SAYFA
3
AKP’nin Hopa öfkesi sürüyor AKP, Metin Lokumcu anmalar›na kat›lanlara yeni soruflturmalar açarak Hopa’ya öfke kusuyor
SAYFA
5
SAYFA
AKP’nin ölümcül hatas› AKP, Somali’nin yeniden inflas›nda rol kapmaya çal›fl›yor, Somalililer b›çaklar›n› biliyor
14
‘Camiler k›fllam›z, rant›m›z’ Dev cami projeleri inanc› de¤il iktidar yar›fl›nda galip gelen muktediri simgeliyor
SAYFA
15
Kahkaha soka¤a indi Karikatürden meddaha, filmden çizgi romana mizahç›lar Çankaya Mizah Festivali’nde
14 Haziran 2012 • 1.25 TL
Y›l 7 • Say› 159
Bedenimden, okulumdan, do¤adan, evimden, eme¤imden
ÇEK ELINI!
Kürtaj tart›flmas›yla bedenlerine müdahale etmeye kalkan Erdo¤an’a yan›t› kad›nlar meydanlarda veriyor. Kad›n düflman› iktidar, kad›nlar›n öfkesinden ve yumurtalar›ndan kaçam›yor
‹mam Hatip açmak için çocuklar›n okuluna, daha fazla rant için halk›n evlerine, kar için iflçilerin haklar›na, HES’ler ve alt›n madenleri için do¤aya elini uzatan AKP’ye karfl› halk direniyor
Komisyona bile girmedi AKP’nin ‘çözüm’ü Kürt halk›n›n taleplerini kapsam›yor. Kürtler, seçmeli ‘Kürtçe’yle yat›flt›r›lmaya çal›fl›l›rken kapsam› geniflletilen ‘özel savafl’ önümüzdeki seçim süreçlerinin alt yap›s›n› haz›rl›yor S. 4
Bedenime dokunma! Kad›nlar kürtaj hakk› için meydanlara ç›kt›, Bakanl›¤›n kap›s›na dayand›, kad›n düflman› Gökçek’i yumurtaya bo¤du S. 2
Munzur kazand› Munzur Vadisi’ne yap›lmak istenen Konaktepe Baraj› ve Konaktepe HES projelerinin elektrik üretim lisans› Dan›fltay taraf›ndan iptal edildi. Kazan›m›n ana aktörü flüphesiz 5 y›ld›r direnen halk S. 7
Evime dokunma! Afet Yasas›’n›n getirece¤i y›k›ma karfl› Bar›nma Hakk› Meclisleri sokakta S. 6
Okuluma dokunma! E¤itim Hakk› Meclisleri ülkenin dört bir yan›nda “karne günü eylem günü diyerek” karanl›¤a meydan okudu S. 16
Ferda Koç / Sayfa 4
Nuri Günay/ Sayfa 6
Tufan Sertlek / Sayfa 8
AKP’nin CHP’ye tuza¤›
AKP’ye oy verenler nerede? Kürt sorunu ve emek
Hande Yanar / Sayfa 10
O yasay› bafl›n›za çalar›z
Yer gök hakları için direnen işçilerin Havayolu iflçileri, AKP’nin grev yasa¤›na ve bask›lar›na, THY’nin iflten ç›karma sald›r›lar›na direniyor S. 8
‘Hepimiz eflk›yay›z hala’ 31 Mayıs 2011’de Tayyip Erdoğan’ın Hopa’ya gitmesi sonucu yaşanan polis saldırısında katledilen Metin Lokumcu, ölümünün birinci yıldönümünde ülkenin dört bir yanında eylemlerle anıldı. İstanbul’da, Ankara’da ve İzmir’de AKP il başkanlıklarına yürüyüşler gerçekleştirildi. Eskişehir’de AKP İl Binası’na doğru yürüyüşe geçen kitleye İmamın Ordusu saldırdı, onlarca kişi yaralandı. Kocaeli’nde, Hatay’da, Antalya’da, Bursa’da meydanlar “Her yer Hopa, hepimiz Metin’iz” sloganıyla inledi. Direnişin birinci yılında Bolu Eğitim-Sen’de bir basın toplantısı düzenlendi. Hopalılar, AKP faşizmine teslim olmayacaklarını göstermek için yeniden Hopa meydanında ve Metin öğretmenlerinin mezarı başındaydı.
‹stanbul ve Adana’da taflerona baflkald›ran enerji iflçileri, polis ve AKP terörüne ra¤men direnifllerini sürdürüyor S. 9
‘Ferman AKP’nin dağlar bizimdir’ 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde Çanakkaleli kad›nlar›n mesaj› netti S. 7
‘Kürtaj haktır, yasaklanamaz’ Kürtaj tart›flmas›n›n taraflar› ne diyor, dünya kürtaja nas›l bak›yor? S. 10
Halkevciler: ‘Bizi aram›fls›n›z?’ Adana Emniyeti'ne bağlı Terörle Mücadele Şubesi polislerinin Adana Halkevi üyesi Özge Sapmaz ve ailesini emniyete çağırarak Halkevleri'nin yasa dışı faaliyetler yürüttüğünü iddia etmesine Adana Halkevi bir basın toplantısıyla tepki gösterdi. “Halkevleri nedir, ne değildir?" konulu basın toplantısında konuşan Sapmaz, polisin ulaşım ve barınma hakkı eylemlerinden, TEDAŞ işçilerinin eylemlerinden görüntülerin olduğu bir slayt izlettiğini ve ailesine "Kızınız yasa dışı bir örgütte faaliyet yürütüyor" dediğini anlattı. Halkevleri MYK üyesi Serhad Savaş ise Adana Emniyet Müdürü'nü de basın toplantılarına davet ettiklerini söyledi ve "Gelmemelerine şaşırmadık. Çünkü kamuoyu önünde bize söyleyecekleri hiçbir şeylerinin olmadığını biliyoruz" dedi.
Hangi laiklik? ‹ktidar›n ittifaklar temelindeki çatlaklara Baflbakan Erdo¤an’la liberaller aras›ndaki kap›flmalar eklendi. Liberaller, Erdo¤an’›n artan otoriterleflmesine karfl› “laiklik” eksenli bir direnç oda¤› oluflturdu S. 12
Do¤ur! Do¤urma!... I. Dünya Savafl› sonras›nda Türkiye’de, Avrupa’da, özellikle de Hitler Almanya’s›nda ve Mussolini ‹talya’s›ndaki hakim anlay›fl, nüfusun büyüklü¤ünü, büyük millet olman›n bir gere¤i olarak gördü S. 13
2
SOKAĞIN SESİ 14 Haziran 2012 / 27 Haziran 2012
Halk›n Sesi
AKP GER‹C‹L‹⁄‹NE, KADIN DÜfiMANLI⁄INA, C‹NS‹YETÇ‹L‹⁄E
Meydan okuyan kadınlar sokakta
AKP kad›nlar›n yaflam hakk›na sald›r›yor. Kad›nlar bedenini, sa¤l›¤›n› ve yaflam›n› kontrol alt›na almaya çal›flan AKP gericili¤ine karfl› sokaklarda
B
aşbakan Erdoğan’ın 25 ve 26 Mayıs’ta arka arkaya yaptığı kürtajı yasaklama açıklamalarına karşı kadınlar tüm Türkiye’de sokaklara çıktı. Nüfus ve kalkınma üzerine 25 Mayıs’ta katıldığı uluslararası bir konferansta konuşan Erdoğan, “kürtajı bir cinayet olarak görüyorum” dedi. 26 Mayıs’ta partisinin İstanbul kongresinde açıklamalarına devam eden Erdoğan, “Yatıp kalkıp ‘Uludere’ diyorsunuz. Her kürtaj bir Uludere'dir diyorum" diyerek kadın düşmanı sözlerini Kürt düşmanlığıyla birleştirdi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, Sağlık Bakanı Recep Akdağ ve AKP’li vekiller de Erdoğan’ı destekleyen açıklamalarda bulundu. AKP MYK’si ise açıklamalardan kendisine görev çıkararak bir yasa hazılığı içinde olduğunu belirterek yasal kürtaj süresinin 4 haftaya inebileceğini gündeme getirdi. Kadınların yanıtı gecikmedi. “Kürtaj haktır. Uludere katliam” sloganlarıyla kadınlar sokakları doldurmaya başladı. Türkiye genelinde
neredeyse her gün eylem vardı. İstanbul, Ankara, Samsun, Eskişehir, Bursa, Diyarbakır, Adana, Mersin, Çanakkale, Trabzon, Sakarya, Antalya, İzmir, Sinop, Sakarya, Antep ve daha birçok ilde eylemler yapıldı. Eylemlerin hedefinde AKP gericiliği ve Erdoğan’ın kürtaj açıklamaları vardı. B‹NLERCE KADIN KADIKÖY’DE İstanbul Kadıköy’de 3 Haziran'da KESK’li Kadınlar, TMMOB Kadın Komisyonu, Halkevci Kadınlar, Üniversiteli Kadın Kolektifi, İmece Kadın Sendikası, Sosyalist Feminist Kolektif’in yanı sıra birçok kadın örgütünün çağrısıyla Boğa Heykeli önünde buluşan binlerce kadın “Kürtaj haktır, AKP elini bedenimden çek” diyerek İskele Meydanı’na yürüdü. Fiili bir mitinge dönüşen eylem AKP’nin bugüne kadar kadın bedeni üzerinden yaptığı tüm gerici açıklamalara cevap niteliğindeydi. Kadınlar, İskele Meydanı’nda yaptıkları eylemde Erdoğan’ın “Kadın erkek eşitliğine inan-
Sokakta kad›n cinayetlerine, kad›na yönelik fliddete, kad›n› görmeyen sa¤l›k politikalar›na ve AKP’nin kad›n düflmanl›¤›na karfl› özgürlük 盤l›klar› yank›land›
mıyorum”, “Kadınlar üç çocuk doğursun” sözlerini hatırlatarak başbakanın, kadın bedeni üzerinden yeni bir saldırıyı tırmandırdığını dövizlerinde ve sloganlarında ifade etti: “Bedenimiz, emeğimiz, cinselliğimiz üzerindeki hakların sınırlandırılmasına izin vermeyeceğiz!” İskele Meydanı’nda çağrıcı kurumlar adına yapılan açıklamadan sonra kurulan kadın kürsüsünde sanatçılar, üniversiteli kadınlar ve ev işçisi kadınlar konuşmalar yaptı. Kadın mücadelesinin tarihsel kazanımlarından birisi olan kürtaj hakkına sahip çıkmak için gerçekleştirilen eyleme her yaştan kadın katıldı. Bazı kadınlar eyleme çocuklarıyla birlikte geldi. Pek çok erkek de eyleme destek verdi. Bir gün önce kürtaj karşıtı açıklamaları nedeniyle Melih Gökçek’e yumurta atan Üniversiteli Kadın Kolektifi’nin yaptıkları eylemi hatırlatan dövizleri eylemin en çok dikkat çeken unsurlarından biri oldu.Üniversiteli kadınlar farklı dövizlerle oldukça renkli ve coşkulu bir katılım gösterdi.
Kürtaj hakkı için nöbet K Eskişehir’de polis barikatı aşıldı
B
aşbakanın kürtaj hakkına saldıran açıklamalarının ardından Eskişehir Demokratik Kadın Platformu 30 Mayıs’ta bir eylem yaparak kürtaj hakkına yönelik saldırıyı protesto etmek istedi. Kadınlar "Kürtaj haktır, Uludere katliamdır” pankartıyla AKP İl Binası'na yürümek istedi. Kadınların yürümesine izin vermeyen polis AKP İl Binası'nı göstererek "Orada bir grup var. Sizin için tehlikeli" demesine kadınlar tepki gösterdi. Barikatı açmayan polis, bir süre sonra biber gazı, cop ve kalkanlarla kadınlara saldırdı, 8 kişiyi gözaltına aldı.
Befliktafl'taki Baflbakanl›k Ofisi önünde Halkevci Kad›nlar "Kürtaj hakt›r, bedenimiz bizimdir" yaz›l› pankart açarak yolu trafi¤e kapatt›. Bursa’da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanl›¤› ‹l Müdürlü¤ü önüne kendilerini zincirleyen Halkevci ve Kolektifçi kad›nlar›n eylemi bir gün sürdü.
adın örgütlerinin birçok ilde yaptığı eylemlerin ardından 8 Haziran’da 21 kentte kadınlar kürtaj hakkı için aynı anda nöbetteydi. AKP’nin kadın bedeni üzerinde sürdürdüğü gerici saldırılara karşı kadınlar kent merkezlerinde gece geç saatlere kadar süren oturma eylemlerinde “Kürtaj haktır, karar kadınların” dedi. Oturma eylemlerinde internet üzerinden canlı bağlantı kurularak meydanlara kurulan ekranlardan tüm illerde eylem yapan kadınlar, birbirlerinin eylemlerine selam verdi. "Kürtaj değil, kürtaj yasağı cinayettir. Sağlıksız koşullarda kürtaj yaptırmak zorunda kaldığı için yılda seksen bin kadını kaybediyoruz" diyen kadınlar parasız, sağlıklı, güvenli doğum kontrol ve kürtaj hizmeti talep etti. İstanbul'da binlerce kadın Galatasaray Lisesi önünde dört saatlik oturma eylemi yaptı. İstiklal Caddesi "Kürtaj haktır, Uludere katliam", "AKP elini bedenimden çek" sloganlarıyla yankılandı. "Kürtaj hakkımızı vermiyoruz. Onlar vazgeçene kadar meydanları terk etmiyoruz" diyen kadınlar omuz omuza halay çekti. Kadınların eylemi gece yarısı "Yaşasın kadın dayanışması" sloganıyla son buldu. Ankara’da kadınların buluşma noktası Yüksel Caddesi’ydi. “Kürtaj haktır karar kadınların” diyen 300 kadına, Yeraltı ve Öteyüz kadın tiyatro toplulukları da oyunlarıyla eşlik etti. Diyarbakır’da Sanat Sokağı’na yürümek isteyen kadınları polis engellemek istedi. Bir süre sonra polis barikatını aşan kadınlar Sanat Sokağı’nda oturma eylemi yaptı. Bursa Kadın Platformu'nun çağrısıyla
kadınlar Kent Müzesi önünde oturma eylemi yaptı. Platform adına konuşan Suna Acar, “Kürtaj hakkımızı, AKP'nin gerici kadın düşmanı politikalarına teslim etmeyeceğiz” dedi. Acar, günlerdir anne karnındaki ceninin yaşam hakkı savunuculuğu yapanların önce Uludere'de katledilen çocukların, her gün erkekler tarafından öldürülen kadınların, Pozantı hapishanesinde, Bartın'da, Siirt'te, Malatya'da tacize tecavüze uğrayan, tecavüzcüleri aklanan çocukların yaşam hakkının hesabının verilmesi gerektiğini söyledi. İzmir’de kadınlar Fuar Lozan Kapısı’nda Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde yürüyerek burada oturma eylemi yaptı. Kadınlar eylemde AKP’nin kadın düşmanı açıklamalarının ilk olmadığını söyledi. Kadınlar Dolmabahçe’de eylem yaptığı için polis tarafından tekmelenerek bebeğini düşüren kadını hatırlatarak “AKP’nin sergilediği tutum ikiyüzlüdür” dedi. Sinop’ta kadınlar “Kürtaj haktır karar kadınların” yazılı pankart ve dövizlerle Uğur Mumcu Meydanı’na yürüyerek, burada oturma eylemi gerçekleştirdi. Mersin’de kadınlar gece yarısına kadar Barış Meydanı’ndaydı. Eylem sırasında kadınlar müzik dinletileri ve skeç gösterileri gerçekleştirdi. Denizli’de internet üzerinden bir araya gelen kadınlar Denizli Belediyesi önünde iki saatlik oturma eylemi yaptı. Eylemde siyah kıyafetler giyen kadınlar “Kürtaj benim seçimim, cinayet senin” pankartı açtı. Sakarya’da kadınlar Atatürk Kültür Merkezi önünde açıklama yaptı.
Kolektifçi Kadınlar başkenti Gökçek’e dar etti Baflbakan Erdo¤an'›n kürtaj› cinayet olarak gördü¤ünü aç›klamas›n›n ard›ndan kat›ld›¤› bir televizyon program›nda "Anas› olacak kiflinin hatas›ndan dolay› çocuk niye suçu çekiyor. Anas› kendisini öldürsün” aç›klamas› yapan Melih Gökçek kad›nlar›n elinden kaçamad›. K›z›lay’da güvenlik çemberiyle dolaflan Gökçek’i 2 Haziran’da yakalayan Üniversiteli Kad›n Kolektifi att›klar› yumurtalarla Gökçek’e Ankara’y› dar etti. Ma¤azaya s›¤›nan Gökçek ma¤aza önünde toplanan Ankaral›lar›n da hedefindeydi. Üniversiteli kad›nlar›n ma¤azaya
kapat›lmas›n›n ard›ndan toplanan Ankaral›lar Gökçek’in aç›klamalar›na tepki göstererek kad›nlar›n b›rak›lmas›n› istedi. Ankaral›lar›n ma¤aza önünde beklemesi ve sloganlarla protestosunu sürdürmesi üzerine Gökçek ma¤azadan ç›kamad›. "Kap›n›n önündekiler gitmeden buradan ç›kmam" diyen Gökçek’e, yeni bir yumurta protestosunu engellemek amac›yla bir koli flemsiye getirildi. 1,5 saat süren protestonun ard›ndan k›yafetlerini de¤ifltirdi¤i gözlenen Melih Gökçek, koruma ve polis kordonunda, flemsiyelerin aras›nda ma¤azadan ç›kt›.
Kadınlar bakanlık önünde Kürtaj hakk›na yönelik sald›r›lara karfl› Halkevci Kad›nlar ve Üniversiteli Kad›n Kolektifi 1 Haziran’da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanl›¤› önündeydi. Fatma fiahin’i bir kad›n bakan olarak Erdo¤an’›n cinsiyetçi politikalar›na tav›r almaya ça¤›ran kad›nlar›n karfl›s›na polis barikat› kuruldu. Erdo¤an ve Fatma fiahin’in kad›nlardan özür dilemesi gerekti¤ini söyleyen eylemciler defalarca bakanl›k önündeki polis barikat›n› zorlad›. Karfl›lar›nda Fatma fiahin’i de¤il müsteflar yard›mc›s›n› bulan kad›nlar özür dilemesini ve kad›nlardan yana tav›r alaca¤›n› beyan etmesini istediler. “Ret” cevab› alan kad›nlar “Bu alg›n›n bakanl›¤› yönetemedi¤ini söyleyerek” bakanl›¤a tekrar girmek üzere polis barikat›na yüklendi. Polisin sald›r›-
s› üzerine kad›nlar Akay Kavfla¤›'n› trafi¤e kapat›p oturma eylemi yapt›. Bir süre burada bekleyen kad›nlara polis sald›rd› ve 28 kad›n gözalt›na al›nd›. ‹zmir’de de Halkevci Kad›nlar ve Üniversite Kad›n Kolektifi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanl›¤› ‹l Müdürlü¤ü önünde eylem yapt› ve polis sald›r›s›na u¤rad›.
3
GÜNDEM 14 Haziran 2012 / 27 Haziran 2012
Halk›n Sesi
AKP’nin Hopa öfkesi sürüyor Metin Lokumcu, Türkiye’nin birçok kentinde 31 Mayıs’ta gerçekleştirilen eylemlerle anılılırken, Eskişehir’deki Lokumcu anmasına yapılan saldırı, birçok kişiye açılan yeni soruşturma ve davalar, AKP’nin Hopa öfkesinin sürdüğünü gösteriyor
3
1 Mayıs 2011’in üzerinden bir yılı aşkın zaman geçmesine karşın AKP’nin; suyuna, deresine ve Metin öğretmenine sahip çıkanlara öfkesi dinmiyor. Hopa eylemine katılan 50 kişi hakkında Ankara Emniyeti’nin ek soruşturma yazısı üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı yeni bir soruşturma başlattı. “2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” ettiği iddia edilen 50 kişi arasında Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, dönemin KESK Genel Başkanı Döndü Taka Çınar, KESK, KESK’e bağlı sendikalar, ÖDP ve Halkevleri’nin yöneticileri ile Hopa davasının üç avukatı da yer alıyor. HOPA DAVALARI PEfi PEfiE Ankara Hopa olayları ile ilgili olarak 23 kişinin tutuklanmasıyla başlayan ve 9 Aralık 2011’de tüm tutuklu sanıkların tahliyesiyle sonuçlanan, birkaç ay önce de 9 kişinin daha eklenmesiyle 37 sanığa ulaşan “Birinci Ankara Hopa Davası”nın üçüncü duruşması 19 Haziran günü saat 14.00’da Ankara Adliyesi’nde görülecek. Aynı eylemde gözaltına alınan ve “kamu
malına zarar vermek”, “izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşü” gibi gerekçelerle 48 kişinin yargılandığı “İkinci Ankara Hopa Davası”na da 23 Haziran’da devam edilecek. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın soruşturması sonucunda dava açılması halinde Ankara Hopa olaylarından dolayı yargılananların sayısı 135’i bulacak.
‹fiKENCE YAPANA DE⁄‹L, GÖRENE DAVA Son soruşturmada adı geçen Hopa davası avukatlarından Deniz Özbilgin, Halkın Sesi’ne değerlendirmelerde bulundu. 19 Haziran’daki duruşmada, dosyaya eklenen 9 kişinin ifade vereceğini belirten Özbilgin, bu kişilerin arasında Tayyip Erdoğan’ın “panze-
rin üzerindeki o kadın” diyerek hedef gösterdiği Halkevleri MYK üyesi Dilşat Aktaş’ın da bulunduğunu söyledi. Aktaş’ın öldü sanılarak kaldırıma bırakıldığını hatırlatan Özbilgin şunları söyledi: “Olaya ilişkin Ankara’nın en büyük meydanının mobese kayıtları temin edilemedi. Gözaltına alınanlara saatlerce işkence yapan polislerin kim oldukları tespit edilemedi. 31 Mayıs akşamı müvekkillerini görmek için emniyete giden biz avukatlar, hem içeriye alınmadık hem de polis saldırısına maruz kaldık. Bunlara karşın terör örgütü üyeliği dosyası alabildiğine hızlı ilerlemekte.” 31 Mayıs günü kamu mallarında meydana geldiği iddia edilen zararlar ile ilgili olarak Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde tazminat davası açıldığının bilgisini de veren Özbilgin, “Herhalde hapse atmak, yargılamak, kurumsal idari cezalar vermek yetmedi; ‘bir de para isteyelim eşkıyalardan’ dediler. İşkence görenlere dava üstüne dava açılırken, işkence yapanlar hakkındaki şikayetlerde ilerleme yok” yorumunu yaptı.
Biber gazı öldürüyor Biber gaz›n›n insan yaflam›na etkisi, yaflanan ölümlerle defalarca görülmesine karfl›n ‹dris Naim fiahin’in “zarars›z” aç›klamas› polislerin gelifligüzel biber gaz› kullanmas›n› teflvik ediyor. Yalova’da iki grup aras›nda ç›kan kavgaya biber gaz›yla müdahale eden ve kavgay› ay›rmak isteyen Çayan Birben’in ölümüne neden olan polis, Birben’in cenazesinde de biber gaz›n› konuflturdu. Birben’in ailesi, yak›nlar›, ÖDP, BDP, E¤itim-Sen, SES ve Tüm Bel-Sen üyelerinin kat›ld›¤› cenazede polis, kitleye biber gazlar›yla sald›rd›. Bir süre devam eden arbedenin ard›ndan yürüyüfl sürdü.
Sol yeni döneme hazırlanıyor H
areketli bir dönemin ardından toplumsal muhalefetin özneleri de yeni döneme genel kurul süreçleriyle hazırlanıyor. AKP iktidarının emeğe, kadına, doğaya dönük saldırganlığının hız kazandığı, baskı politikasının tüm toplumsal kesimleri hedef alarak büyüdüğü bir dönemde halkın hak mücadelesinin örgütü Halkevleri, 22. Genel Kurulu’na gidiyor. Direnişlerle sokağın hareketlendiği ve AKP iktidarının sıkışmışlığının arttığı bir döneme girildiğini belirten Halkevleri, “Sermaye düzenine, AKP iktidarına
meydan okuyanlar buluşuyor” diyerek genel kuruluna çağrıda bulundu. ÖDP: “TÜRK‹YE’Y‹ YEN‹DEN KURALIM” ÖDP 7. Olağan Kongresi’ni 9-10 Haziran tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirdi. Kongrede, AKP iktidarının devletleşmesine karşı “Türkiye’yi yeniden kuralım” çağrısı yapıldı. Yeni dönem
mücadele hattını ekonomi, Kürt sorunu, anti-emperyalizm ve laiklik başlıklarında kuracaklarını açıklayan ÖDP, eş başkanlık sistemine geçtiğini de açıkladı. Kongrede Alper Taş ve Bilge Seçkin Çetinkaya, partinin eş genel başkanları seçildi. TKP: YERELLEfiME VE GÜNLÜK GAZETE TKP de aynı tarihlerde Anka-
ra’da 11. Kongresi’ni gerçekleştirdi. Türkiye Konferansı şeklinde örgütlenen kongrede toplumsal koşulların değiştiği, AKP’nin İkinci Cumhuriyet’i kurduğu ve pekiştirdiği belirtildi. AKP’nin geriletilebilmesi için gereken siyasi ve örgütsel bir atılımın “yerelleşmeden” geçtiğini söyleyen TKP, güçlü ve işlevli bir araç olarak soL adlı günlük bir gazete çıkarma kararı da aldı.
Q
Tayyip Erdo¤an’› Roman aç›l›m› ile ilgili olarak kat›ld›¤› etkinlikte “Paras›z e¤itim istiyoruz alaca¤›z” pankart›yla protesto eden Gençlik Federasyonu üyeleri Berna Y›lmaz ve Ferhat Tüzer hakk›nda 8 y›l 5 ay hapis cezas› verildi.
Q
THKO önderlerinden Kadir Manga, Sinan Cemgil ve Alpaslan Özdo¤an, katledilifllerinin 41. y›l›nda Nurhak Da¤lar›’nda ve mezarlar› bafl›nda an›ld›. Manga’n›n ailesi, çocuklar›n›n özel eflyalar›n› Utanç Müzesi’nde sergilenmek üzere Devrimci 78’liler Federasyonu’na ba¤›fllad›.
Q
Kardefl Türküler’in Van Yüzüncü Y›l Üniversitesi’nde depremzede ö¤renciler için verdi¤i konserde Van’daki KCK tutuklamalar› protesto edildi. Üniversiteliler pankartlar› ile, grubun solisti Vedat Y›ld›r›m da tiflörtüyle Van Belediye Baflkan› Bekir Kaya’ya özgürlük istedi.
Q
RedHack, 12 Haziran’da Kara Kuvvetleri Komutanl›¤› 2. Komando Tugay Komutanl›¤›’na s›zd›. Tugayda görevli tüm personelin bilgisini yay›mlayan hackerlar, “‹flte ülkeyi koruyanlar›n hali” dedi.
Q
Kürtaj hakk›na yönelik AKP sald›r›na karfl› SDP’li Kad›nlar 7 Haziran günü AKP Ankara ‹l Baflkanl›¤›’na yürüdü. Kad›nlar polis barikat›na, kan› simgeleyen boya dolu balonlar att›. 3 SDP üyesi ise kendilerini Sa¤l›k Bakanl›¤›’na zincirledi.
Q
5 Haziran günü Dersim’de Özgür Gelecek ve Yeni Demokrat Gençlik okurlar›na yönelik tutuklama terörü pek çok kentte yap›lan eylemlerle protesto edildi.
Q
Yaflanabilir bir çevre isteyenler, 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nü eylem gününe çevirdi.
