Suriye’de emperyalist savafla ve iç savafl k›flk›rt›c›l›¤›na hay›r! Emperyalistler yine kirli ittifaklar kuruyor. ABD, ‹ngiltere ve Fransa önderli¤inde Suriye’ye sald›rmaya haz›rlan›yorlar. Ortado¤u’yu kan gölüne çevirenler ve AKP gibi tafleronlar›, “katliama seyirci kalmayal›m” bahanesiyle yeni katliamlara haz›rlan›yorlar 21 A¤ustos'ta baflkent fiam yak›nlar›ndaki Huta tar›m bölgesinde yaflanan katliam›n ard›ndan kimyasal silah iddialar›yla birlikte Suriye’ye emperyalist sald›r›n›n haz›rl›klar› bafllad›. ABD D›fliflleri Bakan› John Kerry, BM denetçilerinin incelemelerini tamamlamalar›na dahi gerek duymadan askeri müdahale haz›r-
l›klar›n› duyurdu. Suriye’de cihatç›lara para ve silah sa¤layan, iç savafl› körükleyen, savafl›n tüm sonuçlar›ndan ve yaflanan katliamlardan sorumlu olan AKP, d›fl politikada girdi¤i bata¤› savafl 盤›rtkanl›¤› yaparak aflmaya çal›fl›yor. Bölge halklar›n›n kan› ellerine bulaflan savafl k›flk›rt›c›s› Davuto¤lu Suriye’de yafla-
nanlar›n “insanl›k suçu” oldu¤unu söyleyip oluflturulacak Uluslararas› Koalisyon’da Türkiye’nin yer alaca¤›n› ilan etti bile. AKP iktidar›, M›s›r’da darbeyi savundular diye suçlad›¤› “Bat›l› devletlerin” savafl haz›rl›klar›ndan kendisi de pay kapma telafl›na düfltü. “De¤erli yaln›zl›k” havalar›n› bir yana b›rak›p , bildik “ak-
tif tafleronluk” rolünün gereklerini yerine getirmeye bafllad›. Türkiye halklar› AKP’nin Irak’ta emperyalist iflgale ortak olma giriflimini sokakta durdurmufltu. Bu sefer de Haziran ‹syan›’ndan ald›¤› güçle emperyalistlerin ve iflbirlikçi AKP’nin karfl›s›na dikilecek. AKP’yi halk durduracak!
29 A¤ustos 2013• 1,25 TL
Y›l 8 • Say› 190
Ağlama hesap ver!
Suriye’de iç savafl k›flk›rt›c›l›¤› yapan eli kanl› AKP, d›fl politikada çöküflü tescillendikçe emperyalist savafl 盤›rtkanl›¤›na soyunuyor
Dolar 2 TL’yi geçti, borç sarmal› derinlefliyor, s›cak para ak›fl› kesiliyor. Ekonomik kriz emareleri artt›kça AKP’nin “istikrar” kozu elinde patl›yor
Ne emperyalist savafl, ne neoliberal ya¤ma! Halk Erdo¤an’›n gözyafllar›na kanm›yor, hesap soruyor, direnifl sürüyor
Yüzy›l›n projesi çöktü Okullar›n aç›lmas›na günler kala, AKP'nin en “iddial›” projesi olan FAT‹H'teki soygun kamuoyuna yans›d›. 7080 kiflilik s›n›flarda 4'er 5'er çocu¤un ayn› s›rada oturtuldu¤u okul manzaralar› ülke geneline yay›l›rken, FAT‹H'in sadece propagandas› için 33 milyon lira harcand›. Yine
Çapulcu Mühendisler Politeknik Kamp›’nda bulufluyor Üniversitelerin mühendislik, mimarl›k, flehir ve bölge planlama bölümlerinde okuyan ö¤renciler 6-7-8 Eylül tarihlerinde ‹zmir Seferihisar’da Politeknik-Genç Yaz Kamp›’nda bulufluyor. Kamp program› kapsam›nda Haziran Direnifli, üniversitelerin piyasalaflt›r›lmas›, bilimsel düflünce tarihi, güvenli internet kullan›m› ve sosyal medya, do¤a, çevre ve kent mücadelelerinde halk›n mühendisleri söyleflileri yap›lacak.
31 May›s’ta bafllayan ve büyük bir halk isyan›na dönüflen eylemlerin ard›ndan Politeknik-Genç; mühendislik, mimarl›k fakülteleri ö¤rencilerini, halk›n mühendisleri, mimarlar› ve flehir planc›lar›n› üniversitelerde AKP’ye karfl› isyan› büyütmek, kentlerde rant projelerine karfl› direnifli sürdürmek için yaz kamp›na ça¤›r›yor. ‹letiflim için www.politeknik.org.tr
S›k bakal›m, s›k bakal›m
AKP'nin aylard›r güzellemesini yapt›¤› “Liseye giriflte s›navlar› kald›r›yoruz” söyleminin ard›ndan ö¤rencilerin sorumlu tutulaca¤› 36 s›nav ç›kt›. AKP e¤itimde krizde, yapboza çevirdi¤i e¤itim siteminin içinden AKP'nin sonunu h›zland›racak bir mücadele ç›kacak.
Yetmez Tayyip Erdo¤an yetmez! Kendi “yüzde 50”sinin d›fl›ndaki her birey için en az bir tane biber gaz› stokla. ‹htiyac›n olacak! SF. 3
ODTÜ’den Gökçek’e: Bekle, iki haftaya tam kadro okulday›z! Melih Gökçek, y›llard›r hayalini kurdu¤u otoyol projesini yasal izinler tamamlanmadan hayata geçirmeye giriflti. Ancak ifli çok zor. 100. Y›l ve Çi¤dem mahalleleri ile ODTÜ'nün içinden geçecek yol için mahalleliler ve ODTÜ’lüler
forumlarda ald›klar› kararlarla inflaat alan›nda direnifl çad›rlar›n› kurdu. ODTÜ’lüler ise yolu iki ayda bitiririz diyen Gökçek’e mesaj› direnifl çad›rlar›ndan verdi: "‹ki aya ODTÜ'ye gireriz diyormuflsun. Biz iki haftaya tam kadro okulday›z!"
Ferda Koç / Sayfa 4
BDP Türkiyelileflmeli mi? Tufan Sertlek / Sayfa 8
Tembel Türkler!
DİRENİŞ ŞENLİK
2
29 A¤ustos 2013 / 11 Eylül 2013
Halk›n Sesi
HALKEVLER‹ KEMALPAfiA HALK FEST‹VAL‹’N‹N ONUNCU YILINDA
Sahne direnişin Hopa direnişini Haziran İsyanı ile birleştiren eşkıyalar 10. Kemalpaşa Halk Festivali’ni “Hopa’dan Gezi’ye, Diren Türkiye” sloganıyla örgütledi
H
opa ve Kemalpaşa halkının kendi emeği, dayanışması ve kolektif üretimi ile örgütlediği Halk Festivali bu yıl 10. yaşını kutladı. 16-17-18 Ağustos tarihlerinde gerçekleştirilen festival bu yıl Hopalı eşkıyaların çapulculara yaptığı çağrı ve “Hopa’dan Geziye, Diren Türkiye” sloganı ile örgütlendi. Hazırlıkları bir ay önce futbol turnuvası ve halk toplantıları ile başlayan festivali bu yıl şair Mehmet Özer sundu. Festival boyunca sahnede Gezi direnişi ve
çapulcular selamlandı. AKP iktidarına karşı mücadele çağrısı yapıldı. Ülkenin dört bir yanında isyan edenlerin sesi Kemalpaşa’da yankılandı. FEST‹VAL SAHNES‹NDE “ÇAPULCULAR” VAR Festivalde bu yıl Ahmet Telli de yer aldı. Telli sahneden direniş şiirlerini Kemalpaşa halkı ile birlikte okudu. Kuşaktan kuşağa kaval ekibi en eski Hemşin ezgilerini seslendirdi. Tanju Topal ve Yusuf Aydın, Selçuk Balcı, Meluses, Suavi festivalde sahne aldı.
Festivalin ikinci günü ise Kemalpaşa Halkevi ve KTÜ Öğrenci Kolektifi tarafından yapılan “Okumuş insan halkının yayındadır” kampanyasının ürünü olan Çapulcu Çocuklar Korosu sahne aldı. Festivalin baş aktörü olan çocuklar halkla birlikte çapulcu şarkıları söyledi. Festivalin son gününde festival ruhuna uygun bir “direniş” vardı alanda. Sağanak yağışa karşı direnen Kemalpaşalılar stantlar bölgesinde bulunan brandanın altında Grup Praksis in söylediği türkülere eşlik etti. Yağmura karşı isyan sloganları atıldı, horon tepildi. Marsis ve
diğer sanatçıların sağanak yağış nedeni ile sahne alamadığı festival havai fişek gösterisi ile sonlandırıldı. Festivalin bu yıl başka bir anlamı daha vardı Kemalpaşalılar için. Yerel yönetim seçimlerinde kendi belirledikleri adayı belediye başkanı yapmaya hazırlanan Kemalpaşalılar festival coşkusunu seçim çalışmasına taşıyacak. Festivalin kolektif örgütlenme geleneği ve yarattığı dayanışmacı değerler, Halkevleri’nin bölgede yıllardır sürdürdüğü mücadele çizgisi yerel yönetim çalışmalarına aktarılacak.
Kemalpafla Halk Festivali Halkevleri Kemalpafla Halk Festivali 10 y›ld›r Hopa ve Kemalpafla halk›n›n eme¤i ile örgütleniyor. Festival halk›n ilerici kültürel dayan›flmac› de¤erlerini yaflatmay› hedefliyor. Her bir festival Hopa ve Kemalpafla halk›n›n sorunlar›n›, taleplerini dile getiriyor. Her y›l bir mücadele gündemi tema olarak seçiliyor. Festivalde yap›lan tart›flmalar, festival günlerinden bafllayarak y›l içinde eyleme, direnifle, mücadeleye dönüflüyor. Festival
ülkenin di¤er bölgelerinden yaflam›n›, do¤as›n›, eme¤ini savunanlar›, sanatç›lar›, ayd›nlar›, bilim insanlar›n›, hukukçular› yan yana getiriyor. Sanatç›lar› halkla buluflturan festival, ayn› zamanda amatör müzik topluluklar›yla Halkevleri’nde sanat› ö¤renmeye, birlikte üretmeye çal›flanlar›n kurdu¤u çocuk korolar› ile halk oyunlar› ekipleriyle tiyatro gruplar›yla halk›n kendi üretimlerini sahnesine tafl›yor.
Minik çapulcular büyüledi Halkevi Yaz Okulları’nda buluşan çocuklar bir ay boyunca ürettiklerini direnişin verdiği coşkuyla yaz okulu şenliklerine taşıdı
Artvin Ardanuç’ta minik çapulcular sahnede A
Bar›nma hakk› mücadelesi örgütünü kurdu:
rdanuç’ta bir ilk olan ve Ardanuç Belediyesi, Halkevleri ve Öğrenci Kolektifleri’nin ortaklaşa yürüttüğü Halkevleri Yaz Okulu çalışması büyük bir şenlikle bitti.
Okumuş İnsan Halkın Yanındadır kampanyasının son iki günü şenliğe ayrıldı. İlk gün çocukların yaptığı alçı, kukla, periskop gibi üretimler Fikri Demir Parkı’nda
Kepez Halkevi aç›ld› 2B arazilerinin bulundu¤u bölgede bar›nma hakk› mücadelesinden do¤an Kepez Halkevi 18 A¤ustos’ta aç›ld›. Antalya’da ikinci Halkevi flubesi olan Kepez Halkevi’nin bulundu¤u bölgede iki y›ld›r sürdürülen mahalle çal›flmalar› meyvesini verdi. Antalya
Halkevi geçti¤imiz iki y›l içerisinde birçok halk toplant›s› ve eylem düzenleyerek bölgede halk›n bar›nma hakk›n› savunan bir çizgiyi örgütlemeye çal›fl›yordu. 2B arazilerinin üzerine kurulu olan mahallelerin ortas›na aç›lan Halkevi bölgede halk›n hak mücadelelerini büyütecek.
sergilendi. Ardanuçluların yoğun olarak katıldığı sergi boyunca çocuklar hem ertesi gün yapılacak olan büyük şenliğe hazırlandı hem de oyunlar oynadı. İkinci gün büyük şenlik Ardanuç Belediyesi Aşık Efkari Kültür Salonu’nda yapıldı. Şenlikte sunuculukta dahil olmak üzere sahne çocuklarındı. Çocuk tiyatro atölyesi “Hülolayan Bal”, “Altı Bakır Üstü Takır” ve yörede yıllardır bitirilmeyen Ardanuç – Ardahan yolunu
konu alan “Bitmeyen Yol” isimli skeçleri sergiledi. Tiyatro atölyesinin ardından, halkoyunları ekibi, şiir ve müzik atölyeleri sahne aldı. Çocuklar sahnede Boğaziçi Caz Korosu’nun Gezi Parkı İsyanı için söylediği “Çapulcular oldu mu” isimli şarkıyı salonun yoğun alkışları arasında söyledi. Hopa Halkevi Çocuk Müzik Grubu da Ardanuçlu kardeşleriyle yan yana olmak için sahnedeydi. Gezi direnişinin damgasını vurduğu şenlikte Ardanuç halkı Halkevleri ile örgütlenmeye çağrılırken, sahneden sorulan “Yaz okulunu seneye yine ister misiniz?” sorusuna Ardanuçlular coşkulu alkışlarla “evet” yanıtını verdi.
