamu bankasından verilen kredilerle besleyerek yarattığı yandaş basın azımsanamayacak bir yaygınlık ve etkiye sahip. Bunu bilen AKP, CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesi için seferber olan medya gruplarına çatarak aslında kendi gerilim ve kaygılarını yansıtmakta. Bu olası ittifakı da anti-komünist söyleme başvurarak eleştirmektedir. Candaş sıfatının Alevileri, yoldaş sıfatının ise komünistleri, devrimcileri çağrıştırdığını anlamak için arif olmaya gerek yok. Bu söylem sermayeye, gidip de kimlerle ittifak tuttuğunu hatırlatır nitelikte. SEL G‹DER KUM KALIR Başbakan her ne kadar ittifakı solculukla ‘itham’ etse de Doğan Medya grubuyla temsil edilen geleneksel sermayenin bir kısmı, Kılıçdaroğlu şahsında şekillenecek yeni ve liberal bir ‘sosyal demokrasi’nin yaratılmasını kendi sınıfsal çıkarları için önemsiyor. Çünkü sermaye, AKP’ye alternatif bir iktidar arayışı içinde. Üstelik yoksulların isyanı ve öfkesi sadece AKP hükümeti için değil ‘patronlar’ için de tehlike oluşturuyor. Açık ki sel gidip kum kalınca neoliberal düzenin sürekliliğini sağlayacak başka başka iktidar alternatifleri yaratamamış olmak sermayenin işine gelmez.
Ücretli öğretmen ücretiyle geçinemiyor Her ay farkl› maafl al›yorlar, saat bafl› çal›fl›yorlar, ne kadar süre çal›flacaklar›n›n bir garantisi yok. Türkiye’deki say›lar› 50-60 bin civar›nda ve her geçen gün art›yor. Bu özellikler bir ücretli ö¤retmeni tan›ml›yor beyazyakakosesi@gmail.com
Beyaz Mavi Yaka Hayat
E
ğitim fakültelerinden her yıl 40 binden fazla öğretmen adayı mezun oluyor. Milli Eğitim Bakanlığı ise her yıl 20 bin civarında öğretmen alıyor. Kamu Personeli Seçme Sınavı’na (KPSS) giren öğretmen adaylarının sadece yüzde 15-20’si atanabiliyor. Böylece atanması yapılmayan işsiz öğretmen sayısı her geçen gün artıyor. Sayıları 400 bine yaklaşan işsiz öğretmenler, sözleşmeli veya kadrolu öğretmen olamadıkları için ücretli öğretmenlik yapmak zorunda kalıyorlar. Okul müdürlerinin inisiyatifiyle işe alınan ücretli öğretmenlerin sayısı konusunda Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir verisi yok. Ücretli öğretmen sayısının 50-60 bin civarında olduğu sanılıyor. Ücretli öğretmenlerin bir sonraki sene işsiz kalmayacaklarının bir garantisi yok. Köşemizin bu sayıdaki konuğu Yeni Bosna Halit Ziya Uşaklıgil İlköğretim Okulu’nda ücretli öğretmen olarak çalışan Duygu Semiz Gümüş; bize ücretli öğretmenliğin sıkıntılarını anlattı. Ücretli öğretmenlerin sıkıntılarının başında ücret ve sosyal haklar konularının geldiğini belirten Gümüş, saat başı ücret aldıklarını söylüyor. Ücretli öğretmenler saat başı 6,5 liraya çalıştırılıyor; doğal olarak aldıkları maaşlar da aydan aya değişiyor. Kadrolu öğretmenlerin haftalık 30 saatlik çalışmaları 15 saati ek ders olarak ücretlendiriliyor. Ücretli öğretmenler ise 30 saatin tamamında ek ders yapıyormuş gibi
ücretlendiriliyor. Böylece kadrolular ücretli öğretmenlerle aynı süre çalışmalarına rağmen ayda 1500-2000 lira alıyor. Ücretli öğretmenler, sosyal haklar bakımından da kötü durumda. Kadrolu öğretmenler ve sözleşmeli öğretmenler sendika üyesi olabilirken ücretli öğretmenler sendika üyesi olamıyor. Gümüş, öncesinde sözleşmeli öğretmenlerin de sendika üyesi olamadıklarını ancak verdikleri mücadele sonucunda kendilerine sendika üyesi olma yolunu açtıklarını belirtiyor. Gümüş, sendika üyeliği konusunda yaşadıkları sıkıntılara benzer bir sıkıntıyı da sigorta primleri konusunda yaşadıklarını söylüyor ve anlatıyor: “Şimdilik sigortalarımız 30 gün üzerinden yatıyor. Tabii bu sigorta primlerinin 30 gün üzerinden yatması eğitim emekçilerinin tepkileri sonucu oldu. Hükümet, tepkileri engellemek için sigortaları düzgün yatırmak zorunda kaldı. Önceden, yani ücretli öğretmenlik uygulamasının ilk yıllarında 12 ya da 13 gün üzerinden sigorta primleri yatırılıyordu.” Yarıyıl tatilinin olduğu şubat ayında 550 lira alan Gümüş, martta ise 800 lira aldığını belirtiyor ve en büyük sıkıntıyı okulun olmadığı yaz aylarında yaşadığını dile getiriyor. Evli olan Gümüş, çift maaşla ancak geçinebildiklerini hatta yaz aylarında ailesinden destek gördüklerini söylüyor. Her ay farklı ücret alınmasının kira, elektrik-su-
doğalgaz faturalarının ve mutfak masraflarının ödenmesini güçleştirdiğini belirten Gümüş, “Tek başına İstanbul gibi bir yerde ücretli öğretmenlik yaparak geçinmek imkansız” diyor. Tek başına geçinmeye çalışan ücretli öğretmen arkadaşlarının kredi kartı borcu yaptıklarını ya da ek bir işte çalıştığını; bu işin de genelde dersanelerde ücretli öğret-
menlik yapmak olduğunu söylüyor. “Dersanelerde herhangi bir saat sınırı yok ve dersanelerde çalışan ücretli öğretmenler çoğu zaman ücretlerini zamanında alamıyorlar” diyen Gümüş, dersanelerde stajyer öğretmenlerin ücretsiz çalıştırıldığını da belirtiyor. Gümüş, son olarak, yaşadıkları sorunları aşmanın tek yolunun örgütlenmekten
3
GÜNDEM 28 May›s 2010 / 10 Haziran 2010
Halk›n Sesi
26 Mayıs iflasın resmi oldu D
İSK, KESK, Türk-İş ve Kamu-Sen üç ay önce karar verdikleri 26 Mayıs genel eylemine beş gün kala ortak bir açıklama yaparak her konfederasyonun eylemin şekline kendi karar vereceğini açıkladılar. 21 Mayıs'ta bir araya gelen konfederasyon başkanları yaptıkları ortak açıklamayla 26 Mayıs eylemini fiilen iptal ederek, toplumsal muhalefetin konfederasyon merkezlerine olan güvensizliğini bir kez daha haklı çıkardı ve emekçileri hayal kırıklığına uğrattı. Böylece konfederasyonların Tekel direnişinin en coşkulu olduğu dönemde aldığı 26 Mayıs'ta bir günlük grev kararı, greve beş gün kala yine sendikaların yaptığı açıklamayla ortadan kaldırmış oldu. Tekel işçilerinin siyasal iktidarı köşeye sıkıştırdığı dönemde, konfederasyonların etkili bir eylem için harekete geçmesi yönünde bir beklenti oluşmuş, bunun üzerine konfederasyon merkezleri 22 Şubat'ta toplanmış ve o dönem için de hayal kırıklığı yaratan bir ertelenmiş eylem kararı çıkmıştı. Dört konfederasyon başkanının 22 Şubat’ta altına imza attığı bir kararla 4-C'nin kaldırılması, iş güvencesinin sağlanması, örgütlenme önündeki engellerin kaldırılması, kamu çalışanlarına grevli, toplu iş sözleşmeli sendika hakkı verilmesi gibi taleplerin gerçekleşmemesi durumunda 26 Mayıs'ta üretimden gelen gücün kullanılarak genel eylem gerçekleştirme kararı alınmıştı. Üç ay sonra 26 Mayıs 2010
K
Foto¤raftakiler: D‹SK Baflkan› Süleyman Çelebi, ‹stanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapk›n, Vali Güler, Türk ‹fl Baflkan› Mustafa Kumlu, KESK Baflkan› Sami Evren, T.Kamu Sen Baflkan› Bircan Aky›ld›z ve Hak ‹fl Baflkan› Salim Uslu Çarşamba günü, "Konfederasyonların üretimden gelen güçlerinin kullanılmasının nasıl gerçekleştirileceği konusunu kendilerinin belirlemesine ve saat 13.00'te örgütlü bulunulan tüm işyerleri önünde konfederasyonlar tarafından hazırlanan ortak
Mu¤la’da M okul emniyet ittifak›
onfederasyonların 26 Mayıs eylemini fiilen iptal etmelerine rağmen emekçiler alanlara çıktı. Eylemler geleneksel konfederasyon yapılarının artık iflas ettiğini ve işçilerin, önüne geçilemeyen bir dinamizmle kendi geleceğini inşa ettiğini gösterdi
uğla Bodrum’da Emek ve Demokrasi Platformu’nun Şerzan Kurt için düzenlediği basın açıklamasında Genç Umut’tan bir liseli ve Halkevci bir öğretmen gözaltına alındı. Bodrum'da Emek ve Demokrasi Platformu, 23 Mayıs günü Şerzan Kurt'un polis kurşunuyla öldürülmesini protesto etmek için basın açıklaması yapmak istediği eyleme polis
metnin okunmasına karar verilmiştir" denildi. Her şeye rağmen, Tekel işçilerinin çadırlar söküldükten sonra illere yaydığı mücadele, parçalı da olsa açığa çıkan direnişler ve 1 Mayıs coşkusu muhalefet açısından cesaret verici
saldırdı. Özgürlük Meydanı’nda basın açıklaması yapmak üzere bir araya gelen platform bileşenleri polis tarafından engelemeye çalışıldı. Kısa süreli arbedenin ardından Liseli Genç Umut’tan bir öğrenci ve Bodrumlu Halkevci Ersan Karababa gözaltına alındı. Gözaltına alınan liseli 3 saat gözaltında kaldıktan sonra serbest bırakılırken
bir ortam oluşturmuştu. Konfederasyonların, gerçekleştirilmemesi durumunda eyleme gidileceğini ilan ettiği taleplerin hiçbiri karşılık bulmadığı için eylemin ilan edilen koşulları da oluşmuştu. Ancak konfederasyonlar bu olumlu havayı 26 Mayıs
eylemine güç katmak için değerlendirmediler. Yalnızca KESK görünür bir hazırlığa girişirken, işçi konfederasyonları, kimi üye sendikaların ve taban dinamiklerinin sınırlı çabaları dışında 26 Mayıs'ı örgütlemeye değil iptal etmeye dönük bir çaba sergilediler. Ardından 26 Mayıs’a üç gün kala İstanbul başta olmak üzere birçok kentte, Tekel işçileri Türk-İş binalarını işgal ederek Türk-İş yönetimini ve başkanı Mustafa Kumlu’yu bu tavrından dolayı protesto ettiler. Aynı saatlerde Tek Gıda-İş Başkanı Mustafa Türkel’in konfederasyon yönetimlerine yönelik “Görevini yapmayanlar sonuçlarına katlanır.” açıklaması yayımlandı. Zonguldak ve son olarak da Hekimhan’da maden işçilerinin ölümü üzerine büyüyen öfke konfederasyonlara yönelik tepkiyi arttırdı. Ancak bütün bunlar 26 Mayıs’ın kaderini değiştirmeye yetmedi. 26 Mayıs eylemi son dönemlerin en parçalı, içeriği boşaltılarak etkisizleştirilmeye çalışıldığı bir biçimde gerçekleşti. Konfederasyonlar tarafından hemen hemen hiç örgütlenmemesine ve sahipsiz kalmasına rağmen 26 Mayıs eyleminin yine de katılımın canlı olduğu bir biçimde yaşanması içinden geçtiğimiz dönemin nesnel koşullarını gösteriyor. Güvencesizliğe karşı ortak bir mücadele düzlemi kurulabilmesinin gerekli ve aynı zamanda mümkün olduğuna bir kez daha işaret ediyor.
Kabahatler Kanunu gerekçe gösterilerek öğrenciye 70 TL ceza kesildi. Ersan Karababa ise savcılığa sevk edildikten sonra buradan serbest bırakıldı. Konuyla iygiyi Sendika.Org’a bilgi veren Bodrumlu liseliler saldırı öncesi gözaltına alınan liseli ve eğitim emekçisinin Bodrum Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri tarafından polislere işaret edildiğini belirttiler.
Hakan Fidan
AKP’nin MİT müsteşarı 2
005 Haziran’ından beri MİT Müsteşarı olarak görev yapan Emre Taner’in yaş sınırı 26 Mayıs’ta doldu. Erdoğan’ın ataması ve Cumhurbaşkanı Gül’ün Kazakistan’a giderayak onaylamasıyla Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) başına Hakan Fidan getirildi. Hakan Fidan, devlet memurluğuna astsubay olarak başladı. Yurtdışı görevlerinde bulundu. Büyükelçilik siyasi ve ekonomik danışmanlığı yaptı. İstihbarat konusunda doktora yaptı. Türkiye’nin en önemli yurtdışı faaliyet aygıtlarından Türkiye İşbirliği Kalkınma Ajansı (TİKA) Başkanlığını yürüttü. 2008 yılında Başbakan Danışmanı iken Türkiye’nin nükleer müzakerecisi olarak atanarak stratejik bir görev üstlenmiş oldu. Almanya’da bulunan NATO Süratli Reaksiyon Kolordusu İstihbarat ve Harekat Başkanlığı’nda görevlendirildi. Akademik tahsilini TSK’da tamamladı. Uluslararası güvenlik, uluslararası kalkınma ve Türk dış politikası konularında akademik çalışmalar gerçekleştirdi. Fidan, TSK’da 15 yıl astsubaylık yaptıktan sonra, Dışişleri Bakanlığı’nda görevlendirildi. Ahmet Davutoğlu’nun başdanışmanlığını yaptı. Abdullah Gül’ün Çankaya Köşkü’ne çıkması üzerine bir ara Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği için de adı geçti. Fidan, 16 Nisan’da Emre Taner’in onayı ve Başbakan Erdoğan’ın uygun görmesi ile, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından MİT Müsteşar yardımcılığına atandı. 29 Nisan’da toplanan Milli Güvenlik Kurulu, “Taner’in görevinin altı ay daha uzatılıp Fidan’ın biraz daha kurumsal yönetim deneyimi kazanmasının iyi olacağı” görüşünü açıkladı. Ancak yasaya göre MGK, MİT Müsteşarlığını “görüşür” fakat “karar” veremezdi. Yaş sınırı 26 Mayıs’ta dolan Emre Taner’in görevini son kez altı aylığına uzatma yetkisi ise Erdoğan’a aitti. Erdoğan, bu yetkiyi kullanmak yerine Hakan Fidan’ı atayarak Gül 23 Mayıs’ta Kazakistan’a hareket etmeden önce Çankaya’nın onayına sundu ve Gül de imzaladı. Erdoğan-Gül ittifakı ile 42 yaşındaki Hakan Fidan yeni MİT Müsteşarı yapılarak MİT’de AKP’li bir yeni dönem başladı.
Kal›c› baflar›lar kolay yoldan kazan›lmaz... e baraj kapağı kalktı. İster uluslararası (ABD veya Almanya) bir komplo isterse AKP komplosu olsun ya da ister Ergenekon komplosu isterse CHP içinden yapılmış olsun, ilk sonuç; CHP’nin Baykal’dan şimdilik kurtulması ve büyüme umudu oldu. 1995 ve 1999’da iki kez genel başkanlık görevinden ayrılan sonra tekrar dönen ve şimdi “aradan 10 yıl geçmiş, bir ara vermek yararlı olur” diyen ve kongreyi “kitlelerin mağduriyeti sahiplenmesi” olarak analiz eden Baykal’dan, CHP’nin ve Türkiye’nin kurtulması kolay olmayacak. CHP’nin büyüme umudu ise daha gerçekçi görünüyor. “Yeni” CHP’nin izleyeceği politikaların sonuçları daha sonradan görülecek olsa da şimdiden medyanın ve yeni kadroların desteğini aldı. Ve hepsinden önemlisi CHP kitlesi, gönül rahatlığıyla arkasında durup propagandasını yapabileceği bir genel başkana “kavuştu”. Artık bakkalda, berberde, dolmuşta rahatça oy isteyebilecekler CHP’ye. Yeni genel başkana, biraz da medya desteğiyle bir lakap bile buldular: “Gandi Kemal”. Üstelik sosyalistlerin sempatisini kazanmak için eklediler; “Gandi sosyalist değildi ama sosyalistler de onu severdi”. Kemal Kılıçdaroğlu ise bu süreçteki tutum alışlarıyla ve kongredeki konuşmasında sistemin ve bir örgüt olarak CHP’nin tüm kısıtlarını kendi kişiliğinde bütünleştirmiş olduğunun kanıtlarını sundu. (Daha sürecin başında “kesinlikle aday değilim” diyerek partinin öznel görevlerini, sosyal demokrasinin nesnel görevlerine tercih etmişti. Ve bu kararından vazgeçerek sosyal demokratlara yeni bir umut olurken, CHP “büyük bir krize girecek” diyenleri yanılttı.) Sistemin kısıtlarının başında, etnik ve dini kimliklerin öne çıkarılması ge-
V
liyor. Kılıçdaroğlu da tüm bu süreç boyunca sadece sosyoekonomik kimliklerden söz etti. Kürtlerin siyasallaşmış tercihleri görmezden geliniyor. Hatta sistem için çok radikal sayılabilecek yüzde 10 barajının kaldırma önerisi bile Kürtlerin siyasal temsiliyetini sağlamak için değil, AKP’nin temsiliyetini daraltmak için yapılıyor. “Kürt sorunu yoktur, doğu sorunu vardır, onun da çözümü iş ve aştır” tespitine CHP kitlesinin bile yüzde kaçını inandırabilir? Ya da AKP’nin bu toplumda yarattığı tahribat sadece halkı yoksullaştırması mıdır? Merdiven altında çalışan “başörtülü kızlar” sendikalı yapılınca dinci gericilik son mu bulacak? AKP’nin öne çıkarttığı kimlik sorunları basitçe “iş-aş” sorununun çözümüne indirgenemez. Etnik ve dini kimliklerin öne çıkarılmayacağı açık olmasına rağmen, kongrede olduğu gibi ve anlaşıldığı üzere “yeni” CHP’de sol söylem bolca kullanılacak. “Faşizme geçit yok”, “devrimci CHP” gibi sloganlara yine bilindiği üzere sistem, ancak demagoji olarak kaldığı sürece izin verecektir. Yine bilindiği üzere CHP’nin faşist MHP’yle bir koalisyon kurmasına hiçbir engel yoktur. Hatta Bahçeli’nin “kaliteli” yeşil ışığı şimdiden yandı bile. *** Bu süreçte bir örgüt olarak CHP’nin tüm kısıtları da ortadadır. Aynı CHP’nin içinden çıkmış olan Kılıçdaroğlu da değişim için çok büyük fırsatlar sunan böylesi bir dönemde bile kısmi bir revizyonla yetinmiştir. Yılların kaşar teşkilatçısı Önder Sav yerini daha da güçlendirmiş, kulis faaliyetçisi ve taklitçi Gürsel Tekin, tarzını geliştirme olanağı bulmuştur. Oluşan “yeni” hava CHP’nin iç dinamizmiyle yaratılmamıştır. Tabandakilerin ve
çevredekilerin beklentileri belirleyici olmuştur. Bu durumun sürekliliği ve hatta Kılıçdaroğlu’nun kalıcı, uzun süreli bir genel başkan olup olmayacağı, sonlanmış bir süreç olarak ifade edilemez. Ancak her şeye rağmen CHP’de değişen yeni söylem yani işsizlik, yoksulluk, güvencesizlik ve taşeronlaştırmaya karşı oluşan söylem, halkın neoliberal sistemin sonuçlarına ve AKP dönemi uygulamalarına ilişkin büyüyen tepkisini ve sorgulamayı daha ileri götüren bir etki yaratacaktır. Ve bu durum devrimcilere çok daha yaygın ve güçlü bir sistem eleştirisi getirme ortamı oluşturacaktır. Bu ortamda hak gasplarına, güvencesizliğe, taşeronlaştırmaya karşı oluşturulacak barikatlar kalıcı olma özelliğini taşıyacak. O zaman yapılacak şey bu barikatları çoğaltmaktır. *** “Recep Bey”in paniği ise çok anlaşılabilir; hem iktidarı hem de icraatı ciddi bir tehlike altına girdi. İktidarı çünkü, hem geleneksel sermayede hem de medyada oluşan karşı destek CHP’ye oy vereceklerin sayısının artmasıyla birleşebilirse AKP’ye karşı ilk kez iktidar alternatifi bir rakip çıkacak. Ciddi bir rakibin varlığı, şimdiye kadar seçeneksiz olmanın avantajını kullanan AKP’nin elini hem ABD karşısında hem de tekelci sermaye karşısında çok zayıflatacak. ABD’nin isteklerine çok hızlı boyun eğmek ve geleneksel sermayeye pastadan daha büyük dilim ayırmak zorunda kalacak. AKP’nin icraatı da sorgulama ve denetim tehlikesi altında. Şimdiye kadar kendi çizgisindeki ve kendisine bağlı sermaye gruplarını hoyratça kollayan Erdoğan artık oyunun kurallarına daha fazla uymak zorunda. Aynı şekilde sadakalaştırma ağlarını
daha inceltmek ve gizlemek zorunda. O yüzdendir ki daha ilk günden “işsizlikle mücadele programı” açıklamak zorunda kaldı, yıl sonuna kadar 40 bin öğretmen atama sözü verdi. O yüzdendir ki “manşetle gelen manşetle gider, ibret alsınlar” lafıyla Kılıçdaroğlu’na, benzer bir komplo tehdidi savurdu. AKP’nin zaman kaybetme korkusu en net biçimde MİT Müsteşarlığı atamasında görüldü. Eski müsteşarın görev süresinin altı ay daha uzatılması beklenirken Erdoğan-Gül ittifakı bunu engelledi. Ve kariyerine astsubay olarak başlamış, hızlandırılmış-özel süreçlerle ilerletilmiş 42 yaşındaki Hakan Fidan’ı yeni MİT Müsteşarı olarak atayıverdiler. Ve devamla AKP, milletvekillerine, haziran ayı içerisinde yani 30 günde 30 yasa tasarısını Meclis’ten geçirme görevi verdi. Bu yeni durum yani AKP karşısında ciddi bir alternatifin oluşma ihtimali bile oligarşi açısından yeni fırsatlar oluşturmuş durumda. Kısa vadede, AKP’nin kendisine yontarak gerçekleştirmeye çalıştığı yapısal dönüşümde dengeleri daha fazla gözeten bir dönem planlaması yapmasını zorlayacaklar. Uzun vadede bir iktidar değişikliği durumunda ise neoliberalizmin vahşi uygulamalarını bu kez sözde sosyal demokrat bir yönetim eliyle sürdürme şansına sahipler. Benzer taktik MHP koalisyonunda Öcalan’ı idam ettirtmeyerek, dinci gericiliği AKP iktidarıyla kontrol ettirerek uygulanmıştı. Baykal’ın çekilmesinden ve Kılıçdaroğlu’nun “halkçı” söyleminden en çok rahatsız olan kesim ise kuşkusuz Taraf gazetesi etrafında kümelenen liberaller. En çok da “havuzlu ev” eleştirisinden rahatsız olmuşlar. Ahmet Altan diyor ki; “Keşke Kemal Bey havuzlu villada otursa da bu ülkenin ezilen, kimlik-
leri, inançları inkar edilen insanlarına sahip çıksa, daha dürüstçe bir davranış olur”. Kendisi “havuzlu villada” oturan “dürüstler”den ya… Bu yeni durumun “sol”da yarattığı ve yaratacağı etkileri de görmek gerek. İlk olarak, sosyal demokrat zeminde kurulması düşünülün birtakım yeni parti kurma girişimlerini (Sarıgül’ü, 10 Aralık Hareketi’ni) baltalayacağı/engelleyeceği kesin. CHP’nin; DSP’yi, DSHP’yi ve belki de SHP’yi bünyesine katma olasılığı da açığa çıktı. EDP için ise bir siyasal alan (liberalizm) varolsa da bünyesinde barındırdığı Alevilerde ciddi bir sarsıntı yaşanacaktır. En büyük risk ise ÖDP ve TKP için geçerli; siyaset yaptıkları düzlem, gerek politik söylem gerekse de kitle desteği açısından daralacaktır. Siyasal kimliklerini sürdürmek zorunda olduklarından bulacakları öznel nedenler kritik. Bu nedenle ÖDP; yeni durumun yani sosyal demokrasinin yaygınlaşmasının kendileri için bir avantaj olacağı varsayımıyla daha da kendiliğindenci bir çizgiye savrulma, TKP ise neredeyse sadece komünizm propagandasını içeren bir rijit çizgiye daralma riski taşıyor. Tüm bunlara rağmen “sosyaldemokrat” zeminde oluşacak “yeni” durum; ne yaptığını bilen, ayırt edici bir politik çizgiye sahip siyasi hareketler için ileri barikatların kurulmasını sağlayabilir. İşsizlik, yoksulluk, güvencesizlik ve taşeronlaştırma gibi sorunların varlığı Kılıçdaroğlu’nun kişisel tercihlerine bağlı değildir. Hatta bu sorunların bugün yüksek perdeden dile getirilmesinde, bu sorunlar karşısında açığa çıkan tepkinin ve bu tepkinin örgütlenmesinin önemli bir payı mevcuttur. Tekrar etmek gerekirse; neoliberal sistem ve AKP dönemi uygulamaları daha ciddi olarak sorgulanacaktır. Ve devrim-
cilere çok daha yaygın ve güçlü bir sistem eleştirisi getirme ortamı oluşturacaktır. Kılıçdaroğlu ve CHP artık yeni yükümlülüklerle de karşı karşıyadır. Örneğin; referandum tartışmalarında artık sadece basit bir “hayır” çıkışı yetmeyecektir. “Bu referanduma hayır çünkü biz daha ileri ve kapsamlı bir değişiklik yapacağız” demek zorunda kalacaktır. Anayasa değişikliklerinin çıtasını ise CHP değil, toplumun ilerici muhalefet örgütleri ve devrimciler belirlemek zorundadır. Başta muhalefet kesimlerinin önemli bir kısmında oluşacak olan, sorunların çözümünü CHP’ye havale etme zihniyeti, bu dönemin en zaaflı noktasıdır. Kendi özgücüne dayanmayan, sorunların çözümünü başkalarından bekleyen ve örgütlenme bilincini zayıflatan bu algı, bilinmelidir ki CHP’nin “kaşar” kadroları tarafından da özel olarak “örgütlenecektir”. Ancak toplumsal muhalefet “eskiye göre” çok daha farklılaşmış durumda. Özellikle son dönemde açığa çıkan, Tekel işçilerinin önde gözüktüğü ancak farklı iş kollarında da benzer direngenliğin örneklerinin verildiği yeni hareketler, yeni dönemin de habercisidir. Türk-İş Başkanı Kumlu’yu sorgulayan, sorgulamakla yetinmeyip kendi mücadelesini kendi ellerine alan bir tarz yerleştikçe ve büyüdükçe, sözde önderler de ya değişecek ya da yeni misyonlar edinecekler. Unutulmamalıdır ki, bu yeni görülmeye başlayan hareketlenmelerin yanında, uzun yıllardır süren, sağlık emekçilerinin güvencesizliğe ve taşeronlaştırmaya karşı verdiği mücadele mevcuttur. Hak mücadelelerinin kararlılığı ve istikrarı mevcuttur. Bu ülkede kalıcı olacak başarılar hiçbir zaman “kolay yoldan” gerçekleşmeyecek…
4
GÜNDEM 28 May›s 2010 / 10 Haziran 2010
Halk›n Sesi
Van’da “Muğlalı” çıkabilir
V
an’ın Özalp ilçesinde Orgeneral Mustafa Muğlalı Kışlası'na ait atış poligonunu çevreleyen tel örgülerinin yanında oyun oynayan çocukların bulunduğu alanda bir el bombası patladı. Meydana gelen patlamada yaşları 7 ile 10 arasında değişen 5 çocuktan Oğuzcan Akyükrek (13) yaşamını yitirdi; 3'ü ağır 4 çocuk da yaralandı. Çocuklar Van Araştırma Hastanesi'ne kaldırılarak tedavi altına alındılar. Görgü tanığı ve yaralı bir çocuğun verdiği ifadeye göre bir askerin el bombası atarak kaçtığı söyleniyor. 33 kişinin yargısız infazını yaparak kurşunlanması emrini veren general Muğlalı’nın adı verilen kışla şehrin içinde bulunuyor. Şehrin içinde bir kışlanın bulunmasını anlamsız bulan ilçe sakinleri, kışlanın içinde bulunan atış poligonu nedeniyle evlerin bir çoğunda mermi izleri olduğundan şikayet ediyor.
Anne Tursun’a hapis
İ
zmir'de polis kurşunuyla öldürülen Baran Tursun'un ailesi hakkında "adli yargıyı etkilemeye teşebbüs etmek" iddiasıyla açılan davada, anne Berin Tursun'a "Polisi tehdit ederek hakarette bulunduğu" iddiasıyla 5 ay 20 gün hapis cezası verildi. İzmir'de 2007'de polis kurşunuyla öldürülen Baran Tursun'un babası Mehmet Tursun, anne Berin Tursun, kardeşi Şelale Tursun hakkında, 14 Ocak 2008'de tutuklu yargılanan sanık polisin tahliye edilmesinin ardından 18 Ocak 2008'de Karşıyaka Adliyesi önünde yaptıkları basın açıklaması nedeniyle “Adli yargıyı etkilemeye teşebbüs" suçlamasıyla açılan davada çocuğunu kaybeden anneye ceza çıktı. Tursun ailesinin avukatları Berin Tursun’a yönelik suçlamaların asılsız olduğunu fakat mahkemeye sundukları delillerin kabul edilmediğini, anne Tursun’un polisler tarafından tutulan tutanağa dayanarak cezalandırıldığını söyledi.
Plastik kurşunla saldırı
İ
stanbul Üniversitesi (İÜ) Beyazıt Kampüsü'nde Şerzan Kurt'un posterini asan öğrencilere polis saldırdı. 26 Mayıs günü gerçekleşen saldırı esnasında 2 öğrenci yaralandı, 15 öğrenci de gözaltına alındı. Saldırıya uğrayan öğrenciler poster asıldığı sırada bir grup ülkücü faşistin kışkırtmasıyla olay yerine gelen çevik kuvvet polisinin kendilerine plastik mermi kullanarak saldırdığını belirtti. Olaylar sırasında 2 öğrenci yaralandı. Bir öğrencinin çenesine plastik mermi isabet ederken bir başka öğrencinin de bacağı kırıldı. Yaralı öğrenciler, Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde tedavi altına alındı. 21 Mayıs günü de polis Şerzan Kurt afişlerine saldırmak istemiş ancak öğrencilerin kararlı duruşları karşısında üniversiteyi terk etmek zorunda kalmıştı.
