Halkın sesi 189

Page 1

15 A¤ustos 2013• 1,25 TL

Y›l 8 • Say› 189

AKP çıkmazda

i z e g n #y ükle

AKP iktidar›, direniflin bas›nc› alt›nda ekonomik ve siyasi krizle karfl› karfl›ya. Üçlü seçim kap›da, AKP telaflta. ‹ktidar içi mücadele t›rman›yor

AKP’nin e¤itim ve sa¤l›k politikalar› bir bir çöküyor. Emekçiye sefalet zamm› veren AKP, kent talan›n› sürdürmek için k›rk takla at›yor

‹çinde bulundu¤u kriz AKP’nin ecelini kendili¤inden getirmeyecek. Bu son, isyan eden halk›n devrimci müdahalesiyle gelecek

Çapulcular eflk›yalarla horona! Halkevleri Hopa-Kemalpafla Halk Festivali 10 yafl›nda. Kemalpafla halk› tüm çapulcular› 16–17–18 A¤ustos’taki festivale flöyle ça¤›r›yor: “Duran adam, k›rm›z›l› kad›n, defansta yard›m bekleyen jamiro, TOMA’ya kepçeyle direnen, güzel semtin delikanl› çocuklar›, Gezi’nin ressamlar›, müzisyenleri, oyuncular›, Gezi Park›’nda

kanat ç›rpan kelebe¤in, Gaz›layda yaratt›¤› f›rt›nay› isteyen duygusal çocuklar, Tomal› Hilmi’nin yi¤itleri, “Sen o biber gaz›n› kebab›ma s›k, flalgam›ma s›k, ac› bize atadan kalma” diyen Adanal› Raflo, Davulcu Vedat, biber gaz›n›n gelifline voleyle karfl›l›k veren genç, GTA’da polis döven nesil, geze geze do¤uran hamileler, do¤as›na, kentine sahip ç›kan tüm çapulcular, festivalde sahne sizin.”

S›k bakal›m, s›k bakal›m Yetmez Tayyip Erdo¤an yetmez! Kendi “yüzde 50”sinin d›fl›ndaki her birey için en az bir tane biber gaz› stokla. ‹htiyac›n olacak! SF. 3

“Murat’›n katili tafleron sistemi!” Diren Rojava, Türkiye seninle Halkevleri, Ankara’da, 7 A¤ustos’ta Rojava’daki katliam nedeniyle bir araya gelerek Kürt halk›n›n yan›nda oldu¤unu gösterdi. Haz›rlanan yard›m kolilerini Konur Sokak’ta aç›lan Rojava ile

Dayan›flma Stand›’na teslim etti. ‹stanbul’da Kad›köy Yo¤urtçu Forumu Rojava’ya destek için toplad›¤› yard›mlar› 13 A¤ustos’ta t›ra yükledi ve t›r eflli¤inde bir yürüyüfl düzenledi.

‹stanbul’un Avrupa Yakas›’naki elektrik da¤›t›m flirketi BEDAfi’ta çal›flan enerji iflçisi Murat Göçmen 6 A¤ustos’ta hayat›n› kaybetti. D‹SK Enerji-Sen üyesi Murat, ifline geri dönmek için Enerji-Sen öncülü¤ünde 2 A¤ustos günü bafllat›lan direniflteki militan iflçilerden biriydi.

Tafleron sistem ve eli kanl› Cengiz-Kolin-Limak flirketlerinin ortakl›¤› Murat’› ad›m ad›m ölüme götürdü. Ortakl›k, söz verdi¤i halde iflçilerin ücretini ödemedi. Murat 70 liras› olmad›¤› için ilac›n› alamad›. O akflam sara krizi geçirerek hayat›n› kaybetti. SF. 8

‘AKP halka hesap verecek’ Ali ‹smail Korkmaz, Medeni Y›ld›r›m, Abdullah Cömert, Ethem Sar›sülük, Mehmet Ayval›tafl’›n katilleri, Haziran ‹syan›’nda katletti¤i befl direniflçinin hesab›n› verecek...

Alp Tekin Babaç / Sayfa 8

Mahpus eme¤ini sömürmenin hazz› Leman Meral Ünal/ Sayfa 10

Tecavüze ve cinsel fliddete ‘a¤›r ceza’ m› geliyor?

AKP e¤itimi y›kt›, yapam›yor Düz liseleri ortadan kald›ran AKP, liseye kaydolacaklara “ya meslek lisesine ya imam hatipe ya da aç›k liseye” diyor. ‹lkokula bafllayacak olanlar› ise yine karma s›n›f bekliyor SF. 6


2

DİRENİŞ 15 A¤ustos 2013 / 28 A¤ustos 2013

Halk›n Sesi

BATIKENT’TE MAHALLE MECL‹SLER‹, ‹ZMiR’DE KOORD‹NASYON KURULUYOR, EYLEMLER SÜRÜYOR

D‹REN‹fi FORUMLARINDA

Söz ve karar halkın

AKP'yi sarsan direniş, forumlarda büyüyor. Forumlarda söz ve karar hakkını kullanan halk yeni örgütlenme ve mücadele deneyimlerini yaratıyor Haziran günlerinde AKP'yi sarsan isyan, forumlardan yükselen do¤rudan demokrasi deneyimleriyle sürüyor. Türkiye'nin pek çok kentinde forumlar iki ay› geride b›rakt›. Forumlarda farkl› örgütlenme deneyimleri do¤du. Taksim Dayan›flmas› örne¤inden hareketle pek çok forum kendisini Dayan›flma

olarak tarifledi. Kimi forumlar ise Meclis formunu ald›. Yap›lan tart›flmalar ›fl›¤›nda al›nan eylem-etkinlik kararlar›n›n hayata geçmesini kolaylaflt›rmak üzere komiteler olufltu. Kad›n, gençlik, e¤itim, sa¤l›k gibi konularda komisyonlar/atölyeler kuruldu. Çok say›da ayr› bölgede devam eden forumlar›n

oldu¤u baz› kentlerde, forumlar aras› iletiflimin sa¤lanmas› için koordinasyonlar oluflturuldu ya da oluflturuluyor. Halk›n kendi sorunlar›n› ifade etti¤i ve çözüm aray›fl›na giriflti¤i forumlar, direniflle birlikte halk›n söz ve karar mekanizmas› olarak geliflimini sürdürüyor.

İzmir'de forumlar ortaklaşıyor

Ankara Batıkent’te mahalle meclisleri Haziran İsyanı'nın Ankara ayağında önemli eylemlere sahne olan bir bölge de kuşkusuz Batıkent idi. Bölgenin kent merkezine uzaklığı merkezdeki eylemlere katılımlarını sınırlasa da Batıkent halkı Türkiye genelinde örnek oluşturabilecek özgün bir deneyim yarattı. 6 Temmuz'da Ethem Sarısülük Parkı'nın açılış etkinliğinde katılanlardan kayıtların alınmasıyla birlikte ise mahalle meclislerinin adımları atıldı. İlkyerleşim, Kent Koop, Batı Sitesi, Yeni Batı, Kardelen, Ergazi, Uğur Mumcu, İnönü ve Turgut Özal olmak üzere 9 bölgede mahalle meclisi kuruldu. Mahalle meclisleri, haftanın bir günü toplanma, cuma günleri de her meclisin kendi talebi ve pankartıyla yürüdüğü ortak eylemler düzenleme kararı aldı. Her meclis, aldığı kararların hayata geçirilişini kolaylaştırması amacıyla 4-6 kişilik yürütmeler oluşturdu. Yürütmelerin kendi içlerinden belirlediği temsilciler de haftanın bir günü Batıkent

Dayanışması toplantılarında bir araya gelerek meclisler arası koordinasyonun kurulmasını sağladı. Dayanışma-meclisler-yürütmelertemsilciler arasında ilk günlerde sezilen bürokratikleşme tehlikesi, yürütme ve temsilcilerin sürekli değişim içinde olması zorunluluğu ile aşıldı. Batıkent mahalle meclislerinin tartışmalarını ve etkinliklerini zenginleştiren önemli bir adım da her meclisin çatısı altında oluşturulan komisyonlar oldu. İlkyerleşim Mahallesi Meclisi Gezi Postası adlı direniş bülteninin ilk sayısını çıkardı. Kadın, Gençlik, İşçi, Eğitim, Çevre, Sağlık, Kültür-Sanat, Yayın-Bülten, DuyuruPropaganda komisyonlarında farklı gelişkinliklerde çalışma programları oluşturuldu. Muhtarların da forumlara dahil edilmesiyle meclislerin yerel yönetimler ile doğrudan ilişki kurmasının ve 2014'teki yerel seçimlerde halkın muhtarlarının meclisler içerisinden

çıkabilmesinin önü açıldı. E⁄‹T‹M HAKKI ‹Ç‹N OMUZ OMUZA Batıkent Turgut Özal Mahallesi'nde, yeni yapılan ilkokulun Milli Eğitim Bakanlığı kararıyla imam hatip ortaokulu yapılmak istenmesi üzerine Mahalle Meclisi, 1 Ağustos'taki forumda kısa vadede imza kampanyası, uzun vadede ise eylem yapma kararı aldı. Forum yürütmesinin konuyu Dayanışma toplantısına taşımasıyla birlikte, tüm forumlar 4+4+4'e karşı eğitim hakkı mücadelesini gündem yaptı. 2 Ağustos Cuma günü gerçekleştirilen ortak yürüyüş de bu konu özelinde Turgut Özal Mahallesi'ne yapıldı.

Halen 20 parkta forumların devam ettiği ve bunlara Eylül ayında yeni forumların ekleneceği İzmir, forumların kendi aralarındaki iletişiminin sağlanması ve ortak eylemetkinliklerin geliştirilmesi konusunda önemli bir deneyim elde etti. Buca, Bornova, Gültepe, Hatay, Güzelyalı, Narlıdere, Karşıyaka, Gündoğdu, Güzeltepe, Gaziemir, Bostanlı, Menemen, Yamanlar, Bayraklı'da gerçekleşen forumlar, temmuz başında ortak bir düzlemin olanaklarını aradı. Bunun üzerine forumların kendi içlerinden seçtikleri temsilciler, haftada bir gün koordinasyon toplantılarında yan yana gelmeye başladı. Koordinasyonun amacı temsilciler aracılığı ile direnişe ilişkin karar almak değil, forumlar arası iletişim kurmak. Toplantılarda paylaşılan deneyimler ve geliştirilen öneriler forumlara taşınıyor, orda tartışılıyor. Son olarak 3 Ağustos günü Gezi tutsaklarının ailelerinin

kampanyas› bafllatma, ilan panolar›na "Ali ‹smail Korkmaz'›n katilleri kim?" ilanlar› asma, kent genelinde afifl-sticer çal›flmalar› yapma kararlar›n› forumlarda ald› ve mücadele bu kararlarla sürdürüldü. Forumlarda Ali ‹smail’in katledilmesine iliflkin soruflturman›n her aflamas› gündem oldu. Eylem kararlar› al›nd›. Ali ‹smail’i unutturmayaca¤›n› söyleyen Eskiflehir halk› Hac› Bektafli Veli Park›’na direniflte yitirilenler ve Medeni Y›ld›r›m ad›na 5 fidan dikti.

MÜCADELE GÜNDEM‹: KENTSEL RANT Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından geniş alanları kentsel dönüşüm bölgesi ilan edilen İzmir'de rant politikaları tüm forumların başlıca gündem maddelerinden biri oldu. Yıkım tehdidi altındaki mahallelerde forumlara katılımın yüksek olması dikkat çekti. Narlıdere Forumu'na katılanların sayısı haftalar boyu 500'ün altına inmedi. İnciraltı Kent Ormanı'nın ranta açıldığı EXPO 2020 adaylığı da başlıca gündem maddelerindendi. Narlıdere, Güzelyalı ve Balçova'da EXPO ile ilgili çalışma grupları kuruldu, mühendis ve mimarlardan bilgiler alındı, imza kampanyası yapılması kararlaştırıldı. Üç forum 17 Ağustos'ta İnciraltı'nda çadır kurma kararı

aldı. Karaburun halkının, yarımadaya yapılmak istenen rüzgar enerji santrallerine karşı yürüttüğü çevre hakkı mücadelesi de Koordinasyon'da tartışılarak forumların gündemi haline getirildi. 15 Ağustos'ta "Çapulcu keçiler İzmir'e yürüyor" başlığıyla Karaburun'dan İzmir'e yapılacak yürüyüşe tüm forumlarda duyuruların yapılmasına karar verildi. Haziran Direnişi ile birlikte zapt edilen yasaklı meydanlardan Konak Meydanı da İzmir forumlarının bir diğer ortaklaştırdığı mücadele başlığı. Tüm forumların üzerinde uzlaştığı "Konak Meydanı'nın özgürleştirilmesi" tartışması sonucu ilerleyen haftalarda ortak eylemler düzenlenecek. Direnişte tutuklanan ve Aliağa Şakran Kadın Cezaevi'nde tutulan Elif Kaya’nın hapishanede uğradığı çıplak arama zorlaması, taciz ve darp da İzmir forumlarının gündemi haline getirilecek.

Yasakl› caddeden mahpuslara mektup

Eskiflehir forumlar›: Ali ‹smail’in katillerinin peflini b›rakm›yor Ali ‹smail Korkmaz'›n ad›n› fiili olarak Etipark'a veren, park›n ad›n›n de¤iflmesi için resmi baflvuruda bulunan Eskiflehirliler düzenli olarak Ali ‹smail Korkmaz Park› Forumu’nda bulufluyor. Eskiflehir’de ayr›ca Yenikent ve Gültepe mahallelerinde de forumlar düzenleniyor. Eskiflehir’deki forumlar Ali ‹smail’in katillerinin bulunmas› ve hesap vermesi konusunda sürdürülen mücadelenin merkezi durumunda. Ali ‹smail'in katillerinin bulunmas› için bir imza

çağrısıyla Konak'ta düzenlenen basın açıklaması ve oturma eylemine forumlardan temsilciler katıldı.

A

ntakyalılar, Hatay Valiliği tarafından bir kez daha açıklama ve eylemlere yasak hale getirilen Saray Caddesi'nde bir araya gelerek Adana Kürkçüler F Tipi

Hapishanesi'nde ki mahpus 13 direnişçiye mektup yazdı. Antakya Dayanışması'nın çağrısıyla gerçekleşen etkinlikte polis bankları tuttu, cadde girişi ve çıkışında barikat-

lar kurdu. Abdullah Cömert'in katili bulunana kadar her pazartesi Cömert'in katledildiği yerde buluşan Hatay Halkevi üyeleri de eylemlerini sürdürüyor.

‹stanbul’da forum parklar› çocuklar›n Halkevleri’nin “Okumufl ‹nsan Halk›n Yan›ndad›r” diyen Ö¤renci Kolektifleri’nin ve Gezi direniflinden gönüllülerin kat›l›m› ile gerçeklefltirilen Halkevleri Yaz Okullar› bu y›l direnifle uygun biçimde bitti. Mahal-

le flenliklerinin ard›ndan Bak›rköy, Kad›köy ve Befliktafl’ta bölge flenlikleri yap›ld›. Befliktafl Abbasa¤a Park› ve Kad›köy Yo¤urtçu Park› yaz okulu çocuklar›n›n etkinlik ve gösterilerine ev sahipli¤i yapt›.


3

GÜNDEM 15 Ağustos 2013 / 28 Ağustos 2013

Halk›n Sesi

ES KİŞEHİR H A LKININ ELİ K ATİLLERİN YA K ASIN A

Direniş evlatlarını unutmuyor ÖZGE OZAN

E

skişehir halkı 19 yaşındaki üniversite öğrencisi direnişçi Ali İsmail Korkmaz’ın katillerinin peşini bırakmıyor. Görüntüler saklandı, Vali polisi korudu, ama halk vazgeçmedi. Ali İsmail Korkmaz’ın ölümüne ilişkin soruşturmada biri polis dört kişi tutuklandı. Eskişehir kararlı. Katiller bu defa “kurtarılamayacak” Mücadele tüm sorumlular hesap verene kadar sürecek. Komada kaldığı 38 gün boyunca Eskişehir halkı “Diren Ali” sloganlarıyla hastane önüne yaptığı yürüyüşlerle Ali İsmail’i yalnız bırakmamış, saldırganların yakalanmasını direnişin gündemi haline getirmişti. Ali İsmail’in yaşamını kaybettiği 10 Temmuz günü tüm Türkiye’de direnişçiler bir kez daha sokakları “Katiller hesap verecek” sloganları ile doldurdu. Eskişehir direnişi için ise yeni bir dönem başladı. Eskişehir halkı bir yandan forumlarla, parklara isim vererek, adına fidanlar dikip, çocuk şenlikleri düzenleyerek, üniversitesinde kütüphane kurmayı hedefleyerek Ali İsmail’i yaşatırken mücadele-

nin temel gündemi katillerin yakalanması ve hesap vermesi oldu. Ali İsmail’in katillerinden hesap sorma mücadelesi, aynı zamanda polisin bir daha pusu kurarak, sivil faşistlerle el birliği ederek başka Ali’leri katletmesini ve devletin tetikçilerini kollayıp katliamlarını örtbas etmesini engellemek için veriliyor.

merkezinde, adliye önünde, üniversitede yaptıkları eylemlerle katiller hesap verene kadar sokakta olacaklarını gösterdi. Kentin dört bir yanına ilanlar, afişler asıldı, pullamalar yapıldı. Halk “Katilleri istiyoruz” dedi. Vazgeçmedi. Direniş ilk sonucu aldı. Görüntüler gizlenemedi, “süpheliler” ortaya çıktı.

VALİ ÖRTBAS ETMEK İSTEDİ, HALK İZİN VERMEDİ Ali İsmail’in hastaneye yatırılmasının ardından tanıkların “Ali İsmail’i Harman Ekmek Fırını’nın sokağında polisler dövdü” ifadeleri Vali tarafından yok sayıldı. Ortada hiçbir görüntü olmadığı iddia edildi. Üstelik Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna “Kesinlikle bunu yapan Türk polisi değil. Orada birtakım kişiler tabii ki darp olayını yapıyorlar. Hatta aldığımız duyumlara göre kendi arkadaşlarına bile zarar verip ‘bunu polis yaptı’ süsü vermeye çalışan gruplar oldu” diyerek suçu Ali İsmail’in arkadaşlarına atmaya çalıştı. Ancak Eskişehir halkı AKP Valisi’nin suçu örtbas etmesine izin vermedi. Avukatlar deliller topladı. Eskişehir halkı ve üniversiteli arkadaşları Ali İsmail’in katledildiği yerde, kent

“POLİS BİZE TALİMAT VERDİ: KAÇAN GÖSTERİCİLERİ TUTUN” Ali İsmail’in dövülerek komaya sokulduğu 2 Haziran’dan neredeyse 2 ay sonra kasten silinmiş görüntüler ortaya çıktı. Polis görüntüleri toplamış Ali İsmail’in dövüldüğü zaman aralığı silinmişti, görüntüler Savcılığın kayıtları gönderdiği Jandarma kriminalde açığa çıktı. Ali İsmail’in öldürülmesinin doğrudan polis organizasyonu olduğu ortadaydı. Üstelik dövülen yalnız Ali İsmail değildi. Çok sayıda direnişçiye benzer pusular atılmıştı. Eskişehir halkı katiller yakalanmadan ve sorumlular hesap vermeden bu davanın kapanmayacağını ilan etti, eylemlerde Vali’nin istifa etmesi istendi. Harman Ekmek Fırını sahibi İsmail Koyuncu görüntülerin açığa

çıkmasından sonra polislerin kendilerine “Kaçan eylemcileri tutun” talimatı verdiğini itiraf etti. Eskişehir Valisi ise polisin Ali’nin katledilmesini doğrudan yönlendirdiği pusu kurduğu ve Ali’yi dövdüğü görüntülerle açığa çıkmasına rağmen "Biz bunu polis yapmadı demiştik. Yine o sözümüzün arkasındayız. Burada ağırlıklı olarak sivil kişiler işin içinde" diyerek “devlet geleneğini” sürdürdü. Polisi korumaya, Ali’nin katledilmesini “münferit hadise” diye tanımlayıp “Suçu devlete atmak isteyenler var” diyerek direnişçileri suçlamaya devam etti. Eskişehir halkının direnişi sonucu Ali İsmail Korkmaz’ı kasten öldürdükleri iddiasıyla Eskişehir Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nde çalışan polis Mevlüt Sağalman, Korkmaz’ı polisle birlikte dövenlerden Harman Ekmek Fırını’nın sahibi İsmail Koyuncu, amcasının oğlu Ramazan Korkmaz ve eniştesi Muhammed Vatansever 'kasten adam öldürmek’ suçlaması ile tutuklandı. “Tüm sorumlular hesap verecek” diyen Eskişehir halkının mücadelesi bu defa katillerin “kurtarılmasına” izin vermeyecek.

İktidarın direniş korkusu sürüyor D

irenişi bastıramayan, Ramazan’ı istediği gibi kullanamayan AKP bayramı da “direniş sendromu” ile bitirdi. Erdoğan, bayramın ilk günü Gezi Parkı protestolarının yeniden başlama ihtimaline ilişkin bir soruya "Güvenlik güçleriyle gereken cevap neyse bu cevabı, haddini bilmeyenlere haddini bildirir" diye yanıt vererek direnişçileri yine operasyonlarla ve polis şiddetiyle tehdit etti. Erdoğan aynı konuşmada “Bun-

ların hiçbirisinin özgürlük arayışı olmadığı çok açık net ortadadır.” dedi ve “Neyiniz eksik?” diye sordu. Erdoğan’a ilk yanıtı Haziran İsyanı’nda çocuklarını kaybeden aileler verdi: “Evlatlarımız eksik”. TEHDİTLER BİTMİYOR, DİRENİŞE SÖKMÜYOR İktidarın “önleyici stratejisi” gereği sürekli hedef göstererek baskı altına almaya çalıştığı tribünler ve üniversiteler bayramda Gençlik ve

Spor Bakanı Suat Kılıç’ın gündemindeydi. Kılıç, Zaman gazetesine verdiği röportajda "Taraftar gruplarının arasına birileri sızmak isterlerse burası muz cumhuriyeti değil. 30 senedir terörle mücadele eden bir devletiz. Bir-iki yaşanır. Üçüncü de kontrol altına alınır” diyerek taraftara karşı devletin kirli “terörle mücadele” deneyiminin devreye sokulabileceğini ilan etti. Suat Kılıç’ın tehditleri tribünlerle sınırlı kalmadı.