Halkevi Tarsus Yaz Okulu bask›lara flenlikle yan›t verdi H
‘Halkevleri halk›nd›r y›k›lamaz’ Bolu Belediyesi’nin 46 y›ll›k Bolu Halkevi binas›n› y›kma karar› “Halk›n evini y›kmaya gücünüz yetmez” diyen Halkevleri taraf›ndan direniflle karfl›land›. Y›k›m›n yap›laca¤› 22 A¤ustos’ta Bolu toplumsal muhalefet bileflenleri Halkevi önündeydi. Ayn› gün Sakarya ‹dare Mahkemesi, y›k›m için yürütmeyi durdurma karar› verdi. Bolu Halkevi önünde yap›lan eylemde Halkevleri Genel Baflkan
Yard›mc›s› Samut Karabulut Bolu Belediyesi’nin amac›n›n binan›n hemen arkas›nda Kültür Sitesi ad› alt›nda inflaat› süren katl› otopark ve AVM’nin önünü açmak oldu¤unu söylerken y›k›m karar› alanlar›n Gezi direniflinden ders almad›klar›n› ifade etti. Karabulut rantç›lara, talanc›lara Bolu Halkevi’ni yedirtmeyeceklerini gerekirse Halkevi’ni savunmak için bedenlerini siper edeceklerini ifade etti.
alkevleri Yaz Okulu bir ay süren çalışmaların ardından şenlikle bitti. Açılış konuşmasını Yaz Okulu’nunda gönüllü eğitmenlik yaptığı için gözaltına alınan Yusuf Dönergüneş yaptı. Halkevleri’nin çocukları bilim ve sanatla buluşturduğu yaz okulu çalışmasından rahatsız olan yerel idare soruşturma
başlatmış savcılık ise Dönergüneş hakkında “Kanuna aykırı eğitim suçlaması” ile gözaltı kararı çıkarmıştı. Yusuf Dönergüneş, “Bizim ülkemizden bilim insanı çıkmaz” diyen Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’a inat yaz okulundaki çocuklardan bilim insanları çıkacağını belirtti. Yüzlerce kişinin katıldığı
Yaz Okulu şenliği soruşturma açanlara cevap oldu. Halkevleri Çocuk Korosu’nun söylediği şarkılar yaklaşık 500 kişi tarafından ayakta alkışlandı. Karaduvar Mahallesi halkoyunları ekibinin ardından sahneye çıkan Halkevleri Tarsus Müzik Topluluğu Arapça, Kürtçe, Ermenice, Fransızca, Latince şarkılar söyledi.
Çanakkale’de Festivalleri çocuklar açt›
Ç
anakkale’nin Bayramiç ve Umurbey kasabalarında yapılan Halkevleri Yaz Okulu’nda çalışmalar yapan çocuklar ürettiklerini festivallerde sergiledi. Bayramiç’te her sene yapılan İda (Kazdağı) Kültür ve Sanat Festivali
16 Ağustos’ta Halkevleri Yaz Okulu öğrencilerinin katıldığı yürüyüşle başladı, Halkevi Çocuk Korosu şarkılarıyla devam etti. 18 Ağustos’ta sona eren festival boyunca çocukların yaptığı resimler, seramikler ve deneyler sergilendi. 23. Umurbey Şeftali
Kültür ve Sanat Festivali’nin açılışını da Halkevleri Yaz Okulu Çocuk Korosu yaptı. Çanakkale’nin Umurbey kasabasında yapılan Yaz Okulu’nda çocukların yaz boyunca yaptığı resim, seramik ve deneyler sergilendi.
3
GÜNDEM 29 A¤ustos 2013 / 11 Eylül 2013
Halk›n Sesi
Cinayeti örtbas edemezsiniz! E
skişehir’de polisin organize ettiği saldırıyla öldürülen üniversite öğrencisi Ali İsmail Korkmaz cinayetine dair ayrıntılar her geçen gün netleşiyor. Cinayetin sorumlusu AKP, cinayeti örtbas etmeye çalışıyor. Ali İsmail Korkmaz’ın dövülerek öldürülmesi soruşturmasında tutuklanan beşinci kişi olan Ebubekir Harlar’ın “Biz devletin polisine yardım etmek istemiştik” diye ifade vermesine ve olayın polis tarafından örgütlenen planlı bir eylem olduğunun ortaya çıkmasına rağmen doğrudan öldüren polis dışında hiçbir kamu görevlisi açığa alınmadı. Başından itibaren Ali İsmail’in öldürülmesinde polisin suçunu örtbas etmeye çalışan ve Ali İsmail’i arkadaşlarının dövmüş olabileceğini iddia eden Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna hakkındaki “en sert” eleştiri ise Adalet Bakanı Sadettin Ergin’den geldi: “O yanlış bir tespit olmuştur.” Tepebaşı Kaymakamlığı, Ali İsmail Korkmaz’a kas gevşetici vererek yolladığı için ölümünden sorumlu tutulan Yunus Emre Devlet Hastanesi’nde görevli Dr.
Hasan Gülcü ile aynı hastanede görevli polis Vedat Esen hakkında soruşturmaya izin vermedi. Polis memuru Vedat Esen hastanede ifade almamış ve Ali İsmail’e karakola gitmesini söylemişti. Her türlü örtbas etme çabasına rağmen Ali İsmail Korkmaz’ın dövüldüğü görüntülerde tespit edilen altıncı şüphelinin Terörle Mücadele Şubesinde görevli polis Y.A. olduğu ortaya çıktı. Y.A daha önceden salıverilen şüpheliler arasındaydı. Bir başka örtbas girişimine ise Radikal gazetesi muhabiri İsmail Saymaz dikkat çekti ve Beşik Otel’in hala kayıp olduğu öne sürülen görüntüleriyle ilgili şunları sordu: “İçişleri Beşik Otel'in görüntülerinin yer aldığı hard disk bozuk çıkarken, nasıl oluyor da içinden iki saatlik bir kayıt CD'ye aktarılıyor? Üstelik bu iki saatlik kayıt, Ali İsmail’in dövüldüğü 23.57'yi değil de neden 24.00-02.00 arasını içeriyor? Bu tesadüf müdür? (…) bu görüntüler, Ali İsmail’in sokağa girip çıktığı anları içeriyor olabilir. İçişleri Bakanlığı, bozuk bir hard diskten sağlam görüntünün nasıl
du. Açıklama, polisin yurttaşlara “ölümcül pusular” kurmasına karşı değil, öldürülenin “sicili kabarık” bir eylemci çıkmamasına üzüntüleri dile getiriyordu.
çıkarıldığını açıklamak zorundadır. Bu bilime aykırıdır” YEN‹ KANITLAR ÇIKTI, BAKANLAR YALANCI GÖZYAfiI DÖKTÜ Yeni kanıtların ortaya çıkmasından sonra, cinayeti örtbas
etme çabası dışında konuya dair hiçbir somut adım atmayan iktidarın sözcülerinin dili çözüldü. Katilleri “destan yazdıkları için” ödüllendiren iktidarın temsilcileri Mehmet Şimşek, Fatma Şahin, Egemen Bağış ve Mevlüt
Çavuşoğlu gibi isimler kendilerince “katilleri lanetledi”. Ama ağızlarından ne biz özür çıktı ne de sorumluluğu üstlendiler. Egemen Bağış, “Ben de görüntülerden rahatsız oldum, yaşla kuru karışıyor” diye açıklamada bulun-
HALK PEfiLER‹N‹ BIRAKMIYOR İktidarın tüm engellemelere rağmen Ali İsmail’i unutmayan ve mücadeleleriyle cinayetin örtbas edilememesinde önemli rol oynayan Eskişehirliler, 24 Ağustos’ta kente gelen Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ı ve Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’yı protesto etmek için valilik binasına yürümek istedi. Burada yaşanan polis saldırısında 12 kişi gözaltına alındı. Ancak Eskişehir halkı ertesi gün de sokaktaydı ve Ali İsmail Korkmaz'ın saldırıya uğradığı Kurtuluş Mahallesi'ne yürüyen halk burada oturma eylemi yaparak yolu trafiğe kapattı. 19 Ağustos’ta da Antakya’da Ali İsmail Korkmaz’ın hayatını kaybetmesinin 40. gününde polis Ali İsmail’in ailesinin de katıldığı anma yürüyüşüne saldırınca çatışma çıktı. Armutlu’da barikatlar kuruldu. Direniş gece geç saatlere kadar sürdü.
AKP sembollerden medet umuyor H
aziran İsyanı’yla tüm prestijini yitiren Tayyip Erdoğan, bulduğu fırsatta isyancılara saldırarak durumu toparlamaya çalışıyor. Azalan tekelci sermaye desteğini “faiz lobisi”nin komplosu diye ken-
di İslamcı taraftarlarına şikayet ediyor. Bizzat halkın kitlesel özgücüne dayanan isyanın arkasında sanki uluslararası güç merkezleri varmış gibi “dış mihraklar”a kendince posta koyuyor. Daha kendi ül-
kesinde katledilen Haziran direnişçilerinin kanı kurumadan, Mısır’da yaşanan katliamları kendi gerici tabanı saflaştırmak için kullanıyor. Kanlı elleriyle “dört parmak işareti” yaparak Mısır’daki İslamcıların
“Rabia” işaretini sembolleştiriyor. İslamcı kitlelerin desteğini artırmak ve dış politikada azalan meşruiyetini biraz olsun canlandırabilmek için Rabia işaretini yaygınlaştıran kampanyalar düzenliyor. “Siyaseti yasakladığı” stadyum-
larda, okullarda, meydanlarda Rabia kampanyasını doğrudan AKP kurmayları örgütlüyor. Ne var ki AKP ne umduğu heyecanı ne kitle seferberliğini ne de meşruiyeti bulabiliyor. Haziran İsyanı tüm canlılığı ile AKP’nin karşısın-
da duruyor. Kampanya AKP teşkilatının, bazı İslamcı grupların, iktidara sırtını dayamak isteyen sözde sanatçıların, ırkçılıkla damgalanmış futbolcuların dışına çıkmıyor. Kampanyanın bindirilmiş kıtalarından Emre Belözoğ-
lu’nun Rabia işareti yaptığı stadyumlarda, iktidarı protesto etmek yasak, Mursi’ye arka çıkmak, Erdoğan’ı alkışlamak serbest. Erdoğan’ın, AKP’li Bakanların, Kadir Topbaş’ın Rabia işareti yapan parmaklarından ise kan damlıyor.
