SAYFA
2
SAYFA
Savafl›n kalemli güçleri Savafl 盤›rtkanl›¤› yapan kalemler mevki peflinde. Gazeteler yeni Kürt savafl›na haz›r
10
Kad›n ve ‘çay sohbeti Hopa Kemalpafla Halk Festivali’nde çay emekçisi kad›nlara konuk olduk
SAYFA
13
Kavgan›n içinde bir ömür TKP’den T‹P’e, 70’lerin kopuflundan bugüne kuflaklar aras› bir köprü: Mihri Belli
SAYFA
16
Bir küçük Ayasofya Vize Küçük Ayasofya’da tarihi ayd›nlatma çal›flmas›na AKP bürokrasisi engeli
9 Eylül 2011 • 1 TL
Y›l 6 • Say› 139
Gerze’de halk direnifli, AKP’nin terörüne meydan okudu
‘Vurmanız lazım’ Gerze’de termik santral inflaat›na izin vermeyen köylüler, direnifli k›rmak isteyen polislere ‘vurman›z laz›m’ diye seslendi
Sermayenin talan›na karfl› geliflen halk direniflleri AKP terörünü ve ya¤ma siyasetini bofla ç›karman›n yolunu gösteriyor
Fenerle sustular
AKP Deniz Feneri soruflturmas›n›n fazla ilerlemesini istemiyor. Köstebekler haber uçuruyor, deliller karart›l›yor, savc›lar görevden al›n›yor. Çünkü bu soygunun ucu AKP’ye ç›k›yor S. 3
D›flar›da yalan içeride talan... YOL YAZISI S. 3
Balcalı’da direniş sürecek Adana Balcal›’da Bakanl›k karar›yla hastane iflçisi olarak tescillenen tafleron iflçiler bu karar› yok sayaran rektörlü¤ün kanun d›fl› ihalesin engelledi. ‹flçilerin direnifli polis sald›r›s›yla karfl›laflt›
Dosya: ‘‹ç sorun’umuz Suriye
‹l il ulafl›m hakk› mücadelesi
Mart ay›ndan bu yana ayaklanmalar›n
Ulafl›m alan›nda sürdürülen neoliberal
yafland›¤› Suriye var. Türkiye’yi yak›ndan ilgilndiren Suriye’deki olaylar› bu ülkenin tarihsel, topulmsal dinamiklerini ele alarak inceledik S. 12
politikalar›n karfl›s›na, her gün güçlenerek büyüyen paras›z ve nitelikli ulafl›m hakk› mücadelesi dikiliyor. ‹l il ulafl›m hakk› mücadelesini yazd›k... S. 6
Yeldan: Kapitalizm savaşsız yönetemez
‹srail’e kalkan AKP hükümetinin ‹srail’e yapt›r›m karar› göstermelik. AKP’nin sert aç›klamalar›n›n ard›nda Ortado¤u’daki emperyalist planlarda rol alma çabas› var S. 5
Erinç Yeldan ile ekonomik kriz üzerine
S. 8
AKP’den bar›fla vur emri Kürt hareketinin bar›fl ve demokratik özerkli¤e dayal› çözüm talebi karfl›s›nda AKP savafl ve bask› siyaseti izliyor.
Kenar Notlar› / Sayfa 2
Ferda Koç / Sayfa 4
AKP mi kontrgerilladan
Niyetler ve gerçekler
Savafl haz›rl›klar› sürerken bar›fl eylemlerine de polis sald›r›lar› ve vur emriyle yan›t verildi S. 4
yapt›¤›m›z söyleflinin ikinci bölümünü yay›ml›yoruz. Söyleflinin bu bölümünde krizin uluslararas› yans›malar› ve emekçi s›n›flar›n egemen politikalar karfl›s›nda nas›l bir strateji gelifltirece¤i üzerine konufltuk S. 11
Kibele’den Mektup / Sayfa 10
Beyaz tülbentin ça¤r›s›
Mustafa Eberliköse / Sayfa 16
‘Metin olun, biz ayaktay›z’
Lale Devri sona erdi Yaklaflan kriz ve mevcut ekonomik durum AKP hükümeti döneminde yaflanan Lale Devri’nin sonuna gelindi¤ini haber veriyor S. 9
2
MEDYA 9 Eylül 2011 / 23 Eylül 2011
Halk›n Sesi
Kenar Notlar› AKP mi kontrgerilladan, kontrgerilla mı AKP’den? Halkın Sesi gazetesinin 138’inci sayısında yayımlanan Kenar Notları teknik bir aksaklık nedeniyle baskıya eksik girdi. Bu hata nedeniyle tüm okurlarımızdan özür diliyoruz. Y a z ı n ı n t a m v e e k s i k s i z h a l i n i y ay ı m l ı y o r u z . “Çoğulcu bir toplumda yaşayan Müslümanın farklı olanlarla zorunlu ilişkisinin adına ben ısrarla ‘hoşgörü’ değil, ‘tahammül’ diyorum…” (Yeni Şafak, 7 Ağustos 2011 Pazar) Bu sözleri söyleyen Hayrettin Karaman kimdir? Kendisi, medyaya, üniversiteye ve yeni devlet seçkinleri arasına yerleşmiş yeni kuşak İslamcı entelektüellerin “saygın” Hayrettin Hoca’sıdır. İslam hukuku profesörü ve Yeni Şafak yazarıdır. Keskin İslamcı militanlar dışında, cemaatler arasında sevilen, sayılan bir şahsiyettir. Hayrettin Karaman “Tahammül mü hoş görmek mi?” isimli yazısında şöyle devam ediyor: “Her Müslüman, aleni (açıkça, kamuya açık yerde) dine, ahlaka, âdâba aykırı bir davranışa engellemek veya ıslah etmek maksadıylamüdahale etmekle yükümlüdür.” Dahası: “İslam’a inanmayanlar kendi inançlarını serbestçe uygulayabilirler; ama bu uygulama Müslümanların hayat, ahlak ve dindarlıklarını, nesillerin eğitimini olumsuz etkileyecekse -İslam toplumunda- ‘onların aykırı filleri için özel mekanlar ihdas edilmek gibi’ tedbirlere başvurulur. O “saygın” ak sakallı Hoca’nın yıllarca içinde zapt ettiği “tahammül duyguları” artık tahammül edilemez hale gelmiş görünüyor. Öyle ya takiyenin de bir sınırı var! O sınır, yüzde elli AKP iktidarıyla daha da artan Tayyip Erdoğan’ın kişisel otoritesinin ve AKP’nin tek parti diktatörlüğü eğilimlerinin sınırıdır. Son zamanlarda İslamcı entelektüellerin dizginsiz hamleleri göz önünde bulundurulursa, Karaman’ın bu çıkışına “hayret” edilecek bir şey yok. İslamcı entelektüellere bir haller oldu. İçlerinde planla bastırdıkları ırkçı, faşist, maço, gerici, kadın ve emek düşmanı gelenek yeniden su yüzüne çıkarken, yapış yapış etrafa yayılan iktidar yalakalığı, “askeri vesayete karşı demokrasinin yılmaz, yorulmaz savaşçısı” Ahmet Altan’ı bile çileden çıkardı. Ramazan münasebetiyle günün anlam ve önemi gereği, adet yerini bulsun diye bol keseden “hoşgörü” muhabbetleri yanıltmasın. Hoşgörü, muhalefetin ve mağduriyetin kavramsal silahıdır. Mutlak iktidarın kavramsal cephaneliğinde hoşgörünün yerini “tahamül” taktikleri almaktadır. Zaman, Yeni Şafak, Akit, Star, Sabah, Kanal 24, Samanyolu, Ülke TV, Net TV’ye yuvalanmış İslamcı entelektüeller, tekmil kıta koro halinde savaş naraları atıyorlar. Yıllarca kontrgerilla pratiklerinde şekillenmiş ezik gerici-faşist tarihsel benlikleri, çarpık bir “Yeni Osmanlıcı” kabadayılığı kılığında hortlayarak sağa sol tehditler savuruyor: “Suriye iç işlerimizdir; sabrımız taşmak üzere; Kıbrıslı Rumlar Doğu Akdeniz’de doğalgaz ve petrol araması yapamaz; bedeli ne olursa olsun, teröre karşı çok daha farklı stratejiler uygulayacağız.” Tehditler bitmek bilmiyor. Tepeden tehdit, aşağıdan Kürtlere linç hareketleri olarak karşılık buluyor. “İnançlı toplulukların ahlakını bozdukları için” otobüslerde kısa şortlu kadınlar dövülüyor. 2011 Haziran seçiminde ezici bir ağırlıkla AKP’yi destekleyen “demokrasi aşığı Erzurum”da İslamcı görev adamları, oruç tutmayanlara “müdahale” yükümlülüğünü kullanıyor. İslamcı belediye memurları tarafından içkili mekânlardan masa sandalye toplanıyor… Bütün bunların tepesinde Tayyip Erdoğan, “özel polis ordusu” hayalini gerçekleştirmek için kolları sıvıyor. Kırsal savaş harekâtlarında “silahlı kuvvetlerin vurucu kara ve hava gücü” olmadan PKK’ye ağır darbeler indiremeyeceğinin bilincinde olan AKP iktidarı, acaba elinin altındaki özel polis birlikleriyle başka neler yapmayı planlıyor? Şimdi, AKP iktidarının geleceğini şekillendiren zamane sorusu şudur: AKP mi kontrgerilladan çıkar, kontrgerilla mı AKP’den çıkar? İiktidarı yeniden yapılandırma planları içinde çırpınan AKP kurmayları ve buna karşı devrimci eylemin yaratıcı planları içinde mevzilenen eylemciler bu sorunun yanıtını arayadursunlar, yine aynı Erzurum kırsalında onurla ve umutla anılası başka hareketler de göze çarpıyor: İspir, Tortum ve Tekman dereleri de “denizlere akıyor”…
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
‹NSANLAR ÖLÜYOR, ONLAR MAKAM ‹Ç‹N YAZIYOR
Savaşın kalemli kuvvetleri Haberler bize daha fazla ölüme tanık olma çağrısı yapıyor. Mevki, makam sahibi olmak için oynatılan kalemlerin yarattığı savaş rüzgârı bizim hayatlarımızı savuracak
A
KP iktidarı Kürt sorununda yegane çözüm olarak savaşı işaret etti. 30 yıllık savaş söyleminde ondan usta olan TV kanalları ve gazeteciler bu işaret borusuyla kaleme sarıldı. AKP’li - AKP karşıtı tüm medya güçleri savaş ittifakında birleşti. Başta Hürriyet gazetesi olmak üzere Kürt savaşının deneyimli muharip güçleri, AKP medyasının İslamcı-liberal zinde güçleri ile el birliği yaparak savaş çığırtkanlığı yaptı. Köşe yazarları AKP’nin savaş söylemini kutsadı. SAVAfi MÜJDEC‹LER‹ Kürt sorununda AKP’nin ve medyanın savaş ilanını Gülen Cemaati’nin sözcüsü olarak görülen Hüseyin Gülerce 20 Temmuz’da Zaman gazetesindeki köşesinden yapmıştı. ‘Teröre yenilerek Kürt sorunu çözülemez’ başlıklı bu yazıda Gülerce gelecek savaş kararının habercisi olan şu ifadeleri kullanıyordu: “Demokratik çözüm arayışı, terör sorununu çözmez. Terörün belini kıramayan Türkiye, demokratik çözümü de bulamaz.” Bu açıklamayı takip eden günlerde bölgede yaşanan çatışmalar ve gelen ölüm haberleri arttı. AKP ‘terörle mücadele’ söylemini sertleştirdi ve ‘yeni bir strateji’ ile iç ve dış operasyonlar yapma kararlılığını açıkladı. Hükümetin sabrının kalmadığını söyleyen ve Ramazan sonrasına savaş randevusu veren Erdoğan’ın açıklamaları gazeteler tarafından coşkuyla karşılandı. Bu açıklamalar 17 Ağustos tarihli gazetelerden şu manşetlerle duyuruldu: Hürriyet: Bir öleceğiz bin dirileceğiz, Taraf: İlk hedef 3 PKK kampı (Emre Uslu’nun olası operasyona dair istihbarat verdiği köşe yazısı taşınmıştı manşete), Star: Cinayet şebekesi bertaraf edilecek, Yeni Şafak: Cinayet şebekesi bertaraf edilecek. Bu manşetlerin basıldığı gün Hakkari Çukurca’da 9 askerin hayatını kaybetmesinin ardından
18 Ağustos gecesi PKK’ye yönelik hava operasyonları başladı. Hava Kuvvetleri, Kandil’i bombaladı. Bu harekat gazetelerde sevinç çığlıkları ile karşılandı. 18 Ağustos sabahı bayilere ulaşan gazeteler hava harekatı ve bombalama haberlerini şu manşetlerle duyurdu: Hürriyet: Kandile jet yanıt, Sabah: Hedef Kandil, Habertürk: İlk darbe Kandil’e, Milliyet: Kandil’e sorti, Zaman: Sabrımız bitti artık konuşulmaz yapılır, Star: Sözün bittiği yer. Yeni Şafak’ın aynı gün BDP’lilerin resminin üzerine attığı ‘Katil sizsiniz’ manşeti AKP’nin savaşında medyanın görevine işaret ediyordu. Bu görev savaşın militer gazeteciliğini yaparak kimi kurum ve isimleri hedef göstermek, kitleleri manipüle etmek ve çeşitli kişi ve kurumlara dönük olası saldırıların meşruluğunu önceden sağlamak. HABERLER SALDIRILARIN KILIFINI ÖRÜYOR Yeni Şafak örneği AKP’nin Kürt sorununda en bilindik yöntem olan savaşı yeni taktiklerle icra sürecinde, AKP medyasının da etkin bir biçimde görev alacağını gösteriyor. AKP medyasına ait tüm gazetelerde neredeyse her köşe yazarı AKP’nin savaş ilanını detayları ile yazma ve savaşın meşruluğunu sağlamak için çırpınıyor. Yeni savaş taktikleri ve olası saldırıların ve sivil kayıpların gerekçesini şimdiden yaratmakla uğraşıyorlar. En çok işlenilen tez AKP’nin barış için tüm koşulları kabul ettiği fakat Kürt hareketinin çatışmaları arttırarak bu süreci dinamitlediği, AKP’yi operasyonlara zorladığı tezi. İşte bu tezin en tipik örneği: Turan Alkan Zaman 17 Ağustos “Türkiye buna hazırdı. Artık değildir. O fırsat kaçtı. Hükümetin ve devletin fazla tercihi kalmadı. Silahla siyaset yapmaya kalkışan behemahal caydırılacak. "Dünyanın hiç bir yerinde PKK tipi hareketler devlet güçleri tarafından caydırılamamıştır;
Savaş seviciler sosyal medyada döktürdü AKP medyasından iki ismin Twitter’da savaşa dair mesajları: 18 Ağustos Savaş Genç - Aksiyon Dergisi Sürecin geçmişten en büyük 2 farkı olacak: 1Devlet hukuk çerçevesinde hareket edecek 2Örgüt liderleri ilk defa ölüm korkusu ile yaşayacaklar. Lakin güvenliği ön plana çıkartan ve devletin gücünü sonuna kadar hissettiren sıfır toleranslı bir politika sürecine giriyoruz. Kimse Özel Harekat’tan mucize beklemesin. Hali
aman barış olsun; üçe beşe bakmadan ne isterlerse verelim" lobicilerinin cephanesi tükendi. Silah çeken bedelini ödeyecek; bunu yapamayan devlete kimse saygı duymaz” AKP medyasında bu konu kadar rağbet gören bir diğer yazı konusu AKP’nin yeni savaş stratejilerini anlatmak. Ballandıra ballandıra anlatılan bu konuda iki şey
hazırda terörle mücadele tecrübesi oturmuş birliklerimiz yok. Tecrübenin oluşması zaman alacak 19 Ağustos Mehmet Baransu – Taraf Devlet 1,5 yıldır PKK'yı yakın takipteydi. Önce içindeki vatan hainleriyle uğraştı. Yakında yurtiçinde de benzer operasyonlar olabiliir. Aylardır devlet sertleşecek dedim. Bundan sonra olacaklar şu: Büyük çapta KCK operasyonları. Bir gecede 100 PKK'lının öldüğünü göreceğiz.
öne çıkıyor. Hükümet yeni bir savaş gücü kullanacak ve polis öne çıkacak, içte ve dışarıda operasyonlar yapılacak. Bu yazılarda AKP’nin kararlı ve sonuç alıcı bir savaş yöntemi izleyeceği de üstüne basa basa söyleniyor. Bu bahsin en tipik örneği de şu satırlarda: Mustafa Karaalioğlu Star 20 Ağustos - “PKK ile mücadelede
metod olarak bilindik ama enstrümanlar açısından yeni bir döneme girildi. Sert, keskin ve sonuç alınıncaya kadar ısrar edilecek bir dönem.” Savaşın kamuoyunu yaratmak ve propagandasını yapmak için gazetelere biçilen özel görevle, ‘Bu savaşta herkesin bir görevi var’ başlıklı yazıda irdeleniyor.
Bu savaşta herkesin bir görevi var kitlelere kabul ettirmek, AKP’nin savaş planını meşrulaştırmak ve ırkçı-gerici söylemi yaygınlaştırmak için bir kez daha işbirliği yapıyor. Geçmişin kirli savaş medyası şimdinin İslamcıfaşist AKP medyası ile işbirliği içinde savaş haberciliği yapıyor.
A
KP’nin savaşında gazetelerin tek işlevi AKP’nin savaş stratejisinin reklamını yapmak değil. Yeni Şafak’ın BDP’lileri hedef gösterdiği ‘Katil sizsiniz’ manşetinde görüldüğü üzere bazı gazetelere özel rol biçiliyor. Örneğin Eyüp Can ve Akif Beki’nin başını çektiği AKP’liler sayesinde Radikal gazetesi liberallerin AKP’lileştirilmesi için etkin bir biçimde çalışıyor. Postmodern kimlik siyasetinin ideolojik çerçevesi gereği Kürt sorununda duyarlılıkları olan liberallere savaşı kanıksatmak için, Kürt hareketinin saldırılarının ve tavrının savaşı kaçınılmaz hale getirdiği üzerine dayalı bir fikri çerçeve Radikal tarafından yaratılıyor. Akif Beki’nin 16 Ağustos tarihli ‘Erdoğan neden şahinleşti?’ yazısı bu tezi işlemek üzere kaleme alınmış. PKK’nin saldırıları sıralanarak “Hükümet sertleşmeyip ne yapsın? Birbirimizi kandırmayalım. Mevcut koşullarda hiçbir devlet, silahlarına davranmamazlık yapamaz, PKK başka seçenek bırakmıyor.” Bu yazıda okurlara savaş söyleminden korkmamaları öğütlenerek 90’lara dönmenin mümkün olmadığı AKP’nin her şeyi
demokratik çerçevede yapacağı da aktarılmış. ‹ST‹HBARAT SA⁄LAM AKP savaşında Taraf gazetesi ise hem polis kökenli yazarı Emre Uslu sayesinde içeriden istihbarat vererek olası operasyonların hedefini haber veriyor hem de “Kürtler iyi ama Kürt hareketi kötü” fikrini işleyen yayınlar yapıyor. Gazete Kürt halkının sorunlarına sözde duyarlılık gösteriyor ama Kürt hareketinin örgütlerine kara çalmaktan da
geri durmuyor. Gazetenin bir diğer işlevi ise manipülasyon yapmak. Gazetenin yazarı Emre Uslu sık sık hükümetin Öcalan’la anlaştığını ama örgütün bu anlaşmaya riayet etmeyerek saldırılarda bulunduğunu dile getiriyor. Kürt hareketi içinde çatışma yanlıları ve karşıtları olduğu, PKK’nin Ergenekonla ilişki içinde olduğu ve AKP’yi zor durumda bırakmak, Kürt açılımını dinamitlemek için Ergenekon yönlendirmesiyle
saldırılarda bulunduğu, Öcalan’ın etkisizleştirildiği gibi görüşlerin kaynağı hep Taraf gazetesi haberleri ve yazarları oldu. Gazete Kürt sorununda bulanıklığa yol açma işlevini başarıyla yerine getirdi. Bu noktada AKP medyasının amiral gemisi Zaman ve eski günlerinden kalma imajının etkisiyle AKP medyasının vitrini Sabah ise yalan ve karalamaya dayalı haberlerle Kürt hareketini yıpratma görevini üstlenmiş gibi görünüyor. Bu
gazetelerin yayıncılık anlayışını anlatmak için sözü fazla uzatmaya gerek yok. İşte Zaman’dan Hüseyin Gülerce’nin bir iddiası ve İslamcı kitleler için savaşın nasıl meşrulaştırılacağının cevabı: “Hüseyin Gülerce Zaman 19 Ağustos - “PKK, Kürt sorununun çözümünü asla savunmuyor. İki hususu hatırlatayım. Birincisi, Kürt halkı Müslüman'dır. Ama PKK, Kürtlerin dini olarak Zerdüştlüğü savunmaktadır.” Egemen medya savaşı
K‹N VE NEFRET DEN‹Z‹N‹ DALGALANDIRANLAR Kışkırtılan savaş ve operasyonların ölüm anlamına geleceğini geçmiş 30 yıllık savaş deneyimi her bir yurttaşa kanıksattı. Medya kalemşörleri iktidarın eteğinde kendi ikballeri için bu savaşı destekleyecek yazılar yazıyor. Fakat çağrısını yaptıkları savaş binlerce insanın hayatına mal olacak bir sonucu beraberinde getiriyor. Medya plazalarda, camekan ofislerde kalem oynatarak savurdukları savaş rüzgarı yoksulların, hatta profesyonel orduya geçişle beraber para için savaşmak zorunda kalacak kadar yoksulların hayatına mal olacak. Bu kin ve nefret denizini dalgalandırmak iktidara yaranmak isteyen medya muharip güçlerinin işine gelebilir fakat onu beslemek Türkiye halklarına karanlık ve savaş dolu bir gelecek dışında bir şey vaat etmiyor.
3
GÜNDEM 9 Eylül 2011 / 23 Eylül 2011
Halk›n Sesi
Polise göre hepsi eşkiya Hopa olayları ile ilgili polis fezlekesine göre birçoğu tutuklanan 36 şüphelinin yanı sıra 46 Hopalı daha 'firari şüpheli'
3
1 Mayıs'ta AKP mitingi öncesinde emekli öğretmen Metin Lokumcu'nun polis saldırısı ile öldürülmesi, Hopa ve Ankara'da 38 kişinin tutuklanmasıyla sonuçlanan Hopa olaylarının polis fezlekesine ulaşıldı. HER FAAL‹YET TERÖR, HERKES TERÖR‹ST Radikal Gazetesi'nden İsmail Saymaz'ın haberine göre polis fezlekesinde 36 şüphelinin yanı sıra 46 Hopalı daha 'firari şüpheli' diye anılıyor. Tüm şüpheliler "yasadışı örgüt üyesi" sayılırken, daha önce katıldıkları 1 Mayıs mitingi, Tekel işçilerine destek eylemi, bir yumurtalı protesto, referandum döneminde yapılan "Hayır" kampanyası da "terörist eylem" faaliyeti olarak adlandırılıyor. 4 Haziran’da Artvin Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nce hazırlanan ve Erzurum Özel Yetkili Başsavcılığı'na gönderilen fezlekede çoğu polis 26 kişi 'mağdur' ve 'şikayetçi' sıfatlarıyla
M
ifade veriyor. Belgelerde protestoya katılan 36 kişi 'şüpheli', 46 kişi ise 'firari şüpheli' olarak geçiyor. ‘LOKUMCU YÖNLEND‹RD‹’ Polisin aşırı gaz kullanımı ve müdahalesi sonucu hayatını kaybeden Metin Lokumcu'nun 31 Mayıs'taki olayların 'yönlendiricisi' olduğu iddia edilen fezlekede şu ifadeler yer alıyor: "Metin Lokumcu’nun iki metre uzunluğunda inşaat demirinin olduğu ve demiri göstericilere göstererek polise karşı kışkırttığı, çevik kuvvet polislerine agresif şekilde müdahale ettiği, ‘Susma sustukça sıra sana gelecek’ diye bağırdığı görülmüştür". Fezlekede olaylar sırasında ilçe meydanında toplanarak Erdoğan'ı ve polis saldırısını protesto eden yüzlerce Hopalının görünütüleri de fotoğraflar halinde bulunuyor. SUÇ: AKP KARfiITLI⁄I Emniyetin hazırladığı
fezlekede Halkevleri üyeleri yasadışı örgüt üyesi olarak gösterilmeye çalışılıyor. Örgütün yaptığı eylemler ise 'hükümeti yıpratmaya dönük' olarak tanımlanıyor ve bu eylem biçimleri arasında açıklama, bildiri, yürüyüş, posta gönderimi, panel, forum, yazılama, afiş, pankart sayılıyor. Dikkat çeken eylem biçimlerinden birisi de 'kavga'.
Ancak kavga tarzındaki eylemlerden kastın ne olduğu bilinmiyor. Fezlekede Halkevleri'nin 2011 genel seçimlerinde de çalışmalarının temelini AKP karşıtlığı üzerinden oluşturduğu vurgulanıyor ve bu bir suçmuş gibi yansıtılıyor. Halkevleri'nin terör örgütü ile bağlantısının kurulmasının
ardından Artvin ve Hopa'daki ESP ve Halkevleri üyelerinin katıldığı yasal eylem ve etkinlikler, illegal eylem kabul ediliyor. Bunların arasında Tekel işçilerine destek eylemi, Torba Yasa'yı protesto eylemi, AKP milletvekili Çolak'a yumurta atılması, 1 Mayıs mitingi ve referandumda 'Hayır' kampanyası illegal eylemler olarak sıralanıyor.
Erdoğan, bu konuda 'dut yemiş bülbül' AKP Deniz Feneri soruflturmas›n›n ilerlemesini istemiyor. Köstebekler haber uçurup deliller karart›l›yor, savc›lar görevden al›n›yor. AKP bu tedirginli¤inde pek de haks›z de¤il, çünkü bu soygunun ucu AKP’ye ç›k›yor.
Dava dosyas›na ulaflarak ses getiren araflt›rmalara imza atan Sendika.Org yazar› Mustafa Peköz flu de¤erlendirmede bulundu: “Tutuklu bulunan Zekeriya Karaman, Zahit Akman ve ‹zzet Kurum birlikte kal›yorlar. Her gün
KHK ile meclise gerek kalmadı
onlarca ziyaretçi gidiyor. çünkü, bu üçlüde terk edilme duygusu oluflursa ve biri kazara konuflursa, Baflbakan›n koltu¤unda kalma flans› olmayacakt›r. Çünkü soruflturman›n ucu Erdo¤an ailesine dokunuyor. Erdo¤an’›n
o¤lunun gemisi Almanya Deniz Feneri paras›yla al›nd›.” Peköz, hapishanede tutulan üçlü ile Erdo¤an aras›nda bir güven sorunu da oldu¤una dikkat çekerek, davan›n ayn› zamanda mal paylafl›m› konusunda bir
pazarl›k süreci olarak iflletildi¤ini öne sürdü. Sendika.Org’un Deniz Feneri ile ilgili haz›rlad›¤› dosyay› ziyaret ederek belgelere, çarp›c› makalelere ve ma¤durlarla yap›lan röportajlara ulaflabilirsiniz.
ayıs ayından itibaren çıkarılan KHK’larla meclis fiilen devre dışı bırakıldı. Önce seçilmiş milletvekillerinin tutukluluk halleri devam ettirilerek meclise sokulmadı. Şimdi de bütün meclis kanun yapma süreci dışına çıkarıldı. AKP, KHK’larıyla halkın tepkisine neden olabilecek birçok konu kamuoyu gündemine getirmeden hallolundu AKP hükümeti son dört ayda 20 kanun hükmünde kararname (KHK) çıkardı. 4 Mayıs 2011’de kabul edilen kanunla hükümete altı ay süre boyunca KHK çıkarma yetkisi verildi. Bu sürenin 3 Kasım’da dolacak olması yeni KHK’ların çıkarılacağı anlamına geliyor. KHK’lar sayesinde muhalefet saf dışı bırakılıyor. AKP hükümeti tarafından çıkarılan KHK’lar ile devletin önemli birçok organında değişiklik yapıldı, birçok kurum tamamen iktidarın kontrolüne geçti. Hükümet verilen yetkiyle 657 sayılı kanunda değişiklik yapıp kamu personel rejimini de değiştirebilir. Kamu personeli rejiminin değiştirilmesi 2009 yılında da gündeme gelmiş ve tepkiyle karşılanmıştı. Hükümet tarafından çıkarılan KHK, Cumhurbaşkanının onayı alınarak Resmi Gazete’de yayımlanıyor ve yürürlüğe giriyor. Kamuoyu düzenlemeyi yürürlüğe girdiğinde öğreniyor. Son dört ayda çıkarılan KHK’larla yapılan ve tartışma yaratan düzenlemelerden bazıları: 29 Haziran tarihli 644 sayılı KHK: TMMOB’a ait olan mesleki yeterlilik
değerlendirme yetkisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na verilerek TMMOB işlevsiz bırakıldı. Ayrıca mera ve ormanların geleceği de bakanlığa bırakıldı. 17 Ağustos tarihli 650 sayılı KHK: Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları ve Yüksek Kurul üyelerinin görevlerine son verildi. HES karşıtı mücadele verenler sit alanlarında yapılmak istenen HES’lerin önü açılacağı için karşı çıkıyor. Devlet arazileri üzerinde taşınmaz inşa etme yetkisi de bakanlığa verildi. 26 Ağustos tarihli 650 sayılı KHK: Daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen tam gün yasası bu kez de KHK yoluyla yapıldı. Bu düzenlemeyle hiçbir geçiş süreci tanımlanmadan devlet hastanelerinde çalışan doktorların muayenehaneleri kapatılacak. 27 Ağustos tarihli 651 sayılı KHK: Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK düzenlemesiyle TÜBİTAK ve TÜBA’nın da AKP kontrolüne geçti. ÖZAL’IN ‹Z‹NDE KHK’lar 71 darbesini izleyen günlerde yürürlüğe girdiğinde de otoriter bir sisteme yol açacağı tartışmalarına yol açmıştı. Turgut Özal’ın Başbakan olduğu 85–91 yılları arasında 200 KHK çıkarıldı ve meclis neredeyse işlevsizleşti. Anayasa Mahkemesi KHK’lar için acil olan konularda yetki kanunu çıkarılabileceği kıstası getirdi. Ancak AKP acil olmayan ama kamuoyunun tepkisini çekebilecek konularda KHK çıkardı.
D›flar›da yalan içeride talan KP, dış gündemi sevdi. Seçimlerden sonraki bütün yaz dönemini neredeyse dış gündem konularıyla geçiştirmekte. Kıbrıs’tı, Libya’ydı, Suriye’ydi derken İsrail yeniden imdada yetişti. İHH’nın Gazze ablukasını delme misyonu üstlendirttiği Mavi Marmara gemisinde 9 insanı katleden İsrail, AKP’nin (Davutoğlu’nun) tüm diplomatik ataklarını hatırlanacağı gibi “ustaca” savuşturmuştu. Son olarak AKP’nin umudunu bağladığı BM Raporu da –ki akıllarınca bu rapor sayesinde BM’yi taraf haline getirme planları yapıyorlardı- İsrail hükümetinin “usta işi” taktikleriyle, tüm beklentilerin boş çıkmasına neden oldu. Dış politikasıyla çok övünen AKP, öne sürdüğü üç şartın (İsrail’İn özür dilemesi, tazminat ödemesi ve Gazze ablukasını kaldırması) hiçbirini sağlatamamış oldu. AKP, bu başarısızlığına rağmen İsrail’i topyekun karşısına alamayacağının farkında, aslında bunu da zaten istememekte. Ancak sıkıştığı yerden kurtulmak, bu krizi bir fırsata dönüştürmek zorunda olduğunun da farkında. Bu yüzden bolca kuru gürültü yaparken, bu ucuz kabadayılığın arkasında emperyalist stratejiye uygun adımlar atmakta.
