E¤itim hakk› mücadelesinde tatil yok direnifl var 2012-2013 eğitim yılı sona yaklaşırken gerici-piyasacı 4+4+4 sistemine karşı direniş büyüyor. Veliler, öğretmenler, öğrenciler okul dönüşümlerine karşı harekete geçiyor 4+4+4 sisteminin getirdiği okul dönüşümleri netleşti. Bakan Nabi Avcı’nın emri ile Valilerin okulları imam hatiplere dönüştürme, ilk ve ortaokulları ayırma kararlarını arka arkaya almaya başlaması yüzbinlerce öğrencinin ve öğretmenlerin sürgün edilmesi anlamına geliyor. Yıl boyunca okullardaki gericileştirme uygulamalarına, 4+4+4 sistemine karşı mücade-
le eden veliler, öğretmenler, öğrenciler okul dönüşümleri adı altında ilerleyen saldırıya karşı yanyana geliyor. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri toplantı çağrıları, bildiri dağıtımları, okul önü eylemleri ile mücadeleyi büyütüyor. “Okullarımızı AKP’ye teslim etmiyoruz” diyenler Adana’da okul boykotu yaptı. Trabzon’dan Batman’a Bursa’dan Alanya’ya okul eylemle-
riyle direnişe geçti. İstanbul’da Gazi ve Gültepe İlköğretim Okullarında süren mücadele İstanbul’un diğer ilçelerindeki okullara yayılıyor. Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisleri 5 Haziran KESK grevine eğitim hakkı mücadelesi talepleriyle katılacak. Okulların kapandığı 14 Haziran “Karne günü eylem günü” diyen veli, öğretmen ve öğrencilerin eylemlerine sahne olacak.
30 May›s 2013• 1,25 TL
Y›l 8 • Say› 184
AKP’nin baskıları sokakta sökmüyor AKP’nin her alanda bask›lar› art›yor. Taksim yasaklar›, 4+4+4 sistemi, eme¤e yönelik güvencesizlefltirme sald›r›lar›...
Bask›lar karfl›s›nda kentine, do¤as›na, okuluna, eme¤ine ve gelece¤ine sahip ç›kanlar sokaklar› daha fazla dolduruyor
Onlar›n anlad›¤› dilden konuflaca¤›z: ‘‹nfla ve ihya dönemi’ne karfl› sokaktay›z! S. 3
‘Toplumsal, demokratik bar›fl için inisiyatif al›yoruz’ Kürt sorununun demokratik çözümünün taraf›nda, inisiyatif alan sol, Demokratik Bar›fl ‹nisiyatifi’ni kurdu. S. 3
Halifenin kadehi... 33 y›l iktidarda
Erdoğan, İstanbul’u fethedemiyor Sermayenin fethi için ‹stanbul turuna ç›kan Erdo¤an karfl›nda, kentsel ya¤ma politikalar›na karfl› direnenleri buldu. Taksim’in yayalaflt›r›lmas›na karfl› Gezi Park›’na dozer giriflini engelleyen ‹stanbullular gece gündüz nöbet tuttu. 3. Köprü temel atma törenine kat›lmak için Sar›yer’e gelen AKP
kalan II.Abdülhamit, 1908’de ne ay›k ne de k›yak kafayla çekilir hale gelince “1908 Türk Devrimi” olarak da bilinen II. Meflrutiyet hareketi patlak verdi S. 13
heyetleri 3. köprü ve taksim gezi park›ndaki a¤aç katliam›n› protesto eden pankartlarla karfl›lad›. Göstermelik tapu vermek için Okmeydan›’na gelen Baflbakan Erdo¤an karfl›s›nda kentsel dönüflüme karfl› bar›nma hakk›n› savunan Okmeydan› halk›n› buldu.
Emekçinin öfkesi büyüyor, grev ufukta Emekçilerin öfkesi büyüyor. Sar› sendikalar bile iflçilerin tepkisini azaltam›yor. Hava-‹fl’in 15 May›s’ta THY’de bafllatt›¤› grev sürüyor. Metal iflkolunda y›llar›n sar› sendikas› Türk Metal, iflçilerin tepkisi karfl›s›nda grev karar› almak zorunda kald›. Madende Genel
Hopal›lar 31 May›s’ta, Hopa direniflinin ve Metin Lokumcu'nun katledilmesinin ikinci y›l›nda “Derelerimize, suyumuza, gelece¤imize ve Metin Ö¤retmen’imize sahip ç›k›yoruz" diyerek eylem yapacak ve Lokumcu’nun an›t mezar› ayn› gün aç›lacak.
Ferda Koç / Sayfa 4
Banu Serveto¤lu / Sayfa 4
Mehtap Y›lmaz / Sayfa 6
Y›ld›r›m Koç’a yan›t
AKP’nin yeni bask› ayg›t› SUT neler emrediyor?
Maden-‹fl, HEMA’daki toplu ifl sözleflmesinde üyelerini ikna edemiyor. 5 Haziran’da “AKP’yi uyar› grevi” ilan eden KESK de grev kervan›na eklendi. D‹SK, 15-16 Haziran’›n y›ldönümünde geçmifli bugüne tafl›maya kararl›. S. 8-12
Dilflat Aktafl / Sayfa 10
‘Söyleyecek sözümüz var’
‘Hesap soraca¤›z’ AKP’nin Reyhanl›’daki sansürü ve kara propagandas› toplumsal muhalefet taraf›ndan delindi. Hatay baflta olmak üzere tüm Türkiye’de “Reyhanl›’n›n katili AKP’dir” slogan› hayk›r›ld› S. 11-16
2
THY GREVİ 30 May›s 2013 / 12 Haziran 2013
Halk›n Sesi
THY’de AKP-polis-medya ablukası
DAĞITILACAK! AKP’li bakanlar grev k›r›c› gibi çal›flsa da THY Yönetimi iflçileri tehdit etse de polis bask›s› da olsa iflçiler kararl› durufluyla bu ablukay› da¤›tacak! ‘B‹RB‹R‹M‹Z‹ AMELE YANI⁄IMIZDAN TANIYORUZ’: Bütün gün süren vardiyal› nöbetlerde her Hava-‹fl üyesi yak›c› günefli tatt›. Art›k her grevci iflçi birbirini “amele yan›klar›ndan” tan›yor. ALP TEK‹N BABAÇ
H
ava-İş ile THY arasındaki 24’üncü dönem toplu iş sözleşmesinde anlaşmazlık çıkmasının ardından Hava-İş 15 Mayıs günü greve çıktı. Grev, THY’nin yoğun bir yalan bombardımanı ve polis ablukasıyla başladı. THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu 15 Mayıs günü sabah saatlerinde “Grev etkisiz oldu” açıklamasını yaptığında medya “Uçuşlar yapılıyor” haberleri vermeye başladı. Grevin uçuşlara etki etmediği yönündeki haberler Hava-İş’in yaptığı açıklamayla tuz buz oldu. Grevin ilk günü iptal edilen uçuş sayısı 218 idi. Grev sürdükçe katılımlar da arttı. Yurtdışı seferlerinden dönen uçucu personel greve katılmaya başladı. Yurt içi uçuşlarını tamamlayanlar indikleri kentlerden otobüslerle İstanbul Atatürk
Havaalanı’na geldi. Bazı çalışanlarsa evlerinden çıkmadı. Atatürk Havaalanı’nda gün içinde 1.000 – 1.500 arası personel var. Bu personelin 500’ü grev alanında; evlerinden çıkmayanlar da düşünüldüğünde grevin boyutlarının THY’nin yansıttığı gibi olmadığı anlaşılıyor. Nitekim grev ilerledikçe sıkışan THY değişik numaralar denemeye başladı. THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu, grevin etkisiz olduğu yönündeki açıklamalarını sürdürürken THY Yönetimi greve katılan çalışanları telefon ve cep telefonu mesajlarıyla tehdit etmeyi sürdürdü. THY’DEN SMS: “Grev k›r›c›l›k yapmak ister misiniz” Geçen sene grevi yasaklayan yasaya karşı yapılan bir günlük eylem sonrasında THY, 305 işçiyi işten çıkardığını cep telefonu mesajıyla bildirmişti. Hava-İş
üyeleri telefonlardan vasıtasıyla yapılan bu tür baskıları, telefon mesajlarını kamuoyuyla paylaşarak etkisiz hale getiriyor. İşçiler, kendilerine gelen mesajın fotoğrafını çekip internete servis ediyor. THY, telefon yoluyla başka numaralar da denedi. THY Yönetimi, müşterilerine “Türkiye’yi keşfetmek ister misiniz?” mesajları göndermeye başladı. Müşteriler de tıpkı işçiler gibi bu mesajı sosyal medya üzerinden paylaştı. Yapılan paylaşımlarda “Hani grev etkisizdi neden şimdi THY böyle bir reklam yapma ihtiyacı duydu” şeklindeki yorumlar da ağırlık kazandı. Telefon yolu sökmeyince THY, Hava-İş’i görüşmeye çağırdı. THY, mevcut toplu iş sözleşmesinde yer alan tekliflerine hiçbir ek yapmadı. Hava-İş de taleplerini yineleyerek grevi sürdüreceğini açıkladı. THY Yönetimi, grevin 8’inci gününde “grevde geçen 8 günün
ücretli izinden sayılacağını” belirterek işçilerin grevi bırakmasını istedi. THY’nin grev öncesinde işçilere yaptığı “çağrılarda” greve katılmayanların mağdur edilmeyeceği, toplu sözleşmeden yararlanacakları duyurulmuştu. Ancak Hava-İş üyelerinin bir önceki toplu iş sözleşmesi sürecinden THY’nin bu tür yalanlarına karnı toktu. THY-AKP GREV‹N ‹LK GÜNÜNDEN BER‹ EL ELE THY grevinin etkisi arttıkça, işverenin arkasındaki AKP desteği de belirginleşti. THY’nin borazanlığını yapan egemen medya daha ilk günden yaptığı yalan ve kirli haberlerle “Ben patrondan yanayım” demişti. Fakat grev ilerledikçe AKP’liler de saflarının patronun yanı olduğunu açıktan ifade etmeye başladı. Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, “Bu kadar
Hava-İş’in talepleri
En az personelle çok uzun uçu fl sür ele ri gerçeklefltirme tutumundan değerli bir kurumda grev olmaz, çok zarar ederiz” derken ilerleyen vazgeçilmeli. günlerde açıklama yapan Dinlenme süreleri için, bilims Ulaştırma Denizcilik ve el ölçütler uygulanmal›; uzun mesaf Haberleşme Bakanı Binali elerde 24 saate indirilen dinlenme sür Yıldırım şunları söyledi: “Grev esi fiilen bitti, işçiler de artık yeniden 36 saate ç›kar›lmal›. bıraksın.” Yıldırım’a göre grevi Part time çal›flanlar toplu yapan işçiler değil. Yıldırım bu sözleflme kapsam›na al›nmal›. açıklamaları yaptığı sırada THY Yönetimi de grevin amacını Kazan›lm›fl sendikal haklar aştığını söyleyerek grev geriye götürülmemeli, korunmal›. hakkında dava açacağını duyur Eski personellerin k›dem du ve 23 Mayıs’ta İstanbul 2. İş intibaklar› yap›lmal›. Mahkemesi’nde dava açtı. Sa¤l›klar›n›n korunmas› için isti MA⁄DUR BAKAN... rahat raporu alanlar iflten ç›kar›l maYıldırım’ın “fiilen bitti” demal›. diği grev Ekonomi ve Kalkın Kad›n çal›flanlar›n saç›, ruju, ma Bakanı Zafer Çağlayan’ı da vurdu. Grev kırıcılığı yapan giyimi ile ilgili olarak yönetmelik tek Bakan Çağlayan, programına tarafl› de¤ifltirilmemeli, bu konuda THY yüzünden geç kaldığını sendikan›n onay› al›nmal›. belirterek “THY’ye hakkımı helal etmiyorum” dedi.
Dayanışma turları THY’nin yasad›fl› bir flekilde personel çal›flt›rmas› da uçufllar› aksat›yor: Galatasrayl› futbolcu Didier Drogba, THY Londra seferini yapan uça¤›n fliflme kayd›ra¤›n›n kabin amirinin hatas› nedeniyle patlamas› yüzünden rötarl› uçtu.
Senegal’in baflkenti Dakar’a uçmak isteyen ABD’li bir aile ertesi gün kendilerini Dakar yerine Bangladefl’in baflkenti Dakka’da buldu.
Nereden nereye... THY, 200 kiflilik uçucu personel eksikli¤i uçufl güvenli¤i tehlikeye at›larak gideriliyor. Uçufl e¤itimini tamamlamam›fl personel bir anda uçucu personel oluyor. Sivil k›yafetli kifliler polis yard›m›yla uçufl ekibine dahil ediliyor. Yasa gere¤i grev d›fl› personeli yeterli dinlenme süresi tan›madan uçufllarda görevlendiriyor. Hukuksuzluklar karfl›s›nda Hava‹fl’in tüm baflvurular› ise yan›ts›z b›rak›ld›. Hava-‹fl’in grevde yasa gere¤i çal›flacak personelin isim listesini talep eden dilekçesi ‹fi-
KUR taraf›ndan yan›tlanmad›. THY’de grevdeki personelin yerine di¤er havayolu flirketi personellerinin çal›flt›¤›n› ve sivil k›yafetli kiflilerin de uçufllara al›nd›¤›na dair istedi¤i tespit çal›flmalar› da bafllat›lmad›. Hava‹fl’in uçufllarla ilgili uygunsuzluklar› 15, 16, 20 ve 23 May›s tarihlerinde resmi yaz›yla görevli makama iletmesine ra¤men bir karfl›l›k verilmedi.
Polis bask›s› ve medya deste¤iyle ilk gün oluflturulmaya çal›fl›lan bask› giderek da¤›ld›. Hava-ifl üyelerinin deste¤inin artmas›yla iflçilerin sloganlar› daha da gür ç›kmaya bafllad›. Moralin yükselmesinde kuflkusuz sendikan›n direniflteki kararl›l›¤›n›n yan› s›ra destek ziyaretlerinin de pay› büyük. Toplumsal muhalefet bileflenleri Atatürk Havaalan› D›flhatlar Terminali önünü adeta ezberledi. Grevin ilk günü ziyarete giden Halkevleri üyelerinin bulundu¤u metro, havaalan›na bir durak kala durduruldu. Halkevciler metro dura¤›ndan havaalan›na kadar yolu trafi¤e kapatarak alk›fl ve sloganlarla yürüdü.
Dayanışma büyüyor THY grevine destek için Sendikal Güç Birli¤i, D‹SK, KESK, TTB, Eczac›lar Odas› ve TMMOB’a ba¤l› odalar›n ‹stanbul flube baflkanlar›n›n kat›ld›¤› bir toplant› gerçek-
Türkiye’ye hoşgeldin “Türkiye’nin nesi meşhur?” sorusuna bu sıralar yurtdışından İstanbul Atatürk Havaalanı’na gelenlerin yanıtı kuşkusuz “polis” olurdu. Hava-İş grev kararını astıktan sonra 3 bine yakın çevik kuvvet polisi Atatürk Havaalanı’na görevlendirildi. Havaalanı polisi varken çevik kuvvet desteği isteyen THY yönetimi’nden başkası
lefltirildi. Toplant›dan eylem kararlar› ç›kt›. Kararlar flu flekilde: ‹stanbul’daki iflçi örgütleri ve meslek odalar› üyeleri çok genifl kat›l›mla hep birlikte 2 Haziran Pazar günü kitlesel bir flekilde THY iflçilerinin grev alan›na saat 13.00’de ziyarette bulunacak. Önümüzdeki hafta tüm gazetelere
değildi. Polis, THY Genel Müdürlüğü binasını koruma altına aldı ancak polisin esas misyonu grevcilerin toplumla temasını engellemekti. Polis bunun için grevci işçilerle greve çıkmayan işçilerin ve yolcularla grevdeki işçilerin buluşmaması için elinden geleni yapıyor.
tam sayfa havayolu emekçilerinin yan›nda olundu¤una dair gazete ilanlar› verilecek. Bütün iflyerlerinde flimdilik 5 dakikayla bafllayan ifle geç bafllama eylemleri yap›lacak. Greve destek ça¤r›lar›n›n oldu¤u 100 bin bildiri da¤›t›lacak ve her yere afifllemeler yap›lacak.
3
GÜNDEM 30 May›s 2010 / 12 Haziran 2013
Halk›n Sesi
‘Toplumsal ve demokratik barış için inisiyatif alıyoruz’ “K
ürt sorununun demokratik çözümünün tarafında, AKP’nin gerici siyasal hedeflerinin karşısındayız” diyen aydınlar, emek ve meslek örgütü, demokratik kitle örgütü ve Alevi örgütleri temsilcileri “Toplumsal ve Demokratik Barış İnisiyatifi”ni kurdu. İnisiyatifin kuruluşu 20 Mayıs 2013’te Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nde gerçekleştirilen basın toplantısı ile ilan edildi. DİSK Genel Başkanı Kani Beko, KESK Genel Sekreteri İsmail Hakkı Tombul, Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy, ÖDP Eş Genel Başkanı Alper Taş, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez, Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Doğan Demir, Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Başkan Yardımcısı Servet Demir, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Genel Başkanı Turgut Öker,
SODEV Genel Başkanı Erol Kızılelma’nın da aralarında bulunduğu kurucular adına İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu toplantıda İnisiyatifin ilkelerini açıkladı. KÜRT HALKININ YANINDA, EMEK, HALK, KADIN DÜfiMANI AKP’N‹N KARfiISINDAYIZ Kalıcı bir inisiyatif örgütlediklerini belirten Çerkezoğlu, bir araya geldikleri genel ilkeler etrafında çaba harcamak isteyen herkesi inisiyatifle birlikte yürümeye, Kürt sorununun demokratik çözümü için sürece soldan, emekten yana aktif biçimde müdahil olmaya çağırdı. Çerkezoğlu konuşmasında bu dönemin, Türkiye halklarının eşitlik, özgürlük, adalet içerisinde, bağımsız, demokratik, laik bir Türkiye’de yaşaması hedefine doğru başarılı bir yürüyüşe dönüşebilmesi için inisiyatif aldıklarını belirtti. Kürt sorunu tüm toplumun ortak
sorunu olarak ele aldıklarını açıklarken, inisiyatifin amaçlarından birinin toplumsal zeminlerde halkların tarafı olduğu gerçek bir barışı güçlendirmek olduğunu söyledi. İnisiyatif’in sürece yaklaşım konusunda en belirgin vurgularından biri de AKP’ye karşı mücadele oldu. Türk ve Kürt halkları arasında düşmanlık duygularını yaymaya çalışanlara karşı çıkarken aynı zamanda AKP’ye, onun emek, halk, kadın ve doğa düşmanı politikalarına ve gerici siyasal projelerine karşı mücadelenin de sürdürüleceğinin altı çizildi. AKP’nin halkların barış ve kardeşlik özlemlerini neoliberal-İslamcı bir rejim inşaası hedefi doğrultusunda kullanmaya çalışmasına izin verilmeyeceği belirtildi. BARIfiIN TEK GÜVENCES‹ SOL İnisiyatif kurucuları toplantıda gerçek bir barışın inşa edilmesi için Ortadoğu’da her türlü emperyalist
müdahaleye, AKP'nin bölgeyi savaşlara sürükleyecek stratejilerine karşı mücadele etmek gerekliliğini temel bir ilke olarak ortaya koydu. “Türk ve Kürt halkları arasındaki ilişkinin eşitlik, özgürlük temelinde, demokratik birlik şeklinde gerçekleşmesinin tek güvencesi; soldur” diyerek yola çıkan İnisiyatif; ilk adım olarak katkı sunacak herkesi kapsayacak bir çalışma planlayacak. Deklarasyonun imzaya açılması, sürecin tarafları olan kesimlerle görüşmeler yapmak, Kürt sorununun demokratik çözümüne dönük bir mücadele sürecini örgütlemek için kent merkezlerinde, mahallelerde ve işyerlerinde toplantılar, paneller düzenlenmesi, eylemlerle sürece müdahil olma İnisiyatif’in programı arasında yer alıyor. Ayrıntılar aşağıdaki adreslerden takip edilebilir. https://twitter.com/Toplumbaris https://www.facebook.com/toplumsalvedemokratikbarisinisiyatifi
Hopalılar Metin öğretmene sahip çıkıyor Hopalılar 31 Mayıs’ta, Hopa direnişinin ve Metin Lokumcu'nun katledilmesinin ikinci yılında “Derelerimize, suyumuza, geleceğimize ve Metin Öğretmen’imize sahip çıkıyoruz" diyerek eylem yapacak ve Lokumcu’nun anıt mezarı aynı gün açılacak.
İkili müzakere değil, ezilenlerle devlet arasında mücadele AKP’nin halkı seyirci haline getirerek “çözüm” sürecini tek taraflı ve kendi siyasal projelerine bağlantılı ilerletme çabasına Barış ve Demokrasi Konferansı’ndan yanıt geldi: Bu soruna tüm ezilenler taraftır, barış mücadelesini AKP hedeflerinden bağımsız biçimde yükselteceğiz”
B
arış ve Demokrasi Konferansı 500'ü aşkın akademisyen, sanatçı, yazar, aydın, demokratik kitle örgütü ve siyasi parti temsilcisinin katılımıyla 25-26 Mayıs tarihinde Ankara Sürmeli Otel’de gerçekleşti. Yaşar Kemal, Tarık Ziya Ekinci, Vedat Türkali, Murathan Mungan, Prof. Dr. Gençay Gürsoy’unda aralarında bulunduğu heyetin çağrıcılığında düzenlenen Konferans, Kürt sorununun çözümünde taraf olan toplumsal kesimleri, emek hareketi temsilcilerini, kadınları, Alevileri, sosyalist, sol güçleri ve Kürt siyasal hareketi temsilcilerini biraraya getirmesi ve ortak bir tartışma zemini oluşturması bakımından bir ilk olma özelliği taşıyor. Konferansın ilk gününde, açılış konuşmalarının ardından paralel oturumlar gerçekleştirildi. Atölyelerde yürütülen tartışmaların Konferansa aktarıldığı ikinci gün ise katılımcılar konuş-
malarıyla sürece nasıl yaklaştıklarını ifade ettiler. “ÇÖZÜM” SÜREC‹N‹ ‹ZLEMEK VE YÖNLEND‹RMEK ‹Ç‹N HAREKETE GEÇ‹LD‹ Barış ve Demokrasi Konferansı’nda aynı zamanda paralel oturum başlıkları olan “Hakikat, Yüzleşme ve Adalet”, “Hukuk, Yol Temizliği ve Yeni Anayasa”, “Toplumsal Müzakere ve Demokratik Siyaset” konularında komisyonlar oluşturuldu. Konferans’ın çalışmalarına bu komisyonlar ve bunlar arasında oluşturulacak koordinasyonla devam etmesine karar verildi. MÜZAKERE KÜRTLERLE, DEVLET ARASINDA DE⁄‹L DEVLETLE TÜM EZ‹LENLER ARASINDA Barış ve Demokrasi Konferansı Sonuç Bildirgesi’nde; başlatılan müzake-
releri doğru bir yönde ilerletmek, kalıcı bir barışı tesis etmek, Konferans’ta da temsil edilen tüm toplumsal kesimlerin ve bireylerin hepsinin hak ve özgürlüklerini kapsayacak eşit ve ortak bir demokratik gelecek kurmak için birlikte hareket etmeye karar verildiği vurgulandı. Amaç çözüm inisiyatifini geliştirmek, toplumsallaşan bir barış hareketi örmek. Konferansın en önemli vurgularından biri ise “Müzakerelerin devletle Kürtler arasında değil devletle tüm ezilenler arasında süren bir mücadele olduğu” oldu. Bildirgede, kalıcı bir barış için çoğulcu, eşitlikçi ve özgürlükçü bir demokrasiyi bütün kurumlarıyla oluşturmak ve buna işlerlik kazandırmanın gerektiği vurgulandı. Eşit yurttaş olmanın gereği olarak halkların dil, kültür, inanç ve kimlik haklarının pazarlık ko-
nusu haline getirilemeyeceği ifade edildi. Konferans’taki vurgulardan bir diğeri de AKP’nin bu sürece yüklediği anlam ya da istediği politik sonuçlardan bağımsız olarak barış mücadelesini yükseltmenin, müzakere sürecini takip etmenin ve Kürt halkının yanında yer almanın görev olarak tanımlanması oldu. Reyhanlı katliamının da gündem olduğu Konferans’ta barış ve müzakere sürecinin, bölgede ve Ortadoğu’da barış mücadelesinden soyutlanarak ele alınamayacağı ifade edildi. Konferasn sonuçlarından biri de barış mücadelesinin toplumsal dayanaklarının geliştirilmesi ve müzakerelerin toplumsallaşması gerekliliği oldu. Diyarbakır, Brüksel ve Erbil’de Kürt sorununda çözüm süreci ile ilgili üç konferans daha yapılması planlanıyor.