Hiçbir fley eskisi gibi olmayacak! ayyip Erdoğan, Haziran isyanının neden vuku bulduğunu açıklarken kendisi ve uyguladığı politikalar dışında herkesi suçlamıştı. Ona göre işin arkasında marjinal sol gruplardan CHP’ye, İsrail’den Almanya’ya, Ergenekonculardan Koç grubuna kadar geniş bir ittifak mevcuttu. Ama gösterdiği hedeflerden bir tanesi AKP’lileri, özellikle AKP’li patronları bile hayrete düşürmüştü; Faiz Lobisi. Tayyip Erdoğan asıl suçlunun uluslararası faiz lobisi olduğunu ilan ediyordu. Oysa AKP döneminde ona sırtını dayayarak büyüyen sermaye gruplarının asıl dayanağı bu sözü edilen faiz lobilerinden aldıkları dış borçlardı. Hatta AKP hükümetinin kendisi de o şatafatlı projelerini (duble yollar, havaalanları, uçak filoları, AVM’ler..) gerçekleştirmek için bu faiz lobisinin sıcak paralarıyla ısınmışlardı. AKP 2002’de iktidara geldiğinde kamu ve özel sektörün toplam borcu 130 milyar dolardı, şimdi bu borç 337 milyar dolar. Peki, ne olmuştu da şimdi düşman kesilmişti bu faiz lobisi ya da başka bir biçimde sorarsak Tayyip bu istihbaratı nereden almıştı? Aslında bütün bu hikayenin kaynağı ABD idi. (Tayyip’in bilip de söyleyemediği gerçek oyuncu) Bilindiği gibi ABD’nin 2008-2009’da yaşadığı ekonomik krizden sonra, bu krizi aşmak için keşfettiği(!) yöntem bolca dolar basarak piyasalara pompalamak olmuştu. Bu arada hatırlatmak gerekir ki dünyadaki tüm ülkeler içerisinde sadece ABD, istediği kadar doları hiçbir karşılık göstermeden basabilme hakkına sahip. ABD Merkez Bankası bir taraftan dünyaya ucuz dolar satarken diğer taraftan da ülke içindeki faiz oranını neredeyse sıfır düzeyinde tuttu. Bunun doğal sonucu olarak ABD ekonomisi üretime yönelirken, işsizlik azalırken başta Brezilya, Endonezya, Hindistan ve elbette Türkiye gibi ülkeler bolca dolar borçlandı. Nihayetinde bu süreç hep böyle gitmeyecekti ve gitmedi de. 21 Mayıs 2013’te yani Haziran
T
isyanından on gün önce ABD Merkez Bankası, bu para politikasından artık vazgeçeceğini açıkladı. Aslında Tayyip Erdoğan’ın kulağına fısıldanan(!) istihbarat da buydu. Yaklaşık iki-üç ay sonra başına gelecekleri bilen Erdoğan, şark kurnazlığıyla olacakların suçunu Gezi direnişçilerine atıverdi. Şimdi 1 dolar 2 lirayı geçmiş durumda ve artmaya da devam edecek. Bu seviyelerde eklenecek her 20 kuruş, dolar cinsinden borçları ve yapılması planlanan projeleri (örneğin 3. köprü gibi) yüzde 10 arttıracak. AKP’nin projelerinin neredeyse tamamı döviz üreten, yaratan projeler olmadığı için daha büyük bir borç sarmalının oluşacağı kaçınılmaz. Merkez Bankası verilerine göre, Türkiye 12 ay içerisinde 165 milyar dolarlık dış borç ödemek zorunda. (Bunu nasıl yapacak? Daha yüksek faizle borçlanarak elbette!) Bugüne dek Türkiye’nin de içinde olduğu ülkeler kuşağının görece iyileşme göstermesinin temel nedeni, ABD’nin bu dönem uyguladığı (kendi derdine çare olmak için) ucuz dolar politikası ve kısmen de Çin ve AB ülkelerinin bu ülkelerle girdiği kısmi ticari ortaklıklardı. Ayrıca bu kuşak ülkelerde bu dönem boyunca sağlanan siyasi istikrar da dünya piyasalarında dolanan sıcak para için (paradan para kazananlar için) cazibe oluşturuyordu. Artık bu üç parametre de değişmiş durumda, özellikle AKP yönetiminde bir Türkiye için. On yıllık iktidarları boyunca bilmem kaç bin km yol kat ettikleriyle övünen Gül-Erdoğan ikilisi Türkiye’nin ihracat portföyünü genişletemediler. Türkiye hala ihracatının üçte ikisini Avrupa ülkelerine yapıyor. “Komşularla sıfır sorun” dış politikası, “komşularla hep sorun”a dönüştüğünden beri de komşularla var olan ticaret hacmi sürekli geriledi. Örneğin 2010 yılında 2 milyar 272 milyon dolar olan Suriye ile ticaret hacmi, 3 bin atlı kaçakçının (!) icraatları dışında bırakılırsa, neredeyse sıfıra düştü. Suriye politikası-
nın sonucu sadece ticaret hacminin sıfırlanması değil elbette. Turgut Özal’ın neoliberal ve savaş politikalarının takipçisi olmakla övünen AKP iktidarı da Özal’ın Körfez Savaşı dönemindeki “bir koyalım üç alalım” mantığına benzer bir biçimde Suriye politikasını belirleyince Ankara’daki hesap Bağdat’tan geri döndü. İkinci bir planı olmayan AKP için Suriye’de savaş çıkartmaktan başka bir yol da yok. Bu amaç uğruna her yöntemi kullanabilir, her fırsatı(!) değerlendirebilir durumda. Kim kullanırsa kullansın bir vahşet ve insanlık suçu olan kimyasal silahların Suriye’de kullanılmaya başlanması kazanmaktan başka çaresi olmayanların neleri yapabileceğinin açık kanıtı niteliğinde. Esad yönetiminin bu yöntemi kullanmasının hiç mantıklı olmadığı düşünülse bile -çünkü böyle bir durumun kanıtlanması halinde tüm destekçilerini kaybedeceği ve açık bir hedef haline geleceği kesin- Erdoğan/Davutoğlu ikilisinin faturayı doğrudan Esad’a kesmesi dış politika çaresizliğinden başka bir şey değildir. BM’den müdahale kararı çıkmayacağını bilen Erdoğan/Davutoğlu ikilisinin hızla devreye soktuğu formül; 3-5 ülkeden oluşan ve meşruluğu kendinden menkul bir koalisyonun bir an önce Suriye’ye askeri müdahalede bulunması. Bilindiği gibi bu yöntem daha önce ABD tarafından uygulanmış ve ABD-İngiltere koalisyonu Irak Savaşı’nı başlatmıştı. O zaman ki iddia da Saddam’ın elinde kimyasal silah olduğuydu. Ancak anlaşıldığı kadarıyla bugün için, ABD’nin Esad yönetimini topyekun ortadan kaldırmayı hedefleyen bir amacı yok. Zaten ABD Dışişleri Bakanlığı da “Suriye’de rejim değişikliği hedefimiz yok” diyor. Yapılması düşünülen en ileri tutum, kimyasal silah kullanımına sert bir tepki göstermek ve bunun daha sonrası için caydırıcı olmasını sağlamak! AKP için bunun yeterli olmayacağı açık. Çünkü Erdoğan/Davutoğlu ikilisinin dış politikayı getirdiği noktada ne
B, C, D planları var ne de zamanları. ABD’nin İran ve Suriye’ye karşı bir Sünni cephe yaratma politikasına doğrudan angaje olan AKP, bu tercihin doğrusal sonucu olarak ElKaideci katillerle işbirliği de yapmak zorundadır, Mısır’da 52 milyon seçmenin 6 milyonunun oyunu alarak cumhurbaşkanı seçilen Mursi’yi demokrasi kahramanı da ilan etmek zorundadır. Tayyip Erdoğan’ın bugün bulunduğu durumda en ufak bir sapma, kendisine oy verenler nezdinde meşruluğunu yitirme ve dolayısıyla iktidarını kaybetmeyle sonuçlanacak. AKP’nin Suriye’ye dönük emperyalist saldırıya ortak olma çabası Haziran İsyanı’nı yaşayan Türkiye halkları için emperyalizme ve AKP işbirlikçiliğine karşı mücadeleyi temel bir gündem haline getirecektir. Bu aynı zamanda 2 yıldır sürdürdüğü iç savaş kışkırtıcılığı politikalarına karşı da aktif bir mücadele demektir. Tayyip Erdoğan’ın en büyük başarısı, muhafazakar sağ tabanın tek bir partide temsil edilmesini sağlamak olmuştu. Başladığı dönemde yani 2002’de tüm sağ parti liderlerinin itibarsızlaştığı (Erbakan, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Mehmet Ağar,v.s) göz önüne alınırsa işi kolaydı. Daha sonraki dönemlerde ise Erdoğan bu durumu korumak için çok uğraştı. Muhafazakar sağ taban üzerindeki ideolojik hegemonyasını devam ettirebilmek için görkemli inşaat projelerine, dış ilişkiler üzerinden şişirilmiş dünya liderliği prestijine ve sürekli hafızalarda canlı tutulan CHP düşmanlığına ihtiyaç duydu. Sağda farklı bir liderlik alternatifinin oluşmaması için de şantaj, besleme ve içerme yöntemlerini kullandı, kuşkusuz bunda Fetullah’ın da büyük yardımını gördü. Ancak eski mutlu (!) günler sona ermek üzere. Doların yükselmesi ile şatafatlı projelerini ertelemek zorunda kalacak. Dış politika başarısızlığı da buna eklenecek. Birleşik Arap
Emirlikleri, Elbistan’da yapacağı 12 milyar dolarlık santral projesinden vazgeçtiğini açıkladı bile. Erdoğan’a oy verenler, Arap ve İslam ülkelerinin halkları içinde, İsrail karşı propagandası üzerinden sağlanan prestijin yerle bir olduğunu artık çok iyi anlamış durumdalar. Artık istediği maskeyi taksın, halkların gözünde o bir savaş taciri. Fetullah, “tilkiye kümes emanet edilmeyeceğinden” dem vurmaya başladı, artık tavukları için daha güvenilir (!) kümesler arayacağı şantajını yapıyor. Tayyip’in elinde kala kala CHP düşmanlığı kaldı. O konuda başarısını teslim etmek ve elinde hala bol malzeme olduğunu da kabul etmek gerek. Ama sadece CHP düşmanlığı, sağı bir arada tutmaya yeter mi?! Sonuç itibariyle Tayyip Erdoğan’ın ilerlediği yol, sadece kendisinin ya da AKP’nin kriziyle bitmeyecek, sağın bir bütün olarak ekonomik, siyasi ve ideolojik krizine doğru ilerleyecek. Üstelik bu durum adım adım, doğrusal da işlemeyecek. Patlamalı, çatlamalı ve sıçramalı olacak. Haziranda yaşananlar bunun açık kanıtıdır. Tayyip Erdoğan’ın şu anki bütün planları ve yatırımları da bu mutlak sonu engellemek üzere değil, onu geciktirmek ve sıçramalı yaşanmasını önlemek üzerine kurulu. Artık en ufak bir kıvılcım ihtimali bile çok önceden düşünülüp önlem(ler) alınmak zorunda. Birkaç örnek; kamuda çalışan 185 bin işçiyi kapsayan toplu sözleşme (ilk altı ay yüzde 4, ikinci altı ay yüzde 3) Türk-İş yönetimine alelacele imzalattırıldı, çünkü sürecin uzaması büyük risk barındırıyordu. Benzer taktik kamu çalışanları için de uygulandı. 2010’daki referandumla beraber değişen yasayla toplu sözleşme yapmak için tek imza yetkisine sahip olan MemurSen’e karga tulumba imza attırıldı. Toplu görüşme takvimine bağlı kalmadan hatta bayram tatilinde “her şey olabilir” kaygısıyla arife günü saat 12.30’da. Brüt 175, net
125 tl (yaklaşık 61 dolar, şimdilik). Bu konuda KESK’in mücadele programı ve yöntemleri de ayrı olarak değerlendirilmeli elbette. Bugün KESK başta olmak üzere tüm mücadele örgütlerinin bu süreci doğru değerlendirmesi, sermayenin ve siyasal iktidarın bu strateji ve taktikleri karşısında var olan ve artık sadece sermayeye hizmet eden tüm düzlemleri parçalayıp atacak devrimci bir yenilenmeyi önüne koymasına ihtiyaç var. AKP’nin tek taktiği sarı sendikacılara çakma toplu sözleşmeler imzalatmak değil, elbette. Kürt siyasi hareketini hareketsiz tutmak için de büyük bir efor sarf etmek zorunda. Ayrıca bu hareketin batıda büyüyen dinamizm ile de ilişki kurmasını engellemek de cabası. Ancak son noktayı koymak zorunda olduğu her durumda gerçek düşüncesini uygulamaktan başka yolu da mevcut değil. Yeni anayasa hazırlık komisyonunda anadil maddesi gündeme geldiğinde MHP ve CHP ile aynı noktada birleşmek gibi. Diğer yandan AKP hala sonunu geciktirecek formülü polisiye önlemleri arttırarak bulabileceği yanılgısından kurtulabilmiş değil, tüm baskıcı-faşist iktidar sahipleri gibi. Yeni zihni sinir projeleri, adı demokratikleşme olan yeni yasa paketinin içine anti-demokratik uygulamaları yerleştirmek oldu. Bir yandan polisi denetlemek için “bağımsız kolluk gözetim komisyonu” kurulurken –ki bu gözetimi de İçişleri Bakanlığı yapacakmış- diğer yandan polise savcı izni olmadan gözaltına alma (24 veya 48 saat) yetkisi verilmesi hesapları yapılıyor. Ancak birilerinin, bu yöntemlerle halk hareketlerinin engellenemeyeceğini Tayyip Erdoğan’ın kulağına fısıldaması ya da daha iyisi megafonla kulak zarını patlatırcasına bağırması gerekecek! Bunun için de toplumsal muhalefetin hızla sonbahar gündemlerine hazır olması gerek.