CHP’den kaç post çıkar? CHP çizgisinde K›l›çdaro¤lu’yla simgeleflen de¤iflim dalgas› farkl› s›n›fsal dinamiklerden besleniyor. Kemal K›l›çdaro¤lu ve yeni CHP yönetimi ‘flimdilik’ hem yoksulun hem patronun umudu olmufl görünüyor Doğan grubu gazetelerinde, Kılıçdaroğlu’nun sınıf söylemini çok öne çıkardığı ama eğer iktidar gibi bir hedefi varsa sermayeyi de gözetmesi gerektiğine dair yazılar yayınlandı.
D
eniz Baykal’ın istifası ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’na seçilmesi, yalnızca CHP’nin gündemi olmadı. CHP’deki değişim AKP’nin, sermayenin ve halkın gündeminin de ilk sıralarına yerleşti. 22-23 Mayıs’ta gerçekleşen CHP Kongresi son 30 yılın en çok ilgi gören kongresi olarak kayda geçti. İlgi; parti tabanı, sosyal demokrat geleneğin farklı kulvarlara savrulmuş kadroları ve sermaye olmak üzere üç temel odaktan geliyordu. Yıllardır iktidar yüzü görmeyen parti tabanı, medyanın da belirgin desteğiyle oluşan olumlu atmosferde kongreye canlı bir katılım sağlarken, iktidar vurgulu sloganlar öne çıktı. Salonda ayrıca “Faşizme karşı omuz omuza”, “Devrimci Kemal” gibi soldan sloganlar da yankılandı. Sosyal Demokrat geleneğin neredeyse bütün kadroları birlik söylemleriyle kongreye katıldı. Kamer Genç’ten Emrehan Halıcı’ya gazeteci Hurşit Güneş’ten Rahşan Ecevit’e pek çok isim CHP’ye katılacaklarını açıkladı. Baykal dönemi küskünlerinden akademisyen Süheyl Batum ve Gülsün Bilgehan Toker gibi pek çok isim de yeni parti yönetimine davet edildi. Özellikle Rahşan Ecevit’in katılımı ve Kılıçdaroğlu’nun Karaoğlan geleneğini temsil ettiğini söyleyerek destek açıklaması, sosyal demokraside birlik umut edenlerin yüzünü güldürdü. Partiye bundan önce uzak duran liberaller olumlu sinyaller verirken, Umut Oran gibi holding patronu altı kişiyi de
yeni Parti Meclisi’nden yer verildi.
KILIÇDARO⁄LU NE DED‹? Kravatsız gömleği ve kasketi ile karşısına çıktığı kitlenin “Halkçı Kılıçdaroğlu” sloganlarıyla karşılanan yeni CHP lideri, özellikle yoksullara hitap eden bir konuşma yaptı. Kılıçdaroğlu, işsizliği “minimize” etmekten, taşeronu süpürmekten, halk yoksulken zenginleşmemekten bahsetti. Bundan önce, eksenine rejim savunmasını koyan bir söylemi öne çıkaran
Onlar barış diyor K
ürt hareketine yönelik askeri operasyonlar artarak sürüyor. Barış ve Demokrasi Partisi de (BDP), Canlı Kalkan eylemleriyle barış talebinde ısrar ediyor. BDP, devam eden askeri operasyonlara karşı ‘Canlı Kalkan’ eylemleri başlattı. Silahların susması talebiyle Kürt illerinde askeri operasyon alanlarına yürüyen BDP’liler ordunun ve AKP iktidarının engellemeleriyle karşılaştı. Bir taraftan sınır ötesi operasyonlar tırmandırılırken, bir taraftan da barış talebinin baskı altına alınması bölgedeki AKP karşıtı öfkeyi pekiştirdi.
B‹NLER BARIfi ‹Ç‹N KALKAN OLDU BDP’nin ‘Canlı Kalkan’ eylemleri 15 Mayıs’ta Diyarbakır’da yapılan kitlesel mitingle başladı. Mitinge demokratik kitle örgütleri ve sendikalardan çok sayıda temsilci destek verdi. Bu mitingin ertesi günü yapılmak istenen canlı kalkan eylemi ise asker engeline takıldı. Aralarında BDP Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Gülten Kışanak’ın da bulunduğu çok sayıda kişi 16 Mayıs sabahı Diyarbakır’dan Lice’’nin Şenlik Köyü, Paşaçiye Mezrası'na hareket etti.
Konvoy ilçe merkezinde coşkuyla karşılandı. Buradan operasyon bölgesine doğru araçlarla yola çıkan canlı kalkanların yolu asker tarafından kesildi. Diyarbakır İl Jandarma Komutanı Kurmay Albay Eyüp Şeker, eylemin valilik tarafından yasaklandığını belirterek sadece milletvekillerinin geçişine izin verileceğini belirtti. Yasaklamaya tepki gösterenler uzun süre karayolunu trafiğe kapattı. Lice’den sonra 19 Mayıs’ta Şırnak’ta gerçekleştirilmek istenen eylem de benzer engellemelerle karşılaştı. BDP barış eylemlerini sürdürürken 20 Mayıs günü Kuzey Irak’a yönelik bir hava operasyonu gerçekleştirildi. 20 Mayıs’ta öğlen saatlerinden akşama kadar süren operasyonlarda 4 PKK’li öldürüldü. Gerçekleştirilen hava operasyonuna, 23 Mayıs’ta Hakkari Yüksekova’da gerçekleştirilen canlı kalkan eyleminde büyük tepki vardı. BDP’li Selahattin Demirtaş ‘Kandil’e uçak değil heyet gönderin’ diyerek barış çağrısını yineledi. Demirtaş, AKP’nin operasyonları durdurmaması halinde bölgeden silineceğini ifade etti. Canlı kalkanlar, askeri uçakların kalktığı havaalanına da çiçek bıraktı.
CHP’de, Kılıçdaroğlu’yla birlikte sınıfsal çelişkileri eksenine alan yeni bir söylemin ipuçları görüldü. Ancak Kılıçdaroğlu yoksulluk sorunundan bahsederken sermayeyi vurmak yerine, salt AKP iktidarını hedef almayı tercih etti. Aynı Kılıçdaroğlu ülkeye yabancı sermaye çekmek için adımlar atacağını, “sanayicinin” önündeki bürokratik engelleri kaldıracağını da söyledi. Kongre sonrası Kılıçdaroğlu’na dönük eleştirilerin başında Kürt sorununu basit bir kalkınma sorununa
indirgeyen Baykal tavrından farklı bir duruş sergilememesi geldi.
SERMAYE BOfi BIRAKMIYOR Adaylığının açıklanmasının ardından açıktan büyük bir destek sunan medya bu sürecin en etkin aktörlerinden biri oldu. Özellikle Doğan Medya’da Kılıçdaroğlu rüzgarları estirildi. Bu ilişki basit destek ilişkisinin ötesine geçerek, Parti Meclisi’ne giren dört gazeteciyle somutlaştı. Kongreyi takip eden günlerde
BU KADAR POST ÇIKAR MI? CHP’nin tam olarak ne yapacağı ve yapabileceğine dair tespitlerde bulunmak için şu an çok erken olduğunu herkes kabul ediyor. Çünkü ilgisini bu yenilenme rüzgarına çeviren ve beklentileri birbiriyle çelişen pekçok farklı kesim var. CHP’nin örgütsel yapısının tabanla sınırlı bağı, Kılıçdaroğlu’nun henüz kendisini ispatlamamış liderliği ve parti yönetimine egemen olan geleneksel kadrolar CHP’nin yakın gelecekteki çizgisinin sınırlarını belirleyecek. Ancak şu an ortaya çıkan durum, neoliberalizmin kıskacına itiraz etmeye başlamış kesimlerin beklentilerinin CHP’deki söylem değişikliğine açıktan yansıdığı ve bu kesimler için düzen içinden yeni bir umut yaratıldığı. Trajik olansa sermayenin de neoliberal düzeni sürdürebilmek için ezilenlerin tepkilerini sisteme eklemleyebilecek sol liberal bir seçeneğin umut ışığını Kılıçdaroğlu’nda görmüş olması. Her ne olursa olsun, Türkiye siyasetindeki yeniden yapılanmanın bu kez de CHP’yi odağına alarak ancak AKP iktidarından toplumsal muhalefet güçlerine bütün bileşenleri yeni bir siyasallaşmaya sürükleyerek ilerlediği açıkça görülüyor. Bu yeni siyasallaşma dalgasının biçimlenişinde de neoliberalizme karşı gelişen toplumsal tepkinin ve bu kriz ortamında sermaye içinde beliren yeni bir aktör arayışının izleri görülüyor.
Şerzan Kurt ölümsüzdür Yükselen ›rkç›-faflist dalga sokaklarda polis, faflist iflbirli¤iyle kendini gösteriyor. Irkç› sald›r›lar›n son hedefi üniversite ö¤rencisi fierzan Kurt oldu. Olayla ilgili bir polis tutuklan›rken, fierzan anmalar›na sald›r›l›yor
M
uğla’da yaşanan faşist saldırıda vurularak ağır yaralanan Şerzan Kurt 24 Mayıs’ta hayatını kaybetti. Şerzan’ın beyin ölümü 19 Mayıs’ta gerçekleşmiş, ailesinin organ bağışı talebi otopsi gerekçesiyle reddedilmişti. Şerzan’ın ölümünün ardından hastane önünde bir açıklama yapan annesi Nejla Kurt katillerden hesap soracaklarını vurguladı. Kurt, “Ben oğlumu, Van'a, Diyarbakır'a da okula gönderebilirdim. Biz çocuğumuzu oraya okumaya gönderdik. Bizim içimizde Muğla, Diyarbakır farkı yoktu, çocuğumu da öyle yetiştirdim. Çocuğumun elinde kalem vardı. Ama onlar kaleme karşı silahla saldırdı.” dedi. Şerzan Kurt’un cenazesi 24 Mayıs günü memleketi Batman’a gönderildi.
‘fiERZAN’IN KALEM‹ YERDE KALMAYACAK’ Şerzan’ın cenazesini Batman’da binler “Şerzan yoldaş ölümsüzdür” sloganlarıyla karşıladı. Cenazede konuşan BDP Grup Başkan Vekili Ayla Akat Ata, AKP hükümetine seslenerek “Üniversiteleri ateş topuna çevirdiniz, bu ateş hepinizi yakar” dedi. Ata’nın ardından Batman İl Eşbaşkanı Şehmus Aslan cenazede bir konuşma yaparak, Şerzan'ın silahının kalemi olduğunu belirtti ve “Şerzan'lar onun kalemini yerde bırakmayacaklar" dedi. Devlet, Şerzan’ın katillerinin bulunup yargılanması talebine dahi tahammül edemiyor. Hakkari’de Şerzan Kurt’un anısına yapılan yürüyüşe saldıran polis İmam Hatip Lisesi’nin yemek kuyruğunda
bekleyen 22 öğrenciyi ve öğrencilerin gözaltına alınmasına engel olmaya çalışan okul müdürünü gözaltına aldı.
FAfi‹STLER‹N GÜLTEK‹N AB‹S‹ Muğla’da 11-12 Mayıs tarihlerinde yaşanan faşist saldırılar sonucu çıkan olaylarda 32’si ülkücü faşist 42’si devrimci demokrat öğrenci olmak üzere 74 kişi gözaltına alınmış; 4 ülkücü faşist tutuklanırken, saldırıya maruz kalan devrimci demokrat öğrencilerden de 2’si tutuklanmıştı. Daha sonra olayı araştırmak için bölgeye müfettişlerin gelmesinin ardından Muğla Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube’de görevli Gültekin Şahin ismindeki bir sivil polis memurunu tutuklamıştı.
Sendika.Org’a konuşan faşist saldırıların tanığı olan öğrenciler, kendilerini ülkücü faşistlerin pususuna düşürenin Şahin olduğunu ve Şerzan’ın yaralandığı sırada Şahin’in defalarca ateş ettiğini gördüklerini söylemişlerdi. Güvenlik Şube’de çalışan Gültekin Şahin 2005’in Kasım ve Aralık aylarında Muğla’da yaşanan faşist saldırılarda da ön plandaydı. 13 Kasım 2005’te Muğla’daki Sınırsızlık Meydanı’nda öğrenciler tarafından yapılan YÖK karşıtı basın açıklamasına Şahin’in başında bulunduğu 10 kadar polis memuru gelmişti. Etrafta bekleyen 100 kadar faşist öğrencilere Şahin’in gözetiminde saldırmıştı. Devam eden olaylar sonucu 5’i ağır 14 öğrenci yaralanmıştı.
1 Mayıs ailesinin Ziya’sı işten çıkarıldı K
artal Koşuyolu Kalp Damar Hastalıkları Hastanesi'nde Dev Sağlık-İş Sendikası’nın işyeri temsilcisi Ziya İncedere kendisi gibi Dev Sağlık-İş üyesi üç arkadaşıyla birlikte, taşeron şirket tarafından işten çıkarıldı. 27 Mayıs sabahı işten çıkarıldığını öğrenen İncedere ve arkadaşlarına şirket yetkilileri tarafından herhangi bir gerekçe gösterilmedi. 26 Mayıs günü tüm Türkiye’de yapılan genel eylem çerçevesinde hastane önünde yaptıkları basın açıklamasının ardından işten çıkarıldıklarını belirten İncedere, sendikalı oldukları için şirket yetkilileri tarafından daha önce defalarca tehdit edildiklerini söyledi. İncerede 26 Mayıs günü yaptıkları basın açıklamasının ardından da taşeron şirket yöneticileri tarafından tehditlere maruz bırakıldıklarını ifade etti.
İncerede ve arkadaşları birçok sendikadan destek mesajları aldı. Dört Dev Sağlık-İş üyesinin işten çıkarılmasının hemen ardından Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ve DİSK’ten yetkililer İncedere ve üç işçiyi ziyaret etti. 28 Mayıs günü Koşuyolu Hastanesi önünde dört konfederasyonun katılımıyla bir basın açıklaması yapıldı. Herhangi bir gerekçe gösterilmeden işten çıkarılan İncedere 6 yıldır Koşuyolu Hastanesi’nde çalışıyor; 10 aydır da Dev Sağlık-İş’in işyeri temsilciliği görevini yürütüyor. Dev Sağlık-İş’in Koşuyolu hastanesi’nde 200 üyesi bulunuyor. İncedere ailesinin 1 Mayıs günü, Fatih Pınar tarafından kameraya alınmış ve ntvmsnbc tarafından “1 Mayıs ailesi” başlığıyla yayımlanmıştı.
5
DÜNYA 28 May›s 2010 / 10 Haziran 2010
Halk›n Sesi
Sol Filistin için buluşuyor F
ilistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi, 5-6 Haziran tarihlerinde İstanbul Muammer Karaca Tiyatrosu’nda uluslararası bir sempozyum düzenliyor. “Filistin’le dayanışmada yeni bir strateji” adı altında gerçekleştirilecek olan etkinliğe Filistin’den, İsrail’den, ve Avrupa’dan konuklar katılacak. Oturumlarda, Filistin kurtuluş hareketinin çağrısıyla 5 yıl önce başlatılan uluslararası İsrail’e karşı boykot kampanyası tanıtılacak ve bu kampanyanın Türkiye’de örgütlenmesinin olanakları ortaya konacak. Sempozyumun ardından 7 Haziran’da, sosyalist hareketin ve emek örgütlerinin temsilcilerinin Filistin kurtuluş hareketi ve boykot hareketi temsilcileri ile bir araya geleceği bir forum düzenlenecek. Forumdaki tartışmalarla, Türkiye toplumsal muhalefeti ile Filistin kurtuluş mücadelesi arasında, somut çalışmalara dayanan kalıcı bağlar kurulması hedefleniyor. Geçen yaz, çalışmalarına başlayan ve Gazze saldırısının yıldönümüne denk gelen 27 Aralık 2009’da kitlesel bir yürüyüşle kendini deklare eden Boykot Girişimi; sola, emek hareketine ve Kürt hareketine Filistin sorunu konusunda birleştirici bir zemin sunmaya çalışıyor. Türkiye-İsrail stratejik ilişkileri Ortadoğu’nun yeni şekillenmesindeki belirleyici rolünü korurken, halkların kurtuluşu hedefiyle bu ilişkileri hedef alan Boykot kam-
5-6 Haziran’da İstanbul’da gerçekleştirilecek forumda, Filistin solu ile Türkiye solu bir araya gelecek ve ortak mücadele olanaklarını tartışacak
panyası da gerek Türkiye gerek Ortadoğu siyaseti açısından büyük önem taşıyor. Siyasal İslam şovlarına dönüşen yardım kampanyaları ve “van münit” demagojileri ile örtülmeye çalışılan ikili ilişkiler, Filistin ve Kürt halklarının kurtuluş mücadelesini hedef aldığı gibi, emeğe ve doğal kaynaklara yönelik sermaye
saldırılarını da içeriyor. Boykot kampanyası ise solu, emek hareketini ve Kürt hareketini bu kirli ilişkilere karşı biraraya getirerek bölge açısından kritik önem taşıyan yeni bir perspektif sunuyor. K‹MLER KATILIYOR? BADIL: Filistin İkamet ve
Mülteci Hakları Kaynak Merkezi, Filistinli mültecilerin haklarını savunan bağımsız bir taban örgütü. Ocak 1998'de kurulan örgüt, mülteciler konusundaki çalışmaları ile uluslararası alanda saygınlık kazanmış durumda. BADIL Boykot Kampanyası (BDS) Ulusal Komitesi’nin bir üyesidir. Abna’a el-Balad (Vatanın
İran’da da stratejik fiyasko şeklinde değerlendirdi.
A
KP, dış politika başarısı olarak sunduğu bir girişimin daha fiyaskoya dönüşmesiyle karşı karşıya. İran’ın nükleer programına ilişkin uluslararası krizin çözümü için Brezilya ve Türkiye’nin girişimiyle üç ülke arasında “uranyum takası” anlaşması imzalandı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu “önemli bir eşik aşılmıştır” diyerek, krizin aşıldığını ima etti. Ancak atılan imza henüz kurumamışken ABD tarafından “İran’a yeni yaptırımlar yolda” açıklaması gelirken İran tarafı da “uranyum zenginleştirmeye devam edeceğiz” dedi. URANYUM TAfiERONU TÜRK‹YE 16 Mayıs’ta İran lideri Mahmud Ahmedinejad, Brezilya lideri Lula da Silva ve Tayyip Erdoğan uranyum
takası anlaşmasını imzaladı. Anlaşmaya göre İran 1200 kilo az zenginleştirilmiş uranyumu yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş uranyum ile takas etmeyi kabul etti. Takas işleminin Türkiye’de yapılması öngörülürken zenginleştirme işleminin hangi ülkede gerçekleştirileceği henüz belli değil. Davutoğlu, anlaşmanın
geleceğe dönük taahhüt anlamı taşıdığını söyleyerek imzalanan metnin BM belgesi haline geleceğini iddia etti. İran’a karşı yaptırım söylemine artık gerek kalmadığını vurgulayan Davutoğlu, imzalanan anlaşmayı “Türkiye'nin son dönemlerde son derece artan bir profille uluslararası sorunları çözme kabiliyeti de ortaya konmuş oldu”
B‹RKAÇ SAAT SONRA… Davutoğlu’nun basın açıklamasının bitmesinden sadece birkaç saat sonra ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton İran’a yönelik yeni yaptırımlar uygulanması için Rusya ve Çin’i de ikna ederek BM Güvenlik Konseyi karar tasarısı hazırladıklarını söyledi. Daha sonra da BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin) yeni yaptırımlar konusunda anlaşmaya vardıkları haberi geldi. Böylece Türkiye’nin stratejik derinlik sloganıyla başlattığı yeni dış politikası bir kez daha fiyasko ile sonuçlanmış oldu. Fiyaskoyu özetleyen sözler ise basın açıklaması sırasında Davutoğlu’ndan geldi: “Yaptırım olacaktı, 18 saat boşuna mı konuştuk?”
Evlatları): 1969 yılında bir taban örgütlenmesi olarak, İsrail'deki Arap Filistinlilerin kolektif ulusal kimliklerini korumak, sürgün edilen kardeşlerinin (özellikle mültecilerin geri dönüş hakkı) mücadelesini sürdürmek ve kendilerine dayatılan devlet içinde insan hakları ve eşitlik için mücadeleye devam etmek amacıyla kuruldu. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi: Filistin ulusal kurtuluş hareketinin Marksist kanadı. 11 Aralık 1967’de Corç Habaş (El Hekim) liderliğinde kuruldu. Direnişçi kimliğiyle tanınan FHKC, Filistinli mültecilerin evlerine geri döndüğü tarihsel Filistin topraklarında herkesin eşit olduğu tek, laik ve demokratik bir devletin kurulmasını savunuyor. Güney Afrika Sendikalar Kongresi (COSATU): 1985’te Güney Afrika’daki ırkçı rejime karşı mücadele içinde kurulan COSATU bugün 2 milyon üyesiyle Güney Afrika’nın en büyük sendikası. Toplumsal Hareket Sendikacılığı’nın önemli bir temsilcisi olan COSATU, apartheid ve kapitalizm karşıtı mücadeleye pek çok katkılar yapan önemli bir işçi sınıfı örgütüdür. Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar Kampanyası Ulusal Komitesi (BNC): Filistin içindeki ve dünyadaki BDS kampanyasını koordine eden bir organ olarak Kasım 2007’de kuruldu. Filistinli siyasi partilerin, sendikaların, taban örgütlerinin geniş bir koalisyonudur.
NATO’nun yeni hedefi yoksullar N
ATO’nun yeni stratejik konseptinin belirlenmesi için 12 kişiden oluşan “Uzmanlar Grubu” üzerinde çalıştıkları raporu tamamladı. Raporun Kasım’daki NATO zirvesinde onaylanması bekleniyor. NATO’nun ilk askeri strateji konsepti olan Kitlesel Mukabele Stratejisi, SSCB’ye karşı nükleer silahları da içeren askeri kuvvetlerin kurulmasını ve saldırıya hazır olmasını öngörmekteydi. Raporda Afganistan işgali, deniz korsanları ve siber saldırılara karşı uluslararası ittifakın güçlendirilmesi gerektiği vurgulanırken NATO’nun yeni üyeliklere açık, esnek bir yapıya dönüştürülmesi
hedefleniyor. ABD’nin uzun bir süreden beri hayata geçirmeye çalıştığı füze kalkanı projesine de destek verilen raporda füze kalkanlarına karşı çıkan Rusya ile işbirliğinin arttırılması gerektiği belirtiliyor. Hazırlanan raporda en dikkat çekici kısım ise güvenlik konseptinin su, gıda ve enerji güvenliğini de kapsayacak şekilde genişletilmesi. Bu durum, NATO üyesi ülkelerde oluşacak krizlere karşı ortak müdahale vurgusuyla birlikte düşünüldüğünde NATO’nun sadece dış operasyonlara göre değil aynı zamanda içteki toplumsal hareketlere karşı da yeniden yapılandırılmasının hedeflendiğini gösteriyor.
Kırmızı Gömlekliler demokrasi için savaşıyor Tayland dört yıldır darbe, ayaklanma ve iç çatışma haberleri ile gündeme geliyor. Toplumsal hareketliliğin öznesi ise Kırmızı Gömlekliler. Peki kim bunlar, ne istiyorlar. Siyasi mülteci Giles Ji Ungpakorn aktarıyor
B
angkok’ta askerler 40 yılda 4. kez, demokrasi isteğiyle gösteri yapanların üzerine ateş açtı. Her seferinde amaç aynıydı: Yetmiş yıldır Tayland’ı yöneten muhafazakar seçkinleri korumak. Askerler gözlerini kırpmadan Bangkok sokaklarında insanları katlederken, bugünkü kaos sadece farklı renklerdeki tişörtler ve farklı politik partilerin taraftarları arasında, sadece iki taraf arasında yaşanan bir olaymış gibi çarpıtılıyor. Olay bu değil. 2005’ten beri Tayland’da yoksul çoğunluk ile eski seçkinler arasında giderek büyüyen bir sınıf savaşı görüyoruz. Bu kusursuz bir sınıf savaşı değil. Geçmişte soldaki boşluğa bağlı olarak popülist politikacılar yoksulların liderliğini yapmayı başardılar. 2006 yılında bir askeri darbeyle devrilen eski başbakan Thaksin Shinawatra buna bir örnek. Shinawatra “Kırmızı Gömlekli” sokak göstericilerinin ana simgesi. Seçmenlerin çoğunluğunu oluşturan kentli ve köylü yoksullar ‘Kırmızı gömlekli.’ Kendi hükümetlerini demokratik yollardan seçme hakkı istiyorlar. Yola Thaksin’in pasif destekçileri olarak çıktılar. Ancak şimdi “gerçek demokrasi” dedikleri yeni bir halk hareketi oluşturdular. Onlar için “gerçek demokrasi” generallerin ve kraliyet sarayının “sessiz diktatörlüğü”nün bitmesi anlamına geliyor.
Bu durum Tayland egemenlerini baskı ve teröre sevk ediyor. 2006’dan beri bu elitler seçim sonuçlarına karşı göz göre göre askeri darbeler sahnelemiş, mahkemeleri kullanarak iki kez Thaksin’in partisini kapatmış; şiddeti ve anti demokratik kralcı “Sarı gömlekliler”i desteklemiştir. Kırmızı Gömlekliler hareketindeki çoğunluk Thaksin’i iyi nedenlerle destekliyor. Onun hükümeti, Tayland’ın ilk geniş kapsamlı sağlık sistemi de dahil olmak üzere, yoksuldan yana politikalar getirdi. Kırmızı Gömlekliler basitçe Thaksin’in kuklaları değiller. Thaksin ve Kırmızı
Gömlekliler arasında karmaşık bir ilişki var. Onun liderliği mücadele için cesaret ve güven sağlıyor. Ancak Kırmızı Gömlekliler kendi kendini örgütlüyor ve içlerinden bazıları Thaksin’i eleştiriyor. Son sokak protestolarında, Kırmızı Gömlekliler kendi liderliklerini çıkarıyor. Cumhuriyetçi bir hareket olarak gelişiyor. Birçok sol eğilimli Taylandlı, Thaksin destekçisi değil. Ama demokrasi isteyen yurttaş hareketini soldan destekliyor. Sarı Gömlekliler muhafazakar kralcılar. Bazıları da faşist eğilimlere sahip. Kendilerini ateşli silahlarla savunuyorlar. 2006 darbesini ve sonu gelmiş hükmeti
destekliyorlar. Arkalarında Tayland ordusu var. Bu da askerlerin neden asla Sarı Gömleklileri vurmadıklarını gösteriyor. Taylan’daki şiddet hareketini anlamak ve yargılamak için tarih bilincine ihtiyacımız var. Eşyalara zarar vermekle insanları sakat bırakmak veya öldürmek arasındaki ayrımı fark eden bir bakış açısına ihtiyacımız var. Kırmızı Gömlekli yurttaşların şimdi neden öfke patlaması yaşadığını anlamaya yardımcı olan bir tarih bilinci var. Eğer direnmeye devam ederlerse, belki de ordu içinde çatlaklar meydana gelebilir. Son dört yıl boyunca Taylandlı yurttaşlar fazlasıyla politize oldular. Rütbesiz askerler ve yoksul ailelerden askere alınanlar Kırmızı Gömlekliler’i destekliyor. Risk çok yüksek. Herhangi bir uzlaşma istikrarsızlık riski taşıyor çünkü hemen hemen hiç kimse bundan memnun olmayacak. Eski seçkinler, Kırmızı Gömleklilerin bütünüyle cumhuriyetçiye dönüşmesini engellemek için Thaksin’le anlaşma yapmak isteyebilirler. Fakat her ne olursa olsun, Taylandlılar eski günlere geri dönemezler. Kırmızı Gömlekliler politikaya müdahale eden askerlerden ve saraydan bezmiş ve yorulmuş olan milyonlarca Taylandlıyı temsil ediyor. En azından politik olmayan meşruti bir monarşi isteyecekler. Sola yönelmeleri de imkan dahilinde... Giles Ji Ungpakorn
7
iklim 5 kıta
Mumbai y›k›ma karfl›
H
indistan’ın Mumbai kentinde binlerce kişi, Annabhau Sathenagar Basti isimli yerleşim bölgesinin anayasa ve insan hakları ihlal edilerek yıkılmasını protesto etmek için polis karakolu önünde günlerce oturma eylemi yaptı. Gecekondu yerleşim bölgelerinden gelen kadınların öncülüğünde başlayan eylemde, özel sermayeye yer açmak için halkın oturduğu evleri yıkan devlet protesto edildi. Halk, devletin gecekondu yıkımlarını yasadışı olduğunu ilan etmesini talep ediyor. Uluslararası finans merkezi ilan edilen kentte yıkımlar son dönemde tırmanışa geçti.
Amazon yerlileri HES’lere savafl açt›
B
rezilya’da Amazonlardaki Xingu Nehri üzerinde kurulmasına dönük resmi izin çıkan hidroelektrik santraline karşı, kendilerine uluslararası destek bulmak üzere Avrupa’ya giden Kayapó yerli topluluğu şefi Raoni Metuktire, “Halkımı daima şiddetten uzak tutmaya çalıştım ama şu an oldukça endişeliyim. Artık bize ait olanı geri alma vakti geldi. 3 bin savaşçımız silahlanmaya ve savaşa hazır” dedi. Projenin gerçekleştirileceği 500 km2’lik alan dâhilinde 40 bin kişinin bu projenin olumsuz etkilerine maruz kalacağı belirtiliyor.
Kore’de savafl çanlar›
K
uzey Kore, Güney Kore ile tüm ilişkilerini keseceğini açıkladı. İki ülke arasındaki gerginlik, Güney Kore savaş gemisinin Kuzey Kore denizaltısından atılan bir torpido mermisi ile battığının açıklanmasından sonra tırmanmıştı. Kuzey Kore Barışçıl Yeniden Birleşme Komitesi, Güney Kore Devlet Başkanı Lee Myungbak’ın görev süresi dolana kadar ülkeyle tüm ilişkileri keseceğini, açıkladı. Ülkede 28 bin 500 askeri bulunan ABD’nin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Güney Kore’ye desteğinin tam olduğunu söyledi.
Haiti’de ya¤ma bafllad›
H
aiti’de hükümet, ülkenin yeniden inşa edilmesi planlarıyla ülkeyi, Haiti’ye akın eden özel şirketlere yağmalatmaya başladı. Ülkenin telekomünikasyon şirketi Teleco’nun yüzde 60’ı Vietnam Ordu Telekomünikasyon şirketi Viettel’e bağlı Natco adlı özel bir şirkete satıldı. Özelleştirmeye dair bir açıklama yapan sendikacılar, Preval hükümetinin uzun yıllardır telekomünikasyon hatlarını yenilemek için ödenek ayırmadığını, şirketin mevcut teçhizatlarının ederinin neredeyse şirketin satıldığı fiyata denk olduğunu belirtti.