Kılıç üniversitelileri de "Kimse hayatını karartmasın. Geçmişine sabıka kaydı düşürmesin" sözleri ile tehdit etti. Tehditlere yanıt tribünlerde atılan “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganlarıyla gelirken Kılıç gelen yoğun tepki üzerine “kimseyi tehdit etmiyorum, sevgiyle her sorunu çözeriz” diyerek çark etti. Üniversiteliler ise henüz üniversiteler açılmadan “üniversitemizde katil polise yer yok” kampanyasını başlatarak Kılıç’a cevap verdi.

Sık bakalım, sık bakalım! ir bayram klasiği daha yaşanıyor. Tayyip Erdoğan yine ortalarda yok. Doğal olarak ilk akla gelen sağlık sorunları. Bilindiği gibi başbakanın ciddi fiziksel problemleri mevcut. İki kere bağırsaklarından ameliyat oldu, uzun bir süre torbayla dolaştı. Hatta bir keresinde arabanın içinde bayılmıştı da balyozla camı kırıp zor kurtarmışlardı. Tüm bunlarla birlikte Haziran isyanının yarattığı psikolojik sorunları da eklemek gerek. Eklenecek konular içinde Suriye konusunda Kürtlerle masaya oturmak zorunda kalışı ve Fethullah’ın on bir maddelik bildiri gibi savunması da var. Hatta durum o kadar ciddi ki yuhalanmadan izleyebileceği tek büyük derbi maça bile gitmedi. Anlayacağınız çok ciddi fiziksel ve psikolojik problemleri olan bir başbakan(ımız) var. Ancak hastalık bir yana sık sık ortadan kaybolmayı zaten alışkanlık haline getirmişti. Bu gözlerden uzak kalış dönemlerinde dini teamüllerden (inzivaya çekilme) ziyade ya birtakım ciddi planlar yapılıyor ya da meşruluğu olmayan birtakım şahsiyetlerle doğrudan görüşmeler gerçekleşiyordu. Kuşkusuz bu alışkanlık bu sefer de değişmemiştir. Önümüzdeki günlerde sonuçlarını görürüz. Her ayrıntıyla doğrudan ilgilenmeyen bir Tayyip Erdoğan olmasa ne olurdu AKP’nin hali? Büyük ihtimalle kafası kopartılmış tavuk görüntüsüyle karşılaşırdık. Ki bu kısa dönem bile bir nebze yaşanmasına vesile oldu. Ayarsızlar ordusu AKP’de her konuşan “açık verdi”. Tayyip Erdoğan’ın baş akıl hocası yani başdanışmanı Yalçın Akdoğan Gezi olaylarını değerlendirdi; “Gezi Parkı protestolarıyla yaşanan türbülans geride kaldı. “Gezi, AK Parti için yalnızlaştıran, güven sarsan, içe kapatan, moral bozan bir etki yapmadı. Aksine bir canlanma ve toparlanmaya sebep

B

oldu” ifadesini kullandı. Aslında söylediği gerçekti ama tersten; “Gezi, AK Parti için yalnızlaştıran, güven sarsan, içe kapatan, moral bozan bir etki yaptı.” Mehmet Ali Şahin ile İstanbul Valisi Avni Mutlu valiliğin yetki sınırları konusunda kavgaya tutuştu; valiler mahkeme içinin düzenine karışamazlarmış (ne büyük hassasiyet). AKP’nin geleceği düşünülerek yatırım yapılan genç şahsiyeti Suat Kılıç, Kayseri’deki Süper Kupa maçını fırsat bilip tüm taraftarları (çok) korkuttu; “Futbol taraftarı arasına siyasi nifak sokanlar, bedelini öder”, “30 senedir terörle mücadele eden bir devletiz. Bir-iki yaşanır. Üçüncüsünde kontrol altına alınır”, “Çağrım şu: Kimse hayatını karartmasın, geçmişine sabıka kaydı düşürmesin”. Bu cümleleri kurduktan sonra da “ben kimseyi tehdit etmedim” deme aymazlığını bile sergiledi. Ancak Kayseri Emniyet Müdürü derbi maçın hangi sloganla örgütlendiğini açıklıyordu; “sloganımız ‘boğazdan esen rüzgarlar Erciyes’te son bulacak’ şeklindeydi”. (Göreceğiz bakalım nerede son bulacak). En son bomba (şimdilik) İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’tan, Gezi olaylarını kimlerin planladığını biliyormuş, “Şubat ayında yapılan bir toplantının kayıtları elimde” diyor. Belediye Başkanı mısın, İstihbarat Daire Başkanı mı? Belediye başkanları ne zamandan beri dinleme aletleri koydurur oldu? En akıllınız beri gelsin, Bülent Arınç bile daha iki yıl önce şen şakrak söylediği şarkıyı, içinde “rakı” geçiyor diye, söylenmesini istememiş. Sonraki açıklaması daha da komik; esprisini anlamamışlar! Aydın Boysan bu espriyi yapsa anlaşılır da Arınç yapınca kafalar karışıyor doğal olarak. Kısacası her olağan dışı durum bu ayarsızların ayarını iyice kaçırmakta. Ancak bildikleri, ezberledikleri konularda Erdoğansız hareket edebiliyorlar.

Ergenekon cezaları söz konusu olunca (Tayyip doğru düzgün bir tutum belirtmediği için) hepsi birden “daha yargılama süreci bitmedi, Yargıtay’ı beklemek lazım” nakaratını sergilediler. Yani neredeyse meşruiyetlerini bağladıkları bir davayı bile sahiplenmekten kaçındılar. Üstelik o dava ki sadece AKP’ye karşı icraatlara ceza yağdırmıştı. Halka karşı işlenen suçlar AKP için cezalandırılacak suçlar kategorisine girmiyor. (Eğer girseydi, kendisi halka karşı suç işlemeye ve işletmeye nasıl devam edebilirdi!). Bu ülkedeki herkes artık açık bir biçimde biliyor ki AKP Ergenekon, Balyoz gibi davaları kullanarak kendi kontrgerilla örgütünü (elbette ki emperyalist ilişkiler doğrultusunda) inşa etti. Böyle olmasına karşın yani Silivri’de yargılananlar AKP karşıtı faaliyetlerinden dolayı ve asıl olarak da devletin yeniden yapılandırıldığı bir iktidar kavgasının kaybedenleri olarak cezalandırılmalarına karşın devrimciler, demokratlar bu şahsiyetlerin çağrılarına kulak verip Silivri’nin yollarını aşındırmalı mı? Elbette ki hayır. Bu şahsiyetlerin AKP karşıtı olmaları halkın özgürlük, demokrasi ve hak mücadelesinin yanında oldukları anlamı taşımıyor. Hala önemli bir kısmının boynunda (Veli Küçük, Levent Ersöz, Doğu Perincek, v.s.) halk düşmanı, devrimci düşmanı yaftası asılı. Bunlar bu suçlardan nedamet getirip, özeleştiri verdiler de haberimiz mi olmadı? Silivri’de yargılananlardan hala demokratım, solcuyum diyenler de demokratlara çağrı yapmayı bırakıp ilk önce çok açık bir biçimde bu şahsiyetlerden ayrışmalı ve onlara karşı bir “temizlenme harekatını” içerden başlatmalılar. Silivri’den nemalanacaklarını düşünen solcularımız da unutmamalıdır ki tarih sadece gün içinde yazılıp ertesi gün unutulan bir dönem değil, bugün için mantıklı gelen reel tutumlar yarın halka hesabı verile-

meyecek politik hatalar olarak karşılarına çıkabilir!? AKP, Ergenekon davasını “bilmedim, görmedim, duymadım” şeklinde geçirebilir ancak kendi koalisyonunun içinden gelen sesleri aynı biçimde artık geçiştiremiyor. FettullahTayyip gerilimi (çatışması değil) artık kapalı kapılar ardında sürmekten çıkıp herkesin gözü önünde yaşanır olmaya başladı. Bunun, safların ayrıştırıldığı siyasi bir kavgaya dönüşmesi elbette beklenmemeli. Çünkü gerilimin asıl nedeni ideolojik, siyasi bir farklılık değil, pastadan alınacak payın ebadı. Zaten yazılan onca yazının özünde de bu var. Fettullah çevresi asıl olarak “temsildeki adaletsizlik, güç zehirlenmesi ve devlet kibri”nden dem vururken, Tayyip cephesinin sözcüleri ki bunlardan makbul olanı Bülent Arınç, “hikmeti hükümete karışmak doğru değil” diyor. Bu gerilimin sertleşmesinin nedeni kuşkusuz içinde bulunulan dönem. “Hizmet hareketi” kendilerine verilen hizmetten memnun değil. Üç seçimlik dönemi kapsayan rant hesaplarını ve kadro paylaşımını beğenmiyorlar. Erdoğan cephesinin pasta paylaşımında karşı tarafın payını ufaltma girişimi ise Haziran İsyanı sonrasında hem kendi tarafına daha çok pay dağıtma ihtiyacından hem de Fethullah’ın bu kadar kısa sürede yapacak bir şeyinin olmadığını bilmenin rahatlığından kaynaklanıyor. Tayyip Erdoğan, pastanın ufaldığının da farkında. Hem yaklaşan ekonomik kriz hem de uluslararası olanakların daralması fiziki ve psikolojik rahatsızlığının nedenlerini arttırıyor olsa gerek. O çok övündüğü Ortadoğu halklarının sevilen lideri olma iddiası da Lübnan’da kaçırılan iki THY pilotu ile birlikte, artık kullanılamaz oldu. Mısır’da oynadığı bütün ganyanlar yattı.

Mursi taraftarlarına daha doğrusu Müslüman Kardeşlere savaş ilan eden askeri rejim ilk gün itibariyle yüzlerce kişiyi öldürdü. İç savaşa ilerleyen Mısır’da AKP hangi politikayı ne kadar süre ile izleyecek? AKP sayesinde Türkiye, neredeyse dünyadaki bütün iç savaşların bir tarafı haline geldi! AKP iktidarını sıkıştıran müzmin konu Kürtler ise AKP’nin yakın komşularla olan dış politika planlarını altüst etmiş durumda. PYD’nin Suriye iç savaşında elde ettiği pozisyon artık Rusya ve ABD dahil olmak üzere göz ardı edilemeyecek duruma geldi. (Rusya, İran ve Çin de PYD ile görüşüyor). AKP’nin hesaplarında olmayan bu denge değişimi hızla politika değişimini de beraberinde getirdi. Abdullah Öcalan’ın fotoğrafını cep telefonunun ekranında taşıyan PYD lideri ile iki kez, toplamda dört kez (resmi) görüşmek ve onlara “El-Nusra cephesine yardım etmedikleri” garantisini (sözle bile olsa büyük adım) vermek zorunda kaldılar. Artık Kürt siyasi hareketi ile pazarlıklar Suriye’yi daha kapsamlı bir şekilde içine alarak ilerleyecek. Ancak görünen odur ki Esad’ın ve Rusya’nın eli AKP’den çok daha güçlü. AKP’nin elinde ise Suriyeli Kürtlere vereceği neredeyse hiçbir şey yok, sadece Türkiyeli Kürtlere vaat ettiği yeni anayasa ve demokratikleşme paketi mevcut. Yeni anayasa maddeleri kör topal ilerliyor ve bir sonuca ulaşması mucizelere bağlı, büyük bir ihtimalle de Tayyip Erdoğan’ın son adımda çevireceği yeni dolaplarla farklı bir noktada son bulacak. Aylardır konuşulan demokratikleşme paketi –ki bu kaçıncısı oldu sayılamıyor- ise oyalama taktikleri ile ötelenmekte. Ama her halükarda beklentileri karşılamayacağı ve her pakette olduğu gibi AKP lehine yeni avantajların yer alacağı bir paket olacak. Şimdiden kamuoyunun hazır hale getirildiği madde; kamuda

türbanın serbest olacağı. Böylece türbanlı belediye başkanlarının, bu olmasa bile mutlaka türbanlı milletvekili adaylarının ortalıkta boy göstereceği bir gelecek vaadi mevcut. Bayram tatilinin ve ağustos sıcağının rehaveti çok kısa zamanda yerini sonbaharın yoğun gündemlerine bırakacak. Şimdilik gazetecilere yönelik ayıklama sürüyor, ligler ve eğitim dönemi başlamadan tehditler yükseliyor. Her taraftara bir polis, her öğrenciye bir imam AKP’nin en ideal çözümü ama heyhat!.. Elinde araç olarak sadece çekici olan kişi her sorunu çivi gibi görürmüş, Tayyip Erdoğan misali. AKP iktidarının bol vaadin yanında baskı ve şiddetten başka halka verebileceği bir şey yok. Bunun içinde kolları sıvamış durumdalar. Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla Emniyet Genel Müdürlüğü’ne “acil ihtiyaçların giderilmesi” için 44 milyon liralık ek ödenek gönderildi. (Zaten ayrılmış olan bütçe yetmemiş olacak ki). 32 milyonluk kısmı Kalkınma Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı’ndan 12 milyon liralık kısmı da Başbakanlık Örtülü Ödeneği’nden. Bu paralarla 43 TOMA, 12 akrep, zırhlı otobüsler, kasklar, kalkanlar ve coplar alınacak. Bir de elbette biber gazı... 400 bin adet biber gazı ise örtülü ödenekten gönderilen parayla alınacakmış. Bilindiği gibi 2013 yılı için 2 milyar liralık örtülü ödenek Başbakana ayrılmış durumda, (2012’de ise Erdoğan örtülü ödenekten, 1 milyar 169 milyon lira harcamıştı) ve hesabının sorulmaması anayasal güvence altında. Hatırlanacağı gibi eski başbakanlardan Tansu Çiller, kendisine ayrılan örtülü ödeneğin önemli bir kısmını Selçuk Parsadan adlı dolandırıcıya kaptırmıştı. Bu seferki ise silah tüccarlarına… Yetmez Tayyip Erdoğan yetmez! Kendi “yüzde 50”nin dışındaki her birey için en az bir tane biber gazı stokla. İhtiyacın olacak!


4

GÜNDEM 15 Ağustos 2013 / 28 Ağustos 2013

Halk›n Sesi

C EM A AT T EN

A KP’Y E:

SER Z ENİŞ,

ÖZÜR,

T EHDİT

Mümin kardeşlerin dalaşı büyüyor AKP ile cemaat arasında 7 Şubat 2012’de MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın gözaltına alımak istenmesi sonucu gözle görünür hale gelen iktidar içi kavga üçlü seçim süreci yaklaştıkça büyüyor ÖZGE OZAN

C

emaat ve AKP arasındaki gerilim Today’s Zaman gazetesinde Orhan Kemal Cengiz imzası ile yayınlanan “Erdoğan iktidardan nasıl düşer” başlıklı yazı ve yazının ardından sosyal medyada AKP’liler tarafından örgütlenen “Zaman kendine gel” başlıklı kampanya ile iyice su yüzüne çıktı. Başta Star, Yeni Şafak ve Zaman’da yer alan köşe yazılarında karşılıklı suçlamalarla devam eden gerilimde “oy oranları”na “cemaatin siyaseti belirlemesi”ne ve “iktidara yönelik desteğin mutlak olmadığı”na dair vurgular özel bir uzlaşma oluşmadığı taktirde yerel seçimlerin bu kapışmanın derinleşeceği bir zemin oluşturacağını gösteriyor. Gerilimin bu noktaya sıçramasında AKP’nin cemaat kadrolarının tasfiyesine yönelik adımlarının önemli bir etken oluşturduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın yayımladığı “hizmet hareketine yönelik iddialara yanıt” mahiyetindeki açıklamasında görüldü. Cemaatin vakfı açıklamasında açıkça “Hizmet’e yakın olduğu iddia edilen yargı mensuplarının tasfiye edildiği kamuoyu bilgisi dahilindedir” diye yazdı. Bürokratik katmanlarda kendilerine yönelik fişleme, tasfiye etme ve dışlama amacının hukuk ve demokrasi dışı olduğunu söyleyerek sürecin devam ettiğini vurguladı.

GEZ‹ D‹REN‹fi‹ SONRASI “ELEfiT‹R‹DEN RESTLEfiMEYE” Cemaat, iktidar içi gerilimde Erdoğan’ın Cemaat’le ilişkili sermaye gruplarına yönelmesi ihtimaline dönük “önleyici strateji” izliyor. Cengiz’in yazısında Koç grubuna yönelik operasyon “Böyle bir göz-

dağı hiçbir şartta kabul edilemez” denerek eleştirildi. Cengiz aynı yazıda yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara’da AKP içindeki muhalif kanattan çıkacak ikinci bir adayın “Erdoğan’ın düşürülmesi” için hızlı bir yol açacağını yazdı. Yerel seçimlere yönelik bu vurgu ve harekete yakın isimlerin bazı aday adaylarını hedef alan karşı propagandaları Gülen hareketinin yerel seçimlerde AKP’den beklentilerine dönük pazarlıkların sert geçeceğini gösteriyor. Cemaat, polemiklerin sürdüğü yazılarda AKP içi muhalefetteki ve seçimlerdeki etkisinin altını çiziyor, AKP’ye yönelik desteğinin kalıcı olmayabileceğini ısrarla vurguluyor.

KAPIfiMADA AKP’N‹N YUMUfiAK KARNI DIfi POL‹T‹KA VE EKONOM‹ Today’s Zaman’ın da yazarı olan Sabah Ombudsmanı Yavuz Baydar’ın, Gezi haberleri nedeniyle gazetesini eleştirdiği için işinden atılmasıyla birlikte, doğrudan Cemaat’in sesi sayılan başka yazarlar da polemiklerde sürekli rol almaya başladı. Geçtiğimiz ay boyunca İhsan Dağı ve Abdullah Bilici’nin AKP dış politikasını açıktan eleştiren yazıları Zaman gazetesinde yayımlanmıştı. Bilici “Türkiye'ye Ortadoğu dersleri” başlığı attığı yazısında hükümeti, örnek aldığı Osmanlı'nın her şeyi karıştıran acemi torunu olmakla suçlamıştı. İhsan Dağı ise “Dünün Kemalist-sekülerist iktidarları bile Ortadoğu’da bu kadar yalnızlaşmamışlardı, çünkü Ortadoğu’nun iç çatışmalarına bu kadar batmamışlardı” diyerek açıkça iktidarı eleştirmişti. Dağı “Anadolu Kaplanları rahatsız” başlıklı bir diğer yazısında ise asıl olarak cemaat-

le ilişkili sermaye çevreleri üzerinden AKP’ye yüklendi. AKP’yi iktidara taşıyan harekette “Anadolu kaplanlarının” rolüne dikkat çekilen yazıda Dağı “İdeolojik, hayalperest, maceracı dış politikanın” Anadolu Kaplanları’nda istikrar ve rekabet güçlerinin ortadan kalkacağı korkusu yarattığını yazdı. Anadolu Kaplanları derken ne kastettiğini ise “Üretmek ve dünyaya satmak yerine bir zamanlar dışlandıkları devlet ihaleleriyle büyüyenlerden söz etmiyorum, onlar zaten artık kaplan değil, ‘ev kedisi’ oldular” diyerek açıklayan Dağı, AKP Cemaat geriliminde en önemli eksenlerden birinin “ihale ve rant paylaşımı” olduğunu birkez daha açık etti. Dağı “Kendilerini devletin de, yurttaşların da sahibi sananlar herkesi devletlerine, davalarına, yani kendilerine hizmetle yükümlü sanıyorlar” diyerek AKP’yi eleştirirken yine desteğin sınırsız ve mutlak olmadığının altını çizdi.

CEMAAT S‹YASET‹N ‹Ç‹NDE O-L-A-C-A-K Zaman yazarı Ali Bulaç ise üst üste cemaat-siyaset ilişkisi üzerine yazılar yazarak polemiğe katıldı. Özellikle iktidar çevrelerinde “yeni vesayet” olarak cemaati hedef gösterenlere gönderme yapan Bulaç “Cemaat yapılarının siyasetle ilişkisi radikal kopuş veya red temelinde şekillenmiş değildir” diye yazdı. Bulaç cemaatleri siyaset dışı gören anlayışı eleştirirken “Bir fikrin veya dini cemaatin referansı ‘din’dir diye siyasi fikir beyanının engellenmesi veya sistem dışı tutulması, ‘dinin kendisinin doğası gereği zararlı, kötü şey’ olduğu anlamına gelir. Bu hem özcülüktür hem dine karşı işlenebilecek en büyük suç ve günahtır” diyerek Cemaat’in iktidar siyaseti üzerindeki etkisini emniyet ve

yargıda attığı adımlarla sınırlamaya çalışan AKP’yi “günah işlemekle” suçladı. Cemaatlerin siyaseti sivilleştirdiğini yazan Bulaç açıkça AKP’ye “cemaatler olmasaydı askerden kurtulamazdınız” dedi. AKP’yi kastederek “siz cemaatsiniz, oy verdiniz, orada durun; siyasi işler, yasa çıkarmak ve yürütmek bize aittir diyorlar” diye yazan Bulaç “Temsildeki adaletsizlik, güç zehirlenmesi, devlet kibri”nden bahsederek AKP’nin bu tutumla toplumsal desteğini ve zor kazandığı iktidarını kaybedebileceğini yazdı.

HER HÜKÜMETLE ÇALIfiIRIZ, fiOVALYELER G‹DER B‹Z KALIRIZ Zaman gazetesinde cemaatin doğrudan sözcüsü olarak

görülen Hüseyin Gülerce ise yazdığı yazılarda Cemaat’in tüm hükümetlerle uyumlu olabildiğini ifade ederek cemaatin AKP’ye mecbur olmadığını ima ederken, 'cemaat'e karşı hukuksuzluk ve haksızlık yapılırsa, bundan da hükümet ve bütün ülke zarar görür" diye ekledi. AKP iktidarının cemaate yönelik olası operasyonlarının kendisine zarar vereceğini vurgulamış oldu. Zaman Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ise köşe yazılarında alevlenen gerilimle ilgili son noktayı “Yahu siz çekilin bir aradan” yazısı ile koydu eninde sonunda AKP ile başbaşa kalacaklarını ifade etti. Yazıda bugün AKP’nin önemli kadroları olan ya da cemaate karşı yazı yazan isimlerin “secerelerini

bildikleri” vurgulayıp aba altından sopa gösterdi. Dumanlı Cemaat’in kendi kitlesinin AKP’ye oy verip vermemesini denetleyemeyeceği iddialarına da “böyle palavralara gerek yok” diyerek yanıt verdi.