A
AKP ‹fiB‹RL‹KÇ‹L‹⁄‹N‹ SAKLIYOR Ucuz kabadayılık AKP’nin sözde yaptırım kararlarından pekala görülebilir. Neymiş, ilişkileri 2.katip düzeyine indirmişler, askeri ilişkileri askıya almışlar. Zaten bir süre önce İsrail Büyükelçisinin görev dönemi sona erdi, ülkesine döndü ve İsrail de yerine kimseyi göndermedi, yani İsrail ilişkileri çoktan geri düzeye çekmişti bile. Askeri ilişkileri askıya almışlarmış, tam bir aldatmaca. İsrail açıkladı; Türkiye’deki askeri ataşemiz halen görevde, askeri anlaşmalar devam ediyor. Ve dikkat edilirse asıl etkili olabilecek konuyu hiç ağızlarına almamaktalar; ekonomik ilişkilerin askıya alınması ya da kesilmesi. Bunlarla ancak gerici basını “kandırabilirler”. Bu arada AKP’nin kullandığı dilde seçtiği sözcüklere de bakmak gerek; Davutoğlu “İsrail devleti” demek yerine sürekli “İsrail
hükümeti”ni hedef alıyor. İsrail hükümetinin değişmesi -ki en son 450 bin İsraillinin hükümetlerini ekonomik gerekçeler yüzünden istifaya çağırdığı düşünülürse- AKP’ye ileride yeni bir “şans” daha verecektir. Diğer yandan emperyalist plana harfiyen uymaya devam ediyor AKP. Bilindiği gibi “füze kalkanı” projesi onaylandı, Tayyip; “kurmak için yer bakıyoruz” açıklaması yaptı. Pekiyi, bu füze kalkanı kime kalkan olacak? Sözde, Avrupa’yı başta İran’dan olmak üzere doğudan gelecek füzelere karşı koruyacak. İşleyişi de, füze fırlatıldığı anda harekete geçecek ve füzeyi hedefine varmadan havada imha etme şeklinde olacak. Füzelerin üzerinde nereye gittiği yazmadığı için, bu bölgedeki hareketli her füze vurulacak. İran’ın “olağanüstü bir durumda” Avrupa’dan ziyade asıl hedefinin İsrail olacağı bir gerçek olduğuna göre füze kalkanının da asıl olarak İsrail’i koruyacağı çok rahatlıkla görülebilir. Yani AKP sözde İsrail’e yaptırım uygularken asıl olarak, kendi halkını “mayın eşeği” haline getirme pahasına ona kol kanat germektedir. Bu taşeronluğunu gizlemek için ise başta Filistin halkı olmak üzere tüm Ortadoğu halklarını kullanmaktan çekinmemektedir. Pişkinlikte sınır yok; Tayyip, şimdi de Mısır’a gidip Gazze’ye geçmeye çalışacakmış. Anlaşılan, Müslümanlar üzerindeki popülaritesinin hala yeterli seviyeye ulaşmadığını “söylemişler”. Diğer yandan, Doğu Akdeniz’deki donanma gücünün arttırılmasının da İsrail ile ilişkili olamayacağını da görmek gerek. T.C. Devleti’nin, İsrail ile askeri anlamda herhangi bir biçimde “sıcak temasa” girebilmesi mümkün değildir. Hem ABD, iki sıkı dostunun kapışmasına izin vermez hem de Türk ordusunun askeri kapasitesi buna yetmez. Ama Doğu Akdeniz sularında deniz gücünün arttırılması, ABD’nin Suriye planlarında işe yarayabilir. AKP’N‹N ASIL HEDEF‹ ORTADO⁄U’DA EMPERYAL‹ST TAfiERONLUK Libya’da Kaddafi döneminin askeri yöntemlerle bitirilmesiyle emperyalist
yağma tüm azgınlığıyla başladı. Artık ABD, “büyük gözünü” tekrar Ortadoğu’ya çevirebilir. Bunun için de ilk hedefin Suriye olduğu açık. AKP de Libya’da yaptığı “yanlışlar”ın farkında ve o süreçten önemli dersler çıkarmış olmalı ki Tayyip, Libya konusunda NATO’yu ağzına bile almıyor. Ayrıca Libya operasyonunun başını çeken Fransa’nın Libya yağmasından en büyük payı aldığını (Fransa, Libya petrollerinin %35’inin işletme hakkını aldı) gören AKP, Suriye’yi kimselere bırakmak istemeyecektir. Ne diyor Tayyip; “Suriye, Osmanlı’nın bakiyesidir”. ABD de Ortadoğu devletleri üzerinde İsrail ile birlikte kurduğu “korku imparatorluğunu”, aynı zamanda Ortadoğu halklarının kalbini fetheden “Tayyip fenomeni” ile bütünleşmesinin çok işe yarayacağının “farkında”. Suriye konusunun bu haliyle bırakılmayacağı, bir dizi gelişmeyle / geliştirmeyle ilerletileceği ve bir son planlandığı açık. AKP’nin bu konuda aktif görev alacağı da rahatlıkla görülebilir. Zaten bu amaç doğrultusunda gerekli çalışmaların yapıldığı, hatta Somali ziyaretinin ve İsrail karşıtlığının Tayyip’e ihtiyaç duyacağı “meşruluğu” oluşturduğu ortada. Hafız Esad yönetiminin bu planlar karşısında izlediği saldırgan, katliamcı yöntemleri bu durumu beslemekte. BÖLGEYE MÜDAHALE ‹HT‹MAL‹ B‹LE KÜRT SORUNUNU FARKLI B‹R NOKTAYA SIÇRATTI Ancak bölgedeki İran’ın ve Kürlerin (daha doğrusu PKK’nin) pozisyonu, işlerin planlandığı gibi işle(ye)meyeceğinin kanıtını oluşturuyor. Tam da bu yüzden gerek İran’ın gerekse AKP’nin “Kandil ilgisi”, ülkelerinde yaşanan Kürt sorunuyla sınırlı değil. Ancak bu noktada İran’ın ve AKP’nin aynı amaca (PKK’nin askeri varlığını zayıflatmak/bitirmek) sahip olmalarına rağmen aynı gerekçelere sahip olduğunu söylemek doğru olmaz. İran, kendisine yönelik bir operasyonun başladığı durumda Kürtlerin, bu durumdan yararlanmasını engelleme amacı güdüyor. Diğer yandan bölgenin karıştığı bir
durumda, kontrol edilemeyen ve askeri başarısını kanıtlamış bir siyasi gücün yani PKK’nin, bölgedeki tüm Kürtler (Suriye, Irak, İran) için çok büyük bir siyasi merkez oluşturma olasılığı, her iki tarafın da korkulu rüyası. PKK’nin dağ kadrosunun önemli bir bölümünün Suriyeli Kürtlerden oluştuğu düşünülürse, Suriye’ye dönük her plan, bu durumu da dikkate almak zorunda. Türkiye’deki Kürt siyasi hareketi için kuşkusuz bu dönemki en önemli gündem; Anayasa. Yeni bir anayasanın yapılmasın Kürt siyasi hareketi için anlamı, 30 yıldır süren mücadelenin kalıcı başarılara dönüşmesi umududur. (Bu ülkede anayasa kolay yapılmıyor, en son zor yoluyla 12 Eylül’de yapılmıştı). “Kürt Ulusal Birlik” projesi de “demokratik özerklik” projesi de bu sürecin baskı politikalarıdır. Hatta “çatı partisi/kongresi” bile. Ve bu tür politikalar özünde kitle muhalefetini, kitle yaptırımını esas alarak aslında uygulanmak zorunda. Örneğin; Diyarbakır meydanını Tahrir Meydanı yapmak benzeştirmesi gibi. Oysa bu sürece hakim olan tarz, demokratik kitle muhalefetinden ziyade silahlı eylem biçimleri oluyor. Elbette bu konuda AKP’nin Kürt siyasetini, siyasal/demokratik alanın dışına itmesi (seçilen milletvekillerini engellemesi, KCK operasyonları) önemli bir etken. Bir diğer etken de kuşkusuz, yukarıda sözü edilen, bölgeye yapılacak bir emperyalist müdahale ihtimali. Ancak Kürt siyasi hareketinin kendisinin belirleyemediği dış etkenler ne ölçüde etkili olursa olsun gelinen noktanın nesnel karşılığı, silahın mücadelenin “yeniden” en belirgin araç haline getirilmesi ve önerilen politikaların (demokratik özerklik gibi) sınırlarının belli olması nedeniyle Türkiye halklarının ortak mücadele zemininden “biraz daha” uzaklaşmak olmaktadır. “Çatı partisi/kongresi” gibi Sol ile ortak zemin yaratmaya amaçlayan projelerin ise (her türlü iyi niyete rağmen) böylesi bir tercih sisteminde başarı şansı zayıflamaktadır. ayrıca sınıflar mücadelesinden her geçen gün biraz daha uzaklaşan sol-
cular için bu durumun “suni siyasal varoluşlar” yaratması da cabası. AKP ÜLKE ‹Ç‹NDE KAPTI-KAÇTI S‹YASET‹ YAPIYOR Meclis hep tatil de olsa, AKP bu durumdan hiç şikayet etmezdi. Daha önceki hükümet dönemlerinde Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarma yöntemine bulaşmayan AKP, seçim sürecinde ve seçimden sonra, aslında bu yöntemin ne kadar keyifli olduğunu fark etti. Seçim önce KHK’ları ile bakan yardımcılıkları statüsü yaratıldıktan sonra, seçim sonrasında da benzer KHK’lar ile bağımsız kurumlar denetime alındı, sit alanlarına el atma yetkisine kavuşuldu, hatta Türkiye Bilimler Akademisi’ne üye atama hakkı (insan, sahip olmadığına ilgi duyarmış, Tayyip’in bilim merakı da bundan olsa gerek) bile kazanıldı. Meclis açıldıktan sonra da AKP, meclisi devre dışı bırakma taktiği olan bu yönteme devam edecektir. Meclis’i devrede tutsa ne olur” denebilir elbette, sadece hız ve daha az sansasyon avantajı. Yaz döneminin bu gizli sessizliğine bakıp, sonbaharın da iç gündemler açısından durgun geçeceğini varsaymamak gerek. Çünkü AKP’li bakanlar ve onların müstakbel yardımcıları hazırlıklarını “çok ciddi” yapıyorlar. Özellikle Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar ve Enerji Bakanı Yıldız, bir de Ulaştırma Bakanı Binali. Çalışma bakanını da unutmamak lazım, o da çok çalışıyor, yeni gasp planları üzerinde. Bunlar aynı zamanda önümüzdeki dönemin saldırılarının ve dolayısıyla çatışmaların nerelerde yoğunlaşacağının yerlerini işaret ediyor. Üstelik neredeyse herkesin üzerinde uzlaştığı yeni bir ekonomik krizin arifesinde AKP’nin yeni dönem politikaları doğal olarak halkın çıkarlarını gözetmeyecek. AKP’nin böylesi bir kriz döneminde görevi ilk olarak patronları korumak olacak. Patronları korumanın yolları ise zaten AKP’ye ezberletilmiş durumda; çalışanların kazanılmış haklarını gasp et, işten çıkarmayı kolaylaştır, esnek çalışmayı
yaygınlaştır, patronlara kredi ve teşvik sistemini genişlet vs. ABD’de bile zenginlere ek vergi konulması lafları dolaşırken bu ülkede buna benzer tek bir söz edilmiyor. Krizin sorumlusu emekçiler olmasa da krizden çıkmak için AKP yine onların sırtına basacak. AKP ‹Ç‹N YARALI OLAN HER fiEY HALK ‹Ç‹N ZARARLI AKP’nin bu ustalık dönemi halk için, daha doğrusu bölge halkları için tam bir saldırganlık dönemi olarak yaşanacak. Bunu el attığı her konuda tekrar ve tekrar kanıtlayacak. Çünkü AKP, emperyalistlerin taşeronu, patronların iş ortağıdır ve bunlar varlıklarını devam ettirmek için halkları sömürmek zorundadırlar. Libya’yı ve Suriye’yi yağmalamak kimi çıkarınadır? Füze kalkanıyla korunacak olan kimdir? Kürt halkını katlederek kime yarar sağlıyorlar? Kentlerde uygulamaya çalıştıkları “kentsel dönüşüm projeleri” kent yoksullarının durumunu mu iyileştirmeyi amaçlıyor? Gerze’deki termik santrali Gerze halkının yararına olduğu için mi yapıyorlar? Kıdem tazminatını kaldırınca kimin cebi dolacak? Libya’nın imha edilmiş altyapısını yeniden yapmak için girdikleri ihaleleri işçiler aç, sefil kalmasın diye mi almaya çalışıyorlar? Derelerinde HRS istemedikleri için Tayyip’i protesto eden Hopa’nın çocuklarını cezaevine koyarak Hopa halkını mı korumuş oluyorlar? Neredeyse bütün büyük kentlerin toplu ulaşım ücretlerine yaptıkları zamlardan özel şoförü, makam arabası olanlar mı etkilendi? AKP’nin çıkarları ile halkın çıkarları tamamen ayrışmıştır. Örnek mi; füze kalkanı, Suriye, şehirlerin rant alanı haline getirilmesi, ulaşım zammı, enerji zamları… Daha da mı yetmedi, alın size Gerze, alın size Tortum. Bakın bakalım kim neyi savunuyor? Polis-jandarma patronun yatırımını, köylüler ise toprağını. Çalışma Bakanı patronun cebini, emekçiler ise kazanılmış haklarını. TayyipDavutoğlu ikilisi ABD’nin, İsrail’in çıkarını; Ortadoğu halkları yaşam haklarını.
4
GÜNDEM 9 Eylül 2011 / 23 Eylül 2011
Halk›n Sesi
Niyetler ve gerçekler Türkiye solu yeniden “birliği” tartışıyor. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku'nun seçim başarısı, Kürt siyasi hareketinin uzun bir süredir gündeme getirdiği “Çatı Partisi”ne yönelik girişimlerin yenilenmesine olanak sağladı. Kürt siyasi hareketinin “birlik” yönündeki çalışmaları, yalnızca ilericidemokratik siyasi merkezlerin temsil alanında bir “ortak çatı” oluşturmalarıyla sınırlı değil. Açıklanan hedef “Türkiye’de süregiden toplumsal mücadelelerin bütün taraflarını demokrasi, özgürlük ve emek mücadelesinde bir araya getirmeyi hedefleyen” bir “Kongre”nin oluşturulması. Kongre'nin “toplumsal mücadelelerin politikleşmesi, politik mücadelelerin ise toplumsal zemin üzerinden sürmesi” fikrini gerçekleştirme yönünde atılmış tarihsel bir adım olduğunun altı çiziliyor. “Çatı Partisi”nin Kongre'nin neresinde; içinde mi, dışında mı, üzerinde mi, yanında mı, yoksa kendisi mi olacağı ise pek belli değil. Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi'nin başarılı siyasi gelişme grafiğini 12 Haziran Ferda Koç seçimlerindeki başarısıyla taçlandırması, Türkiye'deki tüm ferdakoc@ ilerici güçler tarafından hoşnuthotmail.com lukla karşılandı. Kürt Hareketinin siyasi temsil alanındaki bu başarısını Türkiye sosyalist hareketiyle paylaşma yönündeki samimi çabası Önder, Kürkçü ve Tüzel'in TBMM'ye seçilmesinde karşılığını buldu. Kürt Hareketi'nin “sola genişleme” yönündeki bu tercihini yukarıdaki gibi bir “Kongre” önerisiyle nitelik sıçramasına uğratmaya yönelmesi de elbette olumludur ve aynı yapıcılıkla karşılanması gerekir. Ama “yapıcı” yaklaşımın gerçekçi bir temel üzerinden oluşturulması da zorunlu. Türkiye’de süregiden toplumsal mücadelelerin bütün taraflarını demokrasi, özgürlük ve emek mücadelesinde bir araya getirmeyi hedefleyen bir “Kongre”nin kuruluşunun önünü açan siyasi gücün Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi olduğu herhalde tartışma götürmez. Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi'nin gelişiminin ise yalnızca bir “Türkiye süreci” olmadığı ortada. Özellikle Kürt Hareketi'nin silahlı mücadelesinin, “Türkiye süreci” olduğu kadar aynı zamanda bir “Ortadoğu süreci” olarak geliştiği biliniyor. Kürt Hareketinin bu niteliği 12 Haziran seçimlerine “Demokratik Ulus Bloğu” kavramıyla yansıdı; Batı'da Türkiye sosyalist hareketiyle birlik, Bölge'de “geniş ulusal cephe”, Ortadoğu'da ise tüm “Kürdistani” güçlerin birliği. Kürt Hareketi'nin bu üç ayrı “koalisyon aksı”nı bir arada sürdürmek yönündeki isteğinin samimiyetini tartışmak abes. Kürt Hareketi'ni bu yönelimi kendi öz gerçekliğiyle son derece uyumlu. Üzerinde durmak istediğim sorun da burada: Yalnızca Türkiye'de bir Kürt sorunu yok; Türkiyeli Sosyalistlerin de bir Kürt sorunu var! Kürt Ulusal Özgürlük Hareketinin gelişim süreci ile Türkiye Sosyalist hareketinin gelişim süreci arasında bir makas var ve bu makas, Kürt Hareketi'nin Ortadoğu süreciyle bağlantısının öne çıktığı momentlerde iyiden iyiye açılıyor. Hatta kimi zaman, Kürt Hareketiyle Türkiye sosyalist hareketi kendilerini değişik gerçekliklerin karşısında buluveriyorlar. Bu gerçekliğin son örneğini bugünlerde yaşıyoruz. AKP'nin PKK'ye ve Kürt Hareketi'nin bütününe yönelik bugünkü saldırgan çizgisinin arkasındaki gerçek nedenin, “Arap Milliyetçiliği'nin Sonbaharı”nın Suriye'nin kapısına dayanması olduğunu hepimiz biliyoruz. “Arap Milliyetçiliğinin Sonbaharı”nın damgasını vurduğu bugünkü “istikrarsızlık” koşulları, Ortadoğu'nun 4 devleti tarafından bölünen Kürdistan'ın Türkiye dışındaki parçalarında da etkinlik gösteren PKK'nin önüne de geniş bir manevra alanı açıyor. Yani Ortadoğu'nun ABD ve müttefikleri tarafından “yeniden sömürgeleştirilmesi” süreci, bir Ortadoğu hareketi olarak Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi'nin gelişimine güç kazandırıyor. Paradoksal bir biçimde aynı koşullar, Türkiye'de, en büyük darbeyi Kürt Hareketi'nden yiyen Tayyip Erdoğan'ın elini de güçlendiriyor. Kabul edilmeli ki bu süreç yalnızca Erdoğan'ı değil onu arkalayan ala Turka liberalleri de güçlendiriyor. Sosyalistler ise bu süreçten genellikle zarar görüyorlar. Bu sürecin tam olarak yanında veya karşısında yer alarak ilerleyemedikleri gibi, sürecin yarattığı “çatlaklar”dan da yararlanamıyorlar; edilgin bir konuma sürükleniyorlar. Bolivya'da ve diğer Güney Amerika ülkelerindeki “Yerli Hareketleri” ile Türkiye'deki “Kürt Hareketi” arasındaki bu gerçek farkların, Türkiye'de geliştirilecek bir “Kongre Hareketi”nde nasıl bir karşılık bulacağı mutlaka özel olarak düşünülmelidir. Bolivya'da olanın bizde de olabilmesi için bu “gerçekçilik” şarttır.
AKP’den barışa vur emri Kürt hareketinin barış ve demokratik özerkliğe dayalı çözüm talebi karşısında savaş ve baskı siyasetini tırmandıran AKP barış eylemlerine de vur emriyle yanıt veriyor geçerek süreci baltaladı” iddiasına rağmen seçim öncesi ve sonrasında Kürt hareketinin ateşkes ve diyaloğu öne çıkarttığı süreçte BDP’ye ve PKK’ye yönelik saldırılar hız kesmedi. Bir milat olarak tartışılan Silvan saldırısı öncesinde ise BDP’ye yönelik seçim engellemeleri ve 40’ın üzerinde gerillanın yaşamını yitirdiği operasyonlar gerçekleşmişti. Karayılan, Kandil’de öldürülen 7 sivilin yanı sıra, Erdoğan’ın talimatıyla son dört ayda 9 Kürt çocuğunun daha öldürüldüğünü belirterek “Kim çocuk katilidir? Biz mi Tayyip Erdoğan mı?” diye sordu. “Çözüm nettir: Özgür önderlik, özerk Kürdistan” diyen Karayılan hareketin bundan sonra Öcalan’a özgürlük ve özerklik talebini temel alacağının işaretini verdi.
A
KP Kürt halkının demokratik taleplerine, şiddet ve baskı siyasetiyle cevap veriyor; yargı, polis ve medya eliyle şiddeti meşrulaştırmaya çalışıyor. Tırmanan savaş ortamında, barış için yıllardır hazır olduklarını ancak AKP’nin savaşı dayattığını belirten Kürt hareketi ise, AKP’nin operasyonlarına karşı birlik ve direniş çağrısı yapıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan 22 Ağustos’ta yaptığı Ulusa Sesleniş konuşmasında, terörle mücadelede yöntem değiştirdiklerini söyledi. Kürt sorununun “çözümü” iddiasıyla başlatılan “açılım” ve “milli birlik ve kardeşlik” söyleminden, “terörle mücadele” söylemine geçiş bu yöntem değişikliğinin yönünü de ortaya koydu. Erdoğan özel eğitimli polis ve TSK işbirliği ile yapılan operasyonları sürdüreceklerini vurgulayarak aylardır yüzlerce asker, polis, sivil ve gerilla ölümüne yol açan çatışmaların artacağının işaretini verdi. Bir yandan, Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırlarındaki Kandil dağına yönelik hava harekatı diğer yandan da Türkiye’deki Kürt illerinde operasyonlar sürüyor. İran’ın PJAK ve Kandil’e yönelik kara harekatında ateşkes aşamasına gelinirken Türkiye’nin Irak sınırındaki askeri yığınak da bir kara harekatı hazırlığı olarak yorumlanıyor. İmralı’da ise PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik avukat görüşü engellemesi 27 Temmuz’dan bu yana sürüyor. Öte yandan BDP’lilere yönelik tutuklamalar, medya manipülasyonu ve magazin haberciliği ile itibarsızlaştırma çabaları öne çıkıyor. Barış ve demokratik özerklik temelinde çözüm çağrılarını ısrarla sürdüren Kürt hareketi ise Öcalan’a uygulanan tecritin
kaldırılarak müzakerelerin yeniden başlatılmasını isterken, çatışma ortamının sorumluluğunun AKP’de olduğunu belirtiyor. Çatışmalarda daha çok polis ve özel harekat timlerinin hedef alınmaya başlaması ve Kandil’den gelen açıklamalara yansıyan “AKP devleti” söylemi savaşın PKK-AKP savaşı şeklinde tarif edilmesi yönünde bir eğilime işaret ediyor.
BARIfi ÇA⁄RISINA POL‹S JOPLA KOfiTU Kürt halkı 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde Öcalan’ın tecritine son verilmesi ve barış çağrısını yinelemek için sokaklara döküldü. Van, Diyarbakır, Bursa, İstanbul ve diğer pek çok ilde düzenlenen barış günü eylemleri polis
saldırısına maruz kaldı. İstanbul’da 1 Eylül mitingi için Kadıköy’e yürüyen binlerce kişiye saldıran polis, 63 kişiyi gözaltına aldı. Çok sayıda kişi yaralanırken İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği kararla 38 eylemci de tutuklandı. Medyanın göstericileri hedef alarak yansıttığı çatışmada tahrip olan kulübe ve durakların üç gün boyunca kaldırılmaması, iktidarın kışkırtıcı bir teşhir niyeti ile hareket ettiği şeklinde yorumlandı. Barış eylemlerinde 21 Ağustos’ta Kandil’de gerçekleşen bir hava saldırısı neticesinde ölen aynı aileden 7 kişi de anıldı. Savaşa ve şovenizme karşı barış ve eşitlik mesajlarının öne çıktığı 1 Eylül eylemlerinde, polis saldırısında öldürülen BDP’li barış eylemcisi Yıldırım Ayhan ve TSK’nın Kuzey
Irak’a yönelik bombardımanında öldürülen Solin bebek ve ailesinin fotoğrafları taşındı.
‘SAVAfiI AKP DEVLET‹ BAfiLATTI’ Öte yandan bir süredir hakkında spekülasyonlar yaratılan Murat Karayılan bir video kaydı ile ortaya çıktı ve savaş ortamından “AKP devleti”nin sorumlu olduğunu belirtti. Karayılan PKK’nin saldırılarının devlet ile İmralı ararsındaki “çözüm protokolünü” baltaladığı iddialarını yalanlayarak, çatışmaların AKP emriyle gerçekleşen askeri operasyonlar sonrasında gerçekleştiğini belirtti. AKP medyasının yaydığı “tam çözüme yaklaşmışken PKK eyleme
AKP ÜLKEY‹ SAVAfi VE fiOVEN‹ZME ‹T‹YOR Kürt Hareketi’nin barış ve müzakere çağrılarına AKP’den savaş çığırtkanlığından başka yanıt gelmiyor. Operasyonlar ve AKP’nin şoven söylemi nedeniyle Kürt vatandaşlara yönelik şiddet olayları artıyor. İzmir’de 5 Kürt genci ırkçı bir saldırıya uğradı. Süren şoven saldırılara rağmen şiddet söylemi pek çok kurum ve kişi tarafından sürdürülüyor. Adli yılın açılışı için açıklama yapan Yargıtay Başkanı Nazım Kaynak, "Teröre karşı mücadele, bir hukuk devleti olan ülkemizin de en doğal ve meşru hakkıdır, devlet teröre karşı mücadeleyi sürdürmektedir, sürdürecektir" ifadelerini kullandı. AKP’nin Kürt sorunu konusunda yürüttüğü ‘terörle mücadele’ söylemi nedeniyle çatışmalar sürüyor. AKP, barış talebini yükseltenlerin sesini, duymazdan gelme ya da zor yoluyla bastırmaya çalışıyor.
BDP: ‘Ya etkin katılım ya boykot’ BDP’nin 2. ola¤an kongresi 4 Eylül’de Ankara’da Ahmet Taner K›fllal› Spor Salonu’nda yap›ld›. Demokratik özerklik ve eflitlik vurgusu ile gerçeklefltirilen kongrede Gülten K›flanak’›n okudu¤u Çözüm Önerileri Protokolü ile hükümet ve meclis Kürt sorununa iliflkin demokratik çözüme ça¤›r›ld›. Binlerce partilinin kat›ld›¤› kongrede, Selahattin Demirtafl yeniden genel baflkan seçildi. Gülten K›flanak da Siyasi Partiler Kanunu’nda yer alan engel nedeniyle eflbaflkanl›k görevini Parti Meclisi’nde seçilmesinin ard›ndan fiilen devrald›. Kongrede BDP’li konuflmac›lar›n demokratik özerklik talebini öne ç›karan konuflmalar›n›, di¤er parti temsilcilerinin Kürt halk›n›n demokratik özerklik mücadelesini destek aç›klamalar› izledi. Selahattin Demirtafl AKP hükümetini elefltirdi¤i konuflmas›nda, savafl ve fliddetin sorunlar› çözemeyece¤ini vurgulad›. Öcalan ile bafllat›lan müzakere sürecine devam edilmesi gerekti¤ini söyleyen Demirtafl, Öcalan’›n avukatlarla ve sivillerle görüflmesine izin verilmesini istedi. Operasyonlar›n durmas› talebini
tekrar eden Demirtafl, içeriden ve d›flar›dan dayat›lan her türlü savafla karfl› ç›kt›klar›n› dile getirdi. KARDEfiL‹K ‹Ç‹N Efi‹TL‹K GEREK
Demirtafl asgari demokratik siyaset ortam›n›n sa¤lanmad›¤›n› ve bu yüzden meclis konusundaki tutumlar›n›n do¤ru anlafl›lmas› gerekti¤ini söyledi. BDP tüzü¤ünde yap›lan de¤ifliklikle ‘kardefllik’ yerine ‘eflitlik’ kavramlar› getirilmesine de¤inen Demirtafl, “BDP kardeflli¤i b›rakt›” yönündeki elefltirileri de¤erlendirerek, “Eflit olursak kardefl oluruz” dedi. BDP’lilerin meclis boykotundaki ›srar› ve eflitli¤i öne ç›karan siyaseti, ancak gerçek bir kat›l›m ortam›n›n sa¤lanmamas› halinde boykot tavr›nda de¤ifliklik gösterilebilece¤inin mesaj›n› veriyor. Parti tüzü¤ünde yap›lan 17 de¤ifliklik aras›ndan 3. maddeye konulan ‘demokratik özerklik’ vurgusu öne ç›karken, kongre, özellikle Gülten K›flanak’›n sundu¤u BDP’nin Çözüm Önerileri Protokolü ile tarihe not edildi. Yap›lacak yeni anayasaya iliflkin taleplerin s›raland›¤› protokolde, Türkiye’nin çok kimlikli yap›s›n› göz önüne alan, anayasal vatandafll›¤›n
temel kriter olarak ele al›nd›¤› bir anayasa beklentisi paylafl›ld›. Yeni anayasan›n anadilde e¤itimi anayasal bir hak olarak almas›, kültürlerin korunmas› ve gelifltirilmesini güvence alt›na almas› gerekti¤ini içeren protokolde de demokratik özerklik için anayasal güvence istendi. BDP’nin çözüm için sundu¤u maddelerde boykot tavr›n›n da sonlanmas› için gerekli gördü¤ü ad›mlar öneriliyor. BDP Kürt sorunun-
da demokratik çözüm ortam›n›n sa¤lanmas› için siyasi partiler yasas›nda de¤ifliklik, tutuklu Kürt siyasetçileri için düzenleme, etkin kat›l›m›n mümkün oldu¤u bir demokratik anayasa komisyonu, bir hakikat ve adalet komisyonu ve ‹mral›’yla görüflmelerin sa¤l›kl› yürütülebilmesi için gerekli flartlar›n sa¤lanmas› taleplerini kaydetti.
Blok Çatı Partisi’ne evriliyor Genel seçimden önce başta BDP olmak üzere 17 siyasi oluşumun kurduğu Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu genel seçim sonrasında Çatı Partisi olarak duyurulan yeni bir girişim başlattı. Blok, Ağustos ayında sol hareketin TKP, ÖDP, Halk Cephesi, Halkevleri gibi bileşenlerine ve toplumsal muhalefetin farklı alanlarında mücadele eden kitle örgütlerine de çağrı yaparak hareketi
genişletme yönünde bir çaba içinde bulunduğunu açıkladı. Girişim Kürt halkının mücadelesi ile sosyalist hareketin dayanışması ve Kürt-Türk kardeşleşmesi açısından genel olarak anlamlı bir adım şeklinde değerlendirildi. Blok sözcüleri de bu birliğin toplumsal hareket zeminini dikkate aldığını ifade etti. Ne var ki, dile getirilen niyetlerden bağımsız olarak Çatı Partisi girişimi de toplumsal muhalefetin farklı bileşenlerini
hep birlikte kavrayan pratik bir eksende değil de siyasi özneler arası diyaloglar biçiminde ilerliyor. Bu durumda da sosyalist hareket ile BDP arasındaki güç dengesizliği birlik girişiminin kısa sürede tabiyete evrilmesi riskini barındırıyor. Eleştiri konusu olan diğer bir nokta da Blok’un asıl bileşeni olan BDP’nin Kürt sorununun Türkiye sınırlarını aşan ve Kürt ulusallığı ekseninde gelişen siyasallaşma sürecine tabi olduğu bir noktada
sınıf eksenli bir siyaset izleyen sosyalist hareketle ortak bir program oluşturmasının taşıdığı nesnel güçlük. Bu eksenlerde gelişen tartışmalar sonucunda Halkevleri de yazılı bir açıklama yaparak Çatı Partisi’ne neden katılmadıklarını kamuoyuyla paylaştı. “Türkiye emek hareketinin en önemli sorunu program sorunu, sosyalistlerin görevi ise bu program sorununu gidermektir. Kürt siyasal hareketi ise ulusal taleplerin
merkezde olduğu ve Kürt kitleler üzerinde hakim bir programa sahiptir” denilen açıklamada bu nesnelliğin ortak bir siyasal yapı altında bir araya gelmeyi engellediği belirtildi. Açıklamada bunun Kürt halkıyla dayanışma görevini ötelemek anlamına gelmediği belirtilerek “Bu görevden kaçınmadan emek hareketinin programını oluşturmak, kitleselleştirmek, siyasallaştırmak gibi acil görevlerimiz olduğuna inanmaktayız” denildi.
