Halkın sesi 129

Page 1

SAYFA

3

SAYFA

‘K›z›ldere devrime akar’ On’lar unutulmad›, anma etkinliklerine kat›lan binler, direnifl ve dayan›flman›n tarihine sahip ç›kt›

6

Hava zehirli, bakan suskun Ankara’da hava kirlili¤i tehlikeli seviyeye ulaflt›. Bakanl›k önlem almak yerine sessizli¤ini koruyor

SAYFA

13

Kitap düflmanlar›n›n tarihi Matbaas›na el konulan Ebuz Ziya: ‘Zulüm eflyaya intikal ettiyse, bil ki zeval yak›nd›r’

SAYFA

14

Arna’n›n çocu¤u öldürüldü Arna’n›n Filistirlilere kardefl yapt›¤› o¤lu Mer-Khamis’i ‹srail askerleri öldürdü

11 Nisan 2011 • 1 TL

Y›l 5 • Say› 129

DERELER, L‹SELER, GÜVENCES‹ZLER

Şifre isyanla çözülüyor Liselilerin isyan› dalga dalga büyürken Ankara 3 Nisan’da güvencesiz iflçilerin, 9 Nisan’da kardefl derelerin, 10 Nisan’da Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisi’nin eylemlerine sahne oldu

Güvencesiz iflçinin günü 20’den fazla emek ve meslek örgütü 3 Nisan’da ‘güvenceli ifl, insanca yaflam’ için Ankara’da bulufltu. Binlerce iflçinin kat›ld›¤› eyleme pek çok iflçi direnifl ve grevinin coflkusu yans›d›. S. 2

Vurguncu ifl bafl›nda

fiifre skandal›, ‹stanbul’dan Van’a, Bal›kesir’den Antakya’ya son dönemin en genifl gençlik eylemlerini tetikledi

Militan sokak eylemleri yaln›zca YGS flifresini de¤il AKP’ye karfl› etkili muhalefetin yolunu da gösteriyor

Alp Tekin Babaç / Sayfa 2

D. Tonguç Cankurt/ Sayfa 4

Küçük halaylar birleflti

Talimatla gazetecilik

Yüksekö¤retime Geçifl S›nav›’nda flifreli kitapç›k kullan›m›na isyan ederek eylemler yapan yüz binlerce liselinin ve bir o kadar velinin öfkesinin alt›nda s›nava dayal› e¤itim sistemi ve AKP’nin gerici kadrolaflmas›na duyulan tepki var S. 4

Bu dönem gerçeklefltirilen toplumsal muhalefet eylemlerini genel seçim öncesi toplumda artan siyasallaflma e¤ilimleri olarak de¤erlendirmek eksik olacakt›r... YOL YAZISI S. 3

Münür Rahvanc›o¤lu / Sayfa 7

K›br›s: Durursak düfleriz

Geride kalan Japonya

YGS’de şifre bardağı taşıran son damla

TOK‹ ve Ali A¤ao¤lu deprem tehlikesine karfl› kentsel dönüflüm öneriyor. Deprem tehlikesini rant projelerine dayanak yaparak y›k›m yapmak istiyor S. 7

Esmeray Yo¤un / Sayfa 10

Yumurta k›rmadan...

Libya: Doğru bilinen yanlışlar

Japonya’da yaflayan çevirmen dostumuz ‹nan Öner’le depremi, tsunamiyi, nükleer felaketi ve Japonya’daki etkilerini konufltuk. Öner deprem sonras› tan›kl›klar›n› anlatt› S. 11

Libya’daki iflgal tan›d›k senaryolara dayansa da iflgalin nedenleri her savaflta ortaya at›lan ezberlerden farkl› olgulara dayan›yor. ‹flgalciler Arap isyan›n› dizginlemek mi istiyor? S. 12

Madende AKP talan› ‹fl kazalar›, iflçi ölümleri ve do¤ada yaratt›¤› tahribatlarla kanayan bir yara haline gelen maden sahalar›, karl› bir yat›r›m alan› olarak sermayeye peflkefl çekiliyor S. 9

‹FF 2011: Do¤al olarak direnifl Bu y›l alt›nc›s› düzenlenecek Uluslararas› ‹flçi Filmleri Festivali için geri say›m bafllad›. 1-8 May›s tarihlerinde ‹stanbul, Ankara ve ‹zmir’de efl zamanl› gerçeklefltirilecek festivalin bu y›lki temas›

‘do¤an›n ya¤malanmas› ve karfl› direnifl.’ Festivalde HES’lerden siyanürlü alt›n madencili¤ine, do¤a konusunda çekilmifl yerli ve yabanc› filmler festival izleyicisiyle buluflacak. S. 14

Türban kimin talebi ‹slamc› kad›nlar›n baflörtülü vekil kampanyas› bir kez daha gösterdi: AKP için türban, sadece ma¤duriyet için kullan›lacak bir araç S. 10


2

3 NİSAN 11 Nisan 2011 / 21 Nisan 2011

Halk›n Sesi

3 N‹SAN 2011 ANKARA KOLEJ MEYDANI

Küçük halaylar birleflti undan 5 sene önce taşeron sağlık işçileri, metal işçileri, mühendisler, öğretmenler, doktorlar ortak bir taleple yürüyecek dese inanabilir miydiniz? Ya da bundan 30 sene önce biri “doktor olup ne yapacaksın?” dese gülüp geçmez miydiniz? Bugün bunların hepsi gerçeğin ta kendisi ve gülünüp geçilmeyecek kadar da acı… 3 Nisan’da DİSK, KESK, Türk-İş’ten birçok emek örgütü ve meslek örgütleri, güvenceli iş ve insanca bir yaşam için Ankara’da yürüdü. Bu miting, ülkedeki farklı konfederasyonlardan sendikalardaki emekçilerin “Güvenceli iş ve insanca yaşam” talebiyle bir araya geldiği bir miting olması sebebiyle Türkiye’de bir ilkti. Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi önünde Acil girişindeki kantinde 2 Nisan gecesi bir kalabalık var. Hastanedeki taşeron sağlık işçileri İstanbul’a gidecek otobüsleri Alp Tekin bekliyorlar. Otobüsler Babaç geldikten sonra vedalaşma başladı. Gece vardiyası atb@ olduğu için gelemeyen sendika.org birçok taşeron sağlık işçisi arkadaşlarını Ankara’ya uğurladı. İçlerinden Ankara’ya gelemediği için neredeyse ağlayacak olanlar vardı. Otobüsler Kurtköy’de uzunca bir süre durdu. İşçiler bu uzun molayı eğlenceye çevirdi. Tıpkı taşerona ve güvencesizleştirmeye karşı tek tek işyerlerinde başlayan direnişler gibi irili ufaklı halaylar ve horonlar başladı ve sonunda büyük bir halay kuruldu. Uzun bir yolculuktan sonra İstanbul’dan gelen işçiler Ankara’daki Kurtuluş Parkı’na ulaştı. Kurtuluş Parkı’nda davul zurnayla karşılandılar. Bu davulcular, miting olacağını internetten öğrenmiş ve para kazanmaya çalışan kişilerdi ancak kısa süre sonra mitinge katılanların da kendi gibi güvencesiz olduğunu anladılar ve para istemeyi bıraktılar. Ses araçları çalan müzikler, atılan sloganlar, taşınan pankart ve dövizler Dikimevi Kavşağı’nı bir bayram yerine çevirmişti. Mitinge katılan Halkevleri’nin ses aracı belki de en kullanışlı ses aracıydı. Ne bir otobüs ne de bir arabaydı bu. Bu tekerlekli bir alışveriş merkezi sepetine yüklenmiş hoparlör ve hoparlöre bağlı kablonun ucundaki mikrofondan ibaretti. Kortejler oluşturan işçiler yürüyüşe başladı. En önde, greve giden ve MESS’i yenilgiye uğratarak sınıf mücadelesinin bayrağını bir adım ileriye taşıyan Birleşik Metal-İş vardı. Birleşik Metal-İş’in arkasında Dev Sağlık-İş yer alıyordu. Taşeron sağlık işçileri, kendi yöntemleriyle kortej oluşturdular. Herkes bir öndeki arkadaşının omzuna elini uzattı ve bir anda kortej oluştu. Kimi işçi, işyerinde yaşadığı sıkıntıları anlatıyor, kimi de uğradığı haksızlıkları var gücüyle duyurmak istiyor. Neredeyse hiçbiri 8 saat çalışmıyor. 12, 16 hatta bazı durumlarda 30 saatten fazla çalışan var. Hemen hepsi, uzun iş günü ve düşük ücret sebebiyle sendikalı olmaya karar vermiş. Eyleme katılan sendikaların büyük bölümü mücadeleci sendikalar olduğu için üyeleri de daha önce eyleme katılmışlardı ama içlerinde Polatlı Duatepe Devlet Hastanesi’ndeki taşeron sağlık işçilerinin belki de ilk eylemiydi. SES kortejinde yürüyen bu işçiler, işyerinde hakarete uğradıklarını utana sıkına dile getiriyor, ‘ücretler az yatıyor’u zorla diyebiliyordu. Kim bilir daha ne sıkıntıları vardı. Mitinge gelenler güvencesiz işçiler olunca mitinge gelen işçilerin yanı sıra neredeyse bir bu kadar daha gelemeyen arkadaşlarının olduğunu öğreniyoruz. Bunun sebebi paranın olmayışı. Bu sıkıntı daha çok Doğu ve Güneydoğu’daki işçilerin çektiği bir sıkıntı, Çünkü Ankara onlara çok uzak… Taşeron sağlık işçileri, metal işçileri, belediye işçileri, psikologlar, mimarlar, mühendisler, ücretli öğretmenler, sözleşmeli öğretmenler, dershane öğretmenleri, sağlık çalışanları, alışveriş merkezlerinde çalışan işçiler, kargo işçileri, nakliye işçileri, set ve sinema işçileri, enerji işçileri, emekliler, havayolu işçileri, basın işçileri, belediyelerdeki park bahçe işçileri, deri işçileri, tütün işçileri, basın işçileri… Hepsi güvencesiz çalıştırılıyor ve “Artık yeter” diyorlardı. Sendikalı olmak isteyen işçilerden işlerine geri dönmek için mücadele eden direnişçi işçilere, ücretleri zamanında ödenmeyen çalışanlardan günde 16 saat çalışmak istemeyen işçilere kadar hepsinin ortak talebi güvenceli iş ve insanca yaşam talebiydi.

B

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29)

editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

KESK Genel Baflkan› Döndü Taka Ç›nar

‘3 Nisan bir başlangıç’

T

Güvencesizlerin günü

aleplerimiz açık. Güvencesiz çalıştırmanın yasaklanması ve insanca bir yaşam. Güvenceli iş talebi bizim temel mücadele alanımız. Bu eylemin bir başlangıç olmasını, birleştirici bir rol almasını bekliyoruz.

Dev Sa¤l›k-‹fl A¤r› fiube Baflkan› Saim Akbulut

Ankara’da buluflan 20 emek ve meslek örgütü “Güvenceli ifl insanca bir yaflam” dedi. ‹lerleyen günlerde bu ses daha gür ç›kacak

T

aşerona ve güvencesizleştirmeye karşı bir araya gelen binlerce emekçi 3 Nisan’da Ankara’da uzun soluklu bir mücadele için önemli bir adım attı. Birleşik Metal-İş, Petrol-İş, Dev Sağlık-İş, Hava-İş, SES, Nakliyat-İş, Tek Gıda-İş, Haber-Sen, Limter-İş, Belediye-İş, Sine-Sen, TÜMTİS, Dev Maden-Sen, Deri-İş, Sosyal-İş, Basın-İş, EnerjiSen, TTB, BTS, ESM tarafından düzenlenen, Eğitim-Sen, Spor-Sen, Tarım Orkam-Sen, TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası, Yapı Yol-Sen, Tüm Bel-Sen’in yanı sıra çok sayıda siyasi parti ve demokratik kitle örgütünün de destek verdiği “Güvenceli İş, İnsanca Yaşam” mitingine binlerce emekçi katıldı. Miting boyunca emekçilerin mücadele alanlarından getirdikleri özgünlükler attıkları slogandan kortej oluşturma biçimlerine ve taşıdıkları dövizlere kadar yansıdı. Dikimevi Kavşağı’ndan sloganlarla yürüyüşe geçen emekçiler, Kolej

Kavşağı’na varınca miting başladı. Mitingde ilk konuşmayı Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu yaptı. Çerkezoğlu, AKP’nin emekçilere ve halka zararlı olduğunu dile getirdi ve AKP’nin cebinde kıdeme saldırı ve özel istihdam büroları bulunduğunu söyledi. Çerkezoğlu konuşmasını şu şekilde bitirdi: “Biz yürürüz, yol olur dedik ve adı Kurtuluş

olan bu meydana geldik. Herkes bilsin ki mücadele yeni başlıyor.” Çerkezoğlu’nun ardından konuşan Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin, “Bizler, yetmez ama evet diyerek AKP’nin değirmenine su taşıyanların sahip olduğu işyerlerinde sendikalı olduğumuz için işten çıkarılanlarız” dedi. 3 Nisan’ın mücadele açısından bir milat

olduğuna değinen Ayçin, emekçilerin siyasete müdahale etmesi gerektiğini belirtti. Ayçin’in ardından konuşan SES Genel Başkanı Bedriye Yorgun, güvenceli iş talebinin SES’in temel taleplerinden biri olduğunu belirtti ve sağlık çalışanları olarak greve gideceklerini söyledi. Grev kararını alandaki herkes alkışladı. Yorgun, “Miadı dolmuş bu yönetim

anlayışını hep beraber tarihin çöplüğüne gömeceğiz” dedi. Konuşmaların ardından Dev Sağlık-İş ve Birleşik Metal-İş üyesi birer işçi mitingin ortak metnini okudu. İş cinayetlerinde ölen işçilerin anıldığı girişin ardından işçiler taleplerini sıraladı: *4/B, 4/C, 50/D, sözleşmeli, ücretli, vekil gibi tüm güvencesiz çalışma kategorileri kaldırılsın. *Taşeron çalıştırma yasaklansın. *İnsanca yaşayacak bir asgari ücret. *Tüm çalışanlar için iş güvencesi ve sosyal güvence. *Tüm çalışanlar için sendika ve grev hakkı. Miting alanında yapılan konuşmaların tamamı büyük alkış aldı. Konuşmaların ana ekseni 3 Nisan’ın uzun soluklu bir mücadelenin başlangıcı olması temennileri ve güvencesizleştirmeye karşı birleşik bir mücadele verilmesiydi. Aydoğan Topal’ın şarkılarıyla biten mitingle emekçiler bir ilki gerçekleştirmiş oldu.

Birleşik mücadeleye 3

Nisan’daki mitingi mitingde konuşma yapan sendika başkanları, Halkın Sesi’ne mitingi değerlendirdi. Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, güvencesizleştirmeye karşı farklı konferedasyonlardan emek ve meslek örgütlerinin birleşmesinin önemli olduğunu söyledi. Mitingden güvencesizleştirmeye karşı mücadelenin sınıf mücadelesinin ana ekseni olacağı yönünde bir iradenin ortaya çıktığı belirten Çerkezoğlu, eylemin sınıf mücadelesinde yeni bir sendikal hareketin inşa sürecine işaret ettiğini ifade etti ve birlikteliğin kofederasyonları, işsiz, sendikasız herkesi kapsayacak çalışmalar içine girmesi

gerektiğini söyledi. SES Genel Başkanı Bedriye Yorgun, 3 Nisan eyleminin bir mücadele başlangıcı olduğunu belirtti. Eyleme güvencesizleştirmeye müdahale eden sendikaların katılımının yoğun olduğunu belirten Yorgun, sermayenin tüm çalışanları farklı istihdam biçimleri altında böldüğüne işaret etti. “Sistem böl, parçala, yönet taktiği uyguluyor” diyen Yogun, 3 Nisan’da parçalanmak istenenlerin bir araya gelmesinin önemli olduğunu ve bu iradenin ilerleyen günlerde de sürmesi gerektiğini söyledi. Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin, güvencesizleştirme saldırılarını gündem haline

getirmenin önemli olduğunu söyledi. Konfederasyonların yapmadığı bir eylemi ayrı ayrı sendikaların bir araya gelerek örgütlemesinin önemli olduğunu söyleyen Ayçin, işçi sınıfının krizden çıktıktan sonra bir arada taleplerini haykırmasının önemine değindi. Birlikteliğin kalıcı bir birliktelik olması gerektiğini ifade eden Ayçin şunları söyledi: “AKP’nin 12 Eylül referandumundan bu yana yaptıkları ortada. Ulusal İstihdam Stratejisi, kıdem tazminatının budanması, özel istihdam büroları gibi emeğe yönelik saldırıları da gündemde olacak. Dolayısıyla bu saldırıları püskürtebilmenin yolu birlikte mücadele etmekten geçer.”

Emeğe saldırı anayasal hâl aldı AKP’nin yeni Anayasa Mahkemesi üyelerini atamas›n›n ard›ndan yeni mahkemenin ilk ifli eme¤e sald›r› oldu. Tekel iflçilerinin Ankara’da 78 gün süren direniflleriyle ülke gündemine gelen 4/C maddesinin ifade etti¤i güvencesiz çal›flt›rma biçimi Anayasa Mahkemesi taraf›ndan uygun bulundu. Anayasa Mahkemesi, 657 say›l› Devlet Memurlar› Yasas›’n›n, geçici personel çal›flt›r›lmas›na olanak sa¤layan “4/C” maddesinin iptali istemini oyçoklu¤uyla reddetti. Anayasa Mahkemesi heyeti, bu baflvuruyla ilgili ilk

incelemesini 20 May›s 2010’da yapm›fl, davay› esastan görüflmeye, yürürlü¤ünün durdurulmas› isteminin de esas inceleme aflamas›nda ele al›nmas›na karar vermiflti. Bu kararla tart›flmal› 4/C maddesi anayasal olarak geçerlilik kazanm›fl oldu. Daha önce emekçileri yak›ndan ilgilendiren

bu tarz yasa önerileri meclisten geçiyor ancak Anayasa Mahkemesi bu uygulamalar› anayasaya ayk›r› buluyordu. AKP’nin kamuda hayata geçirmeye çal›flt›¤› esnek ve güvencesiz çal›flt›rman›n önünün Anayasa Mahkemesi’nin 4/C karar›yla aç›ld›¤›n› belirten KESK, ifl güvencesine ve kazan›lm›fl haklara yönelik bu tür sald›r›lara karfl› mücadele edeceklerini ifade etti. “Gelece¤imizin karart›lmas›na izin vermeyece¤iz” diyen KESK, tüm emekçileri insanca yaflam, güvenceli ifl, güvenceli gelecek için mücadeleye ça¤›rd›.

‘Taşeronu kaldıracağız’ ğrı’da sağlık alanında A ilk sendikayız diyebiliriz ve bu alanda çalışanlara sendikanın nasıl bir şey olduğunu gösteriyoruz. Oradaki arkadaşlarımız özlük haklarını öğrendiler. Ağrı’ya dönünce mücadeleye devam edeceğiz. Sağlıkta taşeronu kaldırana kadar mücadele edeceğiz.

Ufuk Bofltan ‹SG iflçsi Hava-‹fl üyesi

‘Yat kat değil hak’

T

aşerona son verilsin istiyoruz. Çocuklarımızın geleceğini düşünüyoruz. Onurlu bir yaşam istiyoruz, Tayyip Erdoğan’ın oğlu gibi yat kat istemiyoruz. Biz ailemizin rahat yaşayacağı bir yaşam istiyoruz. Hakkımız olanı istiyoruz.

Lezgin Aras ‹nflaat mühendisi

Mühendisler güvencesiz ühendislerin de çok M ciddi sıkıntıları var. Yeni mezun olan meslektaşlarımız işsiz kalıyor ya da başka işlerde çalışıyorlar. Tüm bunlara karşı bir imza kampanyası başlattık. Toplumun her kesiminin destek vermesini bekliyoruz.


3

GÜNDEM 11 Nisan 2011 / 21 Nisan 2011

Halk›n Sesi

K›z›ldere’de 30 Mart 1972’de katledilen THKP-C ve THKO önderleri, Türkiye’nin dört bir yan›nda düzenlenen eylem ve etkinliklerle an›ld›. K›z›ldere, ‹stanbul’da ilk defa Taksim’den Galatasaray Lisesi’ne yap›lan ve yüzlerce kiflinin kat›ld›¤› bir yürüyüflle an›ld›. “Direniflin ve dayan›flman›n tarihine sahip ç›k›yoruz” slogan›yla düzenlenen

Kızıldere devrime akar eylemde Galatasaray Lisesi önünde bir bas›n aç›klamas› yap›ld›. Aç›klamay› Halkevleri Genel Baflkan› ‹lknur Birol yapt›. Birol, bugün iktidar›n t›rmanan faflist bask›lar›na karfl› önderlerin K›z›ldere örne¤inde ortaya koydu¤u gibi devrimci dayan›flma ile yan›t verilmesi gerekti¤ini belirtti. Aç›klaman›n

ard›ndan P›nar Sa¤ ve ‹lkay Akaya K›z›ldere türküsünü seslendirdi. Kitlenin efllik etti¤i türkünün ard›ndan eylem sona erdi. K›z›ldere’de yaflam›n› yitiren devrimciler, Ankara’da Mahir Çayan’›n mezar›n›n bulundu¤u Karfl›yaka Mezarl›¤›’nda yap›lan anmalarla an›ld›. Bu anmalardan

Devrimci Gençlik’in yapt›¤› anmada flu konuflma yap›ld›: “Zannetmeyin ki cellatlar›n düzeni y›k›lmayacak. 30 Mart’ta Mahir hükmü verdi, cellatlar›n düzeni y›k›lacak! Bu düzen çürümüfltür! 8 Aral›k’ta SBF’de, 15 Aral›k’ta ve 5 Ocak’ta ODTÜ’de Dev-Genç hükmünü verdi, cellatlar›n düzeni y›k›lacak! Bu düzen

Kürt sorununda barışçıl irade B

arış ve Demokrasi Partisi ile Demokratik Toplum Kongresi, yüz binlerin katılımıyla gerçekleşen Newroz mitinglerinin hemen ardından düzenledikleri toplantıda “sivil itaatsizlik” eylemleri başlatacaklarını açıklayınca Kürt sorununda yeni bir dönem başladı. İlki 24 Mart’ta Diyarbakır’da gerçekleştirilen sivil itaatsizlik eylemleri dört ana talep üzerinden Türkiye’nin dört bir yanında yüz binlerce Kürdün sokaklara çıkmasıyla devam etti. Anadilde eğitim hakkı, KCK’den tutuklanan Kürt siyasetçilerin serbest bırakılması, seçim barajının kaldırılması ve askeri-siyasi operasyonların durdurulması talepleriyle düzenlenen sivil itaatsizliğin tarifini BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş şöyle yaptı; “Sivil siyasetle, demokratik halk gücüyle, sivil itaatsizlik eylemleriyle sürece müdahale edilmesini istiyoruz. Türkiye'nin çoğunluğu bu sorunun demokrasi ve barış içinde çözülmesini istiyor. Biz demokratik direniş hakkımızı kullanacağız. Sivil itaatsizlik yöntemleriyle hiçbir çatışmaya mahal vermeden en büyük halk gücüyle meydanlarda olacağız.” İTAATSİZLİĞE POLİS EYLEMSİZLİĞE ASKER SALDIRDI Diyarbakır’da on binlerce kişinin katılımıyla başlayan sivil itaatsizlik

Sivil itaatsizlik eylemleri, şimdiye kadar “silahı bırakın, her şeyi yapabilirsiniz” diyenlerin “Kürtlere siyaset yaptırmama” niyetlerini ortaya çıkardı eylemleri başta Batman, Van, Şırnak, Hakkari, Siirt, Bitlis, Dersim olmak üzere bölge illerinde yüz binlerin katılımıyla sürdü. Ardından İstanbul, İzmir, Muğla, Bursa, Kocaeli, Ankara gibi batı illerinde gerçekleştirildi. Onlarca kent merkezinde kurdukları çadırlarla oturma eylemleri düzenleyen Kürtler, taleplerini olabildiğince yaygın bir şekilde dile getirdi. Devlet ise sivil itaatsizlik eylemlerine polis saldırıları ve eylemleri engelleme girişimleriyle karşılık

verdi. Diyarbakır’daki ilk eylemde çadırlara el koymaya başlayan polis, arkasından gelen eylemlerde de çadır kurulmasını engelledi. Ancak gösterilere katılanlar, oturma eylemleriyle çadır kuramadıkları yerlerde de itaatsizliği sürdürdü. Çadırlara el koyarak eylemlere engel olamayan polis, bu kez de gaz bombaları ve panzerlerle kitlelere saldırma yoluna gitti. Polis saldırılarından BDP’li milletvekilleri de etkilendi, vekiller yerlerde sürüklendi, biber gazına maruz kaldı.

Sivil itaatsizlik eylemlerine dönük polis saldırıları sürerken, eylemsizlik halindeki PKK’lilere de hükümet inisiyatifinde askeri operasyon başlatıldı. Hatay’da 9 PKK’linin yaşamını yitirdiği askeri saldırı Kürtleri barışçıl eylemlerden vazgeçirmeye dönük provokasyon olarak yorumlandı. AKP’NİN ‘SİVİL CUMA’ SIKINTISI Tüm saldırılara rağmen sivil itaatsizlik eylemleri DTK Eş Başkanı Ahmet Türk’ün ifadesiyle

“Panzerler ezse de şiddete başvurmadan” sürdü. Sivil itaatsizlik eylemlerinin en çok ses getiren biçimi ise “Sivil Cuma namazları” oldu. Eylemler kapsamında 1 Nisan ve 8 Nisan’da bölgede camiler boşaldı, binlerce Kürt “Demokratik Çözüm Çadırları”nda Cuma namazı kıldı. Kürt illerindeki örgütlenmesinde Gülen cemaatine bağlı resmi görevli imamların etkisi bulunan AKP’nin, ‘Sivil Cuma’ya tepkisini bizzat Başbakan Erdoğan dile getirdi. Erdoğan, sivil Cuma namazının ‘ayrımcılık’ olduğunu iddia ederken “Dinimizin içine nifak sokuyorlar” dedi. Camilerin boşalmasına sert çıkan Erdoğan, sivil itaatsizlik eylemlerine de “sivil iradesizlik” diyerek tahammülsüzlüğünü gösterdi. Sivil itaatsizlik eylemlerine Erdoğan’ın gösterdiği sert tepkiye yanıt veren Selahattin Demirtaş, sivil Cuma namazlarını şöyle gerekçelendirdi: “Halkımız, Diyanet’in gönderdiği Türkçü, Fethullahçı, devletçi bütün imamları reddederek, kendi içindeki imamın arkasında saf tutmaya devam etmelidir.” Demokratik ve barışçıl eylemlerle sokağa çıkan Kürt halkına dönük polis saldırıları ve AKP’nin barışçıl taleplere kulaklarını tıkaması, “silah bırakılınca her şey konuşulur, her eylem yapılır” diyenlerin gerçek niyetini, Kürtlere siyaset yaptırmama olduğunu açığa çıkardı.

çürümüfltür!” Ankara’da bir anma da Mahir Çayan’›n okulu Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yap›ld›. 30 Mart ‹zmir, Eskiflehir ve Kocaeli’nde gerçeklefltirilen kitlesel yürüyüfl ve etkinliklerle an›ld›. Karadenizli devrimciler ise K›z›ldere’de yaflam›n› yitiren Cihan Alptekin’in Rize’nin F›nd›kl› Oce Köyü’ndeki mezar›nda bir anma gerçeklefltirdi.

Tufan patladı 1

9 katliamının adının ‘Hayata Dönüş’ değil ‘Tufan Planı’ olduğunu ortaya çıktı. Radikal gazetesinden İsmail Saymaz, planın ayrıntılarına ulaştı. Bayrampaşa Cezaevi’ndeki operasyonun planının daha aydınlar, ölüm orucundaki devrimcilerle görüşürken hazırlandığı ortaya çıktı. Planın adının da jandarma belgelerinde ‘Tufan’ olarak geçtiği öğrenildi. Plan, istihbarattan gelen ‘kadınlar koğuşunda 70 kadar el bombası ve patlayıcının saklandığı’ bilgisiyle uygulanmaya başlıyor. Planda, operasyon sürecinde cezaevi yakınında tv helikopterlerinin uçuşunun engellenmesi ve cezaevine gelen mahpus yakınlarının takip edilip gözaltına alınması gibi kurguları da içeriyor. Ayrıca, dava sürecinde isimleri bir türlü verilmeyen askeri birliklerin ‘Tufan Planı’nda isim ve kan gruplarına kadar kaydedildiği ortaya çıktı. Planda 295 mahpus için ‘karşı güç’, destek alınacak birimler için ‘dost kuvvetler’ deniliyor. Ayrıca hakkında bir yargı kararı verilmemiş mahpuslardan ‘Teröristler’ diye bahsediliyor. Devrimci mahpusların F tipi hapishanelere geçirilmesi için 19 Aralık 2000’de 20 hapishaneye eş zamanlı operasyonlar düzenlenmişti. Bayrampaşa Cezaevi’ndeki operasyonda 12 mahpus katledilmiş, 55’i de yaralanmıştı. Operasyon sonrasında başlatılan soruşturma, jandarmanın isim bildirmeme, bilgi ve döküman paylaşmama gibi engellemeleri nedeniyle tam 10 yıl sürmüştü. Operasyondan sorumlu komutanın dönemin Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Engin Hoş, yardımcısının dönemin Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanı Yarbay Burhan Ergin olduğu belirtiliyor.