Yok sayd›klar›n›zla yüzleflmeye haz›r m›s›n›z? Yıllarca ötekileştirilen, horlanan, dışlanan insanların eşit yurttaş haline gelmesini kimse farklı yerlere çekmemelidir. Türkiye’de yaşananlar sadece ve sadece bir normalleşme sürecidir.” Bilinebileceği gibi bu cümleler Tayyip Erdoğan’ın “seçmeli” Kuran dersini savunurken kullandığı cümleler. Tayyip; askerpolis söz konusu olduğunda, İslamcı sermaye söz konusu olduğunda, dini değerleri kullanma ihtiyacı duyduğunda bu tanımları (ötekileştirilen, horlanan, dışlanan) bolca kullanmayı adet haline getirdi. Asıl kast ettiği ise bu ülkenin gerçekten ötekileştirilen, horlanan, dışlananları değil elbette, kendisi ve kendisi gibilerin iktidar olanaklarından istedikleri gibi yararlanamamış olmaları. Peki, bu ülkenin gerçekten ötekileştirilen, horlanan, dışlananları kimler? Kürtler, kadınlar, Aleviler. Emekçiler, güvencesizler, yoksullar. Ötekileştirilen Kürtler. Yıllarca yok sayıldılar, görmezden gelindiler. Ortak siyasal iradelerini ortaya koyarak taleplerini yükses sesle dile getirdiklerinde ise katliamların, yargısız infazların, zorla göç ettirmenin mağduru oldular. Cezaevlerine konuldular. AKP, dokuz yıl önce iktidara geldiğinde yeni anayasa yapacak, Kürt sorununu çözecekti. Bugün gelinen noktada, otuz binin üzerinde Kürt öldürülmüş, on binin üzerinde Kürt cezaevlerine konulmuş durumda. Cezaevlerindekilerin 7000’i yasal siyaset alanının muhatapları, 6’sı milletvekili, 32’si belediye başkanı, 190’ı belediye ya da il genel meclisi üyesi. Çok değil son bir hafta içerisinde 267 kişi gözaltına alındı, 111’i tutuklandı. Daha bir yıl öncesine kadar muhatap kabul edilip, gizli gizli görüşülen Abdullah Öcalan’a bir yıldır görüşme yasağı uygulanıyor. Bunları yapan AKP iktidarı değilmiş gibi hala Kürt sorununu çözecekleri sahte umudunu yaymaya çalışıyorlar. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, “Kuzey Irak’ta
“
tartışmalar var, hatta silahsızlandırmaya kadar gidecek bir tartışma var, ABD de işin içinde” diye uydurabiliyor. (PKK’nin hemen ardından yaptığı yalanlama, AKP’nin kendi iç propagandasında dikkate bile alınmıyor elbette.) Bunlarla birlikte Kılıçdaroğlu da nasıl bir “koku” aldıysa Meclis’in kapanmasına günler kala Kürt sorununu çözme inisiyatifini birdenbire kendinde buluverdi. Üstelik,“Kürt sorunu benim genel başkanlığıma mal olacaksa olsun” Don Kişotluğuyla. Zamanlaması yanlış, parti içi hesap olduğu çok belli, içeriği bile belli olmayan sözde yöntem önerisi. Figüranın, esas oğlandan rol çalma girişimi. Ama esas oğlan Tayyip olunca, işler tersine dönmekte. AKP, bu öneriyi kendi Kürt sorunu çözümsüzlüğünde mutlaka kullanacaktır. Kısacası, ötekileştirilen Kürtler, bu dönemde yine, BDP’nin dışarda bırakıldığı koşullarda, AKP’nin, CHP’nin ve MHP’nin kendi iç hesaplarının bir aracı olarak kullanılmaya çalışılacak. Ama yok saydıkları, yok etmek istedikleri hala orada ve orada olmaya devam edecek. Horlanan Kadınlar. Yani değersiz, önemi olmayan, aşağılanan kadınlar. AKP’nin çok şey vaat ettiği ve her seferinde daha çok şeyi geri aldığı kadınlar. Dinin gericiliğine, kapitalizmin vahşetine AKP iktidarında teslim edildiler. AKP iktidarında kadın cinayetleri yüzde 1400 arttı. AKP iktidarında erkeklere hiçbir kural getirilmezken, kadınlara, kapanmak özgürlük olarak sunuldu. Kaç çocuk doğuracaklarına Tayyip karar verir oldu. Ve son darbe (şimdilik), kürtaj olup olmama kararını bile AKP'li erkek bakanlar karar verir oldu. Tüm bilimsel veriler kürtajı yasaklamanın anne ölümlerini arttıracağını gösteriyor. Açıktır ki bundan sonra güvenli olmayan düşüklere bağlı olarak hayatını kaybeden her kadının katili Tayyip Erdoğan'dır. Durum böyle
iken AKP içinde şimdiye kadar bunu dile getiren sadece bir kişi oldu. Dünyadaki her acıya sahte gözyaşı döken Emine Erdoğan, bu konuda ne diyor acaba? Ya da her fırsatta AKP’yi iktidara taşımakla övünen o çok çalışkan, çalınmadık kapı bırakmayan AKP Kadın Kolları yöneticileri nerelerdedir acaba? AKP hükümetinin, yaklaşımını güçlendirmek için Diyanet İşleri’nden görüş istemesi ise başlı başına bir ucube. Türkiye’de Sünni, Alevi, Hıristiyan, Yahudi gibi çeşitli inançlara sahip ve belli bir dinsel inanca bağlı olmayan insanlar var. Yoksa kürtaj yasağı sadece Sünni Müslüman kadınlar için mi düşünülüyor? Ya da sırasıyla tüm dini inanç otoritelerinden görüş mü alınacak? Peki inançsızlar ne olacak? Ya dışlanan Aleviler ne olacak? Sünni Müslümanlığın kurallarıyla yaşamaya zorlanan Alevileri, zorunlu din derslerine eklenen zorunluseçmeli din dersleri ve özellikle “4+4+4” yasasının farklı dinci uygulamalarıyla daha sıkıntılı günler bekliyor. Alevilerin asimilasyonunda yeni bir dönüm noktası yaratan AKP iktidarı, ırkçılık, çinsiyetçilik ve mezhepçiliğin yeni biçimleriyle ayrımcılık politikalarını derinleştiriyor. Ve Kürdü, Türkü, Alevisiyle, kadını, erkeği, çocuğu, yaşlısıyla, emekçiler, güvencesizler, yoksullar; AKP iktidarının gerçek ötekileştirilen, horlanan, dışlananlarıdır. Ve AKP’nin üçüncü döneminde çok daha fazla değersizleşenleridir. AKP iktidarında insan, AKP iktidarında emekçi sadece bir araçtır. Son günlerde yaşanan birkaç örneğe bakmak bile yeterli olur. AKP iktidarı, 12 Eylül’de bile konmayan, havaalanı çalışanlarına grev yasağı koydu. Buna direnen 305 çalışan işlerinden atıldı. Neden? Çünkü THY’nin rekabet gücü zayıflayabilirmiş. Kar oranı 2007’de yüzde 11, 2008’de yüzde 10 ve 2009’da yüzde 10 olan ve 2012’de de kar oranını artırmaya devam eden
THY ile övünen AKP, bunu sağlayan emekçileri kölelik koşullarında, üstelik zorla çalıştırmayı kendisine bahşedilmiş bir hak olarak görüyor. Çalışma Bakanı Faruk Çelik şikayet ediyor: “Verimli personelle verimsiz personel arasında bir fark getireceğiz. Bir personel, 8 saat boyunca nefes almadan çalışacak, bir diğeri de oturarak aynı maaşı alacak. Bu işten ne anladık biz” diyor. Tayyip tespitte bulunuyor: “Öğretmenler az çalışıp, çok tatil yapıyorlar”. Kendi milletvekilleri kaç ay çalışıp, kaç ay tatil yapıyorlar acaba? Ama Tayyip’in onlara, onların tatile ihtiyacı var. Ama bu toplumun işçiye, doktora, öğretmene ihtiyacı; işçinin, doktorun, öğretmenin insanca bir yaşama ihtiyacı yok! Bu arada “haklarını” yememek gerek, Milli Eğitim Bakanı Dinçer, “Ağustos’ta 40 bin öğretmen alacaklarını” açıkladı. Ama hatırlamakta fayda var: AKP’nin geçen yıl ki Milli Eğitim Bakanı Nimet Baş (Çubukçu) da geçen yıl yine bu dönemde, yani seçimden önce, “Ağustos’ta 55 bin öğretmen atayacaklarını” vaat etmiş; ancak seçimden sonra bu vaat unutulmuştu! Bu toplumun adalete, adil bir hukuk sistemine de ihtiyacı yok. Ama AKP’nin ve Tayyip’in var. AKP hükümeti 4. Yargı Paketi’ni hazırlıyormuş. İlk üçünden; ötekileştirilen, horlanan, dışlananlar yararına bir şey çıktığını hatırlayan var mı? Üçüncüsü hala Meclis gündeminde. Ama bu sefer Meclis’te bir önerge verilerek Özel Yetkili Mahkemelerin yeniden düzenlenmesi sağlanacakmış. Hani o eski DGM’lerin sadece adı değiştirilerek kurulan, hukuksuzluğu, keyfiliği kanıtlanmış ÖYM’ler, Tayyip’in açıklamasına göre “tamamen kaldırılabilir”miş. Neden? Toplumsal kriz yarattığı için mi? Elbette hayır. Tayyip-Cemaat dalaşında cemaatin tetikçiliğini yaptıkları için ya da Tayyip’in gelecek projelerinde takoz olma ihtimalleri olduğu için. Şike Davasında, MİT Davasında, Başbuğ Davasında Tayyip’i dinlemedikleri için. Saflaşma
o kadar açık ki Zaman yazarı ve Cemaat’in önemli isimlerinden sahibinin sesi Hüseyin Gülerce “İlk defa AK Parti tabanında endişe gördüm. Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılacağı yolundaki açıklamalar, ‘AK Parti nereye gidiyor?’ diye soruyor. Allah korusun, ‘ya ters bir rüzgâr eserse’ diye huzursuz olmayalım mı?” diye de ekliyor. Ama iktidar dalaşında tek bir yer yok ki. Bu kez de AKP güdümündeki Eğitim-Bir-Sen’e karşı Gülenciler Aktif Eğitimciler Sendikası’nı kurdu. Bunlardı değil mi, ötekileştirilen, horlanan, dışlanan insanlar! Tekrar etmekte yarar var; AKP’nin yaptığı hiçbir şey doğrudan toplum için, insan için yapılmamaktadır. Amaç; gerici, faşist iktidarını emperyalist-kapitalist çıkarları gerçekleştirmek üzere korumak, sağlamlaştırmaktır. Bu eksenden kurulan bir iktidarla halk arasında uzlaşmaz çelişkiler, büyük çıkar farkları vardır. Bizim ekmeğimizle onların ekmeği farklı, bizim acımız onların acısı değil, bizim sevincimiz onların sevinci değil. Onların dünyası, bizim dünyamız değil. Bizim dünyamızda emek var. Barış, kardeşlik, eşitlik var. Bizim dünyamızda bunlar için mücadele var. Mücadeleyi sürdüren örgütlerimiz, yoldaşlığımız, dostluğumuz var. *** O örgütlerimizden biri olan Halkevleri var. Ve Halkevleri, bu dönem 22.Genel Kurulunu yapıyor. İki yılda bir genel kurul yaptığına göre yaklaşık 44 yıllık bir örgüt olmalı. Ama öyle değil, Halkevleri 80 yıllık bir örgüt. Aradaki boşluklar siyasi iktidarların kapatmasıyla geçmiş. Ama her seferinde yeniden dirilmiş, yeniden mücadele alanlarındaki onurlu yerini almış Halkevciler. Her seferinde en baştan kurmuşlar örgütlerini, ama hiçbir zaman ana amaçları örgütleri olmamış. Halkevi onlar için halkın mücadelesinin sadece bir aracı olmuş: Örgüt mücadele için gerekli. Mücadele
ettikçe örgütlenmiş, örgütlendikçe daha iyi mücadele etmişler. Hem önder hem nefer olmayı amaçlamışlar. Halkın çıkarından ayrışmış başka bir çıkarlarının olmadığının hep bilincinde olmuşlar. Sınıflar mücadelesinin değişik dönemlerinde farklı politik görevler belirlemiş, bu görevler için canla başla savaşmışlar: “Halkın Hakları Mücadelesi” diyorlar bu politik göreve. Halkevleri’nin son on beş yılına bu mücadele damgası vurmuş. Çünkü neoliberal kapitalizmin kamusal hakların gaspını, talanını amaçlayan saldırganlığına karşı halkın çıkarı, bu saldırının boşa çıkarılmasıdır. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere tüm kamusal hakların kazanılması mücadelesi, aynı zamanda demokratik halk iktidarına gidecek yolu açacaktır. Bu hedef bugünden yarına “kesintisiz” ilerlemenin yoludur. Bu uğurda Halkevciler mücadele tarzlarını yasallıkla ya da icazetle belirlemiyorlar. Militan, meşru ve kitlesel mücadele tarzı “halk için halkla birlikte” hayata geçiriliyor. Örgütlenme anlayışı, politik çizgisi ve mücadele tarzıyla Halkevciler, aynı zamanda sol içinde de örgütsel anlamda yerleşmiş tutucu, bürokratik kalıpları kırıyor, politik mücadeleye güncel devrimci içeriğini kazandırıyor. Egemen sınıfların ezberi ise çoktan bozuldu. Kent arazilerinin, vadilerin sermayeye piyasalarına pazarlanması, rantiyeye peşkeş çekilmesi engellendi. Halkın ulaşım hakkına yüksek zamlarla gelen sadırıların simgesi haline gelen tunikeler işe yaramaz hale getirildi. Halkevcilerin bulunduğu yerlerde “katkı payı” adı altında alınan haraçları alamaz; HES projeleriyle, zehir madencilik teknikleriyle toprağı, suyu, havayı tahrip edemez ve doğayı talan edemez hale geldiler. Rüyalarında bile yumurta gören yalancılar, talancılar, rantiyeciler şemsiyesiz sokağa çıkamaz oldular. Bundan sonra da çıkamayacaklar….
4
GÜNDEM 14 May›s 2012 / 27 Haziran 2012
Halk›n Sesi
AKP’nin CHP’ye MHP tuza¤› HP’nin Kürt sorununun çözümü için sunduğu yol haritası, Kürt sorununu yeniden gündemin ön sırasına getirdi. AKP ile CHP, “Güvenlik eksenli politikaların Kürt meselesini çözemediği aşikar hale gelmiştir. Siyasal alan demokratik bir çözüm için yeniden düzenlenmelidir” belirlemesinden hareket eden “Yol Haritası”nı görüşmek için masaya oturdu. Masadan kalkıldığında sanki “genel perspektifte anlaşılmış” da, bu bakış açısının uygulamasının nasıl olabileceği tartışılıyormuş gibi bir hava estirildi. Oysa görüşmede, AKP, MHP’nin çözüm masasına oturmaması halinde sürecin BDP’yi de içine alamayacağı kaydını koymuştu. Aynı gün Van operasyonu yapıldı ve hemen ardından da Beşir Atalay’ın “PKK silahsızlandırılacak” biçimindeki açıklamaları geldi. Atalay, Güney Kürdistan yönetimiyle görüştüklerini, PKK’yi silah bırakmaya zorladıklarını, çıkarılacak “3. ve 4. paketlerle” demokratikleşme ve insan hakları alanında yeni adımların atılacağını söyledi. Böylece AKP’nin, CHP’nin “yol haritası”nı kabul etmiş gibi görünürken, CHP’yi kendi “tasfiye projesi”ne Ferda yedeklemeye çalıştığı ortaya Koç çıktı. CHP’nin bu “yedekleme ferdakoc@ hotmail.com manevrası” karşısında kararsızlık geçirdiği görülüyor. CHP sözcüleri halen MHP’yi sürece dahil etmenin peşinde koşuyorlar. Böylece BDP’nin çözüm sürecinden dışlanmasını zımnen kabul etmiş oluyorlar. Oysa, AKP’nin “MHP şartı”nın bir tuzak olduğu besbelli. Tuzağın amacı da CHP ile BDP arasındaki mesafenin kapanmasını engellemek! AKP, BDP ile CHP’nin herhangi bir çözüm platformunda bir araya gelmeleri halinde, bu sürecin sosyal demokrasinin 1991’deki tarihsel parçalanmasının sonunu getirebileceğinden korkuyor olmalı. CHP’nin “Yol Haritası”nın hareket noktasını, yukarıda da belirttiğim gibi, “Kürt sorununun güvenlik eksenli politikalarla çözülemeyeceği” belirlemesi oluşturuyor. Bu hareket noktasında buluşmadan “yola çıkabilmek” zaten mümkün değil. MHP’nin bu hareket noktasının iki bileşenini de (sorunu “Kürt Sorunu” olarak tanımlama ve “güvenlik eksenli politikaların çözüm sağlamadığını” saptama) kabul etmediği ve edemeyeceği ise biliniyor. Bu durumda CHP için “aklın yolu”, yola çıkmayı kabul edenle yola çıkmayı savunmak. Yani hangi parti veya partiler “yol haritasını” kabul ediyorsa onunla ve şimdiki durumda AKP ve BDP ile… CHP, AKP’nin kurduğu “MHP tuzağı”na düşerse, “Yol Haritası” ile aldığı inisiyatifi ilerletme şansı olmayacak. AKP’nin öngördüğü “iki parti komisyonu”, AKP’nin mevcut Kürt politikasının CHP desteğiyle sürdürülmesinden başka bir anlama gelmeyecek. CHP “yola çıkmayı kabul edenle” yola çıkmayı savunursa, belki çözüm yolunda doğrudan bir ilerleme sağlamayacak ama iki önemli başarı elde edebilecek. Bunlardan birincisi, CHP böylesi bir zorlamayla, AKP’nin Kürt sorununda çözüm tarafı olmadığını ortaya çıkarabilecek. İkincisi ise, CHP, kendisi açısından “köktenci” sayılabilecek bu konum değişikliğiyle, sosyal demokrasi cephesindeki “tarihi parçalanma”nın fiili özeleştirisine başlamış olacak. Böylesi bir durumda, CHP’deki değişimleri şimdilik sadece izleyen Kürt siyasi hareketinin bu değişimlere kendi cephesinden karşılıklar oluşturması gündeme gelebilecek. Bütün bunlar CHP’nin “yenilenmesinde” Kürt Sorunu’nda “sorun” tarafından “çözüm” tarafına geçmenin yeterli olamayacağını, sorunun AKP liderliğinde olmayan “sol” bir çözüm planına da sahip olması gerektiğini gösteriyor. Aksi takdirde CHP’nin “yenilenmesi”, Baykal’ın “yeni sol” söyleminin “yeni CHP” söylemi ile sürdürülmesinden başka bir anlam kazanamayacak.
C
Sendika.Org sansürü deldi Üniversiteli Kad›n Kolektifi’nin Ankara’da Büyükflehir Belediye Baflkan› Melih Gökçek’i yumurta atarak protesto etti¤i eylemin görüntüleri de AKP’nin medya üzerindeki etkisini gözler önüne serdi. 2 Haziran günü onlarca kamera olay› görüntülese de Gökçek’in adamlar›n›n “uyar›lar›” nedeniyle egemen medya görüntüleri vermedi. Bas›n üzerindeki sansürü Sendika.Org deldi. Sendika.Org’un görüntüleri yay›mlamas› üzerine egemen medya görüntüleri eksik de olsa yay›mlamaya bafllad›. Gökçek’e yumurta atan Kolektifçiler savc›l›¤a ç›kar›ld›klar›nda Gökçek’in suçlamas› sansür çabas›n›n nedenini de a盤a ç›kard›. Gökçek, “Fiziki sald›r›ya ve darba u¤rad›¤›n›” iddia etti. Olay› çeken baz› ajans ve TV kanallar›na mensup çal›flanlar ise "malum sebeplerden haber yapam›yoruz" dedi.
‘Komisyona bile havale’ edilmedi Barışçıl çözüm havası’, Kürtlerin ortak siyasal iradelelerini ve taleplerini kapsamıyor. Kürtler, ‘seçmeli Kürtçe’yle yatıştırılmaya çalışılırken, kapsamı genişletilen ‘özel savaş’, önümüzdeki seçim süreçlerinin altyapısını hazırlıyor tikaları hız kazandı. Kürtlere yönelik ırkçı saldırılara her gün bir yenisi ekleniyor. Son olarak, Simav’da hümet konağı inşaatında çalışan Kürt işçiler ırkçı saldırıya uğradı. Ve Abdullah Öcalan tam 11 aydır ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmüyor…
K
ürt sorununda barışçıl yöntemlerin öne çıktığı yeni bir döneme mi giriliyor? Son bir haftada estirilen havaya bakılırsa, anlaşılan birileri, AKP iktidarının “barışçıl çözüm”e yönelik ciddi adımlar attığına inanmamızı istiyor. Önce “Kürt açılımından sorumlu” Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, ardından, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu “Kürt açılımı”na ilişkin yürüyen yoğun çalışmalardan söz ettiler. “Kuzey Irak’ta silah bırakmaya kadar giden görüşmeler” önemli bir ayrıntı olarak verildi. Hatta bu sürecin inandırıcılığını, ciddiyetini ve güvenilirliğini pekiştirmek için “ABD’nin başından beri işin içinde olduğunu” belirttiler. Öte yandan, iktidarla anamuhalefet partisi arasındaki gerilimli havanın görece yumuşamasına yol açan Erdoğan-Kılıçdaroğlu görüşmesi, estirilen “çözüm havası”nın en ciddi olayı olarak sunuluyor.
‘CAMBAZA BAK!’ Bunların dışında, Talabani’nin sözcüsünün açıklamaları, Neçirvan Barzani’nin Türkiye ziyareti, hatta BDP’lilerin ABD ziyareti kendini “çözüm havası”nın iyimserliğine kaptıranlar için “nesnel kanıtlar” olarak değerlendiriliyor. Irak Cumhurbaşkanı Talabani’nin sözcüsü, “Talabani’nin PKK’yi ateşkese ikna etmeye çalıştığını” açıkladı. BDP’lilerin ABD ziyareti ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin başbakanı Neçirvan Barzani’nin Türkiye ziyareti de bu çerçevede algılandığında iyimserlik taşları iyice yerli yerine oturuyor. Milliyet yazarı Can Dündar’ın deyişiyle “Barış yeniden vizyonda”; ancak “Kürt Açılımı”nın bu yeni gösterimine kendini kaptıranlar, sorunun gerçek barışçıl çözüm güçleri dışında herkese bakıyorlar. Gösterinin sihirli havasına kapılanlar, bu “zoraki hava”nın bozulma-
ması için uğraşadursunlar, AKP iktidarının Kürtlere yönelen “özel savaş”ının kapsamı giderek genişliyor.
VAN’A “K‹RL‹ OPERASYON” Van’da belediyelere ve BDP’ye yönelik polis operasyonları, Erdoğan-Kılıçdaroğlu görüşmesinin gölgesinde gerçekleşti. Belediye Başkanı Bekir Kaya dahil, belediye başkanları ve BDP yöneticilerinden oluşan toplam 10 kişi tutuklandı. Bunu AKP iktidarı tarafından kentin başına musallat edilmiş siyasal bir deprem olarak algılayan Van halkı, günlerdir, kitlesel gösterilerle polis ve yargı baskısını protesto ediyor. DTP Eşbaşkanı Gültan Kışanak, AKP’nin ele geçirmeye çalıştığı belediyelerle operasyonlar arasındaki bağlantıyı 12 Haziran tarihli Meclis Grup konuşmasında
açığa çıkardı. Gültan Kışanak, Hüseyin Tanrıverdi’yi kast ederek, “AKP'nin yerel yönetimlerden sorumlu genel başkan yardımcısı ne zaman konuşsa arkasından belediye başkanlarımıza operasyonlar geliyor” diyerek olası operasyonların da yönelimini göstermiş oldu. ANF’nin verilerine göre, tutuklanan toplam 190 kişiden 32 tanesi belediye başkanı, 6 tanesi milletvekili; geri kalanı belediye meclis üyeleri, il genel meclis üyeleri vb. gibi seçilmiş kişiler.
‘ANAD‹LDE SA⁄LIK: TERÖR EYLEM‹’ KCK operasyonları çerçevesinde, çoğu tıp öğrencisi, toplam 21 sağlık öğrencisi tutuklandı. Savcılık sorgulamasındaki suçlamalar, yalnızca savcının değil,
aynı zamanda iktidarın yaklaşımını yansıtması bakımından dikkate değer. Sağlık öğrencileri, AKP’nin “olumlu sağlık icraatları”na muhalefetle ve “anadilde sağlık” istemekle “terör eylemi” içine sokuluyor.
ASKER‹ OPERASYONLAR, fiEH‹T CENAZELER‹, B‹BER GAZI, POL‹S COPU… Dersim, Van, Diyarbakır, Şırnak, Hakkari gibi illerde askeri operasyonlar sürüyor. PKK’li ve asker ölümleri sürekli artıyor. Sırf son üç ayda 168 asker öldü. Kürt kentlerindeki hemen her kitleselsiyasal etkinliğe polis baskısıyla karşılık veriliyor. Bu baskılara en son kürtaj yasakçılığına karşı yükselen Kürt kadın hareketi maruz kaldı. İktidarın Kürtleri Kürt siyasal İslamcılığıyla bölme poli-
‘BARIfiÇIL ÇÖZÜM’ NEREDE? Estirilen havada Kürt sorunun barışçıl çözümüne yönelik ciddi adımlar görülmüyor. Kürt halkının siyasal temsilcilerinin acil talepler listesinde yer alan maddelerden ilk akla gelenlerden, örneğin “anadilde eğitim”, “demokratik özerklik” ya da müzakere sürecinin sağlığı bakımından Öcalan’ın koşullarının düzeltilmesi gibi talepler gündeme bile getirilmiyor. Sözümona millet iradesinin mutabakatını temsil eden Erdoğan-Kılıçdaroğlu görüşmesinde, hiçbir ciddi yaklaşım geliştirilmediği gibi, toplantı yapma biçimlerine ilişkin “yöntem tartışmaları”yla halk oyalanıyor; hatta sorun “komisyona bile havale” edilemiyor! Güya millet iradesinin ortak temsilcileri Meclis’te komisyon kuramadılar. Sonuç olarak, elbetteki 30 yıldır savaşan bir devletin, savaş deneyimi ve devlet aklı, “en umutsuz düşman”la bile belli düzeyde bir teması gerekli görür. Bu bakımdan, en elverişsiz koşularda bile PKK’yle devlet arasında belli temaslar hep oldu. Yani son zamanlarda estirilen görüşme havası bir anlamda bütünüyle yanlış sayılmaz. Ne var ki, bugün bu temaslar, çözüm gücü yüksek bir müzakere masasının bir hayli uzağında görünüyor. Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı stratejisi ve yaklaşan seçim süreçleri gereği devletin, toplumun ve kültürel yaşamın en gerici, ırkçı, faşist güçlerine dayanma politikaları yürürlükte olduğu sürece, “barışçıl çözüm” vaadi oyalamdan başka anlama gelmiyor.
çıkarttırarak ve bu ükümet, devlet soruşturmayı yürüten savcı aygıtlarının tamamının ve polisleri yerinden işlevlerini yürütmenin tekeederek hükümet soruna linde toplama hamlelerine müdahale etmişti. Sonra hız verirken bugüne kadar içinde beraber yürüdüğü “dostHükümetin yargı alanında ipleri tam olarak eline alma isteği ve yargı reformuna dair bürokrasi cemaatçilere yönelik ları”nın da ayağına basmaya kimi planları AKP-Gülen hareketi çatışmasını yeniden gündemin ilk sıralarına taşıdı “temizlik” haberleri arka başladı. arkaya geldi. Özellikle Özellikle Ceza İstanbul emniyetindeki Muhakemeleri Kanunu’nun yüzlerce (kimi kaynaklara ve “Türkiye'nin gündemini belirleyen ses kayıtları” (CMK) 250, 251 ve 252’nci maddelerinde yapılması plangöre binlerce) Gülenci kadronun “şark hizmeti”ne gönderilyayınlanacağı açıklandı. Bundan dört gün sonra da hapislanan değişikliklerle Özel Yetkili Mahkemeler’in (ÖYM) mesiyle süreç hızlandırıldı. hanede çekilmiş 5 ses kaydı arka arkaya yayımlandı. yetkilerinin kısıtlanmasının gündeme gelmesi yargıda kadroAncak bunlar geçici çözümlerdi. Erdoğan’ın “milli şef” olGenerallerin hapishanede dahi “korkunç intikam planları” laşan Gülen hareketini oldukça rahatsız etmişe benziyor. İlk ma hayallerinin içerisinde yargıda mutlak kontrol de var. Bir yaptıkları, “darbe tehdidinin hala yakın” olduğu iddia edildi. olarak Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve Başbakan açıdan karşımızdaki Türkiye tarihinde sıkça karşılaştığımız tiZaman gazetesinden Hüseyin Gülerce bu ses kayıtlarına Yardımcısı Bekir Bozdağ tarafından açıklanan değişiklik pik bir “bürokrasideki elitler ile siyasi iktidar” arasındaki güç dayanarak şu an hapishanede olan “Ama hiç pişmanlık duyplanlarına Gülen hareketinin refleksi hızlı ve beklenenden paylaşımı sorunu. Ancak özellikle yargıdaki bürokratik elitlesert oldu. Gülenci medya kuruluşları hemen her gün “CMK mayan, cezaevinde iyice bilenen bu adamlar”ın ‘demokrasi rin önemli bir bölümü eskisi gibi TSK’ya değil için en ciddi tehdidi’ oluşturduğunu savundu. Diğer yandan 250 değişirse, ÖYM’lere dokunulursa darbe Gülen hareketine yakın isimler. Bu nedenolur, terör azar, uyuşturucu çeteleri coşar, yargı paketinde ses kayıtlarının yayımına dair düzenlemenin le bürokratik elitlerin ideolojik ve fiili de yer alacağı iddiaları karşısında bu kayıtların önemi Ergenekoncular Silivri’den meclise öncülüğü, Cemaat’e kalmış durumda. “hatırlatıldı.” yürür, şehit aileleri ağlar” tarzında Bugüne kadar büyük bir neoliberalsöylemleri yaygınlaştırdılar. Gülen gerici dönüşümü hayata geçiren güçler hareketi propagandayı öyle bir düzefiUBAT’TAN SONRA HIZLANDI şimdi kapışıyor. Kapışma büyüdükçe ye çıkardı ki, cemaatin içinden çıkan Hükümet ise ÖYM’lere dair değişiklikte kararlı görünüortak tabanı kendi yanında tutmak Fehmi Koru’ya bile “Hizmet’in yor. Ancak bu değişikliğin nedeni bu mahkemelerin antiiçin karşılıklı hamleler geliyor. AKP bugüne kadar izlediği yöntemle demokratik yapısı, tüm muhalifleri içeri tıkmaktaki özel cephesinde Bülent Arınç, Cemaat bağdaştıramıyorum” dedirtti. mahareti değil. Zira bu mahkemeler 2005 yılında AKP cephesinde Hüseyin Gülerce ortak tarafından kuruldu ve bugüne kadar iktidar için çok iyi “iş kitle tabanını kazanmaya çalışıyor. gördü.” Bugün hükümet açısından bu mahkemeleri yeniden SES KAYITLARI DEVREDE Diğer yandan Gülen hareketi yeni kondüzenleme gerekliliği, yargının artık eline ayağına Bu yöntemlerin en bilineni “ses trgerilla/psikolojik harp hünerlerini dolaşmasını istememesinden doğuyor. Özellikle Şubat kayıtları” oldu. Binali Yıldırım sergiliyor. Erdoğan ise milayında MİT müsteşarı Hikmet Fidan hakkında bu ÖYM’lerde düzenleme liyetçiliğin ve İslamcılığın mahkemelerce soruşturma başlatılması Başbakan yapılacağını açıkladıktan 6 dozajını artırıyor. Yani bu Erdoğan’ın büyük tepkisine neden olmuş, Erdoğan “Yargı gün sonra Ses TV isimli kavga sadece gericilik, yürütmenin üzerinde değil” demişti. Fidan’a özel yasa bir twitter hesabı açıldı faşizm ve pislik üretiyor.
H
Bu kavga pislik üretiyor
‘Özgür basın susturulamaz’ A
KP’nin medya üzerindeki baskısı, Başbakan Erdoğan’ın 27 Mayıs’taki AKP İstanbul İl Kongresi’ndeki konuşmasıyla bir başka boyuta taşındı. İstanbul TT Arena Stadı’ndaki İl Kongresi’nde Tayyip Erdoğan’ın saldırgan dilinden gazeteciler de nasibini aldı. Erdoğan, şunları söyledi: “Daha düne kadar üniformalılar yazdıklarınızdan dolayı sizi arayıp azarlıyordu. Şimdi de boyunlarında uluslararası tasma var.”
‘TASMA S‹ZDE KELEPÇE B‹ZDE’ Dışarıdaki Gazeteciler, hapse atılan gazetecilere özgürlük talebiyle 8 Haziran’da İstanbul’da gerçekleştirdikleri eylemde Başbakan’ın gazetecilere dönük hakaretine de yanıt verdi: “Tasma sizde, kelepçe bizde!” Gazeteciler, üzerindeki baskılar karşısında tepkisel eylemler yapsa da ‘Ahmet Nedim’ eylemleri sürecindeki birikimle birlikte bu sefer daha istikrarlı eylemler yapmaya başladı. Gazete-
cilere Özgürlük Platformu 5 Haziran’da “Tanıklık Günleri” eylemlerine başladı. Muhalif basının haber ve yazılarını “örgütsel habercilik” olarak değerlendiren “AKP’nin adaleti”nin 100’den fazla gazeteciyi hapse attığını belirten gazeteciler hafta içi her gün, İstanbul’daki Çağlayan Adliyesi önünde eylem yapıyor. “Özgür basın susturulamaz” diyor.
MEDYA MAHALLES‹’NE ERKEN TAT‹L AKP baskısının yarattığı sonuçların son örneği 9 Haziran’da yaşandı. CNN Türk’teki Medya Mahallesi programını hazırlayan Ayşenur Aslan kanal yönetimi tarafından “erken tatile” çıkarıldı. Tanıklık Günleri eylemlerinde 10 Haziran günü gazetecilerin gündemi de Aslan’ın “tatile çıkarılması” oldu. Özgür basın mücadelenin destekçilerinden olan Ayşenur Aslan, Roboski Katliamı'nda saatler süren sansürü egemen medyanın ekranlarında ilk delen isim olmuştu.
5
DÜNYA 14 Haziran 2012 / 27 Haziran 2012
Halk›n Sesi
AKP’nin ölümcül hatası 7 içinde görünmesine ve dünyada diğer ülkeler tarafından tanınmamasına karşın fiilen Somali’den ayrılmış bir ülkedir” uyarısıyla karşı çıktı. Yazar, “Politik hırslı Türk fatihi” diye tanımladığı Erdoğan’a “Doğru adı Somaliland olan ve stratejik bir konumda yer alan bu ülkenin halkıyla ilgili zararlı siyasi kararlar almadan önce biraz zaman ayırsın, Somaliland tarihini okusun” tavsiyesinde bulundu.
SOMALİLAND
SO MA Lİ
ETİYOPYA
AKP, Somali’nin yeniden inşasında rol kapmaya çalışıyor. Somalililer ise konukları için bıçaklarını bilemeye başladı bile dillendirilmedi. Erdoğan, 1 Haziran Cuma günü “Somali’nin Geleceğinin Hazırlanması: 2015 Hedefleri” başlıklı 2. İstanbul Somali Konferansı’ndaki konuşmasıyla Somali politikasının daha görünür olmasını sağladı: “İnşallah farklı bir Somali’yi siz inşa edecek, biz de bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da hep arkanızda olacağız. Somali’den güzel, umut verici haberler alıyoruz. Hayat canlanmaya başladı. Sokaklar temizleniyor,
T
ayyip Erdoğan’ın 19 Ağustos 2011’de “yoksulluğa ve açlığa karşı insani yardım” söylemiyle Somali’ye yaptığı ziyaret, Türkiye’nin Somali politikasında yeni bir stratejinin başlangıcını oluşturdu. Cemaatler eliyle düzenlenen bağış kampanyaları, kurulan Kızılay çadırları, dağıtılan yardım paketleri, “Müslüman kardeş ülkenin yardım eli” olarak sunuldu. AKP’nin Somali’deki “yeniden inşa” sürecinde rol kapma amacı ise pek
evler tamir ediliyor, yeni inşaatlar yapılıyor, alışveriş artıyor.” Erdoğan, Somali’de Birleşmiş Milletler eliyle bir mekanizma kurulmasını da önerdi. SÖMÜRGELEfiT‹RMEDEN ÖNCE SOMAL‹LAND’‹ OKU Somaliland Press yazarı Yusuf Dirir Ali “Somali: Türkiye’nin ölümcül hatası” başlıklı yazısında AKP’nin Somali politikasını değerlendirdi. Türkiye’nin 15. yüzyıldaki Avrupalı sömürgecilerin
hevesiyle Somali’ye geldiğini söyleyen Ali, son 5 aydır yapılan yatırımlara dikkat çekti. Yardımların Somalililer tarafından ilk bakışta olumlu karşılandığını aktaran yazar, iç işlerine karışılmasıyla birlikte algının değiştiğini ifade etti. Somaliland halkının kendi kaderini tayin hakkının Erdoğan tarafından reddedildiğini belirten Ali, savunulan “birleşik Somali” fikrine de Somaliland “Resmen tanınmış Somali’nin kuzey sınırları
SOMAL‹L‹LER BIÇAKLARINI B‹L‹YOR AKP’nin “Somali’nin sivil toplumu” diyerek uçaklarla taşıdığı yüzlerce kişinin özenle seçildiğini vurgulayan Ali, Türkiye’den gelen yardımların Afrika şeflerinden köle satın alan Avrupalılarınkinden farklı olmadığı değerlendirmesinde bulundu. Ali, İtalya’nın Somali’deki yenilgi sürecini hatırlattığı yazısında Somalililerin dünyanın politik olarak en ‘kaypak’ ve ‘girişimci’ insanları olduğunun es geçildiğine dikkat çekti: “Eski İtalyan sömürgesi Somali’de bıçaklarını en iyi bileyenler Somalililerdir, Türkler değil. Mogadişu’daki herkes sabırsızca Türk pastasından paylarına düşeni bekliyor. Bu, birkaç Türk yardım görevlisini kaçırmayı gerektirecek olsa bile.” Ülkedeki politik karmaşanın yeni bir savaşa dönüşebileceği uyarısında bulunan Ali, bu savaşın Türkler tarafından bırakılan ganimetler üzerinden olacağını ve AKP’nin ölümcül bir hata yaptığını söyledi.