5
DÜNYA 9 Eylül 2011 / 23 Eylül 2011
Halk›n Sesi
İsrail’in düşmanı değil 7 kalkanı M
avi Marmara baskınına ilişkin BM raporunun açıklanması ile yeni bir şov dalgası başladı. 31 Mayıs 2010’da İsrail askerlerinin Gazze’ye yardım götüren Mavi Marmara gemisinde dokuz kişiyi öldürmesinden sonra kurulan Palmer Paneli’nden Türkiye’nin “beklemediği” bir sonuç çıktı. Resmi açıklamadan önce New York Times gazetesi tarafından sızdırılan raporda, İsrail askerlerinin müdahalesi erken ve ağır bulunarak, İsrail’e özür dilemesi gerektiği telkin edildi. Ancak raporda İsrail saldırısı haklı bulundu ve Gazze’ye uygulanan ambargo “güvenlik” gerekçesiyle meşru sayıldı. Raporun sızdırılmasından hemen sonra Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İsrail’e uygulanacak beş maddelik bir yaptırım kararı açıkladı: Askeri anlaşmalar askıya alınacak, diplomasi düzeyi İkinci Kâtip düzeyine indirilecek, Gazze ablukasının tanınmadığı beyan edilecek, saldırı mağdurlarının her türlü hak arama mücadelesi desteklenecek, Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestliği ilan edilecek. Davutoğlu İsrail’le askeri ilişkilerin askıya alındığını açıklasa da bu pek çok yönden geçerliliği olmayan bir “yaptırım” olarak karşımızda duruyor. İsrail’le Türkiye arasında, önemli bölgesel istihbarat anlaşmaları bulunuyor. Suriye ve İran hakkında, Türkiye yardımıyla istihbarat toplayan İsrail, buna karşılık İran ve Irak sınırında PKK ile savaşması için eğitim ve silah yardımı yapıyor. Kürt savaşının bu kadar gündemde olduğu bir dönemde İsrail’den gelecek yardımların ne kadar kesilebileceği tartışmalı. Davutoğlu İsrail’e yaptırım maddelerini sıralarken, televizyonlardan son dakika bilgisi olarak füze savunma sistemlerinin Türkiye’ye kurulmasına ilişkin anlaşmanın sağlandığı geçiyordu. İran’ı hedef aldığı herkes tarafından bilinen füze savunma sistemi şüphesiz en çok İsrail’in işine
yarayacak. İran dahil bölgede birçok ülkeyle ya savaş durumunda ya da savaşın eşiğinde olan İsrail, dışarıdan gelecek füze tehdidine karşı Türkiye’deki sistemle koruma altına alınacak. Füze kalkanı anlaşmasının ardından İsrail basınında “Türkiye’nin radikal İslamcı ülkeler safına kaydığı şeklindeki endişelerin yersiz olduğu, aksine Türkiye’nin İsrail’e dost olduğu” yönündeki açıklamalar da Türkiye’nin “yaptırım”larının İsrail’de yarattığı etkiyi ortaya koyuyor. Kendi İslamcı tabanı açısından da sıkıntı yaratabilecek bu durum karşısında AKP’nin, İsrail’e karşı “sert yaparak” hedef şaşırtmaya çalıştığı görülüyor. NATO projesi olarak Türkiye’ye gelen füze kalkanı sisteminin bir benzeri İsrail’e ABD tarafından kurulmuş durumda. Türkiye’ye kurulacak olan sistem aynı yazılıma sahip olacak ve Türkiye’deki sistemle elde edilecek olan istihbaratın ortak bir havuza aktarılacak. İsrail de bu havuzdaki bilgileri kullanacak. Bu da Türkiye’nin askeri ilişkileri askıya alma söylemiyle çelişiyor. “İsrail’e yaptırım”ı ağzından düşürmeyen AKP hükümeti döneminde İsrail’le ticari ilişkilerin geldiği nokta da izlenen ikiyüzlü siyasetin kanıtı niteliğinde. Dışişleri Bakanlığı’nın verilerine göre 2002 yılında 1,5 milyar düzeyinde olan ticaret hacmi, 2010 yılı sonunda 3,5 milyar doların üstüne çıktı. İsrail’le Türkiye arasında kurulan ortak komiteler, komisyonlar vb. kurumların hiçbirisi lağvedilmedi. Tüm bunların gerçek karşılığı bir zamanlar AKP övgüleriyle dolup taşan Lübnan gazetesi Dar-Al Hayat yazarı Mustafa Zeyn’in 15 Ağustos’ta kaleme aldığı yazısında özetleniyor: “Erdoğan’ın Davos’ta Şimon Peres’e karşı tutumu, Gazze savaşındaki tutumu sadece kendisini ABD ve Avrupalılardan ayrı tutarak bölgede bir rol oynama çabasından ibaret. Bu onun Avrupa ve ABD’nin çıkarlarından ayrılacağı anlamına gelmez...”
M›s›r’da binlerce postac› grevde
M
ısır’da binlerce posta işçisi askeri yönetim tarafından karşılanmayan taleplerinin yerine getirilmesi için 2 Eylül’de greve çıktı. Posta işçilerinin grevi nedeniyle ülke genelindeki posta işletmelerinin yaklaşık yarısının çalışmadığı bildirildi. İşçiler enflasyona karşı yüzde yedi ücret artışı ve yılda iki maaş ikramiye istiyorlar. Bazı kentlerde greve öğrenciler de destek veriyor. Bağımsız Posta İşçileri’nin çağrıcılığında başlayan greve katılan işçiler talepleri karşılanıncaya kadar işbaşı yapmayacaklarını dile getiriyorlar.
AKP safını belli etti Bölgede rol kapma peflinde olan AKP’nin ikiyüzlü ‹srail politikas› sürüyor. BM’nin Mavi Marmara raporundan sonra askeri iliflkileri kesti¤ini aç›klayan AKP, ‹srail’e kalkan oluyor. Komflularla s›f›r sorun slogan›n› a¤z›ndan düflürmeyen AKP, emperyalizmin ç›karlar› söz
Öğrenciler hükümeti kıstırdı Eğitim bakanlığını işgal eden öğrencilerin hükümetten koşulsuz olarak taleplerini kabul etmesini istedi.
Ş
ili’de aylardır devam eden öğrenci eylemleri hükümeti köşeye sıkıştırıyor. Her gün binlerce öğrencinin katıldığı eylemlerde eğitim sisteminin halktan yana düzenlemesi talep ediliyor. Harçların kaldırılmasını ve herkesin ulaşabileceği nitelikli bir eğitim sisteminin yerleştirilmesini isteyen öğrenciler, neoliberalizmin getirdiği yıkımdan etkilenen tüm Şilililer tarafından destekleniyor. Öğrencilere destek vermek için emekçiler greve çıkıyor, eline dövizini, pankartını alan anne babalar çocuklarının geleceği için sokaklara dökülüyorlar. P‹NOCHET SONRASI EN BÜYÜK EYLEMLER 24 Ağustos’ta 48 saatlik genel grevin ilan edil-
diği ülkede hayat durma noktasına geldi. Yapılan eylemlerde her gün onlarca öğrenci gözaltına alınırken, öğrencilerin direnci karşısında hükümet görüşme talebinde bulundu. Faşist diktatör Pinochet döneminden bu yana en büyük eylemlerin gerçekleştiği
ülkede, öğrenciler tüm talepleri karşılanıncaya kadar eylemlere devam edeceklerinin altını çiziyorlar. Hükümetin önerilerini yetersiz bulan öğrenciler eylemlerine devam ederken, 24-25 Ağustos’taki genel grevler sırasında yapılan eylemlerde 16 yaşındaki lise öğrencisi Manuel
Gutierrez polis tarafından vurularak öldürüldü. Gutierrez’i öldürenlerin cezalandırılmasını isteyen ve İçişleri Bakanı’nı olaydaki sorumluluğu yüzünden istifa etmeye çağıran öğrenciler, taleplerini ülkenin tüm sokaklarında haykırdı.
HÜKÜMETLE ‹LK TEMAS Öğrencilerle hükümet arasındaki ilk temas 28 Ağustos’ta kuruldu. Öğrencilerden görüşme talep eden devlet başkanı Sebastian Piñera ile yapılan ilk görüşmelerden sonuç çıkmadı. Piñera’yla yüz yüze yapılan görüşmede de arkadaşları Gutierrez’in katillerinin cezalandırılmasını talep eden öğrenciler, konuyla ilgili çalışmaların yürütüldüğüne dair cevap aldılar. Şili’nin tarihindeki en büyük ayaklanmalardan biri olan eylemler, eğitim sistemi halktan yana değiştirilinceye kadar devam edecek.
Çadırlardan sokağa İ
srail'de neoliberal politikalar ile birlikte pahalılaşan hayat şartlarını protesto eden yüz binlerce kişi ülke tarihinin en büyük eylemini gerçekleştirdi. Ülke çapındaki çok sayıda meydana, caddeye ve parka kurulan çadırlarla simgelenen ve elli günü aşkın bir süredir devam eden eylemlerin en büyüğü 3 Eylül günü yapıldı. Nüfusu 7,5 milyon civarında olan ülkede, neoliberal politikalara karşı 450-500 bin civarında İsrailli’nin katıldığı ifade edildi. ONURLU B‹R YAfiAM ‹Ç‹N "1 milyon kişilik yürüyüş" parolasıyla başlayan eylemler, Tel Aviv, Kudüs, Hayfa, Afula gibi büyük kentler başta olmak üzere, ülkenin kuzeyinden güneyine 20'ye yakın kentte yapıldı. İsrail basınında çıkan haberlerde, en büyük katılımın
gerçekleştiği Tel Aviv’deki eylemlere 300 bin kişinin katıldığı yazıldı. Tel Aviv’in en büyük meydanı Medina’da yapılan eylemde başbakan Binyamin Netanyahu istifaya çağırıldı ve hükümetin halkı yoksullaştıran politikalara son vermesi istendi. "Halk sosyal adalet istiyor", "Sadaka değil, adalet istiyoruz" sloganları atılan eylemlerde İsrail halkının onurlu bir yaşam istediği dile getirildi. İsrail’de elli günü aşkın süredir devam eden çadır eylemlerine de yapılan büyük yürüyüşle son verildi. Çadır kentlerin açık konferans merkezi olarak kullanılmasına karar verdiklerini açıklayan eylemciler, sosyal adaleti sağlamaya yönelik adımlar atılmadığı takdirde eylemlerin kesinlikle sona ermeyeceğini ifade ediyorlar.
iklim 5 kıta
konusu olunca saf›n› belli etti. Her f›rsatta Davos flovlar›na devam eden AKP, ‹srail’le tüm iliflkileri, her geçen gün biraz daha artt›rarak, sürdürüyor. AKP ‹srail’e yapt›r›m uygulad›¤›n› iddia ederken bile ‹srail’in ç›karlar›n› korumak için ad›mlar at›yor.
Önce savaş, şimdi paylaş L
ibya’da aylardır dengeli bir biçimde ilerleyen çatışmalarda sona yaklaşılıyor. Artan para ve silah desteği ile Ulusal Geçiş Konseyi’ne bağlı muhalifler, başkent Trablus’u ele geçirdi. Konsey, Trablus’un alınmasının ardından emperyalist ülkelerce art arda tanındı. Henüz bulunamayan Kaddafi ise çekilmelerinin taktik gereği olduğunu, savaşın sürdüğünü duyurdu. Fransa öncülüğündeki emperyalistlerin Libya’ya düzenlediği operasyonlar, silahlandırılan birlikler ve yeni yönetim olarak kurgulanan Ulusal Geçiş Konseyi başarıya ulaşmak üzere. Muhalifler, ağustos ayının ortasından itibaren silah yardımlarının artması ile birlikte önce petrol kentleri Brega ve Zilitan’ı ele geçirdi. 21 Ağustos’ta üç cepheden ve denizden Trablus’a giren muhalifler, birkaç gün içerisinde denetimi sağladı. PAYLAfiIM GÖRÜfiMELER‹ BAfiLADI Trablus’un almalarının ardından Ulusal Geçiş Konseyi’ne ilk destek yine NATO’dan geldi. NATO Ortak Operasyonlar Komutanı Oramiral Samuel Locklear, NATO operasyonlarının süreceğini, bu nedenle görev sürelerinin uzatılması gerektiğini açıkladı. Kaddafi rejiminin sona erdiğini ilan eden Ulusal Geçiş Konseyi, emperyalist ülkelerce peşi sıra tanındı. Muhaliflerin liderlerinden Mahmut Cibril, ‘yeni Libya’nın kuruluş süreci’ diye tanımladığı dönemde petrol ihalelerinden askeri anlaşmalara kadar birçok yenilenmeye gidileceğini belirtti. Cibril; ABD, Fransa, İtalya ve İngiltere ile bir dizi görüşme gerçekleştirdi. Katar’ın başkenti Kota’da ise Libyalı muhaliflere destek veren ülkelerin savunma bakanları bir araya gelerek “Kaddafi Libya ve dünya için halen tehdit” mesajı verdi. KADDAF‹’DEN TEHD‹T Ulusal Geçiş Konseyi’nin Trablus’u ele geçirmesi ve ülkenin yönetimine el koyduğunu açıklamasına karşın Kaddafi henüz bulunabilmiş değil. Konsey, Kaddafi’yi ölü ya da diri getirene 1 milyon 600 bin dolar verileceğini de açıkladı. NATO uçakları, devrik liderin saklanabileceği tüm noktalara bombalamalar yaparken, uluslararası basında Kaddafi’nin her hafta farklı bir ülkede saklandığı haberleri yer alıyor. Sözcüsü Musa İbrahim aracılığı ile Libya’da ve güvende olduğunu açıklayan Kaddafi ise yandaşlarına mesajlar göndermeyi sürdürüyor. Trablus’tan çekilmelerinin taktik olduğunu söyleyen Kaddafi, “Geçmişte teslim olmadık, şimdi de olmayacağız. Libya’yı işgalcilere ve ajanlara asla bırakmayacağız. Uzun bir savaş olacak ve tüm Libya alevler içinde kalacak. Yakında geri döneceğiz” dedi.
Yemen emperyalizme karfl›
A
ylarca süren eylemler sonucunda ülkelerini Ali Abdullah Salih yönetiminden kurtaran Yemenliler emperyalist müdahale tehlikesine karşı sokaklara döküldü. İktidar karşıtı eylemlerde yaralanarak Suudi Arabistan’a kaçan Salih’in ABD güdümündeki Körfez İşbirliği Konseyi tarafından yürütülecek süreç sonunda görevi bırakmayı ve ceza almamayı teklif etmesi üzerine sokaklara dökülen binlerce Yemenli ülkelerinin kaderine kendilerinin karar vereceğini belirterek, emperyalist projelere kapıları kapattıklarını dile getirdiler. “Doğru çözüm, tamamen halktan gelen çözümdür” diyen Yemenliler Salih’in önerilerini dikkate almayacaklarını ifade ediyorlar.
Petraeus CIA direktörü
A
fganistan ve Irak işgallerinin komutanlığını yapan David Petraeus, CIA'nın yeni direktörü olarak 6 Eylül’de görevine başladı. CIA’nın 20. direktörü olarak göreve başlayan General Petraeus, 2010 yılının Temmuz ayında Afganistan'daki NATO güçlerinin başına getirilmişti. ABD Başkanı Barack Obama'nın Afganistan'da asker sayısını arttırma kararı, General Petraeus'un Afganistan'da bulunduğu sırada hayata geçirilmişti. Binlerce insanın ölümüne neden olan savaşın komutanı olan Petraeus General John Allen’e devretmişti.
Bolivya’da katliamc› generallere tutuklama
B
olivya'da 2003 yılında yapılan protestolarda halkın üzerine ateş açma emri veren 6 generale, insanların yaşam hakkını ihlal ettikleri gerekçesiyle 10-15 yıllık hapis cezası verildi. 2003 yılında Bolivya halkının ABD'ye satılan gaz ile ilgili yaptığı eyleme askerler saldırmış, saldırı sonucunda 64 kişi hayatını kaybederken yüzlerce kişi yaralanmıştı. Bu kararla Bolivya'da ilk kez üst düzey askeri yetkililere bir sivil mahkeme tarafından insan hakları ihlalinden ceza verilmiş oldu.
6
İNSANCA YAŞAM 9 Eylül 2011 / 23 Eylül 2011
Halk›n Sesi
İl il ulaşım hakkı mücadelesi Yerel yönetimlerin ulaşım alanında sürdürdüğü neoliberal politikaların karşısına, her gün güçlenerek büyüyen parasız ve nitelikli ulaşım hakkı mücadelesi dikiliyor. İl il ulaşım hakkı mücadelesini yazdık...
T
ürkiye’de yerel yönetimlerce ulaşımda uygulanan neoliberal politikalar beraberinde ulaşım hakkı mücadelesini de yaygınlaştırıyor. Ulaşım alanında yapılan düzenlemelerin başında ulaşım fiyatlarının zamlanması geliyor. Bu değişikliklerin yanı sıra büyük şehirlerde bir hattın gittiği mesafe kısaltılarak aktarmalı sisteme geçiliyor; bazı illerde kartlı sistem uygulanmaya başlanıyor. Ulaşım alanında izlenen politikalar öğrenciler açısından da oldukça yakıcı sonuçlar doğuruyor. İndirimli ulaşımdan yararlanmak için öğrenci kimliklerini yeterli görmeyen belediyeler paso yoluyla öğrencilerden para topluyor. Bunların yanı sıra insanların balık istifi ulaşıma mahkum edilmesi, otobüs seferlerinin seyrekliği, her saatte toplu ulaşım hizmetinin verilmemesi de ulaşımın önemli sorunları olarak öne çıkıyor. Ulaşımı özelleştirme ve piyasalaştırma politikaları sadece AKP’nin yerel yönetimlerince uygulanmıyor. Antalya, İzmir, Eskişehir gibi CHP’li belediyeler de; Adana gibi MHP’li belediyeler de AKP’li belediyelerle aynı neoliberal ulaşım politikalarını uyguluyor. K‹MLER KATILIYOR? İstanbul ve Ankara ulaşım hakkı mücadelesi açısından ön plana çıkıyor. Zira ulaşımda yaşanan söz konusu süreçten nasibini ilk alanlar bu iki şehir. Dolayısıyla İstanbul’da uzun süre yapılan turnikeden atlama eylemleri, Ankara’da 50 gün aralıksız süren ulaşım hakkı mücadelesi de halktan büyük destek aldı. Hem söz konusu eylemler hem de diğer kentlerde ulaşım hakkı mücadelesinin
öncüsü Halkevleri’nin eylemleri ulaşım sorununu kent muhalefetinin de gündemi yaptı. Kütahya, Trabzon, Edirne gibi bazı şehirlerde ise ulaşım hakkı mücadelesi üniversite öğrencilerinin öncülüğünde yürütülüyor. NASIL EYLEMLER YAPIYORLAR? Ulaşım hakkına sahip çıkanlar basın açıklaması, yürüyüş, belediye yetkilileriyle görüşme, imza kampanyası, şikayet dilekçesi toplama, zamların yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle dava açma, ulaşım hakkı mücadelesi verenlerin bir araya geldiği meclis ya da platformlar oluşturma, ulaşım hizmetini boykot etme gibi farklı eylem ve örgütlenme biçimleriyle ulaşımdaki neoliberal dönüşüme karşı çıkıyor. Ulaşım hakkı mücadelesinin taleplerinin başında zamların geri çekilmesi geliyor. Fakat sorun salt bir pahalılık sorunu olarak ele alınmıyor. Ulaşımın bir hak olduğu gerçeği görülerek parasız ve nitelikli ulaşım da yaygın bir talep olarak karşımıza çıkıyor. İşte kent kent ulaşıma dair düzenlemeler ve ulaşım hakkı mücadelesi: Adana: Çukurova Üniversitesi'nde kampus içi ulaşımın paralı oluşu ve dönem başından itibaren geçerli olan şehir içi ulaşım zammına karşı Ç.Ü. Öğrenci Kolektifi 2008‘in Mart ayında ‘YUUH’ adıyla bir kampanya düzenledi. 22 Ağustos 2011 tarihinde ulaşıma zam yapıldı. Ankara: 1 Ocak 2010’da ulaşıma zam yapıldı. Halkevleri zamma karşı basın açıklaması ve imza kampanyası düzenledi. İdare mahkemesine açılan dava sonucu zamlar iptal
L
L
L L
L
L
L
L
L
L L L
L oldu. Mahkeme kararıyla 17 Mart 2010’da, Ankara’da toplu taşıma ücretlerinde yine zamlı tarifeye dönüldü. Bunun üzerine Halkevleri ve Öğrenci Kolektifleri kart basmama eylemleri yaptı. 1 Ocak 2011’de de ulaşıma %10 zam yapıldı. Halkevleri zamma, Ege Mahallesi otobüs duraklarında 50 gün süren eylemlerle karşılık verdi. Ulaşım hizmetlerinin bir saat boykot edildiği bir eylem de yapıldı. 1 Eylül 2011’den itibaren uygulanmak üzere ulaşıma zam yapıldı. Zammın ardından Ankara Halkevleri, Ankara Büyükşehir Belediyesi önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi.
kavşağında yaklaşık 200 kişi, 27 Şubat 2011’de köy otobüslerine ana yoldan binemedikleri gerekçesiyle Çanakkale-İzmir (E-87) Karayolu’nda eylem yaptı.
Antalya: 10 Temmuz 2011’de belediye tarafından ulaşıma zam yapıldı. Zamlara karşı basın açıklaması düzenlendi, dava açıldı ve dilekçeler toplandı.
Edirne: Edirne Belediye Meclisi’nin kararıyla, 8 Şubat 2011’de kent içi ulaşım sisteminde değişiklik yapıldı. 1000 Trakya Üniversitesi öğrencisi belediye önünde basın açıklaması yaptı ve belediye başkanı ile görüştü.
Balıkesir: Balıkesir’in Edremit ilçesine bağlı Avcılar Köyü yol
L
Bursa: 1 Şubat 2011 tarihinde ulaşıma zam yapıldı. Zamlara karşı basın açıklaması, parasız binme eylemleri yapıldı ve dava açıldı. Uludağ Öğrenci Kolektifi parasız nitelikli ulaşım talebiyle 1 Nisan 2011’de kampus içinde yürüyüş yaptı. 10 Ağustos 2011’de Bursa Büyükşehir Belediyesi ulaşıma zam yaptı. Zam belediye tarafından halka duyurulmayınca Halkevciler yapılan zammı basın açıklamasıyla duyurdu.
Eskişehir: 7 Ocak 2008’de ulaşım ücretlerine yüzde 15 zam yapıldı. Osmangazi Üniversitesi kampusu içerisinde parasız olan ulaşım da paralı hale getirildi. Öğrenciler zamma karşı tramvayda eylem yaptı, belediye önünde basın açıklaması gerçekleştirdi. 24 Mayıs 2010’da tramvay ve otobüs biletlerine %40 zam yapıldı. Zamma karşı basın açıklamaları gerçekleştirildi. 32 mahallenin katılımıyla da Ulaşım Hakkı Meclisi kuruldu ve meclis zamma karşı dava açtı. İstanbul: İBB 2007’nin Kasım ayında ulaşıma zam yaptı. İstanbul Öğrenci Kolektifleri zamma imza kampanyası, yürüyüşler, şikayet dilekçeleri ile karşılık verdi. 1 Haziran 2009’da yapılan ulaşım zammının ardından Halkevleri zamma karşı yürüyüş ve akbil basmama eylemi yaptı. 3 Aralık 2009’da metrobüs ücretlerine zam yapıldı. Halkevleri zamma karşı dava açtı.
Ulaşıma 30 Ekim 2010 tarihinde de yüzde 10 zam yapıldı. Halkevleri zamma, dava açarak ve parasız binme eylemleri yaparak karşılık verdi. Sakatlar Erişim Platformu 16 Mayıs 2010’da engelsiz bir ulaşım hizmeti talebiyle yürüyüş düzenledi. Güvencesiz öğretmenler, indirimli ulaşım kartı (paso) alabilme talebiyle 30 Mayıs 2011’de büyükşehir belediyesi önünde basın açıklaması yaptı. 15 Ağustos 2011 tarihinde de ulaşıma zam yapıldı. Zammın ardından Halkevleri ve TÜKODER idare mahkemesine dava açtı. ESP ve TÜM-İGD de zamlara karşı eylem yaptı. İzmir: İzmir Büyükşehir Belediyesi Aralık 2010’da ulaşıma zam yaptı. Zammın yapılmasının ardından İzmir Halkevleri belediyeye yürüyerek zammı protesto etti. 1 Ağustos 2011’de UKOME ulaşıma zam yaptı. Zamma karşı henüz bir tepki ortaya çıkmadı. Kocaeli: Kocaeli
Büyükşehir Belediyesi 15 Ocak 2011 tarihinde ulaşıma yüzde 50 zam yaptı. Ulaşım Hakkı Meclisi zamlara karşı imza topladı ve basın açıklaması yaptı. Kütahya: Kütahya Belediyesi Şubat 2011’de ulaşımda aktarmalı sistemi uygulamaya koydu. Değişiklik Öğrenci Kolektifleri tarafından yürüyüşle protesto edildi. Samsun: Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi öğrencileri, 2008’in Şubat ayında dolmuş ücretlerine yapılan %40’lık zamma ve yemek ücretlerindeki zamma karşı kampüs içinde pek çok eylem düzenledi. Sinop: Sinop’ta 18 Ağustos 2011 tarihinde ulaşıma zam yapıldı. Zamma karşı henüz bir girişim yok Trabzon: Trabzon Şoförler ve Otomobilciler Odası dolmuş ücretlerine 2008 yılının Mart ayında %25 zam yaptı. KTÜ Öğrenci Kolektifi zamlara karşı dava açtı
Seçim bitti zam geldi B
elediyeler ulaşım hizmetine zam yapmak için genel seçimin hemen ardından harekete geçti. İstanbul, Ankara, Bursa, Sinop ve Adana’da ulaşım hizmetlerine zam geldi. İstanbul’da UKOME kararıyla ulaşıma 15 Ağustos’ta zam yapıldı. Belediye zam kararını ulaşım fiyatlarına ‘ayarlama yapıldığı’ ifadesiyle duyurdu. İstanbul'da 15 Ağustos'tan itibaren uygulanacak yeni tarifeyle, tam kontör 1,75 TL, öğrenci 1 TL, diğer indirimli (emekli/öğretmen) 1,20, tek geçişlik bilet ise 3 TL olarak belirlendi. Ancak İstanbul muhalefeti zamlara sessiz kalmıyor. Ulaşım eylemleri yaygınlaşıyor. Zamları mahkemeye götüren Halkevleri yeni eylemlere hazırlanıyor. ESP, TÜKODER ve TÜM-İGD’li gençler de ulaşım zamlarına tepkili Ankara’da UKOME kararıyla 1 Eylül’den itibaren uygulanacak zamlı ulaşım fiyatları şöyle: Tek binişli kartlar 1.75 lira, tek binişli indirimli öğrenci kartları ise 1.30 lira. Ankara Halkevleri 18 Ağustos günü Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin önünde bir uyarı eylemi yaptı. Eylemin ardından EGO yetkilileri ile görüşen Halkevcilere “Sizin ve bizim kamu anlayışlarımız farklı. Biz temel hizmetlerin paralı olmasından yanayız” yanıtı verildi. Bursa’da şubat ayında belediyenin ulaşıma yaptığı zammın üzerinden henüz 6 ay geçmişken yüzde 10’luk yeni bir zam daha yapıldı. Halkevciler 10 Ağustos günü Şehreküstü metro istasyonu önünde bir basın açıklaması düzenleyerek zammı protesto etti. Adana’da ulaşım hizmetine yüzde 10 oranında zam yapıldı. Sinop’ta zam yapılan kentlerden birisi oldu.
Kaptan İETT’yi anlattı kaldırıldı. Ali Abi’ye bu kararı soruyoruz. İyi olduğunu, çoğu şoförün de kendisi gibi düşündüğünü söylüyor. Özel otobüslerle yarışır hale geldik diye yakınıyor. Çokça da sahte para verme olayı meydana gelmiş bu süreçte. Akbil satmanın bir şoföre aylık 400-600 lira getirisi oluyormuş. Çok akbil satılan hatlarda çalışmak isteyenler bu nedenle isimlerini sürekli aynı hatta yazdırmaya çalışır olmuş. Çok akbil satılan hatlar zor hatlar olduğu için bazen de isimlerini bu hatlardan sildirmek isteyenler çıkıyormuş.
İ
Ulaşımda engelli hakları raylara takıldı Halkevleri Engelli Haklar› Atölyesi’nde mücadele eden görme engelli Mahmut Keçeci, Osmanbey metro istasyonunda herhangi bir uyar› olmamas›ndan dolay› raylara düfltü. Keçeci’nin aya¤›nda iki k›r›k var 13 Temmuz akflamüstü ‹stanbul Alt› Nokta Körler Spor Kulübü’nde yapt›¤› bir görüflmeden dönen Mahmut Keçeci, metroda engelliliri uyarmaya ve kazalar› engellemeye dönük hiçbir önlem olmad›¤› için raylara düfltü. fians eseri raylardaki yüksek gerilim hatt›na dokunmayan Keçeci’nin
aya¤› iki yerden k›r›ld›. Halkevleri Engelli Haklar› Atölyesi gerekli önlemleri almayarak Mahmut Keçeci’nin yaralanmas›na neden olan ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi ve ‹stanbul Ulafl›m A.fi. yetkilileri hakk›nda suç duyurusunda bulundu. Sakatlar Eriflim Platformu çat›s› alt›nda bulunan engelli örgütleri ise 20 A¤ustos günü kazan›n yafland›¤› metro istasyonu önünüde bir bas›n aç›klamas› yaparak ulafl›m hizmetinin engellilerin ihtiyaçlar›n›n gözetilerek düzenlenmesini istedi.
stanbul’da toplu ulaşıma hem sürekli zamlar yapılıyor hem de uygulamalar sık sık değişiyor. Her yapılan zamda, her değişiklikte şoförler vatandaşla karşı karşıya geliyor. Şoförler aynı zamanda ulaşım şurasında kararı alınan özelleştirme planıyla topun ağzında olan İETT çalışanları. Levent-Sultanbeyli seferi sırasında İETT şoförü Ali Abi’yle toplu ulaşımdaki değişikliklerin çalışanlar cephesinde ne karşılığı olduğunu konuştuk. “‹fiE ALINANLAR KARADEN‹ZL‹” Ali Abi 7 yıldır İETT’de şoför olarak çalışıyor. İETT’de işe 2005 yılında başlamış. İşe başvurusu sonrası AKP’li bir hemşerisi kendisine bilmeden referans olmuş. Daha doğrusu işe memleketi sayesinde girmiş. İETT yönetiminde bir Karadenizli olduğu için o dönem işe alınanların hemen hemen hepsi Rize ve Trabzon başta olmak üzere Karadeniz’denmiş. Ali Abi, “İETT’de işe girmek için AKP’li olmak lazım” diyor. Kendisi gibi araya kaynayanların sayısının çok olmadığını da öğreniyoruz. Ali Abi İETT’nin kadrolu personeli. Anlattığına göre 2005’den beri İETT’ye kadrolu personel alınmıyor. Taşeron personel alımı ise 97 yılından beri yapılıyor. Kaptanların
çalıştığı taşeron şirket ise KİPTAŞ, yani belediyenin toplu konut yapan inşaat şirketi. Taşeron işçilerle kadrolu işçiler arasında yüzde 5 gibi bir ücret farkı var. Çalışma koşullarını sorduğumuz Ali Abi anlatıyor: Günlük 8 saat çalışılıyor. Çalışma saatleri arasında mola yok. Her kaptanın bağlı olduğu bir garaj var. Anadolu yakasında 5 tane garaj var. Garajda çalışan elemanlar şoförün o gün hangi hatta çalışacağını bir gün öncesinden belirleyip şoföre bildiriyorlar. Ali Abi’nin anlattığına göre kadrolu şoförler arasında
‘Özelleştirme olsa da bize bir şey olmaz’ düşüncesi hakimmiş. “Tekel işçileri de Pektim işçileri de kadroluydu, bunları görmüyorlar” diyor Ali Abi ve ekliyor. Tartışma kızışınca “Rızkı veren de alan da Allah” deyip şükrediyorlar. “ERGUVANLAR K‹RALIK” Ali Abi bize İETT’deki diğer özelleştirme uygulamalarını da anlatıyor. İETT’nin Erguvan denilen araçlarla yeni bir özelleştirme şekli geliştirdiğini öğreniyoruz. İstanbul otobüsünü seçiyor kampanyası ile trafiğe reklamlı bir giriş yapan Erguvan adlı oto-
büsler kişilere ait. Genelde özel halk otobüsü sahiplerininmiş bu araçlar. İETT bu arabaları vatandaştan 10 yıllığına kiralıyor, otobüste çalışanın maaşını da otobüsün sahibi veriyor. “Erguvanlar kiralanıp, hatlara verilirken İETT’nin kendi araçları garajlarda yatıyor” diyor Ali Abi. AKB‹L GEL‹R‹ 600 TL İstanbul’da birkaç yıldır, Akbil’i olmayan vatandaş araç içinde şöförün Akbil’ini kullanarak yolculuk yapabiliyordu. Şoför normal fiyatın 10-25 kr fazlasını tahsil ediyordu. Şimdi de İETT’nin talimatıyla bu yetki
AKB‹L’E MAAfi MUAMELES‹ “Akbil satarken vatandaş ‘Allah belanı versin, pahalıya satıyorsun’ deyip bana kızıyordu; şimdi de bileti olmayana ‘in’ deyince yine ben suçlu oluyorum” diyor Ali Abi. Belediye Akbil’den kazanılan parayı maaşı gibi toplu pazarlık döneminde masaya koymuş: “Kardeşim sen 3000 lira alıyorsun daha ne zammı” diyor. Benim maaşım 1800 lira, toplu sözleşmede 5 gün çalışma şartı var, her hafta bir gün fazla mesai, 600 lira da akbilden kalıyor. Oldu sana 3000. Belediye 3000 lira maaş ödüyormuş gibi pazarlıkta bunu masaya getiriyor. Şimdi de 600 lirayı aldılar elimizden, onun yerine gelen bir şey var mı, yok. Ama şoförler şikayetçi değil.”