Bitmez bu kavga ir tarafta seçim hazırlıkları-aday listeleri-anket sonuçları, diğer tarafta Sağlık mitingi, Güvencesizler mitingi, Su mitingi, Eğitim mitingi, Barınma mitingi. Yetmedi; liselilerin adaletsizliğe, haksızlığa karşı dinmeyen öfkesi, “tatmin” olmayışları. Yetmedi; üniversiteli gençliğin yıllardır sürdürdüğü mücadeleyi binlercesiyle birlikte tek bir çatı altında toplaması, merkezileşmesi. Yetmedi; egemenlerin on yıllardır unutturmaya çalıştıkları, mahkum etmekten yılmadıkları Kızıldere’ye, sahip çıktıklarını Taksim’de haykıranlar. Bu dönem gerçekleştirilen toplumsal muhalefet eylemlerini sadece genel seçim öncesi toplumda artan siyasallaşma eğilimleri olarak değerlendirmek eksik olacaktır. Ayrıca bu eylemleri basit bir tekrar veya kendiliğindenci bir gelişim olarak da değerlendirmek doğru olmaz. Aslında her eylem kendi içinde farklı ve “yeni” bir dizi özelliği barındırmakta. Bunları görmek, değerlendirmek önümüzdeki dönemin toplumsal muhalefet “yolunu” belirleyecektir. Yeni dönemin muhalefet eylemlerinin “şifrelerini” çözmeye çalışalım! Sağlıkta özelleştirmelere karşı, 16 sağlık örgütünün organizasyonu ile düzenlenen "Çok Ses Tek Yürek" mitingi 30 bin sağlık emekçisinin katılımıyla 13 Mart’ta Ankara’da yapıldı. Bu mitingin en önemli özelliği katılımcı sayısındaki belirgin artıştı. Büyük çoğunluğu ilk kez bir eyleme katılıyordu. Ve bu topluluk içinde göze batan en kalabalık kesim asistanlardan, tıp öğrencilerinden oluşmaktaydı. 2003 yılında AKP tarafından uygulanmaya koyulan Sağlıkta Dönüşüm Projesi adı altında kamusal sağlık alanının neoliberal politikalara uyumlu hale getirilmesi operasyonu, bütün bu yıllar boyunca tabip odalarının (özellikle solcu doktorlar sayesinde) fiili ve hukuki mücadeleleri ile durdurulmaya/engellenmeye çalışıldı. AKP hükümeti bu süreci gerek yasal düzenlemelerle gerek kısmi/gecici iyileştirmelerle ama asıl olarak doktorlar ile halkı karşı karşıya getirecek pro-

B

pagandayla sürdürdü, sürdürüyor. Ve seçimlerde alacağı oyu büyük oranda, sağlık alanındaki göz boyama uygulamalarına güvenerek planlıyor. Ancak 30 bin sağlık emekçisinin Ankara’ya yaptığı çıkartma AKP’nin bu planını “aksatacak”. 9 Eylül Üniversitesi hastanesinde 490 asistanın beş gün boyunca sürekli ve kararlı biçimde iş bıraktığı, sağlık bakanının hastaneye gelmesi ve taleplerinin gerçekleşmesiyle sonuçlanan direnişi yeni dönemin dinamiklerine ve tarzına işaret ediyor. Bununla birlikte sağlık mitinginde biraraya gelen topluluğun farklı kesimlerinin ve bu kesimlerin ağırlıklı taleplerinin de altı çizilmeli. Doktorların büyük ölçüde statü ve maddi kayıplar üzerinde yoğunlaştıkları, öğrencilerin çok ciddi gelecek endişesi taşıdıkları ve mitingin önemli bir kitlesini oluşturan diğer sağlık emekçilerinin ise asıl tepkisinin güvencesizliğe ve taşeronlaştırmaya karşı geliştiğini görmek gerek. Tüm sağlık emekçilerinin yaptıkları “iş”in aynı zamanda topluma karşı bir sorumluluk taşıdığı bilinci ise ortak arka plan. Mitingin en önemli eksikliği ise “sağlık hakkına” sahip çıkması gereken geniş halk kesimlerinin, “hastaların” alanda yerini almamış olmasıdır. Kamusal sağlık alanının neoliberal politikalara uyumlu hale getirilmesi operasyondan sadece sağlık emekçileri etkileniyor olmasa gerek. 3 Nisan’da ise Ankara sokaklarında “güvencesizliğe ve taşerona karşı çıkanlar” yürüyordu. Devrimci Sağlıkİş’in girişimiyle 20’nin üzerinde emek ve meslek örgütünün çağırıcılığını yaptığı ve bir o kadar da örgütün desteklediği miting, kendi kategorisinde bir dizi “ilk”i gerçekleştirdi. 4-5 binlik sayısına rağmen şimdiye kadar “bu hedef”e yönelen en güçlü tepkiyi oluşturdu. Ayrıca konfederasyonları bir araya getirmeden ancak konfederasyonlar (DİSK, Türk-İş, KESK) bünyesindeki sendikalardan ve meslek örgütlerinden oluşan geniş bir zemin yarattı. (Bu arada güvencesizlik temelinde gerçekleşen bir mitingin en mağdur muhataplarını örgütleme

zemininde yeralan Genel-İş’in sürecin dışında özenle kalmasının nedenini birilerinin-mesela genel başkanınınaçıklaması gerek). Ayrıca eğitim alanında yaşanan derin güvencesizleştirme sürecine ve varolan dinamiklere rağmen EğitimSen’in bu süreçte aktif yer almadığının görülmesi gerek. Ontex, PTT, Casper, Kampana Deri, DESA Deri, taşeron sağlık işçileri, Sabiha Gökçen çalışanları gibi halen direniş sürdürenlerin miting alanında bulunmaları, bundan sonraki sürecin olması gereken gerçek öznelerine ve büyütülmesi gereken asıl kitlelerine işaret etmesi bakımından önemliydi. Kuşkusuz bu miting önemli bir başlangıç ve önümüzdeki yıllar boyunca sürecek mücadelenin hangi eksende ve kimlerle sürdürülmesi gerektiğinin işaret fişeği. Karşı safta hedef artık iyice beligin; AKP ve başta tekelci sermaye olmak üzere irili ufaklı tüm sermaye grupları, güvencesiz ve taşeron çalıştırmayı bir bütün olarak “özümsemiş” durumdalar. Artık “kavga” etmeden başarının kırıntısına ulaşılamaz. Aynı safta bulunanlar için ise bu “iş”in öznesinin, korunaklı yapılarda tüneyenlerin ve eski tarz sendikal anlayışa sahip olanların olmayacağı/olamayacağı artık tamamen kesinleşmiş durumda. 1980’de nüfus 42 milyon, sendikalı sayısı 2 milyon 500 bindi; bugün nüfus 72 milyon sendikalı sayısı 650 bin. Bu verileri sunup suçluyu egemenler ilan etmek, işin kolay yanı. Bu durumu değiştirme niyetinin en önemli göstergesi ise böylesi bir mitingin örgütlenme çabalarına bakılarak bulunabilir. Bürokratik, ezbere dayalı, kişisel hesap peşinde koşanlar başka türlü kullanılır mı, bilinmez ama, yeni dönemin mücadele ve örgütlenme sürecinde ancak takoz olabilirler. Yeni dönemin bir şablonu yok ama hedefi, sistematiği ve yaratıcı dinamizmi olanlar her zaman yeni yollar bulurlar. Ankara bu dönemin en yoğun hafta sonunu ise 9-10 Nisan’da yaşadı. 9 Nisan’daki “Doğanın ve yaşamın talanına hayır” mitingi de kendi

alanında bir ilkti. "Derelerin Kardeşliği Platformu, Munzur Koruma Kurulu, Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu, Bursa Su Platformu, Sinop Nükleer Karşıtı Platformu, Mersin Nükleer Karşıtı Platformu, Yeşil Gerze Koruma Platformu, Fethiye Saklıkent Koruma Platformu, Perisuyu Koruma Platformu, Çanakkale Çevre Platformu, GDO’ya Hayır Platformu, 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu, Hasankeyf Yaşatma Girişimi, EGEÇEP ve Çiftçi-Sen’in çağrıcılığını yaptığı miting, örgütlenmesinde inisiyatif alan Derelerin Kardeşliği Platformu için artık yeni bir ufuk yaratmıştır. Artık ufukları ne Karadeniz ile sınırlı kalabilir ne de dar grupçu zihniyetin çıkmaz sokaklarında körelebilir. Ayrıca bu miting “Doğanın ve yaşamın talanına hayır” tüm örgütlü güçleri bir araya getirmiş ve bundan sonraki bir araya gelişler için bir yol ve zemin tanımlamıştır. Farklı konularda ve farklı mekanlarda olsalar da artık bu bileşim, birbirinin “aynılığını” bilerek yürüyecek. Ve ortak düşman yine tüm çıplaklığıyla karşılarında duruyor olacak; AKP ve tekelci, girişimci sermaye. Ve bir de “yancı” düşmanlar var; büyük medya patronları ve çalıştırdıkları “elemanları”. Bu patronlar yan iş olarak enerji alanına sarkıyorlar ya, artık körün gördüğünü görmezler, sağırın duyduğunu duymazlar. Ancak tüm bunlara karşı duracak bireysel direnç bile artık daha güçlü. 10 Nisan’da ise Halkevleri Eğitim Hakkı Meclislerinin “Eğitim Mitingi” vardı. Bu miting, bu kadar yoğunluğun arasında sayısal çoğunluğundan ziyade eğitim hakkı mücadelesinin içeriğinin genişletilmesi ve işaret ettiği örgütlenme modeli açısından değerlidir ve ilktir. Bilindiği üzere eğitim hakkı mücadelesinin uzunca bir süredir hak mücadelelerinin önemli bir başlığı olmasına rağmen sıkıştığı içerik, eğitimin parasız olması hedefi idi. Bu hedef de neredeyse sadece parasız kayıt hakkına indirgeniyordu. Oysa onlarca gerekçe uydurularak toplanan paralara karşı, “parasız eğitim” talebi eğitim hakkı mücadelesinin sadece bir yönü, diğer yönleri ise parasız beslen-

me, parasız ulaşım, bilimsel-katılımcı müfredat oluşturmak (zorunlu din dersine karşı çıkmak, ana dilde eğitim istemek), güvenceli-kendisini sürekli geliştirme olanaklarına sahip öğretmen talebidir. İçeriğini bu hedeflerin oluşturduğu mücadelenin örgütlenme bileşimi ise “öğrenci-öğretmenveli”den oluşan sacayağıdır. Bu üçlünün oluşturduğu en geniş düzlem yani eğitim hakkı meclisleri aynı zamanda yeni bir örgütlenme modelidir. Son dönemin en “ilginç” gelişmelerinden biri ise 30 Mart’ta “vuku buldu”. Kızıldere anmaları uzun yıllar boyunca Ankara’daki mezarlık ziyaretleri dışında ya dar korsan gösteriler ya da salonlarda gerçekleştirilen paneller şeklinde yapılıyordu. Sadece bu biçimlerle sınırlandırılması ise siyasi iktidara, zaten on yıllardır unutturmaya çalıştıkları, mahkum etmekten yılmadıkları Kızıldere’yi savunanları gayri meşru ilan etme ve hukuki yaptırımlara tabi tutma olanağını daha kolay sağlıyordu. Ancak yıllar sonra (39 yıl) yaklaşık bin kişi, tarihine onuru olarak sahip çıktığını Taksim’de gösterdi. Bu sonucun oluşmasında çağrıcıların art niyetsiz yaklaşımının etkisi olduğu kadar, örgütlenmesinde izlenen yöntem ve dar grup çıkarlarını tamamen aşan bir zihniyet çok etkili olmuştur. Bu da bir “başlangıç”tır ve önümüzdeki yıl yani 40. yılı çok daha “görkemli” olacaktır. Ve egemenler kendi yasallıkları ile devrimcilerin meşrulukları arasındaki uçurumun derinliğine bir kez daha şaşarak baktılar, bakmaya da devam edecekler! Bu dönemin beklenmedik “ateş”ini ise ÖSYM, ÖSYM içinde yuvalanmış cemaat nüveleri yaktı. Her türlü toplumsal etiği, her türlü hukuki kuralı uyulması gereken değil, aşılması gereken bir engel olarak gören cemaat ilişkileri yine iş başındaydı. Kendisinden olmayana hiçbir değer vermeyen cemaatçiler, 1,5 milyonun üzerindeki lise öğrencisinin emeği ve geleceği üzerinden tezgah kurabilme “hakkının” kendilerine bahşedildiğine inanıyorlar. Ancak bu sefer ki “Yandaşı Geçirme Sınavı”nı ellerine yüzlerine

bulaştırdılar. Durumun vahametini ilk fark eden Abdullah Gül oldu, aklınca durumu kurtarmaya çalıştı, “tatmin olmuşmuş”. Ancak hava değişimi yaramış olmalı ki kısa sürede durumu fark etti, çark etti, savcılara havale etti. Medya da durumun vahametini anladı, aklı selim davranmaya yöneldi; “işgüzarlık varmış ama kopya yokmuş”. (Hatta Taraf’a göre hiçbir şey yokmuş). Ancak birileri ne laf dinledi, ne söz dinledi. “Azıcık” inisiyatif geliştirilen her yerde binlerce liseli sokaklara döküldü; haksızlığa, emeklerinin ve geleceklerinin çalınmasına, “AKP’nin adaletine” karşı. Ve sokağın özgürlüğünün tadını alanlar, bunu kolay unutmazlar. “AKP’nin adaleti”, 15-20 yaşındaki bu kuşağın bilincinde derin izler bırakarak bu toplumu geleceğe, 2023’e taşıyacak! AKP için işlerin iyi gittiği söylenemez. Emperyalistlerin masasından kalkıp ülke içine bir türlü yoğunlaşamayan Tayyip için yurtdışında işler “arapsaçı”na döndü. Yurtdışından ilk ciddi kitlesel protesto Libya’dan geldi. Tutarsız, popülist politikaların tek başarısızlık örneği elbette sadece Libya olmayacak. Sırada, asıl büyük sorun Suriye bekliyor. Ülke içine oyalansınlar diye attığı “başkanlık” tartışması ise asıl olarak AKP’lilerin taraflaşmasına neden olmakta. Zaten ülke “eş başkanlık sistemi”yle (CumhurbaşkanlığıBaşbakanlık, Abdullah-Tayyip) yönetiliyor. Tabii bir de illegal Fetullah mevcut. Ancak onun da işleri bu dönem iyi gitmiyor. “Maaşına zam, işine son verilen” Zekeriya Öz’e hayıflanmakla meşgul. Ne yazık ki en iyi taktiksiyenler bile stratejik hedeflerden sapabiliyor! Liselerde yaratılan depremin ise AKP için sonucu sadece seçimlerde olmayacak. 1,5 milyon hanede doğrudan bıraktığı tortu başta Fetullahçılara olmak üzere tüm AKP’lilere yönelecektir. AKP’ye yönelecek tepki elbette ki bununla sınırlı değil; Sağlık mitingi, Güvencesizler mitingi, Su mitingi, Eğitim mitingi boşuna yapılmadı ya. Ve yapılacak olanlar da boşuna yapılmayacak ya …


4

GÜNDEM 11 Nisan 2011 / 21 Nisan 2011

Halk›n Sesi

Talimatla gazetecilik Ergenekon, Balyoz gibi gizli yürütülen soruşturmalara ilişkin belgelerin, emniyet veya savcılık ifadelerinin, AKP’ye yakın medyada nasıl yer aldığı hep tartışılıyordu. Kimilerine göre bir gazetecilik başarısı olan bu durum, son dönemde zaman zaman siyasi gündeme yön verecek kadar etkili oldu. AKP medyasının bu etkisi, artık polis-medya ilişkilerinde medyanın operasyonel bir rol oynadığı yeni bir döneme girildiğini gösteriyor. Türkiye’nin yakın tarihinde, polis-medya, daha doğrusu devlet-medya ilişkisi, çeşitli iktidar güçlerinin siyasi gündeme müdahalesi için önemli bir araç olmuştur. Bugün devlet içi hesaplaşma neticesinde öğrenebildiğimiz birçok 28 Şubat haberinin TSK’nin direktifiyle hazırlanmış olması buna bir örnektir. Ya da Hürriyet gazetesinin, devletin toplumsal muhalefetin çeşitli kesimlerine yönelik saldırılarında ne yaptığı da herkes tarafından bilinir. Ancak günümüzde “yandaş” olarak adlandırılan ve sayıları gün geçtikçe çoğalan ve çeşitlenen medya D. Tonguç gruplarının işlevi, “Polis-devlet Cankurt sözcüsü gibi habercilik yapmak”tan fazlası oluyor. tonguc@ Elbette, toplumsal olaylarsendika.org da kamuoyunu yönlendirmek ve iktidar hegemonyasını güçlendirmek için haber yapmak, zaten hala AKP’lisi ve karşıtıyla büyük medyanın uyguladığı bir yol/yöntem. Ancak AKP medyası, mevcut süreçlere müdahale etmekle sınırlı kalmayıp yeni süreçler açılmasında aktif bir rol oynuyor. Bu bakımdan son operasyonlarda tutuklanan Nedim Şener’in Silivri Cezaevi’nden yaptığı açıklamalara kulak vermekte fayda var: “Önce polis senaryoyu yazıyor, bu senaryo bazı gazetelerde ve köşe yazılarında dile getiriliyor, sonra polis bu senaryoları ihbar kabul edip soruşturmaya girişiyor.” Nitekim daha 2010’un Ağustos ayında, biri sonradan cemaate ait samanyoluhaber.com’da yazan Taraf gazetesi yazarı iki polis, Önder Aytaç ve Emre Uslu, gazetedeki köşelerinden ve televizyondan Şener hakkında bazı iddialar ortaya atıyordu. Nedim Şener’in görüşünü güçlendirecek, polis ve medya arasındaki ilişkinin nasıl işlediğine dair ipuçları verebilecek bir bilgi gün yüzüne çıktı. Birgün gazetesinin haber müdürü Onurkan Avcı’nın 1 ve 2 Nisan’da yayımlanan haberi, AKP medyasının politik operasyonlarda nasıl çalıştığını ortaya koyuyordu. Avcı’nın haberi, polisin AKP medyasına soruşturmalara ilişkin doğrudan haber bülteni hazırladığını gösteriyor. Polisin AKP medyasına servis ettiği bir belgede, gizli yürütülen soruşturmalara ilişkin bilgiler yer alıyor. Ancak söz konusu bilgiler, doğrudan soruşturma ve ifade tutanakları iletilerek verilmiyor. Polis belgeyi özetleyerek ve tasnifleyerek oluşturduğu bir metinle bilgileri, adeta haber bülteni halinde AKP medyasına iletiyor. Haberde yer almasını uygun gördüğü bölümleri, bir haberci gibi başlık koyarak ve yer yer altını çizerek AKP medyasına ulaştırıyor. Kör gözüm parmağına misali. Tabii AKP medyası, polisin tavsiye ya da direktiflerini aynen uygulayarak, aynı anda haberi yayımlıyor. Avcı’nın haberinde bu belgenin kullanımına ilişkin örnekler var: Sabah, Zaman, Star, Vakit, Bugün ve Habertürk gazeteleriyle birlikte Samanyolu TV polisten aldığı bilgiler doğrultusunda 4 Mart günü –bazıları polisin ifadelerini aynen kullanarakBaykal’a Halk TV’nin alınması konusunda şantaj yapılacağı haberini servis ediyorlar. Avcı, belgenin polis tutanağını andırmayan gayet düzgün bir Türkçeyle yazıldığına da dikkat çekiyor. Gelinen noktada, AKP medyasının sadece iktidar için kamuoyu yaratmak görevine sahip olmadığı, iktidar için doğrudan operasyonel görevler aldığı anlaşılıyor. Davalarda doğrudan görev alıyor, bilgi topluyor ya da yayıyor, Balyoz belgelerinin yayımlanması olayından anlaşıldığı gibi yeni davaların ve elbette bu davalarla beraber politik operasyonların önünü açıyor. Balyoz davası örneğini hatırlayalım. Taraf gazetesi, ‘usta muhabiri’ Mehmet Baransu’ya gelen içi belge dolu bavuldan sonra bir haber yayımladı. Balyoz operasyonu olarak anılacak olan bu belgelerin yayımlanmasından sonra başlayan dava süreci bu yılki Yüksek Askeri Şura’da AKP için TSK’nin kurmay yapısını değiştiren bir dizi politik operasyon yapmaya olanak sağladı. Servis edilen belgeler, yayımlanan haberler emniyet, medya ilişkisinin iç içe geçtiğine işaret ediyor. Bu ilişki ağı ve neticesi olan operasyonlar, polisin muhtemelen oluşturmuş olduğu -kurumsal ya da fiili- bir basın ‘bürosunu’, açık ifade etmek gerekirse kontrgerillayı gösteriyor. Haberleri bültenleştirerek, eşzamanlı bir biçimde ve planlandığı gibi yayınlatma başarısı bu yapının giderek kurumsallaştığını ve profesyonelleştiğini gösteriyor.

Şifre bardağı taşırdı 1

milyon 692 bin 345 öğrencinin ter döktüğü Yükseköğretime Geçiş Sınavı’nda (YGS) cevap şıklarının şifreli dizilimi, sınava giren liselileri ve onların ailelerini sokağa döktü. Kopya, şifre iddialarına duyulan öfkenin altında Türkiye’de sınava dayalı eğitim sisteminin yarattığı yıkıma ve AKP eliyle gerçekleştirilen dinci gerici kadrolaşmaya karşı duyulan tepkiler var. 27 Mart Pazar günü gerçekleştirilen YGS’den 5 gün sonra Artvin’de avukat Ayla Varan’ın kitapçık üzerinde yaptığı inceleme sonucu sorulardaki doğru şıkların belli bir dizilimle sıralandığını tespit etmesi, sınavda şifreli kopya şüphesini doğurdu. Sınavı hazırlayan ÖSYM’nin sekiz ay önce KPSS’de soruların sızdırılmasıyla güvenilirliğinin zedelenmesi, kopya iddialarını güçlendirmeye yetti. Bu duruma ÖSYM başkanın sorular ve sorunlar karşısında kifayetsiz kalması ve hata yaptıkları için şifreli kitapçıklar basıldığını kabul etmesi eklenince kurumun sınav hazırlama konusundaki yeterliliği de sorgulanır hale geldi.

SINAVA DAYALI E⁄‹T‹M S‹STEM‹ ‹FLAS ED‹YOR Son ayların tartışılan kurumu haline gelen ÖSYM, Tıpta Uzmanlık Sınavı’ndan, yargı sınavlarına, üniversite sınavından Kamu Personeli Seçme Sınavı’na kadar bir yılda 33 ayrı sınav uyguluyor. Kurumun sorumluluğunda gerçekleştirilen bu sınavlara göz atınca Türkiye’de meslek sahibi her insanın sınav çarkından geçtiğini söylemek mümkün. Her yıl bir buçuk milyondan fazla lise öğren-

YGS’de şifreli kitapçık kullanımına isyan eden yüz binlerce liselinin ve velinin öfkesinin altında sınava dayalı eğitim sistemi ve AKP’nin gerici kadrolaşmasına duyulan öfke var cisi üniversite hayaliyle, 3 milyonun üzerinde üniversite mezunu ise bir göreve atanma hayaliyle sınavlara giriyor. Eşit şartlar altında eğitim almadıkları halde milyonlarca öğrenci aynı sınava tabi tutulduğu için sınav sistemi yapısal olarak adaletsiz. Türkiye’de okullaşma oranı ve öğretmen açığının coğrafi bölgelere göre farklılık gösterdiği bir eğitim hizmeti var. Sınava dayalı eğitim sisteminde sınav odaklı eğitim veren dershanelere gidebilecek maddi güce sahip öğrencilerin, gidemeyenler karşısında avantajlı

duruma geçtiği bir durum söz konusu. Öğrencilerin geleceğini, akademik gelişimini, meslek edinme koşulunu sınava bağlı olması, öğrencilerde aynı yarışta yarışıyor olmanın verdiği rekabetçi bir bilinç yaratıyor. Sınavlar hayat üzerindeki belirleyici konumları nedeniyle toplumsal aşınmaya ve çözülmeye yol açıyor. Çocukları sınavda ‘rakip’ çocukların önüne geçebilsin diye aileler 2 bin liradan başlayan dershane fiyatlarını karşılamak için ağır borçların altına giriyor. Sınav odaklı yaşam 2009-2010 yılında 45 bin

aileyi dershane borcu yüzünden icralık yaptı. Sınav stresi nedeniyle intihar eden gençlerin sayısı her geçen gün artıyor. Sınav sisteminin yarattığı rekabetçi birey, toplumsal çözülmeyi tetikliyor. Öte yandan sınav stresiyle başa çıkamayan gençler başta uyuşturucu olmak üzere her türlü kaçışı deniyor.

ATAMALARDA L‹YAKAT DE⁄‹L SADAKAT KR‹TER‹ Fakat YGS sonrası eylemleri tetikleyen tek sorun sınava dayalı eğitim sisteminin yarattığı

TÜSİAD bir adım geri T

ÜSİAD (Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği), ‘Yeni Anayasa Yuvarlak Masa Toplantıları Dizisi’ ile yeni anayasa için temel talepler içeren bir rapor hazırladı. Rapor, Prof. Dr. Ergun Özbudun ve Prof. Dr. Turgut Tarhanlı’nın görüşleri ve önerileri öncülüğünde hazırlandı. Metinde, “Yeni anayasada milliyetçiliğe, Türklük kavramına yer verilmemeli” gibi ifadelerle desteklenen, yeni anayasanın ‘Türkiye Devleti bir cumhuriyettir’dışında değiştirilemez maddesi olmaması gerektiği yönündeki görüşler İslamcısından liberaline, ulusalcısına, sermayeye kadar birçok çevreden tepki aldı. AKP çevrelerini raporda yer alan başörtüsü konusundaki değerlendirmeler böldü. Başörtüsünün öğretim üyeleri ve öğrenciler için sorunlu olmadığı yönündeki görüşler nedeniyle, raporu olumlu bulan AKP’liler oldu. Ancak seçimden önce milliyetçi tabanını kaybetmemeye çabalayan AKP, Kürt sorunuyla ilişkili öneriler nedeniyle rapor karşısında sert bir tutum almak zorunda kaldı. TÜSİAD, CHP’den de aradığını bulamadı. Eski devlet yapısını korumak isteyen ulusalcı-milliyetçi cephe için sindirilemez bir konu olan değiştirilemez maddelere dokunmak ‘vatanın bölünmez bütünlüğü’ne saldırı olarak değerlendirildi. TÜSİAD’ın ‘Yerinden yönetimler güçlendirilmeli’ ifadelerini, CHP’den, İşçi partisi’ne, MHP’ye, medyanın önemli bir kısmına kadar hatırı sayılır bir kesim, ‘Demokratik özerkliğin önünü açıyor’ yorumuyla karşıladı. Cem Boyner’in “Devletin bölünmesinden önce bireyin mutluluğu daha önemlidir' açıklamasına MHP Grup Başkan Vekili Oktay Vural “Keyfiniz için, bu milletten, devletten vazgeçeceğiz. Dünya vatandaşı mı olacağız? Herkes haddini bilmelidir” diyerek tepki gösterdi. Sonuç TÜSİAD’ın geri adım atması oldu.

HP seçim öncesi koşusuna uzun bir soluk alarak başladı. Son olarak Kürt illerine yönelik hazırladığı Ekonomik Kalkınma ve Stratejik Hedefler raporu, ‘Herkes için CHP’ kampanyası çerçevesinde atılan önemli bir adım oldu. AKP’nin siyasetsizliği ve son dönem milliyetçi tabana yönelen söylemi karşısında, hazırlanan bu raporlar, CHP’nin işi bu kez ciddiye aldığını gösteriyor. Raporu tanıtan Kılıçdaroğlu ve ekibi, işsizliği yüzde 15,2’den yüzde 6’ya indireceklerini ve 1,9 milyon is-

Hükümete süper yetki H

Yazılı olarak yaptığı açıklama ile raporun, bilim insanlarının görüşleri olduğu asla ve asla TÜSİAD’ın kurum olarak altına imza atmadığı anlatıldı. Beklediğini bulamayan TÜSİAD, bu açıklamayla ortaya atılan görüşlerden sıyırıldı, hem de iktidarla ilişkisini sağlam tutmayı tercih eden ‘eski’lerinin içini ferahlattı. Öte yandan TÜSİAD, yenilik ve dönüşüm isteyen üyelerinden tepki aldı. Alarko Holding Yönetim Kurulu Başkanı İshak Alaton, TÜSİAD için ‘dünde yaşamak isteyenlerin egemen olduğu örgüt’ ifadelerini kullandı.

EME⁄‹N TALEPLER‹ YOK Söz konusu anayasa taslağında, ‘temel hak ve özgürlükler’i temel alan yaklaşımda işçi hakları ve sendikal haklara ilişkin tek söz edilmedi. “Çevre hakkı, iyi yönetişim hakkı, ifade özgürlüğü hakkı, vicdani ret hakkı, azınlık hakları, kadın-erkek eşitliğine ilişkin hükümler’ isteyen metin, sermayenin genel çıkarlarını yansıtıyor. TÜSİAD, raporun altına imza atmadığına ilişkin açıklamalar yayımlasa da, emekçilerin taşeronlaştırma,

güvencesizliğe karşı taleplerine göz yumarak, kulak tıkayarak, fiilen sermaye yanlısı bir anayasanın destekçisi konumunda.

DEV SA⁄LIK-‹fi, EME⁄‹N SES‹ DİSK’e bağlı Dev Sağlık-İş, anayasa tartışmalarına, TÜSİAD’ın İstanbul’daki binası önünde yaptığı eylemle yanıt verdi. Dev Sağlık-İş üyeleri “Çalışma yaşamında demokrasi olmadan ülkede demokrasi olmaz” ve “TÜSİAD önce kendine anayasa yap: Güvencesiz çalıştırma! Taşeron çalıştırma! Sendikasız çalıştırma!” pankartları ile gerçekleştirdikleri eylemde, matruşka bebeklerle TÜSİAD’a yanıt verdi. Üstünde ‘demokrasi’ yazan en büyük matruşka bebeğin içinden taşeronlaştırma, güvencesizlik, sendikasızlaştırma yazılı bebekler çıktı. Basın açıklamasını okuyan Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, “Çalıştırdıkları işçilerin haklarını yok sayanlarla ne yeni ne de demokratik bir anayasa yapılır. Demokratik bir anayasa, ancak ve ancak emekçilerin örgütlü güçleriyle belirledikleri bir zeminde gerçekleştirilebilir” dedi.

CHP’nin Kürt çözümü: Neoliberal sömürü C

çürümüşlük değildi. Şifreye karşı yapılan eylemlerde, AKP eliyle örgütlenen devletin her kurumundaki gerici kadrolaşmaya, bu kadrolaşmanın yandaşlara sağladığı olanak ve korumaya, bu çıkar ilişkilerinin milyonlarca gencin hayatını hiçe sayacak kadar pervasızca yapılıyor olmasına öfke de etkiliydi. Temmuz ayında yapılan KPSS’de öğretmen adayının girdiği eğitim bilimleri bölümündeki soruların önceden sızdırıldığının ortaya çıkması ÖSYM’de bir dizi değişikliğe yol açmıştı. Kurumun başına sınav hazırlama konusunda gerekli olan istatistik, ölçme değerlendirme ya da matematik bilimleri konusunda uzman bir isim yerine İTÜ Makine Mühendisliği bölümünden Prof.Dr. Ali Demir atanmıştı. Demir, türbana özgürlük bildirisine imza atan isimlerden biriydi. Bu özellikleri onun ÖSYM için gerekli beceri ve birikime sahip olup olmamasından önce geliyordu. Şifrenin ortaya çıkmasından sonra görüşlerine başvurduğumuz Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi’nden KESK MYK üyesi Hamide Yiğit de bu görüşte. Yiğit, şifre iddialarının ve sınavdaki çakışmaların tesadüf olmadığını söyledi. Yiğit, KPSS kopya skandalının ÖSYM’de kadrolaşma için kullanıldığı tespitinde bulundu, kişiye özel torbalanmış soru kitapçığı ve cevap kağıdının şaibeli bir uygulama olduğunu ifade etti. Yiğit şunları söyledi: “Kişiye özel sınav yerleri belirlendi; kadın adayların bir okulda toplanması tesadüf olamaz. Sınavlarda şeffaf olmayan bir sistem getirildi. Bütün bu gelişmeler bizlerde ciddi kuşkular yaratmaktadır.”

tihdam sağlanacağını öne sürdü. Ekip, çözüm olarak sermaye yatırımlarının bölgeye getirilmesini önerdi. Kılıçdaroğlu, özel sektörün bölgeye gitmemesini teşvik politikalarının yanlışlığına bağladıklarını söyledi ve bölgeye özel sektörün getirilmesi için yoğun çaba sarfedeceklerini, özel sektör gitmezse kamu yatırımlarını artıracaklarını belirtti. ‘Doğu’yu Mısır yapacağız’ diyen Kılıçdaroğlu, Kürt illerini güvencesiz ve ucuz emek cehennemine çevirmeye kararlı. (Kriz döneminde Türkiyeli

tekstil şirketleri emek gücü maliyetinin ucuz olduğu Mısır’a gitmişti. Mısır’da işçinin saatlik ücreti 0,4 dolar. (60 Kuruş) Buna göre, CHP’nin iktidar olması durumunda, Kürt illerine kalkınma adı altında işçi ölümleri ve yoksulluk götürecek. Kılıçdaroğlu “İnsan hakları sorunu da var onu da biliyoruz” diyerek değindiği sorunun bir yanının gerçekte Kürt halkını sermayenin kölesi haline getirmek olduğunu görmezden geliyor. CHP’nin izlediği sermaye

yanlısı politikalarla Kürt halkına yönelen insan hakları ihlali sorununun çözülmesi mümkün görünmüyor. “Halkçı Kemal”in istihdam sağlayacağını söylediği projenin, güvencesizleştirmeyi, emekçi halkın sorunlarını ve yoksulluğu derinleştireceği görülüyor. Ekonomik kalkındırma projesi, son dönemde güvencesizliğe karşı sokağa çıkanların sayısını artıran neoliberalizmin sürdürülebilir hale gelmesi için onu yamamayı hedefliyor.