4
GÜNDEM 29 A¤ustos 2013 / 11 Eylül 2013
Halk›n Sesi
BDP Türkiyelileflmeli mi? ürt siyasi hareketi bir süredir “Türkiyelileşme”yi tartışıyor. Kürt hareketi içinde Türkiyelileşmenin gerekli olup olmadığı ve mutlaka gerekliyse nasıl olabileceği konusunda ciddi tartışmalar yaşanıyor. Konu “Türkiye'yi” de ilgilendirdiğine göre, Türkiye sosyalist hareketi bu tartışmaya bigane kalmamalı, bilgi, fikir ve tutum sahibi olmaya çalışmalı. “BDP Gezi'yle Türkiyeli olur”. Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem'in Taraf gazetesine verdiği röportajın başlığı bu. Başlığa bakınca Erdem'in Kürt hareketinin Gezi Direnişi ile arasına koyduğu “ama”ya yönelik yapısal bir eleştiri getirdiğini sandım. Hele röportajın ilk kısmında “Türkiyelileşmek için Türkiye sosyolojisini doğru okumak gerek. Gezi olaylarının başladığı dönemdeki sosyoloji, Gezi’yi temsil eden o doğal, spontane gelişen tepkilerde kendini bulan sosyolojiyi dikkate alarak bir politika geliştirmeli, bunun üzerinden Türkiyelileşmeli” sözlerini, ardından da “Türkiye'de AKP'ye karşı bir siyasi muhalefetin olmadığını, BDP'nin bu AKP karşıtı siyasi muhalefet ihtiyacını karşılamaya yönelmesi gerektiği”ni vurgulayan sözlerini okuyuca kendi kendime “hoca Kürt özgürlük hareketi ile Türkiye halkının ‘özgürlük’ ve ‘saygı’ talebinin özdeş temelini ortak payda haline getiren bir ikili açılım öngörüyor olmalı” dedim... Meğer Fazıl hocanın meramı bambaşkaymış. Hoca'ya göre BDP'nin AKP karşıtı siyasi muhalefet ihtiyacını karşılamak için dikkate alması gereken “sosyolojinin” siyasi karşılığı Ferda “Liberal unsurlarla, Koç muhafazakâr, demokrat ferdakoc@ unsurlarla, sosyal hotmail.com demokratlarla kuracağı veya geliştireceği bir ittifak” imiş. Gezi Direnişi’nde yer alan ve “CHP’yi antidemokratik ve antiözgürlükçü bulan kitle” böylece içerilebilir ve BDP Türkiyelileştirilebilirmiş. Anlaşılan Fazıl Hoca, “Gezi olayların başladığı dönemdeki, Geziyi temsil eden sosyoloji”nin esinini “liberal-muhafazakar demokrat” ve “sosyal demokrat” kaynaklardan aldığını düşünüyor. Fazıl Hüsnü Erdem de, Baskın Oran gibi, Gezi Direnişi'ni, Haziran İsyanı'nın “liberal ve muhafazakar demokrat”larla kanbağı olan “masumiyet evresi” olarak görüyor ve Kürt Hareketi'nin “Gezi'nin özgürlükçü ve demokrat ruhu” ile bağını bu “masumiyet evresi” üzerinden kurması gerektiğini öneriyor. O da tıpkı diğer Türk ve Kürt liberalleri gibi Gezi Direnişi'ni Haziran İsyanından ayırmaya, ikisi arasına baraj kurmaya girişiyor ve Kürt hareketini de bu liberal söylencenin peşinden gitmeye ikna etmeye çalışıyor. Erdem, Haziran İsyanı'nın ilk evresi olan Gezi Direnişi'nin hem “liberal demokrasi”nin hem de “darbeci sosyal demokrasinin” hemen hemen zamandaş iflasının ürünü olduğunu ya görmüyor ya da gizlemeye çalışıyor. Haziran İsyanı ile Gezi Direnişi'nin iç içe geçerek geliştiği, Haziran İsyanı'na ve Parklar hareketine damgasını vuran “Gezi Ruhu” ile 3 aydır her gün kanıtlanıyor. Gezi Direnişi de Haziran İsyanı da 21. yüzyılın Türkiye devrimi sürecinin tarih sahnesine girişinin simgeleri haline geliyor ve bu gerçek hiçbir liberal çarpıtmayla gölgelenemiyor. Bu çarpıtma liberal aydınlarla sınırlı da değil. Konjonktürel olarak AKP ile kopuşçu bir çatışmaya girmekten kaçınan Kürt siyasetinin resmi sözcüleri Kürt hareketi ile Haziran İsyanı arasında bir rezonansın kurulamamasını, aynı bakış açısıyla izah etmeye kalkışabiliyorlar. Yıllarca kendilerinin haklı olarak itiraz ettikleri şeyi yapıyor, Türkiye devrimci hareketine Kürt siyasi sürecinin “hassasiyetleri”ne göre ayar vermeye yönelebiliyorlar. Kürt Hareketiyle Haziran İsyanı arasında bir rezonansın kurulamamasını “tarafların” bir eksikliği ile izah etmeye çalışmak doğru değil. Artık içimize sindirmemiz gereken bazı gerçeklerimiz var. Birincisi, Türkiye Devrimi Süreci ile Kürt Ulusal-Siyasal Süreci'nin birbiriyle ilişkili ancak ayrı iki süreç olduğudur. Bu iki süreç aynı anda yükselişe ve düşüşe geçmiyor; birini yükselten şeyler diğerini baskılayabiliyor; biri atağa kalktığında diğerinin “dengesini” bozabiliyor. Haziran İsyanı'nda da böyle bir konjonktür yaşandı. Yani BDP için “Türkiyelileşme”nin Gezi'yle birleşmekten geçtiğini söylemek, BDP'nin iki ayrı devrimci sürecin görevlerini de yerine getirebilen bir parti haline gelmesini istemek olur. “Devrimciler Örgütü” düzleminde geliştirilemeyen bu siyasi örgütlenmenin yasal siyaset alanında sağlanıp sağlanamayacağını düşünmek gerekir. İçimize sindirmemiz gereken ikinci gerçek ise her iki sürecin öznelerinin birbirlerini inhibe edici (baskılayıcı) bir hareket tarzına mahkum olmadıkları tek stratejik vizyonun, her iki sürecin de kurucu etkide bulunduğu bir Ortadoğu Devrimi anlayışıyla geliştirilebileceği gerçeği. Konuyu böyle ele aldığınızda artık BDP'nin “Türkiyelileşmesi”ni değil, Ortadoğu ve Türkiye ölçeklerinde birleşik bir devrimci perspektifin enternasyonalist siyasi örgütlenme tarzını tartışmaya başlarız. Gerçekçi ve isabetli olan da budur.
'K
Bu defa karşında halk var
A¤lama, hesap ver! AKP için çanlar giderek daha hızlı çalıyor. Haziran İsyanı’nın açığa çıkardığı mücadele potansiyeli karşısında iktidarın ayakları birbirine dolanıyor. İktidar sözcüleri dış politikadan, ekonomiye, Kürt sorunundan, olimpiyatlara hangi derde düşseler cümlenin sonunu “Gezi’ye” bağlıyor. Erdoğan televizyon ekranlarını ağlayarak terk ediyor. Nedeni açık: Bu defa karşılarında halk var, krizden çıkışları yok ÖZGE OZAN
A
KP dış politikasının çöküşü uzunca bir süredir sadece “muhalifleri” tarafından değil iktidara ortak İslamcı çevreler ve liberaller tarafından da, üstelik sert ifadelerle dillendiriliyor. AKP düştüğü çukurda Mısır ve Suriye’ye ilişkin konumunu “değerli yalnızlık” gibi yaldızlı lafları kullanarak ve “etik” değerleri öne sürerek savunmaya çabalıyor. AKP aktif taşeronluk sevdası ile iç savaşı tetikleyerek Suriye’de yaşanan katliamların doğrudan ortağı oldu, izlediği politika çıkmaza girince beslediği cihatçılarla baş başa kaldı. Şimdi ise çareyi emperyalist savaş çığırtkanlığına sarılmakta buluyor. Değil dünya çapında, kendi ülkesinde dahi söylediklerinin hükmü kalmamış olan Dışişleri Bakanı Davutoğlu eğer BM’den Suriye’ye ilişkin bir müdahale kararı çıkmazsa Türkiye’nin Suriye’ye karşı oluşturulabilecek bir koalisyonun içinde yer alacağını ilan ediyor. Koroya eklenen Bülent Arınç ise Suriye’ye müdahale için yeni bir tezkereyi Meclis’ten kendi başlarına geçireceklerini ekliyor. Oysa hesaba katmak zorunda oldukları bir şey var. Türkiye halklarının önünde emperyalist savaşa ve işbirlikçiliğe karşı öfkelerini Haziran İsyanı’na taşıyan Antakya halkı örneği duruyor.
ERDO⁄AN fiAMAR O⁄LANI Erdoğan, Suriye’deki “insan hakları” savunusunun yanına Mısır’da “darbeye karşı demokrasi” savunuculuğunu ekledi. Ancak bir zamanların bölge fatihi, bu tutumunun Müslüman Kardeşleri savunmak
AKP cihatç›lar› besledi¤i Suriye’de emperyalist savafl 盤›rtkanl›¤› yap›yor. Ancak ifller de¤iflti. Savafl politikalar›na öfkesinhi Haziran ‹syan›’na tafl›yan Antakya halk›n›n mücadelesi Türkiye halklar›na örnek oluyor. dışında bir anlamı olmadığını iyi bilen “müttefikleri” tarafından şamar oğlanına döndürüldü. Erdoğan başından beri Mısır’daki darbeyi Haziran İsyanı’nın karşısında gerici saflaşmayı tırmandırmak için kullanmıştı. İslamcılar için en geleneksel ve kullanışlı söylem olan İsrail/Yahudi düşmanlığına sarılıp “Mısır’daki darbenin arkasında İsrail var” dediğinde ise olanlar oldu. Bu çıkış İsrail’in Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yigal Palmor tarafından "Bu, üzerine yorum yapmaya değmeyecek o açıklamalardan biri” diye karşılandı. Büyük birader ABD ise “saldırgan, delilsiz ve yanlıştır” söylemi ile AKP’yi açıkça kınadı. Artık dünya basınında Erdoğan ne yapacağını şa-
şırmış bir “lider”, üstelik gerçekten ne yapacağını bilmiyor. AKP, iktidarı boyunca emperyalist savaşlarda rol oynamak için elinden geleni yaptı. Kürt halkına yönelik savaş politikasını tırmandırdı. Sadece son iki yıl içinde Reyhanlı ve Roboski katliamlarına imza attı ve hesap vermedi. Son 2 ay boyunca ülkedeki isyanı bastırmak için polis şiddetine sarıldı ve 5 direnişçinin ölümüne, binlercesinin yaralanmasına neden oldu. AKP’nin ne dış politikada “onurlu” duruşundan ne de “demokrasiden” bahsetmesinin hiçbir hükmü yok. Durumun ne denli vahim olduğunu gösteren işaretlerden biri ise Mümtaz’er Türköne’nin bile iktidarın “değerler ve yalnızlık”
tekerlemesinin manasızlığını belirtmesinde kendini gösteriyor. Türköne soruyor: “Türkiye savunduğu değerlerle ve politikalarla yapayalnız. Ama yalnızlığı haksız olduğu anlamına gelmiyor. Haklı olmak ne işe yarıyor?”