7
İNSANCA YAŞAM 9 Eylül 2011 / 23 Eylül 2011
Halk›n Sesi
S‹NOP GERZE’DE HALK TERM‹K SANTRALE D‹REN‹YOR
Bugün taşla, yarın davul zurnayla ÇAĞLAR ÖZBİLGİN
A
KP’nin yaşam ve doğa düşmanlığı Hopa’nın ardından Gerze’de kendisini gösterdi. Bölgede yapımı planlanan termik santral için köye gelen sondaj ekibine Gerzelilerin izin vermemesi üzerine polis ve jandarma saldırısı gerçekleşti. 4’ü ağır 30 kişi yaralandı, 6 kişi gözaltına alındı, 1 kişi tutuklandı Sinop’un Gerze İlçesi’ne bağlı Yaykıl Köyü’ne yapmak istediği termik santral için sondaj ve etüt çalışmaları yapmak üzere yıllardır bölgeye gelen, ancak her seferinde halkın tepkisi sonucu geri çekilen şirket yetkililerine AKP arka çıktı. Anadolu Grubu’na bağlı şirketin sondaj ekibi, 300 polis, 200 jandarma ve panzer eşliğinde 6 Eylül günü Yaykıl Köyü’ne çıkarma yaptı, ancak yine doğasına ve yaşamına sahip çıkan Gerzelilerin tepkisi ile karşılaştı. Sondaj ekibinin köye girmesini engellemek için yollara barikatlar kuran köylülere ve Yeşil Gerze Çevre Platformu (YEGEP) üyelerine polis ve jandarma gaz bombaları ve tazyikli sularla saldırıldı. Saldırıya karşın yolların açılmasını sağlayamayan polis, ilerleyen saatlerde sondaj yapılacak bölgeye farklı yollardan gitmeyi denedi. Ancak köylüler burada da sondaj makinesinin karşısına çıktı. Atılan taşlarla makinenin camlarının kırılması üzerine ekip geri döndü. GAZ BOMBALARINDAN YANGIN ÇIKTI Tüm saldırılara karşın çalışma alanına gidemeyen sondaj ekibi, polis ve jandarma öğleden sonra en ciddi saldırısını
Gerze’de yapımı planlanan termik santral için köye gelen sondaj ekibine köylüler direndi, direnişe polis ve jandarma saldırdı. 4’ü ağır 30 kişi yaralandı, 6 kişi gözaltına alındı, 1 kişi tutuklandı
gerçekleştirdi. Sondaj makinesini aralarına alan 500 kişilik polis ve jandarma ekibi, yüzlerce gaz bombası eşliğinde 2000 kişilik kitleye saldırdı. Polisin aşırı oranda kullandığı gaz bombalarının otlara ve defneliklere gelmesi nedeniyle küçük çapta bir yangın çıktı. Bazı köylülerin evlerine de sıçrayan yangın, halk tarafından söndürüldü. Saatler
süren çatışma sonucunda sondaj makinesi yoldan geçerek çalışma alanına ulaştırıldı. Ancak Gerzeliler, bu defa da çalışma alanına giderek şirket yetkililerini taşlamaya başladı. Halkın tepkisi sonucu sondaj çalışmasını yapamayan ekip, akşam saatlerinde köyü terk etti. Gerze’de gün boyu yaşanan saldırılarda 4’ü ağır 30 kişi yaralandı. Özel-
likle akşam saatlerinde polisin gözaltı avına çıkması sonucu 6 kişi gözaltına alındı. 7 Eylül günü mahkemeye çıkartılan 6 kişiden 5’i serbest bırakılırken, 20 yaşındaki doğa savunucusu Volkan Özcan iki polisin verdiği ifade ile “görevli memurun görevini yapmasına engel olmak” suçundan tutuklandı ve Sinop Cezaevi’ne gönderildi.
‘BUGÜN TAŞLA, YARIN DAVUL ZURNAYLA’ İlçelerine termik santral istemediği için AKP ve sermaye temsilcilerinin saldırılarına uğrayan Gerze halkının tepkisi ise dinmek bilmiyor. 7 Eylül günü santralci şirketin paravan biçimde kurduğu Gerze Enerji Santrali Bilgilendirme Bürosu önüne giden YEGEP üyeleri ve
Gerze halkı burada bir oturma eylemi ve basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasında söz alan YEGEP Dönem Sözcüsü Şengül Şahin “Gün boyu verdiğimiz mücadele sonucunda başarılı olduk. Sondaj yapılamadı. O makineleri ve sondaj alanını bugün attığımız taşlarla kapattırdık. Yarın davulla zurnayla kapattıracağız” dedi. ‘HOPA’DA YAŞANANLARDAN FARKSIZ’ YEGEP üyelerinden Hülya Yeşilyurt, iki gün boyunca yaşananları Halkın Sesi’ne anlattı. İki gün boyunca yaşadıklarının Hopa’da yaşananlardan farksız olduğunu ifade eden Yeşilyurt, “AKP’nin doğa alanlarını talan etme politikalarının sonucu yaşandı bu polis şiddeti ve devlet terörü. Girmeye çalıştıkları bölgede tepki varsa jandarma, polis, panzer, gaz da var” dedi. Yeşilyurt, müdahale öncesinde YEGEP temsilcileri ile yapılan görüşmede İl Emniyet Müdürü’nün ve jandarmanın kendilerine “Ne olursa olsun, buraya gireceğiz. Bu sondaj makinesi buraya girecek. O kadar” dediğini de vurguladı. Yeşilyurt, yaşanan olayların ardından söz konusu sondaj makinesinin 7 Eylül günü bekletildiği benzin istasyonunda yanmış halde bulunduğunu aktardı. Yaralılara, gözaltılara ve bir kişinin tutuklanmasına karşın halkın inancını kaybetmediğini ifade eden Yeşilyurt, “Bu saldırı için getirtilen çevik kuvvet hala Gerze’de. Dolayısıyla biz de hala nöbetteyiz, teyakkuzdayız. Her an yeniden deneyebilirler, ancak karşılaşacakları yine halkın tepkisi olacaktır” dedi.
Deprem rantın bahanesi oldu R
esmi verilere göre 17.480 kişi öldü. 23.781 kişi yaralandı. 505 kişi sakat kaldı. 285.211 konut, 42.902 işyeri hasar gördü. Evsiz kalanların sayısı 600 bin. Marmara depreminin üzerinden on iki yıl geçti. “Deprem değil binalar öldürür” deyiminin sınandığı depremde, imar, en büyük ölüm sebebi olmuştu. Depremin üstünden geçen onca zamana rağmen aynı ölçekli yeni bir depremde aynı sonuçlarla karşılaşılacağı biliniyor. Yeryüzünün şekillenmesinde en önemli faktör olan depremlerin ölümle sonuçlanmasının nedeni dayanıksız binalar ve rant odaklı kent politikaları. DEPREM KENTSEL DÖNÜŞÜME BAHANE OLDU Deprem beraberindeki tüm risklerin yanı sıra İstanbullular için kentsel dönüşüm projelerinin de bahanesi oldu. Kadıköy Fikirtepe Kentsel
Dönüşüm Projesi de bunun en açık örneği. Fikirtepe deprem tehlikesi gerekçe gösterilerek 2007 Kasım’ında İBB tarafından kentsel dönüşüm bölgesi ilan edildi. Oysa İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı (JICA) firmasına hazırlattığı Türkiye Cumhuriyeti İstanbul İli Sismik Mikro Bölgeleme Dahil Afet Önleme / Azaltma Temel Planı Çalışması raporuna göre aynı bölgede Fikirtepe’den daha acil durumda olan mahalleler var. Ancak Fikirtepe’nin öncelikli olmasının nedeni bölgenin rant değerinin yüksek olması. İlgili raporda mahalleler felaket hasarlı, ağır hasarlı, orta hasarlı olarak sınıflandırılmış Fikirtepe’nin bağlı bulunduğu Kadıköy’de felaket hasarlı mahalle yok, yalnızca bir tane ağır hasarlı mahalle bulunuyor. Kadıköy’de hasar görebilir bina oranı yüzde 93 iken Güngören ve Fatih’te bu oran yüzde yüz.
Deprem odaklı bir kentsel dönüşüm projesinden bahsedebilmek için kentsel dönüşümün bu ilçelerden başlaması gerekiyor. Fakat Fikirtepe gibi rant değeri yüksek bir bölgenin öncelikli olarak proje kapsamına alınması amacın depreme hazırlık olmadığına işaret ediyor. ‘AKP’NİN ULUSAL DEPREM PLANI RANT ODAKLI’ Bu girişimlerin yanı sıra AKP hükümeti depremin 12. yıldönümümde Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı 2023’ü açıkladı. Politeknik Afet Hazırlık Grubu’ndan jeofizik mühendisi Mehmet Ceyhan UDSEP’i gazetemiz için değerlendirdi. Ceyhan UDSEP planlamasına bu konuda yetkin bir kurum olan TMMOB’nin dâhil edilmediğini hatırlattı. Ceyhan “2023’e kadar yapacağınız çalışmada İmar Kanunu’na, nazım planlarına dair bir değişiklik gündeme getirmeden ‘Sağlam
bina yapacağım, zemin etüdü yapacağım’ demekle olmaz” diyerek stratejinin gerçeklikten uzak olduğunu vurguladı. Ceyhan’a göre bu strateji parası olan için hazırlandı. Devlet, ‘paran varsa yardımcı olurum’ diyor. Bu durumu İBB’nin bir dönem bazı bölgelerde binasını yenileyenler yeni kat yapma izni vermesine benzetiyor. AKP milletvekili Prof. Dr. Pelin Gündeş Bakır’ın basına yaptığı İstanbul’da binaların yüzde 90’ının depreme dayanıksız olduğu, bunları güçlendirmenin imkansız olduğu yönündeki açıklamasına da vurgu yapan Ceyan, AKP’nin yeni İstanbullar inşa etme ve rant yaratma derdinin daha öncelikli olduğunu belirtti. Ceyhan, bazı bölgelerde bilimsel araştırma yapıldığını bazı bölgelerde ise imar planları yapıldığını söylüyor, uygulamalarda merkezi yürütmenin eksikliği giderilmeden başarılı bir deprem öncesi çalışması yapılmayacağını dile getiriyor.
KTÜ’de kayıt soygununa ‘dur’ K
aradeniz Teknik Üniversitesi’nde (KTÜ) uygulanan yeni kayıt yaptıranlardan 100 TL ve kayıt tazeleyenlerden 25 TL zorunlu bağış alınması uygulaması bu sene de devam ediyor. Daha önceki yıllarda bu uygulama yüzünden hakkında suç duyurusunda bulunulmuş ve vakıflar müdürlüğünce soruşturma açılmış olan KTÜ Vakfı ve KTÜ yönetimi bu sene de herkesin gözü önünde aynı uygulamaya pervasızca devam ediyor. Rektörlüğün hukuk-
suz bağış uygulamasına karşı, velileri ve öğrencileri uyarmak ve zorla bağış yaptırmamak için kayıtlar esnasında bildiri dağıtan KTÜ Öğrenci Kolektifi üyeleri 7 Eylül günü bir basın açıklaması gerçekleştirerek durumu protesto ettiler. Kayıt binası önünde yapılan basın açıklamasında Kolektif üyeleri bu uygulamanın kabul edilir olmadığını KTÜ Yönetimi’nin herkesin gözü önünde hukuksuzluk yaptığını söyleyerek adli makamları göreve çağırdı.
Basın açıklamasında söz alan bir veli, çocuklarını okutabilmek için yaptıkları onca masraftan sonra bir de bağış ödeyerek zor durumda bırakıldıklarını söyleyerek isyan etti. Bağış parasını
yatırmak istemediği için kaydı yapılmayan bir öğrenci ise tüm evraklarının tam olduğunu ve harç parasını da yatırmış olmasına rağmen kaydını yaptıramadığını söyledi. Eylem konuşmaların ardından sona erdi.
3
. köprü ve çevre yolu ile bağlantı yollarının geçeceği güzergâhları içeren Kuzey Marmara Otoyolu Planı’nın iptali istemiyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne karşı açılan davada bilirkişi raporu açıklandı. Bilirkişi, söz konusu işlemin planlama tekniklerine, şehircilik ilkelerine, kamu yararına ve imar mevzuatına uygun olmadığı kanısına vardı. Raporda 3. köprünün çevre planına ve planlama tekniklerine uygun olmadığı belirtildi. Ayrıca 3. köprünün orman ve su havzası alanlarından geçtiğine dikkat çekilerek orman alanlarının tahribatına, havzaların kirlenmesine, ekolojik yapının bozulmasına yol açacağı vurgulandı. Raporda, 3. köprünün İstanbul’un kentsel yayılmasını hızlandıracağı da, 2. köprüden örnekler verilerek açıklandı. Transit amaçlı kullanımın öncelikli olduğu, kent içi ulaşımın rahatlamasının mümkün olmayacağı vurgulandı.
‘Trafik kazalarına son’
A
nkara Mamak’taki Ege ve Cengizhan Mahallesi halkı, trafikle ilgili yeterli altyapı çalışmasının olmaması ve iki mahalle arasındaki Natoyolu Caddesi üzerinde çoğunlukla ölümle sonuçlanan kazaların sık sık yaşanmasına karşı bir araya geldi Büyükşehir Belediyesi’ne defalarca müracaat etmelerine karşın sorunların çözülmediğini söyleyen mahalleli, 26 Ağustos günü Sivas Gürün Köyleri Derneği’nde bir araya geldi. Şirintepe Halkevi tarafından örgütlenen ve yaklaşık 100 kişinin katıldığı toplantıya Mamak Belediye Meclis Üyesi ve bir avukat da katıldı. Toplantı sonucunda muhtarların, avukatın ve mahalle sakinlerinin içerisinde bulunduğu bir mahalle meclisi oluşturuldu. Trafik lambası ve sinyalizasyon sistemi kurulması için bir imza kampanyasına başlama kararı alındı.
Köprü ve yollar satılık
Ö
‘Barınma hakkı’ kazandı Ankara Alt›nda¤ Belediyesi’ne ba¤l› Baflp›nar Mahallesi halk›, mahallelerinde uygulanmaya çal›fl›lan kentsel dönüflüm projesine karfl› tepkilerini 12 A¤ustos’ta belediye önünde dile getirdi. 10 gün sonra belediye ile görüflen mahalleliler, kimi haklar›n› elde etti ve belediyeye geri ad›m att›rd›. Mahalleleri kentsel dönüflüm alan› olan Baflp›nar Mahallesi halk›, ilk olarak Bar›nma Hakk› Bürosu ile irtibata geçti. Bir ilkokulun bahçesin-
Bilirkişi: ‘3. köprü zararlı’
de düzenlenen toplant›da “mücadele” karar› alan mahalleliler, 12 A¤ustos’ta belediye önündeydi. ‹ki y›l önce arsalar›n›n baflka parsellere kayd›r›ld›¤›n› ve evlerinin bulundu¤u arsalar›n belediye mülkiyetine geçti¤ini belirten Baflp›narl›lar, uygulama nedeniyle evlerinin kamu arazisine yap›lm›fl kaçak inflaat muamelesi gördü¤ünü dile getirdiler. 22 A¤ustos’ta Bar›nma Hakk› Bürosu temsilcileri ile birlikte Alt›nda¤ Belediyesi’ne giden mahalleliler, belediye
yetkilileri ile bir görüflme gerçeklefltirdi. Haklar› verilmedi¤i sürece mücadele edeceklerini söyleyen Baflp›nar halk›, bir dizi hak elde etti. Buna göre proje etaplar halinde yap›lacak, Aral›k 2012’de infla edilecek konutlar 18 ayda bitirilece¤i ve mahallelilerin konutlara yerlefltirilece¤i sözü al›nd›. Mahallede enkaz bedeli uygulamas› da yap›lacak. Bar›nma Hakk› Komisyonu, mutabakat›n karar haline getirilmesini takip edecek.
zelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB), “Boğaziçi Köprüsü”, “Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ve Çevre Otoyolu” ve birçok otoyolun da içinde bulunduğu otoyolları tek paket halinde 25 yıllığına “işletme haklarının verilmesi” yöntemi ile özelleştirilecek. İhaleye katılanlardan 200 milyon dolar tutarında geçici teminat alınacak. Karayolları Genel Müdürlüğü’nün sorumluluğunda olup, üzerindeki tesislerle beraber satışa çıkarılan yollar şöyle: Edirne-İstanbul-Ankara Otoyolu, Pozantı-TarsusMersin Otoyolu, TarsusAdana-Gaziantep Otoyolu, Toprakkale-İskenderun Otoyolu, GaziantepŞanlıurfa Otoyolu, İzmirÇeşme Otoyolu, İzmirAydın Otoyolu, İzmir ve Ankara Çevre Otoyolu, Boğaziçi Köprüsü,“Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ve Çevre Otoyolu.
8
EMEK 9 Eylül 2011 / 23 Eylül 2011
Halk›n Sesi
Balcalı’da direniş sürecek AYCAN TEK‹N
Ç
ukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi’nde taşeron ihalesi yapmak isteyen hastane yönetimi Dev Sağlık-İş üyesi sağlık emekçilerinin tepkisi ile karşılaştı. 22 Ağustos Pazartesi günü ihale yapılacak salonun kapısında toplanan işçiler, hastanenin özel güvenliğinin ve polisin saldırısına uğradı. 25 işçinin gözaltına alındığı saldırıda 4 işçi de ağır şekilde yaralandı.
Adana Balcalı’da Bakanlık kararıyla taşeron şirket değil hastane işçisi olarak tescillenen işçiler bu karara uymaya yanaşmayan rektörlüğün kanun dışı ihalesin engelledi. İşçilerin direnişi polis saldırısıyla karşılaştı
TAfiERON ‹HALES‹NE KARfiI OTURMA EYLEM‹ Balcalı Hastanesi’nde çalışan taşeron sağlık işçileri 13 Ocak 2010 tarihinde Çalışma Bakanlığı kararıyla asıl işveren olan hastanenin işçisi olarak tescil edildi. Hastane yönetimi bu karara rağmen taşeron ihalesi açacağını duyurdu. 15 Haziran 2010 tarihindeki bu ihale işçilerin eylemi ile engellendi. Bu eylemde işçiler ihalenin yasa dışı olduğunu belirterek kendilerinin bakanlığın tescili ile hastanenin personeli statüsünde bulunduğunu duyurdu. Hastane yönetimi 21 Ağustos 2011 günü yeni bir ihale yapacağını duyurdu. Bu duyuru Dev Sağlık-İş üyeleri tarafından önce 72 saatlik oturma eylemi ile protesto edildi. HAKKINI ARAYAN EMEKÇ‹LERE POL‹S SALDIRDI 19 Ağustos’ta oturma eylemine başlayan Balcalı işçileri ve sendika yöneticileri ihalenin yapılacağı güne kadar oturma eylemini devam ettirdi. Hastane yönetiminin ihale yapmasını önlemek için, 21 Ağustos Pazartesi günü sabah saatlerinde toplantı salonu önünde toplanan sağlık emekçilerine polis ve özel güvenlikler saldırdı. Saldırıya uğrayan işçilerden 4’ü yaralandı, 25 işçi de gözaltına alındı. Yaralanan işçilerden Mustafa Aktaş beyin
travması, Mahmut Demirkıran kalp krizi geçirdi. İşçilerden Selma Güler'in boynunda disk kayması meydana geldi. . İşçilerin eylemine ‘Biz haklıyız biz kazanacağız’ sloganı damgasını vurdu. HAKLI TALEPLER ZOR YOLU ‹LE BASTIRILAMAZ Sabah saatlerinde yapılan saldırıdan sonra emek örgütleri hastane önünde bir basın açıklaması yaparak, polis ve özel güvenlik şiddetini kınadı.
DİSK, KESK, Adana Tabip Odası, SES ve Dev Sağlık-İş tarafından yapılan açıklamada işçilerin haklı taleplerinin zor yolu ile engellenmek istenmesine tepki gösterildi. Balcalı’daki saldırının hemen ertesi günü Bursa ve Antalya’da Dev Sağlık-İş üyesi emekçiler işyerlerinde yaptıkları kitlesel basın açıklamalarıyla Adana’ya dayanışma mesajı yolladılar. İstanbul’da da emek ve meslek örgütleri artan işçi düşmanlığına karşı sokağa çıktı.
Belediye İş eylemine ve Dev Sağlık-İş’in Samsun ve Balcalı direnişine dönük saldırılara karşı 25 Ağustos günü Taksim tramvay durağında bir oturma eylemi gerçekleştirdi. Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu eylemde yaptığı konuşmada taşerona karşı mücadelede kararlı olduklarını belirtti. TAfiERON H‹LEL‹ B‹R ÇALIfiTIRMA B‹Ç‹M‹ Taşeron sağlık emekçilerinin
asıl işvereninin hastane yönetimi olduğu mahkeme kararlarıyla defalarca ispatlanmış durumda. Balcalı Hastanesi ile gündeme gelen “taşeron ihalesi”, 2009 yılında Çalışma Bakanlığı’nca hileli olarak ilan edildi ve mahkeme tarafından da onaylandı. Balcalı Hastanesi’nde olduğu gibi Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde ve İstanbul Üniversitesi’ne bağlı İstanbul Tıp Fakültesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Diş
Direniş çadırında gül bitti
Belediye işçilerine s a l dı r ı
Balcal›’dan sald›r› haberleri gelirken ‹stanbul’da süren bir direnifl zaferle sonuçlanm›flt›. Taksim ‹lkyard›m Hastanesi’nde süren direnifl 16 A¤ustos’ta kazan›mla bitti. Devrimci Sa¤l›k-‹fl üyesi Güllü Hano¤lu’nun 12 Temmuz’da bafllatt›¤› direnifl, Atlas tafleron flirketinin ihalesine son verilmesi ve Hano¤lu’nun ifline geri dönmesi ile sonland›. 34 gün boyunca hastane bahçesinde geceli-gündüzlü oturma eylemi yapan Hano¤lu, “Gül Bahçesi” ad›n› verdi¤i çad›r›, kitlesel bir bas›n aç›klamas› yaparak 16 A¤ustos’ta kald›rd›.
İ
Hekimliği Fakültesi, Kardiyoloji Enstitüsü ve DETAM’da da taşeron çalıştırmanın hileli olduğu bakanlık tarafından kanıtlandı. Balcalı Hastanesi’nde çalışan taşeron sağlık emekçilerinin 13 Ocak 2010 tarihinde asıl işveren olan hastane yönetiminin işçisi olduğu tescillendi. O tarihte Balcalı’da çalışan 1200 taşeron sağlık emekçisinin hastanenin işçisi olduğunun tescillenmesi, Dev Sağlık-İş’in mücadelesiyle kazanılmış oldu.
stanbul Büyükşehir Belediyesi’nde (İBB) örgütlü Belediye-İş üyesi işçilerin, AKP yandaşı Hizmet-İş’e geçirilmeye çalışılmasına işçiler ve sendikacılar tepkili. Sendika değiştirmek istemeyen işçiler 22 Ağustos’ta bir eylem düzenledi. İBB önünde basın açıklaması yapan işçiler, yolu trafiğe kapatarak taleplerini dile getirdiler. İşçilerin yol kesme eylemine saldıran polis, gaz bombası ve cop kullanarak eylemi dağıtmak istediyse de işçilerin eylemini durduramadı.
İzmir’de İZFAŞ için grev v a k t i
S
Sendikalar kanunu değişiyor Ç
‘Kıdem tazminatıma dokunma yanarsın’ A
KP’nin gündeminde kıdem tazminatının kaldırılarak yerine fon kurulması var. İşçiler ise, işçilerin kıdem tazminatlarını zaten alamadığı ve işletmelerin üzerinde ödeme baskısı oluşturduğu gerekçesini öne sürerek bu haklarını gasp etmek isteyen AKP’ye tepkili DİSK Genel-İş Sendikası’nın 23 Ağustos günü başlattığı “Kıdem tazminatının gaspına izin vermeyeceğiz” kampanyası meclisin açılacağı güne kadar sürecek. Sendika bu zaman zarfında örgütlü olduğu yerlerde basın açıklamaları, yürüyüşler ve oturma eylemleri yapacak. 1 Ekim 2011 tarihine kadar sürecek kampanya ile “kıdem tazminatları konusunda yapılan planların gerçek yüzünü göstermek ve işçi sınıfını bilgilendirmek” hedefleniyor. 23 Ağustos’ta kampanyayı başlatan Genel-İş; Ankara, İstanbul, İzmir, Kocaeli ve Antep’te eylemler yaparak kampanyayı duyurdu. Eylemlerde işçiler ‘Kıdem tazminatıma dokunma yanarsın’ pankartları açtı. KIDEM TAZM‹NATI ‹fiÇ‹N‹N HAKKI Ankara’da 23 Ağustos’ta yapılan
basın açıklamasında konuşan Genelİş Genel Başkanı Erol Ekici, kıdem tazminatının işçiler için ne anlama geldiğini şöyle sıraladı: I “Kıdem tazminatı işçinin harcadığı emek gücünün ve işteki yıpranmasının karşılığında her bir yıl için aldığı 30 günlük ücreti tutarındaki yıpranma tazminatıdır. I Memurlar emekli olduklarında kamu hizmetindeki çalışmaları karşılığında emekli ikramiyesine hak kazanırlar. Kıdem tazminatı da işçinin emeklilik ikramiyesi gibidir. Yıllarca çalışan ve emekliliğe hak kazanan işçi emeklilik yaşamına başlarken işyerinden alacağı kıdem tazminatını düşünerek emeklilik planları yapar. I Kıdem tazminatı, işyerinde kıdemi artan işçi için bir bakıma iş güvencesidir. Kıdemi artan işçi, her kıdem yılı için 30 günlük veya sözleşmesindeki süre karşılığı ücreti kadar kıdem tazminatına hak kazanır. İşçiye ödenecek kıdem tazminatı işverenin keyfi işten çıkarmasına engel olur; emek gücüne kolay atılan ve kolay bulunan bir mal gibi davranılmasını durdurur.” Genel-İş’in başlattığı kampanya, kıdem tazminatının gaspına dikkat çekmeyi hedefliyor.
alışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın daveti üzerine ağustos ayının başında yapılan “Üçlü Danışma Kurulu” toplantılarında, 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu yasalarında değişiklik için çalışmaların başlatılması kararlaştırılmıştı. Bu karar üzerine önce konfederasyon uzmanları bir araya gelerek, hazırlanan tasarı taslaklarını değerlendirmiş, ardından Konfederasyon ve Bakanlık yetkilileri bir araya gelmişti. ORTAK KARAR YOK Yapılan bu ilk toplantılarda ana hatlarıyla, Türk-İş barajları ve noter şartını içeren mevcut durumun sürmesi, DİSK ve Hakİş ise değiştirilmesini savunmuş, TİSK, işyeri ve işletme barajını “kırmızı çizgi” olarak tanımlamıştı. Bakanlık ise değişiklik yapılması görüşünü dile getirmişti. Tasarı üzerine ortak bir noktaya
3’lü Danışma Kurulu’nun gündeminde sendikalar kanununda yapılacak değişiklik var varılamamış, konfederasyonların bir dizi toplantı ile taslaklar üzerinde çalışmaları kararlaştırılmıştı. Bu toplantılar geçtiğimiz günlerde gerçekleştirildi. Ancak hangi sonuçlara ulaşıldığı hala açıklanmış değil. Bakanlık tarafından konfederasyonlara sunulan taslaklar her iki yasanın önemli bir bölümünde değişikliği içeriyorsa da, ILO sözleşmeleri yönünden çok da büyük bir ilerleme sağlanamadığı görülüyor. Sendikalar Yasası’nda yapılan değişikliklerde, işçilere sendika kurma ve üyelik hakkı getirildi. Sendikaların faaliyet alanları yasa ile belirtilen işkolları ile sınırlı kaldı ve tüzüklerin sendikalar tarafından serbestçe yapılması önlendi. İşçilerin sendikaya üye olma
ve istifa etmeleri halinde noter şartı aranmayacak, bunun yerine işçiler e-devlet üzerinden işlem yapacak. Ayrıca, ayrımcılık yapıldığına ilişkin iddialarda, ispat yükümlülüğü işçinin üzerinde olacak. Birden fazla sendikaya üye olma durumunda ise işçi sadece bir işkolu ile sınırlı kalacak. Bu değişiklikler üzerinden bakıldığında, noter şartının kaldırılması ve kısmen birden fazla sendikaya üyelik dışında ILO ve Birleşmiş Milletler sözleşmelerinde belirtilen haklar yönünden özgürce sendika kurma hakkı yine kısıtlanmış görülüyor. Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası’nda yapılan ilk değişiklik, yasanın isminin Toplu İş Sözleşmesi Yasası olarak
BEDAŞ’TA işçi kıyımı
B
EDAŞ’ta Çalışma Bakanlığı kararına rağmen muvazaalı (hileli) olarak taşeron şirketlerde çalıştırılan Enerji-Sen üyesi 70 işçi işten çıkarıldı. Enerji-Sen 7 Eylül Çarşamba günü Taksim tramvay durağında yaptığı basın açıklamasında işten çıkarılmaları ve taşeron çalışmayı protesto etti. Eylemde “BEDAŞ’ta şalter inecek taşeron bitecek” yazılı bir pankart açıldı. Aynı saatlerde sendika başkanı Kamil Kartal BEDAŞ Genel Müdür Yardımcısı Avni Doğan ile
işçilerin durumu hakkında görüşme yaptı. Yapılan görüşmede Doğan, işçilerin işe geri alınacağı sözünü verirken net bir tarih vermekten kaçındı. Görüşmenin ardından basına açıklama yapan Kartal, işçilere yönelik başta taşeron çalıştırma olmak üzere hukuksuzluğun devam etmesi halinde tüm meşru mücadele biçimlerine başvuracaklarını ifade etti. Kartal ayrıca Çalışma Bakanlığı müfettişlerinin, BEDAŞ’ta taşeron çalışmanın muvazaalı olduğunu tespit ettiğini söyledi.
değiştirilmesi oldu. Grevin uygulanması konusunda ise eski yasadaki yasak ve kısıtlamalar korundu hatta sendika ve işçilere getirilen cezai hükümler daha da artırıldı. İşkolu barajı binde 5’e düşürüldü, işyeri ve işletme barajları eskisi gibi yüzde 50+1 olarak korundu. Sonuç olarak toplu sözleşme hakkı, konfederasyonlara çerçeve anlaşma yapma yetkisi tanınmış, böylece fiilen uygulanan kamu işyerleri için yapılan protokollere yasal zemin yaratılmış oldu. Ancak sendikaların bu çerçeve anlaşma için konfederasyonlara yetki verip vermeyeceği, imzalanan çerçeve anlaşmayı onaylayıp onaylamayacağına ilişkin hiçbir düzenleme yapılmadı. Yapılmak istenen değişikliklerin, Türkiye’yi ILO’nun kara listesinden çıkarmaya yetmeyeceği gibi milyonlarca emekçinin örgütlenme, toplu sözleşme ve grev hakkını kullanmasına yeni bir olanak sağlamayacağı görülmekte.
osyal-İş Sendikası, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İzmir Fuarcılık A.Ş.’de (İZFAŞ) toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması nedeniyle 5 Ağustos’ta aldığı grev kararını 22 Ağustos’ta uygulamaya koydu. İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin İzmir 1. İş Mahkemesi'ne yaptığı itiraz sonucunda grev İzmir Enternasyonal Fuarı geekçe gösterilerek "milli servete zarar" ve "ülkenin itibarını zedeleme" ihtimaliyli 20 gün durduruldu.