ükümete, aralarında Devlet Memurları Kanunu, Yükseköğretim Kanunu TSK Personel Kanunu’nun da bulunduğu bazı kanunlarda meclisi aradan çıkararak değişiklik yapma yetkisi veren “Kanun Hükmünde Kararname (KHK) Yetki Kanunu” 6 Nisan’da kabul edildi. Hükümet, yetki kanununda “kamu hizmetlerinin düzenli, etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesini sağlamak” gerekçesini bahane ederek kamu çalışanlarının, atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin konularda düzenlemelerde bulunma yetkisine sahip oldu. Hükümetin yetki kanunuyla birlikte bakanlıkları dâhil olmak üzere 20 teşkilat yasasını değiştirme imkânı da var. Yetki süresinin 6 ay olarak belirlenmesi de seçimlere iki ay kalmış olması nedeniyle oldukça tepki çekiyor. Nitekim seçimlerden sonra işbaşına gelecek hükümet de aynı yetkiyle donatılmış oluyor. Yetkiyle hükümet atamalar konusunda yetkili olduğu gibi kamu kurum ve kuruluşlarının bağlı bulunduğu bakanlıkları değiştirmekle birlikte bakanlıkları da değiştirebilecek. Alternatif bir yasama yolu olan KHK yolunun seçilmesiyle birlikte istenilen değişiklikler, meclisin ‘alengirli’ yolundan, komisyon gibi oldukça kavgalı süreçlerden kurtularak ve ‘sessiz sedasız’ yapılacak. Yetkinin alındığı alanlara bakıldığında da KHK’nin tehlikesi göze çarpıyor. Hükümet kamuya esnek çalışma getirecek, kamu personeli rejiminde istediği gibi düzenleme yapabilecek. İşçi, memur ve sözleşmeli personelin çalışma koşulları ile ilgili istediği değişiklikleri yapabilecek. Kamuoyunda AKP’ye “süper yetki” olarak tartışılan KHK’yi, Kocaeli Üniversitesi’nden Doç. Dr. Aziz Çelik şu sözlerle değerlendiriyor: “Anayasaya göre KHK’ların Resmî Gazetede yayımlandıkları gün Meclise sunulmaları ve Meclis komisyonları ve Genel Kurulunda öncelikle ve ivedikle görüşülmeleri zorunlu. Ancak anayasa bunun için kesin bir süre belirtmiyor. Bu nedenle 20-25 yıldır yürürlükte olan ve hâlâ mecliste görüşülmemiş çok sayıda KHK söz konusu. KHK çıkarma yetkisi meclis ve kamuoyu denetiminden kaçmanın bir aracı haline geldi.” (Birgün)


5

DÜNYA 11 Nisan 2011 / 21 Nisan 2011

Halk›n Sesi

İçte vuruldu, dışa vurdu 7

iklim 5 kıta

İç politikada eli zayıflayan Sarkozy Libya’dan sonra Fildişi Sahili’ne saldırarak milliyetçi oyları toplamanın ve emperyalist çıkarların peşine düştü

E

mperyalist devletlerin Libya’daki saldırıları devam ederken, bir saldırı dalgası da Batı Afrika ülkesi Fildişi Sahili’nde gerçekleşti. Bir süredir, seçimleri kaybetmesine rağmen görevi bırakmayı reddeden eski devlet başkanı Laurent Gbagbo’ya bağlı birliklerle, kasım ayında yapılan devlet başkanlığı seçimlerini kazanan Alassene Outtara yanlısı gruplar arasında yaşanan çatışmalarda aniden taraf olan Fransa ve BM, 6 Nisan’da başkanlık sarayının bulunduğu Abidjan kentini bombaladı. SARKOZY ‹ÇE OYNUYOR Libya’ya yönelik askeri operasyonu başlatan Fransa’nın, Fildişi’ndeki saldırılarda da başı çekmesi, Libya’dan umduğu sonucu çıkartamayan Sarkozy’nin iç politikaya yönelik yeni bir hamlesi. 2007’den bu yana Fransa cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Sarkozy, bu dönemde yürürlüğe soktuğu neoliberal ekonomi politikaları nedeniyle çok oy kaybetti. Özellikle 2010’un sonbaharında sol muhalefetin eylemleriyle köşeye sıkışmıştı. Uygulanan neoliberal politikalar nedeniyle ortaya çıkan işsizlik, güvencesizlik gibi olumsuz koşullara ülkedeki göçmen nüfusun neden olduğunu düşünen sağcı-milliyetçi kesimlerin oyunu kaybeden Sarkozy’nin, Libya’da sağ oyları tekrar toparlama planının işlemediği 27 Mart’ta yapılan

Kanton seçimlerinde gün yüzüne çıkmıştı. UMP KAN KAYBED‹YOR Libya’ya müdahale ederek Tunus ve Mısır isyanlarında sarsılan, “Avrupa’nın Afrika’dan sorumlu ülkesi” konumunu yeniden kazanma yolunda adım atan Sarkozy’nin partisi Halk Hareketi Birliği (UMP) seçimlerde Sosyalist Parti’nin ardından yüzde 17 oyla ikinci olabildi. 2012’de yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce yapılan son seçim olan Kanton seçimlerinde hezimet yaşayan Sarkozy, seçimlerin hemen ardından Fildişi Sahili’ne yapılan operasyonun başını çekti. Sarkozy’nin bu hamlesi, iç siyasette dengeleri lehine çevirerek milliyetçi seçmenlerin oyunu almak için, önümüzdeki süreçte de bu tip saldırılarda aktif rol alacağını gösteriyor. GBAGBO KÖfiEYE SIKIfiTI Fransa ve BM kuvvetlerinin bombaladığı eski devlet başkanı Gbagbo ise Abidjan’daki sığınağında köşeye sıkışmış durumda. Son iki haftada şiddetlenen iç savaşta şu ana kadar binlerce kişi hayatını kaybetti. 2 Nisan’da Duekoue kasabasında 800 kişinin Ouattara yanlısı birlikler tarafından katledildiği iddia edildi. Sadece Duekoue’deki ölümler bile iç savaşın boyutlarını gözler önüne seriyor. Bölgeden haber yapan medya kuruluşları Abidjan sokaklarının cesetle dolu olduğunu dile getiriyor.

Kolombiya’da 1,5 milyon kifli yürüdü

K

Suriye’de katliam Ortado¤u isyanlar›ndan Suriye’deki rejim de pay›n› al›yor. Ülkedeki yoksullu¤a, iflsizli¤e, neoliberal politikalar›n getirdi¤i y›k›ma bask›c› rejime isyan eden Suriyeliler her gün meydanlarda haklar› için direniyor. Eylemlerin yay›lmas›yla birlikte, isyan›n var oldu¤u di¤er ülkelerdeki gibi, devlet baflkan› Beflar Esad “reform” sözü vererek halk›n öfkesini dindirmeye çal›flt› ancak halkla dalga geçercesine yürürlü¤e sokulan “reformlar” karfl›s›nda eylemler 盤 gibi büyüyerek devam etti. 29 Mart’ta halk›n temel taleplerinden olan hükümetin istifas› gerçekleflti ancak ayn› gün Beflar Esad, istifa eden hükümetin baflbakan› olan Naci

Utri’yi geçici hükümetin baflbakan› olarak atad›. 3 Nisan’da da istifa eden hükümetin tar›m bakan› olan Adel Safar, hükümeti kurmakla görevlendirildi. Halk›n her geçen gün yükselen hak taleplerine sürekli “reform yapaca¤›z” diyerek yan›t veren Beflar Esad’›n 30 Mart’ta Meclis’te yapt›¤› aç›klamalar Suriye’de halk›n taleplerinin dikkate al›nmad›¤›n› ortaya koydu. Esad konuflmas›nda ç›kan olaylar› komplo, eylemcileri de komplocu olarak ilan etti ve soka¤›n sesini dinlemeyece¤ini kan›tlad›. Sokaktaki halk›n yüksek sesle dile getirdi¤i, 1963’ten bu yana süren ola¤anüstü hal durumunun kald›r›lmas› talebi, mevcut yasaya

Kıbrıslılar meclise dayandı K

ıbrıs’ta Toplumsal Varoluş Mitingleri’nden sonra, Sendikal Platform’un çağrıcılığında gerçekleştirilen, neoliberal ekonomi politikalarına ve dayatmacı Ankara’ya “defol” demek için bir araya gelen binlerce kişi meclise giden yolları kesti ve “İşgalci T.C Kıbrıs’tan defol” dedi. Eylemcilerin meclise yaklaşmaları üzerine, polis meclisin etrafını dikenli tellerle çevirdi. Meclisin çevresinde etten duvar oluşturan polisin tüm provokasyon çabalarına rağmen Kıbrıslılar işbirlikçilere ve dayatmacı AKP hükümetine bir tokat daha vurmuş oldu. Eylemde meclisin etrafını kuşatan eylemcilerin açtığı pankartlar sivil polislerce indirilmek istendi. Ancak kitlenin müdahalesi sonucunda polisler amaçlarına ulaşamadı. Barikat

Eylemde halk meclisi kuflatt›, polisler etten duvar örerek iflbirlikçileri korudu... grubunun pankartını indirmek isteyen sivil polislerle eylemciler arasında uzun süre arbede yaşandı ancak polisler bu pankartı da indiremedi. ‘UfiAKLAR DIfiARI HALK ‹KT‹DARA’ Eylem boyunca şu anda muhalefette olan CTP, TDP ve DP’ye yönelik de büyük tepki vardı. Daha önce eyleme “maddi değil

manevi destek vereceğini” açıklayan partilere yönelik “Manevi destek istemiyoruz” sloganı atılarak, CTP, TDP ve DP’liler alandan yuhalanarak uzaklaştırıldı. Meclisin önünde uzun süre devam eden eylemde kitle tarafından sık sık “Uşaklar dışarı, halk iktidara” sloganı atıldı ve işbirlikçi hükümetlere tepki gösterildi. Kıbrıs halkına

yıllardır dayattığı politikalarla eziyet eden Ankara hükümetleri de kitle tarafından yoğun bir biçimde protesto edildi. Eylemle ilgili görüşlerini aldığımız Baraka Kültür Merkezi üyesi Münür Rahvancıoğlu, eylemde polislerin sürekli provokasyon yapmaya çalıştığını ifade etti. Eyleme katılımın Toplumsal Varoluş Mitingleri’nden düşük

olmasının eylemin niteliğinden kaynaklandığını vurgulayan Rahvancıoğlu, meclisteki işbirlikçilerin “Biz katılmadık, katılım düşük oldu” diyerek kendilerine pay çıkarmaya çalıştıklarının altını çizdi. Kıbrıs’ta yürürlüğe konulmak istenen “Göç Yasası”yla birlikte Kıbrıslılar açlığa mahkûm ediliyor. Ülkenin tohum, tahıl, süt, banka ve hellim işletmelerini barındıran Kooperatif ve elektrik idaresi gibi yaşamsal önemdeki kuruluşları özelleştirilmek isteniyor. Kamuda işe başlayanların asgari ücret alması ve ücret kesintileri de bu neoliberal saldırı paketinin içinde yer alıyor. Kıbrıslılar Ankara’nın dayattığı, işbirlikçi hükümetlerin uyguladığı bu saldırı paketlerine karşı direnerek halk olma hakkı elinden alınmış bir halkın hakları için mücadele ediyorlar.

Bilinçli işgal ‘yanlış’ bomba K

NATO’nun iflgaliyle birlikte ‘korumaya geldi¤i’ sivilleri katletmesi, iflbirlikçi muhalefet taraf›ndan geçifltirilmeye çal›fl›lsa da gerçek muhalifler emperyalizme “defol” diyor.

addafi yönetiminin sivil halkı katletmesini bahane ederek Libya’ya saldıran emperyalistler “korumak” için geldikleri sivilleri katlediyor. Fransa’nın başlattığı, sonrasında ABD’nin komutasını devraldığı ve en sonunda da NATO’ya devredilen bombardımanlarda şu ana kadar en az 33 kişi hayatını kaybetti. 30 Mart’ta Kaddafi birliklerine ait bir konvoyu hedef alan işgalci kuvvetler “yanlışlıkla” bir yerleşim birimini bombaladı. Saldırıda yaşları çoğu çocuk 7 kişi hayatını kaybetti, en az 45 kişi yaralandı. Olaydan sonra NATO’dan sadece “konunun araştırılacağı” açıklaması yapıldı. 1 Nisan’da, Kaddafi’ye bağlı birliklerle isyancılar arasında en şiddet-

li çatışmaların yaşandığı Brega’da, NATO uçakları bir petrol tesisinin yakınındaki konvoyu hedef aldı. Konvoyda yer alan bir ambulansın vurulması sonucu 3 tıp öğrencisi ve ambulans şoförüyle 9 isyancı hayatını kaybetti. Bu olaydan sonra da konvoyun “yanlışlıkla” vurulduğu söylendi. 7 Nisan’da yine NATO uçaklarının düzenlediği saldırıda 13 isyancı hayatını kaybetti, onlarcası da yaralandı. Olaydan sonra NATO özür dilemeyeceğini açıkladı. İşgal kuvvetlerinin saldırıları sonucunda kayıtlara geçenlerden çok daha fazla sivilin öldüğü tahmin ediliyor. Saldırılar BM Güvenlik Konseyi’nin 1973 sayılı kararı uyarınca, ''sivilleri ve sivillerin yaşadığı alanların korunması'' için yapılıyor.

takla att›r›larak “Terörle Mücadele Yasas›” ad›yla devam ettiriliyor. Ola¤anüstü hal yasas›n›n uyguland›¤› Suriye’de kolluk kuvvetleri flüpheli gördü¤ü herkesi gözalt›na alabiliyor. Örgütlenme ve düflünce özgürlü¤üne a¤›r k›s›tlar getiren yasa, bas›n üzerinde de a¤›r denetim, sansür uygulat›yor. Neoliberal politikalar sonucunda Suriye’de iflsizlik resmi rakamlarla bile yüzde 20 civar›nda seyrediyor. Yine resmi rakamlara göre Suriyelilerin yüzde 14’ü açl›k s›n›r›n›n alt›nda yafl›yor. Gerçek oranlar›n çok daha fazla oldu¤unu bilen ve soka¤a dökülen halksa katlediliyor. fiu ana kadar en az 130 kiflinin katledildi¤i ifade ediliyor.

Avrupa meydanda

olombiya’da, neoliberal politikalar, kamusal eğitimin tasfiye edilmeye çalışılması ve devlet terörüne karşı 1,5 milyon kişi meydanlara çıktı. Uygulanan neoliberal politikalar ve devlet terörünün 2010’da göreve gelen başkan Juan Manuel Santos döneminde de devam etmesini protesto eden Kolombiyalılar, devletin tüm terörize etme çabalarına karşın eyleme yoğun katılım sağladı. Eylemler sırasında neoliberal politikalar, devletin insan hakları ihlalleri ve eğitimi özelleştirme girişimlerini reddeden sloganlar atıldı.

‹srail’den Gazze’ye bomba

İ

srail’in Filistin topraklarına yönelik saldırıları devam ediyor. Gazze’ye yönelik saldırılarda son bir haftada en az 18 Filistinli hayatını kaybetti. İsrail’in düzenlediği saldırılara roket ve havan toplarıyla karşılık verildi. İsrail’e isabet eden atışlarda da 2 kişinin yaralandığı açıklandı. Saldırılar sürerken İsrail hükümetiyle Gazze’deki Hamas yönetimi arasında ateşkes çağrıları yapıldı. Her iki taraf da karşı tarafın saldırıları durdurması durumunda ateşkes ilan edeceğini belirtiyor. Bölgeden yayın yapan medya kuruluşları, saldırıları sürdüren İsrail’in Gazze’ye kara harekatına başlayabileceği haberlerini geçiyor.

K

üresel ekonomik krizden en çok etkilenen ülkelerden biri olan İngiltere’de muhalefet son yılların en kitlesel eylemini gerçekleştirdi. Başkent Londra’da gerçekleştirilen eyleme yaklaşık 500 bin kişi katıldı ve hükümetin ekonomi politikalarına tepki gösterdi. Eylemin katılım sayısı bakımından 2003’te Irak işgaline karşı yapılan eylemden bu yana en büyük eylem olduğu ifade edildi. Kesintilerden en çok etkilenen kesimlerden olan eğitim ve sağlık emekçilerinin yoğun katılım sağladığı eylemde, uygulanan neoliberal politikalar nedeniyle eğitim hakları ellerinden alınan öğrencilerle polis arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. Harçlara yapılan zammın ardından İngiltere’de, yine aynı yasayla daha da yoksullaştırılan emekçi ailelerin çocuklarının üniversite eğitimi alması oldukça zorlaştırılmıştı. David Cameron’un koalisyon hükümeti tarafından krizden çıkma reçetesi olarak ortaya atılan ve 5 yılda 130 milyar dolar kesinti yapılmasını öngören “kurtarma paketi”nden oldukça zararlı çıkan emekliler de eyleme yoğun katılım gösterdi ve taleplerini dillendirdi. Eylemi örgütleyen sendikalar krizin yükünün emekçilerin sırtına yüklenmesine karşı çıkarak, emekçilerin alın terinden kesilen paralarla kurtarılan bankaların ödediği vergilerin arttırılmasını talep ediyor. İşsizlik ve enflasyon oranındaki artışa dikkat çeken sendikalar, işten çıkarılan tüm emekçilerin işe iadesini istiyor. YUNAN‹STAN GREVDE Avrupa’yı derinden etkileyen küresel ekonomik krize karşı 2010 yılında çok sayıda eylem ve grevin yaşandığı Yunanistan’da da muhalefet, uygulanan ekonomi politikalarına karşı sokağa çıktı. Pek çok sektörde emekçiler greve giderken, sokaklarda neoliberal politikalara karşı hep bir ağızdan “Dur” dendi. Sözleşmelerinin yenilenmesi talebiyle greve giden hekimler 48 saat boyunca iş bıraktı. İş güvencesi ve sağlık sektöründeki kesintilerin kaldırılmasını isteyen hekimlerin grevine katılımın oldukça yüksek olduğu bildirildi. Eğitim harcamalarının kısılması ve 1056 okulun kapatılmasına karşı grev kararı alan öğretmenler de 30 Mart’ta 24 saat iş bıraktı, birçok okulda eğitim yapılamadı. Basın emekçileri de işten çıkarmalara ve çalışma koşullarına karşı 4 günlük greve gitti. Bu süre boyunca Yunanistan’da gazeteler çıkmadı, haber siteleri güncellenmedi, televizyonlarda haber programları yapılmadı. 6-10 Nisan arasında yapılan grev, Yunanistan’da basın emekçilerinin gerçekleştirdiği en uzun süreli grev oldu.

Ordu Tahrir’e sald›rd›

M

ısır’da isyanın sembolü olan Tahrir Meydanı’nda ordu halka saldırdı. 9 Nisan’da Mübarek’in yargılanması için yapılan eylemlerde yaşanan saldırıda 2 Mısırlının hayatını kaybettiği açıklandı. Mübarek’i deviren eylemlerden sonra halkın tüm taleplerinin karşılanacağını açıklayan ordu, o günden beri ülkedeki sistemin yenilenebilmesi için emperyalistlerle dirsek temasında oldu. Halkın taleplerinin birçoğu karşılanmazken, yönetimi devralmak isteyen halka seçim tarihi olarak eylül ayı gösteriliyor.

Cezayir’de sa¤l›k grevi

H

alk isyanlarının devam ettiği ülkelerden Cezayir’de sağlık çalışanları greve başladı. Grevdeki sağlık çalışanları, çalışma koşullarının düzeltilmesini talep ediyorlar. Üniversite öğrencileri de eğitimde yapılan neoliberal dönüşüme karşı sokaklara çıktı. Daha önce eylemlere saldıran polisler de çalışma koşullarının düzeltilmesi ve maaş artışı talebiyle eyleme geçti. Cezayir’de ocak ayından bu yana yapılan eylemler sonucunda 13 yıldır yürürlükte olan olağanüstü hal yasası kaldırılmıştı.


6

İNSANCA YAŞAM 11 Nisan 2011 / 21 Nisan 2011

Halk›n Sesi

Hava zehirli bakanlık sessiz Okullar tatil olmuştu

K

imya Mühendisleri Odası, (KMO) Ankara’da hava kirliliğinin acil önlemi gerektiren sınırı aştığını, bakanlığın ve belediyenin bunu halktan gizlediğini açıkladı. Bu açılama karşısında Melih Gökçek’in ‘ideolojik’ suçlaması üzerine KMO Genel Başkanı Mehmet Besleme ile görüştük. RAPORLAR KAYIP BAKANLIK SUSKUN Kimya Mühendisleri Odası , on yıllardan beri başkentin önemli sorunlarından olan ve ‘90’larda yaşamın durmasına neden olan hava kirliliğine dikkat çekerek, halk sağlığının tehlikede olduğunu açıkladı. 30 Mart günü yaptıkları yazılı bir açıklamayla hava kirliliğine dikkat çeken KMO yönetimi yıllardır bitmeyen metro inşaatının ve motorlu taşıtların saldığı Nitrojen Dioksit gazının, kış aylarında artan fosil yakıt ullanımının kirliliğe yol açtığını, ifade etti. KMO, acil önlem gerektiren ‘uyarı eşiği’nin defalarca aşıldığını belirtti. Oda yönetimi, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın tehlikeyi kamuoyuna duyurmadığını, Büyükşehir Belediyesi’nin ise gerekli önlemleri almadığını söylüyor. Bakanlığa bağlı Cebeci Hava Kalitesi Ölçüm İstasyonu’nun açıkladığı ölçüm raporlarına göre yılın ilk üç ayında uyarı eşiği 6 defa aşıldı. KMO yöneticileri inceledikleri ölçüm raporlarında 11-18 Şubat arasındaki kirlilik değerlerinin bulunmadığını gördü. Bir diğer ölçüm istasyonu Demetevler’de de eşik 5 kez aşılırken, 29-31 Ocak arasındaki değerlere rastlanmadı. Hava Kalitesi Değerlendirme

K

imya Mühendisleri Odası, Ankara’da hava kirliliğinin acil önlem gerektirecek seviyeye ulaştığını, belediye ile Çevre ve Orman Bakanlığı’nın bu gerçeği halktan gizlediğini ortaya çıkardı

ve Denetim Yönetmeliği’nin 4. Maddesi’ne göre uyarı eşiğinin aşılması insan sağlığının risk altında olması anlamına geliyor ve kent belediyelerinin acil önlemler alması gerekiyor. Aynı yönetmeliğin 13. Maddesi ise bakanlığın ayrıntıları basın aracılığıyla kamuoyuna duyurmasını zorunlu kılıyor. Fakat bakanlığın hem ocak hem de şubat ayında bazı günlere ait hava kirliliği verilerini açıklamaması KMO yönetiminin de dile getirdiği şüphelere yol açtı.

TANIDIK SALDIRI: ‘‹DEOLOJ‹K BUNLAR’ KMO’nun, bakanlığın verilerine dayanarak yaptığı açıklamaya Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek’ten yanıt geldi. Motorlu taşıtlar konusunda Türkiye’nin en çevreci belediyesi olduklarını iddia eden Gökçek, suçlamayı insafsızlık olarak niteleyip “Zaten bu oda da diğerleri gibi, ideolojik davranıyor” açıklamasında bulundu. Bakanlığın verileri, KMO’nun

ve Gökçek’in açıklamaları üzerine Kimya Mühendisleri Odası Genel Başkanı Mehmet Besleme ile görüştük. Motorlu taşıtlar ve katı yakıtların Ankara’nın iklim yapısıyla birlikte kirliliğe neden olduğunu belirten Besleme, havadaki partikülleri soluyan insanların sağlığının ciddi risk altında olduğunu dile getirdi. Çevre ve Orman Bakanlığı ile Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin gereğini yapmamasına da değinen Besleme, “Bir hava izleme sistemi oluşturmak ve bil-

gileri kamuoyuna duyurmak bakanlığın görevi. Onlar verileri sitelerine koyuyorlar, biz de inceliyoruz. İnceledik ve sınırın aşıldığını gördük” dedi. Aslen bakanlığın görevi olan kamusallığı yerine getirdiklerini, bilgileri bu nedenle halka duyurduklarını söyleyen Besleme, bakanlığın da KMO’nun açıklamasını doğruladığını ifade etti. B‹L‹M‹N ‹DEOLOJ‹S‹ OLMAZ Besleme, Gökçek’in suçlamasına da tepki göstererek “Bir belediye başkanının aldığı

Hava kirlili¤i, insan aktiviteleri nedeniyle ortaya ç›kan bir sorun. Is›nma, araç kullan›m› gibi faaliyetler hava kirlili¤ini artt›ran yapay kirlilik kaynaklar› olarak tan›mlan›yor. Türkiye’de hava kirlili¤ine iliflkin yasal düzenleme 1930 y›l›nda ç›kan Umumi H›fz›s›hha Kanunu’ndan beri var. Günümüzde hava kirlili¤ine iliflkin yasal düzenleme Hava Kalitesi De¤erlendirme ve Denetim Yönetmeli¤i taraf›ndan belirleniyor. Ankara hava kirlili¤i sorunuyla en fazla karfl› karfl›ya kalan kentlerden birisi. Kentte her y›l, k›fl aylar›nda ›s›nma ihtiyac›n›n artmas›yla birlikte hava kirlili¤i de art›yor. Örne¤in 1989 y›l›nda hava kirlili¤i o kadar yüksek bir düzeye ulaflm›flt› ki 16 Aral›k günü okullar tatil edilmifl, kentte yaflam durma noktas›na gelmiflti.

önlemleri açıklaması normaldir. Ancak nükleer ile tüp gazı birbirine benzeten bir başbakanın belediye başkanından da bu beklenirdi” dedi. Bilimsel bilginin ideolojisi olmayacağını vurgulayan Besleme, “İtleri salmışlar, taşı bağlamışlar. Kanunu, yönetmeliği yayınlayan bunlar. Bakan da bürokratlar da bunlar. Değerleri açıklayan bunlar. Belediyede olan bunlar. Gökçek’e göre verileri halka açıklamak ideolojik zaten” açıklamasında bulundu.

Gerze’de gece gündüz direniş şenliği Tuncay Özilhan’a ait Anadolu Grubu Sinop Gerze’ye ba¤l› Yayk›l Köyü’ne termik santral kurmaya çal›fl›yor. Köylülerin Yeflil Gerze Platformu (YEGEP) ile birlikte termik santrale karfl› verdi¤i mücadelede direnifl, gece gündüz tutulan nöbetlerle sürüyor. Köylülerin, nöbet tutmas›n›n sebebi ise santral için haz›rlanan raporlar iptal edildi¤i için yasal olarak durdurulan santral çal›flmas›na flirketinin gizlice devam etme

‘Avrasya kente zararlı’ 3

. Köprü Yerine Yaşam Platformu, karayolu odaklı ulaşım politikalarının yeni bir adımı olduğunu belirttikleri Avrasya Tüneli Projesi’ne karşı 3 Nisan Pazar günü bir eylem yaptı. Avrasya Projesi Tanıtım Etkinliği’nin yapılacağı Eminönü Halk Eğitim Merkezi önünde yapılan eylemde Avrasya Tüneli Projesi’nin 2006 yılından beri gündemde olduğu hatırlatıldı. Platform adına yapılan ortak açıklamada Avrasya Projesi’nde de 3. Köprü Projesi’nde olduğu gibi bilimin, hukukun, insan yaşamının hiçe sayıldığı, İstanbul’un geleceğinin tehdit edildiği belirtildi. Açıklamada "AKP ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi 3. Köprü Projesi, New İstanbul, Avrasya Tüneli Projesi gibi doğayı, insanı ve İstanbul kentinin tarihselkamusal mirasını yok edecek 'çılgın' cinayet ve rant projelerinden biran önce vazgeçmelidir” denildi. Açıklamanın ardından eylem sona erdi.

çabas›. TELEFON VE ANONSLARLA DESTEK ÇA⁄RISI

30 Mart günü sabah saatlerinde termikçi flirket taraf›ndan tutuldu¤u anlafl›lan tafleron flirkete ba¤l› sondaj kamyonlar› termik santral›n yap›laca¤› Yayk›l Köyü Çak›ro¤lu mevkiinde zemin etüdü yapmak üzere geldi. Sondaj makinelerini gören köylüler telefonla bir iletiflim zinciri kurarak h›zla biraraya geldi. Köylerine 7 km

uzakl›ktaki Gerze’ye ulaflarak YEGEP üyelerine haber veren köylülerin destek ça¤r›s› ilçede belediyenin yapt›¤› anonslarla h›zla karfl›l›k buldu. Çak›ro¤lu mevkiine ulaflan köylüler ve YEGEP temsilcileri sondaj çal›flmas›n› durdurdu. Halk›n tepkisi ile karfl›laflan flirket yetkilileri an›nda köyü terk etti. Kaçarken b›rak›lan flirkete ait ifl makineleri ise olaydan birkaç gün sonra jandarman›n kontrolünde köyden ç›kart›ld›.

Bu olay›n ard›ndan köy halk› yeni bir sondaj çal›flmas› ihtimaline karfl› flirketin etüd çal›flmalar›n› yürüttü¤ü arazi civar›nda gece gündüz nöbete bafllad›. 6 Nisan gecesi ‘Direnifl fienlikleri Atefli’ni yakt›. Halk sabah ezan›nda bafllatt›¤› nöbeti vardiyalara bölerek, birbirine devrederek köylerine ifl makinesi girmesine karfl› önlem al›yor, direniflin termik santral projesi tamamen iptal edilene kadar sürece¤ini söylüyor.

Hak meclisi, çevre demokrasisi Çanakkale’de siyanürlü altın çıkarma şirketlerine ve termik santrale karşı mücadele eden köylüler Çevre Hakkı Meclisi’ni kurdu. Meclisler komitelerden oluşuyor, komitelerde ise doğrudan demokrasi işliyor

K

az Dağları’nda siyanürlü altın madenlerine, Çanakkale bölgesindeki termik santrallere karşı mücadele eden köylüler güçlerini birleştirmek üzere Çanakkale Çevre Hakkı Meclisi'ni kurdu. Meclisin kuruluşu 1 Nisan günü Çanakkale Halkevi’nde düzenlenen bir basın toplantısıyla duyuruldu. Çanakkale halkının siyanürlü altına ve termik santrale karşı verdiği mücadeleyi, kurulan Çevre Hakkı Meclisi’ni, meclis bileşenlerinden Çanakkale Halkevi’nin Şube Başkanı Mehmet Öztürk’le konuştuk. Öztürk meclis kurma fikri konusunda kendilerini en fazla harekete geçirenin Karabiga’da termik santrale karşı yapılan eylemde Elmalı Köylüleri’nin desteği ile ÇED toplantısının iptal ettirilmesi deneyimi olduğunu belirtiyor. Bu olay köylüler açısından bir araya geldiklerinde şirketleri durdurabildiklerini görmeleri açısından öğretici bir deneyim olmuş. Karabiga’da güç birliği ile elde edilen bu zafer Şahinli’de ve Kuşçayırı’ndaki

direnişlerin de kendine güvenini getirmiş. Köylüler bunun ardından “Bu altıncıları şimdi püskürttük fakat yine geldiklerinde bu sefer ne yapacağız” sorusunu sormuş. Öztürk “Bu soru bizi, yani meclisi var eden soru oldu” diyor. Bir sorudan yola çıkarak kurdukları Çanakkale Çevre Hakkı Meclisi, Elmalı Altına

Hayır Komitesi, Şahinli Köylüleri, Kuşçayırı Köylüleri, Karabiga Çevre Derneği ve Biga Çevre Derneğinin öncülüğünde hayata geçti. Öztürk kurucuların tamamının sermayenin saldırısından doğrudan etkilenecek kesimler olmasının ve mücadelenin içinden geliyor olmasının Çevre Hakkı Meclisi’ni kentteki diğer

çevre örgütlerinden ayıran temel bir nitelik kazandırdığını belirtiyor. Meclisin kuruluş aşamasını geride bırakarak hızla kolları sıvadığını belirten Öztürk, bundan sonraki ilk hedeflerinin Kaz Dağları’nın 34 ayrı noktasında yapılacak altın madenlerinden mağdur olacak bütün köyleri de kapsayacak bir çalışmayı başlatmak olduğunu

ifade etti. Öztürk, meclisin çalışma biçimini daha önce kurulan Elmalı Altına Hayır Komitesi deneyiminden yola çıkarak oluşturacaklarını anlatıyor ve kurulan hak mücadelesi meclislerinin özgün bir halk demokrasisi deneyimini de yarattığını gösteren örgütlenme modelini şu sözlerle aktarıyor: “Komite köylülerin kendi aralarında belirlediği 7 kişiden oluşuyor. Bu 7 kişi kendi aralarında bir kişiyi başkan olarak seçmiş durumda. Başkan daha çok koordinasyonu sağlamakla görevli. Yapılacak eylemler ya da destek verilecek eylemleri bu komite kahvede köylülerle konuşarak karar veriyor ve eylem organizasyonunu sağlarken başka bölgelerde gelişen olayları köylülere anlatarak bilgilendirme yapıyor.” Öztürk komiteleri meclis çatısı altındaki tüm köylere yaygınlaştırmaya çalıştıklarını belirterek bu aşamanın ardından aynı ilkelerle bir yürütme oluşturmayı planladıklarını aktarıyor.

AİHM’den gecekondu tazminatı

Y

asa dışı olduğu ve kamu sağlılığına tehdit oluşturduğu gerekçesiyle evi yıkılan Ankaralı Zekeriya Yıldırır Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkum ettirdi. ANKA’nın geçtiği habere göre AİHM, Ankara’da oturan Yıldırır’ın başvurusu üzerine açılan ve 2009 yılında Türkiye aleyhinde sonuçlanan davaya ilişkin tazminatı belirledi. Mahkeme, tazminat kararında mülkiyetin korunması hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle Türkiye’nin maddi zarar için 50 bin, mahkeme masrafları için de 2 bin 500 Euro'yu ödemesine hükmetti. Konuyla ilgili görüştüğümüz Barınma Hakkı Bürosu temsilcileri AİHM’in kararını barınma hakkı mücadelesinin hukuki ayağı açısından önemli bulduklarını belirterek kararı incelemek üzere çalışma başlattıklarını söyledi.

Emekliler AKP’den alacaklı

D

İSK Emekli-Sen, "2002 ve 2006 yıllarında emeklilere yapılan eksik ödemelerin mahkemelere gerek kalmadan yapılması" talebiyle 2 Nisan’da Ankara ve İstanbul’da eylemler yaptı. Eylemlerde eksik ödemelerin bir an önce yapılması için 15 gün sürecek bir imza kampanyası da başlatıldı. Ankara’daki eylemde konuşan Emekli-Sen Genel Başkanı Veli Beysülen, 4 kişilik bir ailenin açlık sınırının 890 lira olduğuna dikkat çekerek emeklilerin yüzde 80’inin açlık sınırının altında yaşadığını belirtti. Beysülen, AKP hükümetine seslenerek eksik ödeme yapılarak emeklilerin mağdur edildiğini; tüm emeklilerin bu ödemeyi talep etmesi için tek tek mahkemeye başvurmasının emeklileri bir daha mağdur edeceğini söyledi. Hak sahiplerinin dava açmasına gerek bırakılmadan emeklilerin bu hakkının bir an önce ödenmesini istedi.