Öyle bir Hacılara müşterek kaçırma operasyonu turnuva M 11 Şii hacı kaçırıldı, peki olay Suriye’de olduysa müzakereler neden Türkiye’de? ki... ayıs ayında Lübnanlı 11 Şii hacının İran dönüşünde Türkiye sınırına yakın bir bölgede kaçırılması olayıyla ilgili olarak Lübnanlı sosyalist gazeteci Ahmet Dirki önemli iddialarda bulundu. Dirki, bir yanda İran-Rusya-EsadHizbullah dörtlüsünün birlikteliğine, diğer yandan ABDNATO-Türkiye cephesi ile Suriye’deki silahlı muhaliflerin Ortadoğu politikasına dikkat çekti. Benzer hacı gruplarında kaçırılma olaylarının yaşanmadığını da hatırlatan Dirki, kaçırılma olayının CIA talimatıyla Türkiye tarafından gerçekleştirildiğini söyledi. Dirki’nin Lübnan’dan bir kaynağa dayandırdığı iddiaya göre, Hizbullah yüksek rütbeli bir askeri kadrosunu eğitimlerini sürdürmesi için gizlice İran’a göndermek istedi. Suriye ve Türkiye üzerinden İran’a geçmesi gereken Hizbullah kadroları, istihbarat servisi tarafından çoğu yaşlılardan ve kadınlardan oluşan bir hacı kafilesinin içine refakatçi gibi yerleştirildi. Plana göre hacılar ibadetlerini yerine getirirken, askeri kadrolar da eğitimlerini
F
IFA üyesi olmayan ülke ve özerk bölgelerin takımları arasında düzenlenen VIVA Dünya Kupası 10 Haziran’da sona erdi. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde düzenlenen turnuvayı, finalde Kuzey Kıbrıs’ı 2-1 yenen ev sahibi takım kazandı. VIVA Dünya Kupası’na her sene 100’ün üzerinde başvuru olsa da FIFA’nın baskıları nedeniyle çok az takım katılabiliyor. Kuzey Kıbrıs Futbol Federasyonu binası 12 Haziran günü kundaklandı. Olayın ardından açıklama yapan Federasyon Başkanı Hasan Sertoğlu, "Bu kundaklama olayının neden yapıldığı, son günlerde yaptığımız işlerden belli" diyerek Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki turnuvaya katılmalarından bazı kesimlerin rahatsızlık duymuş olabileceğine işaret etti.
tamamlayacak ve aynı şekilde birlikte Lübnan’a döneceklerdi. Sorunsuz bir biçimde İran’a giden ve gerekli çalışmalarını yapan Hizbullahçılar, geri dönerken Halep’in Türkiye sınırına yakın bir kentinde durduruldu ve
kaçırıldı. Kaçırma olayını ilkin hiçbir örgüt üstlenmezken, kısa bir süre sonra bugüne kadar adı duyulmamış iki örgüt olayı üstlendi. Kaçırma eylemini yapanlar, kadınları ve yaşlıları bırakarak 11 Hizbullah üyesini rehin aldı. Olayı
düzenleyenler, hacıların Esad rejimini destekleyen Şii mezhebine mensup olduklarını belirtti ve Suriye hapishanelerindeki muhalif Suriyelilerle takas yapmayı önerdi. Yapılan görüşmeler sonucunda 11 rehin Hizbullah üyesinin, Suudi Arabistan ve müttefikleri tarafından desteklenen Saad el Hariri’nin özel uçağı ile ülkeye getirileceği duyuruldu. Lübnan’da bekleyiş sürerken, kısa bir süre sonra görüşmelerdeki TürkçeArapça krizinden ötürü yanlış anlaşılma yaşandığı anlaşıldı. Buna göre rehineler Türkiye’deydi. Lübnan hükümeti, olayın ardından yaptığı Türkiye gezisinden eli boş döndü. Halka yapılan açıklamalarda rehinelerin sağlık durumlarının iyi olduğu ve müzakerelerin sürdüğü öne sürüldü. “Kaçırılma olayı Suriye’de olduysa, müzakereler neden Türkiye’de ve Türkiye hükümetiyle sürdürülmektedir?” sorusunu soran Dirki, CIA’nın hacıların ülkeler arası yolculuklarından haberdar olduğunu ve Hizbullah kadrolarının tutuklanması amacıyla Türkiye tarafından kaçırıldığını ifade etti.
İspanya neden AB kurtarma paketine başvurdu? spanya hükümeti, 9 Haziran’da bankacılık sektörünü istikrara kavuşturmak için Avrupa Finansal Denetimciler Sistemi’nden (EFSF) 100 milyar Avro talep etme kararı aldıklarını duyurdu. Kredi limiti İspanyol banka kurtarma fonu FROB’a kullandırılacak, ancak borç servisinden hükümet sorumlu olacak. (…) İspanya kurtarma kredisine başvurması için, özellikle Alman hükümeti kaynaklı, muazzam baskılarla yüz yüze. Sorular şunlar: “Baskılar niye özellikle şu an ortaya çıktı?” ve “İspanya’nın EFSF’den destek talebinin olası sonuçları neler?” Birinci etmen, Yunanistan’daki gelişmelere dair belirsizlikler gibi görünüyor. Alman hükümeti ve diğer bazı başlıca aktörler Yunanistan krizinin olası bir şiddetlenmesinin ve dışarıda tutulamayan bir olasılık olarak Yunanistan’ın Avro bölgesinden çıkışının bulaşıcı etkisini sınırlandırmayı ümit ediyorlar. İkinci olarak, İspanya’nın banka krizinin boyutları daha açık hale geldi. İspanyol bankaları, özellikle de bölgesel tasarruf bankaları (caja), muazzam bir aşırı üretimle sonuçlanan gayrimenkul ve inşaat balonunu finanse etmişlerdi. Gayrimenkul balonu söndü ve bankalar çok sayıda kötü alacağın yükü altına girdiler. Geri ödenemeyen borçlar hızla yükseldi ve şu anda %8.4’e ulaştı. (…) Bankacılık sektörünün sorunlarının yükü devlete yıkılıyor. Özel borç sorunu adım adım kamu borcu sorununa dönüştürülüyor. İspanya devleti, uluslararası bankaların daha yüksek faiz oranı istekleriyle yüz yüze kalıyor.
İ
Konuk Yazar JOACH‹M BECKER VIYANA EKONOM‹ ÜN‹VERS‹TES‹ ULUSLARARASI ‹KT‹SAT VE KALKINMA ENST‹TÜSÜ
Bu yazı, Umar Karatepe tarafından sendika.org için çevrilmiştir, yazının tam hali sendika.org’dadır.
Mayıs sonunda faiz oranı %6.7’ye ulaştı. İspanyol bankaları için, bankalar arası borçlanma da gittikçe zorlaşıyor. İspanyol El Pais gazetesinin aktardığı verilere göre, İspanyol bankaları Mayıs 2012’de, bir önceki yılın mayısında borç alabildikleri miktarın sadece yarısı kadar, 54.4 milyar Avro borç almayı başardılar. Bu, Mayıs 2009’dakinde üç kat daha azdı. Bu, büyük oranda yeniden finansmana dayalı bir bankacılık sistemi için ciddi bir sorundur. İlave olarak, İspanya sermaye çıkışlarından giderek daha fazla mustarip durumda. 2012’nin ilk çeyreğinde ülkenin kayıtlı sermaye çıkışları 97 milyar Avro, ki bu rakam geçen yılın tamamında kaydedilen kadar. Yani, sermaye kaçışı hızlanıyor. Alman hükümeti başlangıçta, AB ve İspanya arasında, Yunanistan, İrlanda ve Portekiz ile olanlarla aynı temel istikamette bir anlaşma için bastırdı. Bu, İspanya’nın ekonomi politikalarını kuşatan koşullar içerebilecekti. Daha önceki AB kurtarma paketinde –hem Avro bölgesi hem de dışı için- IMF de işin içine dahil edilmişti. İspanyolların kredisi üzerine müzakerelerde, Hollanda ve Finlandiya hükümetleri en şahin pozisyonu takındılar. Sağcı Hollanda hükümeti IMF’nin katılımı için ısrar etti. İspanya hükümeti, zor durumdaki İspanyol bankaları için doğrudan EFSF/ESM (Avrupa İstikrar Mekanizması) desteği için ısrar etti. Ne var ki bu, mevcut düzenlemelerle uyuşmayacaktı ve Almanya’nın ilkesel karşı çıkışıyla karşılaştı. Bu nedenle İspanyol hükümeti, kredi limitinin devletin kurtarma fonu FROB’a kullandırılması seçeneğine yöneldi.
Böylesi bir seçeneği Avrupa Komisyonu’nda açık bir desteği vardı ve sonunda kabul edildi. Kredinin doğrudan koşulları, bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılmasıyla sınırlandı. (…) Bununla birlikte AB’nin, karlılığa dönmesi halinde bankaların yeniden özelleştirmesi için baskı yapacağı varsayılabilir. Komisyon, kamu bankalarına yönelik net, düşmanca bir tutumda. Sağcı İspanyol hükümeti, IMF’nin karıştığı bir borçlanmaya bağlı prestij kaybından ve de daha sıkı denetim formlarından kaçınmak istedi. Ne var ki İspanyol hükümeti, esasen AB’nin kemer sıkma politikalarıyla aynı çizgide ve AB’nin denetim formlarının hükmü altında. Avrupa Komisyonuyla müzakereler sırasında, İspanyol hükümeti kötü bir iktisadi kalkınma bakışına sahip politikaların daha esnek bir uygulaması için ısrar etti. Komisyonun Başkan Yardımcısı Olli Rehn, mali hedeflerin takvimlendirilmesinde belirli bir esnekliği işaret ederken, bunları çalışma yasaları ve emekli maaşları gibi daha çok fedakarlık getiren isteklere bağladı. (…) AB’nin İspanya paketinin temel ilkesi demokratik kontrol olmaksızın kredilerin yeniden düzenlenmesidir. (…) Anaakım İspanya ve AB tartışmasında, kötü durumdaki İspanyol bankalarının alacaklılarını bankacılık sektörünün yeniden yapılandırmasının maliyetlerine katma meselesi tartılmamaktadır. (…) Keza, bankacılık sektörünün yeniden yapılanması üzerinde kamu kontrolü ve kredi politikası üzerinde niteliksel olarak farklı kamu kontrolü konusu tartışma dışıdır.
iklim 5 kıta
Peru’da tutuklama terörü
P
eru’nun Espinar eyaletinde doğal hayatı alt üst eden maden aramalarına direnen köylülere tutuklama furyası başlatıldı. Hükümet, madenci şirketin farklı köylerde çevre ve yaşam haklarına sahip çıkanlar hakkında suç duyurusunda bulunması üzerine operasyon yapıldı. 6 köylü “devlet yararını engellemek” suçlamasıyla, mücadeleye destek veren Espinar Belediye Başkanı Oscar Mollohuanca ise “direniş eylemlerini yönetmek” suçlamasıyla tutuklandı.
Komşuda taşeron isyanı
Y
unanistan’da taşeronlaştırma politikaları yaygınlaştıkça işçilerin güvenceli iş mücadelesi de büyüyor. Atina’daki sağlık çalışanlarının ardından Selanik’te de belediyeye bağlı temizlik işçileri, belediyenin kendilerini taşerona geçirmek için ihale yapması üzerine eyleme geçti. Yerel Yönetim Çalışanları Federasyonu üyesi işçiler, iş bırakarak ihalenin yapılacağı Selanik Belediyesi’ne yürüdü. Polis, belediye meclis toplantısına girmek isteyen işçilere salonun kapısında biber gazı ve coplarla saldırdı. Çok sayıda işçi yaralanarak gözaltına alındı.
Putin: ‘Eylem yapmayın!’
S
eçimlerin ardından Devlet Başkanı Putin karşıtı eylemlere sahne olan Rusya’da meclis, kanuna aykırı protesto düzenleyenlere yönelik cezalarda artırım kararı aldı. 132 senatörün onayladığı ve sadece 1 senatörün ret oyu verdiği yasa değişikliği ile birlikte yasa dışı olduğu öne sürülen eylemlere katılan kişilere verilen ceza 5 bin rubleden (1 ruble 6 kuruş) 300 bin rubleye çıkartıldı. Eylemi düzenleyenlere ise 600 bin rubleye kadar ceza verilebilmesi sağlandı. Düzenlemenin ardından bir açıklama yapan Vladimir Putin, halkı radikal hareketlerden korumak ve istikrarı sağlamak için bu kararı aldıklarını söyledi.
Sandıktan merkez sol çıktı
F
ransa’da 10 Haziran’da yapılan genel seçimlerin ilk turu sonuçlandı. Cumhurbaşkanı François Hollande liderliğindeki merkez sol partilerin ittifakı sandıktan galip çıktı. İttifak, oyların yüzde 46’sından fazlasını alırken, merkez sağ ittifak olan Halk Hareketleri Birliği yüzde 34 oranında kaldı. Aşırı sağcı Ulusal Cephe’nin oylarının yüzde 4’ten yüzde 14’e yükseltmesi ise dikkat çekti. Katılımın yüzde 57’de kaldığı seçimlerle birlikte yeni ekonomi programlarını uygulamak isteyen yeni cumhurbaşkanı güç kazanmış oldu.
6
İNSANCA YAŞAM 14 Haziran 2012 / 27 Haziran 2012
Halk›n Sesi
AKP’ye oy verenler 4+4+4’ün taraf›nda m›? “Millet iradesi” diyor, her hakkı kendilerinde görüyorlar. Beş yılda bir oyunu aldıkları vatandaşın iradesine ipotek koymaya çalışıyorlar. Oysa emin olun halkın buna cevabı “Oyumu alabilirsin ama bütün irademi asla” olacaktır. Kim oy verdiği bir partiye bütün aklını teslim eder. Diğer yandan kimseden “Sizin çocuklarınızı dindar yapacağız” diye de oy istemediler. 4+4+4 gibi bir ucubeyi seçim meydanlarında duyan, parti programında, seçim vaatlerinde gören var mı? Üç çocuğu öneri olarak duymuştuk da biraz dilek ve temenni gibi gelmişti belki. Belki komik bulanlarımız, sempatiyle karşılayanlarımız bile olmuştu. Ancak başbakanın vatandaşın yatak odalarına dalacağını, kadınların bedenine iktidarın el koymak isteyeceğini birçoklarımız hesap edememiştik. Üstelik bunlar millet iradesi adına; ama zorla yapılıyor. Başbakan adeta ejderha, ağzından ateş saçıyor. 4+4+4 ile ilgili konuştuğunda çocuklarımızı ve geleceğimizi, Uludere’deki katliamı sahiplenirken Kürtleri, illa da “kürtaj yasaklansın” derken kadınları yakıyor. Biz buna siyasi literatürde ve artık halk dilinde faşizm diyoruz. Peki neden? Yüzde ellinin adına konuştuğunu iddia eden başbakan neden bu kadar saldırgan? Her uygulaNuri ma neden cezai müeyyideyle garanti Günay altına alınmak isteniyor? GSS bildirimi yapmayana ceza, beş yaşında Halkevleri GYK çocuğunu okula göndermeyene ceza... üyesi İktidar neden muktedirliğinin gücünü baskıdan almak zorunda hissediyor? Çünkü bütün yaptıkları ciddi yıkım. Sanki sadece kendisine oy vermeyenlerden değil oy verenlerden de çok korkuyor. Korkusunda haksız mı? 4+4+4 neresinden tutsa elinde kalıyor. Bir çocuğun neden beş yaşında okula başlaması gerektiğini kimseye anlatamıyor. Çocuğunu okula göndermeyen gün başına 15 TL ceza ödeyecek diyor. Sanki çocuğum okumasın diyen var. Bu ülke “gerekirse ceketimi satar çocuğumu okuturum” diyen insanların ülkesi. Ama kime oy verirse versin veliler daha kalem tutamayan çocuğunu okula göndermek istemiyor. Biz diyor AKP, onlara kalem tutturmayacağız, birinci sınıfta oyun oynayacaklar. E o zaman niye birinci sınıf diye tutturuyorsun, okul öncesini yaygınlaştır, anaokuluna gitmeyen çocuk kalmasın. Yok diyor illa birinci sınıf olacaklar. Tabi doğal olarak kimse ikna olmuyor. “Okullarda” diyor, “ayrı yaş grupları olmamalı, o yüzden 4+4+4”. İyi de bunun kesintili eğitimle ne alakası var! Okulların koşullarını düzelt, derslikleri artır, bu kadar cami yapımını kafaya takacağına okul yap. Öğretmensiz okullar var, öğretmenleri ata. Eğitime bütçe ayır, bu sorunları çöz. Dolayısıyla kimse bunu yutmuyor. Diyor ki, “Okulları ilkokul, ortaokul ve imam hatip yapacağım.” Her okul şimdi darma dağın, öğrenciler, öğretmenler sürgün. Veliler isyanda, okullar değişecek, öğretmenler değişecek, belki evinin dibindeki okula giden çocuk uzaklara sürülecek. Kimsecikler bunu mantıklı bulmuyor. “Mesleğe yönlendirme çok önemli, bunu getiriyoruz” diyor. Bu memlekette her vatandaş on yaşında çocuğun meslek seçemeyeceğini, bunun bir işe yaramayacağını bilir. Çocuklar bu yaşta ilerdeki meslekleriyle ilgili hayal kurar. Ama o hayal hemen her çocukta doktorluktur, avukatlıktır. Astronot olacak bile vardır. 4+4+4 çocukların hayallerini gasp ediyor. Üstelik şu gerçek topluma anlatılmalı. Meslek liselerine öğretmen yetiştiren Teknik Eğitim Fakülteleri’ni 2009 kapatan da meslek lisesi dostu gibi görünen bu iktidardır. Geriye kala kala AKP’nin arkasına saklandığı din dersleri ve imam hatip mevzuu kalıyor. Bu ülkede din dersleri olmalıdır diyen muhafazakar insanların bile önemli bir kısmı eğitimde bunu birinci şart olarak görmüyor. Başta başbakan, cumhurbaşkanı ve bütün AKP’liler bu kadar imam hatip sevdalısı ise neden kendi çocuğunu imam hatipte değil de Amerika’da okutuyor. İnsanlara bu anlatılsa acaba anlamayacaklar mı? Gidin sorun “eğitimin parasız olmasını mı, yoksa zorunlu-seçmeli din derslerinin yaygınlaştırılmasını mı tercih edersiniz” deyin. Kimse ikincisini tercih etmeyecektir. İkisi birden diyenlere de gönül rahatlığıyla “maalesef AKP öyle bir seçenek sunmuyor” diyebilirsiniz. Bu ülkenin toplumsal muhalefeti olarak acaba “yasa geçti yapacak bir şey yok” ya da “AKP aldı yüzde 50’yi arkasına 4+4+4’ü geçirdi, şimdi de uygulayacak” mı diyoruz. O zaman herkes okulların bölünmesine karşı birçok yerde velilerin yaptıkları eylemlere şöyle bir baksın. O insanların önemli bir kısmı belki de AKP’ye oy verdi. O zaman durumun en başından beri farkında olanların kendine gelme, harekete geçme zamanı geldi. 4+4+4’ün altında hepimiz kalacağız, örgütlemek için mağdur aramaya gerek yok. Önce kendimizden başlayalım. Biz zaten var olan eğitim sisteminden memnun değildik ve yıllardır eğitim hakkımız için mücadele ediyoruz. Şimdi gelen yıkıma karşı dururken halklarımızın hakkının ne olduğunu anlatmanın tam sırası değil mi?
Bazlar hukuksuz, halk sağlıksız Y
argıtay Hukuk Genel Kurulu, haziran başında yaptığı bir dava incelemesi sonucunda baz istasyonlarının sağlığa zararlarına dikkat çekerek yerleşim yerlerinin dışında kurulmasına karar verdi. Kurul, baz istasyonlarından yayılan sinyallerin uzun vadede insan sağlığına zarar verdiğini, insan psikolojisinde tedirginliğe ve ümitsizliğe yol açtığını, bu nedenle de kaldırılması gerektiğine kanaat getirdi. Zararları sağlık örgütlerince defalarca açıklanan, son olarak Yargıtay tarafından da kabul edilen baz istasyonları ise hukuk dışı bir biçimde mahallelere dikilmeye devam ediyor. Yeni istasyonlardan birisi de İstanbul Gazi Mahallesi’ne, üstelik Gazi İlköğretim Okulu’nun yakınlarına kuruldu. Baz istasyonuna karşı mahalleliler ise sağlık ve çevre haklarına sahip çıkarak bir basın açıklaması düzenledi. 31 Mayıs günü baz istasyonunun kurulduğu bina önünde toplanan Gazi halkı, bina sahibine ve Sultangazi Belediyesi’ne seslenerek baz istasyonlarının verdiği zararları anlattı. Yargıtay’ın son kararını da hatırlatan mahalleliler, çocuklarının sağlığını baz istasyonlarına kurban etmeyeceklerini söylediler. Açıklama, baz istasyonlarına karşı hukuki ve meşru yollara başvurulacağının söylenmesiyle son buldu.
‘Ev ev, sokak sokak direneceğiz’ AKP’nin ‘afet’ bahanesiyle hazırladığı yasa yürürlüğe girerken, ‘AKP afetine’ karşı çıkan halk Ankara sokaklarında, “Barınma hakkı mücadelesinin adresi Barınma Hakkı Meclisi’dir” dedi Biçersever de kürsüde söz alarak Dikmen Vadisi ile ilgili gelişmeleri aktardı. AKP tarafından yeni bir sürgünle karşı karşıya olduklarını söyleyen Biçersever, kendilerini işgalcilikle ve teröristlikle suçlayanların gerçek işgalci olduklarını haykırdı. Melih Gökçek’in “limon satın, o parayla evlerinizi alın” sözlerinin üzerine Dikmen Vadili Kadınlar olarak pek çok yerde limonlu eylem yaptıklarını hatırlatan Biçersever, kürtaj hakkına yönelik saldırılara da değindi. Biçersever, Tayyip Erdoğan ve Melih Gökçek’e “Ellerinizi bedenlerimizden çekin” diye seslendi.
K
entsel dönüşüm projelerini daha önce yerel yönetimler eliyle hayata geçirmeye çalışan AKP, Van depremi sonrası deprem riskini gerekçe göstererek ülke çapında merkezi bir rant projesi için düğmeye bastı. Afet bahanesiyle kentsel dönüşüm projelerine meşru bir zemin oluşturmaya çalışan AKP, diğer yandan idare mahkemelerinde iptal edilen projeler için de yeni bir yasal dayanak oluşturdu. Afet Yasası’nın TBMM’de kabul edilip cumhurbaşkanınca onaylanmasıyla birlikte kentlerin yağmalanmasının önü açıldı. AKP afetine karşı barınma hakkını ve kentlerini savunan Barınma Hakkı Meclisi ise Ankara Altındağ’dan, Dikmen’den, Mamak’tan, Başpınar’dan, Kartaltepe’den, İsmetpaşa’dan, Gülseren-Anayurt’tan, Tınaztepe’den, Eski Çöplük’ten çıkarak 3 Haziran Pazar günü Kızılay’da buluştu. Barınma Hakkı Meclisi’nin çağrısını yaptığı; İnşaat Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası’nın ise aktif biçimde katılım sağladığı mitinge çok sayıda meslek odası, demokratik kitle örgütü ve siyasi parti temsilcisi de destek verdi. Kolej Meydanı’ndan Ziya Gökalp Caddesi’ne yürüyüşle başlayan Barınma Hakkı Meclisi’nin mitinginde, mitingden bir gün önce Melih Gökçek’i yumurtalayan üniversiteliler halktan alkış aldı. Candaş Türkyılmaz, mitingde Barınma Hakkı Meclisi adına bir
konuşma yaptı. Halkın deprem sonucunda ölmeyi değil, insanca barınma hakkını istediği söylenen açıklamada “Bunun için yasaya gerek var mı? İnşaat şirketlerine, TOKİ’ye verdikleri desteği bize versinler, bak nasıl sağlamlaştırıyoruz evlerimizi” denildi. Yasanın sermayeye rant, AKP’nin krizine çare olacağını vurgulayan Barınma Hakkı Meclisi, önce evlerinin ellerinden alınacağını, sonra yeniden ev satılacağını açıkladı. BARINMA HAKKI MECL‹S‹’NDE MÜCADELEYE AKP’nin bugüne kadarki
kentsel dönüşüm projelerinde yarattığı rantlardan ve hak gasplarından örnekler verilen açıklamada, yasanın uygulanmasının halk için felaket anlamına geldiğini ifade edildi. Türkyılmaz sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu yasayla soygun yasal, direnenler yasa dışı olacak. Bu yasayı uygulatmayacağız. Ev ev sokak sokak direneceğiz. Barınma Hakkı Meclisi çevresinde güçleneceğiz. Bu yasa bizim için yok hükmündedir.” Barınma Hakkı Meclisi, yanlış adreslerde arayışlarda bulunmamak gerektiğini söylediği açıklamasında artık bir adresin
olduğunu, başı sıkışan, haksız bir saldırıya uğrayan herkesin Barınma Hakkı Meclisi’nde birlik olacağını ilan etti. “Şimdi evlerimize gideceğiz. Ama şunu unutmayacağız; Türkiye’nin neresinde barınma hakkına bir saldırı olursa ses çıkartacağız. Ses çıkartacağız ki rantçılar ayaklarını denk alsınlar. Birlik olmak, örgütlü olmak budur!” denilen konuşmanın sonunda Afet Yasası halkın oyuna sunuldu. Yasa, oybirliğiyle reddedildi. VAD‹L‹ KADINLARDAN KÜRTAJ TEPK‹S‹ Dikmen Vadisi’nden Sultan
MÜCADELE DAYANIfiMAYLA BÜYÜYECEK Mitingde Şehir Plancıları Odası Ankara Şube Başkanı Orhan Sarıaltun, Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Ali Hakkan ve İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şube Yönetim Kurulu Üyesi Özer Akkuş da birer konuşma yaptılar. Yapılan konuşmalarda Afet Yasası’nın getirdikleri ve götüreceklerine ilişkin bilgiler verildi. Baskı altındaki medyanın halkın taleplerine kulaklarını kapattığını söyleyen konuşmacılar, hukuk sürecinin de işletilmediğine dikkat çekti. Mühendis, mimar ve şehir plancıları, “Tek yol direnmektir artık. Okullarımıza, evlerimize, yeşil alanlarımıza göz dikenlere karşı tek yol direnmek” dediler. Miting, mücadeleyi dayanışma içerisinde büyütme çağrıları ile sona erdi.
Okmeydanı ‘afet’e karşı birleşti Bar›nma hakk›n› savunan Okmeydan› halk› da Ankara’daki miting ile ayn› saatlerde sokaktayd›. Mahallelilerin kurdu¤u Tapu Plan Takip Komisyonu ve köy derneklerinin ça¤r›s›yla bir araya gelen halk, kentsel dönüflüm tehdidi alt›ndaki befl mahalleyi kapsayan bir yürüyüfl düzenledi. “Afet yasas› y›k›m yasas›d›r”, “Bar›nma hakt›r engellenemez”, “‹flgalci de¤il hak sahibiyiz” sloganlar› atan halk, Piyalepafla
Muhtarl›¤› önünde bir de bas›n aç›klamas› yapt›. Aç›klamada, Okmeydan› halk›n›n iflgalci muamelesini kabul etmedi¤i söylendi ve 2005 y›l›nda sa¤lanan kazan›m hat›rlat›ld›. Bas›n aç›klamas›nda halk, Afet Yasas› ile birlikte yaflam alanlar›n›n sermayeye aç›lmas›na karfl› da mücadele edeceklerinin ça¤r›s› yap›ld›. Tapu Plan Takip Komisyonu, kentsel
dönüflüm projeleri ile ilgili yürüttükleri çal›flmalar› mahallelilerle paylaflt›. Köy dernekleri ad›na yap›lan konuflmalarda “Okmeydan›’na sahip ç›kma” vurgusu yap›ld›. Son sözü alan Sar›yer Yaflam Platformu temsilcisi ise Afet Yasas›’n›n sadece Okmeydan›’n› de¤il, tüm ülkeyi rant alan›na çevirdi¤ini, bu sald›r›lara karfl› bar›nma hakk›na sahip ç›kanlar›n omuz omuza durmas› gerekti¤ini söyledi.
Rayiç bedel oyunu Yağmanın adı 3. köprü A
KP’nin, 2-B’lik arazilerin satışı ile ilgili uygulamasının sermayeye araladığı kapı, rayiç bedellerdeki belirsizlik oyunları ile ardına kadar açılıyor. 2-B uygulaması, Afet Yasası ve Yabancılara Mülk Satışı Yasası ile hak sahiplerini hedef haline getiriliyor. Halk ise rayiç bedellerin belirsizliği karşısında ne yapacağını bilemez hale getiriliyor. 2-B’nin yürürlüğe girmesiyle belediye sınırları içinde yaşayanlar 2 bin lira, dışındaki alanlarda yaşayanlar bin lira başvuru bedelini yatırmaya başladı. Ancak rayiç bedellerin nasıl belirleneceği konusunda hukuki bir boşluk ve bilinmezlik yaratıldı. 2-B’ye eklenen “Taşınmazların satış işlemleri tespit ve takdir edilen rayiç bedeller üzerinden yapılır” ifadesinde söz konusu “tespitin” ve “takdirin” nasıl yapılacağı, rayiç bedellerin nasıl belirleneceği muamma. Bu belirsizlik, özellikle düşük gelirli tarım arazileri sahiplerini tedirgin etti. Yüksek bedeller olması beklenilen turizm alanlarında da hak sahipleri endişeli bir bekleyiş içerisinde. Rayiç bedelleri karşılayamayacak vatandaşların yerleri ise sermaye tarafından doldurulacak. Özellikle turizm bölgelerinde arayışlara başlayan uluslararası şirketler ve aracı
emlakçılar, Yabancılara Mülk Satışı Yasası’nın getirdiği kolaylıklar ile satışlardan aslan payını kapacak. Sermayenin, yatırım için gözüne kestirdiği arazileri elde edemediği durumunda ise kentsel dönüşüm ve afet gerekçeleri devreye girebilecek. Böylece AKP tarafından çıkartılan 2-B düzenlemesi, Afet Yasası ve Yabancılara Mülk Satışı Yasası birbirini tamamlayarak, arazilerin hak sahiplerinden sermayeye aktarılmasına olanak tanıyacak. ‘YA⁄MAYA KARfiI B‹R ARAYA GELEL‹M’ 2-B’nin doğurduğu tehlikeler ve sorunlar halkın gündeminde yer etmeye başladı. Sadece Antalya’da 82 bin aileyi ilgilendiren yasal düzenlemeler karşısında Antalya Halkevi, Kepez’de bir toplantı düzenledi. 3 Haziran’da, 250 kişinin katılımıyla gerçekleşen toplantıda 2-B ile ilgili bilgilendirmeler yapıldı. Halkevleri MYK üyesi Kutay Meriç ile Orman Yüksek Mühendisi Özcan Çeltik’in katıldığı toplantıda hükümetin rayiç bedelleri açıklamamasının bir rant oyunu olduğu vurgulandı. Gazipaşa, Kaş gibi bölgelerden de katılımın olduğu toplantıda mahalle ve köylerde benzer toplantıların yapılması, hak sahibi halkın bir araya gelerek örgütlenmesi gerektiğinin altı çizildi.