6
İNSANCA YAŞAM 28 May›s 2010 / 10 Haziran 2010
Halk›n Sesi
Yolları engelden geçiyor T
ürkiye’de 9 milyon engelli var. Fakat eğitimden sağlığa her türlü hizmete ulaşmaları ve yaşama katılmaları için gerekli olan ulaşım hizmeti engelliler görmezden gelinerek veriliyor. Otobüsler, trenler, vapurlar, duraklar, kaldırımlar engellilerin kullanımı için gerekli olan tasarım ve donanımdan yoksun. Taksi ve dolmuşlar da engellileri görmezden geliyor. Hükümetler ve belediyeler sorun her gündeme geldiğinde ‘engelliler başımızın tacı’ deyip gerekli düzenlemeleri yapacaklarını taahhüt etse de iş uygulamaya gelince herkes sınıfta kalıyor. HER ENGEL GRUBUNUN ‹HT‹YACI AYRI Engelli vatandaşlar yüksek kaldırımlar, bozuk yollar nedeniyle sokakları ve caddeleri kullanırken zorluklar yaşıyor. Bedensel engeli veya görme engeli bulunan vatandaşlar için yükseklikler, yollardaki çukurlar veya bozukluklar sorun oluyor. Toplu taşıma araçları ise engellilerin ihtiyaçları yok sayılarak hizmete sunuluyor. Tekerlekli sandalye kullanan yolcular etrafı kapatılan durakları kullanamıyor. Aynı sorun rampa sistemi bulunmayan otobüsler için de geçerli. Görme engelliler için duraklar ve otobüs güzergahlarının anlaşılması sorun oluyor oysa sesli anons sistemiyle bu sorun rahatlıkla aşılabilir. Aynı sorun işitme engelliler için de yazılı uyarı sistemi kurularak çözülebiliyor. ADI VAR KEND‹ YOK Temel hizmetlere erişebilmek ve günlük hayatın sürdürülebilirliği açısından ulaşım hizmeti büyük önem taşıyor. Bu hizmetin engellilerin ihtiyaçları görmezden gelinerek veril-
E
ngelliler tüm kamusal hizmetlere erişim ve yaşama katılım için gerekli olan ulaşım hizmetinin kendi ihtiyaçları görmezden gelinerek verilmesine karşı harekete geçti
Merdivenler, yüksek kald›r›mlar ve bozuk yollar büyük sorun oluyor. mesi engelli yurttaşların toplumsal hayatın dışına itilmesi anlamına geliyor. AKP hükümeti ulaşım hizmetinin engelli yurttaşların ihtiyacına göre düzenlenmesi için bir yasa çıkartsa da uygulanmıyor! Hükümetin 2005 yılında çıkarttığı ‘Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’, ulaşım hizmetleri konusunda belediyelere yükümlülük getiriyor. Kanunda yer alan geçici 3. madde “Büyükşehir
belediyeleri ve belediyeler, şehir içinde kendilerince sunulan ya da denetimlerinde olan toplu taşıma hizmetlerinin özürlülerin erişilebilirliğine uygun olması için gereken tedbirleri alır. Mevcut özel ve kamu toplu taşıma araçları, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi yıl içinde özürlüler için erişilebilir duruma getirilir” ifadesini içeriyor. Fakat maddenin uygulanmasını garanti altına alacak herhangi bir denetim veya yaptırım bulunmuyor. Engellilerin ihtiyaçları kâğıt
üzerinde tanınırken uygulama bunun aksi yönde gerçekleşiyor. GÖRMEYENLERE GÖSTERD‹LER Bu iki yüzlülüğe karşı İstanbul’da Halkevleri Engelli Hakları Atölyesi, KAS-DER, GÖZ-DER, Engelsiz Erişim Grubu, İşitme Engelliler ve Aileleri Derneği ve Altınokta Körler Derneği’nin oluşturduğu Sakatlar Erişim Platformu ulaşım hizmetinin engellilerin ihtiyaçları gözetilerek düzenlenmesi için harekete geçti.
Platform ilk eylemini 16 Mayıs Cumartesi günü yaptı. Platform üyelerinin yaptığı ‘engelsiz otobüs’ Taksim tramvay durağından kaldırılarak İstiklal Caddesi boyunca engellileri ve onların ailelerini taşıdı. Engelliler, Tünel'e gelene kadar Ağa Camii, Galatasaray Lisesi ve Tünel ‘durakları’nda durarak toplu taşımada farklı engelli gruplarının ihtiyacı olan sistemleri anlattılar. Eylemde görme ve işitme engelli yurttaşlar için sesli ve görsel uyarı sistemleri, ortopedik engelliler içinse rampa mekanizması olması gerektiği gösterildi. Otobüsün Tünel’e ulaşmasının ardından katılımcılar adına konuşmalar yapıldı. Sakatlar Erişim Platformu’nun Belediyeye iletmek üzere hazırladığı talepler deklarasyonunda şehir içi ulaşımdaki durak ve otobüslerin öncelikle dünyada kabul görmüş, Türk Standartları Enstitüsü tarafından da benimsenmiş erişilebilirlik standartlarına uygun biçimde tasarlanması talebi yer alıyor. Platform üyeleri erişilebilirlikle ilgili düzenlemeler yapıldığını hatırlatarak binaların engellilerin ihtiyaçları gözetilerek inşa edilmesini ön gören İmar Kanunu’nun, birçok konuda yasal düzenlemeler içeren Özürlüler Kanunu’nun, Belediye Kanunu’nun, İmar ve Otopark Yönetmeliği’nin biran önce uygulanmasını talep ettiler. Eylemde 2005 yılında çıkarılan Özürlüler Yasası’nın Belediye ve kamu kuruluşlarına engellilerin erişimine uygun düzenlemeleri yapmaları için verdikleri 7 yıllık sürenin dolmasına 2 yıl kaldığı hatırlatılarak, belediye tarafından makul bir takvim verilmesi talebi dile getirildi. Yapılan açıklamada düzenleme yapılana kadar eylemlerin süreceği ifade edildi.
Sarıyer halkı köprü değil hastane istiyor İ
stanbul Boğazı’na yapılması düşünülen üçüncü köprünün güzergâhına yakın olan Sarıyer’de halk, 3. köprüyü “halka hizmet” diye sunanlara sesleniyor, “Köprü değil tam donanımlı hastane kurun.” İstanbul’un 400 bin nüfuslu ilçesi Sarıyer’de halka hizmet veren tam donanımlı bir ilçe hastanesi yok. Sarıyer halkı sağlık hizmeti almak için yıllardır uzak semtlere gönderiliyor, tedavi umanlar ‘fiş yok’, ‘yer yok’, ‘sedye yok’ gibi gerekçelerle evlerine geri gönderiliyor. Sarıyer Halkevi’nin, mahalle muhtarları, mahalle dernekleri, sendikalar ve demokratik kitle örgütleri tarafından oluşturulan Sarıyer Sağlığıma Engel Olma
Paso terörü karakola uzandı U
laşım hakkı mücadelesinin etkisinden rahatsız olan Melih Gökçek toplu taşıma araçlarında terör estiriyor. Haksız uygulamalar Ankaralılara polis zoruyla kabul ettirilmeye çalışılıyor. Polis destekli Gökçek terörünün son mağduru Ankara’da ODTÜ öğrencisi Damla Öz oldu. Öz, 22 Mayıs gecesi Güven Park’tan ODTÜ yurtlarına giden belediye otobüsüne indirimli kart kullanarak bindikten sonra kendisine paso sorulması üzerine öğrenci kimliğini gösterdi. Otobüsün şoförü sadece paso sahibi öğrencilerin indirimli bilet kullanabileceğini söyleyerek Öz’ü ikinci bir bilet basmaya zorladı. Öğrenci kimliğinin ulaşım hizmetini indirimli almak için yeterli olması gerektiğini belirten Öz, ikinci bileti basmayınca otobüs şoförü tarafından önce otobüsten indirilmeye çalışıldı daha sonra polise şikâyet edildi. Yaşanan olayı gazetemize anlatan Damla Öz, indirimli bilet kullanmak için kimliğin yeterli olduğuna inandığı için ikinci bileti basmayı reddettiğini
belirtti. Öz, şoförün otobüsün kontağını kapatarak hareket etmediğini ardından da polisi aradığını aktardı. Otobüsteki diğer öğrencilerin de duruma isyan ettiğini söyleyen Öz şikâyet üzerine gelen polislerin de şoföre ‘burası sosyal bir devlet, arabayı hareket ettirmek zorundasın’ dediğini belirtti. Şoförün ayak direyerek Öz’ün kendisine hakaret ettiğini söylemesinin ardından otobüste bulunan bir diğer öğrenci ile Öz de şoförden şikâyetçi olduklarını söyledi. Bunun üzerine iki yolcu ve şoför karakolun yolunu tuttu. Şoförün tavrı hakkında görüşünü sorduğumuz Damla Öz, nisan ayında hızla yaygınlaşan ulaşım eylemlerinin ODTÜ’de önemli bir etki yarattığını, Gökçek’in bundan rahatsız olarak otobüslerde işi sıkı tuttuğunu söyledi. Öz, şoförlerin her fırsatta halkı terörize etmeye çalıştığını belirterek kendi yaşadığı tartışmadan sonra ODTÜ’ye bir buçuk saat boyunca otobüs servisi koyulmamasının da bu görüşünü doğruladığını söyledi.
Platformu tam donanımlı hastane için bir çalışma başlattı. Bu çalışmanın ilk eylemi 16 Mayıs Pazar günü Büyükdere Çelik Gülersoy Parkı-Kozdere eski Tekel Kibrit Fabrikası arasındaki yürüyüşle gerçekleştirildi. Eylemde daha önce yapılan yasal düzenlemelerle hastane arazisi olarak tahsis edilen Tekel Kibrit Fabrikası’na “Bu arazi Sarıyer devlet hastanesi yeridir, Sarıyer halkına aittir” yazılı pankartlar asıldı. Hastane talebiyle başlatılan çalışma hakkında görüştüğümüz Sarıyer Halkevi üyesi Tuğçe Özçelik yürüttükleri çalışmanın Sarıyerlilerin büyük çoğunluğu için çok büyük bir ihtiyaç olduğunu belirtti. Sözlerini
“Hastalar hastanede hücre gibi odalarda ya da sedyelerde yatmak zorunda kalıyorlar, doktor yetersizliği nedeniyle “fiş bitti” gerekçesiyle eve gönderiliyorlar. Ciddi olabilecek her türlü rahatsızlıkta Şişli Etfal, Çapa, Cerrahpaşa gibi uzak ilçelerdeki tam donanımlı hastanelere sevk ediliyorlar. Bu durum kaza, kalp krizi gibi ciddi ani rahatsızlıklarda ölüm riski yaratıyor.” diyerek sürdüren Tuğçe Özçelik bölge halkının kampanyaya etkin bir biçimde katıldığını ifade ederek “Hastane için imza toplanan semt pazarlarında halk kampanyaya büyük bir ilgi gösteriyor” diyor. ‘Tam donanımlı hastane’ vaadinin şimdiye kadar bütün
seçim dönemlerinde siyasi parti adaylarının seçim programında yer aldığını söyleyen Tuğçe Özçelik “Sarıyer girişinde bulunan Kozdere bölgesindeki eski Tekel fabrikası arazisi de resmen tam donanımlı hastane için tahsis edilmiş ancak şu ana kadar herhangi bir adım atılmadığı gibi arazinin özel hastane arazisi olarak sermayeye peşkeş çekilebileceği haberleri de geliyor” diyor. Tuğçe Özçelik, köprü projesinin yarattığı rant ve kentsel dönüşümün dayattığı yıkımlara karşı halkın bölgede kalmasının bir garantisinin de kurulacak kamu hastanesinin olabilecegini söylüyor.
Karadenizli HES hesabını bozuyor Karadeniz’in su kaynaklarının mülkiyetini sermayeye teslim edecek olan hidroelektrik santraller konusunda hükümet işini şansa bırakmak istemiyor. Başbakan Erdoğan mahkeme kararlarıyla iptal edilen HES projelerinin bir an önce devreye girmesi için ilgili bakanlıklara talimat vermiş, mahkemelerin yürütmeyi durdurma ve projelerin iptali kararlarıına gerekçe olan yasal düzenlemeler ve yasal boşlukların ortadan kaldırılmasını istemişti. Bu girişimin altında hükümetin 1700 HES projesini bundan sonraki genel seçimlerden önce bitirme hedefi yatıyordu. Uygulama için bugüne kadar HES’lere karşı en az sesin çıktığı Giresun pilot bölge seçilmişti. EVDEK‹ HESAP ÇARfiIYA UYMADI AKP’nin HES planında işler hesaplandığı gibi gitmiyor. HES’lere sessiz kalınacağına inanılan Giresun’da köylüler evlerine sahip çıkıyor. Giresun'un Çanakçı ilçesinde bulunan Düzköy ve Deregözü köylerine yapılmak istenen HES’lere köylüler itiraz etti. Bu itiraz projelerin yüklenici fir-
Hükümet HES projelerini seçime kadar bitirmek istiyor fakat köylülerin itiraz ve eylemleri bu planı bozuyor. Karadeniz’de direniş köy köy sürüyor
Köylülere destek, hak mücadelesi verenlerden geldi. Trabzon ve Giresun Halkevi, Derelerin Kardeşliği Platformu, Ziraatçılar Derneği ve Tüm Köy-Sen temsilcileri 20 Mayıs günü Çanakçılar halkını ziyaret etti. Dayanışma ziyaretinin ardından köylüler ve ziyarete gelen kurum temsilcileri pankartlar ve sloganlarla HES şantiyesine kadar yürüdü. BAYRAM GELM‹fi NEY‹ME Artvin’de Borçkalı Halkevcilerin HES’lere karşı mücadelesi sürüyor. Önce seslerini Karçal Dağları’ndan duyuran Halkevciler 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlamaları sırasında Mavi Çarşı’dan pankart açarak HES’lere izin vermeyeceklerini dile getirdiler.
maları tarafından şiddetle bastırılmaya çalışıldı. Projeye karşı Derelerin Kardeşliği Platformu Giresun Temsilciliği öncülüğünde vadideki 12 köy muhtarı ve yöre halkı tarafından, Ordu İdare Mahkemesi’nde ‘yürütmenin durdurulması ve iptal’ davası açıldı. İnşaat için yöreye gelen firma çalışanları ise halk tarafından durdurulmak istendi. Firmanın çalışanları 11 Mayıs
günü kendilerini engellemeye çalışan köylülere sopalarla saldırınca 3 köylü yaralandı. Köylülere dönük baskı ve yıldırma politikalarına kısa bir süre sonra Çanakçı Kaymakamı da dahil oldu ve köylüleri HES’lere itiraz etmemeleri için tehdit etti. Köy halkı Kaymakamın köy muhtarını istifaya zorladığını, köylüleri ise yeşil kartlarını iptal etmekle tehdit ettiğini söylüyor.
BAfiBAKANA ÇALIK JEST‹ Başbakan’ın memleketi Rize Güneysu’da Dumankaya HES projesini alan Çalık Holding köylülerin itirazı üzerine Başbakan’e jest yaparak projeyi durdurdu. Mayıs ayının başında halkla beraber yapılan ÇED toplantısında köylüler projeye itiraz etmiş belediye başkanı “Gidin sorununuzu Başbakan’la çözün” demişti.
Su bedava parası Gökçek’ten
T
üketici Dernekleri Federasyonu (TÜDEF) Gökçek’e karşı açtığı tazminat davasını kazandı. Kazanılan tazminatla Ankaralılara bedava su dağıttı. TÜDEF, Kızılırmak suyunun şehre getirilmesi çalışmaları sırasında, insanların sağlıklı ve güvenilir su içme haklarını korumak adına buna karşı çıkmış, İ. Melih Gökçek ise bu itiraza küfür ederek karşılık vermişti. Bunun üzerine dava açan TÜDEF davayı kazandı ve dava sonucunda elde ettiği parayla 9.500 adet şişe su alarak Ankaralılara parasız dağıttı. Federasyon 15 Mayıs günü Ankara Yüksel Caddesi’nde bir basın açıklaması yaparak “kazandığımız parayı tek başımıza yemek yerine halkımızla içmeyi tercih ettik” dedi. Gökçek’in parasıyla alınan sular Kızılay’da, Batıkent Metro İstasyonu’nda, Dikmen Ahmet Arif Parkı’nda ve Tuzluçayır Meydanı’nda halka dağıtıldı.
Ulaşım eylemine soruşturma
U
laşım hakkı için mücadele edenlere “Bunlar milletten değil illetten yana” diyen başbakanın rektöründen üniversitelilere soruşturma. Mart ayında Gökçek’in fahiş ulaşım fiyatlarına karşı üniversite içerisinde eylem yapan ve parasız ulaşım hakkını kullanan öğrenciler polis saldırısına uğramış ve gözaltına alınmışlardı. Ulaşım hakkı için mücadele eden üniversitelilere Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü tarafından soruşturma açıldı. Otobüse parasızbinerek ulaşım fiyatlarını protesto eden öğrenciler üniversite yönetimi tarafından Yükseköğretim Kurumları Disiplin Yönetmeliği’nin 7. ve 8. maddelerine dayanılarak öğrencilik sıfatının gerektirdiği itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranmak, eğitim öğretim hürriyetini engellemek ve yükseköğretimde huzuru sükûnu bozmakla suçlanıyor.
Su hakkı için son uyarı!
S
uyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu üyeleri yaptıkları eylemle HES projeleri ve ormanların tahrip edilmesine dönük yasal düzenlemeler konusunda hükümeti ve yetkilileri yapılan yanlıştan dönmeleri konusunda uyardı. 5. Dünya Su Forumu öncesi İstanbul’da kurulan platform 24 Mayıs Pazartesi günü İstanbul İl Çevre ve Orman Müdürlüğü önünde bir araya gelerek “Su Hayattır Satılamaz” sloganıyla bir eylem yaptı. Platform adına ortak açıklamayı yapan Tarım Orkam-Sen İstanbul Şube Başkanı Şenay Elhüseyni HES Projeleri aracılığıyla suyun mülkiyetinin özel şirketlere verilmesi, Turizm Teşvik Kanunu, Maden Kanunu, 2/B Kanunu gibi yasalarla orman bütünlüğünün bozulmasına karşı olduklarını ifade etti, “Mücadelede kararlıyız” dedi.
7
İNSANCA YAŞAM 28 May›s 2010 / 10 Haziran 2010
Halk›n Sesi
‘Okula borçlu olunur mu?’ İzmir Çiğli’de para toplama işini ifrada vardıran Güzeltepe İlköğretim Okulu’nda yöneticiler velileri arayıp okula olan borçlarını ödemelerini istedi. Veliler parasız eğitimin hak olduğunu söyleyecek eyleme geçti
Eylemli flikayet
AYCAN TEK‹N
İ
zmir Çiğli’de bulunan Güzeltepe İlköğretim Okulu’ndaki paralı eğitim uygulamaları okul idaresi tarafından öğrencileri tehdide varınca veliler sorunu çözmek için harekete geçti. Öğrenci velileri okul idaresinin icraatlarına sessiz kalmayacaklarını göstermek için 17 Mayıs günü Çiğli Halkevi’nde buluştu, buradan önce okul önüne giderek bir basın açıklaması yaptı ve okul yönetimini uyardı daha sonra milli eğitim müdürlüğüne bir ziyaret gerçekleştirdi. Toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü çocuk bakımı sorumluluğunu kadının üstüne yıkınca velilerin çoğunluğunu da kadınlar oluşturuyor. Çiğli’de de bu durum değişmedi. Güzeltepe İlköğretim Okulu’na giderek yaptıkları eylemle okul idaresini uyaran neredeyse tamamı kadın 20 veli, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne de giderek okul yönetimi hakkındaki şikâyet dilekçelerini bizzat İlçe Milli Eğitim müdürüne iletti. B‹R YERDEN BAfiLAMAK LAZIM Velilerin deyimiyle “artık bu işin peşini bırakmayacağız” dedirten gelişmeleri konuşmak için Halkın Sesi gazetesi olarak velilerden Yeliz Yeşilbağ ve Fatma Güler’le bir söyleşi yaptık. Güzeltepe İlköğretim Okulu İzmir’in Çiğli İlçesi’nde yoksulluğun ve yoksunluğun harman olduğu bir mahalle okulu. Yaklaşık üç nesil yetiştiren okul, son yıllarda eğitimin niteliksizliği ve paralılaştırılması yüzünden öğrencileri ve velileri tedirgin ediyor. 2 çocuk annesi Fatma ve 3 çocuğu olan Yeliz, okula ilişkin dertlerini o kadar açık anlattı ki sözü dolandırmadan onlara bırakalım: Yeliz: Benim iki çocuğum bu Güzeltepe İlköğretim Okulu’nda okuyor. Biz yıllardır bu okula ödenek ayrılmadığı için çeşitli kalemlerde para ödedik. Ve bu paraları bize yapılan “ödenek ayrılmıyor” açıklamalarına hak vererek yaptık. Ama son yıllarda
Güzeltepe ‹lkö¤retim Okulu’nda para toplanmas›na, okul yönetiminin para toplayabilmek için tehdide baflvurmas›na karfl› ö¤renci velileri eylem yapt›. 17 May›s Pazartesi günü Çi¤li Halkevi’nde buluflan veliler okul idaresinin zorla para toplama uygulamas›na karfl› okul önünde bir bas›n aç›klamas› yapt›. Aç›klaman›n ard›ndan toplad›klar› okul idaresi hakk›ndaki 45’i aflk›n flikayet dilekçesini Çi¤li ‹lçe Milli E¤itim Müdürlü¤ü’ne topluca teslim ettiler ve Milli E¤itim Müdürü ile görüfltüler. Görüflmede müdür de okullarda para toplanmas›n›n yasal olmad›¤›n› itiraf etmek zorunda kald›. özellikle Halkevleriyle tanışmamdan sonra okula verdiğimiz bu paralar beni rahatsız etmeye başladı. Okulla sürekli tartışmaya başladık. İstenen paraları vermedim ve vermeyeceğim. Ama sadece benim bu paraları vermemem bir şey ifade etmiyor. Yaklaşık yedi yüz çocuğun okuduğu bir okulda bütün velilerin hakkını bilmesi ve istenen paraların ödenmemesi gerekiyor. Son yaşanan olayda da evler tek tek arandı ve çocuklar müdür odasına çağırıldı. Bu olay beni gerçekten çok üzdü ve düşündürdü, bir şeyler yapmak istedim ve dilekçe toplamaya başladık. Fatma: Benim de bir çocuğum okuyor. Okuldan para istemeye başladıklarında rahatsız olmuştum ama parasız bir şey olmaz diyerek okula para vermeye devam etmiştim. Okulun para istemesinin ardı arkası kesilmedi ama bizim gelirlerimiz kesildi. Kriz çıktı işsiz kaldık şimdi de asgari ücretle güvencesiz çalışıyor eşim. Bu koşullarda biz boğazımızdan keserek yaşamaya çalışıyoruz. Okula para verecek gücümüz yok,
kaldı ki devlet eğitimi parasız karşılamak zorunda. Bu yaşadıklarımız birikti ve en sonunda da komşularımdan evleri aradıklarını öğrendim. Daha ilkokulda çocuğum ve önümüzde uzun yıllar var. Ben geleceğimizi düşündüğüm için bir yerden başlamak lazım dedim. B‹LE B‹LE PARALI Yeliz: Okulun bizlerden para istemesi aslında çok önemli bir olay. Yani hakkımız olan eğitimi bize parayla satmak istiyorlar, bizi eğitimsiz bırakmak istiyorlar galiba. Okulun önünde eylem yaptık Milli Eğitim Müdürlüğü’ne gittik dilekçe verdik. Ama sanki çok önemsiz bir şeymiş gibi hiçbir kanalda gazetede çıkmadık. İlla görünmek için cinayet mi yaşanması gerekiyor, ne yapmamız gerekiyor sesimizi duyurmak için? Sonuçta bu sadece bizim sorunumuz değil herkesin sorunu. Daha ilkokulda böyleyse bunun lisesi üniversitesi var, o zaman ben çocuklarımı liseye falan gönderemeyeceğim. Fatma: Her evde 3–4 çocuk var,
parasız eğitimin hak olduğunu biliyoruz ama bize dayatıyorlar. Çocukları disipline vermekle korkutuyorlar. Müdür, çocukları odasına çağırıp aidatları verip vermediklerini soruyor ve psikolojik baskı uyguluyor, sınıflarda çocuklar öğretmenler tarafından aşağılanıyor. Okulda bütün öğretmenlerin görevi para toplamak ellerinde liste her gün para yoklaması yapılıyor sınıflarda. Bir eğitimcinin eğitimin parasız bir hak olduğunu bildiği halde böyle davranmasını anlayamıyorum. PARASI OLMAYANA D‹PLOMA YOK Yeliz: Şimdi önümüzde karne, diploma parası var. Geçen yıllarda parasızlıktan diplomasını alamadığı için liseye kayıt yaptıramamış onlarca öğrenci vardı. Bu senede aynı şeyi yapacaklar diplomaları verirken para isteyecekler çocuklardan. Ve parası olmayan alamayacak diplomasını. Bu manzarayı yaşamak istemiyoruz ve peşini bırakmayacağız okulun. Okul evlere telefon edip ne kadar borçlu
olduğumuzu söylüyor, okula borçlu olunur mu? Biz artık hakkımızı biliyoruz, parasız eğitimin anayasal bir hak olduğunu biliyoruz ve komşularımıza, akrabalarımıza, ulaşabildiğimiz bütün velilere hakkımız olan eğitime para vermememiz gerektiğini anlatacağız. Fatma: Okulun yaptıkları bardağı taşırınca biz 2 saatte 50 dilekçe topladık. Sadece 2 saatte bu kadar imza toplanabiliyorsa daha uzun bir zamanda neler yapılmaz ki? Zaten bu haliyle tam bir ticarethane olarak çalışıyor. İnanabiliyor musunuz çocuklara dilekçe imzalatmaya kadar gitti iş. Biz sizden para istemedik şeklinde bir ifadeyle çocuklara imza attırılıyor kâğıtlara. Onlar daha çocuk, üzerlerinde çok büyük etkisi oluyor böyle şeylerin, hem onların imza atma yetkileri dahi yok. Yeliz: Her ay 6 lira aidat istiyorlar okula 6 lira vereceğime bir kilo lor peyniri alırım 1 hafta çocukların öğünlerini çıkarırım. Krizi biz çıkarmadık, okul krizden çıkmanın yolunu bizlerden para toplayarak buldu herhalde.
Eti sermayenin k›l盤› kamunun Da¤›t›m özellefltirmesinde alt›n vurufl AKP 2010’da elektrik da¤›t›m özellefltirmelerini tamamlamaya haz›rlan›yor. Da¤›t›m özellefltirmesinin ne anlama geldi¤ini, milyonlarca ‹stanbullunun göz göre göre doland›r›ld›¤› ve en pahal› faturalar› ödemesine ra¤men s›k s›k elektrik kesintileriyle karfl› karfl›ya geldi¤i AKTAfi özellefltirmesi sürecinden biliyoruz. Ama Özellefltirme ‹daresi Baflkan› Ahmet Aksu’nun büyük bir aç›ksözlülükle söyledi¤i gibi “özellefltirme politik bir araç”. Bu arac›n hizmet etti¤i amaç da sermayenin ç›karlar›. Elektrik da¤›t›m› pazar›n›n yüzde 98’ine sahip olan TEDAfi’›n özellefltirilmesi 28 milyon kullan›c›y› ilgilendiriyor. TEDAfi’›n özellefltirmesine 2005 y›l›nda
baflland›. Bu özellefltirmeler TEDAfi’›n sahip oldu¤u elektrik da¤›t›m bölgelerinin yavafl yavafl özellefltirilmesiyle devam etti. 2 y›l içinde TEDAfi’a ait 11 elektrik da¤›t›m bölgesi özellefltirildi. Hükümet, 2010 y›l› içinde bu sürecin tamamlanmas›n› öngörüyor. 7 May›s günü ‹stanbul’un Avrupa Yakas›n› kapsayan BEDAfi, Diyarbak›r, Urfa, Mardin, Batman, Siirt, fi›rnak’› kapsayan DEDAfi, Edirne, K›rklareli, Tekirda¤’› kapsayan TEDAfi ve ‹zmir, Manisa’y› kapsayan GEDAfi’›n sat›lmas›na yönelik son teklifler verildi. Bo¤aziçi, Gediz, Trakya ve Dicle elektrik da¤›t›m flirketlerinin özellefltirilmesi 8 milyon kullan›c›y› ve on binlerce enerji çal›flan›n› ilgilendiriyor.
1970’te Türkiye Elektrik Kurumu’nun kurulmas›ndan itibaren elektrik sektörü kamu tekeline al›narak bütünlefltirilmiflti. Ancak neoliberal programlara start verilmesinin ard›ndan, 1984’te özel sektöre tesis iflletme hakk› tan›nd›.1993’te TEK, üretim ve iletimden sorumlu TEAfi ve da¤›t›mdan sorumlu TEDAfi olmak üzere ikiye ayr›ld›. Özel sektöre üretim, iletim, da¤›t›m ve ticaret yetkisi veren, yap-ifllet-devret modeline geçildi. 2001 krizinin ard›ndan Enerji Piyasalar› Denetleme Kurulu (EPDK) kuruldu. TEAfi Türkiye Elektrik Üretim Anonim fiirketi
(EÜAfi), Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt Anonim fiirketi (TETAfi) ve Türkiye Elektrik ‹letim Anonim fiirketi (TE‹Afi) olmak üzere üçe bölündü. Sektörün parçalanmas›, özellefltirmenin ön koflulu. Çünkü böylesine bütünlüklü ve büyük çapl› bir ifli yönetmek ve üstlenmek sermayenin s›n›rlar›n› zorluyor. Sektör sermayenin istedi¤i gibi parçalan›larak üretim ve da¤›t›m gibi karl› alanlar› özellefltirilmek üzere, iletim gibi kars›z alanlar› da kamuya ayr›yor.
