Halkın sesi 188

Page 1

1 A¤ustos 2013• 1,25 TL

Y›l 8 • Say› 188

Halk›n bir araya geldi¤i bütün alanlar, AKP aç›s›ndan bir tehdit. Ne halk› y›ld›rabiliyorlar ne de karfl›s›na ç›kabiliyorlar

AKP’yi halk korkusu sardı

Foto¤raf: Mehmet Kaçmaz / NarPhotos

Tatilciler dönecek, okullar aç›lacak, ligler bafllayacak! Soka¤› kaybeden AKP Eylül’ün geliflini bir felaket haberi gibi veriyor

AKP korkmakta hakl›. Halk nerede bir araya gelse bir direnifl patlak veriyor. Stadlar, kampusler, sokaklar AKP’ye haram

Direnifl, evlatlar›na sahip ç›k›yor

Berkin Elvan 16 Haziran’da Okmeydan›’ndaki polis sald›r›s›nda gaz kapsülü ile bafl›ndan vuruldu. O günden beri yaflam savafl› veren Berkin’in ailesi hukuki sürecin bir an önce iflletilmesi, vur emri verenlerin, atefl edenlerin a盤a ç›kar›lmas› ve yarg›lanmas›

talebi ile 31 May›s’ta tüm direniflçileri Taksim’e ça¤›rd›. Taksim Dayan›flmas› da eyleme ça¤r› yapt›. Berkin’i vuran polisler yine “görev” bafl›ndayd›. Bu defa da Berkin için soka¤a ç›kanlara, ailesine, avukatlar›na, milletvekillerine sald›rd›lar. Ancak

yine Taksim’in ve ‹stiklal’in direnifl alan›na dönmesine engel olamad›lar. Yüzlerce kifli “Katil polis hesap verecek”, “Bu daha bafllang›ç mücadeleye devam” sloganlar›yla direnifli sürdürdü. Eskiflehir’de ise halk bir daha benzer sald›r›lar gerçekleflmesin diye, sivil polislerin sopalarla döverek öldürdü¤ü Ali ‹smail Korkmaz’›n hesab›n› soruyor. Halk Ali ‹smail için sergi aç›yor, halk sofras› kuruyor, helva da¤›t›yor, isminin üniversite kütüphanesine verilmesi için imza topluyor, yürüyüfl yap›yor, yaz gelmesine ra¤men bütün canl›l›¤›yla devam eden forumlarda Ali ‹smail’i anlat›yor.

AKP hem halk›n tepkisini çekecek ad›mlardan kaç›nmaya hem de önleyici sald›r› yöntemleri gelifltirmeye çal›fl›yor

AKP korkmakta hakl›. Halk ne tatil dinliyor ne de korkuyu biliyor, daha büyük mücadelelere haz›rlan›yor

Eflk›yalardan çapulculara davet “31 May›s 2011’de Hopa sokaklar›nda direnifli umuda çeviren, Hopa’y› zalimin korkulu rüyas›na dönüfltüren Hopa halk›, bu topraklara binlerce tohum att›. Tesadüf müdür bilinmez yine bir 31 May›s’ta, o tohumlar› sulayan çapulcular, bahar› getiriyor.” Bu

y›l 10’uncusu düzenlenecek olan Halkevleri Hopa-Kemalpafla Halk Festivali eflk›yalarla çapulcular› yan yana getirecek. Hopa-Kemalpafla halk› yaflam›na, do¤as›na, eme¤ine sahip ç›kan herkesi 1618 A¤ustos’ta Kemalpafla’da gerçeklefltirilecek festivale ça¤›r›yor.

Tafleron iflçi baraj› y›kt› Çal›flma Bakanl›¤›’n›n ka¤›t üstündeki verileri, sendikaya üye binlerce tafleron iflçiyi yok say›yor. Tafleron iflçiye sendika hakk›n›, onu örgütleyen sendikaya toplu sözleflme hakk›n› vermek istemeyen AKP, istedi¤i kadar yok says›n difle difl bir mücadele yürüten ta-

Mezarl›ktan geçerken ›sl›k çalmak fayda etmez S. 3

fleron sa¤l›k iflçileri sendika hakk›na sahip ç›k›yor. Bu mücadele hukuk alan›nda karfl›l›¤›n› buldu. Mahkeme Dev Sa¤l›k ‹fl’in 8 bine yak›n üyesi oldu¤una ve toplu sözleflme hakk›na sahip olmas› gerekti¤ine hükmetti. ‹flçiler Bakanl›¤› karara uymaya ça¤›r›yor.

Tufan Sertlek / Sayfa 8

Sendikal› iflçi Sevinç Hocao¤ullar›/ Sayfa 11

Güvenpark Forumu’nda cesur kad›nlar konufltu

Diren hamile Ömer Tu¤rul ‹nançer’in hamilelerin sokakta olmas›na ‘terbiyesizlik’ demesi gündem yaratt›. ‘Sokaklar bizim’ diyen kad›nlarla konufltuk, eylemlerini yazd›k, forumlar›n› anlatt›k S11


2

DİRENİŞ 1 A¤ustos 2013 / 14 A¤ustos 2013

Halk›n Sesi

KORKUNUN ECELE FAYDASI YOK! BUNU DAHA ÇOK DUYACAKSINIZ:

Her yer direniş "Her yer Taksim, her yer direniş!" sloganı, bindirilmiş kıtalarla tertiplenen "esnaf oyunları"nı bozuyor, düğünlerden iftarlara, konserlerden maçlara, forumlardan meydanlara her yerden duyuluyor

H

aziran İsyanı, AKP'nin "sandık hesaplarıyla" yaratmaya çalıştığı "yenilmezlik görünümü"nü yerle bir etti. AKP iktidarı polis kuvvetine dayanmadan kent meydanlarından parklara, otoyollardan arka sokaklara giremez oldu. Bu durumun, "sonun başlangıcı"na dönüşmesini istemeyen AKP için her eylem, her bir araya geliş, direnişe gönderilen her selam büyük tehdit! Direnişin gücünü ve meşruiyetini kırmak için denenen her yol, hal-

kın özgün yöntemlerle ürettiği eylemler karşısında tıkanıyor. Duymaktan nefret ettikleri o "Her yer Taksim, her yer direniş!" sloganı, kah Veliefendi Hipodromu'nda, kah Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nda haykırıldı. Heavy metal devi Iron Maiden'ın 26 Temmuz'da İnönü Stadı'ndaki konserinde grubun-Blood Brothers (Kan Kardeşler) şarkısına ithafen "Taksim'den Lice'ye, Sao Paulo'dan Tahrir'e biz kan kardeşiz" pankartları açıldı. Bu örnekler, açılışı yaklaşan üniversiteler ve futbol sezonu öncesin-

Yitirilenlerin ac›s› kardefllik ba¤lar›n› güçlendirdi

Haziran ‹syan›'nda ve Lice'deki karakol protestolar›nda yaflamlar›n› yitiren Ethem Sar›sülük, Ali ‹smail Korkmaz, Abdullah Cömert, Mehmet Ayval›tafl ve Medeni Y›ld›r›m'›n aileleri, Ethem Sar›sülük'ün yaflam›n› yitirmesinin 40'›nc› gününde Ankara Güvenpark'ta bulufltu. Aileler ortak ac›lar›n›n üzerine mücadele azimlerini de ortaklaflt›rd›, adalet aray›fl›n› sürdürme sözü verdi. Medeni Y›ld›r›m'›n annesi Fehriye Y›ld›r›m "Tüm bu çocuklar›n katili bizzat Tayyip Erdo¤an'd›r!" sözleriyle sorumluyu iflaret ederken,

Abdullah Cömert'in a¤abeyi Zafer Cömert de Tayyip Erdo¤an'›n tüm ölüm, yaralama, tutuklama ve gözalt›lardan sorumlu oldu¤unu dile getirdi. Mehmet Ayval›tafl'›n annesi Fadime Ayval›tafl baflbakan›n kanayan yaralar›na her gün daha fazla bast›¤›n› söylerken, Ali ‹smail Korkmaz'›n annesi Emel Korkmaz katiller sokakta dolafl›rken, masum çocuklar›n öldürülmesine isyan etti. Ethem Sar›sülük'ün annesi Sayf› Sar›sülük ise "Benim bir evlad›m gitti ama binlerce evlat kazand›m. Mücadelem daha bitmedi. Hesab›n› soraca¤›m" diye konufltu.

Direnifl, forumlarla yayg›nlafl›yor

de AKP'nin endişesini büyütüyor. Gezi Parkı'nda insanların ağaçlara sarıldığı günden bu yana iki ayı geride bırakan direnişin ortaya çıkardığı umut büyüdükçe, AKP'nin endişeleri de artıyor. B‹ND‹RiLM‹fi KITALAR ‹fiE YARAMADI AKP'nin eline yüzüne bulaştırdığı hamlelerinden birisi "esnaf" tartışması oldu. Palalı, sopalı, silahlı sivil faşist saldırıların "direniş yüzünden iş yapamaz hale gelen esnaf" olduğu iddiası karşılık bulmadı. Yapıla yapıla, eski AKP milletvekili Kadir Akgül'e, İstiklal'de uyduruk bir esnaf gösteri düzenlettirildi. "Sabrı tükenen esnaf" rolü oynayan Akgül, korumaları ve adamları inandırıcılıkta sınıfta kaldı. Onların lüks arabalarına binip ayrıldığı İstiklal Caddesi'ne ertesi gün gerçek esnaf çıktı. Ekonomideki büyümenin yakınından geçmediği, büyük sermayeye her geçen gün daha da bağımlılaşan, mülksüzleşen ve tutunma kavgası veren esnaf, mağduriyetinin sorumlusu olarak AKP'yi işaret etti. Masa sandalye operasyonunun ikinci yılında esnaf ile Taksim Dayanışması omuz omuza Beyoğlu Belediyesi'ne yürüdü.

Ülkenin dört bir yan›nda forumlar sürüyor. Anadolu illerinde forum yap›lan parklar›n say›s› art›yor. Forumlarda çal›flma gruplar› kuruluyor, yerel gündemlere müdahele ediliyor, eylemler yap›l›yor Gelin ve damadı ellerinde çiçeklerle bekleyenler kalkanlarla sürüldü. Ama nafile! Çapulcunun aşkı engel tanımadı. Tüm polis barikatlarına ve yer yer atılan gaz bombalarına karşın çift parka girdi, düğün halayları çekildi. İstiklal Caddesi'ndeki polis saldırılarına karşı direnişçiler ile esnaf dayanışma içinde direndi.

'YERYÜZÜ SOFRALARI' AKP'N‹N RAMAZAN 'TAKT‹KLER‹'N‹ BOfiA ÇIKARDI AKP'nin her yıl fırsata dönüştürdüğü Ramazan "taktikleri" bu yıl geri tepti. Geçmiş yıllarda küçük örnekleri sergilenen dayanışma sofraları, isyanın dayanışma ruhuyla birleşe-

ÇAPULCUNUN AfiKI POL‹S BAR‹KATINI AfiTI İstanbul Valiliği ve Emniyeti'nin "Türkiye'nin ilk açılır-kapanır parkı"na dönüştürdüğü Gezi Parkı, Çapulcu Düğünü'ne dahi kapatılmak istendi. Polis, direnişte tanışan NurayÖzgür çiftinin Gezi Parkı'nda yapmak istedikleri düğünü Yeşilçam'ın "Bu nikah kıyılamaz" diye haykıran karakterlerini andırırcasına engellemek istedi. Park ablukaya alındı, İstiklal Caddesi girişine barikatlar kurdu.

Gezi Parkı'ndaki komünden direnişe aktarılan forum deneyimi 1,5 ayı geride bıraktı. Okulların tatil olması, Ramazan, yaklaşan bayram ve köy şenlikleri kimi forumların katılımını düşürse de, eylül ayı itibariyle mücadelenin yeniden yükseleceği fikri hemen hemen tüm forumlarda dillendiriliyor. Gençlik örgütlerinin, polisin üniversiteye yerleştiril-

mesi kararına verdiği "Gelecekleri varsa görecekleri de var!" yanıtı bunun bir göstergesi. Bir arada yaşama ve dayanışma örneklerinin sergilendiği forumlar, yaygınlaşarak ve kurumsallaşarak yoluna devam ediyor. Sadece 15-30 Temmuz tarihleri arasındaki forumlar dahi onlarca olumlu deneyim üretti. İlk örnekleri kadın ve

gençlik alanlarında görülen komisyon tipi yapılar kendilerini daha da geliştirdi. Kadın Forumları'nda kadınlara yönelik şiddet ve kadın düşmanlığı teşhir edildi. Ankara Mamak'ta barikat kurma, gaz fişeğini geri gönderme, yumurta atma, engelli koşu gibi atölyelerin olduğu Çapulcu Olimpiyatları mahalle gençliği için özgün bir deneyim oldu.

Baskılara #direnakademi! Akademisyeninden öğrencisine üniversiteden yükselen ses Haziran Direnişi’ne güç kattı. Bu sesi baskıyla susturmak isteyenlerin karşısında akademi birlikte direniyor Haziran İsyanı'na katılan hekimlere, sağlık personellerine, eğitim emekçilerine, üniversitelilere peş peşe açılan soruşturmaların ardından sıra akademiye geldi. Uludağ Üniversitesi Rektörlüğü, 28 Haziran'daki mezuniyet töreninde sahneye "#diren" yazılı tişörtle çıkan ve konuşmasında direnişe destek veren Hukuk Fakültesi Öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Timuçin Köprülü hakkında soruşturma açtı. Akademi, Köprülü'ye yönelik so-

ruşturmaya hızla tepki gösterdi. Ankara Üniversiteli akademisyenler 24 Temmuz'da "#diren" yazılı tişörtleriyle Cebeci Yerleşkesi'nde bir basın açıklaması düzenledi ve Köprülü'ye destek verdi. Akademisyenler üniversite bileşenlerine yönelik her türlü baskıya karşı uluslararası katılıma açık bir de imza kampanyası başlattı. Kampanyaya kısa bir süre içinde aralarında dünyaca ünlü öğretim üyelerinin de bulunduğu 400'e yakın akademisyen imza attı.

rek "yeryüzü sofraları"na dönüştü. Kent meydanlarında, parklarda omuz omuza direnenler, metrelerce uzunluktaki sofralarda aynı ekmeği bölüştü. İftar etkinlikleri forumlarla kaynaştı. Bir arada yaşamın, dayanışmanın ve eylemlerin yükseldiği Ramazan'da AKP'nin sermaye temsilcileri ve bürokratlarıyla yaptığı iftarların esamesi okunmadı. Beyoğlu Belediyesi'nin Taksim Meydanı'na kurduğu masalar istenilen havayı yaratmadı. Madem öyleydi, o zaman 'halk sofraları' da tehditti. 28 Temmuz'da Gezi Parkı'na kurulmak istenen sofrayı engellemek isteyen polis, parkı ve meydanı ablukaya altı. Sonrasında saldırı da gecikmedi, 6 direnişçi gözaltına alındı, basın emekçileri darp edildi. Direniş merkezlerinden Antakya Armutlu Mahallesi'nde de 26 Temmuz günü binlerce kişinin katıldığı Yeryüzü Sofrası kuruldu. Antakya Dayanışması'nın çağrısıyla günlerce polisin karşısına dikilen Alevi'si, Sünni'si, Hıristiyan'ı, ateisti, kadını, erkeği, genci, yaşlısı ortak sofrada buluştu. Sofrada direnişte katledilen Ali İsmail Korkmaz ve Abdullah Cömert ile Reyhanlı'da katledilenlerin aileleri de yer aldı.

Biber gaz› silaht›r Çayan Birben davasında hakim, “Biber gazı silahtır” dedi. Polisler kasten yaralamayla ölüme sebebiyetten yargılanacak "Silah yoluyla kasten yaralama sonucunda ölüme sebebiyet vermek"… Yalova Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Kemal Kaçan, 27 Mayıs 2012'de polisin biber gazı sıkarak öldürdüğü astım hastası Çayan Birben ile ilgili davayı bu gerekçeyle Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderdi. Hakim Kaçan, savcılığın hazırladığı iddianamede dört polis hakkındaki "taksirle yaralama" suçunu yetersiz buldu. Mahkemenin bu kararıyla, bilim insanları ve hekimler ta-

rafından yıllardır dikkat çekilen "Biber gazı kimyasal silahtır, yasaklanmalıdır" tespiti de hukuki düzlemde karşılık buldu. Polisin rastgele ve sınırsız bir biçimde kullandığı biber gazı, yakın tarihte Hopa'da Metin Lokumcu ve İstanbul Newroz'unda Hacı Zengin’in ölümüne neden olmuştu. Çayan Birben davasındaki gelişme, Haziran İsyanı'nda Taksim Dayanışması’nın yükselttiği biber gazının yasaklanması talebiyle ilişkilendiriliyor.


3

GÜNDEM 1 A¤ustos 2010 / 14 A¤ustos 2013

Halk›n Sesi

AKP aynı ezberde, halk direnişte ÖZGE OZAN

H

aziran direnişi ile sokağı kaybeden AKP iktidarı tırmandırdığı polis şiddeti ile direnişi durduramadı. Direnişi bastırmak için tüm ezberini kullanıyor, ama direniş ezber bozuyor. Direniş, hayatın içinde kendi kanallarını yaratıyor. İktidarla halk arasındaki çatışma kimi zaman bir rock konserinde ya da futbol maçında kimi zaman bir mahalle parkında, bir ÇED toplantısında ve ülkeye yayılan forumlarda her gün ama her gün farklı direniş biçimlerini açığa çıkarıyor. Mücadele sürüyor. AKP faşizminin 11 yıllık ezberi olan şiddet, yalan, dezenformasyon, kara propaganda, tetikçileri devreye sokma, halkı düşmanlaştırma polis/yargı operasyonları ise artık işe yaramıyor.

OPERASYONLAR SÖKMED‹ AKP iktidarı için en “bildik” yöntemlerden biri olan polis operasyonları ve hukuksuz yargılamalar Gezi direnişinde de devreye sokuldu. Ancak operasyon yapılan illerde halk sokağa çıktı. Forumlardan eylem kararları alındı. Farklı illerde polis operasyonlarına karşı dayanışma yürüyüşleri yapıldı. Davalar için gizlilik kararları alındı. Polis fezlekelerine göre iddianame-

ler hazırlanmaya başladı. Ancak milyonların sokağa çıktığı bu halk direnişinde direnişçileri “kriminalize” etme çabaları boşa düştü. Tutuklanan her bir direnişçi sahiplenildi. Forum alanlarında tutsak direnişçilere mektuplar yazıldı. Tüm Türkiye’de 4 bine yakın insanın gözaltına alındığı isyan süresince TİHV verilerine göre 134 direnişçi tutuklandı. (29 Temmuz) Adliye önlerini eylem alanına çevirenlerin “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganları eşliğinde mahkemelere çıkan direnişçiler AKP’yi yargıladı, direnişi savundu. Direnişle birlikte AKP’nin meşhur “torba örgüt davaları”nın hükmünün kalmadığı mahkeme salonlarında direnişçilerin savunmalarında “Biz mi örgüt seçelim, siz mi bize vereceksiniz” ifadeleriyle tescillendi. Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert ve Ali İsmail Korkmaz’ın katilleri, halka ellerinde sopalarla, palalarla saldıranlar ellerini kollarını sallayarak gezerken direnişçilere yönelik tutuklama saldırıları adalet talebini direnişin temel gündemlerinden biri haline getirdi. AKP faşizmine karşı öfkeyi biledi. Erdoğan “Türkiye‘de bir kişi, iki kişi, üç kişi, dört kişi polise şiddet uygularken ölüyor, tweetler, facebooklarla, dünyanın altını üstüne getiriyor-

lar” sözleri ile direnişte yaşamını kaybedenleri değersizleştirmeye çalıştı. Buna karşı direnişin devam ettiği her yerde yaşamını kaybedenler sahiplenildi. Ethem, Mehmet, Abdullah ve Ali İsmail her gün forumlarda, eylemlerde anıldı. Berkin Elvan’ı yaralayanlardan hesap soruldu. Katillerin hesap vermesi talebi susturulamadı. AKP emri ile gerçekleştirilen saldırılarda yaşamını kaybedenlerin aileleri direnişi sahiplendi. Direnişin içinde birlikte hareket etmeye başladı. YALAN, DEZENFORMASYON, KARA PROPAGANDA AKP’nin direnişin başından itibaren sarıldığı “psikolojik harp” teknikleri beklediği etkiyi yaratmadı. “Camide içki içildi, türbanlı kadın taciz edildi, bayrak yaktılar, eylemler faiz lobisinin dış mihrakların oyunu” gibi iddialar boş iddia olarak kalırken, AKP’nin hegemonya tesisi için fırsat olarak gördüğü ramazan ayı da beklediği gibi geçmedi. Belediyelerin “iftar sofraları” değil yeryüzü sofraları, halkın kurduğu, dayanışma sofraları gündemi belirledi, eyleme dönüştü. “Esnafımız zarar görüyor” iddiası ile direnişe yönelik saldırıları meşrulaştırma girişimleri esnafla birlikte eylem yapan direnişçiler tarafından boşa çıkarıldı. AKP’nin polisi

tarafından yönlendirilen ve “esnaf tepkisi” olarak gösterilmeye çalışılan palalı, silahlı, sopalı “sivil” saldırıları sürdürülemez hale getirildi. Erdoğan’a şiddet, tutuklama terörü, kara propaganda yetmedi. Erdoğan önce Kastamonu Havaalanı açılışında, ardından İmam Hatip Liseleri Mezunlar Mensupları Derneği iftarında “tencere tava çalanları yargıya taşıyın” diyerek ihbarcılık yapmaya çağırdı. Forumlarda, ülkenin dört bir yanında mahalle mahalle milyonlarca insanın katıldığı tencere tava eylemleri için “şikayet edin” diyen Erdoğan tencere tavalarla” protesto edildi.