HES’çi vali İstanbul’da konuşamadı

A

rtvinli ‘sermayedarlar’ın başını çektiği bir grup tarafından kurulan İstanbul Artvinliler Hizmet Vakfı’nın 26 Mart Cumartesi gecesi İstanbul Kongre Merkezi’nde düzenlediği dayanışma gecesine HES’lere karşı mücadele edenler damgasını vurdu. Artvin Valisi Mustafa Yemlihalıoğlu gecede söz aldıktan kısa bir süre sonra İstanbul’da yaşayan HES karşıtı Artvinliler önce HES’lere karşı pankart açtı. Sonra da sloganlarla valiyi konuşturtmadı. Vali Yemlihaoğlu konuşmasını tamamlayamadan kürsüden indi. HES karşıtlarının Vali Mustafa Yemlihaoğlu’na tepkisinin sebebi protesto eylemine imza atan platformların da bileşeni olduğu Derelerin Kardeşliği Platformu’nu Ankara’da düzenlenen Artvinliler günlerinde nüfuzunu kullanarak program dışına çıkartmasıydı.


7

İNSANCA YAŞAM 11 Nisan 2011 / 21 Nisan 2011

Mersinli nükleeri istemiyor Y

üzlerce Mersinli, Akkuyu’da yapılması planlanan nükleer santrali istemediklerini haykırmak için “Nükleer santral ölüm getirir” diyerek sokağa çıktı Mersin Nükleer Karşıtı Platform’un çağrısı ile 2 Nisan Cumartesi günü bir araya gelen iki bin kişi Akdeniz Belediyesi önünde toplanarak “Mersin Çernobil olmayacak” sloganlarıyla yürüyüşe geçti. Hastane Caddesi ve İstiklal Caddesi’ni trafiğe kapatarak yapılan yürüyüş sırasında yoldan geçen araçlarda kornalarla eyleme destek verdi. Eylemde, Mersinlilerin evlerinde hazırladıkları dövizleri ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’nın hazırladığı ‘Taygaz’ dövizi en ilgi çeken dövizlerden oldu. Eyleme Halkın Takımı Beşiktaş taraftar grubu ve Saz Yapım Ustaları da destek verdi. Yürüyüş kolu Taşbina önüne geldikten sonra platform adına bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamada, Japonya’da yaşanan felaketten Türkiye’nin ders çıkarması gerektiği belirtildi. “Yaşam hakkımıza sahip çıkıyoruz” denilerek nükleer santralin insanlığa zararlı olduğu vurgulandı. Platform, 18 Nisan’da nükleer santral yapılması planlanan bölgede insan zinciri oluşturacağını duyurararak eylemlerini sona erdirdi.

Halk›n Sesi

Felaket vurguncuları işbaşında Gel de inan! TOKi de Ağaoğlu da deprem tehlikesini karşı kentsel dönüşüm öneriyor ama bir şartla: Denetim olmasın

J

aponya’da yaşanan 9 büyüklüğündeki deprem, Türkiye’de periyodik olarak gündeme gelen büyük deprem tartışmasını da yeniden başlattı. Yüzde 66’sı 1. ve 2. derece olmak üzere yüzde 96’sı deprem kuşağında olan ülkede her zaman sorulan “Türkiye depreme hazır mı” sorusu bir kez daha gündemde. Sorunun cevabı ‘Hayır.’ İlginçtir ki bu son tartışmalarda “Hayır” cevabı yerbilimciler ya da deprem konusunda uzman isimlerden gelmedi. İnşaat sermayesinden geldi. TOKİ düzenlediği kurultayda deprem tehlikesine karşı kentleri yıkarak yeniden inşa etmeyi önerdi. Müteahhit Ali Ağaoğlu ise İstanbul’daki binaların yüzde 70’inin ömrünü tamamladığını söyledi, elinde olsa bu binaları yıkıp yeniden yapmak istediğini belirtti. ‘DEPREM YIKSA 100 MİLYAR DOLAR BİZ YIKSAK 25 MİLYAR DOLAR’ TOKİ tarafından 4-5 Mart tarihlerinde İstanbul Kongre Merkezi’nde düzenlenen 2011 Konut Kurultayı sonuç metni kamuoyuyla paylaşıldı. Sonuç metninde İstanbul’da 7.0 büyüklüğünde bir depremin zararının 100 milyar dolar,

kentsel dönüşümün maliyetinin ise 25 milyar dolar olduğu belirtildi. Kentsel dönüşümün devlet politikası haline getirilmesi önerildi. Bu teklifi TOKİ’nin barınma hakkı mücadelelerinin etkisiyle meşruluğu zayıflayan kentsel dönüşüm projelerine deprem tehlikesini dayanak yaparak, yıkım, ihale ve yeniden inşaa faaliyetlerine devam etmek istemesi ile açıklanabilir. AĞAOĞLU HEM AÇIK SÖZLÜ HEM AÇGÖZLÜ Depremin gündemde olduğu mart ayı boyunca depremi tartışıp çare olarak kentsel dönüşümü sunan sadece TOKİ değildi. Türkiye’de inşaat sektöründe hızla büyüyen isimlerinden Ali Ağaoğlu da bu konuda ‘çözüm’ önerenlerden birisiydi. Daha önce katıldığı bir TV programında, “Vaktiyle İstanbul’un Anadolu yakasındaki inşaatların yüzde 80'ine deniz kabuğu-tuzlu kum, çıt diye kırılan hurda demir sattık... 1998 depreminden önceki yapıların yüzde 70'i kalitesiz, depreme dayanıklı değil, oturulmaz. Bu bağlamda; İstanbul’un yüzde 70'ini arsa olarak görüyorum!" diyen Ağaoğlu bu yüzde 70’lik arsa konusunda

Kocaeli’de ‘cop’lu ulaşım

K ısrarını sürdürüyor. KİMİNE HAYAL, KİMİNE GERÇEK 24 Mart akşamı TRT Haber kanalında Ekonomi Kulübü programına katılan Ağaoğlu İstanbul'daki binaların yüzde 70'inin teknik ömrünü tamamladığını ve birçok binanın kendisini dahi zor taşıdığını savunarak hepsini yıkıp yeniden yapmak gerektiğini ifade etti. Fakat Ağaoğlu’nun bir şartı vardı: "Yetkim olsa mimarlar odası ve STK'ları kapatırım. Çünkü en kötü plan bile plansızlıktan iyidir. Maalesef bizde STK'lar her yapılan şeye itiraz ediyor."

Mitingde buluflacaklar Ankara’da kentsel dönüflüm ya¤mas›na karfl› bar›nma hakk› mücadelesi verenler mitingde bulufluyor. Bar›nma hakk› mitingi 17 Nisan 2011 Pazar günü Ankara’da düzenlenecek. Miting kat›l›mc›lar› saat 14.00’te K›z›lay Sakarya Meydan›’nda biraraya gelecek, rantç›lara “Bar›nma hakk›m›za dokunma diyecek” Y›k›m tehdidi alt›ndaki gecekondu mahallelerinden binlerce kiflinin kat›lmas› beklenen miting “Rantç›, ya¤mac› belediyelerin kentsel dönüflümlerine, imar oyunlar›na, sürgün politikalar›na dur demek için; bar›nma hakk›m›z için meydana ç›k›yoruz” slogan›yla düzenlenecek. Bu büyük buluflman›n ça¤r›s›n› Dikmen Vadisi, Mamak, Mehmet Akif Ersoy bar›nma hakk› bürolar›; Alt›nda¤, Kartaltepe, Yakupabdal ve Polatl› Yenimahalle halk› yapt›.

K›br›s: Durursak düfleriz

Konuk Yazar MÜNÜR RAHVANCIOĞLU BARAKA AKT‹V‹ST‹

Kıbrıslı Türklerin, AKP tarafından dayatılan neo-liberal paketlere, dinci gericiliğin ve siyasal İslam’ın gittikçe yükseltilmesine ve asimilasyona karşı toplumsal var oluş mücadelesinde üç büyük eylem geride kaldı. AKP’nin ve işbirlikçi UBP hükümetinin pozisyonu belli... Kitlesel halk direnişini görmezden gelmeye, ilk buldukları fırsatta baskı, tehdit, zor yolu ile yok etmeye kararlılar. Egemenlerin karşısında bulunan direniş hareketi ise başından beridir zaten parçalı yapıya sahip ve 7 Nisan’da açığa çıktığı gibi tamamen parçalanmaya doğru ilerliyor. Bu gidişatı durdurabilecek tek unsur ise muhalefet bloğu içerisindeki sosyalist/bağımsızlıkçı unsurların kararlılığıdır. 28 Ocak ve 2 Mart’ta gerçekleşen 2 büyük mitingden sonra mücadelenin nitelik değiştirmesi gerektiği açıktı. Bu sebeple sendikalar 7 Nisan tarihinde Meclis önünde bir eylem düzenlemeye karar verdiler. Meclis önü eylemleri son 5 yıldır her zaman olaylı geçmektedir. Tutuklamalar, coplamalar ve gaz bombaları gibi sertlik içeren olaylar her zaman Meclis önünde olmaktadır. Bu sebeple, 7 Nisan eylemine katılımın düşeceği beklenen bir olaydı. Ancak CTP ve TDP herkesin bildiği bu katılım düşme olgusunu iktidar partisi UBP’ye karşı kendi örgütsel çıkarları için kullanmaya karar verince siyasal

Yıkım kapıyı çalmadan İstanbul’u yıkıp yeniden yapmaya talip Ali Ağaoğlu, kentsel dönüşüme karşı olan kurumları elinde olsa kapatmak istiyor. Çünkü kapatmak istediği bu kurumlar inşaatların depreme dayanıklılığı da dair teknik olarak denetimini yapmak, kentsel dönüşüm projelerinin, inşaat projelerinin kamuya yararlılığını araştırmak, yeri geldiğinde kamu yararına uygun olmayan projeleri yargıya taşımak gibi ‘zararlı’ işlerle uğraşıyor. Oysa Ağaoğlu’nun hayallerine çoktan kavuşanlar var. Odalar ve onların yetkilendirdiği firmalar tarafından uygulanan yapı

denetiminden muaf olan bir kurum var. Hangisi mi? “Deprem yıkmadan ben yıkayım daha güvenlisini yaparım” diyen TOKİ. 1999 Marmara Depremi sonrası yürütülen çalışmalar sonucu 2001 yılında 19 pilot ili kapsayan; 1 Ocak 2011 itibariyle 81 ili kapsamına alan ve inşaat denetimine ilişkin düzenlemeler içeren 4708 sayılı Yapı Denetim Yasası TOKİ’yi kapsamıyor. Yani depreme karşı güvenli konut yapmaya talip olan, 105 bini İstanbul’da 500 bin konut yapan TOKİ’yi, denetleyen bir merci veya denetim sistemi yok.

Okul vakfın değil halkın Halkalı Ziraat Okulu’nun İslamcı İlim yayma Vakfı’na devredilmesine karşı ilçe halkının eylemleri sürüyor

İ

stanbul Küçükçekmece’de halk, Halkalı Ziraat Okulu’na sahip çıkmaya devam ediyor. Küçükçekmece Yaşam ve Çevre Meclisi üyeleri 27 Mart Pazar günü halkalı Meydanı’nda buluştu, okul arazisinin yandaş bir vakfa devredilmesini bir kez daha protesto etti. Halkalı Ziraat Okulu'nda buluşan bine yakın eylemci, sloganlar ve alkışlar eşiliğinde bir zincir yaparak Halkalı Meydanı'na yürüdü. Meydana gelindiğinde burada önce Meclis adına ortak bir basın açıklaması yapıldı. Ardından sermayenin kent yağmasına karşı mücadele edenlere söz verildi. Küçükçekmece Yaşam ve Çevre Meclisi adına açıklamayı Yavuz Ergen yaptı. Ergen, okul arsasının özel üniversite olmasıyla halkın bu araziyi kullanamaz

ahlaksızlığın en güzel örneğini sergilediler. CTP ve TDP eylemlere “manevi destek” vereceğini ama katılmayacağını duyurdu. DP çoktan beridir konu dışındaydı ve zaten eylemlere katılmasını isteyen de yoktu. CTP kendine bağlı sendikalara baskı uygulayarak 7 Nisan eylemine sözde katılım özde ise köstekleme siyaseti yürüttü. En büyük kamu emekçisi sendikası KTAMS’ın katılımı neredeyse yok gibiydi. Katılanlar da zaten CTP siyasetinden olmayan kamu emekçileriydi ve KTAMS kortejinde yürümediler. Koop-Sen grev dahi ilan etmedi ve eyleme yönetim kurulu düzeyinde katıldı. Dev-İş ise CTP tarafından eylemin polisi olmakla görevlendirildi. 7 Nisan eyleminde Kamu-Sen’i gören dahi olmadı. 9 Nisan tarihinde genel kurulu olan KTÖS’te bağımsızlıkçı grubun karşısında CTP-UBP ittifaklı bir liste vardı. KTÖS bu sebeple 7 Nisan’da fazla bir yük taşıyamazdı. İşte bu ortamda eylemi çekip çeviren, yönetimi bir süre önce sosyalist/bağımsızlıkçı unsurlara geçen Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası (KTOEÖS) oldu. CTP-TDP’nin katılmayışı ve katılımı düşürmek için elinden geleni yapmasına rağmen Meclis önü için gayet yüksek bir rakamla yedi bine yakın insan 7 Nisan’da eylemdeydi. Olağanüstü

hale geleceğini belirtti. Ergen ayrıca üniversitenin yapıldığı bölgede yaşayanların çok büyük kısmının gelir durumlarının üniversitede çocuklarını okutacak seviyede olmadığını ve bu açıdan da halkın yapılacak üniversiteden faydalanamayacağını sözlerine ekledi. Ergen, yer tahsisinin siyasi boyutlarının da altını çizdi. İlim Yayma Vakfı’nın AKP’ye yakın bir vakıf olduğunu belirten Ergen, Küçükçekmeceliler olarak Halkalı Ziraat Okulu’na sahip çıkacaklarını belirtti. Ergen’in ardından 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu, Ziraat Mühendisleri Odası ve Orman Mühendisleri Odası temsilcileri ve Küçükçekmece Belediyesi önünde bekleyişlerini sürdüren Ayazmalı aileler adına Kasım Aydın birer konuşma yaptı. Konuşmaların ardından eylem sona erdi.

“güvenlik” önlemleri altında ve sivil polislerin sürekli tahriklerine rağmen olaysız denilebilecek bir eylem yaşandı. Örgütlerin pankartlarına ani saldırılar, bayrakları kapıp kaçma girişimleri ile sivil polisler çok büyük tepki topladı. Birkaç yerde sivil polisler linçten zorlukla kurtuldu ve bir süre sonra halk tarafından alanın tamamen dışına atıldılar. Eylemde iki kişinin gözaltına alınması dışında neredeyse tek ciddi olay CTP ile TDP başkanlarının alana gelmeleri üzerine yuhalanmaları, CTP milletvekili Ömer Kalyoncu’nun gençler tarafından tokatlanması oldu. Bu olaylar üzerine açıklama yapan CTP ve TDP, marjinal grupların katılmasına izin vermeyecekleri kendi mitinglerini 24 Nisan tarihinde düzenleyeceklerini ilan ettiler. Böylece sürekli olarak “birlik ve birleşme” çağrısı yapanlar, kendilerinin istediği olmayınca halkın gücünü bölmekten çekinmeyeceklerini de göstermiş oldular. CTP ve TDP’nin gerçek arzusunun bağımsızlıkçı cepheyi kırbaç ile terbiye etmek ve kendi önderliklerini kabullendirmek olduğu artık gün gibi açıktır. Bu ahlaksız teklife cevap 7 Nisan eyleminden iki gün sonra KTÖS içinde bağımsızlıkçılar ile CTP’liler arasında yaşanan ciddi hesaplaşmada verilmiştir. Bağımsızlıkçıların 790 oyuna karşılık CTP 380 oyda kalmış

yönetim kurulunun 30 sandalyesi de bağımsızlıkçıların elinde kalmaya devam etmiştir. Ama sorun bağımsızlıkçı kitlelerin CTP-TDP önderliğini kabul edip etmeyeceklerinden daha derin bir sorundur: Esas konu bağımsızlıkçıların kendi siyasal önderlik krizinde düğümlenmektedir. KTOEÖS, KTÖS genel kurullarında, eylemlerde ve mitinglerde görüldüğü gibi Kıbrıslı Türkler giderek radikalleşmektedir. Ama siyasal bir önderliğe sahip olmayan kitle, parlamento dışı sol partilerin kendi aralarında yürüttükleri skolastik tartışmalarla veya yenilgi dönemlerine özgü sıkı kıya kenetlenmiş savunmacı anlayışı ile kan uyuşmazlığı yaşamaktadır. Kıbrıs’ın bağımsızlığı, halklarının kardeşliği ve toprağının birleşmesi yolunda verilecek mücadelede siyasal bir önderlik yaratamazsak, tarih bizi bu basiretsizliğimizden ötürü yargılayacaktır. Devrimci güçlerin bu soruna yanıtı masa başında değil eylemde birlik ilkesi ile şekilleniyor. Bağımsızlık yanlısı güçlerin devrimci eyleminin birliği ilkesi ile kısır tartışmaları değil kitlelerin arzuladığı eylemleri önüne koyan bir siyasal önderlik yaratmak mümkündür. Bunun için de ya çekinmeden rejimin üstüne doğru bir adım daha atacağız ya da durakladığımız anda yenilgiyi tadacağız...

ocaeli Üniversitesi öğrencileri haftalardır sürdürdüğü ulaşım hakkı mücadelesinde 6 Nisan günü Umuttepe Kampüsü’nden Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’ne yürüdü. Öğrenciler yürüyüş sırasında 17 kilometrelik yolun tek şeridini trafiğe kapattı. Çevik kuvvet, şehir merkezine yürüyen öğrencilerin önünü barikat kurarak kesti. Ancak öğrenciler yürüyüşlerini sürdürdü. Anıtpark’a gelen öğrenciler Yürüyüş Yolu’nda ulaşım hakkı taleplerini dile getirmek istedi. Yürüyüş Yolu’na doğru yönelen öğrenciler polisin saldırısına uğradı. Polisin cop, biber gazı ve tazyikli su kullanarak saldırmasının ardından çok sayıda üniversite öğrencisi yaralandı, 10 öğrenci de gözaltına alındı. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, ocak ayında ulaşıma 20 kuruş zam yapmış, öğrenciler için Kentkart uygulamasını zorunlu hale getirmişti.

Bursa’da öğrenci için ulaşım

B

ursa'da yaklaşık bir aydır ulaşım hakkı mücadelesi sürdüren Uludağ Öğrenci Kolektifi, şartlarını rektöre kabul ettirdi. Bursa Uludağ Öğrenci Kolektifi, üniversitelilerin üç acil şartı olan ulaşım zamlarının geri çekilmesi, yerleşke içi ulaşımın parasız olması ve şehir merkezi ile terminale giden 93 ve 48 numaralı otobüslerin yerleşkeden geçmesi talepleri ile 1 Nisan günü bir eylem yaptı. Kampüs içinde yaptıkları bir yürüyüşle rektörlük binasına giden öğrenciler burada rektörle görüşme talebiyle oturma eylemi yaptı. Rektör Kamil Dilek, iki Kolektif temsilcisini kabul etti. Yapılan görüşmede Dilek, yerleşke içi ulaşımın parasız olması talebini kabul etti, zamların geri çekilmesi ve otobüslerin öğrenci yerleşkesinden geçmesi taleplerinin ise arkasında durup belediye başkanına hafta sonu ileteceğini söyledi.


8

EMEK 11 Nisan 2011 / 21 Nisan 2011

Halk›n Sesi

1 Mayıs’ta alanlara

1 milyon emekçi 1 May›s’ta Taksim’e ç›kacak. D‹SK, KESK, TTB ve TMMOB, 1 May›s haz›rl›klar›na bafllad›klar›n› duyurdu. Dört örgüt D‹SK Genel Merkezi’nde

gerçeklefltirdikleri ortak bas›n aç›klamas›yla bu y›l da 1 May›s’› Taksim’de kutlayacaklar›n› belirtti. Dört örgüt, 1 May›s’ta “Milyonlar aç milyonlar iflsiz, iflte

kapitalist sisteminiz” slogan›yla Taksim Meydan›’nda 1 milyon emekçinin kat›laca¤› bir 1 May›s hedeflediklerini belirtti. Türk-‹fl de “1 May›s’ta Taksim” dedi.

Patronlar bir bir düşüyor B

irleşik Metal-İş Sendikası, (BMİS) 22 Mart’ta başladığı grevlerde bir bir kazanım elde etmeye başladı. Grev kararı asılan işyerlerinde işverenlerin çoğu grev başlamadan BMİS’in taleplerini kabul etmek zorunda kalıyor. 15 bin işçiyi ilgilendiren grevlerin ilki 22 Mart’ta Eskişehir’deki Doruk Süsler Ev Gereçleri işyerinde başladı. Doruk’u Kocaeli’ndeki Standart Depo izledi. Kroman Metal’deki grev ise MESS’in açtığı dava sebebiyle başka bir tarihe ertelendi. 28 Mart’ta Areva’da ilk kazanım geldi ve Areva işvereni daha grev başlamadan BMİS’in taleplerini kabul etmek zorunda kaldı. Areva’daki kazanımın ardından gerisi çorap söküğü gibi geldi. Standart Depo, Bekaert, Doruk, ABB, Çimsataş… Bu işyerlerinin tamamında patronlar metal işçilerinin sosyal haklarının en üst kademeye çekilmesi, saatlik ücretlere de 44 kuruş ile 109 kuruş arasında değişen zamlar yapılmasını kabul etmek zorunda kaldı. BMİS, anlaşmanın sağlandığı tüm iş yerlerinde henüz toplu iş sözleşmesi imzalamadı. BMİS ile işverenlerin anlaştığı fabrikalarda toplam 4.500 işçi çalışıyor. BMİS, 8 Nisan’da Gebze’deki Arfesan A.Ş’de ve 11 Nisan’da da İstanbul’daki RSA ile Paksan Makine’de greve çıkacak.

T

ürk Metal’in 30 kuruşluk sözleşmesini yırtan metal işçilerinin grevinde patronlar da işçilerle anlaşmak zorunda kalıyor

Türk Metal’in, bir gece ans›z›n imzalad›¤› ve sonras›nda övündü¤ü 30 kuruflluk sözleflmeyi çöpe atan Birleflik Metal-‹fl, bir iflkolundaki en büyük sendikan›n de¤il mücadele eden sendikan›n iflçilerin haklar›na sahip ç›kt›¤›n› gösterdi. EN BÜYÜK SENDİKA MÜCADELECİ OLANDIR “Bir işkolundaki en büyük sendika toplu iş sözleşmesini imzalarsa diğer sendika da aynı sözleşmeyi imzalar” düşüncesini yıktıklarını belirten BMİS yetkilileri MESS’i tamamen karşılarına almak yerine ayrı ayrı işverenleri karşılarına aldıklarını söyledi.

KAZANIMLAR İŞÇİ SINIFINA ÖRNEK Metal işçilerinin kazanımı her ne kadar 15 bin metal işçisini ilgilendiriyormuş gibi gözükse de Türkiye işçi sınıfı açısından da önemli kazanımlar sağlıyor. MESS’in, Türk Metal’e imzalattığı toplu iş sözleşmesinin aynısı deri işkolundaki patronlar tarafından deri işçilerine dayatılmıştı. BMİS, patronların

işbirlikçi sendikalarla anlaşarak işçiye dayattığı sözleşmelerin yırtılabileceğini gösterdi. BMİS’in elde ettiği kazanımlar sayesinde sadece metal iş kolunda değil diğer iş kollarında da işçiler, patronların dayattığı sözleşmelerin imzalanmayabileceğini görmüş oldu. Grev süreçlerinin tamamına işyerindeki tüm işçiler dahil oldu. BMİS yöneticileri tüm

kararları işyerindeki üyeleriyle birlikte aldı. BMİS, işverenlerle yaptığı görüşmelerin tamamını üyelerine aktarırken işçilerin taleplerini de işverene karşı savundu. Grev öncesinde BMİS tüm işyerlerinde grev oylamaları yaptı. Oylamalar sonucu greve çıkmak isteyen işçilerle birlikte hazırlıklarını yapmaya başladı. Büyük kısmı AKP’li ve MHP’li olan işçilerin grev kararlılığı

göstermesi ve kazanıma ulaşması, BMİS’in önemli kazanımlarından biri olurken bu durum Türk Metal içinde de sıkıntılara yol açtı. TÜRK METAL KAYBEDİYOR BMİS’in grevleri kazanmaya başlamasının ardından grevleri kırmada başarı sağlayamayan Türk Metal, BMİS’in farklı örgütlenmelerine saldırdı. Bursa’daki Asil Çelik’teki işçileri baskı, tehdit ve rüşvetle BMİS’ten istifa ettirmeye çalışan Türk Metal, işçilerin kararlı duruşu sonucunda Asil Çelik’ten kovuldu. Birleşik Metal-İş (BMİS) ile Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) arasında süren metal iş kolu grup toplu iş sözleşmelerinde anlaşmazlık çıkması üzerine BMİS, 28 işyerinde grev kararı almıştı. MESS’in zorlamasıyla 14 işyerinde grev oylaması yapılmış, MESS’in baskı ve tehditlerine rağmen 7 işyerinde “Greve evet” kararı çıkmıştı. BMİS, greve çıkma sebebi olarak ücretlere yapılan zammın yetersizliği, ücret mekanizmasındaki adaletsizlik ve kıdem tazminatının net bir şekilde hesaplanmamasını göstermişti. Metal işkolunun işbirlikçi sendikası Türk Metal ise 2010’un eylül ayında bir gece ansızın MESS ile anlaşmıştı. Türk Metal, işçilerin saatlik ücretlerine 30 kuruş zamma olur vermiş ve bunu bir zafer olarak duyurmuştu.

İşçi katilleri serbest Aral›k 2009’da Bursa’n›n Mustafakemalpafla ‹lçesi’ndeki Bükköy madeninde meydana gelen ve 19 iflçinin hayat›n› kaybetti¤i ifl cinayeti ile ilgili davada tutuklu kalmad›. 24 Mart günü Bursa Adliyesi’nde görülen duruflmaya tutuksuz san›klar Fahrettin fiolpan, Hayrettin Çelik ve Bayram Erdo¤an kat›ld›. Maden oca¤› sahibi tutuksuz san›k Nurullah Ercan ise duruflmaya kat›lmad›. Davan›n ard›ndan ifl cinayetinde hayat›n› kaybeden iflçilerin yak›nlar› Adliye önünde kefenli eylem yapt›. Çocuklar›n›n büyük boy foto¤raflar›n› tafl›yan madenciler, yere yat›p ölü taklidi yapt›. Daha sonra adliye önündeki, "Adalet mülkün temelidir, hak kuvvetin üstündedir" yaz›s›n› gösteren madenci yak›nlar›, bu yaz›lar›n bir anlam› olmad›¤›n› ve paras› olana adaletin oldu¤unu söyledi. ‹flçi yak›nlar›, valili¤e yürümek istedi ancak polis, ailelere engel oldu. Bunun üzerine aileler fiehreküstü Meydan›’na geldi ve burada bir oturma eylemi yaparak vali ile görüflmek istedi. Gün boyu süren eyleme re¤men vali iflçi yak›nlar›yla görüflmedi.

Bak postacı yürüyor

H

bırakma eylemine başladı. Asistan hekimler ve sağlık çalışanların grevine hasta ve hasta yakınları ile tıp fakültesi öğrencileri de destek verdi. Türkiye’nin dört bir yanından destek mesajları yağdı. Grev boyunca, asistanlığın yanacağı, soruşturma açılacağı gibi tehditlere aldırış etmeyen asistan hekimler ve sağlık emekçileri önemli bir

dayanışma örneği gösterdi. DEÜ Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çalışan 3 bin sağlık çalışanın 500’ünün katıldığı grev 5 Nisan’da kazanımla sonuçlandı. 5 Nisan günü Sağlık Bakanı Recep Akdağ hekimlerle görüşmek zorunda kaldı. Yapılan görüşmede hekimlerin talepleri kabul edildi. Grevin kazanımları tüm hastane çalışanları için geçerli olacak. Buna

ava-İş, TEC ve THY Teknik A.Ş’yi 25 Mart’ta bir eylem yaparak uyardı. Sendikalarının TEC’le süren toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde resmi arabulucu sürecinin de dolduğunu ve grev sürecine girdiklerini belirten Hava-İş yönetimi, TEC’in işten çıkarmalarla işçilere ve sendikaya gözdağı vermek istediğini belirtti. TEC, sendika temsilcisiyle görüşen 2 işçiyi hiçbir gerekçe göstermeden işten çıkarmıştı. Hava-İş, eylemin ardından sendikal faaliyetlerin engellenmesi nedeniyle suç duyurusunda bulundu.

İ

zenerji’de Genel-İş ile İzmir Büyükşehir Belediyesi arasındaki toplu iş sözleşmesi sürecinde anlaşmazlık çıkması üzerine Genel-İş 3 No’lu Şube, 31 Mart’ta Büyükşehir Belediyesi’ne grev kararı astı. Genel-İş 3 No’lu Şube Başkanı Cafer Konca, hedeflerinin insanca yaşayacak bir ücreti garanti altına alan toplu iş sözleşmesi olduğunu belirtti ve Büyükşehir Belediyesi, işçilerin taleplerine uymazsa 60 gün içinde greve çıkacaklarını ifade etti.

İzmir DEÜ’de asistan hekimler ve sağlık çalışanlarının grevi kazanımla sonuçlanması, 19 Nisan’daki grev öncesinde büyük moral sağladı ağlık çalışanlarının AKP’nin sağlıkta dönüşüm programı ve performans uygulamasına karşı greve hazırlandığı günlerde İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde asistan hekimler ve sağlık çalışanlarının grevi kazanımla sonuçlandı. Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde çalışan sağlık emekçileri, performans adı altında ücretlerinin düşürülmesi, eğitim ve araştırma hastanelerinin ticarethaneye çevrilmesi ve diğer hak gasplarına karşı iş bıraktı. Asistan hekim, hemşire, laborant ve diğer alanlardan yüzlerce sağlık emekçisi, 1 Nisan günü başhekimlik önüne kaşelerini bırakıp beyaz önlüklerini yakarak iş

H

Genel-İş grev kararı astı

Grevine sağlık S

Hava-İş TEC’i uyardı

göre sağlık emekçilerinin ücretleri, performans sistemi öncesine göre ödenecek. Çalışanlar hakkında üniversite yönetimi soruşturma açmayacak. İçinde çalışanların da olduğu bir komisyon kurularak, çalışma şartlarının iyileştirilmesi için adımlar atılacak. Asistan hekimler, grevin kazanılmasının ardından 5 Nisan’ı Asistan Hekimler Günü olarak ilan etti.

Hekimler tek ses, çok yürek Sa¤l›k çal›flanlar› Nisan’›n 19’unda bafllayacak ve 2 gün sürecek “greve” haz›rlan›yor. Greve TTB, SES, Dev Sa¤l›k-‹fl, Türk Eczalar› Birli¤i ve Türk Hemflireler Derne¤i’nin de aralar›nda bulundu¤u on meslek örgütü

aber-Sen İstanbul Şubeleri, 26 Mart günü bir eylem yaparak çalışma koşullarının düzeltilmesini talep etti. Postacılar, cumartesi günü saati

destek verecek. AKP’nin sa¤l›kta dönüflüm program›na karfl› yap›lan grev boyunca hasta bak›lmayacak sadece acil hizmetlerde nöbetçi b›rak›lacak. Grev günlerinde her ilde aç›klanacak saat ve yerlerde eylemler düzenlenecek.

110 kuruşa çalışmak istemediklerini dile getirdi ve PTT’ye taşeron personel yerine kadrolu personel alınmasını talep etti. Eylem boyunca AKP, Ulaştırma Bakanı ve PTT

Grevin karar› kitlesel bir biçimde 13 Mart’ta Ankara’da al›nm›flt›. 13 Mart’ta Ankara’da 30 bin kiflinin kat›l›m›yla miting yapan sa¤l›k çal›flanlar›, taleplerine yan›t alamad›klar› takdirde greve gideceklerini duyurmufltu.

Genel Müdürlüğü’nü protesto eden sloganlar atıldı. Hemen her görüşten postacı ortak taleplerini Haber-Sen’in eyleminde dile getirdi.

Postacının yükü çok

Kıbrıs’ta sosyalistler KTÖS’ü aldı

P

K

ostacılar günde en az 12 saat çalışıyor, çok az ücret alıyor. Hafta tatilleri, bayram tatilleri, dini ve resmi bayram tatillerinde de çalışan postacılar cumartesi günleri saati 110 kuruşa çalıştırılıyor. PTT’de dağıtımda çalışan işçiler buzdolabı, çamaşır makinesi gibi ağır eşyaları taşıyor. Ağır yükleri taşıyan postacılar da varis, bel fıtığı, boyun fıtığı, menüsküs ve disk kaymasına çok sık rastlanıyor. Kadrolu personelin alınmadığı PTT’lerde taşeron postacıların hiçbir iş güvencesi yok.