Zam, güvencesizlik, karanl›k... AKP döneminde yap›lan ilk de¤ifliklik Devlet Su ‹flleri bünyesindeki hidroelektrik santrallerinin daha sonra özellefltirilmek üzere elektrik idaresine devri oldu. AKP iktidar›n›n ilk döneminde elektrik özellefltirmelerinin önündeki engeller kald›r›l›p ilgili yasal düzenlemeler yap›l›rken ikinci döneminde de sektörü özel sektör için caziplefltirecek flekilde üst üste zamlar geldi. 2008 Temmuz’undan itibaren elektrik, otomatik zam uygulamas›yla, hükümet karar›na gerek b›rakmaks›z›n zamlanmaya bafllad›. Ayr›ca, AKP birinci iktidar döneminde zam yapmad›¤›n› iddia ettiyse de, faturalara yans›t›lmadan kamu kaynaklar›yla karfl›lanan örtülü zamlar yap›lm›flt›. Sektörü sermaye için
karl›laflt›rman›n di¤er ad›m› da emek maliyetinin düflürülmesi idi. Hizmetler bölünerek tafleronlaflt›r›ld›. Elektrik da¤›t›m›nda önceden tek merkezden yürütülen, sayaç okuma, açma-kesme, sayaç kay›t, kaçakihbar iflleri ayr› ayr› tafleronlara verildi. Böylece sendikas›z, düflük ücretli ve ifl güvencesi bulunmayan büyük bir güvencesiz iflçi kesimi olufltu. Hükümetler sermayeye ürettikleri elektri¤i her koflulda alma garantisi verdi ama bu flirketlerden bulunduklar› bölgelerde tüketiciye elektrik sunma garantisi vermedi. Bu nedenle elektrik fiyatlar›n› be¤enmeyen flirketler, fiyatlar›n zamlanmas› için dönem dönem karartmalara baflvurmaya bafllad›.
HES’lere karfl› nöbet s›ram›z geliyor nümüzdeki dönemin en sıcak gündemlerinden birini hidroelektrik santralleri (HES) ve HES'lere karşı yürütülen fiili mücadeleler oluşturacak. Sermaye-siyaset ittifakıyla karar verilen HES'lere karşı koymanın en temel yolu da hiç kuşkusuz halkın örgütlü direnişi olacak. HES projelerinin hayata geçirilişi ve doğuracağı olası sonuçlar ele alındığında yalnız başına enerji, çevre ya da ekoloji sorunu olarak tartışılamayacağı, aynı zamanda suyun ticarileştirilmesi ve bir tarım sorunu olarak da kavranılması gerektiği görülüyor. HES projelerinin düzenlenmesi, ihale edilmesi, kaynak ve veri oluşturulması noktasında birden çok Mustafa devlet kurumu görev alıyor. Projelerin başında Enerji ve Eberliköse Tabii Kaynaklar Bakanlığı eberli@ var. Enerji Piyasası sendika.org Düzenleme Kurumu ve Devlet Su İşleri Müdürlüğü asıl organizatörlük görevini üstleniyor. Hazırlanan ÇED raporları ve diğer bilimsel(!) raporlarla bilim insanları sürece dâhil ediliyor. İhale edilen projelerin yapım aşamasından, kullanımına kadar olan bölümde ise sermaye gruplarının rol aldığı görülüyor. Devlet eliyle sermaye gruplarına dağıtılan bu projeler enerji sorununa çözüm olarak sunuluyor. Oysa proje halindeki tüm HES'ler tamamlansa bile elde edilecek enerji miktarından daha fazlasını yenilenebilir enerji yoluyla elde etmek mümkün. O zaman doğayı katletme, projelerin yapılacağı yerlerin ekolojik, klimatik, morfolojik yapısına ve bitki örtüsüne zarar verme pahasına bu projelerde ısrar edilmesinin nedeni ne? Bunu anlamak için HES’lerin doğurduğu tehlikelere bakılmalı. HES'lerin yarattığı en tehlikeli durum suyun mülkiyetinin şirketlere geçirilmesidir. HES ihalelerini kazanan şirketler aslında HES’lerin üzerine kurulacağı suyu satın alıyor. Suyun mülkiyetini eline geçiren şirket, ister enerji üretir, isterse de suyu depolayarak satabilir. Suyun mülkiyetinin şirketlere geçmesi köylülerin yaşamını sürdürmesini imkansız hale getirebilir. Örneğin bahçemizde, tarlamızda kullandığımız yağmurla oluşan dere sularına para ödeyebiliriz. Suyu satın alan şirket çevre ve şirketler hukukuna bağlı olarak düzenlenen mevcut kanunlar çerçevesinde bile satın aldığı bölgedeki yeraltı ve yerüstü tüm suların kendisine ait olduğunu iddia edebilir ve devletten özel mülkünü korumasını talep edebilir. Yani siz kendi tarlanızda yağmurla oluşan suyu bile kullanamazsınız. Çünkü o, su şirketin devletten aldığı dereyi beslediği için şirketin mülkiyetindedir. İşin ekonomik çıkar boyutuna gelince mini, mikro, orta ve büyük ölçekli diye sınıflandırılarak yapımları tartışılan HES'ler yine irili ufaklı birçok sermaye grubunun işe el atmasına neden oldu. Basit bir hesapla şu anda yapılması planlanan yaklaşık 1700 HES projesi için birer tane dahi şirket kurulmuş olsa toplamda 1700 şirket bu işe girecek demek. Aslında yapım aşamasında, danışmanlık ve güvenlik hizmetlerine kadar düşündüğümüzde HES'lerin yeni bir sektör oluşturduğunu da görmemiz mümkün. HES'lere yönelik yapılan analizlerde büyük sermaye gruplarının yanı sıra küçük ve orta ölçekli işletmelere de olanak sunulduğu görülüyor. Hidro elektrik santral kurulumunda kurulum maliyetinin ve sabit sermaye maliyetlerinin düşük olması, küçük ölçekli şirketlerin bu alana yatırım yapmasına neden oluyor. Hiç kuşkusuz bu durum orta vadede bir dizi sermaye grupları arasında taşeron ilişki biçimleri de doğuracak büyük balıklar küçük balıkları yutacaktır. Fakat bugün yürütülen HES karşıtı mücadele açısından küçük ölçekli şirketler sıkıntı yaratıyor. Çünkü genellikle HES yapılacak bölgenin insanları tarafında kurulan şirketler köylüyü HES'ler konusunda ikna etmek için kolaylaştırıcı rol oynuyor. Öte yandan HES'lere karşı kitlesel, militan direnişlerin sergilendiğini, sergilenebileceği görülüyor. Munzur, Köyceğiz, Fındıklı, Hasankeyf, Çayeli'nde büyük direnişler HES projelerini engellemeye devam ediyor. Örneğin Munzur'da HES yapacak şirketlere halk ne ekmek veriyor ne de yatacak yer. Fındıklı halkı köy girişlerinde nöbetteler. Her gelişlerinde yumurta yağmuruna tutulan şirket yetkilileri daha çivi bile çakamadı. Çayeli'nde köylüler yollara barikatlar kurup ellerinde nacaklarla bekliyorlar. Borçka'da HES karşıtları 19 Mayıs törenlerinde bile suya göz dikenleri rahat bırakmıyorlar. Önümüzdeki dönem kitlesel ve militan bir çizgiye sahip olan HES karşıtı mücadelenin daha da büyüyeceği şimdiden görülüyor. Bize düşen ise HES yapılacak bölgelerde tutulan nöbetlerde sıra almaktan fazlası olmalı.
Ö
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
8
EMEK 28 May›s 2010 / 10 Haziran 2010
Halk›n Sesi
Ölüyü fazla y›kamay›n! alk arasında bir söz vardır: “Ölüyü fazla yıkamayın ….ku çıkar.” 26 Mayıs’taki grev hikayesi geleneksel sendikal hareket açısından bu lafı fazlasıyla hak ediyor. 1 Mayıs’taki görkemli kutlamaların “yeni bir dönem” olduğu vb. tartışmaları ortalığı kaplamışken 26 Mayıs eyleminin de buna yakışır bir gösteriye dönüşeceği hayaline çoğumuz kapıldı. Oysa bırakın yurt çapındaki 1 Mayıs kutlamalarına katılamayan, katılmayı aklına getirmeyen, 1 Mayıs’ın ne olduğunu bilmeyen milyonlarca genç güvencesiz işçiyi, o gün bayramını kutlamaya gelen büyük çoğunluğu sendikalı işçiyi bile ciddi bir mücadele sürecine taşıyacak sendikal örgütlülüğün bulunmadığı gerçeğine gözlerimizi kapatmayı tercih ettik. *** Burjuva medyasının işine geldiği şekilde balon gibi şişirerek pazarladığı sendikaların bu şişkin görünüşü emek siyaseti yürüttüğünü sanan çevrelerin de kendilerini kandırması için bir vesile oluyor. Tufan Konfederasyonların bir Sertlek araya gelmesi “işçilerin birliği” konulu bir perdelik Dev Sa¤l›k-‹fl sahne gösterisi olmaktan Genel Sekreteri öteye gitmiyor. Alkışlamaya bile değmez. Her kritik dönemde konfederasyonların bir araya gelerek almış olduğu kararlar mutlaka KESK ve DİSK dışındakiler tarafından bir şekilde boşa çıkartılıyor. *** KESK ve DİSK’in ise (neyi ne kadar yapmaya muktedir oldukları dışında) alışa geldik eylem anlayışlarıyla (basın açıklaması, yürüyüş, iş bırakma/bırakamama vb.) bu dönemleri “görevi yerine getirme” anlayışıyla savsaklamasının sınıf mücadelesine nasıl bir birikim sağladığı tartışma konusudur. Bu tür ortak eylemlerin toplumsal mücadeleye nefes aldırdığı, kısmen moral kazandırdığı doğru olsa da yeni dönemin yaratıcı çizgisi olamayacağı çok açıktır. *** Oysa Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’na seçilmesiyle yeniden yüzeye çıkan toplumsal hafıza, eşitlik ve adalet özleminin toplumda ne kadar yaygın olduğunu çok açık olarak göstermektedir. Bu, aynı zamanda bu mücadelenin tarihsel taşıyıcısı olan işçi sınıfı mücadelesinin meşru zeminlerinin de oluşmaya başladığı anlamına geliyor. *** Diğer taraftan, eğer CHP’ye yapılan komplonun siyasal sonuçları beklendiği gibi gelişirse AKP’nin aldatıcı siyasetinden uzaklaşan ve / veya çare görmediği için başka partilere yönelen emekçi kitlelerin Kılıçdaroğlu’nun oluşturmaya çalıştığı söylemin peşine takılmaları çok zor olmayacak. Bu nedenle önümüzdeki süreç emek mücadelesinin yeni döneminin örgütleneceği bir çekim merkezinin oluşturulması için kritik öneme sahiptir. İşçi sınıfının devletten-sermayeden ve mevcut partilerden bağımsız bir sendikal merkezinin olmasının ne kadar hayati öneme sahip olduğunu görmemiz gerekiyor. *** Uluslararası sermaye, yeni dünya siyaseti gereği Türkiye siyaset zeminini yeniden oluşturmaya çalışır ve her döneme özgü siyasal aktörleri büyük bir ustalıkla sahneye sürerken eskileri gözünün yaşına bakmadan tarihin çöplüğüne göndermektedir. İşçi sınıfının mücadeleci aktörlerinin hala eski dönemin posası çıkmış örgütleri ve zihniyetleriyle yola devam etmekte ısrar etmesinin anlaşılabilir bir tarafı bulunmamaktadır. 2000’li yılların başları sınıf mücadelesinin ikinci baharını yaşamaya hazırlandığı yıllardır. Bu dönem ne ekilirse 21. yüzyılın sınıfsız ve sömürüsüz dünya mücadelesinin karakteri ona göre şekillenecektir. Şimdi ölüleri bir an önce gömüp yeni doğanlara yaşam alanı açma zamanıdır.
H
Assan’da hukuksuzluk diz boyu T
ek Gıda –İş Sendikası, Kingtom markası ile ürün sunan Kibar Holding’e bağlı Assan Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş’nin Susurluk’ta bulunan fabrikasında direnişe başladı. Fabrikadaki dokuz aylık örgütlenme çalışmalarının ardından çalışan kadrolu işçilerin büyük çoğunluğunu örgütleyen Tek Gıda-İş Sendikası, Çalışma Bakanlığı’na yetki başvurusu yapmadan önce sendikalaşma faaliyetini haber alan patron mevsimlik işçileri işe çağırarak sendikanın yetki almasını engellemeye çalıştı. Patron diğer yandan da sendika üyesi olduğundan şüphelendiği işçileri tek tek yanına çağırarak sorguladı. Bununla da yetinmeyen patron sendika üyesi olan 22 işçiyi performans düşüklüğünü gerekçe göstererek işten çıkardı. Patronun işten atılmayan işçilere uyguyadığı baskı sürerken işçilerin direnişi fabrika önünde devam ediyor. Konuyla ilgili açıklama yapan işçiler sendikal hak ve özgürlüklerinden vazgeçmeyeceklerini ve sonuna kadar direneceklerini belirtti. Tek Gıda-İş Genel Merkezi’nden yapılan açıklamada da işten çıkarmaların hukuksuz olduğu ifade edildi. Öte yandan BDP milletvekili Sebahat Tuncel de Çalışma Bakanı’nın yanıtlaması istemiyle konuyla ilgili dokuz maddelik bir soru önergesi verdi.
Et ihalesi Ürdünlü firmaya
E
Kader değil cinayet T
Artan maden cinayetlerine bir yenisi Zonguldak’ta eklendi. Ölümlerin formülü basit: Biraz kâr hırsı, biraz taşeron, biraz da grizu
ürkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Karadon Müessese Müdürlüğü maden ocağında 17 Mayıs’ta meydana gelen grizu patlamasında 30 işçi hayatını kaybetti. 540 metre derinlikte meydana gelen patlamanın ardından başlayan kurtarma çalışmaları, işçileri ocağa indiren asansör hasar gördüğü için ilk üç gün hiçbir sonuç vermedi. Üç gün sonunda asansörün tamir edilmesiyle patlamanın olduğu yere inildi ve 28 işçinin cansız bedenlerine ulaşıldı. İşçilerin ölüm haberinin duyulmasının ardından Başbakan Tayyip Erdoğan “Ölümler bu işin kaderinde var, madenciler de bu işe bunu bilerek giriyor” açıklamasıyla madenlerde yaşanan ölümlerin doğal olduğunu savundu. Madende denetimlerin yapıldığını ve bir sorun olmadığını da söylemeyi ihmal etmeyen Erdoğan taşeron sistemini savundu ve olayda hükümet olarak kabahatlerinin olmadığını ileri sürdü
sonucu olduğunu ifade eden toplumsal muhalefete Tayyip Erdoğan “Ben kader diyerek kaza ve kader konusundan bahsetmedim. Bu işin kaderinde, fıtratında bunun olduğunu söyledim” diyerek ölümlerin önlenemez olduğunu savunmaya devam etti. Erdoğan’ın kazayı “kader” olarak nitelemesinin ardından açıklama yapan Maden Mühendisleri Odası, gerekli tüm önlemlerin alınması halinde madenlerde yaşanan kazaların %98 oranında önlenebileceğini belirtti. Erdoğan’ın “kader” diyerek bilimi ve mantığı dışladığını belirten maden mühendisleri, kazaların mühendislik bilim ve teknolojisi uygulanarak engellenebileceğinin altını çizdi.
B‹L‹M B‹LMEM KADER B‹L‹R‹M İşçilerin ölümüne “kader” diyerek kazaların normal olduğunu ileri süren Tayyip Erdoğan’a, toplumsal muhalefet büyük tepki gösterdi. Kazaların kader değil, taşeron sisteminin ve kâr hırsının
AYNI TAS AYNI HAMAM Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin madenlerde yaşanan bu kazaları normalmiş gibi göstermeleri yeni bir olay değil. 2006 yılında Balıkesir’deki Şentaş Madencilik’te yaşanan patlamada 17 işçinin
ölmesini dönemin Enerji Bakanı Hilmi Güler “Takdir-i ilahi” olarak nitelemişti. Aynı madende 2010 yılının Şubat ayında meydana gelen patlamada 13 işçi yaşamını yitirdiğinde yine madenciliğin tabiatında böyle şeyler olduğu söylendi. Maden Mühendisleri Odası kazaların bilimsel yöntemlerle önlenebileceğini açıklarken Tayyip Erdoğan kazaların önlenemez olduğunu ve dünyanın her yerinde olduğunu söylemeye devam etti. Kader konusundaki inadından vazgeçmeyen ve bu konuda kendisini eleştirenlere çatan Erdoğan işi “Sanki ilk defa grizu patlaması oluyormuş gibi abarttılar” demeye kadar götürdü. ‘MASUM’ TAfiERONLAR Türkiye’de grizu patlamaları ilk defa yaşanmıyor. Zonguldak’ta yaşanan patlamadan sonra son 55 yılda kötü çalışma koşulları nedeniyle madenlerde ölen işçi sayısı 12 bin 687’ye yükseldi. En son Hekimhan’da meydana gelen
göçükte hayatını kaybeden Ramazan Özoktay’la birlikte bu sayı artmaya devam etti. Ancak madenlerde meydana gelen kazalarda ve bu kazalar sonucunda yaşanan ölümlerde 2004 yılıyla birlikte büyük bir artış gözleniyor. Tayyip Erdoğan’ın “Sadece galeri açıyorlar. Onlardan önce de bu kazalar oluyordu” diye korumaya çalıştığı taşeronlar, AKP tarafından 2004 yılında madenlere sokuldu. Madenlerde yaşanan göçüklerde 2002 yılında 17 işçinin hayatını kaybettiği görülürken bu rakam 2003 yılında 22’ye yükseliyor. 2004 yılında taşeronun madenlere girmesiyle ölen işçi sayısı üç kat artarak 68’e çıkıyor. 2005’te madenlerde ölen işçi sayısı 121’e yükseliyor. 2009 yılında madenlerde 92 işçi hayatını kaybetmişken daha yarısını bile bitirmediğimiz 2010 yılında ise şu ana kadar 69 madenci hayatını kaybetti. Madenlerde bunlar yaşanırken AKP bir yandan işçilerin ölümüne çok üzüldüğünü söylese de diğer yandan ölümlerin baş sorumlusu taşeronlara toz kondurmuyor. Ölümlerin kader olamayacağını söyleyen işçilerse artık taşeronda çalışmak istemediklerini her fırsatta dile getiriyorlar.
Madenciler de greve gitti 1
7 Mayıs’ta meydana gelen patlamanın ardından, Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Karadon Müessese Müdürlüğü maden ocağında çalışan madenciler 26 Mayıs’ta üç vardiyada bir saat iş bıraktılar. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 30 işçinin ölümünün ardından “Kazalar, ölümler bu mesleğin kaderi” şeklindeki açıklamasına tepki gösteren işçiler taşeronda ölümlerin kader olmadığını ve ölüm getiren taşeronda çalışmak istemediklerini belirttiler. Patlamanın ardından bölgeye gittiğinde de Erdoğan’a tepki gösteren işçiler “Ölüm hep
Hava-İş’ in grevi THY’yi ‘yere’ serdi Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığı (THY A.O) ile Türkiye Sivil Havacılık Sendikası (Hava-İş) arasında yürütülen 22. Dönem toplu iş sözleşmeleri 21 Nisan tarihinde uyuşmazlıkla sonuçlandı. 10 Mayıs tarihinde arabulucu raporunun açıklanmasının ardından altı günlük bekleme süresi de dolduktan sonra Türk Hava Yolları yönetimini son kez uyaran Hava-İş olumlu bir adım gelmemesi üzerine 20 Mayıs’ta grev kararı aldı. İşverenin yanlış politikasıyla şirketin uğrayacağı zararlar konusunda sorumluluk kabul etmeyeceklerini ve her türlü baskıya karşı koyacaklarını açıklayan Havaİş, sponsorluk anlaşmalarına para bulunurken THY yönetiminin, asli unsur olan çalışanlarına haklarını vermek istemediğini belirtti. Bunun
çalışanlara çok büyük saygısızlık olduğunu açıklayan Hava-İş, grev tebligatını böylece işverene teslim etmiş oldu. GREV KAZANIM GET‹RD‹ Grev tebligatının 21 Mayıs’ta işverene tebliğ edilmesinden sonra Türk Hava Yolları yönetimi geri adım atmak zorunda kaldı ve toplu iş sözleşmesi için asgari şartları yerine getirmeyi kabul etti. Yirmi ikinci dönem toplu iş sözleşmesinde başta ücret zammı olmak üzere uyuşmazlık maddelerinin tümünde genel mutabakata varıldığı açıklandı. THY’nin geri adım atmasıyla Havaİş grev kararını kaldırdığını açıkladı. Toplu iş sözleşmesiyle ilgili ayrıntıların önümüzdeki günlerde açıklanacağı bildirildi.
işçiye kader oluyor” diyerek tepkilerini yinelediler. Zonguldak’ta maden işçilerine seslenen Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu da ölümlerin kader olmadığını tekrar ederek “Türkiye’nin madenci ölümlerini tarihe gömmek için işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında her türlü önlemi alması gerekiyor” dedi. Kumludan sonra söz alan Genel Madenİş Başkanı Ramis Muslu da taşeronun madenden çekilmesi gerektiğini ifade etti. Muslu Tekel işçilerinin bazı illerde gerçekleştirdiği işgalleri eleştirirken bir madenci “Yaşanan olay işgal değil, arkadaşlarımız hakkını arıyor” diyerek Muslu’ya tepki gösterdi.
Belediyeler eylemde
T
ürkiye Belediyeler ve Genel Hizmetler İşçileri Sendikası (Belediye-İş) ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) arasında yürütülen toplu iş sözleşmesi görüşmeleri tıkandı. Toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin 100 günü geçmesine rağmen belediyelerin anlaşmaya yanaşmamaları üzerine sendika eyleme geçme kararı aldı. 20 Mayıs’ta İBB önünde yapılan eylemle bundan sonra yapılacaklar açıklandı. Mevcut toplu iş sözleşmesindeki haklarının belediye tarafından gasp edildiğini belirten işçiler açıklanan eylem takvimi süresince anlaşmaya varılmaması durumunda greve gideceklerini açıkladılar. Belediye önündeki eylemde konuşan 5 No'lu Şube Başkanı Nihat Altaş İBB ile AKP'li ilçe belediyelerinde toplu iş
t ve Balık Kurumu'nun sekiz bin ton kasaplık sığır eti ithalatı amacıyla açtığı ihale 20 Mayıs’ta sonuçlandı. Kurum, dört firmanın teklifini uygun buldu. İthalatın büyük bir bölümü Ürdünlü Khaled Hijazi firmasına verildi. Önümüzdeki günlerde sekiz bin tonluk sığır etinin Türkiye’ye giriş yapması bekleniyor. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, ithal sığırlardan elde edilecek etin ortalama kg fiyatının 10,50 lira olacağını açıkladı.
‘Örgütsüz market kalmayacak’ ez Koop-İş Ankara 1 T No’lu Şube Genel Kurulu tamamlandı. Genel Kurul’da yeni dönemde taşerona karşı mücadelenin öne çıkarılacağı vurgulandı. Tez Koop-İş, taşeron çalıştırmaya karşı mücadeleyi konfederasyonların gündemine sokmak için ellerinden geleni yapmayı kararlaştırdı. Sendika önümüzdeki dönemde örgütlenme faaliyetlerine hız verecek. Tez Koop-İş aynı zamanda örgütsüz alanlara girip örgütsüz bir tek büyük market dahi bırakmama iddiasını dile getirdi.
İskenderun Limanı özelleşecek
Ö sözleşmelerinin masada bitmesi çağrısında bulundu. Eylemin ardından eylem takvimi açıklandı. Programa göre 2 ve 9 Haziran’da bildiri dağıtılacak, 4 ve 11 Haziran’da sendikanın örgütlü olduğu yerlerde oturma eylemi yapılacak, grev kararının asıldığı gün tam gün iş bırakma eylemi yapılacak ve toplu iş sözleşmesi imzalanana kadar her çarşamba servislerden inilerek eylem yapılacak.
zelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) İskenderun Limanı’nı, 36 yıl süre ile işletme hakkı verilmek üzere, özelleştirmek için ihaleye çıkarıyor. İşletmesi, Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü’ne ait olan limanın değerinin bulunmasının zor olduğu belirtiliyor. İhaleye Türkiye ve diğer ülkelerden tüzel kişiler ve ortak girişim grupları katılabilecek. Liman 2005’te de özelleştirilmiş ancak Danıştay ihaleyi iptal etmişti.
9
EMEK 28 May›s 2010 / 10 Haziran 2010
Halk›n Sesi
Metal sektörü direnifl sektörü
İ
stanbul'un Pendik İlçesi Kurtköy bölgesinde bulunan Samka Metal Fabrikası’nda, Birleşik Metal-İş’te örgütlendikleri için işten çıkarılan işçilerin 12 Mayıs günü başlattıkları direniş fabrika önünde sürüyor. Birleşik Metal-İş açıklamasında, Samka işçilerinin patronun baskılarına iş yeri önünde başlattıkları direnişle cevap verdiğini ifade etti. Tuzla Vernikçiler ve
‘Deli gömle¤ini giymeyece¤iz’
Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulu Procast Metal Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’nde işten çıkarılan 12 işçinin fabrika önündeki direnişi sürüyor. İşten çıkarılan işçiler, bir süredir işveren tarafından sendikadan istifa etmeleri için tehdit ediliyordu. DİSK/Birleşik Metal-İş üyesi 12 işçi sendikalı oldukları için 29 Nisan günü işten çıkarılmıştı. Procast patronu, işten çıkardığı işçilerin yerine taşeron işçi almaya çalışıyor.
U
rfa’da İşsiz ve Güvencesiz Eğitimciler Platformu (İGEP) üyesi öğretmenler deli gömleği giyerek, güvencesiz çalışma koşullarını ve atama yapılmamasını protesto ettiler. Eğitim-Sen İl Temsilciliği önünde bir araya gelen öğretmenler, “200 bin öğretmen güvencesiz çalışıyor. 300 bin öğretmen atama bekliyor” pankartı açtı. Basın açıklaması yapan öğretmenler, sembolik olarak
İstihdam paketi, işsizlere değil patronlara H
ükümet, ‘işsizlik sorununu çözme’ gerekçesiyle yeni bir istihdam paketi hazırlayacağını duyurdu. AKP grup toplantısına girmeden önce gazetecilerin sorularını yanıtlayan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, paketin haziran ortasında tamamlanacağını söyledi. İstihdam paketi, işsizlik sorununu çözmek yerine patronların sıkıntılarını çözmeye yönelik. Paketteki maddeler, Ulusal İstihdam Stratejisi Çalıştayları'na katılan Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği, Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği gibi sermaye örgütlerinin önerileriyle hazırlandı. Kıdem tazminatının kaldırılması ve part time çalışma gibi esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması tüm patronların ortak talebi. KIDEM TAZM‹NATINI KALDIRMA HEDEF‹ İşsizliği azaltmak için hazırlanan pakette işçi ve işsizlerle ilgili herhangi bir madde bulunmuyor; maddeler patronların daha fazla kar etmesinin önünü açıyor. Kamuda istihdam olanağının artırılması, işletmelere mali yardım ve kredi yardımı yapılması gibi maddelerin olduğu paketle, part time ve
‹
şsizler ve işçilere dair hiçbir maddesi olmayan AKP’nin yeni istihdam paketi, kıdem tazminatının kaldırılması ve esnek çalışmanın yaygınlaştırması hedefiyle patronları güldürüyor
esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması planlanıyor. İstihdam paketinde kıdem tazminatının kaldırılması hedefleniyor. Kıdem tazminatının kaldırılması, 2010 yılı başından bu yana süren istihdam tartışmalarında patronlar cephesinin vazgeçilmez taleplerinden biri olmuştu. Sendikalar ise kıdem
tazminatının kaldırılması yönündeki herhangi bir girişimi dahi genel grev sebebi sayıyor.
çıkarma konusunda patronların önündeki maliyet engellerinin başında gelir.
KIDEM TAZM‹NATI NED‹R? Kıdem tazminatı, işçinin çeşitli sebeplerle işyerinden ayrılırken işveren tarafından iş kanunu gereğince işçiye vermek zorunda olduğu bir tazminat şeklidir. Kıdem tazminatı, işten
ÖNCEK‹ PAKETLER ‹fiS‹ZL‹⁄‹ ÇÖZMED‹ Hükümetin emeğe saldırıpatrona teşvik mahiyetindeki paketleri, hiçbir işlev görmedi ve işsizlik oranları paketin ardından hızla tırmandı.
Hükümet daha önce 2 kere istihdam paketi oluşturmuş ve çeşitli düzenlemeler yapmıştı. Bu düzenlemeler sonucunda işsizlik yüzde 15 seviyesine ulaşmıştı. İlk istihdam paketini 2008 Temmuz’unda çıkaran hükümet, bu paketle patronlar üzerindeki SSK prim yükünü kaldırarak, patronlara hizmet
sunmuştu. 2008’deki düzenlemelere göre, kadınlar ve 18 ila 29 yaş arasındaki gençlerin primlerini de 5 yıl boyunca kademeli olarak devlet üstlenmişti. Düzenleme ile işverenin kreş ve emzirme odası, işyeri sağlık ve güvenlik birimi kurma, işyeri hekimi çalıştırma, iş güvenliğinden sorumlu teknik eleman görevlendirme gibi yükümlülükleri kaldırılmıştı. AKP, geçen yıl mayıs ayında çıkardığı ikinci pakette, işverenlere yine önemli bir destek sağladı. Patronlara ek destek mekanizmaları sunmayı hedefleyen hükümet, aldığı bir kararla mevcut çalışana ilave olarak işe alınan kişilerin primini 1 yıl boyunca kamunun sırtına yükleyerek, patronları prim yükünden kurtardı. Hükümetin düzenlemesinin ardından yüzde 15’ler seviyesine tırmanan işsizlik, son yılların en yüksek düzeyine ulaştı. ‹fiS‹ZL‹K NEOL‹BERAL POL‹T‹KALARIN SONUCU Neoliberal politikaların devletin istihdam yaratma gücünü azalttığına değinen ekonomi uzmanı Mustafa Sönmez, tarım ve hayvancılığın gelişimi sağlanmadan, sanayiyi istihdam yaratan bir unsur haline getirmeden işsizliğin çözümünün imkansız olduğunu söylüyor. Öte yandan Türkiye’de, yaz aylarında yaygınlaşan mevsimlik işler sebebiyle işsizlik oranlarının düşmesi normal bir durum.