Onlar›n anlad›¤› dilden konuflaca¤›z: ‘‹nfla ve ihya dönemi’ne karfl› sokaktay›z! ayyip Erdoğan’ın iktidar dönemi boyunca en çok şikayet ettiği konu vesayet rejimi idi. Askerin siyaset üzerindeki vesayeti, laiklerin toplum üzerindeki vesayeti, bürokratların siyasiler üzerindeki vesayeti ... AKP ile (değişen) yeni bir vesayet türü geldi: dinin her şey üzerindeki vesayeti. AKP ile değişmeyen ise ABD’nin tüm ülke üzerindeki vesayeti. Son bir ayda yaşananlar ABD’nin ülke ve bölge halkları üzerindeki tahakkümünü bir kez daha kanıtladı: Kendisi için işler yolunda gitmediğinde müdahale ederek, işler yolundaysa bile denetimi elden hiç bırakmayarak. Dış politikadan, ekonomiye, siyasete kadar her şeye… Tayyip Erdoğan’ın aylardır beklediği Beyaz Saray randevusu sonunda gerçekleşti; ancak randevu sonunda anlaşıldı ki ErdoğanDavutoğlu ikilisi süreci yanlış okumuş; daha doğrusu daha önce tam gaz cepheye sürülen bu ikili değişen süreçten haberdar edilmemiş. ABD, Suriye konusunda asıl önemli etken olan Rusya ile anlaşmış ve yeni bir planı devreye sokmuş bile. Erdoğan-Davutoğlu ikilisi gelişmelerden bihaber, daha giderken uçakta yaptıkları açıklamaları bir gün sonra yalayıp yutmak zorunda kaldılar. “Cenevre Konferansı gibi girişimlerden bir şey olmaz” diyen Tayyip’e ABD’nin yanıtı, Rusya ile birlikte örgütledikleri 2. Cenevre Konferansı oldu. Bu konferans haziran ayı içinde yapılacak. Ve Obama’nın Erdoğan’a verdiği talimat da Rusya’nın çözüm önerilerine destek olması. Bu “yola getirme” operasyonunun “ufak” bir de teşvik primi oldu. Ziyaretin gerçekleşeceği gün
T
Türkiye’nin uluslararası kredi notu yükseltildi. (Moody's'in kredi notunu yükseltmesinden sonra Japon kuruluşu JCR de kredi notunu yükseltti.) Bu aslında AKP’nin ekonomi yönetimine hatırı sayılır bir destek; çünkü seçimler öncesi ekonomik başarıya daha doğrusu harcayacağı bol paraya ihtiyaç duyan AKP için ABD’nin bu “ucuz kredi” desteği, seçim döneminde AKP’ye verilmiş doğrudan bir siyasi destek aynı zamanda. Dış politikaya ve ekonomiye yapılan bu müdahale, AKP’nin Suriye politikasına yeni bir ayar vermede etkili olacaktır. Ancak AKP’nin Esad muhalifleriyle girdiği ilişkiler tam bir fiyasko. Mayıs ayı içinde Suriye Muhalefet Koalisyonu’nun İstanbul’daki dört günlük toplantısında hiçbir konuda anlaşılamadığı gibi yeni ayrım noktaları oluştu. AKP’nin El Nusra Cephesi gibi İslamcı militanları nasıl kontrol edeceği de ayrı bir tartışma. Çünkü bunlar para ve silahla doyurularak kontrol edilebilme sınırını geçmiş durumdalar. Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Suriye’de iç savaş çıkarma siyaseti şimdiden binlerce insanın canına malolmuş, yüzbinlerce insanın geleceğini etkilemiş ve halklar arası düşmanlığı tetiklemiş durumda. AKP’nin sorumlu olduğu Reyhanlı Katliamı ise, Türkiye tarihindeki en büyük katliamlardan biri olarak şimdiden yerini aldı. Katliam üzerinden devam eden AKP-Fetullah, emniyet-MİT gerilimleri AKP politikalarında yaşanan krizin, üçlü seçim süreci nedeniyle tetiklenen iktidar içi çatışmaları büyüttüğünü gösteriyor. Açık ki bu çatışmanın ülke ve bölge halklarının yararı ile hiçbir ilgisi
yok. Her ikisi de Amerikancı. Her ikisi de halk düşmanı Açık ki Davutoğlu-Erdoğan ikilisinin iktidarı sürdükçe bölge halklarına verecekleri zarar da devam edecek. Bunu engellemenin en önemli yolu halklar, kültürler arasında sağlanacak kardeşleşme ve ortak direnme eylemleridir. Reyhanlı unutulduğunda, unutturulduğunda yeni provokasyonlar kolaylaşacaktır. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun görevinden el çektirilmesi talebi, somut bir siyasi taleptir. Bu aynı zamanda Suriye politikasının değiştirilmesi talebidir. AKP’nin Suriye konusunda beklemeye zorlanması kuşkusuz Kürt sorununun ele alınış biçimini de etkileyecek. ABD’nin Kürtlere olan ilgisi ise elbette Suriye ile sınırlı değil. Ahmet Türk’ün, Erdoğan’ın ziyaretinden hemen sonra ABD’ye davet edilmesi, Beyaz Saray, Dışişleri ve Kongre üyeleri ile görüşmelerinde sorun daha kapsamlı ele alınmıştır mutlaka. Ahmet Türk’ün Kürt sorununu sürekli Ortadoğu eksenli vurgularla ele alması, Kürtlerin ABD ile ilişkilerindeki elçisi gibi konumlanmasıyla ilgili olsa gerek! (Demirtaş’ın Avrupa eksenli bakış açılarını sürekli gündemde tutması gibi!) Ancak Kürt sorunu, ne yazık ki (!) ne ABD ne de Avrupa eksenli taraflarla çözülebilir bir sorun değil. Aynı zamanda sadece AKP’nin ve Kürtlerin taraflarını oluşturduğu bir masa ile de ulaşılacak yer sınırlıdır. Kürt sorunu, yüzlerce kez tekrarlandığı gibi, bir Ortadoğu sorunu olmakla birlikte asıl olarak bir Türkiye sorunudur, Türkiye halklarının sorunudur. Gerçek ve kalıcı bir çözüm ise bu halklar arasında gerçekleşebilir. Bunu sağlayacak
tek bakış açısı ise sosyalizmdir, bunu sağlayacak tek güç ise soldur, sosyalistlerdir. Sürecin geldiği noktada anlaşılmaktadır ki değişik bakış açıları ve değişik aktörler hızla inisiyatif almaya, sürecin gidişatı üzerinde etkin olmaya çalışmaktalar. Kuşkusuz bu konuda en belirgin olanı AKP’nin inisiyatifi. Bu dönemin popüler araçlarından olan “akil insanların” da AKP’nin yönelimlerini meşrulaştırmakta kullanılacağı aşikar. AKP’nin Kürt sorununu nasıl çözmek (!) istediği belli. Bir taraftan Kürtleri AKP’lileştirmek diğer taraftan ise sermayenin sömürü mekanizmalarını hızla o bölgeye yerleştirmek. Bunları yaparken de fırsatını bulduğu an silahlı güçleri tasfiye etmek. Bu bakış açısının değişik türlerinin Kürtler içinde de var olduğu, hatta öne çıktığı, öne çıkarılmaya çalışıldığı bir gerçek. (KCK tutukluları içinde bulunan solcuların özellikle cezaevlerinde tutulmaya devam edilmesi siyasi bir karardır.) Başta liberaller ve İslamcı “çok bilmişler” var, patronlar da sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlar. Bu sürecin Kürtler tarafındaki belki de tek güçlü dayanağı yoksul halk çocuklarından oluşmuş sosyalist gerilla gücü. Onun hegemonyası sürdüğü sürece solun çözüm perspektifi de güçlenecek. Abdullah Öcalan’ın önerdiği (!) dört konferanstan ilki Demokrasi ve Barış Konferansı 25-26 Mayıs tarihinde Ankara’da yapıldı. Kuşkusuz, (Batı’yı da içine alma noktasında) Barış Meclisi’nden sonra, bu konuda yapılan en büyük ve etkili girişim oldu. Oraya katılan 500’den fazla katılımcının Öcalan’ın çağrısına biat ederek orada bulunduğunu söylemek
elbette doğru olmaz. Konferansa katılan bir gazetecinin gözlemi belki de iki günü özetleyen en net ifade oldu: “Böyle barış-kalıcı barış akıldışılıkları arasında demokrasiyle, adaletle, yüzleşmeyle, eşitlik ve emekle bağı kurulmamış bir barışın kalıcı olamayacağını vurgulamakla önemli bir buluşmaydı bu konferans.” Ancak tüm konferansa, özellikle sonuç bildirgesine hakim olan vurgunun “müzakere süreci” olması (“Konferans katılımcıları olarak kendimizi barış ve müzakere sürecini izlemekle görevlendiriyoruz.”) önemli bir sınırlayıcı etken. Oysa asıl eksen toplumsal ve demokratik çözüm olacaksa bunun sağlanması için müzakere süreci amaç değil araçtır. Bu süreçte başta emekçiler olmak üzere halkın tüm kesimlerine anlatılacak ve doğrudan taraf olunması sağlanacak yol toplumsal çözüm sürecidir. Toplumsal kutuplaşmayı, düşmanlığı engelleyecek olan emekçilerin, halkların kardeşliğidir. Bu açıdan, başlatılan/kurulan “Toplumsal ve Demokratik Barış İnsiyatifi” önemli bir kanal açabilir. Sosyalistlerin AKP karşıtı mücadelede öncülük etmesinin kaçınılmazlığı, AKP’nin son dönemde yeniden hız verdiği “din kurallarının toplum üzerinde tahakküm kurma” girişimlerine karşı bir kez daha görülmektedir. İçki yasağı, Taksim’e Topçu Kışlası ya da cami, ilaç düzenlemeleri gibi girişimler, Tayyip Erdoğan’ın ABD dönüşü sinirlerine hakim olamayışıyla tek başına ilgili değil. AKP kadroları bu dönemin işaretlerini bir süredir zaten vermekteydiler. AKP İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu’nun mayıs ayı içinde yaptığı bir konuşmadan
kısa bir alıntı yeterli olacaktır: “10 yıllık iktidar dönemimizde bizimle şu ya da bu şekilde paydaş olanlar, gelecek 10 yılda bizimle paydaş olmayacaklar. Diyelim ki liberal kesimler, şu ya da bu şekilde bu süreçte bir şekilde paydaş oldular ancak gelecek inşa dönemidir. İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak. Çünkü inşa edilecek Türkiye ve ihya edilecek gelecek onların kabulleneceği bir gelecek ve bir dönem olmayacak.” Babuşçu’nun “müjde”sini verdiği “inşa ve ihya dönemi”nin saldırı programı sadece siyaset ve ekonomi alanıyla sınırlı değil, toplumu ilgilendiren her konu artık AKP’nin doğrudan saldırısı altında. Taksim’e yürümenin yasaklanması, taşeron yasasının gündeme alınması, sanata ve kültüre doğrudan köklü değişiklik içeren müdahaleler değişik kategorideki örnekleri oluşturuyor. Artık valiler, aldıkları emir doğrultusunda, ilköğretim okullarının imam hatibe dönüştürülmesinde mutlak bir kararlılıkla davranacaklar. Kentsel dönüşüm hızlanacak, kentsel yağma her geçen gün daha da katmerleşecek. Bu koşullarda girilen yaz ayları toplumsal muhalefete “tatil” yapma olanağı bırakmayacak çünkü AKP görüldüğü gibi tatile çıkmayacak. Eğitim hakkı mücadelesinden sağlığa, kentsel dönüşüme karşı mücadeleden taşeron yasasına kadar çok çeşitli gündemler “sokak”ta bekliyor. THY grevi hala sokakta ve sokakta kalmaya devam edecek. Kamu çalışanları 5 Haziran’a sokağa randevu verdiler bile. İşçi sınıfının tarihi direniş günü 15-16 Haziran’ın, Sivas katliamının yıldönümü olan 2 Temmuz’un “sokak”ta beklediği gibi …
4
GÜNDEM 30 May›s 2013 / 12 Haziran 2013
Halk›n Sesi
Y›ld›r›m Koç’a gecikmifl bir yan›t ıldırım Koç'un Aydınlık'ta iki gün arka arkaya yazdığı (22-23 Nisan) "Kürt Kökenli Tarım İşçiY leri" ve "İşçi Sınıfını Etnik Temelde Bölme Çabaları" başlıklı yazılarından geç haberim oldu. Bir arkadaşım haberdar etmeseydi hiç haberim de olmazdı. Ama madem ki haberim oldu, yanıt vermek de farz! Y. Koç, Kürt mevsimlik tarım işçilerinin örgütlenme girişiminden pek rahatsız olmuş. Olayı hemen anlamış: "Bu çok tehlikeli ve zararlı bir süreç"miş! Neymiş zararlı olan? DTK'nın "Mezopotamya Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı" düzenlemesi; Kurultay'da mevsimlik tarım işçiliği sorununun Kürt sorununun en görünen yüzlerinden biri olduğunun ifade edilmesi; Kürdistan'ın göç veren kent merkezlerinde Mevsimlik Tarım İşçileri Dernekleri'nin kurulacak, bu derneklerin bir çatı altında bir araya gelecek olması. Yıldırım Koç, mevsimlik tarım işçilerinin örgütlenmesinin, küçük gruplar halinde konup göçtükleri binlerce tarım işletmesinde tam toprak sahibiyle karşı karşıya geldikleri anda "örgütlenebileceğini" sanıyor olmalı ki, örgütlenmeye, göç yoluna çıktıkları şehirlerde başlamalarını tehdit olarak algılıyor. Çok kısa sürelerle, değişken topluluklar halinde yer değiştiren mevsimlik tarım işçilerinin örgütlenmesinin %90'ının yaşadığı 8-9 şehirden başlatılmasından daha akılcı ne olabilir? Bu gerçeği Y. Koç bilmez mi; elbette bilir. Ama birincisi namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmaz; ikincisi maksadı üzüm yemek değil, bağcı dövmek. Onun meselesi %90-95'i Kürt ve Kürdistanlı olan mevsimlik tarım işçilerini ve mevsimlik tarım işçiliği ile tanımlı köylü mücadelesi alanını Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ve Türkiye Devrimci Hareketi'nin birlikte örgütlemesi yolunda ciddi bir adımın atılmış olması. Belki de Y. Koç'un asıl sorunu, Kürt Ulusal Özgürlük Hareketindeki Ferda "işçi-yoksul köylü damarının" belki de ilk defa bu kadar soKoç mut bir biçimde ve proleter ferdakoc@ bir bakış açısıyla kendisini orhotmail.com taya koymuş olmasıdır. "Bölücüler, emperyalist taşeronları, milliyetçi burjuvazinin sözcüleri" filan diye güzel güzel dalak şişirirken, Kürt sorununu proleter bir sorun olarak ortaya koyan bir girişimin gündeme gelmesi elbette Y.Koç için keyif kaçırıcı olmalı. Oysa "Kürt bir garip çingenedir, neyine gerek gümüşlü zurna" değil mi...(Burada "gümüşlü zurna", sınıf mücadelesi ve sosyalizm oluyor.) Y. Koç'un yazılarını okurken Türkiye İşçi Sınıfı hareketi için de çok hayıflandım. Yıllarca Türk-İş'de Genel Başkan Danışmanlığı yapan, sendikal harekete yön veren pozisyonlarda bulunan bir "uzman"ın şu söylediklerine bakın bir: "Etnik ayrımcılığa dayalı bu tür örgütlenme girişimleri, özellikle Güneydoğu Anadolu dışındaki bölgelerde yaratacağı tepkilerle, emperyalistlerin Türkiye'de iç savaş çıkarma planlarına destek verir". Yani mevsimlik tarım işçileri örgütlenirse, çalışmaya gittikleri yerlerde toprak sahipleri üzerlerine ırkçı linç çetelerini salar, bundan da iç savaş çıkar... Öyleyse Kürt mevsimlik tarım işçilerinin önünde iki yol var: Ya mevsimlik tarım işine gitmeyecekler, ya da "bu işin kaderinde bu var" deyip uğradıkları bütün baskı ve hakareti sineye çekecekler ama asla örgütlenmeyecekler. Y. Koç, göçe çıkılan Kürt illerinde kurulacak derneklerin ortak bir çatı altında toplanmasının hedeflenmesinden pek muzdarip. Bunun işçi sınıfının etnik temelde bölünmesi demek olduğunu ileri sürüyor. Ama bilmediği veya görmezden geldiği bir şey var: Mezopotamya Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı, "mevsimlik tarım işçilerinin dernekleri, kurumları ve temsilcilikleri aracılığıyla, Türkiye'deki tüm mevsimlik tarım işçilerinin ekonomik ve demokratik mücadelesini yürütecek bir Mevsimlik Tarım İşçileri Sendikasını hedef alan çalışmalar yürütmeyi" de karar altına aldı. Yani Kürt illerinde, Kürt işçiler tarafından kurulacak derneklerle başlayan bu örgütlenmenin hedefi bir "Kürdistan sendikası" veya "Kürt sendikası" kurmak değil, bir "Türkiye Mevsimlik Tarım İşçileri Sendikası" kurmak! Yani Kürt mevsimlik tarım işçileri Türkiye işçi sınıfını "etnik esasa göre bölmenin" değil, Türkiye işçi sınıfı hareketine güçlü bir ordu katmanın peşindeler. Y. Koç herkesden söz ediyor, emperyalistlerden, ağalardan, şeyhlerden, PKK'den, özelleştirmeci iktidarlardan ama bir türlü sıra örgütlü mevsimlik tarım işçisinin ekonomik mücadelesinin muhataplarına gelmiyor, gelmiyor... Y. Koç örgütlü mevsimlik tarım işçileri için bir "toplu görüşme ve sözleşme" düzeneğini hiç aklından geçirmiyor olmalı. Bir "sendikacı" için fazlasıyla garip bir durum. Bir "namazda gözü olmayanın" durumu daha... Neyse ki Kürt Mevsimlik Tarım işçileri "bu kafada" değiller. Bu nedenle işverenlerle muhatabiyetlerini, "devlet, şirketler ve toprak sahipleri"ni içine alan bir müzakere düzlemiyle karşılarına almayı hedefliyorlar. Y. Koç'un "sınıfsal" perspektifi de bir tuhaf. Koç, mevsimlik tarım işçileri için tarihte kalmış (yoksa "yakılan köylerinin yıkıntıları arasında kalmış" mı desek) Kürt sınıf düşmanlarından, ağalardan, şeyhlerden söz edip duruyor. Mevsimlik tarım işçilerini ağalar ve şeyhler mi çalıştırıyor; yoksa ağalar ve şeyhler köylerinden kovdukları için mi Kürt köylüleri mevsimlik tarım işçisi olmak zorunda kalmışlar; mevsimlik tarım işçileri ağalara ve şeyhlere karşı mücadele ederlerse mevsimlik tarım işçiliğinin koşullarını düzeltmiş mi olacaklar anlaşılmıyor. Ama Y. Koç'un, bugünkü neo-liberal yeni sömürgecilik politikalarının Kürtler içinde ürettiği egemenlik ve sömürü ilişkilerini anlayamadığı kesin. Yine bir "namazda gözü olmayanın" durumu... Mevsimlik tarım işçiliğinin Kürtler içerisinde ürettiği bir "sömürü zinciri" de var elbette. Bu sömürü zinciri "aracılık sistemi" ile oluşturuluyor ve Y. Koç çok üzülecek ama Mezopotamya Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı'nın hazırlık sürecinde ve kurultayda "aracılar"ın bu örgütlenmenin "yanında veya içerisinde olamayacağı", tersine hedefinde olacağı gayet açık bir biçimde saptandı, programlaştırıldı. Y. Koç bütün bunları ve daha fazlasını isterse Mezopotamya Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı Sonuç Bildirisi'nde ve Kararları'nda bulabilirdi ama "bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak" rahatına geliyorsa kendisi bilir... Allah rahatlık versin!
AKP’nin Suriye krizi iktidar içi çatışmaları büyütüyor Temsilcisi Adem Yavuz Arslan, yaşananı AKP açısından “eksen değişimi” olarak tarif etti. Yazısında ülke ve bölgede yaşanan gelişmeler nedeni ile istihbaratın önemli hale geldiği bir aşamada bu değişikliklerin ülkeye faturasının ürkütücü boyutta olabileceğini yazarak üstü örtülü biçimde AKP’yi uyardı.
R
eyhanlı Katliamı’nın ardından bir kez daha AKP politikalarının krize girdiği her anın aynı zamanda bir iktidar içi mücadeleye vesile olduğu görüldü. Fethullah Gülen Cemaati ve AKP arasında süregelen Emniyet-MİT gerilimi güvenlik zafiyetine ilişkin karşılıklı suçlamalar ve görev değişiklikleri ile yeniden su yüzüne çıktı. AKP liderliği Suriye’deki başarısızlığı ve cihatçı gruplarla içli dışlı oluşu nedeniyle ABD tarafından daha kontrollü adım atmaya zorlanırken, Cemaatin de paralel eleştirileri yaygınlaştırdığı görüldü. Reyhanlı Katliamı sonrası panikleyen ve yalpalayan AKP, basın yasağından tepkileri şiddetle bastırmaya kadar türlü yöntemi devreye sokarken; iktidar içi parçalanmayı bastırmak için sağı saflaştırma stratejisine başvurarak, saldırıyı “Suriyeli-Alevi-sol örgüt” işi olarak yansıtmaya yöneldi. Ne var ki AKP dış politikasının iflası, saldırının ardından gerçekleşen Erdoğan-Obama görüşmesinde tescillendi. Bir dönem Suriye’ye dönük savaş çığırtkanlığı yapması ve iç savaşı körükleme politikasında aktif tutum alması konusunda Erdoğan’a yol veren ABD bu defa, Suriye’ye askeri müdahale çağrısı yapan, cihatçıları besleyen Erdoğan’ı hizaya çekti. Erdoğan’ın ABD ziyareti sırasında yaşanan Gülen-Arınç buluşması ise “sıradan bir ziyaret” değildi. Cemaat’le görüşme talebi AKP’den geldi. AKP’nin siyasal krize girdiği her noktada krizi fırsata çevirmek için harekete geçen Cemaat’le yapılan bu üst düzey görüşme önümüzdeki üçlü seçim sürecine dair yol temizliği yapmak içindi.
‹ST‹HBARATTA KAPIfiMA AKP-Cemaat arasındaki gerilimin kapışmaya dönüştüğü
A
KP politikalarının krize girdiği her an iktidar içi mücadeleye vesile oluyor, asıl kapışma istihbaratta yaşanıyor
temel alan Gülen Cemaati’nin gücünü kazanmasında temel alanlardan biri olan istihbarat. 7 Şubat 2011’de MİT’çilerin Özel Yetkili Savcılık tarafından KCK şüphelisi olarak ifadeye çağrılmasıyla büyüyen çatışma Reyhanlı Katliamı sonrasında da sürdü. Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı ve MİT birbirlerini suçladı. Erdoğan “Reyhanlı olayında istihbarat zaafı olduğunu düşünmediğini, ancak istihbarat teşkilatları arasında kopukluk olabileceğini” söyleyerek emniyeti işaret etti.
Reyhanlı Emniyet Müdürü Murat Berk’in görevden alınmasının ardından gerilim tırmandı. Redhack’e sızdırılan saldırı öncesi istihbarat olduğuna dair belgelerin ardından Taraf gazetesi yine Cemaat ağzından operasyonel yayıncılık faaliyetlerine hız verdi. Gazete, Reyhanlı saldırısının faillerinin telefon görüşmelerini yayımlayarak MİT’i istihbarata sahip olmasına rağmen bilgileri saklamakla ve bilgileri emniyete geç ulaştırmakla suçladı. Emniyet İstihbarat Dairesi
Başkanı Ömer Altıparmak’ın geçtiğimiz ay sonunda görevden alınmasının ardından Reyhanlı sonrası İstihbarat’taki değişim süreci yapılan görev değişimleri ile hızlandı. Bu durum Cemaat’e yakın yayın organları tarafından “Ergenekon, Balyoz, KCK” operasyonlarını yapan ekibin tasfiyesi olarak yorumlandı. Cemaat, Başbakanlık Koruma Müdürü’nü işaret ederek doğrudan Başbakan talimatı ile operasyonun yürütüldüğünü ima etti ve bu operasyonların yaygınlaşacağını duyurdu. Bugün gazetesi Ankara
GER‹L‹MDE “SINIRLAR” ZORLANIYOR Arınç-Gülen görüşmesinin ardından Arınç, Gülen için “hem dünya politikasında hem de bazı konularda hassasiyet göstermemizi istiyor” dedi. AKP iktidarının ABD’den Suriye politikasında özellikle de cihatçılar ve El Kaidecilere dönük desteği konusunda uyarıldığı bir dönemde Cemaat de AKP’ye dönük uyarılarını hızlandırdı. 28 Mayıs 2013 Zaman Gazetesi manşeti “Reyhanlı saldırısı acı gerçeği ortaya çıkardı. Deniz ve kara sınır güvenliği alarm veriyor” oldu. Haberde “yönetimdeki çok başlılık Suriye sınırında güvenliği tehlikeye atıyor. Sığınmacılar için esnetilen kurallar terör örgütlerinin işine yarıyor” denilerek AKP’nin yumuşak karnına vuruluyor, bir yandan da ABD’nin uyarıları örtük biçimde tekrarlanıyordu. AKP ile ABD arasındaki her gerilim Cemaat tarafından iç iktidar krizine müdahale aracına dönüştürülüyor. Arınç-Gülen görüşmesinin hemen ardından Arınç’ın başkanlık sistemine ilişkin “parlementer sistemden yanayım” yorumu, AKP Milletvekili Haluk Özdalga’nın Zaman’a yazdığı yazıda başkanlık sisteminin Türkiye’ye uygun olmadığını belirtmesi gerilimin AKP içi bir gerilime dönüşme potansiyelini de açığa çıkarıyor.
İstanbul, Gezi Parkı için 24 saat direnişte
Y
ayalaştırma adı altında talan edilen Taksim Meydanı’nda 28 Mayıs gecesi dozerlerin Gezi Parkı’na girdiğini gören çevredekiler dozeri engelledi. AKP’nin planına göre Topçu Kışlası adı altında alışveriş merkezi yapılması düşünülen alanda
“yol açtığını” söyleyen ekip “projede böyle bir yol yok” yanıtını duyunca ve parkı savunmaya gelenlerin sayısı arttıkça kaçtı. Gece nöbet tutan İstanbullular 29 Mayıs günü önce zabıtaların ardından Kalyon İnşaat’ın zabıta kıyafeti giydirilen özel güven-
likçilerinin ve son olarak polisin saldırısına uğradı. Saldırılara rağmen Gezi Parkı’nı savunmak için gelenler giderek arttı. Destek çağrıları sosyal medyada yoğun bir şekilde paylaşıldı ve yaygınlaştı. İstanbullular 29 Mayıs gecesi de birlikte sabahladı.
AKP’nin yeni toplumsal bask› ayg›t›: ‘Özel Koruma Polisi’
Banu Serveto¤lu banuservetoglu @hotmail.com
AKP özel güvenlikçilerin yerine özel statülü polis gücü kuruyor. Bu “koruma memurları” AKP’nin mobilize kolluk güçleri mi?
Tayyip Erdoğan kendisine bağlı "özel statülü polis gücü" hayalini, son dönemde futbol müsabakalarında yaşanan çatışmaları bahane ederek gerçekleştirme niyetini gösterdi. Erdoğan, gazetecilerin futbolda artan şiddet olayları ile ilgili soruları üzerine "Statlardan ve üniversiteden özel güvenliği çıkartacağız. Çünkü danışıklı dövüş oluyor. Yine polis bakacak bu işe" dedi. Erdoğan'ın danışıklı dövüşte olduğunu ve müdahalede yetersiz kaldığını iddia ettiği Özel Güvenlik birimlerinin (ÖGB) yakın dönemde üniversitelerde bazı olaylardaki tutumuna baktığımızda, ÖGB'lerin iddianın aksine devletin kolluk kuvvetleri gibi hareket ettiği ve öğrencilerle “danışıksız” dövüştüğü ayan beyan ortada. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi'nde yemekhane boykotu yapan üniversitelilere cop ve tekmelerle saldıran ve kelepçeleyen kim? ÖGB. Karadeniz Teknik Üniversitesi'nde tiyatro salonu isteyen kadınlara saldıran kim? ÖGB. Akdeniz Üniversitesi'nde İbrahim Kaypakkaya, Haki Karer ve Dörtler'i anmak için yürüyüş yap-
mak isteyen öğrencilere taşlarla saldıran kim? ÖGB. Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde Newroz kutlamaları sırasında bir öğrenciyi bıçakla yaralayan kim? ÖGB. Ve çoğu olayda faşistlerin, İslamcıların solcu öğrencilere saldırılarına göz yuman kim? ÖGB. Yasalara göre özel güvenlik görevlilerinin her koşulda, zor kullanmayı gerektirecek durumlarda bile kolluğa haber vermesi gerekirken, ÖGB kolluğun kendisi gibi davranıyor, rolünü oynuyor ama yetmiyor, yetmeyecek. Üniversitelerde yükselen öğrenci hareketi AKP'yi korkutuyor çünkü. Üniversitelerde kolluğun rolünü oynayan bir güvenlik birimi değil, kolluğun kendisini istiyor AKP. Erdoğan'ın ardından açıklama yapan İçişleri Bakanı Muammer Güler bütün bunlardan önce emniyet hizmetleri sınıfı içinde "koruma memuru" adıyla bir yeni çalışmaları olduğunu söyledi ve ''Bu koruma memurları sadece koruma işi yapacaklar. Şahısları, kurumları, bina ve tesisleri, hassas bölgeleri, misyonları, araçları gibi özel şeyleri koruyacaklar" dedi. Güler'in açıklamasının devamında
''Ancak polis gibi acil olaylarda müdahale yetkisi olacak. Olayın bütün delillerini muhafaza ederek genel kolluk yetkisine haiz adli polisler gelene kadar orada gerekli müdahaleyi yapabilecek'' sözleri AKP'nin "koruma memurları" statüsü altında yeni bir "özel statülü polis gücü" inşasında olduğunu gösteriyor. Neoliberal düzende sosyal hakların geriletilmesi, kamu harcamalarının kısılması, kamusal mal ve hizmetlerin hızla metaya dönüştürülmesi, güvencesizlik ve esnek çalışma koşulları işçi sınıfını kuşatırken, neoliberal devletin bu kuşatmanın merkezindeki işçi sınıfına dönük tehdit algısı arttı. Bu tehdit algısı neoliberal devlete gündelik yaşamın her alanına sınırsızca müdahale edebilen bir polis gücü gerektiriyor. AKP de neoliberal bir hükümet olarak, uyguladığı yıkım politikalarına karşı gündelik hayatın her alanında artan toplumsal muhalefete karşı "özel statülü polis gücü" oluşturma peşinde. Başlangıçta üniversitelerde göreceğimiz "koruma memurları"nın diğer mücadele alanlarında da karşımıza çıkarılması an meselesi olacaktır. Aynı dö-
nemde 1 Mayıs 1977 Katliamı, Bahçelievler, Maraş ve Çorum katliamlarında başrol oynayan, 1974'e kadar ABD tarafından finanse edilen, Ülkü Ocakları militanlarını eğiten eski adı Özel Harp Dairesi olan Seferberlik Tetkik Kurulu’nun 16 bölge başkanlığından 11'ini kapatılması ve sembolik kalan 5'i dışında tasfiyesi göze çarpıyor. Saddam Hüseyin örneğinde olduğu gibi tarih boyunca her hükümdarın özel muhafızlarını kendi hemşerilerinden seçtiği görülüyor çünkü ancak onların sadakatine güveniyorlar. Erdoğan'ın da eski düzenin kontrgerillasına güvenmemesi ve bu oluşuma paralel bir oluşum olarak kendine bağlı ve sadık "özel statülü polis gücü" kurmak istemesi şaşırtıcı olmaz. Bu polis gücünü İslamcı gençliğin militan potansiyeli mi oluşturacak? Muhtemel. "Koruma memurları" çalışmasının bu oluşumu kurma yolunda bir adım olduğu öngörülebilir. İlerleyen dönemlerde "koruma memurları" mobilize kolluk güçleri olarak, HES protestolarında, 1 Mayıs alanlarında, kadın eylemlerinde, işçi eylemlerinde sıklıkla görebiliriz.
5
DÜNYA 30 Mayıs 2013 / 12 Haziran 2013
Halk›n Sesi
Suriye’de denge politikası tepkisini “Hizbullah’ın adını Hizbuşşeytan yapması lazım” sözleriyle gösterdi.