Gözalt›lar, tutuklamalar sürüyor... 18-31 Temmuz aras›nda; ‹stanbul’da 16 Temmuz sabah› gözalt›na al›nan ço¤u ö¤renci 29 direniflçi 19 Temmuz’da Adliye’den serbest b›rak›ld›. Adana’da 23 Temmuz sabaha karfl› ev bask›nlar› yap›ld›. Gözalt›na al›nan direniflçilerden 10’u tutukland›. Ankara’da 18 Haziran sabah› gözalt›na al›nan 26 direniflçiden önce 23’ü tutukland›. 11’i itirazla, alt›s› inceleme duruflmas›nda b›rak›ld›. 28 Haziran’da yap›lan operasyonda tutuklanan 13 direniflçiden ise 5’i itirazla, sekizi ise inceleme duruflmas›nda serbest b›rak›ld›. Ankara’da 6 Gezi direniflçisi hala tutuklu. Antakya’da 22

Temmuz’da sabaha karfl› yap›lan polis operasyonunda ev bask›nlar›yla 17 direniflçi gözalt›na al›nd›, direniflçilerin 13’ü tutukland›. Ayn› gün Sevgi Direnifl Park›’na yönelik polis sald›r›s›nda çad›rlar›n sökülmesi ile birlikte gözalt›na al›nan 15 direniflçi ise ertesi gün serbest b›rak›ld›. 30 Temmuz’da Antakya’da 5 direniflçi daha gözalt›na al›nd›, 31 Temmuz’da operasyonlara karfl› eylem yapan Anktakyal›lara polis sald›rd›. 30 Temmuz’da Ankara, Samsun ve ‹zmir’de toplam 11 direniflçi ev bask›nlar› ile gözalt›na al›nd›. 31 Temmuz’da Kocaeli’de 3 direniflçi gözalt›na al›nd›, ayn› gün serbest b›rak›ld›.

Mezarl›ktan geçerken ›sl›k çalmak fayda etmez AKP, ne yaparsa yapsın artık Gezi’nin hayaleti ile yaşamak zorunda. Üstelik o hayalet hala parklarda, meydanlarda dolaşıyor ve fırsatını bulduğu ilk anda gidip kent meydanlarına,Taksim’e, Kızılay’a, Konak’a oturacak. Tayyip Erdoğan’ın AKP’si de korkuyla yaşamaya alışmaya çalışıyor. Erdoğan, kendisi için çok zor olsa da artık Kasımpaşalı ağzıyla konuşmamaya çalışıyor. Bu aralar nedense Gezi gündemi ile değil de başka gündemlerle çok meşgul. Erdoğan’ın yargısı da mümkün olduğunca az insanı tutuklamaya, tutuklananların da önemli bir kısmını, itiraz gerekçesiyle salıvermeye çalışıyor. Anlaşılan duruşmaların kitlesel tepkiye neden olacağını iyice anlamışlar. Olası kitlesel tepkiler Bülent Arınç’a bile soğukkanlılığını kaybettirmiş durumda. "Önümüzdeki dönemden itibaren bu protestoların farklı amaçlarla ve farklı şekillerde gündeme gelebileceği yönünde istihbaratımız var" diyor Arınç ve üniversitelerin açılmasını, spor gösterilerini ve bazı önemli günleri işaret ediyor. (Sürekli tetikte olmakta yarar var tabii, pandoranın kutusu açıldı bir kere.) Gezi Parkı ise hala çok büyük bir tehdit onlar için. En son iftar yapılmasına bile tahammül edemediler. En büyük korkuları ise “ya çaktırmadan birileri tekrar birkaç çadır kuruverirse…” Bir taraftan da hala karşı-saldırı araçlarını geliştirmeye çalışıyorlar. Öldürme, sakat bırakma, kör etme, sivil polis şiddeti, gözaltına alma, tutuklama yöntemleri yetmemişti, palalılar devreye sokulmuştu. “Esnafları” devreye sokması bile işe yaramak bir yana ters tepti. Yandaş medya manipülasyonu da engelleyememişti, patronların sözünü birazcık da olsa dinlemeyenler, listeler halinde işlerinden atılmaya başlandı. Hala alnını secdeye getirmeyenlere de maliye memurlarını vergi denetimine gönderdi Tayyip Erdoğan. Ancak AKP iktidarı zekada sınır tanımıyor. Yeni projeyi Emniyet Genel Müdürlüğü açıkladı: “Sırdaş Polis İhbar Noktası Projesi” adı altında ihbarcılığı mahalle mahalle, sokak sokak yaygınlaştıracak bir girişim başlatıyormuş. Uygun görülen sokaklara ve mahallelere yazılı ve aynı zamanda sesli ihbar kutuları yerleştirilmesi düşünülüyormuş. Bu kutulara yapılan ihbarlar ise kesinlikle gizli kalacak-

mış. İhbar uygulamasının gizlilik kalkanı ile polisin keyfi tutumuna olanak vermesi, polisin ihbar olduğu iddiası ile yaygın bir baskı ve şiddet ortamı yaratacak olmasından kimsenin kuşkusu olmaz herhalde. Zekasından “asla” kuşku duymayacağımız bir başka AKP’li ise karşı propagandalarında yeni açılımlar yapmaya devam ediyor. Söz konusu kişi elbette Egemen Bağış. Avrupalıları ikna etmek için yaptığı açıklama taktire şayan: “Gezi olaylarının nedeni AKP’nin sağladığı demokratik ortam”mış. 5 kişiyi öldüren, onlarca insanı sakat bırakan, binlercesini yaralayan demokratik ortam! Nafile! Taktik karşı atakların hiçbiri gerçek başarıyı sağlayamadı. AKP, diğer tüm baskıcı iktidarlar gibi bildiği ezbere yani gündem değişikliğine çark etmek zorunda kaldı. Mısır gündeminden umduğunu bulamayınca da hazırda bekleyen can alıcı gündeme sarıldı; Kürt sorunu ve Suriye. Ancak “isyanın etkisi”, AKP’nin Kürtleri oyalama zamanlamasında hesabını değiştirmek zorunda bıraktı. Sonbahara kadar süreci boş geçirmeyi planlayan AKP, erken bir paket hazırlamak ve gündeme sunmak zorunda. Kaçıncı “demokratikleşme paketi” olacağını tarihçilerin bile numaralandırmakta zorlanacağı bu yeni pakette, şimdilik ipuçları verilen başlıklar; seçim barajı kalkmayacak ama “marjinallerin” birkaç milletvekili çıkarmak için debelenmesinin yolu bulunacak, Türkçe dışındaki dillerle seçim propagandası yapılabilecek, barajı geçemese de “bazı” partilerin hazine yardımı alması sağlanacak, falan filan. Unutmadan, Aleviler için Cemevlerine yer tahsisi, bedava su ve elektrik de pakete girebilirmiş. Ama pakette mutlaka olacak olan ise kamu kurumlarında kılık-kıyafet özgürlüğünün yani türban serbestliğinin olacak olması, adı demokrasi paketi ya… Tüm bunlara rağmen AKP, misyonuna uygun görevleri de (her ne kadar tırsa tırsa da olsa) yerine getirmek zorunda; kentleri yağmalamaya devam etmek, eğitimde sermaye ve gericiliğe hizmeti at başı götürmek, bu yasama yılına yetişmemiş olsa da sistemin en can alıcı yasasını yani “taşeron yasası”nın tüm altyapısını bitirmek gibi gibi. İktidar temsilcileri kendilerine yakın sendikal çevreleri avuta-

cak ve işçilerin gözünü boyayacak açıklamalar yapmayı ihmal etmiyor. Kendilerine yakın gazeteler sık sık “Bakandan taşeron işçilere müjde” gibi haberler yaptırıyorlar. Son olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, taşeron işçilerin sorunlarını çözecek “taşeron yasasının” sonbaharda çıkacağını söyledi. Türkiye işçi sınıfı artık bu numaraları yemiyor. Devrimci Sağlık-İş’in hukuk mücadelesi bunun kanıtıdır. Bilindiği üzere örgütlü taşeron işçi üyeleri bakanlıkça yok ayılan Devrimci Sağlık-İş, işkolu istatistiklerine itiraz davası açmıştı. Yargı, Devrimci Sağlık-İş’i haklı bularak gerçek üye sayısının 7899 olduğuna karar verdi. Ne var ki yerel mahkeme kararını sindiremeyen Çalışma Bakanlığı kararı temyiz etti. Bu tutum, AKP iktidarının, taşeron işçinin sendikalaşma başta olmak üzere, en temel haklarını gasp eden gerici sermaye yanlısı politikalarının göstergesidir. Kent yağmasında kuşkusuz İstanbul başı çekiyor, ne de olsa en büyük rant orada var. 3. Köprü, 3. Havaalanı, Galataport, Haydarpaşaport, Kuzey ormanları, Haliç projesi, Yedikule bostanları. Kuşkusuz sadece İstanbul değil, ülkenin dört bir tarafı AKP tarafından kentsel dönüşüm, çevre düzenlemesi, turizm yatırımı, depreme karşı iyileştirme vb. adları altında yağmalanmaya devam edilmekte. Yerel seçim öncesi bunların yapılması yandaşlara rant dağıtmak için bir “zorunluluk”, zorluğu ise tüm bu projelerin ülkenin ve halkın “iyiliği için” olduğunu anlatmakta. Her gelen AKP’li bakanın değiştirdiği eğitim sisteminin ise bu yıl da halka büyük sorunlar yaratacağı kaçınılmaz. Bilindiği gibi artık normal (düz) lise yok, kaldırıldı. Ya Anadolu Lisesi ya Meslek Lisesi ya da meslek lisesi görünümlü İmam Hatip Lisesi mevcut. Liseye başlayacak 1 milyon 259 bin 546 öğrenciden 688 bini Fen, Anadolu, Anadolu öğretmen ve sosyal bilimler liselerine gidebilecek. Geriye kalanlar özel okula gitmeyeceklerse otomatik olarak meslek liselerinin puansız bölümlerine veya imam hatiplere kaydedilecek. Yani bir kısmı özel okul patronlarına para kazandıracak, parası olmayan bir kısmı ise patronlar için ucuz işçi olarak çalışacak. Patron hizmetine girmeyenler ise AKP’nin imamlarının hizmetine girecek. Ancak AKP bir taraftan bunları yapmak “zorunda” iken, di-

ğer taraftan “Gezi’nin hayaleti”nden eceli kadar korkmaya devam edecek. Halk isyanı ise yüksek enerjisini bir nebze geriye çekmiş, genel görünüm itibariyle “aktif dinlenme” pozisyonunda devinimini sürdürüyor. Antakya, Eskişehir ve Ankara Dikmen ise isyanın hala sokaklarda, meydanlarda en sıcak haliyle sürdüğü yerler. Haziran İsyanı, Antakya’da, AKP’nin Suriye’de savaş çıkarma politikalarına karşı birikmiş tepkilerle buluştu. Sınırın öte yanındaki halkın zaten bir parçası olan Antakyalılar hem kendi kardeşlerinin katledilmesi hem de kendilerinin çıkacak bir savaştan en çok etkilenecek olması nedeniyle AKP’ye karşı ilk barikatı zaten çoktan kurmuştu. Haziran İsyanı’nda kaybettikleri iki genç ise AKP’ye karşı öfkeyi misliyle katladı. Tüm bunlara karşın Antakya halkının tepkisi anlık öfke patlamaları ya da bir intikam hareketine dönüşmek yerine AKP’nin savaş politikalarına barikat kurma ve ikiyüzlü halk(lar) düşmanı propagandalarını ortadan kaldırma biçiminde ilerliyor. Eskişehir ise bilindiği gibi AKP’nin en kirli “iç savaş taktiklerinden birini” denediği yer olmuştu. Eli sopalı sivil polis-sivil faşist çeteler halk isyanını bastırmak, halkı yıldırmak için karanlık köşelerde kahpe saldırılar düzenlemiş ve bir genci döverek öldürmüştü. Eskişehir halkının direnişi ise sadece Ali İsmail Korkmaz’ın katillerinin bulunup cezalandırılması ile sınırlı değil, AKP’nin (ya da herhangi bir gerici-faşist iktidarın) bu iğrenç yöntemi bir daha kullanmasını toptan engellemeyi hedefliyor. Ankara Dikmen halkı ise AKP polisinin bir mahalle halkını toptan hedef haline getirmesinin nasıl sonuçlar doğuracağını AKP’ye her gün yeni dersler vererek gösteriyor. Kuşkusuz Dikmen’deki tepkinin içeriğinde Melih Gökçek’in de önemli bir yeri mevcut. Ankara’daki (neredeyse) hiçbir tepki Melih Gökçek’i içermeden olmaz. (Nedendir acaba!?) Her ne kadar Haziran İsyanı, genel görünüm itibariyle “aktif dinlenme” pozisyonunda devinimini sürdürüyor olsa da –ki bunun somut karşılığı süren park/mahalle forumlarıdır- sürekli bir “fırsat kollama” halinde. Kah evlilik törenine davetli oluyor kah yaşgününe, kah iftar yapmak için yer arıyor kah unutmamak/unutturmamak için çağrı yapıyor. Denemekten

yılmıyor, başarılı denemeleri tekrar tekrar yineliyor, yenilerini ekliyor. Her deneyin içinde, kıyısında olmak ise devrimciler için (yine tekrarlamak gerekir ki) bir tercih değil, bir zorunluluk. Halkın, dinmeyen öfkesini/karşılanmayan taleplerini dile getirmek için bulduğu, keşfettiği her yolun içinde her adımın yanında olmak gerek ve elbette yeni “deneyleri” bizzat gerçekleştirerek. Küçümsemeden, değersizleştirmeden ve acayip büyük siyasal analizleri “sonraya” bırakarak. (Haziran ayının devrimcilere en azından bunu öğretmiş olduğunu varsayabilir miyiz?) Ve Forumlar… Bilindiği gibi Gezi Parkı polis tarafından zorla boşalttırılıp işgal edildikten sonra başta İstanbul olmak üzere şehirlerin parkları forum alanlarına dönüştürülmüştü. Bu forumların asıl amacı, isyanının bir başka (eylem) biçimiyle sürdürülmesi idi. Ve hala da öyle. Geçen süre boyunca forumlar, zaman zaman katılım sayısı farklılaşsa da varlığını korudu hatta Anadolu illerinde forum yapılan parkların sayısı artmaya devam etti. Kendilerine konuşup tartışmanın dışında farklı işlevler edindiler; çalışma grupları kurarak alt/paralel örgütlenme biçimleri oluşturdular, yerel gündemlere müdahale etme programları ve eylemleri gerçekleştirdiler. Ve hepsinden önemlisi direnişi canlı tutacak ortak konularda eylemler gerçekleştirdiler. Hareketin kısmen yavaşlamasının doğal bir sonucu ise örgütlü ve bir siyasal programı olan grupların bu forumlara olan ilgisinin artması oldu. Bir taraftan doğrudan kendi sempatizan/kadro sayılarını arttırmak amacıyla ajitasyon/propaganda faaliyetlerine hız verdiler diğer taraftan da harekete hedefler gösterip eylem örgütlemeye çalıştılar. Bunların başında da İşçi Partisi’nin (TGB) geldiği rahatlıkla görülebiliyor. Hatta Gazdanadam kostümüyle/maskesiyle kendisine sosyalist, komünist diyenleri bile arkasına dizmeyi başardılar (Komünist enternasyonale İşçi Partisi’nin açtığı yoldan ilerleyerek nasıl ulaşılacağını dünya işçi sınıfına kanıtlayacaklar.) İşçi Partisi şimdi de forumlarda 5 Ağustos’ta Silivri çağrısı yapmaya çalışıyorlar. (Bakalım 1 Haziran’da meydanları dolduran 2,5 milyon insan bu çağrıya ne kadar icabet edecek?) Solcu örgütlü kadroların her türden hareketlenmeye kendi-

lerince şekil verme, örgütleme, program oluşturma amacı işin doğasında mevcut. Ancak daha önceki dönemlerde oluşmuş ezber davranış ve düşünce biçimlerinin bu harekete birebir uygulanmaya çalışılması karikatür sonuçlar oluşmasına neden oluyor. Tekrar etmekte yarar var: Bu hareket bir bütün olarak örgütlenemez (yani bu hareketi tek bir örgüt ya da parti çatısı altında toplayamazsınız); bu hareketi AKP karşıtlığı dışında tek bir hedefe yöneltemezsiniz ( yani yerel seçimlerde bir bütün olarak tek bir boşluğa mühür bastıramazsınız); bu hareketi oluşturan insanları iradelerinin devredilmesi anlamına gelecek temsiliyet ilişkilerine zorlayamazsınız (yani temsilciler seçelim, artık bizim yerimize onlar karar versin, biz uygulayalım dedirtemezsiniz) vs. Yapılamayacaklar sıralanınca yapılabilecekler de daha rahat görülebilir. Doğrudan demokrasi bu isyanın temel karar alma yöntemidir, ancak iletişim, koordinasyon, bilgi paylaşımı gibi prensipler üzerinden bir örgütlenme ağı kurmak en ileri model olacaktır. “Karar alma hakkı” kendinden menkul merkezi yapılar, hızla hareketi atıllaştıracaktır. Yaklaşan yerel seçimlerde oy derdine düşen, belediye koltuklarına göz dikenler fark etmeliler ki bu küçük hesaplar hareketi yozlaştırmaktan öteye geçmez. Hareket (henüz) “yapmak üzerine değil yaptırmamak üzerine” oluşmuş durumda. Bu özelliğiyle de egemenlerin tüm olumsuz icraatlarını engelleme gücüne sahip. Belediye başkanı seçtirmeye çalışmak değil, halkın muhtarını belirlemek bu hareketin doğasına çok daha uygundur. Çünkü orada hem doğrudan yönetim hem doğrudan denetim var. “Yaptırmama gücü”nün korunduğu ve büyütüldüğü bir gelecekte hangi iktidar hangi koltuğa oturursa otursun halkın sokaktaki yaptırımına boyun eğmek zorunda kalacak. Yönetime katılmanın tek biçiminin yönetimi paylaşmak olmadığını gösterdik. Topçu Kışlası’nın yapılmaması belediye meclisinde kalkan ellerin oylarıyla sağlanmadı. Parklarda kaldığımız, sokaklara/meydanlara indiğimiz sürece bu ülkenin gerçek yönetenleri olmaya devam edeceğiz. İstedikleri kadar sokakların karanlık köşelerinde korkularını yenmek için ıslık çalmaya devam etsinler, gerici faşist iktidarların gömüleceği yer o sokaklar, o meydanlar olacak.


4

GÜNDEM 1 A¤ustos 2013 / 14 A¤ustos 2013

Halk›n Sesi

AKP’yi halk korkusu sardı ÖZGE OZAN

B

ugünlerde iktidar çevreleri “Eylül Sendromu”na tutulmuş durumda. Başta Bülent Arınç olmak üzere iktidar sözcülerinin ve kalemşorlarının “Eylül’de yeni eylemler olacak bunlar önlenmeli, izin verilmemeli” diyerek sürdürdüğü tekerlemenin tek bir anlamı var. AKP isyanın yeniden yükseleceğini görüyor ve önleyici saldırı stratejisini geliştirmeye çalışıyor. Şimdiden “tehdit” unsurları yaratıp isyanı suçlulaştırmaya çalışıyor. Böylece bir yandan kullandığı/kullanacağı şiddeti meşrulaştırmayı diğer yandan kendi tabanını saflaştırmayı hedefliyor. Oysa direniş AKP’nin tüm hamlelerin boşa çıkardığı gibi bu strateji de alt edecek.

“TAT‹LC‹LER DÖNECEK, OKULLAR AÇILACAK, L‹GLER BAfiLAYACAK” Star gazetesinin “Marjinal gruplar o tarihi bekliyor” diyerek eylül ayını işaret ettiği manşet, eylül sendromunu özetliyor. Gazete eylül ayının alışılagelen hareketliliğini, “Tatilciler dönecek, okullar açılacak, ligler başlayacak” spotları ile olağanüstü durum olarak veriyor. Aslında halkın yan yana geldiği her alan ve mekan artık tehdit olarak tanımlanıyor. Aynı haberde üni-

A

KP iktidarını “halk korkusu” sardı. Bu korku “Eylül sendromu” olarak tanımlanıyor. AKP, halk direnişinin iktidarını yıkacak bir isyan dalgasına dönüşebileceğini biliyor. Önleyici saldırı yöntemlerine sarılıyor

versitelilerin her yıl gerçekleştirdikleri yaz kampları “sokak olaylarını yönlendirmek için Gezi eğitimi verilen yerler”

olarak özellikle hedef gösteriliyor. Gülen’in gazetelerinde köşe yazarlığı yaptıktan sonra Star’da yazmaya başlayan

Fehmi Koru “Eylül sendromunu” anlattığı yazısında direnişçilerin planlarına dair komplo teorisini açıklıyor.

Mısır ve darbeyle ilişkilendirdiği direnişin hedefleri için “İlk aşamasında, ön planda gençlerin görüneceği biçimde

halkı sokaklara dökmek ve onların görünürlüğe kavuşmasıyla birlikte iktidar partisini yıpratacak çok-yönlü saldırılar başlatmak... İkinci aşamada, kafası karıştırılmış milyonların, Mart ayında yapılacak yerel seçimlerde, farklı tercihlerde bulunmasını sağlamak...” Fehmi Koru’nun “darbe girişimini de beklemeli miyiz?” sorusunu da sorduğu yazı yine bir “gelsinler bakalım” tehdidi ile bitiyor ama görünen köy kılavuz istemiyor. Sokağın gücünü görenleri ikbal endişesi almış durumda.

‘KORKMA, B‹Z‹Z HALK’ Erdoğan, isyanın daha ilk günlerinde kaçmak zorunda kaldığı Fas’ta 3 Haziran’da bir açıklama yapmış ve “birkaç gün sonra her şey normale döner” demişti. Beklediği gibi olmadı. Aynı tarihlerde Gezi

direnişçileri ise özgürleştirdikleri Taksim’de “Korkma biziz, halk” yazılamaları yapıyorlardı. AKP için 2023 hedefleri ile üçlü seçim sürecine hazırlıkla geçireceği, tüm teşkilatını seçim başarısına kilitleyeceği ve yeri göğü AKP propagandası ile inleteceği yaz ayları iktidarını “koruma” kaygısı ile geçti. Erdoğan bütün yaz, enerjisini, iktidardaki yerini ve kitle temelini sağlamlaştırmak için harcadı. AKP, her türlü saldırı yöntemini deneyip yenilgiye uğratamadığı bu halk direnişinin her an yeniden, bu defa iktidarını sadece sarsmayacak onu yıkacak bir isyan dalgasına dönüşebileceğini biliyor. AKP artık her şeyi kendisine yönelik tehdit olarak görecek, gösterecek, ancak bu şekilde kendisi de halkı tehdit edebilecek.