HER DÖNEMDE ‹KT‹DARIN ADAMI BARLAS DEVREDE Cemaat-AKP geriliminin gözle görünür olmasında Gülen hakkında Soros benzetmesini gündeme getiren Mehmet Barlas’ın yazıları önemli rol oynadı. Barlas, Cemaat yazarlarının iktidara yönelik açık ya da örtük tehditleri arttırması üzerine devam ettiği yazılarında kimsenin gücünü abartmaması gerektiğini yazdı. “Bazen koşullar ve

farklı zamanlar kişileri de, toplulukları da kendilerini olduğundan öteye güç sahibi olduklarına inandırabilir. Hatta bazen kendilerini devlet içinde devlet zannedenler de görülebilir... Gerçek gücün sahibi öfkeleninceye kadar bu gösteri devam da edebilir. Oysa biraz aklı olan gerçek güçlüye 'Ben olmasam senin halin fenadır' diye asla meydan okumaz" diyerek cemaatin bu tavrının AKP iktidarında karşılık göreceğini yazdı. Barlas AKP’de Cemaat’in kendini olduğundan daha güçlü gösterdiği tartışmalarına ve MİT krizinde, emniyetteki tasfiyelerde ve yargıdaki yeni düzenlemelerde AKP operasyonları karşısında geri adım atmasına gönderme yaptı.

‘Ergenekona’ ceza, kontgerillaya koruma

Unutmadık! Ergenekon operasyonu 2007 yaz›nda bafllad›. 25 Temmuz 2008’de aç›klanan 1.Ergenekon ‹ddianamesi’nde ise Ergenekon’la ilgili örgütün varl›¤›n› ve flemas›n› oluflturan, yönetici ve üyelerini içeren istihbarat raporunun, 2003’te Baflbakan’a verildi¤i resmen aç›kland›. Ergenekon davas›n› “darbeci odaklarla/kontrgerilla ile mücadele” olarak sunmaya çal›flan liberallerin tezlerini temellendirdi¤i Mersin bayrak yakma provokasyonu, milliyetçi k›flk›rtmalar, linç giriflimleri, Dan›fltay bask›n›, fiemdinli bombalamalar›, Rahip Santoro cinayeti, Hrant Dink suikasti, Cumhuriyet gazetesine yönelik bombalamalar ve Malatya’da üç H›ristiyan’›n katledilmesi gibi olaylar Erdo¤an’›n bu istihbarata sahip oldu¤u y›llarda yafland›. M‹T ve polis tüm bu cinayet ve operasyonlar› engellemek için ad›m atmad›¤› gibi Hrant Dink suikastinde rol oynoyon döne-

min ‹stanbul Valisi Muammer Güler, eski Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ve Trabzon eski Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek örneklerinde oldu¤u gibi yarg› süreçlerinde de Cemaat ve AKP iliflkilerine dokunulmad›. Ergenekon operasyonlar›n›n zamanlamas› kritikti. ‹ktidara geldi¤i dönemden bafllayarak iktidar çat›flmas›n›n içinde kurucu ad›mlar atan AKP için 2007’nin ikinci yar›s›nda gerçekleflecek cumhurbaflkanl›¤› seçimi önemli bir eflikti. Egemenler içinde AKP karfl›t› odaklar›n mevzileri olan YÖK’ü ve Anayasa Mahkemesi’ni kimin yönetece¤i de buna ba¤l› olarak flekillenecekti. 2007 Nisan ay›nda AKP karfl›t› egemenler aras› güç savafl›na bel ba¤layan laik-ulusalc› yüz binlerin kat›ld›¤› Cumhuriyet Mitingleri patlak verdi. 24 Nisan’da Abdullah Gül Cumhurbaflkan› aday› olarak gösterildi. 27 Nisan’da ise Genelkurmay’›n internet sitesinde, daha sonra e-muht›ra diye an›lacak olan bir bildiri yay›mland›. Bu bildirinin sorumlulu¤u dönemin Genelkurmay Baflkan› Yaflar Büyükan›t’›n üzerindeydi. Ancak 4 May›s’ta, Erdo¤an ile Büyükan›t aras›nda ünlü Dolmabahçe görüflmesi gerçekleflti. Bu görüflme arkas›ndan yaflananlar as›l olarak Büyükan›t’›n iflin içinden s›yr›ld›¤› bir mutabakat›n orada sa¤land›¤›n› gösterdi. Haziran ay›nda Ergenekon operasyonu bafllad›. Büyükan›t bu operasyona dahil edilmedi.

deki tahakkümünü pekiştirmek için operasyonel olarak kullandı.

5

Ağustos’ta Ergenekon davası ağırlaştırılmış müebbete varan cezalarla sonuçlandı. Dava sonuçları ise başta İlker Başbuğ’un aldığı müebbet hapis cezası olmak üzere yoğunlukla cezaların “hakkaniyeti” üzerinden ve hukuksal açıdan tartışıldı. Oysa Haziran İsyanı ile sarsılan AKP’nin, Kürt sorunu, ekonomi, dış politikada yaşadığı kriz üzerine devlet içi mücadelenin kaybedenlerine kestiği bu cezalar hiç şaşırtıcı değildi. Yargıyı, inşa ettiği iktidar merkezinin operasyonel aygıtı olarak kullanan AKP kendi krizi derinleşirken bu cezalarla “eski hasımlarına” hareket alanı açmayacağı mesajını verdi. Ergenekon davası politik bir dava olarak başladı. Öyle de sonuçlandı. AKP, neoliberal yeni sömürgecilik politikalarına göre “devleti dönüştürmek” konusunda üstlendiği rolde bu dönüşüme uyumsuz öğelerin tasfiyesini Ergenekon davası üzerinden ilerletmişti. AKP’nin amacı, kendisinin ve AKP iktidarına meşruluk kazandırmak için Ergenekon davasını ısrarla “darbeye karşı demokrasi mücadelesi” olarak sunan liberallerin iddialarının aksine ne kontrgerillayı sorgulamak ne de hesap sormaktı. Kontrgerillanın yeni

araçlarla donatılarak ama yine emperyalist merkeze bağlı biçimde yeniden düzenlendiği AKP iktidarı döneminde Ergenekon davası “hesap sormayı değil” kontrgerillayı korumayı amaçlıyordu. Bu durum davanın seyri boyunca ve verilen cezalarla birkez daha kanıtlandı. Aralarında başta Kürt halkına karşı kirli savaşta işlenen suçlar, katliamlar, faili meçhuller olmak üzere ülke tarihine damgasını vuran kanlı kontrgerilla eylemlerinin örgütçüsü isimlerin de bulunduğu sanıklar halka karşı işledikleri suçlardan değil, “hükümete karşı işledikleri suçlardan” ceza aldı. Bu aynı zamanda yargılanan isimlerin gerçek suçlarının örtülmesine hatta “hukuksuzlukları”

temel alan eleştiri yöntemi ile masumlaştırılmalarına yol açtı. Tetikçiler korundu. Eylemlerinden dolayı ceza almadı. Kontrgerilla bulanıklaştırılırken ucu NATO’ya ulaşan örgütlenmenin ve işlediği suçların üzeri örtüldü.

5 YILDA TARAFLAfiAN TARAFLAfiANA AKP 2007 yazında başlayan Ergenekon davası ve onunla paralel ilerleyen diğer torba davalar (Oda Tv, Balyoz vb) ile yıllar boyunca devlet ve onun çekirdeğindeki kontrgerilla aygıtının yeni döneme uyum sağlayamayan kesimlerinin tasfiyesini muhalefeti baskı altına alma süreciyle iç içe geçirdi. Bu yıllar boyunca

AKP açısından davanın politik hedefinin sorgulanması ya da Ergenekon davasını bir biçimde eleştirmek “darbecilikle” suçlanmak için yeter gerekçe haline getirildi. Her Ergenekon dalgasına Kürt halkına yönelik yeni KCK operasyonları eşlik etti. AKP “torba davaları” ve sosyalist hareketin/toplumsal muhalefetin tüm kesimlerine yayılan politik polis operasyonlarını muhalefeti bastırmak için temel yöntem haline getirdi. Kontrgerillanın “devlet içi çeteye” indirgendiği bu yıllarda solun tarihi dahi karalanmaya çalışıldı. Neoliberal gerici faşist bir iktidara yani AKP’ye karşı olmak “darbeciliğe/ulusalcılığa” bağlandı. AKP bu dava süreçlerini halk üzerin-

AKP “ÜZGÜN”, SÜREÇ DEVAM ED‹YOR! Dava sonrasında Başbakan danışmanı Yalçın Akdoğan dava sonuçlarını “Türkiye, tarihinin en büyük hukuki hesaplaşmasını başardı” ve askeri darbeler bu kararla topyekûn mahkûm edildi” sözleri ile yorumladı. Abdullah Gül, İlker Başbuğ için üzgün olduğunu, Erdoğan ise daha önce dile getirdiği “Genelkurmay başkanına terör örgütü lideri diyeni tarih affetmez” kanaatinin arkasında olduğunu söyledi. AKP’lilerin bir yandan dava sonuçlarını zafer olarak sunması diğer yandan ise “yargı sürecinin tamamlanmadığını” söyleyerek “umut vermeye” devam etmesi Ergenekon davasının üçlü seçim süreci boyunca iktidar için yerine göre kullanılacağını gösteriyor. Ergenekon davası üzerinden başlayan “genel af” tartışması ve Kürt hareketinin demokratikleşme taleplerinin AKP’liler tarafından “asker içerdeyken halk nasıl karşılar” ezberiyle yanıtlanması davanın yeni bir oyalama stratejisinin aracı haline getirileceğini de gösteriyor.


5

DÜNYA 15 A¤ustos 2013 / 28 A¤ustos 2013

Halk›n Sesi

A K P ‹ fi B ‹ R L‹ KÇ ‹ L‹ ⁄ ‹ N A ⁄ I R B E D E L‹ Y L E K A R fi I K A R fi I YA

Elde var El Kaide AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

K

ısa süre öncesine kadar Ortadoğu’yu emperyalist sistemle bütünleştirme yolunda bölgenin yeni iktidarları ile ABD arasındaki ideal köprü olarak sunulan AKP’nin, şimdi etrafında başka dost kalmaması pahasına El Kaide ile içli dışlı olması en yakınları tarafından bile eleştiriliyor.

KA‹DEC‹ KÖPRÜSÜ Ermenistan, Kıbrıs gibi kronik sorunlarda herhangi bir ilerleme kaydedilememesi bir yana, mezhepçi politikası nedeniyle İran, Irak ve Suriye yönetimleriyle arası açılan AKP, Kürt sorununda somut bir ilerleme sağlamadığı için bütün güney sınırını da çatışma hattına çevirmiş durumda. AKP onlarca ülkeye vizesiz geçiş sağlamakla övünedursun, Türkiye’ye gelen gidenler arasında son dönemde en çok El Kaide militanları öne çıkıyor. Bir zamanlar ekonomik avantaj olarak AKP’nin başarı hanesine yazılan Ortadoğu ile ticaret durma noktasında; tabii, “Libya-TürkiyeSuriye” hattında işleyen cihatçı ve silah ticareti sayılmazsa… Temmuz ayında CHP’li vekil Ö. Süha Aldan, Ahmet Davutoğlu’na yönelik bir soru önergesi sunmuştu: “Taliban ve El-Kaide gibi örgütlere mensup on bin militanın, ABD'nin ve Türkiye'nin katkısı ile Afganistan ve Pakistan'dan alınarak, Suriye'ye getirildiği doğru mudur?” Davutoğlu, soruyu yanıtladı ancak bu iddiayı yalanlamadı. Aynı dönemde Suriye Kürtleri, Türkiye sınırından geçen El Nusra (El Kaide’nin Suriye kolu) militanlarının TC damgalı pasaportlarının görüntülerini basına verdi. Taraf gazetesinin Politik İslam’ın kalesi Fatih Çarşamba’da Türk El

El Kaide’ye davetiye çıkaran mezhepçi ve savaş kışkırtıcısı siyaset, bölgeye emperyalizmin çıkarları doğrultusunda müdahale etme stratejisinin ürünüydü

Kaidecilerle yaptığı röportaj ise sorunun Türkiye’nin kıyısında değil kalbinde yer ettiğini ortaya koydu. Türk El Kaide’ciler Taraf’a Kuzey Afrika’dan, Kafkasya’dan ve Afganistan’dan gelen cihatçıların İstanbul’da konakladığını, istihbarat ve güvenlik güçlerinin bilgisi dahilinde Suriye sınırından geçirildiğini, Suriye’ye gidenlerin savaşıp geri döndüğünü anlattı. KATL‹AMA AÇILAN KAPILAR Ağustos ayında El Kaide

bağlantılı çetelerin Rojava’da (Suriye Kürdistanı) Kürtlere, Lazkiye’de de Arap Alevilerine karşı katliamları hız kesmeden sürdü. Türkiye’yi geçiş hattı olarak kullanan uluslararası cihatçı gruplar Alevilere ve PYD liderliğindeki Kürtlere karşı katliamlarını askeri başarı olarak kavkazcenter.com gibi yayınlarında açıklamaya başladı. Suriye politikasını mezhepçi ve ırkçı bir temelde kuran AKP’den Kürtlere ve Alevilere yönelik bu katliamlara herhangi bir eleştiri

gelmedi. Üstelik bu sessizliği suç ortaklığının bir göstergesi saymak için fazlasıyla kanıt vardı. Cihatçıların kontrolünde olmayan sınır kapılarını kapatarak, cihatçı saldırılarından kaçan Suriye yurttaşlarını ve cihatçı olmayan yaralıları Türkiye’ye kabul etmeyen AKP, kapıları katliama açıyordu. Ağustos ayı başında Antakya’nın Harbiye, Urfa’nın Ceylanpınar ilçelerinde elektrik kesintileri yaşandı. Bölge halkı elektrik kesintileri sırasında Suriye konvoyların

geçiş yaptığı iddialarını gündeme getirdi. Sınır ilçelerindeki cihatçı kampları zaten gizlenmiyordu. Bu iddialar İHD ve CHP tarafından raporlaştırıldı. İzleyen günlerde El Kaide, Lazkiye’ye ve Rojava’ya tank dahil ağır silahlarla desteklenmiş kalabalık gruplar eşliğinde saldırarak yüzlerce kişiyi katletti. Arap basını silahların Libya’dan İskenderun limanına getirildiği ve Türkiye üzerinden Suriye’ye geçirildiği iddialarını yazdı. Aynı günlerde “Suriyeli muhalifler” gazetelere

AKP’ye teşekkür ilanları verdi. AKP’nin sessizliği sürerken 10 Ağustos’ta Sezgin Tanrıkulu, Tayyip Erdoğan’a yönelik bir soru önergesi sundu: “El Nusra ismiyle bilinen El Kaide uzantılı çeteye mühimmat ve lojistik destek sağladığınıza dair iddialar doğru mudur? Bu iddialar doğru ise neden sessiz kalıyorsunuz?” Erdoğan, iddiaları yalanlamadı. El Kaide şimdi bütün Ortadoğu rejimlerince ve ABD tarafından düşman bilinen, destekçilerini hedef almaktan çekinmeyen, Türkiye’ye yönelik kanlı eylemlere de girişmiş bir örgüt. Mevcut durumda da AKP açısından büyük bir risk ifade ediyor. KAN VAR, PEK‹ YA KÂR Pek çokları 2009’a kadar sürdürülen görece barışçı politikadan bu noktaya gelinmesini, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ihtirasına ve ideolojik takıntılarına bağlamaya çalışıyor. Ne var ki El Kaide’ye davetiye çıkaran mezhepçi ve savaş kışkırtıcısı siyaset, Arap halk hareketlerinin patlak vermesinin ardından Ortadoğu’da değişim kaçınılmaz olunca, bölgeye ABD emperyalizminin çıkarları doğrultusunda müdahale etme ve işbirlikçi bir Sünni ekseni yaratma stratejisinin ürünüydü. Bu strateji başarılı olsa ve çıkarlar tatmin edilse, AKP yine egemenlerin takdirini toplayabilirdi. Ancak Ortadoğu’daki sınıfsal ve ulusal karşı koyuşlar sonucu bu strateji iflas etti ve AKP kendisini bu yola itenlerce dahi eleştiriliyor. Düştüğü kanlı batakta El Kaide belasıyla baş başa kalan AKP, sonunu getirecek asıl eleştirinin, Gezi rüzgarı ile süreklilik içinde Alevileri ve Kürtleri bir arada kapsayan birleşik bir halk muhalefetinden geleceğini çok iyi biliyor.

PYD artık uluslararası aktör

Lübnan-AKP: Örtülü savaş, açık yenilgi

T

ürkiye, AKP’nin Suriye politikası nedeniyle Lübnan Şiilerinin de düşmanlığını kazandı. Gerilim iki THY pilotunun kaçırılmasının ardından doruk noktasına çıktı. Mayıs 2012’de 11 Şii hacının İran’dan dönerken Suriye’nin Türkiye sınırına yakın Azez bölgesinde, AKP destekli çetelerce kaçırılmasından bu yana, Lübnan’da Türkiye’yi hedef alan pek çok protesto eylemi yapıldı. AKP ile Hizbullah, Suriye’de karşıt kamplarda açıktan saf tutarken rehine krizinin devam etmesi gerilimi tırmandırdı ve son olarak 9 Ağustos’ta iki THY pilotu kaçırıldı. Şii hacılar İran’dan dönerken Suriye’de sınıra yakın Azez’de kaçırılmıştı. Ahmet Davutoğlu sıcağı sıcağına rehineleri serbest bıraktırma vaadinde bulunsa da bu vaat yerine getirilemedi. Ancak Lübnanlılar kaçırma olayının Türkiye himayesinde gerçekleştiğini düşünüyordu ve müzakerelerin AKP iktidarı aracılığıyla sürdürülmesi de bu düşünceyi pekiştirdi. Eylül 2012’de, Şii hacıların serbest kalması talebiyle bir Türk ile bir grup Suriyeli muhalif kaçırıldı. Bunun üzerine 2 rehine serbest bırakılırken, diğer rehinelerden birinin bombardımanlar sırasında yaşamını yitirdiği iddia edildi. İki THY pilotunun 9 Ağustos Cuma günü Lübnan’da kaçırılması üzerine, Türkiye’nin Lübnan’da BM Barış Gücü UNIFIL kapsamında görev yapan 280 askerinin geri çekileceği açıklandı.

Suriye’de çat›flmalar›n t›rmand›¤› 19 Temmuz 2012’de PYD liderli¤inde özyönetimler kurarak ata¤a geçen Suriye Kürtleri art›k Ortado¤u dengelerindeki kritik rolleri nedeniyle uluslararas› bir aktör olarak kabul görüyor. Geçen bir y›l içinde siyasal kurumsallaflmas›n› ilerleterek, ikinci bir Kürdistan yönetiminin temellerini atan PYD, AKP’nin El Kaide ve Barzani ile iflbirli¤i içinde yürüttü¤ü sald›r› siyasetine karfl› ‹ran, Rusya ve

Avrupa nezdinde Suriye Kürtlerini temsil eden meflru siyasal muhatap olarak kabul görüyor. AKP’nin bir yandan sald›r›rken bir yandan da PYD lideri Salih Müslim’i görüflmeye davet etmesinin arkas›nda bu gerçeklik yat›yor. Müslim’i Suriye Kürtlerinin temsilcisi olarak kabul edip görüflen ‹ran ve Fransa yönetimlerinin bu temas›, PYD-El Kaide çat›flmalar›n›n dorukta oldu¤u bir dönemde gerçekleflmesi nedeniyle de önem tafl›yor.

Her iki ülkenin de Suriye’de ç›karlar› var ve El Kaide ile halihaz›rda çat›flma halindeler. PYD en az›ndan bu konuda iki ülkenin potansiyel deste¤ine sahip. Öte yandan Rusya, Kürtlere yönelik El Kaide katliamlar›n› aç›ktan k›nay›p BM’ye tafl›may› gündeme getirerek önemli bir hamle yapm›fl oldu. Rusya PYD’nin Suriye’nin gelece¤inin belirlenece¤i Cenevre konferans›nda da temsil edilmesini savunuyor.

Kürtlere karşı katliam ittifakı Ceylanpınar karşısındaki Kürt kenti Serekaniye’de El Kaide çetelerinin saldırılarına karşı kendini koruyan halk, çetelere Türkiye üzerinden silah, cephane ve erzak yardımı yapıldığını bildiriyor. Suriye Kürtleri AKP, El Kaide ve Barzani ortaklığı ile karşı karşıya. Üç gerici gücü bir araya getiren temel nokta ise PYD liderliğindeki laik, demokratik ve sosyal kurumsallaşma. El Kaide’ye bağlı çetelerin Türkiye-Suriye sınırındaki ve Halep içindeki Kürt yerleşimlerine saldırıları sürüyor. Çeteler AKP iktidarı tarafından Beşar Esad yönetimine ve Suriye Kürtlerine karşı destekleniyor.

Türkiye’de konaklamaları, silah, lojistik destek ve eğitim almaları ve sınırdan çift taraflı geçiş yapmalarına izin verilen çeteler yalnızca Suriye’de yaşayanları değil, sınırın bu tarafında yaşayanları da tehdit ediyor. Urfa’nın Ceylanpınar ilçesinde çatışmalar nedeniyle çok sayıda can kaybı yaşandı. AKP, El Kaide bağlantılı grupları desteklerken, Barzani liderliğindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi de sınırları kapata-

rak Suriye Kürtlerinin PYD liderliğindeki özyönetimlerini yalnızlaştırma ve destek çabalarını engelleme politikası izliyor. Barzani, Suriye Kürdistanı’ndan kendisine yakın siyasi partilerin toplumsal bir tabanı bulunmamasına karşın peşmerge güçlerini bölgeye yönlendirerek siyasi etkinlik kazanmak istemişti. PYD, bunu

bir dış müdahale olarak değerlendirip peşmergeleri geri çevirince Barzani de kapıları kapatma yoluna gitti. Serekaniye (Resulayn) bölgesinde çete saldırılarına karşı direnişi sürdüren Kürt milislerinin komutanlarından Zagros, çetelere Türkiye üzerinden Til Ebyad ve Aziziye bölgelerinden silah, cephane ve gıda yardımı gönderildiğini söyledi. Her türlü saldırıya karşılık verebilecek güçleri olduğunu kaydeden Zagros, “Bir tarafımızda Türkiye var, bir tarafta çeteler var. Bölgesel Kürt Hükümeti de sınırları kapatmış. Biz irademizle savaşıyoruz. Ancak halkın insani yardıma ihtiyacı var” dedi.