ÇAĞLAR ÖZBİLGİN
A
BD emperyalizminin mayası Suriye gölünde tutmadı. Baas rejimini devirme, İran’ı daha da sıkıştırma, İsrail’in güvenliğini sağlama, bölgenin enerji kaynakları üzerindeki denetimini artırma ve Rusya ile Çin’in Ortadoğu’da artan etkisini kırma üzerine kurulu ABD Suriye politikası, savaşın iki yılı geride kalırken duvara tosladı. ABD’nin Suriye krizi üç temel neden üzerinde adım adım büyüdü. Birincisi ABD-NATOİsrail eksenindeki cephe ile Rusya-Çin-İran eksenindeki cephe arasındaki rekabet. İkincisi, ABD-İsrail eksenine karşı Esad rejiminin ulusal direnci ve Lübnan Hizbullahı’nın desteği. Üçüncüsü de emperyalizme entegre olmayıp bağımsız bir muhalefet çizgisi örgütleyen Demokratik Değişim İçin Ulusal Koordinasyon Birliği ve Demokratik Birlik Partisi (PYD) gibi yapıların görünür kıldığı egemenler ile ezilenler arasındaki çelişki. ÇELİŞKİLER DENGEYİ DOĞURDU ABD ve Rusya’nın emperyalist stratejileri savaşın ilk günlerinden itibaren çelişkili ilerledi. Yeni bir Irak işgali deneyimini göze alamayan ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni devreye sokmak istediyse de her girişiminde Rusya ve Çin’in vetosuyla karşılaştı. Rusya, Esad rejimini savunmasını bununla da sınırlamadı, silah (S300 füzeleri gibi) ve istihbarat yardımlarını aleni bir biçimde yaptı. Böylece ABD’yi mücadele sürecinden, müzakere sürecine dönmeye zorladı. Kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklara Çin, İran ve AB de desteklerini sundu. Emperyalizmin yeni Suriye stratejisi, iki ayrı eksenin çatışmalarının ortak faydada
AKP hizaya! Suriye’de üç temel nedenle krize giren ABD emperyalizmi, Rusya ile denge stratejisine yöneldi. Aktif taşeron AKP ise hizaya çekildi buluşmasıyla oluştu. Buna göre: ABD-Rusya denetimindeki yeni Suriye stratejisine göre askeri bir müdahale olasılığı ortadan tamamen kaldırılacak. Beşşar Esad iktidardan orta vadede gönderilse de Suriye iç dengeleri açısından Baas rejiminin varlığı sürdürülecek, II. Cenevre Konferansı’nda rejim ve muhalifler geçiş hükümetinde uzlaştırılacak. Oluşacak dengeye her an bir dinamit koyma potansiyeline sahip, Türkiye-KatarSuudi Arabistan destekli cihatçı grupların varlığı sonlandırılacak, İsrail’in güvenliği de sağ-
lanmış olacak. ULUSAL DİRENÇ KIRILAMADI Emperyalizmin denge ve geçişe dayalı yeni Suriye stratejisinin oluşmasında Esad rejiminin direncinin ve Hizbullah desteğinin payı büyük. Suriye ordusu, mart sonundan itibaren stratejik bölgelere yönelik operasyonlarını hızlandırarak ÖSO’nun direncini kırdı. Humus’un denetimi için büyük öneme sahip Kusayr kentinde şiddetli çatışmaların ardından muhalifler mevzilerini kuzeye doğru kay-
dırmak zorunda kaldı. Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, 25 Mayıs’taki konuşmasında ABD ekseninde İsrail’i korumayı amaç edinmiş savaş cephesinin, sadece Şiiler için değil, Müslüman ve Hıristiyan tüm Lübnanlılar için tehdit oluşturduğunun altını çizdi. Nasrallah’ın açıklamaları İsrail ve AKP’de öyle rahatsızlık uyandırdı ki, açıklamadan bir gün sonra Beyrut’taki Çiya Mahallesi’ne İsrail tarafından roket saldırısı düzenlendi. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ise
BAĞIMSIZ MUHALEFET KRİZİ DERİNLEŞTİRDİ Beşşar Esad’ın neoliberal politikalarına ve baskıcı rejimine karşı Suriye muhalefetinin mücadelesi eskiye dayanıyordu. Ne zaman ki işbirlikçi silahlı çeteler iç savaşı körüklemeye başladı, Demokratik Değişim İçin Ulusal Koordinasyon Birliği sokaklardan çekildi. Suriye’nin geleceğinin Suriye halkının mücadelesiyle belirleneceğinin altını çizen birlik, “Şiddete, mezhepçiliğe ve emperyalist müdahaleye hayır” sloganıyla bağımsız bir muhalefeti örmeye gayret etti. PYD ise Suriye Kürdistanı’nda oluşturduğu öz yönetimler ile Kürt halkının haklarını tanımayan rejime ve yeni Suriye’de bu hakları tanımayacağını açıklayan Özgür Suriye Ordusu’na karşı direnişe geçti. Bölgesel çıkarlar uğruna çok sayıda işbirliğinin içine çekilmeye çalışılan PYD de egemenler ile ezilenler arasındaki çelişkinin görünür yüzlerinden biri oldu. İFLAS BİR KEZ DAHA TESCİLLENDİ Erdoğan-Obama görüşmesi, üç temeldeki çelişkiler sonucunda doğan yeni Suriye stratejisinin hayata geçmeye başladığı bir süreçte gerçekleşti. ABD, yeni dengeleri yazdığı reçeteyi AKP’ye sundu. Görüşme öncesi “Esad’la barış olmaz”, “Baas ile uzlaşılamaz”, “askeri müdahale”, “uçuşa yasak bölge”, “muhaliflere silah temini”, “Rusya ve Çin dışındaki öznelerle hareket edeceğiz” diyen Erdoğan, görüşme sonrasında söylemlerinin hepsini yuttu. Tayyip Erdoğan’ın Beyaz Saray bahçesinde ezilmiş yüz ifadesi, AKP’nin Suriye politikasının iflasının son tescillenişi oldu.
Göçmenler insanca yaşam istiyor Göçmen iflçiler Dubai’de insanl›k d›fl› çal›flma koflullar›na ve düflük ücrete karfl› eylem yaparken ‹sveç’te de ayr›mc›l›¤a karfl› soka¤a ç›kt›. Körfez ülkelerinden Dubai’deki en büyük inflaat firmalar›ndan Arabtec ARTC’de ço¤u Bangladefl, Hindistan, Nepal ve Pakistanl› yüzlerce göçmen inflaat iflçisi greve ç›kt›. 18 May›s günü greve ç›kan iflçiler, ücretlerin yükseltilmesini istedi. Herhangi bir eyleme kat›lman›n cezas›n›n s›n›r d›fl› edilmek oldu¤u ve göçmen eme¤i sömürüsünü had safhada oldu¤u Körfez ülkelerinde, göçmenler daha önce birçok fliddet içerikli eylem yapm›flt›. Dubai’deki eylem göçmen eylemlerinin patlama yapt›¤› 2008 yaz›ndakilerden nitelik olarak farkl›. 2008’de özellikle Kuveyt’te geliflen eylemler genelde flantiyeyi da¤›tma, kamu binalar›na yürüme biçimlerinde geliflmiflti. O dönemde iflçilerin insanl›k d›fl› koflullarda çal›flma ve ücretlerinin yükseltilmesi talepleri vard›. ‹flçilerin 2008’deki eylemleri sonucunda Bangladefl hükümeti ile Kuveyt hükümeti görüflmüfl ve çal›flma koflullar› k›smen iyileflirken maafllarda art›fllar olmufltu. 300 iflçi ise s›n›r d›fl› edilmiflti. ‹SVEÇ ALEV ALEV Göçmen iflçiler sadece Körfez ülkelerinde sorunlar yaflam›yor “refah devleti”nin kalesi ‹sveç’te göçmenler ayr›mc›l›k karfl›s›nda 19-25 May›s tarihlerinde ‹sveç sokaklar›n› atefle verdi. Polisin bir göçmeni öldürmesi sonras›nda baflkent Stockholm’de göçmenlerin yaflad›¤› Huby Mahallesi’nde bafllayan olaylar on kente yay›ld›. Olaylarda binlerce araç, onlarca okulun yan› s›ra bir de karakol atefle verildi.
7
iklim 5 kıta
Seçim, Hamaney’in seçimi
“T
ehdit ve saldırı altında bir İran risk alamaz” diyen İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, 14 Haziran’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin adaylarına darbe indirdi. Liberal kanadın adayı, eski cumhurbaşkanı Ekber Haşimi Rafsancani ile Ahmedinejad’ın dünürü ve varisi Rahim Meşai’nin adaylıklarını istemeyen Hamaney, kendisine bağlı milletvekilleri ve adayları belirleyen Anayasa Koruma Konseyi aracılığıyla iki adayı saf dışı bıraktı. Kalan 8 adaydan İran’ın nükleer programlarından sorumlu Said Celili veya Tahran Belediye Başkanı Muhammed Kalibaf’ın seçimi kazanması bekleniyor.
Enerji iflçileri eylemde
M
ısır’ın başkentindeki Kuzey Kahire Elektrik Dağıtım Şirketi’nin işçileri, maaşlarında yapılmak istenen yüzde 50’lik kesintiye karşı 13 Mayıs’ta şirketin genel müdürlüğünün kapısına dayandı. Yolu trafiğe kesen işçilere şirketin özel güvenlikleri ve polis saldırdı. Gözaltına alınan 15 işçi “kamu düzenini bozmak” iddiasıyla tutuklandı. Arkadaşlarının tutuklanması üzerine genel müdürlüğün önünde “süresiz grev” ve “kesintisiz eylem” kararı alan, kamuoyuna açık mektuplar yazan işçiler, direnişlerini kazanımla noktaladı. Tutuklamalar serbest bırakılırken, şirket de işçilerin katılacağı bir toplantıyla kararı gözden geçireceğini açıkladı.
PYD, Barzani, ÖSO ve cihatç› çetelerin sald›r›lar›na karfl›n inisiyatifini gelifltiriyor
Rojava’ya üçlü kıskaç S
uriye Kürdistanı’nın denetimini büyük oranda elinde bulunduran Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) askeri kanadı Halk Savunma Birlikleri (YPG), 17-18 Mayıs günlerinde Irak sınırlarından bölgeye yasadışı yollardan girmek isteyen 74 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınanların kendi üyeleri olduğunu söyleyen Irak Kürdistan Demokrat Partisi (PDK) tepki gösterdi. Barzani Suriye sınırını kapattıklarını açıklarken, PDK Siyasi Bürosu da gözaltıları “Kürt barışına darbe” olarak niteledi. PYD ise askeri eğitim almış 74 kişinin yasadışı yollardan “kendi topraklarına” girdiğine dikkat çekerek “Hangi Kürt birliği?” diye sordu. BARZANİ GERDİ, CİHATÇILAR VURDU Güvensizlik açıklamalarıyla PYDPDK gerilimi bir kez daha gün yüzüne çıkarken, 25 Mayıs’ta bu kez de Kamış-
lı-Til Temir’deki YPG kontrol noktasına cihatçı çetelerce saldırı düzenlendi. AKP korumasındaki El Nusra tarafından gerçekleştirilen saldırıda bir YPG gerillası öldü ve çatışma çıktı. El Nusra ile Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) içinde hareket eden cihatçıların saldırıları 27 Mayıs’a kadar sürdü. PYD, saldıranların içinde Irak Kürdistan’ında bulunan ve daha önce Halep’te Kürtlere yönelik saldırılarda da yer alan Liva Selahaddin ve Liva Yusuf-ul Azme gruplarının da olduğunu açıkladı. PYD İNİSİYATİFİ GELİŞİYOR PYD-YPG, Temmuz 2012’de Suriye Kürdistanı’nda öz yönetimler kurarak hem Esad rejiminin hem de ÖSO’nun saldırılarına karşın denetimi eline almıştı. Özyönetimlerden rahatsız olan Barzani başta olmak üzere Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENSK) bileşenleri,
bölgedeki etkilerinin zayıflığını Kürt Yüksek Konseyi üzerinden gidermeye çalışmıştı. İmzalanan Erbil Anlaşması ile eşit oranda temsil ve ortak kararda uzlaşılmıştı. Ne var ki PYD etkisini Erbil Anlaşması ile kıramayan BarzaniENSK bileşenleri, Erbil’de ABD, İsrail ve Türkiye istihbaratlarının katıldığı toplantılar doğrultusunda yeni hamleler geliştirdi. Hamlelerin en dikkat çekicisiyse ÖSO’nun Serêkaniyê saldırılarına verilen destek oldu. Buna karşın püskürtülen her hamle PYD’nin Kürt halkı ve Kürt Yüksek Konseyi’ndeki meşruluğunu genişletti. Irak’ta Goran Hareketi ile ilişkilerini de geliştiren PYD, Barzani için Irak’ta da bir tehdit olmaya başladı. Barzani’nin 74 peşmerge ile kaşıdığı son gerilim ise, PYD’nin hem gözaltılar hem de açıklamalar yoluyla bölgedeki inisiyatif alanını genişlettiğini gösterdi.
Markalara iflçi sa¤l›¤› zoru
B
angladeş’te 24 Nisan günü 1.127 işçinin ölümüyle sonuçlanan Rana Plaza’nın çökmesinin ardından işçi sağlığı ve güvenliği tartışmaları başladı. Uluslararası sendikalar ve tüketici örgütleri ağı olan Temiz Giysi Kampanyası, Bangladeş’te üretim yapan büyük markaları “Yangın ve Bina Güvenliği” anlaşmasını 15 Mayıs’a kadar imzalamaya çağırdı. Tüketicilerin ve işçi örgütlerinin yarattığı kamuoyu sonucunda Tchibo, Marks&Spencer, Mango, Carrefour, Benetton başta olmak üzere 37 uluslararası ölçekte marka sözleşmeyi imzaladı. IndustriALL Küresel Sendika Genel Sekreteri Jyrki Raina, olayın işçi sağlığı ve güvenliği açısından önemli bir dönüm noktası olduğu görüşünde.
Maoist HKP, Kongre Partisi’ni vurdu H indistan’ın Chhattisgarth eyaletinde iktidardaki Kongre Partisi’nin yerel yönetim liderlerini ve destekçilerini taşıyan konvoy, 25 Mayıs’ta 200 Hindistan Komünist Partisi/Maoist militanının silahlı saldırısına uğradı. Saldırıda 4’ü parti yetkilisi, 5’i polis 28 kişi öldürüldü.
1967’den bu yana kırda gerilla, kentte işçi ve gençlik örgütüyle mücadele yürüten HKP/Maoist, 2004’te “yeniden inşa”sını tamamlayarak iktidardaki Kongre Partisi’ne savaş ilan etti. 2010’da binlerce gerillanın öldürüldüğü, yerli halkın topraklarına el konulduğu, zengin orman alanları, su kaynakları ve madenlerin
yağmalandığı Yeşil Av (Green Hunt) operasyonu, örgütü neoliberal sömürgeciliğe karşı etkili bir direniş örgütlemeye itti. HKP/Maoist, eylemi de yarı-feodal ekonomik yapının topraksız köylülerine ve nüfusun yüzde 44’ünü oluşturan, günlük bir doların altında yaşayan kent yoksullarına adadı.
KENT SAĞLIK
6
30 May›s 2013 / 12 Haziran 2013
Halk›n Sesi
Sa¤l›¤›n ‘kutsal kitab›’ SUT neler emrediyor? ağlık hizmetlerinin bir “kutsal kitabı” olduğunu biliyor muydunuz? Kimin hangi tedavi hizmetinden ne kadar faydalanacağına, kimin hangi hastalığa ne kadar süre ile yakalanacağına, iyileşmek için nasıl bir tedaviye ihtiyacı olduğuna bu kitap karar veriyor. Sağlık Bakanlığı’nın kaleminden çıkan bu kitabın adı Sağlık Uygulama Tebliğidir. Biz sağlık emekçilerine göre bu kitap, devletin hangi sağlık hizmetini ne koşulla ödediğini belirttiği, doktorlara ve tüm sağlık kurumlarına zorla dayattığı kuralları kapsayan yazılı metindir. 1 Mayıs’ta uygulamaya giren yeni Sağlık Uygulama Tebliği'nde (SUT) ödeme listesinden çıkartılan yüzlerce malzeme, ilaç ve tetkik var. Yani SUT’ta ödeme listesinde görmediğiniz her bir işlem için sizin cebinizden para çıkacak. Tebliğde belirlenen Mehtap kurallar, tıbbın gelişmesine Y›lmaz ve bilimsel çalışmaların yaDevrimci pılmasına engel olduğu giSa¤l›k-‹fl üyesi bi, doktorların inandıkları ve doğru buldukları tedaviyi uygulamalarını da engelliyor. Mesela IVIG denilen ilaç çok şiddetli enfeksiyonlarda hastayı hızlı tedavi etmeye yarayan bir ilaçtır. SGK diyor ki, "Bu ilacın bedelini belirli şartlarda öderim." O şartlara uymayan tüm hastalar, mecburen maliyeti düşük ve tedavi sürecini uzatan ilaçları kullanıyor. Bu süre içinde iyileşen hastalar için herkes çok seviniyo peki ya kurtulamayanlar? “Yarım imam dinden, yarım doktor candan eder” diye bir sözü vardır atalarımızın. SUT ile doktorlar yarım doktorluk yapmaya mecbur bırakılıyor. İşlemlerin tekrar edilme süreleri için getirilen kısıtlamalar kabul edilir gibi değil. Diyelim ki menisküs ameliyatı olmadan önce sağ bacağınıza MR çektirdiniz. Bacağınızın durumunu belirleyecek MR’ı çektirmek için bir ay beklemeniz gerekiyor. Çünkü SGK, MR çekimi için bir ay kısıtlaması getirmiş. Farklı bir hastaneye giden hasta MR çektirebiliyor ancak SGK bu kez hastaneden para kesiyor. Diyelim ki Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon tedavisi görmeniz gerekiyor. Size bir yıl içinde sadece 60 seans tedavi alma hakkı veriliyor, daha fazla gerekirse ya da iyileşemezseniz vay halinize. Ödediğiniz sağlık primleri neye yaradı?
S
‘DEVLET‹N PLANLADI⁄I KADAR HASTALANAB‹L‹RS‹N’ SUT o denli akıl dışı ki insan anatomisinin bir bütün olarak ele alınmadığını görüyoruz. Tıbbi ekolojide tedavi oluyorsanız, kolunuzun birine işlem yapıldıysa ve diğerine de yapılması gerekiyorsa 60 gün beklemeniz gerekecek. Yüzyılın buluşu diye bilinen ameliyat süresini kısaltan, hastayı kanatmadan ameliyatın yapılmasına olanak sağlayan malzemeler fiyatları pahalı diye ödenmiyor. Hastanın ‘60’lardan kalma yöntemlerle ameliyatı yapılıyor. Kamu hastanelerinden yıllık olarak alınacak sağlık hizmetine de limit getiriliyor. Demek ki bundan sonra bu ülkede yaşayan insanlar hükümetin planladığı kadar hastalanacak! SUT’la birlikte sağlık hizmetinden faydalanırken ödenen para da artıyor. Ayakta hasta paket uygulaması ile vaka başına ödeme uygulamasına göre, sosyal güvencenizle bir hastaneye ayak bastığınızda kurumun hastaneye ödeyeceği fiyat bellidir. Bu da size yapılacak tetkiklerin asgari olmasına neden oluyor. Çoğu zaman asgari tetkik bile yapılmıyor. Reçete yazılıyor, “razı olun” deniyor. Gördüğünüz gibi SUT uygulaması ile sağlık alanında yeni paralılaştırma uygulamalarının önü açılıyor. Sağlık örgütleri “masal bitti” derken sağlıkta dönüşümün yıkıcı yüzünün artık gizlenmeyeceğini söylüyordu. Son tebliğ de "hasta artık müşteri" haline getirilmiştir tespitinin resmi bir ilanı niteliğindedir.
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Kamerhatun Mahallesi Tarlabafl› Bulvar› Caddesi No: 117/6 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
‘Taksim İlkyardım Taksim'de kalsın’ MEHTAP MET‹NO⁄LU
T
aksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Beyoğlu Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreterliği’nin aldığı kararla Gaziosmanpaşa'ya (GOP) taşınacak. Hastanenin yerine ne yapılacağı ile ilgili çeşitli iddialar var. Her gün binlerce hastaya hizmet veren hastanenin kâr etmediği için taşındığı söyleniyor. Hastanenin yıkılarak yerine otel yapılacağı ve özel hastane olacağı da diğer iddialar arasında. Hastanenin taşınmasıyla ilgili resmi bir açıklama yok. Sağlıkçılar ve çevre halkı ise yaşanan belirsizliğe tepkili. "BEL‹RS‹ZL‹K G‹DER‹LMEL‹" Taksim İlkyardım'ın taşınmasını istemeyen, belirsizliğe tepki gösteren sağlık çalışanları ve Cihangir halkı 21 Mayıs'ta bir eylem yaptı. Eylemin ardından Taksim İlkyardım'da yaşananları birinci ağızdan öğrenmek için hastaneyi ziyaret ediyoruz. "Taksim İlkyardım'ın taşınması ve yerine yeni hastanenin inşaa edilmemesi on binlerce kişiyi mağdur edecek" diyor bir hemşire. Eminönü, Taksim, Tophane, Fındıklı, Karaköy, Cihangir ve birçok mahallede yaşayan binlerce kişinin tedavi için başka hastanelere gitmek zorunda kalacağını belirtiyor. Taksim çevresine yakın olan Şişli Etfal ve Okmeydanı hastanelerinin ise hem yoğun olduğunu hem de bu hastanelerin de taşınma ve tadilata girmesinin söz konusu olduğunu sözlerine ekliyor. Bir başka hemşire ise hastanedeki söylentilerin giderek arttığını ancak somut hiçbir adım atılmamasının çalışanların psikolojik durumlarını bozduğunu söylüyor. Bu durumun iki yıldır sürdüğünü, her hafta pazartesi Kamu Hastaneler Birliği’nin yaptığı toplantıdan bir tarih çıktığını ancak o tarihin iki yıldır ertelendiğini, bunun da çalışanların endişelerini daha çok artırdığını ekliyor. "YIKILSIN, YEN‹S‹ YAPILSIN, B‹Z GER‹ GELEL‹M" 17 yıldır Taksim İlkyardım'da çalışan bir sağlık
Taksim İlkyardım'ın Gaziosmanpaşa'ya taşınacağı haberi üzerine Cihangir halkı ve sağlıkçılar hastanesine sahip çıkmak için harekete geçti
‘Hastanemize sahip çıkıyoruz’ Taksim Hastanesi’nin kapat›lmas›na tepki gösteren Cihangir Semt ‹nisiyatifi, Devrimci Sa¤l›k ‹fl, SES ve ‹stanbul Tabip Odas› 21 May›s’ta yapt›klar› eylemle hastanelerine sahip ç›kt›. Cihangir Semt ‹nisiyatifi’nden Nezile Deliceo¤lu, y›llard›r yaln›zca Cihagirlilerin de¤il, tüm ‹stanbullular›n dertlerine derman olmufl, yüzlerce uzman doktor yetifltirmifl, doktoru, hemfliresi, hastabak›c›s› emekçisi, "GOP'taki hastanenin yapımı 12 yıldır sürüyor. Bitip bitmediği belli değil. Birçok teknik aksaklığı var. Ayrıca GOP buranın üç katı büyüklükte. Buranın var olan çalışan sayısı ile orası dönmez" diyor. Hastanenin taşınmasını istemediğini belirten hemşire, “Herkes hayatını buraya göre düzenlemiş. Evimizi, çocuğumuzun okulunu buraya göre ayarladık. Peki şimdi nasıl olacak?” diye soruyor. Aslında bir çözüm önerileri de var. Hastanenin yıkılıp yeniden yapılacağı iki yıllık süreç içinde gönüllülük üzerinden GOP'taki hastaneye nakillerin olması.
ve tüm sa¤l›k çal›flanlar› ile sa¤l›k sorunlar›na çözüm getiren Taksim ‹lkyard›m’›n kapat›lmas›n› istemediklerini belirtti. Deliceo¤lu, depreme dayan›ks›z oldu¤u söylenen binalar›n en seri flekilde y›k›l›p, en k›sa sürede yerine yenisinin yap›lmas›, yeni hastanenin de e¤itim ve araflt›rma olarak hizmet vermesi gerekti¤ini söyledi. SES ‹flyeri Temsilcisi Handan M›s›rc›o¤lu, Taksim
Çözüm önerisinin diğer seçeneği için ise şu sözleri söylüyorlar: "Gümüşsuyu'nda kocaman bir hastane var aslında. Acil servisi çalışmıyor. Buranın hepsini içine alabilecek kadar büyük bir hastane orası. Burası yapılana kadar orası kullanılabilir." Hastanenin depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle de yıkılmak istendiğini belirten sağlık emekçisi, son üç yıldır "Hastane yıkıldı, yıkılacak" diye bakanlığın bütçe ayırmadığını söylüyor. Hastanenin güçlendirilmesi ya da yeniden yapılması zorunlu ancak şu şartlar altında: "Yıkılsın, yeni
Hastanesi'nin toplumsal olaylarda önemli bir tedavi merkezi oldu¤unu, hastanenin travma hastanesi olarak bilindi¤ini belirtti. Çal›flanlar›n yüzde 60’›n›n hastaneye yürüme mesafesinde ikamet etti¤ini ve hastanenin kald›r›lmas›n›n çal›flanlar› da ma¤dur edece¤ini söyledi. Cihangir halk› ise hastanelerinin tafl›nmamas› için bir imza kampanyas› bafllatt›klar›n› duyurdu.
hastane yapılsın, biz geri gelelim." AKP TÜM HASTANELER‹ fiEH‹R DIfiINA TAfiIMAK ‹ST‹YOR Sağlık emekçilerini kaygılandıran bir diğer konu ise AKP'nin sağlık politikası. Bu kaygıyı şu sözlerle dile getiriyorlar: "Yeni sağlık kanunlarına baktığınızda mahalle arasında hastane olmasını istemiyorlar. Mahalle arasında sadece özel hastaneler kalacak. Kamu hastanelerinin yıkılması söz konusu. İkitelli gibi şehrin dışına kurulan büyük hastanelere taşımayı düşünüyorlar. Bizim bu tür kaygılarımız var,
bu nedenle eylem yaptık." HASTALAR: "B‹Z NEREYE G‹DECE⁄‹Z?" Hastanede konuştuğumuz hastalar da, “Eğer yeni bir hastane yapılmayacaksa biz hastanenin taşınmasını istemiyoruz. Çünkü buradan başka gidebileceğimiz hastane yok” diyerek tepki gösteriyor. "Ben gözümü bu hastanede açtım" diyor başka bir hasta. Taksim Hastanesi'nin yakınında zengini de yoksulu da emekçi kesimi de yaşıyor. Mahallelerine yakın bir yerde hastane bulunması ise onlar için lüks olarak görülüyor.
AKP’nin olimpiyatı 'engel' tanımıyor Türkiye Kupası’nda final maçını izlemek isteyen engelliler "güvenlik gerekçesiyle" stada alınmadı. Sözüm ona 2020 Olimpiyat Oyunları için seferber olan Spor Bakanı Suat Kılıç ise engellileri duymazdan geldi
Z
iraat Türkiye Kupası final maçını izlemek için Ankara’daki 19 Mayıs Stadyumu’na giden engelliler, “güvenlik gerekçesiyle” stada alınmadı. Yaklaşık iki buçuk saat maça girmeyi bekleyen engelliler, Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’la karşılaştı ve maça girmek istediklerini belirtti. Bazı engelliler neden alınmadıklarını sordu. Suat Kılıç’ın yanıtı ise “Gerçekten durum o kadar karışık ki şu an bir açıklama yapamayacağım” oldu. Engellilerin sorularına cevap vermeyen Kılıç, 2020 Olimpiyatları için ise demeç üstüne demeç vermeye devam ediyor. TOKİ Haber’e konuşan Kılıç, Türkiye’nin 2020 Olimpiyatlarını hak ettiğini belirterek, “Helal olsun dedirtecek bir hazırlık gerçekleştirdik” dedi. 2020 Olimpiyat Oyunları’nın yaratacağı rantın peşine düşen AKP’nin ikiyüzlü politikasını, engelliler için “Helal olsun” dedirtecek bir altyapı sağlamaması gözler önüne serdi. Kılıç konuşmasında, İstanbul’un birçok yapısal sorununun
Olimpiyat yoksullar için yeni bir sürgün demek
olimpiyatlar sayesinde çözüme kavuşacağını iddia etti. Ancak, olimpiyatların engelliler dahil tüm İstanbullular için “felaket” olacağını aylar öncesinden söyleyen Eski Birleşmiş Milletler (BM) Konut Hakkı Raportörü Miloon Kothari, Kılıç’ın iddiasının aksine İstanbul’da olimpiyat bahanesine gerek kalmadan kapsamlı bir kentsel yıkımın yapıldığını belirtmişti. SPOR ALANLARI ENGELL‹LERE KAPALI Engellilerin final maçına alınmaması ile ilgili görüşlerine başvurduğumuz Halkevleri En-
gelli Hakları Atölyesi’nden Mahmut Keçeci, yasaklamanın insanca olmadığını söyledi. Keçeci, engellilerin karşılaşabileceği güvenlik sorunlarını çözmek için birçok yöntemin geliştirilebileceğini belirtti. “Asıl problem, sporun şiddet nesnesi haline getirilmesidir” diyen Keçeci, bunun temel nedeninin de halkın spor yapamaması olduğunu söyledi. Kamusal alanların piyasalaştırıldığı, halkın para vermeden ortak bir şekilde kullanacağı alanların yok edilerek alışveriş merkezi yapıldığını ifade eden Keçeci, halkın spor hakkının yok edildiğini vurguladı.