İstanbul Boğazı’na yapılması planlanan 3. köprü, İstanbul’un kuzeyinin yerleşime açılmasını sağlayıp kuzey ormanlarını yok edecek üstelik trafik sorununu çözmeyecek
İ
stanbul’a 3. boğaz köprüsünü de içeren “Kuzey Marmara Otoyol Projesi”nde ihaleyi alan ortaklık belli oldu. Uzun süre maliyeti yüzünden ihaleye girecek şirket bulunamamıştı. Devletin kaynak bulmada yardım etmesi ve yapılacak köprünün üzerinden geçecek araç sayısında garanti vermesi gibi girişimlerin ardından ihale sonuçlandı. İÇTAŞ – Astaldı ortaklığı 10 yıl 2 ay 20 günde projeyi tamamlama garantisi vererek ihaleyi aldı. İhalenin ardından konuşan Denizcilik, Ulaştırma ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım yap – işlet – devret modeliyle yapılacak olan projenin İstanbul trafiğinin çözümünde büyük etkisi olacağını iddia etti. Oysa Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Tayfun
Kahraman 3. köprünün trafik sorununu çözmek bir yana, trafik problemi yaratacağını söylüyor. Planlanan 3. köprünün trafik sıkışıklığının bulunduğu merkezi iş alanlarından çok uzakta olduğunu belirten Kahraman, 3. köprüyü kullanarak karşıya geçmek isteyen bir İstanbullu’nun ortalama 80 km fazladan yol gideceğini söylüyor. Kimsenin kent içinde böyle bir yolculuk yapmayacağını vurgulayan Kahraman, “3. köprü özellikle yeni yerleşim alanlarının açılması için yapılıyor” diyor. 3. köprünün yapımı için 2 milyon ağacın kesileceğini söyleyen mühendisler bunun İstanbul için ciddi bir çevre felaketi olacağını belirtiyor. Bölgelere köprüyle birlikte yeni yerleşim alanlarının da yapılacağına dikkat çeken mühendisler kentin akciğeri konumundaki kuzey ormanlarının da yok edileceğini ve
İstanbul’un nüfusunun ilerleyen yıllarda iki kat artabileceğini söylüyor. YAfiAM ALANLARINA SAH‹P ÇIKACAKLAR “Yaşam ihaleye çıkartılamaz” diyen ve yapılmak istenen projeye karşı mücade başlatan 3. Köprüye Karşı Yaşam Platformu sözcüsü Kader Cihan gazetemize konuştu. Cihan, su kaynaklarının ve ormanların bulunduğu bölgede projeye izin vermeyeceklerini söyleyerek direnişler örgütlemek için çalışmalara başladıklarını söyledi. Konuyla ilgili dava açtıklarını ve 5 Temmuz günü bilirkişi incelemesinin yapılacağını belirten Cihan, projenin AKP’nin siyasi bir projesi olarak nitelendirdi. Cihan, bölgede yaşayan halkın doğanın talanına sessiz kalmayacaklarını söyledi.
7
İNSANCA YAŞAM 14 Haziran 2012 / 27 Haziran 2012
Halk›n Sesi
Kütahya’da bir köy haritadan nasıl silindi? Bu kez Fırat’ın batısında bir köy haritadan silindi. Ne asker yaktı ne açlık ne de kuraklık... Eti Gümüş A.Ş yıllarca siyanürle zehirledi Dulkadir Köyü’nü OSMAN NUR‹ ORHAN
K
ütahya kent merkezine 32 kilometre uzaklıkta bulunan Dulkadir Köyü, siyanürle gümüş üretimi yapan Eti Maden AŞ tarafından adeta yok edildi. 7 Mayıs 2011 tarihinde siyanür havuzunun çökmesiyle gündeme gelen köy şimdi sürgünlerle gündemde. Kütahya’nın Tavşanlı İlçesi’ne bağlı Dulkadir Köyü yakınlarında siyanürle gümüş üretimi yapan ETİ Gümüş AŞ, köyü yaşanmaz
Jandarma saldırdı Solaklı direndi T
hale getirdi. Mayıs 2011’de siyanür havuzunun çöktüğü köy, şimdi şirket tarafından insansızlaştırılıyor. ET‹ GÜMÜfi Afi S‹YANÜRLE ‹NSANSIZLAfiTIRIYOR Siyanürün biriktirildiği havuzlara en yakın köy olan Dulkadir Köyü yıllardır siyanürün yarattığı olumsuzluklarla mücadele ediyor. 30 yıl gibi bir sürede 100 civarında insanın cilt, deri ve akciğer kanseri gibi hastalıklardan hayatını kaybetmesi bölgenin terk edilmesine
neden olmuştu. Hastalıkların yanı sıra, tarım ve hayvancılıkla uğraşan köy halkı, siyanür nedeniyle geçim araçlarını da büyük ölçüde yitirdi. Ölümlerden ve geçim araçlarını kaybettikleri için köyü terk etmek zorunda kalanlardan sonra köydeki hane sayısı 13’e kadar düştü. Hane sayısı giderek azalan köye ETİ Gümüş AŞ el attı. Boşalan binaları satın alan şirket, satın aldığı evleri yıkıyor. Şirket evleri yıkarken kalan köylüleri kaçırmak için kanalizayon ve yolları da
bozuyor. VAL‹ YALAN SÖYLED‹ Köyde incelemelerde bulunan Metalurji Mühendisleri Odası Genel Başkanı Cemallettin Küçük, yapılan yıkımların ardından köyde beş hanenin kaldığını belirtti. Evlerini satmak istemeyenler için köylünün yaşam alanının şirket tarafından yok edildiğini söyleyen Küçük, yaşam alanları yok edilen insanların evlerini şirketlere satmak zorunda kaldığını belirtti. Var olan siyanür barajının
yıkılmasının ardından “Köyde bir kişinin dahi yaşaması durumunda yeni barajın yapılmasına izin vermeyeceğim” diyen Kütahya Valisi Kenan Çiftçi verdiği sözü tutmadı. Köyde yaşayanlara rağmen yapılan barajın ardından köyde kalanların sayısı da azaldı. HAVUZ BÜYÜDÜ Devlet yetkilileri 2011 Mayıs’ında siyanür havuzu çöktükten sonra “önlem alacağız” dese de ETİ Gümüş, eskisinden daha büyük bir siyanür havuzu yaptı.
Munzur’da HES lisansına iptal M unzur Vadisi’ne yapılmak istenen Konaktepe Barajı ve Konaktepe HES projelerinin elektrik üretim lisansı, Danıştay tarafından iptal edildi. Su Kullanım Hakkı Anlaşması’nın “hükümsüz” kalması anlamına gelen karar, bölgedeki diğer 4 baraj ve HES projesi için de emsal niteliğinde. Danıştay 13. Dairesi’nin, 2010 yılında Munzur Vadisi Milli Parkı Uzun Devreli Geçiş Planı’nı iptal etmesinin ardından bu kez de Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu tarafından Konaktepe Üretim A.Ş’ye verilen elektrik üretim lisansını iptal etti. 7 Haziran’da taraflara tebliğ edilen karar, “milli parklardaki ekolojik değerlerin bozulamayacağı” ve
“doğal kaynakların işletilmesinin yasak olduğu” gerekçelerine dayandırıldı. Böylece bir yandan Devlet Su İşleri ile HES’çi şirket arasındaki Su Kullanım Hakkı Anlaşması hükümsüz kalırken, öte yandan diğer baraj ve HES projeleri için emsal karar oluştu. ‘D‹RENMEK HAKKIMIZ’ Açtığı davalar sonucunda Danıştay’ın iptal kararı vermesinde payı bulunan Av. Barış Yıldırım, bir açıklama yaparak süreci değerlendirdi. Yıldırım, Türkiye Barolar Birliği Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu’nun 2-3 Haziran 2012’de Ankara’da gerçekleştirilen Çevre ve Kent Hukuku Kurultayı’nın sonuç bildirisine atıf yaptı: “Doğal ve kültürel değerlere yönelik talan ve hukuksuzluğa karşı direnme hakkını sonuna kadar kullanacağız.” Munzur Vadisi’ne yönelik politikaların 1938 ve 1994 sürgünlerini hatırlattığını söyleyen Yıldırım, “Tarihimizi, yaşam alanlarımızı, geleceğimizi tehdit eden projelere geçit vermeyeceğiz!” dedi.
Elmalı Köyü’ndeki kadınlar yaşam alanlarını savunacaklarını taşıdıkları dövizlerle gösteriyor.
‘Ferman AKP’nin dağlar bizim’ Çanakkale’de siyanürlü alt›n madencili¤inin insan sa¤l›¤›nda ve do¤al alanlarda yol açt›¤› tahribata karfl› yüzlerce köylü çevre mitinginde bir araya geldi. Çanakkale Çevre Platformu’nun ça¤r›s›yla 3 Haziran’da Çan ‹lçesi’ndeki Etili Köyü’nde yap›lan mitinge çevre ilçelerden ve köylerden de yo¤un bir kat›l›m gerçekleflti. Halk, tepkilerini ve taleplerini dövizlerine ve sloganlara yans›t›rken, “alt›nc› filo” diye an›lan flirkete ise büyük bir öfke vard›. Mitingde ilk konuflmay› yapan Çanakkale Çevre Platformu Sözcüsü Hicri
Nalbant, siyanürlü alt›n madencili¤inin Kaz Da¤lar›’n› delik deflik ederek zehir saçt›¤›ndan bahsetti. Karabiga’ya termik santral yap›lmak istendi¤ini de hat›rlatan Nalbant, “Ölen her bir insan›n, hayvan›n, a¤ac›n hesab›n› soraca¤›z. Sa¤l›¤›m›z, do¤am›z, da¤lar›m›z bizimdir, iflbirlikçilere b›rakmayaca¤›z” dedi. ‘ZEH‹RLENEN GELECE⁄‹M‹Z’ fiahinli, K›z›lelma, Muratlar, Sö¤ütalan ve Evciler köylerinden gelen temsilciler zehir saçan madencili¤in elma, kiraz,
fleftali gibi ürünlere zarar verdi¤ini, suyu da zehirledi¤ini söyledi. Bölge halk›n›n çevre hakk› mücadelesinde önde gelen isimlerinden olan Nene Hatun’un konuflmas› ise büyük alk›fl ald›. Nene Hatun, “Zehirlenen meyvelerimiz, sebzelerimiz. Zehirlenen sa¤l›¤›m›z. Zehirlenen çocuklar›m›z, gelece¤imiz. Bundan gayr› zehirlenmelere izin vermeyece¤iz. Emperyalistlere karfl› ülkemizi nas›l savunduysak, flimdi de Kaz Da¤lar›’n›, topraklar›m›z›, do¤am›z› savunaca¤›z” dedi. Miting, yerel oyunlar›n müzik ve fliir dinletileriyle son buldu.
‘Turup çöplük olmayacak’ Trabzon Araklı’da kurulmak istenen çöp tesisi bölge halkını isyan ettirdi. Araklı halkı, başlattığı eylemlerle sağlığını ve yaşam alanlarını çöplüğe teslim etmeyeceklerini haykırdı
T
rabzon Araklı Belediyesi, Turup mevkiine tüm Doğu Karadeniz Bölgesi’nin çöplerinin gömüleceği bir Katı Atık Bertaraf Tesisi kurmak amacıyla ihale yaptı. Denize 300 metre mesafede, 700 bine yakın sarıçam ve ladin ağacının bulunduğu, insanların ise piknik alanı olarak kullandığı bölgenin tesis için kullanılmak istenmesi üzerine bölge halkı eyleme geçti. Sağlıklarını ve yaşam alanlarını çöplüğe döndürmeyeceklerini
söyleyen Araklılılar ilk eylemlerini 29 Mayıs’ta gerçekleştirdi. Otobüslerle kent merkezine giden halk, Trabzon Belediyesi’ne ve Trabzon Valiliği’ne yürüdü. Eylem sırasında aracına binen Vali Recep Kızılcık da protestolardan nasibini aldı. Aracın önünü kesen köylüler, projenin geri çekilmesini talep etti. Sorunu çözme sözü veren valinin harekete geçmemesi üzerine bölge halkı
çalışmalarına yeniden başladı. Turup bölgesinin çevresinde bulunan 6 köyde imza kampanyası başlatan halk, projenin geri çekilmemesi durumunda eylemlerini büyüterek sürdüreceklerini açıkladı. Araklı’da çöp tesisine karşı verilen mücadelede yer alan Özlem Erbay, gelişmeleri Halkın Sesi’ne anlattı. Çöp tesisinin yaratacağı kirliliğin binlerce ağaca ve yetiştirdikleri meyve sebzelere
zarar vereceğini söyleyen Erbay, halkın sağlığının açıkça tehdit altında bırakıldığını belirtti. Belediyenin, halk sağlığına aykırı uygulamalarına büyük öfke duyduklarını aktaran Erbay, “10 Haziran günü öğrendik ki; belediye, çöp alacağı her belediyeden para alacak. Gelir elde etmek, rant sağlamak için halkın sağlığı ile oynuyorlar. Ancak biz sağlığımızla oynatmayız” ifadelerini kullandı.
rabzon'nun Çaykara İlçesi’ndeki Solaklı Vadisi'nde yapılmak istenen HES'lere karşı direnen köylüler, 20 Mayıs’ta 700 polis ve jandarma eşliğinde vadiye giren iş makinelerinin sesleriyle uyandı. HES’lere karşı açılan davaları hiçe sayan ve valilik emriyle bölgeye giren polis, sularını korumak isteyen köylüleri teker teker evlerinden gözaltına aldı. Sabah saatlerinde iş makinelerinin, polis ve jandarma eşliğinde köye girdiğini gören vadi halkı, mahkeme kararı çıkmadan HES inşaatının devam etmesinin hukuka aykırı olduğunu söylese de dinletemedi. Bunun üzerine vadilerini savunmak isteyen halka jandarma saldırdı ve 3 kişi gözaltına alındı. Bölgede verdiği mücadele yüzünden tutuklanan ve halkın yoğun tepkisinin ardından serbest bırakılan Murat Sarı, bölgede bir açıklama yaptı. Sarı, araçların vadiye gireceği haberini akşamdan aldıklarını belirterek demokratik tepkilerini ortaya koymak için araçların önüne çıktıklarını söyledi. Ülkenin pek çok kentindeki doğa ve yaşam savunucusu Solaklı’daki saldırılara sessiz kalmadı. İstanbul’da yaşayan Karaçam ve Köknar köyleri halkı, bölgede yapılmak istenen HES’i finans eden ve yüzde 39 payı olduğu öne sürülen Şekerbank’ın Gümüşsuyu’ndaki genel merkezinin önünde eylem yaptı.
Harvey Türkiye’de İ
ngiliz coğrafyacı, siyasal iktisatçı, sosyal kuramcı ve aktivist David Harvey, "Kapitalizmin Krizi ve Kentsel Mücadele" üzerine bir dizi konferans için Tükiye’deydi. 9 - 12 Haziran’da İstanbul’da olan Harvey 13 Haziran’da ODTÜ Kültür Kongre Merkezi'nde bir panele katıldı. Harvey, konferanslarındaki konuşmasında kentlere dair siyasi projenin "Ne tür bir kent istiyoruz? Bu hayatı kim, nasıl yönetecek? Bütün kenti nasıl örgütleyebiliriz?" soruları etrafında şekillendiğini belirterek başladı. Bir bölgede başlayan konut piyasasındaki krizin nasıl hızla finansal sisteme yayıldığını anlatan Harvey, ABD'nin 1929 krizinden çıkış için uyguladığı konut yapıp içini doldurma yönteminin bu kez işlemeyeceği görüşünde. Tarih boyunca kentlerin bir politik mücadele alanı olmasından örnekler veren Harvey, "Bir kent nasıl örgütlenir?" sorusunun cevabının geleneksel sendika yapısı olmadığını söyledi. Harvey ayrıca, neoliberal kent anlayışını geriletip halk gücüne dayanan farklı bir kent anlayışını ortaya koymak gerektiğini belirtti.
DAVID HARVEY KIMDIR? 1935 doğumlu Harvey, 1961'de Cambridge Üniversitesi'nde coğrafya alanında doktorasını tamamladı. Çeşitli üniversitelerde dersler ve konferanslar verdiği akademik çalışmaları içinde sayısız makaleye ve çok ses getiren, birçok dile çevrilen kitaplara imza attı. Halen 2001'de çalışmaya başladığı New York Şehir Üniversitesi'nde (CUNY) antropoloji profesörüdür. Harvey'in çalışmalarıyla Marksist kurama mekan fikrini dahil etmiş, modern coğrafyanın bir disiplin haline gelmesini sağlayan yeni kavram ve yöntemlere öncülük etmiştir. Bu anlamda tarihsel materyalizme coğrafi boyutu soktuğunu söyleyebiliriz. 2007'de dünya çapında en çok alıntılanan, atıfta bulunan sosyal bilim yazarları içinde 18. sırada olan Harvey, Türkiyeli birçok akademisyenin de hocası olmuş, kitaplarının önemli bir kısmı Türkçe'ye çevrilmiştir.
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03)
Turup halkı eylemde
editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
8
EMEK 14 Haziran 2012 / 27 Haziran 2012
Halk›n Sesi
Kürt sorunu ve emek -10 Haziran günleri Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Diyarbakır’da “Emek Çalıştayı” düzenledi. Çalıştaya çeşitli sendikalar, siyasi partiler ve derneklerden temsilciler davet edildi. Çalıştayın birinci günü yeni çıkartılan “Teşvik Yasası” ve bu temelde “Bölgenin Çinleştirilmesi” konuları tartışıldı. İkinci gün ise sınıf hareketinde yeni açılımlar ve bölgede emek hareketinin örgütlenmesi için somut olarak yapılması gerekenler üzerine tartışmalar yürütüldü. İki gün boyunca beni en çok etkileyen DTK adına yapılan “Demokratik Toplumcu Sendikacılık” başlıklı sunum oldu. Her şeyden önce Kürt siyasi hareketinin emek hareketine bu kadar ilgili olması ve düşüncelerini bir stratejik düşünce çerçevesinde ortaya koyması çok önemliydi. Zira 2007’den beri bölgede yürüttüğümüz taşeron sağlık işçilerinin örgütlenmesinde en çok sıkıntı duyduğumuz husus bölgedeki emek hareketinde görülen zayıflık ve hatta Kürt siyasi hareketinin bu konuya ilgisizliğiydi. O kadar ki iki günlük toplantıda da sık sık gündeme geldiği gibi BDP’nin yönetimde olduğu belediyelerde taşeron firma eliyle işçi çalıştırma esas çalıştırma haline gelmişti. DTK temsilcileri bu konuyu en kıTufan sa sürede ele alacaklarını ve Sertlek bu durumdan rahatsız olduklarını açık olarak ifade ettiler. Dev Sa¤l›k-‹fl Demokratik Toplumcu Yön. Kur. Üyesi Sendikacılık (DTS) aslında Kürt siyasi hareketinin ulusal kurtuluş mücadelesi ütopyası üzerine kurulmuş bir sendikal strateji. Esas çıkış noktası “20. yüzyılın toplumsal gerçekliği üzerine kurulmuş sınıflar kombinezonuna göre oluşmuş ‘geleneksel sendikal hareketin’ bugüne ve geleceğe ait bir alternatif olamayacağı…” Bu saptamaya ulaşan ayrıntılı değerlendirmeler ve analizler uzun süredir bizler tarafından da yapılan tartışmalarla aynı paralelde ele alınmış. Ancak sınıf hareketinin hedefleri ve hareket tarzı üzerine yapılan değerlendirmeler hem bizim tarafımızdan hem de çalıştaya katılan diğer sosyalist parti ve bireyler tarafından eleştirildi. Eleştirilerin esası gerek alternatif sosyalist toplum projesi gerekse de buna bağlı ele alınmış sınıf hareketi projeksiyonunun Marksist bazı temel düsturlardan uzaklaşılarak oluşturulmuş olmasıydı. Orada telaffuz edilmedi ama Kürt siyasi hareketinin sosyalizm projesi Post Marksist yaklaşımlardan hayli etkilenmiş görünüyor. Sınıf kavramının muğlaklaştırılması, işçi sınıfının diğer sınıf ve kesimlerden biri olarak sınırlandırılması, toplumsal özne olarak “kalabalıkları” belirlemesi, doğal toplum vurgusu, üretim ilişkileri eleştirisinden çok anti-devletçi vurgunun belirginliği dikkat çekiciydi. Hatta dağıtılan sunum özeti metninde kendilerinin yaptığı anti devletçi vurgunun anarşizmle karıştırılmaması gerektiği konusunda özel uyarı yapılıyordu. Diğer taraftan DTK temsilcilerinin DTS’yi tartışmaya sunduklarını ve katkı beklediklerini ifade etmeleri de yeni bir emek hareketine olan istek ve inançları konusundaki samimiyetin en önemli göstergesiydi. Batıdan bakıldığında Kürt Siyasi Hareketi’nin sadece silahlı mücadeleyle yürüdüğü görülebilir, Kürt hareketi konusunda bütünlüklü bir değerlendirme yapılamayabilir. Ancak özellikle bölgede fiilen başlamış olan kooperatif deneyleri, komün pratikleri ve çekinmeksizin dile getirilen “sosyalizm” iddiası en azından benim için çok kıymetliydi. Kürt siyasi hareketinin son yıllarda yaşadığı zorlu süreç, KCK operasyonları kıskacında “Demokratik Özyönetim” tartışmalarının içeriğini sosyalizmle doldurmaya çalışmaları sadece Kürt hareketi için değil aynı zamanda batıdaki emek hareketi ve aktörleri açısından da büyük imkanlar sunuyor. Kürt siyasi hareketinin bu sınıfsal tercihinin güçlendirilmesi batıdaki emek hareketinin Türk şovenizminin ve ırkçılığının geriletilmesi için üzerine bir rol biçmesiyle de yakından ilişkili olsa gerek.
9
Bakanın dersi boş M
illi Eğitim Bakanlığı’nın Türkiye genelinde 11 Haziran’da başlattığı ‘öğretmenlere zorunlu eğitim seminerleri’, protestolarla açıldı. Telekonferans sistemi ile okullara bağlanan ve emirler yağdıran Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, öğretmenler tarafından protesto edildi. Eğitim-Sen’in çağrısıyla gerçekleştirilen eylemlerde öğretmenler, AKP döneminde güvencesizleştirildiklerini, itibarsızlaştırıldıklarını, taleplerini dinlemeyen bakanı da dinlemeyeceklerini söyleyerek salonları terk etti. İstanbul ve Ankara’nın yanı sıra Bursa, Kocaeli, Eskişehir ve birçok kentte Bakan Dinçer boş salonlara konuştu. İstanbul Bahçelievler Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler Lisesi’nde salonu terk eden öğretmenler, lisenin kapısında bir açıklama yaparak haklarının her geçen gün gaspedilmesine ve öğretmenlere danışılmadan yapılan 4+4+4 değişikliğine sessiz kalmayacaklarını söyledi. Fatih Çemberlitaş Anadolu Lisesi'nde de Eğitim-Sen’liler, öğretmenleri protestoya davet etti. Müdürler ise "Böyle bir şey yapamazsınız. Yoklama alacağız, içeri girin" dedi ancak öğretmenler eylemini sürdürdü. Ankara Necla Kızılbağ Lisesi’nde, mesleklerinin küçük düşürüldüğünü söyleyen Eğitim-Sen’liler salonu terk etti. Salonda kalan kimi öğretmenler ise Dinçer konuştuğu sırada şarkılar söyleyerek protestolarını gerçekleştirdi. Kocaeli Ford Otosan İlköğretim Okulu’nda gerçekleştirilen seminerde de Eğitim-Sen Kocaeli Şubesi Örgütlenme Sekreteri Cemal İlgün ayağa kalkarak öğretmenleri protestoya davet etti. Okul müdürü Adem Özyurt’un İlgün’e müdahale ederek susturma çabası işe yaramadı. Konuşmanın ardından öğretmenler, alkışlarla salonu terk etti.
Direniş, Borusan’ın merkezinde
THY’nin kırık kanatları AKP hükümeti, sivil havacılık işkolunda Hava-İş’le baş edemeyince işkolunda grevi yasakladı. AKP’nin yasağına ve işçiler üzerindeki baskılarına rağmen Hava-İş’in direnişi sürüyor
A
KP, yıllardır uğraştığı Hava-İş’in direncini kırmak ve Hava-İş’i yok etmek için sivil havacılık işkolunda grevi yasakladı. Grev yasağı teklifini veren AKP milletvekili Metin Külünk, önerinin THY yönetiminden geldiğini söyledi. Zaten Külünk söylemese de teklifin ‘patron teklifi’ olduğu başından belliydi. Grev yasağının gerekçesi özetle şu şekilde: Toplu iş sözleşmesi sürecinde hakkını talep eden işçinin elindeki grev silahının, THY patronunun işçileri düşük ücrete
saatlerce çalıştırmasının önünde engel olması. Olası bir grevde grevi kırmak için THY’ye lazım olan nitelikli personelin kolay bulunamaması. JET HIZINDA YASALAfiTI AKP’li milletvekili Metin Külünk tarafından 11 Mayıs’ta TBMM’ye sunulan grevin yasaklanması ile ilgili teklif 24 Mayıs’ta TBMM’nin alt komisyonunda görüşüldü. Korsan taksilere yasak getiren bir yasayla birlikte 29 Mayıs’ta TBMM’ye gelen grev yasağı, 30 Mayıs’ta kabul edildi. 2 Haziran’da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e gelen yasa Gül’ün cumartesi mesaisiyle onaylandı. 3 Haziran’da da Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
THY’DE T‹S ‘STRATEJ‹S‹’ Grev yasağının gündeme getirilmesi AKP’liler tarafından “stratejik kurum” yalanına başvurularak açıklanmaya çalışılsa da, yasakla THY AO’daki toplu iş sözleşmesi (TİS) süreci arasında bir paralellik bulunuyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın en son 2009’un Temmuz’unda yayımladığı Çalışma İstatistikleri raporlarına göre sivil havacılık işkolunda 33 bin işçi çalışıyor. Bu işçilerin 18 bini Hava-İş’te örgütlü. THY’deki çalışan sayısı 13 bin. Hava-İş bu işkolunda yetkili Ankara E¤itim-Sen 5 No’lu fiube üyelerinin tek sendika. THY AO’da yapılacak TİS tüm sivil Barcelona yönetimine yazd›¤› THY’deki havacılık işkolunu bağlıyor. 1 Ocak 2011’de başlaması iflten ç›karma ve grev yasa¤› ile ilgili gereken THY’nin TİS süreci yaz›ya yan›t geldi: “Çok üzgünüz, durumu THY’nin, Hava-İş’in TİS yetyönetime ilettik gündemlerine ald›lar” kisi olmadığına dair yaptığı
Tanı bunları! Grev yasa¤› önerisini TBMM’ye sunan AKP ‹stanbul Milletvekili Metin Külünk, kendi kiflisel internet sitesinde “Arkadafl›m” dedi¤i Burhan Koca’ya ait özel istihdam bürosunun “CV topluyoruz” reklam›n› yap›yor. Koca’n›n flirketi THY’ye kabin memuru al›m ifli yapan bir flirket. Reklamlar ise THY’nin 300 iflçiyi iflten ç›karmas›ndan sonra bafllad›. THY’nin patronu gibi davranan milletvekili Külünk’ün sicili de pek
itirazlar ve hukuki süreç sonucu 2 Şubat 2012’de başladı. THY, geçen dönemki TİS maddelerine de itiraz etti ve anlaşmazlık çıktı. TİS sürerken Bakanlar Kurulu tarafından TBMM’ye gönderilen Toplu İş İlişkileri Yasası’na eklenen bir madde dikkat çekti: “Sivil havacılık işkolunda bir grev olması durumunda, işveren çalışanların yüzde 40’ını çalıştırabilir.” TİS süreci 19 Mart’ta resmi arabulucu aşamasına kaldı. Ücret, sosyal haklar ve çalışma sürelerini 2009’dakinden daha geri konuma çekmek isteyen THY, resmi arabulucuya yetkisiz mahkemelerde itiraz ederek süreci uzatmaya çalıştı. 24 Nisan ve 3 Mayıs’taki resmi arabulucu görüşmelerinde yine anlaşmazlık çıktı. Hava-İş tam grev ilan edecekti ki, grev yasağı gündeme geldi. RÖTAR RÖTAR, ‹PTAL ‹PTAL… AKP’nin ve THY’nin el ele yürüttüğü plan, Hava-İş’in direnişiyle karşılaştı. AKP’nin havacılık işkolundaki grev yasağını TBMM gündemine getirdiği 29 Mayıs günü Hava-İş, İstanbul Atatürk Havaalanı’nda eylem yaptı. 29 Mayıs günü İstanbul’daki Atatürk Havaalanı’na yaklaşan pilotların ‘Kule iniş izni istiyoruz” çağrısına kuledeki BTS üyeleri “Pas geç” yanıtını verirken, Teknik AŞ’de çalışan Hava-İş üyeleri de uçak motorlarının teknik bakımlarını yapmadı. Havaalanına gelen yolcular ise ekranlarda sürekli bir “Rötar” yazısı ardından da “Sefer iptal” yazısı görmeye başladı. Kabin amirleri kendilerini uçuşa hazır hissetmediklerini belirterek rapor aldı. Grev günü, hostesler “Direne direne kazanacağız” sloganı attı. Eylem soncunda 179 uçuş
iptal edildi. Yolcuların yanı sıra kargo uçakları da havalanmadı. Eylemin etkileri bir haftadan uzun sürdü. Avrupa’nın en iyi havayolu kurumu olmakla övünen THY, eylemi kırmak için kaçak tekstil atölyesi patronu gibi davrandı. Eylem sürerken eyleme katılan Hava-İş üyelerine SMS ile “İş akdiniz feshedilmiştir” mesajı yolladı. Eylemin ardından havaalanına gelen bazı Hava-İş üyeleri, giriş kartlarının iptal olduğunu öğrendi. Rapor alan işçiler işyeri hekimine koştu ve hekimin raporu onaylamadığını gördü. “Neden?” sorusuna hekimin yanıtı, “Yukarıdan emir aldık” oldu. ÖLMEK VAR DÖNMEK YOK, Benzer olayların çoğalması üzerine Hava-İş üyeleri Atatürk Havaalanı Dış Hatlar Terminali önünde beklemeye başladı. Akşam saatlerinde 45’i teknik ekip, 260’ı uçucu ekip olmak üzere 305 işçinin işten çıkarıldığı öğrenilince bekleyiş 31 Mayıs itibariyle işten çıkarılan işçilerin geri alınması talebiyle bir direnişe çevrildi. Sabah 9.00 akşam 21.00 arası süren direnişe, havayolu çalışanlarının tamamı destek veriyor; ülkenin çeşitli kentlerinde direnişe destek eylemleri yapılıyor. Hava-İş’in üyesi olduğu Türk-İş yönetiminden hiç kimsenin direnişe ziyarette dahi bulunmaması, THY-AKP ortaklığına karşı bayrak açan Hava-İş üyeleri tarafından tepkiyle karşılanıyor. Tekel direnişinde yükseltilen “Ölmek var, dönmek yok” sloganı Havaİş’le birlikte Türk-İş’e muhalif Sendikal Güç Birliği, KESK ve DİSK üyelerinin dilinde yeniden yankılanıyor.
Cemaat AKP hava yolları
temiz de¤il. Külünk, a¤abeyi Necdet Külünk’le beraber kurduklar› ‹nanç adl› flirketle 1990’lar›n sonunda Orhan Asl›türk’ün 1,7 milyar dolarl›k naylon fatura vurgununun gümrükteki ifl bitiricileri olarak karfl›m›za ç›k›yor. Metin Külünk, AKP’nin kurucular›ndan.
H
ava-İş eyleminin ardından Başbakan 2 milyon dolar zarar açıklayarak eylemi gayrimeşrulu göstermeye çalıştı. Oysa THY’yi zarara uğratan nedenlerin başında AKP ve Gülen Cemaati geliyor. Cemaat’in organize ettiği Türkçe Olimpiyatlarının sponsoru olan THY, Gülen’in işadamları örgütü TUSKON’un ticaret köprüleri için zararına uçak seferleri yapıyor. Talep olduğu halde birçok yere ek sefer koymayan THY’nin, birçok Afrika ülkesine 3 yıldır yaptığı
seferler yüzde 20 doluluk oranında gerçekleşiyor. THY’nin seferlerini belirleyen yönetici kadroları da AKP’lilerden oluşuyor. Birkaç örnek: Eski Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın, danışmanları müdür olurken Unakıtan'ın yeğeni Özlenen Başoğlu, kısa sürede Satış Artırma Müdürü oldu. AKP İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu'nun yeğeni Kemal Babuşçu uzman olarak işe başladı, kısa sürede Kalite Müdürü oldu, oradan da THY Strateji İş Geliştirme Müdürü oldu...
Çayı bayatlatmayan halk ve direnişi!
D
oğu Karadeniz Bölgesi’nde her mayıs başlayan çay mevsimi; AKP’nin çayı özelleştirme politikaları nedeniyle eylem mevsimine dönüşüyor. İsyan etmeyen üreticinin çayı ya bayatlıyor ya da değerinin oldukça altında bir fiyatla özel çay fabrikalarına satılıyor. Hopa’nın Çavuşlu Köyü’ndeki üreticiler, 3 Haziran Pazar günü çay fabrikasına girip eylem yaptı. Fabrikaya adeta
çıkarma yapan çay üreticisi kadınların tepkisi sonucunda fabrika iki güne çıkardığı hafta tatilini bir güne indirirken, alım yerlerinde kalan çaylar için araç yollamak zorunda kaldı. Çavuşlu Köyü’nden üreticiler çay alım sezonun başlamasının hemen ardından 15 Mayıs’ta hükümetin çay politikalarını ve Çaykur’u protesto için Sarp sınır kapısına giden uluslararası yolu trafiğe kapatmıştı.