TEK DERD‹ DIfi POL‹T‹KA DE⁄‹L “Yabancı bir fon yöneticisi olsanız, size yönetilmesi için verilen fonun kaynaklarını neredeyse tüm komşularıyla sorunlu olan ve de ABD tarafından ‘güçlü’ şekilde ‘kınanan’ bir ülkeye yatırmakta gönülsüz olur musunuz olmaz mısınız? (...) salt ekonomik açıdan baktığınızda, böyle bir ülkeye ilişkin risk algılaması artar mı
artmaz mı?” TOBB’a bağlı TEPAV’ın yöneticilerinden Prof.Dr. Fatih Özatay’ın bu sözleri Erdoğan’ı ağlatan siyasi iklimin bir diğer ekseni hakkında yeterince ipucu veriyor. Doların 2 liraya fırladığı, borsanın sallandığı, sıcak para akışının kesildiği koşullarda Erdoğan bir yandan dış politikadaki çıkmazdan etkilenen sermayenin talepleri ile karşı karşıya. Diğer yandan ise üç seçimi atlatması gereken bir süreçte bundan önceki seçimlerde sarıldığı ana argüman olan “istikrar ve ekonomik büyüme”nin balon olduğu artık iyice açığa çıkmış durumda. Dış borçta ve cari açıkta birincilik unvanını kimseye kaptırmayan AKP yönetiminde Türkiye’nin dış borcu 2013 yazında 365 milyar dolara varmış durumda. Milli gelirin yüzde 4142’ine varan bu dış borç stoku hangi kaynaklarla döndürülecek bu soru ortada duruyor. Geçen yıl 2.2’de kalan büyüme oranı için bu yıl yılın yarısı olmadan hedef yüzde dörtten yüzde üçe indirildi. Doların 2 lirayı geçmesi, artan maliyetler ve arka arkaya gelecek zamlarla bu seçim süreci nasıl geçecek? Üstelik karşılarında isyanla haklarını savunmak için ayağa kalkmış bir halk varken. AKP’nin seçim süreçlerinde meydanlarda anlatacağı “başarı hikayelerine” ihtiyacı var. Ama elinde “çılgın inşaat projeleri”nin tanıtımları dışında bir “başarı hikayesi” yok. Ekonomik kriz tehdidi, dış politikada çöküşün yanında, eğitimde 4+4+4 sistemi ya da Fatih projesi, sağlıkta tam gün yasası gibi “devrim” olarak sunduğu neoliberal projeler de birer birer çöküyor. AKP nereye baksa kriz nereye baksa isyan görüyor.
Rojava
Süreci tıkayan AKP, Kürtleri suçluyor K
ürt sorunu AKP iktidarı için önemli bir kriz odağı olmayı sürdürüyor. Kürt hareketi 1 Eylül eylemlerine hazırlanırken KCK liderlerinden arka arkaya “ikinci aşamaya geçilmezse süreç biter” açıklamaları geldi. Kürt hareketinin söylemi net: “Sürecin ilk aşamasında PKK verdiği sözleri yerine getirerek kendi atması gereken adımları attı ama hükümet adım atmaya başlamadı.” İkinci aşama derken kastedilen ise komisyonların kurulması ve “çözüm” süreci için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması. Kürt hareketi, 1 Eylül ve 15 Ekim’i sürecin geleceği açısından belirleyici tarihler olarak ilan ederken 10 aylık süreçte hiç bir gerçek adım atmayan AKP’nin sözcüleri “gerillanın çekilme oranının yüzde 20’yi bulmadığı” iddiası dışında söyleyecek söz bulamıyor. AKP cephesindeki gelişmeler iktidarın “oyalama” taktiklerine sarıldığını, süreci ilerletme yönünde ne niyeti ne de hazır bir planı olmadığını açıkça gösteriyor. AKP’nin ortaya attığı ve
Kürt hareketi ‘adım at’ diyor, AKP oyalıyor. Suriye’deki savaşın belirleyici olduğu “çözüm” süreci tıkanıyor üzerinde çalışıldığını ilan ettiği “demokratikleşme paketinde” ne olduğunu kendisi dışında kimse bilmiyor. Pakette ne olmadığı ise yavaş yavaş açığa çıkıyor. Başbakan Erdoğan Kürt halkının en temel talebi olan anadilde eğitimin pakette yer almadığını açıkladı bile.
ROJAVA’DA AKP ÇIKMAZDA AKP’nin oyalama taktiklerini zora sokan temel etken ise Suriye’de yaşananlar. Rojava’da (Suriye Kürdistanı) öz yönetimler kurarak ilerlediği yolda bölgede ikinci bir Kürdistan yönetiminin temellerini atan Kürt hareketinin geldiği nokta Türkiye’deki sürecin de merkezine oturdu. Suriye’deki savaşın her yeni aşaması, Kürt sorununun bu topraklardaki geleceğini de “çözüm sürecinin” akıbetini de belirliyor. Kürt
halkının üzerine cihatçıları saldırtarak Rojava’da katliamlara imza atan ancak hareketin gelişimi engelleyemeyen AKP için PYD’nin bölgede kazandığı pozisyonun güçlenmesi Türkiye’de de krizin derinleşmesi anlamına geliyor. 15-16-17 Eylül’de Kürtlerin yaşadığı dört parçadan ve Avrupa’dan 600 delegenin katılımı ile düzenlenecek Kürt Ulusal Kongresi ise hem bölgedeki Kürt varlığının geleceği hem de bölgedeki güç dengelerinin nasıl şekilleneceğini göstermesi açısından kritik. AKP dahil bölgede güç olmaya çalışan hemen tüm aktörler ise Kongre çalışmalarını engellemek ya da hedef göstermek yerine çeşitli biçimlerde müdahil olma taktiğini izliyor. AKP, Kürt sorununda yaşadığı sıkışmada çare olarak kendisini adım atmaya zorlayan PKK’yi suçlayan ve Öcalan’ın hareket üzerindeki etkisini tartışmaya
açan söylemlere sarılıyor. Bülent Arınç’ın “Öcalan bu süreçte kendisine bağlı olduğunu düşündüğü insanların kuyusunu kazdığını görecek” açıklaması ve Başbakan Danışmanı Yalçın Akdoğan’ın “Öcalan’ın sözü havada bırakılıyor” söylemi AKP’nin kendini değil Kürt hareketini tartıştırmaya yönelik ataklarını gösteriyor.
AKP YAKINIYOR, SÜREÇ TIKANIYOR Yalçın Akdoğan’ın Star gazetesindeki yazılarındaki “şikayetlenmeler” ise AKP’nin süreçten beklentilerini ve hedefinden nasıl uzaklaştığını anlatıyor. Akdoğan, AKP’nin attığı her adımın örgüt tarafından küçümsenmesinden şikayet ediyor ve ekliyor: “Kandil sürecin mimarı olarak Öcalan’ı gösteriyor ve süreçten dolayı hükümetin siyasi fayda sağlamaması için elinden gelen
çabayı gösteriyor…halkın hükümete şükran hissetmesini engellemeye çalışıyorlar”. Bu ifadeler iktidarın süreçten beklentilerini özetleyiveriyor: siyasi fayda sağlamak ve Kürt halkının “şükran” duygularını oya tahvil etmek. AKP’nin talihsizliği ise karşısında tüm taktiklerini bilen ve 30 yıldır savaşan bir örgütle “süreci” yürütmek zorunda olması. KCK Eş Başkanı Cemil Bayık’ın sözleri AKP'nin politikasını özetliyor: "Aldatarak zaman kazanmak, bütün bu geliştirdiklerimizi, seçimlere kurban etmek istiyorlar. Belediye seçimlerini kazanıp onun üzerine parlamento seçimini, Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak istiyorlar. Gündemlerinde Kürt sorununu çözmek gibi sorun yok. Tamamen zaman kazanmaya oynuyorlar. İşleri çöküşe götürmek, ondan sonra savaşla güya PKK'nin işini bitirmek istiyor. Ya da olmazsa seçimlere kadar böyle idare etmek,‘işte bak biz savaşı durdurduk, kan akmıyor’ propagandasını yapıp, seçimleri kazanmak istiyorlar."
5
DÜNYA 29 Ağustos 2013 / 11 Eylül 2013
M I S I R
Halk›n Sesi
S I N I R L A R I N I
A Ş A N
K O R K U
‘Bütün iktidar Tahrir’e’ ÇAĞLAR ÖZBİLGİN
M
ısır'da askeri darbenin gerçekleştiği 3 Temmuz'dan bu yana her geçen gün tırmanan gerilim, 14 Ağustos Çarşamba günü kanlı bir katliama dönüştü. Polis ve asker, Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan) taraftarlarının Adeviyye ve Nahda meydanlarında haftalardır sürdürdüğü eylemlere çok sert saldırdı. İlkin "eylemlere devam" kararı alan İhvan, dört gün sonunda sokaklardan çekilmek zorunda kaldı. Dört günün sonunda hükümet 800, İhvan ie 2 binden fazla kişinin öldüğünü söyledi.
İSLAMCI TABAN SAFLAŞTI Askeri darbe ve katliam, ordunun doğrudan İhvan'ı hedef aldığı bir politik saflaşma tablosunu ortaya çıkardı. Saflaşma özellikle İslamcı tabanda önemli bir etki yarattı. Adeviyye eylemi, İhvan'ın bir yıllık iktidarında kendi tabanında açığa çıkan hoşnutsuzlukların bir kenara bırakılmasını, tabanın örgütüne sahip çıkmasını sağladı. İhvan, İslamcı tabanda kimine göre demokrasi, kimine göre şeriat neferi ilan edildi. Saflar öylesine sıklaştı ki, bir buçuk aylık zaman diliminde Hıristiyanlara ve kiliselere yönelik saldırılar son yılların en yüksek seviyesine ulaştı. Suudi Arabistan eksenli Nur Partisi'nin darbeye destek vermesine karşın Selefi tabandan dahi Adeviyye'ye katılım
oldu. Liberaller de salt darbe karşıtlığı üzerine kurulu demokrasi tartışmasına ayak uydurarak yer yer eylemlere katıldı. SON SÖZ TAHRİR'DE Mısır ordusu, İslamcı tabandaki saflaşmaya karşıt olarak milliyetçi-laik kesimleri bir araya getirmeye çalıştı. Yine de Adeviyye'ye karşı Tahrir'de "darbeye destek" eylemleri için yapılan çağrı, geleneksel olarak orduya sahip çıkanlar dışında karşılık bulmadı. Bulması da beklenmemeliydi. Komünist Partili kadınlar darbeden sadece iki gün sonra yaşam alanlarını, sokakları terk etmeme eylemlerine başladı. Darbe yönetiminin hekimlere grev yasağı getirmesi üzerine bağımsız sendikalar "Grev hakkımızı Mursi'ye yedirmedik, orduya da yedirmeyiz" diyerek imza kampanyasına başladı. Gençlik örgütleri 29 Temmuz'da Sfenks Meydanı'nda hem Mursi'nin hem de Sisi'nin halkın demokrasi mücadelesinin düşmanı olduğunu söyleyerek kitlesel bir eyleme imza attı. "Kahrolsun askeri ve dini faşizm", "Ne asker ne İhvan", "İmanı çalan ikili: Amerika ve İhvan" sloganları Tahrir'in sürükleyici dinamiği sosyalist hareketin temel sloganlarına dönüştü. Bahar aylarında mahalle mahalle yapılmaya başlanan forumlar, olağanüstü hal baskısına karşın kesintiye uğramadı. İslamcıların darbe sonrası süreçte 90 kiliseye saldırması, Kıpti nüfusunun yoğun
Sokak eylemleri, forumlar, imza kampanyaları sürüyor. "Kahrolsun askeri ve dini faşizm" ve “Ne asker Ne ihvan” Tahrir’in sürükleyici dinamiği sosyalist hareketin temel sloganlarından olduğu Luxor'da Hıristiyanların evlerini yakması üzerine halk komiteleri oluşturuldu, nöbet çadırları kuruldu. 29 Haziran-2 Temmuz tarihleri arasında milyonlarca insanın sokaklara döküldüğü ayaklanmanın birleştiriciliği, demokrasi talebindeki inadı
ve devrimci potansiyeli, ordu ve ılımlı İslam saflaşmasına karşı üçüncü bir mücadele hattının örgütlenebilirliğine işaret ediyordu. TAHRİR'DEN TAKSİM'E AYNI KABUS İhvan, en önemli görevini, Ocak 2011'den bu yana geli-
şen toplumsal muhalefeti sisteme eklemlemeyi beceremedi. Aksine; oranı yüzde 40'lara varan işsizlere, yoksul halk kesimlerine somut bir program oluşturamayarak, milyonlar özgürlük isterken iktidar aygıtlarının ele geçirilmesine yoğunlaşarak krizin derinleşmesine yol açtı.