Gençlik ve Spor Bakan› Suat K›l›ç, TOK‹ Haber’e verdi¤i röportaj›nda, AKP taraf›ndan çizilen 2023 vizyonu çerçevesinde tasarlanan projelerle, olimpiyat adayl›¤›na iliflkin projelerin birbiri ile örtüfltü¤ünü söyledi. Örnek olarak üçüncü havaalan›n› gösteren K›l›ç, “‹stanbul’un trafik sorununu çözecek” Marmaray ve Üçüncü Köprü projelerini de ekledi. Al›flverifl merkezlerinin, lüks konutlar›n oldu¤u ancak yoksullar›n istenmedi¤i “modern” ‹stanbul yaratmak isteyen AKP için olimpiyatlar çok iyi bir f›rsat sunuyor. AKP’nin olimpiyat hayalinin ise ‹stanbul’a ve ‹stanbullulara y›k›c› etkileri olacak. Dünyada bu y›k›c›
etkilerin bir çok örne¤i yafland›. Londra’da, Rio de Janerio’da, Yeni Delhi’de, Pekin’de ihmal edilen mahallelerde yaflayanlara “Olimpiyatlarda bu mahallelere hayat verece¤iz, soylulaflacak, istihdam sa¤lanacak” dendi, binlerce insan yerinden edildi. Eski Birleflmifl Milletler (BM) Konut Hakk› Raportörü Miloon Kothari’nin yapt›¤› araflt›rmaya göre, Yeni Delhi’de 2010’daki ‹ngiliz Milletler Oyunlar› sonras›nda dört y›lda 400 bin insan evinden ç›kart›ld›. Oyunlar sonras›nda incelenen 19 mahallenin 17’si bofltu. Boflalt›lan mahallelerin yerlerine yeni al›flverifl merkezleri ve lüks konutlar›n yap›lmas› planlan›yor.
ÇEVRE EĞİTİM
7
30 May›s 2013 / 12 Haziran 2013
Halk›n Sesi
Dersim’e sadakat: ‘Munzur özgür akacak’ TUBA GÜNEfi
G
elin Pınarı öbür adıyla Gençlik Şelalesi, Dersim’in pek çok suyundan biri. Rivayet o ki adını şu efsaneden almış: Bir gelin hayvanları sağıp, sütü eve getirecekmiş. Sütü sağmış, bakraca doldurmuş ama bakraç devrilmiş, süt dökülmüş. Aklını kullanmış, eve boş gitmek yerine pınardan su doldurmuş, üstünü bezle kapatmış da eve onu götürmüş. Eve gittiğinde bezi bir açmışlar ki bakraç bembeyaz süt dolu. O günden sonra o pınarlar, koyunlar sağıldığı zaman süt gibi bembeyaz akmaya başlamış. Dersim’in güzelliklerini anlatan bunun gibi onlarca efsanesi var. Birini benim ufak kısaltmalarımla okudunuz. Ama ana fikre dokunmadım. Dersimin dağı-taşı, suyu-karası Dersimliler için kutsal ve bakmaya doyamayacak kadar güzel. Ama aynı Dersim’in ırmaklrı önü kapatılan barajlar yüzünden çamura bulanıyor, taşıyor, yaşam alanlarını tahrip ediyor. HES projeleri, yapılmasını engelleyecek hukuk alanındaki onlarca kazanıma rağmen uygulanmaya çalışılıyor. Dersim’in ekolojik ve kültürel varlık alanları çevre mevzuatına aykırı olarak şirketlere kiralanıyor. Madencilik faaliyetleri yüzünden, yörenin tarihi, kültürü yok edilme tehdidi altında. Yıllardır süren çatışmaların, döşenen mayınların doğaya verdiği hasarı hatırlatmaya bile gerek yok.
HES’lere, savaşa karşı Dersimliler “Dersim’e sadakat” yürüyüşünde buluştu. Yaşamına, suyuna sahip çıkan on bin kişi AKP’ye seslendi: “Sabrımızı taşırma” Yani halkın sütünü sağacakları koyunların besleneceği bitkiler yok ediliyor. Bembeyaz akan dereler yavaş yavaş çamura bulanıyor. Ama Dersim halkı bir olmuş, doğayı ve yaşamı savunmak için kenetlenmiş bir halde yıllardır eylem üstüne eylem yapıyor. Sonuncusu 25 Mayıs’ta yapılan “Dersim’e sadakat” yürüyüşüydü. Çevre il ve ilçelerden belediyelerin, pek çok partinin, sendikaların, odaların, taraftar gruplarının, pek çok kurum ve kuruluşun bir araya geldiği eyleme 10 bin kişi katıldı. Yaşlısı kutsalına dokundurmamak için, genci
geleceğini, yaşamını savunmak için oradaydı. Yıllardır dayanışma içinde oldukları Karadeniz halkının da eyleme ilgisi vardı. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmura rağmen binler, Dersim’e sadakatini göstermek için yürüdü. Yürüyüşte kimi doğanın tahribatının iklimi değiştirdiğinden dem vurdu kimi kutsal alanların tahrip edilmesinin Alevi inancına dönük saldırı olduğunu söyledi. Üniversiteliler, tahribat yüzünden doğrudan etkilenen 70’ten fazla köyün yanında olmak için “Munzur özgürdür özgür akacak” sloganları attı.
Eyleme katılanlardan Haydar Çetinkaya ile “Dersim’e sadakat”i konuştuk. Çetinkaya, Dersimlilerin ve onunla aynı kaderi yaşayan herkesin karşı çıktığı ekolojik yıkımı en çok devletin istediğini vurguluyor. Çıkarılan yasaların doğanın nasıl korunacağını değil, nerelerin yok edileceğini gösterdiğini söyleyen Çetinkaya, enerji ihtiyacını karşılamak bahanesiyle yaşam alanlarına saldırıldığını ve bunun gerçek bir gereklilik olmadığını belirtiyor. BARIfi ‹NfiA ED‹L‹YORSA, KARAKOL YAPILMASIN Dersim’in güncel bir sorunu
daha var. Çeşitli kültürel varlıkların üzerlerinde 30 kadar karakol kurulmak isteniyor. Çetinkaya bu karakollara olan itirazını şöyle dillendiriyor: “Barış sürecine girdik. Ama karakol inşa ediliyor. Böyle bir süreçte karakol kurmanın anlamı kalmamıştır. Barış inşa ediliyorsa, karakol inşa edilmesin. Çünkü bu karakollar hepimizi daha sıkı bir gözetim altına almak demek. Sıkıyönetim demek, abluka altına almak demek. Üstelik bu karakollar bizim ziyaret alanlarımızı yok ediyor.” Çetinkaya, mayınların temizleneceği, yöre insanın geri dönüşünün sağlanacağı yerde, yaşanacak bir Dersim bırakılmadığından şikayet ediyor. Çetinkaya’nın anlattığına göre, son zamanlarda yöre halkının doğa gezileri de engellenmeye çalışılıyor. Yaşadıklarını “Bugüne kadar olmadığı şekilde müdahale ile karşılaşıyoruz. 4 ayrı yerde gezilerimiz engelleniyor. Hem de robokoplar ve panzerlerle durduruyorlar. Mayın var geçemezsiniz diyorlar” diye anlatıyor. Oysa yürümek istedikleri alanlar asfalt döşeli ve Çetinkaya, söylendiği gibi mayın olduğuna inanmıyor. Çetinkaya tüm Dersim halkı gibi, halihazırdaki 23 HES, 63 madencilik faaliyeti, 10.557 anti personel mayını, inanç alanları ile kültür varlığı alanlarına inşa edilmek istenen karakol projelerine karşı herkesi Dersim’e sadakate çağırıyor.
‘Tonya kararını vermiştir’ Trabzon’un Tonya ilçesinde yap›lmas› planlanan çimento fabrikas› ve tafl ocaklar›na karfl› do¤as› ve sa¤l›¤› için kararl›l›kla mücadele eden Tonya halk› 27 May›s Çevre ve fiehircilik Bakan› Erdo¤an Bayraktar’›n “Tonyal›lar› elemine edin” buyru¤u üzerine Tonya Kaymakam› taraf›ndan yapt›r›lmak istenen anket çal›flmas›n› protesto etti. Tonya Çevre Platformu ad›na bas›n aç›klamas›n› okuyan Dilek Lermi Erdo¤an “Anket çal›flmas›n›n sonucu ne olursa olsun Tonya halk› karar›n› vermifltir. Tonya’ya fabrika yapt›rmayacakt›r” dedi.
E⁄‹T‹MDE GER‹C‹L‹K, C‹NS‹YETÇ‹L‹K, T‹CAR‹LEfiT‹RMEYE KARfiI B‹R ÇI⁄LIK
Okulumuz bizim, bizim kalacak 4+4+4’ün ikinci eğitim öğretim yılı yaklaşırken, okul dönüşümlerine ilişkin haberler hız kazandı. Buna karşı öfke ve direniş de yayıldı. Bursa’da Adana’da İstanbul’da veliler ayakta ‘BU OKULDAN AYRILMAYIZ!’ Adana’da Sadıka Sabancı İlkokulu velileri kendilerine sorulmadan okullarının bir anda ortaokul olmasına karşı bugün 27 Mayıs’ta boykot yaptı. 24 Mayıs günü okulun yakınında bulunan Adana-Mersin Karayolu’nu trafiğe kapatan veliler 27 Mayıs’ta aynı yolu trafiğe kapattı. Bir süre yolu kapalı tutan veliler, okullarının ortaokula dönüştürülüp ilkokul kısmının Milli Mensucat İlkokulu’na taşınmasını protesto etti.
MAHALLEDE OKUL KALMADI Bursa Yıldırım Ortabağlar Mahallesi’nde yapılan okul dönüşümleri ile bütün ilkokullarını kaybeden mahalleliler, 17 Mayıs’ta Yıldırım Belediyesi İlkokulu ve Ortaokulu önünde basın açıklaması yaptı. Açıklamada “Birçok yerleşim bölgesinde okul, derslik, öğrenci sayıları dikkate alınırken maalesef bizim mahallemizde bu yapılmıyor. Malum planlamayı yapanlar okul meselesinde gerektiği zaman ‘Bu okullar sizin, bizim, hepimizin, milletin’ diyor. Ancak iş okulun dönüşümü olduğunda ne yazık ki ne veliye, ne okul aile birliğine, ne de öğretmenlere soruluyor” dendi.
GAZ‹ fi‹MD‹ DAHA GÜÇLÜ SESLEN‹YOR: “DUYMAYAN KULAKLAR DUYSUN” Aylardır mücadele veren Gazi İlköğretim Okulu velileri okullarının imam hatip ortaokuluna dönüştürülmesi kararına karşı 23 Mayıs’ta yine eylemdeydi. Veliler adına basın açıklamasını okuyan Okul Aile Birliği Başkanı Sündüs Keklik “Okulumuzu imam hatip yapmak istemenizin gerçek nedeni nedir? Hangi hesapların peşindesiniz ve bu uğurda binlerce insanı mağdur ediyorsunuz?” diye sordu.
Veliler, okul dönüşümleri ile ortaya çıkacak ulaşım sorununa, öğretmenlerin norm fazlası kalacağına da dikkat çekti.
Gülcan Öğretmen’den mektup var Gülcan Öğretmen’in bir çığlığı var. Duyurmak için her yana haber saldı. Ankara Pursaklar Saray Ortaokulu’nda ücretli öğretmenlik yapan Gülcan Öğretmen, gazetecileri aradı, “tandığınız gazetecilere ne olur anlatın” dedi. Çünkü bu çığlık yalnızca onun değildi. Tüm ilkokullarda, ortaokullarda, liselerde yavaş yavaş yükselen eğitimde gericiliğe, cinsiyetçiliğe, piyasalaştırmaya, ticarileştirmeye karşı velilerin, öğrencilerin, öğretmenlerin eşit, bilimsel eğitim taleplerinin çığlığıyla bütündü. Sesini yükseltmek onu işinden etti ama o güvencesiz olduğunu bildiğinden “Ne önemi var. Bugün olmazsa yarın işten çıkarılacağım” dedi. Anlatmaya devam etti. Gülcan öğretmenin hepimize duyurmak istediği bir mektubu var. Onu paylaşıyoruz: Ankara Pursaklar Saray Orta Okulunda ücret karşılığı Türkçe öğretmeni olarak görev yapmaktayım. Eğitim sisteminin geldiği noktayı göstermek için sizlerle
kişisel olarak yaşadığım bazı olayları aktarmak istiyorum. Okulumuz öğrencilerinin tamamı Kuran-ı Kerim Okuma dersini ve Hazreti Muhammet’in Hayatı seçmeli dersleri almakta. “Neden böyle?” diye sorduğumuzda okulda diğer dersleri seçen olmadığı, çoğunluğa göre hareket edilmek zorunda kalındığı yönünde bilgi verildi. Bu noktada henüz bir şeyin farkında olmayan bu öğrencilerin “özgür seçimlerini” bir eğitimci olarak sorgulamaktayım. Okula başladığım günden beri okulda sürekli din ile ilgili bir etkinlik, yarışma vs. koşuşturmacası var. Kutlu Doğum Haftası ile ilgili yapılan etkinlikler akıllara zarar verecek boyuttaydı. Konuşmalar yapıldı, öğrencilere kostümler eşliğinde ilahiler ezberletildi, okula “Hoş geldin ya Resulallah” yazılı balonlar asıldı, çikolatalar dağıtıldı vs. Okulda yapılan program kadınlara sunulmak üzere bir kez daha hazırlandı. Etkinlikler kapsamında bazı öğrencilerim haftalarca derse
katılamadı. Çünkü provalara hazırlanıyorlardı. Bunun dışında ilçeden gelen yazı ile okulda 40 hadis ezberleme yarışması yapıldı. Onlarca öğrenci günlerce hadis ezberledi. Seyir-i Nebi isimli peygamber Muhammed’in hayatını anlatan kitap okutuldu ve sorular sorularak çocuklara yarışma yapıldı. Aynı kitap öğretmenler arasında da çeyrek altın karşılığında yarışma yapılarak okutuldu. Eğitim Bir Sen’in aldığı okullara türbanla gireceğiz, kravat takmayacağız eylemine bizim okulda katıldı. Hatta okulumuza gelen müfettişlerle yapılan genel öğretmen toplantısına da türbanla giren öğretmenlerimiz oldu. Okul idaremiz diz ortasında etek giyen bir öğretmene kılık kıyafet yönetmeliğine uymadığı gerekçesiyle savunma yazdırdı. Aynı savunma türbanla girenlere de yaptırıldı. Bir gün dersteyken 10-15 öğretmen toplantı salonuna çağrıldı. Gittiğimizde davranış notlarını girmediğimiz ve bu yüzden savunma
yazmamız istendi. Masanın etrafında oturan tüm öğretmenlere müdür yardımcısı A4 kağıtlarını önümüze sıralayarak “savunma yazın “dedi. Ben savunma istendiği gün 5 gündür e-okul şifresine sahiptim. Bu yüzden suç işlemediğimi bu yüzden savunma yazmayacağımı söyledim. Kaldı ki savunma bu şekilde istenmez. Öğretmene sarı zarf verilir savunma için süre verilir vs. Müdür yardımcısı bana “O halde istifanı ver git, biz de yeni bir öğretmen bulalım” dedi. Yani okul bir şirketde o da o şirketin patronuymuş gibi beni sözüm ona kapı dışarı etmeye kalktı. Ben de bunun üzerine Pursaklar İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne kendisini şikâyet eden bir dilekçe yazdım. Okulda nasıl olmuş bilmiyorum ama bazı öğrencilerim bile durumu duymuşlardı. Bana “sizi kovdular mı öğretmenim” şeklinde sorular sordular. Yaşadıklarım mesleki onurumu zedelemiş durumda. Bu yüzden okuldan bugün (11 Mayıs) itibariyle ayrılmak zorunda kaldım.
8
EMEK 30 May›s 2013 / 12 Haziran 2013
Halk›n Sesi
AKP’nin sendikal stratejisi alışma Bakanı Faruk Çelik “işçinin hakkını arayan sendikacı arıyorum” veciz sözüyle AKP iktidarının sendikal stratejisini özet olarak ilan etmiş oluyor. Devleti yöneten güç olarak sendikacı arayışına girmiş olması normal bir şey midir? İktidara geldiği günden beri güvencesiz çalışmayı yaygınlaştıran, örgütlenmek isteyen işçilere kan kusturan sermaye uygulamalarına seyirci kalan bir iktidar değilmiş gibi böyle bir açıklama yapıyor. Bir yanıyla “utanmazlık” ve “iki yüzlülük” AKP hükümetinin karakteridir diyebiliriz ama diğer yandan da arka planda yürüyen pratiğe baktığımızda basit bir demogoji olmadığını görebiliriz. AKP adım adım bütün “sivil” alanları ele geçirmeye çalışıyor. Öyle anlaşılıyor ki sendikal alanda da AKP iktidarı kendisine ait sarı sendikaları oluşturmaya çalışıyor. “İşçi hakkı arayan” dediği sendikalar da bunlar olsa gerek… Çay-Kur’da TEK GIDA İŞ’i başarısızlığa zorlayıp alttan alta Hak-İş’e Tufan bağlı Öz Gıda İş’in önünü açmaya çalıştığı yetmiyorSertlek muş gibi Tekel direnişinin Dev Sa¤l›k-‹fl Yönetim Kurulu intikamını almak için Tek Gıda İş Genel Başkanı’nın kellesini istiyor. Muhtemelen Taşımacılık işkolunda hava işçilerine yönelik pervasız saldırısıyla grevi başarısızlığa uğratmak azminin arkasında da benzer bir senaryo yazılıyordur. Kısa sürede Memur Sen’i kamu iş kolunda en büyük konfederasyon haline getiren, Hak-İş’i yoktan var edip 170 bin üyeye kavuşturan AKP hükümeti başkanlık rejimiyle örtüşen bir korporatist rejim arayışında olduğunu emek alanındaki faaliyetiyle de gösteriyor. AKP devleti kendisine bağlı bir “sivil” alan oluşturmak ve devlet-millet örtüşmesini yaratmak için gerekli bütün adımları atıyor. Kürt sorunu belası bu süreçte önündeki en büyük engeldi. Bu meseleyi bir şekilde halledip veya etkisizleştirip totalitarizm yolundaki süreci hızlandırmak isteyecektir. Emek-sermaye çatışması bu sürecin daha kronik ve çözümü zor alanını oluşturuyor. Bu nedenle işi sağlama almaya çalışıyor. Sadece devlet terörüyle çözemeyeceğini bildiği bu sorunu beşinci kol sendikaları devreye sokarak devletin bir aparatı haline getirmeye çalışıyor. Kuşkusuz bu operasyon “eski” devletin Türk-İş’le kurduğu ilişkiden yapısal olarak farklı bir ilişkiyi hedefliyor. Türk-İş genel olarak devletin sendika yönetimleri düzeyinde ilişkilendiği ve işçi sınıfını kontrol altında tutmak için kullandığı bir araçtı oysa AKP devleti Hak-İş ve Memur-Sen’le emekçileri örgütlemeye çalışıyor. Bu iki sendikal yapı neredeyse AKP iktidarının her stratejik adımının toplumsallaşmasında görev alıyor. Bu yönelim açıkça faşist bir toplumsal düzen kurma sürecidir. Sendikal mücadelenin önümüzdeki süreçte aşmak zorunda kalacağı engellerin biri de bu devlet sendikacılığı olacaktır. Özellikle taşeron yasasının çıkartılmasından sonra taşeron alanındaki sendikalaşmanın önlenmesinde bir araç olarak devlet sendikacılığının bu alana etkin biçimde sokulması beklenebilir. Çalışma Bakanı’nın yana yakıla sendika arayışına girmesi boşa olmasa gerek… Bu süreçte bir yandan sendikalar itibarsızlaştırılırken diğer yandan örgütlenmenin önlenemediği yerlerde kendi sendikalarını işverenkamu yöneticileri eliyle işçilerin karşısına çıkartarak bir seçenek olarak sunacaklardır. Sınıf mücadelesi bu sürecin aşılmasında bir yandan bu yeni tip devlet sendikacılığını teşhir ederken diğer taraftan işçi sınıfının haklarını cesurca savunarak gerçek bir hak mücadelesini örgütlemeyi becerebilmelidir. Kuşkusuz bu oyunun bozulmasının tek reçetesi sınıf mücadelesidir. 1950’li yıllarda sanayileşme süreci başlarken işçilerin önüne konulan Türk-İş nasıl DİSK tarafından büyük ölçüde etkisiz hale getirilmiş ve sınıf mücadelesinin önünde engel olmaktan çıkartılmışsa AKP devletinin sendikal rejimi de yeni dönemin mücadele dinamiklerini kavrayan ve buna uygun örgütlenme ve mücadele stratejisi geliştiren sınıf örgütleri tarafından parçalanacaktır.
Ç
Kazova işçilerinin direnişi sürüyor Maaş alacaklarını vermeden kaçan patron Ümit Somuncu’nun peşini bırakmayan Kazova işçilerinin eylemleri sürüyor. Fabrikanın Perzoni adlı bir firmaya devredildiğini öğrenen işçiler, alacakları tahsil edilmeden Perzoni firmasını fabrikaya sokmayacaklarını duyurdu. Kazova işçileri eylemlerine 27 Şubat’ta başladı. İşçiler, her hafta yaptıkları eylemlerini 29 Nisan’da fabrika önünde kurdukları çadırla sürdürmeye başladı. İşçiler, direniş çadırını patronun fabrikadaki makineleri çalma ihtimaline karşı kurduklarını belirtiyor.
Grev sesleri geliyor Türkiye bol grevli bir döneme girdi. Toplu ifl sözleflmeleri anlaflmazl›kla sonuçlan›yor. Özellikle stratejik sektörlerde beliren grev ihtimali, iflverenle sendikalar aras›nda bol pazarl›kl› süreçlere iflaret
ediyor. Tek G›da-‹fl’in 22 Nisan’da ilan etti¤i ve bir gün süren grevin ard›ndan sivil havac›l›k ve metal iflkollar›nda toplu ifl sözleflmeleri anlaflmazl›klarla sonuçland›. Hava-‹fl, THY’de greve ç›kt›. Metal iflkolunda Türk Metal ile MESS aras›nda-
ki sözleflme t›kand› ve Türk Metal grev karar› ald›. Madende Genel Maden-‹fl ile TTK ve MTA aras›ndaki toplu ifl sözleflmesi de t›kand›. 5 Haziran’da “AKP’yi uyar› grevi” ilan eden KESK de grev kervan›na eklendi.
METALDE GREVE ADIM ADIM Yılların sarı sendikası Türk Metal, MESS’le ilk defa anlaşmazlığa düştü ve 6 Mayıs’ta grev kararı aldı. Türk Metal yöneticileri MESS’le görüşmelerini sürdürürken işçiler de fabrikalardaki yemekhanede çatal kaşıklarla ses çıkarma, fabrika önünde yürüyüşler yapmayı sürdürdü. Türk Metal, MESS’in ücretlere yüzde 4,6’lık zam teklifini işçilere kabul ettiremeyeceğini ifade etti. MESS, 23 Mayıs günü, grev kararının uygulanacağı işyerlerinde lokavt uygulama kararı aldı. 27 Mayıs günü 84 fabrikada işçiler ortak bir deklarasyon yayımlayarak MESS’i ve sendika yöneticilerini uyardı. 2010’daki sözleşmesürecinde Birleşik Metal-İş’in grevinin etkileri Türk Metal’in grev kararında etkili oldu. Önceki dönem Türk Metal saatlik 20 kuruşluk zammı “en iyisi buydu” diyerek meşrulaştırmaya çalışmış, Birleşik Metal-İş ise grev ilan ederek saatlik 60 kuruş zamla süreci sonlandırmıştı. Bu başarının ardından Bosch’ta 3.600 Türk Metal üyesi Birleşik Metal-İş’e geçmişti. Arçelik işçileri Türk Metal’e başkaldırmıştı.
KESK DE ‘GREV’ DED‹
KESK, 22 May›s’ta genel merkezinde yapt›¤› bir bas›n toplant›s›yla grev karar›n› duyurdu. KESK Genel Sekreteri ‹smail Hakk› Tombul, kamu emekçilerin çözüm bekledi¤i sorunlar› torba yasayla Meclise sunmaya çal›flt›¤›n› belirterek torba yasada AKP’nin devletleflmesi sürecini h›zland›racak liyakat ilkesinin kal-
HAVA-‹fi GREVDE THY PAN‹KTE Hava-İş 15 Mayıs’ta greve çıktı. THY, medya vasıtasıyla grevi etkisiz göstermeye çalışırken grevi kırmak için yasadışı bir biçimde işçi çalıştırdı. Grevdeki işçilerin diğer işçilerle ve yolcularla buluşmasını engellemek için Atatürk Havaalanı’na 3 bin kişilik polis gücü sevk edildi. Hava-İş’in direngen tutumu THY’nin baskılarını kırdıkça AKP’li bakanlar “grev bitti”, “THY beni de mağdur etti” şeklinde açıklamalar yapmaya başladı. Öte yandan THY’nin grevdeki uçucu personel yerine çalıştırdığı kişilerin yetersizlikleri nedeniyle aksamalar ve rötarlar yaşandı. Ufak aksaklıklar dahi zincirleme rötarlara yol açarak THY’yi zarara uğratmaya başladı. THY, Hava-İş’teki militan kararlılık karşısında geri adımlar atmaya ödünler vermeye başladı.
d›r›lmas›, “hükümet memuru” ile kadrolaflman›n doru¤a ç›kmas›, disiplin aflar›n›n 28 fiubat cezalar› ile s›n›rl› tutulmas› gibi maddelerin oldu¤unu söyledi. AKP hükümetinin 657 Say›l› Devlet Memurlar› Kanunu’nda yapmaya çal›flt›¤› de¤ifliklikler içinde Çal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤› ile aylard›r yap›-
ÇAYKUR GREV‹N‹N ARDINDAN
v dalgası Toplu iş sözleşmesi ve gre YKUR ÇA ’in 22 Nisan’da Tekgıda-İş işçinin ın yak e bin 10 greviyle başladı. kgıda-İş çalıştığı ÇAYKUR’da Te bölgesine kadrolarının iki ay Rize çalışması me gidip yaptığı örgütlen di. me yet ına grevi kazanmalar UR’un YK ÇA vi, gre Tekgıda-İş’in 7 bin k “Çay sezonu açıldı” diyere bir yla ası sözleşmeli işçiyi çağırm bittikten günde dağıldı. Grev fiilen ri cile eti yön -İş da sonra Tekgı mesi leş söz iş lu top ile UR ÇAYK melerrüş Gö . görüşmelerini sürdürdü kan şba Ba ve ştu olu de anlaşmazlıklar e ers ed fa isti n şka ba el en Erdoğan “G sorunlar çözülür” dedi.
MADENC‹, YÖNET‹C‹ G‹B‹ DÜfiÜNMÜYOR Genel Maden-İş TTK ve MTA’nın yanı sıra Hema şirketiyle de toplu iş sözleşmesi görüşmelerini sürdürüyor. TTK ve MTA dışında ilk defa bir özel şirketle toplu iş sözleşmesi masasına oturan GMİS, süreci bir an önce bitirip masadan kalkmanın peşinde. Ancak madenciler, sendika yönetimiyle aynı görüşte değil. Madende taşeron çalıştırma ve iş kazalarına karşı biriken öfke Emeğe Saygı mitingleriyle dinmemişe, Genel Maden-İş Genel Başkanı’nın mitinglerde ve direniş ziyaretlerinde tutturduğu soldan dil işe yaramamışa benziyor.
lan toplant›larda uzlaflmaya var›lan maddelere tasar›da yer verilmemesine dikkat çeken Tombul, 27-31 May›s 2013 tarihleri aras›nda tüm yurttaki iflyerlerinde, alanlarda sand›klar kurarak referandum gerçeklefltireceklerini, 5 Haziran 2013’te ise AKP’yi güçlü bir grev ile uyaracaklar›n› belirtti.