AKP’nin derdi çok derman› yok Ortado¤u ve Kürt politikalar›nda, ekonomide kriz derinlefliyor. AKP’nin elinde krizden ç›k›fl için göz boyama ve rüflvet d›fl›nda bir strateji yok ÖZGE OZAN

Nereye saldıracağını şaşırdı İ

ktidarla halk arasındaki çatışma kimi zaman bir rock konserinde ya da futbol maçında kimi zaman bir mahalle parkında, bir ÇED toplantısında ve ülkeye yayılan forumlarda her gün ama her gün farklı direniş biçimlerini açığa çıkarıyor. AKP temsilcileri korunaklı “AKP mitingleri” dışında halkla karşı karşıya kalacakları seçim çalışmalarını nasıl yapacaklarını kara kara düşünmeye başladılar. Yağma ve yıkım projeleri için adım atarken elleri titriyor, ancak iktidarlarının temeli bu. İlerlemezlerse düşecekler. AKP “tehdit algısını” sürekli diri tutuyor. Direnişin sembolü olan Gezi Parkı’nın hala polis işgali altında olması, en ufak bir eylem potansiyelinde Park’ı yasaklaması, halka kapatması, evsizlerin dahi orada kalmasına izin vermemesi AKP iktidarının paniğinin göstergesi. AKP, sosyalistleri polis operasyonları etkisizleştirmeye çalışırken toplum üzerindeki denetimi arttırmanın türlü yollarını bulmaya çalışıyor.

Mahallede S›rdafl Polis kampanyas› Her gitti¤i yerde “Tencere tavac›lar› flikayet edin” diyen Erdo¤an bu süreç boyunca kendi “pasif kitlesini” Gezi direnifli karfl›s›nda ifllevlendirecek yollar arad›. Direniflin kemikleflmifl taban› d›fl›ndaki genifl kitlesine s›zmas›n› engellemeye, halk› saflaflt›rmaya çal›flt›. ‹hbarc›l›k ça¤r›s› flimdi de Emniyet Genel Müdürlü¤ü’nün “S›rdafl Polis ‹hbar Noktas› Projesi” ad› alt›nda mahalle mahalle, sokak sokak yayg›nlaflt›r›lmaya çal›fl›l›yor. Uygun görülen sokak ve mahallelere yaz›l› ve ayn› zamanda sesli ihbar kutular› yerlefltirmeyi düflünen AKP bir taflla iki kufl vurmay› planl›yor. Amaç Gezi direniflinin halk isyan›na dönüflmesinde en önemli dinamiklerden biri olan mahalle direnifllerini kontrol alt›na alma, denetleme, bu direnifllerin en önemli dinamiklerinden biri olan mahalle dayan›flmas›n› parçalamak. Ve “ihbar” gerekçe gösterilerek polis terörünü mahallelerde yayg›nlaflt›rmak. Oysa AKP direniflle birlikte polise yönelik öfkenin mahallelerde bilendi¤ini, polis varl›¤›n›n isyan› tetikledi¤ini unutuyor.

ÜN‹VERS‹TELER, STADLAR AKP’N‹N KABUSU AKP Gezi direnişinin en önemli sürükleyicilerinden üniversitelileri nasıl denetleyeceğini düşünüyor. Kredi yurtlar, yönetmelikte yer alan ama sık kullanılmayan “direniş, boykot, işgal, yazı yazma, resim yapma ve slogan atma gibi davranışlarda bulunan öğrencilere burs verilmeyeceği” maddesini altını çizerek tüm öğrencilere duyurdu. İstihbarat birimlerinin Suat Kılıç’la görüştüğü ve yeni kayıtların ailelerine yönelik Gezi’yi anlatacak bir çalışmanın yapılacağı yazıldı. AKP’yi ve rektörlerini üniversite mezuniyet törenlerini eylem alanına çeviren, direnişin en önünde yer alan üniversitelilerin, sokaklarda çatışarak LYS’ye girip üniversiteyi kazanan liselinin korkusu sarmış durumda. AKP’nin üniversiteyi her denetleme çabası kendisine direniş olarak dönecek. AKP tarafından kontrol alınması gereken bir diğer topluluk ise taraftar grupları oldu. Dev stadları güçlü iktidarın mabetleri olarak gören AKP’liler oralara protesto edilmeden girmek istiyor. Şimdilik buldukları yöntem maçlarda taraftarı fişleyecek e-bilet uygulaması, kombine alan Beşiktaş taraftarına “siyasi slogan atmamak” üzere taahhütname imzalatılması ve spor bakanının amigoları toplayıp gözdağı vermesi. Ancak bu çabanın da beyhude olduğu taraftar gruplarından gelen açıklamada görülüyor: “Sözlerimiz stadlarda sloganlara dönüşecek, davullar yasaklanmış olsa da yüreğimiz Gezi coşkusuyla gümbürdemeye devam edecek” Artık kitlesel olarak halkın buluştuğu her yer, mahalleler, üniversiteler, kent merkezleri, stadyumlar, konser alanları AKP politikalarının yıkım yarattığı her alan okullar, hastaneler, otobüsler bir anda eylem alanına dönme potansiyeli taşıyor. Her eylem ise AKP’yi yıkacak yeni bir isyana göz kırpıyor.

Gezi direniflini tetikleyen tüm nedenler yerinde duruyor. AKP’nin Ortado¤u ve Kürt politikalar›nda, ekonomide yans›malar›n› gösteren krizi ise derinlefliyor. AKP’nin Ortado¤u politikas› tamamen çöktü. Türkiye art›k Ortado¤u’da emperyalizm için “örnek model” de¤il “riskli ülke”, AKP “bölge aktörü” de¤il s›n›rland›r›lmas› gereken bir iktidar. M›s›r’da Mursi’nin darbe ile gitmesinin ard›ndan bölge çap›nda AKP’nin stratejik orta¤› olan Müslüman Kardefller büyük bir gerileme yafl›yor. Erdo¤an’›n Suriye’deki müttefiklerinden Katar Emiri gitti. AKP Suriye’de iç savafl› k›flk›rtma politikalar› sonucunda kendi kulland›¤› “‹slamc› cihatç› çeteler”le bafl bafla kald›. Emperyalizmin deste¤i AKP iktidar› için yaflamsal. Bu deste¤in nas›l sürece¤i ise tart›flmal›. AKP’nin d›fl politikas›ndaki bu çözülüfl ayn› zamanda ‹slamc› sermayenin “dünyaya aç›lma” dolay›s› ile birikim kanallar›n› da daralt›rken, iktidar› zorlayan

sermaye içi çat›flmalar› da körüklüyor. Bu gerilime ekonomik kriz emareleri ile birlikte AKP’nin bugüne kadar iktidar›n› süreklilefltirmedeki en önemli etken olan, sermayenin tüm fraksiyonlar›n›n temsil etme yetene¤inin pamuk ipli¤ine ba¤l› hale gelmesi ekleniyor. Seçimlerde yaflayaca¤› en ufak gerileme ve direniflin sürmesi AKP blo¤undaki çat›rt›lar› derinlefltirecek. AKP’N‹N KÜRT AÇMAZI

AKP’nin Suriye’de sürdürdü¤ü ve bu topraklarda en ac› sonucunu Reyhanl› katliam› ile gösteren savafl politikalar› son 15 gün içinde PYD-El Nusra çat›flmalar›n›n etkisi ile Ceylanp›nar’da ikisi çocuk 3 yurttafl›n daha ölmesine, Ceylanp›nar halk›n›n soka¤a ç›kmas›na yol açt›. AKP’nin Suriye krizinin as›l sonucu ise Kürt sorunundaki açmaz›n derinleflmesinde kendini gösteriyor. Kürt halk›n›n direnifli ve Kürt hareketinin Suriye’de fiili yönetim oluflturma düzeyine gel-

mesi ile ülke içinde bir müzakere masas› kurmak zorunda kalan AKP süreci “PKK’yi silahs›zland›rma ile sonuçland›rma” hedefinde çuvallad›. Tasfiye etmeyi, etkisizlefltirmeyi planlad›¤› Kürt hareketi bölgede her zamankinden daha etkili bir aktör durumuna geldi. Baflbakan bafldan›flman› Yalç›n Akdo¤an 19 Temmuz’da PYD’nin demokratik özerklik ilan etme ihtimalini “S›n›rdaki geliflmeler bir ulusal güvenlik sorunu oluflturmaya bafllad›¤›nda Türkiye bu tür oldu bittilere eyvallah demez, maceraya giriflenler önce kendilerine zarar verirler” diye tehditle yorumluyordu. Ancak aradan daha bir hafta geçmeden D›fliflleri Bakanl›¤› PYD Efl Baflkan› Salih Müslim’i görüflmek için Türkiye’ye davet etti. AKP Suriye’de karfl›s›na kiral›k cihatç› katil çetelerini dikti¤i, bo¤maya çal›flt›¤› bir hareketle masaya oturmak zorunda kald›. AKP’N‹N “ÇÖZÜMÜ” BARAJA TAKILDI

AKP’nin Kürt sorunundaki krizi “Eylül sendromu”nu tetikleyen

bir di¤er önemli faktör. Seçim dönemine arkas›na “terörü bitirdim” rüzgar› alarak girmeyi planlayan AKP savafl›n yeniden bafllamas› tehdidi ile karfl› karfl›ya. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok Kürt sorununda hiçbir demokratik ad›m atmayan AKP’yi ‘iflin esas›na girmemekle’ suçlad› ve 15 Ekim’e kadar ad›m at›lmazsa ateflkesin bozulaca¤›n› aç›klad›. Erdo¤an ise KCK’nin ç›k›fl›n› “Çözüm sürecinden vazgeçen, bu süreci sabote eden, bu süreci sonuçsuz b›rakan asla ve asla biz olmay›z.” diyerek karfl›lad›. Ancak çözüm ad›na bir ad›m atmaya yönelmek yerine fi›rnak Havaalan›’na fierafettin Elçi ad›n› vermek, Roboskili ailelerle görüflmek gibi göz boyama stratejilerini devreye soktu. Demirtafl’›n devreye girmesi ile Baflbakan’la görüflen Roboskili aileler “özür dilemenin s›ras› de¤il” diyen baflbakandan üzerinden 581 gün geçen katliam konusunda “sab›rl› olma” tavsiyesi ald›. Bu görüflme Roboski konusunda s›k›flan Erdo¤an’›n elini rahatlat›rken, Takvim gibi pespaye yandafl medyaya “Uludere mutlu” manfletleri att›rd›. Bu görüflmelerin ard›ndan ise Öcalan “o zamana kadar ad›m at›lmal›” dedi¤i tarihi 1 Ekim’e çekmifl durumda. AKP’nin Kürt hareketinin yan› s›ra Gezi direniflinin de bas›nc› ile a¤z›na dolad›¤› Demokratikleflme Paketi’nden ise kamuda türbana özgürlük ç›kt› ama seçim baraj›n›n indirilmesi ç›kmad›. Aç›k ki Erdo¤an’›n elinde göz boyama ve rüflvet da¤›tma d›fl›nda baflkaca bir strateji yoktur. Bu durum sonbahar› yeni krizlere aç›k hale getirmektedir.


5

DÜNYA 1 A¤ustos 2013 / 14 A¤ustos 2013

Halk›n Sesi

O R TA D O ⁄ U ’ DA O R TA DA K A L A N A K P D ES T E K T EM E L‹ N ‹ Y ‹ T ‹ R ‹ YO R

AKP ‘model’inin çöküşü AKP’nin dış politikada yaşadığı çöküş, egemenler arası çekişmeyi derinleştirdiği gibi Haziran İsyanı’yla “Bu daha başlangıç” diyenlerin, “mücadeleye devam” etmesi için çok elverişli bir manzara sunuyor… ifade eden Tahrir isyanı, önü şimdilik darbeyle kesilmiş de olsa halkı siyaset sahnesine davet eden bir başka modelin ortaya çıkışını ifade ediyordu. Haziran sonuna doğru AKP’nin ve Müslüman Kardeşler’in 1 numaralı finansörü ve müttefiki Katar Emiri Hamad bin Halife es Sani, iktidarını oğluna devretmek zorunda kalmıştı. Bütün kritik adımların ABD kontrolünde atıldığı Katar’daki bu değişikliğin ardından Katar, Müslüman Kardeşler ve AKP ile arasına mesafe koyan bir çizgi izlemeye başladı. Suudi Arabistan başta olmak üzere diğer Körfez ülkeleri de aynı pozisyonu benimsedi. AKP devrik lider Muhammed Mursi’ye sahip çıkmayı sürdürürken, Körfez ülkeleri Mısır’daki darbe yönetimini destekledi. Katar’ın operasyonelliğiyle bilinen televizyonu El Cezire’de Türkiye’yi eleştiren yayınlar başladı. AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

A

KP, Türkiye dış politika tarihinin tartışmasız en kötü dönemine imza atıyor. Üstelik bu tespit, şimdilerde muhalefetten çok AKP iktidarına yakın isimlerden geliyor. Zaman yazarı ve AKP milletvekili Zeynep Dağı’nın eşi İhsan Dağı’nın 23 Temmuz tarihli yazısından gelsin: “İran’la türlü türlü sorunlarımız var. Daha dün her grupla diyalog içinde olmakla övündüğümüz Irak’ta meşru hükümetle bile görüşemez haldeyiz. Suriye artık içeriye de akan bir bataklık, kaos. Lübnan Hizbullah’ı Suriye’de ve bölgede Türkiye’ye meydan okuyor. Mısır’ı kaybettik. Gayri meşru bugünkü yönetim Türkiye’yi muhaliflere silah yollamakla suçluyor. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle ters düştük. İsrail’i geçtim. Geriye bir tek Filistin, daha doğrusu Hamas kaldı. O da Mısır’daki darbeden sonra Türkiye’ye değil, İran’a doğru

Somali’de “ölümcül hata”nın sonu AKP 27 Temmuz sald›r›lar› ile “Yeni Osmanl›c›” Afrika rüyas›ndan da uyan›yor. Efl fiebab adl› El Kaide uzant›s› örgüt Türkiye elçilik çal›flanlar›na ve bir Türk hastanesine sald›rarak bir kifliyi öldürünce, ‹talya ve ABD gibi sömürgeci hayaller kuran Türkiye’nin de Somali’de istenmedi¤i anlafl›ld›. AKP Afrika’y› ‹slamc› sermayenin serpilmesine uygun bir pazar olarak görüp kara k›taya girifl kap›lar›ndan biri olarak benimsemifl ve dikkate de¤er ekonomik, siyasi, sosyal yat›r›mlar yapm›flt›.

dönüyor. Bu Ortadoğu nereden çıktı? Biz ne yaptık? Hâlâ yanlış yapmadığımız kanaatindeyseniz, buyurun devam edin. Dünün Kemalist-sekülerist iktidarları bile Ortadoğu’da bu kadar yalnızlaşmamışlardı, çünkü Ortadoğu’nun iç çatışmalarına bu kadar batmamışlardı…” SA⁄INA SOLUNA BAKMADAN AKP’nin ilk Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ise 29 Temmuz tarihli Taraf’ta Tuğba Tekerek’e verdiği röportajda diplomatik bir dille Ahmet Davutoğlu’nu eleştiriyor, daha doğrusu dalga geçiyordu: “Dış politikada herkes ulusal çıkarlarına göre hareket eder. İlkeleri ona uydurup bir paket olarak sunar. Çikolatanın kabı gibi. Siz de görürsünüz; bazı ilke sahibi insanlar vardır. Trafikte yeşil ışık görünce sağa sola bakmadan yola atlar ve bir araba çarparsa ölür. İlkelere sahip olmak iyi bir şey. Ama sağına soluna bakarak gitmekten de

vazgeçmemek lazım.” Başarısızlığın ardından gelen bu içerden eleştiriler elbette esastan değil usulden. Yani emperyalizm işbirlikçisi, mezhepçi ve saldırgan dış politika çizgisi değil bu çizgide görev alan hükümet eleştiriliyor. Çünkü Haziran İsyanı’yla içerde sarsılan AKP’nin dışarıda da dostu kalmadı. “Düşman” çok ve böylesine yalnızlaşmış ve batağa batmış bir iktidarın emperyalist güçler açısından eskisi gibi bir işlevi yok. ‹TT‹FAKLAR ÇÖKERKEN İktidar yolunda AKP’yi kendisine bir model olarak gören ve böylece AKP’nin bölgesel güç iddiasına dayanak oluşturan Müslüman Kardeşler, Mısır’daki halk ayaklanması ve onu izleyen darbenin ardından bölgesel ölçekte çöküş sürecine girdi. AKP’yi model alan Müslüman Kardeşler iktidarından olurken, Taksim’deki isyanla karşılıklı esinlenme içinde olduğunu

BESLE EL KA‹DE’Y‹… AKP’nin Beşar Esad’a ve Suriye Kürtlerine karşı desteklediği El Kaide çeteleri ise Türkiye-Suriye sınırında savaşa tutuşup Ceylanpınar’da ölümlere yol açarken, 27 Temmuz’da da Somali’deki Türkiye elçilik çalışanlarına ve bir Türk hastanesine saldırı düzenledi. Böylece büyük başarı öyküsü olarak sunulan Somali macerasında ciddi bir uyarı alındığı gibi, Türkiye içinde ve dışında desteklenen El Kaide ile flörtün en umulmadık anda dahi tehlikeli geri dönüşleri olabileceği görüldü. Bu arada Suriye’de Esad karşıtı silahlı muhalefet ve cihatçı çeteler iç çatışmaya batarken, ordu güçleri stratejik kazanımlarla ilerlemelerini sürdürüyor. AKP’nin 2,5 yıldır “birkaç haftaya devrilir” hesabıyla bütün ipleri kopardığı Suriye rejimi için, uluslararası basında “Esad’ın zaferine hazır olmalıyız” şeklinde değerlendirmeler çıkıyor. AKP’nin Suriye’deki ikinci

hasım ilan ettiği Kürtler de boş durmuyor. İç birliklerini sağlayan ve öz yönetimlerini geliştiren Kürtler, anayasa ve seçim çalışmalarına girişerek yeni bir devletleşme sürecinin ilk adımlarını atmaya başladı. BARZAN‹ PLANI TUTMADI AKP’nin kimi zaman ABD’nin uyarılarıyla yüz yüze gelme pahasına Irak merkezi yönetimine ve PKK’ye karşı desteklediği Barzani yönetimi, Bağdat’la anlaştı ve PKK’yle birlikte Kürt Ulusal Konferansı’nın hazırlıklarına başladı. Böylece hem bölgedeki petrol zenginliğinden nasiplenmek hem de Kürt sorununda çözüm taleplerini sistem içi kanallarda tutabilmek için siyasi partner olarak seçilen Barzani de, AKP’yi hayal kırıklığına uğrattı. Bu kadar başarının üstüne Filistin’de ilginç gelişmeler yaşandı. İsrail-Filistin barış görüşmeleri 29 Temmuz’da ABD’de başladı. Hamas, Türkiye’nin telkiniyle girdiği kısa süreli Katar macerasının ardından yeniden İran’la ilişkilerini güçlendirmeye yöneldi. Ama daha Tayyip Erdoğan Tahrir’de konuşacak, Gazze’ye gidecek, Şam’da Emevi Camii’nde namaz kılacak, Somali’de Afrika fatihi olarak bağra basılacak, Musul-Kerkük petrolü ile ihya olacaktı. Olamadı. AKP’nin dış politikada yaşadığı çöküş, egemenler arası çekişmeyi derinleştirici bir etki yaptığı gibi ekonomiyi, Suriye sınırındaki toplumsal hoşnutsuzluğu ve Kürt sorununu da doğrudan etkiliyor. Bu durumda hoşnutsuzlukları yükselen emekçilerin, sınır kentlerinin ve Kürtlerin talepleri karşısında AKP iktidarı daha da kırılganlaşıyor. Haziran İsyanı’yla “Bu daha başlangıç” diyenlerin, “mücadeleye devam” etmesi için çok elverişli bir manzara…

AKP’nin kabusu, Kürdün rüyası Ortadoğu’daki kaçınılmaz değişim sürecinde kilit güç olarak öne çıkacağını ve Kürt tehdidini de bertaraf edeceğini hesaplayan AKP batağa saplanırken, asıl kazanan Kürtler oldu

A

KP şimdi Suriye Kürdistan’ında istemeden yüz yüze geldiği yeni gerçeklikle baş etmeye çalışıyor. Esad yönetimini devirmeye yönelik uluslararası destekli ilk büyük hamle 18 Temmuz 2012’de Şam’da devletin güvenlik merkezini hedef alan bombalı saldırıydı. AKP’nin açıktan desteklediği silahlı grupların bu saldırısı, rejimi yıkıma götürmediği gibi büyük çaplı bir karşı taarruza ve iç savaşa yol açtı. Öte yandan bu saldırının ardından mevzi kazanan güç, çatışmada tarafsız bir pozisyon benimseyen ve AKP’nin hasım olarak gördüğü PYD liderliğindeki Suriye Kürtleri oldu. PYD 18 Temmuz 2012

saldırılarının ardından Rojava diye de bilinen Suriye Kürdistan’ında halk komiteleri aracılığıyla yönetim merkezlerini kansız bir şekilde ele geçirirken bir yıl içinde özerklik ilan etme ve bir anayasa oluşturmak üzere seçime gitme aşamasına geldi. El Nusra’nın saldırıya geçmesine karşılık veren Kürt milisleri, kuzey kentlerinde denetimi ele geçirdi. Böylece Türkiye güney sınırında ikinci Kürt devletinin oluşmakta olduğu gerçeği ile yüz yüze geldi. Bu süreçte 22 Temmuz’da Irak Kürdistan’ında KDP lideri Mesut Barzani’nin, PKK liderlerinden Sabri Ok’un ve PYD lideri Salih Müslim’in katılımı ile bir araya gelen Kürt örgütleri bir ay içinde

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Kamerhatun Mahallesi Tarlabafl› Bulvar› Caddesi No: 117/6 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

Kürt Ulusal Kongresi’ni toplama kararı aldı. İlk kez bu ölçekte bir ortak hareketi ifade eden Kongre, AKP’nin KDP ile PKK çelişkisi üzerine kurduğu Kürt siyasetinin de sonu anlamına geliyordu. PYD’yi siyasal düzlemde dışlamak için bugüne kadar kullandığı Barzani kartını da yitiren AKP, bu kez PYD’yi tanıyarak mücadele yolunu tuttu. AKP destekli cihatçı çetelerin Rojava’ya yönelik saldırılarının arttığı, ÖSO’cuların Antep’te bir araya gelip PYD’ye saldırı mesajları verdiği bir ortamda, 25-26 Temmuz’da PYD lideri Salih Müslim, Ahmet Davutoğlu’nun davetlisi olarak İstanbul’a gelerek üst düzey görüşmelerde bulundu. AKP

bağımsız ya da ayrılıkçı bir siyasal kurumlaşmaya karşı “hassasiyet” dile getirirken, PYD de sınır kapılarının açılmasını ve silahlı çetelerin desteklenmemesini istedi. Görüşmenin ardından ne çatışmalar durdu ne de Kürtlerin siyasal kurumsallaşma süreci, ancak AKP iktidarı yok etmeye çalıştığı PYD’yi Suriye Kürtlerinin meşru siyasal temsilcisi olarak kabul etmiş oldu. AKP için “çözüm süreci” dahil pek çok hesabı alt üst eden bir kabus ve dünyanın en kalabalık devletsiz ulusu için bir rüya olan ikinci Kürdistan yönetimi, şimdi Ortadoğu’nun yeni gerçeği. Bütün hesaplar bu yeni gerçeğe göre gözden geçiriliyor.