ıbrıs Türk Öğretmen Sendikası’nın (KTÖS) 38’inci Olağan Genel Kurulu 10 Nisan günü gerçekleştirildi. Baraka’nın da içinde bulunduğu sosyalist, bağımsızlıkçı çevrelerin oluşturduğu Sendikam Onurumdur grubu ile AKP çizgisindeki liberal CTP güdümlü Mesleğimiz ve Sendikamız Onurumuzdur gruplarının katıldığı seçimde Sendikam Onurumdur Grubu 30 delegeyi de aldı. Yüksek katılımla gerçekleşen seçim sonuçları Kıbrıs’taki sol ilerleyişte yeni bir köşe taşı oldu.


9

EMEK 11 Nisan 2011 / 21 Nisan 2011

Halk›n Sesi

Maden sahalarında AKP talanı

Geçen y›l Zonguldak-Kandilli, Gelik, Kilimli, Kozlu ve Karadon, KastamonuAzdavay, Bal›kesir-Dursunbey ve Kepsut, Soma-Ifl›klar, Kütahya-Gediz, Edirne-Keflan ve Uzunköprü, Tekirda¤, Eskiflehir-Mihal›çç›k, GiresunDo¤ankent, Malatya-Yeflilyurt, Tunçbilek-Yörgüç, Ankara-Ayafl, Nall›han, fi›rnak ve Uzunköprü, BoluMengen, Ayd›n kömür tesislerinde patlama, göçük, tafl düflmesi gibi maden kazalar› meydana geldi. Ayr›ca, Mu¤laYata¤an, Diyarbak›r mermer tesisleri,

İş kazaları, işçi ölümleri ve doğada yarattığı tahribatlarla toplumsal yaşamda kanayan bir yara haline gelen maden sahaları, kârlı bir yatırım alanı olarak sermayedarlara peşkeş çekiliyor

İ

ki trilyon dolarlık yeraltı maden kaynaklarının ekonomiye kazandırılmasına yönelik proje çerçevesinde ihale programı tamamlandı. Proje, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarfından yürütülüyor. MADENLERİ SANAYİCİYE KAZANDIRMAK Bakan Taner Yıldız, yeni maden kanunu çerçevesinde ilk aşamada sanayicilerin isteği doğrultusunda 1.343 maden sahasının ihale edileceğini duyurdu. Yıldız, madenlerin ekonomiye kazandırılması gerektiğine işaret ederek, “Sanayinin hammaddesi madencilikten geçiyor, sanayi kuruluşlarımızın taleplerini yerine getirmemiz lazım” diye konuştu. İhaleye çıkacak maden sahaları netleşti. İhaleler haziranda başlayacak. İlk etapta bin 343 maden sahası ihale edilecek. Ruhsatlar 10 yıllık olarak verilecek; 5'er veya 10'ar yıllık periyotlar halinde uzatılabilecek.

DOĞADA İZİNLİ TAHRİBAT Projede toplumsal muhalefetin tepkileri hesaba katılarak, muhalefeti yatıştıracak “tedbirler” de düşünülmüş. Çanakkale’den Isparta’ya kadar başta zeytinlikler olmak üzere çeşitli tarım alanları ve ormanlık bölgelere maden ruhsatı verilmesi ve madencilik çalışmalarının başlamış olması yerli halkın ve üretici-emekçi kesimlerin şiddetli tekpisini çekti. Halk kararlı direniş eylemleri gerçekleştirdi. “Çevreye duyarlı bir madencilik politikası”yla maden sahalarının korunması hedefleniyor. Bu politikanın esasını “izinli-ruhsatlı doğa madencilik” oluşturuyor. 5995 sayılı yeni Maden Kanunu’yla çevrenin korunmasına yönelik önemli yenilikler getirildiğini” belirten Bakan Yıldız, “ilk defa hassas alanlarla ilgili olarak önce izin, sonra ruhsat dönemine geçilmiştir” dedi. Önceleri arama ruhsatı düzenlenirken hiçbir izin aran-

madığını anlatan Yıldız’a göre ruhsat için madenciler, sanayiciler ve onlarla işbirliği halindeki devlet kurumlarından izin alınacak. Doğanın ve toplumsal yaşamının yıkımından en fazla zarar görecek olan yerel halk ve emekçiler, bu çevreye duyarlı madencilik politikalarında dikkate alınmıyor. “5995 sayılı Kanun ile ruhsat müracaatı yapılan alanların; özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, muhafaza ormanları, Kıyı Kanunu’na göre korunması gerekli alanlar, birinci derece askeri yasak bölgeler, 1/5000 ölçekli imar planı onaylanmış alanlar, birinci derece sit alanları, madencilik amacı dışında tahsil edilen ve uygun görüş verilen elektrik santralleri, organize sanayi bölgeleri, petrol, doğalgaz ve jeotermal boru hatları gibi yatırım alanları, ruhsat müracaatının yapılması ve yapılan müracaatın hak sağlanması durumunda, ruhsat düzenlenebilmesi için bir yıl içinde ilgili

kurumdan izin alınması şartı getirilmiştir.” Örneğin “Zeytin Sahalarını Koruma Kurulu” adıyla oluşturulacak kurulun uygun bulması halinde “zeytinlik sahalarında, petrol ve doğal gaz arama ve işletme faaliyetleri yapılabilecek, yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik üretim tesisleri kurulabilecek, madencilik faaliyetleri yürütülebilecek.” Kurul, ilgili bakanlıklar ve sektör temsilcilerinden oluşacak. 40 BİN MADEN RUHSATI Maden İşleri Genel Müdürlüğü (MİGEM) kayıtlarında 28 bin 763 arama ruhsatı, 12 bin 45 işletme ruhsatı ve 91 ön işletme ruhsatı olmak üzere toplam 40 bin 899 adet maden ruhsatı bulunduğunu bildirdi. Enerji bakanı, kamu şirketlerine ait toplam 649 adet ruhsat sahası bulunduğunu da kaydetti. Yabancı sermaye şirketlerinin toplam bin 868 adet maden

Ankara-Çay›rhan soda tesisi, Seydiflehir alüminyum tesisi, Siirt-Kurtalan tafloca¤›, Kayseri-Yayyal› çinko tesislerinde, Mu¤la-Milas feldspat, ‹stanbulSultangazi tafloca¤›, Elaz›¤-Alacakaya ve Palu, Bursa-Orhaneli, MalatyaHekimhan, Sivas-Kangal, FethiyeGöcek gibi maden tesislerinde maden kazalar› yafland›. Son olarak bunlara Edirne ili Keflan ilçesi Küçük Do¤anca Köyü’ndeki kaza eklendi. Bu kazalarda 105 madenci hayat›n› kaybetti, binlercesi de yaraland›.

ruhsatı var. Yabancı sermayenin madenlere yönelik ilgisi giderek artıyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, TBMM’de bir soru önergesine verdiği yanıtta, yabancı sermayeli şirketlerce yıl bazında fiili olarak üretim yapılan ruhsat sahalarının; 2004 yılında 162, 2005 yılında 163, 2006 yılında 219, 2007 yılında 285, 2008 yılında 276 ve 2009 yılında 280 olduğunu ifade etti. Enerji bakanı, madencilik sektöründe yabancı kişi ve şirketlerin, Türkiye'ye geliş nedenlerini de şöyle açıkladı: “Türkiye’de madencilik sektörü yatırım ve üretim açısından cazip bir sektör haline gelmiştir.” EN FAZLA İŞ KAZASI VE İŞÇİ ÖLÜMÜ MADENLERDE “Üretim ve yatırım açısından cazip ülke” derken enerji bakanı, Türkeye’de madenlerde ucuz ve güvencesiz işçi çalıştırıltırılmasını kast ediyor. Maliyetleri büyük ölçüde aşağı

çeken taşeronlaştırma gibi güvcencesiz çalışma şartları, sermaye için cazip olanaklar sunuyor. Oysa, maliyetleri aşağı çekme politikası, işçi sağlığı, iş yeri güvenliği ve güvenceli çalışma koşullarını tümden ortadan kaldırıyor. TMMOB Maden Mühendisleri Odası’nın hazırladığı rapora göre, Türkiye’de maden kazalarında ölen işçi sayısının her geçen yıl biraz daha arttığı belirlendi. 2008 yılında 48 maden çalışanı iş kazası sonucu yaşamını yitirirken, 2009 yılında bu sayı 92’ye, 2010 yılında ise 105’e yükseldi. 2011 yılının ilk üç ayında ise 24 maden çalışanı meydana gelen maden kazalarında yaşamını yitirdi. Raporda, madencilik sektörünün, doğası gereği bilgi, deneyim, uzmanlık ve sürekli denetim gerektiren dünyanın en zor ve riskli iş kolu olduğu hatırlatıldı. Raporda, maden kazalarının; teknik, sosyal, ekonomik, eğitim, planlama ve denetim sorunları gibi pek çok nedeni olduğu ifade edildi.

120 işçi tekele kök söktürüyor

Sağlık işçisi bir günde kazandı Okmeydan› E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi’nde Dev Sa¤l›k-‹fl üyesi oldu¤u için iflten ç›kar›lan iflçiler bir günde kazan›ma ulaflt›. 4 Nisan’da direnifle geçen biri Dev Sa¤l›k-‹fl’in iflyeri temsilcisi 3 iflçiyi arkadafllar› yaln›z b›rakmad›. Hastane önünde bafllayan eylemin ard›ndan 5 Nisan günü tafleron flirket yetkilileri iflçilerle görüflmek zorunda kald›. Tafleron flirket yetkilileri, iflyeri temsilcisinin ifl bafl›

yapabilece¤ini ancak di¤er iki iflçinin ifle al›nmayaca¤›n› söyledi. Di¤er iki iflçi, baflka iflte çal›flma olanaklar› oldu¤unu söylese de bu karar iflyerindeki tüm Dev Sa¤l›k-‹fl üyeleri taraf›ndan tart›fl›ld›. Yap›lan tart›flmalar sonucunda Tafleron flirketin as›l sald›r›s›n›n hastanedeki Dev Sa¤l›k-‹fl örgütlenmesini k›rmaya yönelik oldu¤u sonucu ç›kt›. ‹flçiler oy birli¤iyle tafleron flirketin talebini kabul etti.

Tekel’in sigara bölümünün özellefltirilmesinin ard›ndan Samsun’un 19 May›s ‹lçesi’nde bulunan ünlü Samsun Sigara Fabrikas›’n› alan British American Tobacco (BAT), 31 Mart günü 120 iflçiyi iflten ç›kard›¤›n› aç›klad›. ‹flten ç›kar›ld›klar›n› ö¤renen 120 iflçi, ifllerine geri dönene kadar fabrikay› terk etmeyeceklerini aç›klad›. 1 Nisan’da 550 iflçinin çal›flt›¤› fabrikada üretimi durdurmak zorunda kalan iflveren ilk baflta 4 Nisan’a ard›ndan da 6 Nisan’a kadar iflçilere fabrikadan ç›kmalar› için süre tan›d›. Gelinen noktada dünya sigara pazar›n›n yüzde 13’ünü elinde bulunduran BAT, 120 iflçinin direnifliyle bafl edemiyor; iflçilerin direniflini k›rmak için her yolu deniyor ancak iflçiler direnifllerini sürdürüyor. BAT’›n

iflten ç›kard›¤› iflçilerin neredeyse tamam› Tek G›da-‹fl üyesi iflçilerden olufluyor. ‹flçiler ‹zmir Tire’deki ve Tokat’taki Tekel fabrikalar›n›n kapat›lmas›n›n ard›ndan burada çal›flmaya bafllam›fllar. ‹flçiler, iflten ç›kar›lma gerekçelerini fabrikan›n yemekhanesine 5 Nisan’da b›rak›lan mektuplardan ö¤rendi. Özellefltirmelerle birlikte Türkiye’de 2 milyar dolar yat›r›m› bulunan BAT, iflçilere gönderdi¤i mektuplarda ekonomik olarak s›k›nt› içinde oldu¤unu belirtti ve iflten ç›karmalar› ekonomik sebeplere dayand›rd›. Mektubun devam›nda BAT’›n meram› a盤a ç›kt›. BAT, iflçilere direniflten vazgeçmeleri için 32 bin lira teklif etti. BAT, direniflin ilk gününde iflçi bafl›na 16 bin lira art› üç maafl para teklif etmiflti.

Teklifi gören iflçilerin tamam› fabrika girifl kap›s›na gidip bir bas›n aç›klamas› yaparak mektuplar› yakt›. Mektubun ard›ndan BAT yetkilileri iflçileri ayr› ayr› telefonla arayarak 32 bin liran›n üzerine ek paralar teklif etti. BAT, daha ilk arad›¤› iflçide baltay› tafla vurdu. Aranan iflçi, patron taraf›ndan arand›¤›n› ve kendisine rüflvet teklif edildi¤ini tüm arkadafllar›na duyurdu. 2002 y›l›nda Türkiye pazar›na giren BAT, AKP’nin Tekel’i özellefltirmesiyle h›zla büyüdü. Türkiye’de Tekel sigaralar› ile Pall Mall, Viceroy ve Kent markalar›n› üreten BAT’›n internet sitesinde yer alan ‘Kültürümüz’ bölümünde flu yaz› dikkat çekiyor: “En önem verdi¤imiz de¤erlerimizden biri çal›flanlar›m›zd›r”

Samsun 19 May›s ‹lçesi’nde bulunan Tekel Sigara Fabrikas›, 2010 y›l›nda AKP taraf›ndan özellefltirilmifl ve BAT’a sat›lm›flt›.

Patron da jandarma da saldırıyor Düzce 1. Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulu bulunan Mas-Daf Makine’de iflten ç›kar›ld›¤›n› ö¤renen iflçiler, kendilerini fabrikaya kilitledi. Patronun ça¤›rd›¤› jandarma, 112 iflçiye sald›rarak gözalt›na ald›. Sald›r› sonras›nda iflten ç›kar›lan 112 iflçi, ifllerine geri dönmek için direnifle geçti. 4 Nisan günü ifllerine gitmek isteyen iflçiler servislerin olmad›¤›n› ö¤rendi ve iflyerine kendi imkanlar›yla gitti. ‹flyerine gelen iflçiler bildirimsiz ve tazminats›z iflten ç›kar›ld›klar›n› kap›ya as›lan bir duyurudan ö¤rendi. ‹flten ç›kar›ld›¤›n› ö¤renen

120 iflçi fabrikay› terk etmeme karar› ald›. Birkaç saat sonra fabrikaya gelen yüzden fazla jandarma, iflçileri sald›rarak gözalt›na ald›. Sald›r›n›n ard›ndan fabrikaya gelen Birleflik Metal ‹fl ‹zmit fiube Baflkan› Hami Baltac›, as›l hukuksuzlu¤u patronun yapt›¤›n› belirterek jandarmaya tepki gösterdi. Toplu iflten ç›karmalar konusunda anayasan›n ihlal edildi¤ini belirten Hami Baltac›, “Toplu iflten ç›karmalarda iflverenin 1 ay öncesinden ‹fl-Kur bölge müdürlü¤üne müracaat etmesi gerekiyor-

du. Bunu yapmayarak anayasay› ihlal ettiler. Biz sonuna kadar direnece¤iz” dedi. Gözalt›na al›nan iflçiler serbest kald›ktan sonra fabrika önünde ifllerine geri dönmek için direnifle geçti. Mas-Daf’ta daha önce 2 A¤ustos 2010’da Birleflik Metal-‹fl üyesi oldu¤u için iflten ç›kar›lan 22 iflçi direnifle geçmifl ve ifllerine geri dönmüfltü. Direnifl sürerken iflyerine baflka iflçiler getirip çal›flt›rmak isteyen fabrika müdürü, kendisine engel olan iflçilerin üzerine arac›n› sürmüfl ve 13 iflçinin yaralanmas›na sebep olmufltu.


10

KİBELE 11 Nisan 2011 / 21 Nisan 2011

Halk›n Sesi

Yumurta k›rmadan omlet yapma hayali "Dünya kötülük yapanlar yüzünden değil, oturup seyirci kalanlar yüzünden tehlikeli bir yer olmuştur..." A.Einstein

E

konominin altın kuralı, neyin uygulayacağı kadar bu modelin ne zaman ve hangi koşullar altında uygulanacağının da önemli olmasıdır. Brezilya’da çok başarılı olan bir model Türkiye’ye tahmin edemeyeceğiniz zararlar verebilir. Yani her yere, her keseye uyacak bir model henüz icat edilmedi. Aile sigortası (asgari gelir desteği) adlı uygulama, farklı isimlerle, farklı yerlerinden çekiştirilerek, başka ülkelerdeki iyi uygulamalar gerekçe gösterilerek bivesile gündemde yerini aldı. Uygulamanın özünde devlet eliyle yoksul yurttaşın aylık gelirinin (ki programdaki tanımı ailenin ekonomik gelirinin asgari ücretin altında olması) asgari ücrete tamamEsmeray lanması yatıyor. Böylece ortaYoğun lama gelir düzeyi belirli bir seviyenin altına inmeyecekmiş. yogune@ Özünde uygulamanın kötü bir yahoo.com yanı bulunmamakla beraber sıkıntı, CHP’nin sosyal demokrat ana muhalefet partisi olarak “ayni yardım” daha onurludur, açıklamaları ile adeta meydanların tozunu attırmasından doğmaktadır. Gözlerinizi kapatıp bir ülke düşünün ortalama gelir 10 bin dolarları gösteriyor ancak… *En yoksul %20 ile en zengin %20 nin arasındaki gelir farkı 8,5 kat olmuş. *Ekonomisi maşallah anne sütü emen bebeler gibi sürekli semiriyor hatta dünyanın 16. büyük ekonomisi oldu ama her nasılsa işsizlik %25’lere vurmuş. *Şirketlerin faiz, tahvil, para satma gibi faaliyet dışı gelirleri faaliyet gelirlerini ikiye katlamış, ekonomi dış tüketime dayalı büyüme rayına girmiş çıkmıyor. *Döviz kuru uzun süredir müdahale edilerek ucuz tutulmuş ama nasıl olmuşsa üretim artmamış, *Dış ticaret açığından ozon tabakası görülüyor öyle ki sürekli tüketen tüketirken de ithali tercih eden ama satacak kadar üretemeyen bir ülke olmuşuz. *Yurttaşının %60’ı et, tavuk balık gibi protein zengini gıdaları ancak iki haftada bir yiyebiliyor. *Yurttaşın %50’si yoksulluk sınırında, %20’si yoksulluk sınırının da altında yaşıyor. *Yurttaşlarının %40’ı kışın soğukta yaşıyor, evini ısıtamıyor... Şimdi gözlerinizi açın işte az önce düşündüğüz o garip ülkedesiniz. Yani kıssadan hisse, düzen değişiyor ama maalesef hikayenin özü değişmiyor. Bütün dünyayı saran küreselleşme virüsü, ekonomik bir olgudur fakat siyasal, sosyal ve kültürel sonuçları ve argümanları vardır. Yoksulluk ise genel olarak fazla üretim yapılamamasından, istihdam yani ekonomik faaliyet yaratılmamasından ve üretilenlerin karşılığında elde edilen refahın eşit dağıtılmamasından kaynaklanmaktadır. Yukarıdaki listede de görüldüğü gibi siz, eğer faiz gelirlerini bu kadar cazip kılarak, müteşebbisin üretime dönük yatırım yapmasını dolaylı olarak engeller, sonra da IMF ve DB istedi diye kamu harcamalarını kısar, üstüne bir de kamusal yatırımı çağdışı ve haksız rekabet yaratıyor gibi yaftalarla öldürürseniz ülkenin ekonomisini ve yurttaşın refah düzeyini baltalarsınız. Aile sigortası söyleminin bir diğer önemli sorunu ise kadın-erkek eşitsizliğine duyarsız, cinsiyetçi yapıyı hala daha besleyen motifleri içermesidir. Ödeme tutarı parayı kadına vermenin, bizimki gibi kemikleşmiş erkek egemen düzenlerde, kadının harcayabileceği anlamına gelmediği açıktır. Hatta kadının hesabına yatan bir paranın çarçur edilecek para nitelemesi ile algılanıp, içkiye, kumara ayrılma riski de her zaman bulunuyor. Çünkü bu tip toplumlarda ev geçimi yani rızk erkeğin kontrolünde, erkeğin edimiyle kazanılan para olarak bilinir. Yani parayı kadının hesabına yatırmak ne şiddeti ne eşitsizliği çözebilecek güçte bir uygulamadır. Ayrıca madem bu bir vatandaşlık hakkı “Aile olmadan vatandaş olunmuyor mu?” sorusunu da sormak gerekir. Yani neden uygulama aile değil de vatandaşlık sigortası olarak belirlenmesin. Sanırım kadının, bir koca ya da baba gölgesi olmasa da aile kadar vatandaş olduğunun farkında olan politikalar üretmek gerek.

‹SLAMCI KADINLARIN TÜRBANLI ADAY TALEB‹ GÖSTERD‹

İslamcı hareket bir erkek hareketi İslamcı kadınların ‘Başörtülü aday yoksa, oy da yok’ kampanyası üzerine İslamcı erkeklerin verdiği cevaplar yeniden gösterdi ki; AKP için türban, sadece mağduriyet dilini kullanmak üzere ortaya atılacak bir araç, kadınların talepleri ancak hareketin çıkarları için uygunsa ortak bir talep

S

iyasi partilerin başörtülü aday göstermeleri için çağrı yapan “Buluşan Kadınlar”ın kampanyaları, İslamcı kesimi ikiye böldü. Kadınların “Başörtülü aday yoksa oy da yok” diyerek sürdürdükleri kampanya, Nihal Bengisu Karaca, Hidayet Şefkatli Tuksal, Hilal Kaplan ve kimi İslamcı, ulusalcı, solcu yazarlar, akademisyenlerle duyuruluyor. İnternet sitesi üzerinden toplanan imzalar, mail aracılığı ile siyasi partilere ulaştırılıyor. Daha önce AKP’nin ‘türbana özgürlük’ söylemlerinin arkasında duran AKP yanlısı çevrelerse sanılanın aksine kampanyaya hoşgörü ile yaklaşmadı. BU KEZ DE G‹R‘MEY‹VERS‹NLER’ Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç AKP’nin kapatılması tehlikesini hatırlatıp, (02.04.2011 tarihli yazısında) “Bana öyle geliyor ki 'iyi saatte olsunlar' bu sefer iyi niyetli bayanlar üzerinden AK Parti'ye yeni bir tuzak kuruyorlar... Bana sorarsanız bu seçimde de başörtülü milletvekili olmayıversin, seçimden sonra yeni ve sivil bir anayasa çıksın, herkesle beraber başörtülüler de rahatlasın” diye yazdı. Radikal gazetesi yazarı ve Erdoğan’ın eski basın sözcüsü Akif Beki de ‘davayı’ erteledi. Kampanyanın tesettürlü kadınların farklılıklarını göz önüne almadığını ve kadınları aşiretleştirdiğini yazdı. Kampanyaya karşı olduğunu ifade ederken, “Seçilme yeterliliğini, ehliyeti, liyakati kadın milleti,

erkek milleti demeden, ayırıp bölmeden taşımaya çalışmak başka, kadın ya da başörtülü olmayı adaylık için tek başına kâfi sayıp çabalamadan hazıra konmak başka şey” (05.04.2011) dedi. TÜRBAN NE ZAMAN KONUfiULSUN? Seçim öncesi ve sonrası, İslamcı erkeklerin takındığı tavır her defasında kadını yok sayan, türbanı mağduriyet dili için kullanılan bir araç haline getiren politikaları ortaya çıkıyor. Peki AKP, türbanı ne zaman tartışmaya açıyor, ne zaman tartışılmasına izin veriyor? Yalnız 2010’a bakılıcak olursa: I Şubat 2010’da Tekel

H

diyerek türbanlı kadınlardan bir kez daha umutlu olmalarını istedi. AKP, türban konusunu, “Biz istiyoruz, yaptırmıyorlar”a getirerek sürekli erteledi. Her defasında ‘mağdur İslamcı kadın hikayeleri’ anlatıp, sürekliliğini güvenceye aldı. Çünkü AKP, kadınlara ‘hak’ verilecekse, konuyu kendisi seçecek, ‘hak’ verilecekse kendisi verecekti. ‹SLAMCI KADININ ‹SLAMCI HAREKET ‹LE YÜZLEfiMES‹ İslamcı erkeklerin olumsuz eleştirileri karşısında, “Buluşan Kadınlar” İslamcı hareketin içinde layık görüldükleri yerleri ile yüzleşmek zorunda kaldılar. Nihal Bengisu Karaca, başta Bulaç olmak üzere

Tecavüzcüye özgürlük, protesto edene ceza Siirt’te ilköğretim öğrencilerine tecavüz edenler ‘gizlilik’ bahanesiyle, Konya’da tecavüzü haklı çıkarma çabası ‘akademik özgürlük’ diye aklanıyor

K

onya Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, ‘Dekolte giyene tecavüz süpriz olmaz’ ifadeleri üzerine hakkında inceleme başlattığı Orhan Çeker’in soruşturulmasına gerek görülmedi. Soruşturma Kurulu’nun aldığı kararda ‘Öğretim üyelerinin akademik ifade özgürlüğünün bulunduğu ve basında yer alan açıklamalarında herhangi bir suç unsuruna da rastlanmadığı” gerekçe gösterildi. Aynı gün, Siirt’te ilköğretim okulu öğrencilerinin yıllarca tecavüze uğramasını protesto eden Siirt Üniversitesi öğrencisi Öğrenci Kolektifleri üyesi Barış Ataman içinse ‘gizliliğin ihlali’nden 10 ay

hapis cezasına hükmedildi. Halkevci Kadınlar, bu iki gündem ile ilgili “Tecavüzü protesto yasak, tacizciyi savunmak serbest” diyerek bir eylem gerçekleştirdi. İstanbul Galatasaray Meydanı’nda yapılan basın açıklamasında, Çeker’e soruşturma açılmasına izin verilmemesinin tecavüzcüleri, tacizcileri cesaretlendirdiği ifade edildi. ‘KADIN DÜfiMANLI⁄I NORMALLAfiT‹R‹L‹YOR’ Halkevci Kadınlar; “Bu iki kararın verdiği mesaj açıktır: Kadın düşmanı çete, sadece bedenlerini ve yaşamlarını savunan kadınlara ve kadınlara destek olanlara gözdağı vermekle kalmamakta, aynı

Mamaklı kadınlar şenlikte buluştu alkevci Kadınlar’ın bir süredir yürüttüğü “Eşitlik ve özgürlük için sosyal güvence istiyoruz, alacağız” kampanyası ilk etkinliklerini yapmaya başladı. Mamaklı Halkevci Kadınlar, 27 Mart’ta barınma, ulaşım, eğitim,

direnişinin gündeme oturduğu sıralarda birden, Emine Erdoğan’ın başörtülü olduğu için GATA’ya alınmadığı ortaya çıktı. Gündem türbana döndürülmeye çalışıldı. I AKP, 2010 Ekim’de, üniversitede türban tartışmalarını yeniden gündeme soktu. Erdoğan bu kez kadın dayanışmasına çağırdı: “Başı örtülü olmayan bayanlar, kılık kıyafetinden dolayı eğitim özgürlüğünü kaybetmiş hanımların, hanım kızlarımızın haklarını savunmuyor. Şimdi, bu adil bir yaklaşım tarzı mı? Önce kadınların kendi dayanışmasını sağlamak gerekir.” I Kasım 2010’da referandum öncesi ‘evet’ isteyen Erdoğan “Başörtüsü sorununu çözeceğiz”

İslamcı erkeklerin türbanlı kadını çorap yıkamaya layık gördüğünü yazdı. HaberTürk’teki köşesinde, İslamcı-dindar erkeklere hitaben “Biz başörtülü kadınların tek hakkı vardır. Sizi ve sizlerin temsil ettiği gücü ve iktidarı övme ve ona hizmetçi olma, hazır kıta olma hakkı!” dedi. Türban talebinin ancak İslamcı hareketin genel çıkarlarıyla örtüştüğü durumlarda bir genel talep olarak dile getirildiği anlaşıldı. İslamcı hareket üzerine yıllardır çalışma yapan Ruşen Çakır ise tartışmalar üzerine, Vatan gazetesindeki köşesinde ‘Direniş ve İktidar, İki İktidar Arasında İslamcı Kadın’ kitabından aldığı şu alıntılara yer verdi: “1985’ten itibaren Türkiye’deki İslami hareketliliği gözlemeye ve anlamaya çalışan bir gazeteci olarak, bu dönemi, hiç tereddütsüz bir şekilde şu üç cümleyle özetleyebilirim: 1) İslami harekete en büyük damgayı kadınlar bastı. 2) İslami harekette en büyük çileyi kadınlar çekti. 3) İslami hareket, bir erkek hareketidir.” Hareketin erkek liderleri, daha fazla oy, daha geniş kitle desteği ve dolayısıyla sistemin egemen güçleriyle daha elverişli pazarlık imkânları elde edebilmek için kadınları bir koz, bazı durumlarda da bir şantaj öğesi olarak ortaya sürdüler. Dolayısıyla kadınlar da olmalıydı, ama asla feministlik taslamamalıydılar. Ve erkeklerden izin almadan zinhar sisteme kafa tutmamalıydılar.”

sağlık, kültür-sanat hakkı mücadelesi veren kadınlarla bir şenlik gerçekleştirdi. Mamak Halkevi Kadın Tiyatrosu, kendi yazdığı, yönettiği ve oynadığı “Ben kadınım” oyunu bolca alkış aldı.

Ankara Halkevleri Müzik Atölyesi’nin, Saimekadın Halkevi Semah Ekibi’nin sunuşları ile renk verdiği şenlikte, kadınlar bugüne kadar verdikleri mücadeleyi bir slayt gösterisi ile hatırladılar. Barınma hakkı mücadelesi veren Kartaltepeli Kadınlar adına söz alan Zübeyde Güzel, ”Evlerimizden atılmaya başka mahallelere sürülmeye çalışılıyoruz ancak bilmiyorlar ki kadınlar evlerini mahallelerini terk etmeyecek. Buradan Ankara’da barınma hakkı mücadelesi veren tüm kadınlar adına davetimizdir, 17 Nisan’da barınma hakkımız için Kızılay Sakarya Meydanı'nda buluşalım” dedi. Güzel’in ardından Halkevci Kadınlardan Sultan Eliaçık sahneye çıkarak, mücadelede olmaktan gurur duyduğunu söyledi.

zamanda tecavüz eden ve yaptıkları çoğu zaman yanlarına kar kalan tecavüzcülerin de sırtını sıvazlamaktadır. Sonra aynı çete, kendi yarattığı bu tablo karşısında dehşete kapılan toplumu yatıştırmak için “hadım cezası, idam cezası” gibi çağdışı insanlık düşmanı önerileri yaygınlaştırmaktadır. Bütün bu toz duman içinde kadınların bedenlerine ve emeklerine yönelen yeni kadın düşmanlığı siyaseti AKP ve temsilcileri tarafından parça parça hayata geçirilip, normalleştirilmektedir” dedi. Yapılan eylemle, tüm kadınlar, kadın düşmanlarına karşı her türlü meşru araçla doğrudan eylemleri yaygınlaştırmaya çağırıldı.

Halkevci Kad›nlar’›n “Kad›n düflmanl›¤›na karfl› aya¤a kalk›yoruz” diyerek sürüdürdükleri kampanya do¤rudan eylemlerle destekleniyor.

Cinsiyetçilik kitaplarda Yediiklim Yay›nc›l›k’tan ç›kan “%100 ALES Soru Bankas›” kitab› cinsiyetçi ifadeler içeriyor. Bir Türkçe paragraf sorusunda “Günü güne de¤il, dakikas› dakikas›n› tutmayan dünyadaki tek varl›k belki de kad›nlard›r.

Ne istediklerini bilmeyen, ne söylemeye çal›flt›klar› anlafl›lmayan bu yarat›klar erkek milletinin en az›l› düflman›d›r. Bu düflmanl›k surlarla çevrili kaleler aras›nda de¤il, yan yana göz göze gerçekleflir. Kedilere benzer kad›nlar. Sonsuz ilgiyi esirgemedi¤inizde sizden iyisi yoktur, verdi¤iniz yumakla oynarlar; ama bir de aksi olursa..." paragraf› veriliyor. Paragraf›n, verilen cevap fl›klar›ndan hangisiyle sürdülemeyece¤i soruluyor. fi›klar ise flunlar; a) Hemen gelir, dizinizin dibinde uyumaya bafllarlar. b) Pençelerini yüzünüze geçirmeleri an meselesidir. c) Bu zamana kadar gösterdi¤iniz ilgi bile kâr etmez. d) Sizi gözyafl›na bo¤arlar, dert sahibi olursunuz. e) elinizden

geleni yap›p, onu yat›flt›rmaya çal›fl›rs›n›z. Do¤ru cevap ise A fl›kk›. Soruyla karfl›laflan, Kad›n Eme¤i Kolektifi’nden Selver Dikkol, karfl›laflt›¤› cinsiyetçi paragraf sorusuyla ilgili yay›nevine bir flikayet e-posta’s› gönderdi. Yay›nevi, gönderdi¤i yan›t e-postas›yla paragraf›n, bask›dan sonra farkedildi¤ini, kitab›n di¤er bask›lar›nda sorunun ç›kar›ld›¤›n› belirtti. Dikkol, sorunun ç›kart›lm›fl olmas›n›n ve ald›¤› yan›t›n olumlu oldu¤unu belirtmekle birlikte “Tabii ki yaln›zca bu mail, koca bir yok say›lman›n veya hakaretin özrü olamaz. Kim bilir daha kaç kitapta böyle sorular vard›r... Her f›rsatta bu cinsiyetçili¤i gözler önüne sermek gerekir” dedi.