Rektörlük, direnişe yarım gün dayandı H
acettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yemekhaneye alınan onlarca kiloluk dev kazanları taşırken yanan ve yaralanan sağlık işçileri, 10 Mayıs’ta bir basın açıklamasıyla işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmasını istedi. Üniversitelilerin ve emekçilerin sesini yükseltmesinden duyduğu rahatsızlığı bilinen Hacettepe yönetimi, Devrimci Sağlık-İş İşyeri Temsilcisi Fevzi Gökdoğan’ı “verilen görevi yapmamak” gerekçesiyle 18 Mayıs’ta işten çıkardı. Sağlık işçileriyse 20 Mayıs’a iş bırakarak başladı. Sabah 7’de Çocuk Acil önünde buluşan yüzlerce sağlık işçisi, “İşçi kıyımına son, işimizi geri istiyoruz” pankartı açtı. İşçiler, hekimler, tıp öğrencileri, hasta ve hasta yakınları gün boyu söz alarak eylem alanını direniş kürsüsüne dönüştürdü. İşten çıkarılan Fevzi Gökdoğan, sağlık işçilerinin payına düşenin kölece çalışma, güvencesizlik ve angarya olduğunu söyledi. Hastanede temizlikten posta
işlerine, yardımcı hizmetlerden hasta bakımına kadar çeşitli işler yapmaya zorlandıklarını aktardı. ‘KEND‹M‹Z‹ TANITMASINI B‹L‹R‹Z’ Devrimci Sağlık-İş Yönetim Kurulu üyesi Mustafa Hotlar da 10 yıldır ihale toplantılarına, asgari ücret ortaoyununa, güvencesizleştirilmeye, işten çıkarmalara karşı mücadele deneyimlerinden örnek-
ler verdi. Hotlar’ın “Bizi herkes tanıdı ama demek ki Hacettepe yönetimi henüz tanımamış. Biz kendimizi tanıtmasını biliriz” dedi. HERKES DEV SA⁄LIK-‹fi’L‹ OLDU SES üyeleri de iş bırakarak mücadele arkadaşlarının yanındaydı. SES Ankara Şubesi Yönetim Kurulu üyesi Hülya Yıldır, Halkın Sesi’ne hastanede gece
‘Üniversiteyi piyasaya teslim etmeyeceğiz’ Türkiye’deki pek çok üniversiteden gelen asistanlar insanlık dışı koşullarda çalışmaya, güvencesizliğe, akademik baskıya karşı 18 Mayıs’ta Ankara’da buluştu. Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde bir araya gelen araştırma görevlileri, “Üniversiteleri piyasaya teslim etmeyeceğiz” dedi. Akademisyenler, asistanların “akademik köle” olarak kurgulandığını ve yeni YÖK Yasasıyla bu durumun kurumsallaştırılmaya
çalışıldığını belirtti. Eylem, tüm üniversitelerden gelen araştırma görevlilerinin deneyim ve mücadele aktarımı ile sonlandı.
boyunca eylemin hazırlanmasına katkıda bulunduklarını anlattı. Devrimci Sağlık-İş’in direngenliğinin kendisine büyük heyecan verdiğini söyleyen Yıldır, eline megafonu her aldığında “Bizi kadrolu, sözleşmeli, taşeron diye ayırmaya çalışıyorlar. Biz emek üretenleriz, yok birbirimizden farkımız” dedi. Hastalar “Madem ki hizmet üretmiyorsunuz, biz de almıyoruz” diyerek işçilerin yanına geldi, yaşadıkları sorunlardan söz etti, faturayı AKP’nin sağlık politikalarına kesti. Saat 11.30’da hastane yönetimi görüşme talebinde bulundu. TTB ve SES yöneticilerinin görüşmeye girmesini engellemek isteyen hastane yönetimi, başarılı olamadı. Heyet, yaklaşık 45 dakikalık görüşmeden zafer işaretleri ve sloganlarla çıktı. Coşkunun bir an bile eksik olmadığı 5,5 saatlik direniş, Mustafa Hotlar’ın “Kazandık, çünkü burada örgütlü durduk. Bundan sonra da örgütlü durmaya devam edeceğiz” sözleriyle son buldu.
Güvencesiz postacılar dönemi başladı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, PTT yasasını onayladı. Yasayla birlikte PTT hizmetlerinin yürütülmesinde Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu düzenleyici kurum olacak. Kanun, PTT çalışanlarını güvencesizleştirmenin önünü açıyor. Kanuna göre PTT’de çalışanlar 657’ye veya 4857’ye bağlı çalışmayacak. Çalışanların ücret, sosyal hak, izin gibi tüm hak ve çalışma esaslarını Yönetim Kurulu kararı belirleyecek. Yönetim, atama yoluyla belirlenecek.
9
SERMAYE 30 May›s 2013 / 12 Haziran 2013
Halk›n Sesi
İSO-İTO seçiminde AKP kazandı
‘Varlık barışı’ halka savaş
Petrol Yasası’na mecliste protesto
İ
T
Ü
stanbul Ticaret Odası ve İstanbul Sanayi Odası’nda meclis seçimleri 22 Mayıs’ta yapıldı. AKP hükümeti ile sermaye arasındaki uzlaşı seçim sonuçlarına da yansıdı. Tekelci sermaye temsilcileri ile TUSKON ve MÜSİAD’ın ortak adayları meclislere seçildi.
BMM Genel Kurulu’ndan Varlık Barışı adıyla geçirilen torba yasanın içinde hükümetin altyapı inşaatlarının ÇED’den muaf tutulmasını sağlayan ve özel hastanelere başvuranların ödeyeceği tutarı SUT’takinin yüzde 200’üne kadar çekebilen maddeler bulunuyor.
lke petrollerini tamamen tekellerin insafına terk edecek olan Petrol Yasası’nda yapılması planlanan değişikliğin meclis gündemine gelmesiyle TMMOB’ye bağlı odalar ve Petrol-İş üyeleri 23 Mayıs’ta TBMM önünde protesto eylemi yaptı.
Demirören’in suçu ne? araf gazetesinin Demirören grubunu hedef alan haberi çok ses getirdi. Erdoğan Demirören’in, 1978’de ele geçirdiği Arşimidis Şirketi’nin sahiplerinden bir Rum’u İstanbul Halkalı’da yakılarak öldürdüğüne ve şirketi bu sayede üzerine geçirdiğine dair bir bilgi her zaman haberdir. Öte yandan bu haber daha önce medyada iki defa yer alan 24 yıllık bir haberse ve bugün haberi yapan Taraf’sa “Neden şimdi?” sorusunun öne çıkması da anlaşılır bir durumdur. Rivayet muhtelif ve bu eylemin amacını ancak sonucunu görerek anlayabileceğiz. Ancak “Demirören yapmış mıdır” sorusu da önemli değildir zira bugün Demirören vesilesiyle açığa çıkan olgu, Türkiye burjuvazisinin varoluşuna dairdir. Osmanlı’nın son dönemlerinde dünya kapitalizmiyle bütünleşmeyi sağlayan ticaret sermayesi azınlıkların (Rum, Ermeni, Musevi…) kontrolündeydi. Müslüman-Türk tüccarlar ise yakın pazarları hedefleyen esnaflığın ötesine geçememişti. 20’nci yüzyılın başında hız kazanan “Milli İktisat” politikalarıyla beraber sermayenin ve dünya kapitalizmiyle bütünleşme işlevi el değiştirmeye başladı. Sahipleri öldürülen, korkutularak kaçırılan “emval-i metruke” (terk edilmiş mallar) kimi zaman önce millileştirilerek haraç mezat satıldı, kimi zaman doğrudan yağmalandı. Bu operasyonun ilk ve en kapsamlı örneği 20’nci yüzyıl başlarında Ermeni soykırımı olarak yaşanUmar dı. 1914’te de Batı Anadolu’da Karatepe Rumları korkutup kaçırmaya yöneumar lik eylemler başladı. Ermenilerin ve @sendika.org Rumların bıraktığı mallar ve işkolları, iktidara yakınlık ölçüsünde paylaşılmaya başlandı. 1908’de yüzde 3 olan anonim şirketlerde Türklerin payı, 1918’e gelindiğinde yüzde 38’e yükseldiyse bunda savaşta fırsatçılığıyla elde edilen yüksek karların yanı sıra azınlık mallarına el konulmasının da büyük payı oldu. Azınlık mallarının geri alınması, yeni zenginlerin en büyük korkusu oldu. Yağmadan küçük pay alan kesimleri de korkutarak Ermeni düşmanlığı hep ayakta tutuldu. 1918’de İngilizlerin işgali karşısında fazla direniş göstermeyen Maraş, Antep, Urfa gibi kentler, 1919’da işgalci Fransız ordusunun içinde, mallarına el koydukları Ermenileri görünce eşraf öncülüğünde ayaklandı, “Kahraman, Gazi ve Şanlı” oldu. Cumhuriyet sonrasında da İzmir İktisat Kongresi ile kuruluş prensibi haline getirilen “Milli İktisat”, yeni tasfiyelerin ve el koymaların gerekçesi oldu. Çukurova Grubu’nun patronu Karamehmetler, Rumlara ait bir iplik fabrikasını 1925’te ele geçirip Türkiye’nin ilk sanayicileri arasına girdi. Yine bugün “hayırsever” sıfatıyla adından söz ettiren Has Ailesi de Ermenilere ait bir dokuma fabrikasının devralınmasıyla cumhuriyetin ilk sanayicileri arasına adını yazdırdı. Çankaya’daki Kasapyan Çiftliği de Cumhurbaşkanlığı Köşkü yapılarak dönemin ruhuna uygun bir simge yaratıldı. 1934 yılında “milli refleks” bir kez daha harekete geçti ve Trakya’da Musevilere yönelik “sivil” eylemler sonucunda 10 bin kişi bölgeden kaçırıldı. 2. Dünya Savaşı sırasında ticaret sermayesini vergilendirmek gerekçesiyle konulan Varlık Vergisi, sadece azınlıkları hedef alan bir tasfiye aracına dönüştürüldü. O dönem çok daha düşük meblağlarda da olsa bu vergiyi ödemek durumunda kalan “milli burjuvazi”nin imdadına Türkiye İş Bankası kredileri yetişirken, vergiyi ödeyemeyen azınlıklara Aşkale Toplama Kampı’nın yolu gözüktü. Devir teslim tamamlanana kadar bu operasyonlar hiç bitmedi. 1955’te, dönemin orgenerali Sabri Yirmibeşoğlu tarafından “Ne mükemmel özel harp harekâtıydı, amacına da ulaştı” dediği, 5 binin üzerinde mekanın yağmalandığı ve azınlıklara bir kez daha göç yollarını gösteren 6-7 Eylül olayları yaşandı. 1970’lerde ise sırada “Vakıflar” vardı ve 1936 yılında verilen vakıf beyannamelerin üzerine alınan tüm mallara el konulmaya başlandı. Kendine Anadolu Kaplanı da dese, Türkiye’nin “modern” yüzünü simgelediğini de söylese burjuvazinin elinde hep bu kanın izi, yüreğinde de bu kanlı yönünün deşifre olmasının endişesi oldu. Bu nedenledir ki 2005’te MGK, Osmanlı tapu arşivlerinin Türkçeleştirilerek, bilgisayar ortamına aktarılmasını sağlayacak projeye “etnik ve siyasi istismara malzeme olabileceği” gerekçesiyle karşı çıktı. Peki öyleyse, tüm bu yaşananlar düzenin hukukunun içinde korunuyor ve destekleniyorsa, Demirören’in “gerçek” suçu ne?
T
AKP ile yeniden Doğuş Doğuş Holding’in AKP dönemindeki yükselişinin formülü, ‘hükümete tam biat’. NTV'nin yayın çizgisini AKP'ye uyumlulaştıran Doğuş, biatının mükafatı olarak inşaat ihalelerini de tek tek topladı MEHTAP MET‹NO⁄LU
S
alıpazarı Liman Sahası'nın (Galataport) özelleştirme ihalesi 16 Mayıs'ta yapıldı. İhaleyi, 702 milyon dolarlık en yüksek teklifi veren Doğuş Holding AŞ aldı. İhalede verilen teklifin 2005'te yapılan ve Yargıtay tarafından iptal edilenden düşük olması dikkat çekti. Oysa 2006 yılında yapılan ihalede söz konusu alan, 49 yıllığına 3.5 milyar euro karşılığında Sami Ofer tarafından kiralanmıştı. Ancak daha sonra Danıştay bu ihaleyi iptal etmişti. İki ihale arasındaki farklı ödeme koşulları, emsal değeri, ihale yöntemi ve kiralanma süresi gibi unsurların oluşturmasına dair tartışmalar sürüyor. Ancak bu sürede dikkatleri üzerine toplayan Doğuş Holding oldu. DO⁄Ufi'UN BÜYÜME SIRRI Ferit Şahenk’in sahibi olduğu Do-
ğuş Grubu; finans, otomotiv, inşaat, medya, turizm ve hizmetler, gayrimenkul, enerji ve yeme-içme olmak üzere sekiz sektörde faaliyet yürüten yaklaşık 180 şirkete sahip. Cirosunun yüzde ellisini Garanti Bankası’nın başını çektiği finans sektöründeki şirketlerden elde eden grup, kuruluşundan bu yana faaliyet yürüttüğü inşaat sektöründe de hızla büyüdü. Forbes'ın "En zengin 100 Türk" 2013 listesinde 3.4 milyar dolarla ilk sırada yer alan Ferit Şahenk'in kardeşi Filiz Şahenk de 3 milyar dolarla beşinci sırada yerini aldı. Ferit Şahenk'in 2012 yılındaki serveti 2,6 milyar dolar iken bir yılda yaklaşık bir milyar dolar artması Doğuş Grubu'nun büyüme sırrını sorgulattı. AKP’YE B‹AT EDEN‹N ÖDÜLÜ ‹HALE Şahenk Ailesi'ni, Türkiye'nin en
Patronlar 'yukarının' baskına karşı dirençsiz "Son dönem as›l endifle verici geliflme ise, ço¤u medya d›fl›ndan gelen kimi patronlar›n, 'yukar›'n›n artan bask›s› karfl›s›ndaki dirençsizli¤i; o bask›y› kendi korkular›yla büyütüp kraldan fazla kralc› kesilen yöneticilerin acizli¤i… Ne kadar geç kalm›fl da olsak, bu mesle¤in (kalan) itibar›n› korumak için hepimiz seferber olmal›y›z.” (Can Dündar – Milliyet, 21 Haziran 2011) Do¤ufl Grubu'na ait NTV'de, Canl› Haber program›n› yapan Can Dündar, istifa ederek kanalla yollar›n› ay›rm›flt›. Dündar'›n istifas›na baflbakan taraf›ndan hedef gösterilen Nuray Mert'i konuk etmek istemesi fakat kanal yönetiminin buna izin vermemesi sebep gösterilmiflti.
zenginleri sıralamasında tahta çıkaran Garanti Bankası, özellikle son 10 yıldaki hızlı büyümesi ile dikkat çekti. Doğuş Grubu'nun asıl yükselişi ise AKP'yle gerilmeden tam bir biat etme örneği sergilediği dönemden sonra başladı. NTV'nin yayın çizgisini iktidarın yayın çizgisine uyumlu hale getiren Doğuş, NTV'den muhalif sesleri “temizledi”. Doğuş, biat etmesinin ödülünü çok geçmeden almaya başladı. Doğan Grubu'dan alınan Star TV'ye sahip oldu. Doğuş'un ödülü bununla da kalmadı, inşaat ihalelerinde de önü açıldı. NTV’nin muhalif isimlerden arındırıldığı 21 Haziran 2011 tarihinden bir hafta sonra Doğuş bir anda 256 milyon dolarlık kredi borcundan kurtuldu. Doğuş’u kurtaran İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) idi. 2011 yılı temmuz ve ağustos aylarında Doğuş Grubu, İBB’den 275.8 milyon dolar tutarındaki alacağını tahsil etmesinin hemen ardından 15 Eylül 2011 tarihinde Üsküdar-ÜmraniyeÇekmeköy Metro İnşaatı projesinin ihalesini aldı.
şirket giderek büyürken AKP ile yakınlık derecesi sorgulanır oldu. Doğuş'un sahibi Ferit Şahenk ise AKP ile yakınlığını inkar etmedi. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, “Ferit Kardeş” diyerek hitap ettiği Şahenk, Milliyet gazetesinden Eylem Şentürk’le yaptığı söyleşide AKP ile yakın bir görüntü çizdiği yönündeki soruya şu yanıtı verdi: “İktidarla yakın olduğumuz yönünde böyle bir algılama olduğunun ben de farkındayım. Ama yapılacak bir şey yok.” Ferit Şahenk ile Tayyip Erdoğan'ın yakınlaşması 21 Ağustos 2009'daki Didim Marina açılışında basın karşısında da tescillendi. İkili ilk pozunu bu açılışta verdi. Doğuş Grubu AKP'nin döneminde servetine servet katarken, 2008 yılında patlak veren krizden de güçlenerek çıkan şirketler arasında bulunuyor.
TOPBAfi DO⁄Ufi’U F‹NANSE ED‹YOR Doğuş Grubu'nun inşaat işkolunda büyümesinin önünü açan, "Gebze-Haydarpaşa, Sirkeci-Halkalı Banliyö Hatlarının İyileştirilmesi projesi", "Kadıköy-Kartal Raylı Toplu Taşıma Sistemi” ve “Otogar-Bağcılar Raylı Toplu Taşıma Sistemi" gibi AKP dönemi İstanbul projeleri de hatırlandığında Doğuş Grubu'nun İBB eliyle nasıl finanse edildiği de göz önüne çıkıyor. KR‹Z, FER‹T KARDEfi'‹ TE⁄ET GEÇT‹ AKP döneminde Doğuş Grubu'nun aldığı ihaleler artıp,
İşçi katili Do¤ufl Grubu'nun baraj ve HES inflaatlar›nda her geçen gün yeni bir ifl kazas› yaflan›yor. 19 May›s'ta 21 yafl›ndaki genç iflçi U¤ur Bozar, Artvin Baraj› inflaat›nda yaflam›n› yitirdi. U¤ur’un öldü¤ü yerde, 7 Ekim 2010 tarihinde de 17 yafl›nda bir iflçi ölmüfl bir iflçi yaralanm›flt›. 15 Haziran 2010 tarihinde yine ayn› bölgede bir iflçi ölmüfl dört iflçi yaralanm›flt›. Do¤ufl'a ait HES ve baraj inflaatlar›ndan, sadece Artvin HES projesinde son 3 y›lda ölen iflçi say›s› dört oldu.
Hükümetin Karamehmet ‘tasarrufu’ T
asarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) İnterbank’a olan 50 milyon dolarlık ödemesini yapmadığı gerekçesiyle Çukurova Holding’e ait AKS Televizyonculuk ve BMC’ye el 17 Mayıs günü koydu. TMSF Başkanı Şakir Ercan Gül, alacakların tahsil edilmemesi durumunda Turkcell’e de haciz işlemi uygulanabileceğini söyledi ve 24 Mayıs günü holdingin Digitürk’ün de içinde olduğu 10 şirketine daha el konuldu. El koymalar, holdingin en büyük bileşeni olan Turkcell’in genel kurulun yapılacağı döneme denk geldi. Çukurova Hol-
‘Ferit Kardeş’ AKP’ye biatının mükafatını ihalelerle alırken, “tam biat” etmeyen Karamehmet’in üzerinde TMSF sopası dolaşıyor ding, TMSF’ye borcunu ödemek için Turkcell’den gelecek 550 milyon dolarlık temettü ödemelerini bekliyordu ancak genel kurul yapılmadı ve ödeme de olmadı. Karamehmet’in bulunduğu belirsiz durum nedeniyle Rus ortaklar yönetimden çekildi. Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK) daha önce atadığı 3 isim dışında Turkcell yönetiminde kimse kalmadı. AKP’nin Turkcell’deki durumu fırsata çevirmeye çalışacağını Ali Babacan’ın
açıklamaları gösterdi. Turkcell’in stratejik bir kurum olduğunu belirten Babacan “Turkcell başıboş bırakılmaz,
SPK mutlaka bir hamle yapacak” dedi. Karamehmet’in sahip olduğu Çukurova Holding ile AKP arasındaki gerilimin başlangıcı 2002’ye kadar gidiyor. Karamehmet’in sahibi olduğu Pamukbank’a borcu nedeniyle TMSF el koydu. Karamehmet de Turkcell’deki hisselerinin yüzde 13,2’sini Rus Alfa Group’a 1,7 milyar dolara sattı, kalan 1,6 milyar dolar için elindeki yüzde 13,8’lik hisseyi de teminat olarak gösterdi.
AKP hükümeti de Karamehmet’in ihale almaması için uğraştı. Karamehmet, 2009 – 2010 yıllarında Başkent Gaz’ı tek başına, BEDAŞ, GEDAŞ ve AYEDAŞ ihalelerini de Kazancı Holding’le kurdukları MMEKA Ortak Girişim Grubu’yla kazandı. İhalelerin ardından 28 Kasım 2010’da Wikileaks belgeleri yayımlandı. Belgelere göre Karamehmet ABD tarafından “güvenilmez” olarak ilan edilmişti. 2011’e gelindiğinde Karamehmet’e hiçbir kamu ve özel bankası ihalelerin teminat paralarını yatırmak için kredi vermedi ve ihaleleri alamadı.
CEO’lara müdürlük kıyağı
A
KP, özel sektör CEO’larının kamu kurumlarında yönetici olmasını sağlayacak düzenlemeyi 17 Mayıs günü TBMM’ye taşıdı. Düzenlemeye göre kamuda müdür olabilmek için özel sektörde 5 yıl çalışmak yeterli olacak. Düzenleme sadece Dışişleri Bakanlığı için geçerliymiş gibi gösterilse de “Bakanlar Kurulu’nca belirlenen bakanlıklara bağlı kuruluşlar” ifadesi tüm kamu kurumlarında geçerli olmasının önünü açıyor. 5 yıldır dershane işleten bir kişi, İl Milli Eğitim Müdürü olabilecek. Bir ilaç firması sahibi, İl Sağlık Müdürlüğü’nde üst düzey bir koltuğa atanabilecek.
10
KİBELE 30 May›s 2013 / 12 Haziran 2013
Halk›n Sesi
‘Söyleyecek sözümüz, de¤ifltirecek gücümüz var’ 014 yerel seçimlerine giderken biz oyları, adayları değil taleplerimizi konuşacağız. Halkevci Kadınlar, kadın düşmanı siyaset karşısında kadınların sözünü üretmek, siyaseti ve kamusal alanı yeniden ve demokratik biçimde kurmak için öne çıkıyor. Kadınların varlığını yok sayan yerel siyaset karşısına kendi taleplerimizle çıkıyoruz. Kadınların talepleri ne pazarlık ne de propaganda malzemesidir. Kadınların eşit yurttaşlık için yerel yönetimlere dayattığı insanca yaşam talepleridir. Bu nedenle kadınların birincil görevi olarak görülen çocuk bakımının toplumsallaştırılması için her mahalleye parasız, nitelikli, cinsiyete duyarlı eğitim verilen kreşlerin açılmasını, hasta, yaşlı bakımının kadınların sorumluluğundan çıkartılarak parasız, nitelikli bakımevlerinin açılmasını istiyoruz. Kadına yönelik şiddete karşı, kadınların bilgi alabileceği ve dayanışma kurabileceği kadın örgütlerinin denetiminde danışma merkezlerinin açılmasını ve her ilçeye yeterli sayıda sığınmaevi açılmasını istiyoruz. Sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesiyle beraber, sağlık hakDilflat kının gaspına karşı koruyucu Aktafl ve tedavi edici parasız sağlık Halkevleri hakkının yerel ölçekte sağlanKad›n Sekreteri masını, kadın hastalıkları, kürtaj vb. konularda bilinçlendirme toplantılarının yapılmasını ve kadın sağlığı taramalarının düzenli bir şekilde yapılması için kadın sağlığı birimlerinin kurulmasını istiyoruz. Ev işi olarak adlandırılan temizlik, yemek gibi işlerin toplumsallaşabilmesi için mahallelerde ortak çamaşırhaneler, yemekhaneler açılmasını istiyoruz. Kentlerin kadınların günün her saatinde güvenli bir şekilde hareket edebilecekleri biçimde düzenlenmesini; sokak aydınlatmalarının yetersiz olduğu mahallelerde sokak aydınlatmalarının yapılmasını istiyoruz. Kadınların kamusal alana çıkabilmelerini kolaylaştıracak ulaşım hakkının parasız sağlanmasını, sefer sayısının arttırılmasını istiyoruz. Kentlerde, mahallelerde bütün kadınların ortak zaman geçirebilecekleri, yaratıcılıklarını ve yeteneklerini geliştirecekleri kültürel, sosyal faaliyet merkezlerinin kurulmasını ve bu merkezlerin karar mekanizmalarında kadınların yer almasını istiyoruz. Çocukları engelli olan kadınların üzerindeki bakım ve eğitim sorumluluğunun toplumsallaştırılması için yerel yönetimlerin parasız, nitelikli bakım ve eğitim kurumları açmasını istiyoruz. Kent arazisinin sosyal güvenceden mahrum, kocaya, babaya bağımlı bırakılarak mülksüzleştirilen kadınlar lehine dağıtılmasını istiyoruz. Kadınlara güvenceli iş istihdamı sağlamak için belediyelerin olanak sağlamasını, özel önlem almasını ve kota uygulamasını istiyoruz. İnsanca yaşam hakkımız için mücadele verdiğimiz kentsel dönüşüm projelerine, 2B, HES vb. doğaya yönelik saldırılara; emeğimiz, bedenimiz ve kimliğimiz üzerinde kurulan tahakküm politikalarına, ev içi emeğimizin yok sayılmasına, güvencesiz, esnek ve taşeron çalıştırmaya karşı mücadele eden ve “yerel siyasette benim de sözüm var” diyen tüm kadınları kamusal alanı hep birlikte inşa etmek için yerel iktidar mücadelesinde de ön saflarda yer almaya çağırıyoruz.
AKP’nin matemati¤i bizi kand›ramaz
2
KADINLAR MEYDAN OKUYOR Kadını yok sayan, sadece eş ve anne olarak gören, kadın düşmanı AKP iktidarına meydan okuyoruz. Cemaat ağları içerisine hapsettiği kadınları seçim sürecinde aktif birer oy toplayıcısı haline getiren, kadınların taleplerini propaganda malzemesi olarak kullanan AKP iktidarına karşı bizler mahallelerimizde kadınların siyasetin öznesi olarak kendi talepleri için kadın dayanışması ile mücadele edeceği zeminleri çoğaltacağız. Bu nedenle kadınların kentte ve siyasette söz ve karar sahibi olduğu, her yerelde kadınların kendi taleplerine sahip çıkacağı, kendi yönetme ve örgütlenme mekanizmalarını oluşturacağı yerel siyasetin erkek egemen yapısını ortadan kaldıracak ve kadınların iradesini sürekli kılacak kadın meclisleri ile yerel siyasete aday olacağız. Başta muhtarlıklar olmak üzere, belediye meclis üyeliği, belediye başkanlığı kadın adayları ile 2014 yerel seçim sürecinde kadınlar taleplerini daha güçlü bir şekilde yükseltecek. Söyleyecek sözü olan tüm kadınları yerel yönetimlerde birlikte üretmeye, değiştirmeye; kentin ve siyasetin kadınlaşması için birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.