Mursi'nin devrilmesine yol açan halkın kendi bağımsız siyasal çizgisini örgütleyebilme yetisi, bugün de egemenlerin belirlediği çatışmalara meydan okuyor. Sokakları terk etmeyen kadınlar, grev hakkına sahip çıkan emekçiler, "Bütün iktidar Tahrir'e" diyen gençler,
gerici-faşist saldırılara karşı kurulan halk komiteleri, doğrudan demokrasi örneklerinin sergilendiği mahalle forumları Mısır egemenlerine korku salmaya devam ediyor. Tayyip Erdoğan'ın Mısır ile başlattığı cümlelerini Gezi Direnişi ile sonlandırmasının altında da işte bu korku yatı-
Askeri müdahale kapıda, AKP fırsat peşinde Seçimlere S giderken Ennahda yalpalıyor uriye'de iki yılı geride bırakan savaşın en ağır katliamı 21 Ağustos'ta başkent Şam yakınlarındaki Huta tarım bölgesinde yaşandı. Sadece yüzler ile ifade edilen ölü sayısı değil, ölümlerin kimyasal silah kullanımına bağlı gerçekleştiği iddiası da, savaşın geleceği için kritik bir öneme sahip. Savaşan tarafların dezenformasyon gücü ve bundan önce de doğru olmadığı ortaya çıkan görüntüler temkinli davranılmasına yol açtı. Yine de karşılıklı "kimyasal silah" kullanma suçlamaları ve 30 Mayıs'ta Adana'da El Kaide'ye yönelik operasyonda "sarin gazı" ele geçirilmesi hatırlandığında Huta ile ilgili iddiaların gerçek olabileceği kanısı oluşuyor.
kurbanı İsrail olur" tehdidinde bulundu. Rojava'da hem rejim güçleri hem de cihatçı çeteler ile çatışmalar yaşayan PYD'nin lideri Salih Müslim ise pek çok kişi tarafından dillendirilen "BM denetçileri ülkedeyken Esad neden kimyasal silah kullansın?" sorusunu sordu. Müslim, kimyasal silahlı saldırının Suriye'ye askeri müdahale isteyen güçler tarafından gerçekleştirildiğini dile getirdi. Beşşar Esad "ABD'yi Vietnam'dan bugüne kadar olduğu gibi başarısızlık bekliyor" derken, Enformasyon Bakanı Umran Zuabi ise adeta dalga geçerek, "Suriye'ye askeri harekat parkta dolaşmaya benzemez" dedi.
KRİTİK ANDA SAVAŞ TAMTAMLARI Suriye yönetimi hem kimyasal silah hem de katliam iddialarını derhal reddetti. BM, ABD ve Rusya'nın "Denetçiler bölgeye giderek incelemelerde bulunsun" talebine bir süre direnen Esad, daha sonra inceleme yapılmasına izin verdi. Heyet, 26 Ağustos'ta bölgede incelemelerde bulundu. Rapor henüz hazır değilken kimyasal silah iddiasının kesinliğine vurgu yapan emperyalistler askeri müdahale seçeneğini dillendirmeye ve savaş tamtamlarını çalmaya başladı. ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel, Başkan Barack Obama ile yaptıkları görüşme sonrasında 4.
AKP FIRSAT PEŞİNDE Emperyalistlerin askeri müdahale seçeneğini gündemlerine alması, AKP'nin Suriye konusunda kısmak zorunda kaldığı sesini de yeniden yükseltmesini sağladı. Olası bir müdahale ve şekillendirmenin taşeronluğuna soyunarak sarsılan dış politika prestijini sağlamlaştırmanın hesaplarını yapan Ahmet Davutoğlu, her ne kadar böyle bir talep gelmese de ABDİngiltere-Fransa koalisyonuna dahil olacaklarını açıkladı. Davutoğlu'nun askeri müdahale için yüz binlerce insanın öldüğü, ülkelerin paramparça edildiği Balkanlar örneği vermesi ise bölge halklarının geleceğine ilişkin tasavvurunu gözler önüne serdi.
Filo'yu Suriye karasuları yakınına konuşlandırdıklarını ve tüm seçeneklerin masaya yatırıldığını söyledi. Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius askeri müdahale olasılığının gündemlerinde olduğunu ifade ederken, İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, BM'deki Rusya ve Çin vetosu olasılığının hatırlatılması üzerine "Askeri müdahale için BM kararına gerek yok" dedi ve koalisyon işareti verdi. 'MESAJ AMAÇLI SALDIRI' Independent gazetesi ABD, İngiltere ve Fransa'nın BM'den bir
karar çıkmaması halinde koalisyon kurarak askeri müdahaleye başlayacağını öne sürdü. NBC News, ABD Savunma Bakanlığı'ndan yetkililere dayandırdığı haberinde en erken 29 Ağustos Perşembe başlayacak saldırının en az üç gün süreceğini, komuta ve kontrol sığınakları ile topçu birlikleri ile sınırlı olacağını ve Esad'a mesaj verme amacı taşıyacağını iddia etti. Reuters de bu üç devletin Suriye Ulusal Koalisyonu'na "Suriye'nin vurulmasına hazır olun" dediğini ve birlikte vurulacak hedefler listesi oluşturulduğunu
haberleştirdi. MÜDAHALEYE TEPKİ VE UYARILAR Askeri müdahale, koalisyon, hedef listesi gibi söylemler, ABD merkezli bir rejim değişikliğine karşı çıkan ülkelerin tepkisini çekti. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, kimyasal silah iddiaları doğrulanmadan askeri müdahalenin gündeme getirilmesinin kaygı uyandırıcı olduğunu belirtti. İran Genelkurmay Başkanlığı "kırmızı çizgiler" uyarısı yaptı. İran Uluslararası İlişkiler Komitesi de "Suriye'ye saldırı olursa bunun ilk
Lübnan Suriye savaşına doğru Suriye Savafl›, komflu Lübnan'a her geçen gün daha fazla yay›l›yor. Lübnan’da Sünni ve fiiiler aras›ndaki bölünme, Suriye Savafl›'na dahil olma ile birlikte derinlefliyor ve çat›flmalar fliddetleniyor. Ülke bir di¤er yandan da ‹srail ile karfl› karfl›ya. Baflkent Beyrut ve Hizbullah'›n kalelerinden Dahiye ve Trablusflam, 15-24
A¤ustos tarihlerinde üç bombal› sald›r› yaflad›. Resmi aç›klamalara göre 64 kiflinin öldü¤ü, 700'den fazla kiflinin yaraland›¤› sald›r›lar› Suriye'de de savaflan Ayfle Tugaylar› adl› cihatç› örgüt üstlendi. Ayfle Tugaylar›, yaz bafl›nda SuriyeLübnan s›n›r›ndaki Kuseyr kentinde Hizbullah militanlar›n›n da destekledi¤i rejim güçlerine karfl› savaflanlar aras›nda
yer alm›fl ve kenti kaybetmiflti. Sald›r›lardan sonra Hizbullah lideri Nasrallah'›n aç›klamalar› ise savafl›n Lübnan'a s›çrama olas›l›¤›n›n artaca¤›n› iflaret etti. El Kaide ve ‹srail'in mezhep çat›flmas›n› körükledi¤ini söyleyen Nasrallah, buna karfl›n Suriye'de Esad rejimine verdikleri deste¤i art›racaklar›n› söyledi ve ekledi: "Gerekirse ben de savaflmaya giderim".
M
ısır'da ABD güdümlü ordunun İhvan'ı askeri darbe ile devirmesi ile birlikte başlayan siyasal İslam'ın geleceği tartışması Tunus'taki gelişmeler ışığında da önem kazanıyor. Bin Ali sonrası Tunus'un yeniden şekillendirilmesi sürecinde ağır sancılar yaşamamak, İhvan'ın konumuna düşmemek ve altı ay sonraki seçimlere "uzlaşma yanlısı" görünümüyle gitmek isteyen Ennahda, iktidarını sağlamlaştırmakla iktidarda tutunmak arasında yalpalıyor. Tunus'un muhalif liderleri Şükrü Belayid ve Muhammed Brahimi'nin suikastlarla öldürülmesi Ennahda iktidarında önemli bir kırılganlık yarattı. Yükselen sokak eylemleri ve muhalefet milletvekillerinin kurucu meclis çalışmalarından çekilmesi ile sıkışan Ennahda, geri adım atmak zorunda kaldı. Örgütün Genel Sekreteri Hammadi Cibali, 14 Ağustos'ta tüm siyasal oluşumların katılımıyla bir teknokrat hükümetinin kurulacağını ilan etti. Buna karşın aradan geçen zaman zarfında herhangi somut bir adım atılmadı. İktidar, bununla da kalmayarak uzlaşma hükümetinde cinayetlerin başsorumlusu olarak görülen Başbakan Ali el Urrayid'in göreve devam etmesi şartı koştu. Seçimlere altı ay kala geçici hükümet çalışmalarının dahi sekteye uğradığı Tunus'ta halk, Ennahda'nın iktidara yerleşmesine yönelik her hamlesine tepkili. El Urrayid'in görevinde kalmasının kabul edilemez olduğunu söyleyen Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin çağrısıyla binlerce kişi 25 Ağustos'ta meclise yürüdü. Tunus muhalefeti, Ennahda'nın iktidardan indirilmesi için sokak merkezli kurulacak ittifakların Tunusluların ve Ortadoğu halklarının geleceği için büyük önem taşıdığını dile getirdi.
KENT ÇEVRE
6
29 A¤ustos 2013 / 11 Eylül 2013
Halk›n Sesi
Bu kenti AKP’ye bırakmayız! sıkma politikaları. Ek maliyetlerin bir nedeni de polisiye uygulamalar, gözetim-denetim araçları. Ama daha da önemlisi, bu baskı mekanizmaları, insanların kenti kullanım özgürlüklerini engelliyor; yoksullara, evsizlere, mültecilere, azınlıklara hayatı çekilmez kılıyor. Londra Olimpiyatları sırasında sayıları binleri bulmasına rağmen özel güvenlikler yetersiz kalınca silahlı kuvvetlerden de destek istenmiş ve “gerektiğinde” şiddet kullanma yetkisi verilmişti.
ÖZEN TAÇYILDIZ
H
aziran İsyanıyla yenilgiye uğrayan AKP iktidarı, eylül ayı korkusunu diline dolamışken kendisine bir “mağduriyet” başlığı daha açtı: olimpiyatlar. 2020 Olimpiyatları’na ev sahipliği yapacak ülke 7 Eylül’de Arjantin’de açıklanacak. Türkiye de aday. Gezi öncesi adaylık sürecini usul usul yürüten AKP şimdi tutuştu. AB Bakanı Egemen Bağış, “Olimpiyatları alamazsak sorumlusu Gezi Parkı eylemcileri” diyerek isyancıları hedef gösterdi. Olimpiyat gündemini iktidar için böylesine ısıtan şey, yaklaşan tarih değil sadece. Gezi isyanının ilk günlerinde süren polis şiddeti direnişçiler tarafından IOC’a (Uluslararası Olimpiyat Komitesi) ifşa edildi. İstanbul için yıkım anlamına gelecek olimpiyatlara karşı çıkılması direniş sürecinin bir gündemi haline geldi. AKP için İstanbul’u talanı ve propaganda aracı olan olimpiyatlar, şimdi Gezi direnişçileriyle karşı karşıya geldiği bir gündem. İşte AKP bu nedenle tutuşmuş durumda. Çünkü biliyor ki Gezi isyanı ile birlikte yaşam alanlarının yağması ve talanı için eski “rahat günler” geride kaldı. Sokaktan yükselen, parklarda, forumlarda örgütlenen bir hareket var, yaşam alanlarını savunmakta kararlı ve şimdi “Olimpiyatlara hayır” diyor. Peki iktidar olimpiyatları neden bu kadar istiyor, “hayır” diyenler neden karşı? Olimpiyatlar İstanbul’a ne getirip ne götürecek, bakalım… YIKIMIN MEfiRULU⁄U OL‹MP‹YATLAR ÜZER‹NDEN IOC’a sunulan projelerde, olimpiyat tesisleri belirlenmiş durumda. Tesislerin yapılacağı yerler Kuzey ormanları, Haliç, tarihi yarımada, Haydarpaşa… Bu çakışma tesadüf değil. Halihazırda kentsel dönüşüm ve iktidarın “çılgın” projeleri ile devam eden süreç, olimpiyatlarla hızlanacak, yıkımın meşruiyeti olimpiyatlar üzerinden inşa edilecek.
Eylül’den sonra ekonomik daralma beklenen Türkiye’de AKP’nin umudu olimpiyatlar. Yatırımlar hızlanacak, inşaat, finans, bankacılık sektörleri ekonominin çarklarını döndürecek ama Gezi İsyanı o çarka çomak soktu bir kere 3. köprünün İstanbul’un orman ve su havzalarını katletmeye başladığı bugünlerde olimpiyatlar, 3. köprü, 3. havalimanı ve çevresinin yapılaşmaya açılmasına bahane olacak. Köprünün Avrupa ayağındaki Sarıyer’de Kısırkaya, Gümüşdere gibi tarım alanlarının bulunduğu köylerde plan değişiklikleri başlatıldı. Böylece son yeşil alanlar, tarım alanları da imara açılıyor. Tesislerin yer alacağı tarihi yarımadada da yıkımlar hızlanacak, Yedikule’de bostanlara girildi bile. Olimpiyat Stadı çevresindeki mahalleler de, topun ağzında. Kısacası olimpiyatlarla,
kentin yaşam alanları yok olacak. TOK‹-SERMAYE EL ELE ZORLA TAHL‹YEYE Bütün bu kent talanı insanları yerinden etmeyle, “zorla tahliye” ile birlikte yürüyor elbette. Olimpiyatlar, “kentleri soylulaştırma”nın yani yoksulları kent merkezlerinin dışına sürmenin bir bahanesi. Pekin’de 2008 Olimpiyatları için 1,5 milyon kişi zorla tahliye edildi, 2010 Vancouver’da yerli halkların topraklarına el kondu. Üstelik boşaltılan yerlerde çoğu zaman hiçbir spor organizasyonu gerçekleştirilmiyor bile.