Kocaeli SGK’da sürgün
K
ocaeli Sosyal Güvenlik Kurumu’nda çalışan BES üyesi emekçilerin kendi rızaları dışında başka yerlere sürgün olarak gönderilmesi, sendika tarafından kınandı. 28 Temmuz’da yapılan atamaları sürgün olarak değerlendiren BES, üyelerinin derhal geri getirilmesi gerektiğini belirtti. Şube Sekreteri Gülüzar Ateş de dahil olmak üzere toplam 18 emekçinin çalışma yerleri değiştirilerek Kandıra, Çayırova ve Gebze SGK’ye atandı.
EKONOMİ
9
9 Eylül 2011 / 23 Eylül 2011
Halk›n Sesi
Lale Devri üstümüze yıkılıyor İktisatçı Korkut Boratav yaklaşan krizi ve mevcut ekonomik durumu Lale Devri’nin sonu olarak değerlendirdi. Toplumların, olanakların üzerinde tükettiği bu devrin bittiğini söyledi
D
ünya ekonomisinde işlerin daha da kötüye gideceğini ve bunun Türkiye’yi teğet geçmeyeceğini artık hükümet yetkilileri de dile getirir oldu. Ekonomiden sorumlu devlet bakanı Ali Babacan’ın bayramdan önce gündeme gelen açıklaması, Tayyip Erdoğan’ın “Bu kez teğet bile geçemeyecek” söylemiyle ters düşüyor. Babacan dünya ekonomisinin kötüye gittiğini, ikinci dip beklentisinin gündemde olduğunu, bu doğrultuda Türkiye ekonomisinin olumsuz etkileneceğini ve dolayısıyla da büyümenin 2012 için geri planda kalacağını söyledi. Hem Avrupa hem de ABD de en son açıklanan büyüme rakamları küresel anlamda durgunluğa gidildiği endişelerini artırdı. Almanya ekonomisi ikinci çeyrekte yüzde 0,1 büyürken, Fransa ekonomisi büyümedi ve bunların sonucunda Euro bölgesi ekonomilerinin ikinci çeyrek büyüme oranı yüzde 0,2’de kaldı. Ayrıca ABD için açıklanan ikinci çeyrek büyüme oranı yüzde 1,3 olarak beklentilerin altında kaldı ve bunun yanında ilk çeyrek büyüme oranı da yüzde 1,9’dan yüzde 0,4’e indirildi. Bu açıklamalara bir de kredi derecelendirme kuruluşlarının dünya ekonomisi için yaptığı büyüme tahminini aşağıya çekmesi eklenince artık Marksist’inden liberaline, muhalefetinden iktidarına herkes sistemin kendi içinde bir çıkış üretmediğini ve krizin kapıya dayandığını söylemeye başladı. LALE DEVR‹N‹N SONU Usta iktisatçı Korkut Boratav mevcut durumu, Lale Devri’nin sonu olarak değerlendirdi. Boratav mevcut durumu şöyle
değerlendirdi: “Toplumlara, olanakların üzerinde tüketmek; ‘yarın Allah kerim, günümüzü gün edelim’ diyerek yaşamak damga vurmuşsa, böyle zamanlara (Osmanlı’yı hatırlayarak) “Lâle Devri” deriz. AKP’li yılların bir bölümü de bu türden iki ‘Lâle Devri’nden oluşuyor. Ve İkinci Lâle Devri de son bulmak üzeredir.” AKP iktidarının Türkiye’yi dış kaynak girişlerine teslim ettiğini ve sermaye hareketlerinin canlı olduğu 2003-2007 döneminde bundan nemalanarak 2007 seçimlerinde oylarını artırdığını beliren Boratav bu ilk Lale Devri’nin 20082009 dönemindeki küresel
çalkantı ile son bulduğunu belirtti. Türkiye’nin yüksek borç ve dış açık ile yakalandığı bu dönemde sıcak paranın çıkışı ekonomide yüzde 7.9 oranında bir küçülme ile sonuçlandı ve krizin en yoğun dönemine denk gelen Mart 2009’daki yerel seçimlerde AKP yüksek oranlı oy kayıplarına uğradı. 2010’da ABD ve AB’de büyük miktarda paranın piyasaya pompalanması ile yeniden sıcak para hareketlerinin başlaması ikinci Lale Devri’ni başlattı. AKP 2011 seçimlerine de bu avantajla girdi. Ancak büyük miktarlarda para pompalanmasının
dünya ekonomisinde motorları çalıştırmadığı ve bu Lale Devri’nin de sonunun yaklaştığı itiraf edilirken Türkiye’nin bu sürece daha tehlikeli bir durumda yakalandığı görülüyor. Cari işlem açığı, 2011’in ilk altı ayında 38 milyar dolara yani 2007’nin on iki aylık düzeyine çıktı. Mart 2011’de dış borçlar, kriz öncesi (Eylül 2008’deki) düzeyi aşıp; 300 milyar dolara ulaştı. Kısa vadeli dış borçlar ise daha kötü biçimde tırmanarak kriz öncesinde 58 milyar iken, Haziran 2011’de 85 milyar dolara ulaştı. Türkiye 2010’un sonundan beri döviz tırmanışta ve bu, “yükselen” ekonomilerin
çoğunda döviz fiyatları ucuzlamasına rağmen yaşanıyor. Boratav tüm bunların bir kriz öngörüsü değil sadece İkinci Lâle Devri’nin son bulması olduğunu söylüyor ve bunun nasıl bir yıkıma yol açacağının da bir yıl içinde görüneceğini belirtiyor. ‹fiS‹ZL‹K VE YOKSULLAfiMA KAPIDA Ali Babacan’ın ekonomik büyümenin bir daha 2010 düzeyini yakalayamayacağı hatta yüzde 5’in dahi altında kalacağı yönündeki itirafının iki karşılığı var: İşsizlik ve yoksullaşma. Ekonomik büyüme gerçekleşmeyeceği için istihdam artışı sağlanamayacak
ve işsizlik yeniden tırmanışa geçecek. Son dönemde krediye dayalı harcamaları kısıtlayın uyarılarına rağmen tüketici kredisi kullanımının hız kesmediği, çünkü toplumun önemli bir kesiminin ancak borçlanarak yaşamını sürdürebildiği görülüyor. Kriz bu kredi döngüsünün sürdürülebilirliğini yani toplumun kredilere muhtaç kesiminin mevcut yaşam standartlarını sürdürmesini de tehdit ediyor. Kaçınılmaz kriz karşısında finansal dengeleri güvence altına almaya çalışan hükümet işsizlik ve yoksullaşma karşısında ise herhangi bir tedbir almıyor.
İşsizlik oranı azalıyor mu? T
UİK’ten yapılan açıklamaya göre işsizlik mayıs ayında geçen yılın aynı ayına göre 1.6 puan azalarak yüzde 9.4’e düştü. Ancak işsizlik rakamlarının detaylarına baktığımız zaman düştü diye müjdelenen işsizlik oranının arttığını görüyoruz. TUİK’ten yapılan açıklamanın içinde mevsimsel etkilerinden arındırılmış işsizlik oranı yüzde 10.1’den 10.3’e çıktı. Öte yandan sanayi istihdamında yaşanan artış hız keserek önümüzdeki dönemde yaşanabile-
cek durgunluğun ilk sinyali verdi. İstihdam rakamlarına baktığımız zaman inşaat ve hizmet sektörlerinde çalışanların toplam istihdam içindeki payı yüzde 50’nin üzerine çıkmış durumda. Ekonomik çalkantılara karşı çok duyarlı olan inşaat ve hizmet sektörlerinin istihdamda bu kadar büyük pay sahibi olması muhtemel bir ekonomik durgunlukta ciddi istihdam kayıpları ile karşı karşıya kalacağımıza işaret ediyor. Önümüzdeki süreçte Avrupa ve ABD’deki borç krizin-
Ulaşım zam şampiyonu
D
öviz fiyatlarındaki artış ve Ramazan’ın da etkisiyle enflasyon yeniden tırmanışa geçti. TÜİK'in hazırladığı ağustos ayı enflasyon verilerine göre en fazla zam yüzde 12,08 ile halkın en temel haklarından olan ulaşıma yapıldı Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan ağustos ayı veri-
lerine göre TÜFE'de aylık değişim yüzde 0,73, ÜFE'de ise yüzde 1,76 olarak yaşandı. 2010 Ağustos'una göre TÜFE'de en yüksek artış yüzde 18.38 ile halkın en temel haklarının da içerisinde bulunduğu çeşitli mal ve hizmetler grubunda gerçekleşti. Yüzde 12.08'lik zam oranı ile ulaştırmaya en yüksek
zam gelirken, barınma eşyalarına yüzde 8,13, beslenme ürünlerine yüzde 7.98, giyim ve ayakkabı ürünlerine yüzde 7,42 zam yapıldı. TÜİK tarafından açıklanan verilerde dahi AKP'nin seçim sonrasında hızla yürürlüğe koyduğu zamlar ve zamların halkın üzerindeki etkisi göze çarpıyor.
den kaynaklı yaşanacak durgunluklar Türkiye ekonomisini istihdam yönünden olumsuz etkileyecektir Mayıs ayı işsizlik rakamları da bu yönde işaretler içeriyor. Mevsimsel etkilerden arındırılmış işsizlik oranının 2005’ten günümüze kadarki seyrine bakarsak hem 2008-2009 kriz döneminin etkisini net bir şekilde görebiliyoruz hem de önümüzdeki dönemlerde yaşanacak işsizlik artışının da ilk sinyallerini görebiliyoruz.
Hükümet sendikalar› KP bir taraftan muhalifleri sindirmek için her türlü polisiye ve yargısal tedbiri almayı ihmal etmezken diğer taraftan da kendine bağlı bir sivil toplum yaratmak için de büyük bir çaba içerisinde. Sendikal alanda da HAK-İŞ ve MEMUR-SEN’in bu işlevle donatıldığı anlaşılıyor. Bu iki konfederasyon çalışanların ve üyelerinin temel meseleleriyle ilgilenme dışında her türlü protokol ziyareti gerçekleştiriyor ve mühim meselelerle bütün zamanlarını dolduruyorlar. Güvencesiz çalışmanın giderek yaygınlaştığı, işçi ücretlerinin reel olarak sürekli azaldığı, sendikasızlaştırmanın neredeyse yasal uygulama haline geldiği bir ülkede sendikaların her şey yolundaymış gibi protokol ziyaretleriyle yetinmesinin anlamı açıktır. Allah için bir tek işyeri ziyareti, bir tek eylem, direniş, mücadele haberi, hükümeti eleştiren tek bir yazı… HAK-İŞ’in neler yaptığını öğrenmek için web sitesine girdiğimizde gördüğümüz tablo şöyle: Ana sayfada, manşet olarak koydukları 12 adet haber var. Birincisinde; Genel Tufan Başkan’ın işçilerin Ramazan Sertlek Bayramını kutlama mesajı. Dev Sa¤l›k-‹fl İkincisinde; Genel Başkan Yönetim Kurulu gazetecilerle iftar yemeğinde Üyesi buluşmuş, Üçüncüsünde; Genel Başkan Cumhurbaşkanı’nın verdiği iftar yemeğine katılmış, Dördüncüsünde; Genel Başkan’ın terörü lanetleme açıklaması var. Beşincisinde; Hak-İş’in düzenlediği Somali’ye yardım kampanyasının Kanal 24 televizyonundaki tanıtım programı yer almış. Altıncısında; Hak-İş’in Somali’ye düzenlediği yardım kampanyasının basın açıklaması var. Yedincisinde; Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in sendikaların yetki istatistikleriyle ilgili açıklamasında “HAK-İŞ ve DİSK” tarih olur sözüne ilişkin Çalışma Bakanı’nın yaptığı açıklamaya yer verilmiş. Sekizincisinde; HAK-İŞ Meclis Başkanı Cemil Çiçek’i ziyaret etmiş. Çiçek’in uzlaşmacı kişiliği takdir edilmiş. Dokuzuncusunda; Devlet Bakanı Fatma Şahin ziyaret edilmiş. Ziyarette HAK-İŞ’in kadın istihdamına karşı duyarlılıkları anlatılmış. Onuncusunda; İçişleri Bakanı ziyaret edilmiş. Ziyarette torba yasa ile sürgün kararı alınan işçilerin durumları bakana iletilmiş, teröre karşı mücadelede sivil toplum kuruluşlarının da devreye sokulması istenmiş, Fisko Birlik çalışanlarının paralarının ödenmesi için ricada bulunulmuş, Onbirincisinde; Kamu Toplu Sözleşmeleri Çerçeve Protokolünün imzalandığına ilişkin bilgi verilmiş. Onikincisinde; Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ziyaret edilmiş ve bazı konularda birlikte çalışma dilekleri iletilmiş. MEMUR-SEN’inki ise şöyle: Manşette 9 haber var: Birincisi: Ramazan Bayramı tebrik edilmiş. İkincisi: Kadir gecesi kutlanmış. Üçüncüsü: Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ziyaret edilmiş ve yeni anayasa çalışmalarına destek verilmiş. Dördüncüsü: Ulaştırma Bakanı ziyaret edilmiş ve Memur Sen’in Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşu olduğu iddia edilerek yeni anayasa konusundaki çalışmaları anlatılmış. Ayrıca Bakanlık bünyesindeki bazı işkollarında çalışan memurların sorunları aktarılmış. Beşincisi: Somali’ye yardım için yapılan etkinlik haberi verilmiş. Altıncısı: Baş Müzakereci Egemen Bağış ziyaret edilmiş: Egemen Bağış MEMUR-SEN’le birlikte AB sürecindeki çalışma hayatına ilişkin konularda işbirliği yapmaktan mutlu olacağını söylemiş. Yedincisi: Toplu Sözleşme Yasası için yapılan hazırlık çalışmaları anlatılmış. Sekizincisi: Bülent Arınç ziyaret edilmiş. Dokuzuncusu: Cumhurbaşkanı’nın iftar davetine katılınmış. Emek alanında o kadar da can sıkacak bir durum yok yani. İnsanın en azından morali düzeliyor. Kendinizi kötümser hissettiğinizde HAK-İŞ’le MEMUR-SEN’in sitesini ziyaret edin, içiniz açılır biraz.
A
Zenginden şaşırtan itiraf Dünya ekonomisinin içinde bulundu¤u s›k›nt›l› durum zenginlerin de keyfini kaç›rmaya bafllad› ve keyifsizlik beraberinde beklenmedik itiraflar› getirmeye bafllad›. Öyle ki dünyan›n üçüncü zengini olan Warren Buffet “Ben ve arkadafllar›m yeterince fl›mart›ld›k” diyerek sistemin zenginden, sermayeden yana tavr›nda ölçünün kaçt›¤›n› itiraf etti. Öte yandan Warren kendisinden al›nan verginin flirket çal›flanlar›ndan al›nan›n yar›s› kadar oldu¤unu da sözlerine ekleyerek itiraf›n› somutlaflt›rm›fl oldu. S›k›nt›lar›n afl›labilmesi için art›k bugüne kadar dokunulmaz olanlara art›k dokunman›n zaman›n›n geldi¤ini söyleyerek krize çare arayanlara da yol göstermifl oldu.
10
KİBELE 9 Eylül 2011 / 23 Eylül 2011
Halk›n Sesi
Beyaz tülbentin ça¤r›s› Savaşı durdurmak için sınıra yürüyen Barış Anneleri İnisiyatifi, 21 Ağustos günü, 9 askerin hayatını kaybettiği Hakkari Çukurca karayolunun 12’inci kilometresinde barış için anlamlı bir girişimde bulundu: Askerlerin hayatını kaybettiği noktaya beyaz tülbent bıraktı. Yere tülbent bırakılması Kürt aşiretleri arasındaki çatışmaların sona ermesi için kadınların yaptığı bir çağrıdır. Kökü çok eskilere dayanan bu gelenek, savaş ve çatışmalardan en çok mağdur olan kadınların ellerindeki tek ‘silah’tır. Bu silah hiç kimsenin hayatını elinden almaz, aksine daha fazla insanın ölmesini engellemek için sahip olunan tek güçtür. Kadınların kendi kaderleri, ailelerinin kaderleri üzerine sınırlı da olsa söz söyleyebildikleri nadir durumlardan birini ifade eder. Kürt kadılarının 30 yıllık savaş ve ölen binlerce insanın acısı ile yaptığı bu çağrı karşılıksız bırakılamayacak kadar anlamlı. Türkiye’nin farklı noktalarında bu çağrıyı dile getirmek ve yaklaşan savaşı durdurabilmek umuduyla oturma eylemleri Kibele’den yapan Barış Anneleri kendileri Mektup gibi diğer tüm annelere, savaşta bedeni ve yüreği ile en ağır bedeli ödeyen tüm kadınlara çağrıda bulunuyor: Eylemlerini sadece kendi çocukları için değil, savaşla hayatı tehlikeye giren bu ülkenin tüm çocukları için yaptıklarını üstüne basa basa dile getiriyorlar. Barış Annelerinin çağrınsa kulak vermeliyiz. Biliyoruz televizyonlarda izlediğin gencecik insanların ölüm haberleri seni üzüyor, kararan hayatlar için öfkeleniyorsun, gazeteler, televizyonlar “intikam” diyor, “savaş” diyor, “yanlarına bırakmayacağız” diyor. Hükümet “terörün kökünü kazımak için” son büyük savaşına hazırlanıyor. “Bir gider bin geliriz” diyor. Belki de hak veriyorsun. Fakat bu ülkenin işkenceler, ölümler, faili meçhullerle geçen 30 yıllık deneyimi bize savaş çağrılarına teslim olmamamızı hatırlatacak kadar acı gerçeklerle dolu. Savaşla çözülemeyen Kürt sorunu ölen 30 binden fazla insanın arasına her geçen gün yenilerini ekliyor. Ölümlerin vebali çözümü savaşta arayan hükümetlerin, medyanın savaşı kışkırtan kalemlerinin, varlığını savaşla anlamlandıran tüm militarist kurum ve ideolojilerin boynuna deyip kenara çekilemeyiz. Bir savaşa, yaşanan ve yaşanacak tüm savaşlara sessiz kalmak, en çok kadınların zarar gördüğü sürecin inşa edilmesine ortak olmak demek. Analar ağlamasın diyerek hamaset yapanların siyasi hesaplarını görmezden gelmeyelim. Savaş tamtamlarına teslim olmamak için başka bir yol olmalı. Bu yolda en önde yürüyen ise savaşın kurbanlaştırdığı kadınlar olmalı. Bizim olmayan bir savaşta bize ait her şeyi kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Ailelerimiz, hayatlarımız, ruh ve beden sağlığımız kaybedeceklerimizin listesinin en başında gelenler. Savaşla birlikte daha da güçlenecek olan militarist havanın, şovenizmin kadın düşmanlığını besleyeceği, erkek şiddeti ile adeta kadın kırımının yaşandığı bu günlerde kadına yönelik şiddetin savaş rüzgarı ile daha da fazla tırmanacağı gerçeği de, savaşa kadınların dur demesini gerektiren bir başka gerçek. Sınır boylarında yürüyen dillerini bilmediğimiz ama acılı yüzlerini okuyabildiğimiz beyaz tülbentli kadınların çağrısına bulunduğumuz her yerden kulak verebilmeliyiz.
Kadın ve ‘çay’ sohbeti Kemalpaşa festivalinde Tülay Altınkaya ile “çay” sohbeti yaptık. Altınkaya, çay işindeki ve Hopa’daki kadınların yaşamlarını anlattı TUBA GÜNEŞ
8
. Halkevleri Kemalpaşa Halk Festivali için Kemalpaşa’daydık. Festival süresince konuştuğumuz kadınlar, yörenin büyük oranda geçimini sağladığı çay tarlalarından “benim çay” diye bahsediyorlardı. Gece yapılan konserlere, mahallelerinden, köylerinden kadın arkadaşlarını toplayıp geliyorlardı. Çocuklar “annelerinin” ev yaptırdığından söz ediyordu. Buranın kadınlarında bir hikmet vardı. Bunu çözmek için Kemalpaşalı kadınlardan biriyle sohbet ederek sizlere aktardık. Çay neden kadınların işiydi? Kemalpaşalı kadınlar nasıl yaşıyordu? Tülay Altınkaya bir çay üreticisi. Önce işini anlattı. Çayda kontenjan ve kota uygulamaları başladığından beri çay üreticilerinin gelirleri düşmüş. Kota düşürüldükçe, özellere daha çok satış yapmak durumunda kalıyorlarmış. Kota devlete satabilecekleri maksimum çay anlamına geliyor. Devlete satabileceklerinden fazla ürettikleri çay, özellerin satın almasını bekliyormuş. Bekleyen çay da mecburen daha ucuza gidiyormuş. Üreticiler bekleyen çayı üçte bir fiyatına özel şirketlere satmak zorunda kalıyorlarmış. Tülay Abla’ya çayın neden kadınların işi gibi görüldüğünü sordum. Çay karnelerini en baştan ele geçirdiklerini anlattı. Çay tarlaları genelde kadınların olmuş böylece. Kadınlar, bu işi hem severek yapıyor hem de kendilerini güvende hissediyorlar. Tülay Abla çayın, kadınlar için, yorgunluğu ve kota sorunu dışında problemsiz bir iş olduğunu düşünü-
yor. Öyle ki “Mutlu bir kadınla konuşuyorum galiba” dediğimde “Evet” diyor. Sivas’ta ve Rize’de de yaşadığını ve oradaki kadınlarla kıyasladığında Hopalı kadınların şanslı olduğunu söylüyor. “Bizim herşeyimiz var. Güvencemiz var. Rize’deki kadınlar, bizim gibi böyle bir festivale gelemezler. Ama...” diyor, “Çok şey başardık.” Çay tarlalarını üzerlerine almışlar, yani eyvallah etmemişler erkeklere. Bir yandan da sevmişler onları. Sevmişler ama sevgileri, toplumsal cinsiyet rollerini kabul edip, kimi şeyleri kadınlık vazifeleri olarak görmenin sorunsuz olduğu düşüncesini doğurmuş. Tülay Abla, kadınların çayda ve başka işlerde çalışmasının onları özgürleştirdiğini düşünüyor. Ama anlattığına göre; yemekleri yine kadınlar yapıyor, bulaşıkları onlar yıkıyor, mayıstan ekime kadar çayda çalışıyor, çaya giderken ya çocukları da yanlarında götürüyor ya da çocukları başka kadınlara ama erkek egemenliğinin kurduğu ilişkiyle kayınvalidelerine bırakıyorlarmış. Yine de Tülay Abla bunları severek yaptığını söyledi. Şiddet konusuna geldiğimizde, Hopa’da kadına yönelik şiddet olaylarının da çok olmadığını, binde bir karşılaştıklarını belirtti. Her gün 5 kadının öldürüldüğü bir ülke içinde böyle bir bölge beni de heyecanlandırmıştı. Ama Tülay Abla’nın tarifine göre Kemalpaşa’da kadınlar özgür olmalarına karşın, elbette
gerçek bir özgürlüğü yakalamış sayımazlar. Kocası ne iş yapıyor? Kocası “boş geziyormuş”, öyle deyip güldü. “Burada erkekler boş geziyor biraz” diyor. Ama erkekler biraz da yörenin zorunlu şartlarından, bulabilirlerse, çoğunlukla nakliyecilik ve inşaat sektöründe iş bulabiliyorlar. Kadınlar da bir yandan çalıştıkları için kendilerini özgür hissederlerken, boyunlarında başka bir yük daha oluyor. Biraz sıkıştırınca, “Kocanız çalışmıyor, çocuklara siz bakıyorsunuz hem de çalışıyorsunuz” deyince, “Ama taksicilik yapıyor işte” dedi. Hem de kocası iş arıyormuş. Yeni bir tünel yapılacakmış. Onun için işçi alınacakmış. Oraya girmesini umuyor. Tülay Abla, kocası ve çevresindeki erkeklerin hep iyi yönlerinden bahsediyordu. Ben gerçekte Hopalı kadınların neler yaşadığını öğrenmek istediğimden, “Kocalara laf söyletmiyoruz yani” dedim. Çok güldü. “Napalım” dedi. “Peki çay yılın yarısını alıyor. Madem özgürleştiriyor çalışmak, bütün bir yıl çalışmak ister miydin çayda?” diye sordum. İstemezmiş. Öyle söylüyor. Ama başka işlere nedense sıcak bakıyor. “Kalan zamanda da dışarıda çalışmayı düşünmez misin?” dedim. Bunu daha önce düşünemediğini söyledi. Ama evlenmeden önce olduğu gibi kuaförde çalışabileceğini ekledi. Yetenekli olduğunu, hem de Kemalpaşa’da sadece bir kuaför
ile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, kendisinin tabiri ile ‘muhafazakar bir partinin bakanı’ olmasının gereklerini yerine getirmeye devam ediyor. Balçiçek İlter’in HaberTürk’teki Karşıt Görüş programına katılan Şahin, izleyicilerin talepleri nedeniyle İlter’in sorduğu soruları yanıtladı. İlter, Şahin’e, eski bakan Kavaf’ın “Eşcinsellik hastalıktır, tedavi edilmelidir” ifadelerini hatırlatarak, eşcinsellik konusundaki fikirlerini sordu. Şahin, aile değerlerini sarsmadığı müddetçe her türlü desteği verebileceklerini söyledi. Şahin şöyle yanıt verdi: “Dünya Sağlık Örgütü bu konuda bir çalışma yapmış, Bilim dünyası bu konuyu tartışıyor. Bakan olarak yorum yapmayı doğru bulmuyorum. Bu ülkenin bakanı olarak her türlü ayrımcılığı redde-
den ve herkesi vatandaş olarak gören ve herkesin sorununu çözmeye çalışan bir anlayışın hâkim olmasını önemsiyorum…” Şahin, uzun ve gerçek yanıtını ertelediği açıklamasını “Ben muhafazakâr demokrat bir partinin bakanıyım, çözüm adına yapılması gereken ne varsa biz varız, aile değerlerini yok eden kavramlar üzerine de koruyucu tedbirleri almamız gerekir” diyerek bitirdi. Şahin’in aile değerleri diyerek, küçük bir sınırlama getirir gibi dile getirdiği durum ise eşcinsel haklarıyla ilgili sorunların köküne işaret ediyor. Eşcinsel evlilik ve eşcinsel birliktelikler, genel ahlak kuralları, toplumsal cinsiyet rolleri konularında getirilecek özgürlük ve hak taleplerinin bakanın açıklamalarına göre karşılanması mümkün görünmüyor.
vurguluyor) ona “oku” demiş. Ama istememiş o zaman. Sonra pişman olmuş. Biz bunları konuşurken, festival ve konserler sürüyordu. Tülay Abla bir anda yerinden fırladı. “A bu benim çocuğum” dedi koştu. Oğlu konserde gitar çalıyormuş meğer. Kaçırmak istemedik. İkimiz de oğlunu ve diğer çocukları dinlemek üzere konser alanının kalabalığına girdik.
Suyun başında kadınlar var
Festivali Kemalpaşa halkıyla birlikte düzenleyen Halkevleri’nde kadınlar olarak ayrıca eylemler yapıp yapmadıklarını da sordum. Kadınlar olarak özel eylemler yapmıyorlarmış ama “Zaten direnişlerde en önde kadınlar oluyor” dedi.
Tülay Abla Halkevci arkadaşlarının çayda kotanın düşürülmesi ile ilgili daha yeni bir eyleme çağırdığını söyledi. Hemen başka bir komşusuna söylemiş, o ona söylemiş, o ona... Önce kadınlar koşmuş velhasıl. Karadeniz’de kadınların sularını sattırmamak için verdikleri mücade, HES’lere karşı sürdürdükleri inat ve çaylarıyla ilişkili olarak karşılaştıkları saldırılara karşı yaptıkları eylemler, kadının gündelik yaşamda kadın olarak yaşadıkları sorunlarla da başa çıkma yöntemleri olarak karşımıza çıkıyor.
Anneler barışa çağırıyor Ülkede artan savaş naraları, başlayan operasyonlar ve ölümler nedeniyle kadınlar savaşa karşı barış taleplerini yükseltiyor
Bakandan eşcinsellere ‘müjde’ A
olduğu için ihtiyaç da olduğunu söyledi. Ne kadar bulaşık yıkamak, yemek yapmak gibi ev içi işleri neredeyse seviyormuş gibi anlatsa da çay işini anlatırken olduğu gibi bu yeni plan da onu heyecanlandırdı, anlatırken gözleri parladı. Artvin ve ilçelerinde okuma oranının yüksek olmasından söz açıldı. Liseyi okumamasından dolayı pişman konuştu. Aslında, “çevresindeki erkekler dahil” (kendisi
T Kadınlar şortlarıyla eylemde BJK kad›n valeybol tak›m› oyuncusu Nurcan ‹brahimo¤lu 28 Temmuz’da flort giydi¤i gerekçesi ile bir belediye otobüsünde darp edildi. Konunun gündeme tafl›nmas› üzerine bir grup kad›n eylem yapt›. fiortlar›yla Kad›köy’deki Kabatafl-Befliktafl iskelesi önünde bulu-
flan kad›nlar, birlikte yolculuk yapt›lar. Kad›nlar ad›na bas›n aç›klamas› yapan Ifl›kspor oyuncusu Baflak Koç, olay›n ac› verici oldu¤unu söyledi. Koç, “Bize benzemeyeni fliddetle yola getirmeye çal›flmak bir ç›kmaz yoldur” diye konufltu.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakan› Fatma fiahin ‘kad›n sivil toplum örgütleri’ ile görüfltü¤ü toplant›s›n› yukar›daki foto¤rafla duyurdu. Temsilci profili dikkat çekiyor.