TUBA GÜNEfi
F
atma Şahin 2009 ve 2012 arasında 600 kadının öldürüldüğünü açıkladı. Adalet Bakanı 2009'un ilk 7 ayında 900 kadının öldürüldüğünü söyledi. İçişleri Bakanı Muammer Güler ise 2009'da polisin sorumluluk alanında 300 kadının öldürüldüğünü açıkladı. Kadınların tuttuğu çeteleler ve basına yansıyanlar çok farklı sayılar ortaya koyuyor. Çünkü her gün 5 kadın erkekler tarafından öldürülüyor ve AKP iktidarının ilk 7 yılında kadın cinayetleri yüzde 1400 arttı. Hitler’in 3. Dünya Savaşı’nı plandığı fıkrayı artık herkes biliyor. “Ne yapıyorsun?” diye soran kişiye Hitler “Bu sefer 14 milyon Yahudi’yi ve bir bisiklet tamircisini öldüreceğiz” diyor. “Bir bisiklet tamircisi mi?” diye sorulunca “14 milyon Yahudi’yi kimsenin takmayacağını söylemiştim” diye yanıtlıyor. Oysa kadınlar hem milyonlarca Yahudi’yi hem de bisiklet tamircisini önemsiyor. Kadın cinayetleri üçüncü sayfa haberlerinde gösterildiği gibi tekil ve münferit olaylar olmadığı gibi, soğuk istatistikler de gerçeği olduğu gibi göstermeye yetmiyor. Sayıların, kadın cinayetlerinin politik olduğunu göstermeye yardım ettiği doğru ve bununla birlikte tek tek tüm
Mor Çatı’dan Çiğdem Hacısoftaoğlu ile kadın mücadelesinde sayıların rolünü ve insanları gerçeğe yabancılaştırıcı etkisini konuştuk hayatlar dikkate alınacak kadar değerli. Ve bu yüzden kadınlar, hepsine yönelen politik saldırıya; kadına yönelik şiddete karşı, her birinin hayatı için birlikte mücadele ediyor. Mor Çatı aktivistlerinden ve avukatlarından Çiğdem Hacısoftaoğlu ile sayıların kadın mücadelesinde rolü ve bununla birlikte gerçeğe karşı yabancılaştırıcı etkisi üzerine konuştuk. Ve elbette AKP’nin sayıları artırmadaki rolünü ve sorunu yeniden üretmedeki sorumluluğunu… Çiğdem öncelikle İstanbul Feminist Kolektif olarak 2009 yılında başlattıkları “Kadın cinayetlerine karşı isyandayız” kampanyasını hatırlatıyor. Kampanyanın sloganı sayılarla gerçeği ortaya koyan “Her gün 3 kadın öldürülüyor” idi. Çiğdem bu sloganın o dönem için önemli olduğunu söylüyor: “Bu sayısal çokluk kadınların yaşamlarının erkekler tarafından ellerinden alınmakta olduğunu ve öldürülen kadın sayısının adeta bir savaşın sonuçları olarak okunabileceğini herkese, görmek istemeyenlere de gösterdi.” “Şimdi dönüp baktığımda
iyi ki bu yolu seçmişiz diyorum” diye devam eden Çiğdem bu kampanyalar sayesinde medyanın ve politikacıların dahi “kadın cinayeti” kavramını kullanmaya başladıklarını söylüyor. Bir yasa hazırlanmasının da bu ve benzer kampanyalarla sağlandığına dikkat çeken Çiğdem, yasanın kadınların taleplerini karşılamadığını ayrıca ekliyor. Çiğdem’e “Her gün 5 kadın öldürülüyor” sloganının vuruculuğunu ve yarattığı etkiyi de soruyoruz. Diyor ki; “Her gün 5 kadın öldürülüyor demek gerekir mi? Dahası bir çetele tutup bunu günlere mi böleceğiz? Benim kişisel fikrim gerek olmadığı ve dahası senin de sorunda sorduğun gibi bu durumun bir yabancılaşma yarattığını düşünüyorum. Sayılarla açıklamak en başında duyurmak ve çarpıcı gerçekliği göstermek için önemliydi ancak bugün zaten artık kabul edilen bir gerçeklikle karşı karşıyayız” HER GÜN AYfiELER ÖLÜYOR FA‹LLER‹ DE AHMETLER Bu slogan yerine “Her gün Ayşe, Fatma, Zehra öldürü-
lüyor dense mi?” diye sorunca Çiğdem, önemli olanın her gün Ayşe’nin ölmesi olduğunu vurguluyor ama en az onun kadar önemli olan bir başka yere de temas ediyor: “Her gün Ayşe ölüyor, Ahmet değil! Kadına yönelik erkek şiddeti, kadın bedeni ve emeği üzerinde tahakkümün sürmesinin en önemli araçlarından biri ve failleri de Ahmet’ler.. Belki artık daha yüksek sesle failleri işaret etmek gerekiyor.” Yazımızın başında saydığımız AKP’nin kadına yönelik şiddete dair istatistik açıklamalarını da soruyoruz. Açıklamaların hem kendi içindeki hem de birbirleri arasındaki tutarsızlığın nedeni ne olabilir? Çiğdem, kurumlar arası koordinasyonsuzluğun, toplanan verilere ilişkin standardın olmayışına işaret etse de AKP’nin yeni yasalarıyla kadına yönelik şiddeti azalttığı izlenimi yaratma çabasını da dikkate sunuyor. Ama AKP’nin matematiği bizi kandırıyor. Çünkü kadınların sayıları, şiddetin azaldığını değil, aksine arttığını gösteriyor. Çiğdem, AKP’nin sayıları
Sokağa çıktı bir kere GONCA fiAH‹N
G
encecik yaşında HES şirketlerini pes ettiren, barikatın en önünde duran, Tortum’da HES’lere karşı direnen kadınların sembol ismi Leyla Yalçınkaya. Nam-ı diğer Tortumlu Leyla. HES yapımı durdu, nisan ayında HES’çi şirket, şantiyesini söktü. Şirket, bekçi dahi bırakmadan alanı boşalttı. Leyla şimdilik deresine kavuştu ama Leyla için direniş bitmedi. O şimdi de genç yaşında kendisini istemediği birisiyle evlendirmek isteyen babasına karşı direnişte. Leyla görücü usulü ile zorla evlendirilmek istenince on sekizine bastığı gün evini terk etti. HES şantiyesi önünde kurulan barikatların en önünde duran Leyla hakkında 1 yıl önce 3 ayrı suçlamayla 9 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılmıştı. Leyla’nın dava sürecinde babaannesi dahil 17 kişi ile görüşmesi yasaklanmıştı. Dava açıldığında Leyla 17 yaşındaydı. Dava bir yıl sürdü. Ocak ayında Leyla beraat etti. Bu arada Tortumluların direnişi de şirketi pes ettirdi ve şirket tası tarağı toplayıp işçilerin son 5 aylık maaşlarını bile ödemeden kayıplara karıştı. Ancak Leyla kendini yeni bir saldırının içinde buldu. Kendini evlenmek için hazır hissetmediği halde, hem de istemediği bir adamla zorla evlendirilmek istendi. İste-
mediğini söylemesine rağmen komşu ailenin oğluyla nişanlandı. Düğün hazırlıkları başladı. Leyla bu baskıya boyun eğmedi ve reşit olduğu gün çantasını alıp evden çıktı. Birkaç gün sonra da ailesini arayıp evlenmek istemediğini ve bir arkadaşının yanında iyi ve güvende olduğunu söyledi. HES’e karşı direnme nedenini “Ben ev kızıyım ve başını beklediğim ceviz ağaçlarıyla geçiniyor, kardeşlerimi okutuyoruz. O dere giderse n’aparız?” diyerek açıklayan Leyla gibi diğer Tortumlu kadınlar da dere giderse en çok kendilerinin zarar göreceğini bilerek barikatın en önünde mücadele ettiler. MÜCADELE ÖZGÜRLEfiT‹R‹R Leyla’nın suyunu, geçim kaynağını elinden almaya çalışan HES şirketine karşı direnişi ve direnişin kazanımla sonuçlanmasının ardından yaşananlar bir kez daha gösterdi; mücadele özgürleştirir. Leyla şirkete karşı direniş refleksini hayatına karışan, onu zorla evlendirmeye çalışanlara karşı da gösterdi. Leyla’nın tüm kadınlar için yol gösterici olan hikayesi, bir kere sokağa çıkan ve direnmeyi öğrenen kadının artık yaşamının her alanında karşılaştığı baskılara karşı nasıl bir direnme potansiyeli taşıdığına işaret ediyor. Haklarını direnerek kazanan ve düşmanını tanıyan
kadını “zapt etmek” kolay değil. Bugün HES’çiye karşı deresini savunan, yarın erkek egemen baskıya karşı özgürlüğünü savunur.
‘Hanımefendilere savaş karşıtlığı yakışmıyor’ Reyhanl› sald›r›lar›n› protesto etmek için Galatasaray Lisesi önünden Taksim Meydan›’na yürümek isteyen kad›nlara, son dönemde uygulanmaya çal›fl›lan “Taksim’de yürüyüfl yasa¤›” gerek-
çesiyle polis sald›rd›. Emekçi Hareket Partili Kad›nlar, Gökkufla¤› Kad›n Derne¤i, Sosyalist Demokrasi Partili Kad›nlar, Ezilenlerin Sosyalist Partisi/Sosyalist Kad›n Meclisleri, Sosyalist Feminist
Kolektif, ‹lerici Kad›nlar Derne¤i, Özgür Genç Kad›n ve Yeni Demokrat Kad›nlar “Reyhanl›’n›n hesab› sorulacak. Kad›nlar savafl de¤il bar›fl istiyor” demek için bulufltu. Bas›n aç›klamas›n›n ard›ndan
Taksim yönüne do¤ru hareket eden kad›nlara polis “Siz han›mefendilere böyle fleyler yak›flm›yor” dedi. Kad›nlar barikat› aflmak isteyince polis, “han›mefendi”lere biber gaz› ve kalkanlarla sald›rd›.
düşüremeyeceğini şöyle açıklıyor: “Biz her zaman şiddetin kadın bedeni üzerindeki tahakkümün devamı için en önemli araçlardan biri olduğunu söylüyoruz. Yani aslında ‘aile’ içinde iktidarına yönelik herhangi bir tehlikeyi fark eden erkek, iktidarını yeniden tesis etmek için şiddeti kullanıyor. Dolayısıyla bu iktidarı sarsan şeyin ne olduğuna ve aynı şekilde bu iktidarı besleyen şeyin ne olduğuna bakmak gerek. Bugün AKP hükümetinin son derece yoğun bir şekilde ‘aile’ yi güçlendiren politikalar yürüttüğünü görüyoruz ve bu “aile” kadını geleneksel rollerine hapseden bir aile.” Çiğdem, kadınların üç çocuk doğurması gerektiğini salık veren, kendi bedeni üzerinde tasarrufunu hiçe sayarak kürtajı yasaklayan politikaların; kadına yönelik şiddeti çözmenin yolu olarak, ailelere danışmanlık hizmetleri veren ve “sıcak yuva”nın öyle kolay dağıtılmaması gerektiğini, dolayısıyla kadınlara sabretmeyi öğütleyen AKP’nin; Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri ile aynı mekanda hem kadına hem erkeğe hizmet vererek kadına yönelik yönelik şiddeti önlemekten öte aileyi korumayı hedefleyen uygulamaların kadına yönelik şiddeti yeniden ürettiğini ifade ediyor.
Kadınlardan Roboskili ailelere ziyaret Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ve Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Kadın Meclisi üyeleri Roboskili aileleri ziyaret etti. DTK ve HDK adına açıklama yapan Songül Morsümbül, "30 yılı aşkın bir süredir Kürt coğrafyası kanlı ve kirli bir savaşa mahkum edilmiştir. Roboskili Kürt gençleri de bu kanlı senaryoda, birilerinin savaştan rant elde etme istemleri sonucu yaşamlarını kaybetmişlerdir" dedi. Roboskililer adına açıklama yapan Cahide Encü, “Katliamın açığa çıkartılmasından ziyade, adalet istedikleri için her gün daha çok baskıya maruz kaldıklarını” belirtti. "Savaş zamanı, barış zamanı demeden, TC devletinin tüm uygulamaları yaşadığımız katliamı ve yaşadığımız yeri tecrit altında tutup, yaptıkları katliamı geçmiş katliamlarda olduğu gibi unutturmaya dönük çabalardır" diye konuştu.
11
YÜZ YÜZE 30 May›s 2013 / 12 Haziran 2013
Halk›n Sesi
Patlamanın ardından Reyhanlı
ÖZGE SAPMAZ
hissettiren Döne Nene ve yakınReyhanlı katliamından önce ve ları ile patlamada zarar görmüş sonra ilçede neler değiştiğini göz- ancak ismini vermek istemeyen lemlemek için gittiğimiz Reyhanlı esnafla görüştük. da yaşamını yitiren Genç Umut Reyhanlı’da hayat, patlamanın okuru 17 yaşındaki Oğulcan Tu- 16’ncı gününde dışarıdan bakıldına’nın Abisi Utku Tuna, bir ana- ğında normale dönmüş gibi görünın haykırışını tüm Türkiye’ye nüyor. Bombaların etkisiyle zarar
gören ev ve iş yerlerinin onarımları yapılıyor, hatta çoğu tamamlanmış. Onarımlarına büyük kısmı Başbakanın ziyareti öncesine denk getirilmiş. Patlamadan sonra Reyhanlı’da bir yas ortamı var ama AKP’ye öfke de büyük.
Susmak ‘hükümet istifa’ demek “Analar ağlamasın” diyerek yola çıkan AKP, savaş politikalarıyla halklara yeni bir katliam daha “armağan” etti: 11 Mayıs 2013 Reyhanlı Katliamı
11 Mayıs 2013 saat 13.45
Reyhanlı’da “Hükümet istifa” demenin birçok yolu var. Döne Nene susarak, Oğulcan’ın babası ‘unutturmayacağız’ diyerek anlatıyor…
Reyhanlı uyumuyor, Döne Nene sürekli 11 Mayıs’ı yaşıyor. Oğulcan’ın babası gözünü kapatınca katliamı görüyor, 11 Mayıs tıpkı 1 Mayıs 1977 gibi unutulmayacak!
Reyhanlı saldırısından sonra AKP yas ilan etmedi. Ancak Türkiye’nin dört bir yanında patlamanın birinci haftasında yas eylemleri yapıldı. Burada da eylem vardı. Hükümetin ve halkın tepkisi karşısında ne düşünüyorsunuz?
Kübra Kuvvet: Burada bizim sakin, normal, huzurlu bir hayatımız vardı. Şimdi herkes korkuyor. Her yabancı araca korkuyla bakıyoruz. Çocuklarımız bile yeni bir bomba patlayacak korkusu yaşıyor.
Zahide İlbaş: Hükümet yas ilan etmedi çünkü Zahide ‹lbafl Reyhanlı’yı gözden çıkarmışlar. Bir öğretmen arkadaşım var okulda öğrencilerine sormuş “Suriyeli komşularınız var mı?” diye. Bir öğrenci de “Evet var öğretmenim hem de evde bomba bile yapıyorlar” demiş. Çocuktan al haberi. Küçücük çocuğun haberi var hükümetin mi haberi yok Reyhanlıda olanlardan. Evet tüm Türkiye gibi biz de birinci hafta anma yapmak istedik. Üzerimize göz yaşartıcı bomba attılar. Yürümek istedik. Ama bizi bırakmadılar. “Hükümet istifa” diye bağırdık. Bize izin vermediler. Asıl korkuları o gün Reyhanlı’nın kalabalık olduğunu tüm Türkiye’nin görmesiydi. Memleket bizim, çocuklar bizim ama biz konuşamıyoruz. Yayın yasağı getirdiler. aykırışlarımızı duyuramadık.
Esnaf: Reyhanlı’da normal bir hayatımız vardı. Cihatçılar gelmeye başladıktan sonra işler biraz değişti. Ev kiraları arttı mesela. Patlamadan sonra kaçan kaçtı Kalanlarsa tedirgin. Sürekli ihbar geliyor, “canlı bomba var” diye. Reyhanlı’da bu yaralar kolay kolay silinmeyecek.
Tuna ailesi çocuklarını kaybettikleri günden beri çoğunlukla evlerindeler. Ziyaretçilerini kabul ediyorlar. Zaten Oğulcan’ın babasının da söylediği gibi; enkaz altında çocuklarını arayan her aile gibi onlar da “geceleri uyuyamıyoruz” diyor. “Birçok yanmış ve parçalanmış ceset gördük. Gözlerimizi kapatınca onları görüyoruz” diyerek psikolojik sorunlar yaşadıklarını dile getiriyorlar. Oğulcan’ın babası Ahmet Tuna bunun Türkiye tarihinin en büyük katliamı olduğunu söylüyor. “Ama” diyerek ekliyor: “Biz 11 Mayıs’ı unutturmayacağız. Nasıl ki 1 Mayıs 1977’yi unutturmadık bunu da unutturmayız!”
Kübra Kuvvet
Patlamalardan önce ve sonrasında gündelik yaşantınızda neler değişti? Utku Tuna: Reyhanlı’nın nüfusu 60 bin. Bir o kadar da Suriyeli var. Arada bir çarşıya çıkardım, sık sık Suriyelilere rastlıyorduk. Bunların bir kısmının cihatçı olduğunu biliyorduk. Ama burada gerçekten savaş mağduru olan sığınmacı aileler de var. Cihatçıların bilekliklerini takarak gezen insan vardı sokakta. Uzun sakallı ve bıyıklı tipler. Biz zaten Suriye’de savaş başladığından beri buraya sıçrayacağını biliyorduk. Ama ne zaman olacağını bilmiyorduk. Şimdi berbat bir haldeyim. Kafayı yememek elde değil. Çok fazla dışarıya çıkmıyoruz, Reyhanlılılar da Suriyeliler de dışarıya çok çıkmıyorlar. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil ama yaşam devam ediyor.
Utku Tuna
Utku Tuna: Kardeşimizi kaybettiğimiz günden beri Türkiye’nin her yanından insanlar bizi ziyarete geldiler. Acımız paylaştık. Her yerde Reyhanlı için eylemler yapıldı. Halk bu oyunlara gelmeyeceğini gösterdi. Birinci haftasında biz de burada patlamanın olduğu yere gidip kaybettiklerimizi anmak istedik. Ama izin vermediler. Gazlarla müdahale ettiler. Niye izin vermediler? Bomba ihbarı yapılmış bizim anmayı yapmak istediğimiz gün. Ama ara sokaklardan patlamanın olduğu yere giden yollarda hiçbir önlem alınmamıştı. Barikatı bizim önümüze kurdular…
Zahide İlbaş: Biz Suriyelilere evlerimiz açtık, yardım ettik. Ama maddi ve manevi çok sıkıntılar yaşadık. Suriyeliler geldikten sonra ev kiraları arttı. Pazarlarda meyve sebze fiyatları arttı. Suriyeliler vergi ödemeden dükkân açabiliyorlar burada. Esnaf bu yüzden iş yaparken zorlandı. Reyhanlı şimdi ölü şehir. Sadece nefes alıyor gibiyiz. Bomba patlayacağı söylentisi hep vardı. Ama biz ihtimal vermemiştik.
O¤ulcan Tuna
Anmaya gaz bombası
O güvenliği Reyhanlı için almadılar Kübra Kuvvet ise Reyhanl› Katliam›’n›n simgesi olan; enkaz›n ortas›nda iki elini havaya kald›rarak hayk›ran Döne Nenenin gelini.
Katliamın sorumlusu belli Sizce bu olayın sorumlusu kim? Utku Tuna: Şu yaptı bu yaptı diyorlar. Ama biz biliyoruz ki bu olay tedbirsizlik yüzünden oldu. İstihbarat almışlar ama niye güvenlik önlemleri almadılar? Bombalar Samandağ’dan Harbiye’den geldi diyorlar. Aleviler yaptı diyorlar. Ama kardeşimin taziyesi için bütün Alevi dernekleri gelip ziyarette bulundular, acımızı paylaştılar da bir tek Sünni cemaati gelmedi. Hatay müftüsü ise Vali’nin oluşturduğu heyetle geldi. Bizim
Alevisi-Sünnisi, Türkü-Arabı bizim birbirimizle derdimiz yok. Zahide İlbaş: Gümrük kapılarında sınır ihlalleri var. Elini kolunu sallayan geçiyor. Patlamaların istihbarat belgeleri yayınlandı. Önceden planlanmış ve bilenen bir şeydi. Onu veren asker sağolsun. Ama ne yaptılar onu da tutukladılar. Bu olayı kimin yaptığı belli. Hepimiz biliyoruz sorumlunun kim olduğunu. Hükümet bizi unuttu. Gördük ki Hatay’ı Reyhanlı’yı gözden
çıkarmışlar. Esnaf: Samandağlılar yaptı diyorlar. Samandağ’a gittim hepsi kan ağlıyor. Bizim ne suçumuz var diyor. Bu bombaların buraya geldiğinden devlet haberdar. Amaç ortalığı karıştırmak. Burada ayrım yok, Alevi Sünni ayrımı yok. Suriye’den bomba yüklü araç getiriyorlar. Hiçbir yerde yakalanmıyor. Güvenlik önlemi yok. Reyhanlıyı korumadılar devletin suçu. Her şeyi berbat ettiler.
Erdoğan’ın Reyhanlı ziyaretine katıldınız mı? Utku Tuna: Ben gitmedim. Ama mahalleden ellerinde bayraklarla şapkalarıyla gidenleri gördüm. Mitinge katılanlar Suriyeliler de olabilir. Zaten hepsi sakallarını kesti. Suriyeli olup olmadığını artık anlayamıyoruz. Çevre ilçelerden gelen çok araç vardı. Dışarıdan gelenler çoktu. Zahide İlbaş: Ben gittim. Ama bizimle Başbakanın arası çok açıktı. Uzaktan izlememize izin verdiler. Zaten yoğun güvenlik önlemleri vardı. Binlerce polisle güvenlik önlemi almışlardı. O güvenliği Reyhanlı halkı için almadılar. Oraya gitmemizin bir anlamı olmayacağını biliyorduk. Çünkü zaten konuşturmuyorlar. İsyan eden bir gence hemen müdahale ettiler. “Seni yakarım” dediler. Yaksa ne olur bizim yüzlerce canımız yandı. Esnaf: Ben katılmadım. Mitinge katılanların çoğu ilçe dışından gelmişti. Reyhanlılılar çok katılmadı. Güvenlik önlemleri üst düzeydeydi. Zaten insanlar dışarıya çok çıkmıyorlar artık.
12
DOSYA 30 May›s 2013 / 12 Haziran 2013
Halk›n Sesi
15-16 Haziran’ı bugüne taşımak e 15-16 Haziran 1970 tarihi, Türkiy ne iflçi s›n›f›n›n sendikal örgütlülü¤ü li sokaklarda sahip ç›kt›¤› iki önem gün. O dönem kab›na s›¤mayan iflçi r s›n›f›n› bask›lamak isteyen iktida ve bugün de iflçi s›n›f›n› örgütlerini bask› s›n›f›n yeni geliflen dinamiklerini alt›na almak istiyor.
‘Ne haklarımızı unuttuk ne direnmeyi ne de mücadeleyi’ Güvencesiz, taşeron çalıştırmanın kural haline geldiği, grev ve toplu sözleşme hakkının kısıtlandığı bu dönemde var olan haklar da baskı altında
Bundan 43 yıl önce, benzer baskılara karşın sendikal örgütlülüklerine sahip çıkarak mücadele eden işçilerin kararlılığı bugünün mücadelesine yol gösteriyor
Dayatmaya cevap sokakta Arzu Atabek Çerkezo¤lu
ÖZEN TAÇYILDIZ
1
5-16 Haziran 1970, Türkiye işçi sınıfı tarihi açısından hayli önemli iki gün. Bu iki gün boyunca, işçi sınıfı hareketini ve sendikal hareketi teslim alma hamlesine karşı işçi sınıfı ayağa kalktı. İstanbul’da yüzlerce fabrikada binlerce işçi, DİSK’i kapatmak üzere hazırlanan yasa önerisine karşı iş bıraktı, kentin sokaklarına aktı. Bugün, işçi sınıfı da örgütlü olduğu sendikalar da benzer bir saldırıyla karşı karşıya. Ancak bu defa saldırının yeni biçimiyle. Bu yeni biçimin ne olduğunu gösteren çok yakın iki grev örneği var önümüzde. Hava-İş’in THY’de devam eden grevi, iktidarın tehditten, rüşvete kirli saldırısına maruz kalıyor. Çaykur grevinde ise Başbakan’ın direkt müdahalesine, “Tek Gıdaİş Başkanı giderse sorun çözülür” demesine kadar geldi iş. Saldırının bu yeni biçimini 15-16 Haziran’ın yaklaşan yıldönümü öncesinde DİSK Genel Sekreteri Arzu Atabek Çerkezoğlu ile konuştuk. Çerkezoğlu’nun durum
15-16 Haziran 1970’de DİSK’i tasfiye etmek isteyen yasaya karşı binlerce işçi şalterleri indirdi, fabrikalardan, işyerlerinden kentin sokaklarına aktı tespiti ile başlayalım önce: “Bundan 40 sene önceki dünya değil bugünkü dünya. Yoğun bir işsizliğin ve kayıt dışı çalıştırmanın bu kadar egemen olduğu, esnek ve güvencesiz çalışmanın artık esas çalıştırma biçimi haline geldiği bir dönemde tabii ki çalışma koşulları da, saldırı da daha vahşi.” Bugün sadece DİSK’i değil tüm sendikal ve siyasal örgütleri hedef alan, işçi sınıfını sendikasızlaştıran bir saldırının yaşandığının altını çizen Çerkezoğlu, meseleyi iki temelde özetliyor: “Bir yanı, taşeronlaştırma ve güvencesiz çalışma temelinde sendikal hak ve özgürlüklerin fiilen ortadan kaldırılması. Kağıt üzerinde herkesin sendikaya üye olma hakkı var ama sendikalaşma oranı yüzde 9’larda. Diğer taraftan da, zaten sınırlı olan sendikal örgütlülükte var olan mücadeleci sendikalar doğrudan hedef haline getiriliyor.” Çaykur’da, Hava-İş’te yaşananları örnek gösteren
Çerkezoğlu, aynı durumun ilerideki günlerde metalde de yaşanabileceğine dikkat çekiyor. “Grevlerin son on yılda bu kadar azalmış olmasının yanında, olan grevlerin de etkisizleştirilmesi çabası var. Çok kırıntı halinde de olsa kullanılabilen hakları, onun örgütlerini ve sendikalarını hedef alan bir süreç yaşanıyor bugün.” 15-16 HAZ‹RAN RUHUYLA TAfiERONA KARfiI ALANLARA Dolayısıyla böyle bir süreçte 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nda olmak gibi, 15-16 Haziran gibi tarihsel ve simgesel değerler, çok kuvvetli güncel anlamlar kazanıyor. O dönem sendikasızlaştırmaya karşı isyan eden, kabına sığmayan işçileri bastırmaya çalışan iktidar, bugün de güvencesiz yeni işçi kitlesinin sendikal hareketini bastırmaya çalışıyor. İktidar tarihsel rolünü oynarken işçi sınıfı da aynı kararlılıkta olmalı. “Ne haklarımızı unuttuk ne
15-16 Haziran 1970’de ‹stanbul’un iki yakas›ndaki iflçilerin bir araya gelememesi için vapur seferleri iptal edildi, Galata Köprüsü aç›ld›. T›pk› bu 1 May›s’ta da AKP iktidar›n›n yapt›¤› gibi… ‹ktidar köprüleri açarken flalterleri indirip, iflyerlerinde, fabrikalarda ifl b›rakan, dört koldan ‹stanbul sokaklar›na akan iflçiler, o gün
direnmeyi ne de mücadele etmeyi” diyen Çerkezoğlu, hem o dönemi çağrıştıran hem de bugünkü temel hedefleri ortaya çıkaran bir yaklaşıma ihtiyaç olduğunu belirtiyor. DİSK de 15-16 Haziran yıldönümüne bu yıl bu çerçevede hazırlanıyorlar. “15-16 Haziran’dan aldığımız o güçle, birikimle, direnme çizgisiyle taşeronun üzerine yürüyoruz, bu ruhla taşerona karşı alanlarda olacağız” diyor Çerkezoğlu. Mesela hangi alanlarda olacaklar? “Taksim’in yeniden kazanılması bu sürecin unsurlarından bir tanesi. Taksim yasağı devam ederse Taksim’de kitlesel bir eylem bu programın içerisine girecek. Bir diğeri, Hava-İş grevi gibi devam eden grevlerle, direnişlerle dayanışma, bu yıl programda olacak, onların kendi öznel alanlarının gündemleri belirleyici olacak.” DİSK’in bu yıl bir haftalık eylem-etkinlik şeklinde planladığı Haziran
anmasında İstanbul ve İzmir merkezli iki büyük etkinlik yapılacak. Binlerce kişiye yapılan çağrılarla yürüyüşler, konserler düzenlenecek, paneller ve fotoğraf sergileri yapılacak. DİSK’in yapmayı planladığı işlerden biri de 15-16 Haziran’a katılıp halen hayatta olanlara ulaşarak onların dilinden hazırlanan kısa videolarla sosyal medyada çağrı yapmak, bir panel ile 15-16 Haziran’dan bugüne işçi hareketini onlarla konuşmak. Bunu yaparken o dönemi konuşmak, öğrenmek elbette bugünü anlamlandırmak açısından önemli. 1970 direnişinin anlık bir tepki olarak gelişmediğini, öncesinde DİSK’in örgütlülüğü sayesinde oluşturulan işyeri komitelerinin eylem kararı ile işçilerin iktidarı sarstığını, yasayı geri çektirdiğini hatırlamak önemli. Güvencesizlik ve taşeronlaşma ile siyasal iktidarın örgütlü kesimlere, sendikalara yönelik tasfiye planı kolkola yürürken 15-16 Haziran’ı ve aslında tüm bir mücadeleyi bunların üzerinden kurmak kaçınılmaz: Mücadele etmek ve sendikal örgütlülüğü büyütmek.