İnsanların yerleşim alanları alışveriş merkezleri ve lüks konutlar yapılmak üzere arsa haline getirilmiş oluyor. İstanbul’da kentsel dönüşümle devam eden, TOKİ eliyle yürütülen bir süreç zaten var. Olimpiyatlar için inşaat işinde de baş aktör TOKİ olacak, sermayeyle el ele yeni talan projelerinin önü açılacak. ATIL TES‹SLER ARTIK B‹RER “BEYAZ F‹L” Peki yapılacak bunca tesis ne olacak? Önceki yıllardaki olimpiyat tecrübeleriyle sabit; çürümeye terk
edilecek. Bakımları masraflı olduğundan kentlerin baş belaları olan bu devasa tesislere “Beyaz Filler” deniyor. Atina’daki 22 tesisten 21’i şu anda atıl. Formula 1 pisti, Atatürk Olimpiyat Stadı, Erzurum’daki Üniversite Oyunları tesisleri de bizden örnekler. Olimpiyatların bir özelliği de hiçbir zaman başladığı plan bütçeyle bitmemesi. Neredeyse 10’a katlanan masraflar nedeniyle ülkeler borç batağına sürükleniyor. Atina ve Brezilya’daki sokak hareketlerinin önemli bir nedeni de bu maliyetler yüzünden başlayan kemer
BU KADAR ‹NfiAAT SPOR OLSUN D‹YE M‹? Bütün bunları alt alta yazınca Riolular’un deyişiyle “Bu maçın galibi sermaye!” 90’lardan bu yana kentleri markalaştırarak pazarlamanın bahanesine dönüşen olimpiyatlar, sermaye için bir fırsat. Uluslararası bir şov, bir gösteri vasıtasıyla, tesisler yapmak bahanesiyle, kentler sermaye yatırımlarına, üst gelir gruplarına yönelik projelere açılarak pazarlanıyor. Zaten Türkiye’nin IOC’a sunduğu rapor da bir spor etkinliği raporundan ziyade inşaat etkinlikleri raporu. Eylül’den sonra ekonomik daralma beklentisi olan Türkiye’de AKP’nin umudu da olimpiyatlar. Bu vesileyle yatırımlar hızlanacak, inşaat, peşisıra finans, bankacılık, sektörleri ile ekonominin çarkları dönecek. Üzerine bir de “milli gurur” vesilesi olarak iktidarın imajı cilalanacak. AKP’nin “çılgın projeler” diye pazarlamaya çalıştığı bütün o inşaatlar, eninde sonunda bu umuda bağlanıyor. Ama umudu bulandı bir kere. İktidarın işi zor. Gezi’yle sokağa çıkanlar Gezi’den ilan etti: Mahalleme, meydanıma, ağacıma, suyuma, toprağıma, evime, tohumuma, ormanıma, köyüme, kentime, parkıma dokunma! Bunun için neleri göze aldıklarını da nasıl kararlı olduklarını da gördük. Şimdi kesilmek istenen her bir ağaçta her bir yıkım projesinde, direniş yeniden filizleniyor.
Deprem toplanma alanı AVM oldu alan fay hattı üzerinde. İstanbul Maltepe’de denizi doldurarak yaptığı devasa miting alanı ise ÇED raporsuz. İnşaat hiçbir kazık çakılmadan, taş doldurulup içine moloz atılarak devam ediyor.
B
Kuzey Ormanlar› seni ça¤›r›yor AKP iktidarının 3. köprü projesiyle kıyıma başladığı Kuzey Ormanları, yaşamına, doğasına, kentine sahip çıkanları çağırıyor
İ
stanbul’un akciğerlerini oluşturan Kuzey Ormanları, AKP’nin 3. köprü projesiyle yok edilmeye başlandı, şimdiden binlerce ağaç katledildi. Hiçbir bilimsel kurum ya da meslek örgütü 3. köprünün İstanbul için bir ihtiyaç olduğunu savunmazken AKP son derece ısrarcı. Çünkü 3. köprü, aslında bir ulaşım projesi değil; 3. havalimanı ve Kanal İstanbul gibi “çılgın” projelerle birlikte kentin kuzeyini ranta açmanın aracı.
GEZ‹ SORUMLULU⁄UYLA… İstanbul’un bu son doğal yaşam alanının kıyımına karşı itirazını yükselten İstanbul halkı, Kuzey Ormanları Savunması adıyla mücadele veriyor. Hazırladıkları “10 soruda 3. köprü” raporu İstanbul’u nasıl bir kıyımın beklediğini anlatıyor: “3. köprü kentin kuzeyinde yoğunlaşan son doğal yaşam alanları üzerinde geri döndürülemez yıkıcı sonuçlar yaratacak. Köprünün yapımı sırasında, iki milyon ağaç kesilecek. 3. köprü'yle birlikte İstanbul ormanlarının üçte biri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. Seller yaygınlaşa-
cak; içme suyu havzalarının kirlenmesi ve erozyonla birlikte barajlardaki su oranının düşecek. geçimini ormandan sağlayan çok sayıda orman köylüsü yoksullaşacak; hava kirliliği artacak ve yaban hayatı daha da tahrip olacak.” “Gezi daha başlangıçtı, mücadelemiz Kuzey Ormanları’nda devam ediyor!” diyen Kuzey Ormanları Savunması, katliamı durdurmak için ormana gidiyor; yaşamına, doğasına, kentine sahip çıkanları 7-8 Eylül’de Riva’da düzenleyeceği kampa çağırıyor: “Biliyoruz ki, hepimize ait kamusal bir alan olan ormanları orada bulunmadan savunamayız. Gezi’ye gitmeseydik, Gezi’yi savunamazdık. Ormanları savunmak, katliamı durdurmak için ormana gidiyoruz. Bu kampta öğreneceğiz, bu kampta örgütleneceğiz, bu kampta yan yana duruşumuzu güçlendireceğiz. Mücadelemizin şimdisini ve geleceğini tartışacağız. Yaşama, doğaya, kente sahip çıkacağız.” Savunma, kampa direniş çadırlarını, atölyeleri, panelleri, oyun, film ve şarkıları, kendi tabiriyle “neşesini ve öfkesini” taşıyor, bizleri de sesini çoğaltmaya çağırıyor.
aşbakan Erdoğan, 46 ilde 90 bin konutun yapılacağı kentsel dönüşümün 3. etabını, 17 Ağustos Marmara depreminin yıldönümünde Bursa’da başlattı. Törende yaptığı konuşmada Türkiye’nin yaşadığı depremlerin “ibretlik dersler” verdiğini söyleyen Erdoğan, “17 Ağustos’tan ders alarak Türkiye’yi afetlere hazırlıklı kılmak için iktidarımız çok çaba gösterdi” dedi. İktidarın depremlerden aldığı “ders”i, afetlere hazırlık “çaba”sını gösteren icraatlar neler peki? Örneğin, 1999 depreminden sonra, olası bir depremde kullanılmak üzere belirlenen çadır ve toplanma alanları iktidarı boyunca hızla azaldı. Sebebi de İstanbul’un dört bir yanından yükselen inşaatlarda gizli: Toplanma alanı olarak belirlenen boş arazilerin yerinde bugün rezidanslar ve alışveriş merkezleri yükseliyor. Gaziosmanpaşa’daki TOKİ Avrupa Konutları dahi bunun içinde. DOLGU M‹T‹NG ALANI ÇED RAPORSUZ En yakın örneğini Gezi’de yaşadık. Beyoğlu bölgesinin yegane toplanma ve çadır alanı olan Gezi
Şimdi gökdelenlerin yükseldiği bu alanlar, 17 Ağustos 1999 depreminden sonra ‘Deprem Toplanma Alanları’ydı... Parkı inşaata açılmak istendi. Toplanma alanlarının talan edilmesi bir yana, yapılan inşaatlarda da belirleyici olan deprem
gerçeği değil rant. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Burdur’da kentsel dönüşüm alanı olarak belirlediği ve 2400 daire yapacağı
ERDO⁄AN 4-5 KAT DED‹ BAKANLIK 14 KAT VERD‹ Erdoğan, Bursa’daki törende 10 kata kadar planlanan projeler için de “Binalar en fazla beş katlı olacak” dedi. Geçtiğimiz nisan ayında Gaziosmanpaşa’da başlattığı kentsel dönüşüm için de “Böyle yerlerde kentsel dönüşümde yüksek binalar yapmamalıyız. Zemin artı 4 ya da 5 kat gibi binalar yapmalıyız… Erhan kardeşime de söyledim: planlarını tadil et” demişti. Erdoğan’ın “Erhan kardeşim” diye seslendiği Belediye Başkanı Erhan Erol ise 13 Ağustos’ta TRT Haber’e verdiği röportajda Bakanlıkça onaylanan kat sayısını 14 olarak açıkladı. Dolayısıyla verilen bu sayılar ne kadar inandırıcı? AKP iktidarı için ille de sayılarla konuşacaksak… Geçen yıl yüzde 1.76 büyüyen çimento sektörü, bu yılın ilk 6 ayında yüzde 13 büyüdü. Yine aynı dönemde Bakanlar Kurulu’nun aldığı kararların yüzde 60’ı imara ilişkin oldu.
Bayraktar’ın acelesi var, e-ÇED geliyor Çevre ve fiehircilik Bakanl›¤›’n›n ÇED sürecini elektronik ortama aktarma projesi, e-ÇED-1, tamamland›. Bir projenin, çevre üzerindeki önemli etkilerinin belirlendi¤i ÇED sürecindeki tüm ifl ve ifllemler, art›k elektronik ortamda gerçeklefltirilecek. Bakanl›k uygulamay› “evrak havaleleri ve postada yaflanan zaman kay›plar› ortadan kalkacak, 183 ifl günü olan ÇED süreci 60 ifl gününe düflecek” diyerek duyurdu. Memleketin her köflesini Bakanl›k ve TOK‹ eliyle talan eden sermaye için bu “zaman kayb›”na tahammül edilememesi an-
lafl›l›r elbette. Bu nedenle sürecin her aflamas›nda yat›r›mc› k›sa mesaj ve eposta yoluyla da bilgilendirilecek. Bakanl›¤›n bizlere de bir “müjdesi” var. Yapt›¤› projelerle ormanlar›, dereleri talana açan Bakanl›k, bas›l› doküman› ortadan kald›ran bu “müthifl” projesiyle y›ll›k 5100 adet a¤ac› kesilmekten, 132 bin ton temiz suyu israftan kurtaracak! Peki hukuka ayk›r›, alelacele verilmifl “ÇED olumlu” raporlar›yla kaç a¤ac› kesecek, kaç ton suyu kurutacak, kirletecek? Onu da a¤ac›na, topra¤›na, suyuna sahip ç›kanlar ö¤retir.
EĞİTİM SAĞLIK
7
29 A¤ustos 2013 / 11 Eylül 2013
FATİH neydi?