Batı’dan doğan güneş

S

uriye Kürdistan’ı yerine kullanılan Rojava sözcüğü Kürtçede “Batı” demek. Rojava ile de “Batı Kürdistan” kastediliyor. Şimdilerde devletleşme yolunda önemli başlangıç adımları atan Batı’yı, halihazırda devletleşmiş Güney’den (Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi) ayıran bazı temel farklar var. Barzani aşireti liderliğindeki Güney, varlığını emperyalist müdahaleye borçlu bir aşiret yapısı üzerine kurulu. Güney’de seçimler ve parlamentoyla oluşturulan biçimsel demokrasiye rağmen, yönetimin özünü aşiret yapısı oluşturuyor. Petrol zenginliğine dayalı servet halkın ortak zenginliği olarak değil aşiret liderlerinin aile zenginliği olarak değerlendiriliyor. Kadının toplumsal hayattaki rolü ise son derece sınırlı. Batı’da ise bir emperyalist güç ya da bölge gücü desteğiyle değil halkın özgücü ile oluşturulmuş özyönetimler var. Bu özyönetimler yine içinde kadın milislerinin de bulunduğu silahlı halk güçleri tarafından korunuyor. Özyönetimlerin ilk yasal düzenlemeleri başlık parası, berdel ve çok eşliliği yasaklamak gibi kadının toplumsal rolünü ilerleten müdahaleler oldu. Rojava, gerici saldırıların ortasında kana batan bir coğrafyada, halkların özgücüyle laik, demokratik, sosyal bir toplumun inşa edilebileceğini gösteren bir umudu temsil ediyor. 17 Ağustos’ta patlak veren El Kaide saldırılarının YPG’ye bağlı bir kadın milis grubuna düzenlenmiş olması çok


SAĞLIK EĞİTİM

6

15 A¤ustos 2013 / 28 A¤ustos 2013

Halk›n Sesi

Üç senede çöken tam gün yasası izindeki “doktorları geri çağırın” dedi.

MURAT DURAL

T

am Gün Yasası 2010’da yasalaştık- TAM GÜN GELDI, DOKTORLAR GITTI tan sonra aşama aşama çöktü. Uygulama üniversitelerde önemli Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kayıplara yol açtı. AKP’nin hekimleri uzun kararlarıyla iptal edilmesine rağmen Kasaatlerde ve performans kriterleriyle nun Hükmünde Kararname ile “çalışma güvencesiz çalıştırma planı tutmadı. Sayısı yasağı” sınırlamaları tekrar yürürlüğe so85’e varan ve laboratuvar dahil birçok kuldu, ancak Temmuz 2013’te uyeksiği bulunan tıp fakülgulamanın sonuna gelindi. telerinde öğrenci sayısı Tam Gün Tam Gün Yasası, kamu artarken akademisyenK›saca kamu kurulufllar›nda hastanelerindeki doktorler azaldı. AKP, tıp ların ikinci bir yerde fakültesi sayılarıyla çal›flan hekimlerin sadece kamuda çalışmasını yasaklayaövünürken birçok çal›flmas›, ek ifl yapmamas›, muayenehane rak tartışmalara seüniversitede açmamas› olarak tan›mlan›yor. Yasadaki “Tam bep olmuş, bu hühekim açığı küm Anayasa Mah- gün” kavram› 8 saatlik tam zamanl› çal›flma süre- oluştu. İstanbul kemesi ve Danıştay si de¤il. TTB’nin 2009 y›l›nda ç›kard›¤› raporun- Üniversitesi Tıp tarafından bozulmuş, Fakültesi'nde da belirtildi¤i üzere “Tasar›n›n tam gün 2011’de çıkan KHK çalışmak için uzun anlay›fl› hekimi kamu ya da özelde (e¤er süreli izine ayrılan ile tekrar yasalaştırılmıştı. Muayenehanesi akademisyenlerin mümkün olsa) günde 24 saat olan doktorların tıp fakültesayısı 270’i buluyordu. çal›flt›rmakt›r.” Tıp fakültelerini tercih lerinde hastalara “el sürememesi” sonucunda çoğu doktor izne ederek tam gün mesai yapan ayrılarak sadece özel hizmet vermeye başhekimler de performans ve hasta başı lamıştı. Anayasa Mahkemesi’nin 2012 sepuan sistemiyle ek gelir elde etmeye nesinde bu hükümleri iptal etmesi ve çalıştı. Performans sistemi araştırma Temmuz 2013’te iptalin yürürlüğe girmeçalışmalarını aksattı. Uygulama, hekimleri siyle uygulama ortadan kalktı. YÖK, ünide, asistanları da, hastaları da mağdur etti. versite rektörlüklerine talimat vererek AKP'nin “tam gün”ü hekimler arasında

eşitsizlik oluşturdı: Kendi fakültesinde ameliyat yapamayan doktor muayenehanesinde ya da özel hastanede ameliyat yapabiliyordu. Tıp fakültelerinde tam gün çalışan ve ek işi olup fakültede hasta bakamayan hekimler arasında gelir farkı oluştu. Asistanların, muayenehaneleri olan hekimlerin uygulamalı ders verememesi nedeniyle eğitimleri aksadı. Hastaların sürekli tedavi gördükleri hekimlerin tıp fakültelerinden uzaklaşması sonucu tedaviler yarım kaldı. Tam Gün Yasası’nın uygulanamazlığı bizzat Tayyip Erdoğan tarafından kanıtlanmıştı. 2011 Kasımı’nda Tayyip Erdoğan’ın, Marmara Üni- Ali Çerkezo¤lu versitesi Hastanesi’nde “Tam Gün” yasasını çiğneyerek muayenehanesi olan profesöre ameliyat olması tartışma yaratmıştı. TAM GÜN HALK YARARINA OLMALI Konu ile ilgili Halkın Sesi’ne görüşlerini açıklayan İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu, AKP’nin Tam Gün Yasası’nın zaten sahte olduğunu ve sonunda da çöktüğünü belirtti. Uygulama-

daki sorunların aynı zamanda neoliberal sağlık anlayışının çöktüğüne işaret ettiğini söyleyen Çerkezoğlu, hekimlerin ve halkın ortak çıkarlarını gözeten bir tam gün çalışma sistemi uygulanması gerektiğini söyledi. “TTB olarak 30 senedir insan sağlığını ve hekimlerin insanca çalışmasını temel alan bir tam gün uygulamasını savunuyoruz. Sermaye değil kamu sağlığı desteklenmeli. Performans ve puanlama sistemi olmadan güvenceli iş koşullarında çalışan, yeterince ücret alan hekimlerin tam gün süreyle kamu hastanelerinde çalışmalarında sorun kalmayacaktır.” “AKP’nin sağlık sistemi, özel hastanelerin teşvik edilmesi, hastanın müşteri haline gelmesi demektir” diyen Çerkezoğlu, tam gün uygulaması ile de piyasa koşullarında güvencesiz ve esnek doktor çalıştırmak isteyen AKP’nin bunu beceremediğini belirtti. Çerkezoğlu, doktorların özel hastanelere ve muayenehanelere itildiğini, doğal olarak piyasa beklentileri ile hekim beklentilerinin uyuşmadığını dile getirdi.

Sağlık Bakanlığı için boş vaat vakti Sa¤l›k Bakan› Mehmet Müezzino¤lu, tam gün uygulamas›n›n art›k ifllememesi sorununu ekim ay›nda ç›karacaklar› bir yasayla çözeceklerini söylerken, yasan›n

EĞİTİMDE I Diyarbakır Milli Eğitim Müdürlüğü, 15 Mayıs’ta Eğitim Sen'in çağrısıyla düzenlenen “Ana Dil Günü”nde kendi branşlarında 1 saat Kürtçe ders veren öğretmenler hakkında idari soruşturma başlattı. I Milli Eğitim Bakanlığı, öğretmenlerin “öğrenim özrü” gerekçesiyle yer değişikliği talebinde bulunma hakkını kaldırdı. Öğretmenler artık, “bilimsel hazırlık, yabancı dil hazırlık ve yüksek lisans veya doktora eğitimi” alabilmek için tayin talep edemeyecek, eğitim gördükleri yükseköğrenim kurumunun olduğu kente de atanamayacak. I Mardin Artuklu Üniversitesi Kürdoloji Bölümü ilk mezunlarını verdi. Mezun olan 500 öğretmen adayının MEB bünyesinde çalışabilmesi için henüz bir adım atılmış değil. I 5 Haziran'da Eğitim Sen'in çağrısıyla Gezi direnişini büyütmek için yapılan iş bırakma eylemine katılan Marmara Üniversitesi'nden 11, Tunceli Üniversitesi'nden 4 akademisyen hakkında soruşturma başlatıldı. I YÖK, Türkiye’deki üniver-

sitelere denk olarak kabul ettiği yabancı üniversitelerin listesini açıkladı. Açıklanan listede, Mısır ulemalarının eğitim verdiği şeriat üniversitesi El Ezher'in yanı sıra Sudan, İran ve Arabistan'daki İslam Üniversiteleri de bulunuyor. I Samsun'da 1962 yılında Devrim Ortaokulu olarak eğitim hayatına başlayan ve daha sonra 100. Yıl Lisesi ismini alan okul imam hatip lisesine dönüştürüldü. İmam hatip açılışlarıyla ünlü AKP Samsun Milletvekili Cemal Yılmaz Demir açılış konuşmasında “Kamuoyunda sanki sadece imam hatiplerle ilgileniyormuşum gibi bir izlenim var, aksine tüm eğitim kurumlarıyla ilgilenmeye çalışıyorum” dedi. I Ankara'da Mamak Yunus Büyükkuşoğlu Anadolu Lisesi'nde hakkında şikayet üzerine soruşturma yürütülen müdür yardımcısı kendisini şikayet edenin ve soruşturmayı yürütenin Alevi olduğunu söyleyerek şikayette bulundu. Müdür yardımcısının şikayeti üzerine okula gelen 2 bakanlık müfettişi öğretmen ve müfettişin “Alevi olup olmadığını” sordu.

içeri¤ine iliflkin bir aç›klama yapmad›. Müezzino¤lu, aile hekimlerinin acilde 30 saate varan nöbet uygulamas›na de¤inmezken acil servislerde nöbet tutanlar için yüzde 50 zam verecekleri vaadinde bulundu.

Göreve geldi¤inden beri “büyük projeler” üretmesiyle bilinen bakan son olarak da, tüm sorunlar›n a¤ustos-eylül aylar›nda masaya oturularak çözülece¤ini vaat etti.

Sağlıkta dönüşüm masalı bitti: Aile hekimleri isyanda

A

KP'nin sağlıkta dönüşüm programıyla getirdiği, 2005 yılında uygulanmaya başlayan aile hekimliği sistemi çatırdıyor. Aile hekimliği, “koruyucu sağlık” prensibiyle işleyen sağlık ocaklarının kapatılmasıyla birlikte devreye sokuldu. Aile hekimlerinin performans sistemiyle çalışması hastayı müşteriye dönüştürdü. Ailemizin hekimleri olarak sunulan ama özel muayeneler gibi işleyen sistem, güvencesiz çalışma koşulları nedeniyle çökme noktasına geldi. Aile hekimleri 19 Temmuz’da yürürlüğe giren “acil servislerde nöbet tutma” kararına tepki gösteriyor. Sağlıkta dönüşüme başta destek veren Aile Hekimleri Federasyonu bile, dönüşümün yarattığı kriz nedeniyle sokağa çıkıyor. Federasyon şimdi bütün şehirlerde nöbet uygulamasına karşı eylem çağrısı yapıyor. Antalya, Kocaeli, Antep, Urfa gibi birçok şehirde “Nöbete hayır” eylemleri düzenlendi. Mersin'deki basın açıklamasında aile hekimleri, süper kahramanlar olmadıklarını, haftalık 70 saatin üzerinde çalışmanın kabul edilemez olduğunu söyledi.

AKP eğitimi yıktı, yapamıyor Düz liseleri ortadan kaldıran AKP, liseye kaydolacaklara “ya meslek lisesine ya imam hatipe ya da açık liseye” diyor. İlkokula başlayacak olanları ise yine karma sınıf bekliyor LEMAN MERAL ÜNAL

O

kulların açılmasına bir aydan az kaldı. SBS sonuçlarına göre açıkta kalan 574 bin 9. sınıf öğrencisi için yeni bir kart ortaya atan AKP, açık liseleri bir seçenekmiş gibi sunuyor. Konuyla ilgili açıklama yapan Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürü Ercan Türk, açık liselerin örgün eğitimle eş tutulduğunu söyleyerek seçeneklerin imam hatip ve meslek lisesi ile sınırlı olmadığını iddia etti, açık liseleri işaret etti. AKP'nin eğitim bilimcilere, öğretmenlere, öğrencilere ve ailelere danışmadan “12 yıllık zorunlu eğitim getiriyoruz” diyerek meşrulaştırmaya çalıştığı 4+4+4'te, düz liseler ortadan kaldırılmış, öğrenciler imam hatip, meslek lisesi ve özel okul kıskacına alınmıştı. Çocuk işçi ve çocuk gelin sayısının artacağının habercisi olan açık liseler, 4+4+4 eğitim sisteminden önce tali durumda iken, özellikle son 1 yılda açık liselere devam eden öğrenci sayısı ciddi şekilde arttı. Örgün eğitim dışına çıkarak, sadece sınavlara girerek diploma sahibi yapan açık liseler AKP açı-

sından oldukça cazip. Öğrencilerin bu liselere yönelmesiyle hem kamunun yükü azalıyor, hem işsizlik oranı gizleniyor, hem de okullaşma oranı istatistiksel olarak yükseliyor.

neden olan 4+4+4 eğitim sisteminde 1. sınıf öğrencileri için bir düzenleme yapılamamasının nedenlerinden biri de okullarda yeterli derslik olmaması.

Y‹NE FARKLI YAfiLAR AYNI SINIFTA 1 milyon 863 bin 230 öğrencinin birinci sınıfa kaydedildiği bu yıl, geçen yıl olduğu gibi farklı yaş gruplarından öğrenciler hem birinci hem ikinci sınıfa devam edecek. İlk kez uygulandığı 2012-2013 eğitim öğretim yılında yoğun tepkilere

SBS B‹R VAR B‹R YOK 8. sınıfa geçen öğrenciler için de başka bir belirsizlik söz konusu. Daha önce pek çok kez gündeme getirilen lise giriş sınavlarının kaldırılacağına ilişkin yapılan açıklamalarda henüz hayata geçmiş bir şey yok. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı 3 Temmuz'da yaptığı açıkla-

mada, “SBS gelecek yıldan itibaren yok. Bu sınavlardan bazılarını Bakanlık olarak biz yapalım” dese de aradan geçen bir buçuk ayda tek bir adım dahi atılmadı. İktidar içi çekişmelerde sıkça bir argüman olarak kullanılan dershanelerin kapatılması meselesi de belirsizliklerden biri. Temmuz ayının başında dershanelerin özel okullara dönüştürüleceğini söyleyen Avcı velilere de çocuklarını dershanelere kaydettirmek için acele etmemelerini salık vermişti. 13 Ağustos'ta yaptığı açıklamada, dershanelerin ocak ayından beri kayıt aldığını söylese de meclisin açılmasıyla birlikte buraların özel okullara dönüştürümesinin önünün açılacağını belirtti. Dershaneye kayıt yaptıran on binlerce öğrenci düşünüldüğünde, mağduriyetlerin yaşanacağını görmek çok da zor değil. AKP'nin elinde yapboz tahtasına dönen, 4+4+4 ile gericilik ve piyasacılıkta zirve yapan eğitim sisteminin halka vaat ettiği tek bir şey dahi yok. Eğitimde tam anlamıyla krizde olan AKP'yi eğitim hakkı mücadelesinin yükseleceği bir yıl bekliyor.


KENT ÇEVRE

7

15 A¤ustos 2013 / 28 A¤ustos 2013

Halk›n Sesi

‘Çevreci anlayış’la kent yağması

ÖZEN TAÇYILDIZ

İ

stanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Kadir Topbaş, bayramın hemen öncesinde elinde bir tapuyla kameraların karşısına geçti. Zeytinburnu’nda Çırpıcı Çayırı olarak bilinen 500 bin metrekarelik bölgede park yapılacağını müjdeleyen Topbaş, bölgede satışa çıkan bir alanı “keş ödeme yaparak” belediye mülkiyetine almıştı. Bu alan için “İstanbulluların oldu” diyordu. Gezi Parkı’nın yerine bina, beton, inşaat, kışla, AVM diye tutturan AKP’nin bizlere park yapma sevdası nereden icap etmişti, söylendiği gibi Gezi’nin bir kazanımı mıydı gerçekten? Cevabı baştan söyleyelim: AKP’nin izlediği neoliberal politikalar ve sırtını yasladığı inşaat sermayesi açısından kentsel rant paylaşımı yaşamsal önem taşıyor. Bu yağma AKP için vazgeçilmez. Ancak Gezi Direnişi’yle sarsılan iktidar, yaşam alanlarını yağmaladığı inşaat projelerine halkın gözünde meşruiyet oluşturma ihtiyacı duyuyor. Bu yüzden bir taraftan yükselen muhalefeti ezmeye gayret ederken, bir taraftan da “çevreci”yi oynuyor. ‹NfiAAT V‹NÇLER‹NE BA⁄LI EKONOM‹ Kentsel rantın üretimi ve paylaşımında aktif rol oynayan AKP, ülkeyi dev bir şantiyeye dönüştürmüş durumda. Siyasi projeler

İnşaat ekonomisine sırtını yaslayan AKP, Gezi direnişiyle iktidarı sarsılınca yeni bir “vizyon” geliştirdi. “Yeşilciyiz”, “çevreciyiz” demeden inşaatlarını anlatamaz oldu olarak sunduğu projeler bile nihayetinde inşaat projeleri: 3. havaalanı, 3. köprü, Kanal İstanbul, Haliçport… “Büyüyen Türkiye”nin ekonomisi memleketin her yerinden sallanan inşaat vinçlerine bağlı. İmar “hak”ları, ihale ayrıcalıklarıyla yağma kolaylaştırılırken kamu kaynaklarıyla yapılan altyapı yatırımları ve çevresel düzenlemelerle de kentsel rant arttırılarak halka değil sermayeye hizmet ediliyor. İşte, şehir parkı vaadiyle gündeme gelen Zeytinburnu… Deprem riski nedeniyle kentsel dönüşüm projelerinin pilot bölgesi ilan edilmişti. Ancak daha ilk etapta, bölgede üst gelir grupları için lüks konutlar yapıldı. Üstelik “depreme dayanıksız binalardan kurtarılacağı” iddia edilen Sümer Mahallesi halkı için ayrılan alana... Sümer Mahallesi halkına yol görünürken, lüks konut projesini destekleyecek yatırımlar devreye girdi. İBB’nin açıklamasına göre içinde altyapı ve çevresel düzenlemelerin de olduğu bölgeye dönük yatırımların 20042009 dönemindeki tutarı 800 milyon TL. Sermaye için rant değeri artırılan Zeytinburnu, bölgede konut projesi olanlardan Ali Ağaoğlu’nca “satış kabiliyeti çok yüksek bir bölge” olarak tarif ediliyor.

‹STANBULLUYA DE⁄‹L TAM‹NCE’YE Bir diğer örnek de kısa süre önce ihalesi yapılan Haliçport. Tarihi Haliç Tersanesi yerine bölgede iki yat limanı, 5 yıldızlı iki otel, dükkanlar, restoranlar, kongre-kültür merkezleri, sinema-eğlence tesisleri, cami ve otopark yapılacak. Bölgeyi bütünüyle dönüştürecek bir proje yapılıyor ama ihaleyi alan “Erdoğan’ın adamı, aşığı” Fettah Tamince bile ne olacağının pek farkında değil. “Hazır olan bir projemiz yok. Ama çizimlerimiz var” diyen Tamince, finansmanın kredisi için de şartlara bakacaklarını ifade ediyor. AKP, proje öncesinde “hazırlıklarını yapmıştı.” “İstanbulluya hizmet” diye sunduğu kamusal yatırımla bölgede rantı arttırmıştı. Örnek, Haliç’i temizleyecek tünel. 2009’da proje ilk başladığında Topbaş, Boğaz’dan tünelle Haliç’e temiz su aktarılması halinde ekolojik parametrelerin yükseleceğini, böylece “yeni yaşam imkan ve fırsatları”nın ortaya çıkacağını söylemişti. Geçtiğimiz ekim ayında faaliyete geçen tünelin açılışında Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ise “Haliç'in çevresindeki arazilerin değerinin 20, evlerin değerinin ise 5 kat arttığını” söyledi.