Mısır postalla kılıç arasında Kötü bir barış, savaştan beterdir M

ısır’da siyasi gerilim Müslüman Kardeşler saflaşması ekseninde tırmanırken, halk

hareketinin devrimci potansiyeli de böylece ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Devrik cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin görevine iadesini ve ordunun çekilmesini isteyen Müslüman Kardeşler taraftarları Adeviyye Meydanı’nı, Mursi karşıtları da Tahrir Meydanı’nı mesken tutarken, ordu yüzlerce Müslüman Kardeşler taraftarının katledildiği silahlı saldırılar düzenlemekten geri durmuyor. Ordunun sert tutumu İslamcıların direnişini kırmanın ötesinde eşitlik, özgürlük ve demokrasi umutlarını öteleyen ve Tahrir’in devrimci içeriğini gölgeleyen gerici bir toplumsal kutuplaşmayı besliyor.

K

olombiya’da hükümet ile Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri - Halk Ordusu (FARCEP) arasında 1964 yılından bu yana süregiden savaşı sona erdirmek adına yürütülen barış müzakereleri yine zora girdi. “FARC-EP’in karıştığı bütün şiddet olaylarından sorumlu tu-

tulacağı” açıklaması ile birlikte masaya oturduğu örgütü hala bir suç ve terör örgütü olarak gördüğünü ifade eden hükümete karşı, FARC da “Kötü bir barış savaştan beterdir” diyerek, barış olmadıkça silahlı mücadeleye son verilmeyeceğini vurguladı.


6

KENT/Ç 1 A¤ustos 2013

Halk›n Sesi

Ağacın gölgesinde y

Gezi'den sonra kent ve kırlar daha kitlesel, yaygın, meşru halk hareketlerine sahne oluyor. Her saldırılara göğüs geriyor. Mahalle, park ve meydan forumlarında örgütlenen halkın yaşam alanla geleceğe bakan bir muhalefet hareketi yükseliyor ÖZEN TAÇYILDIZ

G

ezi direnişinin çıkış noktası "3-5 ağaç"la simgelenen doğanın katledilmesi ve kentin yağmalanmasıydı. Yeşilin talan edilmesi, ortak kamusal alanın yağmalanması bugünlerde oldukça yaygın bir biçimde insanların gündeminde, mücadelesinde. Bu satırlar yazılırken bile memleketin pek çok yerinden ağacını, suyunu, parkını savunan, sahip çıkan insanların mücadele haberleri gelmeye devam ediyordu: hukuksal mücadeleyle, protestoyla, forumlar düzenleyerek ya da çatışarak…

GEZ‹ RUHUNUN RÜZGARIYLA ADALAR’A Gezi direnişinin ardından İstanbul’da forum düzenlenen yerlerden biri de Adalar. Adalar Forumu’nun öne çıkan gündemi ise, Adnan Menderes ve arkadaşlarının yargılandığı Yassıada ve Sivriada’nın “müze ve demokrasi adası” projesi ile imara açılacak olması. İmar planları değiştirilen adalarda otel ve turizm tesislerinin inşa edileceği tesadüfen öğrenilmişti. Ne vakit ağzına “demokrasi”yi alsa bir antidemokratik uygulamaya imza atan AKP’nin “Demokrasi Müzesi” projesi gündeme gelince halk haberdar olabildi. Adıyla ve planlanma şekliyle bu çok demokrat projenin bir kıyıma neden olacağı da açık çünkü diğer adalardaki imar izni oranı yüzde 10 iken Yassıada ve Sivriada’da yüzde 65’e izin veriliyor. Adalar Forumu aldığı eylem kararı ile 21 Temmuz’da bin kişilik bir grup olarak Kabataş, Kadıköy ve Adalar’dan önce Sivriada’ya ardından da Yassıada’ya teknelerle giderek eylem yaptı. Sivriada’da Adalar Forumları adına okunan basın açıklamasında iki adanın doğal, arkeolojik ve kültürel sit alanı statülerinin düzmece yasalarla ortadan kaldırılarak imara açılmak istendiği belirtildi. Açıklamada “Gezi ruhunun rüzgârlarıyla doğrudan demokrasi deneyimini yaşamlarının bir parçası haline getiren; adalet, özgürlük, eşitlik, demokrasi ve dayanışma talepleriyle ada forumlarında yan yana gelen Adalılar olarak hükümetin Sivriada ve Yassıda üzerine geliştirdiği planlara ‘hayır’ diyoruz” denildi. Daha sonra geçilen Yassıada’da, Yassıada Mahkemeleri’nin düzenlendiği eski spor salonunda bir forum düzenlendi. Eyleme katılanların sloganları elbette ‘Her yer Taksim, her yer direniş’ti. Adalılar, 26 Temmuz’da da toplanan yüzlerce itiraz dilekçesi ile Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü'ne başvurdu. İmzaların teslim edilmesi öncesinde bina önünde eylem yapıldı.

GEZ‹’DEN SONRA DAHA K‹TLESEL, YAYGIN, MEfiRU… Doğanın talan edilerek metalaştırılmasına karşı militan ve kitlesel direnişler, Gezi’den önce de vardı elbette; ancak Gezi direnişi bu mücadelenin önemli bir sıçrama noktası oldu. Direnişin meşruiyetinin, kitleselliğinin ve yaygınlığının verdiği güçle bir araya gelen insanlar kentsel-kamusal varlıklar üzerinde söz hakkı istiyor, bu hakkını kullanıyor. Dün kırlarda HES mücadelesinde, santral, taş, maden ocağı protestosunda şirketle, şirketin özel güvenliğiyle, jandarmayla karşı karşıya gelen halk, bugün kentlerde polisle, sermayeyle doğrudan hükümetle karşı karşıya geliyor. Sloganlar da mücadelenin yerel taleplerini aşıyor artık. Neoliberalizmi ve ona içkin bir biçimde devletin zor aygıtlarını devreye sokan AKP ifşa edilirken mücadele alanları da birbirinden ayrılmıyor. Dersim’deki HES protestosundan, Uludağ’daki ağaç kıyımına karşı mücadeleden Gezi’ye selam gönderiliyor, zeytin ağaçlarına sahip çıkan Muğla Akyakalılar, Meclis’te bekleyen yeni yağma tasarılarına dikkat çekiyor. ‘ORMANIMA, SUYUMA; YAfiAM ALANIMA DOKUNMA!’ İktidarla bundan sonraki çatışma ve mücadele alanını belirleyecek olan da bu. AKP iktidarı, neoliberalizmin uygulayıcısı bir iktidar olarak kent ve kırları yağmaya, talana açmış, ülkeyi dev bir şantiyeye dönüştürmüş durumda. “Kalkınma”, “büyüme” söylemleriyle kırlarda, “marka kent” yaratma vaadiyle de kentlerde yaşamı yok etme pahasına “çılgın” projeleri siyasi projeler olarak önüne koyuyor. Kentlerde ortak alanlar birer birer sermayeye açılıp soylulaştırılırken, kırlarda köylünün

göbeğinden bağlı olduğu suyu HES’le, havası termik santralle zehirlenip, bağı-bahçesi taş, maden ocağıyla toza bulanırken mesele de bir yaşam savunusuna dönüşmüş durumda. Mücadelenin sözü “ormanıma, suyuma…” ama mutlaka “yaşam alanıma dokunma!” isyanı ile pankartlarda görünür oluyor. Gezi’den önce Anadolu’nun farklı yörelerinde süren mücadeleler, Gezi’den sonra katlanarak arttı, çeşitlendi, kitleselleşti. Mücadeleye özellik kazandıran noktalar mücadelenin şekli, örgütlenme biçimi ve dili. Yaşam alanlarına müdahaleye karşı anında, reflekslerle karşılık verildiği gibi özellikle forumlarla örgütlenerek protestolar, eylemler, açılan davalarla uzun vadeye de yayılan bir mücadele biçimi var. Bunu yaparken kullanılan dilde dikkat çeken nokta da son derece meşru olduğunun bilinciyle haklılığını ve kararlılığını haykırması. Sloganlar, yapılan açıklamalar mücadelenin bir bütün olduğu bilinciyle hem Gezi’ye gönderme yapıyor, hem de geleceğe yönelik yol haritası sunuyor.

ANINDA-YER‹NDE MÜDAHALE Örneklerle devam edelim. İlk elden, “anında müdahale”nin en önemli örneği, ağaç kesilmesinde karşımıza çıkıyor. Halkın tepkilerinden çekinip gece yarısı operasyonlarıyla çalışan “işbitirici” belediyelere karşı insanlar, anında, yerinde müdahale ediyor. Örneğin Ankara’da, Yenimahalle-Şentepe teleferik hattı için belediye gece yarısı operasyonuyla Yunus Emre Parkı’ndaki 40-50 yıllık ağaçları katletmeye başlayınca Yenimahalleliler sokağa çıktı. Ağaçların söküldüğü alana gelerek belediyeyi protesto eden mahalleli, söküm yapılan alanın kapatıldığı tahta paravanların üzerine pankartlar astı. Karşılarına dikilen çevik kuvvet polisleri ve TOMA’lar eylemin yasadışı olduğu iddiasıyla gaz bombaları ve tazyikli sularla saldırırken

yasadışı olanın polisin müdahalesi olduğunu haykıran insanların sloganı da Gezi’den ödünçtü: “Polis simit sat, onurlu yaşa”, “Faşizme karşı omuz omuza” ve elbette “Bu daha başlangıç mücadeleye devam!” Benzer bir başka örnek de Burdur’dan. Burdur Merkez Gazi Caddesi üzerinde kaldırım çalışması gerekçesiyle ağaçların kesilmesi hemen karşılık buldu. Ağaçların kesilmesine tepki gösteren insanlar, ağaçların etrafında etten duvar oluşturdu. Hatta bu nedenle AKP’li bir grubun saldırısına uğradılar.

BÜTÜN ÜLKEN‹N A⁄AÇLARINI SAVUNMAK Ağaçlara sarılarak, etten duvar

oluşturarak korumaya çalışmak sade, basit bir hamle ancak etkili bir eylem. 31 Mayıs’taki Gezi Parkı saldırısında gelen fotoğraflar arasında, kesilmesini önlemek için sarıldıkları ağaçlardan polis zoruyla koparılmaya çalışan insanlar vardı. Şiddete bedeniyle direnen, ağacı kaybetmemek için ona sıkı sıkıya sarılmış, sonuna kadar direneceği aşikâr ve kaybedecekse de “o yoksa ben de yokum” iddiasındaki insanlar vardı o gün parkta. Gezi sonrasında Sarıyer park forumlarında örgütlenen insanların 3. Köprüye kurban edilecek Kuzey Ormanları için yaptığı ilk eylem, Gezi’den ilhamla buydu. “Ağaçlara sarılan insanlar” Bursa Uludağ’daydı

g

E m i e a B k r a a B a A m k o b

AKP’nin park yalanı: Ye HER YER TEKEL… İstanbul Kartal’daki Cevizli Tekel Alanı, içinde 4. yüzyıla ait kalıntıların olduğu 1. derecede arkeolojik sit alanı olan bir bölge. Sigara, puro fabrikaları, lojman, kreş, futbol, basketbol sahaları, yüzme havuzu ve konukevi gibi yapılarıyla bir üretim ve yaşam alanı olarak on binlerce Tekel işçisinin tarihine de tanıklık etmiş bölge, 4100 tane asırlık ağacı ile de kentin önemli bir tabiat varlığı. Ancak bu alan, AKP iktidarı tarafından İstanbul Şehir Üniversitesi’ne 49 yıllığına tahsis edilmiş durumda. AKP’ye yakınlığıyla bilinen Bilim ve Sanat Vakfı tarafından kurulan üniversitenin kurucuları arasında Ülker grubu yer alıyor. İlk rektörlüğünü yapan isim de şimdiki YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya. AKP, işte bu isimlerden oluşan üniversiteye araziyi tahsis etti. Ancak Kartallılar “Bölgeye üniversite kazandırıyoruz” propagandası ile gizlenmek istenen talana tepkili. Alanın üniversite kampus inşaatı ile talan edilmesine karşı çıkan, ortak yaşam alanlarında yapılaşma istemeyen Kartal halkı, Cevizli Tekel Dayanışması’nda bir araya geliyor. “Doğamıza, kentimize, tarihimize sahip çıkıyoruz. Cevizli Tekel'i vermiyoruz” diyen Dayanışma düzenlediği forumlar, eylemlerle herkesi “yaşam haklarını savunmaya, gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakmak için sorumlu olmaya” çağırıyor. Haberin başlığına da adını veren “Her yer Tekel her yer direniş” sloganı ise Dayanışma’nın 19 Temmuz günü yaptığı eylemden. Kartal’dan ve Maltepe’den yürüyerek gelen grupların katılımıyla kampüs girişinde eylem yapan Dayanışma, Tekel’in Türkiye ekonomisine yaptığı katkıya rağmen özelleştirildiğini ve arazilerinin parça parça heba edildiğini, şimdi de “Maltepe sahilini doldurularak yeşil alan yapıyoruz” yalanıyla arazinin halka kapatıldığını belirtti. Gezi ruhuyla Kartal’a uzanan mücadele, buradan da işçilerin mücadelesine uzandı. Topluluk eylemin ardından grevdeki Darphane işçilerinin grev çadırını ziyaret etti. Ardından da Kartal'daki foruma katılmak için toplu halde Kartal’a yürüdü.

arihi Bizans dönemine daya en eski kent içi tar›m arazis Bostanlar›, ‹stanbul Büyükfleh Fatih Belediyesi'nin park proje yor. Bizans’tan bu yana küçüle lebilmifl ve bugün hala semt p ze yetifltirilen bostanlar yüzler r›, su kanallar›, havuzlar› ile de sel alanlar. Ancak AKP’li beled tarihin de¤il park›n peflinde. G ye düflmüfl gibi duran, koruna mahallenin dokusundan yal›t› naklar›’n›n hemen önünde uza parka dönüfltürmenin derdind Asl›nda proje toplamda bö dönüflümünün bir parças›. Böl yükselterek pazarlanmas› için gerekli AKP’ye. Çevre ve fiehir Erdo¤an Bayraktar’›n da bölge oldu¤u bilgisi bu park sevdas› bir hale getiriyor. Alelacele ifl girilen bostanlarda, 30 y›ld›r g buradan sa¤layan insanlar›n ü malar›na dahi izin verilmeden zlarla kapat›ld›. Bostanlar› kor

T


7

ÇEVRE 14 Ağustos 2013

Halk›n Sesi

yükselen muhalefet

doğa katliamı her kent yağmasına karşı halk ayağa kalkıyor, hızla harekete geçip tüm arını savunma refleksi ülkenin tüm ağaçlarını savunmaya evriliyor. Ağacın gölgesinde,

geçtiğimiz günlerde de. Milli Park statüsündeki Uludağ, Erdoğan’ın talimatıyla kongre merkezi, otopark gibi alanlar için inşaata, sermayeye açılmanın eşiğinde. 3500 ağacın kıyımına yol açacak teleferik projesi başladı. Belediye daha önce hiçbir ağacın kesilmeyeceğini söylemesine rağmen rüzgâr nedeniyle teleferiğin daha alçaktan gitmesi gerektiğini belirtip, ağaçları kesmeye başlayınca Bursalılar da Uludağ’a çıkarak ağaçların önünde siper oldular. Ağaçları savunmak için yapılan bu müdahale biçimi, anlık, ilk elden kolaylıkla yapılabilecek bir biçim olsa da tepkiler örgütlü, sistemli bir biçimde ileriye de taşınıyor artık.

Uludağ’da ağaçlara sarılarak kesimi durduran insanlar bundan sonrasına ilişkin bir komisyon kurdular. Diren Bursa’nın çağrıcılığında yapılan bir başka eylemde ise mücadelenin birliğine vurgu yapıldı: “Bizler Gezi parkındaki ‘üç-beş ağaç’ için Türkiye tarihinin en büyük direnişini yaratanlar, Uludağ’daki bu ağaç katliamına izin vermeyeceğiz” Bu nedenle atılan “Taksim bizim, Uludağ bizim!” sloganları romantik bir sahiplenmenin ötesinde sürekli ve yaygın hale gelen bir mücadele anlayışına işaret ediyor.

MAHALLE, PARK MEYDAN FORUMLARI Uludağ örneğinde olduğu gibi

forumlar aracılığıyla örgütlenme, yaygınlaşan bir örgütlenme biçimi oldu. Gezi direnişini forumlar aracılığıyla parklara taşıma iradesi, hem mücadeleyi sürekli kıldı, mahallelere taşıdı hem de karşılaşılacak sorunlara karşı bir örgütlenme biçimini öğretti. İstanbul Yedikule’de belediye tarafından yok edilmek istenen tarihi bostanlar için Yedikule Bostanlarını Koruma Girişimi olarak bir araya gelen insanlar mahalle halkıyla forumlar düzenleyerek bir araya gelmeye çalışıyorlar. Hâlihazırda forumlar örgütlenen mahallelerde de sorunlara müdahale kararlarını buralardan alınıyor. Ankara’da Konya-Eskişehir Yolu bağlantı projesi nedeniyle mahallelerinden geçecek olan viyadüĞe isyan eden Yüzüncü Yıl ve Çiğdem mahallelerinde yaşayanlar konuyu park forumlarında gündemlerine aldılar. Çıkardıkları yol haritasıyla ilk aşamada itiraz dilekçelerini belediyeye teslim ettiler, yaptıkları eylemle şantiyeyi temsili olarak mühürlediler. Yine Ankara’da Anıtpark Forumu, forumda çizilen yol haritasıyla AOÇ’ye köy yapma projesini 1 haftada durdurmayı başardı. Gezi’nin yarattığı yerel yönetimlere daha etkin katılma bilinci ile Belediye Meclis gündemlerinde AOÇ’ye köy yapma planını gören Anıtpark Forumu üyeleri harekete geçti. Meclis üyeleri ile görüşme, köy kurma ile ilgili proje ve belgeler bulma, toplantılar için takip ekibi oluşturma, etkinlikler düzenleme gibi kararlar alan forum, sosyal medya aracılığıyla da durumu geniş kitlelere ve basına duyurunca Belediye projeyi geri çekmek zorunda kaldı. Beşiktaş’ta da Abbasağa Forumu, forumda bir başka eylem biçimine “bisiklet pedallamaya” çağrı kararı aldı. Beşiktaş’ta sahilde yer alan Başbakanlık Ofisi’nin çevresi, Gezi direnişinin günler süren ana çatışma noktalarından biriydi. Polis şiddetinin oldukça yoğun yaşandığı bu bölge çatışmalar durulduktan sonra da polis ablukası

altında. Gezi’den önce ofisin önündeki otobüs durağı kaldırılmış, hemen yanındaki tütün deposu uluslararası sermayeye otel olarak sunulmuştu. Gezi’den sonra ise ofis ve otel arasında yer alan Kadıköy İskelesi’nin otele satıldığı haberleri geldi, iki bina arasındaki yol ise halkın araçla kullanımına kapatıldı. İktidarın doğrudan temsil edildiği ve kendisini hissettirdiği bu alana dair alınan eylem kararı sade bir “pedallama”nın ötesinde iktidara ve onun ablukasına dair geniş perspektifli bir eylem aslında. “Pedallamaya” devam eden birileri daha var. Yine İstanbul’da tüm kentin ekosistemini değiştirecek 3. Köprü için ağaçların katledilmesine karşı “yaşam savunucuları” bisikletlerini pedallamaya devam ediyorlar.

A⁄ACIN GÖLGES‹NDE ‹NfiA ED‹LEN GELECEK Tüm ülkeye yayılan direnişlerde sloganlar, kullanılan dil aynı zamanda geleceğe yönelik bir yol haritası niteliğinde. İşte, Muğla Akyaka’da arsa olarak gösterilip özelleştirilmesinin önü açılan 2000 ağaçlı zeytinlik alanı kurtarmaya çalışan Akyakalılar derhal Akyaka Dayanışması çatısı altında birleştiler ve zeytinliği korumak için mücadele başlattılar. Özelleştirmenin özünün “halka ait bir değeri, bir kişi ya da şirket nezdinde sermayeye katmaktan ibaret” olduğunu ilan ederek kamusal alan yağmasının hayatlarımızda neye tekabül ettiğini gösterdiler: “Mevcut toplumsal eşitsizliğin daha fazla artmasıyla sonuçlanacaktır; adil değildir. Akyaka halkının gündelik yaşamlarını biçimlendirme hakkı, yani kent hakkı elinden alınmıştır.” Dayanışma yine mücadelenin birliğinin bilinciyle, her bir noktanın sorumluluğunu hissederek önemli bir uyarıda da bulunuyor. Gezi direnişi nedeniyle Meclis’te ertelenmek zorunda kalan ormanları, kıyıları, tabiat parklarını imara açacak Tabiatı ve Biyo Çeşitliliği Koruma Yasası’na ilişkin tasarının geri çekilmesi talepleri arasında. Direniş günlerinde Gezi Parkı’nın pankartlardan biri de “Kapitalizm kesemediği ağacın gölgesini satar”dı. Mesele 3-5 ağaç olmadığı gibi, o ağacı kapitalizme kestirmemek olmadığı da aşikar artık. O gölgenin altında bedelsiz oturmak ve bizden sonrakiler de oturabilsinler diye gerekirse bedel de ödemek üzerine kurulmuş bir mücadele var artık.