11

YÜZ YÜZE 11 Nisan 2011 / 21 Nisan 2011

Geride kalan Japonya

Halk›n Sesi

Mart ayında yaşanan 9 büyüklüğündeki deprem ve sonrasında yaşanan nükleer kaza tüm dünyanın gözünü Japonya’ya çevirdi. Fukuşima’daki nükleer felaketin ardından bir süreliğine Türkiye’ye dönen çevirmen dostumuz İnan Öner’le buluştuk. Öner, oğlu Ekin ve eşi Akiko, bizlere deprem günü ve deprem sonrası yaşadıklarını anlattı. Depremi, tsunamiyi, nükleer felaketi ve

DEPREM

VE

NÜKLEER

Japonya’daki etkilerini konuştuğumuz Öner, halen gelişmeleri takip ettiği Japonya’da son depremde asıl yıkıcı etkiyi yapanın tsunami olduğunu aktardı. Nükleer kazanın ardından yaşanan enerji sıkıntısı ve radyasyon tehlikesinin tüketim alışkanlıklarını sarsan etkisinden ve nükleer enerjiyi sorgular hale getirdiğinden bahsetti. Ülkede bıraktığı dostlarından aldığı haberleri paylaştı.

FELAKET‹N

ARDINDAN

Yıkıntıların altında başka bir yaşam

T

okyo’dan ayrılmadan önce gözlemlediğim birşey de Japonya’nın model olarak ortaya koyduğu yaşam tarzının giderek geçerliliğini yitireceğiydi

J

aponya bu krizi kapitalizmin eleştirisi yoluyla aşmak yönünde davranırsa bunun tüm dünya açısından bir etkisi olacaktır öğrendiğini gözlüyoruz.

O günden başlayalım. Tokyo’da deprem günü kendi yaşadıklarınızı anlatabilir misin? 11 Mart Cuma günü biz evdeydik. 5 yaşındaki oğlum Ekin’le birlikte salondaydık. Öğleden sonra saat 3’e geliyordu. Bir sarsıntı başladı. Biz Tokyo’da sarsıntıya alışığız. Çok sık deprem olur. Fakat bu kez biraz daha sürecek gibi hissettim. Eşimle oğlum masanın altına girdiler. Sarsıntının geçmesini bekledik ama giderek yükseldi. Bütün eşyalar döküldü ve yıkıldı. Fakat sarsıntı bir süre sonra duruldu. Bir buçuk dakikaya yakın süren bir sarsıntıydı. Sonra dışarı çıktık. Biz oradaki radyosu olan insanlardan kuzey doğu bölgesinde büyük bir deprem olduğunu öğrendik. TV’lerde gerçekten büyük bir afet olduğunu gördük. Özellikle çok büyük bir tsunami dalgasının geldiğini öğrendik Japonya daha önce de büyük depremler atlatmış bir ülke. Bu son depremde can kaybının bu denli fazla olmasının sebebi ne? Şimdi zaten biz tsunami görüntülerini gördüğümüzde çok büyük bir oranda can kaybı olacağını tahmin ettik. Tsunaminin yayınlanan görüntülerinde var, dalgalar evleri söküp götürüyor. Evler yapı olarak dayanıklı, dikkat edilirse şekillerinde bir değişiklik olmuyor, fakat dalgalar evi kökünden, temelinden alıp götürdüğü için orayı yok edip yutmuş oluyor. Yoksa Japonya sarsıntıya karşı dayanıklı olmak konusunda hazırlıklı, toplum da öyle. Fakat bu kadar büyük bir tsunami dalgasının hem de kuzey doğu sahillerinde 500 km boyunca geleceğini kimse tahmin etmiyordu. Bunlara yönelik önlemlerin yeterli olmadığı ortaya çıktı. Bence can kaybının bu kadar yüksek olması tsunamiden kaynaklanıyor. 4 Nisan itibariyle 12 binin üzerinde ölü, 15 binin üzerinde kayıp olduğu söyleniyor. Ölü ve kayıp sayısı toplamda 30 bine yaklaşıyor. Ayrıca daha fazla kayıp olduğu tahmin ediliyor. Yaralı sayısı ise 2875 kişi. Neden böyle? Bizim 17 Ağustos Marmara depreminde yaralı sayısı ölü sayısından fazlaydı. Hükümetin açıkladığı rakam 18 binden fazla ölü, 28 bin civarında yaralıydı. Burada biz şunu görüyoruz: Ölümler depremden kaynaklanan binaların yıkılması veya kentsel yıkımdan dolayı değil. Tsunami dalgasından kaynaklanan ölü ve kayıp sayısında fazlalık var. Japonların geleneksel olarak depreme hazırlıklı olmalarının büyük anlamda kendilerine yaradığını görüyoruz. Felaketin büyümesini önlediğini görüyoruz. Depremin yaratacağı tabloyu ve etkilerini şimdiden görmek mümkün değil, fakat deprem sonrası senin gördüğün, gözlediğin ekonomik, sosyal değişiklikler neler? Başta zaten depremin ilk günleri Japonya’nın gıda ve diğer tüketim mallarının tedarik sistemi çöktü bir bakıma. Tekrar kurulmaya çalışılıyor tabiî. Bütün bölgede ciddi sorunlar söz konusu. Fakat şunu belirtmek lazım Japonya’da deprem belki bu kadar büyük bir sıkıntı yaratmazdı, Büyük bir depreme karşı insanlar hazırlıklı çünkü. Esas sıkıntıya sokan Fukuşima Nükleer Santrali’nde meydana gelen kaza oldu. Nükleer santralin reaktörü durdurma siste-

mi devreye girdi. Fakat ondan sonra devreye girmesi gereken soğutma sistemi enerji sağlanamadığı için devreye girmedi. Ciddi bir nükleer afet meydana geldi. Bundan ötürü Tohoku denen kuzey doğu Japonya ve Kanto denen ve Tokyo’yu da içine alan bölgede – ki Japonya nüfusunun neredeyse yarısının yaşadığı bir alan- büyük bir afet yaşamıyor. Bu sosyal, ekonomik boyutlarıyla hesaplanamamış olan, ama bütün Japonya’yı etkileyen bir durum. Ben depremin etkilerinin daha geniş olduğunu düşünüyorum. Aslında belki diğer insani olaylarla ve olgularla bir araya getirdiğimizde dünyanın yaşadığı uygarlık krizinin daha apaçık bir şekilde ortaya çıktığı bir an olarak depremi görmek mümkün. Çünkü insanlar Tokyo’da öyle bir kentsel yapıda yaşıyorlardı ki tamamen mevcut enerji kaynaklarına bağımlıydılar, alternatifi yok diye düşünüyorlardı. Şimdi alternatifler üzerine düşünmeye başladılar. Çünkü depremden sonraki günlerde gıda konusunda bile marketlerde sıkıntı yaşandı. Süt, yumurta, ekmek, pirinç gibi ana tüketim maddelerinin dağıtımında sorunlar yaşandı. Bu sorunların bir kısmının hala devam ettiği söyleniyor. İnsanlar araçlarını hareket ettirmek için gerekli benzin bulamıyorlar. Hala bu sıkıntılar devam ediyor duyduğumuz kadarıyla. Fukuşima Nükleer Santrali’nin kullanılamaz hale gelmesinden

Depremi dünyanın yaşadığı uygarlık krizinin daha açık şekilde ortaya çıktığı bir an olarak görmek mümkün ötürü Tokyo Elektrik Firma’sının verdiği elektrikte azalma söz konusu. Bu yüzden Japonya’da 50 yıldır ilk defa, Tokyo ve çevresinde planlı elektrik kesintisi uygulanıyor. Toplum buna hazır değil. Toplum buna göre örgütlenmediği için çeşitli sıkıntılar yaşanıyor şu anda. Fukuşima’da yaşanan arıza sadece enerji sıkıntısına yol açmadı sanırım, toplumsal olarak nükleer santrallerin sorgulanması söz konusu mu? Nükleer şu an gündelik hayatta kaygıları belirleyen bir sorun mu? Kesinlikle öyle. Nükleer santraldeki ilk patlamadan sonra farkına vardık. 11 Mart Cuma günü deprem oldu. 12 Mart’ta Japon, hükümet sözcülerinin yaptığı açıklamada böyle bir tehlikeye işaret etmiyorlardı. Fukuşima ile

ilgili çeşitli söylentiler dolaşıyor, birçok kaynaktan farklı açıklamalar geliyordu. Fakat hükümet, bu durumun kontrol altında olduğunu ve herhangi bir endişeye gerek olmadığını söylüyordu. Ertesi gün 13 Mart’ta büyük bir patlama meydana geldi. Fakat Japon devlet televizyonunda izlediğimiz, bilgi almaya çalıştığımız o süreçte maalesef 5 saat kadar bu patlamanın teyidi de yapılmadı. Patlama görüntüleri TV’lerde, internette dolaştı, bazı özel kanallar yayınladı. “Bu nedir?” diye sorulduğunda da şu an kontrol ediyoruz, kontrol altına almaya çalışıyoruz gibi cevaplarla geçiştirildi. Bunun daha da büyüyeceğini biz kendi imkânlarımızla, internetten, tanıdığımız mimar ve tasarımcı arkadaşlarımızdan aldığımız uyarı ve bilgilerle fark ettik. Ve ben kendi adıma ertesi gün, pazartesi günü, 14 Mart’ta bir an evvel Tokyo’dan ayrılmak gerektiğini fark ettim. Hemen bunun için girişimlerde bulundum. Aynı gün ikinci patlama meydana geldi. Yani bizim aslında geceden itibaren kendi kendimizi harekete geçirmemiz doğru bir davranıştı. Ne oldu? Biz Tokyo’dan güneye Osaka’ya doğru hareket ettik. O gece ve ertesi gün (15 Mart Salı günü) yeni patlamalar yaşandı. Kaza büyüdü. Aslında çok da bilmiyoruz radyoaktivite nedir? radyasyonun tehlikeleri nelerdir? Bunlar çok iyi bilinmiyordu. Bu bir kaç haftada Japon toplumunun bununla ilgili çok şey araştırdığını,

Japonya dünyada nükleer enerjiyi en fazla kullanan ülkelerden birisi. Nükleer enerjinin bu kadar yaygın kullanıldığı bir ülkede bu konuda ve olası bir kaza durumunda bir önlem planının olmaması ya da halkın daha önce bilgilendirilmemesi neden? Japonya için nükleer santrallerde küçük kazalar olduğu ve rapor edilmediği de söyleniyor. Atom bombası deneyimini yaşamış bir ülkede Japonya’nın bu kadar nükleer reaktör bulundurması, hem de bu kadar çok deprem yaşanan bir ülkede bulundurmasının nedeni şu anda sorgulanan bir şey. Nükleer santrallerin yapım sürecinde buna karşı olan çok insan olmuş. Fakat maalesef bunlar dikkate alınmamış. Şimdi de bir bakıma bu kazanın etkisiyle yeniden değerlendirilmeye başlandı. Şunu söyleyeyim Fukuşima Nükleer Santrali’nde ilk patlamanın olduğu 1 No’lu reaktör Japonya’da kurulan ilk nükleer reaktörlerden biri. O bakımdan kazanın sembolik anlamı çok büyük Japon toplumu açısından. İlk yapılanların ilk yıkılanlar olması gibi bir algılama söz konusu. Radyasyondan ötürü insanlar evlerinden çıkmamaya gayret ediyor. O yüzden insanlar sabah erkenden gidip marketlerden ne alabilirlerse alıp stokluyorlar. Hükümet stoklama davranışına karşı önlem düşünüyor. Birkaç gündür okuduğumuz haberlere göre buna bir sınırlama getirmekten bahsediliyor. Bu Tokyo’da akla gelmeyecek bir şey. Karne sistemine geçmek demek. Bu güne kadar asla olumlanmayan bir planlı tüketim manzarası ortaya çıkar. Fakat gerçek ihtiyaçlar karşısında etkili önlemler alınması gerekiyor. Japonya bu krizi bir tür kapitalizm eleştirisi yoluyla aşmak yönünde davranırsa bunun tüm dünyaya etkisi olacaktır. Öyle ya da böyle bu afet sonucu nükleer santraller konusunda duyarlı bilim adamlarının ve politikacıların yıllardır yapageldikleri uyarıların yerinde ve haklı uyarılar olduğu ortaya çıktı. Her ne kadar durumu normal göstermek üzere çaba harcanıyor olsa da Fukuşima’da radyoaktif madde sızıntısı devam ediyor. Bu denli riskli bir teknolojiyi tüm sıkıntılarıyla birlikte gelecek kuşaklara devretmenin etik bir sorun teşkil ettiği de açıktır. Güneş, rüzgar ve benzeri kaynakların kullanıldığı alternatif enerji teknolojilerinin geliştirilmesinin kaçınılmaz olduğunu söyleyebiliriz.

‘Mega kent yaşamı sona erebilir’ Kehanette bulunmanı istemiyorum ama bu nükleer enerji konusunda yaşananlar, tsunami sonrası ortaya çıkan yıkım tablosu ve en nihayetinde ortada yaşanan bir toplumsal travma var. Bunun toplumsal muhalefet açısından bir etkisi olur mu? Bu konuda kendi gözlemlerinden yola çıkarak muhalefetin nükleer enerji gibi konularda ortaya koyacağı genel eğilim ne olur sence? İlginç olan Japonya’da muhalefeti toparlayan kesim 2009 sonunda iktidara gelmişti. 50-60 yıllık Japonya’daki liberal demokrat parti iktidarına karşı duran Japonya Demokratik Partisi iktidara yeni gelmişti. Bu bakımdan aktüel politik anlamda nasıl bir durum gelişir bilemiyorum.

Onu göremiyorum fakat şöyle diyebilirim, Tokyo’dan ayrılmadan hemen önce Tokyo’da gördüğümüz görüntü büyük kent yaşamının, megakent yaşamının veya Japonya’nın model olarak ortaya koyduğu yaşam tarzı artık giderek geçerliliğini yitirecektir. İnsanların hem enerji hem de yaşam tarzı anlamında daha başka model arayışlarına gireceği bir işaret olarak görüyorum. Daha doğayla uyumlu, daha toplumsal ilişkilerin farkında bir yaşam belki. Çünkü Tokyo’da çok genç insan sürekli almaya alışkın oldukları nesnelerin raflarda olmadığını gördü. Bunun nedeninin kendilerinin hiç gitmediği bir yerde yaşanan bir hadise olduğunu gördü. Bu Tokyo’nun sosyo-psikolojik ortamını sarsan bir durum.

Herşey belirsiz Nükleer kazanın ardından ülkede ya da sizin haber alabildiğiniz kentlerde durum ne? İnsanlar açısından bir tehlike var mı ya da tehlikenin boyutu konusunda bir bilgi var mı? Bu radyasyon, radyoaktif tehlike nereye kadar gidecek onu bilemiyoruz şu anda. Bizim Tokyo’dan ayrılmamızı abartılı bulan arkadaşlarımızda oldu. Ama şimdi bakıyoruz bir hafta önce Tokyo yerel yönetimi hamile kadınlar ve bir yaşından küçük çocukların şehrin içme suyundan yararlanmamalarını tavsiye etti. Gerçi daha sonra Tokyo Valisi kameralar karşısında su içerek güven tazelemeye çalıştı ancak kaygıları gideremedi. Japonya’da olağan şeyler değil bunlar. Çeşme suyu normal içme suyuydu. Bu durumda ne olacak insanlar ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklar, yaşantılarını nasıl sürdürecekler hiçbir şey görünmüyor.

Deprem değil tsunami Amerika’da yaşanan Katrina kasırgası sonrası ortaya çıktı ki yaşanan can kayıplarının en önemli nedeni neoliberal politikalar nedeniyle afet önlemleri gibi konularda gerekli önlem ve adımların maliyetleri düşürmek adına yapılmaması, kurtarma hizmeti veren kuruluşların özelleştirilmesi etkili olmuş. Japonya için de benzer bir durum söz konusu mu? Japonya’da bugüne kadar gündeme gelmemiş şeylerdir bunlar. Sözgelimi itfaiyede kamu dışında hizmet alınmıyor. Şu anda öyle bir durum yok. Japonya’da deprem, tsunami, tayfun, volkanik faaliyetler gibi çok fazla doğal afet yaşandığı için geleneksel olarak itfaiye ve arama-kurtarma çalışmalarında kamusallık egemen. Bu kez meydana gelen afetle birlikte olası özelleştirme tartışmalarının da öteleneceğini sanıyorum. Şöyle bir şey söyleyebiliriz insanlar depremle ilgili hazırlıklıydı. Fakat bu kadar büyük bir tsunami dalgasına hazırlıklı değillerdi. Aslında yıkıcı olan tsunami oldu. Buna rağmen insanlar yine sığınma yerlerine, daha önceden belirlenmiş yerlere gittiler. Sıralarına girdiler. Ülke afet disiplinini kaybetmiş değil.


12

DOSYA 11 Nisan 2011 / 7 Nisan 2011

Halk›n Sesi

‘İnsancıl’ emperyaliz m Libya’da şlayan Libya’da 16 Şubat’ta ba i yanlısı isyan, kısa sürede Kaddaf arasındaki gruplarla isyancı gruplar al zeminiiç savaşa neden oldu. İşg r, 17 ni oluşturan emperyalistle ılar. Mart’ta Libya’yı bombalad list strateLibya’daki işgal emperya nedenleri jilere dayansa da, işgalin ezberlerher savaşta ortaya atılan or den farklı olgulara dayanıy

Libya’da emperyalist işgal ve doğru bilinen yanlışlar Muammer Kaddafi’nin düzenlediği hava saldırılarını işgale bahane eden emperyalistler, düzenledikleri hava saldırılarında siviller bir yana yerli işbirlikçilerini bile hedef alıyor

Fransa’nın başlattığı, ardından komutasını ABD ve NATO’nun aldığı işgalden en kârlı çıkan silah tekelleri olurken, en çok kâr eden BAE Systems’in ortağı, Türkiye’den tanıdık bir firma

İşgal konsepti Libya’da İsyanın başından beri tetiklenen iç savaş, yerli işbirlikçilerin çalışkanlığıyla kısa sürede işgal bahanesi oldu. Her zamanki gibi kılıfı önceden hazırlayan işgalciler, Libya’da ölüm saçıyor işgal, alışılmış saldırı sistematiği içine sokuldu. Kontrolü önce ABD devraldı ancak Irak ve Afganistan deneyimlerinden ağzı yanan ABD, biraz da olası bir aksi durumda iç kamuoyundan gelecek tepkileri gözeterek kontrolü NATO’ya devretti ve 5 Nisan’da ABD saldırılardan çekildiği duyurdu.

L

ibya’daki çatışmalar ikinci ayını doldururken ülke Kaddafi yanlısı gruplar, “isyancı” gruplar ve halk muhalefeti arasında üçe bölünmüş durumda. Bu bölünmüşlük, tarafların, desteklendiği güç odakları tarafından silah yığınaklarıyla beslenmesiyle iç savaş ortamını yarattı. Böylece Libya’ya emperyalist saldırının yolunu açılmış oldu. Emperyalistler tarafından daha önce pek çok kez kullanılan “içeriden destek yarat” prensibi Libya için de uygulandı ve plan yine işe yaradı. 16 Şubat’ta başlayan Libya isyanında, isyanın başkenti olarak addedilen Bingazi kentinde ortaya çıkan işbirlikçi gruplar, birden bire ellerinde monarşi bayrağı ve eski kral İdris’in fotoğraflarıyla boy göstermeye başladılar. Daha sonra CIA tarafından kurulduğu ortaya çıkan ve ülkenin önemli petrol kentlerinin bulunduğu doğu bölgelerinde etkinliğini arttıran (başta Libya Ulusal Kurtuluş Cephesi olmak üzere) gruplar, yaptıkları eylemlerin tamamında emperyalist stratejiye uygun hareket ettiler. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un “Libya halkından talep gelmesi halinde” Libya’ya müdahalenin gündeme gelebileceğini açıklamasıyla

Politik s›k›nt›s›n› halklara bomba ya¤d›rarak çözmeye çal›flan Sarko savafl› bafllat›rken mutluydu. birlikte, “yaratılmış” isyancı gruplar NATO’yu Libya’ya çağıran eylemler yapmaya başladı. Her fırsatta Kaddafi zulmüne karşı, emperyalistleri kurtarıcı olarak Libya’ya davet eden “isyancı”ların çağrısına 17 Mart’ta cevap verildi. BM’nin 1973 sayılı kararı uyarınca Libya üzerinde uçuşa yasak bölge ilan edilerek işgal fiilen başlatılmış oldu. İŞGALİN UCU AÇIK 1973 sayılı karar BM Şartı’nın 7. Maddesi’ne göre alındı. Bu karar uyarınca

işgalci birlikler hava, kara ve deniz güçleriyle Libya’ya saldırabilecek. Şimdilik kara harekâtından uzak duran işgalciler, havadan ve denizden Libya’yı vurmaya devam ediyor. Ancak işlerin ters gitmesi ihtimaline karşı kara harekâtı da gündemde tutuluyor. Libya’da sahneye konulan senaryo emperyalizmin uzun yıllardır uyguladığı işgal stratejilerinin bir yansıması. Daha önce Yugoslavya’da bir benzeri görülen, “işbirlikçi destek oluştur, manipülasyonla uluslararası kamuoyu yarat

ve saldır” stratejisi Libya’da da yürürlüğe kondu. Yugoslavya’da mikro milliyetçiliği körükleyerek oluşturduğu CIA eğitimli gruplara katliamlar yaptıran ve işgal için zemin hazırlayan, ardından da Yugoslavya halkını günlerce bombalayan emperyalistler, Libya’da da aynı yöntemi uygulamış oldu. İç politikada kilitlenen ve oyları çok düşen Sarkozy’nin dış müdahalelerle milliyetçi tabanın oylarını toparlama arzusu Libya işgalini hızlandırdı. Daha sonra Fransa ikinci plana atılarak

İŞBİRLİKÇİLERE ÖDÜL 2004’te yapılan İstanbul Kongresi’nde “bölgesel bir güç” olmaktan çıkıp “küresel bir güç” haline gelen NATO’nun son “küresel” savaşı 31 Mart’ta başlamış oldu. Yeni savaşına kurtarmak için gittiği sivilleri katlederek başlayan NATO, gerçek muhalif olan halk tarafından tepkiyle karşılansa da uluslararası kamuoyunca tanınan silahlı CIA isyancıları sivil kayıplarını “kaza” olarak lanse etmekten imtina etmiyor ve NATO’ya destek vermeyi sürdürüyor. İşgalin başlamasından sonra “isyancı”ların kontrolü ele geçirdikleri bölgelerden, yangından mal kaçırırcasına, bölgede işbirlikçiliğiyle bilinen Katar’a petrol satmaya başlamaları ve işgalci devletlerin bu duruma “özel izin” çıkararak isyancılarını ödüllendirmesi de işgal planında önemli rol üstlenen “iç desteğin” görevini yerine getirdiğini gösteriyor.

AKP’nin derdi Libyalılar değil L

ibya operasyonuna ilk başta ‘Öyle saçma şey mi olur’ diyen ancak sonrasında operasyonu destekleyen Başbakan Erdoğan’ın amacı petrol kaynaklarını ele geçirmek değil; ikinci bir Irak vakası yaşamamak. Türkiye, ABD’nin Irak işgaline 1 Mart 2003’te ‘Hayır’ demiş ve savaş sonrasında Irak pazarına çok geç girmişti. Türkiye’nin Libya operasyonu konusunda iki büyük dileği var. Bu dileklerden biri Libya’daki Türkiyeli inşaat şirketlerin yatırımlarına ve projelerine zarar gelmemesi ancak savaşın başlamasıyla tüm projeler yarım kaldı. Türkiyeli müteahhitlerin anlaşmayla yatırımlarını garanti altına alma imkanı da yok çünkü kimin kazanacağı belli değil. Diğer dilek ise, NATO operasyonunun sonuçlarına göre şekillenecek. ‘Savaşın yıkımdan sonra Türkiyeli inşaat şirketleri Libya’nın yeniden inşasında etkin görev alabilecekler mi?’ sorusu, hem hükümetin hem de müteahhitlerin kafasını kurcalıyor. Türkiye ile Libya arasındaki ticari ilişkiler Türkiyeli müteahhitlerin 1970’li yıllarda Libya’ya yatırım yapması ve iki ülke arasında o yıllarda imzalanan ticaret anlaşmasıyla başladı. 2006’ya kadar Türkiye Libya’dan petrol ithal ederken, Libya’ya inşaat malzemesi, gıda malzemesi ihraç etti. 14 Eylül 2003’te Libya’ya uygulanan ticari ambargo yabancı yatırımcılara

sağlanan garantiler karşılığında kaldırıldı. 2005 yılında da Libya serbest ticaret bölgeleri inşa etmeye başlayarak yabancı yatırımcıların gümrük problemini de neredeyse ortadan kaldırdı. 2006 yılında Libya’dan petrol ithalatını durduran Türkiye 2007’de Libya’ya yönelik yatırımlarına hız verdi. 2007’ye kadar bina inşaatı ve yol onarımı yapan Türkiyeli müteahhitler artık büyük inşaat projeleri üstlenmeye başladı. Savaş başlamadan önce ağırlığı inşaat şirketleri olmak üzere Türkiyeli şirketlerin Libya yatırımları 20 milyar dolara ulaşmıştı. Türkiye ile Libya, 24 Kasım 2009’da yatırımların karşılıklı teşviki konusunda anlaşmaya varırken vizelerin kaldırılması, başka Afrika

ülkelerine ortak yatırımların yapılması, dış ticaret ve müteahhitlik hizmetlerine yönelik teminatlar konusunda mutabakat zaptı imzaladı. Bu anlaşmanın imzalanmasının ardından Türkiye’nin Libya’ya olan ihracatı da arttı. 2007’de 643 milyon dolar olan Türkiye’nin Libya’ya olan ihracatı 2010’da 2 milyar dolara ulaştı. İhracatın ağırlıklı bölümünü inşaat malzemeleri ve gıda mamulleri oluşturuyor. Türkiye’nin Libya’ya ihracatı kriz dönemlerinde de artış gösterdi. 2001’de 67 milyon 473 bin dolar olan Türkiye’nin Libya’ya ihracatı 2002’de 165 milyon 112 bin dolara fırladı. 2008’de 1 milyar dolar olan ihracat, 2009’da 1,8 milyar dolar oldu.

Çığırtkanlar ve sırtlanlar Savafl süreçlerinde ekonomi nispeten bir canlanma yaflar. Yüz binlerce askerin k›yafeti, yiyece¤i, ulafl›m›, haberleflmesi, kullan›lan silahlar›n hammaddeleri, araçlar›n yak›t› gibi birçok unsurun üretimi artar. Savafl sonras›nda ise y›k›m›n onar›lmas› ve yeniden infla süreciyle inflaat sektörüne gün do¤ar. Libya operasyonuyla birlikte ABD, ‹ngiltere, Kanada ve ‹talya’ya savafl malzemesi sa¤layan flirketlerin hisse senetleri üç günde yüzde 6 oran›nda yük-

seldi. En büyük art›fl› ‹ngiliz BAE Systems flirketi gerçeklefltirdi. BAE Sistems’in bir de Türkiyeli orta¤› var. FNSS Savunma Sistemleri A.fi’nin hisselerinin yüzde 49’u BAE’deyken yüzde 51’i Nurol Holding’e ait. Nurol Holding’in internet sitesinde FNSS ile ilgili flu cümleler yaz›yor: “1989 y›l›nda Z›rhl› muharebe arac› üretimi ile yola ç›kan FNSS, Kara Kuvvetlerimizin yan›nda ve Türk Kara

Gücü’nün bir unsuru olarak çal›flabilme felsefesini benimsemifl, genifl bir ürün yelpazesi içinde birçok kara sistemini tasarlay›p üretebilecek ve bunlarla ilgili e¤itim ve lojistik sa¤layabilecek milli kurulufl haline gelmeyi baflarm›flt›r. FNSS yapm›fl oldu¤u çal›flmalar ile k›sa sürede Dünya pazar›nda tan›nm›fl ve Türkiye’miz için önemli olan yüzlerce milyon dolarl›k ihracat potansiyelinin yarat›lmas›nda rol alm›flt›r.”

Kötü bir ezber: Petrol savaşı F

ransa’nın ve ardından NATO’nun Libya’ya yönelik müdahalesi tartışılırken, “petrol kaynaklarına el koymak için yürütülen savaş” klişesini yine sık sık duyduk. Ne de olsa Libya Afrika’nın üçüncü büyük, dünyanın 17. büyük petrol üreticisiydi. Ancak bu ezberi dile getirenler gerçeklerden bihaber davranıyor. Muammer Kaddafi, 11 Eylül 20001 saldırılarının ardından tüm dünyayı saflaşmaya çağıran ABD’yle uzlaşmayı tercih etmiş ve ekonomide hızlı bir neoliberalleşme süreci başlatılmıştı. Libya’ya yönelik askeri saldırı başladığında ise ENI, BP, Repsol, Total ve Statoil başta olmak üzere 35 yabancı petrol şirketi ülke petrolünü denetimi altında tutuyordu. Libya’nın devlet şirketi NOC ise büyük bir paya sahip görünmekle birlikte varlığını yabancı ortaklıklara, petrol ticaretini ise Avrupa’nın belirleyiciliğine bağlamıştı. NOC’un gelirlerini, kendi öz yatırımlarından çok yabancı şirketlerden alınan vergi ve imtiyazlar oluşturuyor. Üstelik tartışmasız bir “petrol savaşı” olarak kabul edilen Irak işgalinin sonuçları da “petrol savaşı” iddiaları üzerinde düşünülmesini zorunlu kılıyor. ABD ve İngiltere öncülüğünde yürütülen savaş sonucunda özelleştirmeye açılan pekçok önemli petrol sahasını Amerikan ve İngiliz şirketleri değil Asyalı şirketler aldı. Ama illaki ekonomik bir açıklama getirilecekse, silah şirketlerinin borsada tavan yapması ve bir hafta içinde karlarını katlaması en azından “petrol” tezlerinden daha inandırıcı bir “silah sanayi” tezini de gündeme getiriyor. PETROL DEĞİLSE NE? Counterpunch sitesi editörü Alexander Cockburn, “Libya, ne ahmakça bir savaş” başlıklı makalesinde şunları yazdı: “Petrolle hiç bir ilgisi yok, her şey kişisel ve politik çıkar ile ilgili.” Cockburn, iç politikada sıkışan ve muhalefet karşısında gerileyen Nicolas Sarkozy’nin, milliyetçi-şoven reflekslere hitap etmek ve yerlerde sürünen karizmasını kurtarmak için Libya’ya saldırdığını söylüyor. Fransa’da ekonomik gidişatın yarattığı huzursuzlukla gerek merkez-soldan gerek aşırı sağdan bir muhalefetle karşı karşıya olan Sarkozy, iç siyasetteki tıkanmışlığını telafi etmek ve aşırı sağ yükselişi

kendi desteği haline getirmek için Libya’yı bir fırsat olarak gördü ve diğer devletleri beklemeden ilk saldırıyı başlattı. ABD’de de Cumhuriyetçiler içindeki Çay Partisi adlı aşırı sağın basıncı altında, müdahalede gecikmekle suçlanan Demokrat başkan Barack Obama hızla savaşa müdahil oldu sonra da yerini NATO’nun diğer kuvvetlerine bırakarak 5 Nisan’da operasyondan çekildi. Bu süre boyunca ABD içinden sürekli çelişkili açıklamalar geldi. Ordu ve parlamento içinde kimileri bu savaşın iyi hesaplanmadığını söyleyip müdahaleye karşı çıkarken kimileri de kara savaşının göze alınmasını isteyerek daha fazla müdahale çağrısını öne çıkardı. ARAP BAHARINI DİZGİNLEMEK Mİ? Fransa ve ABD iç siyasetinin bu savaşın gidişinde etkili olduğu kuşkusuz ancak yine de emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin bir blok olarak böylesine kapsamlı ve riskli bir operasyona girişmiş olması daha oturaklı bir açıklamayı gerektiriyor. Burada da, Libya’daki iç savaşın emperyalizm işbirlikçisi çürümüş Arap rejimlerini sarsan kitle hareketlerinin kontrol altına alınması için bir fırsat olarak görüldüğü tezi öne çıkıyor. Örneğin, Immanuel Wallerstein “Büyük Libya aldatmacası” başlıklı yorumunda şunları yazdı: “Hepsinin istediği, ikinci Arap isyanını yavaşlatmak, yönlendirmek, idare etmek, sınırlamak ve Arap dünyasının temel siyasal gerçekliğinin ve onun dünya sisteminin jeopolitiğinde oynadığı rolün değişmesini engellemek.” Libya müdahalesine meşruiyet kazandırmak için diğer Arap ülkeleriyle birlikte emperyalistlere çağrı yapan Suudi Arabistan’ın aynı günlerde Bahreyn’de rejimi desteklemek için halk ayaklanmasını kanla bastıran bir işgale girişmesi, bu tezleri destekliyor. 2010’un sonunda Arap sokaklarında patlak veren halk hareketleri dalgasının karşısına bugün Bahreyn ve Libya’da müdahalelerle bir karşı-devrim dalgası konuluyor. Bu da ezilen halklar ile emperyalizm arasındaki büyük çelişkide kimin sözünün geleceği şekillendireceğini belirleme çabası gibi, petrol ya da siyasi karizma meselesini çok çok aşan daha büyük bir savaş nedenine dayanıyor.