SK’nın PKK kamplarına yaptığı hava harekatı ve artan savaş tehditlerine karşı Barış Anneleri’nin etkili ve anlamlı sesleri yükseliyor. Hem sınır içi hem de sınır ötesi hava saldırılarını protesto etmek için 23 Ağustos’ta, Van, Ağrı, Muş ve Iğdır'dan yola çıkan kadınlar, Çukurca sınır hattında bulunan 49 Nolu sınır taşına 200 metre kala polis ve askerler tarafından durduruldu. Bunun üzerine kadınlar oturma eylemi başlattı. ‘ASKER ANNELERİ SAVAŞA SESSİZ KALMA’ Van, Ağrı, Muş ve Iğdır'dan yola çıkan ve Hakkari'nin Çukurca İlçesi'nin sıfır noktasına giden kadınlar, sınıra varmadan ‘askeri yasak bölge’ olduğu gerekçesiyle durduruldu. Bunun üzerine kadınlar, 49 Nolu sınır taşının 200 metre gerisinde oturma eylemi başlattı. “Savaşa hayır, barış hemen şimdi”, “Ne asker, ne gerilla ölsün” diyen kadınlar, asker annelerini de savaşa karşı sessiz kalmamaya ve barış talebini yükseltmeye çağırdı. ‘KÜRT SORUNU OPERASYONLARLA BİTMEZ’ Eyleme katılan BDP Iğdır Milletvekili Pervin Buldan burada yaptığı açıklamada, “Bugün operasyonun yapıldığı sıfır nok-
tasında bulunuyoruz. 30 yıldır bu coğrafyada bir savaş yaşanıyor. Bu savaşta hepimiz büyük acılar yaşadık. Biz operasyonların durması, akan kardeş kanının durması için buradayız. Bu sorun operasyonlarla bitmeyecek. Biz buna inanıyoruz" dedi. DAYANIŞMAYLA SABAHLADILAR Barış Anneleri’nin Şırnak sınırındaki canlı kalkan eylemi, savaş ve barış konularında tartışmalar ve belde sakinlerinin hazırladığı iftar yemekleri ile sürdürüldü. Barış Anneleri buradaki eylemlerine 27 Ağustos’taki Demokratik Toplum Kongresi’ne katılmak
üzere 25 Ağustos’ta son verdi. BARIŞ ÇAĞRISI HER YERDE Kürt illerinde barış eylemleri sürerken, İstanbul Bakırköy’de Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’ndan kadınlar bir eylem gerçekleştirdi. İncirli’de buluşarak Özgürlük Meydanı’na yürümek isteyen yüzlerce kadın polis tarafından engellendi. Bunun üzerine burada, barış taleplerini tekrarladıkları bir basın açıklaması gerçekleştirdiler. Eyleme katılan BDP Milletvekili Sabahat Tuncel, hükümeti operasyonları durdurmaya çağırdı ve barışa çağrı yapan bir eylemi polisin engellemeye çalışmasını kınadığını belirtti.
11
YÜZ YÜZE 9 EYLÜL 2011 / 23 EYLÜL 2011
Ya sosyalizm ya barbarlık
Halk›n Sesi
Ekonomik krizin ulusalarası gelişmelere ve ülkemize yansımaları üzerine sosyalist iktisatçı Prof. Dr. Erinç Yeldan’la yaptığımız söyleşilere devam ediyoruz. Geçen sayımızda Yeldan’la kriz karşısında AKP hükümetinin tavrı ve krizin emekçi sınıflar üzerindeki olası yansımaları üzerine konuşmuştuk. Bu sayıda ise krizin uluslararası yansımaları ve emekçi sınıfların egemen politikalar
karşısında nasıl bir karşı strateji geliştirebileceği üzerine konuştuk. Yeldan sistemin artık bir eşiğe dayandığını ve kendi içinde bir çözüm üretemediğini, bunun da bugünkü savaşlarda görüldüğü gibi yıkıcı sonuçları olduğunu belirtiyor. Sistemin artık ‘sistem içi’ talepleri bile karşılayamayacağını belirten Yeldan, solda sistem içi ve sistem karşıtı talepleri birlikte savunan bir strateji izlenmeli diyor.
BALON SÖNÜYOR; K‹M‹, NEREDE, NASIL ETK‹LEYECE⁄‹ MEÇHUL
Kapitalizm savaşsız yönetemez
K
apitalizmin içine düştüğü çelişkili ortamı öteleyecek bir mali gelişme kapitalizmin kalelerinin yaratacağı miktarı aşmış durumda
Dünya ekonomisinin bugünkü durumunu nasıl tarif edebiliriz? Küresel ekonomide büyük durgunluk diye ifade edilen, çok tehlikeli bir konjonktür içindeyiz. Kapitalizm 1970’lerde oluşmaya başlayan, sermaye birikimindeki bu tıkanıklığı aşacak teknolojik, sermaye birikimi ve kurumsal ivmeyi henüz gerçekleştirememiş durumda. Bunun sinyalleri Asya krizinde verildi, Rusya moratoryumunda verildi, 2001 yavaşlamasında verildi ve nihayet 2008 küresel krizde bu patlak verdi ve ortaya saçıldı. 2008’de bütün ezberler bir kenara atılıp, neoliberal iktisadın artık eskimiş dediği bütün canlandırma paketleri tekrardan devreye sokularak 2008 krizi bir yere kadar bertaraf edildi, ötelendi. Sonra toparlanma yılı dediğimiz konjonktürde birden bire şirketler, bankalar değil devletlerin iflasları ortaya çıkmaya başladı. Kapitalizmin içinde düştüğü çelişkili ortamı öteleyecek, sermaye birikimini sürdürecek bir mali genişleme Amerika dâhil kapitalizmin kalelerinin yaratacağı miktarları aşmış durumda. Sistem kendi içinde sürdürülemez boyutta bir çatlama içine sürüklenmiş durumda. Bir yanda küresel anlamda büyük bir eşitsizlik var bir yanda mal, sanayi üretiminin sürdüğü Çin, Hindistan bölgesinde yoğun emek sömürüsüyle birlikte ücret avantajlarından kaynaklanan birikim fazlası var. Öbür tarafta da bunu tüketebilecek tüketim fazlası bir türlü yaratılamıyor. Kredi kartları, menkul kıymet köpüğü, internet köpüğü ile yaratılan balonun patladığı bir noktadayız. Şimdi dünyanın büyük bir durgunluk konjonktüründe olduğu bir dönemde Türkiye ekonomisinin dışa bağımlı yapısının yarattığı yapısal sorunlar, Türkiye’yi nereye sürükler, sürdürür; bunu bilemeyiz. Galbreit’in ünlü bir sözü var: “Sönmekte olan balon düzenli hareket etmez.” Şu anda balon sönüyor düzensiz davranışların kimi nerede ve nasıl etkileyeceği belli değil. 2008 yılında Milliyet’te yaptığınız söyleşide “Bu krizin ardından düzeltici savaşlar gelebilir” sözünüzü 3 yıl sonra tekrardan yorumlarsanız, neler söylemek istersiniz? O zamanki yorumlarımız çoğunlukla kapitalizmin tarihinden edindiğimiz derslere dayalıydı. Tarih kuşkusuz böyle bir determinist tekerrürden ibaret bir süreç değil. Hiçbir kriz bir öncekilerle benzer mekanizmalarla aşılmıyor; hegemonik güç değişiyor, sosyal uyarlama mekanizmaları değişiyor. Teknolojiler değişiyor, emekçi sınıfların konumu değişiyor fakat şu tespit çok ortada; dünya kapitalizmi artık bir savaş konjonktürü olmadan sermayeyi yönetemez konuma sürüklenmiş durumda. Bu sadece Keynesgil anlamda talep yaratma ya da iktisadi artığı şu ya da bu şekilde yakma meselesi değil. Aynı zamanda bu tip krizlerin ortaya döktüğü sosyal çalkantıların da, ya milliyet temelinde ya etnik temelde ya da dini temelde kamufle edilmesi, yani bir tarafa kanalize edilmesi gerekiyor. Yoksa bunların bir emek-sermaye çelişkisine dönüşmesi durumunda Yıldızoğlu’nun değindiği noktaya birden bire gelmemiz kaçınılmaz olacak. Bu tür iktisadi kriz anları,
böyle 50-60 senede yaşadığımız bu dalgalar siyasi ve sosyal krizleri kaçınılmaz olarak yaratıyor. İşsiz kalmış kitleler bir aidiyet duygusu içinde komşusuna düşman oluyor, yanındaki başka milliyetten olan insanlara düşman oluyor, kaybettiği işinin sorumlusu olarak onları görüyor ve medya sermaye ile birlikte bu tür ayrımları sürekli körüklüyor. Bu ayrımlar da illa da bir nükleer ya da 3. Dünya Savaşı konjonktürüne değil bölgesel savaşlar şeklinde tezahür edebilir. Yugoslavya’nın parçalanması, daha sonra kara Afrika’da Sudan’ın parçalanması, Arap Baharı diye sürdürülen konjonktürün aslında Ortadoğu’da ve Arap dünyasında cetvellerin, pergellerin tekrardan ele alınıp yeniden şekillendirilmesine yönelik projeler olduğunu da görüyoruz. Bu bakımdan bölgesel savaş veya daha büyük bir savaş durumunun kapitalizmin ayrılmaz bir parçası olduğunu görüyorum, okuyorum. Bunlar, 1900’lerin başından beri Rosa Luxemburg’ların ortaya koyduğu tezler. Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği durumun daha sonra 1940’larda tekrar ele alınması ve sermayenin kapitalizmi idare etmek adına savaş konjonktürü içine girmesi… Savaşın hem teknolojik ilerleme bakımından hem de kitleleri pasifize etme ve onları başka bir yöne kanalize etme için zorunlu bir yol olarak görüldüğü düşüncesindeyim. Şu anda yaşanan etnik çatışmalar, hem ülkemizde hem de sınırlarımızda yaşananlar bu konjonktürde değerlendirilmeli bence.
D
Kapitalizmin sistem içi talepleri bile yerine getiremeyecek, buna bile tahammül edemeyecek durumda olduğu hesap edilmeli Bu noktada emekçilere bu yıkıcı dönem için mücadele anlamında neler söyleyebiliriz? David Harvey’in kapitalizmle mücadelenin neoliberalizmle mücadele olması gerektiği sözünü de düşündüğümüzde neler söylemek istersiniz? Öncelikle, bu söze katıldığımı belirtmek isterim. İngiltere kaynaklı “vatandaşlık ücreti” ya da “geçimlik ücret” meselesine daha önce değinmiştik. Kapitalizmin şu anki devrevi krizi içinde bunun mümkün olmadığı yönündeki tutum nedeniyle, “kitleleri bu talep etrafında toplayamıyoruz” şeklinde bir yaklaşım mevcut İngiltere’de. Türkiye’de ise yurttaşlık bilinci giderek azalırken bir cemaat etrafında toplanma, cemaat ağları içinde var olma eğilimi artmakta. Sosyal yardım da bir dizi dini motif içinde kabul görüyor ve o şu anda gündemde. CHP’nin “aile sigortası”nın beklenen etkiyi yaratmamasında bunların da rolü
ünya kapitalizmi artık bir savaş konjonktürü olmadan sermayeyi yönetemez. Şu anda ülkemizde ve dışarıda yaşananlar böyle değerlendirilmeli
yadsınamaz. Oysa, diğer taraf çok daha güçlü bir sinyal ile kamuoyunun karşısına çıktı ve kitleleri aldı götürdü. Dini motifler etrafında ve Türkiye’ye dayatılan Büyük Ortadoğu Projesi’nin de bir parçası olan Türkiye’de muhafazakârlaşma, cemaatleşme eğiliminin sonucu olarak “aile sigortası” başarısız olmuştur diyebiliriz. Fakat daha çok sistem içi ve sistem dışı talepleri doğru dengeleme konusunda bir kafa karışıklığımız mevcut. Korkut [Boratav] hocanın çok önemli bir yaklaşımıydı bence. Kitleleri örgütleyebilmek, yani kapitalizmin sistem içi talepleri bile karşılayamaz halde olduğunu gösterebilmek için birtakım sistem içi talepleri ısrarla masaya koymamız lazım. İstihdam ve işsizlikle mücadele tabii ki bunlardan bir tanesi. Yani kapitalizm 1950’li 60’lı yıllarda bu talepleri “gerçekçi” görüyor ve bunların yerine getirilebilmesi için bir kurumsal çaba içinde gözüküyordu. Oysa, Keynesgil politikalarla, Bretton Woods sistemiyle tüm bunlar kapitalizmin öğesine aykırıydı. Şimdi, bu “sistem içi” taleplerden vazgeçmek bence şu bakımlardan yanlış: Kapitalizm sistem için tedbirleri bile yerine getiremeyecek, buna bile tahammül edemeyecek durumda. Kitlelerin sınıfsal bilinci üzerinde bir etki yaratmak amacıyla bu tür sistem için talepleri yükseltmek anlamlıdır. Bu, CHP’nin “aile sigortası” gibi, yurttaşlık bilincini doğuracak talepler şeklinde olabilir; işsizlik sigortası fonunun genişletilmesi olabilir; sendikal taleplerin yükseltilmesi
şeklinde olabilir. Ama “Bunlar gerçekçi değil, kapitalizm bize bunları veremez, dolayısıyla biz bunları talep etmeyelim” diye bunları elden çıkarmak bence yanlış olur. Bir yerde görsel bir etki yaratıp kitleleri örgütleyebilmek için onlara güç vermek, örgütlenme bilinci vermek için bu tip taleplerin yükseltilmesi lazım. Ve bunların bir noktada sistem ile olan ilişkilerinin ortaya dökülmesi lazım. Yani sistem içi talepler ve sistemi dönüştürmeye yönelik talepler eş anlı olarak yürütülmelidir. Sakın yanlış da anlaşılmasın, önce sistem için taleplerle kitleleri toparlayalım daha sonra bir “sınıf bilinci” verelim, ondan sonra da sistemi değiştirecek talepleri de gündeme getirelim, şeklinde bir şeyi kesinlikle söylemiyorum. Tam tersine iki yönlü taleplerin de birlikte yürütülmesi gerektiğini düşünüyorum. David Harvey’in sözüne tekrar gelecek olursak… 1970’lerde oluşmaya başlayan krizin ötelenmesinde finansallaşmanın çok önemli, büyük rolü var. Bizim, Bağımsız Sosyal Bilimciler raporlarında dile getirdiğimiz ana unsur olan finansallaşma, kapitalizmin kaçınılmaz krizlerini ötelemeye yaradı. Finansallaşma sayesinde bu kriz ötelendi, dolayısıyla bu finansallaşmanın önünü kesebilmek, onu dizginleyebilmek yani finansal sermayenin kaynaklarının kurutulabilmesi aslında bana son derece devrimci talepler olarak geliyor; kapitalizmin ömrünü kısaltacak, onun kaynaklarını kurutacak talepler olarak geliyor. Son derece masum, basit bir talep olarak ortaya çıkan Tobin vergisi birçok devrimci yapı için çok basit ve sistem içi, reformist geliyor. Ama öte yandan finansal sermaye buna tahammül edemiyor. Ben bununla sınırlı kalmayıp finansal sermayenin bu yönden de sıkıştırılması gerektiğini düşünüyorum. Ama bu tabii ki mücadeleyi yüzde 3-5’lik bir vergi talebi ile sınırlandırmak değil; kapitalizmin birikim kaynaklarını törpüleyecek, kurutacak ve onu zor durumda bırakacak bir talep olduğunu göz ardı etmememiz gerekiyor. Neoliberal paradigma, Keynesgil iktisadın çöküşü, hatta neoliberal paradigmanın en uç örneği bu işçevrimleri teorileri, yaşanan bu krizler aslında piyasanın kendi doğal mekanizması içindedir, Kendi optimal tepkilerini veriyor. “Bunlara hiç müdahale edilmemesi lazımdır” diyen ultra sağ, ultra muhafazakar neoliberal görüşün canlandırıldığını görüyoruz.
“Ne Çin ne de AB ABD’den rol kapmaya aday” Amerika’nın hegemonyasının sarsıldığını söyleyebilir miyiz? Artık dünyada finansal burjuvazi açışından korunaklı bir limanın kalmadığı çok net bir şekilde anlaşılıyor. Amerikan finansal sistemi için yapılan not indirimini buna bağlıyorum. Bence bu Amerikan finansal hegemonyasının zayıflayacağına yönelik çok güçlü bir emare değil. Bu rolü üstelenecek iki tane adaydan biri olan Çin’in finansal sistemi son derece güdük ve sığ, dünya finansal sisteminin getireceği hacmi kaldırabilecek boyutta değil. Çin’in de böyle bir riski yönetecek ya da göze
alacağını zannetmiyorum. Bence, Çin üretmeye ve dünyanın atölye ekonomisi konumunu pekiştirmeye razı. Şu anki durumda, bir finansal hegemonyanın peşinde olduklarını öngörmek güç. Avro ya da AB’nin de şu andaki konjonktür içinde böyle bir finansal liderliğe soyunacağını düşünmek hayal. Dolayısıyla, finansal sistemin daha az korunaklı olduğunu gördükleri limanlarda gene de sığınmaya çalışacağını ve Amerikan finansal hegemonyasının daha uzun bir dönem süreceğini düşünüyoruz. Ama sistem bütün olarak daha az sağlıklı, daha riskli ve kırılgan.
Asalaklık ve rant rejimi R
usya Başbakanı Putin ABD’yi dünya ekonomisinin asalağı olarak adlandırdı. Ancak aynı ekonomik düzenden besleniyorlar.. Putin’in açıklaması siyasi bir şov. Rusya şu anda küresel ekonominin doğrudan doğruya birinci hammadde üreticisi olarak küresel ekonomiye eklemlenmiş durumda ve hatta bu emtia fiyatlarındaki artışların ardındaki spekülasyonların da baş aktörlerinden biri. Yalnız şu sözü doğru; kapitalizm bir rant ve asalaklık rejimi. Bir başka ifadeyle piyasaların anarşizmine dayalı bir birikim modeli. Bu birikim modeli içinde kârın kaynağı her zaman için rant ve sömürüdür. ABD ekonomisi, kapitalizmin hegemonik gücü olma avantajını sonuna dek kullanmış. Öyle ki küresel krizden hemen önceki dönemde Amerika’da özel tasarruf oranının yüzde 0 olduğunu biliyoruz. Neden tasarruf etsin ki Amerika? İşte, dünyanın merkez bankası olarak likidite sunuyor ve Kore’si, Japonya’sı, Türkiye’si, Çin’i, Hindistan’ı Amerika’nın sunduğu bu dolar ve hazine kâğıtlarına hücum ediyor. Bu da Amerika’ya tasarruf etmeden tüketme olanağı sağlıyor. Hatta ileri finansal hizmet toplumu gibi postmodern toplum imajı veriyor. Putin’in sözü doğru yani, bu kapitalizmin ta kendisi.
Sosyalizm? Niye olmasın K
apitalizmin artık insanlık açısından büyük bir yıkımın ya da kökten bir dönüşümün eşiğine geldiği fikrini savunanlar, Erinç Yeldan ve diğer sosyalist iktisatçılarla sınırlı değil. Liberal iktisatçılar da kapitalizmin artık böylesi bir eşiğe dayandığını ve sosyalizmin de bir seçenek olduğunu kabul ediyor. 14 Ağustos günü NTV’de yayımlanan ve ekonomik krizlerin tarihini ele alan programın konukları Çağlar Keyder, Sungur Savran ve Mahfi Eğilmez’di. Sungur Savran’ın, krizin bizzat kendisinin gündeme, sistemi sorgulayan soruları, dolayısıyla sosyalizm alternatifini getirdiğini vurgulamasından sonra, programın yöneticisi Oğuz Haksever soruverdi: “Mahfi Bey, siz ne diyorsunuz bu sosyalizm fikrine?” Mahfi Eğilmez yanıtladı: “Tabii, niye olmasın. O da bir alternatif. Kapitalizm içinde bir çıkış yok. Oturup düşünüyoruz, burada bir çözüm yok.”
12
DOSYA 9 Eylül 2011 / 22 Eylül 2011
Halk›n Sesi
Topun ağzında ki ülke yana Mart ayının ortasından bu asında neler Suriye’de yaşananların ark sal yapıya var? Suriye nasıl bir toplum sıl şekilleniysahip? İktidar ilişkileri na sıl bir seyre or? Türkiye’yle lişkileri na yeni sahip? Klasik sömürgeden as Ba sömürgeliğe nasıl geçti? e’de devlet Partisi’nin yapısı ve Suriy ü nedir? ilişkilerini belirlemede rol ü ne? İsrail’le Bölge politikalarındaki rol nsıyor? gerilimleri bölgeye nasıl ya
Bölgesel dengele siyasetiyle topun ağzına gelen Suriye Suriye’de martın ortasında başlayan eylemler, kırk sekiz yıldır devam eden Baas iktidarını silkeliyor. Esad yönetiminin tutumuyla körüklenen çatışma emperyalist müdaheleye de zemin hazırlıyor Davutoğlu kimin habercisi?
T
ayyip Erdoğan’ın “Suriye bizim iç meselemizdir” sözleri, her ne kadar Suriye’ye yönelik emperyalist müdahalede aktif taşeron olarak görev alma çabasına meşruiyet üretmek için sarf edildiyse de, Erdoğan’ın niyetinden bağımsız bir gerçeği ifade ediyor. Suriye’de yaşananların Türkiye’yi etkilemesini kaçınılmaz kılan etnik, coğrafi, ekonomik ve politik dayanaklar üstüne kurulu bir temel bulunmaktadır. Suriye, 877 km ile Türkiye’nin en uzun sınır hattına sahip komşusu. Osmanlı döneminde Halep’in bir uzantısı olan ve Cumhuriyet’ten sonra 1939 yılında Türkiye’ye katılan Antakya (Hatay) uzun yıllar Suriye tarafından işgal altındaki Arap toprağı kabul edildi. Fırat ve Asi nehirleri iki ülke toprakların aktığı için bir su paylaşımı sorunu da bulunuyor. Dünyada emperyalist müdahaleciliğin odak noktalarından Doğu Akdeniz’de kıyıları bulunan iki ülke Soğuk Savaş döneminde karşıt bloklarının askeri üslerine ev sahipliği yaptı. Ekonomik alanda 2000’lere kadar oldukça sınırlı kalan ilişkiler ise 2009 yılında vizelerin karşılıklı olarak kaldırılması ve karşılıklı olarak ticaret ve yatırım alanlarında kolaylıkların sağlanması ile özellikle sınır kentlerinde bir ekonomik canlılık yarattı. Tüm bu nesnellik bugün AKP hükümetinin dış müdahale tehditlerine aracılık ettiği Suriye’deki gelişmelerin Türkiye’yi ne şekilde etkileyebileceğine ilişkin ipuçları vermekle birlikte asıl olarak ikili ilişkilerin temelinde neyin yattığını ortaya koymak gerekmektedir. EMPERYALİZM NASIL İSTEDİYSE 400 yıl boyunca Osman egemenliğinde kalan Suriye, I. Dünya Savaşı’yla birlikte Fransa tarafından
Uzun yıllar sömürge olan ülke, bağımsızlık mücadelesinde de daima bölgesel dengelere oynama siyasetini izledi. Ancak bu dengeler gün geldi Suriye’yi topun ağzına itti
Baflbakan Erdo¤an’›n “Suriye bizim iç meselemizdir” aç›klamas›ndan önce ABD D›fliflleri Bakan› Hillary Clinton’la görüflen Anmet Davuto¤lu, Suriye’ye ABD’nin mesajlar›n› götürdü. Davuto¤lu Suriye’ye emperyalistlerin tafleronu olarak gitti ve Suriye halk›n› savaflla tehdit etti işgal edildi ve ancak 1946’da bağımsızlığına kavuşabildi. Bu ara dönemde Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkileri belirleyen asıl sorun, 1939’da Türkiye’ye bağlanan Hatay’ın pozisyonunun Suriye tarafından tanınmamasıydı. 1950’li yıllar Türkiye’nin Demokrat Parti (DP) iktidarı altında ABD’ye, Suriye’nin ise Arap milliyetçiliği akımının ektisi altında SSCB’ye yaklaştığı yıllardı. AKP’nin kökünü dayandırdığı DP iktidarı döneminde Türkiye-Suriye ilişkilerini belirleyen şey iki ülke halkının ortak çıkarları değil, DP iktidarının hizmetine girdiği ABD emperyalizminin çıkarları oldu. DP iktidarı İngiltere ve ABD ile işbirliği içerisinde Arap ülkelerindeki Batı yanlısı rejimlerle diplomatik ilişkilerini geliştirdi ve bağımsızlıkçı Arap milliyetçiliği hareketlerine karşıtlık üzerine temellenen bir bölgesel dış politika izledi.
İlişkiler 40 yıl boyunca zaman zaman savaş tehditlerinin de gündeme geldiği bir gerilim içinde geçti. SSCB yıkıldıktan sonra da süren gerilimde Türkiye Suriye’yi susuz bırakarak, Suriye de PKK gibi muhalif örgütleri destekleyerek pozisyon aldı. ABD’nin Irak işgali öncesinde Türkiye’nin desteğini alabilmek için PKK lideri Abdullah Öcalan’ı teslim etmeye karar vermesi Türkiye-Suriye ilişkilerinde yeni bir dönüm noktası yarattı. Türkiye, 1998’de Suriye sınırına asker yığarak Şam yönetimini PKK’yi desteklemekten vazgeçmeye ve Öcalan’ı sınır dışı etmeye zorladı. Öcalan’ın bir ABD operasyonu ile yakalanmasının ardından Irak harekatının önü açıldığı gibi, Türkiye-Suriye ilişkileri de “normalleşmeye” başladı. Özellikle Irak işgalinde işleri sarpa sarması sonucu Suriye rejiminin fırsatı değerlendirmesi, Beşar Esad’ın
Klasik sömürgeden yeni sömürgeliğe S
SÖMÜRGE SONA ERİYOR Fransa 1946’ya kadar işgal altında yönettiği Suriye’den 2.Dünya Savaşı sonrası geliştirilen “yeni sömürgecilik” siyaseti gereği 1946’da çekildi. 1947 yılında yapılan ilk seçimlerin ardından 1949 yılında dünyadaki sosyalist rüzgarlardan etkilenen subaylar darbe yaparak iktidarı ele geçirdiler. Bu darbe sonraki dönemde Arap ülkelerinde çok sık rastlanacak olan darbeler zincirinin ilkini oluşturuyordu. Darbe hükümeti büyük toprak sahiplerinin mülklerine el koyarak topraksız köylülere toprak dağıtmak başta olmak üzere kısmen küçük burjuva kısmen kalkınmacı bir program hayata geçirdiler. 1958 yılında İsrail düşmanlığı çatısı altında birleşen ve tek bir Arap Devleti kurma çalışmalarına başlayan Suriye ve Mısır Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kurdular. ‘61’de muhalif subayların yaptığı derbeyle birlikte Suriye bu birlikten çekildi. BAAS İKTİDARDA 1963 yılında bu kez Baas Partisi bir darbeyle mevcut hükümeti devirerek iktidarı ele geçirdi. Ancak kısa süre
sonra parti içindeki sağ-sol çizgi tartışması uzlaşmazlığa gitti ve sağ çizginin iki önemli lideri yurt dışına kaçmak zorunda kaldı ancak her ikisi de biri Irak’ta diğeri Fransa’da sol çizgiyi temsil ettiklerini iddia eden grup tarafından öldürüldü. Suriye, 1967 yılında başlayan Arap-İsrail savaşına bu yönetim altında girdi ancak bu kez de Arap cephesinin yenilgisini fırsat bilen Savunma Bakanı Hafız Esat askeri bir darbeyle 1970’de iktidarı ele geçirdi. 1970’den ölümüne kadar (2000) Suriye’de iktidarını sürdüren Hafız Esad, bu dönemde sık sık emperyalist blokla ters düştü. Soğuk savaş döneminde ve sonrasında Türkiye’yle de sık sık su politikaları ve Kürt sorunu ekseninde gerilimler yaşadı. 2000’den sonra bu gerilimler azalma eğilimi gösterdi.
E
n başından beri Suriye’deki isyanı mezhep kökenli gerilimlerin tetiklediği iddia edildi. Suriye’de dini olarak %74 sünni İslam inancına sahip nüfus bulunmakta. Bizde Arap Aleviliği olarak bilinen Nusayri inancına sahip Suriyeliler %12, Hristiyanlar %10, Dürziler %3 oranında nüfusa sahiptir. OTORİTER BAŞKANLIK REJİMİ Devleti yöneten Esad ailesi Nusayri olmakla birlikte Suriye yönetimini mezhepçi bir yönetim olarak nitelemek doğru olmaz. Gerek Hafız Esad gerekse de yerine geçen Beşar Esad’ın siyasal yönetime kattığı bütün yakın çevresi Nusayri inancına sahip olmasına rağmen Suriye rejiminin özünü milliyetçi – devletçi bir ideolojik temel oluşturur. Siyasal yönetimi otoriter başkanlık rejimi olarak tanımlamak yanlış olmaz. Hafız Esad başından beri etnik ve mezhep ayrımı gütmeden “Suriyeli vatandaş” kimliği oluşturmaya çalışmış üst milliyetçi kimlik olarak Arap Milliyetçiliği motifini işlemeye çalışmışsa da bunda başarılı olamayınca “Suriyelilik” kimliğini öne çıkarmıştır. Bu nedenle siyasal rejime bağlılık esası mezhep üzerinden değil devlete ve başkana bağlılık üzerinden şekillenmektedir. Bu anlamıyla devlete biat eden toplumsal kesimler sadece Nusayrilerden oluşmamakta Sünni,
Hıristiyan ve Dürzi, Arap, (kağıtsız Kürtlerle yeni bir pazarlık gündemdir) pek çok etnik ve dini unsurdan destek alabilmektedir. BELİRLEYİCİ GÜÇ BAAS Fakat yine de bu durum yönetimin çelik çekirdeğini oluşturan “Başkanlık Güvenlik Konseyi” unsurları olan Başkan, danışmanları, güvenlik ve istihbarat yönetiminin %90’ının Nusayri olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Siyasal yönetimin diğer unsurları olan Meclis, siyasi partiler, hükümet gibi organlarda Nusayri olmayan unsurların fazlalığı dikkat çekmekte ancak bunların da siyasal yönetimde ciddi bir etkisi olmamaktadır. Baas Partisi iş başındaki hükümetin arkasındaki esas belirleyici güç olarak öne çıkmaktadır. Bu anlamıyla Suriye rejiminin tipik bir tek partili rejim olduğu rahatlıkla söylenebilir. Suriye rejimi iki kutuplu dünyanın dengesini oldukça ustalıkla yöneten bir siyasal yönetimdi. Ancak emperyalizmin bölgeyi yeniden fethetme süreciyle birlikte önceki dönemde emperyalist tahakkümden uzak duran bütün bölge ülkeleri gibi mevcut ilişkilerini koruyarak varlığını sürdürmekte zorlanmaktadır. İç siyasal ve ekonomik dengelerini bozmadan yeni düzene entegre olmayı isteyen Esad rejiminin bunu başarıp başaramayacağını göreceğiz.
Ortadoğu denkleminde Suriye E
uriye Ortadoğu’nun en köklü siyasi merkezlerinden birisinin adıdır. Bildiğimiz anlamıyla Suriye Devleti 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkmış 1946 yılında siyasal bağımsızlığını kazanmıştır. Suriye Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde bütün diğer etnik yapılarda görüldüğü gibi milliyetçi hareketlerle tanıştı ancak bu hareketler kendini bulamadan bu kez Birinci Dünya savaşında Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilmesiyle Fransa’nın sömürge alanı haline geldi. Emperyalistler Ortadoğu-Arap coğrafyasında pek çok yeni devlet yarattılar. Suriye de bunlardan biri oldu.
emperyalist sistemle BAAS rejimi altında bir neoliberal dönüşüm yoluyla bütünleşme siyasetine imkan tanıdı. AKP hükümeti de bu neoliberal bütünleşmenin aracısı oldu. 2009 yılında vizelerin kaldırıldığı, su paylaşımı ile ilgili dostluk anlaşmasının imzalandığı ve bir dizi ekonomik işbirliği kararının alındığı Türkiye-Suriye Ortak Bakanlar Kurulu Toplantısı bu süreçte gündeme geldi. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar, AKP’nin mumu da 2011’de söndü. Emperyalizm Suriye’deki iç karışıklığı yeni bir rejim şekillendirme fırsatı olarak görüp Beşar Esad üzerinde baskı kurmaya girişince, AKP de vaktiyle Suriye sınırına asker yığan DP (1957) ve DSP (1998) gibi Şam’a tehditler yolladı. İniş çıkışlarla dolu görünen bu tarihe yön veren temel ‘eksen’ emperyalist çıkarlardı.