DERS‹M’DEN TAKS‹M’E HASANKEYF’E… Doğanın, yaşam alanlarının talanına karşı Gezi’den önce de var olan kitlesel direnişlerin önemli bir ayağı HES mücadeleleriydi. Hem yapım sürecinde hem de sonrasında akarsuları ve çevresindeki canlı yaşamını tehdit eden, yaşam alanı bırakmayan HES’ler AKP iktidarı boyunca kırlardaki saldırı ve mücadelenin önemli başlıklarından biri oldu. Kırlardaki var olma mücadelesi bugün de devam ediyor. Antalya Kemer’de Milli Park içinde yer alan ve 32 endemik bitki türünü barındıran Kesme Boğazı’nda HES yapımına Doğa Koruma ve Milli Parklar Müdürlüğü’nün karşı çıkmasına rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı onay verdi. Müdürlüğün raporunda, havzanın peyzaj kalitesinin en üst düzeyde olduğu ve projenin bölgede birçok doğal değeri geri dönülemez şekilde tahrip edeceğinin muhakkak olduğu vurgulanmıştı. Buna rağmen projeye onay veren Bakanlıkça düzenlenen “halkı bilgilendirme toplantısı” ise halkın protestosuyla engellendi. Toplantının yapılacağı Kemer Belediyesi Kültür Salonu önünde toplanan yüzlerce kişi, projeyi protesto etti. Protesto sonrası kimsenin katılmadığı “bilgilendirme toplantısı” iptal edilmek zorunda kaldı. Sinop’ta ise halk mücadelesinde hukuki kazanım elde etti. Sinop’un Ayancık ilçesinde yapılan HES projesinde yürütmenin durdurulması ve iptali için açılan davayı Ayancıklılar kazandı. Santralde mühürleme yapıldı. Projede “gerekli değildir” denilerek ÇED raporu alınmamış, santral için 17 bin 986 ağaç kesilmiş, projenin kurulu gücü belirlenenin iki katına çıkarılmıştı. HES mücadelesi kırlarda militan eylemlerle de kendisi gösterdi. Geçtiğimiz günlerde Tunceli'de Dinar Deresi üzerindeki bir HES santrali el yapımı patlayıcılarla tahrip edildi. Görevlileri etkisiz hale getiren eylemciler, HES santralinin çevreye zarar verdiğini, üretim yapmasına izin vermeyeceklerini, santralin kesinlikle iptal edilmesini istedikleri ve bu nedenle bombaladıklarını söyledi. Kırlardaki HES mücadelesi kentlerdeki yaşam hakkı mücadelesinden ayrı değil elbette. Her ikisi de yaşamı doğa, tarih, kültür birlikteliği olarak tanımlıyor ve iktidarın sermayeyle, şiddet aygıtıyla bu yaşam alanına müdahalesine izin vermiyor. Bu nedenle 13. Munzur Doğa ve Kültür Festivali’nden yükselen "Dersim'den Taksim'e, Allinoai'den Hasankeyf'e doğa kazanacak, insanlık kazanacak" sloganı saldırının da mücadelenin de sathını belirliyor.

edikule ve Veliefendi

anan, dünyan›n si olan Yedikule ir Belediyesi ve esiyle yok edilierek de olsa gepazarlar›na sebrce y›ll›k kuyulae önemli tarihdiyeler bu defa Gökten mahalleakl› duvarlar›yla k Yedikule Koanan bu alan› deler. lgenin lgeyi rant›n› bu defa park rcilik Bakan› ede arsas› n› daha anlafl›l›r makineleriyle geçimini ürünleri toplan üzerleri molorumak için

Yedikule Bostanlar›n› Koruma Giriflimi ad› alt›nda bir araya gelen ve mahalle halk›yla birlikte ortak birwwwwwwwwwir baflka park projesi ‹BB Baflkan› Kadir Topbafl taraf›ndan “‹stanbul’a Central Park” müjdesiyle duyuruldu. Erdo¤an’dan “‹stanbul’a Central Park de¤il flehir park› yak›fl›r” ayar›n› yedikten sonra tan›m›n› “flehir park›” olarak de¤ifltiren Topbafl, Zeytinburnu Veliefendi Hipodromu etraf›nda 500 bin metrekare büyüklü¤ündeki alan›n park›n yap›lma karar›n›n ‹BB Meclisi’nden geçti¤ini söyledi. Bölgede yer alan ‹BB, ‹SK‹ ve TOK‹ arazileri ile özel mülkiyet arazilerini birlefltirmek için çal›flma yapt›klar›n› belirten Topbafl, Erdo¤an ve Çevre ve fiehircilik Bakan› Bayraktar’›n da destek verdiklerini anlatt›: “Birkaç ay içinde bu ifli bitirmeyi hedefliyoruz. 2.5-3 milyon ‹stanbullu’nun nefes alaca¤› bir yeflil alan› k›sa sürede oluflturaca¤›z.” Topbafl-Erdo¤an-Bayraktar ‹stanbullu’ya park yapmak için neden bu kadar istekli olur? Topbafl 2 y›ld›r bu proje için çal›flt›klar›n› söylese de henüz Temmuz bafl›nda ihalesi yap›lm›fl TOK‹ Emlak Konut’a ait, Egeyap›’n›n

ald›¤› ihale iptal edildi. Projenin maliyeti de ‹BB taraf›ndan karfl›lanacak. Park olacak alanda mülkiyetlere iliflkin aç›klamalar yap›l›yor ancak henüz birinin durumu aç›klanmad›. Kentsel dönüflüm f›rsatç›s› Ali A¤ao¤lu’nun “müthifl” konut projelerinden biri de bu bölgede. Çevre ve fiehircilik Bakanl›¤›'ndan onay›n al›nd›¤› Veliefendi projesi, hipodromun hemen karfl›s›nda yer al›yor. ‹ptal edilen Maslak 1453 projesi ile orman hevesi kursa¤›nda kalan A¤ao¤lu’na bu defa adrese teslim mi park m› haz›rlan›yor sorusu hat›rda tutulmal›. Bostanlar› korumak için Yedikule Bostanlar›n› Koruma Giriflimi ad› alt›nda bir araya gelen ve mahalle halk›yla birlikte ortak bir mücadele hatt› belirlemek isteyen insanlar, aleni bir biçimde Fatih Belediyesi görevlilerince tehdit edildi. Giriflimden Arkeolog Yi¤it Özar ile ‹stanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kentleflme ve Çevre Sorunlar› Anabilim dal› ö¤retim üyesi Doç. Dr. Ayten Alkan, sözlü sald›r› ve fiziksel sald›r› giriflimine maruz kald›. 30 Temmuz’da, 4. Murat'›n sadrazam› Bayram Pafla'n›n oldu¤u

bilinen "Sadrazam Bayrampafla" bostan›nda yap›lan y›k›m›n ard›ndan Yedikule Bostanlar›n› Koruma Giriflimi ertesi sabaha, bostanlara ça¤r› yapt›. Giriflim, 31 Temmuz’da bostan içinde yer alan 17. yüzy›ldan kalma kuyular için Koruma Kurulu'na tescil baflvurusu yapt›. ‹stanbul 2 Numaral› Yenileme Alanlar› Kültür Varl›klar›n› Koruma Bölge Kurulu Müdürlü¤üne, bostanlardaki kuyular›n "Osmanl› tar›m teknolojisini gösteren korunmas› gerekli yap›lar" oldu¤u gerekçesiyle tescil için dilekçe verildi. Bir yandan da yar›s› y›k›lm›fl bostanda tarih dersi yap›ld›. Bostanlar üzerine çal›flan ve y›k›mlara tesadüfen tan›k olarak durumu duyuran Harvard Üniversitesi'nde tarih doktora ö¤rencisi Aleksandar Sopov, bostan›n tarihini anlatt›. ‹nsanlar bostan içinde oturmufl bostan›, tarihini konuflurken AKP iktidar› her daim oldu¤u gibi polisini y›¤makta gecikmedi. Polis halk› d›flar› ç›kar›rken "buras› sizin baban›z›n mal› de¤il" diyordu! Kamunun mal› olan bostanlar birilerine mal edilmek üzere dozerlerle y›k›lmaya devam edildi.

SÜPÜRDÜKLER‹ SADECE ÇÖP DE⁄‹L Eskişehir Gültepe forumunun gündemlerinden biri, yerel örgütlenmenin doğası gereği ebette mahalle sorunları. Forum, tartışmalarda öne çıkan sorunlarından biri olarak saptadığı mahallenin temizliğine dikkat çekmek için bir eylem örgütledi. Forumda aldıkları karar doğrultusunda getirdikleri çöp poşetleri, fırça ve küreklerle basına bir açıklama yapan mahalleli, belediye başkanını uyararak görevini hatırlattı. Mahallenin bağlı olduğu Odunpazarı Belediyesi’nin Başkanı Burhan Sakallı’nın kendi seçmeninin olduğu mahallelere milyonlarca lira harcama yaparken Gültepe Mahallesi’ne herhangi bir hizmet yapmadığı, sokakların dahi temizlenmediği belirtildi. Açıklamanın ardından mahalleli ellerindeki temizlik malzemeleriyle sokakları süpürdü, kahvelere de tek tek girerek hem temizliğe hem de forumlara çağrı yaptı. “Aynı zamanda içimizdeki korkuları ve kuşkuları da temizliyoruz, gelin birlik olalım” diyen mahalleliler temizlik sonrası topladıkları çöpleri yolun ortasına koyarak belediye başkanı Burhan Sakallı’yı aradı ancak ulaşamadı. Bu defa şikayet hattını arayan mahalleli, “Burhan Sakallı gelsin bu çöpleri alsın, bu belediye sadece AKP’lilerin değil bütün halkındır” diyerek belediyeyi uyardı. Sorunu forumda beraberce saptayan, mahallesine sahip çıkma kararı ile eylem biçimini belirleyen halk, sokağa çıkıp mahalleyi bizzat temizlerken aslında oldukça doğal ve basit bir eylem biçimi ortaya koydu. Ancak forumlarla mahalleye taşınan bir başka iradeyi açığa çıkarttı. Mahallelerine sahip çıkıp temizliğini üstlenirken belediye başkanına asli görevlerini hatırlatarak takipçisi oldukları mesajını da açıktan verdiler. Üstelik süpürmeye çalıştıkları tek şeyin çöp olmadığının bilinciyle, birlik bilincini hatırlarında tutarak.


8

EMEK 1 A¤ustos 2013 / 14 A¤ustos 2013

Halk›n Sesi

Sendikal› iflçi ükümet yılda iki kez sendikaların toplu sözleşme yapma yetkilerinin olup olmadığını belirleyen bir istatistik yayımlıyor. Yılın ikinci yarısı için geçerli istatistik de yayımlandı. Buna göre 11 milyon 630 bin civarında işçi var, bunun 1 milyon 32 bin’i sendikalı… Bu rakamların gerçekle ne kadar alakası var ayrı bir sorun. TÜİK istatistiklerine göre ücretiyle geçinmek zorunda olan kişi sayısı 20 milyon civarında. Böyle olunca sendikalaşma oranı yüzde 10 değil, yüzde 5 civarında… Bu konu çok konuşuldu, örgütlenmenin önünde ne tür engeller olduğu vs. Bu istatistikler vasıtasıyla başka bir konuya değinmek istiyorum. Aslında rakamları gerçek kabul etsek bile 1 milyon sendikalı işçi sayısı da az değil. Bunun içinde büyük sendikalara şöyle bir bakalım: 10 binin üzerinde üye sayısı olan 30 sendika var. Bunlardan 12’si 10 binin üzerinde, 14’ü 20 binin üzerinde, 3 tanesi 50 binin üzerinde 1 tanesi de 100 binin üzerinde üyeye sahip. En çok üyeye sahip olan sendika, Türk Metal Sendikası: 156 bin civarında üyeye sahip. Yani toplam sendikalı işçi sayısının onda birinden fazlası Türk Metal’e ait… Bu rakam bile memleketteki işçi Tufan mücadelesinin ne halde Sertlek olduğunu göstermeye yeter. Türk Metal’i anlatmaya gerek Dev Sa¤l›k-‹fl Yönetim Kurulu yok!.. 50 binin üzerindeki 3 sendikadan biri olan TEKSİF’in 56 bin, TEZ KOOP İŞ’in 51 bin 500, HİZMET İŞ’in 53 bin üyesi var. Bunlardan sadece TEZ KOOP İŞ’in ismini görüyoruz mücadeleye ilişkin bazı alanlarda… Sonuçta 4 sendika toplam sendikalı işçi sayısının yüzde 30’unu oluşturuyor. Bizim mücadele alanlarından tanıdığımız üye sayısı fazla olan sendikaların durumu ise şöyle: Tek Gıda İş: 28 bin, Petrol İş: 28 bin, Birleşik Metal İş: 26 bin, Hava İş: 13 bin, Belediye İş: 42 bin, Genel İş: 43 bin. Bunların toplamı ise 180 bin. Yani toplamın yüzde 20’sine yakın… Bir başka deyişle diğer 500 bin işçinin yanına Türk Metal, TEKSİF ve HİZMET İŞ’i koyduğumuzda toplam 750 bin işçi yapar yani yüzde 75. Türkiye’de sendika üyesi işçilerin yüzde 75’i sadece toplu sözleşme dönemlerinde sendikalı olduğunu hatırlayan işçilerden oluşmaktadır dersek yanlış olmaz. Söz konusu sendikaların denetimindeki işçilerin genel sınıf mücadelesi, sınıf dayanışmasıyla ilişkisi veya duygusu neredeyse yok gibidir. Dolayısıyla Resmi Gazete’de yayımlanan istatistikler üzerinden “örgütlü” işçi sayımızın azlığına ya da çokluğuna bakarak bir şeyler tartışmanın gerçekle hiçbir alakası yoktur. Asıl olan gerçek hayatta ne yaşanıp ne yaşanmadığıdır. Bu rakamlar bize sendikalı işçinin örgütlü, bilinçli işçi olmadığını söylüyor. Belki tam tersine bilinci çarpıtılmış ve kısırlaştırılmış işçiyi tarif ediyor. Bu sendikalara üye işçiler yaşadıkları sorunlar karşısında çare arayışına girmekte bile sendikasız işçiye göre daha kötü durumdalar. Zira sendikasız işçi sadece patron baskısına karşı tedbir almak zorundadır. Oysa sarı sendikada örgütlü işçiler patron yanında sarı sendikanın bürokrasisine karşı da tedbirli olmak zorundadır. Aksi takdirde sendika patron işbirliğiyle işsiz kalabilirler! Bu karamsar tablodan çıkartılacak sonuç işçi sınıfına sadece işyeri merkezli örgütlenme ve mücadele yöntemleriyle ulaşmanın zorluğunu nasıl aşabileceğimiz üzerine kafa yormaktır. İşyeri merkezli sendikal örgütlenmeler bir taraftan sermayenin sömürüsüne doğrudan müdahale edilebilen yerler olması nedeniyle kilit önemdedir ancak diğer yandan işçi sınıfı mücadelesinin siyasallaşmadığı dönemlerde de kolaylıkla düzen içine alınıp sermayeye yedeklenebilen özelliğe sahiptir. Gezi Parkı süreci beyaz yakalı işçilerin hayata dair hayal kırıklıklarına karşı güçlü bir siyasal öfke olarak yaşandı. Halktaki toplumsallaşma dinamiğini bütün çıplaklığıyla ortaya çıkaran bu süreç, emekçilerin değişik örgütlenme ve mücadele yöntemlerini yaratabilme kabiliyetine sahip olduğunu da gösterdi. Devrimciler bu anlamıyla Gezi Parkı’ndan öğrenecekleri çok şey olduğunun bilinciyle işyerlerini kuşatan, sendikal örgütlenmeleri destekleyen, güçlendiren yeni mücadele örgütleri yaratma bilinciyle önümüzdeki dönemin sınıf mücadelesine bakabilmelidir.

H

Ofislerden direnişe: ‘Her yer Taksim, her yer direniş’

Abbasa¤a ve Yo¤urtçu parklar›nda her hafta toplanan "Beyaz Yakal›lar" 27 Temmuz Cumartesi Pangalt›'nda "Ofislerden Kazova'ya Her yer Taksim, her yer direnifl!" pankart› arkas›nda buluflup direniflteki Kazova iflçilerini ziyaret etti.

Taşeron işçinin barajı deviren mücadelesi Taşeron işçinin sendika hakkı kavga konusu. Devrimci Sağlık-İş’in açtığı dava sonuçlandı ve Bakanlığa göre 1234 üyesi olan sendikanın 7899 üyesi olduğu mahkeme tarafından onaylandı. Bu karar, Devrimci Sağlık-İş’in örgütlü, militan ve kararlı mücadelesinin kazanımı GÖKHAN KORKMAZ

D

evrimci Sağlık-İş'in MYK üyesi Mustafa Hotlar'la taşeron işçilerinin örgütlenme hakkını gasp edenlere karşı yürüttükleri mücadeleyi konuştuk. Mahkeme Devrimci Sağlık İş’in 8 bine yakın üyesi olduğuna hükmetti. Çalışma Bakanlığı ve Türk İş-Sağlık İş sendikası ise yalnızca bin 234 üyeniz olduğunu iddia ediyor. Peki, bu sayılmayan 7 bin işçi kim? Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın sendikal istatistiklerinde görünmeyen 7 bin işçi 58 ayrı işyerinde sendikamıza üye olan taşeron sağlık işçilerdir. Bu 7 bin işçi arkadaşımızın bakanlık kayıtlarına yansıyan bin 234 arkadaşımızdan farkı, üzerinden çalıştırıldıkları şirketlerin SGK’ya işkolu beyanını farklı işkolları üzerinden yapmış olmasıdır. Bu arkadaşlarımız hastanede çalıştıkları halde sağlık işçisi sayılmayarak sendikamızın üyesi olarak tanınmadılar. Fakat mahkemenin görevlendirdiği bilirkişi, işyerlerinden gelen çalışan listesi ile sendikamızın işyeri üye listelerini karşılaştırarak her bir üyemizi tek tek tespit etti. Bu

Devrimci Sa¤l›k-‹fl Sendikas›, Cerrahpafla T›p Fakültesi’nde ve fiiflli Etfal E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi’nde düzenledi¤i eylemlerde mahkeme karar›n› yok sayan Bakanl›¤› protesto etti arkadaşlarımızın da sağlık işçisi olduğuna hükmetti. Bakanlık üyeliklerin sayılmaması ile ilgili olarak daha önce teknik bir sorun demişti. Şimdi nasıl bir sorun var da itiraz ediyorlar? Çalışma Bakanlığı daha

önce işveren beyanına dayalı sendikal istatistik sisteminin hatalı olduğunu kabul etmişti. Taşeron işçilerin sendikalara üyeliklerinin kendi onaylarından geçmiş olmasına rağmen SGK beyanı nedeniyle yok sayılmasının teknik bir sorun

Sağlık işçileri kazandı Sa¤l›k ve sosyal hizmetler alan›nda faaliyet gösteren Devrimci Sa¤l›k-‹fl’in üyelerinin önemli bir k›sm›n› bu alanda say›s› giderek artan tafleron flirketler arac›l›¤›yla çal›flt›r›lan iflçiler oluflturuyor. Fakat geçen ekim ay›nda ç›kar›lan “Sendikalar ve Toplu ‹fl Sözleflmesi Yasas›” tafleron iflçilerin sendika hakk›n› ortadan kald›racak uygulamalara yol aç-

t›. Yeni yasayla iflçilerin sendika üyelikleri Çal›flma Bakanl›¤› kay›tlar›na göre de¤il, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kay›tlar›na göre tan›mlan›yor. Tafleron flirket, iflçilerin SGK kayd›n› sa¤l›k iflkolu yerine kendi istedi¤i farkl› alanlarda gösterebiliyor. Yani y›llard›r hastanelerde hasta bak›c›, laborant, hemflire, radyoloji teknisyeni, pansuman

görevlisi, t›bbi sekreter vb. olarak çal›flan sa¤l›k iflçileri, inflaat, nakliye, turizm iflçisi olarak gösteriliyor. Böylece ‘iflkolu uyuflmazl›¤›’ gerekçesiyle iflçilerin Devrimci Sa¤l›k-‹fl’e üyelikleri yok say›l›yor. Sendika, iflkolu istatistiklerine itiraz ederek dava açt› ve kazand›. Mahkeme tafleron iflçilerin sa¤l›k iflçisi oldu¤una hükmederek sendikan›n üyelerini tan›d›.

olduğunu iddia etmişti. Biz de bu istatistiği yargıya taşımıştık. Yargı da bize hak vererek gerçek üye sayımızın 7899 olduğuna hükmetti. Ama bu yerel mahkeme kararını sindiremeyen Bakanlık kararı temyiz etti. Bu sorunun teknik olmadığını, mesele taşeron olduğu zaman hükümetin gayet bilerek ve isteyerek taşeron işçinin en temel hakkını gasp etmekten çekinmeyeceğini gösterdi. Tam da sendika üye istatistikleri yayımlanmadan önce 1 milyon taşeron işçiyi ilgilendiren böylesi bir kararın alınmış olması hukuki bir başarı. Bu başarının arkasında ne var? Aslında bu bir hukuki başarı değil, örgütlü mücadelenin ve bunun sürekliliğinin başarısıdır. Bu kararlar taşeron düzeninin hukuk dışılığını gözler önüne seriyor. Fakat sorun özünde bir sistem sorunudur. O nedenle taşeron çalışmanın sorunlarını tek tek mahkeme kararları ile gider-

mek mümkün değil. Bu durumda iş gelip AKP iktidarının politikalarına dayanıyor. AKP, iktidarı boyunca taşeron çalıştırmayı yaygınlaştıran bir politika izledi. Yıllardır başta muvazaa kararlarımız olmak üzere taşeron çalışmanın usulsüzlüklerini yargı yoluyla tespit eden onlarca dava kazandık. Fakat tıpkı son davada olduğu gibi Çalışma Bakanlığı ve Bakanlar Kurulu bu kararları uygulamama yönünde bir irade gösteriyor. Şu anda resmi olarak “yetkisiz” bir sendika olarak biliniyorsunuz. Bu kadar işçi neden “yetkisiz” bir sendikayı tercih ediyor? Evet, biz işkolu barajını aşamadığımız için toplu sözleşme yetkisine sahip olmayan bir sendikayız. Buna rağmen diğer birçok sendikanın aksine son on yılda büyüme eğilimi içindeyiz. Sendikamızın üye sayısını üç haneli rakamlardan on binlere ulaştırdık. Gittiğimiz her iş yerinde ne ücret pazarlığı ne toplu sözleşme vaat ettik. Hiçbir hakkını kullanamayan ve son derece ağır koşullarda işverenin insafına bırakılarak çalıştırılan taşeron işçi arkadaşlarımıza tek bir şey dedik: “Gelin onurlu bir çalışma ve güvenceli iş için sendikamız çatısı altında örgütlenin!” Karşınızda hem hükümet, hem bir “sarı sendika”, hem teknik engeller, hem de hukuki labirentler var. Bu kadar engel karşısında ne yapmayı düşünüyorsunuz? Hakkımızın tanınmadığı her durumda yürünecek yol bellidir. Biz gücünü fiili ve meşru mücadelesinden, üyelerinin kararlılığından alan bir sendikayız. Biz mücadelemizi tüm sendikal baraj ve yasakları aşan bir anlayışla örgütlüyoruz. Taşerona karşı mücadelenin kolay olmadığını da yaşayarak deneyimledik. Gezi Parkı’ndan öğrendiğimiz ve hastanelerde sık sık atmaya başladığımız bir slogan var: Bu daha başlangıç mücadeleye devam!