13

TARİH 11 Nisan 2011 / 21 Nisan 2011

Halk›n Sesi

Gel Kore’ye gir NATO’ya N

ATO’nun kuruluşuna ilişkin çalışmalar henüz devam ederken bu birliğin içinde yer almak istediğini sürekli yineleyen Türkiye, 1952’de resmen üye olabildi. Yaklaşık 3 yıllık bu süreci sonlandıran, Türkiye’nin yürüttüğü ısrarlı girişimler değil, değişen dünya koşullarının ABD’de de yarattığı endişeler oldu. ABD, başlangıçta Türkiye’nin NATO’ya alınmasının örgütün gelişimini olumsuz yönde etkileyeceğini düşünüyordu. Ancak, atom bombası stokları kendisine öldürücü saldırılar düzenlemeye yetecek düzeye ulaşan Sovyetler’e karşı ona yakın ülkelerde hava üssü ihtiyacı duyması ve komünizmin Avrupa’da genişleme eğilimi gibi endişeleri ile 15 Mayıs 1951’de Türkiye’nin NATO’ya alınmasını önerdi. DEĞİŞEN STRATEJİDE DEĞİŞMEYEN YÜK… 18 Şubat 1952’de resmen NATO üyesi olan Türkiye, NATO’nun yıllar içinde değişen stratejilerine göre konumlandı. İttifaka girdiği yılda, ABD hava kuvvetlerinin nükleer yeteneği zayıf olduğu için olası bir Sovyet saldırısını “sünger gibi emmesi” ve oyalaması öngörülüyordu. Sovyetlere nükleer silahlarla karşılık verilmesini öngören yeni strateji belirlendiğinde, atılacak nükleer silahların yerleştirileceği üsler için adres Türkiye’ydi. Tabii, ön cephe ülkesi olarak çok yıkıma uğrayacaktı. ‘70’lerin sonlarında çatışmayı yerleşim merkezlerinden mümkün olduğunca uzak tutmak önemli hale geldi, kanat ülke olarak Türkiye’ye düşen yük yine fazlaydı. Kısa süre sonra ağırlık merkezi düşman toprakları olarak belirlendi. Bu

N

ATO, kurulduğundan bugüne, dünyanın koşulları değişse de işgallerine birçok kılıf buldu. Ancak girdiği her ülkede batağa saplandı. Türkiye ise Libya örneğinde görüldüğü gibi NATO’nun değişen stratejilerinde sunduğu askeri, üsleri ile yükü hiç değişmeyen üyesi oldu

DP, NATO’ya üyelik uğruna kilometrelerce uzaktaki Kore’ye binlerce asker göndermekten çekinmedi. (Sağda ore’deki birliklerden bir görüntü) Elbette destekçisi de boldu. Dönemin gazeteleri, Kore’de canı pahasına ABD askerini koruyan Türk askerlerine kahramanlık güzellemeleri yazdı. yeni anlayışla Türkiye’nin kendi sınırlarından mümkün olduğunca uzakta savaşa girmesi öngörüldüğünden Türk Hava Kuvvetleri’nin gelişimine yönelik adımlar atıldı, 1988’den itibaren F-16 uçaklarının Türkiye’de üretimine başlandı. Soğuk Savaş sonrası ise Türkiye “düşman” ile sınırdaş olan bir kanat ülke olma konumundan çıkarak Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu gibi sorunlu bölgelere bitişik bir ön cephe ülkesi haline geldi. KİLOMETRELERCE UZAKTA

BİR SAVAŞ DP hükümeti, 1950 Haziran’ında Kore’de yaşanan gelişmeleri yakından izliyordu. BM’nin Kore’ye asker gönderme kararı alması üzerine, Başbakan Menderes’in yazlık evinde yapılan bir bakanlar kurulu toplantısından sonra, TBMM’ye ve muhalefete danışılmadan, 25 Temmuz 1950’de Türkiye’nin Kore’ye 4500 asker göndereceği açıklandı. Muhalefetteki CHP, bu kararın açık bir anayasa ihlali olduğunu belirten bir açıklama yayımladı. Çünkü anayasaya

göre savaş ilanı yetkisi TBMM’nin elindeydi. Ancak hükümete göre, anayasa savaş ilanı yetkisini TBMM’ye vermiş ama hangi hususların savaş ilanı olduğunu saymamıştı. Bu durumun bir savaş ilanı değil asker gönderme kararı olduğunu iddia eden hükümete göre bir anayasa ihlali söz konusu değildi. SAVAŞ ÇIĞIRTKANLIĞI HER DÖNEM “MEŞRU” Kore’ye “hür dünyanın diğer unsurlarıyla birlikte asker gönderilmesini” NATO üyeliği için

kaçırılmaması gereken bir fırsat olarak gören hükümet, kararının alınmasının üzerinden bir hafta geçmeden, 1 Ağustos 1950’de, NATO üyeliği için başvuru yaptı. Ancak reddedildi. Kore’de Türk birliklerinin de katıldığı savaş devam ederken CHP, birliklere destek verilmesi konusunda iktidarla birlikte hareket etmeye başladı. 27 Aralık 1950’de CHP ve DP milletvekillerinin ortak girişimiyle, askerlere meclisin sevgi ve selamının yollandığı bir karar alındı. Hükümetin tek destekçisi CHP değildi. Kararın

alınmasından sonra İÜ Talebe Birliği, CHP, DP ve MP temsilcileriyle ortaklaşa “komünizmi tel’in” mitingi düzenleyerek, hükümete verdikleri desteği gösterdiler. Bu destek savaş boyunca sürdü ve yapılan propagandayla kilometrelerce uzaktaki bu savaş, kamuoyunda kendi ülkesi söz konusuymuşçasına benimsendi. DP tarafından da asker gönderme eyleminin meşrulaştırılması için kullanıldı. Karşı tepkilerse sürekli bastırıldı. Barışseverler Cemiyeti kararı kınayan bildiriler dağıtınca kuruluşundan 2 hafta

sonra kapatıldı. Kararı eleştiren yazı ve karikatürler yayımlayan 17 mizah dergisi komünist oldukları gerekçesiyle kapatıldılar. Aziz Nesin'in, Türk birliğinin Kore'ye doğru yola çıkacağı İskenderun'a aynı tarihlerde gitmesi bile basında büyük şüphe uyandırdı: "Maruf solcunun Kore'ye gidecek kuvvetlerimizin hareket limanı olacağı yazılan İskenderun'da ne maksatla bulunduğu tahkik ediliyor... Kendisi Beyrut'a gideceğini söylemiştir." ABD ASKERİNİ KORUDULAR Türkiye, Kore’ye ilk aşamada 4500 asker gönderdi. 15 ülke içinde ABD’den sonra en çok asker gönderen devlet olan Türkiye’nin yolladığı birlikler, ABD tümenine bağlı olarak doğruca ateş hattına sürüldü. Kore'de görev yapan askerler arasında 12 Mart döneminin İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün, Kenan Evren, gazeteci Abdi İpekçi, şair Can Yücel, yönetmen Halit Refiğ de vardı. Kunuri bölgesi, savaşın en kanlı çatışmalarına sahne oldu. ABD askerlerinin güvenli bir biçimde çekilmesini sağlamakla görevlendirilen Türk birliği, burada çok ağır kayıplar verdi. 27 Temmuz 1953’te imzalanan ateşkese kadar Türk askerlerinin 721’i öldü. 672 asker yaralandı. 234 asker esir düşerken, 175 asker kayboldu. Ancak kayıplar ve cenazesi bulunamayanlar için, aradan geçen bunca yılda, Kuzey Kore makamlarına herhangi bir başvuru yapılmadı.

Alan: Emperyalizmin çıkarları A

landışılık kavramı, NATO terminolojisinde ittifakın görev alanı dışında kalan bölgeleri ifade etmek için kullanılır. Görev alanından kasıt da coğrafi alanın yanısıra NATO’nun amaç ve ilkeleridir. NATO, görev alanını coğrafi olarak üye devletlerin ülkeleri ve amaç olarak da meşru savunma ilkesiyle sınırlamış görünse de ABD başta olmak üzere bazı üyelerinin NATO imkan ve tesislerini kullanmak istemeleri nedeniyle pek çok kez alandışılık sorunu yaşadı. İlki de, 1958’deki Lübnan müdahalesi için ABD’nin İncirlik Üssü’nü kullanmasıydı. ABD bundan sonra da aynı amaçla pek çok girişimde bulundu. NATO İÇİN HER YER KAPSAMA ALANINDA NATO’nun alandışılık sorunu, Sovyetlerin dağılmasından sonra kendisine yeni görev alanları araması ile gündeme geldi ve bu sorunu aşmak için çeşitli çözüm yolları arayışına girdi. Bunların ilki Irak’ın 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgaliyle başlayan Körfez kriziydi. Bu krizin sona ermesinin ardından bir bölümü Türkiye’de konuşlandırılacak bir Acil Müdahale Gücü’nün kurulmasına hukuksal zemin oluşturmak için Kasım 1991’de “çok temel kaynakların akışının (yani petrolün) engellenmesi gibi yaşamsal çıkarlar söz konusu olduğunda

görev alanı dışına askeri güç gönderebileceği” ilkesi benimsendi. NATO’nun Bosna’ya müdahalesi sırasında bir kez daha alandışılık iddiaları söz konusu edildiyse de, NATO bu müdahaleyi BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde “taşeron” olarak yapmış olduğundan, bu iddialar fazla taraftar bulmadı. 1998-1999’da Kosova’ya yapılan NATO müdahalesi ise, tam anlamıyla bir alan dışılık örneğiydi. Çünkü ne bir BM Güvenlik Konseyi kararı ne de NATO üyelerine yapılan ve meşru savunmayı gerektiren bir saldırı mevcuttu. Zaten NATO da müdahale gerekçesini “bölgede meydana gelen insan hakları ihlallerini ortadan kaldırmak ve üyelerini de etkileyebilecek daha büyük bir kriz olasılığını ortadan kaldırmak” olarak açıklamıştı. Hukuksal bir zemin oluşturmak için de Nisan 1999’da Yeni Startejik Konsept adlı bir belge kabul edildi. Buna göre, üyeleri tehdit edecek etnik ve dinsel çatışmalar ve terörist faaliyetlerin giderilmesi de ittifakın görev alanındaydı. Yani bir saldırıya karşı meşru savunma hakkının kullanılması yerine olası bir tehdidin ortadan kaldırılması gibi bir yaklaşım benimsendi. İLK SINIR AŞIRI OPERASYON 11 Eylül 2001’de ikiz kulelere saldırı

sonrası NATO, tarihinde ilk kez toplu savunma maddesini (Madde 5) harekete geçirdi. ABD öncelikle NATO ile değil de bazı müttefiklerle Afganistan’a operasyon başlattı. BM Güvenlik Konseyi tarafından kurulan Uluslararası Güvenlik Destek Gücü (ISAF) 20 Aralık 2001’de İngiltere’nin komutası altında 21 ülkeden askerle Afganistan’da göreve başladı, Haziran 2002’de komutayı Türkiye devraldı. Ülkede güvenlik ortamının olmaması, ISAF’taki görev alanının genişletilmeyeceğine dair güvence verildiği halde ABD kongresinde aksi yönde karar çıkması ve bazı ülkelerin askerlerini çekmesi gibi nedenlerle ISAF komutalığının bir sorun haline geldi. Ardından Türkiye’den görevi devralan AlmanyaHollanda kendilerinden sonra komutanlığı NATO’nun üstenmesi teklifinde bulundu. 11 Ağustos 2003’te de komutayı NATO devraldı, böylece kendi coğrafyası dışında ilk operasyonu da üstlendi. NATO’NUN GELECEĞİ HALKLARI TEHDİT EDİYOR Bugün ise sıra Libya’da. Ancak operasyon planları yeni değil. ABD'nin NATO nezdindeki büyükelçisi Nicholas Burns, 2003'de Prag'da 'NATO ve Büyük Ortadoğu' adlı konferansta yaptığı konuşmada, "Bu konferansın adının "NATO ve Büyük Ortadoğu" şeklinde

düşünülmüş olması çok isabetli; çünkü Bush yönetimi olarak biz, NATO'nun çabalarını Büyük Ortadoğu'ya yoğunlaştırması gerektiğini düşünüyoruz" açıklamasını yapmış, “Askeri güçlerimizi doğuya ve güneye yaymalıyız. NATO’nun geleceği, doğuda ve güneydedir. Dolayısıyla, NATO’nun geleceği Büyük Ortadoğu’dadır...” demişti. KÖY ENSTİTÜSÜNDEN NATO KARARGAHINA Bu “yeni NATO” karargahının nerede kurulacağını da bir yıl sonra, ittifakın Güneydoğu Avrupa Masası yöneticilerinden Stefani Babst, Ege Üniversitesi'ndeki bir uluslararası panelde açıkça söylemişti: "NATO'nun yeni güvenlik misyonu ABD'nin Büyük Ortadoğu planını içeriyor ve bu paralelde Belçika dışında, burada, Türkiye'de ikinci bir üsse ihtiyaç var. İzmir'in üs olmasını istiyoruz. NATO, Büyük Ortadoğu ile ilişkilerini düzenlemek için Türkiye'de İzmir'i merkez olarak kullanmalıdır." İzmir bugün, NATO'ya devredilen Libya operasyonunun askeri üssü. Üstelik bu üs, 1952’de kapatılarak NATO’ya devredilen Kızılçullu Köy Enstitüsü alanında kurulu. Öyle görünüyor ki, bugün artık hiçbir “güvenlik” sorunu NATO’nun görev alanı dışında kalmıyor.

ABD’nin 6. filosu NATO işgallerinin habercisi. En son Libya’da görüldü.

Zulüm eşyaya intikal ettiyse zeval yakın* A

*Abdülhamit döneminde gazeteci Ebuz Ziya Tevfik, Mısır’a sürgün gönderilir. Bir gün oğlundan kendisine; “Baba gazeten kapatıldı. Matbaaya da el koydular..” diye mektup gelir. Ebuz Ziya oğluna; “Oğul zulüm eşyaya yöneldi ise bil ki zeval (batış-çöküş) yakındır…” diye cevap verir.

hmet Şık’ın henüz basılmamış kitabına yönelik baskınlar, tarihimiz boyunca yaşanan pek çok kitap imhasını akıllara getirdi. Ancak basılmamış bir kitaba müdahale de ilk değil, Osmanlı’ya kadar uzanıyor. Bir iddiaya göre Sultan Abdülhamid yayımlattığı Sahih-i Buhari isimli hadis kitabında, kitap daha piyasa verilmeden önce gördüğü ve muhalifler tarafından kullanılabileceğinden endişe ettiği “Halka zulmeden idarecilere karşı ayaklanmak haktır” şeklindeki hadislerin yazılı olduğu sayfaları yırttırmış ve eserin bazı ciltlerini de yakarak imha ettirmişti. Cumhuriyet döneminde ise matbaa aşamasında imha edilmiş ilk kitap Kazım Karabekir’in İstiklal Harbimizin Esasları isimli kitabıydı. Dönemin Milliyet

gazetesinde kendisini eleştiren yazılara verdiği cevaplardan sonuncusu “devletin beynelmilel menfaatlerine aykırı olduğu” gerekçesiyle yayımlanmayınca Karabekir de, Milli Mücadele dönemini anlattığı kitabını yazmaya başlamıştı. İnönü, Mustafa Kemal’e kitabın haberini ‘Karabekir’in nutka cevap olarak yazdığını, birkaç muhalif gazetede yayımlayacağı’ şeklinde verir. Mustafa Kemal’in durumu anlamak için görevlendirdiği Kılıç Ali’nin yöntemi ise matbaa sahibine bir miktar para verip, kitabın nüshalarını basılmadan elde etmektir. Böylece kitabın 3000 kadar nüshası matbaadan alınır ve kireç ocaklarında yakılır. Savcılık emri ile de Karabekir’in ve birkaç kişinin daha evi basılarak ele geçirilen belgeler Ankara’ya getirilir. Kılıç Ali’nin iddiasına göre bel-

geleri inceleyen Mustafa Kemal belgelerin Karabekir’de kalmasında mahzur görmez. Sadece askeriye ile ilgili olanların Genelkurmay’a verilmesini ister. Bir başka baskın olayı ise Aziz Nesin’e yönelik. Nesin, 1948’de, Amerikan emperyalizmi baskısının yaşandığı günlerde 'Nereye gidiyoruz?' adında bir broşür yayımlamak ister. Broşürün hazırlandığı haberi alınınca matbaayı basan polis, ön yüzü basılmış, arka yüzü henüz basılamamış 11 bin nüsha broşüre el koyar. Aziz Nesin de yargılanır. Dönemin yasasına göre, suçun oluşması için o yayının en az iki kişi tarafından okunmuş olması gerekir. Henüz basılmayan broşürü okumuş birilerini bulmak için matbaacıyı da okudu göstermek isterler. Matbaacı ise, “Hakim bey ben bastığım her kitabı okusaydım profesör

olurdum” der ama Nesin yine de hapis ve sürgün cezasından kurtulamaz. 1986’da Siirt’i ziyarete giden dönemin başbakanı Turgut Özal’a Siirt’in hiçbir sorunu olmadığını söyleyen vali hakkında, Siirt Mücadele gazetesi sahibi ve başyazarı Cumhur Kılıççıoğlu, “Devlet var da, adamı nerde? Kahti rical var” başlıklı bir yazı yazar. Bu yazıdan sonra hakkında dava açılır ardından da matbaası ve evi basılır. Evde bulunan henüz basılamamış, imzasız “Müstemleke Valisi” yazısına el konur. Yazıda, yöneticilerin müstemleke (sömürge) valileriyle aynı zihniyette sahip olduklarını anlatan Kılıççıoğlu’na vali tekrar dava açar, duruşmaya da bizzat girer. Bilirkişi incelemesine gönderilen yazıdan beraat eder ancak yazı kendisine geri verilmez.


KÜLTÜR SANAT

14 Halk›n Sesi

11 Nisan 2011 / 21 Nisan 2011

Bal›k istifi seyahat Kartal Halkevi, kentte yaşanan en önemli sorunlardan biri olan ulaşım sorununa farklı bi gözden bakmak üzere bir sergi düzenliyor. Teması “paralı ulaşım balık istifi seyahat” olan sergiye gönderecekleri fotoğraflarla, herkesi bu mücadeleye destek olmaya çağırıyor.

Ateflin düfltü¤ü yer umartesi günü fırsat yaratıp Depo’daki Ateşin Düştüğü Yer sergisini gezme şansı buldum. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHY) 20. kuruluş yıldönümü vesilesiyle açılan sergi, farklı sanatçıları ve sanatçı gruplarını insan hakları çerçevesinde Depo’nun çatısında topluyor. Depo’ya adımınızı attığınızda avaz avaz İstiklal Marşı’nı okuyan bir çocuk sesi karşılıyor sizi. O sesi takip edip üst kata yöneliyorsunuz, yerlerde kırılmış kalemler, cezaevinden yazılan mektuplar, duvarlarda gazete kupürleri var. Birden tam karşınıza kocaman bir yazı çıkıyor; “Kızımın parçalarını eteğimde taşıdım”. Kışladan atılan havan mermisiyle hayatını kaybeden 14 yaşındaki Ceylan’ın annesi Saliha Önkol’un sözleri bunlar. Ardından çeşitli, sanatçıların resimleri, yerleştirmeleri, kolajları ve videoları sarıyor etrafınızı. Türkiye’nin insan hakları ihlalleri tarihinin tam göbeğindesiniz artık. Tek tek hatırlıyorsunuz, öldürülen gazetecileri, yakılan köyleri, işkenceleri, katliamları… Melis TİHV, ‘Hala ateşin Göker düştüğü yerdeyiz’ diyor bu sergiyle, nasıl 20 melisgoker @gmail.com yıldır olduysak hala buradayız. Sergi, hem ziyadesiyle zayıf olan toplumsal belleğimizi canlandırıyor hem de ağır bir tokat gibi oturuyor yüreğimize. Hakikatle yüzleşmek her zaman zor olmamış mıdır zaten? 22 Nisan’a kadar sürecek olan sergide Türkiye’de yaşanan her türlü hak ihlaline karşı yapılan çalışmalar sergileniyor. 131 sanatçının videodan enstalasyona, resimden kolaja çok çeşitli işleriyle katıldığı sergi, Türkiye’nin son 30 yıllık insan hakkı ihlalleri sürecine dair oldukça geniş bir panaroma sunuyor. Küratörlük veya sponsorluklardan bağımsız, tamamen gönüllülük temelinde kolektif katkılarla oluşturulan sergiye bu kadar çok sanatçının çalışmalarıyla katılması ise insana umut veriyor. Hele de bunca iyi çalışmayı bir arada görme fırsatı kaçırılmaya gelmez.

C

‘AKM değil AKP yıkılsın’ 2

7 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde birçok kurumun çağrısıyla bir araya gelen tiyatrocular ve tiyatroseverler, sanat alanındaki saldırılara, yıkımlarına dur dedi. Halkevleri Kültür-Sanat Atölyesi (Halksanat) “AKP’nin ‘Oyun’unu Bozacağız” pankartıyla etkinliğe katılırken, aralarında Tarık Akan, Ali Poyrazoğlu, Yücel Erten, Üstün Akmen’in bulunduğu çok sayıda sanatçı, tiyatro toplulukları, KESK, DİSK ve İstanbul Barosu da etkinliğe destek verdi. Genco Erkal’ın Muammer Karaca Tiyatrosu’nun yıkılmaya çalışılmasını protesto eden bildirisinin Defne Halman tarafından tiyatro önünde okunmasıyla AKM önüne yürüyüş başladı. Yürüyüşte sık sık “Yaşasın tiyatro yaşasın sanat”, “AKM değil AKP yıkılsın” sloganlarının atıldı. Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği Başkanı Orhan Kurtuldu’nun sunuculuğunu yaptığı AKM önündeki etkinlikte öncelikle Mert Fırat tarafından 27 Mart Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi okundu. Tiyatro yazarı ve yönetmen Yılmaz Onay tarafından kaleme alınmış Alternatif Bildiri ise Metin Coşkun tarafından okundu.

‹yi ki do¤dun

Selek’in ilk roman›

Türk sinemasının usta isimlerinden Yılmaz Güney, 74 yıl önce topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biri olarak dünyaya geldi. Hayatı yasaklarla, sürgünlerle geçen, sinemanın ‘Çirkin Kralı’ Güney, 1984 yılında Paris'te yaşama veda etmişti.

Pınar Selek’in, darbe sonrası yılların acılarını hayatın canlılığıyla sarmalayarak anlattığı ilk romanı Yolgeçen Hanı, nisanda çıkıyor. Yolgeçen Hanı, kaderleri bir mahallede kesişen, birbirinden farklı dört kahramanın yaşadıklarını canlı bir dille anlatmayı başarıyor.

fi›k’›n objektifinden Ahmet Şık’ın çektiği fotoğraflardan oluşan, ‘Ben Tanığım’ adlı sergi Karşı Sanat’da açıldı. 12 Nisan tarihine kadar açık kalacak sergi, Karşı Sanat’tan sonra, Evrensel Sanat Galerisi, Kazım Koyuncu Kültür Merkezi ve Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde de sergilenecek.

‘Doğal’ direniş öyküleri M

ayıs 2011’de altıncısı düzenlenecek Uluslararası İşçi Filmleri Festivali için geri sayım başladı. 1-8 Mayıs tarihlerinde İstanbul, Ankara ve İzmir’de eş zamanlı gerçekleştirilecek festivalin bu yılki teması “doğanın yağmalanması ve karşı direniş” VI. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’ne bir aydan az bir zaman kaldı. 2006 yılından bu yana her yıl 1 Mayıs’ta işçi sınıfının alanlardaki coşkusunu sinema salonlarına taşıyan festival geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da İstanbul, Ankara ve İzmir’in ardından kent kent süren ve bütün yıla yayılan uzun bir yolculuğa çıkacak. Sine-Sen (DİSK), Dev Sağlık-İş (DİSK), Birleşik Metal-İş (DİSK), Hava-İş (Türk-İş), Petrol-İş (Türkİş), Tez Koop-İş (Türk-İş), SES (KESK), Türk Tabipleri Birliği, Sendika.Org ve Halkevleri tarafından düzenlenen festival, bu yıl doğanın yağmalanması ve buna karşı direnişler üzerine odaklanıyor. BÜTÇE EMEK ÖRGÜTLER‹NDEN Bugüne kadar emekçi karakteri olmayan hiç bir kurum ve kuruluştan mali destek almayan festival bu geleneğini sürdürerek emek mücadelesinin etik değerlerini de titizlikle koruyor. Bu tür festivallerin en önemli gider kalemini oluşturan çeviri, alt yazı vb. teknik hazırlıkların tamamı festival gönüllüleri tarafından yapılıyor. “DO⁄AL OLARAK D‹REN‹fi” Festivalde her yıl olduğu gibi bu yıl da direniş öyküleri anlatılacak.

K

aragöz ve Şarlo bu yıl kameralarını, HES’lere karşı mücadelenin sembolü haline gelen sarı yazmalarıyla vinçlere karşı savaşan ve vadilerini savunan Loç Vadisi kadınlarına çeviriyor KATILIM G‹DEREK ARTIYOR Festival yetkilileri festivale yapılan başvuruların her geçen yıl biraz daha arttığını söyleyerek film seçmekte zorlandıklarını belirtiyor. Özellikle yurtiçinden belgesel başvurularının artması festival düzenleyicilerini en çok umutlandıran konu. Artık ülkenin her yerinde İşçi Filmleri Festivali için belgesel film çekmek isteyen genç-amatör belgeselciler çıktığını söyleyen düzenleme komitesi çalışanları, başlarken önlerine koydukları amaçlardan birine ulaşmış olmaktan son derece mutlu olduklarını ifade ediyorlar.

Karagöz ve Şarlo bu yıl festival afişlerinde kameralarını, HES’lere karşı mücadelede sembolleşen, sarı yazmalarıyla vinçlere karşı savaş açan ve vadilerini savunan, Loç Vadisi kadınlarına çeviriyor. Yıl boyunca HES’lerin vadileri yok etmesine, suyun ticarileştirilmesine, orman alanlarının talan edilmesine, nükleer santrallere karşı, yani doğanın talanına karşı yürütülen tüm mücadeleler, festivalin bu yılki temasının da belirleyicisi oldu. Rant uğruna sermayenin cüret ettiği doğa talanları, çok sayıda direniş doğururken, birçok

sinemacı da kameralarını doğal olarak bu yöne çevirdi. Bu yıl “Toprağımız, Havamız ve Suyumuz için Doğal Olarak Direniş” başlığıyla gerçekleştirilecek festivalde HES’lerden siyanürlü altın madenciliğine, doğa konusunda çekilmiş yerli ve yabancı film izleyicisiyle buluşacak. Festivale gelen çok sayıda başvuru arasından festival ekibi 50 filmi festivalde gösterilmek üzere seçti. Festival programında yer alan yerli ve yabancı, kurmaca ve belgesel 50 film önümüzdeki günlerde açıklanacak.

Beş yıldır açılışlarını Beyoğlu’nda gerçekleştiren festival bu yıl salon kıyımlarından nasibini aldı. Emek ve Rüya Sinemaları’nın kentsel ranta kurban edilerek kapatılmasının ardından Beyoğlu’nda festival açılışının yapılabileceği büyüklükte salon kalmadı. Bu yüzden festival açılış etkinliği 2 Mayıs akşamı İTÜ Maçka Mustafa Kemal Amfisi’nde gerçekleştirilecek. Oyuncu Fırat Tanış’ın sunuculuğunu yapacağı gecede bu yıl da bir sinema emekçisine teşekkür plaketi verilecek. Bandista grubu, müziğiyle geceye renk katacak.

GÖSTER‹MLER PARASIZ Yabancı konukların ağırlanacağı, çeşitli konferans, söyleşi, atölye ve sergiye ev sahipliği yapacak festivalde gösterimler her yıl olduğu gibi bu yıl da parasız olacak. Festival kapsamında gerçekleştirilecek II. Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı’nda emek ve iletişim üzerine düşünen, çalışan ve siyaset üreten akademisyenler ve aktivistler bir araya geliyorlar. 6-7 Mayıs 2011’de Ankara’da gerçekleşecek. LaborComm 2011, yeni iletişim teknolojileri bağlamında kapitalizmin yeni biçimlenmeleri ile örgütlenme, dayanışma ve direniş olanaklarına odaklanacak.

‘İnsanlık Yıkılmasın’ diye karikatür sergisi

H

eykeltraş Mehmet Aksoy’un Kars’ta yapımı süren İnsanlık Anıtı için alınan yıkım kararını eleştiren Çizgili Muhabbet Grubu tarafından

gerçekleştirilen İnsanlık Yıkılmasın Karikatür Sergisi İstanbul’da Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nde açıldı. Yoğun bir ilgi ile karşılanan serginin açılışını Mehmet Aksoy gerçekleştirdi. Mehmet Aksoy, yıkım kararı sonrası yaşanan trajikomik gelişmeleri sergi açılışına gelen konuklarla paylaştı. Daha sonra söz alan Mimarlar Odası İstanbul Şubesi İkinci Başkanı Sabri Orcan, sanatçı birlikteliğinin bu durumun altından kalkacağına inancının tam olduğunu belirtti. Çizgili Muhabbet Grubu adına söz alan Aslı Yücel sanata yapılan bu davranışın barışa zarar

vereceğini ve bu durumu kınadıklarını belirtti. Son olarak söz alan Cumhuriyet gazetesi yazarı Oktay Ekinci, yıkım kararının yaklaşan seçimlerle bağlantısının olduğunu ve heykelin yıkılamayacağı görüşünde olduğunu belirtti. İnsanlık Yıkılmasın Karikatür Sergisi ilk olarak Ankara’da ODTÜ’de açılmıştı. İkinci durağı İstanbul Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi olan sergi 15 Nisan 2011 tarihine kadar izlenebilir. Sergiye Mehmet Aksoy’un da aralarında bulunduğu 46 karikatürist katılıyor.

İsrailli muhalif yönetmen öldürüldü İ

sralli Arap film yönetmeni ve insan hakları eylemcisi Juliano Mer-Khamis, Batı Şeria'nın Jenin kentinde uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybetti. Filistin güvenlik yetkililerine göre maskeli saldırganlar, 52 yaşındaki yapımcıya, Jenin Mülteci Kampı'nda kurduğu ve çocuklara tiyatro yaptırdığı "Özgürlük Tiyatrosu"nda bulunduğu sırada ateş açtı. Jenin'deki hastaneye kaldırılan MerKhamis, kurtarılamadı. Bir Yahudi anne ile Hristiyan Arap bir babanın oğlu olan, Nasıra doğumlu Mer-Khamis, Jenin Mülteci kampında yaşıyordu. ARNA’NIN ÇOCUKLARI Juliano‘ın annesi Arna MerKhamis, intifadadan sonra

İsrail işgaliyle okulsuz, eğitimsiz kalan Filistinli çocuklara ömrünü adamıştı. Sanatçının Alternatif Nobel Barış ödülü alan annesini anlattığı filmi "Arna'nın Çocukları", Jenin Mülteci Kampı’nda Arna'nın tiyatro öğrettiği çocukların yaşamını anlatır. Yıllar sonra Arna kansere yakalanır, çocuklar büyür ve filmin sonunda hemen hepsinin canlı bomba olarak veya çatışmalarda hayatını kaybettiğini öğreniriz. ÖZGÜRLÜK T‹YATROSU Juliano, annesinin ölumünden sonra Jenin'e yerleşerek, tiyatro grubundan hayatta kalan tek kişiyle birlikte Özgürlük Tiyatrosu'nu yeniden kurmuştu. Mer-Khamis işte bu tiyatronun önünde vurularak öldürüldü...