B
orusan Lojistik’in İstanbul Tuzla’daki deposu önünde direnişlerini sürdüren Nakliyat-İş üyeleri direniş çadırlarını 8 Haziran’da Sarıyer’deki Borusan Genel Merkezi önüne taşıdı. “Borusan’ın işçi ve sendika düşmanlığını teşhir edeceğiz” diyen Nakliyat-İş, 1 Haziran’da Borusan Lojistik’in Tuzla’daki deposunun önüne direniş çadırı kurmuştu. Borusan, 41 işçiyi sendikalı olduğu için işten çıkarmış, bahane olarak da “performans düşüklüğünü” göstermişti.
Türkiye kara liste ikincisi
U
luslararası Çalışma Örgütü (ILO) Konferansı toplandı. Türkiye grev yasakları, toplu sözleşme hakkının önündeki engeller, sendika üyesi olduğu için işten atılan işçiler, tutuklu sendikacılar ve kapatılan sendikalarla gündemde. Ancak patronların baskısı sonucu her sene açıkladığı kara listeyi bu sene açıklamayacak olan ILO, hazırlık aşamasında bakın hangi ülkeleri o listeye almıştı: Türkiye, Bangladeş, Kamboçya, Kolombiya, Etiyopya, Guatemala, Honduras, Endonezya, Myanmar, Swaziland, Zimbabwe.
10 yılda 11 bin işçi öldü
Ç
‘Taşerona son’ diyene saldırı
B
aşbakan Erdoğan, 4 Haziran’da Urfa’da GAP Arena Stadı’ndaki İl Kongresi’nde çiftçiler ve taşeron işçiler tarafından protesto edildi. Başbakan konuştuğu sı-
rada "Çiftçiye sahip çık, hububat destekleri ödenmiyor, büyük usta” pankartı açıldı. Polisin pankarta müdahalesi sırasında bir grup Kamu Şirket Personelleri Derneği (KAŞİP)
üyesi ayağa kalkarak tişörtlerinin üzerine yazdıkları harflerle “Olmadı usta, taşerona son KAŞİP” cümlesini oluşturdu. Taşeron sistemini protesto edenlere de polis saldırdı.
alışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de 2002-2011 yılları arasında toplam 735 bin 803 iş kazası yaşandı, 10 bin 804 işçi öldü, 14 bin 665 kişi sakat kaldı. 2005-2011 yılları arasında yaşanan 502 bin iş kazasından 287 bin 59’unun soruşturmasının tamamlandığı diğerlerinin ise soruşturmasının sürdüğü bildirildi. Bakanlığa göre Tuzla Tersaneler Bölgesi’nde 2003 yılından bu yana 44 ölümlü iş kazasının soruşturması yapıldı. Oysa aynı dönemde iş kazaları sonucu 114 işçi hayatını kaybetti.
9
EKONOMİ 14 Haziran 2012 / 27 Haziran 2012
Halk›n Sesi
3. köprüyü yapan› tan›yal›m
İ
stanbul Boğazı’na yapılması planlanan 3. köprünün ihalesini İçtaş aldı. İçtaş, 1969 yılında Bitlis’te Bayındırlık Müdürlüğü yaparken vali ile geriliminden dolayı açığa alınan ve bundan dolayı istifa eden İbrahim Çeçen tarafından kurulan İC Holding bünyesinde faaliyet yürütüyor. Holding, AKP iktidarıyla büyüme ivmesini de arttırdı. Bugüne kadar aldığı 51 büyük projenin 39’unu AKP iktidarı döneminde alan şirket Ankara – İstanbul
hızlı tren projesini üstlendi. Hava limanları, marinalar, HES’ler ve oteller yapan şirket eğitim alanında da yatırımlar yapıyor. İlk olarak 1986 yılında “Kenan Evren” teşvikiyle memleketi Ağrı’da bir ilkokul yaptıran Çeçen, yıllar içinde büyüyerek üniversite sahibi de oldu. HES’ler ve otellerle doğayı yağmalayan Çeçen 2007’de TBMM tarafından “Devlet Üstün Hizmet Madalyası”yla ödüllendirildi.
Her iki çocuktan biri çal›fl›yor
D
evrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü (DİSK-AR), 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği İle Mücadele Günü kapsamında çocuk işçiliğinin dünya ve Türkiye’de ulaştığı boyutlara ilişkin bir araştırma hazırladı. DİSK-AR’ın yaptığı hesaplamaya göre, dünya genelinde 2008 yılı itibari ile 5-17 yaş arasındaki çocuk sayısı 1 milyar 586 milyon iken çalışan çocuk sayısı 306 milyon düzeyinde.
Kendileri çalıp kendileri oynadı ENG‹N DURAN
D
ünya Ekonomik Forumu (DEF) Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Avrasya Zirvesi 4-6 Haziran tarihleri arasında 1000'e yakın katılımcıyla İstanbul'da yapıldı. Katılımcılarını siyasetçilerin, sermaye temsilcilerinin, üst düzey bürokratların oluşturduğu forumda 2009 yılında “One Minute” çıkışı yapan ve “Davos'a bir daha gelmem” diyen Tayyip Erdoğan açılış konuşmasını yaptı.
HEP AYNI EZBER Dünya Ekonomik Forumu 1970'lerin başında dünya ekonomisinde yaşanan krizle beraber Avrupa ekonomilerinin kendilerini kurtarmak için düzenlenmeye başlandı. İlk kez 1971 yılında İsviçre'nin Davos kentinde hükümet ve sermaye temsilcilerinin katılımıyla yapıldı. DEF, kuruluş mantığı doğrultusunda sermayenin krize girdiği her dönemde büyük beklentilerle toplandı. Yılda bir defa Davos'ta düzenlenen zirveler dışında yıl boyu farklı ülkelerde ve farklı konularda toplantılar yapılmaya başlandı. Türkiye’de yapılan toplantı da bu ara etkinliklerden birisiydi. Adı Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Avrasya Zirvesi olsa da özellikle Yunanistan'ın borç krizinin AB üyesi diğer ekonomileri etkileme olasılığının masaya yatırıldığı İstanbul’daki toplantılardan bilindik ezber söylemlerden başka bir şey çıkmadı. Toplantıda öne çıkan ezberler, sıkı para ve maliye politikasıyla birlikte kamu borçlarının azaltılması (yani kemer sıkma paketleri) ve Yunanistan'ın Avro’dan çıkmaması için gerekli desteğin sağlanması oldu.
Dünya Ekonomik Forumu’nun İstanbul’daki toplantısı sönük geçerken, Erdoğan toplantıyı iç politika için fırsata çevirmeye çalıştı
ERDO⁄AN ‹ÇER‹YE KONUfiTU Forumda yapılan oturumlarda Türkiye ekonomisini öven konuşmalar da yapıldı. Özellikle açılış konuşmasında Tayyip Erdoğan bildik ezberine sığındı. Bir dizi istatistik vererek ekonomiyi çok iyi yönettiklerini söyledi. “10 yılda ortalama yüzde 5,3 büyüdük” diyen Erdoğan Türkiye’nin sermaye için “bir güven adası” olduğunu anlattı ve uluslararası sermayeyi Türkiye'ye davet etti. Ancak Erdoğan ekonomiyi övmek için kullandığı istatistiği işçi ölümleri için de kullanmadı, asgari ücret ile insanca
yaşam için gerekli ücrete ise hiç değinmedi. İşine gelen rakamları verdi, işine gelmeyenleri es geçti. İşçilerin ölümüne çalışması, açlık sınırının altında ücretler, çevre ve kent yağmasına tanınan sınırsız özgürlük sermayenin ilgisini çekebilirdi ancak Erdoğan “içeriye” propaganda yapmayı tercih etti. Forumda konuşma yapan Koç Holding Başkanı Mustafa Koç konuşmasında hükümeti ekonomi politikaları nedeniyle överken, “Hükümet gerekli yatırım ortamını yaratmalı” diyerek tavsiyelerini de ekledi. Mustafa Koç'un bahsettiği yatırım ortamı sermaye için daha karlı yatırım ortamı anlamına geliyor. Koç,
işgücü piyasasının esnekleştirilmesi, sermayeden alınan vergilerin azaltılması gibi kolaylıkları beklediklerini de sözlerine ekledi. ERDO⁄AN’IN TABLOSU ‹NANDIRICI MI? Erdoğan’ın çizdiği pembe tabloya rağmen Financial Times DEF toplantılarını ele alan bir haberinde Yunanistan ve Avro bölgesi krizinin, Türkiye'yi olumsuz etkileyebileceğine dikkat çekti. Haberde "Türkiye tüm dinamizmine rağmen Yunanistan'dan kaynaklanan sorunlara kırılgan olmayı sürdürüyor" denildi ve bunun nedeni olarak Türkiye'nin büyük
cari açığının, çok büyük ölçüde portföy akımlarıyla (sıcak para) finanse edilmesi gösterildi. Yunanistan'ın Avro’dan çıkması veya Avro bölgesindeki sorunların derinleştiğine ilişkin yeni belirtilerin ortaya çıkması halinde bu akımların duraksayabileceğine dikkat çeken Financial Times, bu durumun Türkiye’nin gidişatında düşüşe neden olacağını vurguladı. ‹fiB‹RL‹KÇ‹L‹⁄E VAN MÜN‹T MAKYAJI Tayyip Erdoğan'ın sermayeye güvenli bir yağma ve sömürü adası garantisi verdiği ve Suriye konusunda emperyalistlerin tezlerini tekrarladığı açılış konuşması AKP kurmayları ve medyasınca övgüye değer bulundu. Erdoğan’ın işbirlikçi mesajlarını görmezden gelen AKP’liler “Erdoğan Davos'a gitmedi, Davos onun ayağına geldi” mesajıyla milliyetçi-muhafazakar kesimlere Türkiye'nin küresel aktör olma yolunda ilerlediği propagandasını yaptılar. DEF'ye katılan sermaye temsilcileri, hükümet kurmayları, yöneticiler yeni bir şeyler söylemeden, eskiyi tekrarlayarak ama var olanı da korumak kararlılığıyla forumdan memnun ayrıldı. Özellikle AKP kanadı ve medyası forumu Erdoğan'ın Davos rövanşı olarak göstererek iç gündemi belirlemeye çalıştı. Sonuç olarak, başlangıcından itibaren sermayenin ve hükümetin kendi çalıp söylediği bir etkinlik olan bu forum, İstanbul’un trafiğini felç etmesi dışında emekçilerin gündemini çok etkilemedi. Yapılan tüm konuşmalarda sistemin devamlılığı için emekçilerin kazanımlarının törpüleneceği vurgusu öne çıktı. Bu da önümüzdeki dönem sınıf mücadelelerinin yükseleceğinin işareti oldu.
TEDAŞ ve BEDAŞ karakola, önleri direniş alanına döndü ALP TEK‹N BABAÇ
‹stanbul’daki Bo¤aziçi Elektrik Da¤›t›m Afi (BEDAfi) Genel Merkezi önü yine Enerji-Sen’in direnifl çad›r›na ev sahipli¤i yap›yor. Civardaki kahveler ve pastaneler, daha önce tan›flt›klar› enerji iflçileriyle bu sefer hafta içi 24 saat vakit geçiriyor. Enerji-Sen üyeleri vardiyal› bir biçimde direnifl çad›r›nda nöbet tutarken ‹stanbul Emniyeti ise BEDAfi’›n bahçesine kamp kurdu. Hatta BEDAfi’la ifli olanlar Genel Müdürlü¤e de¤il de karakola geldi¤ini düflünüyor. BEDAfi’ta açma kapama ve okuma ifllerinde çal›flan 120 enerji iflçisi, 30 May›s’ta resmen BEDAfi önünde direnifle geçtiklerini duyurdu. Enerji-Sen üyeleri geçmiflteki gibi BEDAfi önüne kitlesel yürüyüfller düzenliyor. Bu seferki yürüyüfller geçmifltekinin en az iki misli kitlesellikte geçiyor. Haftada bir yap›lan ve Taksim’de buluflularak bafllayan yürüyüfller bu sefer haftada iki defa ve D‹SK Genel Merkezi önünde buluflularak yap›l›yor. fiubat 2012’deki D‹SK Genel Kurulu’ndan sonra Enerji-Sen’in
D‹SK üyeli¤i baflvurusunun halen kabul edilmemifl olmas› iflçilerin moralini bozsa da onlar, her eyleminde D‹SK’in 15-16 Haziranlarda tafl›d›¤› bayra¤› tafl›d›klar›ndan eminler. BEDAfi önündeki eylemlerde iflçilerin talepleri ise çok net: “‹flimizi geri verin, çal›flanlar›n üzerindeki bask›lar son bulsun.” Enerji-Sen’in eylemleri sürerken BEDAfi da bofl durmuyor. ‹flten ç›kard›¤› 120 iflçinin yerine yenilerini almaya çal›fl›yor. Enerji-Sen Genel
Baflkan› Kamil Kartal da BEDAfi yönetimine “Sokak sokak, ev ev dolafl›p ifle ald›¤›n›z iflçilerle konufluyoruz onlar› da örgütleyece¤iz” diyor. Benzer takti¤i Sefaköy’de Ülkü Ocaklar›’na baflvurarak yapmaya çal›flan tafleron flirket, binas›n›n önünde yüzlerce enerji iflçisini görünce geri ad›m atm›flt›. ‹flçilerin iflten ç›kar›lma nedeni, “Enerji-Sen üyesi olmak.” Bahane ise 3 gün üst üste mazeretsiz olarak ifle gelmemeleri. Oysa mazeret net.
BEDAfi’taki iflçiler, iki ayd›r maafl alamad›klar› için 4857 say›l› kanunun 34’üncü maddesi gere¤i 21 May›s’ta ifl b›rakm›flt›. Ayn› bahaneler 5 Mart’tan beri Adana Toroslar Elektrik Da¤›t›m Afi (TEDAfi) taraf›ndan da ortaya at›lm›flt›. Adana’da da üç ayd›r alamad›klar› maafllar›n› isteyen iflçiler iflten ç›kar›lm›flt›. Oradaki enerji iflçileri de Enerji-Sen öncülü¤ünde direnifllerini sürdürüyor. 23-24 May›s’ta AKP Adana ‹l Yönetimi
taraf›ndan tezgahlanan sald›r› dalgas›na direnifli büyüterek yan›t veren TEDAfi iflçileri eylemlerini sürdürüyor. 5 Haziran günü Valili¤in karfl›s›ndaki 6 katl› bir binan›n çat›s›na ç›kan iflçilerin açt›¤› pankartta flu yaz›yordu: “‹flimizi ekme¤imizi istiyoruz.” ‹flçilerin talebine devlet hemen yan›t verdi. Çevik kuvvet polisleri önce, binan›n alt›nda arkadafllar›na destek veren enerji iflçilerini gözalt›na almaya çal›flt›. Olmad›, bu sefer binan›n çat›s›ndaki iki enerji iflçisini gözalt›na ald›. Daha önce defalarca polis sald›r›s›na maruz kalan enerji iflçilerinin aileleri de polis sald›r›s›na al›fl›k; çünkü enerji iflçileri tüm polis sald›r›lar›n› aileleriyle birlikte gö¤üsledi. Adana’daki polis, TEDAfi binas›n›n içinde durmuyor. Polis binan›n s›n›r oldu¤u karayolunu orta refüjüne kadar iflgal etmifl durumda. Baflta Adana Emniyeti’nin ezberledi¤i iflçileri Adana halk› da art›k çok iyi tan›yor. Arabalar›yla geçerken korna çald›klar› yerde bekleyenlerin say›s›n›n artt›¤›n› görüyorlar, akflamlar› sohbetlerin edildi¤ine, e¤lencelerin düzenledi¤ine de tan›k oluyorlar.
Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan rakamlara göre Türkiye’de 1999-2006 yılları arasında istihdam edilen çocuk sayısı 2 milyon 270 binden, 958 bin düzeyine düştü. Ancak 1994-1999 yılları arasında istihdamdan çekilen çocuk işçi sayısı yıllık ortalamada 128 bin iken, bu rakamın 1999-2006 yılları arasında yıllık ortalamada 74 bin olarak gerçekleşmesi, bu konudaki mücadelenin zayıfladığını gösteriyor.
Ekonomi habercili¤i fark› KP döneminde ekonominin iyi yönetildiği yönünde bir kanaat oluştu. Özellikle dünya ekonomisinde finansal piyasalarda yaşanan kriz sürecinde Türkiye’de döviz-borsa-faiz üçgeninde aşırı oynaklıkların olmaması bu algıyı oluşturmak isteyenlerin değirmenine su taşıdı. Bu algının hem AKP hükümeti tarafından hem de piyasacı medya organları tarafından yüksek sesle dile getirilmesi, ekonomik başarı olarak sunulan tablonun toplumun tüm kesimleri için pembeymiş gibi gösterilmesine hizmet ediyor. Gazetelerin ekonomi sayfaları tam da AKP hükümetinin yapmaya çalıştığı “işler iyi gidiyor” algısını güçlendirmek için ellerinden geleni yapıyor. Açıklanan tüm verilere iyimser bir yaklaşımla bakarak, sözüm ona bardağın hep dolu tarafını görüyorlar. Bir örnek verelim. NTV’nin “çarklar 29 aydır dönüyor” başlığıyla müjdelediği habere göre sanayi üretim endeksi 29 aydır kesintisiz yükselişte. Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı verilere göre sanayi üretim endeksi bir önceki yılın Nisan Engin ayına göre yüzde 1,8 arttı. Sanayi Duran üretim endeksi imalat, elektrik ve ergin.duran madencilik sektörlerinin @yahoo.com değişimlerine bakarak ekonomik büyümenin öncü göstergesidir. Bu belirlenen üç sektör de kendi içlerinde alt sektörlere ayrılarak düzenli olarak takip edilmektedir. Kısacası sanayi üretim endeksi ekonominin büyümesinin ne yönde gittiğini erken gösteren bir veridir. Ekonomik büyüme odaklı habercilik yapan yayın organları bu endekste yaşanan gelişmeleri “ekonomi iyi yolda” müjdesi için kullanmaktadır. Bu endeks çarkların 29 aydır dönüyor olmasının ana göstergedir. Oysa bu haberlerde çarkların ne pahasına döndüğü üzerine pek bir kaygıya rastlanmaz. Bu noktada yayın yapanların tercihleri ve yayını yapma nedenleri belirleyici olur. Dert eğer emeğin gündemi olmak ise haberler başka oluyor, yok eğer dert mevcut sistemi yürütmek ise haberler başka başka oluyor. Örneğin Türkiye’de neler olup bittiğini Sendika.Org haber sitesinden takip ederseniz her ay düzenli olarak hazırlanan iş kazaları raporuyla karşılaşırsınız. Mayıs ayı iş kazaları raporuna göre 69 kişi iş kazalarından dolayı hayatını kaybederken 372 kişi de yaralanmış. 29 aydır dönen çarkların nelere neden olduğunu, nasıl bedellerle çarkların döndüğünü anlamak çok önemli çünkü ekonomi iyi gidiyor algısını kırmak ve kimin için iyi kimin için kötü olduğunu net bir şekilde ortaya koymak gerekir. Üretim artarken ölüm de artıyor ve bunu ısrarla söyleyenler, felaket senaryoları anlatan “vatan haini” olarak damgalanmak isteniyor. Sendika.Org’un raporunun giriş bölümündeki soruyla bitirelim. “Biz hangi vatanın hainiyiz? Patronların üç kuruşluk işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerini almadığı için öldüğümüz vatanın mı?” Not: Ntvmsnbc.com ve Sendika.Org haber siteleri var olan farklı bakış açılarını vurgulamak için seçilmiştir. Açıktır ki benzer anlayış farklılıkları barındıran siteler sadece bu iki site değildir.
A
MEVSİMLİK İŞÇİ
E
n ucuz ve en güvencesiz emeğin bilindik adıdır mevsimlik işçi. Özellikle tarım sektöründe hasat zamanları Türkiye’nin farklı bölgelerinden kamyon kasalarında göç eden, gittikleri yerlerdeki kentlerden tecrit olmuş bir şekilde çadırlarda kalan, herhangi bir sosyal güvencesi veya sosyal hakkı olmayan işçilerdir. Her yaz yüzlerce işçi kamyon kasalarında yolculuk yaparken trafik kazasında ölüyor, ölmeyenler de günlük çok az paralara kış aylarındaki ihtiyaçlarını karşılamak için çalışıyor. Mevsimlik işçilerin büyük çoğunluğunun Kürt olması, onların batı ve Karadeniz illerinde daha da ucuza çalıştırılmala-
rına neden oluyor. Kürt olmaları, ikinci sınıf işçi muamelesi görmeleriyle, şartları daha da ağırlaştırıyor. Her sene özellikle yaz aylarında gazetelerde, televizyonlarda gördüğümüz etnik nedene dayanan saldırılar, bir taraftan da sınıfsal olarak bu işçileri daha fazla baskı altına almaya ve daha kolay sömürmeye hizmet ediyor. Türkiye’de mevsimlik işçilerin sosyal haklarının oluşturulması yönünde çalışmaların yapılması bir yana, düzenli çalışan işçilerin hakları bir bir gasp edilerek tüm işçiler mevsimlik/aylık/saatlik işçi haline getirilmeye çalışılıyor. İş varsa çalış, iş yoksa öl. Bunun da adına esnek çalışma diyorlar.
10
KİBELE 14 Haziran 2012 / 27 Haziran 2012
Halk›n Sesi
O yasay› bafllar›na çalar›z adınların varlığı, yaşamları ve kazanılmış hakları AKP iktidarı boyunca sürekli tehdit altında oldu. Tayyip Erdoğan her fırsatta sarıldığı dini argümanların kendisine ve iktidarına sunduğu imkanları kadınlara bir silah gibi doğrultuyor. Fıtraten ikincil konumdaki kadına, yani erkeğe, kocaya, babaya bağlı gördüğü kadına, “baba şefkatiyle” nasihatlerde bulunuyor; kimi zamanda çocuğuna söyler gibi azarlıyor. Ne de olsa onun iktidarının zihniyetinde kadınların kendi kararını verecek akla sahip olduğu anlayışı yer almıyor. Erdoğan, gün geçtikçe artan şiddet, taciz ve tecavüz saldırıları karşısında sesini yükselten ve dayattığı annelik rollerini kabul etmeyen kadınların kendilerini yeterince tehdit altında hissetmediğini düşünmüş olacak ki kadınları zapturapt altına almak için kürtaj tartışmasını attı ortaya. Kadınların cevabı gecikmedi; çünkü Tayyip Erdoğan bu sefer kendine yanlış düşman seçmişti. Kürtajı yasaklama tehdidi kadınlara kaç çocuk doğuracağını söylemekle aynı değildir. Başbakan bu sefer lafla, sözle değil elini doğrudan kadınların bedenlerine uzatmıştır. AKP, üretim ve yeniden üretim alanlarını düzenlemek üzere son bir yılda çıkardığı/çıkarmaya hazırlandığı yasalarla gericineoliberal-erkek egemen iktidarının rejimini yeniliyor. Hande Kadın bedeni üzerindeki deneYanar timi yeniden kuracak olan kürKad›köy taj yasasıyla yeni rejimin Halkevi temelleri atılıyor. Sermaye bu yasayla kâr hırsı için hazır tutacağı ucuz, güvencesiz işgücünü sağlamış olacak. Diğer taraftan, tüm gerici unsurlarıyla kadın düşmanlığı ile birbirine tutunan cemaat toplumunun itaatkar köleleri “makbul anneler” tarafından yetiştirilecek.
K
KADIN M‹L‹TANLI⁄I EN ÖNE Başbakanın “Her kürtaj bir Uludere’dir” açıklamasının ardından kadınlara ilişkin tüm düşmanlıklarını yüzsüzce kusan AKP’nin karşısına çıkan kadınlar tepkilerini, önce sokakta gösterdi. Kadınların bedeni, cinselliği, doğurganlığı üzerindeki bilgisini, aklını, kararını yok hükmünde sayan tüm iktidarlarla kadınlar arasında yüzyıllardır süren bu savaşın nerede verileceği belli. Dünyanın her yerinde olduğu gibi bu ülkede de kadınlar hep birlikte sokakta mücadele verdikçe kazanacak. Birçok ülkede 16-18 haftaya kadar çıkan kürtaj olma süresini kısıtlayarak bu hakkı ortadan kaldıracağı açık olan yasayı meclisten geçirmeme iddiası kadınlar arasında yükseliyor. Binlerce kadın günlerdir “Kürtaj hakkımızı tartıştırmayacağız, bedenimiz üzerinde karar ve tasarruf hakkı bizim bileceğimiz iştir” diyerek yapılan eylemlerle Türkiye’nin pek çok ilinde kadın düşmanlarına haddini bildirdi. Sokağa çıkan binlerce kadını harekete geçirecek; stantlarla, imza kampanyalarıyla, geniş kadın toplantılarıyla yürütülen bir kampanya süreci yasayı engelleyebilir. Özellikle sıkça kürtaj yaptırmak zorunda kalan ancak söylemekten çekinen mahalleli kadınların bu sürece katılması, kadın mücadelesine yeni bir ufuk açacaktır. Kitlesel karşı çıkışların kadın militanlığı ile buluştuğu bir mücadele çizgisi bedenimizi, karar alma hakkımızı denetim altına alacak o yasayı her durumda onların başına çalmaya yetecek güçte. Melih Gökçek’in kafasına ustalıkla yumurtasını isabet ettiren üniversiteli kadınlar; artık tam bir ucubeye dönen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı önünde Fatma Şahin’den en azından onurlu bir davranış gösterip kadınların yanında durması gerektiğini söyleyen Halkevci kadınlar; başbakan özür dilemezse hesap soracağını söyleyerek yola çıkan kadınlar; eylemiyle, sözüyle tüm kadınları bu mücadelenin öznesi haline getirmek için çalışan cesur kadınlar geçmişten bugüne devraldığı güçle sokakta olmaya devam edecek.
Kürtaj haktır yasaklanamaz B
aşbakan ve AKP’lilerin kürtaj hakkına yönelik saldırı niteliğindeki açıklamaları sürüyor. Açıklamalar, yalnızca kişisel görüşleri değil, kürtaj konusunda hükümetin takınacağı tavrı da gösteriyor. Hâlihazırdaki tablo, çokça iddia edilenin aksine, başbakanın yalnızca Uludere Katliamı tartışmalarının üstünü örtmek için kürtaj konusunu gündeme getirmediğini gösteriyor. Kürtaj karşıtlığı bugün, AKP’nin kadın ve aile politikalarının bir sonucu. Aynı zamanda AKP’nin kürtaj karşıtlığı, muhafazakar-neoliberal-erkek egemen toplumu, bu üçünün arasındaki daha sıkı ilişkilerle yeniden üretme aracı haline geliyor. Hükümet üyeleri ve yöneticisinden, sıradan partilisine neredeyse tüm AKP’liler bir anda “ceninin yaşam hakkı” için tartışmaya başladı. Açıklamalarına ne kadar üretken bir toplum için “genç nüfus”a ihtiyaç olduğunu söyleyerek başlasalar da özellikle kadınların ve toplumun tepkisiyle karşılaşan AKP’liler, “Kürtaj bir bebeğin öldürülmesidir” noktasında savunmalarını sürdürdü. Kadınlar, AKP’nin derdinin çocukların yaşaması için mücadele etmek olmadığını, hızlı refleksleriyle teşhir etmeyi başardı. Kadınlar, Uludere’de katledilen çocukları, Pozantı’da şiddet gören çocukları, Dolmabahçe’de polis tekmesiyle çocuğunu düşüren kadını hatırlattı. Kadınlar, AKP’nin, bedenlerini kontrol altına alma niyetine ve kadınların yaşam hakkını ihlal eden açıklamalarına karşı günlerdir sokağa çıkıyor. Kadınlar, bedenleri hakkında kendilerinin karar alabileceklerini söylüyor ve kürtaj hakkına karşı yapılacak saldırıların daha çok kadının ölmesi anlamına geldiğine dikkat çekiyor. Kadınlar AKP’nin kadın sağlığını hiçe sayan politikaları karşısında, parasız ve nitelikli kadın sağlığı hizmeti verilmesini talep ediyor. Üç çocuk doğurmalarını salık veren Erdoğan’a, kadınların
Kürtajın yasaklanması çalışmalarına hız veren AKP, idealindeki muhafazakar-erkek egemen-neoliberal toplumu yaratmaya çalışıyor. Kadınlar, yaşam hakkı için erkek egemen, neoliberal, muhafazakar politikalara karşı savaş açıyor, sokağa çıkıyor çok büyük bir kesiminden tepki yağıyor. Kadınlar, kürtajla ilgili tüm saldırıların sistemli erkek egemen saldırı olduğunu ifade ediyor. Kadınlar, kürtajın hak olduğunu vurguluyor ve bu haklarının tartışılmasına izin vermiyor. ‘KÜRTAJ NE D‹N‹, NE AHLAK‹’ Öte yandan AKP’nin saldırıları konunun çarpıtılmasıyla devam ediyor. Başbakan Erdoğan farklı zamanlarda yaptığı açıklamalarda “Vücut benimdir” yaklaşımının felsefi, ahlaki, dini bir temeli olmadığını söyledi ve “Cenin artık senin olmaktan çıkmıştır. Çünkü o da artık bir candır. Sen onu öldüremezsin, öldürdüğün anda bu cinayettir" dedi. Erdoğan yaptığı açıklamaların bilimsel dayanakları olduğunu savundu. Başbakan Erdoğan’ın ‘bilimsel’
açıklaması ise şu şekildeydi: "Bırak o zaman intihar edene de müsaade et. Niye köprüden atlayan adama karışıyorsun. Hakkını kullansın. Böyle saçmalık olur mu? Öncelikle, ana karnındaki ceninin öldürülmesi olayı var. İkincisi kendine zarar veriyor. Biz bunları konuşurken bilimsel konuşuyoruz. Ana karnındaki ceninin öldürülmesiyle, doğumdan sonra öldürülmüş bir insanın arasında bir fark yok. Hiçbir fark yok." KÜRTAJA KARfiI B‹R SA⁄LIKÇI: RECEP AKDA⁄ Kürtaj tartıştırmaları konusunda son sürecin baş aktörü ise Sağlık Bakanı Recep Akdağ oldu. Akdağ, kullandığı sözcükler itibariyle konuyu daha bilimsel argümanlarla tartıştığı izlenimi yaratmaya çalıştı. Akdağ, kürtajın çok ağır komp-
likasyonlara yol açabildiğini ifade ederek şunları söyledi: “Rahim delinmesine kadar varan, ağır kanamalara kadar giden ciddi komplikasyonlar olabiliyor. Geç komplikasyonlar da olabiliyor. O zaman biz bütün kadınlara 'aman kürtaj yaptırmayın. Eğer bir aile planlaması düşünceniz varsa bunu modern diğer yöntemlerle zamanında yapın' dememiz lazım. Kadının hakkını koruyacağız diye 'bırakınız herkes kürtaj yapsın' kabilinden yazılar yazmak, yorumlar yapmak gerçekten bilime de aykırı, bizim kadınımızın sağlığına da aykırı. Yok edilenin bir canlı olduğu düşüncesi de tamamen gözden ırak tutularak yapılan yorumlardır.” ‘KÜRTAJ YASAKLANAMAZ’ Bakan Akdağ’ın açıklamalarına
göre başbakanın talimatı üzerine bir çalışma yürütülüyor. Bilim “adamları”, Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı’nın birlikte bir rapor hazırladığını söyleyen Akdağ, rapor daha hazırlanmadan, rapordan çıkacaklar hakkında tüyo verdi. Akdağ şöyle konuştu: “Kürtajın Türiye'de serbest hale getirildiği kanunun adı bile artık çağdaş olmaktan çıkmıştır. Nüfus planlaması kanunu ya da nüfus planlaması kavaramı bugün dünyada kalkmış bir kavramdır. Bu kavramı üreme sağlığı kavramı adı altında alıyoruz. Öncelikle kadının, annenin ve hemen onun akabinde bebeğinin, çocuklarının sağlığı açısından birinci derece ele almak gerekir.” AKP bir yandan da basın-yayın organları aracılığıyla da görüşlerini desteklemeye çalışıyor. Yeni Akit gazetesi manşetine Kenan Evren fotoğrafını koyup, “İşte kürtajın mimarı” başlığını attı. Kürtajın yasalaşmasının Kenan Evren “yüzünden” olduğunu iddia eden gazete, kürtajın yasalaşmasından itibaren milyonlarca çocuğun katledildiğini savundu. Gazetenin “haber”inin ardından yeniden Bakan Akdağ devreye girdi ve “Türkiye’de kürtaj konusu bir 12 Eylül yasası olarak darbeden sonra bir oldu bittiye getirilmiştir” dedi. ‘ANASI ÖLSÜN!’ Tartışmalara Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, kürtajın “suç” olmadığı ülkenin neredeyse bulunmadığı yalanıyla katılırken, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, “Yılda 100 bin cinayet işleniyor. Anası olacak kişinin hatasından dolayı çocuk niye suçu çekiyor. Anası kendisini öldürsün” diye konuştu. AKP’liler tartışmanın hararetini artırarak kürtajı yasaklayacak kanun düzenlemeleriyle uğraşadursun, kadınlar yaşam hakkını savunmaya sokaklardaki eylemleri, imza kampanyaları ve her gün büyüyen ilerici tartışmalarla devam ediyor.