Enerji işçileri BEDAŞ'ı uyarıyor BEDAŞ ihalesini alan şirketler grubu enerji işçilerinin sözleşmelerini yenilememekle tehdit ediyor. Enerji işçileri direnişe hazır

B

oğaziçi Elektrik Dağıtım AŞ’nin (BEDAŞ) özelleşmesiyle beraber enerji işçilerine yönelik saldırıların dozu artıyor. İhaleyi alan şirketler grubu, 1 Ağustos’tan itibaren tüm işçilerin sözleşmelerini yenilememekle tehdit ediyor. Konuyu Enerji Sen'in Genel Başkanı Ali Duman'la konuştuk. Elektrik dağıtım şirketlerinde başlatılan özelleştirmeler ne aşamada ve sizi nasıl etkiliyor? Elektrik dağıtım şirketlerinde Türkiye’nin tamamında planlanan özelleştirmeler önümüzdeki ay içerisinde tamamlanacak. 2013 yılı içerisinde eski yıllara nazaran aşırı derecede hızlanan bu özelleştirme süreci, kamu tarafından verilmesi gereken enerjinin fahiş fiyatlara satılarak enerji hakkının gasp edilmesi olarak halka yansırken, elektrik dağıtım sektöründe çalışanları ise köklü hak kayıpları şeklinde vurdu. BEDAŞ işçilerin 1 Ağustos'tan itibaren biten sözleşmelerini yenileyip yenilemeyeceğini söylemiyor. Neler olacak? İstanbul’da Haziran ayından itibaren elektrik dağıtımını, ihaleyi alan Cengiz-Kolin-Limak Ortak Şirketler Grubu yapıyor. Sektörde taşeronlaştırma, kamu hizmetinin özelleştirilmesinden önceki adım olarak kullanıldı. Taşeron şirketlerle güvencesizliğe alıştırılan çalışanlar, İstanbul’da şimdi devir sürecinde işsiz bı-

Enerji Sen üyesi iflçiler 23 Temmuz Sal› günü kendilerini tehdit eden BEDAfi Genel Müdürlü¤ü’ne yürüdü. “‹flimize, eme¤imize, gelece¤imize sahip ç›k›yoruz” pankart› tafl›yan enerji iflçileri Habertürk binas›n›n önünden geçerken “yandafl medya”y› da protesto ettiler. rakılmakla tehdit ediliyor. 1 Ağustos’ta taşeron şirketler tarafından çıkışları verilen işçiler son güne kadar işlerine devam edip etmeyeceklerini bilmiyorlar. Kamunun işini yapan taşeron şirketlerde çalışan işçiler DİSK Enerji Sen çatısı altında örgütlendiler. Sendikamızla beraber başta işten atılmalara olmak üzere yapılan tüm hak kayıplarına karşı mücadele başlattık. Bir yandan da Çalışma Bakanlığı’na yaptığımız başvuru ile dağıtım şirketlerinde yaptığımız işin taşeron çalıştırılmasının muvazaalı olduğunu ispatlayan rapor tespitini iş müfettişleri aracılığıyla yaptırmıştık. Bu hukuki kazanımla beraber özelleştirme

sürecine girerken yapılan görüşmelerde Cengiz-Kolin-Limak’a kadro hakkımızı kabul ettirirken, şu anda işçilerin tamamının işlerine devam etmesi konusunda belirsizlik devam ediyor. Bu yüzden 1 Ağustos sendikamız için sürecin en kritik dönüm noktalarından bir tanesi. Henüz devir gerçekleşmeden, mart ayında başlattığımız eylemlerimizle hazır bir şekilde bekliyoruz. Bu süreçte üç kitlesel yürüyüş ve geniş katılımlı bir işçi forumu gerçekleştirdik. 1 Ağustos’ta ve sonrasında bir işçi arkadaşımız dahi işten çıkarılırsa iş edinimimizi yerine getirmemek dahil tüm fiili-meşru haklarımızı kullanacağız.

‘Dört dörtlük’ kurtarış 1

85 bin kamu işçisini kapsayan 2013 yılı toplu iş sözleşmelerinde Türk-İş ile hükümet arasında anlaşma sağlandı. Türk-İş, köşeye sıkışan hükümeti bir kez daha kurtardı. Masaya yüzde 10 talebiyle oturan Türk-İş ilk yıl için yüzde 4+4, ikinci yıl için de yüzde 3+3 oranındaki teklife “evet” dedi. Genel Başkan Mustafa Kumlu “Toplu iş sözleşmeleri her zaman dört dörtlük olmuyor” şeklinde konuştu. İmzadan önceki görüşmede “Konuşulacak bir şey yok” diyerek masadan kalkan Türk-İş’in sadece bir altı ayda için yüzde 1’lik bir iyileştirmeye alelacele imza atması “AKP’yi kurtarma operasyonu” olarak tarihe geçti. Haziran ayından beri sokaklar halk isyanıyla canlanmışken, Türk-İş’in en ufak bir itirazı bile toplumun geniş kesimlerince sahiplenilebilir ve AKP köşeye sıkışarak çok daha yüksek bir zamma kolayca imza atabilirdi. Ancak Türk-İş yönetimi geçmiş yıllarda yaptığı “yalandan” mitingleri bile organize etmeyerek konuyu sokaktan kaçırdı ve AKP’nin elini rahatlattı.


9

SERMAYE 1 A¤ustos 2013 / 14 A¤ustos 2013

Halk›n Sesi

Yine hazan mevsimi geliyor

Sermayenin Koçbaşına operasyon Ekonomik kriz çanları çalarken, çıkan Haziran İsyanı AKP iktidarını iyice köşeye sıkıştırdı. İktidar, egemenler arası derinleşen çelişkileri politik-maliye operasyonlarıyla bastırmaya çalışıyor MEHTAP MET‹NO⁄LU

H

güçlü temsilcilerinden Koç grubu da yer almıştı. Erdoğan, meydanlarda, Koç Üniversitesi'nin orman arazisi üzerine kurulmasını ifşa etmiş, Koç Grubu'nu Gezi direnişçilerine destek vermekle suçlamış, "Hesabını verecekler" demişti. Koç'un şirketlerindeki inceleme için, maliye müfettişlerinden özel ekip oluşturuldu. Maliye baskının ilk gününden başlayarak Koç Grubu'nun borsadaki 12 şirketinin, hisselerinde yüzde 1.42 ile 3.5 arasında düşüşler yaşandı. Koç, bir günde 4.3 milyar TL kaybetti. Piyasalardaki "tedirginlik" sürerken denetimin en az altı ay, en çok da bir yıl boyunca devam edeceği belirtildi. İnceleme sonucunda, Koç Grubu’na ait enerji alanındaki lisansların iptali, yüksek miktarda

vergi cezası kesilmesi ve Koç ailesi bireylerinin hapis cezası alması söz konusu olabilecek. Denetim sonucunda Koç'a kesilen "hesabın" ne olacağı belirsiz ancak benzer bir denetimle Aydın Doğan'ın Petrol Ofisi'nin nasıl sindirildiği ve giderek satışa zorlandığı ise hafızalardaki tazeliğini koruyor.

KOÇ'UN AKP DÖNEM‹ Türkiye kapitalizminin omurgası, her alanda ilki gerçekleştiren Koç Grubu, AKP döneminde en hızlı büyümeyi gerçekleştiren, birikim rekoru kıran şirket. 2002'de AKP iktidara geldi. 2003 sonunda Koç'un satışları 11 milyar dolardı. AKP'li günlerde de sürekli büyüyen Koç, Tüpraş'ı özelleştirme idaresinden, Yapı Kredi'yi Çukurova Grubu'ndan aldı. 2008'deki küresel krizden etkilenilen 2009 yılı dışında hep yükseldi ve 2012'de cirosu 47 milyar doları geçti. Yüzde 56'sı enerji ve otomotivde, yüzde 21'i finansta, yüzde 23'ü de öteki şirketlerde olmak üzere istihdamı 82 bin çalışana çıktı. Sermaye içi çelişkiler ise kar ve sermaye birikimi sağlandığı sürece

Sıra kimde?

aziran İsyanı ve ekonomik krizin yıkıcı sonuçları AKP'nin yönetememe krizini ortaya çıkardı. AKP düzen dışı hareketleri bastırmaya çalışırken, egemenler arası çelişkilerin derinleştiği düzen içine de çeki düzen vermek için sermaye operasyonlarına girişti. Maliye Bakanlığı, Koç Grubu'na ait enerji şirketleri Tüpraş, Opet, Aygaz ve küçük ortak olduğu Shell'e 24 Temmuz'da mahkeme kararıyla baskın yaptı. Şirketlerde kapsamlı vergi ve kaçak akaryakıt denetimleri başlatıldı. Baskın için hem Tüpraş Genel Müdürü Yavuz Erkut hem de Maliye Bakanlığı, "Rutin inceleme" dedi. Ancak Enerji Piyasası Denetleme Kurumu yetkililerinin, "Bu denetim rutin değil, bizim dışımızdadır" açıklaması, baskının Koç grubuna yönelik bir operasyon olduğuna kesinlik kazandırdı. Peki, daha bir gün önce açıklanan İSO'nun 500 büyük şirket sıralamasında 2012'nin zirvesinde yer alan TÜPRAŞ'ın sahibi Koç'a neden baskın yapıldı? Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in Twitter hesabından yaptığı açıklama bu sorunun cevabını şöyle veriyor: "Vergi Denetim Kurulu yıllık 50 bin vergi incelemesi yapıyor. Gezi olayları ile vergi incelemeleri arasında kesinlikle bir ilişki yoktur." AKP'nin Koç operasyonu, direniş sırasında polis şiddetinden Divan Otel'e sığınanlara kapıları açtığı için miydi? Yoksa ekonomik kriz çanlarının çalmaya başladığı bir dönemde sermaye çevresinin istikrar arayışının cezası mıydı? Koç bir "Gezi

efsanesi" değil istikrarı, uygun ve güvenli yatırım olanaklarını arayan bir sermaye grubu. Bu nedenle AKP'nin Koç'a yüklenmesi tek yönlü değil karşılıklı bir çatışma ortamında gerçekleşiyor. Tayyip Erdoğan'ın Haziran İsyanı süresince direnişçileri, mahallelileri, futbol takımı taraftarlarını hedef alan konuşmalarında tekelci sermayenin en

çatışmaya dönüşmedi. İşler Koç için iyi gidiyor ancak AKP'nin kent rantına dayalı ekonomi politikası çöküyordu. İç talepteki gerileme yüzünden geçen yıl büyüme oranı yüzde 2.2'ye kadar inerken bu yılın ilk çeyreğinde ise çok hafif bir toparlanma ile yüzde 3'e çıktı. Bu toparlanma ise AKP'nin kamu yatırımlarına yüklenmesi ile sağlandı. Giderek derinleşen sermaye içi çelişkiler, AKP'nin ekonomi politikası nedeniyle kopma derecesine geldi. Haziran İsyanı ile de büyük darbe alan AKP, iyice zora düşmüşken baskı politikasını devreye soktu. Sermaye grupları arasından da Divan Otel'in kapısını açan Koç, ilk hedef olarak seçildi. KAYSER‹'DEN KOÇ'A DESTEK Koç'a yapılan operasyona ilişkin ilk açıklama "sürpriz" bir isimden geldi. Milliyetçi-İslamcı kırması Kayseri Sanayi Odası Başkanı ve Boydak Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili Mustafa Boydak isim vermeden Koç Grubu'na destek verdi. (Boydak Holding'in Yönetim Kurulu Üyesi ve CEO'su Memduh Boydak, TÜSİAD'ın 43. Genel Kurulu'nda Yönetim Kurulu'na seçilmişti) Boydak, "Yeter ki kendi içimizde bölünmeyelim, kendi içimizde problemler yaratmayalım" diyerek AKP ile tekelci sermaye arasındaki gerilimi düşürme çağrısında bulundu. Geleneksel tekelci sermaye ile tekelleşen İslamcı sermayenin ortak çıkarlarını korumaya çalışan Boydak, AKP'ye "Bize güven" derken ekonomiyle ilgili sorunların aşılabileceğini belirtti.

Reuters 25 Temmuz'daki haberinde, Eurasia Grubu'nun önceki hafta yay›mlanan notundaki, "Erdo¤an daha önce Koç Grubu, Boyner ve Garanti Bankas›n› iflaret et-

miflti. Bu flirketler günah keçisi haline gelebilir ve Erdo¤an’›n do¤rudan veya dolayl› yapt›r›mlar›na maruz kalabilir" de¤erlendirmesini hat›rlatt›.

Boydak’tan AKP’ye seçim mesajı

AKP’siz açılışta Koç’tan ilk açıklama Koç Grubu’na ait Ford Otosan’›n 2014’ün ilk yar›s›nda hizmete açaca¤› ve 60 milyon TL’lik yat›r›mla kurdu¤u Ar-Ge merkezi için 26 Temmuz'da ilk ad›m at›ld›. Merkezin temel atma törenine AKP'li herhangi

bir isim kat›lmad›. Törende konuflan Ford Otosan Yönetim Kurulu Baflkan› Ali Y. Koç, uzun vadeli bir bak›fl aç›s› ile yat›r›mlar›n› gerçeklefltirirken, katma de¤eri sürekli art›rmay› hedefledi¤ini kaydetti.

Ayr›ca Koç, "Ülke ekonomimizin geliflmesi, refah›, Türkiye’nin bölgesinin lideri olmas› ve global ekonominin önemli bir oyuncusu olmas› d›fl›nda bir hedefimiz, arzumuz olmas› söz konusu de¤ildir" dedi.

KAYSO'nun Temmuz ayı olağan meclis toplantısında konuşan Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Boydak, kendileri için en önemli konunun ekonominin istikrarlı biçimde yoluna devam etmesinin sağlanması ve ülkenin dış etkenlerden en az düzeyde etkilenmesi olduğunu anlattı. Ardından yaklaşan seçimler için mesaj veren Boydak, "Beklentimiz istikrarlı büyüme. Elbette memlekette seçimler olur. Cumhurbaşkanlığı, yerel ve genel seçimler yapılır ama, ülkeyi taşıyan iş dünyasıdır. İş dünyamızı temel ihtiyacı da ekonomik parametre" dedi.

“Bu daha başlangıç” sloganına iktidar da inanmış durumda ve harıl harıl hazırlık yapıyor: AKP aleyhine slogan atamayacaklarına dair taraftarlara imzalatılan sözleşmeler, “üniversiteler açılınca eylemler başlayacak” endişesiyle hazırlanan istihbarat raporları, mahallelerde oluşturulan “polis ihbar noktaları” halk korkusunun alametleri. Onların korkusu direnenlerin şenliğini daha da şenlendirir, devam etsinler. Öte yandan ekonomideki gelişmeler korkuyu daha da büyütüyor. Malum iktidar ne zaman köşeye sıkışsa, halk eşitlik, özgürlük, adalet sloganlarıyla kapısına dayansa kalkınmacı zafer masallarını anlatıp durdu. “Taşeron Cumhuriyeti’ne hayır”… “İhracatımız katlandı” “Doğanın talanına son”…. “Büyüme rekorları kırdık” “Parasız eğitim”… “Köylere bile üniversite açtık” “ R o b o s k i ? ”… “Hakkari’ye havalimanı yaptık” Ve bu cephede ne zaman başı sıkışsa özelleştirme gelirleri ve yoğun dış kaynak kullanımıyla paçasını kurtaran iktidar için bu kez pabuç pahalı görünüyor. Bugüne kadar AKP’nin yüksek faizle cezp ettiği “sıcak para” küresel daralma ile beraber artık daha risksiz ve güvenli limanlara yöneliyor ve daha da kötüsü bu geçici bir eğilim değil. AKP iktidarı dönemine can veren 40 milyar dolarlık özelleştirme gelirinin tükenmesinin ardından satacak Umar tek şey ise doğa ve kentsel Karatepe mekanlar. Bu nedenle iktidar baktığı her yeri “arsa” olarak umar görüyor ancak bu kez karşısında @sendika.org halk var. İktidarın korkusu sözcülerinin diline de yansıyor, ağızlardan çıkanı kulakları duymuyor. Ekonomideki tüm söylemlere Yiğit Bulut kalitesi damgasını vuruyor. Faizle cezp edilen 420 milyar dolarlık sermaye girişiyle iktidarda kalan Erdoğan, “faiz lobisi” lafını ağzından düşürmüyor. Aynı sıralarda hiç utanıp sıkılmadan ABD tekeli NASDAQ ile İstanbul’u finans merkezi yapmak için anlaşma imzalanıyor. Başbakan yüksek faiz ve faiz dışı gelirleri nedeniyle bankalara kükrüyor, “paralarınızı devlet bankalarına yatırın” diyor. Ancak muteber bankalarından Ziraat Bankası, Vakıfbank ve Halk Bankası’nın attıkları kazıklar nedeniyle rekabet kurulundan ceza aldıklarını kimse bilmez zannediyor. Başbakan’ın “Faiz lobisinin 642 milyar lirayı cebine atma hedefi vardı ancak bu para vatandaşımın cebinde kaldı. Onları çıldırtan bu” sözlerindeki rakamın nasıl hesaplandığını hiçbir iktisatçı çözemiyor. (Hazine’ye göre Türkiye’nin iç borç faiz ödemelerinin toplamı 161 milyar lira. Türkiye’nin 2013’deki toplam harcama bütçesi 400 milyar TL) Kısacası ateş bacayı sarıyor. İşler iyi giderken AKP’nin arkasında saf tutan ve övgü yarışına giren egemen sınıf bloğundaki çatlaklar da artık sıvanamaz hale geliyor. İktidarın Koç’la dalaşması, tekelci sermaye çevrelerinde sadece Gezi’nin intikamı olarak görülmüyor. Bir krizin eşiğinde AKP’nin elindeki az sayıdaki cam simidini kendilerine değil “daha küçük ama yandaş” sermayeye fırlatacağının işareti olarak algılanıyor ve sesler yükseliyor. TÜSİAD’a girdiğinde AKP’nin bu örgütteki sesi olarak sunulan Kayserili Boydaklar’ın 28 Şubat’taki İslamcı sermaye operasyonunu hatırlatarak, Koç’a yönelik operasyonu “bunun tersi” olarak değerlendirmesi hiç de yabana atılır bir çıkış değildi. Benzer şekilde, iktidarla uyum vaadiyle İstanbul Sanayi Odası Başkanlığı’na seçilen Erdal Bahçıvan’ın “faizler” ile ilgili sözleri de hükümeti yerinden zıplatacak cinstendi. Hükümet sözcüleri her gün Merkez Bankası’nı günah keçisi ilan ederken “O kurumun faizlerle ilgili değişikliği hakkında yorum yapmayı, o kurum adına da kendi adıma da saygı anlamında eksiklik kabul ederim” diyen Bahçıvan, bir yandan da “arsa rantı ile değil sanayi ile büyüme” söylemiyle önemli bir çatlağı gözler önüne serdi. Kriz çanları çalarken, sınırsız bir küresel ekonomi ütopyalarının yerini “her koyun kendi bacağından asılacak” eğilimleri alırken, dış kaynağa bağımlı bir büyüme sürecinde durumu idare eden AKP belli ki sermaye içi çelişkileri de yönetemez hale geliyor. Döviz kuru fırlayınca 150 milyar dolarlık kısa vadeli borcu olanlar bağırıyor. Piyasa döviz sürüyor, olmuyor, TL’yi muteber hale getirmek için faizleri artırıyor. Faiz yükselince de krediye bağımlı tüketim ve yatırımın dibe vurmasıyla “büyüme duracak” çığlıkları yükseliyor. Faizleri düşük tutunca doların yanında, fiyatlar da fırlıyor, enflasyon telaşı başlıyor. Yorganı nereye çekiştirse diğer yanı açık kalıyor. Kısacası artık o yorgan tüm sermaye kesimlerini ısıtamayacak ve birileri dışarıda kalacak. AKP’nin tercihlerine bağlı olarak bol zamlı veya düşük büyümeli (işsizliğin arttığı) aylardan geçilecek. İkisinin beraber yaşanması ihtimali de hiç az değil. Gezi isyanı ülkeni dört bir yanındaki forumlarda soluklanırken herkes önümüzdeki dönem sokak muhalefetinin birleştirici, sürükleyici gündeminin ne olacağını tartışıyor. Kısacası halk artık gözüne kestirdiği AKP’ye maraz çıkaracak ortak gündemini ararken bunlardan hangisinin öne çıkacağını iktidar bloğu içindeki mücadelenin gidişatı belirleyecek. Bu gidişat gündemi belirleyebilir fakat sonucu değiştirmeyecek. AKP için mevsim artık sonbahar, kış… Ötesi yok.