Aynı açılışta Erdoğan da, Haliç’ten çıkarılan çamurların borularla götürüldüğü Eyüp’te eski taş ocağı alanı üzerinde büyük bir eğlence merkezinin müjdesini (!) vermişti. İBB’ye ait arazide yap-işlet-devret modeliyle yapılan Vialand Eğlence Parkı’nı 26 Mayıs’ta açtı. “Temalı park, AVM, gösteri merkezi ve şehir parkını bir arada sunan farklı konseptiyle dünyada bir ilk” olarak tanıtılan bu parkın giriş ücreti 44 ve 55 TL. Bölgede yaşayan yoksul halk bu parka nasıl girecek derseniz Topbaş onu da düşündü: “Biz Vialand’da çalışacak insanların bu çevreden olmasını istedik. Bu açıdan da Vialand sosyal bir proje olarak göze çarpıyor.” ZEYT‹NBURNU’NDA ÇEVREC‹ ÇAMLICA’DA DOZERC‹ Mimarlar Odası İstanbul Şubesi ise “büyük resme” dikat çekiyor. Mimarlar Odası, ihaleye karşı açacakları davada projenin, Okmeydanı kentsel dönüşüm projesinin denize açılan kapısı olduğunu ve zamanla Kasımpaşa’yı da içine alarak Galataport ile bütünleştirilmesinin amaçlandığını belirtiyor. Kaderin cilvesi, Topbaş’ın İstanbullulara

tapu müjdesi verdiği gün, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, davası devam eden ve doğrudan Erdoğan’ın projesi olan Çamlıca Cami’nin temellerini attı. Mimar ve Şehir Plancıları Odaları İstanbul Şubeleri, kamuya açık olması gereken alanın özel kullanıma açılmasına ve ihtiyaca bakılmaksızın cami yapılmasına karşı dava açmışlardı. Birkaç gün sonra ise Çamlıca projelerinin bir yenisi daha geldi, muhtemelen cami projesine ek olarak Etiler-Üsküdar (Çamlıca) arasında saatte 6 bin yolcu taşıyacak teleferik projesiyle ilgili çalışmalar büyük ölçüde tamamlanmış ve Topbaş’a da sunulmuştu. Tabi halkın bundan haberi yoktu. BÖYLE OLUR AKP’N‹N ÇEVREC‹L‹⁄‹ Çamlıca Cami’nin temel töreninde Bayraktar, alanın tamamının yeşillendirileceğinden, caminin “çevreci bir anlayışla dizayn edileceği”nden bahsetti. AKP, Gezi’den sonra “yeşil”, “çevreci” demeden inşaatlarını anlatamaz oldu. Yine Erdoğan da belediye başkanlığı döneminden itibaren İstanbul’a ne çok ağaç diktiğinden, yol kenarlarını ne çok çiçeklendirdiğinden bahsedip durdu. Ancak iktidar dönemi boyunca inşaat sektörünü besleyerek, sermayeye rant sağlayarak onların desteğini alıp ilerleyen AKP, bu defa Gezi Parkı’nın ağaçlarına tosladı. Kazma kürek sallamak, dozerlerle yıkmak eskisi kadar kolay olmuyor.

Organize çete işi: Kentsel dönüşüm H

ürriyet, 2 Ağustos’ta “İstanbul’da ‘kentsel dönüşüm’ operasyonu” başlığıyla bir kentsel dönüşüm çetesinin haberini verdi. Organize Suçlarla Mücadele ekipleri, aralarında irtibat bulunan 3 suç örgütüne operasyon düzenlemiş, 15 kişi gözaltına alınmıştı. Şüphelilerin kentsel dönüşüm projesi yürütülen Fikirtepe’de halka baskı yaparak evlerini bazı firmalara sattırmaya çalıştığı, evlerini satmayan ve komşularını da satmamaları konusunda ikna eden 2 kişiyi tabancayla yaraladıkları da öğrenilmişti. Yine İstanbul’da, Gülsuyu’nda haraçla, tehditle mahalleliye musallat olan bir çetenin saldırılarının arkasında da kentsel dönüşüm meselesi var. Uyuşturucu ve kadın bedeni ticareti, haraç toplamak gibi suçların faili çetenin, silahlı yaralamalara varan saldırılarının amacı hem mahalleden devrimcileri silmek hem de 20 yıldır uygulanamayan dönüşümü hayata geçirmek. Halkın tepkisi nedeniyle Gülsuyu’nda yıllardır kentsel dönüşüm yapılamadı.

Gülsuyu halk› çetelere karfl› sokakta Bu nedenle, insanlar tehditle oralardan göçe zorlanıyor. Kentsel yıkımın tetikçileri haline gelen çetenin, devlet destekli olduğu da mahallede genel bir görüş. Çünkü saldırıların failleri belli olmasına rağmen gözaltına alınmadıkları gibi çetelerle karşı karşıya gelen mahalleliye bir

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Kamerhatun Mahallesi Tarlabafl› Bulvar› Caddesi No: 117/6 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.

de polis saldırıyor. Kapitalist kentleşmenin insanları yerinden etme süreci tüm dünyada benzer şekillerde yaşanıyor. David Harvey ünlü “Kent Hakkı” yazısında 1990’larda Seul’de inşaat şirketleri ve planlamacıların kentin yamaçlarındaki semtleri işgal

etmek için “sumo güreşçileri tipinde” kiralık katil ekipler tuttuklarından bahseder. ‹LLE DE FAYDALARI… İnsanları yerinden etmenin tek yolu silah, zor kullanma değil elbette. Hürriyet’in haberinde metne eklenen ilgili iki ha-

ber daha vardı. “Fikirtepe’de maskeli KC” haberinde KC Group’un eski ortaklarından Tahir Erbarlas’ın, Fikirtepe’de yeni bir projeye soyunduğu iddia ediliyordu. Sorun şuydu ki, KC Group, “finansal kriz” gerekçesiyle taahhütlerini yerine getirmemiş, TOKİ’yi 55-60 milyon lira zarara uğrattığını bizzat Bakan Erdoğan Bayraktar söylemişti. Bölgede arsa hissesi toplayan Albina İnşaat’ın finansörü Erbarlas, kendisini Tahir Ançok adıyla tanıtmış, 218 kişiyle sözleşme imzalamıştı. Sözleşme imzalayanlar Erbarlas’ın geçmişini öğrendikten sonra anlaşmadan vazgeçmek istiyor, belediye ve bakanlıktan yardım bekliyorlardı. Kentsel dönüşüm mağduriyetine ilişkin bu iki haberin ortasında bir bağlantı göz kırpıyordu: “Kentsel dönüşümden faydalanmanın yolları”. Bakanlık yetkili bir mühendislik firmasının yönetim kurulu başkanı, kentsel dönüşüm konusunda “kritik” öneme sahip bilgileri paylaşıyordu. Kentsel dönüşümden nasıl yararlanılır, avantajları nedir, kredi nasıl alınır…

Bakana söyleyin dereler kurur O rman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, memleketi Afyon’da katıldığı bayramlaşma töreninin ardından HES’ler hakkında açıklama yaptı. Yarattıkları tahribat orta yerde dururken HES’lerin ne kadar çevreci olduklarından bahsetti, muhalefet edenleri de eleştirdi: “‘Dereler kuruyor’ diyorlar. Dereler kurusa, zaten yazın kuruyor. Ama bizim yaptığımız barajlarla yaz vakti bile onlara cansuyu verme imkanımız var.” Bu açıklamadan bir hafta önce Rize’den Salarha Deresi’nin kuruduğunun haber gelmişti. Rize’nin içme suyu ihtiyacının karşılandığı derenin suyunu tünellerle alan ve 8,5 kilometre boyunca su bırakmayan HES nedeniyle, “gürül gürül akan” dere neredeyse tamamen kurudu. Bir iki saat

içerisinde su seviyesi birden düştü, isale hattı olmayan bölgede pis sular dereye verildiği için koku da başladı. Bu HES’in bir özelliği de Başbakan Erdoğan’ın “baba ocağım” dediği Güneysu’da yapılmış olması. “Erdoğan, bu HES’i bir bilse neler olur neler” demeyin, Salarha’yı kurutan HES, Erdoğan’ın damadı Çalık Holding’e ait. Proje başladığında holding CEO’su Berat Albayrak da Bakan Eroğlu gibi HES’lerin dışa bağımlılığımızı azalttığından, çevre ve hava kirliliği yaratmadıklarından bahsetmişti. Bu bildik laflara Erdoğan’ın da karnı tok olmalı ancak kır-kent yağmasına, dere-ağaç talanına sırtını yaslamış bir iktidar için “baba ocağı”nın da, içinde yüzdüğü derelerin de satılabildikleri müddetçe bir değeri var ancak.

Bu da olacak: SİT alanına inşaat Memleketin kültür varl›klar› ve S‹T alanlar› büyük bir tehdit alt›nda. 14 Ekim’e dek yasal düzenleme yap›lmazsa Türkiye’nin tüm S‹T alanlar›nda inflaat yap›labilecek. Anayasa Mahkemesi, S‹T alanlar›nda inflaat yap›m›na ceza öngören yasa maddesini iki yerel mahkemenin itiraz› üzerine görüflerek iptal etmifl, karar da 13 Ekim 2012’de Resmi Gazete’de yay›mlanm›flt›. ‹ptal karar›n›n ard›ndan ortaya ç›kan yasal bofllu¤u yok etmek için mahkeme, hükümete 1 y›l süre vermifl karar›n yürürlü¤ünü 1 y›l sonras›na, yani 14 Ekim 2013 tarihine ertelemiflti. Ancak AKP iktidar›, geçen süre boyunca bu yönde bir yasa hükmü tesis etmedi muhtemelen bir çal›flmas› da yok. Meclis halen tatilde oldu¤u ve aksi bir karar al›nmazsa yeni yasama y›l› 1 Ekim’de bafllayaca¤› için, yeni bir yasa ç›kmas› ve bu yasan›n Köflk’ten onaylanarak yürürlü¤e girmesi için sadece 14 günü olacak. Hükümet yeni bir yasal düzenleme yap›p 14 Ekim’e dek yürürlü¤e sokamazsa, Türkiye'nin tüm S‹T alanlar›nda inflaat yap›labilecek ve bunu yapanlar hiçbir cezayla karfl›laflmayacak. ‹ptal edilen hüküm, kültür varl›klar›na zarar veren ve S‹T alanlar›na inflaat yapanlara 2-5 y›l hapis cezas› öngörüyordu. Kararla bu hüküm ortadan kalkt›. Yani 14 Ekim tarihinden itibaren, hükümet yeni bir yasa ç›karamazsa, S‹T alanlar›nda inflaat yapanlara ceza verilmeyecek.


8

EMEK 15 A¤ustos 2013 / 28 A¤ustos 2013

Halk›n Sesi

Mahpus eme¤ini sömürmenin ‘hazz›’ ağışlar az olunca çalışanların maaşlarını ve sigortalarını ödemekte güçlük çekiyorduk. Bu yüzden SGK sigortasız işçi çalıştırdığımız için 9 bin 500 lira ceza kesti. İşleri döndüremedik. Hükümlülerin gelmesi işleri rahatlattı. Şimdiye kadar 4 hükümlü geldi okulumuza. Güvenlik ve temizlik işlerini yaptılar.” Bu sözler Sakarya’daki Yücel Balık Ortaokulu’nun eski Okul Aile Birliği Başkanı Hülya Şimşek’e ait. Zaman gazetesi 9 Ağustos günü “Sigortasız işçi çalıştıran okullar çareyi hükümlülerde buldu” başlığıyla bu haberi yayımladı. Bu mahpuslar denetimli serbestlik kapsamında çalıştırılan mahpuslardı. Belediyelerin park bahçe işlerinde, okulların bakım ve onarım işlerinde, kaymakamlık, karakol, okul gibi binaların temizlik işlerinde, halk kütüphanelerinde, sıhhi tesisat ve elektrik tesisatı işlerinde ve Kızılay çadırları Alp Tekin dikim işlerinde çalıştırılan Babaç mahpusların maaşı yok, yol yemek ödemesi yok, en atb@ önemlisi sigortaları yok. sendika.org Mahpus, iş kazası geçirdiğinde ne olacak? Yanıt yok. Mahpus emeği sömürüsünü, ileri boyutlara taşıyan bu durum 6 Nisan 2012’de AKP tarafından değiştirilen 5402 sayılı Denetimli Serbestlik Kanunu’yla ortaya çıktı. AKP’nin “4. Yargı Paketi” diye duyurduğu değişiklikle hapishanelerde tutuklu veya hükümlü olan mahpuslardan “belli kriterlere uyanları” denetimli serbestlikten yararlanarak dışarıda çalışabilecekti. Yeni denetimli serbestlik yasasına göre mahpuslar Denetimli Serbestlik Merkezleri’ne başvuracak ve bu merkezler tarafından belirlenen yerlerde çalışacaktı. O dönem, denetimli serbestlikten yararlanacak mahpusların nerelerde ve hangi biçimlerde çalıştırılacağı belirsizdi. Denetimli serbestlik yasası “15 bin mahkum yararlanacak” şeklinde duyurulmuştu. Ancak bu yasa değişikliğinin sigortasız işçi çalıştıran kamu kurumlarının işine yarayacağı net bir şekilde ortaya çıkmış oldu. Mahpus emeği, denetimli serbestlik adı altında sömürülmesinin yanı sıra İş Yurtları’nda da sömürülüyor. Önce bazı hapishanelere ek inşaatlar yapıldı. İnşaatlar tamamlandı ve girişindeki tabelalarında “İş Yurtları” yazıldı. Bu yurtlarda mahpuslara deri, tekstil, sanayi için yedek parça gibi ürünler yaptırılmaya başlandı. İş yurtlarında çalıştırılan mahpuslar kamu kurumlarına ve askeriyeye üretim yapmanın yanında özel şirketler için de çalıştırılıyor. Halen 27 hapishanedeki iş yurtlarında 551 mahpus özel şirketler için çalıştırılıyor. Burada üretilen çeşitli ürünlerin satışından elde edilen gelirler hiç az değil. AKP’nin pek övündüğü adalet sarayları (91 kentte), köy korucuları, jandarma, hava ve deniz kuvvetlerinin giysileri iş yurtlarında çalıştırılan mahpuslar tarafından ya da mahpusların ürettiklerinin satışından elde edilen paralarla yapıldı. Nasıl mı? Adalet Bakanlığı’nın reklam broşürleri bu durumu net bir şekilde açıklıyor. Adalet Bakanlığı, broşürlerinde mahpusların çalıştırılmasını “Ucuz işgücü”, “Disiplinli çalışma ortamı”, “Düşük üretim maliyetleri”, “Kira ödemeksizin çalıştırılabilecek bir atölye” söylemleriyle pazarlıyor. Adalet Bakanlığı’na göre çalışmanın mahpus için de önemli bir faydası varmış: “Üretme ve faydalı olmanın verdiği haz”. Bakanlığın “çalışmaktan haz alan kişiler” olarak tarif ettiği mahpuslar 2006’dan bu yana sigortası dahil günlük 20 liraya çalıştırılıyor. İlgili yönetmelik, mahpusların 20 liranın atlında çalıştırılamayacağını yazıyor. Ancak bu 20 lira bile çok geliyor. Akhisar Cezaevi’nde Ergünler Hidrofor için yedek parça üretiminde çalıştırılan mahpuslara günlük 7 lira veriliyor. (Cumhuriyet 4 Ağustos). Hapishane yönetimlerinin mahpuslardan zorunlu olarak aldığı, bir nevi kira anlamına gelen günlük 4 lira “iaşe bedeli” ile elektrik-su parası da, tüm mahpuslardan olduğu gibi bu özel firmaların tesislerinde çalıştırılandan da kesiliyor. Mahpusun çalıştığı işten, hapishaneye verdiği kira-elektrik ve su parası düşüldüğünde, elinde hiçbir şey kalmıyor.

“B

Murat’ın katili taşeron

DİSK Enerji-Sen üyesi Murat Göçmen, 6 Ağustos günü hayatını kaybetti. Murat’ın katilleri AKP yandaşı Cengiz-Kolin-Limak üçlüsü ve taşeron sistemiydi ALP TEK‹N BABAÇ

İ

stanbul’un Avrupa Yakası’naki elektrik dağıtım şirketi Boğaziçi Elektrik Dağıtım AŞ’de (BEDAŞ) çalışan enerji işçisi Murat Göçmen 6 Ağustos gecesi hayatını kaybetti. Gece geçirdiği sara krizi sonucu hayatını kaybeden Murat’ın cenazesi 8 Ağustos günü Gazi Cemevi’nden kaldırıldı. DİSK Enerji-Sen üyesi Murat, işine geri dönmek için Enerji-Sen öncülüğünde 2 Ağustos günü başlatılan direnişteki militan işçilerden biriydi. Taşeron sistem ve eli kanlı şirketlerin ortaklığı Murat’ı adım adım ölüme götürdü.

ÖNCE ‹fiTEN ÇIKARDILAR Cengiz-Kolin-Limak üçlüsü 15 Aralık 2012 tarihinde açılan ihaleyi kazanarak BEDAŞ’ı 29 yıllığına satın aldı. İhale süreçleri tam anlamıyla bittikten sonra üçlünün ilk icraatı işten Murat Göçmen, 2 A¤ustos’ta bafllayan direniflte militanl›¤›yla öne ç›kan bir Enerji-Sen üyesiydi. çıkarma saldırıları oldu, işten çıkarmalara sendikalı işçilerden başladı. Daha önce önüydü. Eylemler sonucunda ancak BEDAŞ önündeki bekardından ortaklık yetkilileri ağırlıklı inşaat ve turizm alanortaklığın yetkilileri Enerjitemmuz maaşlarının ödenmesi leyiş sürdü. İşçiler bu sefer, larında faaliyet gösteren ve Sen yöneticileriyle görüşmeyi konusunda 5 Ağustos’ta polis saldırısı sonucu gözaltına AKP ile ilişkileri güçlendikçe kabul etti. Enerji-Sen yöneticileriyle alınan 11 arkadaşlarının elektrik dağıtım bölgelerinin görüşeceklerini belirtti. 5 serbest bırakılmasını istiyordu ihalelerini alan şirketler, işten Ağustos günü enerji işçileri ve çok geçmeden işçilerin ‘AKRABALARIMI çıkardığı 470 işçinin kıdem tamamı serbest bırakıldı. 6 YERLEfiT‹R‹R‹M’ BEDAŞ önündeydi. tazminatını vermediği gibi Ağustos günü herhangi bir Yapılan ilk görüşmede Görüşmeye giden Genel temmuz maaşını da ödemedi. ödeme yapılmadı. şirket yetkilileri “Burada Başkan Ali Duman ve İhaleyi alan ortaklık BEDA sendika istemiyoruz” dedi ve sendikanın eski genel başkanı adında bir taşeron şirket Gazi Mahallesi’nde çalışan Kamil Kartal polis tarafından MURAT’I ÖLDÜRDÜLER kurdu ve yeni aldığı işçileri bu işçilerin solcu olmasından da gözaltına alındı. Polis, BEDAŞ İşçiler 7 Ağustos günü şirkette çalıştırmaya başladı. önünde bekleyen işçilere de rahatsızlık duyduğunu ifade BEDAŞ önünde bayramlaşma gaz bombası atarak saldırdı. etti. Şirket yetkilileri taşeron yapacaktı ancak işçi Murat D‹REN‹fi BAfiLADI sistemin güvencesizleştirme ve İşçiler geri adım atmadı ve Göçmen’in ölüm haberi geldi. İşten çıkarılan Enerji-Sen işçilere yönelik baskı konusun- BEDAŞ’ın önündeki yolu Murat, 70 lirası olmadığı için üyesi açma-kesme, sayaç trafiğe kapattı. DİSK Genel da işveren lehine yarattığı hayatını kaybetti. Cengizokuma ve arıza bölümlerinde Sekreteri Arzu Çerkezoğlu ve avantajı kullanacağını da şu Kolin-Limak üçlüsü, Göçmen’i çalışan işçiler eylemlerine 2 DİSK avukatları bölgeye geldi. adım adım 70 lirasız bıraktı. sözlerle açıkça dile getirdi: Ağustos’ta başladı. Eylemlerin “Gerekirse kendi akrabalarımı Şirket, işçilerle görüşmek Murat, üçlünün 1 Ağustos’ta adresi Taksim Talimhane’deki getiririm.” zorunda kaldı ve maaşların 6 kıdem tazminatını ve temmuz BEDAŞ Genel Müdürlüğü Ağustos’ta yatacağını söyledi Yapılan görüşmelerin maaşını ödemeden işten

çıkardığı bir Enerji-Sen üyesiydi. Sara hastası olan 32 yaşındaki evli ve bir çocuk sahibi Murat parası olmadığı için ilaç alamıyordu ve 6 Ağustos’ta yapılması planlanan temmuz maaşı ödemesini düşünerek eczaneye gitti. İşten çıkarıldığı için SGK tarafından karşılanmayan ilacının bedeli 70 liraydı, maaş yatmadı ve Murat’ın cebinde 70 lira yoktu. Murat o gece eve ilacını alamadan döndü ve gece geçirdiği sara krizi sonucu hayatını kaybetti. Enerji-Sen üyeleri arkadaşlarının ölümü üzerine sorumlunun işçiyi 70 lirasız bırakan taşeron sistem olduğunu dile getirerek işbaşı yapana kadar mücadeleye devam edeceklerini belirtti. ELLER‹NDE ‹fiÇ‹N‹N KANI VAR Cengiz, Kolin ve Limak şirketleri böylece kanlı geçmişlerine bir işçiyi daha eklemiş oldu. 2012 Kasım’ında Samsun’da Cengiz Holding’e ait Eti Bakır AŞ’de meydana gelen iş kazasında 7, 24 Şubat 2012’de Adana’daki Gökdere Köprü Barajı inşaatında meydana gelen iş kazasında 10 işçi hayatını kaybetmişti. Limak ve Kolin’in şantiyelerinde de iş kazaları sonucu ölümler meydana gelirken Limak’ın farklı bir yöntemi daha vardı. Dersim’deki Tatar HES şantiyesinde 14 Ocak 2011’de çalıştırdığı işçileri “terör örgütü üyesi oldukları” iddiasıyla işten çıkardı. Yine Limak’ın Dersim’de Peri Suyu üzerindeki HES projesine karşı direnişe geçen köylülere Limak’ın talimatıyla defalarca jandarma saldırdı. Bölge halkının tepkilerini engellemek için Limak, köyler arasına tel örgü çekti.

‘AKP’nin sözleşmesini kabul etmiyoruz’

‹zmir Behçet Uz Hastanesi’nde skandal zmir Behçet uz Çocuk Hastanise’nde hiçbir gerekçe gösterilmeden işten çıkarılan işçilerin direnişi sürüyor. İşçiler şimdilik hastane önündeki bekleyişlerini bitirse de işçilerin açtığı işe iade davası devam ediyor. Bahçet Uz direnişi büyük bir zincirleme sağlık skandalını da ortaya çıkardı.

konuşan raporlu işçilerden Muhsin Gültekin pankreasında bir problem olduğu için rapor adığını ve hepatit değerlerinin yüksek çıktığını söyledi. Hepatitin nedeni ise ameliyathane düzenlerken eline batan enjektördü. Eline iğne batan Muhsin Gültekin hastaneye kaldırıldı. Muhsin bir hemşire ya da anestezi teknikeri değil temizlik işçisiydi.