Kürtaj yasağı dünyada kadınları öldürüyor Kadın hekimler ve Dünyada her yıl 70 bin kadın güvenli yapılmayan kürtaj nedeniyle ölüyor. Türkiye’de 29 yıl aradan sonra kürtaj hakkını tartışmaya açan AKP iktidarının kadına yönelik bu tehdit karşısındaki fikrini Melih Gökçek özetliyor: “Gerekirse kadın ölsün”
K
adınların istenmeyen gebeliklere son verme hakkı mücadelesi birçok ülkede iktidarlarla kadınlar arasında bir çatışma alanı halinde ilerliyor. 2012 yılı verilere göre kürtaj 73 ülkede serbest iken, 68 ülkede yasak. Türkiye’de 29 yıl aradan sonra AKP iktidarının tartışmaya açtığı kürtaj hakkının dünyada neoliberal ve muhafazakar iktidarlar tarafından yasaklandığını görüyoruz. Bununla beraber yasak olmasa dahi gittikçe paralılaştırılan sağlık hizmetlerinden yararlanamayan kadınlar sağlıksız koşullarda canı pahasına kürtajı gerçekleştiriyor. Dünyada her yıl 70 bin kadın kürtaj hakkının yasaklanması ve paralı olması sonucu güvenli yapılmayan kürtaj nedeniyle ölüyor. Kürtajı yasaklayan iktidarlar yasaklamanın nedeni olarak ceninin yaşam hakkı tartışması yapıyor ve o ülkenin egemen dini referansları kürtajın yasaklanmasında belirleyici oluyor.
“Kürtaj yasal kals›n”
MÜCADELEYLE KAZANILAN HAK Kadınların kürtaj hakkı mücadelesi Avrupa’da 1930’lu yıllarda, kürtaj yasağına uymayan kadınların 8 yıla kadar çıkan hapis cezalarına karşı başladı. Kürtaj hakkı
yasaklarına karşı mücadele ‘60’lı ‘70’li yılların kadın mücadelelerinin sürekleyicisi oldu. 1973 yılında İspanya’da kürtaj olması gerekçesiyle hakkında dava açılan kadın için başlayan mücadele sonunda 1978 yılında kürtaj, 12 haftaya kadar suç olmaktan çıkarıldı. Kadınların geniş kampanyalarla örgütlediği süreç sonunda Avrupa’da birçok ülkede kadınlar yasağı kaldırdı. Hollanda’da 1981’de 16 haftaya kadar yasal olan kürtaj hakkı 1984’te sosyal güvenlik kapsamına alındı. İsveç, 1974’te kürtajı 18 haftaya kadar kadının isteğine bağlı kıldı. Portekiz’de diktatörlüğün yıkılmasında anti-faşist mücadele sürdüren kadınlar 2000’li yıllarda kürtajın yasal olması için bir araya geldiler ve başarılı oldular. Kürtaj hakkı Küba’da, devrimden bu yana bir kadın hakkı olarak kanunla tanınmış ve 10. haftadan önce kürtaj yapılabiliyor. 2006’da yapılan bir ankete göre kürtaj oranı geçmişe göre azalmış. Kadınlar bakımından güçlü bir anayasaya sahip olan Venezüela’da kürtaj resmi olarak yasak. Sadece, hamile kadının hayati riski varsa uygulanmasına yönelik
düzenlemeler var. Yasağın sebebi ise din etkisi. Ülkenin yüzde 98’i Katolik ve Katolik Kilisesi kürtaja karşı. Brezilya’da kürtaj, riskli hamileliklerde veya kadın tecavüze uğramışsa mümkün. Brezilya’nın imzaladığı Amerikan İnsan Hakları Konvansiyonu Sözleşmesi’nde fetusa (gebeliğin üçüncü ayında itibaren rahimdeki canlı) insan hakkı tanınıyor. Arjantin’de kürtaj yasak. Katolik Kilisesi ve kürtajı cinayet olarak gören muhafazakâr kesimler yasağın ateşli savunucularından. Şili’de 1931’de yapılan bir düzenleme ile serbestken 1989’daki askeri diktatörlük yeniden yasaklamış. Bolivya da kürtajı yasaklayan ülkeler arasında. Tecavüz ve kadın sağlığının tehlikeye girdiği durumlarda kürtaja izin veriliyor. AB üyesi ülkelerden İrlanda ve Malta’da kürtaj yasak. Kürtajın tamamen yasak olduğu diğer ülkeler arasında Vatikan, Malta, Dominik Cumhuriyeti, El Salvador ve Nikaragua da var Kürtajın serbest olduğu Macaristan, Polonya, Almanya, İspanya, İsveç ve ABD’de bazı siyasi ve dini gruplar kürtajın yasaklanması için çalışma yürütüyor.
Mor Çatı’dan kürtaj broşürü TTB Kad›n Komisyonu ve Mor Çat› Kad›n S›¤›nma Vakf› sa¤l›k hizmetleri, halk sa¤l›¤› ve kürtaj hakk›n› tart›flt›¤› toplant› notlar›n› broflür haline getirdi. Nüfus politikalar›n›n planlamas› ve uygulanmas›nda cinsler aras›ndaki eflitsizli¤e dikkat çekilen broflürde geleneksel do¤um kontrol uygulamalar›n›n kad›n bedeni üzerinden uyguland›¤› hat›rlat›l›yor. Geleneksel t›bb›n da bu kurgunun sürdürülmesine destek oldu¤u ifade edilen broflürde, kad›nlar›n bedeni üzerinde denetimin bask›ya dönüfltü¤ü konulardan biri
olarak de¤erlendirilen kürtaj tart›flmalar›, sa¤l›k politikalar› ve kad›n sa¤l›¤›na etkileri aç›s›ndan inceleniyor. Sa¤l›k hizmetlerinin sunumunda kürtaja iliflkin deneyimlerin de paylafl›ld›¤› broflürde sa¤l›kta dönüflüm program›yla birlikte kad›nlar›n gebeli¤i önleme hizmetlerine ulaflmas›n›n önündeki güçlükler aktar›l›yor. Bu hizmetlerin verildi¤i AÇSAP Aile ve Çocuk Sa¤l›¤› Poliklinikleri ve Toplum Sa¤l›¤› Merkezleri’nin say›ca azalt›lmas›na ve hastanelerde sunulan aile planlamas› hizmetlerinin paral› hale getirilmesine dikkat çekiliyor.
11
YÜZ YÜZE 14 Haziran 2012 / 27 Haziran 2012
Akılları başlarına mı geldi?
Halk›n Sesi
Bir süredir AKP ile liberallerin arası bozuk. Liberallerin ağzından, kaleminden bugüne 10 yıldır çıkmayan eleştiriler şimdilerde dökülmeye başladı. Kenara itilmişlikle karışık bir hayal kırıklığı açık açık dile getiriliyor. Ahmet Altan, “biz halkız, ferman devletinse, meydanlar bizimdir” diyor. Baskın Oran, “bizi ele güne rezil etme” diyor. Murat Belge “laiklik elden gidiyor” diyor.
Erdoğan kadar liberallerin haleti ruhiyesi de masaya yatırmalık olmuşken, politik psikoloji üzerine çalışmaları ile bilinen Akıl Defteri dergisi editörü Cemal Dindar’a başvurduk. Dindar, liberallerin tepkisinin toplumsal kaygılarla ilgisi bulunmadığı ve iktidarla yeniden barışma eğiliminin, çok zor bir iş de olsa sürekli diri tutulduğunu söylüyor.
‘BEN‹ ELE GÜNE REZ‹L ETME BABA’ DEMELER‹ TESADÜF DE⁄‹L
AKP’nin liberalleri artık yetim
S
özünü modernleşmenin içinden kuranlarla Milli Görüş ve AKP çizgisi içinde yer almış olanların bir yerde çatışacakları muhakkaktı
A
KP şimdi karşısına çıkan badireleri de atlatırsa bir sonraki seçimde Ertuğrul Günay’a ya da liberallerin sözüne ne ihtiyacı var destekler. Türkiye’de o adamların çocukları oldukları için doğar doğmaz şanslıdırlar. Dolayısıyla iktidar karşısındaki bu durumları çok şaşırtıcı değil. Erdoğan’a seslenirken, “beni ele güne rezil etme baba” diye seslenmeleri çok tesadüfi değil. Tayyip Bey de Türkiye’yi yönetirken çok kişisel bir hikayeyi yaşıyormuş gibi yönetiyor. Ailenin şefi, babası gibi, aileyi çekip çevirir gibi. Dostoyevski’nin büyük eserinin son bölümünde olduğu gibi “ne özgürlüğü kardeşim, ekmeğinizi veriyorum ya” da diyebilir. Bu çok tipik, evrensel bir tartışmadır. Gücünü çok artırmış bir despotun gözünde, özgürlük güçtür aslında. Dolayısıyla liberalizmin açmazı belki tam da burada başlıyor. Bunların birçoğu aslında devletten nemalanmış insanlar. Baktığın zaman hiç yüzleri yere gelmedi liberallerin. Hep işleri güçleri oldu. Yeni bir proje çıktığında hep kapıları çalındı. Allah daha da beter etsin! Haset anlamında söylemiyorum, yeni sürecin sadece destekçileri değil uygulayıcıları da oldular. Sorumlularıdırlar. Hep tek parti, tek parti diyoruz ama Türkiye şu son seçime kadar büyük bir koalisyonla yönetiliyordu. Neydi bu? 12 Eylül’den sonraki yeni sağla yeni solun koalisyonuydu. Cemaat-AKP anlamında da söylemiyorum. 12 Eylül’le birlikte önü açılmış yeni bir sol, bu sürecin arkasında oldu.
L
iberal entelijansiyada, AKP’nin otoriterleşmesi ve dinsel söylemi öne çıkarması karşısında bir süredir bir tavır değişikliği görülüyor. On yıl boyunca AKP’ye karşı çıkanların söyledikleri birtakım şeyleri kendileri de tekrarlıyor, laikliğe ilişkin kaygılardan bahsediyor, antideokratik uygulamalardan şikayet ediyorlar. Bu değişimi neye yormak lazım? Akılları başlarına mı geldi? Ne olursa olsun, Milli Görüş’ten AKP’ye kadar gelen süreçte İslami hareketin yaşadığı serüvenle liberallerin yaşadığı serüven 1990’larda daha belirgin olarak örtüşmüş olsa da, “yeni bir Türkiye kurma” konusunda işbirliği olanakları çıkmış olsa da, liberalizm her şeye rağmen modernitenin çocuğu. Dolayısıyla sözünü oradan kuranlarla Milli Görüş ve AKP çizgisi içinde yer almış olanların bir yerde çatışacakları muhakkaktı. Bu çatışmanın Türkiye açısından verimli olup olmayacağı ayrı bir tartışma. Hakikaten, Ahmet Altan’ın köşe yazısının sonuna eklediği “O devletse, biz halkız. Ferman devletinse, meydanlar bizimdir” cümlelerindeki gibi güçlü bir karşı çıkış beklemek safdillik olur. Fakat Türkiye’deki liberal geleneğin kendi modern köklerini anımsaması ve oradan cümleler kurması da her şeye rağmen hayrımızadır. Bir kere bunu teslim etmek lazım. Kendilerine “liberal sol” dediler mi bilmem ama toplumda “liberal sol” denilince akla gelen isimleri (Murat Belge, Ahmet Altan, Basın Oran vs.) konuşuyoruz. Birincisi orada bir tuhaflık var. Belki Türkiye’ye özgü. Belki tarihsel olarak zamanın ruhuyla da ilgili. Aslında solun içinde olduğunu, sola yakın olduğunu, hiç değilse sola muhabbet duyduğunu düşündüğümüz bu insanlarla da konuşuyoruz biz yakın döneme kadar. Öyle olmasalar bile öyle tahayyül ettiğimiz kişiler bunlar. AKP sürecine yaklaşmaları, neoliberal dönüşüm içinde AKP’nin yeni bir Türkiye projesinde buluşmaları, aynı zamanda soldan kopuş süreçleri olmuştu. Ama iktidar çevresindeki entelektüeller tartışırken dönüp dönüp sola atıf yapıyor. Sanki memlekette çok etkili bir sol varmış gibi. Etyen Mahçupyan gibi sağcı liberaller sol üzerine yazı dizileri kaleme alıyor. Hadi Uluengin gibi sol düşmanı dönekler bile kendi meşruiyetlerini tanımlamak için “ben de zaten vaktiyle solcuydum” deme ihtiyacı duyuyor. Bu, Türkiye ve benzeri coğrafyalarda önemli bir şeye işaret ediyor. Aydın olmak, yaşama iktidarın kulu olmadan müdahale etmeyi arzu etmek, hep sola dair bir şeydi. Çok uzun dönem bu böyle oldu. Sol, üzerinden silindirler geçmiş olmasına, ahlaki alandan bile saldırılara uğramış olmasına rağmen demek ki hala idealizasyonunu koruyor. “Adam olmak” demek ki hala solcu olmakla ilgili. Dolayısıyla sola ya da solun yücelttiği değerlere atıfın hala bu kadar diri olması o idealizasyonun solun düşmanı olduğunu saklamayanlarda bile devam ettiğini gösteriyor. Hatta sermayede bile...
Adam yeni bir don çeşiilkesi doğrultusunda eşitlik, di buluyor, “bu devrim” diAhmet Altan’ın köşe kardeşlik ve özgürlük olsun yor don çeşidine. Özal yaşadığımız ortamda. Bu yazısının sonuna dönemi olsun, kadın yanlarını başbakanımız olması olsun, eklediği “O devletse, değerlendirdiğimizde, mev“bu bir devrim” diye anıldı. cut solun gücünden, güçsüzbiz halkız. Ferman lüğünden bağımsız olarak, Anadolu kaplanları iktidara geldi “bu bir devrim” referans devletinse, meydan- sürekli dediler. “Devrim” gibi gösterildiğine göre demek lar bizimdir” cüm- ki sol ilkeler insanlığın kelimelerin, solun yücelttiği kavramların sağın lelerindeki gibi güçlü ilkeleri olarak hala ayakta. başarılarında bile bir karşı çıkış beklekullanılmak zorunda oluşu Babamızı da sevmek istebence bu idelizasyonun riz dediniz. Baskın Oran da mek safdillik olur hala dipdiri ayakta “Başbakanım lütfen bizi durduğunu göstermesi karşıtlarına rezil etme” diyor. açısından önemli. Aslında hala beklenti var. Bu da mevcut solun gücüyle değil nihai Sanki istenmeyen bir ayrılık gibi AKP ile olarak solun cümleyi hep farklı bir yerden yaşadıkları. Liberallerin gözünün hala orada kurmuş olmasıyla ilgili; en basit haliyle olduğunu görüyoruz… “sömürüsüz bir dünya” istemesi mesela. Bu Liberal diye andığımız kişiliklere dünyada ezen ezilen ilişkisi varsa, ezilenlerbaktğımızda bunların epey şehirli ve şehirde den yana tutum almak, aklını yüreğini oraya de epey güçlü ailelerin çocukları olduğunu yatırmak, gönül bağını ordan kurmak… görüyoruz. Bu konuşmamıza vesile olan Bir evde kardeşler, anne, baba yaşıyorsa; aktörleri tek tek düşünürsek üst sınıf ve aynı çocuklar despot babaya yaranmaya çalışmak zamanda da “bu memleketin sahibi biziz” yerine kardeşlerle ittifak kurup anneden yana diyen ailelerden geliyor bunlar. Bunların saf tutar. Bizim topraklarımızın çok orijinal çoğunu da babalarıyla birlikte düşünürüz biz. sahnesi bu. Ama bence babayı da despotluk Örnek olsun Murat Belge’nin hayat hikayesidurumundan kurtarmak, hakikaten babayı da ni düşünürken Burhan Bey’i düşünürüz. Ya biraz sevmek istiyoruz. Babamız da kıymetda Ahmet Altan’ı düşündüğümüzde Çetin lidir ama evdeki şef de olmasın. Şefe yaranBey kesinlikle devreye girer. Bu pozisyonmaya çalışan kardeşler de olmasın. Kardeşlik ların şöyle bir yanı var. Emeksiz bir yere dayanışması ya da Fransız Devrimi’nin üç gelmek konusunda çok şanslılar. Baba
Özneleriyle tarif edersek yeni sağ ve yeni solu… Yeni sağ özellikle Anavatan Partisi’dir. Turgut Özal yeni sağın büyük uygulayıcısı ve distribütörü, Türkiye’ye getiren acentasıdır deyim yerindeyse. Hiçbir zaman omurga merakı yoktur. Şimdilerde bölgedeki değişimle birlikte bir omurga merakı var. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşananlar üzerine dediler ki “dindarlık şeklinde bir omurga şart ülkeye.” Ama bunun öncesinde omurgasızdı: içimizde milliyetçi mutlaka olsun, solcu mutlaka olsun, daha mukaddesatçı muhafazakar çevre olacak bunu içinde ve liberaller de olacak. İçine giren her türlü rengi almak gibi bir şey. Tayyip Bey muhafazakar demokrat diyor partisi için. Turgut Bey’in de iddiası buydu. Turgut Bey aynı zamanda renkli şort giyen, şortla asker denetleyen, köprüden geçerken “koy bir İbrahim Talıses de dinleyelim hanım” diyen alacalı bulacalı bir kişiliktir de. Yaşam tarzında, bize yansıtılan sahnelerde çok da öyle muıkaddesatçı kapalı Anadolu mütedeyyini görmeyiz. Demek ki böyle işine geleni vitrine koyma anlamında bir omurgasızlık var… Bu bitti. AKP şimdi karşısına çıkan badireleri de atlatırsa bir sonraki seçimde Ertuğrul Günay’a ne ihtiyacı var. Günay’ın eski bir solcu olarak kullanım değeri bitti. Ya da liberallerin sözüne ne ihtiyacı var. Onlar da şaşırdılar. Çünkü biz artık başka bir sembol sistemiyle konuşuyoruz Türkiye’yi. Siyaseti, günlük yaşamı konuşurken daha dini kavramlar öne çıkıyor. Bunları da kabul ederek liberalizm mümkün değil artık.
‘Liberaller solla uğraşmaktan asla vazgeçmeyecek’ KP’nin şikayet edilen mevcut adımları gümbür gümbür gelirken liberaller AKP’yle değil solla uğraşıyordu. 1 Mayıs tartışmaları vs. Bir taraftan solla bir bağları olduğunu iddia ederken bir yandan da sürekli sola saldırıyorlar, solu yeniden biçimlendirmeye çalışıyorlar. Şimdi vazgeçerler mi dersiniz? Hayır vazgeçmezler. Çünkü eğer bugün çizilen çerçeveyle sınırları belirlenen bir Türkiye olacaksa buna yeni bir sol lazım. İyi niyetli bir çaba olduğunu düşünmeme rağmen bu anti-kapitalist Müslümanlar meselesinin
A
de bu yeni solun telvinleri olduğunu düşünüyorum. Bu ülkede ne olursa olsun ama müslüman olsun. Ya da kökeni mutlaka oraya bir çapa atsın. Şimdi yeni solun önemli ayraçlarından biri de solcu olduğunu ispatlamak için sola küfretmek zorunda olman. Birçoğu da bunu yapıyor. Bu bir yandan da şuna işaret ediyor: Sol gerçekten çok güçlüymüş. Sol derken sosyalist solu kastediyorum. Solun, solcuların bile kavrayamadığı, toplumun kılcal damarlarına giden bir gücü varmış.
Yeni sola uygun bir solcu olarak kabul görmen için evvela sola küfretmen gerekiyor. Sonra arada birtakım şeyler yapacaksın. Mesela 77 1 Mayıs Katliamı iki sol grubun çatışmasıydı diyeceksin. Türkiye tarihi yeniden yazılıyor aslında. Dersim, Maraş, Sivas. Sivas daha yakın tarihte gözümüzün önünde oldu. Onu Alevilerin yaptığını öne sürebiliyorlar. Zaten zaman zaman (Zaman demişken isabet oldu Zaman gazetesi bu işleri yapıyor) Aziz Nesin’i provokatörlükle suçlamaya dönük yayınlar hep olurdu.
Baskın Oran: ‘Ne yapayım’ Liberallerin İslamcı tabandan da bir beklentisi vardı. Örneğin Murat Belge, “Biz onlar için mücadele ettik, o başörtülü kızlar da ‘bu adam iyi bir adamdır’ diyecek” diyordu. Ben bu son olayları faydasız bulmuyorum. Bu hayırlı bir şey. En azından bir netleşme imkanı veriyor. Olur, olmaz, o ayrı. Kehanette bulunmuyorum. Fakat modernitenin çocuklarıyla premodern olan arasında ve postmodern arasındaki ayrımı dayatan bir süreçte yaşıyoruz. Hakikaten bu kavramlarla devam edilerek liberallik yapılamaz. Yaparlarsa da çok takla atmaları lazım, yazık. Baskın Bey’le ilgili olarak da seçimlere girdiği zaman, liberallik işte bu dediğim bir sahne vardır. Seçimler bitmiş. Bağımsız adaydı, kazanamadığı anlaşıldı. Gazetecinin biri sordu Baskın Hoca’ya, şimdi ne yapacaksınız, dedi. “Ne yapayım. Bodrum’a gidip güzel yaşantıma devam edeceğim” dedi. Şimdi demek ki o güzel yaşamı da riske eden bir durum var o yeni söylemde. Asıl hikaye orada. Yine çok kişisel bir yerden bakıyorlar. Toplumun geçmişi geleceğiyle ilgili bir dertleri yok gibi geliyor bana. Yazık.
AKP bir neden değil, sonuç... T ürkiye bir üçüncünün sorun çözücü hamlesine bile izin vemeyecek durumda. Sorunu ben inşa ederim, sorunu ben yürütürüm, soruna ben çözüm bulurum. Liberallerin de sola ait olan kadim değerlere hiçbir tahammülleri yok. O nedenle solu dönüştürmek istiyorlar. Bu sadee AKP döneminin problemi değil DSP döneminin de problemi. Türkiye 1980’den sonra, 1970’ler de işin içinde olmak üzere, yeni bir Türkiye olma yoluna sokuldu. AKP bir neden değil sonuçtur. Bir kere bunu hiçbir zaman kaçırmamak lazım. Şimdi çok güçlü oldukları için o muktedir olma hallerinden dolayı onlara olduklarından daha fazla kıymet veriyoruz. Aslında bir üründür, bir sonuçtur AKP. Bir fabrikanın ürünüdür. Bu süreçte 24 Ocak ve 12 Eylül kritik dönemeçlerdir. Özal’ın o dönemin ardından iktidara gelmesi tesadüf değildir. AKP de bu süğreçten gelmektedir. Panolarda Tayyip Erdoğan’ın resimleri Erbakan Hoca ile değil Turgut Özal ile yan yana konuyor. Aslında 1980’lerde söylenmemiş hiçbir sözü söylemiyor Tayyip Bey. Yalnız kişiliğini de yansıtarak toplumun özdeşleşme kanallarını zorluyor.
12
DOSYA 14 Haziran 2012 / 27 Haziran 2012
Halk›n Sesi
Hangi laiklik? eyici İktidar içi çelişkilerin belirl İktidarın olduğu günler yaşıyoruz. klar ittifaklar temelindeki çatla Son her geçen gün büyüyor. de bir zamanlarda bunlara eraller Başbakan Erdoğan’la lib r eklenarasındaki sert kapışmala n di. Liberallerde Erdoğan’ı e şm rle giderek artan otorite eksenli eğilimlerine karşı “laiklik” bir direnç odağı oluştu.
Liberaller de Kemalistler gibi: Ömrünü tüketen laikliğin izinde AKP iktidarı, bir yandan hızla sermaye politikalarını hayata geçiren uygulamalara imza atarken, öte yandan da iktidarın kitle temelini sağlamlaştıran adımlara ağırlık veriyor. İslamcı kitlelerin yıllardır ukdesindeki İmam Hatipler, kız çocuklarının okutulmasından doğan rahatsızlıklar yeni yasayla kısmen giderildi. Üstelik kent meydanlarına ve yüksek tepelere anıtsal-simgesel camiler dikiliyor. Ya da gereksinim olsun olmasın hemen bütün kamusal mekanlara mescit
yapılıyor. Bütün bunlar yukardan aşağı devlet aracılığıyla, iktidarın gerici kitle temelinin biraz daha pekiştirildiğini gösteriyor. Ancak daha önemlisi, dinsel kurallara dayalı yasalar çıkarılması, devlet yapısının ve toplumsal yaşamın dinsel iktidarlarca belirlenmesi anlamına geliyor. Sonuçta İslamcı gericiliğin kurumsallaşmasında yeni bir döneme girilirken, AKP faşizminin İslamcı-milliyetçi çizgisi de yeni bir hegemonya inşasında kurucu ideoloji olarak kullanılıyor
Halka bir din gerek
İslamcıları anlamak mı AK-lamak mı?
TÜRKAN KARAKUfi
A
KP faşizmi, ezilenlerin desteğini almak için, toplumsal yapıdaki en gerici fikir akımlarından yararlanıyor. Aşırı milliyetçilik, ırkçılık, şovenizm, İslamcılık, muhafazakârlık, artık her neyse, toplumun bağrında, taşlaşmış geleneklerde her ne varsa onu kullanıyor. İslamcı gericilik, İslamcılıkla kesin hatlarıyla ayrışmayan milliyetçilik, ırkçılık, şovenizm, mezhepçilik ve son olarak cinsiyetçilik faşimin ideolojisini oluşturuyor. Peki bunlar yeterli mi? Elbette hayır. Neoliberal sermaye ideolojisi ve yeni devlet seçkinlerinin sürekli yeniden üretttiği esnek bir pragmatizm de olmazsa olmaz. ‘TEK D‹N’ DEMEYECEKT‹N! Tayyip Erdoğan, defalarca “tek vatan, tek bayrak, tek devlet” propagandası yapmıştı. Ancak son olarak bu propaganda zincirine “tek din”i de ekleyince hiç olmadık kesimlerden de itirazlar yükselmeye başladı. “… Vatanı, bayrağı, devleti geçelim; ama ‘tek din’ demeyecektin! Bunu yapmayacaktın! Bunu devlete, piyasalara ve toplumun en kalburüstü mevkilerine çöreklenen yeni İslamcı seçkinler bile kabul etmezler…” Hem de kendileri böyle söylüyor. İnanmayan İslamcı seçkinlerin parlak akademisyeni İhsan Dağı’nın “Yeni dindar elitler ve devlet” adlı yazısına bakabilirler. (Zaman, 01 Haziran 2012, Cuma) KÜÇÜK BURJUVA, HER ZAMAN KÜÇÜK BURJUVADIR İslamcı seçkinlerin omurgasını oluşturduğu ve liberallerin entelektüel kurmaylığını yaptığı yeni küçük burjuvaziyi (“yeni orta sınıflar”) en çok da bu “tek din” kavramı rahatsız etmişe benziyor. Küçük burjuvazi her zaman küçük bujuvazidir; İster laik olsun ister İslamcı, yaşam tarzının sürekliliği tehlikeye
Operada mescit, Operadaki Hayalet kadar sahici bir gereksinim. Yaklafl›k 30 ayr› bina türünün yan›nda operalara da mescit yap›lmas›na iliflkin tasar›, kimi entelektüelleri çileden ç›karman›n yan›nda, bunu talep eden ‹slamc› topluluklara iliflkin kimi kuflkular do¤urdu. Oeperalara kadar mescitlerin sokulmas› ve bunu talep eden bir kitle hareketinin olmay›fl›, iktidar›n, somut bir sorunu çözmekten ziyade, yukardan afla¤› gericili¤in gündemini yaratma ustal›¤›n› gösteriyor.
Gözünü cumhurbaşkanlığına diken Erdoğan devletin, sermayenin ve toplumun en gerici güçlerini ölçüsüzce harekete geçiriyor. İlkin liberal kamburundan kurtuluyor girmeden harekete geçmiyor. “Tek vatan, tek bayrak, tek devlet” adına on yıllardır yürütülen kirli savaş, ülkemizi, ezilenler için cehenneme çevirdi. Ne var ki küçük burjuvazinin kılı bile kıpırdamadı. Ne zaman ki “tek din” dayatmasıyla karşı karşıya geldiler, günlerdir “kıyameti koparıyorlar!” Çünkü gündelik yaşamın İslamı kurallarla belirlenir olması ve doğası gereği, bir baskı ve hegemonya aygıtı olarak devletin bunu güvence altına alması, onların yeni yaşam tarzını da tehdit ediyor.
NASILSA ‘ORTASINIF’ DA‹MA CEPTE Tayyip Erdoğan’ın söylemine bakılırsa, ortasınıf için hiç kaygılanmıyor. Onun desteğini hep kolay kazanılabilir görüyor. Bunun için olsa gerek, her fırsatta entelektüelleri fırçalıyor; üniversiteye ve medyaya ayar veriyor. Halkın “ortasınıf züppeliğe” alerjisini ustaca kullanıyor. Gerçi bugüne dek hiç yanılmadı da: Bunca azarlanmaya karşın entelektüeller iktidarla bağını koparmayı akıllarından bile geçirmediler.
Ama ezilenler öyle değil; onların kaybedecek şeyleri yok. İşsizlik, yoksulluk, güvencesizlik, toplumsal eşitsizlik ve sömür kısır döngüsünde sürekli yaşamı zehir olan ezilenler, derinlerinde biriken yıkıcı potansiyeli yatıştıracak kuvvetli ideolojik önderliklerle denetim altın alınmazsa, iktidarın ciddi bir kitle desteği sorunu ortaya çıkıyor. İmam hatipler, kürtajın yasaklanması, büyük meydanlarda ve yüksek teplerde devasa camilerin yapılması İslamcı taleplerin somut politik kitle desteğine dönüştürülmesi bakımından yaşamsal önem taşıyor.
‘Tehlikenin’ farkında; ama entelektüel cesareti yok! Y›llard›r, ‹slamc›lar› anlamad›¤›, daha do¤rusu ilgisizli¤i yüzünden, hakl› olarak, solu elefltiren Ruflen Çak›r, ‹slamc› anlama iflini epey ileri götürüyor. Öyle ki art›k Ruflen Çak›r ‹slamc›lar›, ‹slamc›lardan bile daha iyi anl›yor: “AKP’nin de dini hayat› normallefltirmede ölçüyü s›k s›k kaç›rd›¤› muhakkak ancak bundan o hep bildi¤imiz “laiklik tehdit alt›nda” alg›s›na varmak afl›r› kaçacakt›r… Bugün laikli¤e duyarl› kesimleri endiflelendiren baz› ad›mlar›, hükümetin (ve dolay›s›yla Erdo¤an’›n) laikli¤i ortadan kald›rma arzusu yerine, k›sa süre önce bafllayan yeni tür iktidar savafllar›nda, üstünde yük-
seldi¤i esas zemini koruma ve güçlendirme amac› perspektifinden okumak daha isabetli olacakt›r.” Peki “yeni tür iktidar savafllar›nda, üstünde yükseldi¤i esas zemini koruma ve güçlendirme amac›” hafifletici sebep mi oluyor ya da ‹slamc› kurallar›n topluma yaflam› belirledi¤i ve her geçen gün gündelik yaflam› daha fazla denetim alt›n ald›¤› gerçe¤ini de¤ifltiriyor mu? Her iktidar savafl›m›n›n gereksinim duydu¤u bir kitle seferberli¤i vard›r. Peki ya AKP iktidar›n› “koruyan ve güçlendiren bu kitle temeli”ni gerici dinamizmi ne olacak ?!
Liberaller ‘laikliği’ savunursa Erdoğan’ın, kürtajın yasaklanması ve buna Diyanet’in alet edilmesi gibi İslamcı çıkışına, laiklik savunusuyla itiraz eden liberaller, Kemalist laiklikle yollarını ayırmaya çalışsalar da, yine, burjuva laikliğin en geri biçimlerinden birinin savunusunu yapıyorlar
T
arih yine o acıklı şakalarından birini yapıyor: Liberaller laikliği savunuyor. Yalnızca savunmakla kalmıyor; “her geçen gün azgınlaşan Tayyip Erdoğan’ın şımarık otoritesi”ne laiklik savunusuyla karşı koymaya çalışıyorlar. Şu sıralar, herhalde hiçkimse, liberallerin yerinde olmak istemez. Yıllardır kapısında kulluk ettikleri (ki bundan sonra da edebilirler) AKP gericiliğine karşı, can düşmanı belledikleri “Kemalist vesayetçiler”in en önemli kavramsal silahına (“laiklik”) sığınmak zorunda kaldılar. Dün Kemalist laikliğe karşı “inanç özgürlüğü” adına İslamcılarla ittifak kuran liberaller, bugün AKP gericiliğine karşı burjuva laikliğin başka bir biçimine sığınıyorlar.