Mezhep dengesi ve BAAS
sat, soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’daki en güçlü müttefiklerinden biri oldu. Suriye bir taraftan emperyalizmin sömürgecilik siyasetinden uzakta kendi bağımsız gelişimini sürdürmek istiyor diğer taraftan İsrail’e karşı uzlaşmaz tutumu onu zorunlu olarak emperyalizmle karşı karşıya getiriyor bu durumda da sosyalist blokun desteğine ihtiyaç duyuyordu. Aslında bu tablo bölgedeki pek çok ülke için benzer bir durumu ortaya koyuyordu. Libya, Cezayir, Irak, Tunus vb. pek çok ülke ilerici yurtsever subayların önderliğinde askeri darbelerle emperyalizme karşı ulusal direniş örgütlemiş küçük burjuva devrimler gerçekleştirmişlerdi. Bu ülkelerin hemen hepsi açıktan sosyalist kampta yer almasalar bile bölgede emperyalist siyasete karşı bir Sovyetler Birliği’nin yanında yer alıyorlardı. REJİM YAPILANMASI Hafız Esad ülke içinde siyasal olarak güçlü bir devletçi yapı organize etmeye girişti. Merkezi devlet yapısını güçlendirirken otoriter ve güvenlik merkezli bir siyasal rejim inşa etti. Baas partisini ülkenin kurucu partisi olarak yeniden organize etti ve tek partili bir rejimin temellerini attı. 1972 yılında Esat, rejimin siyasal zeminini genişletmek için
“Ulusal ilerici Cephe” adı altında bir siyasal yapılanmaya gitti. Bu cephe içerisinde Baas Partisi’yle beraber şu anda 11 parti bulunmaktadır. Sosyalist ve Komünist olarak adlandırılan partiler de bu cephenin içerisinde mevcuttur. Ancak Baas partisinin tartışılmaz öncü rolü Suriye Anayasası tarafından doğrudan güvence altına alınmıştır. SSCB SONRASI YENİDEN YAPILANMA Ekonomik olarak o dönemki sosyalist modelden etkilenerek devletçi bir ekonomik model oluşturmaya çalıştı. Bu modelle ekonomik gelişme ve paylaşmada önemli adımlar atıldı. Aslında bu anlamıyla Suriye’de yukarıda saydığımız diğer ülkeler gibi toplumsal zenginliğin üretildiği ve olabildiğince adil dağıtıldığı bir ekonomi politikaya sahip oldu. Ancak 1990’ların başında sosyalizmin çökmesiyle beraber serbest girişimciliğin Suriye’de boy göstermeye başladığını görüyoruz. Böylece devlet sektörünün yanında özel teşebbüs de gelişmeye başlar ancak bunun kamu sektörü yanında henüz önemli bir rolü bulunmamaktadır. Buna rağmen yakın dönemde Suriye’deki reformcu muhalefetin temsilciliğini bu serbest girişimci burjuvalar yapmaktadır.
Babas› Haf›z Esad öldükten sonra ülkenin bafl›na geçen Beflar Esad, son y›llarda uygulamaya koydu¤u neoliseral politikalar›n ve geçmiflten gelen otoriter yönetim Ekonomik olarak faaliyetine izin verilen küçük burjuvalar bugüne kadar giriştikleri tüm siyasal örgütlenme çabalarında Suriye devletinin hışmına uğramaktan kurtulamadılar. En güçlü muhalefet kanadı olan Müslüman Kardeşler de ideolojik olarak İslamcı referansların yanı sıra bu damardan beslenmektedir. İSYAN KİMİ TEHDİT EDİYOR? Devletin kontrolü altında
geliştirilen burjuva sınıfı ise devleti yönetenlerle içli dışlı olduğundan devletin üst düzey yöneticileri de aynı zamanda bu ekonomik ranttan pay almaktadır. Burjuvazinin ülkedeki her türlü etnik-dini gruptan üyelerinin olması Suriye rejiminin toplumsal meşruiyetini güçlendiren önemli bir unsur olarak öne çıkıyor. Dolayısıyla son dönemde Suriye’de meydana gelen toplumsal olaylar sadece siyasal erki huzursuz etmiyor
aynı zamanda devlet mekanizmasıyla iç içe geçmiş burjuvazinin çıkarlarını da tehdit ediyor. Bir başka deyişle çatışma; Esat rejiminin baskıcı yönetimine karşı hak ve özgürlükler mücadelesi olarak gelişme özelliği taşırken diğer yandan konjonktürel olarak bölgenin tamamında Müslüman Kardeşler ile yeni bir ittifak geliştiren emperyalist müdahaleciliğin de etkisi altında yönlendirilmeye çalışılıyor.
13
TARİH 9 Eylül 2011 / 23 Eylül 2011
Halk›n Sesi
Mihri Belli Harbiye Cezaevi’nde
Belli kendisine düzenlenen suikast giriflimi sonras› hastanede
Belli Yunan ‹ç Savafl›’nda üniformas›yla
Kavganın içinde bir ömür D
evrimci mücadele farklı dönemlerde farklı kuşakların sırtında yükseldi. Belli, TKP’den TİP’e, 70’lerin kopuşundan bugüne kuşaklararası bir köprü oldu
F
aşist Saraçoğlu’na karşı devrimci mahya eylemini yapan da oydu, Kapetan Kemal takma adıyla Yunan İç Savaşı’nda tabur komutanlığı yapan da...
1
916'da doğan Mihri Belli, Marksist düşünce ile 1936’da eğitim için gittiği Amerika’da tanışır, gençlik ve işçi hareketlerine katılır. Nüfusunun çoğu okur-yazar olmayan, salgın hastalıkların kol gezdiği Missisippi'de siyahi yarıcılar arasında çalışır, katıldığı Komünist Parti’nin çalışmaları ile yarıcılar sendikası kurma çalışmalarını iç içe götürür. Missouri’de arkadaşları ile illegal Genç Komünistler Birliği’ni kurar, partinin bildirilerini dağıtma işini yüklenirler. Belli, zenci mahallesinde dağıtımı üstlenir. Amerika’nın bir siyahı başkan seçmesine yorumunun; ‘Obama benim tanıdığım zencilerden değil tabii!’ olması onların yaşam koşullarını o yıllarda ilk elden yaşamasındandır. II. Dünya Savaşı başladığında “Böyle bir zamanda devrimcinin yeri, kendi ülkesidir” düşüncesi ile döner: “Savaşta olaylar hızlı gelişir, devrimci durumlar ortaya çıkar, bir devrimci için en uygun yer ordu saflarıdır.” Belli’nin bu düşüncesini değerlendirirken 40’lardaki Türk ordusunun NATO’ya bağlı olmadığını ya da OYAK gibi bir sermaye grubuna sahip olmadığını göz önünde tutmak gerek. Missisipi’de aldığı Amerikan Yedek Subaylar Eğitim Kursu sertifikası ile yedek subay okuluna girer. Savaş günlerinde Nazi Almanya’sına karşı Trakya’da sınır bekler. ‘ONLAR TANZ‹MAT’A GELM‹fi’ Savaş sonrası İstanbul’a döndüğünde TKP içerisinde yer alır, sorumlu görevler üstlenir. İlk görevlerinden biri de bazı hücreleri takviye işidir. Görüştüğü bir hücrenin çalışmalarının Osmanlı tarihini Marksist açıdan incelemekten ibaret olduğunu öğrenince, “Ne yapıyorsunuz” sorusuna hücre sekreterinin verdiği “Tanzimat’a kadar geldik” cevabı, yaşamın gerçeklerinden kopuk, soyut şeyler ile vakit geçirenler için terminolojilerinde yer eder: “Onlar Tanzimat’a gelmiş” 1943-44 arasında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nin hocası, gelir vergisi yasalarının hazırlanmasında önemli katkıları olan Fritz Neumark’ın asistanlığını yapar. Yine
Türkiye’de sol hareketi, sol tarihi flekillendirmifl, kuflaklar aras›nda tafl›y›c› olmufl bir isim Mihri Belli. Kiflisel tarihi de bundan ayr› düflmemifl; yaflam›n›n büyük bölümü hapiste ya da kaçak olarak geçmifl. Üstelik sadece Türkiye’de de¤il, Yunanistan’a, Amerika’ya var›ncaya de¤in mücadelenin içinde yer alm›fl biri.
1943'te, İleri Gençlik Birliği’nin (İGB) kuruluşuna katılır. SÜLEYMAN‹YE CAM‹‹’NE MAHYA 1944’te TKP’ye yönelik tevkifat devam ederken Belli, Tahsin Berkem’le birlikte, 19 Mayıs sabahı Süleymaniye Camii'nin minareleri arasına üzerinde "Saraçoğlu faşisttir" yazılı, "Vurgunculuk ve Faşizme Karşı Savaş Cephesi" imzalı bir pankart asma girişiminde bulunur. Savaş sonrası karaborsa artmış, Saraçoğlu hükümeti karaborsa ile palazlanan ticaret sermayesinin önünü açmaktadır. Meclis kürsüsünden “Türkçü” olduğunu ifade etmiştir. Pankartı asarken cami görevlisinin müdahalesiyle kaçarlar ancak sonraki operasyonla Belli’ye ulaşılır. Belli, Sansaryan Han’ın hücrelerinde, rekor sayılan bir süre, 9 ay kalır. Yargılanırken Neumark, savunma tanığı olur. 2 yıl hapsin ardından sürgüne mahkûm olur ancak sürgüne gitmez. ‘KAPETAN KEMAL, B‹R YOLDAfi’ Bulgaristan’a giden Belli, burada
okuduğu gerilla liderlerinin anılarının etkisiyle Yunanistan’a gitmeye karar verir. Yunan Komünist Partisi de Trakya’daki Türkler için bir gazete çıkarmayı tasarlamakta bunun için bir Türk aramaktadır. Rodop Dağları’na ulaşan Belli, Yunan İç Savaşı’nda dağlarda iki buçuk yıl Yunanlı komünistlerle beraber mücadele verir. Yunanistan’da II. Dünya Savaşı sırasında Alman işgaline karşı kendiliğinden bir ayaklanma başlar. Almanya’nın yenilgisinden sonra da Yunanistan, İngiliz etki bölgesi olarak kabul edilir. İngiltere, Alman işgali döneminin işbirlikçilerini silahlandırarak halka karşı faşist bir terörü kışkırtıp gerici güçlere dayanan bir düzen kurma işine soyunur. Silahlarını bırakarak köylerine, mahallelerine dönen direnişçi ELAS'çılar (Ulusal Halk Kurtuluş Ordusu) güvenliği tekrar dağlara dönmekte bulur. Belli burada tabur kumandanı, kapetan, olur, adı da Kapetan Kemal. Bu adı Kuzey Bölgesi kumandanı Lambros koyar; ‘Burada Türkler, Pomaklar Kemal adını severler, adın
Kemal olsun’ der. Yunanlı yönetmen Fotos Lamprinos’un, ‘Kaptan Kemal, Bir Yoldaş’ adlı filmi Belli’nin bu dönemini anlatır. Belli, Geçici Yunan Hükümeti Doğu Makedonya ve Trakya Bölge Temsilcilik danışmanlığı da yapar, dağda Türkçe Savaş gazetesinin yayınlanmasına yardımcı olur. AZILI B‹R KOMÜN‹ST 1950’de ülkeye döndüğünde tutuklanır. “Azılı bir komünist yakalandı” başlıklarıyla haberi verilir. Ertesi yıl, ünlü 1951-53 tevkifatında tekrar tutuklanır, Birinci Şube’de işkenceyle geçen iki yılın ardından hapis ve sürgüne mahkûm olur. Belli bu yılları “Biz on yıllık DP dönemini ya hapiste ya da emniyet-i umumiye nezareti altında geçirdik. Çok partili düzene geçişin bizim için taşıdığı anlam bu idi” sözleriyle özetler. GENÇL‹K HAREKET‹N‹N ES‹N KAYNA⁄I Belli ilk kez 1960’larda kendi adıyla yazma olanağı elde eder, ancak tutuklama ve cezalar bitmez. Yön,
Aydınlık ve Türkiye Solu’nda yazılar yazar. Önceleri, E. Tüfek, (Eski Tüfek), imzasını kullanır. E. Tüfek, TCK 141 sabıkalılarına TİP çevresinde takılan isimdir. Yeniçeri Ocağı’nda savaşa gitmeyip ocağı bekleyen takımına denirmiş eski tüfek. TİP'in 2. Kongresi'nde ayrı bir örgütlenmeye giderek Türk Solu hareketine katılır. 1967'de SBF’de MDD tezini şekillendirdiği konferansını verir. Bu yıllarda militan gençlik hareketinin şekillenmesinde rol oynar. 12 Mart muhtırasından sonra 1974 affına kadar ülkeye giriş-çıkış yapar, Şam’da Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin temel örgütü saydığı El Fetih bürosuna geçer, Arafat’la görüşür. 1975'te Türkiye Emekçi Partisi'ni kurar ancak Kürtlerin ulusal topluluk olduğunu kabul ettikleri için haklarında soruşturma açılır, parti de kapatılır. 1979'da, kendisini “ülkücü militan” olarak tanıtan birinin silahlı saldırısı ile ağır şekilde yaralanır. 12 Eylül'den sonra yurt dışına çıkar. Uzun yıllar İsveç’te sürgün olarak yaşayan Belli, ÖDP, SDP ve SP içinde de yer alır.
TİP’ten kopuşta Çayanlarlaydı
T
HKP-C hareketinin oluşumu, Mahir Çayan’ın devrimci bir çizgi oluşturma doğrultusunda TİP’ten başlayıp, sırasıyla Proleter Devrimci Aydınlık’tan, Aydınlık Sosyalist Dergi’den ve darbe sonrası THKP-C içindeki sağ sapmadan kopuşu ile gerçekleşir. Mihri Belli bu devrimci kopuş sürecinin başlamasında Milli Demokratik Devrim (MDD) tartışmaları ile önemli bir rol oynamış ve Aydınlık Sosyalist Dergi içindeki tartışmalara kadar Mahir Çayan’la birlikte hareket etmiştir. MDD, Türkiye devriminin iki aşamalı olarak gerçekleştirileceği, sosyalist devrimin yolunun açılması için öncelikle demokratik devrim aşamasının tamamlanması gerektiği ve bu aşamada emekçi sınıfların sivil-asker küçük burjuvazinin bir kesimi ile (Kemalistler, ilerici subaylar) ittifak içinde hareket etmesi gerektiği tezine dayanmaktadır. TİP karşısındaki temel eleştirisi de, parlamentarist-pasifist bir çizgi izleyerek emperyalizme ve faşizme karşı mücadele görevini ihmal etmesi, böylece sosyalist devrim hedeflediğini iddia ederken, mücadelenin koşullarını oluşturmaktan uzak durmasıdır. Çayan, TİP pasifizmine ve parlamentarizmine karşı işleyen devrimci kopuş sürecinde ve ardından Doğu Perinçeklerle yaşanan ayrışmada Belli ile birlikte hareket eder. Ancak Çayan, Belli’nin MDD tezinin halkın devrimci savaşını örgütlemek yerine askeriye gibi düzen içi unsurların kalkışmasını beklemeyi tavsiye ederek pasifizmin bir başka yüzünü oluşturduğunu belirtip MDD’yle de yollarını ayırır ve Kesintisiz Devrim 2-3 broşürlerinde olgunlaşan tezlerini ortaya koyar. Devrimde öncülük işçi sınıfında olmalı ve bunun için de işçi sınıfın ideolojik öncülüğünde gerçekleşecek, birleşik devrimci savaşı yürütecek bir parti kurulmalıdır. Belli bu süreçte geride bırakılsa da devrimci kopuşun gerçekleşmesini kolaylaştıran bir köprü olmuştur.
Bir dava, bir olay, bir tavsiye: Duvar yazısı Duvarlara çaktırmadan nasıl yazı yazalım?
“Mücahit Erbakan” Kale Duvarında
Y
edikule Karakolunun telefonu gece saat ikide çaldı. Komiser Yusuf Ziya Baştaş telefonu açtı: -Burası Yedikule Müzesi. Ben bekçiyim. Birkaç kişinin kalenin duvarlarına yazı yazıyor. Ellerinde fırçalar ve boya kutuları var. Yapmayın, dedim dinlemediler. Komiser hemen devriyeyi Yedikule’ye gönderdi. Duvarlara “Mücahit Erbakan” diye yazı yazanlar karakola getirildi. Komiser kendilerine duvarlara yazı yazmanın yasak olduğunu, duvarları kirlettiklerini söyledi ve durumu amirine bildirdi. Amirin cevabı şu oldu: -Bırak gitsinler suç yok! Yoktu elbet!.. Duvara “Mücahit Erbakan” diye yazı yazarsan bunun suçu neredeydi! Ama hele “Ne ezen, ne ezilen -
Hakça bir düzen” yazılsaydı o zaman suç olup olmadığını görürlerdi. Komiser, amirlerinin emri üzerine, yazı yazanları serbest bıraktı.. Ama bırakılanlar bunu komiserin yanına bırakmazlardı. O kim oluyordu da “Mücahit Erbakan” diye yazı yazmalarına engel oluyordu. Komiser hakkında soruşturma açıldı ve oruç tutup tutmadığı da el altından soruşturuldu. Ve görülen lüzum üzerine komiserle yazıyı yazanları karakola getiren polis başka karakollara atandı.. “Cephe iktidarı”nda duvarlara “Mücahit Erbakan” diye yazanları karakola çağırmak “Cami duvarına şey etmek”le bir tutulurdu. 22 yıllık devlet memuru komiser işte bunu bilmiyordu!.. Hasan Pulur - 30.09.1975
M
Mersin’de 2006 y›l›nda bir lisenin karfl›s›ndaki duvara “Uyuflturucuya Hay›r, Dev-Lis” yazan Ça¤dafl Do¤an, 16 yafl›nda yarg›lanmaya bafllad› ve hapis cezas›na çarpt›r›ld›. Arflivlere göz at›nca benzer olaylarla karfl›laflmak mümkün: Savafla, paral› e¤itime hay›r diyen cezas› kalmam›fl. Ancak 70lerden iki yaz› duruma iliflkin fikir vermesi aç›s›ndan dikkat de¤er.
izahçı Suavi Süalp’in 26.05.1978 tarihli bir yazısından: Artık duvara bir tek yazı yazıp çizgi çizeni yeni yasaya göre mevcutlu götürecekler. Cezası da üç aydan iki seneye kadar. O halde bu işten vaz mı geçeceğiz? Hayır vazgeçmeyeceğiz bu işi çaktırmadan yapma metoduna başvuracağız arkadaşlar. Şimdi bu çaktırmadan yazı yazma metodlarını görelim. 1-Yazı yazacağın duvarın önüne bir çadır kur ve çadırdan fırçanı uzatıp yazını yaz. 2-Uzaktan fışkırtma usulü ile bir hortumla boya ile istediğin lafları duvarlara fışkırt 3-Yazacağın yazı büyük ve çok önemliyse... Geceden yazıyı yazacağın duvarı buldozerle yerinden kaldır ve tenha bir yerde yazını yazıp tekrar yeri-
ne monte et. 4-Eğer kontrol çok sıkıysa bir suni peyk aracılığıyla ve baryum ışınlarıyla istediğin duvara en gaddar yazıları yazabilirsin 5-Gene de bütün bu atılımların çaresiz kaldı mı diyorsun? O zaman yazı yazacağın duvarın karşısındaki bir binada büyük bir panik yaratacak olay çıkart. Herkes kargaşa içindeyken sen takımlarını ve fırçanı çıkarıp yazını yaz. Bu metodlarımız çok sağlam ve on ay garantilidir. Bir enselenme ve arıza anında hiçbir sorumluluk kabul etmiyoruz. Yazıyı yazan sensin Kazım, polis seni araklarsa o zaman sana hızlı bir avukat lazım. Not: Duvarlara politik sloganlar dışında yazılan yazılar yasal bir kovuşturmaya tabi tutulmaz fakat yüzde on vergiye tabidir.
SPOR
14
9 Eylül 2011 / 23 Eylül 2011
Halk›n Sesi
İstanbul 2020 adayı T
ürkiye 2020 Yaz Olimpiyat Oyunları’na resmen aday oldu. Daha önce dört kez olimpiyatları düzenlemeye aday olan Türkiye’nin yeni adaylığı, Erdoğan tarafından açıklandı. Temmuz ayında Olimpiyat Komitesi tarafından 2020 olimpiyatlarına aday olunacağı açıklanmıştı. 13 Ağustos’ta Tayyip Erdoğan tarafından yapılan açıklamadan sonra, Türkiye’nin adaylık süreci de resmen başlamış oldu. Erdoğan, Ortadoğu’da emperyalizmin her türlü savaşına katılan Türkiye’nin oyunlara neden aday olduğunu şöyle açıkladı: “Adayız, çünkü dünya barışının tesisinde çok büyük etkisi ve katkısı olduğuna inandığımız sportif değerleri ve olimpizm ruhunu çok önemsiyoruz. Umutluyuz, çünkü barıştan çok savaşın, sevgilerden çok düşmanlıkların, umutlardan çok hayal kırıklıklarının yaşandığı bir dünyaya sporun söyleyecek çok sözü olduğunu düşünüyor ve bu heyecanla bir arada bulunuyoruz. " Erdoğan’ın açıklamalarından sonra İslamcı basın başta olmak üzere, tüm egemen medya Türkiye’nin artık ne kadar büyük bir güç olduğunu ve bu seferki adaylığın diğerlerinden farklı olduğunu söyleyip durdu. Bu konuda Türkiye’yi diğer ülkelerden üstün kıldığı iddia edilen veri olarak da 1992 yılında çıkarılan İstanbul Kentinde Yapılacak Olimpiyat Oyunları Kanunu gösterildi. OL‹MP‹YAT KANUNU 1992 yılında dönemin spor bakanı Mehmet Ali Yılmaz tarafından hazırlanan ve meclisten oybirliğiyle geçen yasa, İstanbul kentinde bir olimpiyat düzenlenmesine temel hazırlama amacıyla çıkarılmıştı. Bu yasa uyarınca kurulan İstanbul Olimpiyat Oyunları Hazırlık ve Düzenleme Kurulu, o günden bu yana İstanbul’a ne “olimpizm ruhunu” ne de gerekli
stanbul, 2020 Yaz Olimpiyat Oyunları’na aday oldu. Daha önce dört kez olimpiyatları düzenlemeye aday olan Türkiye’de hazırlık namına bir girişim yok
‹
teknik altyapıyı sağladı. Kurulun somut olarak görülebilen tek icraatı, sadece 2002 yılında açılışı yapılan 80 bin seyirci kapasiteli Atatürk Olimpiyat Stadı oldu. Konut fonunda toplanan aylık gelirin %1’ini, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin tasdik edilen bütçesinin % 0,5'ini, konsolide bütçeden ayrılan payı ve diğer gelirleri kasasına aktaran kurum, elindeki tek icraat olan olimpiyat stadına da yıllar geçmesine rağmen hala düzgün bir yol yapabilmiş değil. Atatürk Olimpiyat Stadı’nın açık tribünlerinden esen rüzgar, stadyumda spor yapılmasını imkansız hale getirmesine rağmen, adaylığın açıklandığı toplantıya kadar bu soruna bir çözüm üretilmedi.
BEfi‹NC‹ ADAYLIK 1992 yılında, Türkiye’de bir olimpiyat düzenlenmesi için atılan adımlardan sonra, Türkiye tam beş kez oyunları düzenlemeye talip oldu. İlk başvurusunu 2000 Yaz Olimpiyat Oyunları için yapan Türkiye, daha sonra 2004, 2008 ve 2012 yılları için de aday oldu. 2000 yılında düzenlenen oyunları Sydney’e, 2004 oyunlarını Atina’ya, 2008 oyunlarını Pekin’e ve önümüzdeki yıl yapılacak olan oyunları Londra’ya kaptıran Türkiye, oyunları düzenlemek için bu sefer Roma, Madrid ve Tokyo’yla yarışa girecek. İlk üç adaylığında son beş ülke arasında yer alan Türkiye, 2012 adaylığında beş ülke arasına girememiş ve oylamaya dahi katılamamıştı.
KISACA OL‹MP‹YATLAR İlk kez 1896 yılında düzenlenen yaz olimpiyat oyunları o günden bu yana sadece üç kez yapılamadı. 1916 yılında oynanması gereken oyunlar 1. Dünya Savaşı nedeniyle iptal edilirken, 1940 ve 1944 oyunları ise 2. Dünya Savaşı nedeniyle düzenlenemedi. Son olimpiyat oyunları 2008 yılında Çin’in başkenti Pekin’de düzenlenmişti. Olimpiyat oyunları kimi zaman boykotlara da sahne oldu. 1979 yılında SSCB’nin Afganistan’a girmesini gerekçe gösteren, ABD başta olmak üzere 64 ülke 1980 yılında Moskova’da yapılan oyunlara katılmadı. 1984 yılında Los Angeles’da yapılan olimpiyatlara da SSCB ve Küba’nın aralarında bulunduğu 13 ülke katılmadı. 1988’de Güney Ko-
re’de yapılan olimpiyatlara da Kuzey Kore, Küba, Etiyopya ve Nikaragua katılmadı. Olimpiyatlarda 1936 yılından bu yana 28 branş bulunurken, 2012 olimpiyatlarında alınan son kararlar uyarınca beyzbol ve softbolun çıkarılmasıyla branş sayısı 26’ya düştü. Olimpiyat denilince ilk akla gelenlerden biri olan olimpiyat bayrağı “ülkeler arasında barış”ı temsil ediyor. İlk kez 1920 Olimpiyatlarında kullanılan Olimpiyat Bayrağı iç içe geçmiş beş farklı renkteki halkadan oluşuyor. Bu beş halka Mavi daire Avrupa'yı, sarısı Asya'yı, siyahı Afrika'yı, kırmızı Amerika'yı, yeşil de Avustralya'yı temsil etmek üzere bayrakta yer alıyor. Bu beş kıtanın üzerinde bir tek güneş parlar. Bu güneş de olimpiyat meşalesidir. Güneş ışınlarından yararlanılarak bir büyüteçle yakılan olimpiyat meşalesi oyunlar başlamadan önce yakılarak dünyayı dolaşır ve oyunlar devam ettiği sürece söndürülmez. OL‹MP‹YATLARDA TÜRK‹YE Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 1906 yılında yapılan oyunlarla olimpiyatlara adım atan Türkiye o tarihten sonra yapılan organizasyonlara katıldı. 1924 olimpiyatlarına “1. Dünya Savaşı’na neden olan ülkeler” arasında yer aldığı gerekçesiyle davet edilmeyen Türkiye, 1932 Los Angeles olimpiyatlarına masraflar nedeniyle sporcu göndermedi. Türkiye, 1980 Moskova Olimpiyatları’na ABD’nin yanında saf tutarak katılmadı. İlk madalyalarını 1 altın ve 1 bronzla 1936’da Berlin’de kazanan Türkiye, en çok altın madalyasını güreşte kazandı. Olimpiyatlara 12 branş ve 68 sporcuyla en geniş katılımını 2008 Pekin oyunlarında gerçekleştiren Türkiye’nin 2012 Londra olimpiyatlarına daha fazla sporcuyla katılması bekleniyor.
Avrupa Basketbol Şampiyonası başladı Milli tak›mlar seviyesinde basketbolun en önemli organizasyonlar›ndan birisi olan Avrupa Erkekler Basketbol fiampiyonas›, Litvanya’da bafllad›. Geçen y›l Türkiye’de yap›lan Dünya Kupas›’nda ikinci olan Türkiye’nin de kat›lmaya hak kazand›¤› turnuvada oldukça ilginç maçlar oynan›yor. Turnuvan›n en güçlü tak›mlar›ndan biri
olarak gösterilen Türkiye, grup maçlar›nda ald›¤› flafl›rt›c› sonuçlarla, zar zor da olsa yeterli puan› alabildi ve bir üst tura ç›kt›. ‹lk tur maçlar›nda Portekiz, Büyük Britanya, Litvanya, Polonya ve ‹spanya’yla eflleflen Türkiye, Portekiz ve Büyük Britanya’y› yendikten sonra Litvanya ve Polonya’ya kaybetti ve tur flans›n› mucizelere b›rakt›. Ancak son maçta Türkiye’nin gruptan
Suriye’de muhalif karikatüriste saldırı Suriye'nin en tanınmış siyasi karikatüristlerinden biri olan Ali Ferzat'ı kaçıran bir grup maskeli saldırgan ünlü karikatüristin ellerini kırdı. 1 Eylül Perşembe sabahı Şam'da bir caddede silahlı ve maskeli bazı adamlar tarafından sürüklenerek bir araca bindirilen Ferzat işkence gördü.
ç›kmas› için gerekli olan tüm flartlar yerine geldi (Türkiye ‹spanya’y› yendi, Büyük Britanya Polonya’y› yendi) ve Türkiye ikinci tura yükseldi. ÖLÜM GRUBU
‹kinci turda s›k kullan›lan tabiriyle ölüm grubuna düflen Türkiye, E grubunda ‹spanya, Almanya, Fransa, S›rbistan ve Litvanya’yla
eflleflti. 2. Tura 3 puanla bafllayan Türkiye bu grupta Fransa, Almanya ve S›rbistan’la birer maç yaparak gruptan ç›kma hakk›n› elde etmeye çal›flacak. Yap›lan yorumlarda bu gruptan ç›kacak herhangi bir tak›m›n flampiyon olmas› halinde kimsenin flafl›rmayaca¤› ifade ediliyor. Avrupa Basketbol fiampiyonas›, 18 Eylül’de yap›lacak final müsabakas›yla sona erecek.
Hak mücadelesi sahaya indi İ
spanya’da, futbolcular derneği AFE ile Profesyonel Futbol Ligi (LFP) arasında yaklaşık 200 futbolcunun kulüplerinden aylardır ücret alamaması nedeniyle gerçekleştirilen müzakereler sonuç vermedi; futbolcular grev kararı aldı. Grev kararının ardından 21 Ağustos’ta başlaması gereken lig maçlarının ilk iki haftasının oynanmayacağı açıklandı. Grevin sona ermesi için futbolcuların şartlarının yerine getirilmesi gerekiyor. Ekonomik kriz durumlarında İspanya’daki liglerde forma giyen oyuncuların mağdur olmaması için bir ücret fonu oluşturulmasını talep eden futbolcular, mevcut alacaklarının da ödenmesini talep ediyor. Grev yalnızca İspanya Birinci Ligi “La Liga”da oynayan futbolcuların değil, alt liglerdeki oyuncuların da haklarını savunmak için yapılıyor. Futbolcular derneği AFE’den yapılan açıklamada futbolcuların toplam 53 milyon euro alacağı bulunduğu, buna karşılık LFP’nin önerdiği rakamların çok komik olduğu belirtildi. Tüm futbolcular greve destek verirken Español’da forma giyen Luis Garcia, ''Ya bu sorun tamamen çözülür ya da oynamayız'', Hercules'den Tote de, ''Eğer gerekirse tüm yıl İspanya'da futbol oynanmayacak'' şeklinde konuşarak LFP ile anlaşmanın uzak olduğunu ifade ettiler. Spor Kanunu’na göre borçların ödenmemesi durumunda kulüplerin küme düşürülmesi de gündeme gelebiliyor. Ancak İflas Koruma Kanunu kapsamında iflas ettiğini ilan eden kulüp, küme düşmekten kurtulabiliyor. Avrupa’da şu an itibariyle iflas eden takım sayısı 22. Bunun 21’i İspanya’da bulunan kulüpler. Bu ekiplerden 7’si La Liga’da mücadele ediyor. Racing de Santander, Real Zaragoza, Mallorca, Real Sociedad, Granada, Beits ve Rayo Vallecano bu kulüpler arasında. Barcelona Üniversitesi’nin araştırmasına göre 2009-2010 sezonunda kulüplerin genel borcu yaklaşık 3.5 Milyar Euro’ydu. Uzmanlara göre bu rakam günümüzde 4 Milyar Euro’ya çıktı. İspanya, futbol tarihinde 1979, 1981 ve 1984’te olmak üzere 3 kere daha greve gitti. Kulüplerle futbolcular arasında kesin bir anlaşma sağlanamamasına rağmen lig maçları oynanmaya başladı. Ancak çözülemeyen sıkıntılar İspanya’da yeni grevleri gündeme getirebilir.