“köprüleri atm›flt›”. Öyle ki polisin açt›¤› ateflle 3 iflçi öldü, yüzlercesi yaraland›. T›pk› bu y›l da 1 May›s’ta “köprüleri atan”, olanca polis fliddetine, copuna, biber gaz›na ra¤men saatlerce sokaklar› b›rakmayan iflçiler gibi…
Türk-‹fl’in kuruldu¤u 1950’li y›llar, Türkiye’de k›rdan kopuflun h›zland›¤›, köylerden kentlere akan kitlelerin dönemin a¤›r sanayisini oluflturan fabrikalarda iflçileflti¤i y›llard›. Ancak devlet güdümlü, sermaye yanl›s› Türk-‹fl, bu genifl iflçi kitlesinin taleplerine, dinamizmine cevap verecek nitelikte de¤ildi. Türk-‹fl’in sendikal anlay›fl›na karfl› iflçi s›n›f› içinde geliflen tepkinin ürünü olarak 1967’de D‹SK do¤du ancak hedef haline gelmesi uzun sürmedi. ‹ktidar, Türk-‹fl’in de deste¤iyle 274 ve 275 say›l› yasalar› de¤ifltirerek D‹SK’i fiilen etkisiz k›lmay›, sendika seçme özgürlü¤ünü ortadan kald›rarak sendikal tekel yaratmay› hedefledi. Çal›flma Bakan› Seyfi Öztürk, aç›kça “Yeni de¤ifliklik tasar›s› ile yak›nda D‹SK’in can›na ot t›kanacakt›r. D‹SK varken genel grev hakk›n› tan›mam›z mümkün de¤ildir” di-
yordu. Bu koflullar alt›nda 11 Haziran 1970’de TBMM’ye gelen 274 Say›l› Yasa Tasar›s› sadece 3,5 saatte kabul edilerek Cumhuriyet Senatosu’na gönderildi. D‹SK Genel Baflkan› Kemal Türkler, 12 Haziran’da yapt›¤› aç›klamada “Memleketimizde faflist sendikac›l›¤› getirmenin temelleri at›lmaktad›r. Türk-‹fl’e tan›nan sendika diktatörlü¤ü, çal›flma hayat›na bask›, terör ve ›zd›rap getirecektir” diyordu. D‹SK Genel Baflkan› Kemal Türkler baflkanl›¤›nda bir uyar› heyeti, Kemal Nebio¤lu baflkanl›¤›nda da anayasal direnifl komiteleri kurulmas› kararlaflt›r›ld›. Di¤er yandan da temsilciler toplant›lar yap›yordu. 14 Haziran’da toplanan D‹SK Temsilciler Meclisi’nin karar› ile 15 Haziran sabah›ndan itibaren üretim durdurularak yürüyüfle geçildi.
15-16 Haziran’da iflçiler polis barikatlar›n› aflt›. Ancak üzerlerine aç›lan atefl ile 3’ü öldü, yüzlercesi yaraland›.
Direnen işçiye ne yasa ne de polis barikatı... 15-16 Haziran 1970 tarihlerinde pek çok kentte iflçiler iflyerlerini, fabrikalar› boflaltarak iki gün boyunca sokaklarda hükümeti protesto etti. ‹flçiler sendikalar›na, örgütlerine, haklar›na getirilen bu yasaklara karfl› ‹stanbul ve çevre illerdeki tüm fabrikalarda üretimi durdurdu. Türk-‹fl’in örgütlü oldu¤u fabrikalardan ve ba¤›ms›z sendikalardan da iflçiler direnifle kat›ld›. ‹stanbul sokaklar›nda say›lar› gittikçe ço¤alan iflçileri engellemek için sermaye ve iktidar da her yolu denedi. D‹SK’in örgütlülü¤ü d›fl›nda kimi fabrikalarda çal›flan iflçilerin D‹SK’lilerle buluflmas›n› engellemek için fabrika kap›lar› kilitlendi. Ancak d›flar› ç›kamayan iflçiler gün boyu üretimi durdurdular. Vapur seferleri iptal edildi, Galata Köprüsü aç›larak iflçilerin birleflmesi, büyük bir kitle haline gelmesi engellenmeye
çal›fl›ld›. Eylemler say›lar› gittikçe ço¤alan iflçilerle 16 Haziran’da da devam etti. ‹flçiler, 2-3 kilometreyi bulan kortejleriyle polis barikatlar›n› aflarak yürüyüfllerine devam ettiler. Polisin atefl açmas› sonucu 3 iflçi öldü, yüzlercesi de yaraland›. 16 Haziran akflam› s›k›yönetim ilan edildi. S›k›yönetim ilan›na ve iflverenlerin iflbafl› yap›lmas› konusunda askerleri yard›ma ça¤›rmas›na ra¤men pekçok iflyerinde direnifller sürdü. Yasalarda yap›lmak istenen de¤iflikli¤i protesto etmek için ‹zmir’de de grev yap›ld›. S›k›yönetim ilan›n›n ard›ndan gözalt› ve tutuklamalar bafllad›. Binlerce D‹SK üyesi iflten at›ld›. Ancak direnifl sonucu sendikal örgütlenmeye s›n›rlama getiren yasa iptal edildi.
13
TARİH 30 May›s 2013 / 12 Haziran 2013
Halk›n Sesi
HEM AYIK KAFAYLA HEM KIYAK KAFAYLA ÇEK‹LMEZ OLAN GER‹C‹ YASAKLARA KARfiI
İstiklal’de istibdat meyhaneleri 33 yıl iktidarda kalan II.Abdülhamit, 1908’de ne ayık ne de kıyak kafayla çekilir hale gelince “1908 Türk Devrimi” olarak da bilinen II. Meşrutiyet hareketi
patlak verdi
II. Abdülhamit AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN
1
6. yüzyılda daha bağlık bahçelik bir alandı. Kim bu güzelliğin kıymetini ne kadar bildi, nasıl değerlendirdi bilmiyoruz ama batı yanındaki mezarlıklar, üç yanında ayaklar altında bir nehir gibi uzanan hikmet-i Hûda ve ağaçların gölgesi demlenmek isteyenler için birebirdi. 17. yüzyılda aşağıdaki kadim limandan gelen Hıristiyanların, Avrupalıların ve elçiliklerin yerleşmesiyle Frenkçe “Grand Rue de Pera”, Osmanlıca “Cadde-i Kebir” denen “büyük cadde” oluşmaya başladı. Caddenin etrafında da Pera, yani daha sonradan alacağı adıyla Beyoğlu oluşuyordu. Büyük caddenin adının İstiklal Caddesi’ne dönüşmesi için ise Cumhuriyet dönemi beklenecekti. Ancak Beyoğlu’nun Tayyip Erdoğan’ın tabiriyle “kafası kıyak” insanların mekanına dönüşmesi için “İslam halifesi” sıfatlı Osmanlı sultanının memleketin başından indirilmesi beklenmeyeceği gibi, Be-
yoğlu’nun simge meyhanelerinden Cumhuriyet Meyhanesi’nin açılması için de Cumhuriyet’in kurulması beklenmeyecekti. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra Cumhuriyet Meyhanesi adını alacak olan meyhanenin açılışı 1880’lere, yani memleketin 33. Osmanlı padişahı ve de İslam halifesi II. Abdülhamit istibdadı altında inim inim inlediği yıllara denk gelir. Baskı ve yasaklarla özdeşleşen 1878-1908 arası dönem, 1876’da Meşrutiyet (Anayasal monarşi) vaadiyle gelen II. Abdülhamit’in kısa sürede Anayasayı askıya alıp, Meclis-i Mebusan’ı kapatması ve tek adam yönetimi başlatması nedeniyle “istibdat” adını almıştır. İslamcılığı, baskıcılığı, yasakçılığı, tek adamlığı ve modernleşmeci askerlerle girdiği iktidar mücadelesi nedeniyle Tayyip Erdoğan’ın siyasi atası sayılabilecek II. Abdülhamit, kimi tarihçilere göre ağzına içki sürmemişti. Kimine göre ise Namık Kemal tarafından yoldan çıkarılan âlemci abisi V. Murad’a takılmak suretiyle mezeye el uza-
tıp kadehe dudak değdirmişliği vardı. Belki de kendi içindeki kötülüğün farkında olup da durumunu olağanlaştırmak için cümle âlemi kendisi gibi görmek/göstermek istediğine işaret eden “insan karakteri genellikle fenalığa eğilimlidir” gibi sözlerini baskı ve yasak siyasetini gerekçelendirmek için kullanırdı. Hasılı, pek çokları için II.Abdülhamit ayık kafayla çekilecek adam, istibat da ayık kafayla gezilecek zaman değildi. Nasıl ki 2000’lerin başında İstiklal Caddesi ve çevresinde içkili mekanların görünürlüğündeki patlama ironik bir şekilde Erdoğan’lı yıllara denk geldiyse, II.Abdülhamit dönemi de Beyoğlu’nda ünlü meyhanelerin açıldığı ve memleketin “açık hava meyhanesi” diye anıldığı yıllardı. Ayşe Hür’ün Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi gazetecilerinden Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu’ndan aktardığına göre, Abdülhamit dönemi, “etliye sütlüye karışmayan vatandaşlar için kocaman bir meyhane”
idi. “Kâğıthane ve Göksu’da yapılan incesazlı ‘ab âlemleri’ne, mehtap sefalarına ve fasıllara, rakılar, şaraplar, biralar, konyaklar eşlik ederdi. İçkiden uzak muhafazakâr devlet adamlarından eğlence düşkünü mirasyedilere uzanan geniş yelpazede pek çok meraklısı olan bu eğlenceleri izlemek için bazen padişahlar, sultan efendiler ya da şehzadeler de buralara gelirlerdi.” Ama II. Abdülhamit dindar vatandaşları tatmin etmek için cami ve mezarlıklara 100 arşından (yaklaşık 67 metre) daha yakın mesafeye meyhane açılmasına izin verilmemesi gibi önlemler de almıştı. II. Abdülhamit’in siyasi torunu Erdoğan, “muasır medeniyet” tutkusundan olsa gerek yasak konusunda 100 arşın yerine 100 metre mesafesini tercih etti. Ama bununla da kalmadı ve II.Abdülhamit döneminde “etliye sütlüye karışmayan vatandaşlar için kocaman bir meyhane” olan memlekette içkiye savaş açtı.
II. Abdülhamit’in toleransı belki de “ayık kafayla” çekilmez olan istibdadın “kıyak kafayla” daha çekilir olmasından ya da daha usturuplu bir ifade ile kitlelerin böyle daha kolay yönetilebilir olmasındandı. 33 yıl iktidarda kalan II. Abdülhamit, 1908’de ne ayık ne de kıyak kafayla çekilir hale gelince “1908 Türk Devrimi” olarak da bilinen II. Meşrutiyet hareketi patlak verdi. II. Abdülhamit’in son çırpınışı olan 1909 31 Mart ayaklanması da işe yaramadı. Taksim Gezi Parkı’nın yerine AVM olarak yeniden kurulmak istenen Topçu Kışlası’nda başlayan İslamcı ayaklanma bastırıldı. Yasakları ve yağma projeleri ile İstiklal’i ve Taksim’i toplumsal muhalefetle iktidar arasında bir çatışma alanı haline getiren AKP iktidarı sürekli referans verdiği bu tarihin neresinden nasıl bir ders çıkarmış, kestirmesi zor. Ancak bu tarihte yasakların da, baskıların da, İslamcılığın da sınıflar mücadelesince ilan edilen sonu ertelemeye yetmediği yazılı.
Aklın fetvası
Harami değil Harabi A
lkollü içkiyi yasakladığı söylenen Kuran’da cennet tarif edilirken “Orda su ırmakları var bozulup kokmaz, ve süt ırmakları var lezzetleri bozulmaz, ve şarap ırmakları var içenlere safi lezzet ve bal ırmakları var…” denilmektedir. Ayrıca Kuran’da geçen sözcükler üzerine farklı yorumlar nedeniyle yalnızca üzümden yapılan içkilerin mi yoksa tahıldan yapılanların da mı yasaklandığı konusunda farklı mezhepler farklı tutumlar almıştır. Bu nedenle de İslam tarihi boyunca içkinin haram olup olmadığı ya da hangi içkilerin “haram” olduğu meselesi tartışmalı olmuştur. Üzümden yapılan hamr (şarap) ve tahıldan yapılan nebiz kategorisindeki içkiler arasında bir ayrım uygulanmıştır. Bütün mezheplerde şarap içene, sarhoş olsun ya da olmasın ceza uygulanırken, Hanefilerde nebiz kategorisindeki içkileri (rakı, rom gibi) içene sarhoş olmadıkça ceza uygulanmaz. Öte yandan biçimsel kuralları esas alan bu Sünni yorumlara karşı, biçimin ardındaki özü arayan Batıni (gizil) yorumlar ya da aklı dogmanın önünde tutan örtük seküler eleştiriler ise Kuran’daki çelişki karşısında aklı kullanarak daha dünyevi bir yorum getirmiştir. Kuran’daki çelişki karşısında Ömer Hayyam şu dörtlüğü yazmış: “Tanrı bize cennette vaat ettiği şara-
bı / niçin haram etsin bu dünyada akla sığar mı? / Bir sarhoş Arap, devesini vurmuş Hamza’nın / Peygamber de yasak etmiş Arap’a şarabı” Sanki bugünün iktidarı için yazılmış bir başka dörtlük yine 12. yüzyılın muktedirlerine seslenen Hayyam’dan: “Ey fetva veren, bunca sarhoşlukla beraber gene de senden ayıkız biz; sen insanların kanını içmedesin; biz üzümün kanını içiyoruz; insaf et, hangimiz daha fazla kan içiciyiz?” Erkan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu ikilisinin sesinden duymaya alışkın olduğumuz bir başka itiraz da İstanbul Galatalı Bektaşi ozan Harabi’den (gerçek adı Ahmet Edib - 1853-1917): “ey zahit (softa) şaraba eyle ihtiram (saygı göster) / müslüman ol terk et bu kil ü kali (boş lafı) / ehline helaldir na-ehle haram / biz içeriz bize yoktur vebali sen münkirsin sana haramdır bade / bekle ki içesin öbür dünyada / bahs açma harabi bundan ziyade / çünkü bilmez haram ile helali” Döneminin en önemli şairleri arasında yer alan Ahmet Edib, pek çok Bektaşi gibi II. Abdülhamit’in muhaliflerindendir ve İttihat Terakki’nin destekçilerindendir. İktidar aleyhinde hicivler de yazan Ahmet Edib’in bütün şiirleri 570 sayfalık Harabi Divanı’nda toplanmıştır.
Büyük ‹slam filozofu, bilim insan›, flair ve hekim ‹bn-i Sina (980-1037) flarab›n akl›n fetvas› ile alime helal oldu¤unu söylüyor: “fiarap gerçekten ruhun g›das›d›r/Onun rengi ve kokusu gülün rengini ve rayihas›n› bast›r›r/Tad bak›m›ndan baba ö¤üdü gibidir; ac› fakat yararl›d›r/fiarap içmek cahile göre bat›l, bilgin yan›nda hakt›r/Akl›n fetvas› ile âlime helal olmufltur/ fieriat hükümlerinde ahmak olanlar için haram say›lm›flt›r/Cahili fleytana, bilgeyi tanr›ya yöneltir.” Eylül 2009’da Birleflmifl Milletler Genel Kurulu’nda konuflan Tayyip Erdo¤an’›n kafas› k›yak m›yd›, yoksa içmesine lüzum olmayanlardan m›yd› bilemiyoruz ama ‹bn-i Sina’y› övmüfltü: “Cebirin babas› El Harezmi'den müzik teorilerinin temelini atan Farabi'ye, t›p
alan›nda 盤›r açan ‹bn-i Sina'dan, ça¤›n›n en ileri mühendislik örneklerini veren Mimar Sinan'a kadar pek çok Türk ve ‹slam düflünür, bilgin ve sanatkar›, insanl›¤›n ilerleyifline çok önemli katk›lar sa¤lam›flt›r.” S›k› bir flarap içicisi oldu¤u bilinen ‹bn-i Sina, ‹slam uygarl›¤›n›n alt›n ça¤› diye bilinen dönemde yaflad› ve 240'› günümüze gelen 450 kadar makale yazd›. 500 y›l boyunca üniversitelerde okutulan Kitabü'fl-fiifa (‹yileflme Kitab›) ve El-Kanun fi't-T›b'd›r (T›bb›n Kanunu) kitaplar› ile t›p alan›nda 盤›r açt›. Kendinden sonra gelen bilim insanlar›n› ve filozoflar› etkiledi. 19 yafl›nda doktor olmufl ve hastalar› para almadan tedavi etmiflti. Ne Tayyip Erdo¤an’a ne de Tayyip Erdo¤an’›n hayalindeki “‹slam büyü¤ü” imgesine benziyordu…
Halifenin kadehi, cennetin şarabı İ
slam halifeleri açısından, hilafet Müslümanlığı kabul eden toplumlara hükmetmenin bir aracıydı. Din üzerinden siyaset yapan halifeler kendilerine dine adamış kimseler değildi. Pek çok insanı dine aykırı davrandıkları gerekçesiyle kılıçtan geçiren halifeler, vaat edilmiş şarabı içmek için cennete gitmeyi beklemiyorlardı. Bu çelişki, Ayşe Hür’ün 21 Nisan tarihli “Zındık muhtesipleri ve Mihna mahkemeleri” makalesinde işleniyor. Abbasi halifesi Mehdi döneminde (775785) şiir, güzel sanatlar, müzik, içki ve av partileri,
sohbet toplantıları ile şenlenen Abbasi sarayı sofuluktan uzaklaşmış, zındıklıkla suçlanacak noktaya yaklaşmıştı. Ama Mehdi ‘suçlanan’ değil ‘suçlayan’ oldu. ‘Zındık muhtesipleri’ denilen adamlar etrafı kolaçan ediyor, yerleşik İslam anlayışına uygun davranmayanları kadının ya da halifenin karşısına çıkarıyordu. Sopa veya kırbaçtan ölüm cezasına kadar uzanan bir yelpazede ‘zındıklar’ cezalandırılıyordu. Halktan kişilerin kitlesel olarak zındıklık suçundan kılıçtan geçirildiği Mehdi döneminde, ünlü kelamcıların ve şairlerin kellesi vuruldu.
14
MEDYA 30 May›s 2013 / 12 Haziran 2013
Halk›n Sesi
AKP’den operasyon SHOW
TMSF, Türkiye'nin en büyük medya kuruluşlarından biri olan Show TV'ye el koydu. TMSF'nin el koyma işleminin ardından kanalın başına ilahiyatçı Mehmet Ali Gökçe getirildi
TMSF, Show TV ve BMC’nin ard›ndan AKS Yay›nc›l›k, Sakarya Kent Radyo, Alem FM, Medya Pazarlama, Eksen Yay›nc›l›k, T Medya ve Digiturk’e de el koydu.
T
asarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) 16 Mayıs'ta Çukurova Grubu'na ait şirketlerden Show TV ve BMC'ye el koydu. TMSF, el koyma işleminin gerekçesinin “alacakların tahsil edilmesi” olduğunu ifade etti. TMSF'nin belirttiğine göre, Çukurova Grubu protokol kapsamında ödemekle yükümlü bulunduğu borcunu zamanında ödemedi. “İleride telafisi olmayacak kamu zararına yol açmaması için” söz
konusu şirketlerin fona devrinin bir zorunluluk olduğu da TMSF tarafından yapılan açıklamada vurgulandı. Çukurova Medya Grubu bünyesinde Show TV, SKY 360 Televizyonu ve Akşam Gazetesi olmak üzere çok sayıda medya organını barındırıyor. AKP'nin medyadaki son operasyonu olarak okunabilecek bu el koyma işleminin, iktidarın üzerinde tam kontrol sağlayamadığı bir medya kuruluşuna yapılması pek tesadüf gibi görünmüyor. Show TV'ye
yapılan bu operasyon, geçen yıllarda ATV-Sabah'ın ve “vergi operasyonu” sonrası Doğan Grubu'nun “başına gelenleri” hatırlattı. TMSF EL KOYDU, BAfiINA ‹LAH‹YATÇI ATADI TMSF'nin 16 Mayıs'ta el koyduğu Show TV'nin başına Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu Mehmet Ali Gökçe getirildi. El koyma işleminden beş gün sonra gerçekleşen bu atama, AKP'nin
medya üzerindeki “kaygılarının” çok da yersiz olmadığını gösterdi. “MEDYANIN HENÜZ HEPS‹ EL‹M‹ZDE DE⁄‹L” TMSF'nin Show TV'ye el koymasından yaklaşık bir hafta önce, Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, katıldığı 49. Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turnuvası'nın ardından Suadiye Sahili'ndekilerle “sohbetinde” AKP'nin henüz tüm medyayı ele geçiremediğini söylemişti.
Kılıç'ın, "Bisikletler devrildiği zaman medya haber yapıyor, bisikletler devrilmediği zaman medya yapmıyor. Kötü bir şey olursa duyuyorsunuz, iyi bir şey olursa duyurmakta biz çok zorlanıyoruz" şeklindeki şikayetine bir vatandaş "Ama niye, medya da sizin elinizde" yanıtını vermişti. Kılıç ise bu ifadeye yanıt olarak “Medyanın henüz hepsi elimizde değil, yalnızca bir kısmı” demişti.
Medyanın grev kırıcılık misyonu LEMAN MERAL ÜNAL
U
çuş güvenliğini tehlikeye atan çalışma koşulları ve keyfi olarak işten çıkarılan 305 THY işçisinin yeniden işe alınması için Hava İş Sendikası'nın 15 Mayıs'ta başlattığı grevde egemen medyanın “üzerine düşen görev”, çarpıtma ve kara propaganda oldu. AKP'nin THY yönetimi ve polisi kullanarak grevi engelleme çabasına, medya da manipülasyon ile katıldı. Egemen medyanın bizzat patronlar tarafından idare edildiği düşünüldüğünde, sermaye sınıfını karşısına alan bu grevi sınıfsal kaygılarla desteklemediği tespitinde bulunulabilir. Kuşkusuz siyasi iktidarın bu konudaki “hassasiyeti” de medyanın üstlendiği grev kırıcılığı açıklıyor.
Türk Hava Yolları'nda 15 Mayıs'ta başlayan grevde, egemen medya ciddi bir grev kırıcı rol üstlendi ZAMAN: “UÇUfiLARDA AKSAMA YOK” Zaman Gazetesi, THY grevini “Hava İş'in almış olduğu grev kararına rağmen hiçbir uçuş aksamadı, THY yetkilileri tüm seferlerin sorunsuz geçtiğini belirtti” diye “müjdeledi”. Açıktan THY'nin yanında yer alan egemen medya, haberlerinde THY yönetiminin açıklamalarını “doğru bilgi” olarak servis etti. THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu'nun Hava İş'e yönelik olarak sarf ettiği “kağıttan sendika” göndermesini haber7.com
internet sitesi manşete taşıdı. SAL‹H MEMECAN ALAY KONUSU Sabah gazetesinin ön sayfasında çizdiği “Bizimcity” karikatürleriyle AKP karşıtlarını ve emekçileri hedef alan Salih Memecan oklarını bu sefer de THY grevine çevirdi. Memecan'ın, 19 Mayıs'ta yayımladığı “Yaya kalan” başlıklı karikatüründe “grev” yazılı bir döviz taşıyan THY işçisi ve “grevden etkilenmemiş” havalanan bir uçak yer alıyor. Söz konusu karikatürde Memecan, grevdeki hava işçisini
kalkan uçağın arkasından “telaşla” koşarken çiziyor. Yayımladığı bu karikatürle yoğun tepki çeken Memecan, açlık grevleri sürecinde de açlık grevindeki tutsakları hedef alan karikatürler çizmişti. THY SIKIfiIYOR Medyada geniş verilen THY yönetiminin açıklamaları aslında hiç de gerçeği yansıtmıyor. Hava İş Genel Başkanı Atilay Ayçin yaptığı açıklamada egemen medyanın aksine 2 bin 200 hava işçisinin filili olarak iş bıraktığını belirtti. Ayçin grev sebebiyle eksik kabin amiriyle sefere çıkan pek çok uçak olduğunu söylerken, bu durumun uçuş güvenliğini riske attığını ifade etti. THY yönetimi ise, son zamanlarda artan uçak seferlerinin iptalinin grevle bir alakası olmadığını, “uçuş dengesini sağlamak” için birtakım “aksilikler” yaşandığını öne sürüyor.
THY Yönetimi ve AKP’li bakanlar, grevin ilk saatlerinde çekilen bu foto¤rafa bakarak “Greve tek iflçi bile kat›lm›yor” demeyi sürdürdü...
Nişanyan'a “Peygambere hakaret” cezası
Özgür Mumcu'ya suç duyurusu!
DHA'dan 5 gün sonra ‘yeni görüntüler’
Gazeteci Sevan Nişanyan yazdığı bir yazıda Peygambere hakaret ettiği gerekçesiyle 13 ay 15 gün hapis cezasına çarptırıldı. Nişanyan'ın kendi blog sayfasında yayımladığı “Nefret suçlarıyla mücadele etmeli” başlıklı yazısında, Hz. Muhammed'e hakaret ettiği öne sürüldü. “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamak” suçlamasıyla yargılanan Nişanyan'ın daha önceden sabıkası olması sebebiyle, aldığı cezanın para cezasına çevrilmeyeği ifade edildi.
Gazeteci yazar ve akademisyen Özgür Mumcu hakkında 23 Mayıs'ta yazdığı “Emine Akman'a barış yok” başlıklı köşe yazısında “adil yargılamayı etkilediği” ve “davada görevli hakim ve savcıları hedef gösterdiği” iddiasıyla suç duyurusunda bulunuldu. 21 aydır tutuklu bulunan üniversiteli Emine Akman için tahliye kararı veren mahkeme, Mumcu için soruşturma açılması talebinde bulundu. Mumcu, yazdığı köşe yazısında Akman'ın tutukluluk hali için yeterli delilin bulunmadığına ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine değinmişti.
Reyhanlı Katliamı sonrası AKP'nin medyaya getirdiği sansür uygulamasını tereddütsüz uygulayan egemen medya, yayın yasağının kalkmasının hemen ardından saldırı anı görüntülerini “yeni” diye duyurdu. Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde 11 Mayıs'ta yaşanan bombalı saldırıların hemen ardından binlerce kişinin izlediği görüntüleri Doğan Haber Ajansı (DHA) 16 Mayıs'ta “yeni” diyerek yayımladı. AKP'nin medyaya uyguladığı sansürü kaldırmasının hemen ardından DHA görüntüleri, “Reyhanlı'daki patlamalarla ilgili yeni görüntüler” diye duyurdu.
Üç gazeteciye toplam 22 y›l 8 ay hapis cezas› Tutuklu Gazetecilerle Dayan›flma Platformu’nun (TGDP) sürgündeki temsilcisi Necati Abay kan›t olmaks›z›n, sadece “kanaatlere dayan›larak” 11 y›l 3 ay hapis cezas›na çarpt›r›ld›. 21 May›s'ta görülen karar duruflmas›nda mahkeme, Abay için yurtd›fl›na ç›k›fl yasa¤› koydu ve adli kontrol karar› ald›. Kamuoyuna konuyla ilgili bir aç›klama yapan Abay, hakk›nda herhangi bir delil bulunmamas›na ra¤men örgüt üyesi oldu¤una dair kanaatler üzerinden cezaya çarpt›r›ld›¤›n› ifade etti. Baflbakan Tayyip Erdo¤an, 7 Mart 2012 tarihinde televizyonlarda bizzat Abay'›n ismini vererek TGDP’yi karalayan söylemlerde bulunmufl, olay›n ard›ndan Star ve Akit gibi gazeteler, Abay'› hedef göstermiflti. AZAD‹YA WELAT GAZETES‹ ESK‹ YAZI ‹fiLER‹ MÜDÜRÜNE 10 YIL 3 AY HAP‹S
Azadiya Welat gazetesi eski Yaz› ‹flleri Müdürü ‹brahim Güvenç, “yay›n yoluyla örgüt propagandas› yapt›¤›” suçlamas›yla 10 y›l 3 ay hapis cezas›na çarpt›r›ld›. Güvenç'e ayr›ca 16 bin 500 lira para cezas› da verildi. Azadiya Welat'›n yeni Yaz› ‹flleri Müdürü Ayd›n Atar hakk›nda ayn› suçlamayla aç›lan dava ise halen sürüyor.