Haliçport ihalesi Tayyip’in arkadaşına H

aliçport ihalesi için, 24 Temmuz'da Sembol İnşaat'ın ve Cengiz İnşaat'ın liderliğini yaptığı ortak girişim grubu yarıştı. İhaleyi 1 milyar 346 milyon dolarla Sembol Uluslararası Yatırım-Ekopark Turizm-Fine Otelcilik OGG kazandı. Sembol İnşaat, Rixos otellerinin sahibi, Tayyip Erdoğan'ın yakın arkadaşı Fettah Tamince'nin şirketi. Cengiz İnşaat ise mayıs ayında yapılan 3.

Havalimanı ihalesini kazanan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 'ın "Çılgın Türkler" diye tanımladığı konsorsiyumun ortağı. İstanbul 'da tarihi Roma dönemine kadar uzanan ve Fatih Sultan Mehmet döneminde inşa edilen 558 yıllık Haliç Tersanesi uzun yıllar bakımsızlığa mahkum edilmişti. AKP de burada yat limanları, 2 otel ve bin kişilik cami bulunan bir proje yapmak için hazırlanıyordu.

Politika faizi Merkez Bankas›'n›n ilan etti¤i gecelik, haftal›k ve ayl›k bazda bankalara borç verirken (repo fonlamas›) tutturmaya çal›flt›¤› faizdir. Geleneksel uygulamada, Merkez Bankalar› para piyasas›nda oluflan faizi, aç›klad›klar› "politika faizine" yaklaflt›rmaya çal›fl›rlar ve fazla sapma olmas›na izin vermek istemezler. Genellikle her ay yap›lan toplant›larda, ekonomideki geliflmeler göz önünde bulundurularak, ekonomi ›s›n›yorsa ve fiyatlar yükseliyorsa art›r›l›r, tersi durumda da düflürülür.


10

EĞİTİM/SAĞLIK 1 A¤ustos 2013 / 14 A¤ustos 2013

Halk›n Sesi

E¤itim hakk›m›z için “Bu daha bafllang›ç...” eni eğitim öğretim yılına yaklaşıyoruz. Tatildi, sınav sonuçlarıydı, kayıttı derken ders zilinin çalmasına az bir zaman kalacak. Çok sınavlı, artık kazananın da kazanamadığı, neresinden tutsak elimizde kalan bir eğitim sitemiyle yaşıyoruz. İlk ortaya atıldığı günden beri ortaya çıkartacağı her rezaleti söylediğimiz 4+4+4 modeli ne yazık ki tahmin edilenden de büyük tahribatlar yaratıyor. Ne diyordu “her konunun uzmanı” Tayyip Erdoğan: “Bu 66 ay meselesinde gidip rapor alanları ben evlatlarına ihanetle vasıflandırıyorum. Niye? 'Benim evladım geri zekalıdır' diyor. Yani iki ay mı senin evladını iyi noktaya getirecek?” Daha aradan bir yıl geçmeden Tayyip beyin kadrolu memurlarıyla dolu olan milli eğitim müdürlükleri, 72 ay öncesi çocukların %65’i için olumsuz rapor verdi. Zorla 1. sınıfa başlatılan çocuklarımızla ilgili değil, 4+4+4’ün hiçbir yanıyla ilgili tek bir olumlu cümle kuramazlar. Düz liseleri ortadan kaldırdılar, SBS’de puanı Anadolu liselerine yetmeyen ve açıkta kalan 570 bin öğrenciyi ya açık liseye, ya imam hatipe ya da meslek lisesine gitmeye mecbur bıraktılar. 2012 yılında 537 olan imam hatip lisesi sayısı 708’e çıktı. MEB verilerine göre toplam imam hatip ortaokulu sayısı 1099. AKP'nin bir eğitim politikası olarak uyguladığı bu dönüşüm, verilen teşvik ve kampanyalarla yaygınlaştı. Okul dönüşümlerinde en nitelikli okullar imam hatip yapıldı. Bizler bu eğitim modelinin kadın düşmanı olduğunu anlatırken AKP itiraz ediyordu. 1 yıllık bir eğitim süreci bile bunun verilerini ortaya koydu. 4+4+4 sistemi uygulanmadan önce ortaöğretime gitmeyen kız öğrenci sayısı 16 bin 137 iken, bu yıl zorunlu olmasına rağmen ortaöğretime devam etmeyen kız öğrencilerinin sayısı iki kattan fazla arttı. Diğer yandan açık liseye giden kız öğrenci sayısı da ciddi oranda arttı. 4+4+4 eğitim sistemi uygulanmaya devam ettikçe bu sayı da ne yazık ki artacak. Sermayenin “yüzünü güldüren ve umudunu büyüten” ise özel Nuri okullara yönelimdeki artış oldu. Günay MEB’in 2012-2013 istatistiklerine göre örgün özel öğretim kurumlaHalkevleri Genel Sekreteri rına giden öğrenci sayısı geçtiğimiz eğitim öğretim yılında 535 bin iken, 4+4+4 sonrasında bu oran yüzde 15 artışla 613 bine çıkmıştır. Bu artışın bir nedeni özel okulları teşvik eden düzenlemeler ise diğer nedeni de “hali vakti yerinde” velilerin çocuklarını 4+4+4 tahribatından koruma çabası. Hal böyle olunca bu yıl SBS’de ilk 100'e giren öğrencilerin büyük bir kısmı özel okulu tercih etti. Aynı şekilde LYS birincilerinin tercihlerinde de vakıf üniversiteleri vardı. Bu tercihlerde vakıf üniversitelerin çeşitli teşviklerinin yanında kamu üniversitelerinde bilinçli ve kasıtlı olarak gerçekleştirilen tahribatın etkisi de büyük. Bundan 10 yıl önce iyi devlet üniversitelerinin yanında vakıf üniversitelerinin lafı bile edilemezken, bugün kontenjan sayıları neredeyse eşit durumda. Tüm bunların yanında geçtiğimiz 1 yıl içinde zorunlu-seçmeli din dersi zulmünün artması, okul sürgünleri, öğretmenlerimizin yaşadığı sıkıntılar gibi saymakla biteremeyeceğimiz onlarca sorun yaşadık. Yeni eğitim öğretim yılı da bu sorunların artacağı bir yıl olacak. Ancak madalyonun öbür yüzünde mücadele var. Hem de ülkemiz tarihinde eşine az rastlanır yaygınlıkta ve kitlesellikte bir mücadele. Mağduriyeti hangi noktadan kaynaklanırsa kaynaklansın eşit, parasız, bilimsel eğitim talebinde ortaklaşılan bir mücadele... Okul önlerini, kent meydanlarını, Milli Eğitim Müdürlükleri'ni eylem alanına dönüştüren bir mücadele. Ve en önemlisi son dönemlerde en çok kazanımın elde edildiği bir mücadele. Gezi direnişinden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bunu en çok eğitim hakkı mücadelesinde göreceğiz: Eğitim hakkı mücadelesinin hazırlıklarına başlama vakti geldi! Mücadelenin güncel ve güzel sloganı “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” eğitim hakkı mücadelesine çok yakışmıyor mu?

Y

Sen seç: Ya sermayeye iflçi ya cemaate mürit Düz liseler ortadan kaldırıldı. Şimdi öğrencilerin önünde iki seçenek var: Ya meslek lisesine gidip çocuk işçi, ya da imam hatipe gidip AKP'ye imam olacak LEMAN MERAL ÜNAL

B

u yıl son kez yapıldığı açıklanan ve 8. sınıf öğrencilerinin girdiği Seviye Belirleme Sınavı (SBS) sonuçları açıklandı. SBS sonuçları, meslek liselerinin eğitim hayatındaki rolünü artırarak çocukları işçileştiren, açık liseyi bir alternatif olarak sunan, özel okulları teşvik eden, imam hatipi “örnek okul” olarak görüp tüm okulları imam hatipleştiren AKP'nin eğitim politikasının somut bir göstergesi

niteliğinde. Düz liselerin ortadan kaldırılmasıyla SBS'de puanı Anadolu ya da fen liselerine yetmeyen 570 bin öğrenci açıkta kaldı. Milli Eğitim Bakanlığı, 1 milyon 112 bin 604 öğrencinin girdiği sınavda, Anadolu ve fen liselerinin kontenjanını 329 bin 890 olarak duyurdu, geriye kalan öğrenciler için sunulan seçenek ise 4+4+4 ile kurumsallaştırılan gericilik ve piyasacılığa “yaraşır” oldu: Meslek liseleri, özel okullar, açık liseler ya da imam hatip. Çocuk işçiliğin önünü açan,

çocuk emeğini sömürerek patronların karını artıran “memleket meselesi” meslek liseleri AKP'nin fen liseleri ya da Anadolu liselerine yerleşemeyenler için sunduğu bir seçenek. Hükümetin yaptığı çeşitli teşviklerle önü açılan ve sayıları son 10 yılda neredeyse devlet okullarıyla eşitlenen özel okullar, çocuk gelinliğin önünü açan açık liseler ve gericiliğin kurumsallaştırıldığı imam hatiplerde okumak istemeyen öğrenciler için ise başka bir alternatif yok. E⁄‹T‹MDE C‹NS‹YETE GÖRE AYRIM Sorunlarla gelen yeni eğitim öğretim döneminde öğrencileri

bekleyen tek şey, geleceksizlik dayatması değil. İmam hatip liseleri ve YURTKUR'a bağlı öğrenci yurtları el altından cinsiyete göre ayrıştırılıyor. Daha önce fiilen öğrencileri “kız” ve “erkek” olarak farklı okullarda toplamaya çalışan Milli Eğitim Bakanlığı, yeni öğretim yılında bunun hukuki altyapısını da oluşturmaya başladı. İstanbul başta olmak üzere pek çok ilde sessiz sedasız gerçekleşen dönüşümlerle son 10 ayda kız imam hatip lisesi sayısı 26'ya ulaştı. Daha önce AKP’li milletvekilleri ve bakanlar tarafından savunulan ve kamuoyu önünde dillendirilen üniversite yurtlarının cinsiyete göre ayrılması da Suat Kılıç’ın verdiği

gizli talimatla hayata geçiriliyor. YURTKUR'a bağlı karma yurtlardaki “haremlik selamlık” uygulamasının üniversite kayıt dönemi başlamadan tamamlanması planlanıyor. Konuyu gündeme getiren Eğitim Sen Ankara Üniversiteler Şubesi Kadın Komisyonu, gericiliği ve cinsiyetçiliği kurumsallaştıracak bu uygulamanın AKP'nin politikalarından bağımsız düşünülemeyeceği vurgusu yaptı. Uygulamanın kısa vadede ortaya çıkaracağı somut hak kayıpları ve mağduriyetlerin altını çizen eğitim ve bilim emekçileri, AKP'nin üniversiter yaşam alanlarını kendi toplum kurgusuna uyarlama peşinde olduğunu belirtti.

Şiddete uğrayan hekimlere “sus” emri Sağlık Bakanlığı yayımladığı genelge ile hekimlere şiddete uğramaları halinde bu durumu basın ile paylaşmamaları çağrısında bulundu

S

ağlık Bakanlığı'nın 19 Temmuz'da yayımladığı genelge ile hekime yönelik şiddet, “gizlilik” kapsamına alındı. Bakanlık, sağlık kurum ve kuruluşlarında çalışanların fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalmaları halinde bunu basın ve yayın kuruluşları ile paylaşmamaları talimatını verdi. “Sus” emrine gerekçe olarak “mahremiyet”, “gizlilik ilkesi” ve “sağlık çalışanlarının itibarlarının korunmasını” gösteren Sağlık Bakanlığı, travmanın medyaya taşınmasının toplumsal krizlere sebebiyet vereceğini öne sürdü.

“SA⁄LIK POL‹T‹KALARINI KAMUFLE ETMEK ‹ST‹YORLAR” Halkın Sesi gazetesine konuşan İstanbul Tabip Odası Başkanı Taner Gören, genelgeyi “Hekimler hem şiddete uğrasınlar hem

kamuoyu bunu bilmesin” şeklinde özetledi. AKP'nin sağlığı “güllük gülistanlık” göstermeye çalıştığını belirten Gören, sağlık alanında halkın memnun olduğu algısını sağlamaya yönelik bu genelgenin kabul edilemez olduğunu söyledi. Gören, gizleyerek hekime yönelik şiddet vakalarının önüne geçilemeyeceğini ifade ederek, neoliberal sağlık politikalarının hekime yönelik şiddeti artırdığını belirtti. “Son yıllarda sağlık hizmetlerine erişim bir nebze daha kolaylaşmış olsa da halkın aldığı hizmetin sağlıkla alakası yok, son derece niteliksiz” diyen Gören, yayımlanan genelgenin sağlık politikaları için bir kamuflaj olduğunun altını çizdi. Son 1 yılda, Bakanlık tarafından kayıt altına alınan hekime yönelik 4084 şiddet vakası yaşandı. Binden fazlası fiziksel şiddet olan bu vakalarda, 67 hekim darp edildi veya bıçaklı saldırıya uğradı.

Nereden tutsan gericilik, ırkçılık: ‘Helal kan’dan ‘milli ilaç’ “İnsanın kendi kan neslinden üretilen ilaçları kullanması daha şifalı. Helal kandan milli ilaç üretimi yapmak için çalışma başlatacağız. Başbakanımız da destek veriyor”

K

ızılay Başkanı Ahmet Lütfi Akar, “helal kan”dan “milli ilaç” üretimi yapmak için çalışma başlattıklarını, bu ilaçları üretmek için bir de fabrika kurulacağını açıkladı. Anemi ilaçları gibi kan ürünlerinden üretilen ilaçların yurt dışından imal edildiğini söyleyen Akar, ilaçların ithal edildiği yerlerdeki insanların beslenme alışkanlıklarının “Müslüman bir milletten” farklı olduğunu öne sürdü. Akar, “helal olmayan” şekilde beslenen insanların kanından ve plazmasından alınarak üretilen ilaçlardansa, “insanın kendi kan neslinden üretilen ilaçların” daha şifalı olduğunu iddia etti. Türkiye'de üretilmeyen ilaçlar için 500 milyon dolar harcandığını söyleyen Akar, “helal kan” dan üretilecek “milli ilaç”ın bu külfeti ciddi oranda azaltacağını savundu. Akar, “Hem ithalatı ortadan kaldırmış olacağız hem de İslam ülkelerine ihracat yapma imkânımız olacak” diyerek,

1295 okulda temizlik personeli yok!

bu projenin ikna ediciliğini artırma gayretinde. “HELAL KAN” NE DEMEK? Kızılay Başkanı Ahmet Lütfi Akar'ın ortaya attığı ve Sağlık Bakanlığı tarafından da desteklendiği belirtilen “helal kan”dan kasıt, “helal gıda” ile beslenen kişilerin kanı. Kişinin “İslami usullere” uygun bir şekilde üretilmiş ürünleri yiyip içmesi olarak özetlenebilecek “helal beslenme”, aynı zamanda İslam'ın yasakladığı domuz eti ve alkollü içki gibi yiyecek ve içeceklerden de uzak durmayı gerektiriyor. KANLAR ARASI H‹YERARfi‹ İslami usullere göre beslenen kişilerin kanının “helal” olduğu ya da kimlerin kanlarının “haram” olduğu tespiti kanlar arası hiyerarşi güden ırkçı bir yaklaşım. Eşit yurttaşlık hakkına doğrudan aykırı olduğu gibi, devlet kurumlarından biri olan Kızılay'ın

“helal kan üretme” peşine düştüğü bir ortamda laikliğin “rafa kaldırıldığı” söylenebilir. Hitler öncülüğündeki Naziler'in “kanın saflığı”na verdiği önem hatırlandığında, “helal kan” da tıpkı “saf kan” gibi faşist bir içeriğe sahip. Hiçbir bilimsel teori ve mantığa uymayan “helal kan” projesinin “bilim adamları” tarafından desteklendiğini öne süren Kızılay Başkanı, ırkçı ve faşizan bir projeyi “bilim” yaftası ile halkın karşısına getiriyor.

AKAR, ÇARK ETT‹: “KANIN HELAL‹ HARAMI OLMAZ” “Helal kan” açıklamasından sonra yoğun tepki çeken Kızılay Başkanı, projeyi açıkladıktan 5 gün sonra kendi açıklamasını yalanlamak zorunda kaldı. Akar, "Kızılay'da helal ya da haram kan kavramı yoktur. Böyle bir kavram hiçbir zaman olmamıştır. Hiçbir zaman telaffuz edilmemiştir. Helal kan haram kan diye bir ayrım asla söz konusu değildir" dedi.

Tafleron firmalar arac›l›¤›yla temizli¤i yap›lan ‹stanbul'daki 1206 devlet okulundaki temizlik iflçilerinin sözleflmesi 31 Aral›k 2012'de yap›lan ihale ile sona erdi. Mevcut okullar›n temizli¤i ile ilgili bir düzenleme yap›l›p yap›lmad›¤› ile ilgili soru önergesi veren CHP ‹stanbul Milletvekili Kadir Gökmen Ö¤üt'e Milli E¤itim Bakan› Nabi Avc›'n›n verdi¤i yan›t, ‹stanbul'daki 1295 okulda temizlik personeli olmad›¤›n› ortaya ç›kard›. ‹stanbul'daki okullar›n yüzde 80'inde yeterli temizlik personeli bulunmad›¤›n›n e¤itim raporlar›na yans›mas› üzerine konuyu meclise tafl›yan ‹stanbul Milletvekili Ö¤üt, mevcut

ilkö¤retim okullar›n›n kaç›nda temizlik görevlisi olmad›¤›n› ve ö¤renci velilerinin temizlik ifllerine “yard›m edip etmedi¤ini” Bakan Avc›'ya sordu. Avc›'n›n soru önergesine verdi¤i yan›ta göre, ‹stanbul'daki 2 bin 625 ilkokul, ortaokul ve imam hatip ortaokulunun sadece 1268'inde kadrolu temizlik personeli var. 1295 okulda ise temizlik personeli yok. Ö¤üt'ün, okullar›n temizli¤inin neden tafleron firma eliyle yapt›r›ld›¤› ve ö¤renci velilerinin “okul temizli¤ine yard›m etmesi” hususunda Bakanl›¤›n görüfllerinin ne oldu¤u sorular›n› yan›tlamayan Avc›, temizlik ile ilgili kendilerine ulaflan bir flikayet olmad›¤›n› öne sürdü.


11

KİBELE 1 A¤ustos 2013 / 14 A¤ustos 2013

Halk›n Sesi

#direnhamile TRT’deki iftar programında avukat Tuğrul İnançer, “Hamileliği davul çalarak ilan etmek bizim terbiyemize aykırıdır. Böyle karınla sokakta gezilmez. Her şeyden önce estetik değildir. 7-8 aydan sonra anne adayı biraz hava almak için beyinin otomobiline biner, biraz dolaşır. Sonra akşam üstü çıkarlar. Şimdi ise maşallah, kanatlısı kanatsızı televizyonlarda uçuşuyor. Ayıptır ayıp. Bunun adı realizm değildir. Terbiyesizliktir" dedi.

Hamileyiz, herkes gibi her yerdeyiz Sultan hamile! al›m. Hem hamile la duyurmam›fl. Ama biz yap lar na zur la lar vul da isi nd Ke la söylefli Kocas›n›n arabas› yok. Onun . yor mi gir eve tan kak So hem çal›fl›yor. in içine parantez rden “bile” söz ettik. Söyleflin dle pe ›z ats kan tl›na Ka t›k. yap mak garip uk oldu¤u için, “smiley” koy so¤ çok k, ma yaz ” ler me içinde “gülüfl rili bir söyleflisi diye siz çok nefleli bir kad›n›n esp a Am . d›k ma yap için u u¤ old düflünerek okuyun. Ömer Tuğrul İnançer başbakan değil, bakan değil, müdür değil, yani söylediklerinin bir bağlayıcılığı yok kimse için, neden sinirlendin söylediklerine? Artık bu ülkede kadınların bedeni, yaşamı hakkında konuşmak için “rütbeli” olmaya gerek yok. Sıradan bir AKP'li bile çıkıp herhangi bir açıklama yapınca tüm kadınları bağlayıcı gündem oluşturabiliyor. Yani bir erkek kadınlar hakkında konuşmadan önce, 5 kere düşünecek? Kesinlikle! Hele son dönemlerde AKP'de kadınlar hakkında, AKP’li kadınlar hariç herkes konuşuyor. Mesela Fatma Şahin de önce erkeklerden izin alıyor, sonra konuşuyor. Hamile kadınlarla ilgili edilen lafların hiçbirine karşılık vermedi, kadından soru“n”lu bakan. Hastanede hamile kadınlarla konuştuğunda bu konuşmaların bir etkisini görüyor musun? Her yerde olduğu gibi orada da kuyrukta bekliyorsun. İnternetten randevu alman bir şey değiştirmiyor. Ayaküstü sohbetler oluyor. Yaşının 18-19 olduğunu tahmin ettiğim türbanlı küçük yaşta bir kadın hamileydi üç aylık. Yanında orta yaşlı bir türbanlı kadın daha vardı. Doktor alttan kontrol istemiş. Küçük kadın kabul etmemiş. Önce utandığı için öyle yapıyor sandım. Kadına “Doktor ne istiyorsa öyle yap. Alttan muayenede daha detaylı görünüyor çoğu zaman” dedim. Yaşlı türbanlı atladı, “Aklını kendine sakla, sakın alttan kontrol ettirme” diye kızı ve beni payladı. Sonuçta “3 çocuk yapın devlet bakıyor” hikayesini de yoksul insanlara yapıyorlar. Çocuk parası dediği bir kereye mahsus 70 lira. Oldu canım! Çocuk tedavisi gören kadınların durumu içler acısı. Tedavi çok pahalı. Ben tedavi olurken bir iğne 110 liraydı. 10 iğne benim maaşım demek.