“Hayat ne tuhaf” de¤il mi Ahmet altan, “y›llarca bu ülkede ‘laiklik düflman›’ ilan edilen Baflbakan Erdo¤an, Ortado¤u’da ‘laikli¤in önemini’ anlatan konuflmalarla süsledi¤i muhteflem bir diplomatik zafer turu” att›¤›nda sen de onu alk›fllam›flt›n. “Laik, demokrat, Müslüman ülke kimli¤ini benimsedi¤i anda ‘rakipsiz’ hale geliyor” demifltin. Acaba flimdiki öfkenin neden nedir? Erdo¤an’›n “laik, demokrat, Müslüman” kimli¤ine “ihanet” etmesi mi, yoksa zaman›nda seni buna fazlas›yla inand›rm›fl olmas› m›?
Dini siyasi amaçlarla kullanmayı ‘laiklik’ olarak mı göreceğiz? Devletin ‘laik’ yapısını değiştirmeye kalktığında bu toplum bölünür ve burası Lübnan’dan beter olur.” Bu sözler aşırı Kemalist birine ait olsaydı şaşırtıcı olmayabilirdi; ancak Kemalizmle kanlı bıçaklı aşırı liberal Ahmet Altan’a ait olunsa son derece şaşırtıcı oluyor. Devam ediyor Altan: “Operada mescit Müslümanların ihtiyacı değil, Erdoğan’ın gündem yaratma hamlesidir. Benim nasıl yaşayacağıma, çocuğuma ne öğreteceğime, nasıl giyineceğime, nasıl sevişeceğime, ne seyredeceğime karışma. Eskiden kadınların
‘END‹fiEL‹’ L‹BERALLER AKP iktidarının dinci projelerini tedirginlikle izleyen “endişeli modernler” bugün yok artık. Daha doğrusu var da, Özel Yetkili Mahkemelerin ve polisin baskısıyla bir hayli sinmiş durumdalar. Seslerini çıkaramıyorlar. Bugün artık “endişeli” liberaller var. En büyük temsilcileri Ahmet Altan ve Murat Belge, Hasan Bülent Kahraman … Dün askerin direncinin kırılmasında polis ve yargı gücünün en kuvvetli medya desteğini oluşturan liberaller, bugün, AKP-Erdoğan’a karşı eleştiri yazılarıyla kendilerine yeni bir misyon oluşturmaya çalışıyorlar. (Örneğin Taraf gazetesi: Erdoğan-Fethullah çatışmasından Taraf’a nasıl bir misyon biçilir, bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmasa da; görünen o ki “Erdoğan’ın hırçınlık dozu sürekli artan kişsel otoritesi” şimdilik Taraf’a yetiyor.) L‹BERAL ‹T‹RAZLAR “Diyanet Erdoğan’a göre mi fetva veriyor?
Her konuyu derinlemesine çözmüfl bir “allame”; fakat bir tek Erdo¤an’› çözememifl.
başörtüsü takıp takamayacağına Genelkurmay başkanı karar veriyordu, bugün kadının kürtaj yaptırıp yaptırmayacağına Başbakan Erdoğan karar veriyor.” Yine aynı şekilde, Murat Belge de, “Dinî gerekçeyle kürtaj yasaklanan bir topluma ‘laik’ denir mi? Başbakan laikliği yasak etmenin sınırlarını zorlamaya başladı. Yasa çıkarırken ulemaya (din bilginlerine) sormak, yekten laiklik ilkesini çiğnemek demektir” diyerek, şimdilik Erdoğan’a sert bir uyarıyla yetiniyor! Daha birkaç ay önce Taner Akçam’a katılarak “Müslümanların demokratikleşme potansiyeline” vurgu yapan Hasan Bülent Kahraman da, bugün laikliğe ilişkin endişelerini dile getirenler arasında: “Otoriter müdahaleci anlayış bedene müdahale aracı olarak devleti görüyor. Kürtaj konusundaki çıkış, herhangi bir toplumsal talep üstüne olmadı. Başbakan bir toplumsal talepten hareket ederek bir öneri oluşturmadı. Aksine, görebildiğim kadarıyla, kendi önerisinin toplumsal talebe dönüşmesini istedi. Bu yaklaşım yasal-demokratik koşulun din odaklı bir kararla değiştirilmesine giderse ve dinsel savla ortaya çıkanın görüşü düzenlemeye hakim olursa laikliğin bundan ciddi bir yara alacağını da bilelim.” Ancak H.B.Kahraman Kemalist laiklikle yollarını da ayırmayı ihmal etmiyor: “Bu laikçilik meyanında bir laiklik değil, liberal ve pozitif bir laiklik anlayışıdır. Yani başörtüsü konusunda pozitif laiklerin savunduğunu (isteyen başını örtebilmeli) şimdi muhafazakârlar kürtaj konusunuda savunabilmeli (isteyen kürtaj yaptırabilmeli)!” ‘D‹N-DEVLET ‹L‹fiK‹S‹’ DEVEDE KULAK Elbette sorunun en yakıcı alanlarından biri,
Türkiye’de faflizm aileden de¤il, e¤itimden gelir” diyen Murat Belge, Erdo¤an’a yumurta atan Kolektif’i ve Metin Lokumcu’nun çevresini suçluyordu. ‘din devlet ilişkisi’nin nasıl düzenleneceği. Ahmet Altan ve Murat Belge yazılarında temel sorunun devletin kullanım biçiminde yattığı söylüyorlar. Kemalist laikliği eleştiriken, devletin dindar yurttaşları denetim altın almasının yanlışlığından yola çıkıyorlar. Tayyip Erdoğan’ı eleştirirken de yine benzer şekilde, bu sefer de devletin İslamcı kurallara dayanarak gündelik yaşamı denetim altın almasına itiraz ediyorlar. Yani liberaller, devletin uygun şekilde düzenlenmesiyle sorunun çözüleceğini ileri sürüyorlar. Böylece toplumsal, kültürel, politik köklerinden koparılan “din-devlet ilişkisi” sorunu (İslamcı gericilik sorunu), devletin kurumsal yapısına ilişkin basit bir düzenleme sorununa indirgeniyor. Onlara göre temsili demokrasinin biçimsel kuralları devlet için, din için, hak ve özgürlükler için için, hatta inanç özgürlüğü için yeterli. (...)
13
TARİH 14 Haziran 2012 / 27 Haziran 2012
Halk›n Sesi
KADINI BEDEN‹NDEN KOPARAN ERKEK, ‹KT‹DAR, DEVLET
Doğur! Doğurma! Doğur!… ÖZEN TAÇYILDIZ
P
ronatalist anlayış, nüfusun büyüklüğünü büyük millet olmanın gereği olarak gören anlayıştır. 1. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’de, Avrupa ülkelerinde, özellikle de Hitler Almanya’sında ve Mussolini İtalya’sında hakim olan bu anlayış, nüfus politikalarında doğurganlığı teşvik ederken, içerdiği “çoğal ya da yok ol” söylemi, Almanya ve İtalya’nın faşist iktidarlarında kadınlar üzerindeki baskı ve kontrolü daha da artıran bir etki yarattı.
ULUSAL B‹RL‹K ‹Ç‹N SOY ISLAHI Almanya’da Hitler öncülüğündeki Nasyonal Sosyalist Hareket, 1933’de iktidara geldi. Hareket seçimlerde, Alman ulusunu 1. Dünya Savaşı sonunda Versay Anlaşması’yla dayatılan koşullardan kurtaracağını ve şiddetli ekonomik krizi tersine çevireceğini ilan etmişti. Bu hedeflere ulaşmak için de sınıf çatışmasını ortadan kaldıracak ulusal bir birlik şarttı. Ancak harekete göre Almanya başta Yahudiler olmak üzere Alman ırkının gücünü, sağlığını, üstünlüğünü tehlikeye sokan Çingenelerin, Slavların, siyahların ve diğer azınlıkların neden olduğu ırksal bozulma tehdidi altındaydı. Böyle bir algılamada elbette toplumsal cinsiyet önemli bir belirleyiciydi. Nasyonal Sosyalist Hareket’in ve rejimin kendisini eril algılama biçiminde kadınları zor günler bekliyordu. Öncelikle, ırksal bir bölünmeyle ayrılan kadınlardan bölünmenin değerli tarafında bulunanlar, Alman ırkının anneleri olarak kabul edildi, diğer tarafta bulunanlar ise bozuk ve aşağı görüldüler. Zaten Hitler henüz iktidara gelmeden, 1930’da, Mein Kampf’ta (Kavgam) Yahudi kadınları karalayarak milyonlarca aşağı insanın kısırlaştırılmasını savunuyordu. İktidara geldikten birkaç ay sonra, İçişleri Bakanı ırk ve nüfus politikası üzerine programatik bir konuşma yaptı. Yabancı ırkların özellikle Yahudilerin neden olduğu kültürel ve etnik gerilemeden bahsetti. Almanya’da nüfusun yüzde 20’sinin yani 12 milyon kişinin anne babalığa uygun olmadığını hesapladı. Sağlıklı Almanların doğum oranı yüzde 30 artmalıydı: “Kalıtsal olarak sağlıklı neslin sayısını artırmak için kalıtsal olarak uygun olmayanların üremesini önlemek birinci görevimizdir”
‹
ktidarlar tarih boyunca elini kadından ve bedeninden çekmedi. Sermaye-iktidar işbirliğine ucuz emek bulmak veya sınıfsız, kaynaşmış bir ulus yaratmak... Kadının doğurganlığına yön vermeyi iş edindi
İki hafta sonra çıkan yasa da gerektiğinde zorla ve polisin yardımıyla uygulanacak soy ıslahçı kısırlaştırmayı emretmekteydi. Kısırlaştırma 400 bini acil vakayla başlamak ve sonunda 1,5 milyon kişi kapsamak üzere etnik bünyenin kademeli bir biçimde temizlenmesini sağlamalıydı. Bu temizlik gerçek/sözde şizofren, epilepsi, manik-depresif hastalıklar gibi kusurları kapsıyordu. Kadın merkezli bu ırk mücadelesinde kısırlaştırılan 400 bin kişinin yarısı kadındı. Hukukçu, psikiyatr, doktor, genetikçi ve antrolopogları bir araya getiren 250’ye yakın özel kısırlaştırma mahkemesi kuruldu. Tıp kurumuna kısırlaştırma adaylarını arama emri verildi. Bazı kamplarda özellikle Yahudi ve Çingene kadınlar üzerinde yeni kitlesel kısırlaştırma yöntemleri denendi. Binlerce kadın öldü.
Birçok kadın, özellikle genç kadınlar, operasyondan hemen önce gebe kalmaya çalıştılar ve “protesto gebeleri” adıyla anılan direnişin tipi başlattılar. 1935’te kısırlaştırma yasasına kürtaj da eklenince bunlar da önlendi, altı aya kadar olan gebeliklere soy ıslahı nedeniyle son verilebiliyordu. 1936’da Nazi ideologları kadınları dört kategoriye ayırdı: çocuk doğurmaya teşvik edilecek kadınlar, çocukları sakıncalı olmayan kadınlar, çocuk sahibi olmaması gereken kadınlar ve kısırlaştırma yoluyla çocuk sahibi olmaları önlenmesi gereken kadınlar. Kısırlaştırma ve genel olarak ırkçılıkla ilgili Nazi propagandası, kadınlar buna daha fazla direndikleri varsayıldığı için, çoğunlukla özel olarak kadınları hedef aldı. Çocuk sahibi olmaması gereken kadınlara çocuk doğurmak yerine
yenilenmenin devletin amacı haline geldiği anlatıldı. DO⁄MAMIfi YAfiAMA YÖNEL‹K TUTUM… Bütün bunlar yapılırken bir yandan da kalıtsal olarak sağlıklı Almanlar arasında daha yüksek bir doğum oranı çağrısı yapıldı. Propaganda Bakanı Goebbels’in 1933-34 nüfus politikası kampanyası hem kısırlaştırma politikasını, hem de doğum oranımız artmalı düşüncesini popülerleştirmeye çalıştı. İçişleri bakanı bedava kürtaja saldırarak “doğmamış yaşama yönelik tutumun sadece Alman kadın ve anne ideolojisine değil, bir aile kurma görevine ikna edilmesi gereken koca ideolojisine de bağlı” olduğunu vurguladı. Kürtajın devlete ve ırka karşı bir suç olduğu görüşünü temel alan kürtaj karşıtı bir yasa hazırladı.
Yasa yürürlüğe girmese de bunun yerine 1935’te tıbbi ve soy ıslahçı gerekçelerle (doktorlar tarafında belirlenecek) kürtaja yasal olarak izin verildi. Bu dönemde yaklaşık 30 bin soy ıslahçı kürtaj yapıldı. Ekonomik desteğin doğurganlığı artıracağı inancıyla devlet yardımları öne çıkarıldı. Çocuk dünyaya getirmek kamusal bir konuydu fakat maliyetleri, doğumların önlenmesi için yapılan harcamalarının aksine, özel bir sorun olmaya devam etti. MUHAFAZAKAR ‹TALYA ‹TT‹FAKI ‹Ç‹N UCUZ EMEK Benzer biçimde Mussolini dönemi İtalya’da da artan nüfus artışı hedefteydi. “Irkı savunma” politikalarını faşist iç siyaset hedeflerinin merkezine yerleştiren Mussolini’nin hedefi o sırada 40 milyon olan ülke nüfusunu yüzyılın ortasında 60 milyona çıkarmaktı. Hem ucuz emek ihtiyacında olan hem de emperyalist yayılmaya soyunan bir ülke olarak insan ihtiyacı vardı. Faşizm 1920’lerin ortasında muhalefette bir hareket olmaktan tek partili bir hükümet olmaya ve 1930’larda kitle tabanlı bir devlet oluşturmaya geçti. İş adamları, büyük toprak sahipleri, monarşi, ordu ve Katolik kiliseyle ittifak halindeydi ve bu muhafazakar ittifakı sağlamak için ücretlere baskı uyguladı. Ulusal gelirde emeğin payı azalırken 1938’de sanayi işçilerinin gerçek geliri 1929’daki düzeyin yüzde 3 gerisindeydi. Ancak diğer uçta devlet yardımıyla batmaktan kurtulan ve silahlanmayla canlanan bir sanayi sektörü vardı. Bu politikaların İtalyan kadınlar için önemli sonuçları vardı. Faşizm nüfus siyasetini sürdürmek için kadınların vücudunu, özellikle üreme işlevlerini daha fazla kontrol etmeye çalıştı. Önlemler, yine Almanya’da olduğu gibi baskı ve devlet teşviki arasında çeşitlendi: kürtajın devlete karşı bir suç sayılması, doğum kontrolünün yasaklanması, bekarlara özel vergi, büyük aile babalarına vergi muafiyetleri, annelik izinleri ve sigortaları, doğum ve evlilik kredileri… Elbette her dönem olduğu gibi yasaklara rağmen 1930’ların sonunda kürtaj oldukça yaygındı. Kürtajlar gizli kapaklı yapıldığı için kadınlar sakatlayıcı enfeksiyon, kalıcı fiziksel hasar ve ölüm tehlikesini göze almaktaydı.
Medyalı günler Ü
Histerinin ilk tan›m› kad›n› iflaret ediyordu: “Çocuklar› olmayan kad›nlarda, acayip bir canavara benzeyen uterus, böyle at›l kalmas›na çok k›zar ve yerinden kalkarak kad›n bedeninde dolaflmaya bafllar”
Ölene dek çocuk doğurmak Toplumsal cinsiyete iliflkin de¤er kal›plar›n›n oluflmas›nda dinin yeri yads›namaz. ‹nsan›n, geleneksel cinsiyet rollerini ö¤rendi¤i sosyalleflme sürecinde din de bu kal›plar› meflrulaflt›r›r, yeniden üretir ve pekifltirir. Bu ba¤lamda, en basit haliyle; kad›n bedeni ve duygular› temsil eder. Beden ise esas olarak cinsellik demektir. Kad›n da “afla¤›” ve “tehlikeli” oldu¤una göre bedeni, cinselli¤i ve do¤urganl›¤› denetlenmelidir. ‹flte, Bat›’da dinsel reform hareketinin lideri Martin Luther'in hamileli¤in
tehlikelerine dikkat çekenlere cevab›: “Çocuk do¤urmak yüzünden kad›nlar bitap düflüyor ya da ölüyorlar, bunun hiçbir zarar› yoktur. B›rak›n ölene dek çocuk do¤ursunlar; bütün varl›k sebepleri de bu zaten.” Bat›’da Hristiyanl›k, Yahudili¤in kad›n› afla¤› ve tehlikeli gören anlay›fl›n› devralm›fl, Reformasyon da, “lanetli Havva”y› vurgulayarak do¤urganl›¤› görev kabul etmiflti dolay›s›yla Luther aç›k bir biçimde kad›n›n bu görevini ifade edebiliyordu. Bedenin yönetimi bir
lkemizde de dünyada olduğu gibi değişen, ihtiyaç duyulan nüfus politikalarına göre kadının bedeni, doğurganlığı iktidarlarca bir araç olarak görüldü. Değişen nüfus politikalarına göre kadın bedenine yön verilmeye çalışıldı. Bu bağlam Türkiye’de bir dönem doğurganlık teşvik edilirken sonrasında “pırt pırt doğurmak” anneye ve topluma zararlı bulundu. Cumhuriyet’in kuruluşundan 1950’li yılların ortalarına kadar eğilim, nüfusu artırmak yönündeydi. “Büyük millet” olmanın önemli bir gereği nüfus büyüklüğüydü. Bu dönemde uygulanan pronatalist nüfus politikaları temelde ekonomik gerekçelerle savunuldu, nüfus artışının kalkınmaya olumlu bir katkı yapacağı vurgulandı. Hızlı nüfus artışının ülkenin atıl durumda bulunan doğal kaynaklarının işletilmesi yanında toplumsal iş bölümünün gelişmesi
yoluyla uzmanlaşmayı artıracağı düşünüldü. Cumhuriyet döneminin ilk 20 yılında bu yaklaşıma uygun olarak bir dizi yasa yürürlüğe girdi. 1929’da beşten fazla çocuğa sahip aileler yol vergisinden muaf tutuldu, 1930’da altı ve daha fazla çocuklu ailelere madalya verilmesi uygulamasına başlandı. Yine 1930’da yürürlüğe giren Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile gebeliğe engel olacak ya da çocuk düşürmeye yarayacak her türlü araç ve gerecin ithali, dağıtımı ve satışı yasaklandı sadece tedavi maksadıyla kullanılan ve eczanelerde reçeteyle satılan araç ve gereçler yasanın kapsamı dışında tutuldu. Bu dönemde İtalyan Ceza Yasası’ndan esinlenilerek oluşturulan 1926 tarihli Türk Ceza Kanunu ile kürtaj ve çocuk yapmaya engel olacak diğer uygulamalar ağır ceza kapsamına alındı. Kürtaja yönelik cezalar 1936 ve 1953’te çıkarılan yeni
yasalarla kuvvetlendirildi. Ceza Kanunu’nda kürtaja ilişkin maddeleri içeren kısmın başlığı Irkın Tümlüğü ve Sağlığı Aleyhine Cürümler olarak değiştirildi. 1950’li yıllarla birlikte Türkiye’nin sosyo-ekonomik özellikleri değişmeye başladı. Hızlı nüfus artışının da bir sonucu olarak ortaya çıkan çarpık kentleşme, işsizlik, ekonomik durgunluk gibi sorunlar o döneme kadar uygulanan nüfus politikalarının sorgulanmasına yol açtı. Devlet Planlama Teşkilatı, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (19631967) ilk defa hızlı nüfus artışının yarattığı sorunlara vurgu yaptı. 1965’te kabul edilen Nüfus Planlaması Hakkındaki Kanun, nüfus politikalarında bir dönüm noktası oldu; gebeliği önleyici yöntemlerin ithali, dağıtımı ve satışı cezai yaptırım gerektiren fiil olmaktan çıktı. Anne açısından hayati tehlike yaratması, çocuğun özürlü doğacağının bilinmesi
durumlarında kürtaja izin verdi. 1980’li yıllarla birlikte liberal ekonomik politikalar ve ihracata dayalı büyüme modeli ile dünya pazar ekonomisine eklemlemeye çalışan yeni ekonomik politikaya geçildi. Bu dönem beraberinde nüfus politikaları açısından da önemli değişimleri getirdi. Aile planlaması kavramı, Anayasa’da yer aldı, 10. haftaya kadar olan gebeliklerde kürtaj yasal hale geldi. Kürtajın yasal hale gelmesinin mecliste görüşüldüğü günlerde İstanbul Hisarüstü’nde yaşayan kadınlar ne istediklerini çok yalın ifade etmişlerdi: “Bugün çocuklarımıza bakmaktan aciziz. Yenilerini doğurmaya hiç gücümüz yok. Hele kürtaj parası yetiştirmeye daha da hiç…” (09.03.1980/Milliyet gazetesi) Kürtaj yasağı yasallaştığı takdirde yoksul kadınları bekleyen şeyin 30 yıl önceki bu durumdan farklı olmayacağı aşikar.
yan›yla da toplumun yönetimi oldu¤u için tarih boyunca devlet de toplumda bedene/kad›na dek inen bir denetim yaratmaya çal›flt›. Öyle ki bugün kürtaj›n t›bbi yan› bile bedeni saran bu denetimin ideolojik çerçevesi ile tart›fl›l›yor. T›pk›, bir zamanlar esas olarak bir kad›n hastal›¤› say›lan histerinin, genç k›zlarda evlenmeme durumundan do¤du¤unun savunulmas› gibi. Histeri, rahmin (hystera) bofl kalmas›ndan do¤an bir hastal›kt›, her kad›n derhal evlenmeli ve do¤urmal›yd›!
KAYNAKÇA: *Kad›nlar›n Tarihi/Eds. Georges Duby, Michelle Perot, Türkiye ‹fl Bankas› Kültür Yay., *Türkiye’nin Demografik Dönüflümü/Hacettepe Ünv. Nüfus Etütleri Enstitüsü, *Fatmagül Berktay/“Bedendeki Toplum, Toplumdaki Beden”, Tarih ve Toplum, Haziran 1987
YAŞAM
14
14 Haziran 2012 / 27 Haziran 2012
Halk›n Sesi
Ustalardan Sosyalizmin klerikalizm karfl›t› politikas› Rosa Luxemburg gazete yaz›lar›ndan memelidirler; onlar Sosyalizmin Sosyalistlerin hasmıdırlar klerikalizm karşıtı polive maskeleri Kiliseye tikasından karşı savaşta düşürülmebahsedildiğinde sosyalist lidir. bakış açısıyla dini inançlara saldırmanın Sosyalizmin kast edilmediği açıktır. Klerikalizm karşıtı Kitlelerin dini, ancak, amacını orta toplumsal süreçlerin sınıfınkinden ayıran insana hükmetmesi yeriyalnızca programının ne insanın toplumsal süreçlere hükmedip bun- daha geniş kapsamlı ve kararlı oluşu değil, aynı ları bilinçli olarak yönzamanda tamamen ayrı lendirdiği zaman bugünün toplumuyla bir- bir başlangıç noktasından yola likte tamamen ortadan kalkacaktır. Din duygusu çıkmasıdır. Orta sınıf Cumhuriyetçilerinin son sosyalizmin eğittiği kitle30 yılda Kiliseye karşı ler toplumsal gelişimi anlamaya başladıkça git- giriştikleri umutsuz kamgide daha da azalacaktır. panyanın özel bir niteliği “Dinin özel bir mesele vardır: Cumhuriyetçiler, politik olarak bir ve olduğu” bölünmez bir düşüncesinin problemi yapay bizi götürdüğü olarak iki ayrı tek yer, soruna bölerler. yalnızca Seküler din mahrem adamları ile inançlara ve yerleşik din vicdana ilişkin adamlarının biroldukları birinden farklı zaman dini olduklarını söylesorunlar yerek dinsel karşısında nötr cemaatleri kalmak ve Rosa görmezden gelirler. taraf Luxemburg Ve gerçek sorunun olmamaktır. Kilise ile Devletin Fakat bu ilkenin ayrılması olduğunu bir anlamı daha nedense bir türlü anlavardır; bu sosyalistlerin takınması gereken doğru mazlar. Kamusal ibadete bütçe ayrılmasına ve din tutumu belirleyecek bir adamlarına tanınan tüm rehber ilke olmakla idari görevlere son verkalmaz, aynı zamanda erek ve dinsel cemaatmevcut Devlete bir çağrı da teşkil eder. Biz, vicdan lerin malvarlıklarını özgürlüğü adına, inanan- kamulaştırarak Gordiyon düğümünü tek bir hamle ların inanmayanlar aleyile çözmek yerine, yalnızhine sahip oldukları tüm ca izinsiz cemaatlere salkamusal ayrıcalıkların kaldırılmasını talep ederiz dırırlar. Kiliseyi Devletten ve Kilise’nin Devlet içinde ayırmaya değil dinsel cemaatleri Devlete bağlaegemen bir güç haline maya çalışırlar. Okulları gelmesine yönelik tüm dinsel cemaatlerin elinçabalara karşı mücadele den alıyor görünmelerine ederiz. Burada söz karşın, hala bir Devlet konusu olan inanç değil politikadır ve bu noktada kurumu olarak tanınan Kilisenin kılına dokunulfarklı ülkelerin Sosyalist maz. Partileri elbette koşullara (…) göre çok farklı taktikler Sonuçta orta sınıf izleyebilirler. Klerikalizm karşıtlığı (…) aslında Kilisenin gücünü Monarşide, Kilisenin pekiştirir, aynen Dreyfus Devlet mekanizmasına Davasında görüldüğü girişi uyumu bozmadan gibi orta sınıf anti-militagerçekleşir. Bu anlamda rizminin yalnızca militarizKilise bağımsız bir siyasi me içsel olgulara dokungüç değildir. Diğer yanmakla yetinmesi gibi: tek dan otoritesini Kilise ile aynı kaynaktan, ilahi gök- yapılan genelkurmayın çürümüşlüğünü saflaştıten alan monarşi, rarak orduyu güçlendirilkamusal yaşama müdamesi olmuştur. hale etmek istediğinde (…) Kiliseyi ele geçirmekte Sosyalistler yalnızca daha az sorun yaşar. Cumhuriyet-karşıtı (…) Kilise’nin gerici güçlerine Orta-sınıf partileri için değil, aynı zamanda orta Devlete karşı mücadele sınıf Klerikalizm gerçekte bir araç değil karşıtlığına da saldırıp, başlı başına bir amaçtır bunları fethetmelidir. ve bu öyle bir tarzda yürütülür ki amacına Klerikalizm: Dinin ve (K ulaşması olanaksızdır; bunun sonsuza dek din kurumlarının toplum süreceği düşünülmektehayatının çeşitli kesimledir. Sosyalistler orta-sınıf rindeki yerini güçlendirkilise karşıtlarının meyi amaçlayan toplumpeşinden gitmekle yetinsal, ekonomik akım.)
Cami yetmedi mi? “Türkiye'de kaç okul var? 67 bin... Kaç hastane var? 1220... Kaç sağlık ocağı var: 6 bin 300... Peki kaç cami var? 85 bin... Her 60 bin kişiye 1 hastane düşerken, 350 kişiye 1 cami düşüyor. Peki kaç kilise var? 270... Kaç cemevi var? 100. Türkiye'de kaç doktor var? 77 bin... Peki kaç din görevlisi var? 90 bin... Türkiye'de her 900 kişiye bir doktor düşerken, her 780 kişiye bir din görevlisi düşüyor. Eğitim-Sen'e göre Türkiye'nin 200 bin öğretmen açığı var. Türkiye'de kaç kütüphane var? 1435... Almanya'da kaç kütüphane var? 11 bin... Türkiye'nin kaç kentinde devlet tiyatrosu var? 13... Kaç kentte kuran kursu var? 81... Bu kursların toplam sayısı kaç? 3852... Peki kaç tane ‘cami yaptırma derneği’ var? 35 bin...” (Can Dündar, Sayıyla kendine gelmek, 2007)
ERDO⁄AN’IN CAM‹S‹, NE TANRININ BUYRU⁄U NE KULUN D‹LE⁄‹
‘Camiler kışlamız, rantımız, sığınağımız’ Mega projeler diyar› Abu Dabi’deki fieyh Zayid Camisi, 545 milyon dolarl›k bir proje
Tayyip Erdoğan’ın dev cami projeleri, tanrı ile kul arasındaki soyut bir dinsel ilişkiyi değil, iktidar yarışında galip gelmiş hırslı bir muktedirin egemenliğini simgeliyor AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN
T
ayyip Erdoğan, 29 Mayıs’ta Üsküdar’da katıldığı bir açılışta Çamlıca Tepesi’ne dev bir cami yapılacağını söyledi. Üç gün sonra gittiği Diyarbakır’da Kürt sorununa ilişkin sözde kalacak dahi olsa olumlu mesajlar vermesi beklenirken, konunun üzerinden atlayıp yine dev bir cami sözü verdi. İç siyaset denklemleri bu konuda can sıkıcı derecede yaygın bir sessiz onay üretmişse de, bu cami siyasetinin asıl meseleyi perdeleyen yapay bir gündem olmadığının; yeni sömürge Türkiye’nin neoliberal ve İslamcı iktidarına ayna tuttuğunun üzerinden atlanmamalı.