KÜLTÜR SANAT
15
30 May›s 2013 / 12 Haziran 2013
Halk›n Sesi
Taner Yelkenci’yi yitirdik Yaklaşık üç yıl öne kurulan ve İzmit’in kültür hayatına canlı bir soluk getiren Kocaeli Kültür Kolektifi’nin kurucularından, Kocaeli Üniversitesi öğretim görevlisi Taner Yelkenci’yi yitirdik. Yelkenci, geçirdiği kalp krizi sonucu 20 Mayıs’ta hayatını kaybetti. Yelkenci, en son Marksist Devlet ve Hukuk Teorisi isimli bir kitap çıkarmış, kitabında sınıf mücadelesinden hareket eden güçlü bir eleştirinin günümüze bıraktığı mirası vurgulamıştı. İmge Yayınevi’nden çıkacak, Antik Çağdan Günümüze Siyaset Felsefesi Tarihi derlemesi için Louis Althus-
Emek Sineması taşınmadı, yıkıldı!
ser'in Siyaset Felsefesi başlıklı bir makale hazırlamıştı.
Yıkımı büyük tepki gören ve defalarca protesto edilen Emek Sineması 20 Mayıs’ta iş makinalarıyla tamamen yıkıldı. Restorasyon adı altında yapılan yıkımdan ulaşan kareler, sinemanın “aslına uygun olarak taşındığı” iddiasının asılsız olduğunu gösterdi. Yıkılan sinema yerine yapılacak inşaatın ruhsatının iptali için Emek Bizim İstanbul Bizim İnisi-
yatifi, 27 Mayıs’ta Beyoğlu Belediyesi önünde eylem yaptı. Yapılan açıklamada Beyoğlu Belediyesi’nin yıkımdan birinci derecede sorumlu olduğu belirtilerek “20 yıl önce Emekli Sandığı ve Kamer İnşaat arasında imzalanan, yok hükmünde bir protokolün usulsüz tadilatıyla alınan ruhsatı iptal edin” denildi.
Erdoğan’ın sanattan anladığı... Sıkıştıkça gerici uygulamalara sarılan AKP’nin hedefinde sanatın ve sanatçıların denetim altına alınması var. Hazırlanan taslak ile sahne sanatları kurumları Erdoğan’a bağlanacak ÖZEN TAÇYILDIZ
A
KP iktidarı hazırladığı yasalarla hayatın her alanında denetiminigözetimini artırma gayretinde. Yaklaşan seçimlerde muhafazakar tabanını memnun etme derdi, Suriye politikasındaki başarısızlığını unutturma gayreti ve elinin değdiği her yere gericiliğini yayma çabası bir bütün olarak etkili bu gayretlerinde. Üstelik hayli süratliler de. Bu sayı yayıma hazırlanırken, yani sadece iki haftalık bir dönemde düzenleme adı altında alkol tüketimine yasaklar geldi. Şimdi de hazırlanan yasa tasarısı taslağıyla sanat kurumları tek çatı altında toplanıp Başbakan’a bağlanmak isteniyor. Evet, beğenmediği heykeli “ucube” diyerek yıktıran, Şehir Tiyatroları’nda yönetmelik değişikliğini eleştirenlere “Geleceksin Şehir Tiyatrosu’ndan hem belediyeden maaşını alacaksın ondan sonra istediğin gibi yönetime de verip veriştireceksin, böyle saçmalık olmaz!’’ diyen, 8500 yıllık buluntuları “çanak çömlek” diye eleştiren Başbakan Erdoğan’a…
SANAT KURULU BAfiBAKAN’A EMANET Önümüzdeki yılların kültür sanat hayatına yön verecek olan “Türkiye’deki Sanat Kurumlarının Oluşumu ve İşleyişi” başlıklı yeni yasa taslağı konunun muhataplarının bilgisi olmadan bir yerlerde hazırlanıyor. Yasalaşması halinde “sanat projelerinin değerlendirilmesi, desteklenmesi ve yaptırılması” amacıyla, merkezi Ankara’da bulunan Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) ve buna bağlı olarak da bir Sanat Kurulu oluşturulacak. Üyelerin seçilmesinden Kurulun faaliyetlerine dek her şey elbette iktidara bağlı. Misal, üyelerini Kültür Bakanı’nın
teklifi üzerine Bakanlar Kurulu’nun belirleyeceği 11 üyeli Kurulun başkanı ve ikinci başkanı da Bakanlar Kurulu’nca belirlenecek. 11 kişilik bir mini heyetin dahi kendi seçimini yapmasına tahammül yok. Görev süresi 2 yıl olan üyeler, yüz kızartıcı bir suçtan mahkum olsalar bile görevden alınmalarının tek kriteri Başbakan’ın onayı!
DESTE⁄‹ GER‹ VER 3 YIL DA U⁄RAMA Kurul bir “yol geçen hanı” olmadığı, geleni-gideni Başbakan’dan sorulduğuna göre nereye ne harcayacağını da o belirleyecek. TÜSAK’a aktarılacak ve Kurul tarafından kullanılacak gelirlerde Başbakan’ın belirleyiciliğine ilişkin açıkça bir gelir kalemi de mevcut: “Başbakan tarafından ihtiyaca binaen diğer kaynaklardan yapılacak transferler” Maddi destek verilecek projelerde bu desteğin harcanmasından, proje alımlarında kullanılacak ihale yöntemlerine ilişkin usul ve esaslara kadar her şey, yine Başbakan tarafından belirlenecek. Sahnelenecek eserlerin maddi destek alması işte bu “ilke”lerle kurulmuş bir Kurulun onayına bağlı. Tiyatro, müzik, opera, bale, dans, halk dansları, uyarlamalar, görsel ve işitsel sahne sanatları, plastik sanatlar, geleneksel sanatlarla ilgili projelerin hangi oranda destekleneceği bu Kurul tarafından belirlenecek. İktidara bu denli bağlı bir Kurulun destek kriterlerinin “muhafazakar sanat” tartışmalarının odağında yer alan “milli hassasiyet”,”maneviyat” gibi “değerler” olacağını düşünmek abartı olmaz. Parasıyla değil mi, destek verilen projelerde “başvuruda belirtilen işler veya amaçlar doğrultusunda kullanılmadığının belirlenmesi” durumunda verilen para geri alınacak. Hizaya gelmeyene ceza bununla da sınırlı değil. Kindar Kurul’un bu şekilde desteğini geri aldığı ki-
Sanatçıların isyan “perde”si Yasa tasla¤›, 25 May›s’ta Taksim’de protesto edildi. Devlet Tiyatrolar›, Devlet Opera ve Balesi ile Güzel Sanatlar Genel Müdürlü¤ü sanatç›lar› ve çal›flanlar›na milletvekili, sanatç› ve sanatsever de destek verdi. Grup, “AKP elini sanat›mdan çek”, “Sanat›n patronu sanatç›d›r”, “Sanat kurumlar› kapat›lamaz” sloganlar›yla AKM’ye yürüdü. Topluluk ad›na Kültür Sanat-Sen Genel Baflkan› Yavuz Demirkaya konufltu. “Taksim’i de korumaya devam edece¤iz. AKM’yi de, Emek’i de, Muşi ve kurumlar, 3 yıl boyunca destek için yeni başvuru da yapamayacak. Kurulca verilecek desteğin, projenin yüzde 50’sini geçememesi de projeleri daha baştan kısıtlayacak.
GELECE⁄E DE ‹POTEK Yasa ile Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi, Devlet Halk Dansları, Devlet Senfoni
ammer Karaca’y› da” diyen Demirkaya, iktidar›n bask›larla biçimlendirmeye çal›flt›¤› kültür ve sanat› ticarilefltirmek, kültür ve sanat kurumlar›n›n toplumsal özünü ortadan kald›rmak istedi¤ine dikkat çekti. “Hastanelerin hastas›, okullar›n ö¤rencisi iken, müflterisi olduk. Kamu kurumlar›n›n görevlisi iken, ücretli köleleriyiz art›k. Ömründe üç tane opera, tiyatro, bale eseri izlememifl, klasik müzik dinletisi dinlememifl birileri nas›l bu üç kurumu yönetir” diye konufltu.
Orkestraları ile plastik sanatların bağlı olduğu Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü kaldırılacak. Bu kurumlara ait binalar ve taşınmazlar da Kuruma devredilecek. Buralarda görev yapan sanatçılar halen görev yapmakta oldukları ilin kültür ve turizm müdürlüğünde görevlendirilmiş sayılacak. Tabi emekliliğe teşvik edileceklerden geri-
ye kalanlar. Kurul, geleceğin sanatçılarının üzerinde de söz hakkı sahibi olacak, üstün yetenekli çocukların eğitimi konusundaki destek için yine kurul kararı belirleyici olacak. İktidara ve nihayetinde Başbakan’a bağlanacak bir kültür sanat hayatı hangi özerklikte ne üretecek?
Baflbakan Erdo¤an, Kültür ve Turizm Bakanl›¤› 2011 Y›l› Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’nin töreninde usta foto¤rafç› Ara Güler’in foto¤raf›n› çekmiflti. Erdo¤an’›n, Baflbakan olarak kültür sanat hayat›na “müdahalesi” bu düzeyde kalabilseydi kültür ve sanat dünyas›n›n kayb› a¤›r olmayacakt›.
Koyuncu anısına Karadeniz ezgileri Kalan Müzik’ten çıkan Karadeniz’e Kalan albümünde Karadeniz’in ezgileri Kazım Koyuncu için toplandı. Kardeş Türküler’den Grup Yorum’a 32 sanatçının ses verdiği ve iki CD’den oluşan albümde 34 eser yer alıyor. Albümde sanatçıların bu proje için seslendirdikleri hiç yayımlanmamış ezgiler dikkat çekici. Karadeniz müziğinin farklı sanatçılar
tarafından seslendirilmesiyle hazırlanan albüm bu yönüyle de bir ilk.
Disney’in h›rs›zlar›: ‹flçi S›n›f› Film ve eğlence dünyasının önemli ismi Walt Disney, çalışanlarının %25’ni işten çıkaracak. Gerekçe ise yeniden yapılanma ve masrafları azaltmak. Disney’in işçileri işten çıkarmalara karşı mücadele edecek mi şimdilik bilinmez ama Disney’in gelecekte işçi olacak çocuklara mücadeleyi bir sapkınlık, tehlike, saçmalık olduğunu anlattığı aşikar. Disney, emperyalizmin TV’nin ve çizgi romanların dışına çıkmayı başarmış halidir. Disney’i farklı kılan, gülücük ve cilveleşmeleri olmuştur. Bu yazı Disney’in en ünlü karakterlerinden Vakvak Amca’yı inceliyor. Disney, maceralar üzerine kurgulanmış gerçek dışı bir dünyayı betimler, en önemli ve öne çıkan yanı ise hazine arayışlarıdır. Bu çizgi dünyasında hazineler gökten inme bir şekilde varolmuştur. El işi olmasına karşın üreticileri olan işçiler ortada yoktur. Diğer yandan hazinelerin bulunduğu yerler, “ilkeller”in ve yerlilerin yaşam alanlarıdır. Yüklü hazineleri olduğu halde yoksuldurlar. Disney’de olma sebepleri; ABD dışındaki hayatın böyle bir “ilkellik” olduğunu vurgulama güdüsüdür. Maceralarda Vakvak Amca bu hazinelere el koyma yetkisine sahiptir. Yerlilere bir elmas karşılığında bir kol saati verme kandırmacalarıyla çalmayı meşrulaştırır. Hazineler Ördekkent’e giderek ABD dolarına dönüşür. Maceralar hazinelerin dolar olmasıyla biter ve öyküler, mülkiyetçiliği özendirir. U¤ur Disney’in yarattığı dünyada iş, işçi, araç ve gerecin katkısı Aksoy olmadan doğa tarafından tüm uguraksoyyy her şey sunulur, işçi, emek ve @gmail.com üretimin üstü örtülür. Disney’de üretim toplumsal değil, doğaldır. Bu yolla işçi tanımı olmayan Disney’de sınıf tanımı da yoktur. Sınıf mücadelesi de böylece saf dışı bırakılmıştır. Kimsenin çalışması gerekmez. Satma, satın alma ve tüketme üzerine kurulu bir dünyadır. Öykülerde iyiyi ve kötüyü tayin etmek için hırsızlar vardır. İyi ve kötü özel mülkiyete saygıyla belirlenir. Hırsızlar maceralarda altın arayışındaki “diğer” kişilerdir. Hapisten kaçan, kirli sakallı, iri, aptal, esmer tenli, aç gözlü, kendini beğenmiş vicdansızlar olarak betimlenirler. Bu nedenle Disney’in iyi karakterlerinin hazinelere sahip olma hakkı vardır. Bu hırsızlar ise kötü ama yoksullardır. Hırsızlar zenginliği tehdit ettikleri için özel mülkiyeti de tehdit ederler. Gerçek hayatta ise özel mülkiyet tehditçileri işçi sınıfıdır. Disney işçileri hırsız olarak tasvir etmiştir. Vakvak için iş’in karşılığı maceralar başlamadan önce boş zamanı değerlendirmedir. Hayatını sürdürme ve ihtiyacını karşılama yolu değil. Bulduğu işler onun için bir eğlencedir. Kaytarmalar, becerisizlik, tembellikler yüzünden işten kovulur emek ise yine ortada yoktur. Tembellik hakkı emek üzerinden doğduğundan Vakvak’ın böyle bir hakkı olduğu söylenemez. Tembellik hakkı yoktur, o tembeldir. Ördekkent’te iş olanağı çoktur. Sorun iş olması değil işçinin olmamasıdır. İşsizliğin nedeni ise istek ve yeteneksizlikler olarak tanımlanır. İşsizlik toplumsal sorun değildir, kişinin psikolojik sorunudur. Disney’in çocuklar için yarattığı dünya budur.
Şehir Tiyatroları’na ‘insan hakları’ ayarı İ
stanbul Şehir Tiyatroları’nın geçtiğimiz yıl değiştirilen ve büyük tepki çeken yönetmeliğinde İstanbul 1. İdare Mahkemesi dört madde için iptal kararı verdi. Yeni yönetmelik ile sanatçıların tiyatro yönetiminden dışlanması ve repertuvar dahil pek çok konuda belediye bürokratlarının söz sahibi olması eleştirilmiş, sanatçılar eylem yapmıştı. Düzenlemenin iptali için CHP Büyükşehir Meclis üyeleri Tuncer Özyavuz ve Fahrettin Kayhan, tiyatro sanatçıları adına da Tüm BelSen mahkemeye başvurmuştu. Mahkeme 21 Mayıs’ta dört maddenin iptaline karar verirken Anayasa’ya ve insan hak-
larına aykırılığa dikkat çekti. İptaline karar verilen maddelerde yönetim kurulunun oluşumunda sanatçıların kendi aralarından seçecekleri üyelere yer verilmemesi, il hudutları dışına çıkmanın yasaklanması, “içki içmeyi alışkanlık haline getirmek” ve iki sezon üst üste fiilen görev yapmamış olanlara kurum dışı çalışma izni verilemeyeceğine ilişkin hükümler vardı. Mahkeme, yönetmeliğin diğer maddelerini “hukuka ve mevzuata uygun” buldu. Ancak karar neticesinde oyuncuların yönetim kuruluna göndereceği iki kişilik temsilci hakkı tekrar kazanıldı.
stanbul Mecidiyeköy’deki Tekel Likör Fabrikası, 2006’da Kamu İedildi. 2 No’lu Koruma Kurulu’nca kültür varlığı olarak tescil 2008’de fabrika giriş pavyonu ve parseldeki ağaçlar anıt ağaç olarak tescillendi. 2011’de ise fabrika bacası tescil yararı kapsamına alındı. Ancak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na 4 No’lu Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararıyla nerede? bağlı fabrika yıkıldı, ağaçlar kesildi. Büyükşehir Belediyesi’nin onayladığı plan ile 157 metre yüksekliğindeki 2 gökdelenin
inşaatı başladı. Ayrıca plan değişikliği ile 66 bin metrekare olan inşaat alanı 116 bine çıkarıldı. İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Mimarlar Odası tarafından açılan davada gökdelenlerin yapımında “kamu yararı olmadığı” gerekçesiyle durdurma kararı verdi. Karara rağmen Viatrans AŞ-Meydanbey Ortak Girişimi “Kültür, sanat ve moda merkezi odaklı karma proje”lerinin devam ettiğini açıklamakta bir beis görmedi.
SOKAĞIN SESİ
ÜRET EN BİZİZ YÖNET EN DE BİZ O LACAĞIZ
30 Mayıs 2013 / 12 Haziran 2013
16 Halk›n Sesi
T O P LU M S A L M U H A L E F E T R E Y H A N LI İ Ç İ N YA S TA , B A R I Ş İ Ç İ N AYA K TA ! Antakya
Hatay Halkevi’nin AKP ve cihatç› çetelerin tehdit sald›r›lar›na u¤rayan, farkl› etnik ve inanç gruplar›n›n temsilcileri ile yerel yönetim öznelerini yan yana getirdi¤i savafl karfl›t› mücadele çizgisi Reyhanl› sonras› kendini gösterdi. Halkevi ve TKP’nin ça¤r›s›yla bir araya gelen on bini aflk›n Antakyal›, Hükümeti istifaya ça¤›rd›: “Tehditleriniz bize v›z gelir. Ölümü evlerimizde beklemeyece¤iz, ölüm kusan katillerin üzerine yürüyece¤iz.”
‘Hesap soracağız!’ AKP’nin Reyhanlı’daki sansürü ve kara propagandası toplumsal muhalefet tarafından delindi. Hatay başta olmak üzere tüm Türkiye’de “Reyhanlı’nın katili AKP’dir” sloganı haykırıldı ÇAĞLAR ÖZBİLGİN
K›br›s
E
mperyalizmin aktif taşeronu AKP’nin yaklaşık iki yıldır cihatçı çeteler üzerinden körüklediği Suriye savaşı, 11 Mayıs’ta Reyhanlı’daki patlamalar ile tam anlamıyla Türkiye’ye sıçradı. Bölge halkı ölümlerin “180’in üzerinde” olduğunu açıklamasına karşın devlet ölü sayısını 51 olarak duyurdu. AKP’li bakanlar Suriye rejimini ve Esad’ı suçladı, Suriye devletinin istihbarat kurumuna terör örgütü sıfatı yapıştırdı. İddialara ilerleyen günlerde faillerin Acilciler olduğuda eklendi fakat gözaltına alınanların hiçbirisinin El Muhaberat ya da Acilciler ile ilgisi olmadığı görüldü. Failleri yakalamanın haklı gururunu yaşaması gereken AKP, yayın yasağı getirerek tüm bu soru işaretlerinin dillendirilmesini engellemeye çalıştı. Yine de Reyhanlılı yurttaşların “Bir yetkili yok, hiçbir yetkili yok! Nerede bu hükümet, nerede bu devlet, nerede bu başbakan, nerede bu Allahsız oğlu Allahsız?” isyanının önüne tam anlamıyla ge-
çemedi. AKP’nin halkları Suriye savaşının içine sokmasına karşı örülen savaş karşıtı muhalefet, Reyhanlı Katliamı’nın ardından hızla inisiyatif aldı. AKP’nin işbirlikçiliğine, savaş kışkırtıcılığına, gerici-şoven siyasetine, sınır kentlerini cihatçıların üssüne çevirmesine “sabrımız kalmadı” diyenler, yayın yasağının ve kara propagandanın etkisini bir ölçüde kırabildi. İLK TEPKİ ANTAKYA VE ANKARA’DAN 13.45’te gerçekleşen saldırının haberleri gelmeye başladıktan sonra ilk tepkiler Antakya ve Ankara’dan geldi.
Antakya Demokrasi Platformu’nun “acil eylem” çağrısıyla bir araya gelen yüzlerce Antakyalı, basın açıklamalarına kapatılan Saray Caddesi’nde yürüdü. Suriye’de savaşan cihatçı katillerin sınır kentlerinde korunmasına karşı defalarca eylem yapan bölge halkı, nisan ortasından bu yana iki Hıristiyan din adamının kaçırıldığını, Alevi din adamı Ali Yeral’in evine saldırıldığını hatırlattı. Basın açıklamasında saldırının El Kaide-El Nusra tarafından düzenlendiğini söyleyen Hatay Halkevi Başkanı Eylem Mansuroğlu, katliamın en büyük sorumlusunun ise savaş politikaları nedeniyle AKP
Türkiye kontrgerillas›n›n sald›r›lar›n› yaflayan K›br›sl›lar da Reyhanl› için sessiz kalmad›. Baraka ve Pir Sultan Abdal Kültür Derne¤i, Türkiye Büyükelçili¤i önünde yapt›¤› bas›n aç›klamas›nda Bayraktar Cami’nin 1962 ve 1964’te bombalanmas›n› hat›rlatt›. olduğunun altını çizdi. Antakya ile aynı saatte Ankara Halkevleri de katliama yol açan dış politikaların sorumlusu Ahmet Davutoğlu’nun makamında, Dışişleri Bakanlığı’nın kapısındaydı. Karşılarında çevik kuvvet barikatı bulan Halkevciler “Biz buraya basın açıklaması yapmaya değil, hesap sormaya geldik” diye haykırdı. Bunun üzerine barikat kaldırıldı ve bakanlık kapısında basın açıklaması gerçekleştirildi. Davutoğlu’nun “benzer saldırılar olabilir” açıklamasına tepki gösteren Halkevleri üyeleri, “Ne için patlayacak bombalar? Kandan beslenen iktidarlar, bankalar, borsalar, politikacılar için” dedi. Açıklama-
dan sonra bakanlık önüne, Reyhanlı’da akan kanı temsilen kırmızı boya döküldü. ‘REYHANLI’NIN SORUMLUSU AKP’DİR’ Reyhanlı Katliamı’na yönelik tepkiler ilerleyen günlerde de sürdü. 12 Mayıs’ta İstanbul, Ankara, Bursa, Adana ve Çanakkale’de, 13 Mayıs’ta Samandağ, Tarsus ve Denizli’de, 14 Mayıs’ta İzmir, Giresun, Bolu, Antalya, Samsun, Konya ile İstanbul Kadıköy’de ve Gazi Mahallesi’nde, 17 Mayıs’ta da Trabzon, Ordu, İzmir ve Samandağ’da emek ve demokrasi güçleri bir araya geldi. Reyhanlı Katliamı’nın sorumlusunun AKP olduğunu haykıran binlerce kişi, Ahmet Davutoğlu’nun ve Hatay Valisi’nin istifasını istedi. 13 Mayıs’ta Adana’da ve Kocaeli’nde, 15 Mayıs’ta ise İzmir’deki basın açıklamalarına polis saldırdı. Polis, Adana’da AKP İl Binası’na yapılan yürüyüşe iki kez saldırırken, Kocaeli’nde de aylardır süren “olağanüstü hal” yönetimi yine devredeydi. Yürüyüş yolunu kullanmak isteyen Kocaeli muhale-
fetinden 16 kişi gözaltına alındı. İzmir’de ise Öğrenci Kolektifleri ve Gençlik Muhalefeti’nin AKP Konak İlçe Binası’na yaptığı yürüyüş polisin sert saldırısıyla engellendi. Dakikalarca süren çatışma sonucunda 28 öğrenci gözaltına alındı. Saldırıda bir öğrencinin dişi kırıldı, bir öğrenci kafasından, bir öğrenci de bacağından yara-
landı. Eskişehir’de Türk Dünyası Kültür Başkenti başlıklı etkinlikte Suriye standında asılan Özgür Suriye Ordusu bayrağı TKP üyeleri tarafından indirildi. Polis, ÖSO bayrağını indiren TKP’lilere biber gazıyla saldırdı. ÖDP de “Reyhanlı’da ölümler AKP’nin eseri” diyerek 12 kentte basın açıklamaları düzenledi.
‹stanbul
Antalya
Üniversite Reyhanlı için ayakta
G Antalya’da Halkevleri, Ö¤renci Kolektifleri ve Genç Umut üyesi 51 kifli, üstlerinde Reyhanl›’da katledilen 51 kifliyi simgeleyen kefenlerle sessiz bir yürüyüfl yapt›. Attalos Meydan›’nda yere yatarak ölümler simgesel biçimde anlat›ld›. Kocaeli’nde de Halkevciler yapt›klar› yürüyüfl sonras› yere yatarak Reyhanl›’daki ölümleri anlatt›.
Ankara
Halkevleri tüm Türkiye’de yastaydı R
eyhanlı Katliamı’nın birinci haftası olan 18 Mayıs’ı yas ilan eden Halkevleri, patlamaların gerçekleştiği 13.45’te tüm Türkiye’de ses çıkarma eylemleri gerçekleştirme çağrısı yaptı. Çağrı sonucu Antakya, Ankara, Antalya, İzmir, Çanakkale, Bursa, Kocaeli, Samsun, Trabzon, Diyarbakır, Adana, Mersin, Tarsus ve Fethiye’de ses çıkarma eylemleri gerçekleştirildi. İstanbul’da da Beşiktaş, Kadıköy, Sefaköy, Sarıyer,
Esenyurt ve Kartal’da yürüyüşler düzenlendi. ANTAKYA’DA HAYAT DURDU Eylemlere en geniş katılım Antakya’da oldu. Kent merkezi yarım saat boyunca araçların korna sesleriyle inlerken, yoldan geçen, evlerinin balkonlarına çıkan yurttaşlar da alkışlarla ses çıkarma eylemine katıldı. Tarihi Uzunçarşı esnafı yas çağrısına uyarak ve yarım saat boyunca dükkanla-
rının kepenklerini indirdi. Eylem sadece kent merkeziyle de sınırlı kalmadı. Armutlu Mahallesi’nde trafik tamamen durdu. Sümerler Mahallesi’nde de çevredeki yurttaşların yoğun katılımıyla uzun süren bir eylem yapılmış oldu. Reyhanlı halkının katliamın birinci haftasında Belediye Meydanı’na yapmak istediği yürüyüşe de polis defalarca saldırdı. Taziye çadırlarından kayıplarının resimleriyle sokağa çıkanlar, AKP’ye olan öf-
kelerini polis barikatına şişe ve sopa fırlatarak gösterdi. İlçe savaş alanına dönerken, onlarca kişi yaralandı ve gözaltına alındı. ANKARA’DA POLİS SALDIRISI Halkevleri ve Öğrenci Kolektifleri’nin Yüksel Caddesi’nden Başbakanlığa yapmak istediği yürüyüş birkaç metre sonra polis barikatıyla kesildi. Halkevciler polisin “Nereden yürüyeceksiniz, izin vereme-
yiz” şeklindeki pazarlık davetine “İnsanlarımızın canına kast edilirken pazarlık yapmayız” yanıtı verdi. Yaklaşık 300 kişinin katıldığı eylemde polis üç ayrı saldırı gerçekleştirdi. Gaz bombaları ve copların kullanıldığı saldırılarda 6 kişi darp edilerek gözaltına alındı. Kızılay’ın göbeğindeki polis saldırısı sırasında çevre kafelerdeki insanlar da alkışlarla, sloganlarla ve limon tedariğiyle Halkevcilere destek verdi.
ençlik hareketi, üniversitelerinde gericilerin, faşistlerin, polislerin saldırılarına, YÖK’e ve yandaş rektörlere karşı sergilediği direnişi bu defa Reyhanlı için gösterdi. Son aylarda örneklerine sık rastlanan kitlesel ve militan direnişler, Ankara ve İstanbul’daki Reyhanlı eylemlerine yansıdı. Katliamın hemen ertesinde “Hesap soruyoruz” diyen Öğrenci Kolektifleri Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi önünde, Liseli Genç Umut da Ankara’daki Dışişleri Bakanlığı önünde pankart açtı. İstanbul’da 8 üniversiteli, Ankara’da 4 liseli gözaltına alındı. ‘KOLUNDAN TUTUP ATMAYA…’ 14 Mayıs’ta “Katliam varsa ders yok” diyerek boykota giden ODTÜ’lüler, Ahmet Davutoğlu’na “Sana 24 saat süre. İstifa etmezsen, kolundan tutup çıkarmaya geleceğiz” diye seslendi. Davutoğlu istifa
etmeyince 15 Mayıs’ta ODTÜ, Beytepe, Cebeci ve DTCF’den Dışişleri Bakanlığı’na yürüyüşe geçildi. Direnişleri kırmak için “doğrudan zarar verme” amacıyla hareket eden polis, gaz bombalarını yine hedef gözeterek fişekledi. Bakanlık çevresine konuşlandırılan yüzlerce polis, üniversitelilerin bakanlık önüne varmasını engelleyemedi. İki farklı eylemde 22 Gençlik Muhalefeti, 4 Öğrenci Kolektifleri, 3 TKP üyesi darp edilerek gözaltına alındı. YEDİ ÜNİVERSİTE TEK SES İstanbul’da da yedi üniversitenin öğrencileri, okullarından çıkarak Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’ne yürümek istedi. İnönü Stadı çevresinde başlayan polis saldırısı MSGSÜ’ye kadar sürdü. Ara sokaklara da taşınan çatışmalar, polisin okuldan kovulması ve yapılan açıklamayla sona erdi.