Başbakanlık iletişim merkezine mail yazdım okkalı. Ağzıma geleni saydım, ertesi gün hemen döndüler. Sorun şuydu: Çocuk tedavisinde kullanmak üzere SGK ile iğne kullandım. Doktor bir ay sonra tekrar verdi. Eczaneye gittiğimde bir daha bu iğneleri bir yıl sonra alabileceğimi söylediler. “Nasıl yani?” dedim. Sistem izin vermiyormuş. Yeni çıkardıkları sağlık yasasıyla ilgili. Sonra çözüldü mü? 1 hafta sonra... Ama devam ediyordur çünkü hastanelerle eczaneler arasında garip bir iletişim kopukluğu var. Ben nereye ne yazacağımı ya da niye yazmam gerektiğini biliyordum. Milyonlarca kadın bunu bilmiyordur. Eczacı bile bilmiyordu. Peki, sonra hamile olduğunu davul zurnayla duyurabildin mi? Hayır tabii ki duyurmadım. Halen hamile olduğumu bilmeyen arkadaşlarım var. Çok kızdığım için İnançer vukuatıyla öğrendiler. Neden? Çekindiğin için mi? Yani öyle abartılacak bir durum olmadığı için ortalıkta. Sıradan kadınlık halleri karşılaştığım. Saklamadım ama özel olarak “Hey ben hamileyim haberiniz olsun” da demedim. “Nasıl olsa karnım şişecek ve görecekler beni” dedim. Ki öyle oluyor. Kanatlı kanatsızlar havalarda uçuşuyormuş ya, ne bunlar yeni bir tür mü sence? Ben bu konuşmadan sonra gördüm, hijyenik ped reklamlarında ped sansürleniyor. Bir ilgisi var mıdır? Bak onu bilmiyordum ama kesin vardır. Çünkü adamların ağzından çıkan her şeye yasa muamelesi yapıyorlar, doğrudur. Bence bunlar ne içiyor ne yiyor diye bakmalı ve asla bunların yediklerinden yememeli insan. Ped akıllara ne getiriyordur acaba: “Kan gelen bir vajina, e o da ayıp bir şey tabii. Ayıpsa tahrik olmak lazım…”

Onlar için kadının en “namahrem” yerini işaret ediyor. Çok utanç verici onlar için. Kadına bakınca cinsellik geliyor akıllarına. Onların tahrik olma hakları var, kadın olman yeter. Genç yaşlı, hamile ya da değil. Neden bir hamile kadın görünce de “Vay gördün mü sevişmiş ve hamile kalmış” demesinler? Neden hamilesin? Başbakan istediği için mi? Nedeni var mı? Ben istedim, biz istedik bu çocuğu. Eşimle uzun bir ilişki sonucunda “Bir de çocuk girsin hayatımıza” dedik. Özel bir nedeni yok ülkenin refahı ya da yaşlı nesli gençleştirmek için değil, bu ülkeye başka bir birey kazandırmak için bu çocuğu istedik. Biz evde, işyerinde, sokakta yıllardır bu tür kadın düşmanı kadını aşağılayan, küçük gören, hiçleştirip köleleştiren, erkeğe bağımlı kılan zihniyete karşı mücadele vermişken, o kadar kolay değil bunların sahte kadın seviciliğine pabuç bırakmak. Hele şimdi hiç değil! Anneliğin kutsal bir yanı olduğunu, hiç değilse fazlaca değerli bir durum olduğunu düşünüyor musun? Kutsallığın neye göre adlandırıldığını bilmiyorum. Şu an karnımda bir kız çocuğu büyüyor. (Korksunlar ondan) Şu an bile ona bireymiş gibi davranıyorum. Evet annelik değerli. Çünkü sana muhtaç. Sen ne yersen oradan besleniyor. Başka beslenme kanalı yok. Ama bu da beni kutsal yapmaz. Ama doğurmayan kadın arkadaşlarımdan farklı bir yanım var tabii ki(!) 3 ay sonra başka bir kadın getireceğim bu dünyaya. Tek kutsallık bu olabilir. Annelik bu kadar “kutsal” bir durum olarak gösterilirken anne olan kadın nasıl bu kadar değersiz gösterilebiliyor sence? Anneliğin kutsallığı yok onlar için de. “Köleliği” var. Kadını anne olarak tanımlıyorlar. Kadının kimliğini, bağımsız varlığını tanımak işlerine gelmiyor. Başörtüsünde bile en çok erkekler konuşuyor. Vajinadan utanan erkek nasıl doğuracağıma karar veriyor. Erkekler yatak odamızdan çıkamadılar ki bir türlü kadının başka yönlerini keşfetsinler. BÖYLE KUTSALLI⁄I TANIMIYORUM Ben öyle sahte kutsallığı tanımıyorum. Yok neymiş cennet annelerin ayakları altındaymış. Hadi ya! Kimin annesi için geçerli? Mesela benim annem için? Ya da Mersin’deki işçinin annesi ya da Gezi direnişinde kaybettiğimiz Mehmet, Ethem,

Ali, Abdullah'ın ve Medeni'in ailesi için de geçerli mi aynı cennet? Ben de dahil olabilecek miyim, AKP'nin bütün kirli kadın düşmanı politikalarının karşısında duran, hamile, aykırı bir kadın olarak? İstediğin gibi giyinebiliyor musun? Yoksa "bir hamileye yakışır şekilde edeplice" mi giyiniyorsun? Evet istediğim gibi giyiniyorum. Hiç taviz vermedim. “Sultan biraz göğüs dekolten fazla kaçmış” diyen erkeklere “Ben seviyorum giyiniyorum, siz sevmiyorsanız giyinmeyebilirsiniz” diye

Sultan Aksu cevap veriyorum. Genelde de dar ve kısa oluyor elbiseler mesela… Haaa ayıp bir şey daha: Tatile gitmiştim. Bikini giyindim bu karnımla. Benim günahım, terbiyesizliğim saymakla bitmez. İnançer’in hamilelik mevzusunda “Çok zorlarlarsa soyunur dolaşırım” dedim. “Yapma Sultan” dediler. Yine halkın sağlığını dikkate alarak soyunmadım. Kimsiniz siz bana neyi, ne zaman, nasıl, hangi ölçülerde kimlerin yanında giyineceğimi salık veriyorsunuz! Hiç utanmıyor musunuz hamile kadınlardan tahrik olduğunuzu tüm ülkenin gözü önünde söylüyorsunuz. Hamile kadınların ne yapması gerektiğini fetva verir gibi söylüyorsun ekranlarda dolaşmaya devam ediyorsun. Kaç gündür düşünüyorum hamile bir kadına bakınca neden çok güzel bir çocuğun 9 ay sonra dünyaya geleceği akla gelmez de vay babasını, baksana şunlara gece sevişmişler, acaba nasıl seviştiler aklına

geliyor? Yuuhhhhhh! Erkeklerin hamile eylemi yapmasına ne diyorsun? Karşı çıktım, halen karşıyım. Yastıklı eylem doğru değil. Neden? Çünkü biz hasta değiliz, hamileyiz. Herkes gibi, her yerdeyiz. Bir tek Gezi direnişine gelemedim ve çok üzgünüm. Her şeyi herkes gibi yapabiliyoruz. Hamile kadınlar var. Kendi bedenlerinden utanmıyorlar. Karınlarını gere gere evet seviştik ve bebeğimiz olacak diyebilirler. Bu ülkede kadın bedenini hiçleştiren zaten erkekler. Kadınlar için bu lafları edenler zaten erkekler. E karnına sahte yastığı koyan yine erkekler. Abi az ötede durun. Biraz dayanışmayın bizimle. Bir önümüzü görelim. Zaten hayatımızı mahvedeceğiniz kadar ediyorsunuz. TAHM‹N EDEMEYECE⁄‹ KADAR CESURUM Nasıl doğuracaksın? Neden? Asıl soru! Ben normal doğum taraftarı bir kadındım hamile kalmadan önce. Ama AKP'nin bu son kadın düşmanı mevzuları sinirimi bozdu. Mesala sezaryene dair ya da "normal doğum yapan kadın cesurdur" cümleleri… Neden normal doğum taraftarısın? Önceden ebelik denen bir kurum vardı ve doğumu ebeler yaptırıyordu. Şimdi öyle bir kurum yok. Özel hastanelerle beraber sezaryen yaygılaştı ve sorunsuz bir operasyon olduğu için de kadınlar sezaryeni tercih ettiler. Normal doğum azaldı. Doktorun pratiği azaldı. Şimdi zorla yaptırılıyor devlet eliyle ve tehlikeli. Normal doğuma zorlanan gebelerde çok sorun çıkmaya başladı. Hal böyle olunca insan normal doğumdan korkuyor. Bakanın son lafından sonra sezaryene karar verdim. Çok cesur bir kadınım. Bakanın tahmin edemeyeceği kadar cesur. Ama inat ettim bir kere. Sezaryenle benden daha cesur bir küçük kadın doğuracağım. Aslında onların söylediği gibi yapmadığın için daha cesur bir kadınsın galiba? Kesinlikle! Asıl sorun orada. Biz hiç onların istediği kadınlar olmadık. Sistem o yüzden bizi "düzeltmeye" çalışıyor. Kızının adı ne olacak? Vallahi bebeğin cinsiyeti Gezi direnişi sırasında belli oldu. Hangi arkadaşımı müjde için aradıysam direnişteydi. Onlar önerdiler. Doğal olarak Diren, Direniş, Haziran, Eylem vs gibi… Bakalım henüz belli değil. Ermeni kökenli Hemşinli bir anne ve Kürt bir babadan doğacak çocuğa uygun isim bulacağız.

Güvenpark’ta “cesur” kad›nlar konufltu üvenpark Kadın Forumu dördüncü kez toplandı. Sağlık Bakanı’nın doğumla ilgili "İşin fıtratı normal doğumdur. Anne ne kadar cesursa çocuğu da o kadar cesur olur" şeklindeki açıklamasından bir gün sonra toplanan forum komitesi forumun konusunu “benim bedenim benim kararım” olarak belirlemişti. Kadın bedenine yönelik saldırılar hız kesmeden devam ettiği için forumun sürükleyici tartışması hamile kadınların sokağa çıkmasını “terbiyesizlik” olarak değerlendiren İnançer’in açıklamaları oldu. Pek çoğumuz karnımız burnumuzda olmasa da öfkemiz burnumuzda katıldık foruma. Bizden önce iki farklı eyleme ev sahipliği yapan Güvenpark’ın yorgunluğunda sınırlı sayıda kadının katılımıyla başladık tartışmaya. Forumun zorlu geçeceğini düşünürken yoldan geçen kadınlar bedenimize yönelik saldırılarla hesaplaşmak için sıraya giriverdi. Laf lafı açtı, biriken öfkemiz görünür oldu. Kadınların ve kadınların tartışmalarını dinlemek isteyen erkeklerin katılımı arttı.

G

AYIP OLAN YÜKLED‹⁄‹N‹Z ROLLER Oradan geçmekte olan ve kulak misafiri olduğu konu hakkında fikrini söylemek isteyen bir kadın aldı sözü. “Bizim kültürümüzde yok öyle davul gibi gezmek” diyorlar ama Anadolu’da kadın dokuz aylık hamileyken tarlada çalışır, bu mu etik?” diye soruyordu. Forumun kendini ifade etmek isteyenlerin, yoldan geçerken bile, sözünü söyleyebilSevinç diği bir demokrasi meydanı Hocao¤ullar› olduğunu gösteriyordu. Moderatörümüzün “cesur” sevinc.hoca@ gmail.com kadınlar söz alsın çağrısına yanıt gecikmedi. Önce cesaretin kadınlar için bugün normal doğum yapmaya zorlanmak olduğunu ifade etti bir kadın. Öbürü “cesur” dahil, kadınlara yüklenen bütün sıfatları sorgulamaya davet etti herkesi. D‹L‹ B‹RL‹KTE OLUfiTURUYORUZ İsyan, mücadeleye ilişkin neredeyse bütün önkabullerimizi sorgulamamıza neden olmuştu. Kadın forumu da direniş gibi, bazen bir kelime, bazen bir küfür üzerinden yerleşik hata/eksikliklerimizin sorgulandığı bir zemin oluyordu. “LGBT bireylere yönelik saldırıları unutmayalım” hatırlatması forumun, herkesin birikimini kattığı bir düzlem olduğunu gösteriyordu. SEVER‹Z DE SEV‹fi‹R‹Z DE Kapalı sohbetler düzeyinde kalan konuları artık açıktan konuşmanın vakti gelmişti. Yasaklı Kızılay Meydanı “açık” sohbetlerle özgürleşmişti. İsyanın açıklığı gibi kadına saldırının biçimleri, kadının isyanı ve talepleri de açık olmalıydı. “Çocuklarımız öpüşür de sevişir de” diyordu bir anne. Bir başka kadın tarlada sevişen gençlerin insan ektiklerini söyleyerek normalleştiriyordu aşkı, sevişmeyi. Korkacak, utanacak bir şey yoktu… Bedenini özgürce kullanamayan kadınların da bedensel engelli olduklarını ifade ediyordu bir başkası. Efi, ANNE DE⁄‹L, KADINIZ Seçim barajının kaldırılması için yürüyen Aylin Kotil bir kadın olarak 500 kilometrelik yürüyüşüyle gündem olamadığını, birisinin eski eşi, birisinin yeğeni olarak anıldığını, yürüyüşün sonunda bunu aştığını söylerken kadının toplumda eş, anne olmadan bir kadın olarak var olmasının zorluğuna işaret ediyordu. Bir önceki forumda kadın düşmanı sözleri kadın bedeni üzerine yazarak teşhir etmiş, cinsiyet ayrımcılığına ilişkin sözleri pul haline getirmiştik. Bu pullar eylemin sürekliliğini sağlayacak şekilde kadınlara dağıtılırken, bir yandan önümüzdeki hafta basılacak olan yeni pulların sloganları hep birlikte oluşturuluyordu. Güvenpark Kadın Forumu, kararlılıkla meydan okuyor. Bu meydan okuma, potansiyellerini Haziran Direnişi’nde gösteren, yeni bir kadın hareketinin küçük bir adımı ve biz yürümeye devam ediyoruz.

Gezine gezine doğuracağız Özür dileyin İ K

adın düşmanı sözleri için Ömer Tuğrul İnançer, Halkevci Kadınlar tarafından TRT önünde protesto edildi. İnançer’den özür dilemesini isteyen kadınlar, “TRT de İnançer’in açıklamalarını sahiplenmediğini iddia ediyorsa, bir an önce İnançer’in “hık deyicisi sunucusunun işine son vermelidir” dedi.

zmir Kadın Platformu, Ömer Tuğrul İnançer’i protesto etmek için yaptıkları eylemde “Ay ay ıkınıyorum, Tayyip senden sıkılıyorum”, “Gezine gezine doğuracağız”, “Doğururum doğurmam, sokaktayım sana

sormam”, “TRT şaşırma sabrımızı taşırma” attı. Kadınlar İnançer’in “Kanatlısı kanatsızı televizyonlarda uçuyor” sözleri nedeniyle yanlarına getirdikleri hijyenik pedleri TRT binasına yapıştırdı.


YAZ OKULLARI/ YAZ KAMPI

12

1 A¤ustos 2013 / 14 A¤ustos 2013

Halk›n Sesi

Şenlik var: Çocuklar üreterek büyüyor Kolektifler “Yaz tatili yok, direnişi büyütme zamanı” dedi. Halkevleri karanlığa inat, aydınlık bir gelecek düşü kuranlara; umudunu yitirmeyenlere; çocuklar için çağrı yaptı. Çağrıya binlerce aile, yüzlerce gönüllü kulak verdi. Yarını kuracak olan çocuklar yaz okullarını şenliklerle sonlandırdı

Bahçelievler Çi¤li

Ankara - Güvenpark

H

alkevleri’nin ve Öğrenci Kolektifleri’nin Okumuş İnsan Halkın Yanındadır Kampanyası ile birlikte yürüttüğü, direnişten gönüllülerin katıldığı Yaz Okulları, kimi yerlerde ilk kez kimi yerlerde altıncı kez yapıldı. Türkiye’nin pek çok yerinde, parkları, sokakları, salonları dolduran binlerce çocuk, yaz okullarında ürettiklerini şenliklerde sergiledi. Minik minik koroların söylediği “Göz yumma” şarkıları birleşti, tiyatro oyunlarında bir diğer yaz okuluna göz kırpıldı. Gönüllü öğretmenlerin çocuklar için sergilediklerini, çocukların gösterileri takip etti. Halaylar, slogan-

ÇOCUKLAR MATEMAT‹K SEV‹YOR Bursa’daki yaz okulu şenliğinde yapılan konuşmalarda söylendiği gibi, çocuklara belki matematik öğretilemedi ama matematik sevdirildi, İngilizce’yi öğretecek kadar zaman yoktu ama artık çocuklar İngilizce’yi de sever oldu.

bir aydan bu yana süren Halkevleri Yaz Okulları, Güvenpark’taki şenlik ile sona erdi. Her Yaz Okulu’nun ayrı bir standı vardı ve şenlik boyunca çocuklar üretmeye ve stantları zenginleştirmeye devam etti. Koro, halk oyunu, dans gösterisi, havuz çevresine yapılan yazılamalar, boyanan yumurtalar ve boyanan yüzler, tutuklu direnişçiler için hazırlanan mektup zarfları, “marjinal çocuklar” pankartı ile Güvenpark şenlik gördü.

GÜVENPARK fiENL‹K GÖRDÜ Ankara’da Mamak, İlker, Dikmen, Mutlu, Dostlar Tepecik’te ve 15 mahallede

GEZ‹’YE SELAM Gazi Halkevi şenliğinde alan resim ve ebrularla; Sarıgazi’nin Demokrasi caddesindeki şenliği evrim

lar her bir yaz okulu şenliğinin olmazsa olmazıydı. Ve elbette Gezi Direnişi’ne gönderilen selamlar…

dersinde üretilen fosiller ve maketlerle donatıldı. Sarıgazi’deki şenlikte Ali İsmail Korkmaz’ın ölümünü anlatan pantomim gösterisinin “sessizliğini”, Derince Halkevi’nin şenliğine Gezi eylemlerinden tutuklu bulunan Vedat ve Mesut mahalleye yazdıkları mektup bozdu. ‹LK YAZ OKULLARI Kocaeli Gültepe ve Ardanuç’ta ilk kez yapılan Yaz Okulları’nın heyecanı başka türlüydü. Gültepe, Tavşantepe mahallesindeki gibi eğlenceli felsefe dersini işlerken Artvin Ardanuç’ta satranç derslerini daha zevkli hale getirmek için çocuklar satranç taşlarını kendileri yaptı.

Esenyurt

Körfez Halkevi şenliğinde sahnedeki çocuklar “En güçlü kim?” adlı tiyatro oyununu, Okmeydanı Yaz Okulu öğrencileri süper güçleri ile ormanı kurtarmaya çalışan kahramanları oynadılar. Bahçelievler Halkevi’ndeki çocukların bir kısmı pantomim gösterisi yaptı, bir kısmı tavşancık dansı, Roman ve Harmandalı oyunlarını sergiledi. Esenyurt’un ilk gösterisi ise “Karagöz Gezi direnişinde” isimli gölge oyunuydu.

terisi şaşkınlıkla, İzmir Çiğli Güzeltepe’de Pınar Aydınlar’la birlikte şarkı söyleyen çocuklar coşkuyla izlendi. GELECEK YAZ YEN‹DEN İstanbul’da direniş forumlarında da çağrıları yapılan bölge şenlikleri Beşiktaş,

Kadıköy ve Bakırköy’de düzenleniyor. Çocukları şimdiden gelecek sene yapılacak yaz okullarının heyecanı sardı. Veliler de onların heyecanına başka çocuklar da ortak olsun istiyor. Şenlik konuşmalarında “Her mahallede yaz okulları kurulsun” demeleri de bu yüzden.

Sar›gazi

SAHNEDE ÇOCUKLAR, ALANLARDA ÜRETT‹KLER‹ Bursa’da 5 farklı mahalleden gelen çocuklar Ahmet Vefik Paşa sahnesine çıktı, origamileri, el sanatları salonun dışında sergilendi. Mersin Karaduvar’daki çocuklar koro halinde şarkılar söylerken, heykel ve resimleri de şenlik alanını doldurdu. Güzeltepe'deki ilizyon gös-

Duran insan eyleminden bir kare

Gezi’den kampa ‘Kolektif’ yaşam Öğrenci Kolektifleri 8 yıldır kolektif bir hayatın mümkün olduğunu yazın yaptıkları kamplarda gösteriyor. Büyük oranda bu kamplarda deneyimledikleri birlikte üretim kültürünü Gezi Parkı’nda rahatlıkla büyütebilen üniversiteliler, Gezi direnişinde daha da kitleselleşti. Yüzlerce üniversitelinin katıldığı Genç Çapulcular Yaz Kampı Gezi ruhunu yeniden yaşattı. Orada kurulan yaşamın sürekliliğini gösterdi. 15 Haziran’a kadar Taksim’in temizliğinden sorumlu çapulcular, Dikili’deki kamp alanını da

elbirliğiyle kurdu, hep birlikte temizledi. Yemeklerini beraber hazırlayan Genç Çapulcular, eski kamplardan farklı olarak bu kez gözlemelerini de kendileri açtı. Gezi’deki direniş revirlerinin yerini kamp revirleri aldı. Gönüllü sağlıkçılar, en ufak bir yaralanma olayı için hazır bekledi. Arkadaşlarına sağlık hizmeti verdi. Gezi’deki komün hayata dair ne varsa Genç Çapulcular’ın kampında da bir tezahürü vardı. Üstelik kampçılar, bu kez daha da deneyimliydi. Kurulan atölyelerde birlikte üreten gençler, direnişin Gezi

Parkı sonrasındaki biçimlerini de kampta yaşatmaya devam etti. Kamp alanında Türkiye’nin her yerinde süren forumlara yenilerini ekledi. Şebnem Sönmez, Barış Atay ve Can Dündar’ın katıldığı söyleşinin de konusu elbette “İsyan” oldu. Söyleşiden sonra sahile dizilen gençler öldürülen 5 direnişçi için 5 dakika duran insan eylemi yaptı. Kamptan önce “Okumuş İnsan Halkın Yanındadır” kampanyasıyla ezberci, gerici, piyasacı eğitim sistemine olan tepkilerini göstermiş olan genç çapulcular, kamptaki atölyelerde de bu anla-

yışa karşı yeni bir eğitim sisteminin mümkün olduğunu kanıtladı. Yeni Türkü ve Karmate konserlerini de düzenleyen kampçılar, , Güven Erkin Erkal ile “Türkiye’de Rock Tarihi” söyleşisinde buluştu. Ve elbette Türkiye Üniversiteler Meclisi toplantısının esas gündemi Gezi ve üniversiteler üzerine yoğunlaştı. Genç Çapulcular’ın kampı, her yıl kolektif bir ruh ile sürdürülüyordu ama bu yılki çatışmaların ortasında kurulmuş bir kamp hayatından edindikleri tecrübelerden, isyandan beslendi.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.