RAPORLUYKEN ‹fiTEN ATTILAR Direnişteki işçilerden ikisi raporluyken işten çıkarılmışlardı. Halkın Sesi’ne

‹fi KAZASI OLARAK KAYDA GEÇ‹LMED‹ Muhsin’i hasta yapan ve çalışmasını

İ

engelleyen olay mesai saatleri ve sınırları dahilinde olduğu için bir iş kazasıydı. Ancak ne bir zabıt tutuldu ne de herhangi bir bildirim yapıldı. MÜDÜRLÜ⁄ÜN ARKA BAHÇES‹ Temizlik işçisi olarak işe alınan işçiler çalışma koşulları ile ilgili hastanenin bitişiğinde bulunan Sağlık İl Müdürlüğü’ne şikayette bulunsa da müfettişlerin gelmesi epey zaman aldı. Gelen müfettişlerse Başhekimlik’ten çıkmadı ve yazdıkları raporlarda hastanede herhangi bir sorun gözükmedi.

‘Patronlar›n ölçüsünü alaca¤›z!’ Başbakana kazak ören Kazova işçileri 27 Şubat’tan beri direnişlerini sürdürüyor. İşçiler, işgal ettikleri fabrikada üretime başlamaya hazırlanıyor

3

1 Ocak 2013 tarihinde işten atılan ve 27 Şubat’tan bu yana da direnişte olan Kazova Tekstil işçileri işgal ettikleri fabrikada üretime başlamaya hazırlanıyor. ‹fiÇ‹LER BAfiBAKANIN ÖLÇÜLER‹N‹ B‹L‹YOR Fabrikaya girince Başbakan Erdoğan’ın ölçüleri dikkat çekiyor. Somuncu ailesinin firması

Başbakan Erdoğan’ın kazaklarını üretiyor. Halkın Sesi’ni konuşan işçiler, fabrika işgalinden sonra üretimi yarım kalan kazakları tamamladıklarını ve geçimlerini bu kazakları satarak sağladıklarını söyledi. NASIL BAfiLADI? Kazova direnişi, işten çıkarılan işçilerin 27 Şubat’ta yaptıkları ilk eylemle

başladı. İşçiler ödenmeyen maaşlarını istedikten sonra 31 Ocak’ta işten çıkarılmıştı. İşten çıkarılan yüzlerce işçi zaman içinde başka işler bulsa da kalan işçiler direnişi sürdürdü. Direniş boyunca her hafta eylem yapan işçiler işveren Somuncu ailesiyle defalarca görüştü. Olumlu yanıt alamayan işçiler 28 Nisan’da fabrika önünde eylemlere başladı. İşveren boş dur-

madı, iflas bildirdi. Ancak Maliye, milyon dolarlar kazanan şirketin bir anda battığına inanmadı. Ailenin evinin önünde de eylemler yapan işçiler en son İstanbul Mecidiyeköy’deki fabrikayı 29 Haziran’da işgal etti. Polis saldırılarına rağmen direnişlerini sürdüren işçiler hiçbir olumlu yanıt alamayınca birkaç gün sonra da açlık grevine başladı.

Kamu emekçileriyle hükümet aras›ndaki toplu sözleflme görüflmeleri 8 A¤ustos günü sona erdi. AKP’nin “kendi kendine” yapt›¤› sözleflmede kamu emekçilerini sevindirecek bir sonuç ç›kmad›. AKP’nin 2012’de de¤ifltirdi¤i kanunla, kamu emekçileri sendikalar› ad›na yetkili sendika yap›lan MemurSen ile AKP aras›nda yap›lan görüflmelerde flu sonuçlar ç›kt›: Kamu emekçilerine 2014’te 175 lira seyyanen zam yap›lacak ancak art›fl›n 52 liras›na devlet “vergi” ad› alt›nda el koyacak, 123 liras› maafla yans›yacak. Taban ayl›¤› art›fl› fleklinde yap›lan bu zamma göre emeklilerin maafl› da 1.025 liradan de¤il 1.202 liradan hesaplanacak ancak 2014’te enflasyon zamm› yok. AKP, 2012’de kendisine en çok “sorun” ç›karan ö¤retmenlere ve 4/C’lilere ekstra zamlar verdi. Ö¤retmenlere 2014’te normal zamm›n yan›nda 175 liral›k e¤itim ve ö¤retim tazminat› ödenecek. 4/C’lilere 123 liral›k taban zamm›n›n yan›nda 175 lira seyyanen zam yap›lacak. Toplu sözleflmede atamas› yap›lmayan ö¤retmenlerin ve kamuda sözleflmeli çal›flan personelin kadro talebi konuflulmad›. ‹ki y›ll›k bir dönemi kapsayan toplu sözleflmede 2015 y›l› için kamu emekçilerinin maafl›na yüzde 3+3’lük bir zam yap›lacak. Yoksulluk s›n›r›n›n 3 bin liradan fazla oldu¤u bir dönemde en düflük kamu emekçisi maafl› 2 bin lira oldu. KESK üyeleri toplu sözleflmeyi kabul etmediklerini belirtti ve 16 A¤ustos’ta kentlerden Ankara’ya yürüyeceklerini 20 A¤ustos’ta da Ankara’da bir miting gerçeklefltireceklerini duyurdu.


9

SERMAYE 15 Ağustos 2013 / 28 Ağustos 2013

Halk›n Sesi

A KP BAŞ EDEMİYO R, KRİZ BÜY ÜYO R

Bir ekonomi haberi: ‹flçi Murat öldü

K

R

İZ

AKP’nin krizden çıkış için bildiği tek yol dışarıdan para akışını sürdürmek. AKP bunu başaramadıkça egemenler arası çatışmalar daha fazla su yüzüne çıkıyor MEHTAP METİNOĞLU

A

KP’nin ekonomik kriz karşısında aldığı tüm önlemler bir bir elinde patlıyor. Kriz alametleri belirginleştikçe sermaye içi gerilimler artıyor. Hükümet ile sermaye ilişkileri daha çelişkili ve çatışmalı bir hal alıyor. AKP’nin derinleşen egemenler arası çelişkilere çekidüzen vermek için Koç'a yönelik giriştiği sermaye operasyonuna çeşitli sermaye fraksiyonlarından tepkiler yağdı. AKP'nin ekonomi politikalarında yaşadığı tıkanma, en güvendiği sermaye kesimlerinde dahi mızmızlanmalara yol açtı. AKP, sermayenin temel sorunlarını çözemezken sermaye çevrelerinin "rahatsızlıkları" çeşitli kanallarla dile getirildi. Zaman gazetesinden İhsan Dağı, "Anadolu Kaplanları rahatsız" başlıklı yazısıyla cemaatle ilişkili sermaye çevrelerinin AKP politikalarını sorgulamaya başladığına işaret etti. Dağı, "ideolojik, hayalperest dış politikanın" Anadolu Kaplanları'nda istikrar ve rekabet ortamının ortadan kalkacağı korkusu yarattığını söyledi. Bunların yanı sıra Ali Babacan ile Zafer Çağlayan arasındaki "gaz-fren" tartışmasının düşük yoğunluklusu, büyüme ve ihracat hedefinde yaşanıyor.

büyüme, enflasyon ve cari açık/milli gelirde hedeflediği yüzde 5'lik oranın uzak bir hayal olduğunu Babacan bu sözleriyle ortaya koydu. İhracat hedefiyle ilgili olarak da konuşan Babacan, "Bu yıl 158 milyar dolar ihracat hedefimiz vardı ama o hedefe ulaşmamız biraz zor görünüyor" dedi. Babacan'ın çizdiği olumsuz tablo karşısında Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan daha iyimser bir tutum ve "durumu toparlama" çabasıyla dünya ve Türkiye’deki gelişmeleri AKP'ye yakınlığı ile bilinen Star gazetesine değerlendirdi. Çağlayan, ihracat hedefiyle ilgili Babacan'ın olumsuz yorumunun aksine hedefte sapma olmadığını, emin adımlarla yürüdüklerini öne sürdü. Çağlayan, "500 milyar dolar mal ve 150 milyar dolar hizmet ihracatını yakalamaya odaklanmış durumdayız. Hedeflerimizde hiçbir sapma yok" yalanıyla yaşanan çöküntüyü örtmeye çalıştı. ÇAĞLAYAN'IN YALAN DOLAN EKONOMİSİ AKP'nin ekonomi politikası çökme alarmı verirken Çağlayan, 2013 yılının ekonomide uzun bir süredir sağlanan istikrarın korunduğu bir yıl olduğunu iddia etti. Çağlayan, Avrupa’da yaşanan ekonomik problemlerin

BABACAN, EKONOMİNİN GİDİŞATINDAN TEDİRGİN Küresel krizin henüz bitmediğini, 22 Mayıs'tan bu yana da yeni bir safhaya girdiğini belirten Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, önümüzdeki aylarda küresel krizin yıkıcı yanlarının daha çok hissedileceğini söyledi. Babacan konuşmasında, "Yüzde 3 küsür büyüme bile bugünkü ortam ve dünya şartlarında gıpta ile bakılacak bir büyüme oranı" dedi. AKP'nin

çözülmesi, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanan siyasi çalkantıların sonlanması ile istikrar ortamının daha da iyileşeceğini söyledi. İstikrarın sağlanmasını bu bölgelerde yaşanan gerilimlerin son bulmasına bağlayan Çağlayan'ın hayal dünyası geniş. Yalanı bol. Büyüme hedeflerine de değinen Çağlayan, yıl sonu için yüzde 4’lük büyüme hedeflediklerini ancak yine de yüzde 4’ün biraz altında kalabileceklerini söyledi. Babacan'dan daha iyimser bir oran belirttiğini düşünen Çağlayan aslında aynı büyüme hedefinden bahsediyor. Star gazetesi ekonomi yazarı Eser Karakaş, 9 Ağustos'ta kaleme aldığı köşe yazısında, AKP'yi bekleyen tehlike olarak 2015 genel seçimlerine yönelik Türkiye'ye üç-dört sene bela olacağı öngörülen düşük büyüme oranlarını işaret etti. Karakaş yazısında, AKP'nin hem 2007 hem de 2011 seçimlerine çok yüksek büyüme oranlarının desteği ile girdiğini hatırlattı. 2015 genel seçimlerine girerken arkasında büyüme desteğinin olmayabileceğini söyleyen Karakaş, AKP kurmaylarına bu riski çok iyi çalışmaları gerektiğini ifade etti. VARLIK BARIŞI: AKP'NİN KİRLİ PARA BULMA POLİTİKASI Türklerin yurtdışında bulunan varlıklarının kayıt altına alınmasını amaçlayan Varlık Barışı uygulamasına göre, gerçek veya tüzel kişilerce 15 Nisan 2013 itibariyle sahip olunan ve yurtdışında bulunan varlıklar, yurtiçine getirilirse sadece yüzde 2 vergi alınacak, belirtilen oranda vergi ödenmesi durumunda, bu varlıklara ilişkin hiçbir surette vergi incelemesi yapılamayacaktı. Varlık Barışı uygulamasının resmi tanımı ile fiiliyatı aynı anlamı taşımıyor. Yurtdışındaki kara parala-

rın aklanarak ekonomide dolaşıma girmesi, AKP'nin hileli para bulma politikasına denk düşüyor. Nisan ayında yeni bir Varlık Barışı'nın yolda olduğunu söyleyen Babacan, Varlık Barışı'na ihtiyaç duymalarının nedeninin, Türkiye’nin dış borçluluğunu azaltmak olduğunu söylemişti. 2013 yılı ilk çeyrek sonu itibariyle dış borç stoku 350 milyar doları buluyordu. Babacan, “Türkiye’de istikrar güçleniyor. Bu kapıları dönem dönem açarak insanlara sebep veriyoruz. Hadi gel diyoruz” demişti. Kirli ve hileli yollarla para arayışına giren AKP'nin para bulma politikasında umulan gerçekleşmedi. Gezi Direnişi ve dünyadaki finansal kriz çalkantıları nedeniyle paralarını yurtdışında tutan Türkiye vatandaşları varlık barışına yanaşmadı. STAR’IN ZENGİN BULMA ÇABASI AKP'nin düşe kalka ilerleyen ekonomi politikasını kurtarma çabasına iktidar yanlısı gazeteler boy boy manşetler atarak destek verdi. Star gazetesi 3 Ağustos'ta attığı, "10 milyar dolarlık meçhul zengin kim?" manşetiyle AKP'nin kirli, hileli para bulma taktikleriyle gelecek kurtarıcıyı "müjdeledi". Gazete büyük bir iştahla Varlık Barışı'nın ilk uygulamasında beyan edilen 50 milyar liralık varlığın yaklaşık 19 milyar lirasının sadece bir kişiye ait olduğu yazdı. Star'ın "müjdelediği" haber çabuk yayıldı ancak ömrü uzun sürmedi. Ertesi gün Taraf gazetesi, 19 milyar liralık beyanla varlık barışına damga vuran meçhul zenginin, servetin gerçek sahibi olmadığını ortaya çıkardı. 31 Temmuz’da dolan beyan süresi bir kez daha uzatıldı. AKP, 31 Ekim'e kadar gelecek paraları bekleyecek.

Koç'a operasyon sürüyor K

oç'a yapılan mali-politik operasyonda çatışma sürüyor. Koç Grubu'na ait RMK Marine'nin kazandığı 1.1 milyar Euro’luk MİLGEM savaş gemisi ihalesi Başbakanlık tarafından iptal edildi. İhalenin iptal edilmesinin gerekçesi olarak ihaleye çağrılmayan şirketlerin şikayeti gösterildi. Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun hazırladığı raporda "Kamu zararı var" denildi. Ayrıca Koç operasyonuna ilişkin TÜSİAD ve cemaatten AKP'yi eleştiren açıklamalar yapıldı. TÜSİAD, operasyonun 9'uncu gününde resmi açıklama yayımladı. Fethullah Gülen hareketinin İngilizce yayımlanan gazetesi Today’s Zaman’da Orhan Kemal Cengiz imzası ile

yayımlanan “Erdoğan iktidardan nasıl düşer” başlıklı yazıda Koç grubuna yönelik operasyon açıkça eleştirildi. 1 Ağustos'ta yayımlanan yazıda, "Bu tarz bir gözdağı hiçbir şartta açık bir toplumda, hiçbir demokraside ve serbest piyasanın teşvik edildiği hiçbir sistemde kabul edilemez" denildi. Ayrıca Koç'un tek başına Türk ekonomisinin yüzde 10'ununu teşkil ettiğinin altı çizildi. TÜSİAD açıklamasında, özerk bir vergi denetim yapısının sağlanması gerektiğine dikkat çekildi. Yürütülen denetim çalışmalarının kamuoyunda bir cezalandırma algısı yaratmasının, bu algının gerçek olması kadar vahim sonuçlar doğurabileceği belirtildi. TÜSİAD’dan yapılan açıklamada, piyasa ekonomilerinin sağlıklı gelişimi açısından denetleyici kurumların bağımsızlığının vazgeçilmez olduğunun altı çizildi. Türkiye’nin küresel itibarının bozulmasına yol açacak her türlü olumsuz tutumdan kaçınılması gerektiği vurgulandı.

urat Göçmen öldü. Öldü çünkü epilepsi hastasıydı. Öldü çünkü ilacını alamadı. İlacını alamadı çünkü muhteşem sağlık reformu parasız görünen her hizmetin bedelinin eczanelerden tahsil edilmesine dayalıydı ve SGK’ye “borcu”nu ödeyememişti. İlacının parasını cebinden de veremedi çünkü o ilaç 70 lira idi ve işten atıldığı için 70 lirası yoktu. İşten atılmıştı çünkü sağlık sistemi gibi çalıştığı kurum da özelleştirilmişti. O Boğaziçi Elektrik Dağıtım AŞ’nin özelleştirilmesinin ardından işten atılan 470 işçiden birisiydi. 470 işçi atılmıştı çünkü BEDAŞ’ı alan Cengiz-LimakKolin ortaklığının temel amacı kar etmekti. Ve daha fazla kar etmek için en “çağdaş” emek yönetimi tekniklerini kullanmaya başlamışlar, bir işçinin günlük iş yükünü 3 kat artırmanın yollarını bulmuşlar; son teknolojiyle bir işçinin o an ne yaptığını takip etmeye, ne kadar iş çıkardığını ölçmeye yarayan teknolojiler satın almışlar; bu sayede daha az işçiyle daha çok iş yapmanın sırrını çözmüşlerdi. İşten atılan 470 işçiden biri oydu çünkü şirketin en iyi bildiği şeylerden biri de sendikalı işçinin, hele hele Enerji-Sen gibi gücünü mücadeleden alan bir sendikanın üyesi olan işçinin hesaplarını bozacağı idi. Murat Göçmen öldü. Başbakan sonbaharda büyük eylem beklentileriyle ilgili olarak “haddinizi bildiUmar rriziz, neyiniz eksik” diye halka afra Karatepe tafra atttığı saatlerde, Murat Göçmen’in cenazesini kaldıran arkadaşumar ları için yanıt belliydi: “Murat eksik.” @sendika.org BEDAŞ Türkiye’de özelleştirilen 21 elektrik dağıtım şirketinden biri. Bu şirketlerden bir diğeri olan Osmangazi Elektrik Dağıtım AŞ’nin (OEDAŞ) yönetimine Enerji Piyasası Düzenleme Denetleme Kurulu (EPDK) tarafından el konuldu. Murat ölmeden beş gün önce... Gerekçe ne çalışma koşulları ne de tüketicileri soyan uygulamalardı. Mesele ODEAŞ’ın devlete olan 170 milyon liralık borcunu ödememesiydi. Böylece 2010’da gerçekleşen bir özelleştirme iki yıl içinde fiyaskoyla sonuçlanmış oldu. Bu fiyasko medya için Murat’ın ölümünden daha büyük bir haber değeri taşıyordu çünkü OEDAŞ’ı alan Yıldızlar Holding’in batışı iki bankayı da tehdit ediyordu. Yıldızlar Holding OEDAŞ’ı büyük oranda banka kredisi kullanarak kapatmıştı. Ve onların batışı, Akbank ve Halkbank gibi iki büyük finans tekelini de tehdit etmekteydi. Yıldızlar Holding’in kredi alırken teminat olarak gösterdiği Çankırı’daki seramik fabrikası arazisi hazine arazisi çıktı. Olayın duyulmasının ardından iki bankanın da borsadaki hisseleri hızla dibe vurdu. EPDK’nin müdahalesi ile şirketin mülkiyeti değil ancak yönetimi değiştirilerek bu gidişe bir müdahale gerçekleştirildi. “Piyasa” rahat bir nefes aldı. Bu müdaheleyi yapmak zorundaydılar zira benzeri bir tehlike özelleştirilen diğer 20 şirket için de söz konusu. Çünkü bu şirketlerin de satışı banka kredilerine dayanıyor ve halihazırda hemen hemen hepsinin ödemeleri sürüyor. Üstelik bu ödemeler dolar üzerinden. Uluslararası finans akımlarının tersine dönmesiyle sıcak paraya dayalı saadet günlerinin sonuna gelinmesi, döviz kuru hızla yükselirken OEDAŞ dışındaki şirketlerde de ödeme güçlüğü sorununun yaşanması hiç de şaşırtıcı olmayacak. 14 milyar dolarlık enerji dağıtım özelleştirmeleri ödemelerinde, örneğin 10 milyar dolarlık kredi için döviz kurunun bir kuruş artması şirketlerin borcunu 100 milyon lira artıracak. Şirketlerin ödemeleri aksatması bankaları da büyük riske sokacak. BEDAŞ’ı alan Cengiz-Limak-Kolin konsorsiyumu da 10 milyona yakın tüketiciye elektrik satacak 4 büyük bölgeyi kapatmış bulunuyor. Bu üçlü ortaklık yaklaşık 4 milyar dolara mal olan ihaleler için 3.5 milyar dolar kredi kullandı. Uludağ ve Çamlıbel Elektrik Dağıtım’ın finansmanı için beş bankadan aldığı 1 milyar doların ödemesi başladı. Yedi bankadan sağlanan toplam 2.5 milyar dolarlık kredi paketinin ödemeleri ise 2015’te başlayacak. O vakte kadar BEDAŞ’ı alan ortaklığın bu para ödemeyi garanti altına alması gerekiyor. Sadece kendisi için değil ona borç veren finans devleri için de, özelleştirmelerin fiyaskoyla sonuçlanmamasını isteyen AKP içinde ne yapıp edip bu borçları çevirmeli. İşte bunun yolunun ne olduğunu da 470 işçinin bayramdan önce kapının önüne konulmasıyla gördük. O zaman yazının başındaki öyküyü bir daha yazalım. Murat Göçmen öldü. Öldü çünkü onu işten çıkaran şirketin daha çok kar etmesi gerekiyor. Öldü çünkü o şirkete kredi veren bankaların alacaklarını faiziyle tahsil etmesi lazım. O şirketin daha çok kar etmesi için işçileri iliklerine kadar sömürülebilmeli ve bu nedenle işçilerin sendikalı olmaması şart. O işçilerin sendikalı olmaması için konulan barajlara dair istatistik Çalışma Bakanlığı tarafından Murat ölmeden bir hafta önce açıklanmıştı. O istatistik Murat’ın sendikasının toplu sözleşmeye yetkisi olmadığını söylüyordu. Bu istatistik şirketi rahatlattı, onlara borç veren bankaları rahatlattı ama Murat öldü. O sırada Erdoğan “faiz lobisi”nden bahsediyor, Murat’ın arkadaşları ise direnişi sürdürüyordu.