Ferzat’ın yakınlarının verdiği bilgiye göre saldırganlar onu dövdüler ve, 'Ellerini kıracağız ki, bir daha çizemeyesin' dediler. Saldırı sonucu Ferzat’ın her iki elinin kemikleri kırıldı. Saldırı sonrası Ferzat hasataneye kaldırıldı. Associated Press (AP) haber ajansına konuşan yakınları saldırganların kimliklerini bilmediklerini ama bu adamların yönetimin eşkiyaları olmalarından şüphelendiklerini söylediler. Ferzat, Esad rejimini ve rejim karşıtı gösterileri bastırma politikalarını karikatürleriyle eleştirmişti.
Direniş köy ve vadilere yayıldı
Denizfeneri davasını birileri zora koşuyor
Erzurum Tortum’da köylüler HES inşatını durdurmak için jandarma ile karşı karşıya geldi. Firmaya ait araçlar kurulan barikatlarla engellendi. Sinop Gerze’de halk termik santral inşaatını durdurmak için sondaj çalışmasını engelledi. Polis ve jandarma saldırısına rağmen şirket çalışmalarına başlayamadı. Doğanın metalaştırılmasına ve yok edilmesine karşı mücadele ülke çapında yayılıyor.
AKP “yargı reformu”nun meyvelerini toplamaya devam ediyor. Denizfeneri Davası’nı yürüten savcılar, sanık avukatlarının Hakim Savcılar Yüksek Kurulu’na yaptığı şikayeti üzerine açılan soruşturma ile davadan alındılar. Almanya’da başlayan Denizfeneri soruşturmasında ortaya çıkan bilgi ve deliller üzerine Türkiye’de davanın açılması üç yıl sürmüştü. Üç yılın sonunda açılan davada savcıların önce soruşturmaya tabi tutulup sonra da görevden alınması, yargı sürecine siyasi müdahale şüphesini güçlendirdi.
KÜLTÜR SANAT
15
9 Eylül 2011 / 23 Eylül 2011
Halk›n Sesi
'Gelecek Uzun Sürer' Özcan Alper’in yeni filmi 'Gelecek Uzun Sürer'in dünya prömiyeri 36. Toronto Film Festivali’nde gerçekleştirilecek. Müzik araştırmaları yapan Sumru’nun tez çalışması için ülkenin güneydoğusuna çıktığı yolculuğu anlatan filmin Türkiye prömiyeri ise Altın Koza Film Festivali’nde.
MKM 20 yafl›nda
fiiir at›’na binip gitti
“Asimilasyon ve kültürel soykırıma karşı, alternatifdevrimci sanat" sloganıyla yola çıkan MKM 20. yılını Yedikule Zindanları’ndaki konser ile kutladı. 3 Eylül'deki konserde dengbêjlerin de aralarında bulunduğu çok sayıda sanatçı sahne aldı.
1980 sonrası şiirin önemli ismi, 'Şiir Atı' dergisinin kuruculularından Seyhan Erözçelik, 49 yaşında öldü. ‘Hayal Kumpanyası’ şiiriyle 1991 Yunus Nadi Ödülü’nü kazanan Erözçelik, 2004 yılında Behçet Necatigil, 2005 yılında ise Dionysos Şiir Ödülü’ne layık görülmüştü.
Turhan Selçuk an›s›na İlk kez bu yıl düzenlenen Uluslararası Turhan Selçuk Karikatür Yarışması’nda birincilik ödülü İranlı karikatürist Dariush Ramezani’nin oldu. Yarışmaya 46 ülkeden 367 sanatçı 1503 karikatür ile katıldı.
Bir küçük Ayasofya, bir büyük ibret ziyaretçilerine hizmet ediyor. Arkeologlar ve tarihçilerin de yapının tarihine ilişkin kesin sonuçlar çıkarması artık çok daha zor. Çünkü mimariye ait önemli arkeolojik kalıntılar, restorasyon sırasında ortadan kaldırılmış ve sıvanarak öyle kapatılmış ki binanın içi havasızlıktan küf kokmakta. Örneğin Vizeli Azize Maria’nın freski kapatılırken, bazı kalemişi desenler kartonpiyer çerçeveler içerisinde sergilenmeye çalışılmış. Ancak bu kartonpiyer çerçeveler de aradan geçen 5 yıl içinde rutubetten çatlamış ve yer yer dökülmüş.
MELTEM ÇAVDAR
V
ize (Bizye) Antik Kenti, Trakya’nın kuzeyinde Yıldız Dağları’nın eteklerinde yer alan ve bölgedeki antik tiyatro yapısı korunmuş tek antik kenttir. Erken Bizans döneminde önemli kişilerin sürgün hayatlarını geçirdiği bir yer olması ve 902 yılında burada ölen Maria (St. Mary) isimli genç bir azizeye dair rivayetler Vize’ye tarihsel bir popülerlik kazandırmıştır. İZLERİN İZİNDE... Ağustos (2011) ayının başından itibaren bir grup mühendislik ve mimarlık öğrencisi, Ayça Beygo’nun antik Vize’nin tarihi topografyasını çıkarmayı amaçlayan doktora tezi için başlatılan alan çalışmasına devam ediyor. Çalışmada kentin yüzeyinde bulunan sur duvarları, kalıntılar, sütun gibi yapı parçaları incelenerek Bizans döneminde nasıl bir yer olduğu çizilmeye çalışılıyor. Bilimsel bilginin birikerek ilerlediği düşünülürse, maddi kalıntılar kadar bölge hakkında yazılar, haberler, filmler, yöre halkının sözlü anlatımları da peşinden gidilecek birer iz. En çok da bilim insanlarının geçmişte yaptığı çalışmalar öğreticidir. Ancak bu çalışmalara duyulan güven bazen aynı oranda hayal kırıklığı da yaratır: bir kazı çalışmasının yeterli olgunlukta belgelenmemesi ya da geçmişte yapılmış yanlış ve tahripkar bir onarım, restorasyon çalışması tarihe bir sünger çeker ve bütün izleri siler. Vize’deki Ayasofya Kilisesi de tarihi varlığının üzerine sünger çekilen bir yapı. Gazi Mihal Bey’in torunlarından Süleyman Paşa tarafından camiye dönüştürülen bu kilisenin tarihi konusunda arkeologlar ve mimarlık tarihçileri arasında görüş ayrılıkları var. Yapı alt katta bazilikal plan ile üst katta kubbeli hac planın birlikte kullanılmasıyla oluşmuş. Yapı tipolojisine bakarak değerlendiren araştırmacılar yapıyı 13.-14. yy’lara tarihliyorlar. Belgelenememiş ve kaybolmuş arkeolojik bazı verilere dayanarak değerlendirenler ise yapının mimari anlamda çok az ürün verilmiş ünlü
B
ir kazı çalışmasının yeterli olgunlukta belgelenmemesi ya da geçmişte yapılmış yanlış ve tahripkar bir onarım, restorasyon çalışması tarihe bir sünger çeker ve bütün izleri siler
karanlık yıllara, yani 8.–9. yy’lara tarihlendiğini belirtiyor. Vize Ayasofyası’nın tarih boyu geçirdiği değişimleri saptamak yönünde en yakın ve en kapsamlı çalışma 2003 yılında Alman arkeologlar Franz Alto Baurer ve Holger A. Klein’in öncülüğünde başlatılan kazı, analiz ve restitüsyon çalışmalarıdır. Dönemin Kültür Bakanlığı’na bağlı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün onayıyla başlatılan çalışmaların 2 yıllık serüveninde yapıya ve Vize’ye dair çok önemli sonuçlara varıldıysa da Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün saha araştırmasını sonlandıracak bir hamlesiyle çalışmanın sonu hüsran olur.
TAŞERON RESTORASYON Oldukça verimli geçen çalışmalara 2005 yılında devam edilemez. Kültür Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne yapılan izin başvurusu, Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün başlattığı restorasyon çalışmaları nedeniyle reddedilir. Arkeologlar, Edirne’deki yetkililerle ortaklaşa ya da onların denetimi altında çalışma yapmayı teklif etseler de bu istekleri kabul edilmez ve 2005 yılı saha çalışması programı iptal edilmek zorunda kalınır. 2006 yılında alan araştırması yapmak için tekrar şansını deneyen ekip, restorasyonun inşasına başlandığını öğrenir. 2006 Mayıs ayında herhangi bir arke-
olog ya da mimarın gözetimi olmaksızın kilisenin restorasyon çalışması taşeron firmanın inşaat işçileri tarafından sürdürülür. 15. yüzyılda camiye çevirilen Vize Ayasofyası, 1980’lerde geçirdiği “yıkıcı” onarım çalışmasının ardından 2006’da yapılan bu “yok edici” restorasyon sonrasında dış cephelerini oluşturan taş duvarların derzleri pasta kreması renginde ve yapının nefes almasını engelleyecek yanlış bir uygulama ile birlikte harç ile kapanmış, pencereleri yenilenmiş, içi tamamen sıvanıp beyaza boyanmış, Osmanlı dönemindeki kalemişi süslemeler hayal edilerek yenileri yapılmış vaziyette, cemaati de bulunmayan bir cami olarak Vize halkına ve
BU KADAR CEHALET ANCAK TAHSİLLE MÜMKÜN* Yazının önceki kısmını okuyanlar “Bu kadar yanlış bir iş neden, nasıl yapılabilir?” diye sorabilirler. Bu tür yanlış tarihi koruma uygulamaları Türkiye’de bu alanda yıllardır süregelen, arkeolojiyi bir tür turizm nesnesi olarak gören bakış açısının ürünleridir. Turizmi ‘bacasız fabrika’ olarak tanımlayan bir ülkede arkeoloji alanında çalışan bilim insanları ve rantçılar arasındaki bu çatışma her zaman olmuştur. Bunun yanı sıra gerici ideolojinin Osmanlı’ya dayanan yapılar dışındaki buluntuları çanak çömlek olarak gören zihniyeti Ayasofya gibi kilise yapılarının cami olarak kullanılması yönünde son derece siyasi bir istek duymaktadır. Bugün AKP tarafından marka kentler, yatırım kentleri gibi kent pazarlama taktiklerinin yaygınlaşması ile tarihi alanların popüler yönlerinin öne çıkarılarak hızlıca bu anlayışa uygun olarak düzenlenmesi beklenmeyen bir durum değildir. Kısacası Vize Ayasofyası Vakıflar Müdürlüğü’nün mimarlık tarihinden anlamayan birkaç yöneticisinin yanlış uygulaması sonucunda yitirilmedi, insanlığın bugününü aydınlatacak tarihiyle birlikte bilinçli bir şekilde karanlığa gömüldü. * Vedat Türkali'nin Bir Gün Tek Başına adlı romanında Sakallı Celal'e ait olarak geçen söz. Kaynaklar: The Church of Hagia Sophia in Bizye (Vize): Results of the Fieldwork Seasons 2003 and 2004. Franz URL: http://www.jstor.org/stable/25046217 StableAlto Bauer and Holger A. Klein Ayasofya Kültür Merkezi http://www.ayasofya.org/vize-ayasofya.html
Temel kavramlar Arkeolojik çal›flmalarda kullan›lan ve Vize Ayasofya yaz›m›zda yer alan baz› temel kavramlar›n anlamlar› flöyle: Antik Ça¤: Önce Yunan kent devletlerinin, daha sonra da Roma ‹mparatorlu¤u’nun siyasi gücü ve egemenli¤i alt›nda, tarihsel olarak M.Ö. 7. yüzy›l›n sonunda bafllay›p, M.S. 2. yüzy›la dek süren dönem. Ayasofya: “aya sofya” ad› “kutsal bilgelik” ya da "ilahî bilgelik” anlam›na gelir. Ayasofya ad›n› tafl›yan kiliseler bilgeli¤e adanm›fl yap›lard›r. Türkiye’de 5 tane Ayasofya Kilisesi vard›r. Restorasyon: Eski binalar›n orijinaline uygun flekilde onar›lmas›. Fresk: Kilise mimarisinde, iç mekan süslemesinde çok s›k görülen, s›va üzerine boya ile yap›lan resimler. Kiliselerdeki ‹sa canland›rmalar› tipik frekslerdir. Kalemifli: Geleneksel Türk mimarisinde mekanlar›n, duvar, kubbe gibi yüzeylerinde uygulanan, s›va üzerine boya ile yap›lan desenli süslemelerdir.
Çocuklar mahalleleri şenlendirdi H
Yücel’in mezarı paramparça
C
an Yücel'in Datça'daki mezarı kimliği belirsiz kişilerce parçalandı. Can Yücel’in ölüm yıldönümünde gerçekleştirilen etkinlikte mezar taşına şarap dökülmesinin ardından AKP ilçe başkanı mezarı hedef göstererek, "Sessiz kalmayacağız" demişti. Bu açıklamanın ardından bir gece yarısı mezar sert bir cisimle vurularak paramparça edildi. Can Yücel’in anıt mezarı, İnsanlık Anıtı’nın da tasarımcısı heykeltıraş Mehmet Aksoy’un imzasını taşıyordu. Saldırının ardından Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği, Türkiye Yazarlar Birliği ve Heykeltıraşlar Derneği'nin de aralarında bulunduğu meslek örgütleri bir basın açıklamasıyla saldırıyı kınadı. Sözlerine ''Yine heykel ölüsü cenaze merasiminde bir araya geldik'' diyerek başlayan Mehmet Aksoy, "Sayın Kültür ve Turizm Bakanımız yine çok üzüldüğünü belirtecektir. 'Çok vicdanım sızladı' gibi laflar edecektir. Bu olay karşısında gerçekten ne düşünüyor? Bunun cevabını vermesini istiyorum" diye konuştu.
alkevleri’nin yoksul mahallelerde düzenlediği yaz okulları mahallelerde yapılan çocuk şenlikleriyle sona erdi. Halkevleri ve Öğrenci Kolektifleri’nin ortaklaşa yürüttüğü yaz okullarında üniversiteliler “Okumuş insan halkın yanındadır” kampanyası ile yoksul mahallerde gönüllü eğitim faaliyetlerine katıldı. Halkevleri Yaz Okulu dört yıl önce İstanbul’un dört mahallesinde başlatıldı. Dört yıl içinde yaz okulları hem yaygınlaştı, hem de içeriğini zenginleştirdi. Mühendis odalarından mühendis ve mimarlar, avukatlar, Sosyal-İş üyesi güvencesiz öğretmenler de ders verenler arasındaydı. Okmeydanı Halkevi Yaz Okulu, çocukların yaz boyunca yaptıkları çalışmaların ürünlerini sergiledikleri ve bin kişinin izlediği bir şenlikle sona erdi. Sibel Yalçın Parkı’nda gerçekleştirilen şenliğe, Okmeydanı halkı yoğun katılım gösterdi. Şenlikte Kardeş Türküler de çocuklarla birlikte sahne aldı. Çocuk şenliğinin sunuculuğunu çocuklar yaptı. Şenlikte sahneye ilk olarak çıkan ve farklı kuşaklardan Halkevcilerin bir araya geldiği Okmeydanı Halkevi Müzik Grubu, Kürtçe ve Türkçe türküler seslendirdi. Daha sonra yaz okulu öğretmenleri hep beraber “Merhaba” isimli şarkıyı söyleyerek Okmeydanı halkını selamladı.
ŞİMDİKİ GENÇLER HARİKA Yaz Okulu Tiyatro Atölyesi, “Şimdiki gençler harika” adlı oyunu sergiledi. Oyunda anne, baba ve çocuk ilişkilerine göndermeler vardı. Tiyatro atölyesinin beğeniyle izlenen oyununun ardından çocuklar “Biz bu dünyaya kin ve nefret değil sevgi yaymaya geldik” dedi, seyircileri selamladılar. Tiyatro Atölyesi sahneyi İtalya’dan gelen öğrenciler eşliğinde çalışmalarını yürüten Dans Atölyesi’ne bıraktı. İtalyan halk dansı gösterisini Ege yöresi halk oyunları izledi. “ÇOK OLUN ÇOCUKLAR” Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol da şenlikteydi. Çocukların çalışmalarını izleyen Birol bir konuşma yaptı. Birol konuşmasında savaş dilinin kullanıldığı, barut kokusunun daha fazla yayıldığı bugünlerde daha cesur olunması gerektiğini vurguladı. Birol’un ardından sıra en şirin Halkevcilere geldi. Yaz Okulu Kreş Sınıfı turuncu kıyafetleriyle çıktıkları sahnede hazırladıkları dans gösterisini sergilediler. “SOKAĞI ÖZGÜR BIRAK” Öğrenci Kolektifleri şenlikte yaptıkları konuşmada dört yıldır sofralarını açan, evlerinde misafir eden Okmeydanı halkına teşekkür ettiler. Konuşmada Kolektifçiler halkın umudunu büyütmek için sokakta olmaya devam edeceklerini söylediler.
Yaz Okulu Sinema Atölyesi’nin çektiği kısa filmler de şenlikte gösterildi. Bir aydır Kardeş Türküler’in eğitmenliğinde çalışmalarını devam ettiren çocuk korosu sahneye turuncu tişörtleriyle çıktı. Kırk kişilik çocuk korosunun ezgileri Okmeydanı sokaklarında yankılandı. Koro son şarkısı “Mirkut”u Kardeş Türküler’le beraber seslendirdi. Çocukların ustalık ve uyumla seslendirdikleri şarkı dinlenmeye değerdi. Kardeş Türküler’den Fehmiye Çelik, Okmeydanı Halkevi’nin daveti üzerine yaz okulu çalışmasına
katıldıklarını belirterek çocuklarla yürütülen üç haftalık çalışmanın kendileri açısından oldukça keyifli geçtiğini söyledi. Okmeydanı Çocuk Şenliği’yle aynı gün Bahçelievler’de Halkevi önünde çocuklar bir etkinlikle üretimlerini sergilediler. 21 Ağustos Pazar günü ise Ümraniye’deki çocuklar yaz okulu boyunca kendi çabaları ile yaptıkları “Barış Parkı”nın açılışını gerçekleştirdiler. Aynı gün Sarıyer, Gültepe, Çağlayan ve Esenyurt’ta da yapılan şenlikler ile İstanbul’da Halkevleri yaz okulu çalışmaları sona erdi.
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ
9 Eylül 2011 / 23 Eylül 2011
Halk›n Sesi
8 . H O PA K EM A L PA Ş A H A L K F ES T İ VA Lİ S O N A E R D İ
Eşkiyalar horona durdu
Metin Lokumcu anısına düzenlenen 8. Halkevleri Kemalpaşa Halk Festivali’nde binlerce kişi, AKP’ye inat haykırdı: “Tek yol sokak, tek yol devrim!”
3
1 Mayıs’ta Hopa’da öldürülen Metin Lokumcu’nun anısına düzenlenen 8. Halkevleri Hopa/Kemalpaşa Halk Festivali sona erdi. 12-14 Ağustos tarihlerinde gerçekleştirilen festivalde “eşkiyalar” Lokumcu’nun öldürüldüğü meydanda el ele tutuşup horona durdu. Binlerce kişi hep bir ağızdan “Tek yol sokak, tek yol devrim” sloganı attı. İLK DURAK METİN LOKUMCU’NUN MEZARI Festival Metin Lokumcu’nun mezarının başında yapılan anma etkinliğiyle başladı. Mezar başında buluşan Lokumcu’nun ailesi, yoldaşları ve sevenleri onun değerlerine sahip çıktıklarını söyleyerek festivali başlattılar. YARIM KALAN HORON TAMAMLANDI 31 Mayıs günü Hopa Meydanı’nda durulan horon, polisin saldırması nedeniyle yarım kalmıştı. Ortahopa Mahellesi’nden Hopa Meydanı’na yapılan yürüyüşle Ho-
16
palılar “yarım kalan horonu tamamlamak” için meydana davet edildi. Meydanda yüzlerce kişi hep beraber “Tek yol sokak, tek yol devrim” sloganları atarak horona durdu. Meydanda 31 Mayıs olayları nedeniyle tutuklanan kişilerin isimleri okunurken Hopalılar bir ağızdan “aramızda” diye haykırdı. YAĞMURA İNAT HORON Hopa’da yapılan çağrı yürüyüşü ve meydanda yapılan konuşmaların ardından geleneksel festival yürüyüşüne geçildi. Mahir Çayan’ın silüetinin bulunduğu flama her sene olduğu gibi en önde yer aldı. Kemalpaşa halkının alkışları eşliğinde Kemalpaşa Meydanı’nda çekilen horonla ve yapılan tiyatro gösterileriyle Kemalpaşa halkı festivale davet edildi. Halkevi Drama Atölyesi’ndeki çocukların HES’leri anlatan gösterisi oldukça alkış aldı. Yürüyüşün ardından Leman Sam ve Bajar’ın solisti Vedat Yıldırım’la Kemalpaşa Parkı’nda “Yaşamı Savunan Sanat” başlıklı bir panel yapıldı.
Konserlerin başlamasına kısa bir süre kala bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Yağmur yağdıkça sloganlar daha da güçlendi, eller daha sıkı tutuldu, horon hız kesmeden devam etti. Bayar Şahin’in şarkılarıyla horona durulurken Grup Bajar’ın parçalarıyla horonlar halaylara dönüştü. Konserin ardından Kemalpaşalılar, il dışından gelen konuklarını evlerinde misafir etti. Kimisi daha önceden ağırladıkları konuklarını bularak yeniden evine davet etti, kimisi yeni insanlarla tanıştı. İl dışından gelenlerle Kemalpaşa halkı kurdukları ev sahibi-konuk ilişkisiyle daha da kaynaştı.
lar yapıldı. İkinci günün konser programı ise İmece müzik grubunun şarkılarıyla başladı. Kemalpaşalılar, Umut Hamzaoğlu’nun söylediği şarkılara eşlik etti. Ardından sahneye çıkan Kemalpaşa Çocuk Korosu Türkçe, Kürtçe, Lazca ve Hemşince parçalarla kitleden oldukça alkış aldı. Marsis’in sahne almasıyla bütün alan horona durdu.
İKİNCİ GÜN ÇOCUKLARIN GÜNÜ İkinci gün “Yaşamı ve doğayı savunanlar Metin Lokumcu anısına buluşuyor” başlıklı bir panel yapıldı. Belediye düğün salonunda gerçekleştirilen panele Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu ve çevre direnişçileri katıldı. Panelde hidroelektrik santralleri üzerine uzun uzun tartışma-
METİN LOKUMCU İÇİN... Üçüncü gün ise Sefaköy Halkevi’nde müzik eğitmenliği yapan Ufuk Coşkun’un ezgileriyle başladı. Sarıyer Halkevi Gençlik Korosu söylediği türküler ve marşlarla festival alanını renklendi. Koro’nun ardından sahne alan İlkay ise söylediği parçalarla Kemalpaşa halkının duygularına tercüman oldu. Festi-
valin kapanışı Kemalpaşa Halkevi’nde yetişen Yusuf Aydın ve Tanju Topal’ın şarkılarıyla oldu. Tanju Topal’ın ricasıyla, festivale katılanlar Metin Lokumcu için horona durdu. Festivali sonlandıran kitlenin heyecan ve coşkusu bitmedi. Boşalan alan, yeni bir Karadeniz müziğinin duyulması ile dev bir horon halkası ile yeniden doldu. Festivalin ve horonların sonlanması oldukça uzun sürdü. Kemalpaşa halkı festivalin dokuzuncusunda buluşmak üzere alandan ayrıldı. Konserler devam ederken, alanın kenarında dev bir Kazım Koyuncu posteri ve “Metin Lokumcu Onurumuzdur” yazılı Lokumcu fotoğrafı alanı izledi.
‘Metin olun, biz ayaktay›z’ opa-Kemalpaşa Halk Festivali'nin sekizincisi yaklaşık 7 bin kişilik bir koroyla büyük bir coşku içinde sonra erdi. Festival katılımcılarının oluşturduğu büyük koro hep bir ağızdan Metin öğretmene ithafen “O dere o denize ulaşacak” sloganını haykırdı. Her yıl halkın kendi özgücüne güvenerek örgütlediği Hopa-Kemalpaşa Halk Festivali, bu özelliğiyle Türkiye'de tek festival. Hopa'nın ve Kemalpaşa'nın gençlerinin yaz aylarında yevmiyeyle çay toplayarak, esnaftan katkı alarak örgütledikleri bu festivalin özü yoğun dayanışma içeriyor. Gençler, gündüzleri yevmiyeyle çay toplarken akşamları da görev aldıkları tiyatro, halkoyunları, müzik gruplarının çalışmalarında festivale hazırlanıyorlar. Festival çağrısı için hazırlanan duyurular, turuncu bez kumaşlara bizzat gençler tarafından el emeğiyle yazılıyor. Festivalin tüm pankartları da aynı şekilde el emeği içeriyor. Sabahlara kadar süren yoğun bir çalışmanın izlerini taşıyorlar üzerlerinde. Ve gelelim bu seneye. Bu seneki festivalin anlamı önceki yıllara göre biraz daha Mustafa farklıydı. Çünkü festivalin ilk Eberliköse örgütçülerinden olan Metin öğretmen AKP iktidarı eberli@ tarafından öldürülmüştü. sendika.org Festival de Metin öğretmene adanmıştı. O nedenle bu sene, önceki senelere göre daha büyük bir organizasyon yapılarak, Metin öğretmenin katillerine en iyi cevabın verilmesi lazımdı; “Bir gider bin geliriz.” Festival komitesi Metin öğretmenin mezarı başında başlattı festivali, ardından da Metin öğretmenin yarım bıraktığı horona durdular Hopa'nın Cumhuriyet Meydanı'nda. Belki de bu meydanın adı artık Metin Lokumcu Meydanı olmalı. Festival 3 gün boyunca yağmura rağmen engel tanımadan devam etti. Yağmur bozdu festival alanını, eline küreği kapan gençler, kadınlar düzeltti. Yağmur durmadı, horon da durmadı. Yağmura inat daha da sıkılaştı insanlar, horonun halkaları büyüdü. Sergiler, atölyeler, paneller, sokak tiyatroları, turnuvalar... Kemalpaşa sokakları tüm gün boyu etkinliklerle doluydu. Bir de misafirler var tabii. Yüzlerce misafiri kendi evlerinde ağırladı Hopalılar ve Kemalpaşalılar. Bir tas çorbalarını bir bardak çaylarını paylaştılar. Ve çocuklar.. Hiç kuşkusuz bu yılki festivalin yıldızı çocuklardı. Metin öğretmenin öğrencileri, bu yıl, her zamankinden daha fazla çalıştılar. Festival öncesi, rengarenk boyadılar yüzlerini ve halkı 2 gün boyunca, sokak sokak gezerek festivale davet ettiler. Sokak tiyatroları hazırladılar, halkoyunları oynadılar, korolar oluşturdular. Fotoğraf çekmeyi, resim yapmayı öğrendiler, anne-babalarına umudu öğrettiler. Sahneye çıktılar, Türkçe, Kürtçe, Lazca, Hemşince parçalar okudular. “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganını ülkenin en kuzeydoğusundan, tüm ülke coğrafyasına haykırdılar. Hopalı ve Kemalpaşalı gençler, kadınlar, çocuklar, çay üreticileri, fabrika işçileri, esnaflar bir kez daha tüm ülkeye; güneşin doğudan doğacağını gösterdiler. Onlar tüm baskılara, iktidarın tüm oyunlarına rağmen, sinmediler, yılmadılar, susmadılar. Her zamankinden daha gür, daha çoşkulu, daha gururlu bağırdılar: “Metin olun, biz ayaktayız!”
H
8 yıllık gelenek Kemalpafla Halk Festivali, kültürel yozlaflmaya, sömürüye ve yoksullu¤a karfl› halk›n alternatif kültürel etkinli¤ini yaratmak ve direniflle sanat› buluflturmak amac›yla düzenlenmeye bafllad›. Halkevleri öncülü¤ünde bafllat›lan festival ilk olarak 6 A¤ustos 2004’te Kemalpafla Belediyesi park alan›nda gerçeklefltirildi. ‹lk festivalde, iki kamyon kasas› yan yana getirildi, üzerine de naylon çat›l› bir sahne yap›ld›. Festival giderlerini karfl›lamak için herkes çayda çal›flt›. Ortaya kolektif olarak üretilen bir ürün ç›kt›. Festivalde her y›l tema da de¤iflti. Bir y›l, “Çayda sömürüye son” dendi. Baflka bir y›l, “Karadeniz ufla¤› Amerikan ufla¤› olmayacak”, temas›yla gerçeklefltirildi. Bir baflka y›l›n bafll›¤› “Karadeniz kararmas›n” oldu. Festivalin kapsam› y›llar geçtikçe büyüdü, 8 y›ld›r coflkusu artarak devam ediyor. Festival günlerinde Kemalpafla sokaklar›, paneller, sergiler, sokak tiyatrolar› ve konserlerlerle; Kemalpafla halk›n›n çayda sömürüye, HES’lere ve AKP iktidar›na karfl› duygular›n›n ve sloganlar›n›n hayat buldu¤u bir yer olmaya devam ediyor. 9. y›l› için Kemalpaflal›lar, daha büyük ve kitlesel bir festival planl›yor.
Festival, Lokumcu’nun yar›m kalan horonunu tamamlayarak bafllad›. Ya¤mura ra¤men coflkuyla sürdü. Çocuklar 3 gün boyunca hem e¤lendi hem e¤lendirdi.
Kemalpaşa Halk Festivali’nden notlar K
emalpaşa Halk Festivali 8 yıldır kolektif bir çalışmanın ürünü olarak hazırlanıyor. Herhangi bir para ilişkisinin bulunmadığı festivale bu yıl katılan Bayar Şahin, Marsis, Bajar ve yerel gruplar para almayarak bu festivale destek sundular. Bu yıl diğerlerinden farklı olarak festivale dışardan da yoğun bir katılım oldu. Ankara, İstanbul, Adana, Eskişehir ve Hatay gibi birçok ilden festivale katılan yaklaşık 500 kişi Kemalpaşa halkı tarafından evlerde
misafir edildi. Festivale diğer illerden gelenlerin yemek ihtiyacı da Kemalpaşa Halkevi tarafından hazırlanan ortak mutfaktan karşılandı. Kemalpaşa halkı mutfakta nöbetleşe görev yaptı. Bunlarla birlikte, bu yıl ilk kez düzenlenen fotoğraf sergileri Kemalpaşa sokaklarında yerini aldı. Festival, Metin Lokumcu’nun öldürüldüğü Hopa Meydanı’nda “Yarım kalan horonu tamamlıyoruz” diyerek başladı. Olaylar çıktığında Recep Tayyip
Erdoğan’ın dilinden düşürmediği “Tek yol sokak, tek yol devrim” yazılı pankartın yerini bu sefer Metin Lokumcu’nun portresi aldı. Festivalin ilk gününe Karadeniz’in o bitmek tükenmek bilmeyen yağmuru damgasını vurdu. Yağmur konserlerin başladığı andan bitimine kadar aralıksız devam etti ancak yaklaşık bin kişi konser alanını hiç terk etmedi. Yağmura inat yumruklar daha sıkı sıkıldı, sloganlar daha canlı atıldı. Sendika TV de festivali canlı
yayınlayarak katılamayanlara festivali ulaştırdı. İkinci gün başlamadan önce göle dönen festival alanı halk tarafından hep birlikte temizlendi. Kimileri el arabasıyla çağıl taşıdı, kimileri oturakların üzerine branda çekti. Festivale damgasını vuran Kemalpaşa Halkevi Çocuk Korosu oldu. Koroda sahne alan çocuklar Türkçe, Kürtçe, Lazca ve Hemşince parçalarla oldukça alkış aldı. Çocuklar, festivalin ikinci gününe katılan yaklaşık 4 bin kişiye “Tek
yol sokak, tek yol devrim” sloganı attırdı. Festival’de Hopa olayları nedeniyle tutuklananlar unutulmadı. İsimleri okunduğu “Aramızda” sloganı attı. Yaşanan gözaltı ve tutuklamalara inat festivalin sunuculuğunu da gözaltına alınan ve daha sonra serbest bırakılan Yoldaş Gümüşkaya üstlendi. Festivalin üçüncü gününe 5 bin kişinin üzerinde katılım gerçekleşti ki bu rakam Kemalpaşa beldesinin nüfusunun çok üstünde.