Şık ve Şener unutulmadı 4

. Yeşilçam Sinema Ödülleri sahiplerini buldu. Ödül törenine en iyi film ve en iyi senaryo da dahil olmak üzere dört dalda ödül kazanan "Çoğunluk" filmi damga vurdu. Çoğunluk filmi, En İyi Film Ödülü'nü alırken, filmin yapımcısı Sevilay Demirci'nin, ödülü tutuklu gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener için aldığını söylemesi salonda coşkuyla alkışlandı. Demirci, "Sinemamızın, hayatın her alanına değdiği ve dokunulmayan konulara dokunduğu bu günlerde fikir özgürlüğü üzerindeki baskıyı

tedirgin edici buluyoruz. Arkadaşlarımız Ahmet Şık ve Nedim Şener'in adlarını anmak ve yanlarında olduğumuzu söylemek istiyoruz." dedi. Ödül törenini düzenleyen TÜRSAK Başkanı Engin Yiğitgil'in bir kadını yaralamaya teşebbüs ve hakaretten dolayı 13,5 ay hapis cezasına çarptırılması nedeniyle tartışma konusu olan törende, Demirci, "En iyi Film" ödülünü almak için bir kez daha sahneye çıktı. Demirci bu ödülü “Dünyada ve Türkiye'de şiddet gören bütün kadınlar için" sözleriyle aldı.


EĞİTİM HAKKI

15

11 Nisan 2011 / 21 Nisan 2011

Halk›n Sesi

Eğitim haktır, AKP sahtekardır Ü

lkenin dört bir yanından eğitim hakkını savunmak için Ankara’ya gelen Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri, Öğrenci Kolektifleri ve Liseli Genç Umut, Maltepe Nokta Durağı’nda buluştu. 2 binden fazla kişi, “Eğitim haktır satılamaz”, “YGS’nin şifresi cemaatin cebinde”, “Kopyanız, şifreniz, işte eğitim sisteminiz” sloganlarıyla Kızılay Meydanı’ndaki YKM’nin önüne doğru yürüyüşe geçti. Mitingde eğitimin tüm muhatapları öğrenci, veli ve öğretmenler söz aldı. Miting alanında yapılan konuşmalarda YGS’deki şifre skandalına, eğitimin piyasalaştırılmasına, gericileştirilmesine, öğretmenlerin güvencesizleştirilmesine, cinsiyetçi eğitime, öğrencilerin ulaşım ve beslenme gibi haklarının gasp edilmesine karşı tepkiler dile getirildi. YKM önünde bir araya gelen binlerce kişiye ilk seslenen Bursa Eğitim Hakkı Meclisi’nden öğretmen Betül Öztürk Korkut oldu. AKP’nin eğitim alanındaki dönüşüm politikaları sonucunda sözleşmeli, ücretli ve güvencesiz öğretmenliğin dayatıldığını belirten Korkut, öğretmenlerin Eğitim Hakkı Meclisleri bünyesinde öğrenciler ve velilerle yan yana güvenceli iş mücadelesi vereceğini söyledi. NEYLE ÖVÜNECE⁄‹Z, NEYE GÜVENCE⁄‹Z? Korkut’un ardından Öğrenci Kolektifleri adına Ozan Gündoğdu söz aldı. Gündoğdu, Milli Eğitim Bakanlığı, Başbakanlık ve TBMM’yi işaret ederek buralarda halkın eğitim hakkını gasp eden kararların

Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisleri’nin ça¤r›s›yla 10 Nisan’da Ankara’da bir araya gelen binler, e¤itim hakk›na sahip ç›kt›; “E¤itim hakt›r, AKP sahtekârd›r” dedi

Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisleri’nin gerçeklefltirdi¤i mitingde ö¤renci, veli, ö¤retmen bir araye geldi. YGS’deki flifre skandal› ana gündemlerdendi. alındığını söyledi. Ardından Güvenpark’taki anıtta ‘Öğün, çalış, güven’ yazısına dikkat çeken Gündoğdu, “Neyle övüneceğiz, neye güveneceğiz. Çalışıyoruz ama güvenmiyoruz, övünmüyoruz” dedi ve eğitim parasız oluncaya kadar mücadele edeceklerini söyledi. ‘YOLUNACAK KAZ DE⁄‹L HALKIZ’ Zorunlu din dersi eğitimine karşı İl Milli Eğitim

Müdürlüğü’ne dilekçe verdiğini söyleyen öğrenci velisi Sultan Çıracı, ‘din dersi zorunludur’ yanıtının geldiğini söyledi. Zorunlu din dersinden türbanın ilköğretime sokulmasına ve cemaat örgütlenmelerine kadar AKP’nin gerici ve faşist yüzünü gördüklerini dile getiren Çıracı, veliler olarak çocukları ile birlikte sonuna kadar mücadele edeceklerini söyledi. Okmeydanı Halkevi Eğitim Hakkı Meclisi adına konuşan öğrenci velisi

Mehmet Demirtaş, parasız, bilimsel, anadilde eğitim mücadelesinin Halkevleri’ndeki Eğitim Hakkı Atölyeleri’nde yürütüldüğünü belirtti. “Sağılacak inek, yolunacak kaz, müşteri değiliz; halkız!” diyen Demirtaş, herkesi halkın hakları mücadelesine davet etti. ‘ÖYLE BÜYÜK K‹ ‹SYANIMIZ…’ Liseliler adına ise Senem Büyüktanır konuştu. YGS’deki

şifre skandalının ve kadın-erkek öğrencilerin farklı okullara verilmesinin AKP’liler tarafından sahiplenildiğini dile getiren Büyüktanır, “Öyle büyük ki öfkemiz ve haklılığımız, yerle bir eder sizin saltanatınızı isyanımız” dedi. Büyüktanır ayrıca liselerde yaşadıkları ulaşım, beslenme, paralı eğitim ve müfredata dair yaşadıkları sıkıntıları anlattı. Büyüktanır, öğretmenlerin güvencesiz olmasının öğrencileri olumsuz

etkilediğini de belirtti. ‘CEVABIMIZ ‹SYANDIR’ Mitingde son sözü Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol söyledi. Birol, “Başımızı önümüze eğmemizi istiyorsunuz, cevabımız isyandır! Kul gibi yaşamamızı istiyorsunuz, cevabımız ‘yurttaşım ben’ diyen sestir. Sürekli çalışın diyorsunuz, yanıtımız güvencedir. Yanıtlarımızın toplamı eşit ve kendi ellerimizle kuracağımız sistemdir” dedi. Eşit, parasız, sınavsız, bilimsel, anadilde eğitim, okulda beslenme ve ulaşım hakkı, öğretmenlere güvence taleplerini dile getiren Birol şunları söyledi: “Onları koltuklarından indirene kadar, o kurallar değiştirilene kadar veliler, öğrenciler, öğretmenler kol kola kendi meclislerimizde, kendi yolumuzda yürüyoruz. Halkın eğitim hakkı var! Halkın eğitim hakkı meclisleri var!” L‹SEL‹YE POL‹S ENGEL‹ Çevik kuvvet, Abdi İpekçi Parkı’nda 1.500 liseliyi çember içerisine alarak, karşı kaldırımda bekleyen Liseli Genç Umut ile buluşmasını engelledi. Pek çok liseli örgütü ile lise ve dershane öğrencisinin yer aldığı eylemciler, bunun üzerine bir basın açıklaması yapmak üzere Sakarya Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti. Bu gelişmenin ardından Liseli Genç Umut Necatibey Caddesi’ni trafiğe kapatarak miting alanına sloganlarla yürüdü. Mitingin ardından Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol ve Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri’nden temsilciler, Milli Eğitim Bakanlığı’nın kapısına üzerinde ‘İstifa’ yazan siyah bir çelenk bırakarak Bakanı Nimet Çubukçu ve ÖSYM Başkanı Ali Demir’in istifa etmesini istedi.

Eğitim Hakkı Meclisleri Halkevleri, e¤itimin tüm süreçlerinin paral›laflt›r›lmas›n›na, e¤itimin laik ve bilimsel bir içerikten uzaklaflt›r›larak gericilefltirilmesine karfl› e¤itim hakk›n› savunma amac›yla e¤itimin tüm bileflenlerinin tek tek de¤il bir arada mücadele etmesi için E¤itim Hakk› eclisleri’ni kurdu. E¤itim Hakk› Meclisleri, e¤itimin tüm bileflenlerini içeriyor, Bu meclislerde veli, ö¤renci ve ö¤retmen bir araya geliyor ve e¤itimin sorunlar›n› tart›flarak çözüm önerileri getiriyor. Halkevleri E¤itim Hakk› Meclisi üyesi Hamide Yi¤it, E¤itim Hakk› Meclisleri kuruldu¤unda meclislerin hedeflerini flu flekilde aç›klam›flt›: “Meclisleri ço¤altmak ve geniflletmek temel hedefimizdir. E¤itim hakk› mücadelesine birlikte yol alabilece¤imiz tüm emek ve kitle örgütlerini de katmay›, bütünlüklü bir program oluflturmay› hedef olarak koyduk. ‘E¤itim Hakk› Atölyesi’ çal›flmam›z› bafllatt›k. Bu mücadele ancak bu flekilde yürütülebilir.”

Liselilerin isyanı her yerde YGS’deki flifre skandal›n›n ard›ndan liselilerin isyan› büyüyor. Kendilerini zincirliyorlar, pankart as›yorlar, binler olup kent merkezlerine yürüyorlar… Şifre AKP’de 4 Nisan günü Liseli Genç Umutçular İstanbul’daki ÖSYM binasının terasından “Şifre çözüldü: AKP, Cemaat. YGS’niz batsın” yazılı pankart sarkıttı. Bu sırada 3 Genç Umutçu da kendilerini ÖSYM binasının kapısına zincirledi. Eylemciler, hayatlarının sınavlarla zincirlendiğini şifresinin de AKP’de ve Fethullah Gülen’de olduğunu söyledi.

Liselilere gözaltı 4 Nisan günü Dev-Lis üyesi liseliler kendilerini İstanbul’daki ÖSYM Binası’na zincirledi. Polis, liselilerin zincirini demir makası ile keserek gözaltına aldı. Dev-Lis üyeleri aynı gün Ankara’da kendilerini Milli Eğitim Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı kapılarına zincirledi.

Y

üksek Öğretime Geçiş Sınavı’ndaki (YGS) şifre skandalının ardından AKP’lilerin ‘tatmin edici bulduğu’ ÖSYM’nin açıklaması milyonlarca liseliyi ve velisini tatmin etmedi. 2 Nisan’dan bu yana ülkenin çeşitli yerlerinde sayısız eylem yapan liseliler Milli Eğitim Bakanı ve ÖSYM Başkanı Ali Demir’i istifaya çağırdı sınavların kaldırılmasını istedi. 2 Nisan’da ÖSYM Binası’na pankart asma ve zincirli eylemlerle başlayan protestolar, 4 Nisan’da ÖSYM’nin sınavı savunan açıklamasıyla daha da yaygınlaştı. 4 Nisan’dan 11 Nisan’a kadar ülkenin birçok yerinde yapılan eylemlerde 20 bine yakın liseli yürüdü. Polis, liselilerin eylemlerine kimi yerlerde saldırdı. Eylemlerde 54 liseli gözaltına alındı. 5 Nisan’da Bursa’da Liseli Genç Umut ve Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri AKP İl Binası’na yürüdü. Aynı gün Adana’da da Liseli Genç Umutçular bir basın açıklaması yaptı. Antalya’da da ÖSYM’ye Başkaldırıyorum Platformu’ndan 500 liseli kentin işlek bir caddesini trafiğe kapatarak yürüdü. Ankara’da Liseli Genç Umut 100 liselinin katıldığı bir yürüyüş yaptı. 6 Nisan’da 6 Liseli Genç Umutçu kendini İl Milli Eğitim binasına zincirledi ve polis tarafından gözaltına alındı. Liseli Genç Umut, İzmir ve Mersin’de de eylemler yaptı. İstanbul’da Eğitim-Sen üyeleri İl Milli

Eğitim Müdürlüğü’ne yürüdü. Aynı gün facebook üzerinden örgütlenen eyleme İstanbul’da 2 bin liseli katıldı. 2 Bin Liseli Taksim Meydanı’na çıktı. Van’da da 1000 liseli bir eylem yaparak ÖSYM Başkanı’nın istifasını istedi. 7 Nisan’da Antalya’da İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne yürümek isteyen Liseli Genç Umut ve Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi üyelerine polis saldırdı ve 21 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınan 7 kişi hakkında polise mukavemetten dava açıldı. İzmir’in Bergama İlçesi’nde Eğitim-Sen öncülüğünde yapılan eyleme 1.500 liseli katıldı. Aynı gün Rize’nin Pazar İlçesi’nde Liseli Genç Umut ve Gençlik Muhalefeti bir basın açıklaması yaptı. Samsun’da da yüzlerce liseli Valiliğe yürüdü. Balıkesir’de de 300 liseli, Liseli Genç Umut’un eylemine katıldı. 8 Nisan günü, İstanbul’da Liseli Genç Umut üyesi 250 liseli Taksim Meydanı’na çıktı; Milli Eğitim Bakanı ile ÖSYM Başkanının istifasını istedi ve sınavların kaldırılmasını talep etti. Liseli Genç Umut, Ankara Güvenpark’ta oturma eylemi başlattı. Oturma eylemine çevredekilerin yoğun desteği oldu. Ankara’da aynı gün Liseli Dayanışma TBMM önünde bir protesto eylemi yaptı. Polis 3 liseliyi gözaltına aldı. Hatay’da ise Liseli Genç Umut ve Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi’nin eylemine 3000

Hatay’daki YGS protestosunda AKP’ye ve ÖSYM’ye öfke vard›. Hatay Halkevi ve Liseli Genç Umut’un ça¤r›s›yla yap›lan eyleme 3 bin kifli kat›ld›. Eylemde ÖSYM Baflkan›’n›n yumurtadan maketi ile maç yap›ld›, testler y›rt›ld›. Liselilerin yürüyüflüne çevreden de yo¤un kat›l›m oldu. Binlerce liseli eylemden sonra 1 May›s ça¤r›s› yapt›. (Sa¤ foto, Hatay) liseli katıldı. Eylemde, testler yırtıldı. 3 bin liseli ÖSYM Başkanı Ali Demir’in istifasını ve sınavların kaldırılmasını istedi. 9 Nisan günü, Bursa’da Liseli Genç Umut’un başlattığı oturma

5 kişi başladı 50 kişi bitirdi Liseli Genç Umut üyeleri Ankara ve Bursa’da eylemlere yasaklanan K›z›lay Meydan› ve Heykel Meydan›’nda oturma eylemleri yapt›. ‹ki eyleme de çevredekilerin yo¤un deste¤i ve kat›l›m› oldu. Ankara’da 7 Nisan’da bafllayan oturma eylemine ilk gün onlarca Ankaral› kat›ld›. Sivil polisler, çevredekilerin liselileri ve taleplerini görmemesi için liselilerin önünde ayakta bekledi. Ankara’da 8 Nisan günü

yap›lan oturma eylemi 4 kifli bafllad›, 4 saat süren oturma eylemi 15 kifli ile sona erdi. Bursa’da 8 Nisan günü Heykel Meydan›’nda Liseli Genç Umutçular›n bafllatt›¤› eylem de Bursal›lar›n yo¤un ilgisiyle karfl›laflt›. E¤itim-Sen üyeleriyle çevredekilerin destek verdi¤i oturma eylemi 1 saat sürdü. Polisin çevredekileri engellemesine ra¤men 5 kifli bafllayan oturma eylemi, 50 kifli sona erdi.

eylemi yoğun ilgiyle karşılaştı. 10 Nisan günü İstanbul, Ankara, Adana, Antalya/Alanya, Muğla/Bodrum, Urfa, Antep, Kayseri, Amasya, Mersin, Eskişehir, Balıkesir/Burhaniye, Balıkesir/Edremit, İzmir, Bursa, Samsun, Zonguldak/Ereğli, Çanakkale, Elazığ, Dersim, Karabük, Konya/Akşehir, Nevşehir, Adıyaman, Aysın/Kuşadası, Kocaeli, Giresun’da kitlesel protesto eylemleri yapıldı. İstanbul’da 5 bin liseli Taksim Meydanı’na yürürken, İzmir’de de 5 bin liseli ÖSYM Merkezi önünde kalem kırdı ardından Gündoğdu Meydanı’na yürüdü. Bursa’da 1.500 liseli “Şifresiz, parasız eğitim istiyoruz” dedi. Samsun’da Gülen Cemaatine yakınlığıyla bilinen bir dersane önünde protesto eylemi yapmak isteyen liseliler polisin

engellemesiyle karşılaştı. Zonguldak’ın Ereğli İlçesi’nde 500 liseli “ÖSYM defol, gelecek bizim” dedi. Adıyaman’da dershaneye giden liseliler kalem kırıp soru kitapçıklarını yaktı. Nevşehir’de bir araya gelen 100 liseli “Yüksek Güvenlikli Skandal” yazılı bir pankart açtı. 10 Nisan’da ülke genelindeki protestolarda binlerce liseli yürüdü. Bu protestolarda liseliler özgün pankartlar ve dövizler taşıdı. İşte bu pankartlara örnekler: “Bizler fıstıkçı Şahap’la büyüdük, Mod-Medyan’la değil”, “Yüksek Güvenlikli Skandal”, “Da Vinci out, ÖSYM in”, “Yandaş Giriş Sınavı”, “ÖSYM tesadüfleri sever”, “Sınavlara köle olmayacağız”, “Soruyu bir bilene bir de Gülen’e sor”, “Nimet Ç gitsin, Behzat Ç gelsin”, “ÖSYM bizi tatmin etsene”.


SOKAĞIN SESİ

ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ

11 Nisan 2011 / 21 Nisan 2011

Halk›n Sesi

Dereler Ankara’da gürledi

K

‘HESÇİLERE AYİRDUM SOPANIN EN DUZİNİ’ Mitinge kitleselliği ve renkliliği ile damgasını vuranlar Karadeniz’den gelenlerdi. Kemalpaşa Derelerin Kardeşliği Platformu “Bu derenin duzini, kıramadum buzini, HES’cilere ayirdum, sopanun en duzini” pankartıyla katıldı mitinge. İstanbul’da kurulan Hopa Dereleri Koruma Platformu da Hopaspor’un rengi olan mor beyaz pankartlarıyla katıldılar mitinge. “Su haktır satılamaz” pankartının arkasındaki korteje kadın tulumcu eşlik etti. Kortejdeki Hemşince

Toprak, hava, su ve (isyan) atefl(i) oğanın ve yaşamın yağmalanmasına karşı Nisan’ın dokuzunda Ankara’da yapılan mitingi bir kenara not düşmeyi unutmamalı. Milat olma hali önümüzdeki dönemde daha iyi anlaşılacak. Sadece katılanların toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çok olmalarından değil elbet. Ama sermayenin Anadolu sathında yarattığı yıkıma karşı ‘doğal olarak direnişin’ ilk bütünlüklü resmini verdiği için. O resme girenlerin çoğu dert ortaklarının bu kadar çok olduğunu bu mitinge kadar kendileri dahi bilmiyordu. Biraz yüksek bir noktadan miting alanındaki renkli pankartlara bakanlar orada tüm Anadolu’nun isyanını görebilirlerdi, Edirne’den Ardahan’a isyanı, laf icabı değil, gerçekten de… ‘Ünye ve Çevresi Enerji Çöplüğü Olmayacak’, ‘Altın’cı Filo Defol’, ‘İskenderun Körfezi’nde, Burnaz’da, Erzin’de, Hatay’da Termik Santral İstemiyoruz’, ‘Foça’da Termik Santral İstemiyoruz’, ‘Madran Dağı Herkesi Doyurur, Paraya Doymayan Kişiyi Asla Doyurmaz’, ‘Anadolu Grubu Gebze’den Defol’, ‘Uludağ Bizimdir Mahmut Şişelenemez!’, ‘Dersim’de Hamsici Barajlara, Gülen Cemaati’nin Örgütlenmesine, Zorunlu mahmuthamsici Din Derslerine Hayır!’, @hotmail.com ‘Gamaçamuşi Galepe Harmiğunan’, ‘Dereler Özgürdür Özgür Akacak’, ‘Ardahan Vadimiz Boğulmasın, Ovamız Kurumasın’, ‘Doğaya, Emeğe, Cinslere Özgürlük; İklim Adaleti ve Gıda Egemenliği; Canlıların Çeşitliliği İçin Yürüyoruz’, ‘Radyoaktif Limon İstemiyoruz’ ve daha yüzlercesi… İşte bu yüzden herkes birbirinin pankartına, dövizine çok ilgiliydi. Bir yandan sloganlar birlikte atılırken bir yandan tanışıldı, ayaküstü sorunlar paylaşıldı, karşılıklı iletişim bilgileri alındı, ortak mücadelenin sürdürülmesi konusunda hem fikir olundu. Birbirlerine kuşkuyla bakanlar yan yana gelebildiklerini, üstüne bunu yaptıklarında seslerinin çok daha fazla çıktığını gördüler. Türk bayraklarıyla yürüyen Egeli köylüler 1938’deki katliama gönderme yaparak Seyit Rıza’nın resmiyle yürüyen Dersimliler’le yaşamlarını yok etmek isteyen aynı düşmanlara tek ses olarak yüklendi. Sermaye STK’larından farklı olarak hükümete yüklenilirken hükümetin temsilcisi kapitalist talan düzeni açıktan hedef tahtasına kondu. Mitingin konser kısmında Karadenizli olmayanlar Hemşin horonunu, Kürt olmayanlar üç ayak halayını öğrenmeye çalışırken müzik aralarında düzenin alayına isyan vardı. Mitingin tertip komitesi adına konuşan Mustafa Eberliköse kürsüden AKP’yi “Uyarılarımızı dikkate almazsanız bu kez yüz bin kişi geliriz” diye uyardı. Uyarı boşuna değil. 9 Nisan üzerinden kıssadan hisse: Toprak, hava ve su isyan ateşiyle birleşti bir kez. ‘Doğal olarak direnenler’ AKP ve sermayenin başını daha çok ağrıtacağa benziyor. İnanmazsanız yaz aylarındaki sürprizlerini bekleyin!

D

Doğanın ve yaşamın yağmalanmasına karşı direnenler Ankara’da buluşarak AKP iktidarını uyardı: ‘Eğer doğamızı, yaşamımızı yağmalamayı sürdürürseniz yüz binler olur Ankara’ya akarız’ öylerinde, vadilerinde, ilçelerinde yapılmak istenen hidroelektrik santrallere, nükleer santrallere, termik santrallere, madencilik faaliyetlerine karşı doğasını ve yaşamını savunanlar, 9 Nisan günü Ankara’da buluştu. Anadolu’nun dört bir yanından gelen binlerce kişi, Toros Sokak’ta toplanarak zurna seslerinin tulum seslerine karıştığı şenlikli bir yürüyüş yaptı. Kolej Meydanı’nda kurulan kürsüden AKP iktidarına, topraklarına, sularına saldıran şirketlere uyarıda bulundular: “Vazgeçin yoksa yüz binler olup Ankara’ya akarız.”

16

dövizler, en çok Dersimlilerin ilgisini çekti. “Loç Vadisi darda, sarı yazma isyanda” pankartı ve “Loç Vadisi’ni veemeeyoz” dövizleriyle eyleme katılan Loç Vadililerin hemen hemen tümü sarı yazmalarıyla özellikle miting alanına renk kattı. KAZ DAĞI’NIN HEM RESMİ HEM HALKI MİTİNGDE Karadenizlilerden bahsedip de Egelilerden bahsetmemek olmaz… Gerek yürüyüşte, gerek alanda eyleme renk katan kortejlerden birisi de Çanakkaleliler idi. Çanakkale Çevre Hakkı Meclisi, Kaz Dağı’nı resmettiği pankartına “Kaz Dağı’nda termikçilerin altıncıların talanına izin vermeyeceğiz” yazarken, “Altın’cı filo defol” yazan pankartı taşıyan bir genç, “Bu işlerin arkasında da emperyalizm yok mu zaten” diyerek veriyordu mesajını. “Biga’da altın madenine hayır” pankartı taşıyan Elmalı Köyü halkı da giydikleri yöresel kıyafet ile geçmişten bugüne miras kalan doğalarını savunacaklarını anlattılar. Fethiye Saklıkent, Antalya Kaş, Burdur, Isparta, Denizli yörelerinden gelenlerin oluşturduğu kortejlerde 50 yaşının

altında bulunanlar sadece gelenlerin çocuklarıydı muhtemelen. Bir teyzeye sorunlarının ve taleplerinin ne olduğunu sorduğumuzda “Biz artık emekliye ayrılmışız. Ama bunlar insanın derdini, çilesini dinlemekten ne anlar? Bu yaşımızda yeniden sokağa çıkacağımızı düşünemediler herhalde” diyordu. Çoğunluğunu üniversitelilerin oluşturduğu Bursa Su Platformu kortejinin önündeki “Uludağ bizimdir, şişelenemez” pankartı da yüzlerde tebessümün oluşmasına neden oldu. HER DİLDE SU HAYATTIR Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu, pankartına 11 farklı dilde “Su hayattır satılamaz” yazarken, Munzur Koruma Kurulu’nun dövizleri de Kürtçe ve Türkçe hazırlanmıştı. Munzur Koruma Kurulu’nun hemen arkasında eyleme katılan Dersim Dernekleri Federasyonu “Dersim’de barajlara, Gülen cemaatinin örgütlenmesine, zorunlu din derslerine Hayır” diyerek doğanın talan edilmesine karşı verdikleri çevre hakkı mücadelesini, gericiliğe karşı verdikleri eğitim hakkı mücadelesi ile birleştirdiklerini gösteriyorlardı. Nükleer Karşıtı Platform’un

katılımcılarının pek çoğu ellerinde 24 Nisan’da İstanbul’da gerçekleştirilecek Nükleer Karşıtı Miting’in afişini taşıyordu. Kortejde çok sayıda siyahinin bulunması da dikkat çekiciydi.

pankartıyla katılan İşçi Filmleri Festivali ekibinin yanlarında getirdikleri Şarlo, Karagöz ve dozeri devirmiş kadın dövizleri pek çok kişinin hatıra fotğrafı çektirmesine vesile oldu.

GENÇLİK GELECEK İÇİN YÜRÜDÜ Öğrenci Kolektifleri, KTÜ Öğrenci Kolektifleri imzasıyla mitinge katılırken, KTÜ’lüler ile özdeşleşmeye başlayan, çapa ile barajı yıkan ve “Yiktum ha bu HES’i” diyen hamsi balığı pankartı çok ilgi çekiciydi. Çevre ve Orman Bakanı’na üniversitelerini dar eden üniversiteliler, halkın hak kavgasına omuz verdiler. Lise ve üniversiteliler, örgütlülükleri ve bağımsız katılımlar ile yaklaşık bin kişilerdi. ODTÜ Öğrencileri, Hacettepe Üniversitesi Biyoloji öğrencileri ile Sanat tarihi öğrencileri, SBF öğrencileri, AÜ Hukuk Şarlo Sinema Topluluğu, Zeka Oyunları Topluluğu gibi pek çok kortej göze çarptı. Bu yılki festival başlığını doğa ve yaşam savunucularına ayıran İşçi Filmleri Festivali de alandaydı. “Toprağımız, havamız, suyumuz için doğal olarak direniş”

ASTERİKS BAYRAM’A, KAZIM’A VE JAPONYA’YA SELAM Konuşmalar hızla ilerlerken yaşları 70-90 arasında değişen 6 kadın için sahnenin önüne sandalye getirildi. Sandalyelere oturarak konuşmaları dinleyen kadınlar basının ilgi odağı olurken, “İnsanımızın nefes alabilmesi için son nefesimizi veririz” diyen teyze pek çok kişinin gözlerinin dolmasına neden oldu. Yine konuşmaların arasında TBMM önünde ve Boğaz Köprüsü’nde yarı çıplak eylemler yapan Bergama köylülerinin simgesi olan, geçen yıllarda hayatını kaybeden Bergamalı Bayram Kuzu (Asteriks) birer dakikalık alkışlarla anıldı. Bir alkışlı selam da Kazım Koyuncu ile Japonya’da hayatını kaybedenler için gönderildi. Konuşmaların ardından Grup Sisli Rüya, kitleyi horonlarla eğlendirirken kürsüdeki tertip komitesindekiler ve görevliler de kürsüde horon teptiler.

Kimler buluştu? Do¤as›n›, topra¤›n› vermeyenleri bir araya gelmeye kimler ça¤›rd›? I Karadeniz’de HES’lere isyan›n sesi olan Derelerin Kardeflli¤i Platformu I Barajlarla yola koyulacak göç kervan›n› durdurmak isteyen Munzur Koruma Kurulu I Kentlerde ve k›rlarda suyun sermayenin mal› haline gelmesine itiraz eden Suyun Ticarilefltirilmesine Hay›r Platformu, I Gurbetteki Artvinlileri, Dersimlileri, suyu fliflelenen Bursal›lar› buluflturan Bursa Su Platformu I Tüp gaz yalan›na kanmayan Sinop ve Mersin Nükleer Karfl›t› Platformlar I ‹lçelerine kurulacak termik santrale karfl› mücadele eden Yeflil Gerze Koruma Platformu I HES’lere karfl› direnen Fethiye Sakl›kent Koruma Platformu ve Perisuyu Koruma Platformu I Siyanürlü alt›na ve termik santrale karfl› mücadele eden Çanakkale Çevre Meclisi I “Yedi¤imiz içti¤imiz zehir olmas›n” diyen Geneti¤i De¤ifltirilmifl Organizmalara Hay›r Platformu I Sermayenin ‹stanbul’a yönelik sald›r›lar›na karfl› mücadele edenlerin bulufltu¤u 3. Köprü Yerine Yaflam Platformu I “Bin y›ll›k tarih yok olmas›n” diyen Hasankeyf’i Yaflatma Giriflimi I Egeli çevre hakk› örgütlerinin bulufltu¤u EGEÇEP I Yoksul çiftçilerin örgütü Çiftçi-Sen

Mitinge Çanakkale’den kat›lan genç kad›nlar yöresel k›yafetler kiymiflti. Hopal›lar›n yo¤un erkek kat›l›ml› kortejinin en önünde kad›n bir tulum sanatç›s› vard›,

‘Onlara yanıtı vadilerimizden vereceğiz’ K

olej Meydanı’nda kurulan kürsüde ilk sözü “Doğa ve yaşamın yağmalanmasına hayır mitingi” düzenleme komitesi başkanı Mustafa Eberliköse aldı. Katılımcılara hoş geldiniz diyen Eberliköse, AKP iktidarına da seslenerek, “Bugün burada sizi uyarmak için geldik. Eğer doğamızı, yaşamımızı yağmalamayı sürdürürseniz yüzbinler olarak akarız Ankara’ya” dedi. 'BİR YARAMIZ VAR, ONUN HESABINI SORACAĞIZ' Fındıklı Dereleri Koruma Platformu adına konuşan Necmettin Kutluata, Fındıklı

halkının bir yarası olduğunu, o yaranın adının da HES olduğunu söyledi. Bu yaranın hesabını soracaklarını belirten Kutluata “Her kurumun bir bakanlığı var. Suçevre-yaşam bakanlığı neden yok” diye sordu. 'BUNLARIN RUHLARI BİLE SERMAYEYE KÖLE OLMUŞ' Kutluata’nın ardından söz alan Derelerin Kardeşliği Platformu’ndan Mehmet Gürkan; yüzyıllardır yaşayan dedelerinin, atalarının ruhlarıyla alanı doldurduklarını söyledi. HES yapmak isteyenlerin ruhlarının bile emperyalizme-vahşi kapitalizme köle olduğunu söyleyen Gürkan,

sularının satılmasına kesinlikle izin vermeyeceklerini belirtti. Munzur Koruma Kurulu adına söz alan Bülent Akgün bölgede yaşayan halkın barajlar nedeniyle göçe zorlandığını, biyolojik zenginliklerin yok edildiğini belirtti. “Barajlar iş imkanı sağlıyor” yalanıyla insanların kandırılmaya çalıştığına dikkat çeken Akgün buradaki asıl amacın ucuz, güvencesiz iş gücü yaratmak olduğunu ifade etti. 'YANITI VADİLERİMİZDEN VERECEĞİZ' Beyza Üstün, Suyun Ticarileşmesine Hayır Platformu adına yaptığı konuşmada, vadiler-

de talana izin vermeyeceklerini belirtti. “Egemenlere yanıtı vadilerimizden vereceğiz” diyen Üstün, verilen mücadelenin yaşam ve emek mücadelesi olduğunu belirtti. Mücadelelerinin meşru bir mücadele olduğuna da dikkat çeken Üstün bu meşrulukla yollarına devam edeceklerini söyledi. ONLAR ‘DOZER’ DİYOR BİZ ‘HAK MÜCADELESİ’ Yeşil Gerze Platformu adına söz alan Songül Şahin, derelerine yapılmak istenenin bir cinayet olduğunu belirterek “Egemenler kepçe, dozer diyor; biz halkın hakları, örgütlü mücadele diyoruz. Kürekle ve yürekle mücadele

diyoruz” dedi. Sağlık ve yaşam haklarının elinden alındığını söyleyen Şahin, hakları için sonuna kadar mücadele edeceklerini ifade etti. 'NÜKLEERE İNAT YAŞASIN HAYAT' Mersin Nükleer Karşıtı Platform’dan Sebahat Arslan ise Akkuyu’da nükleer santrale izin vermeyeceklerini belirterek, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı eleştirdi. Nükleer santralin ölüm demek olduğunu, bunu da Japonya’da yaşanan son depremde açıkça görüldüğünü belirten Arslan, nükleer santrale karşı mücadelelerinin sonuna kadar süreceğini söyledi.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.