Güvencesizliğin trafik kazası G
üvencesiz çalıştırma trafik kazası kılığına büründü ve 16 kişinin ölümüne neden oldu. Rusya’dan gelen turistleri taşıyan bir tur otobüsü, 25 Mayıs günü Alanya’dan Denizli’ye giderken Antalya'da şarampole yuvarlandı. Kaza sonucu 16 kişi öldü, 25 kişi de yaralandı. Kazanın ardından “ihmal” tartışmaları başlarken Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “Kazanın sebebi tespit edilmeye çalışılıyor ve gereken
yapılacaktır” dedi. Kazada yaşamını yitirenlerden birinin turist rehberi olduğunu belirten Rehberler Odası bir açıklama yayınladı. Rehberler Odası, kazanın sebebinin günübirlik turlarda otobüs şoförlerinin çok uzun süreler direksiyon başında kalması, görevlendirilen şoförlerin çoğu zaman yoğun iş yükü sebebiyle yaşadığı uykusuzluk ve yorgunluk olduğunu söyledi. Turizm acenteleri, fazla
maliyet getirdiği için uzun mesafeli turları bir gün içine sıkıştırmaya çalışıyor. Alanya ile Pamukkale arası gidiş geliş 748 kilometre ve günübirlik turlarda tek şoför kullanılıyor. AlanyaPamukkale gibi seferlerde tur şoförleri ortalama 13-14 saat direksiyon başında oluyor. Oysa tur şoförlerinin günde en fazla 8 saat çalışması gerekiyor. Konaklama masrafları turizm acentesi tarafından karşılanmayan şoförler otobüsün
bagajında uyuyor. Şoförler güvencesiz çalıştırılıyor. Polis verilerine göre Turizm Taşımacılığı Yetki Belgesi'ne sahip araçlar, 2010 yılının ilk üç ayında 53 kazaya karıştı. Kayıtlara göre yaşanan kazalarda can kaybı olmazken, 19 kişinin yaralandığı yazıyor. 2009 yılındaki polis kayıtlarına göre Antalya’da turizm taşımacılarının karıştığı 374 kazada 6 kişi hayatını kaybetmiş, 237 kişi de yaralanmış.
Yafl çay sudan ucuz MUSTAFA EBERL‹KÖSE Doğu Karadeniz bölgesinde çay sezonu başladı. Çaykur’un sezonu 1 Mayıs’ta açmasına rağmen olumsuz hava koşulları nedeniyle yaş çay toplanılmasına 15 Mayıs’tan itibaren başlandı. 18 Mayıs’ta Tarım Bakanı Mehdi Eker tarafından Rize’de açıklanan 2010 yılı yaş çay taban fiyatları yaş çay üreticilerinin beklentilerini karşılamadı. 88,5 kuruş olarak belirlenen yaş çay taban fiyatı, destekleme primiyle birlikte toplam 1 TL oldu. Açıklanan fiyat Çaykur tarafından yapılan kesintilerle birlikte 1 TL’nin altına düşüyor. ÜRET‹C‹ TEPK‹L‹ Açıklanan fiyat kuru çay ticareti
yapan tüccarlar tarafından memnuniyetle karşılanırken, yaş çay üreticileri tarafından az bulundu. Rize Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Erdoğan açıklanan fiyatın ülkenin gerçekleriyle uyuştuğunu belirterek, “enflasyonun üzerinde bir artış yapılmıştır” dedi. Kemalpaşa Halkevi üyeleri açıklanan fiyata tepki göstermek amacıyla kendilerini Çaykur Kemalpaşa Fabrikası’nın girişine zincirledi. Yaklaşık 1 saat süren eylem esnasında yaş çay alımı yapan kamyonların fabrikaya girişi engellendi. YAfi ÇAY 1.6 TL OLMALI Halkevleri’nin eylemi esnasında bir açıklama yapan Kemalpaşa Cumhuriyet Mahallesi Muhtarı
Şenol Çelik ise Tarım Bakanı’nın çeşitli rakam oyunları yapıp yapılan zam oranını yüksek göstermeye çalışarak halkı kandırdığını belirtti. Çelik, “Yaş çay taban fiyatları maliyet esasına göre değil, insanca yaşam standartlarına göre belirlenmeli” dedi. Yaş çay fiyatları hesaplanırken yoksulluk sınırının dikkate alınması gerektiğini ifade eden Çelik, “2010 yılı yaş çay taban fiyatı 1.6 TL olmalıdır” dedi. ÖZEL SEKTÖRE DEVLET KORUMASI AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılına kadar ortalama 250 bin ton yaş çay alımı yapan özel sektör firmaları, AKP iktidarı döneminde yaş çay alımlarını 500 bin
tonun üzerine çıkardılar. 2010 yılı fiyatları açıklanmadan önce ‘Çaykur fiyatına peşin alıyoruz’ kampanyaları açan özel sektör firmaları, fiyatların açıklanmasından birkaç gün sonra Çaykur tarafından kontenjan uygulamasına geçilmesiyle
kampanyalarını bitirerek, taban fiyatın altında çay almaya başladılar. Kontenjan uygulaması nedeniyle topladıkları çayı Çaykur’a veremeyen üreticiler ise, zorunlu olarak taban fiyatın altından özel sektöre çay veriyor.
deli gömleği giydiler. “İçine düştüğümüz durum deli saçması ama bize giydirilmek istenen bu deli gömleğini asla giymeyeceğiz” diyen öğretmenler, KPSS’ye giriş için istenilen 55 lirayı da protesto etti. Sınavın parasız olması gerektiğini söyleyen İGEP üyesi öğretmenler, üzerinde “AKP’ye işsizlerden bağış” yazan kumbarada topladıkları paraları hükümete göndereceklerini ifade ettiler.
Ekonomi işsizliği büyütüyor T
ürkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 19 Mayıs günü Şubat ayı işgücü istatistiklerini duyurdu. Şubat ayında işsizlik yüzde 14,4 oldu. Bu verilere göre Türkiye’deki işsiz sayısı da 3 milyon 564 bin kişiye tekabül etti. Gençlerde işsizlik oranı yüzde 25,5 olarak hesaplandı. Ocak ayında işsizlik yüzde 14,5 olarak hesaplanmıştı. Bir önceki yılın şubat ayına göre işsizlikteki 1,7 puanlık azalmaya sevinen AKP’liler, ekonomik büyüme ve sanayi üretimindeki artışların olduğu 2010’un Ocak ve Şubat aylarında işsizliğin aynı oranda gerilememesini görmezden geldi. Sanayi üretimi büyük bir hızla artarken Ocak ayında 14,5 olan işsizlik oranı Şubat’ta 14,4 oldu. Sanayi üretimindeki büyük artışın işsizlik rakamlarını çok küçük miktarda düşürmesi, Türkiye’nin ekonomik büyümesinin beklenenin aksine işsizlik yaratan bir büyüme olduğunu gösteriyor. TÜİK verilerine göre Ocak 2010’da sanayi üretimindeki büyüme yüzde 12,1 olarak hesaplanırken, şubatta da yüzde 18 olarak hesaplanmıştı. Büyüme verilerine göre AKP’li bakanlar 2010’un ilerleyen dönemlerinde çift haneli büyüme rakamlarını beklemeye başlamışlardı. Sanayi üretimi artarken enflasyon oranları da artarak, şubat ayında çift haneli rakamlara ulaşmıştı.
AKP-TOBB gerilimi tatlıya bağlandı B
aşbakan’ın “Her TOBB üyesi bir kişi işe alsa sanal olan işsizlik meselesi çözülür” açıklaması nedeniyle Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ile hükümet arasında yaşanan gerilim 23 Mayıs günü yapılan TOBB Genel Kurulu’nda üzerinde “TOBB” yazan baklava tepsisi önünde verilen poz ile tatlıya bağlandı. Muhalefet lideri kontenjanından kongreye katılan MHP lideri Devlet Bahçeli konuşmasında, işsizliğin sebebinin işverenler olmadığını söyledi. Genel kurul sonunda kendi kendilerini aklayan ve bunu bir de siyasi parti başkanına onaylatan ve Başbakan ile prensipte anlaşan TOBB odalarının başkanları son derece memnun ayrıldı; mutluluk içinde bölgelerine döndü. Halkın, emekçinin, işsizin en önemli sorunu olan ekonomik sıkıntılar ve işsizlik meselesi böylelikle patronlar nezdinde tatlıya bağlanırken, genel kurulda işsizliğin sebebi bulunamazken çözümü konusunda da bir adım atılmadı. TOBB Genel Kurulu’nda yapılan açıklamaya göre işsizliğin sebebi hükümet değil, sanayici değil, muhalefet hiç değil.
10
KİBELE 28 May›s 2010 / 10 Haziran 2010
Halk›n Sesi
Eflitlik: Süslü bir sözcü¤ün ötesinde .5.2010 tarihinde kabul edilen Anayasa değişiklikleri ile kadınların uzun yıllardır tartışma konusu yaptığı, Anayasa’nın “eşitlik” ilkesini düzenleyen 10. maddesine eklemeler yapıldı. 2004 yılındaki Anayasa değişikliğiyle, 10. maddeye “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” cümlesi eklenmişti. Şimdi bu cümleye “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz” ve devamı olarak da “Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.” cümleleri eklendi. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Kavaf, bir röportajında bunun bir “devrim” olduğunu üzerine basa basa belirtti. Kavaf, pozitif ayrımcılığın anayasada yer almasının “devrim” olduğunu iddia etmektedir. Aliye Kavaf'ın “Bu bir devrimdir” benzetmesi ve AKP'nin yaptığı değişiklikler Duygu hakkında bir şeyler söylemek Hatipo¤lu zorunludur. Yasa metinlerine dair şöyle Avukat bir genelleme yapılabilir: Bir hakkın yasa ve benzeri bir hukuki metinde yer alması, o hakkın etkin şekilde kullanılacağı anlamına gelmez. Eşitliğin tek başına Anayasa’da yer alması da, eşitliği sağlayamaz. Kadınların yaşamın her alanında ayrımcılığa uğradığı ülkemizde devletin kabaca eşitlik düzenlemesinden başka “fiili eşitliği” mümkün kılacak düzenlemeler yapması zorunludur. Türkiye'nin 1985'te taraf olduğu ve Anayasa'nın 90. maddesiyle, iç hukuk normu sayılması gereken Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi’ne (CEDAW) göre “Kadın ve erkek eşitliğini fiilen sağlamak için taraf devletlerce alınacak geçici ve özel önlemler, işbu sözleşmede belirtilen türden bir ayrım olarak düşünülmeyecek ve hiçbir şekilde eşitsizlik veya farklı standartların korunması sonucunu doğurmayacaktır. Fırsat ve uygulama eşitliği hedeflerine ulaşıldığı zaman bu önlemlere son verilecektir”. Anayasanın eşitlik maddesine eklenen “Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz” düzenlemesinin CEDAW’a, oradan da pozitif ayrımcılığa referans olduğu söylenebilir. Ancak anayasa değişikliğinin gerçek anlamda fiili eşitliği sağlayabilmesi için ayrıntılı bir düzenlemeyi içermesi gerekir. Yine AKP iktidarında 2007 yılında yapılan anayasa değişiklik tartışmaları sırasında, birçok kadın örgütünün bir araya gelerek oluşturduğu Anayasa Kadın Platformu’nun 2 Ekim 2007 tarihli basın bülteninde belirtilen anayasa değişiklik önerisi, vurgu yapılması zorunlu unsurları bir araya getirmektedir: Herkes dil, ırk, renk, etnik köken, cinsiyet, cinsel yönelim, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep, medeni hal ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlara karşı doğrudan ve dolaylı, her türden cinsiyet ayrımcılığı yasaktır. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, kadın erkek eşitliğinin fiilen hayata geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Kadınların ve erkeklerin hayatın her alanında fırsat ve uygulama eşitliğine sahip olması hedefine ulaşılana kadar, devlet bu fiili eşitliğin sağlanması için kota dahil hukuksal ve kurumsal geçici ve özel önlemler alır. Bu önlemler bir ayrım olarak mütalaa edilmez. Dolayısıyla, her şeyden önce devletin kadın erkek arasındaki “fiili eşitliği” sağlamakla yükümlü olduğunun ve bu eşitliği fiilen sağlamaya yönelik önlemlerin alınması gerekliliğinin açıkça belirtilmesi ve alınacak önlemlerin ayrıntılı şekilde belirlenmesi gerekir. Çünkü fiili eşitliğin sağlamasına yönelik tedbirlerin alınması ile alınan tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı yorumlanamayacağı düzenlemeleri arasında fark vardır. Pozitif ayrımcılık gereği, kadın erkek arasında gerçek bir eşitlik sağlanana kadar, kadınlar lehine bir takım düzenlemeler yapılması, önlemler alınması gereklidir. Anayasa değişikliğinin, fiili eşitliği hedeflemesi ve pozitif ayrımcılığı açıkça düzenlemesi gerekmektedir. Anayasada kadın erkek eşitliğine ilişkin yapılan düzenlemenin gerçek anlamda bir devrim olabilmesi için, talep edilebilir, uygulanabilir, kadınların var olan durumlarını değiştirebilir olması gerekir. Kadın erkek eşitliğinin sağlanması, yasalardaki değişikliklerle değil, eşitlik mücadelesinin politik mücadele programı haline getirilmesiyle sağlanabilir.
7
Kadınlar 8 Mart’ta, 25 Kasım’da izinli
D
iyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve DİSK’e bağlı Türkiye Genel Hizmetler İşçileri Sendikası (Genel-İş) arasında toplu iş sözleşmesi imzalandı. Büyükşehir belediyesi ve DİSKİ çalışanlarını kapsayan sözleşme ile “Dünya Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü” 25 Kasım ve “Dünya Kadınlar Günü” 8 Mart’ta kadın çalışanların izinli sayılması, işçi ücretlerine ortalama yüzde 11 zam yapılması kararı alındı. Sözleşmede, aile içi şiddete başvuran işçinin maaşının eşine ödeneceği, 21 Mart Newroz günü tüm çalışanların idari izinli sayılacağı hükümleri yer alıyor. Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu’nda gerçekleşen toplu sözleşme törenine Belediye Başkanı Osman Baydemir ve DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi de katıldı.
fiimdi hedefi büyüttük H
alkevci Kadınlar, kadın mücadelesi örgütlenmesini yaratarak yollarına devam ediyor. Kad›nlar›n emekleri, bedenleri ve kimlikleri üzerindeki tüm bask› ve sömürü ilişkilerine; kad›nlar›n maruz kald›ğ› her türlü bask› ve sömürünün kaynağ› olan sistemli erkek egemenliğine, kad›n bedenini ve emeğini metalaşt›ran kapitalizme ve onun güncel stratejisi olan neoliberalizme karş› mücadeleyi sürdüren Halkevci Kadınlar Halkevleri içinde kadın örgütlülüğünü güçlendirecek adımları atıyor. Halkevleri’nin 2008 yılında gerçekleşen 20.Olağan Genel Kurulu’nda bir hedef olarak belirlenen “Halkevleri Kadın Sekreterliği”nin kurulması fikri geçen iki yılda gerçeğe dönüştü. SÖZ, YETK‹, KARAR KADINLARA 22-23 Mayıs’ta Ankara’da gerçekleştirilen 21. Halkevleri Olağan Genel Kurulu’nda, Halkevci Kadınlar “Neoliberalizmin yaratt›ğ› tahribat içerisinde kad›nlar›n özgün sorunlar›n› aç›ğa ç›kartmak ve kad›n taleplerini dile getirmek, AKP hükümetinin kad›n düşman› yüzünü teşhir etmek, kad›nlar›n geleceğini dinci gericiliğe teslim etmemek, yaşad›ğ›m›z topraklardan şovenizmi silmek, bar›ş› getirmek için gücünü kad›n dayan›şmas› ve mücadelesinden alan, k›zkardeşlik hukukuna dayanan bir kad›n sekreterliği için ilk ad›mı atıyoruz” diyerek il temsilcileriyle birlikte fiili bir kad›n sekreteryas›n› ve Halkevleri Kad›n Sekreterini belirlediler ve Genel Kurul’un bilgisine sundular. Halkevci Kadınlar, halkın hakları hareketini yaratma yolunda ilerleyen Halkevleri’ni halkın kadın yarısının örgütüne dönüştürmeyi
H
alkevci kadınlar, yeni bir hayat kurmanın, kadının söz, yetki, karar hakkına sahip olmasından geçtiği inancıyla, bir adım daha ileri yürüyor. Son Genel Kurul’da fiili Halkevleri Kadın Sekreterliği kuruldu
amaçlıyorlar. Bu sekreteryanın kurulmasıyla yeni bir toplumun kurulmasının kadınların özgürleşmesinden geçtiği fikri yineleniyor. HALK DEMOKRAS‹S‹YLE Kadınların Halkevleri Kadın Sekreteri olarak belirledikleri Çağrı Yurttaş Genel Kurul’da Türkiye çapında oluşturulacak Sekreterliğin çalışma ilkelerini şu şekilde
açıkladı: Kad›n ve erkeklerin eşitliğini savunmak, toplumsal cinsiyete dayal› iş bölümünün ve kad›n›n ezilmişliğinin her türden biçiminin yeniden üretilmesine karş› mücadele etmek, Kad›nlar›n özgücüne dayal› bir kad›n örgütlenmesi yaratma iddias›n› taş›mak, tüm kad›nlar›n kendini özgürce ifade edebildiği doğrudan demokrasiye dayal› bir
örgüt modelini savunmak, Yaşanan her türlü taciz, tecavüz ve şiddet vakas› karş›s›nda kad›n mücadelesinin temel bir ilkesi olan 'kad›n beyan›n›n esas al›nmas›' ilkesini benimsemek, Bu temel çalışma ilkelerinin yanında kadın sekreteryası doğrudan demokrasiyi tesis edecek biçimde şu yöntemle örgütlenecek: Türkiye genelinde başta iller arası iletişim ve eş güdüm oluştur-
mak hedefiyle ve kadın çalışmasının kurumsallaştırılması ve ortak bir dilinin oluşturulması için gerekli komisyonlar oluşturulacak, Her ilde veya bölgede ihtiyaca göre il temsilcilerinden ve kadın mücadelesinin doğal öznelerinden oluşan kadın meclisleri oluşturulacak, Kadın Sekreterliği Halkevleri Genel Yönetim Kurulu’na (GYK) temsilci olarak gönderilecek ismi belirleyecek, GYK'daki genel temsilcinin ve illerde/bölgelerde il temsilcileriyle temsil edilecek sekretaryanın geri çağrılabilirliği saklı tutulacak. Her GYK'dan önce, Tüm Türkiye'den kadın çalışmasının sürdürdüğü mücadelenin, kadın çalışmasının ihtiyaç ve sorunlarının bilgisini toplayacak ve Kadın Sekreteri GYK'da sürdürülecek tartışmalara bu bilgiyle katılacak. Kadın Sekreterliği Halkevi mücadelesinin politik-pratik hattının belirlenmesine ilişkin kadın çalışmasının önerilerini belirleyici olacak biçimde GYK'ya taşıyacak. Aynı zamanda Halkevi örgütünün politik pratik hattına ilişkin alınan kararları kadın çalışmasına iletecek ve mücadele çizgisinin kadın çalışmasıyla birlikte yeniden üretilmesini sağlayacak. KADIN SEKRETERL‹⁄‹YLE DAHA ÖRGÜTLÜ DAHA GÜÇLÜ Halkevci Kadınların oluşturduğu Kadın Sekreterliği’nin temel hedefi halkın hakları mücadelesinin politik, ideolojik ve pratik çizgisinin çizilmesinde kadınların özne olmasını sağlamak. Halkevleri örgütünden başlayarak kadınların yaşamları üzerinde söz yetki ve karar hakkına sahip olma mücadelesini güçlendirmek ve mücadelenin eşitlikçi bir temelde kurulmasını sağlamak.
Sa¤l›kta kad›n›n ad› yok K
adınlar, 2. Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kongresi’nde buluştu. TTB Merkez Konseyi Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu ve Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı’nın düzenlediği Kongre bu yıl “Kadını Görmeyen Bilim ve Sağlık Politikaları” konusuyla kadınları biraraya getirdi. Kongrede kadınların tıbbi tasarım içinde maruz kaldığı birçok ayrımcılık ve bunlarla mücadele etme yollar tartışıldı. KADINLAR fi‹KAYETÇ‹ Ayşecan Terzioğlu, “Kanserli kadınlar rahim ve meme kaybı süreçlerini nasıl anlatıyor?” başlıklı sunumunda kadın hastaların iki kere ötekileştirildiğini, konuştuğu hastaların söylemlerinden örneklerle anlattı. Terzioğlu, "Artık rahmin bir işe yaramaz. Boş bir patates çuvalı gibi. Alalım, kurtul", "Bu meme çöp torbası gibi olmuş. Daha çok hastalık üretip yayacak"
gibi sözlerle kadınların bedenlerine küstürüldüğünü, doktorların tıbbi olarak kaçınılmaz bir müdahalenin hastada nasıl bir yaraya yol açtığını düşünmesi gerektiğini söyledi. ERKEK B‹L‹M-KADIN HASTA Kongrede “Modern Tıp Biliminin Kadın Bedenini Denetleme Biçimi” konusunda sunum yapan Gülnur Savran, modern tıbbın kadını maniplesine örnek olarak kadınların adet öncesinde hormonların esiri olmuş canavarlar olarak sunulduğunun, erkeklere öfke duymalarının birçok nedeni olabileceğinin göz ardı edilerek, adet döneminde aşırı duygusal, şiddet eğilimli yaratıklar olarak kurulduğunu söyledi. Kongrede “Bilimde Cinsiyetçilik”, “Kadın Bedeninin Medikalizasyonu, “Neoliberal Politikaların Kadın Sağlığına Etkileri”, “Nüfus Politikaları” ve “Mesleki Kimlik” başlıklı oturumlarda birçok önemli sunum yapıldı.
İşte kadın kimliği
E
vli olmayan kadın ve erkeklerin bir arada bulunmasının yasak olduğu Suudi Arabistan’da eğlence merkezinde bir erkekle birlikte yürüyen kadın kendilerini sorguya çeken polisi dövdü. Mayıs ayının başında Suudi Arabistan‘ın Hofuf Mubarraz kentinde, yollarını çeviren Ahlak Polisi Komisyonu’ndan bir polis genç çiftten kimliklerini ve evli olduklarına dair bir kanıt istedi. Bunun üzerine kadın, polisin üzerine atladı ve polisin kafasına, göğsüne yumruklar attı. Dini polis ağır yaralandığı için hastaneye kaldırıldı. Olayla ilgili dini ve yerel polis herhangi bir açıklama yapmazken, kadın suçlu bulunursa şeriat hükümleri gereğince hapis ve/veya kırbaçlanma cezasına mahkum edilme tehlikesiyle karşı karşıya.
Engel olmak elimizde Eğitim Sen, çocukların cinsel istimarını önlemek için eğitimciler adına ilk adımı attı eğitici bir broşür yayınladı
E
ğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen), çocukların cinsel istismarını ve istismarla mücadele yöntemlerini konu alan “Engel Olmak Elimizde” başlıklı bir broşür çıkardı. Siirt’te çocukların cinsel taciz ve tecavüze maruz bırakılmasının, çocukların rehber öğretmeni tarafından açığa çıkarılmasıyla, eğitimcilerin duyarlılıklarının cinsel tacize engel olmada büyük önemi olduğu ortaya çıkmıştı. Olayla birlikte, çocukların cinsel istismarı görünür olmaya başlamış ve toplumun her kesimin-
den tepkiler artmıştı. ‹ST‹SMARI ANLAYAB‹L‹R‹Z Eğitim Sen’in çıkardığı broşürde, çocukları istismar eden kişilerin, genelde çocuğun yakın bulduğu ve güvendiği kişiler olduğu bu nedenle çocuğun artık sevilmeyeceği korkusuyla istismar olayını açıklamaktan kaçınabileceği yazılıyor. Durumun açığa çıkarılmasını sağlamak için çocuklarda görülen davranış bozukluklarının şunlar olduğu belirtiliyor: Yaş dönemine uygun olmayan ve saldırgan davranışlar Akran grubu ilişkilerinde güçlükler
Cinsel dışa vurum davranışlarında artış Kendine dokunulmasından, karşı cinsten biriyle yalnız kalmaktan korkma Okul öncesi çocuklarda huzursuzluk, huysuzluk, sık ağlama, uyku problemleri, iştah problemleri, korkular, altına kaçırma, bebeksileşme, anneye yapışma ÇOCUKLARA “HAYIR” DEMEY‹ Ö⁄RETMEL‹ İlköğretim çağındaki çocuklarda, korku, uyku bozuklukları, iştah sorunları, keyifsizlik ve içe kapanma, gece işemeleri, kaka kaçırma, sessizleşme,
arkadaş ilişkilerinden uzaklaşma, dalgınlık, okul başarısında düşme, farklı bir kişilik özelliği gösterme Çocukları cinsel istismardan korumak için yapılabileceklerden bazıları: Çocuklara bedenlerinin kendilerine ait ve özel olduğu, kimsenin zorla ve istemediği şekilde dokunamayacağı öğretilmelidir. Çocuğun özgürce konuşmasına izin verecek bir ilişki kurmak ve ortam sağlamak gerekir. Çocuğa, ona inandığımız duygusunu vermek gerekir. Çocuk, abartılı tepki vermeden dinlenmelidir.
Sokağa çıkmak suç 8 Mart Dünya Kad›nlar Günü’nde Adana Kad›n Platformu’nun düzenledi¤i miting için, savc›l›k soruflturma açt›. Soruflturmaya gerekçe olarak, toplant› ve gösteri yürüyüflleri kanununa muhalefet, yasad›fl› örgüt propagandas› gösterildi.
Adana Kad›n Platformu “8 Mart’›n 100. y›l›nda erkek devlet bask›s› soruflturmalarla, davalarla sürüyor” diyerek 24 May›s Pazartesi günü ‹nönü Park›’nda bir bas›n aç›klamas› yapt›. Aç›klamada, yap›lan eylemin suç olarak gösterilmesi protesto edildi.
11
YÜZ YÜZE 28 May›s 2010 / 10 Haziran 2010
Tarikata dokunmak yasak ERZ‹NCAN
Halk›n Sesi
Radikal yazarı İsmail Saymaz, Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’in İsmailağa ve Fethullah Gülen örgütlenmelerine yönelik soruşturmalarının ardından maruz kaldığı yargılanma sürecini haberleştirdi. Bu haberler nedeniyle bir yargı süreci de Saymaz’a karşı başlatıldı. Hakkında peş peşe 5 ayrı dava açıldı. Halkın Sesi’ne konuşan Saymaz, davaların hukuki değil siyasi olduğunu söylüyor.
DAVASINI
AKP yanlısı medya yalan, karalama, hedef gösterme ve kişilik haklarının ihlali örnekleri ile dolup taşarken harekete geçmeyen savcılar, ucu tarikatlara, İslami sermayeye ve AKP’ye dokunan haberlere gelince peş peşe davalar yağdırıyor. Saymaz, hakkında açılan davaların, gazetecilere AKP’nin kırmızı çizgilerini aşmamaları yönünde bir ihtar olduğunu düşünüyor.