DÜfiÜNMEZSEK MESELE OLMAZ MI? Erdoğan, Çamlıca’da dozerlerin iki ay içinde yürüyeceğini söyledi. Çamlıca SİT alanı olduğu için yasanın değişmesi gerekiyor. Değişecek. Çıt yok. Laik orta sınıfın İstanbul’daki kalelerinden Ataşehir’e kör gözüne parmağım dikilen Selimiye Camii inşaatında olduğu gibi masraflar yine TOKİ’den. Yani laik devlet, bir Sünni ibadethanesini, herkesin parasıyla, hem de camiye gidecek cemaat bulunmayan bir mekana dikecek. Çıt yok. Ne dili yanıp süngüsü düşmüş laik muhalefet ne de Erdoğan’la dinsel alanın dışında bolca sorun yaşayan İslamcı çevreler sesini çıkardı. Şantiyeler çoğaldıkça kesesi dolan rant gözlülere de bu durumu memnuniyetle karşılamaktan başka bir şey düşmezdi. Haliyle 10 yıl önce olsa büyük tartışma koparacak dev cami projeleri, yaygın bir “sessiz onay”la karşılandı. Madem ki o, “Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker” dizelerini okuduğu için hapis yattığı 28 Şubat’ın rövanşını alıyor… Madem ki “ustalık dönemi” diye adlandırdığı üçüncü iktidar döneminde mega inşaat projeleriyle öne çıkıyor… Madem ki taban saldırgan dini söylemlerle şahlanıyor, iç gerilimler İslamcı hedefler söz konusu olunca geri planda kalıyor ve camiye itiraz etmek Erdoğan’ın işine yarıyor… Cami projelerini mesele etmemek muhalefet açısından daha akılcı görülebiliyor. Peki biz Erdoğan’ın bir zamanlar Kürt meselesi için bulduğu dahiyane çözümü
cami meselesine uyarlayabilir, “düşünmezsek cami meselesi olmaz” diyebilir miyiz? Ya da “tanrı ile kul arasındaki bir meseleye karışıp, dini siyasete alet edenlerin ekmeğine yağ sürmeyelim” diyebilir miyiz? Oysa hem bu topraklarda başka zamanlardaki hem de bu zamanlarda başka mekanlardaki örneklere bakarsak, dev ibadethaneler diye fazlasıyla dünyevi ve ciddi bir mesele olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz.
aldı. 1453’te Osmanlı tarafından ele geçirilince ise camiye dönüştürüldü. Cumhuriyet döneminde müzeye çevrilen Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması tartışması Siyasal İslam’ın yükselişiyle yeniden gündeme geldi. Ayasofya’nın 1700 yıllık tarihini şekillendiren şey, tanrı ile kulları arasındaki ilişkiler değil bu dünyaya ait egemenlik ilişkileriydi. Osmanlı İmparatorluğu’nda da aynı mantık sürdü. Padişahlar kendi adlarını dev camiler yaptırarak kalıcılaştırdı, mezarlarını da çoğunlukla bu camiler içindeki türbelere yaptırdılar. Camilere bakılınca “Allah’ın evi” ve “kulun ibadethanesi”nden önce hükümdarın egemenliği görülüyor. Süleymaniye, Sultanahmet, Selimiye, Fatih, Bayezit, Yavuz Selim Camileri ilk akla gelen örnekler. Fatih Sultan Mehmet, Fatih Camii bahçesindeki türbesinde, II. Bayezid Bayezit Camii’ndeki, Yavuz Sultan Selim Yavuz Selim Camii’ndeki, Kanuni Sultan Süleyman da Süleymaniye Camii’ndeki türbesinde yatıyor. Stat kongrelerinde dev maketlerini yaptırıp kendisine “büyük usta” diye hitap ettiren Tayyip Erdoğan da Çamlıca’ya kurduracağı camiyi, iktidar mücadelesinde zaferini simgeleyecek, ismini ölümsüzleştirecek ve ebedi istirahatgahına dönüşecek bir yapı olarak kurguluyordur belki. Çamlıca’da böyle bir ibadethane ihtiyacı olmadığını kimi Zaman yazarları bile üstüne basa basa söylediğine göre…
NE TANRININ BUYRU⁄U NE KULUN D‹LE⁄‹ Dev ibadethaneler hiçbir zaman tanrı ile kulları arasındaki soyut bir dinsel ilişkiyi simgelemedi. Tarihte pek çok hükümdar kendi egemenliklerini ilan edip kalıcı kılmak için dev ibadethaneler yaptırdılar. Egemenliğe isyan ve egemenliğin el değiştirmesi de bu ibadethanelere doğrudan yansıdı. Ayasofya’nın tarihi tam da bu gerçeğin tarihidir. Üç kez sıfırdan inşa edilen, defalarca tahrip edilip dönüştürülen Ayasofya, ilk olarak Roma İmparatorluğu’nun bölünmesinin ardından İstanbul’u Doğu Roma’nın başkenti ilan eden ilk Bizans İmparatoru I. Konstantin tarafından kurulmuştur. I. Ayasofya patrik ile sarayın çatışmasının ardından 404’te çıkan isyanlar sırasında yıkılmıştır. 415’te II. Ayasofya SÖMÜRGEN‹N K‹L‹SES‹ BÜYÜK inşa edilmiş, 532’de yine bir OLUR isyan sırasında yıkılmıştır. Bu İmparatorluklarda olduğu kadar isyanın ardından iktidara gelen sömürgelerde de dev ibadethaneler Jüstinyen önceki var. Tarihte en bilinenleri Ayasofya’lardan daha Bolivya’nın maden zengini Potosi görkemli olan bugünkü kentinde inşa edilenlerdir. Ayasofya’yı inşa ettirdi. Sömürgeci İspanyollar tarafından Kilise 1204-1261’deki Latin 1546’da kurulan şehir kısa bir İstilası döneminde Roma sürede Latin Amerika’nın en Katolik Kilisesi’ne bağlı bir büyük yerleşimlerinden biri katedrale dönüştürüldü. haline dönüşür. Binlerce Latin İstilası’nın ardından Bizans egeBrezilya’da ‹sa heykeli çok bü- maden ocağı, Potosi’yi cazibe merkezine dönüştürdü. Şehir menliği kurulunca yük, halk›n geliri ise çok küçük ürettiği kadar İspanyol yeniden eski halini
sömürgecilerin zevk ve sefa içinde, Bolivyalıların sefalet içinde yaşadıkları bir yere dönüşür. Potosi madenlerinden gümüş aktıkça kiliselerin sayısı ve görkemi artarken, diğer yandan da mutlu azınlığın rüküş yaşantısı sokaklara kadar taşar. İstanbul’u ucuz emek ve kentsel rant peşkeşi ile finans kapitalin cazibe merkezi haline getirmeye çalışan Erdoğan ve camileri düşünüldüğünde biraz tanıdık gelmiyor mu? Gelelim bugüne. Latin Amerika ve Afrika’da kök salmış Pentekostal kiliseler, yoksullukla birlikte büyümüş. Nijerya’da 2 ila 8 milyon kapasiteli kilise kampları bütün toplumsal hayatı kuşatacak biçimde örgütleniyor. Kilise’de dünyevi yardım ve uhrevi telkinlerle acılarını dindiren milyonlar toplumsal eşitsizliklere razı gelen dindar nesillerin dehşet verici bir örneğini sunuyor. Erdoğan, dev cami projelerinin yalnızca ibadet alanıyla sınırlı kalmayıp pek çok ek tesisi de içereceğini söylerken Nijerya örneğini düşünmüş müdür, bilinmez. Ama Cami’nin alt katına üç beş dükkan, bir kuran kursu, bir de çay ocağı ekleme uyanıklığını gösteren cami yaptırma dernekleri kadar küçük düşünmediği kesin. MÜCAH‹TL‹K M‹ MÜTEAHH‹TL‹K M‹ Erdoğan Çamlıca Camii’ni müjdelemeden önce Cezayir bir mega camii projesi başlattı. Şubat 2012’de Çinli bir şirketin 1,3 milyar Avro’ya yapımını üstlendiği cami, 20 hektar alana 120 bin kapasiteyle kurulacak. 270 metre yüksekliğindeki minareleri ile eşsiz bir yapı olacak. Erdoğan’ın camisi biraz küçük kalıyor haliyle. Bir büyük cami de Birleşik Arap Emirlikleri’nin eski Başkanı Şeyh Zayid adına 2007’de yapıldı. 107 metre yüksekliğinde 40 bin kapasiteli, dünyanın en büyük halısına sahip bu cami de 545 milyon dolara mal oldu. Umudunu inşaat sektörüne bağlayan ve bütün Ortadoğu’ya rengini veren Körfez sermayesinden fazlasıyla esinlenen Erdoğan’ın camileri elbetteki büyük ekonomik yatırımlar olarak da iş görecek. Özetle Erdoğan’ın cami siyaseti hem ideolojik hem politik hem ekonomik temellere sahip. O cami ve camiler, yeni sömürge Türkiye’nin diktatörlük heveslisi İslamcı iktidarının nişanesidir.
Erdoğan’ı kıskandıran kilise kampı Postexpress dergisinin Neo-‹slam temal› özel say›s›nda Ayfle Çavdar’›n “Dindar nesil manzaralar›” bafll›kl› yaz›s› Nijerya’n›n dev kilise kamplar›n› konu al›yordu. Çavdar Nijerya’ya, Pentekostal kiliseleri görmek amac›yla gitmifl. Pentekostal kendisini Protestanl›k içinde tan›mlayan büyüklü küçüklü birçok mezhebe verilen genel ad. Daha çok sömürge ülkelerde, Afrika ve Latin Amerika’da görülen bir ak›m. Petrol ve su kaynaklar› bak›m›ndan zengin, verimli topraklara sahip olan ama küçük bir az›nl›k d›fl›nda toplumun sefalet içinde yaflad›¤› Nijerya’da dev kilise kamplar› sayesinde toplumsal çeliflkiler çat›flmaya dönüflmüyor. Çavdar bu kamplardan 8 milyon kapasiteli Kurtar›lm›fl H›ristiyan Kilise kamp›n›
görmüfl. Baflkentte daha küçük ölçekli on kadar kilise kamp› bulundu¤unu aktaran Çavdar, kamplarda e¤itim ve sa¤l›k hizmetlerinin de verildi¤ini, ne sosyal güvence ne de sa¤l›k hizmetine eriflim flans›na sahip olan yoksullar›n bu kilise kamplar›nda rahiplerin mucizelerinde flifa arad›¤›n› söylüyor. Çavdar kilise kamplar›nda Gülen Cemaati ile benzerliklere de rastlam›fl. Zenginler para vererek bu kamplarda kendilerine yer yapt›r›rken, sadece para kazanmak bu kamplardaki düzene¤e dahil olanlar da var. Kilise ekonomiye oldu¤u kadar kültürel hayata da müdahale ediyor ve kilisenin finanse etti¤i film piyasas› Samanyolu TV’nin kaba propagandif filmlerinin AfroH›ristiyna versiyonlar› ile dolmufl.
KÜLTÜR SANAT
15
14 Haziran 2012 / 27 Haziran 2012
Halk›n Sesi
Yeni Türkü’den yeni albüm Yeni Türkü’nün son albümü Şimdi ve Sonra çıktı. 13 yıl aranın ardından çıkan albüm, bu uzun bekleyişe değiyor. Albüme de adını veren Şimdi ve Sonra, Yılmaz Erdoğan'ın Ankara şiirinden bestelenemiş. Grubun 12 Eylül’de yasaklanan ilk albümü Buğdayın Türküsü de yeniden basılacak.
Faz›l Say’a dava
Kalan Müzik 20 yafl›nda
Twitter’da Ömer Hayyam’ın cennet ile ilgili dizelerini paylaşan Fazıl Say hakkında, bir şikayet üzerine dini değerleri aşağıladığı gerekçesiyle 1,5 yıl hapis istemiyle dava açıldı. Fazıl Say, New York Times'a verdiği röportajda hakkında dava açılmasını "inanılmaz" olarak nitelendirdi.
Türkiye’nin çok dilli müzik hazinesini yayımladığı albümlerle gün yüzüne çıkartan Kalan Müzik, kuruluşunun 20. yılını, sanatçılarının katılımıyla gerçekleşen büyük konser organizasyonlarıyla kutluyor. Haziran ayında Harbiye Açıkhava Sahnesi’nde düzenlenen üç konserin ardından 20’nci yıl etkinlikleri yıl sonuna dek sürecek.
Özgür tiyatro için 24 saat Tiyatrocular özgür sanat için 16 Haziran Cumartesi günü Selamiçeşme Özgürlük Parkı'nda 24 saat sahnede olacak. Tiyatro, kukla gösterisi, dans, müzik, pantomim, kısa film etkinliklerinin yanı sıra panel ve söyleşilerde ustalar ve gençler art arda sahne alacak; sanat üzerindeki baskıyı protesto edecek. Tüm etkinlikler ücretsiz...
Kahkaha sokağa indi GÖKHAN BULUT
A
nkara’nın ve Türkiye’nin karmaşık tablosuna mizahın güçlü gözünden bakmak, olanı biteni dudak kenarından sarkıtmak, gözdeki ışıltıyla karanlığı aydınlatmak için mizahçılar, mizah kahramanları ve mizahseverler buluştu. Çankaya Belediyesi’nin düzenlediği festivalde, Ankara’nın en yoğun sokaklarına gülücükler bırakıldı. Yüksel Caddesi ve Konur Sokak sergilere, gösterilere ve buluşmalara ev sahipliği yaptı. B‹RL‹KTE GÜLMEK Temel amacı "birlikte yaşama" istek ve iradesini canlı tutmak, "bir toplum olma" bilinci ve duygusunu yaratmak olan Uluslararası Mizah Festivali bu hedeflere ulaşmada en dolaysız ve katılımcı yollardan birisini başarmaya çalışıyor: Birlikte gülmek. En önemli ve özgün özelliği halkın katılımıyla birlikte gülme olan festival, mizahın geliştirici ve ilerici niteliklerini de açığa çıkarmayı amaç edindi. Sokak ve mekan etkinlikleri 7-10 Haziran günleri arasında yapılan Festival’in sergi kısmı ise 22 Haziran’a kadar Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde (ÇSM) olacak. Ünlü karikatürist ve çizerlerin yarattığı kahramanlar, ÇSM duvarlarında mizah severleri bekleyecek. “Mizahımızda Çizgi Tipler”, "Her Şey Olur”, Cem Dinlenmiş, Necati Abacı, Cemil Cahit Yavuz, Hasan Seçkin,
Karikatürden meddaha, filmlerden çizgi romana kadar pek çok alandan onlarca mizahç›, çal›flmalar›n› Çankaya Mizah Festivali ile Ankara sokaklar›na ç›kard›: ‘Gülüyorsak umut vard›r’
sanatçısı Mesut Süre; Deniz Alnıtemiz ve Deniz Özturhan’dan oluşan “Kısmet Şov” stand up gösterileriyle festivalde olacak. Festivale katılan bir başka stand up sanatçısı da “Kafamda Böcekler Var” oyunuyla Yunus Günçe. Kendi mizah dilini yaratan, skeçleri ve ekibiyle kısa sürede Türkiye televizyonlarının en çok ilgi çeken programlarından birisi olan Heberler ekibi, tiyatro sporu gösterisiyle Mahşer-i Cümbüş, mizahi haberler veren, Türkiye merkezli internet sitesi Zaytung ekibi de festivale konuk oldu. “Entelköy Efeköy’e Karşı” sohbeti ile Yüksel Aksu’nun da yer aldığı festivalde, çekimleri süren “Yangın Var” filminin ekibiyle söyleşi yapılacak. Bayan Yanı dergisi çizerleri Gülay Batur, Meral Onat ve Raziye İçoğlu’nun katılımıyla ise “Kadın Mizahçı Olmak” başlıklı söyleşi gerçekleştirilecek. TWITTER ÜNLÜLER‹ Festivalde, Twitter ünlüleriyle de bir sohbet gerçekleştirilecek. Yazdıkları sürekli RT edilen @mesutbahtiyar, @samihazinses, @eskisolcu adlı twitter kullanıcıları bu sohbette yer alacak.
Zalim bir hükümdar vezirine sorarm›fl, “Halk ne durumda” diye. Vezir, “Efendim, a¤laflmaktalar, dert içindeler” dedikçe, hükümdar “Ala, pek ala” dermifl. Yine bir gün sordu¤unda vezir, “Hünkar›m, ahali sokaklarda kahkahalar at›yor, nefle içinde” demifl. Hükümdar surat›n› asarak konuflmufl: “Eyvah! fiimdi yand›k iflte, halk nefleliyse umudu vard›r.” Barış Karikatürleri, Tayyar Özkan, "Hayvanlar Alemi" ÇSM’nin yanı sıra çeşitli mekanlarda Ankaralıların seyrine sunuldu. FEST‹VALDE K‹MLER VE NELER VAR? Radyo programcıları, stand up sanatçıları, çizgi roman yazarları, mizah dergilerindeki çizerler, tiyatro grupları, mizah programı ekipleri ve twitter ünlüleri...
Hepsi, mizah festivalinde. Radyoculuk hayatında 11 yılı geride bırakan Zeki Kayahan Coşkun, “Kafanız Hayrolsun” adlı gösterisiyle Ankaralılarla buluşurken radyo programcısı İlker Gümüşoluk festivale tek kişilik gösterisiyle katıldı. Dünyanın en önemli çizgi roman karakterlerinden olan, “Caveman” karakterinin yaratıcısı, karikatürün önemli ismi Tayyar
Özkan çok özel performansı ile festivale katılırken çizgi roman ustası Kenan Yanar, Penguen çizerleri Serkan Yılmaz, Serkan Altuniğne ve Cem Dinlenmiş de festivalde yer alıyor. ‘90’lı yıllarda stand up gösterisini bizlere tanıtan ve kendisi gibi birçok stand-up’çının sahne almasını sağlayan Mehmet Esen, “2012 Meddah” adlı gösterisiyle festivale katılırken, stand up
ENGELL‹LER‹N T‹YATROSU Festivalin dikkat çeken aktivitelerinden biri de “Azrail Blöf Yapmaz” oyunu. Yön Sanat Atölyesi’nin, tamamı engelli bireylerden oluşan 12 kişilik kadrosuyla ortaya çıkardığı “Azrail Blöf Yapmaz” oyununun teması trafik ve aşk. Oyunda, iyi ve kötü karakterlerde iki dolmuş şoförünün üzerinden trafik kurallarına uymanın önemi anlatılıyor. Bir meyhanede şarkıcılık yapan Filiz’e aşık olan şoförler arasında gelişen çekişmeler, trajikomedik bir dille sergileniyor.
Haziran’da ölmek zor 1943'te s›n›r kaçakç›l›¤› yapan 33 silahs›z Kürt’ün kurfluna dizilmesi üzerine yaz›lan ‘33 Kurflun‘, sanki Roboski’de katledilenleri anlat›r... GONCA fiAH‹N OTUZ ÜÇ KURfiUN (...) Ölüm buyru¤unu uygulad›lar, Mavi da¤ duman›n› ve uyur-uyan›k seher yelini Kanlara bulad›lar. Sonra orac›kta tüfek çatt›lar Koynumuzu usul-usul yoklay›p Arad›lar. Didik-didik ettiler Kirmanflah dokumas› al kufla¤›m› Tespihimi, tabakam› al›p gittiler Hepsi de arma¤and› Acemelinden... Kirveyiz, kardefliz, kanla ba¤l›y›z Karfl›yaka köyleri, obalar›yla K›z al›p vermifliz yüzy›llar boyu, Komfluyuz yaka yakaya Birbirine kar›fl›r tavuklar›m›z Bilmezlikten de¤il, F›karal›ktan Pasaporta ›s›nmam›fl içimiz Budur katlimize sebep suçumuz, Gayr› eflkiyaya ç›kar ad›m›z Kaçakç›ya Soyguncuya Hay›na... (...)
H
aziran ayının ilk günlerinde, dizeleriyle bu topraklarda yoksulların, ezilenlerin sesi olmuş iki şairi, aramızdan ayrılışlarının yıldönümlerinde peşpeşe andık. İlki 3 Haziran 63’te hasret çektiği topraklardan uzakta, Moskova’da sürgünde hayatını kaybeden Nazım Hikmet nam-ı diğer ‘Mavi Gözlü Dev’. Diğeri ise 21 yıl önce 2 Haziran’da aramızdan ayrılan; Anadolu’yu, umudu, direnişi destansı bir dille anlatan Ahmet Arif. “Nazım Hikmet dünyanın, Ahmet Arif ise Anadolu’nun şairidir“ diye bir tabir vardır. Nazım’ın şiirleri dünyada eşitlik, özgürlük, barış için mücadele eden tüm insanların dilindedir. Devrimciliğin yanı sıra aynı zamanda şiir de yazan Che Guevara, hapisten ailesine yazdığı mektubunda şöyle der: “Şimdiden ölümümü bir başarısızlık olarak görmüyorum, hatta Nazım Hikmet'in de dediği gibi: “Yalnız yarım kalmış bir şarkının acısını toprağa götüreceğim.”
Nazım’ın dostu, Şilili şair Pablo Neruda ise Nazım’ın ölümünün ardından şöyle seslenir: “Nasıl yaşamalı seni örnek almadan, senin halk zekânı, ozanlık gücünü duymadan? Böyle olduğun için teşekkürler, teşekkürler türkülerinle yaktığın ateş için.” Türkçe’nin duru üstadı Ahmet Arif ise dizeleri her duyulduğunda Anadolu’nun köylerinde esen yelin kokusunu
getirir. Ahmet Arif, şiir yazmaya ilk başladığı yıllarda hakim olan küçük burjuva akıma karşı kendi seçtiği yolu şöyle anlatır: “O günler asıl yaygın moda, Orhan Veli gibi yazmaktı. üstelik çok da kolay bir yoldu bu. biraz yaradılış gereği, biraz da şiirin, gıdıklama, alay ve ucuz espri ile asla bağdaşmayacağına olan inancımdan, bu yola dönüp bakmadım bile. (...) Düşünce ve davranışları, kendilerine örnek seçtikleri Fransız şairlerinin paralelindeydi. Oysa ben doğuluy-
dum. Az gelişmiş değil, sömürülmek için kasıtlı olarak geri bırakılmış bir ülkenin, aşiret töreleriyle yetişmiş bir çocuğuydum. Sömürgeci Fransız toplumunun, bohemi, serseriliği ve gerçekten kaçma çabalarını kutsayan şairleri, elbette beni ırgalamazdı.” Sonuçta Ahmet Arif halkına Doğu Anadolu halkının türküleri, ağıtları, masallarıyla beslenen destansı şiirler armağan eder. Öyle gerçektir ki şiirleri 1943'te İran'dan Türkiye'ye sınır kaçakçılığı yapan 33 silahsız Kürt’ün bölge jandarma komutanı Mustafa Muğlalı tarafından kurşuna dizilmesi üzerine yazdığı “33 Kurşun”, sanki bugün Roboski’de katledilen çocuklar için yazılmıştır... Erken yaşlarda şiir yazmaya başlayan Ahmet Arif’in ilk ve tek yayınlanan kitabı, ünlü şiiriyle aynı adı taşıyan “Hasretinden Prangalar Eskittim”dir. Bir gazetecinin "Tek bir kitapla şair olunur mu?" sorusuna Ahmet Arif’in cevabı şu olur: “Tek bir kitapla peygamber olunuyor da şair niye olunmasın?”
Sinemanın tarihçisi hayatını kaybetti U⁄UR AKSOY
Y›llar boyu dünya sinemas›n›n kült filmlerini TRT2 vas›tas›yla izleyiciye tafl›yan, Türkiye’de sinema tarihi denilince akla ilk gelen isim Rekin Teksoy 30 May›s’ta hayat›n› kaybetti. Sinema tarihçisi, yazar, çevirmen Rekin Teksoy 84 yafl›ndayd›. ‹stanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Roma Hukuk Fakültesi mezunu olan Teksoy, aralar›nda Yön, Sosyal Adalet, Ataç dergilerinin de bulundu¤u birçok yay›n organ›nda sinema hakk›nda yaz›lar kaleme ald›. Teksoy ayr›ca Ark›n Yay›ne-
vi'nin haz›rlad›¤› Sinema Ansiklopedisi ve Cumhuriyet Ansiklopedisi’nin yay›n yönetmenliklerini ve yazarl›klar›n› üslendi. Teksoy’un en önemli yap›tlar›ndan biri “Rekin Teksoy’un Sinema Tarihi”dir ki bu kitap bugüne kadar Türkiye'de yay›nlanan en kapsaml› sinema kitab›d›r. TRT 2'de 10 y›l sinema ve edebiyat program› yapan Teksoy, ‹stanbul Üniversitesi ‹letiflim Fakültesi'nde 20 y›l sinema dersi verdi. Teksoy’un Rosa Lüksemburg adl› oyunu uzun süre sahnelendi. Teksoy, “Dante’nin “‹lahi Komedya”s› gibi birçok eseri de Türkçe’ye çevirdi.
SOKAĞIN SESİ
16
ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ
14 Haziran 2012 / 27 Haziran 2012
Halk›n Sesi
HALKEVLER‹ E⁄‹T‹M HAKKI MECL‹SLER‹ KARANLI⁄A MEYDAN OKUDU
Hükümete eğitim hakkı dersi
Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri, ülkenin dört bir yanında “Karne günü, eylem günü” diyerek sokaklara çıktı. Veliler, öğrenciler ve öğretmenler ‘4+4+4’ karanlığına meydan okudu; yasayı uygulatmayacaklarını ve durduracaklarını haykırdı
A
KP’nin, tüm itiraz ve tepkileri görmezden gelerek yasalaştırdığı 4+4+4 eğitim sisteminin ilk uygulamaları su yüzüne çıktı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) ilköğretim okullarını ilkokul, ortaokul ve imam hatip olarak ayırmak için çalışmalar yapması üzerine, eğitim hakkına sahip çıkanlar da Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri’nin etrafında yan yana gelmeye başladı. 4+4+4’ün yasalaşması ile birlikte mahallelerde bilgilendirme toplantıları yapmaya başlayan veliler, öğrenciler ve öğretmenler 8 Haziran Cuma günü “karne günü, eylem günü” dedi ve sokaklara çıktı. KARNESİNİ ALAN TAKSİM’DE Gerici, piyasacı, cinsiyetçi eğitim modelinin durdurulması amacıyla İstanbul Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi, Taksim Meydanı’nda bir araya gelerek Galatasaray Meydanı’na yürüdü. Karnelerini alan öğrencilerin, çocuklarının geleceklerine sahip çıkan velilerin ve güvencesiz çalışma koşullarına mahkum edilmek istenen öğretmenlerin katıldığı eylemde yasanın zorbalıkla meclisten geçirildiği hatırlatıldı, 4+4+4’ün
uygulatılmayacağı sözü verildi. Meclis, piyasaya çocuk işçi yetiştirilmesini, küçük yaştaki kız çocuklarının evlenmesini, okulların öğretmenler yerine imamlarla doldurulmasını hedefleyen yasaya karşı tüm gücüyle mücadele edeceklerini ilan etti. Meclis adına basın açıklamasını okuyan iki çocuk velisi Fadime Demirtaş, okulların kapandığı bir günde çocuklarının sevinçlerini paylaşma isteklerinin AKP yüzünden kursaklarında kaldığını ifade etti. “4+4+4 patronların ve cemaatlerin yasasıdır. Eğitimle ilgisi olmayan bir başbakan ve Milli Eğitim Bakanı, Dünya Bankası’ndan aldıkları sistemi önümüze sürüyorlar” diyen Demirtaş, tüm velileri, öğretmenleri ve öğrencileri Eğitim Hakkı Meclisleri’nde bir arada mücadeleye çağırdı. AKP’YE KARNESİ VERİLDİ Meclis üyeleri AKP’nin karnesini de kamuoyuyla paylaştı. Kadın düşmanlığı ve cinsiyetçilikten 5 alan AKP, 4+4+4 yasası, süt skandalı, evrim karşıtlığı, tiyatroları özelleştirme girişimi, HES gibi icraatları nedeniyle toplama çıkarma, pedagoji, beslenme, fen bilgisi, sanat ve çevre derslerinden
0 aldı. Eylemde Ümraniye Halkevi’nin çocuk korosu “Sen de dur de 4+4+4’e” şarkısını seslendirirken, okulu imam hatibe dönüştürülmek istenen bir başka çocuk da “Okulumu seviyorum” diye haykırdı. Parasız eğitim mücadelesini yumurtalı eylemleriyle yükselten Öğrenci Kolektifleri de “Okumuş İnsan Halkın Yanındadır” bilinciyle mücadeleye katkıda bulunacağını açıkladı. MEB ÖNÜNDEN MEYDAN OKUNDU Ankara Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi de gerici ve piyasacı eğitimi kabul etmeyeceklerini, yasayı uygulatmayacaklarını MEB önünde haykırdı. Çok sayıda çocuğun “Geleceğimi teslim etmeyeceğim”, “Okulumu seviyorum”, “Daha çok küçüğüm, nasıl okula gideceğim” dövizleri taşıdığı eylemde meclis üyeleri, mahallelerde ve okullarda topladıkları imzaları bakanlığa taşıdı. Bakanlık önünde yapılan basın açıklamasını Mamak Demokrasi İlköğretim Okulu velilerinden Gonca Yemilli okudu. Yapılan basın açıklamasında çocukların gelecekleriyle oynandığı, umutların köreltilmek istendiği belirtildi. Eğitim Hakkı
Meclisi, çocukların ruh sağlığı ve gelecekleri ile ilgili ailelere söz hakkının tanınmadığını, din dersinin artırılarak baskının ve ayrımcılığın yoğunlaştırıldığını, okulların parçalandığını, öğretmenlerin sürgün edildiğini belirtti. Basın açıklamasının ardından toplanan binlerce dilekçe bakanlığa teslim edildi. MECLİSLER DÖRT BİR YANDA SÖZ VERDİ Eğitim alanındaki AKP karanlığına karşı ülkenin dört bir yanında kurulan Eğitim Hakkı Meclisleri, karne gününü eylem gününe dönüştürdü. İzmir’de eski Sümerbank önünden İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne yürüyen veli, öğrenci ve öğretmenlere çevreden de çok sayıda kişi eşlik etti. Müdürlük önünde yapılan basın açıklamasında bilim insanlarının ve eğitimcilerin tüm itirazlarına karşın eğitim sisteminin baskı ve zorbalıkla gericileştirildiği vurgulandı. Çanakkale’deki meclis üyeleri de kordon boyunca yaptıkları yürüyüşü AKP İl Binası önünde sonlandırdı. Polisin yürüyüşü engelleme çabalarına “Biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız, ya siz?” diyerek yanıt veren Çanakkaleliler, öğretmenlerin tahsildar, öğrenci ve
velilerin müşterileştirilmesine izin vermeyeceklerini ifade ettiler. 4+4+4’e karşı Bursa’daki eylem ise Eğitim-Sen’in çağrısıyla gerçekleşti. İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde yapılan basın açıklamasında Ömer Dinçer maskesi takan bir liseli, “Tayyipname” adlı fermanı okuduğu bir skeç gerçekleştirdi. Eğitim-Sen Şube Başkanı Hasan Özaydın’ın okuduğu açıklamada ise kamusal eğitimin zayıflatıldığı vurgulandı. Özaydın “4+4+4, Sağlıka Dönüşüm Programı gibi bir bütün olarak ticarileştirme, gericileştirme anlamına gelir” dedi. Kocaeli Eğitim Hakkı Meclisi de Barış ve Demokrasi Parkı’ndaki basın açıklamasında ise zor koşullarda yaşayan emekçilerin, bu yasayla çocuklarını okutamaz hale getirildiği belirtildi. Hatay Halkevi Eğitim Hakkı Meclisi, Ulus Meydanı’ndaki açıklamasında tüm Hataylıları eğitim hakkına sahip çıkmaya, meclislerde mücadeleye davet etti. Piyasacı, gerici, cinsiyetçi eğitime karşı bir mücadele çağrısı da Antalya’da yapıldı. Antalya Halkevi Eğitim Hakkı Meclisi de İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde AKP’nin son dönemde yoğunlaştırdığı gericileştirme politikalarına dikkat çekildi.
‘Geleceğimizi kararttırmayız’ Gülseven Çetin (Bahçelievler E¤itim Hakk› Meclisi): Güvencesiz iflçi yetifltirmek isteyen 4+4+4 sistemini kurarken ne biz velilere ne ö¤retmenlere ne de bilim insanlar›na dan›flt›lar. Milyonlarca yoksul ö¤renciyi düflünmeden karar› patronlarla birlikte verdiler. Onlar›n tuzu kuru çocuklar› ABD’de kolejlerde okuyor, ama bizim çocuklar›m›z yoksullu¤a mahkum ediliyor. Çocuklar›m›z›n düflünmesini, sorgulamas›n›, hatta hayal kurmas›n› bile engellemek
istiyorlar. Ama biz okullar›m›z›, çocuklar›m›z› onlara teslim etmeyece¤iz. Hayat›m›z› karartacak bu sisteme dur diyece¤iz. Çocu¤u olan olmayan herkesi, bu sisteme dur demeye ça¤›r›yorum.
Veliler: ‘Okulumuza sahip çıkıyoruz’ Karne günü okullarda neşeyle atılan ‘Karnemizi isteriz’ sloganı yerini, “Okuluma dokunma” sloganına bıraktı. Veliler, okullarına sahip çıkmak için eylemdeydi
K
arne gününde Ankara ve İstanbul’da kent merkezlerinde yapılan kitlesel eylemlerin yanı sıra okulların önleri de eylem alanına dönüştü.
Üstte Ankara Mamak, Aç›kal›n’da önünde eylem yapan veliler. Altta: ‹stanbul Kas›mpafla’da Tayyip Erdo¤an’›n çocuklar›n›n okudu¤u ilkokul önünde eylem yapan veliller.
Eğitim Müdürlüğü’ne vereceklerini de ilan etti.
ŞİŞLİ’DE VELİLER: ‘OKULUMA DOKUNMA’ İstanbul Şişli’de 19 Mayıs İlköğretim Okulu’nun imam hatibe dönüştürüleceğini öğrenen veliler, öğrenciler ve öğretmenler tepkilerini bir eylemle gösterdi. Eğitim-Sen 3 Nolu Şube ve SES İstanbul şubelerinin de destek verdiği eylemde yaklaşık 300 kişi “Okuluma dokunma” diye haykırdı.
GAZİLİ VELİLERİN EYLEMLERİ SÜRÜYOR İstanbul Gazi Mahallesi’ndeki Gazi İlköğretim Okulu’nda okullarının dağıtılmasına ve 4+4+4 eğitim sistemine karşı basın açıklaması düzenleyen veliler, gerici ve piyasacı uygulamalara müsaade etmeyeceklerini belirtti. Açıklamada “5-6 yaşındaki çocuklarımızı okula göndermeyeceğiz. Zorunlu din dersine girmeyeceğiz. 4+4+4 eğitim sistemine hayır diyoruz” denildi.
‘KUMSAL’DA İMAM HATİP İSTEMİYORUZ’ Küçükçekmece İç Kumsal İlköğretim Okulu velileri de okullarının “imam hatipleştirme” kapsamında olduğunu duyunca eyleme geçti. Okul müdüründen konuyla ilgili bir bilgi alamayan veliler, yaptıkları basın açıklamasında okulu 1970 yılında el birliğiyle yaptıklarını söyledi. Eylemde “Kumsalda imam hatip istemiyoruz”, “Okulumuz bizimdir söke söke alırız” sloganları atıldı. Veliler, topladıkları imzaları 11 Haziran günü bir eylemle İl Milli
MAMAK’TA VELİLER YÜRÜDÜ Okul eylemlerinden birisi de Ankara Mamak’taki Açıkalın İlköğretim Okulu’nda gerçekleşti. “Okuluma dokunma” vurgusunun yapıldığı eylemde veliler 4+4+4 ile birlikte gelen okulların imam hatibe dönüştürülmesi, din dersinin yoğunlaştırılması, küçük yaştaki çocukların okula gönderilmesi gibi uygulamaları protesto etti. Veliler, diğer velileri ve öğretmenleri de mücadelelerinde yanlarında görmeye çağırdı. Eyleme Demokrasi İlköğretim Okulu’ndan veliler de katıldı.
‘Sıraları değiştiririm olur’ Okullar›n›n bir bölümünün imam hatip lisesine dönüfltürülmesine tepki gösteren ‹stanbul Fatih'teki Ali Kuflçu ‹lkö¤retim Okulu velileri Milli E¤itim Müdürlü¤ü önünde eylem yapt›. ‹l Milli E¤itim Müdürü ile görüflen veliler okullar› hakk›nda müfettifller taraf›ndan ilkö¤retim okulu için uygundur' raporunu
hat›rlat›nca, müdür “Benden daha iyi mi bileceksiniz, s›ralar› de¤ifltiririm olur biter” yan›t›n› verdi. Görüflmenin ard›ndan aç›klama yapan veliler dilekçelerinin takipçisi olacaklar›n› ayn› zamanda okullar›n› savunmaya devam edeceklerini belirtti.