M

TOBB artık daha çok AKP’li

S

ermayenin en büyük çatı örgütü TOBB’un yeni yönetimini belirleyen 69. Genel Kurulu 1 Ağustos'ta yapıldı. Genel Kurul, birçok ilke sahne oldu. Oda ve borsa başkanları düzeyinde değişim yüzde 49’u bulurken, delegelerde ise değişim oranı yüzde 69’a kadar çıktı. Daha önce en fazla yüzde 30 düzeyinde değişimin yaşandığı odalar birliğinde, bu denli büyük bir değişim ilk kez yaşandı. 2001 yılından bu yana başkan olan Rifat Hisarcıklıoğlu yeniden dört yıllığına başkan seçildi. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, konuşmasının büyük bölümünü Başbakan Erdoğan’a teşekküre ayırdı. Hisarcıklıoğlu sözlerine, “2002 öncesi dönemde yaşadığımız zorlukları unutmadık” diyerek başladı. Yeni yönetim listesinde, halen yönetim kurulu üyeliği yapan Faik Yavuz, Halim

Mete, Çetin Osman Budak, Harun Karacan, Ender Yorgancılar yerlerini koruyan isimler oldu. İstanbul Ticaret Odası Başkanlığı’ndan çekilen Murat Yalçıntaş’ın yerine başkan seçilen İbrahim Çağlar yeni yönetime girdi. Böylece İTO'da 3'üncü AKP devri başlamış oldu. 2005'ten itibaren İTO Başkanlığı koltuğuna oturmayı bekleyen ve sonunda zafere ulaşan İbrahim Çağlar, AKP'nin kurucuları arasında yer alıyor. Yeni yönetime girenler arasında, Necdet Özer (Denizli Ticaret Odası Başkanı), Memiş Kütükçü (Konya Sanayi Odası Başkanı), İbrahim Burkay (Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı) da bulunuyor. Salih Zeki Murzioğlu, Cengiz Günay, Çamur Ali Kopuz, Şahin Bilgiç ve Ebubekir Bal yönetime yeni seçilen diğer isimler oldu.

Konsorsiyum Çeflitli anlamlarda kullan›lan konsorsiyum, tek yönetimde toplanan çeflitli kurulufllar›n birli¤i demek. Çeflitli sanayi kollar›ndaki giriflimleri, bankalar›, ulaflt›rma ve sigorta flirketlerini tek yönetimde toplayan uluslararas› ticaret birliklerini dile getirir. Her türlü rekabeti ortadan kald›r›r ve fiyatlar› diledi¤i gibi belirleyerek yoksul ülkeleri sömürür. Dünya pazar›na egemen dev bir kapitalist gücüdür. Bu anlam›n d›fl›nda özel flirket birleflmelerini de dile getirmek için kullan›l›yor.


10

KİBELE 15 A¤ustos 2013 / 28 A¤ustos 2013

Halk›n Sesi

Sokaklar forumlar›n, forumlar kad›nlar›n Soka¤a ç›kt›lar bir kere…

‹syanda barikat›n en önünde direnen, tencereleri tavalar›yla soka¤a ç›kan kad›nlar›n, hiçbir fley olmam›fl gibi evlerine dönmesi beklenemezdi. Kad›nlar soka¤a ç›kt›lar bir kere… fiimdi, kendi forumlar›n› örgütlüyorlar, forumlarda kad›n komisyonlar›, atölyeler oluflturuyorlar,

ç›k›p kad›n kad›na eylemler yap›yorlar. Kad›n toplant›lar›n›n ortak sorunlar etraf›nda dertleflmeye dönüflmesi, kad›n hareketi kavramlar›na yabanc› kad›nlar›n da çok geçmeden “özel alan politiktir” demeye bafllayaca¤›n›n sinyallerini veri-

yor. Kad›n düflmanl›¤›na karfl› söyleyecek sözleri var. Bunun için daha büyük forumlar kurguluyorlar, eylemler planl›yorlar. Kad›n hareketinin tüketti¤i tart›flmalar›n yeniden yap›ld›¤› zamanlar da oluyor. Ama örne-

¤in önceden örgütlü olmayan kad›nlar da art›k erkeklerin kad›n toplant›lar›na kat›lma taleplerine “bu bizim iflimiz” diye yan›t veriyor. Her toplant› ve eylem onlara sorunlar› tek yaflayan›n kendileri olmad›¤›n› ve bu sorunlarla mücadele ederken de yaln›z ol-

mayacaklar›n› ö¤retiyor. Kad›nlar, soka¤› da hemcinslerini de mücadeleyi de çok sevdi. fiimdi kad›nlar›n isyan›n› büyütme zaman›. ‹kitelli, Beylikdüzü ve Sar›gazi’den üç hikayenin ayr› kesitlerini ele ald›k. Ama üçü de “mücadele, isyan, kad›n dayan›flmas›” diyor.

İkitelli’de kadınlar yola koyuldu TUBA GÜNEfi

İ

stanbul Küçükçekmece'ye bağlı Atakent-İkitelli bölgesinde düzenli toplanan forumlarda kadınlar Atakentİkitelli Dayanışması Kadın Atölyesi'ni kurdu. Bu bölgedeki kadınlar için parklarda, evlerde ya da sitelerde bir araya gelmek yıllardır var olan bir alışkanlık. Bu ilişkilere sahip olmalarından dolayı bu atölye, Dayanışma’nın düzenli olarak bir araya gelen ilk atölyesi oldu. KAYGILARI B‹RL‹KTE AfiTIK Atakent-İkitelli'yi başka bölgelerden ayıran önemli bir özelliği var. Burada yoksul kadınlarla orta sınıf kadınlar bir arada. Farklı yaşam biçimlerine rağmen kadınlar olarak benzer taleplere sahip olunması bir araya gelip tartışabilmeyi, birbirini anlamayı ve birlikte mücadele etmeyi sağladı. Tanışma toplantısında atölye kurma fikrini ortaya atan kadınlara gelen ilk soru neden kadınlar olarak toplanmaya ihtiyaç duyulduğuydu. Eskisinden farklı olarak bu soruya sadece "örgütlü" kadınlar yanıt vermedi. Gezi Direnişi'nin etkisiyle her kadından farklı yanıtlar geldi. Kimi özgürlük, kimi "yatak odama girilmesin" dedi, kimi de kız çocuklarının tecavüze uğramasından bıktığını dile getirdi... KADIN ATÖLYES‹N‹N YOL HAR‹TASI İlk toplantıdan sonra çeşitli aksilikler yaşandı tabii. Ama bu aksilikler yapıcı bir şekilde tartışılarak ikinci toplantı ger-

Ö¤reniyor, ö¤retiyor, örgütleniyorlar…

çekleştirildi. İkinci toplantıya katılım daha yüksekti, çünkü o hafta hem Sağlık Bakanı tarafından hem de TRT'nin iftar programında yapılan “hamile açıklamaları” tüm kadınların canını sıkmıştı. Bu öfkeyle planlar konuşulmaya başlandı. Moderatör iki aylık bir plan çıkarmayı, kadın sağlığı, psikolojisi, hakları ve belirlenecek başka başlıklarda ilgili kişilerin de katılımı ile bu konular üzerine hep beraber konuşmayı önerdi. Bu öneri genel olarak kabul görse de bir kadın söz alarak hükümetin geçici gündemlerle Gezi Direnişi'ni unutturmaya çalıştığını söyledi. Buna karşılık “bizim hep hatırlatmamız önemli” diyerek yapılacak otu-

rumların direnişle bağının kurulması gerektiğini söyledi. Örneğin kadın hakları ile ilgili yapılacak oturumda Gezi Direnişi sırasında gözaltındaki kadınlara yönelik saldırılar konuşulmalıydı. Bu önerisiyle büyük destek aldı. KADIN ATÖLYES‹ FORUMA NE KAZANDIRACAK? Tartışmaları baştan beri kaygılı gözlerle dinleyen başka bir kadın bu atölyenin kadınlar olarak çalışmalar yapmasının önemli olduğunu, ancak bir aşamada ortak foruma da sonuçların taşınması gerektiğini hatırlattı. Bu gerekliliği erkeklere ne yaptığımızı açıklama kaygısıyla değil onları dönüş-

türmenin fikriyle dile getirdiğini söyledi. Bu söze çeşitli itirazlar yükseldi. İtirazlar ortak foruma sonuçları taşımaya yönelik değil önce bu atölyenin birlik olmasına yönelikti. Yani kadınlar ortak foruma açılmadan önce akıllarındaki soru işaretlerine ortak yanıtlar verebilmek istiyorlardı. SADECE SÖZ DE⁄‹L EYLEM Tüm bu tartışmalar kadınların Atakent-İkitelli bölgesinde kalmayarak Taksim’e gelmelerini ve TRT önünde yapılan #direnhamile eylemine katılmasını sağladı. Kadınlar Atakent-İkitelli Dayanışması Kadın Atölyesi adına pankart yaz-

ma kararı aldı. Sözü eyleme dökme hâli cesaretlerini daha da arttırdı. Eyleme katılan kadınların sayısının az olmasını dahi eleştirdiler. Hatta bu eleştirilerini kendi çalışmalarına taşıyarak kararını aldıkları film gösterimine "herkesin komşusunu alıp gelmesi" fikrini yaygınlaştırdılar ve el ilanı dağıttılar. Hem eylem hem de film gösterimini örgütlemeleri ve örgütledikleri ilk etkinliklerinin güçlü geçtiğini görmeleri kadınların kararlılıklarını artırdı. Kısa zamanda çok yol kat etmiş olmanın verdiği mutlulukla birlikte omuzlarında taşıdıkları yükün de farkındalar ve mücadelelerini sürdürüyorlar.

Tencereli taval› “Haddinizi bilin” uyar›s›! S

arıgazi İnönü Mahallesi'nde her cuma gerçekleştirilen mahalle forumunda kurulan kadın komitesi, geçtiğimiz haftalarda bir kadın forumu yaptı. Sarıgazili kadınlar olarak şiddete, tacize, tecavüze, yok sayılmaya sessiz kalmayacaklarını söyleyen kadınlar mahallelerinde son dönemdeki saldırılara karşı bir uyarı yürüyüşü yapma kararı aldı. 2Ağustos’ta Sarıgazi Festival Alanı’nda buluşan kadınlar; ellerinde tencere, tava ve karınlarında yastıkları ile Vatan İlköğretim Okulu’ndan Demokrasi Caddesi'ne yürüdü.

Sloganları ve tencere-tavalar ile Sarıgazi’nin sokakları kadınların sesiyle dolup taştı. "Kadınlar sokağa özgürleşmeye”, “AKP elini bedenimden çek”, “Tayyip sana 3 değil 9 doğurtacağız”, “Her yer kadın, her yer direniş" sloganları ile yürüyen kadınlar; “Tencere tavamızın sesine tahammülü olmayan, hamileyken sokağa çıkıp çıkmayacağımıza karışan haddini bilmezlere inat sokaklardayız” dedi. 100’e yakın kadının katıldığı yürüyüş sırasında mahalledeki kadınlar da alkışlarla ve yürüyüşe katılarak destek verdi. Demokrasi Caddesi'nde son-

lanan eylemde kadınlar önce söyleyecekleri sözü, uyarıyı Sarıgazi halkı ile paylaştı ardından kadınca ezgiler söyleyip, halaylar çekerek eylem sonlandırıldı. Sarıgazi’de ilki gerçekleştirilen eylem sonlandırılırken eyleme katılan mahalle sakinlerinden Latife bu eylemin daha başlangıç olduğunu, Sarıgazili kadınların yıllardır yan yana gelmeyişinin acısını hissettiğini şu sözlerle dile getirdi: “Sorunlarımda yalnız olmadığımı anladım. Mahallemdeki kızkardeşlerimle olmaktan çok mutluyum. Yaşasın kadın dayanışması!”

‹stanbul Beylikdüzü Forumu’nun bir Kad›n Komisyonu var. fiimdilik 25-30 kiflilik toplant›lar yap›yorlar ama etkinliklerinde gördükleri tablodan umutlular. Beylikdüzü Kad›n Komisyonu’nun hedefi bir kad›n forumu gerçeklefltirmek. Beylikdüzü Belediye Meydan›’nda gerçeklefltirilen toplant›larda kad›nlar, yapacaklar› etkinlikleri belirliyorlar. Buralarda al›nan kararlarla bugüne kadar Gezi Direnifli s›ras›nda gözalt›na al›nan kad›nlara yönelik cinsel tacizlere iliflkin bildiri haz›rlan›p, da¤›t›ld›. Bunun üzerine bir toplant›da cinsel taciz konusu tart›fl›ld›. Beylikdüzü Forumu’ndaki komisyonlar her çarflamba etkinlikler gerçeklefltiriyor. 24 Temmuz’da toplant›larda al›nan kararlar ve yap›lan haz›rl›klar sonucu Kad›n Komisyonu da “Gezi Direnifli ve Kad›n” bafll›kl› bir etkinlik gerçeklefltirdi. Beylikdüzü direniflinin yaln›zca kad›nlar›n üretip, kad›nlar›n sergiledi¤i ilk kad›n etkinli¤i olarak da tarihe geçti. Etkinlikte skeçler sergilendi, slayt gösterisi yap›ld›, kad›na yönelik fliddet, kad›n cinayetleri, Gezi’deki kad›nlar konufluldu. 2 gün içinde haz›rlan›p sahne alan koro en be¤enilen çal›flma oldu. ‹ki de fliir okundu. Biri “Tanya”, di¤eri “Hofl geldin kad›n›m”. Kad›nlar “Tanya fliirinin okunmas›n› özellikle istedik. Çünkü oradaki Tanya karakteri bizim için önemli bir karakterdi. Duruflu, direnifli, mücadelesi, bunlar› bir kad›n olarak gerçeklefltirmesi, kad›n mücadelesinde örnek olabilece¤i için seçtik” dedi. Yap›lan toplant›larda yaln›zca etkinlik örgütlemiyorlar. Toplant›lar kad›nlar için ayn› zamanda bir iç dökme, ortak sorunlar›n› paylaflma alan› oldu. Birbirini, hiç tan›mayan kad›nlar, çok k›sa bir sürede yaflad›klar› sorunlar› birbirlerine anlatmaya bafllad›. Ço¤u ilk defa böyle bir ortama dahil oldu. 60 yafl›nda olan da var 25 yafl›nda olan da ama yafl ortalamalar› 45’in üstünde. Tart›flmalara kat›lan kad›nlar, buraya daha fazla kad›n›n gelmesi için görev paylafl›m› yap›yor. Çünkü hepsi hem katk› sunmak ve direnifl için bir fleyler yapmak istiyor, hem de tüm çevrelerinin bu kad›n isyan›nda bir tuzu olsun diye u¤rafl›yor. Beylikdüzü Kad›n Komisyonu kendilerini henüz yolun bafl›nda görüyor. Bir kad›n forumu gerçeklefltirip, Beylikdüzü’ndeki tüm kad›nlar›n kat›ld›¤›, kad›n sorununa dair gündemdeki konular› konufltuklar›, tart›flt›klar› ve refleks eylemlerin yap›labilmesini sa¤layacak bir zemin oluflturmak niyetindeler. Ama en çok da bilgilenmek ve edindikleri bilgileri di¤er kad›nlarla paylaflmak istiyorlar. Kad›n Forum’u düzenlemek istemelerinin arkas›nda da ayn› niyet var: Ö¤renmek, ö¤retmek, örgütlenmek.

Tecavüze ve cinsel fliddete “a¤›r ceza” m› geliyor? AKP, kadına yönelik şiddeti çözüyor görüntüsünü sevdi. Yasal düzenlemelerle vermeye çalıştığı bu “görüntü” ile her yanından taşan ve erkek şiddetini kışkırtan kadın düşmanlığının üzerini örtmeye çalışıyor. Sorunu yasal düzenlemelerle, caydırıcılık yöntemi ile çözemeyeceğini biliyor ama bu gerçeği görünmez kılmayı tercih ediyor. Zira derdi kadınları yaşatmak ya da şiddetten korumak değil. Üstelik tam da ideolojisini büyük oranda kadın düşmanlığından beslerken... Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve Avrupa Birliği Bakanlığı'nın ortak hazırladığı cinsel saldırı ve te-

Leman Meral Ünal lemanmeral @sendika.org

Tecavüz ve cinsel şiddet erkeklerin kadınları denetleme mekanizmasının bir parçası. Tecavüzü bu zeminden kavramayan AKP, göstermelik yasalarla kadına yönelik taciz, tecavüz ve erkek şiddetini örtemez

cavüze “ağır yaptırım” getireceği öne sürülen kanun tasarısında sona gelinmiş. İfade edilen o ki, kadına yönelik cinsel taciz ve saldırı suçlarına verilen cezalar yeniden düzenlenecek. Yılbaşı kutlamaları, konser ve

miting gibi etkinliklerden “faydalanarak” cinsel saldırı ve tacizde bulunanların alacağı hapis cezası artırılacak. Peki halihazırda var olan yasalar konu kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüz olunca ne

kadar uygulanıyor? Devlet eliyle erkek egemenliğin yürütücüsü ve gelmiş geçmiş en kadın düşmanı iktidar olan AKP, cinsel şiddeti nasıl kavrıyor? Tecavüz, taciz gibi cinsel saldırılar kadınların emekleri, bedenleri ve kimlikleri üzerindeki erkek “denetiminin” bir parçası ve erkek egemen sistemde kadınları itaatkar olmaya zorlamak için sistematik olarak uygulanıyor. Kadınların lehine yasal düzenlemeler kadın hareketinin bir kazanımı olarak yorumlanabilse de kadına yönelik şiddet ve cinsel saldırıyı önlemek için yasal mevzuat tek başına bir anlam ifade etmiyor. Cinsel saldırı, tecavüz ve şiddeti uygulayanın erkek, şiddetin kaynağının erkek egemenlik oldu-

ğunu kavramadan ve kadınların eşitlik mücadelesini desteklemeden bu sorunu çözmenin olanağı yok. AKP'nin kadına yönelik cinsel suçlarla ilgili müjde olarak duyurduğu yasal mevzuatlardan ilki bu değil. Hatırlanacaktır, TCK'de 2005 yılında yapılan değişiklik ile aile içinde kadına yönelik tecavüz suç sayıldı. (Evet, kadınlar aile içinde tecavüze uğruyor: Cinsellik, aile içinde kadın için “zorunlu bir hizmet” olarak görüldüğü ve kadının cinselliği yok sayıldığı için erkek merkezli cinsellik her an tecavüze dönüşebiliyor.) Kadın hareketinin yıllardır sürdürdüğü kararlı mücadeleyle TCK ve Medeni Kanun'da kısmen yapılan pozitif düzenlemeler, iş yargı kararına ve cezalandırmaya gelince

ortadan kalkabiliyor. “Genel ahlak” anlayışı ile erkekler lehine kararlar veriliyor. Kadın cinayetlerinde yargının “haksız tahrik indirimi”ni merkeze alan yaklaşımı ile yüzlerce tacizci ve tecavüzcü aklanıyor. Bugüne kadar pek çok cinsel saldırı davası Adli Tıp Kurumu'nun, kadının ruh ve beden sağlığının bozulduğuna ilişkin verdiği raporlarla “delillendirildi”. Bir çok durumda “ruhsal sağlığı” bozulmamış olduğu söylenen kadınlara yönelik cinsel şiddet saldırıları aklandı. Tecavüzcü erkekler lehine kararlar verildi. Oysaki kadın beyanını esas alan ve tecavüzün koşulsuz şartsız suç sayıldığı bir anlayışla Adli Tıp'ın “delillendirilmiş” raporlarına ihtiyaç kalmaz.

Cinsel suçların kadına değil topluma ve aileye karşı işlendiğini kabul eden AKP, bu saldırıların gerisinde yatan egemenlik ilişkisini görünmez kılıyor. Cinsel saldırı kadın bedenini “dizginlemenin” en ağır şiddet biçimi. Erkek cinselliğine atfedilen “durdurulamaz” ve “kontrol edilemezlilk” niteliği bu saldırıları doğallaştırıp, meşrulaştırıyor. Bizzat Erdoğan'ın ağzından dökülen kadına yönelik şiddeti yeniden üreten “Kadın-erkek eşit değildir” sözleri şiddet, taciz ve tecavüz yasal düzenlemelerle nasıl önlenir sorusunu sorduruyor. Mevcut yasaların dahi uygulanabilmesinin bugün tek garantisinin güçlü bir kadın hareketi olduğu açık.


KÜLTÜR SANAT

ÜRET EN B‹Z‹Z YÖNET EN DE B‹Z O LACA⁄IZ

15 A¤ustos 2013 / 28 A¤ustos 2013

11 Halk›n Sesi

‘Umut direnişte’ Direnifl s›ras›nda sergi için ‹stanbul’a gelen Güney Afrikal› sanatç› Kendell Geers’›n söyledi¤i gibi: “En büyük bienal Gezi Park›'nda”

SERDAR TÜRKMEN BANU SERVETO⁄LU

Gezi Parkı Direnişi, bir dizi öfkenin ve itirazın aynı anda ortaya çıkışıysa, bu direnişin ortaya çıkardığı ya da hiç değilse silkelediği sanatın da homojen bir

yapıya sahip olmamasına şaşırmamak gerekir. “İnsani olan hiçbir şey bize yabancı değildir” sözünün genelleşmiş bir haliyle karşı karşıya kaldığımızı söyleyebiliriz. Öfkenin, umudun, üzüntünün, coşkunun, sevincin; böyle bir direniş

olmasaydı bu topraklarda yan yana gelmesi pek de olanaklı gözükmeyen nüktecilik, ironi, absürd, ajit-prop gibi pek çok farklı üslup ve yöntem ile aktarıldığına tanık olduk. Direnişin bileşenlerinin çeşitliliğinden doğan bu aktarım, direnişi

ortaklık kurmanın yanı sıra moral olarak da ileri taşıdı. Dolayısıyla bir taraftan karşımızda TOMA önündeki gitarist, barikattaki akordeonist, gaz bombası ile dağılan direnişçileri toparlayan saksafonist, 'kırmızılı kadın', 'duran adam' ve

'polise kitap okuyan adam' gibi isimsiz ama mücadelenin sanatında simgeleşen karakterler; bir taraftan da duvar yazılarından fotoğraflara, slogan-şarkılardan uyarlamalara kadar pek çok üretimi ortaya çıkaran anonim bir zemin var. Yani bu

direnişin asıl yıkıcı gücünü sırtlayan kolektiflik, direnişin sanatında da kendini gösteriyor. Yılların klişesi “sanat çok güçlü bir silahtır”ın doğruluğuna tanıklık ediyoruz. Sanat için de “bu daha başlangıç” olabilir, hem en

genel anlamdaki sanatın hem de daha özelde devrimci sanatın, bu süreçle birlikte kendine yeni yollar ve olanaklar açması pek de zor değil. Neticede sanat, daha uzun bir süre Gezi Parkı'nı terk etmeyecek gibi...