HABERLEfiT‹REN
SAYMAZ’A
6
DAVA
‘Ölçüm, halkın haber alma hakkı’ M K amunun yararı o haberin gizlenmesinde değil, öğrenilmesindedir. Ben Erzincan vakasını haberleştirmekte kamu yararı gördüm ve haberleştirdim
urat edilen şey gazetecilerin susturulması, insanların düşünemez, düşündüklerini ifade edemez hale getirilmesiyse, ben böyle bir sürece girmem
G. CIKIT / A. E. DEM‹RHAN
E
rzincan davası haberleriniz nedeniyle yargılanıyorsunuz. Bu davayla neden ilgilendiniz? Temmuz 2009’da, tarikatlara soruşturma açan Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’in Erzurum Özel Yetkili Savcısı Osman Şanal tarafından engellendiği haberleri yapılıyordu. Cihaner kimdir, dedik. Yeni Şafak, “İrticayla Mücadele Eylem Planı Erzincan’da uygulandı“ diye yazıyordu. Nedir bu plan? Taraf’ta yayınlanan “AKP’yi bitirme planı”. Gülen Cemaati’ne ait adreslere silah koymak, AKP’nin kapatılmasını sağlamak iddiaları... Sonradan anladık ki Cihaner, 1999’da JİTEM’i soruşturmuş. Bu adam Erzincan’da İsmailağa’ya yönelik soruşturma açmış. Sonra da Gülen Cemaati’ne. İsmailağa tarikatının iktidarla ilişkilerinin olduğunu ve bu iktidar ilişkileri içinde belli suçların izini sürdüğünü fark ettik. Nedir bu suçlar? Sahte diploma hazırlamak, çocukları okula göndermemek, Kılıçdaroğlu’nun İBB adaylığı sürecinde aleyhinde kaset hazırlamak… Ne var o kasetlerde? Kılıçdaroğlu’yla ilgili dosyalar. Belki bundan sonraki süreçte çıkabilir. Tarikatın dernek adı altında 0-6 yaş çocuklara kaçak dini eğitim verdiğini öğrendik. Tarikata bağlı işadamı Mehmet Çelik’in eski Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe’yle ticari görüşmeler yaptığını, Pepe’nin “Sabancı’yı geçtik vergi vermede” diye siyasi ahlakla bağdaşmayan sözler söylediğini öğrendik. Tarikatın, Cihaner’in soruşturmasını polis kanalıyla öğrendiğini, iki kere baskın görünümü altında haberdar edildiklerini öğrendik. İşadamı Mehmet Çelik’le Yeni Şafak’ın sahibi Ahmet Albayrak’ın tarikat soruşturmasını pasifize etmeye çalıştığını öğrendik. Albayrak’ın AKP nezdinde çabalarının olduğunu öğrendik. Ama Cuhaner bunların silahlı örgüt olduğunu iddia etmiyor... Evet. Cihaner dosyayı 1,5 yıl sürdürdü. Bir ihbar mektubu geliyor, “İsmailağa silahlı örgüttür” diye. Aynı mektup Şanal’a da gitti. Şanal, Cihaner’e diyor ki: “Silahlı örgüt soruşturmasını ben yürütürüm, dosyayı bana gönder.” Cihaner diyor ki, “Ben İsmailağa’nın silahla ilgisini göremedim.” Şanal, “Hayır, silahlı örgüttür” diyor. Öğreniyoruz ki o sırada Erzincan’da “Bir Grup Sağduyulu Erzincanlı” ve “Duyarlı ve Mağdur Bir Vatandaş” adlarıyla Cihaner aleyhinde ihbar dilekçeleri gönderiliyor. Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, iddiaya göre, Cihaner’i arayıp soruşturmayı kapatmasını, çünkü seçim sürecine gidildiğini söylüyor. Ceza İşleri Genel Müdür Yardımcısı Çetin Şen de iddiaya göre, soruşturmanın Ergenekon’a misilleme olarak algılandığını söylüyor. Ve dosya gönderiliyor. Sonra ne oldu? İsmailağa, 235 şüpheliyle Erzurum’a gönderildi. Şüpheliler arasında Kadir Topbaş ve Ahmet Albayrak da vardı. Şanal, 235 şüpheliyi 16 sanığa düşürdü. 16 sanık hakkında (bunların dokuzunu Cihaner tutuklatmıştı) “Türkiye Anayasası’nı şiddet yoluyla alaşağı etmek” iddiasıyla dava açtı. Bunun karşılığı ağırlaştırılmış müebbet hapistir. İddianame 22 Haziran 2009’da hazırlandı. Dokuz sanıktan yedisi 28 Haziran’da tahliye edildi. Duruşması 1 Ekim’deydi. Dosyada bir gizli tanık vardı, “İfade verdiğimi duyarlarsa beni öldürürler” diyordu. Bu kızın kimliği iddianamede deşifre edildi. Telefon görüşmelerinden anlıyoruz ki, Şanal’ın dosyayı istediği 10 Mart 2009’da İsmailağa tarikatı dosyanın Erzurum’a gideceğini çoktan
öğrenmişti. 23 Mart 2009’da da dosyanın gittiğini öğrendiler. İsmailağa Erzincan’da yargılansaydı örgüt liderleri altı yıla, örgüt üyeleri üç yıla kadar hapis cezası alacaklardı. Erzurum’da ise ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılanıyorlar. Buna rağmen İsmailağa’nın sevindiğini anlıyoruz.. Aynı tarihlerde Cihaner, Gülen soruşturmasını açtı. Bu soruşturma tarikatın devlet kadrolarını sardığı iddiasını taşıyordu. Cemaatin para akışını izlemeye aldı. Bu sürecin ardından Cihaner’e iki tarikatı soruştururken görev aşımı yaptığı ve imara aykırı kameriye yaptırdığı iddiasıyla 26 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı. Adalet Bakanlığı’nın ilgili soruşturmayı bitirdiği gün; 17 Temmuz 2009’du. Üç gün sonra Yeni Şafak, “İrticayla eylem planı Erzincan’da hayata geçirildi” başlığını attı. Gülen’in bir açıklaması vardı. “Masum kişilerin evlerine silah yerleştirilebilir” diye. Hakkında dava açıldıktan sonra mı söyledi bunları? Gülen soruşturması 12 Ocak 2009’da açıldı. Erzurum tarafından o dosyanın istendiği tarih de 24 Mart. Cihaner o dosyayı tutuklanana kadar göndermedi. Gülen’in açıklama tarihi, 8 Nisan. Erzurum’daki Ergenekon davasının gizli tanığı olan kişinin MİT’e verdiği bilgilerden, Cihaner’in Gülen cemaatiyle ilgili soruşturma yürüttüğü bilgisinin polis tarafından cemaate aktarıldığını biliyoruz. İrticayla Mücadele Eylem Planı’nın bulunduğu tarih 7 Haziran 2009, yayınlandığı tarih 12 Haziran. 13 Haziran’da ise Taraf’a konuştuğu
Yazarsan, konuşursan başına iş gelir gibi bir çemberle karşılaşan gazeteci ister istemez susar. Ama susmak da iyi bir şey değil... iddia edilen emekli bir orgeneral bu planın nisan ayında hazırlandığını iddia etmişti. Hâlbuki planın üzerinde bir tarih yoktu. O planın nisanda hazırlandığını sadece Taraf’a konuştuğu söylenen orgeneralden duyuyoruz. İlginç olan şu; Cihaner, İsmailağa ve Gülen yapılanmalarını silahlı örgüt gösterdiği savıyla yargılanıyor ama aslında bu iki dini yapılanmayı silahlı örgüt olarak gösteren kişi, Özel Yetkili Savcı Şanal’ın kendisi. Gülen dosyası, Cihaner tutuklandıktan sonra Erzurum’a gönderildi. Yürüyen bir dosyayla birleştirildi. Peki, Erzurum’da nasıl bir dosya vardı? İlginçtir; Şanal, İsmailağa soruşturmasında olduğu gibi yine Erzincan’da Gülen şüphelisi olan kişilere operasyon yapmıştı. Yani
Şanal’ın elinde de bir Gülen dosyası vardı. Gülen şüphelilerini neden almıştı? Yasadışı örgüt üyesi olmaktan. Gülen Cemaati’ni terör örgütü olmakla nitelemişti. Burada kimler arasında nasıl bir bağ olduğundan söz edilebilir? Polis, Erzurum Özel Yetkili Savcılığı ile Özel Yetkili Savcılık da Adalet Bakanlığı ile hareket ediyor. Beri yandan Cihaner, HSYK ve soruşturmanın kolluk kuvveti olan jandarmayla hareket ediyor. Yaz sürecinde olaylar kapanmıştı ki 27 Ekim 2009’da baraj gölünde bomba bulundu. Bomba doğrultusunda İrticayla Mücadele Eylem Planı’nın Erzincan’da uygulandığı iddiasıyla soruşturma başlatıldı. Denildi ki, “Cihaner’in tarikat soruşturmaları, plan doğrultusunda ve 3. Ordu Komutanlığı ile Albay Dursun Çiçek’in talimatıyla uygulandı.” Fakat çelişkili bir durum var; Yeni Şafak 20 Temmuz 2009’da planın Erzincan’da uygulandığını yazmıştı. Ama bu soruşturma 27 Ekim’de başladı. Yeni Şafak üç ay önceden bunu nasıl bilebilir? Önce Cihaner’in tarikat soruşturmalarında görevli askerler tutuklandı; sonra da, kendisi çok şaibeli olan bir MİT haber elemanının doğrulanmamış ifadeleri doğrultusunda üç MİT’çi. Ardından 12 gizli tanığın, yine doğrulanmamış ifadeleri sonucunda 3. Ordu Komutanı’na ve Cihaner’e varan bir ölçekte dava genişletildi. Yargı halen AKP tarafından ele geçirilemedi denilen bir ortamda maddi dayanakları bu kadar zayıf bir dava nasıl açılabildi?
Cihaner’i yargılayan Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin üç kişilik heyetinden Hakim Ali Kaya’nın şerh kararına göre söylüyorum; böyle bir davanın açılmış olmasını, hala yürüyor olmasını izah etmek çok güç. Hakim Kaya, iddianamenin geri gönderilmesini istemişti. Çünkü örgüt lideri olduğu iddia edilen 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk’in ifadesi bile alınmadı. İkincisi; Cihaner yasalara göre ancak Yargıtay’da yargılanabilir. Siz de bunları yazdığınız için yargılanıyorsunuz… Cihaner 17 Şubat’ta tutuklandı. O tarihten 1 Mart’a kadarki beş haberimden her biri için dokuz yıla, toplamda 45 yıla kadar hapis istemiyle, adil yargılanmayı etkileme ve soruşturmanın gizliliğini ihlal suçlamalarıyla dava açıldı. Adalet Bakanlığı haber kaynağımı açıklamamı istedi. Benim alanım insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü. Ölçüm kamu yararı ve halkın haber alma hakkı. Neyin gizliliğe girip girmediğini bilirim. Engin Çeber’in dövülerek öldürülmesini gizliliği ihlal maddesiyle örtemezsiniz. Kamunun yararı o haberin gizlenmesinde değil, öğrenilmesindedir. Ben Erzincan vakasını haberleştirmekte kamu yararı gördüm ve haberleştirdim. Cihaner’in sorgusunu 18 Şubat’ta haberleştirmiştim, ondan bir dava açıldı. 23 Şubat’ta yazı dizisi başlattık; “Erzincan nedir” diye. Sorgunun özetini diziye koydum, ondan da dava açıldı. 17 ayrı suçtan yargılanan eski İliç Savcısı Bayram Bozkurt’un herkesi Ergenekonculukla suçlayan savunmasını “Keneyle suikast çaycıyla darbe” diye manşetleştirmiştik. Oradan dava açıldı. Özetini diziye koymuştum, ondan da dava açıldı. Yazdığım metin Bozkurt’la ilgili dava dosyasından alınmıştı. Gizliliği ihlal yoktu. 1 Mart tarihli haberim de şuydu: “Örgütün lideri Saldıray Berk mi?” İddianame 1 Mart’ta kabul edildi, benim haberim de 1 Mart’ta. Gizlilik ortadan kalkar zaten. Tüm haberlerime gelişigüzel dava açıldı. Erzincan davasını anlattığım ‘Postmodern Cihad’ adlı kitabım çıktı. Kitabımın çıkış tarihi, 19 Nisan. İki dava ondan önce, üç dava ondan sonra açıldı. Bu kadar tesadüf olamaz. Savcılarımız çok hassas davrandı. Kitap piyasaya çıktığı gün “Çabuk gönderin” dediler. Yayınevine maliyeciler geldi. İzmir Fuarı’na polis gitti. Bunlar tesadüf mü? Bunları anlamak güç. Beş haber, bir kitap ne yapmış olabilir? Cihaner örgüt üyeliğinden 10 yıla kadar hapisle yargılanırken, ben nasıl olur da 45 yılla yargılanırım? Eğer murat edilen şey gazetecilerin susturulması, insanların düşünemez, düşündüklerini ifade edemez, telefonla konuşamaz hale getirilmesiyse, ben böyle bir sürece girmem. Ben sadece mesleğimi yapıyorum ve bu mesleğin ancak böyle yapılabileceğini düşünüyorum.
Saymaz’ın kitabı devletten büyük ilgi gördü! Erzincan Davası haberleriyle 13. Metin Göktepe Jüri Özel Ödülü’nü kazanan gazeteci İsmail Saymaz, bu toz duman içinde, 14 klasör ve 10 bini aşkın evrakı tarayıp gerçeği aradı. ErzincanErzurum hattında uç verip İstanbul ve Ankara’yı sarsan savaşın kodlarını çözdü. Daha sonra bunları “Postmodern Cihad / Tarikat siyaset adalet üçgeninde Erzincan Davası” adlı altında kitaplaştırdı. Kalkedon yayınlarından çıkan kitap okurların ve devletin
büyük igisini çekti. İsmail Saymaz devletin ilgisine dair şunları söyledi: “Kitap fuarında standımıza giderek kitapla ‘alakadar’ olan İzmir polisine, Baran Tursun cinayetinde meslektaşlarının ihmallerini açığa çıkarmalarını öneririm. Kitabımla uğraşacakları vakti daha değerli bir işle geçirebilirler. Aynı şekilde, kitabın derhal getirilmesini isteyen savcılar da, eğer bir gayret göstermek istiyorlarsa, demokrasi adına, düşünce ve ifade hürriyeti
davalarını çabucak sanıklar lehinde sonuçlandırabilirler. Yine, maliyeciler bizim yayınevine geleceklerine; Bursa’da birinci sınıf koruma alanı olan Dalyan’ı defalarca kaçak kum posterleriyle çekip bir daha balık avlanamayacak hale getiren, sonra bu nedenle hakkında açılan davayı gazetesinde ‘İrticayla Mücadele Eylem Planı Bursa’da da uygulandı’ diye Ergenekon’a sokup yutturmaya çalışan Ahmet Albayrak’ın şirketleri için bu ilgiyi gösterebilirler.”
Savcı kırmızı çizgiyi aştı B
u kadar imkansız şey nasıl yapılabilir? Cihaner, sadece AKP’nin değil, diğer tarafın da kırmızı çizgilerini geçmiş olduğu için sahipsiz bırakıldı, diye bir sonuç çıkıyor o zaman… Cihaner kırmızı bölgeye daha önce de giren bir adam. 1999’da JİTEM soruşturmasını böyle başlattı. 2004’te Vezirköprü savcısıyken ucu Ankara ve Nevşehir’e varan tefeci örgütünü çökertmişti. Kronolojiyi izlediğimizde; 1999’da JİTEM’e soruşturma açmak, 2004’te böyle bir örgütü çökertmek ve 2009’da tarikata soruşturma açmak, meseledir. Üçü de kendi döneminde çizginin dışına çıkmaktır. Ancak herhalde dönemin siyasal yapısından dolayı önceki iki adımında çizginin dışına çıkması mazur görülürken, bugün karşılığını başka şekilde buldu. Dolayısıyla bugün şunu söylemek mümkün; Cihaner tutuklandıktan sonra bir tarikata soruşturma açmak imkan dahilinde değildir.
Gazeteciler korkuyor S
izin üzerinizden aslında tüm medyaya da bir mesaj veriliyor herhalde. Daha önce Hrant Dink davasını yazan Nedim Şener hakkında da dava açılıp, katiller için istenenden kat kat fazla ceza istenmişti. Peki, bu davalar medyada gerçekten bir karşılık buluyor mu? Karşılık buluyor tabi. Nasıl bulmasın ki? Hangimiz kahramanız, hangimiz cesuruz? Hangimizin böylesi mekanizmalar karşısında tutunacağı bir güven zemini var. Yazarsan başına iş gelir, konuşursan iş gelir gibi bir çemberle karşılaşan gazeteci ister istemez susar. Susmak iyi bir şey değil. En çok iktidar adına iyi değil. Dolayısıyla gazeteci bu süreçte korkacaktır, ben de korkuyorum. Tarikata cemaat deme ‘naifliğini’ ve AKP’ye AK Parti deme mecburiyetini gösteriyor gazeteci. Fakat bu çok yapmacık… Tıpkı bu, Baykal taraftarlarının bir gün sonra Kılıçdaroğlu taraftarı olmasına benzer. Yarın iktidarınız alaşağı olduğunda aynı şiddetle cevap bulursunuz.
12
HALKEVLERİ GENEL KURULU 28 May›s 2010 / 10 Haziran 2010
Halk›n Sesi
H A L K I N
H A K L A R I
K O N G R E S ‹
Y A P I L D I
Yürüyerek büyüyerek geliyorlar Halkevleri’nin genel kurulunda hak mücadelelerini kurumlarını yaratma ve solun ana kulvarı haline getirme hedefi çıktı “Bizi değişik formlara sokmaya çalışıyorlar. Bir yerlerde dernek diyorlar, parti olmayan parti gibi diyorlar. Biz bunun adını çoktan koyduk. Bu örgüt halkın hakları hareketini yaratmak için yola çıkmış bir halk örgütü olmaya azmetmiştir. Adı halk örgütü olacaktır. Bizim için yeni isim bulmak zorunda kalacaklardır. Bizi, sistemin bölüp parçaladığı herhangi bir formda kimse değerlendiremeyecektir. Halkevciler bu forma girmeye izin vermeyecektir” (İlknur Birol, Halkevleri’nin 21. Genel Kurulu kapanış konuşmasından)
H
alkevleri 21. Olağan Genel Kurulu, 22-23 Mayıs tarihlerinde Halkın Hakları Kongresi adıyla Ankara’da toplandı. Genel Kurul’da Türkiye’nin dört bir yanından gelen Halkevciler iki yıl boyunca yaptıkları çalışmaları değerlendirip, önümüzdeki dönem çalışma programını çıkardı. MEYDANLAR BOfi DE⁄‹L Kongrenin açılışı Anadolu Gösteri ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi. Halkevlerini tanıtan bir slayt gösterisiyle başlayan etkinlik, devrim mücadelesinde yaşamını yitirenler için yapılan saygı duruşunun ardından yapılan konuşmalarla devam etti. İlk sözü, Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol aldı. Birol, Muğla’daki faşist saldırıda hayatını kaybeden Şerzan Kurt ve onun gibilerin sahipsiz olmadığını söyledi ve “Zonguldak’ta 30 madencinin ölümüne “kader”
diyen AKP’yi ve onun zihniyetini yerin yedi kat dibine sokacağız” dedi. “Meydanlar boş değil biz varız” diyen Birol, farklı cephelerde yürütülen hak mücadelelerinin halkın yeni bir politikleşme sürecine yönelmesinin etkili bir temeli olacağını vurguladı. Anayasa tartışmalarına da değinen Birol, 12 Eylül’de düzenlenecek olan Anayasa referandumunda “Hayır” diyeceklerini ancak, hayır demekle kalmayıp bunu halkın şartlarını meydanlarda haykırarak örgütleyeceklerini söyledi. KESK, Ankara Tabip Odası, İnsan Hakları Derneği, Demokratik Dayanışma Grubu, BDP, TKP, ÖDP, EMEP, SDP, Sosyalist Parti, Dikmen Vadisi Halkı Barınma Hakkı Bürosu, Siyanürlü altın arayan şirkete karşı mücadele yürüten Niğde-Ulukışla Hasangazi Köy Meclisi Derneği, güvencesizliğe karşı direnen Tekel işçileri, taşeron sağlık işçileri, termik santrallere karşı direnen Gerze Yeşil Gerze Çevre Platformu ve engelliler adına konuşmaların yapıldığı genel kurulda, ESP’den, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nden, Yunanistan Siyasal ve Sosyal Haklar Ağı’ndan (DİKTİO) gönderilen dayanışma mesajları okundu. Genel Kurul’un ilk günü, Halkevleri kadın korosu ve Edip Akbayram konseri ile sonlandı. HAK MÜCADELELER‹ YÜKSELECEK Halkın Hakları Kongresi 23 Mayıs günü Yılmaz Güney Kültür
Merkezi’nde gerçekleştirilen ikinci gün oturumuyla son buldu. Genel Kurul sonunda Halkevcilerin önündeki görevin halkın hakları hareketini yaratmak olduğu, insanca bir yaşam, güvenceli iş için hak mücadelelerinin yükseltilmesi gerektiği vurgulanırken, bu doğrultuda kurumsallaşmayı güçlendirecek adımlar atılması gerektiği sonucuna ulaşıldı. İllerden gelen temsilcilerin çalışma raporlarını ve önüne koydukları programları anlattıkları oturumlardaki diğer gündemler de anayasa değişikliği tartışmaları, referandum ve seçim oldu. HALK MEDYA’DAN FEST‹VALE... Son iki yılın değerlendirmesini yapan Halkevciler, hak mücadeleleri konusunda yaşadıkları deneyimleri paylaştılar. Karadeniz Bölgesi’nde HES’lere karşı verilen çevre ve su hakkı mücadelesine ilişkin sunuşlar yaptılar. Ankara ve İstanbul’da son iki yıla damgasını vuran ulaşım hakkı mücadelesinin deneyimleri
paylaşılırken, Ankaralı Halkevciler, Tekel direnişine dair gözlemlerini aktardı. Okmeydanı Halkevi halk medya çalışmasına ilişkin deneyimlerini paylaşırken, bu yıl beşincisi düzenlenen Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nin Türkiye yolculuğu hakkında festival düzenleme komitesi tarafından bilgi verildi. İstanbul Halkevi’nde gerçekleştirilen Sosyal Hak İzleme çalışmasıyla Türkiye’deki hak ihlalleri ve buna karşı direnişlerin takip edilerek raporlandığı anlatıldı. Halkevlerinin yenilenen web sitesiyle tüm Halkevi şubelerinin kendi haberlerini yapar hale gelmesini hedeflediklerini anlatan İstanbul Halkevi Basın Merkezi’nden Umar Karatepe sunuşunda, sitenin bir arşiv hizmeti göreceğini söyledi. Mamaklı Halkevci Candaş Türkyılmaz konuşmasında, barınma hakkı mücadelesine ilişkin deneyimleri anlattı. Halkevcilerin hak mücadelesi çizgisinde pek çok eksiklik
olduğunu belirten Türkyılmaz eksikliklerin halkla birlikte, halk komiteleri ile giderilebileceğini kaydetti. YEN‹ HALKEV‹ YÖNET‹M‹ Genel Kurul sonunda Halkevleri’nin yönetimi de belirlendi. Merkez Yönetim Kurulu: Genel Başkan İlknur Birol, Genel Başkan Yardımcısı Samut Karabulut, Genel Sekreter Oya Ersoy, Genel Sayman Dilşat Aktaş, Örgütlenme Sekreteri Kutay Merinç, Kültür Sekreteri Serhad Savaş, diğer MYK üyeleri Metin Özuğurlu, Yasin Çetiner, Hamide Yiğit’ten oluştu. Genel Yürütme Kurulu, Ali Çerkezoğlu, Çetin Uygur, Durdu Özpolat, Erkan Sümer, Ertuğrul Şenoğlu, Ender Büyükçulha, Hasan Hüseyin Aksoy, Muharrem Kılıç, Nuri Günay, Önder Özdemir, Metin Kaya, Ahmet Keskin, Özgür Tüfekçi, Hasan Coşar, Taylan Kaya, Osman Dalgalı, Mahir Mansuroğlu, Adnan Yılmaz, Dilaver Ayna, Hacı Badem, Nail Tursun’dan oluştu.
Halkevleri için ne dediler?
Hak mücadeleleri kurumsallaflmal› Genel Kurul’da hak mücadelesinin kurumlarını yaratmak üzere farklı alanlarda daire ve sekreterlikler kurulmasına karar verildi
H
alkevleri Genel Kurulu’nda, iki yıllık çalışmaların değerlendirilmesi sonucunda çeşitli eksikliklerin üzerinde duruldu. Halkevleri Genel Sekreteri Oya Ersoy, 2 yıl süresi içinde eğitim, sağlık ve barınma hakkının yanına temiz çevre hakkı, ulaşım hakkı, su hakkı, emekli hakları, engelli hakları alanlarında somut kazanımlar ve önemli atılımlar yaptıklarını belirtti. En önemli sorunun hak mücadelesi kurumlarının yaratılmasında olduğuna dikkat çeken Ersoy, “Hak mücadelelerini yaratıyoruz ancak bu mücadelenin kurumlarını yaratmakta güçlük çekiyoruz” dedi. MERKEZ‹ DA‹RE KURULACAK İki yıl süresince Giresun Bulancak’ta ve İstanbul’da engelli hakları atölyeleri, Halkevleri Danışma Meclisi ve Emekli Öğretmenler Meclisi kuran Halkevciler, getirdikleri önerilerle farklı alanlarda merkezi daireler ve sekreterlikler
kurulmasına karar verdi. Halkevi şubelerinde yürütülen kültür sanat faaliyetlerinde koordinasyonun sağlanması ve ortak politika belirlemesi; alternatif kültür sanat etkinliklerinin örgütlenmesi için Halkevleri Kültür Sanat Dairesi kurulması kararı alındı. Hak mücadelelerine yönelik saldırılar karşısında “halkın haklarının hukukunu yaratmak” hedefiyle donanmış Halkevleri Hukuk Dairesi kurulmasına karar verildi. Mücadelenin ihtiyaçlarına uygun biçimlerde Halkevleri’nin üyelerine yönelik sürdürdüğü eğitim çalışmalarının ve halkı bilinçlendirmeye yönelik eğitim faaliyetlerinin merkezi olarak planlanması için Halkevleri Eğitim Dairesi kurulması kararlaştırıldı. Halkevleri’nin ve hak mücadelelerinin basındaki görünürlüğünü arttırmak, Halkevleri’ne ve hak mücadelelerine yönelik basındaki
saldırılara cevap vermek ve hak mücadeleleri konusuda deneyim paylaşımını arttırmak için Halkevleri Basın-Yayın Merkezi kurulmasına karar verildi. Halkevci kadınlar, kızkardeşlik hukukuna dayanan, doğrudan demokrasi ilkesini benimseyen bir kadın sekreterliği kurulması gerektiğini ifade etti. YEN‹ HALKEVLER‹ AÇILDI Genel Kurul’da İzmir Balçova, Bursa İnegöl ve Nevşehir Hacıbektaş’taki Halkevleri’nin kapatılmasına karar verilirken Niğde, Konya, Borçka, Ankara’da Mutlu, Manisa’da Soma ve Akhisar, İstanbul’da Beylikdüzü, Esenyurt, Kadıköy, Çağlayan ve Gaziosmanpaşa Halkevleri ile Eskişehir’de Emek Halk Odası olmak üzere 12 yeni Halkevi’nin açıldığı duyuruldu. Hak mücadelelerinin yaygınlaşmasıyla beraber yeni şubelerin de açılacağı söylendi.
SELAHATT‹N DEM‹RTAfi BDP EfiBAfiKANI Genel kurulun ilk gününde “Mahir’in yoldaşlarıyla aynı yerde bulunmaktan onur duyuyorum” diyerek sözlerine başlayan Demirtaş, Halkevleri’nin mücadelesini izlediklerini ve önemli bulduklarını belirtti. Kürt halkının barış ve demokrasi mücadelesinde her zaman yanında olan Halkevleri’nin emperyalizme karşı, faşizme karşı, neoliberalizme karşı mücadelesinde koşulsuz destekçisi olacaklarını söyledi. Demirtaş “Her genel kurul bir yenilenmedir, ancak Halkevleri her gün yenilenen mücadele içinde büyüyen bir örgüt” dedi. Demirtaş Halkın Sesi’ne şunları söyledi: “Sadece Kürt halkı açısından değil bütün ezilenlerin haklarının aynı çatı altında kararlılıkla ifade edilmiş olması, Türkiye’de halkların kardeşliği açısından çok değerlidir. Bu nedenle Halkevleri’nin yürüttüğü mücadele bir siyasal organizasyonun yürüttüğü mücadeleyi çok çok aşan ve halkın öz örgütlenmesiyle, kendi emeğiyle, kendi eliyle kendi haklarını yaratacağı bir mücadeledir. Biz de BDP olarak yakından takip ediyoruz ve dayanışma içinde olmaktan da mutluluk duyuyoruz.” ABDULLAH AYDIN HALKEVLER‹ ONURSAL BAfiKANI Halkevleri Genel Kurulu’nun mücadelenin birleştiği ve ortaklaştığı bir platforma dönüştüğünü belirten Abdullah Aydın, Genel Kurulu gazetemize şu sözlerle değerlendirdi:
“Halkevleri, artık bir halk örgütü oldu ve bu aşamadan sonra gerçekten ülkemizde neoliberal politikaların halkın, emekçilerin, ezilenlerin boğazını sıktığı bir dönemde bu çemberi yırtan bir anlayış filizlendirecektir. Bunun etrafında da aşama aşama, halka halka, halk iktidarına giden bir yürüyüşün başlayabileceğine inanıyorum. Bu Halkın Hakları Kongresi bende böylesi bir umudu yeşertti.” PROF.DR KORKUT BORATAV HALKEVLER‹ DANIfiMA MECL‹S‹ ÜYES‹ / ‹KT‹SATÇI Halkın Hakları Kongresi için “Beklentilerim var ama iyimserliğim de var” diyen Korkut Boratav, Halkevcilerin halkın mücadelesinin bayraktarlığını ve sembolik de olsa öncülüğünü yapan bir çalışma biçimini hayata taşıdıklarını söyledi. Boratav gazetemize “Halkevleri bugün Türkiye toplumunda yayılmak yerleştirilmek istenen kötümserliğin dayanıksız olduğunu bize bugünlerde de gösteriyor. Halkevlerinin çalışmalarının çok iyi olduğunu, halkın hakları mücadelesinin günümüz gündemine damgasını vuracak çok çarpıcı bir hareket oluşturduğunu biliyordum, eminim ve daha da ileri gideceğini sanıyorum Halkevleri, Türkiye’nin umut kıvılcımlarının başında gelen hareketlerden biridir.” açıklamasını yaptı.
Kadın sekreterliğine doğru
G
enel Kurul’da Halkevleri’nin kadın çalışması faaliyet raporunu Gülşah Öztürk okudu. Öztürk, 20. Olağan Genel Kurul’dan bu yana Halkevci kadınların cinsiyetçiliğe, erkek egemenliğine, şovenizme, kadına yönelik şiddete ve tacize karşı mücadele yürüttüklerini belirtti. Hüseyin Üzmez’e karşı verilen mücadeleye değinen Öztürk, barış için dayanışma eylemleri yaptıklarını, işçi direnişlerine destek verdiklerini söyledi. Halkevci kadınlar, neoliberalizmin yarattığı yıkımda kadınların özgün sorunlarını açığa çıkartmak ve kadın taleplerini dile getirmek, AKP’nin kadın düşmanı yüzünü teşhir etmek, kadınların geleceğini dinci gericiliğe teslim etmemek, yaşadığımız topraklardan şovenizmi silmek, barışı getirmek için gücünü kadın dayanışması ve mücadelesinden alan, kızkardeşlik hukukuna dayanan bir kadın sekreterliği kurulmasını kararlaştırdılar. İl temsilcileriyle birlikte fiilen kurulan Kadın Sekreterliği’nde doğrudan demokrasi ilkesi benimseniyor. Sekretarya, her ilde veya bölgede il temsilcilerinden ve kadın mücadelesinin öznelerinden oluşan kadın meclisleri oluşturmayı hedefliyor.
Güvencesizliğe karşı yeni bir biçim
G
enel Kurul’da güvencesizliğe karşı mücadelenin emek mücadelesinin ana ekseni olmaya başladığı belirtilirken, Halkevleri’nin güvencesizliğe karşı mücadeleye yönelik bir form kazanması gerektiği üzerinde duruldu. Güvencesizliğe karşı verilecek mücadelenin kitlesel ve kolektif bir mücadele olması gerektiğini ifade eden Dilşat Aktaş, Tekel direnişinin öncesinde süreci kavramakta yeterince hızlı davranamadıklarını belirtti. Tekel direnişi sırasında Bitlis ve Diyarbakır’daki emekçilerle bir araya geldiklerini ifade eden Aktaş, Tekel’deki güvencesizleştirme süreci gibi bir sürecin şeker alanındaki emekçileri tehdit ettiğini hatırlattı. Tekel direnişi boyunca çadırlarda Tekel işçileriyle kalan Burak Kaya, direniş sürecine dair deneyimlerini paylaştı. Kaya, Tekel direnişinde etkin olmanın yolunun hızlı karar alan, hızlı plan yapan dinamik bir örgüt yapısından geçtiğini tecrübe ettiklerini ifade etti. Direnişde MHP’li AKP’li işçilerin olduğunu ancak bu işçilerin şoven ve gerici eğilimlerinin direniş süresince kırıldığını söyleyen Kaya, direnişin sol liberalleri erittiğini ifade etti.
Çocuklar, engelliler, emekliler
H
alkevleri’nin 21. Genel Kurulu’nda emeği piyasa dışı olan çocuklar, engelliler ve emekliler de hak mücadelelerine dair programlarını ve hedeflerini açıkladı. Çocukların da Halkevlerinin bir parçası olduğunu hatırlatan Deniz Gürel, “Sizin değil bizim emeğimizin olduğu bir çalışma istiyoruz” dedi. Gürel, çocuklar için halkoyunları, tiyatro ve koro gibi çalışmaların olması gerektiğini belirtti. Gürel sözlerini Can Yücel’in Bizim Deniz şiirini okuyarak sonlandırdı. Halkevleri Engelli Hakları Atölyesi adına konuşan Nesrin Keçeci, engellilerin kentlerde yaşadıkları sorunlara dikkat çekti, Engelsiz Otobüs kampanyası ve engellilerin kitap okuyabilmeleri için başlattıkları Engelsiz Okuyorum kampanyasından söz etti. Emekliler adına konuşan Galip Dönmez, Emekli Öğretmen Meclis’inin önemine değindi. Dönmez, emekli öğretmenlerin yaşadıkları önemli deneyimleri paylaşmaları için mutlaka Halkevi üyesi yapılması gerektiğini vurguladı.
13
TARİH 28 May›s 2010 / 10 Haziran 2010
B ‹ Z ‹
Halk›n Sesi
H E P
K A H R A M A N L A R
M I
K U R T A R A C A K ?
Kara Murat kim, bre mel’unlar? Toplumlar tarihlerinin kimi zor zamanlarında birilerinin çıkıp kendilerini kurtarmasını beklerler. Bir kahraman, bir lider, bir yiğit… Bu bekleyiş ancak halk kendi gücünü ve yaratıcılığını fark ederek esas özne haline geldiğinde son bulur, kahramanlara ihtiyacı kalmaz
ÖZEN TAÇYILDIZ
B
ir kurtarıcı ya da bir lider beklemek insanlık tarihi kadar eski bir olgu. Yaşadığı toplumun koşullarını değiştirme iradesini kendisinde bulamayan, kendisini hakiki bir özne olarak göremeyen kitleler, geleceği kesin olan kurtarıcı liderlerini bekler. Hatta yaratır. Kendisine inanmayan, güvenmeyen, bir lidere ve ona bağlanma ihtiyacı duyan toplumlar, Godot’yu bekleyip durur. Tüm kariz-
matik liderler, kahramanlar ve kurtarıcılar da bu beklentinin mahsulüdür. “Toplum, bir kurtarıcılar cehennemidir” der Cioran. Neyi, nasıl, ne zaman yapması gerektiğine ilişkin bu kurtarıcılardan işaret bekler. Tarih bir yanıyla bu kahramanların ve onların destanlarının tarihidir. Toplumlar her dönem, o dönemin ihtiyaçlarına göre kahramanlar yaratır, onlara liderlik yaptırır. Tarihin edebiyatla sıkı ilişkisinde bu kahramanların destanları önemli bir
yer tutar. Peşine takılacak bir kahraman çıkarmak her dönem mümkün görünmektedir. Peki kahramanı olmayan toplumlar yok mudur? Kahramanları olmayan toplumlar mı acınacak durumdadır yoksa kahramanlara ihtiyaç duyan toplumlar mı? Bu kahraman liderlere olan ihtiyaç ne zaman son bulur? ‘Vurdulu-kırdılı’ eski Türk filmlerinde çok bildik bir sahne vardır. Bizans komutanı esir aldığı Türklere sorar: “Hanginiz Kara Murat?” Biri çıkar “Kara Murat
benim” der. Ardından bir başkası “Hayır Kara Murat benim” der. Sonra bir başkası kalkar ve “Hayır, esas Kara Murat benim” der. Zaten ondan sonrası tek tek değil üçer beşer ayağa kalkar. Hepsi Kara Muratlaşırken kahramanın herkes dolayısıyla da herhangi biri olabileceğini gösterir. Kahramanını bekleyen toplumlar için de böyledir. Toplum kendisi sahici özne haline geldiğinde bu süpermenlere ihtiyacı kalmaz, kahramansız var olabilir.
‘Savulun Battal Gazi geliyor’
S B
8. yy.’daki Arap-Bizans mücadeleleri, 9. yy.’da Malatya’da kurulan Arap emirli¤i dönemi kahramanl›klar› ve 1097’de bafllay›p uzun y›llar süren Haçl› Seferleri Battal Gazi Destan›’nda yer al›r. Battal Gazi, her devrin kahraman›d›r.
eyyid Battal, Bizans’tan Fransa’ya halkların dilinden türeyen pek çok destanla benzerlikler taşır. Çünkü, söz konusu olan, bir kişi değil bir toplumsal algıdır
attal Gazi rolünde çoğunlukla Cüneyt Arkın’ı izlediğimiz destanlar dizisinin bir filmidir “Savulun Battal Gazi Geliyor!” Peki kimdir Battal Gazi ve kimleri savuşturmuştur? İşin aslı; 7. yy.’ın sonundan, 10. yy.’ın sonuna dek Anadolu’nun sınır bölgelerinde 300 yıl süren Bizans-Arap savaşlarının doğurduğu efsane ve destanlardan biridir Seyyid Battal Gazi Destanı. Destan, Müslüman Türklerin Anadolu’ya yerleşmek için verdikleri mücadelelerin ortaya çıkardığı kahramanın yiğitliğini anlatır. Battal Gazi’nin mücadelesi ile birlikte Anadolu’da yaşayan Müslümanların Bizans’a karşı üstün duruma geldikleri rivayet edilir. Aslında Türk değil, Malatya’daki emirlikten bir Araptır Battal Gazi, sonradan Türkleştirilmiştir. Aslında Arap da değildir, Bizanslı uç beyi Digenes Akrites’tir. Fransız Chanson de Roland, Alman Nibeloungen, İspanyol Sid’dir. Kahramanın, kentin, dinin, düşman sarayında büyümüş sevgilinin adı değişir ama halkların ortak folklorik havuzundan türeyen bu destanlarda öyküler fazlasıyla benzerdir. Aslında sınır boylarında görevli muhafızlar olan bu kahramanlar, halklar tarafından daima birer kurtarıcı olarak görülmüştür. Bu kahramanlar bağlı oldukları imparatora, emire, sultana hizmet etseler de, halk bu kişiliklere kendi özlemlerini ve değerlerini yükleyerek destanlar yaratmıştır.
SEYY‹D BATTAL DESTANI Battal Gazi’nin dünyaya gelişi, yaşamı ve elbette ölümü de efsaneleştirilmiştir, bir lidere yakışır şekildedir. Destana göre Battal Gazi’nin Cafer adıyla dünyaya geleceğini Hz. Muhammed’e Cebrail müjdeler ve peygamber de yanında bulunan Abdülvehhab Gazi’ye bazı emanetler vererek Cafer’e ulaştırmasını ister. Emanetleri alan Abdülvehhab Gazi, Cafer’in doğmasını tam 200 yıl bir mağarada saklanarak bekler ve Cafer’in kendisi gibi kahraman atının da bulunduğu emanetleri ona ulaştırır. Bu insanüstü katkı, halkın, özgücüne güvensizliğini yansıtmaktadır. Cafer on üç yaşına geldiğinde bütün İslam bilimlerini öğrenmiştir. Kılıç kullanmakta ve ata binmekte üstüne yoktur. Babasını öldüren Hıristiyan kumandandan intikam almak üzere yola çıkar ve yirmi dört saat içinde düşman ordusunun kumandanını, kardeşini ve belli başlı on dört kumandanını daha öldürür. Battal ismini gücünden ve kuvvetinden dolayı ona yendiği düşmanı verir, Seyyid unvanı ise soyca Hz. Muhammed'e bağlı olduğunun göstergesidir. Battal Gazi bundan böyle dini yaymak yolunda savaşır, ‘kâfir’leri İslâm’a davet eder, davetini kabul etmeyenleri öldürür. Her savaşın sonunda elde ettiği malı mülkü din uğruna savaşan yiğitlere dağıtır, kendisi sembolik bir şey alır. Cesurdur, hiçbir şeyden kork-
maz. Tek başına bir orduya karşı savaşır. Battal Gazi insanların yanında olağanüstü varlıklarla devler, cinler, gulyabanilerle de vuruşur. Bu savaşlar esnasında ona peygamber ve evliyalar yardım eder, Hızır’la yoldaştır, sıkışık zamanlarda ondan yardım görür. Okuduğu dualarla büyüleri bozar, göz açıp kapayıncaya kadar uzun mesafeler aşar. Peygamber’in emaneti sayesinde yetmiş iki dili kendiliğinden öğrenmiştir, dolayısıyla hangi ülkeye giderse gitsin, hangi milletten insanla karşılaşırsa karşılaşsın anlaşamama sorunu yaşamaz. Çünkü Battal Gazi, halkların, her dilde farklı bir kılığa giren ortak kahramanıdır. Battal Gazi’nin ölümü ise Anadolu’da Müslümanlar açısından Bizans tehlikesi bertaraf edildikten sonraya, bir kale kuşatmasına denk düşer. Ancak bu kadar olağanüstü güçleri olan bir kahramanın, hiçbir düşman tarafından yenilmesi mümkün değildir. Onu öldüren, ona aşık olan ve onu kaleye yardıma gelmekte olan Bizans ordusundan haberdar etmek isteyen düşmanın kızıdır. Onu uyarmak için yazdığı notu sardığı ve attığı taş, Battal Gazi’yi öldürür. Yenilgiden sonra çok şiddetli bir fırtına başlar ve Battal Gazi’nin cesedini Eskişehir dolaylarına atar. Böylece Bizanslılar, Battal Gazi’nin öldüğünü anlayamaz ve daha uzun süre onun korkusuyla yaşarlar. Kahramansız kalmak istemeyen halk onu yine ölümsüzleştirmiştir.
Şeytan Azap’ta Savaşa gidenler güle oynaya gitmez. Güzellemelerle bezeli kahramanlık hikayeleri, trajedileri arkasında gizler. Osmanlı Ordusu’nun Azaplar’ı bu azap hikayelerini anlatırlar İstanbul’un fethi ile ilgili olarak Sultan Mehmed’in gemileri karadan yürütmesine veya Ulubatlı Hasan’a dair efsaneler anlatılır okul kitaplarında. Oysa ne gemiler karadan yürümüştür ne de Ulubatlı Hasan diye bir asker vardır. Gerçekliği tartışılmaz binlerce “Azap”tan ise pek bahsedilmez ya da bahsedilmek istenmez. Sadece “Konstantinopol” kuşatmasında değil, Osmanlı tarihine dair kahramanlık hikayelerinde yeniçeriler başroldedir ancak en çok kayıp veren Azaplar hiç konu edilmez. Örneğin, “düşmanı hilal taktiği ile imha” operasyonları büyük bir taktik deha olarak anlatılırken, imha edenlerden konuşulur hep… Ama o “düşmanı” hilalin içine çeken “yem” kimse tarafından fazla sorgulanmaz. İşte o yem Azaplar’dır. Osmanlı ordusunda oldukça önemli bir yeri olan Azapların konu edilmemesinin sebebi azap sözcüğünün kimi anlamlarından da tahmin edilebiliyor. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne göre azap sözcüğünün, “büyük sıkıntı, eziyet, erkek uşak, güçlü, bekar, yaşı geçmiş” gibi anlamları var. Resmi tarih yazınında nadiren de olsa, Osmanlı’nın piyade sınıfı askerlerinden olan Azap’ların güçlü
olduğundan, bekar olduğundan bahsedilir, o kadar. Ama Azaplar’ın sırrı sözcüğün diğer anlamlarında saklıdır. Osmanlı ordusunda her türlü “ağır ve pis” işin görülmesinin ötesinde yem olarak kullanılan Azaplar, İstanbul’un fethinde de ilk hücum eden birliktir. İlk hücumlarda büyük bir direnişle karşılaşıp geriye çekilenlerin akıbeti ise Yeniçeriler tarafından öldürülmektir. Bu nedenle Azapların tercihi sınırlıdır: İki ölümden birini seçmek. Her ne kadar Azaplardan nadiren bahseden resmi tarih kitaplarında bu kişilerin “şehit” olmak adına en önde olmayı kabul eden kahraman kişiler olduğu ima edilse de gerçek durum bu kadar “masum” değildir. “Yaşı geçmiş” ama “bekar”, yoksul, hayatta hiçbir kazanma umudu kalmamış, farklı coğrafyalardan, dinlerden ve ırklardan erkekler bu sınıfı oluşturur. Başlarına gelecekleri kendileri de bilmektedir ancak oynadıkları bir büyük kumardır. Eğer bir mucize olup hayatta kalırlar ve kuşatmayı yarıp kente ilk girerlerse ilk ganimetleri de onlar toplayacaktır. İstanbul’un fethinde Grek, Slav, Macar, İtalyan Azaplar “Hıristiyan”lara karşı kılıç sallamış ve büyük ikramiye uğruna büyük çoğunluğu ölmüştü.
Ne ismi ne de hikayesi üzerinde uzlafl›lm›fl tek bir Robin Hood vard›r.
Hırsızlar Prensi Robin Hood Bir sözlü efsane olarak başlayan Robin Hood’un kahramanlık dolu hikayeleri sadece İngiliz edebiyatının bir parçası olarak kalmadı, çoğu kez beyaz perde de yer aldı. Peki Robin Hood kimdi ya da böyle biri var mıydı gerçekten? Cevabı esen rüzgarda. Bilindiği kadarıyla tek bir Robin yok. En eski hikayelerinde bir çiftçidir, daha sonraki hikayelerinde de bir soylu olmuştur. Hatta bazı hikayelerinde Haçlı Seferleri’ne bile katılmış, savaşlardan geri döndüğünde de şerif topraklarına el koymuştur. Diğer yandan Robin Hood’un hırsızlar tarafından kullanılan takma bir isim olduğu da ihtimaller arasındadır. Robin Hood’un kimliği konusundaki bu oynama, toplumun zamanla değişen kurtarıcı algısıyla doğrudan ilişkilidir. Köylü isyanları döneminde bir köylü olan Robin Hood, köylülerin umudu diğer sınıflarda gördüğü dönemlerde bir soyluya dönüşebilmektedir. Beyaz perdeye aktarılan Robin Hood, 1200’lü yıllarda İngiltere’nin Nottingham bölgesindeki Sherwood Ormanı’nda yaşadığı varsayılan bir karakterdir. Kral Richard’ın ordusunda Fransızlara karşı savaşan Robin, Nottingham’a gittiğinde şerifin baskısı ve ağır vergileri altında bir kasabayla karşılaşır. Kasabayı kurtarmak isteyen Robin, etrafına toplanan adamları ile birlikte işbirlikçilerin hakkından gelir. Robin Hood’un en önemli özelliği ise zenginlerden çalıp yoksullara dağıtmak temelli eşitlik ve adalet anlayışıdır.
Jön Türkler’in William Tell’i
Gerçekli¤i tart›flmal› tarihi figürlerden biri de Ulubatl› Hasan’d›r. ‹stanbul’un fethi s›ras›nda surlara ilk ç›kan ve sanca¤› diken asker oldu¤u anlat›l›r. Efsaneyi göre Bizans askerlerinin oklar›yla ölür ama sanca¤›n dalgaland›¤›n› gören askerler ileri at›larak flehre girer
Efsanevi kahraman William Tell, İsviçre’nin Habsburg hanedanına karşı bağımsızlık mücadelesinin simgesidir. Valinin şapkasına selam vermediği için cezalandırılan Tell, oğlunun başına konan elmayı okla vurmayı başarır. Daha sonra girdiği mücadelede valiyi de öldürür. Yazılan bir piyesle dünya çapında ün kazanan Tell, 1896’da yapılan çeviri ile de Jön Türklerin popüler kahramanı olur. Eserin defalarca yayınlanan önsözünde belirtilen istikbal, insaniyet, hürriyet gibi kavramlarla Jöntürkler kendilerini despot yönetime karşı mücadele eden Tell olarak görürler. Tell, her tür despotizme karşı birleştirici bir özgürlük savaşçısı gibi algılanır. Cumhuriyet döneminde de bu algı kullanılır. Kitabın 1934’teki ilk baskısında yayıncı, kitabı okuyanların “yurtseverliğin ne olduğunu anlayacağını”, “kitabın her satırının aklımıza Kurtuluş Savaşı'nı getirmesi gerektiğini” söyler.
SPOR BİLİM
14
28 May›s 2010 / 10 Haziran 2010
Halk›n Sesi
3 5
Y I L
S O N R A
fi A M P ‹ Y O N
A N A D O L U ’ D A N
Timsah kılığında ‘kaplan’ ZAFER ÇEL‹K
2
009-2010 futbol sezonunun şampiyonu, büyük bir çıkış yakalayan Bursaspor oldu. Kurulduğundan bu yana, yani yaklaşık 50 yıldır üç büyükler ve Trabzonspor dışında beşinci bir şampiyon çıkaramamış ligde, yeşilbeyazlıların elde ettiği sportif başarı azımsanacak gibi değil. Genç ve hırslı oyuncularıyla büyük takımların dışladığı tecrübeli isimlerin iyi bir harmanını yakalayan Timsahlar, tutkulu taraftarlarının da desteğiyle son yıllarda giderek güçlenen “Anadolu’dan bir şampiyon” hasretine son verdi. Gerçi nefes nefese yaşanan foto-finişin sonucunda mutlu sona ulaşan Bursalıların başarısının önemi, tarihsel bir anons gafletiyle alay konusu olan Fenerbahçe’nin birazcık gölgesinde kalmış da olsa, memleket futbolu açısından yeni bir aşamada olduğumuzu gösteriyor. Bursa’nın şampiyonlukla taçlanan çıkışının kostümlü provası, aslında geçen yıl Sivas tarafından yapılmıştı. Mafioso bir başkan ve faşist/demagog antrenör tarafından sevk ve idare edilen Sivasspor, gizli göreve çıkmış bir “özel tim dayanışmasına” benzetilebilecek
B
ursaspor, Trabzonspor’un ardından lig şampiyonu olan ilk Anadolu takımı oldu. Şampiyonluğa giden yolda Bursaspor tribünlerinin ırkçı tezahüratları da akılda kaldı
“birlik ve beraberlik” ruhuyla son haftaya kadar kovaladığı şampiyonluğu elinden kaçırmıştı. Yakından izleyenler, son yıllarda futbol gelirlerinin iyice artması sonucu Anadolu takımlarının giderek güçlendiğine işaret ediyor-
lardı. Ve yine şaşkın oligarkın (3 büyükler) kötü yönetimler sonucu aşama kaydedemeyip eski günlerini mumla arattıkları da uzun bir zamandır sır değildi. İstanbullular, tıpkı eski forsu olmayan TÜSİAD ya da şu günlerde yeni bir liderlikle
makus talihini yenmeye çalışan yılların elit CHP’si gibi, eski konumlarının değişimine tanık oldular. Ve Anadolu kent takımlarının yükselişi, AKP’nin hegamonyasıyla geçen son 8 yılda “taşranın” siyaset ve ekonomideki yükselişine benzetilebilir. 8
yıldır Türkiye’ye musallat olan neoliberal AKP zihniyetinin elini uzattığı her alanı tanzim etmeyi denemekten geri durmadığı düşünüldüğünde, futbolun da bu durumdan bigane kalmadığı sonucuna varılabilir. Beşiktaş’ta görev yaptığı süre içinde yabancı oyunculara dahi bira içmeyi yasaklayan “Gülen cemaatinin örnek mensubu” Ertuğrul Sağlam’ın takımının, dönemin ruhuna Sivas’tan daha çok yakıştığı rahatça söylenebilir. Ancak şampiyonluğa giden yolda ünlü tribünlerindeki ırkçı/faşist unsurlar tarafından ateşlenen ve Diyarbakır’ın küme düşmesiyle sonuçlanan serüveninin müsebbibi olduklarını da hatırdan çıkarmamak gerekir. Yeşil-beyazlılar bu alanda da yol açtıkları ve haftalar boyu gündemi meşgul eden ırkçı söylemleriyle “faşist saldırganlık” şampiyonluğunu da kazanmış durumdalar. Dönemin ruhuna uygun olarak “Anadolu kaplanlarının” futboldaki yükselişi sürecek. Birkaç yıldır şampiyonluk için yatırımlar yapan Kayseri, Ankaragücü ve Eskişehir gibi hedefli takımların da AKP’li politikacılar eliyle futboldaki güçlerinin sınırlarını zorladıklarına daha çok tanık olacağız.
Süper Lig’in ardından S
üper Lig dramatik bir finalle Bursaspor’un şampiyonluğu ile sona erdi. Bursaspor 75 puanla şampiyonluğu yakalarken iç sahada da en başarılı takım oldu. Bursaspor direkt olarak Şampiyonlar Ligi’ne girmeye hak kazanırken Fenerbahçe ön eleme oynayacak. Türkiye Kupası’nı kazanan Trabzonspor ile ligi 3. sırada tamamlayan Galatasaray ve 4. olan Beşiktaş UEFA Kupası’na katılmaya hak kazandı. Bursaspor Fair Play Ligi’nde ikinci olurken bu ligde birinciliği Gençlerbirliği kazandı. Fair Play Ligi birinciliği, lig boyunca futbolcuların gördüğü sarı ve kırmızı kart sayısına göre belirleniyor. Buna göre sarı ve kırmızı kart sayısı en az olan ekip birinci oluyor.
Art›s› eksisiyle nükleer Türkiye ile Rusya aras›nda 20 milyar dolarl›k "Akkuyu Sahas›nda Nükleer Enerji Santrali’nin Tesisine ve ‹flletimine Dair ‹flbirli¤i Anlaflmas›" imzaland›. Nükleer santral inflaat›n›n yedi y›l içinde tamamlanmas› öngörülüyor. Peki nükleer enerji nedir? Nükleer enerjinin art›lar› eksileri nelerdir ve gerekli midir? Atom çekirdeklerinin fisyonu ya da kaynaflmas› s›ras›nda a盤a ç›kan enerjiye nükleer enerji denir. Nükleer tepkimeler do¤ada kendili¤inden var olmaz; ancak nükleer santrallerde gerçeklefltirilir. Nükleer enerji en kolay Uranyum, Plutonyum gibi radyoaktif elementlerden sa¤lan›r. Do¤ada bulunan uranyum, çeflitli ifllemlerden geçirildikten sonra nükleer enerji elde edilmesine uygun hale gelir. Uranyum atomunun çekirde¤indeki bir parçac›¤›n›n fisyonu sonucu ortaya ç›kan enerji muazzam büyüklüktedir. Bir nükleer santralin üretti¤i enerji Keban Hidroelektrik
Santrali’nin üretti¤inin 100 kat› kadard›r. Nükleer santrallerde çok yüksek ›s› enerjisi olarak a盤a ç›kan bu enerji suya verilir ve su an›nda k›zg›n buhara dönüflür. Bu buhar türbinlerini döndürür ve elektrik enerjisi elde edilir. Bu olay sonucu büyük miktarda buhar artacakt›r ve artan buharlar yeniden so¤utularak su haline çevrilir ve çok h›zl› gerçekleflen bu ifllem defalarca tekrarlan›r. Nükleer santraller petrol, kömür gibi fosil yak›tla enerji üreten santrallere nazaran daha az karbondioksit sald›klar› için ilk bak›flta çevreci geliyor. Ancak nükleer enerji üretimi ciddi riskler tafl›yor. Türkiye, Çernobil facias›ndan etkilenen ülkeler aras›nda oldu¤undan nükleer santrallerin tehlikesi toplumsal belle¤inde yer etmifltir. Kamuoyunca zannedilenin aksine nükleer santraller yaln›zca patlamas› veya bir kaza meydana gelmesi sonucunda tehlike arz etmez. Nükleer santraller büyük miktarlarda at›k üretirler.
Bilim: Aksi ispat edilene kadar... Nükleer at›klar›n ne yap›laca¤› konusunda bugün dünyada hiçbir geçerli çözüm önerisi yoktur. Bu at›klar ya gömülmekte ya da denize at›lmaktad›r. Sonuç olarak büyük ve çözümsüz çevresel problemler meydana gelmektedir. Bir nükleer santralde s›z›nt› oluflmas› demek, çok genifl bir bölgedeki tüm canl›lar›n radyoaktif serpintiye maruz kalmas›, insanlar›n ölmesi, ölümcül hastal›klara yakalanmalar›, yaflam alanlar›n›n yok olmas› anlam›na gelir.
Gol krallığında Kayserispor’un Portekizli forveti Ariza Makukula yer alırken, asist krallığına da 12 asistle aynı takımdan Franco Cangele adını yazdırdı. Makukula aynı zamanda kendi kalesine de en çok gol atan oyuncu oldu. Süper Lig’den Ankaraspor, Denizlispor ve Diyarbakırspor düştü. Yükselen takımlar ise Karabükspor, Bucaspor ve Konyaspor oldu. Sezon boyunca en fazla oyuncuya forma şansı veren ekip Ankaragücü oldu. Ankaragücü’nde sezon boyunca 47 ayrı oyuncu forma giydi. Eskişehirspor’da son maçta oyuna giren 1995 doğumlu Nuri Fatih Aydın isimli oyuncu forma giyen en genç oyuncu oldu. En fazla faul yapılan oyuncu 74 faulle Franco Cangele oldu.
Nükleer d›fl›nda alternatifler var Ülkemizin enerji ihtiyac›na cevap vermek için rüzgar ve günefl enerjisinden yararlanmak ekonomik ve çevresel aç›dan kesinlikle dikkate al›nmas› gereken seçeneklerdir. Bu teknolojilerin dünyada yeterince kullan›lm›yor olmalar›, yeni bir enerji politikas› üzerine düflünmemek için bir mazeret olamaz. Türkiye, hem rüzgâr hem de günefl enerjisi üretmek için çok elveriflli bir co¤rafi konumdad›r. Nükleer santraller yüksek miktarda enerji sa¤lamas›na karfl›n insanl›¤a ve do¤aya verdi¤i zararlar göz önüne al›nd›¤›nda tercih edilebilecek bir enerji de¤ildir. 1986’da meydana gelen Çernobil kazas›n›n ard›ndan nükleer santrallere sahip olan ülkeler ya santrallerini kapatt› ya da yeni santral yap›m›na giriflmedi.
Kaç›n Uranyum geliyor Türkiye’nin nükleer enerji tarihi ABD ile iflbirli¤inin tarihi kadar eskidir. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK) kurulmas›, ABD ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birli¤i aras›ndaki so¤uk savafl dönemine dayan›yor. 1959 y›l›nda ABD, SSCB’ye yönelik Jüpiter füzelerini, Türkiye ile yapt›¤› anlaflmayla bir nükleer araflt›rma reaktörü kurulmas› karfl›l›¤›nda ‹stanbul Büyükçekmece’ye yerlefltirdi. Daha sonra 1962 y›l›nda ABD ve SSCB aras›nda yaflanan füze krizi sonras›nda SSCB Küba’daki füzelerini sökerken ABD de Türkiye’deki füzelerini söktü. Füze krizinden kalan rampa ve tesisler, daha sonra Türkiye Atom Enerjileri Kurumu olarak kullan›lmaya baflland›. Türkiye’nin tarihi, insan ve çevre sa¤l›¤›na zararl› maddelerin uzaklaflt›rmas› konusunda trajikomik olaylarla doludur. 10 y›l önce ‹stanbul’da bulunan radyoaktif bir elemente süpürgeyle müdahale etmeye çal›flan temizlik iflçisini ve 5 y›l öncesinde Kocaeli’nde kimyasal at›klar› bile saklamakta aciz kalan devleti gözümüzde canland›rd›¤›m›zda, nükleer at›klar›n nas›l uzaklaflt›r›laca¤›n› tahmin etmek güç de¤il.
Bilim gerçeklerden kuruludur, t›pk› evin tu¤lalardan kurulu olmas› gibi. Ancak gerçeklerin toplanmas› bilim de¤ildir. T›pk› bir küme tu¤lan›n ev anlam›na gelmemesi gibi.
Henry Poincaré
Kadın Basketbol Ligi oldu T
ürkiye Basketbol Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi ve “Bayan” Basketbolundan Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Julide Sonat, Bundan sonra Bayanlar Ligi yerine, Kadınlar Ligi ifadesinin kullanılacağını açıkladı. Basketbol Federasyonu’nun kararına karşı çıkanlar, kadın kelimesinin “kızları” rencide ettiğini iddia ediyor. Oysa kadınlar, ligin isminin değişmesinden memnun. Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (KA-DER) Başkanı Genel Başkanı F. Çiğdem Aydın, “Bayan kelimesine karşıyız, çünkü kadına 'bayan' demek, erkek egemen toplumun kadınları toplumsal statülerine, yaş ve medeni durumlarına göre kategorilere ayırarak kadın bedeni üzerinde tahakküm kurma arzusundan ileri gelmektedir” diyerek değişikliği destekledi. Kadınlara “sözde” nezaket icabı “bayan” denmesinin kadına hakaret olduğunu belirten Aydın, kadın yerine bayan kullanılmasının Türk Dili kurallarına da aykırı olduğunu söyledi. Aydın şu şekilde konuştu: “Bayan, bir cinsiyeti ifade etmez, bir hitap kelimesidir. Spor takımlarında ısrarla bayan kelimesini kullanmak isteyen federasyonlardan erkek oyunculardan oluşan takımların adını da ‘Baylar …. Takımı’ olarak değiştirmelerini bekliyoruz.” Aydın, son olarak diğer spor dallarındaki federasyonlara da isim değişikliğini yapma çağrısında bulundu.
Bilimsel düflüncenin do¤uflu - 8 ‹bn-i Sina 980 ile 1037 y›llar› aras›nda yaflayan ‹bn-i Sînâ, her fleyden önce bir hekimdir ve bu alandaki çal›flmalar›yla tan›nm›flt›r. T›pla ilgili birçok eser kaleme alm›flt›r. Bunlar aras›nda özellikle kalpdamar sistemi ile ilgili olanlar dikkat çekmektedir, ancak, ‹bn-i Sînâ dendi¤inde, onun ad›yla özdeflleflmifl ve Bat› ülkelerinde 16. yüzy›l›n ve Do¤u ülkelerinde ise 19. yüzy›l›n bafllar›na kadar okunmufl ve kullan›lm›fl olan elKânûn fî't-T›b (T›p Kanunu) adl› eseri akla gelir. Befl kitaptan oluflan bu ansiklopedik eserin birinci kitab›, anatomi ve koruyucu hekimlik, ikinci kitab› basit ilaçlar, üçüncü kitab› patoloji, dördüncü kitab› ilaçlarla ve cerrâhî yöntemlerle tedavi ve beflinci kitab› ise çeflitli ilaç terkipleriyle ilgili ayr›nt›l› bilgiler vermektedir. Felsefe, matematik, astronomi, fizik, kimya, t›p ve müzik gibi bilgi ve becerinin muhtelif alanlar›nda seçkinleflmifl olan, ‹bn-i Sînâ, matematik alan›nda matematiksel terimlerin tan›mlar› ve astronomi alan›nda ise duyarl› gözlemlerin yap›lmas› konular›yla ilgilenmifltir. ‹bn-i Sînâ, mekanikle de ilgilenmifl ve baz› yönlerden Aristoteles'in hareket anlay›fl›n› elefltirmifl ve bu konuda yapt›¤› çal›flmalarla kuvvetle cisim aras›ndaki iliflkide kasri meyil (güdümlenmifl e¤im) terimini gelifltirmifltir. Buna göre kuvvet, cisme etki ederek cisimde bir hareket etme iste¤i uyand›rmaktad›r. Bu, her cisimde farkl› farkl› olmaktad›r. Bu yaklafl›m Newton’da en
geliflmifl haline ulaflan “eylemsizlik ilkesi” ne çok yak›n bir yerde durmaktad›r. ‹bn-i Sînâ bu çal›flmas›yla Yeniça¤ mekani¤ine önemli bir katk› sunmufltur. ‹bn-i Sînâ’n›n güdümlenmifl e¤im terimi, modern fizikte “impetus” terimiyle karfl›lanm›flt›r. ‹bn-i Sînâ, t›p araflt›rmalar› yaparken baz› hastal›klar›n bulaflmas›nda göze görünmeyen birtak›m yarat›klar›n etkisi oldu¤unu, yani mikroplar›n varl›¤›n› sezmifl ve bu bilinmeyen mahluklardan eserlerinde s›k s›k bahsetmifltir. Mikroskobun henüz bilinmedi¤i bir devirde böyle bir yarg›ya varmak çok ilginçtir. Bat›da Avicienna olarak bilinen ‹bn-i Sînâ’n›n, matematik, astronomi, geometri alanlar›nda da genifl araflt›rmalar› vard›r. ‹nsan bilgisinin Tanr›y› ve kâinat› mutlak flekilde anlamaya elveriflli olmad›¤›n› söylerken, akl›n varl›¤›n› kabul eder. ‹bn-i Sînâ’n›n Avrupa biliminde de önemli etkileri olmufltur.