Gezi ve muhalefet kültürü Gezi Direnifli'nin ilk günlerindeki aktif çat›flma ortam›, sanat icras›na elveriflli de¤ildi. Buna ra¤men özellikle müzisyenler, bak›r üflemeliler ve ritim çalg›lar›yla sürece daha ilk günlerden kat›ld›lar. Ve elbette makineleriyle foto¤raf sanatç›lar› da... Direniflin fleklinin çad›r komünlerine dönüflmesiyle, bir 'kültür' yaratma ihtiyac› ortaya ç›kt›. Çad›r sürecinin dönem dönem aktif çat›flma ortam›na dönüflmesinden dolay› buralardaki atölyelerden sars›c› bir üretim ç›kmad› ama yine de buralarda gelifltirilen ve gösterilen ortak yaflam kültürü, Gezi Kültürü diye adland›r›labilir. Direniflin biçiminin, park ve meydanlardaki forumlara evrilmesiyle birlikte, hem yerel mücadele olanaklar›n›n direniflin enerjisi ile birlefltirilmesi gereksinimi hem de forum alanlar›n›n birer yaflam ya da hiç de¤ilse paylafl›m alan›na dönüfltürülmesini sa¤lamak için birtak›m kültür-sanat etkinlikleri ve atölyeler buralarda daha sa¤l›kl› bir flekilde gerçeklefltirilebildi. Bu çal›flmalar›n en çarp›c› katk›s›, genel anlamda bir direnifl/muhalefet kültürünün oluflturulmas› ve aktar›lmas› oldu.

Sanat direnişe çağırıyor Sanat bir ölçüde soyutlamadır ve her soyutlama gibi somuttan beslenir. İşte bir slogan: ‘Her yer Taksim her yer direniş’. Bu somutluktan beslenen ve eşzamanlı onu besleyen sanat: Piyasa sanatının yerine ‘direniş sanatı’ D‹REN‹fi‹N SES‹ Direnişle birlikte çeşitli muhalif müzisyenler, biraz da popüler alanın ele geçirilmesinden dolayı kendilerini direniş alanındaki üretimlerle ifade ettiler. Örneğin Alpay, belki de sanat hayatının en nitelikli eserini ortaya çıkardı. Müzik, aynı zamanda eylem anında coşkuyu arttıran ve kültür taşıyan işleviyle de öne çıktı. İzmir Müzisyenler Derneği, direnişin hemen her gününde alanlarda müzikleriyle bulundular. Davul, trampet, zil, saksafon gibi çalgılarla yürüyüş kortejlerinin önünde, mahallelerde sokak aralarında, öğrencilerin mezuniyet törenlerinde yer alırken; forumların başlamasıyla gitarları, bağlamaları, flütleri ve kemanlarıyla bazen aynı anda 2-3 forum alanındaydılar. Yeni direniş şarkıları ve uyarlamaları ürettiler, yaygınlaştırdılar. “B‹BER GAZI OLEY!” Mizah dergileri çizerlerinin bile

Sanatç›lara aç›k sald›r›

hayranlık duyduğu bir incelik ve zeka ile yazılan duvar yazıları iktidara gülerek korku salınabileceğini gösterdi. Örneğin “Mustafa Keser'in askerleriyiz” yazısındaki ikna gücü, “Kimsenin askeri olmayacağız” sloganındakinden çok daha fazla oldu. “Çare Drogba”, “Everyday I'm Çapuling” ya da “Bu biber gazı bir harika dostum” gibi yazılar tek başına anlamsız gözükse de direnişin içerisinde güçlü bir “korku kırıcı” işlevi vardı ve iktidarın hegemonyasına karşı yönelen farklı bir yolu işaret etti. D‹REN‹fi‹N T‹YATROSU Tiyatro, sergilenme olanakları da göz önünde bulundurulduğunda sürecin başlarında pek varlık gösteremedi fakat direnişin şimdiki biçimi forumlarla birlikte hem yeni tiyatro eserleri yazıldı, hem de kimi oyunlar uyarlandı. İstanbul'da yazılan “Gezerken”, dört kısa oyundan oluşuyor. Oyunlarda TOMA'nın, bir kâğıtçının yanındaki

AKP sald›r›lar›ndan nasibini alan sanatç›lar da sürece çok yo¤un bir kat›l›m gösterdi. Fakat bu sanatç›lar›n büyük ço¤unlu¤unun alana silahlar›yla; örne¤in çalg›lar›yla ya da kostümleriyle

köpeğin, hayatında hiç eyleme katılmamış bir adamın gözünden izlenimler aktarılıyor. İzmir'de Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu, “Ve güneş doğarken hiç umut yok mu?” repliğiyle biten “Umut Kimde” oyununu uyarlayarak, Gezi Direnişi'nde yaşananları nedenleriyle işleyen “Umut Direnişte”yi oynadı. İzmir'deki forumların hepsinde oynanan bu oyun, sürecin anlaşılması açısından önemli katkılar yaptı. Yine İzmir'den Yenikapı Tiyatrosu da “Palto” oyunuyla forumlara destek verdi. Ramazanla değişen kültürel atmosfere uygun eserler de verildi. Esenyurt Halkevi'nin Yaz Okulu Çocuk Şenliği'nde yaptığı “Karagöz Gezi Parkı'nda” gölge oyunu bunun güzel bir örneğiydi. “KIRMIZILI KADIN”IN ÇA⁄RISI Direnişle özdeşleşen pek çok fotoğraf da ortaya çıktı, çok daha fazlası da muhtemelen arşivlerde, olası bir projede ortaya çıkmayı

ç›kmad›¤›na da tan›k olduk. Bu da sanatç›lar›n, sanat›n nas›l özgürleflebilece¤i konusundaki bilinç bulan›kl›¤›n› gösteriyor bize. Yine de hat›r› say›l›r say›da sanatç›n›n ve grubun, sürece do¤rudan ve sokaktan

bekliyor. Fotoğraftakiler epeyce konuşuluyor, belki de fotoğraf sanatı bir dirilme yaşıyor. Fotoğrafçıların direnişteki görünmeyen rolünün büyüklüğünü de bilmek gerekiyor. Örneğin “kırmızılı kadın” fotoğrafı polis şiddetine karşı bir çağrıyı temsil etti ve aynı gün bu çağrıyla milyonlar Taksim’e geldi. ANLAM TIKANMASINA “PENGUEN DANSI” POMPASI Direnişin ana akım medyada gösterilmemesi ya da iktidar yanlısı bir tutumla ele alınması sonucu direnişin medyası işlevi gören sosyal medya ve videolar büyük önem kazandı. İktidardakilerin yalanlarının peşinden gerçeklerin gösterildiği, polis şiddetinin gözler önüne serildiği, eylemcilerin cesaretinin sergilendiği pek çok video sosyal medyada dolaşıma sokuldu. Bu süreçte çok sayıda insanın “kes-biç-yayınla” yöntemini öğrendiğini ve başarıyla uyguladığını gördük. Böylece yandaş medyaya karşı alternatif

destek verdi¤ini söyleyelim. AKP de bu sanatç› deste¤ini k›rmak için Mehmet Ali Alabora üzerinden bir karfl› sald›r› gerçeklefltirdi. Tayyip Erdo¤an direnifle destek veren sanatç›lar› miting kürsülerinden

hedef göstermekten tereddüt etmedi. Bu sald›r›lar›n seçimden sonra artarak devam edece¤i aç›kça görünüyor. Öte taraftan da Do¤ufl, ‹smail Türüt, fiafak Sezer ve Necati fiaflmaz gibi “medyatik tipler” de düzen

kolektif bir haber ağı da oluştu. Gezi sürecinde çok sayıda resim sergisi de açıldı, özellikle çocuklarla sıkça resim atölyeleri yapıldı. Tabii ki bu kadar 'gerçek' bir direnişin içerisinde gerçeğin doğrudan kendisini taşıyan fotoğrafın yanında resim biraz sönük kaldı. Yine de resim 'gerçekten daha gerçek' olmayı başardığı kadar bu direnişin taşıyıcısı olacak. Süreç henüz sonuçlanmadığı için roman, film gibi türlerde çok yaygın bir üretim yok ama bu direnişte her sanat dalı için malzeme var, yeter ki işlensin, üretilsin. Örneğin, halk danslarındaki anlam tıkanmasına bir pompa olarak 'Penguen Dansı' diye bir dans türetildi/uyarlandı. 'Şarkı uyarlama atölyeleri' kuruldu. Öykü kitabı çıktı. Sosyal medyadaki direnişe dair paylaşımlar sayesinde buralardaki üretimler hızla yayılıyor ve özellikle kolajlar, illüstrasyonlar aracılığıyla direnişin görsel meşruiyeti yaratılıyor/artırılıyor.

için “sanat” yapmaya devam edeceklerini teyit etmekten çekinmediler.


SOKAĞIN SESİ

ÜRET EN B‹Z‹Z YÖNET EN DE B‹Z O LACA⁄IZ

15 A¤utos 2013 / 28 A¤ustos 2013

12 Halk›n Sesi

‘AKP bu eylülden kork!’ Üniversitelerin açılmasından, liglerin başlamasından, tatilcilerin geri dönüşünden korkan AKP’ye yanıt taraftarlar ve ünversitelilerden

Taraftarlar, statlarda elektronik fişlemeyi ve slogan yasağını kabul etmiyor. Üniversiteliler “kampüslere polisi sokmayacağız” diyor

Katillere üniversitede yer yok! TUBA GÜNEfi / GÖKHAN KORKMAZ

Üniversitelerde bu yılın gündemi ne? Daha üniversiteler açılmadı ama öngördüğünüz bir şeyler var mı? Öğrenci Kolektifleri Yürütme Kurulu Üyesi Özgür Bozkurt: Üniversiteliler Haziran İsyanı’nın en önemli unsurlarından biri oldu. Şimdi o üniversiteliler haziran ayında kazanılan direniş ve dayanışma kültürüyle, forum kültürüyle üniversitelerde olacaklar. Doğal olarak üniversitenin en önemli gündemlerinden biri Gezi direnişi olacak. Bunun yanında bir de Tayyip Erdoğan’ın dillendirdiği özel güvenlikler yerine polisin üniversiteye yerleştirilmesi gündemi var. Üniversitelere gelecek olan polis kimdir? Ayrı bir birim olduğunu söylüyor Erdoğan. Ethem'i öldüren, kadınları taciz eden, üniversitelerde daha önce gördüğünüz çevik kuvvet vs farklı kimseler mi olacak sahiden? Adı, sanı, birimi ne olursa olsun polis, iktidarın zor aygıtını temsil eder. Dolayısıyla ayrı bir birim olarak bahsetseler de muhalefet edeni sindirme yöntemlerinin farklı olacağını düşünmüyoruz. Yani bilindik şiddeti ile gelecek üniversiteye. “Polis üniversitelere gelmesin” diyorsunuz, bu özel güvenlikler kalsın mı demek? ODTÜ direnişinde rektörler AKP açısından önemli bir koz olarak devreye sokulmuştu. İşte özel güvenlikler o rektörlere bağlı çalışıyor. Rektör istediğinde bir üniversiteliyi darp edip gözaltına alabiliyorlar. Geçtiğimiz yıl Osmangazi Üniversitesi’nde çok net yaşandı bu olay. Özel güvenliklerde cop ve biber gazı gibi silahları kullanma ve fişleme yetkilerine sahip. Birçok üniversitede her gün ÖGB’nin fiziksel ve piskolojik şiddetine maruz kalıyor üniversiteliler. “Üniversitemde polis istemiyorum” demek “özel güvenlikler iyidir” anlamına gelmiyor yani. Çapulcu evleriyle ilgili kampanyanız nedir? Kredi Yurtlar Kurumu’nun Gezi Direnişi’ne katılan

öğrencilerin yurt imkanından yararlanamayacağını açıklamasından sonra Kolektif Yaz Kampı forumunda sunulan bir öneriydi. “Kredi Yurtlar Kurumu’nda yer yoksa yok çapulcu evlerinde illa ki kalacak yer vardır” diye başlattık projeyi. İletişime geçtiğiniz kişilerden polisin üniversiteye girmesiyle ilgili tepkiler alıyor musunuz? Ne diyor müstakbel

üniversiteliler? Onlar üniversitenin içinde polisle karşılaşmadılar hiç, neler olabileceğini tahmin edebiliyorlar mı? İnsanlar diğer konularda olduğu gibi üniversiteye polis girmesine de tepki gösteriyor. Üniversitede karşılarına çıkacak olan polis Gezi Direnişi’nde karşılarına çıkan ya da sosyal medyada karşılarına çıkan polisten çok farksız olmayacaktır.

Tahmin etmeleri güç olmayacak yani. Polisle, deniz kenarında yaz kampı yaparken de muhatap oldunuz bir şekilde. Ailelerinizi arayan polislere söyleyeceklerin var mı? Aynı olayı bir önceki kampta da yaşamıştık. Okumuş İnsan Halkın Yanındadır kampanyasına katılan arkadaşları da aramışlardı geçtiğimiz yıllarda. Kolektif Yaz Kampı sadece bir tatil değil, gençlerin bir araya gelip bir şeyler ürettiği, aynı zamanda ülke gündemine dair fikir alışverişi yaptığı bir kamp. Gezi Parkı’nda ve diğer direniş alanlarında olduğu gibi ortak yaşamı birlikte kurduğumuz bir kamp. Bu yıl daha özel tabii, aramasalar şaşırırdık. Çünkü genç çapulcuların kampıydı. Aranan ailelerden çok güzel tepkiler aldık. Hemen hemen hepsi canlı yayınlardan ve sosyal medyadan kampı takip ettiklerini dile getirdiler. Polisler komik duruma düştü yani. Kamp içeriğini zenginleştirmiş oldular. Bu konuyla ilgili “İfşa” diye üç serilik kısa film bile çektik kampta. Vakit bulursanız Çapul TV’den izleyin. AKP polisle birlikte kampüslerin eskisinden farklı olacağını söylüyor. Üniversiteliler de farklı olacak mı? Polisleri ne bekliyor kampüslerde? Üniversiteler bilim üretilen kurumlardır. Polis ve üniversite kavramları birbiriyle fazlaca çelişik kavramlar. Çünkü zor aygıtlarının ve şiddetin gölgesinde, iktidar tahakkümünde bilim üretilmesinden, özgür düşünceden bahsedilemez. Üniversiteler elbette farklı olacaktır ama üniversiteliler gene aynı üniversiteliler olacak. Geçtiğimiz yıl ODTÜ’de nasılsa; AKP’li rektörlere karşı Mimar Sinan’da, GSÜ’de İTÜ’de nasılsa öyle olmaya devam edecek. Polisleri elbette ellerimizde çiçeklerle karşılamayacağız. Ne üniversite kimliği bunu kabul eder ne de üniversiteli kimliğimiz . Kaldı ki daha yakın zamanda Ali İsmail’i o kampüslerden söküp alanlar hiç de hoş gelmezler. Sürpriz yok, direnişe devam yani.

Tribünlerde isyan var “Statlarda siyasi slogan atılmayaTolga: 1. golü atmışız bu daha cak” ne demek? başlangıç, 2. gol için “mücadeleye Cem: Aslında “sol slogan atılma- devam” anlamına gelebilir. Özgür: Bu ülkede her zaman yacak” demek. Yarın öbür gün “Şealanlarda “siyaset yapılmasın” lafı hitler ölmez, vatan bölünmez” diye aslında “muhalif siyaset yapılmabağırırsam buna kimse bir şey desın” anlamına gelir. mez. Tolga: Şimdi bunu açmak gereNe umuyorlar sizce, slogan atılmakir. Siyasi tezahürat, siyasi slogan yacağını mı düşünüyorlar? Cem: Korkuyorlar. Bal gibi de ne demek? Neye göre siyasi? biliyorlar slogan atılacak. Şimdi Erdoğan adına söylendiTribünlerde sizin rahatsız olduğuğinde siyasi olmayacak da öbürü sinuz davranışlar var mıydı? Bunlara yasi mi kabul edilecek? Bunun kriteri ne yani? Kim koy- karşı bir önlem olamaz mı? Tolga: Bu yömuş bu kriteri? Sinetmelik 15 seyasi sloganın kritenedir uygulanırini bana bir anla- Beşiktaş taraftarının kombine alırken, yor. O 15 senedir tın. uygulanan yönetÖzgür: Örnek “Siyasi slogan atmayamelik şimdi mi vereyim abi, Trabcağım” taahhüdüne zor- gözde oldu? zonspor başkanı 15 senedir si“Kuruçeşmeye git- lanması üzerine Çarşı’yla yasi slogan atılır tik çünkü başbagörüştük. Sorularımızı tribünde. Şimdikanı seviyoruz” ye kadar hangi dediğinde bu siya- Çarşı’nın kurucuları taraftar siyasi set değil. “Cem abi”ye, “Tolga Tolga: “Adam slogan attı diye abi”ye, Özgür’e ve Öngibi adam Tayyip sözleşmesinden der’e yönelttik Erdoğan” dendidolayı taahhüt ğinde bu siyaset altına alıp ceza değil. görmüş? Eski köye yeni adet mi O zaman ben çıkıp diyeceğim ki geldi? “Her yer Beşiktaş, her yer İnönü”. Özgür: Kahvede oturuyorsun Bu siyasi olacak hükümeti de eleştirdin ama kahvelerde siyaseti önleme yasası diye bir Cem: Mesela Beşiktaş ilk golü attığında “Bu daha başlangıç müca- şey yok. Ya da miting yapıyorsun hüküdeleye devam” diye bağırsak bu simeti eleştiriyorsun, bununla ilgili yasi mi olacak?

bir yasa yok. Sistem veya şu anda var olan yönetim kendine muhalif olma potansiyeli taşıyan bütün toplulukların önünü kesmeye çalışıyor. Peki yapar mı dersin şimdi statlarda yasak sonra parklar, atıyorum çıkmaz sokaklar? Cem: En son çıkmaz sokağa girer öyle kalır işte. Şimdi siz böyle söylüyorsunuz da Yeni Şafak’a Çarşı adına konuşan Ömer Faruk Yüksel statlarda siyasete karşı olduklarını söylemiş? Tolga: Buna biz katılıyoruz Çarşı siyasetin üzerindedir. Cem: Ülkede hiçbir parti Çarşı’yı zaten temsil edebilecek durumda değil ki. Tolga: Dikkat edin Taksim Dayanışması’nın hükümetle yaptığı hiçbir görüşmesinde Çarşı yoktu. Cem: Ömer Faruk da geçersizdir. Çarşı’yı temsil edemez. Özgür: Sonuçta bizim tribünlerde de farklı düşünenler var. Olabilir. Bu da hayatın gerçeği ama Çarşı’nın ana bir davranış şekli var. Bunu yıllardır gösteriyor zaten. Diğer taraftar gruplarından farklı olarak Çarşı aslında kendi içersinde bir demokrasi anlayışını kendi meşrebince oturtmuş durumda. Gezi Parkı’nda bu kadar hakim olması da getirmiş olduğu bu kültürle alakalı herhalde? Özgür: Tabii. Tolga abi, Cem abi dedi diye yanlışsa bir şey ken-

dimce ben buna itiraz ederim. Yanlışın parçası olmak istemem. Aynı gazeteye Ultraslan ve Genç Fenerbahçeliler de röportaj vermiş… Cem: Ya bırakın onları… Onları kendi tribünleri de çözmüş durumda. Özgür: GS-FB tribünlerinde bu Gezi sürecinin bizden daha büyük etkisi daha yıkıcı etkisi oldu. Bizim tribün zaten böyleydi. FB-GS tribünlerinde bir sürü muhalif insan bugüne kadar hareket edemiyordu. Çünkü oradaki egemen güçler onları bastırıyordu. Bak mesela Genç Fenerbahçeliler “Tribüne siyaset girmesin” diyor ama tribündekiler “Her yer Taksim her yer direniş” diyor. Farklı takımı tutan ama Çarşı’ya sempati besleyen taraftarlara mesajınız var mı? Özgür: Çarşı adında birleşmesinler dönsünler statlarına. AKP’nin Kazlıçeşme mitinginde çakma Çarşı pankartları açılmıştı. Kasımpaşa’da da olursa buna karşı bir duruş sergileyecek misiniz? Sergilememize gerek yok. Çakma olduğunu herkes bilecek zaten. Diyelim ki Kasımpaşa stadında “Adam gibi adam Tayyip Erdoğan sloganı atıldı?” Önder: Beşiktaşlılar mı? Atmaz. Silah dayamadıysan atmaz. Cem: Cebine para koymadıysan, 2000 tane kombine almadıysalar

AKP Gençlik Kolları’na… Şu e bilet olayına gelelim. Cem: Saçmalık. Neden? Çok kolaylık sağlamaz mı girişlerde çıkışlarda? Özgür: Ben anlatayım. Sizin bütün bilgilerinizi adresiniz, koltuk numaralarınız, ıvır zıvır her şeyiniz kulüp tarafından emniyete veriliyor. Stadın her yerine kamera konuyor. Emniyet her maçtan sonra kameraları seyrediyor. A-33’te Ahmet oturuyormuş, şunu yapmış diyor, tık alıyor. Peki bu yöntem kötü insanların kötü davranışlarını tespit etmek için kolaylık sağlar mı? Özgür: Sağlar tabii, mobeseler ne kadar sağlarsa o kadar sağlar. Cem: O zaman bıçak sokmasınlar, arama yapsınlar güzelce. İşini güzel yapsın herkes… Bu kamera

e-bilet korku demek. “Ben işimi güzel yapmak için e bilet uygulamasına geçiyorum” derse… Cem: Yapsın o zaman… Görüşürüz. Tolga: Bunun anlamı fişleme. Fişleyip korkutacak. Cem: Bizim Allah’a şükür onlardan bir korkumuz yok. Fişlesin, biz de onları fişliyoruz. Fark etmez. Cem: E bilet işi uygulanamaz zaten. Ben mesela gitmeyeceğim. Özgür’e vereceğim… Özgür: Ben gitmeyip bir adamın kafasını gözünü yarsam, akşam Cem’i alacaklar. Ama tabii girişlerde fotoğrafına bakacaklarmış. (Herkes gülüyor, “Kim uyacak ona?” “Avrupa mı burası?” “Yüz okutma ne abi?”)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.