KÜLTÜR SANAT
15
28 May›s 2010 / 10 Haziran 2010
Halk›n Sesi
‹lk Kürtçe LGBTT dergi Diyarbakır’da 3 yıldır çalışma yürüten LGBTT (Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Travesti, Transeksüel) oluşumu, ilk Kürtçe dergileri Hevjin’i çıkardı. İki ayda bir yayınlanacak derginin ilk sayısı, 4 yıl önce İstanbul’da bıçaklanarak öldürülen gazeteci-yazar Baki Koşar’a ithaf edildi.
‹srail’e protesto
“Tekel’in sesi var”
İngiliz şarkı sözü yazarı ve yorumcu Elvis Costello’dan İsrail'e protesto. Ünlü müzisyenler Santana ve Gil ScottHeron'un İsrail konserlerini iptalinin ardından Costello da Filistinlilere uygulanan "aşağılama ve yıldırma" politikalarını kınayarak, İsrail'deki konserlerini iptal etti.
Red Fotoğraf Grubu ve Homur Mizah Grubu’nun hazırladığı ‘Tekel’in sesi var’ fotoğraf ve karikatür sergisi İstanbul’da açıldı. Emeğin serüvenini çizgiler ve fotoğrafla anlatan sergi, DİSK Bank Sen’in İstanbul Şişli’de bulunan binasında ziyaret edilebilir.
Alt›n Palmiye Tayland’›n 63. Uluslararası Cannes Film Festivali sona erdi. Altın Palmiye, Taylandlı Apichatpong Weerasethakul'un 'Uncle Boonmee Who Can Recall His Past Lives' adlı filmine verildi. Büyük Ödüle ise Fransız yönetmen Xavier Beauvois'nın "Of Gods and Men" filmi layık görüldü.
Katalogdan seç, beğen, oku! Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası tarafından hazırlanan ‘İlköğretim Dönemi Çocuk Edebiyatı Kataloğu’ öğrencilere tatilde okumaları için altı yüzün üzerinde kitap öneriyor
E
ğitim Sen’in hazırladığı ve yüzlerce yazardan altı yüzün üzerinde kitabı içeren “İlköğretim Dönemi Çocuk Edebiyatı Katalogu” çıktı. Üç yıl süren bir çalışmanın ürünü olan katalog, bilim insanları, yazarlar, eleştirmenler ve çizerlerin önerileri ile edebiyat türlerinin özellikleri dikkate alınarak oluşturulan ölçütlerle değerlendirilen binlerce kitap arasından bir seçki sunuyor. “Hasan Ali Yücel dönemi dünya edebiyatı çevirilerinden sonra yapılmış en iyi çalışma” övgüleri alan katalog, okulların da tatile girmesiyle çocuklarda kitap okuma kültürünü geliştirmek isteyen anne babalara, öğretmenlere doğru kitap seçimi konusunda yol göstermesi açısından çok önemli bir yeri dolduruyor. ÜÇ YILLIK EMEK Proje koordinatörlüğünü Nabi Belekoğlu’nun yaptığı “İlköğretim Çocuk Edebiyatı Kataloğu”, üç yıl süren bir hazırlık sürecinin ardından çıktı. Sürecin başında, projede yer alan Eğitim Sen İstanbul şubeleri ile Gebze Şubesi’nde proje yürütücüsü öğretmenlerin katıldığı Okul Öncesi Çocuk Edebiyatı, Çocuk Edebiyatı, Gençlik Edebiyatı, Eğitim Psikolojisi ve Eğitim Felsefesi konulu seminerler düzenlendi. Proje gönüllüleri, yayınevlerine giderek projeyi anlatmalarının ardından 93 yayınevinden bağışlanan binlerce kitapla hummalı çalışmaya giriştiler.
KATALOG NASIL HAZIRLANDI? İlk aşamada gönüllü öğretmenler kendi alanlarıyla ilgili kitaplara yöneldiği projede, okul öncesi kitapları anaokulu öğretmenlerince, ilköğretim çağı kitapları sınıf öğretmenlerince, gençlik çağı kitapları da Türkçe ve Edebiyat öğretmenlerince okundu. Kitaplar, sınıflarda okutulup öğrenci görüşleri alındı. Her kitap için yapılan değerlendirmeler çizelgelere işlendi; özetler çıkarıldı. Değerlendirilen kitabın hangi yaş grubuna uygun olduğu belirlendi. Değerlendirmelerin ardından ölçütlere uygun olan kitaplar için “Bu kitap neden söz ediyor?” sorusuna yanıt veren tanıtım yazıları yazıldı. Hazırlanan kataloglar, projenin danışmanlığını yürüten İstanbul Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Necdet Neydim tarafından incelendi. Proje, oluşum sürecinde Eğitim Sen’in internet sitesinde de yayınlandı ve kamuoyunun eleştirisine sunuldu. Çok sayıda bilim insanı, şair, yazar, çizer, eleştirmen, editör, öğretmen, veli, pedagog görüş belirtti. Yapılan eleştiriler ve sunulan öneriler dikkate alınarak kolektif bir ürün ortaya konuldu. YÜZLERCE ÜYEN‹N ORTAK EME⁄‹ Katalog hakkında görüşlerini aldığımız Eğitim-Sen Basın Yayın Sekreteri Serpil Açıl Özer, çok büyük bir emekle oluşturulduğunu belirttiği
ock müziğinin karakteristik figürlerinden Karapaks’ın yeni albümü “Akustik 1992–2009” dört yıl sonra Mayıs ayında müzikseverlerle buluştu. Mavi Sakal’ın eski gitaristi Kaan Altan, Sinan Tansal, Melih Yüzer, Oğulcan Çınar ve Emre Altaç’ın oluşturduğu grup 2004 yılında kuruldu. Kaan Altan bestelerinin akustik versiyonlarından oluşan yeni albüm, aynı zamanda Karapaks’ın müziğinin en samimi ve yalın halini temsil ediyor. Bir dönemin hit şarkıları olma özelliğini taşıyan Al Beni, İki Yol ve Ne Kadar gibi şarkıları da içeren albüm, bu yönüyle yeni neslin keşfine imkan sağlayıcı nitelikte. Karapaks’ın dinleyicilerine iki önemli ve özel sürprizi var. Bu dönemde yazılmış ancak hiç yayınlanmamış Oyuncak, Beni Bir Melek Öldürdü ve Mezarıma Güller Koydum isimli şarkılar bu albümle gün ışığına çıkarken, Türk rock müzik tarihinin en önemli şarkılarından biri olan İki Yol’a da Şebnem Ferah, vokali ile renk katıyor. Karapaks albümünün görsel dünyası, grubun kendi gençlik ve çocukluk dönemlerinin yansıması olarak kurgulandı. Bu çerçevede Karapaks üyeleri, kendilerini ifade ettiğine inandıkları ve çocukluk yıllarından sakladıkları oyuncakları ile kendi fotoğraflarını kendileri çektiler. Albüm kartonetinin tasarımı da grup üyelerinden Sinan Tansal’a ait.
kataloğun, yüzlerce üyenin ortak emeğinin ürünü oluşunun çok anlamlı olduğuna dikkat çekti. Özer, bu çalışmanın eğitim emekçilerinin toplumla buluşması anlamında da önemli olduğunun altını çizdi. Çalışmanın burada bitmediğini ifade eden Özer, kataloğun her beş yılda bir yeni çıkan yayınların da katılımıyla güncelleneceği haberini verdi. Eylül’de iki kataloğun daha hazır olacağını söyleyen Özer, katalogların talep eden şubelere dijital ortamda da verilebileceğini duyurdu. YEN‹ KATALOGLAR YOLDA “İlköğretim Dönemi Çocuk Edebiyatı Katalogu 2010” içerisinde, kataloga ilişkin bilgilerin yanı sıra kullanılan ölçütler, makaleler ve bunların ışığında seçilerek öğretmenler, veliler ve öğrencilere sunulan 612 kitap mevcut. Yoğun talep nedeniyle tükenen “İlköğretim Kitap Katalogu”, gelen eleştiri ve öneriler doğrultusunda yenilerek yeniden basılacak. Ayrıca “Okul Öncesi” ve “Gençlik edebiyatı” katalogları da önümüzdeki aylarda yayımlanacak. Eğitim Sen’in yaptığı çalışmaya benzer tek çalışma Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırladığı 100 Temel Eser çalışmasıydı. İlköğretim ve ortaöğretim için ayrı ayrı hazırlanan listeyi oluşturan kurula bakanlık tarafından baskı yapıldığı iddiaları gündeme gelmiş, seçim kriterleri tartışma konusu olmuştu.
Festivalin Anadolu’daki ilk durağı Diyarbakır U
luslararası İşçi Filmleri Festivali 1 Mayıs’ta gerçekleşen açılışın ardından hiç zaman kaybetmeden yola koyuldu. Ankara, İstanbul ve İzmir’deki eş zamanlı festivallerin ardından Anadolu’daki ilk durak Diyarbakır oldu. Diyarbakır'da ilk kez gerçekleştirilen Uluslararası İşçi Filmleri Festivali, 19 Mayıs günü bir yürüyüşle başladı. İşçiler, yürüyüş sırasında "Güvencesizliğe seyirci kalma" pankartı açtı. Yürüyüşün en önünde arbane çalan gençler yer alırken, arbane eşliğinde halaylar çekildi. GÜVENCES‹ZL‹K VE KÜRT SORUNU B‹RL‹KTE DÜfiÜNMEL‹ Cigerxwîn Gençlik Kültür Merkezi Sergi Salonu'nda gerçekleştirilen festival açılışı,
Zonguldak’ta göçük altında hayatını kaybeden maden işçileri için saygı duruşu ile başladı. Daha sonra festival komitesi adına konuşan Dev Sağlık-İş Örgütlenme Daire Başkanı Zeynep Çelik, güvencesizliğin Türkiye’de işçi sınıfının birinci meselesi olduğunu vurguladı ve “Güvencesiz işçiler hareketinin Türkiye’de işçi sınıfı hareketinin geleceğini temsil ettiğini de artık reddetmek mümkün değil” dedi. “Yok sayılan, hakları tanınmayan Kürtler, işçi yerine konulmayan bu ‘yeni işçi’ kitlesinin de mayasını oluşturuyor” diyen Çelik, güvencesizlik temalı festivalin Diyarbakır’da daha da anlam kazandığına dikkat çekti. Çelik, konuşmasının sonunda festivali İran’da idam edilen öğretmen Ferzad Kemanger’e ve onunla birlikte idam edilen 4 Kürt emekçiye adadıklarını belirtti.
KALB‹M‹Z YER‹N ALTINDA Festivalin düzenleyici kurumlarından olan Halkevleri’nin Genel Başkanı İlknur Birol ise, sözlerine Zonguldak’ta göçük altında kalan maden işçilerini anarak
başladı. Zonguldak’ta yaşanan cinayetin güvencesizliğin bir sonucu olarak ortaya çıktığına dikkat çekti. İki Tekel işçisine çiçek vermek üzere sahneye çağırılan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı
Osman Baydemir, özgürlük ve eşitlik mücadelesinin zorluğuna rağmen kazananların zulme karşı direnenler olacağını söyledi. Gecede, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası Başkanı Bedriye Yorgun, taşerona karşı mücadele eden Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi işçilerine, Şavaklar filminin yönetmeni Kazım Öz de 166 yıl cezaya çarptırılan Azadiya Welat gazetesi sorumlu yazı işleri müdürü Vedat Kurşun adına, Azadiya Welat gazetesi yazarı Adil Zozani’ye çiçek verdi. “Gördüğümüz kendi yüzümüzdür” adlı Tekel belgesel gösterisiyle açılan festivale, Mehmet Özer ve Ahmet Telli şiirleriyle katıldı. Dicle Fırat Kültür Merkezi’nden Farqin de ezgileriyle açılış gecesini renklendirdi. 19 Mayıs’ta başlayan festival, 26 Mayıs’a kadar devam etti.
İranlı yönetmen Cafer Panahi serbest İ
ki buçuk aydır Tahran'daki Evin cezaevinde tutulan İranlı yönetmen Cafer Panahi 21 Mayıs’ta serbest bırakıldı. Panahi'nin kefaletle serbest bırakılmasına karar verildiğini söyleyen başsavcı, ünlü sinemacının serbest kalması için adli ve idari girişimlerin sürdüğünü kaydetti. Cafer Panahi’nin avukatı Farideh Ghyrat, Panahi’nin serbest bırakılmasında, yapılan uluslararası kampanyaların etkisinin büyük olduğunu belirtti. Panahi’nin jüri üyesi olmasına rağmen tutukluluk
halinden ötürü katılamadığı Cannes Film Festivali yürütücüleri, Cafer Panahi’nin tutuklanmasını protesto etmişti. İranlı yönetmen Abbas Kiorastami de, İran hükümetini Panahi’yi serbest bırakmaya davet eden bir açıklama yapmıştı. Ayrıca, Panahi’nin meslektaşları Francis Ford Coppola, Martin Scorsese, Joel ve Ethan Coen, Michael Moore, Oliver Stone, Steven Spielberg ve Robert de Niro'nun aralarında olduğu birçok ünlü isim, geçen ay İran hükümetine yönelik bir kınama yayımlamıştı.
Karapaks’ın yeni albümü çıktı R
AÇLIK GREV‹NE BAfiLAMIfiTI 17 Mayıs’ta adil yargılanma talebiyle açlık grevi başlatan Cafer Panahi, 1 Mart'ta ailesiyle birlikte gözaltına alınmıştı. Yönetmenin ailesi kısa bir süre sonra serbest bırakılırken, Panahi iki buçuk aydır Tahran'daki Evin cezaevinde tutuluyordu. Panahi ile tutukluluğuı süresince telefonla görüşen ailesinden alınan bilgilere göre, 49 yaşındaki ünlü yönetmen 16 Mayıs günü sorgulamaya alınmış, hakkında çeşitli suçlamalarda bulunulmuş ve "aileni de
tutuklarız" denilerek tehdit edilmiş. Tutukluluğu süresince ailesinin kendisini ziyaret etmesine izin verilmeyen ve avukatıyla görüştürülmeyen Panahi, adil yargılanma ve kefaletle serbest bırakılma talebi ile açlık grevi başlatmıştı. İran'ın genç kuşak yönetmenleri arasında dikkat çeken bir isim olan Cafer Panahi, özellikle kadınlara yönelik baskı başta olmak üzere günümüz İran'ındaki toplumsal sorunlara eğilen filmleriyle tanınıyor.
Emek’in yıkımı durduruldu
Y
argı, Emek Sineması’nın yıkımını öngören projeye ‘dur’ dedi. TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin, sinemanın yıkımını öngören projeyi onaylayan kurul kararına karşı açtığı davada, İstanbul 9. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verdi. Sinema semti Beyoğlu’nda bir bir yok edilen sinemalar arasına katılmak istenen Emek Sineması, yıkıma karşı direniyor. Mimarlar Odası’nın “Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Yenileme Kurulu’nun 17.09.2009 gün ve 954 sayılı ve 09.10.2009 gün ve 973 sayılı kararı ve eki avan projelerin iptali ve öncelikle yürütmenin durdurulması” isteğiyle açtığı davada T.C. İstanbul 9. İdare Mahkemesi, 2010/448 ESAS no.lu kararında “Dava konusu işlem, uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararlar doğurabileceğinden, mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra bu konuda yeniden bir karar verilinceye kadar 2577 Sayılı Yasanın 27.maddesi uyarınca teminat alınmaksızın yürütmenin durdurulmasına, 12/05/2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi” denildi. Emek’in yıkılıp alışveriş merkezi yapılmasını öngören projeye karşı sinemaseverler birçok eylemle tepkilerini dile getirmişti.
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ
28 May›s 2010 / 10 Haziran 2010
16 Halk›n Sesi
TÜRK-‹fi YÖNET‹M‹N‹N ‹fi‹ KOLAY OLMAYACAK
Direnişçi işçiler anlatıyor 2
‹stanbul’da iflçiler Türk-‹fl yönetimine sesleniyor: “Ya önderlik yapacaklar ya da yoldan çekilecekler”
‹zmir, 25 May›s sabah›na Türk-‹fl Bölge Temsilcili¤i’ni iflgal eden kad›n Tekel iflçilerinin sesiyle uyand›
İşçi davasından vazgeçmedi Konfederasyonların 26 Mayıs eylemini fiilen iptal etme kararına ilk tepkiler Tekel işçilerinden geldi. Türk-İş’in bölge temsilciliklerini işgal eden işçiler Mustafa Kumlu’nun istifasını istedi
K
ESK’in ısrarlarına rağmen diğer konfederasyonlar, 22 Şubat’ta aldıkları “26 Mayıs’ta genel eylem yapılması” kararından 21 Mayıs günü geri adım attı. Bir günlük iş bırakma eyleminin, “öğlen tatilinde 1 saatlik iş bırakma” eylemi olarak yapılabileceğini duyuran konfederasyonlara ilk tepki, güvencesizlerden ve Türk-İş’deki ilerici sendikalardan geldi. ‹fiGALLER ‹STANBUL’DA BAfiLADI İstanbul’da Tekel işçileri, direnişteki işçiler ve Türk-İş’e bağlı sendika şubelerinden işçiler Taksim Gümüşsuyu’nda bulunan Türk-İş Bölge Temsilciliği binasını işgal etti. İşçiler, Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu’nun ve Türk-İş yönetiminin istifasını istedi. Aynı saatlerde Tek Gıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel, Türk-İş yönetiminin yaptığının kabul edilemez olduğunu vurgulayan bir mesaj yayımladı. Türk-İş binasında işçilerin eylemi sürerken, çok geçmeden direnişte olan Esenyurt Belediye işçileri, İSKİ işçileri, Atv-Sabah grevcileri, İtfaiye işçileri, 50/d’li akademisyenler, Bilgi Üniversitesi işçileri de Tekel işçilerine katıldı. İşçiler, akşam saatlerinde bina önünde yaptıkları basın açıklamasıyla konfederasyonları son kez 22 Şubat’ta aldıkları genel eylem kararına uymaya çağırdı. Kararı uygulamayan Türk-İş yönetiminin de istifa etmesi gerektiğini söyledi. İşçiler, basın açıklamasının ardından 26 Mayıs’a binayı terk etmeyeceklerini ve açlık grevinde olacaklarını duyurdular.
‹ZM‹R’DE “KUMLU ‹ST‹FA” İstanbul’daki Türk-İş işgalinin ardından 25 Mayıs günü İzmir, Tekel işçilerinin Türk-İş işgaliyle güne başladı. Çoğu kadın olan Tekel işçileri, Alsancak’ta bulunan Türk-İş Bölge Binası’ndan “Kumlu istifa”, “Katil AKP hesap verecek” sloganlarını haykırdılar. Halkın Sesi’ne konuşan bir Tekel işçisi, İstanbul’daki eylemi televizyondan izledikten sonra kendilerinin de böyle bir eylem yapmaya karar verdiklerini söyledi. Türk-İş 3. Bölge Temsilcisi Mustafa Kundakçı'nın işçileri eylemlerinden vazgeçirmek için ikna etme çabası sonuçsuz kaldı. İşçilerin gösterdiği tepkinin ardından Kundakçı, "Sendikalı olmayanlar çıksın" uyarısı yaptıysa da işçiler "Burası bizim. Eylemimize destek olan emekçiler de bizle beraber kala-
bilir" diyerek karşılık verdiler ve Kundakçı, binadan ayrıldı. Kundakçı'nın ayrılmasının ardından Türk-İş'e bağlı Tek Gıda-İş, Hava-İş, Deri-İş, Tez Koop-İş, Tümtis İzmir Şubeleri ve Petrol-İş Aliağa Şubesi Türk-İş yönetimini 26 Mayıs grev kararına uymadığı için protesto etti. İşçiler, 26 Mayıs’a kadar binayı terk etmeyeceklerini söylediler. İzmir’in bir saat sonrasında Samsun Bafra’daki Tekel işçileri Türk-İş binasına girdi. Türk-İş yönetiminin almış olduğu kararı protesto eden işçiler üzerinde “Kumlu istifa Samsun ve Bafra TEKEL işçileri” yazan bir pankart açtılar. “Kumlu istifa”, “Direne direne kazanacağız” şeklinde sloganlar atan işçiler burada bir açıklama yaparak eylemlerinin 26 Mayıs grevinin iptaline karşı bir tepki olduğunu dile getirdiler. Açıklamanın ardından bölge
temsilcisi İsmail Topçu ile görüşme yapan işçiler, Mustafa Kumlu ve genel merkez yönetiminin istifa etmesi gerektiğini belirttiler. Topçu’nun da istifasını isteyen işçilere, Topçu yanıt olarak “Yaşanan sorunların çözülebileceğine inansam bir dakika durmam” cevabını verdi. Samsun’un bir iki saat sonrasında Ankara, Adana ve Diyarbakır’da işçilerin Türk-İş bölge temsilcilikleri önünde olduğu haberleri gelmeye başladı. Polis, Ankara’da ve Adana’da işçilerin sendikalarına girmelerini engellemek için bölge temsilcilikleri önüne barikatlar kurdu. ‹fiÇ‹LERE POL‹S ENGEL‹ Ankara Kızılay'daki Türk-İş Genel Merkez binasına giderek eylem yapmak isteyen Tekel işçileri polisin, Türk-
‘Öldüren taşerondur’
Z
onguldak’ta 30 işçinin yaşamını kaybetmesine neden olan grizu patlaması için “Bu mesleğin kaderi bu” diyen Tayyip Erdoğan, güvencesiz öğretmenler, taşeron sağlık işçileri ve işsizler tarafından protesto edildi. 25 Mayıs günü gerçekleşen eylemde Beşiktaş-Üsküdar vapur iskelesinden Erdoğan’ın, İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda bulunan
çalışma ofisi önünü yürüyen güvencesizler burada yaptıkları konuşmalarla iş kazalarında yaşanan can kayıplarının sorumlusunun taşeron sistemi ve buna göz yuman AKP hükümeti olduğunu belirttiler. Aynı gün Kadıköylü Halkevciler de vapur iskelesine “Ölümün adı taşerondur! Güvenceli iş istiyoruz” yazılı bir pankart astılar.
İş Genel Merkez görevlilerinin ve özel güvenlik görevlilerin saldırısına uğradı. Polis, kadın işçileri de gözaltına almak için yan binadan özel güvenlik birimlerini çağırdı. Saldırı sonucunda Tekel işçilerine destek verdiği için TÜBİTAK'ta işten atılan Aynur Çamalan’ın da aralarında bulunduğu altı işçi gözatına alındı. Salih İnceağaç adlı Tokat Tekel işçisinin diyabet hastası olduğu, gözaltına alınan diğer bir Tekel işçisinin de Manisa'dan Ankara'ya ameliyat olmak için geldiği ve iki gün önce böbrek ameliyatından çıktığı öğrenildi. Aynı saatlerde Adana’da Tekel işçileri, Türk-İş yönetimini protesto etmek için Türk-İş bölge temsilciliği binasına girmek istedi ancak karşılarında polisi buldu. Polis, Türk-İş yöneticileriyle birlikte işçilere sözlü hakarette bulunarak saldırmaya başladı. Yaşanan arbede sonrasında bölge temsilciliği binası önünde polis barikatı kuruldu. Polisi, Türk-İş 4. Bölge Temsilcisi Edip Gülnar’ın çağırdığı öğrenildi. İktidar yanlısı değil emekçilerin yanında olan bir sendika istediklerini belirten işçiler, “Türk-İş yönetiminin bundan sonra eylem kararlarından geri adım atması eskisi kadar kolay olmayacak” dedi ve kendilerinin 26 Mayıs genel eylem kararına uyacaklarını söylediler. KAPILARI K‹L‹TLED‹LER Diyarbakır’da Türk-İş Bölge Temsilciliği binasına giden işçiler kapıların kilitli olduğunu gördüler. Bina önünde oturma eylemi yapan işçiler Türk-İş yönetiminin istifasını istediler.
4 Mayıs’ta İstanbul’daki Türk-İş Bölge Temsilciliği’ni işgal eden işçilerle görüştük. İSKİ işçisi Ali Taştan: Konfederasyon başkanlarının grev silahının altını nasıl boşalttıklarını gördük. Biz işçiyiz; bizim en büyük silahımız grev. Sendikalar en büyük silahları olan grev silahını ne yazık ki hükümete karşı kullanmıyor. Bunun yerine ılımlı politikalarla işçileri mağdur ediyorlar. Taştan, 1 Mayıs’taki kürsü işgalinden sonra kendilerini tecrit ve teşhir kararı alan konfederasyonlara “Teşhir edeceklerini söylüyorlar Mustafa Kumlu bizi rahatlıkla bulabilir. Biz aylardır İSKİ Bölge Müdürlüğü önünde direnişteyiz. Biz her platformda karşılarına çıkmaya devam edeceğiz teşhir ve tecrit nasıl olur göstereceğiz” diyerek cevapladı. Burada alınan açlık grevi kararına da uyacağız. Bizim direnişimiz de 80 gündür sürüyor. Kendi sorunlarımızın yanında işçi sınıfının ortak sorunlarıyla da ilgileniyoruz. Neticede iş kollarımız farklı da olsa göz yaşlarımızın rengi aynı. İtfaiye işçisi: Türk-İş çekilme kararı alınca biz de protesto amacıyla buraya geldik ve 26 Mayıs eyleminin gerçekleşmesi için elimizden geleni yapacağız. Tekel işçisi: Konfederasyon başkanlarımız attıkları imzanın arkasında durmadı, biz bu kararı uygulayacağız. İmzasının arkasında durmayan Mustafa Kumlu’nun istifasını istiyoruz. Esenyurt Belediye işçisi: Biz 281 gündür direnişteyiz. Kararından dönen konfederasyon başkanlarının istifa etmesini istiyoruz; çünkü attığı imzanın arkasında durmuyorlarsa orada durmaya hakları da yoktur.
Her şeye rağmen eylemdeydiler T
ekel işçilerine destek için 6 konfederasyonun 22 Şubat 2010’da açıkladığı 26 Mayıs genel grevi, 6 konfederasyondan 4’ünün genel eylemi birer saat iş bırakma eylemine çevirme kararına rağmen yapıldı. İş bırakma kararından vazgeçmeyen KESK, grevi Zonguldak’taki iş cinayetinde hayatını kaybeden maden işçilerine adadı. Eylemlerde Türk-İş yönetimine öfke vardı.
Yukar›daki foto¤raf Ankara’dan. Alttakiyse ‹zmir Halkevi korteji
Adana Adanalı emekçiler siyasi partiler ve demokratik kitle örgütlerinin de katılımıyla iki koldan Uğur Mumcu Meydanı’na yürüdü. Adana Tekel işçilerinin “Kumlu’ya inat 26 Mayıs’ta alanlardayız” pankartıyla katıldığı yürüyüş boyunca sık sık “Genel grev, genel direniş” sloganları atıldı. Artvin KESK’in çağrıcılığını üstlendiği eyleme Halkevleri, ÖDP, TMMOB, DİSK, Öğrenci Kolektifleri, Liseli Genç Umut katıldı. Saat 12.30’da çok katlı otopark önünde toplanarak basın açıklaması yapan emekçiler, AKP’nin uyguladığı sömürü politikalarını eleştirdi. Zonguldak’taki maden işçilerinin, kaderin değil AKP’nin taşeron sisteminin mağduru oldukları dile getirildi. Ankara Ankaralı emekçiler farklı toplanma
26 Mayıs grevi konfederasyonların tavır değişikliğine rağmen yapıldı. Eylemlerde Türk-İş yönetimine öfke vardı noktalarında bir araya gelerek saat 11.00’den itibaren basın açıklamalarının yapılacağı Ziya Gökalp Caddesi’ne doğru yürüyüşe geçti. Eylemde KESK Genel Sekreteri Emirali Şimşek, DİSK Ankara Temsilcisi Kani Beko ve KESK Ankara Şubeler Platformu dönem sözcüsünün kitleye seslendiği açıklamalarda, güvencesizliğe karşı mücadele edilmesi gerektiği vurgulandı. Hatay Hatay'da grev, sabah saat 07.00’de de okulların gezilmesi ile başladı. Okullara ‘Bu iş yerinde grev var’ yazılı pankartlar asıldı. İşyerlerinde davulzurnalı şenlik ve kısa konuşmaların ardından bin kişilik bir kitle ile Ulus Meydanı'na yürünerek kitlesel basın açıklaması yapıldı. Açıklama grev halayı çekilerek sonlandırıldı. ‹stanbul İstanbul’da dört farklı yerde (Okmeydanı, Kartal, Beyazıt ve Gazi
Osmanpaşa) gerçekleştiren eylemlere yaklaşık 8.000 emekçi katıldı. Okmeydanın’da konuşma yapan Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu güvencesizliğe, taşeronlaştırmaya karşı mücadelelerini sürdüreceklerini vurguladı. En kitlesel katılımın gerçekleştiği Beyazıt Meydanı’ndaki fiili mitingde konuşma yapan KESK Genel Başkanı Sami Evren ise güvencesizliğe karşı sokakta mücadele etmeye devam edeceklerini belirtti. 26 Mayıs’ın bir başlangıç olduğunu, yeni grevleri örgütlemeye devam edeceklerini söyledi. ‹zmir İzmir’de eylem, Türk-İş, DİSK, TMMOB, demokratik kitle örgütleri ve partilerin katılımıyla yapıldı. Sabah saat 11.00’da toplanmaya başlayan emekçiler 11.30’da yürüyüşe geçtiler. DİSK adına Ege Bölge Temsilcisi Cafer Konca ve KESK İzmir Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Ramis Sağlam birer konuşma yaptılar. Konuşmalarda sendikacılar grev
kararının arkasında durmayan Türkİş yönetimini eleştirdiler. Konya Konya’da ise iki farklı basın açıklaması yapıldı. KESK’e bağlı sendikaların Konya şubeleri Alaattin Meydanı’nda biraraya gelirken Halkevleri, HKP ve EDP’de Kayalı Park’da bir açıklama yaptı. Mersin Mersin'de emekçiler güvenli gelecek ve güvenceli iş için alanlardaydı. Saat 11.00’de İstasyon Meydanı'nda bir araya gelen emekçiler buradan AKP binasına kadar bir yürüyüş gerçekleştirdiler. 2 binin üzerinde emekçinin katıldığı yürüyüş boyunca “Sendikalar göreve genel greve”, “Kahrolsun sendika ağaları”, sloganları atıldı. Zonguldak Zonguldak'ta maden işçileri de 1 saatlik iş bırakma eylemi yaptılar. Grizu patlaması sonrası yaşamlarını yitiren maden işçilerinin anıldığı eylemde çalışma koşullarının düzeltilmesi, taşeronlaştırmanın son bulması çağrısı yapıldı. Zonguldak'ta ayrıca KESK'a bağlı kamu emekçileri ve demokratik kitle örgütlerinin katılımıyla bir eylem gerçekleştirildi. Maden faciasında hayatını kaybeden işçiler anıldı.