Halk›n Sesi
‘Yüzyılın projesi’ydi, çöktü Tan› bunlar›! Gelecek h›rs›zlar›
Milli E¤itim Bakanl›¤› ve Ulaflt›rma n Bakanl›¤›‘n›n iflbirli¤i ile gerçeklefle esi önc eri FAT‹H projesi, 2011 seçiml er dönemin Milli E¤itim Bakan› Öm n Dinçer ve Baflbakan Tayyip Erdo¤a ileden ” taraf›ndan “e¤itimde devrim d›¤› rek duyurulmufltu. ‹lk ortaya at›l ›n yaandan beri pek çok hukuk d›fl›l›¤ tek, iler fland›¤› projeye e¤itim bilimc latiplefltirici oldu¤u, ö¤renme kaynak ala tim e¤i in r›n› s›n›rlad›¤›, sermayen etn›na giriflini gerçeklefltirdi¤i, ö¤r itmen ve ö¤renciyi nesne konumuna ekger ti¤i ve pedagojik olmad›¤› çeleriyle karfl› ç›km›flt›. AKP bu proje ile milyonlarca ö¤eyi, renciyi tek kaynaktan bilgilendirm bu“biliflim teknolojilerinin e¤itimle . iflti etm luflmas›” olarak lanse
AKP'nin 11 y›ll›k iktidar› döneminde, e¤itime bakan dayanmad›. 10 y›lda 5 Milli E¤itim Bakan› de¤iflti, bu 5 Milli E¤itim Bakan› liselere girifl s›nav›n› 6, üniversiteye girifl s›nav›n› 2 kez de¤ifltirdi. “Kapataca¤›z” dedikleri dershane say›s›, son 11 y›lda yüzde 134 artt›. 2012 LYS’de 189 bin 380 ö¤renci s›f›r çekti, 2013'de s›f›r çeken ö¤renci say›s› gizli tutuldu. Bu y›l yap›lan SBS'ye göre 574 bin ö¤renci aç›kta kald›, düz liselerin ortadan kald›r›lmas›yla bu ö¤rencilere imam hatip, meslek lisesi seçeneksizli¤i dayat›ld›. 4+4+4'ün getirilmesiyle birlikte ço¤u k›z ö¤renciler olmak üzere 136 bin 115 çocuk okulu b›rakt›. MEB bütçesinden e¤itime yap›lan yat›r›m 2002’de yüzde 18 iken 2011 y›l›nda yüzde 5’e düflürüldü. ‹flte AKP'nin gelecek h›rs›z› Milli E¤itim Bakanlar›!
AKP'nin eğitim alanındaki en “iddialı” projesi olan FATİH'te konulan hedefler tutmadı. Projedeki soygun kamuoyuna yansıyınca Nabi Avcı, soruşturma talimatı verdi LEMAN MERAL ÜNAL
2
011 seçimleri öncesi “eğitimde geleceğe açılan kapı” söylemiyle duyurulan Fırsatları Araştırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi’nde (FATİH) AKP, kendi hedeflerini tutturamadı. Sadece tanıtımı için 33 milyon lira para harcanan projedeki soygun kamuoyuna yansıdı. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, hem proje adına yapılan harcamalardaki soygunun hem de hedeflenenle gerçek durum arasındaki farkın üzeri örtülemez hale gelince soruşturma talimatı vermek zorunda kaldı. Eğitim ve bilim emekçilerinin öğret-
meni ve öğrenciyi nesne konumuna ittiği, okuma ve yazma alışkanlığını körelttiği gerekçesiyle ilk ortaya atıldığından beri karşı olduğu projede akıllı tahta ve tablet bilgisayarların tüm okullara yayılması hedefleniyordu. Milli Eğitim Bakanlığı’nın yıllık hazırladığı faaliyet raporuna göre 2012 yılında konulan 5 hedeften sadece birine ulaşıldı. HEDEFLER “BÜYÜK”TÜ, SONUÇ F‹YASKO Projeyle 21 bin 689 okulun internet altyapısının yenilenmesi hedeflendi; ancak sadece 154 okulun internet altyapısı yenilendi. 21 bin 689 okulda akıllı tahta
uygulamasına geçilmesi hedeflendi; 3 bin 657 okulda akıllı tahta uygulamasına geçilebildi. Aynı sayıda okulda sunucu ve bilgisayar yenilenmesi hedeflendi ancak 216 okulda kalındı. 295 bin akıllı sınıf oluşturulması hedeflenmişken 84 bin 921 akıllı sınıf oluşturulabildi. HALKIN PARALARI NEREDE? Eğitimin piyasalaştırılması ve kamu kaynaklarının sermayeye aktarılması açısından kritik bir adım olan FATİH projesinden sorumlu genel müdürlüğün soygunu kamuoyuna yansıdı. Ülkenin dört bir yanında 4+4+4 sistemi ile sınıf ve okul problemi artarken, 70-80 kişilik
sınıflarda 4’er, 5’er çocuğun aynı sırada oturtulduğu okul manzaraları ülke geneline yayılırken FATİH projesinin sadece propagandası için 33 milyon lira harcandı. Yine Bakanlığa bağlı Hukuk Müşavirliği’nde 21 avukat varken 2013 yılının ilk 6 ayında FATİH kapsamında kurum dışından tutulan 4 avukata 955 bin TL ödeme yapıldı. Genel Müdürlük binasına 2 milyon TL'ye 4 toplantı odası yapıldı. Yeni eğitim yılı başlarken AKP’nin elinde ne propagandasını yapacağı bir FATİH projesi var ne de devrim olarak sunabileceği bir 4+4+4 sistemi. FATİH de 4+4+4 de artık eğitim hakkı mücadelesinin gündemi.
Nabi Avc›
Ömer Dinçer
SBS kalkıyor, yerine 36 sınav geliyor! A
KP 11 yıllık iktidarı döneminde 5 kez değiştirdiği sınav sisteminde, 6. değişikliğe gidiyor. Milli Eğitim Bakanlığı'nın (MEB) 16 ilde düzenlediği konferansların finalinde kesinleşen yeni düzenlemeye göre MEB, Türkçe, fen ve teknoloji, matematik, inkılap tarihi ve Atatürkçülük, yabancı dil ve din derslerinden merkezi sınav yapacak. 6, 7 ve 8. sınıf öğrencileri toplam 36 sınava girdikten sonra liseye yerleşebilecek. Fazla tercih edileceği düşünülen yüksek puanlı liseler kendi düzenledikleri ek sınavlarla öğrenci alacak. Dönem içindeki sınavların dışında test usulüyle yapılacak sınavlar, 1. yarıyılda aralık ayında, 2. yarıyılda ise nisan ayında yapılacak. Öğrenciler, mevcut sistemde bir dönemde Türkçe, matematik, fen ve yabancı dil derslerinden 3; inkılap tarihi ve din derslerinden 2 yazılı sınava giriyor. Yeni SBS modeline göre bu yıldan itibaren bakanlık,
AKP'nin ‘Liseye girişte sınavları kaldırıyoruz’ söyleminin altından 3 yılda girilecek 36 sınav çıktı. Üstelik öğrenciler din sorularını da cevaplayacak
Türkçe, matematik, fen ve yabancı dil derslerinin 2. sınavını; inkılap tarihi ve din derslerinin ise son sınavlarını merkezi olarak yapacak. Efi‹TS‹ZL‹K DER‹NLEfiECEK, E⁄‹T‹M DAHA DA PARALILAfiACAK Konuyla ilgili görüşlerini al-
B›çak paras›, ‘giriflimsel ifllem ücreti’ oldu
A
KP'nin sağlıkta dönüşüm projesine karşı çıkan hekimleri hedef göstermek için sıklıkla söylediği “Hastalardan bıçak parası alıyorlar” sözündeki “bıçak parası”, “girişimsel işlem ücreti” adı altında AKP tarafından yasallaştırıldı. Bu uygulamayla üniversite hastanelerinde ayakta tedavi ve muayene katkı payının dışında hastalardan bir de ‘ilave ücret’ alınacak. Sağlık Uygulama Tebliği’nde yapılan değişiklikle artık hastalar, bir üniversitede profesör ya da doçente muayene olmak isterlerse normal muayene ücretinin bir katına kadar fark ödeyecek. İşçi ya da serbest meslek mensupları 70 lira farkla hocaya muayene olabilecek. Hastalar ameliyatlarına da parasını vermek şartıyla hocaların girmesini isteyebilecek. Ancak bunun için de “bıçak parası” olarak bilinen parayı “zorunlu olarak” ödemeleri gerekecek. Kanser, organ ve doku nakli, yanık hizmetleri gibi hastalık ve durumlar hariç her durumda
hastadan ilave ücret alınacak. Konuyla ilgili Halkın Sesi'ne konuşan İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu, bu uygulamanın yıllardır karşı çıkılan sağlıkta dönüşüm programının ve sağlıkta piyasa döneminin somut bir göstergesi olduğunu ifade etti. İnsan odaklı ve kamu yararına sağlık hizmeti anlayışının bütünüyle tasfiye edileceğini söyleyen Çerkezoğlu, alınacak “girişimsel işlem ücreti” ile üniversite hastanelerinin fiilen özel hastaneye dönüştürüldüğünü vurguladı. Çerkezoğlu, daha önce tam gün yasasına karşı çıkan hekimlerin “Bıçak parası alıyorlar” şeklinde hedef gösterildiğini hatırlatarak “Bu parayı alan hekim değil, Sosyal Güvenlik Kurumu ve Sağlık Bakanlığı yoksulun cebindeki üç kuruşa göz dikiyor” dedi. Ek ücreti ödeyemeyecek olanların bu hizmetten dışlanacağını belirten Çerkezoğlu, yoksul halkın sağlık hizmetlerine erişiminin gün geçtikçe zorlaşacağına da dikkat çekti.
dığımız Eğitim Sen MYK Üyesi Betül Öztürk Korkut, yeni düzenlemenin pedagojik olmadığının altını çizerek “Merkezi sınavın olduğu yerde eşitsizlik derinleşir, eğitim daha da paralı hale gelir” dedi. Korkut, AKP'nin “Dershaneleri kaldıracağız” sözlerinin inandırıcı olmadığının, yeni sı-
nav düzenlemesiyle kanıtlandığını şu sözlerle ifade etti: “SBS'yi kaldırıyoruz deyip öğrencileri 36 ayrı sınavdan sorumlu tutuyorlar. Dershaneleri kaldıracağız diyorlardı. Bu kadar sınavın olduğu bir eğitim sisteminde dershanelerin adı değişir ama çeşitli biçimlerde devam eder.”
'AKP E⁄‹T‹M‹ YIKIYOR' İlk kez din dersi sorularının liseye girişte doğrudan etkili olacağını da belirten Korkut, tüm okulların imam hatipleştirilmeye çalışılmasının ön adımının 4+4+4 ile atıldığını dile getirdi. Korkut, “dindar nesil” yaratma amacının bir devamı olarak liseye girişte din sorularının dayatıldığını ifade etti. 11 yılda Milli Eğitim Bakanı'nın 5 kez, sınav sisteminin 6 kez değiştirildiğini hatırlatan Korkut, “Eğitimde yapboz haline gelecek bir şey kalmadı, AKP eğitimi yıkıyor” diye konuştu. Korkut yeni sınav sistemiyle birlikte eğitim hakkı mücadelesinin çizeceği rotayı ise şöyle tarif etti: “Yeni sınav sistemi de bize gösteriyor ki, AKP eğitimi gericileştirme ve paralılaştırma uygulamalarını artıracak. Eğitim hakkı mücadelesini bu yıl güçlendirecek olan kamusal, parasız ve akademik lise mücadelesi olacak”
Nimet Bafl
Hüseyin Çelik
Erkan Mumcu
‘Adada sadece gezilmez, hastane istiyoruz’ S
ık sık yaralanma, deniz ve yol kazalarının yaşandığı Heybeliada'da 24 saat hizmet veren bir hastane yok. Adada olan tek hastane de kıyı şeridinde bulunduğundan yat limanı yapılma riski ile karşı karşıya. Adadaki Aile Sağlığı Merkezi'nin de sürekli bir doktoru yok. Ayrıca yeterli “mali kriterleri” karşılayamadığı için yarı kapalı şekilde bekletiliyor. 112 acil servis ambulansında yalnızca şoförler çalışıyor, doktor yok. Ada’nın ve bölgenin tek ve en iyi sanatoryumu olan Heybeliada Sanatoryumu da 2005 yılında “bakımsız olduğu” gerekçesiyle kapatıldı. Oysa asıl gerekçe başka. Büyük ve yeşil alan bakımından zengin sanatoryum arsasının ranta açılması planlanıyor, hastane binası ise bir işletmeye çevrilmek isteniyor. Yıllardır sağlık hakkına ilişkin taleplerini yüzlerce kez İl Sağlık Müdürlüğü ve Adalar Belediyesi'ne ileten Ada halkı, sorunlarının çözümü adına tek bir adım dahi atılmadığını ifade ediyor. Yıllardır var olan talepler Haziran İsyanı'nın yarattığı zeminle Ada halkı için bir sağlık hakkı mücadelesine dönmüş durum-
Heybeliada'da hasta oldunuz ya da kaza mı geçirdiniz? Hastane de deniz ambulansı da yok
dik, 'Araba kan olur götüremeyiz' denildi! Güçlükle ulaştığımız revirde yapılan gecikmiş ilk müdahale sonrasında büyük kan kaybı yaşayan arkadaşımızı İstanbul’a götürene kadar saatler geçti. Arkadaşımızın defalarca kalbi durdu, yeniden hayata döndü, saatler süren ameliyatlarla yaşama tutunmaya çalıştı. Bugün henüz 22 yaşındaki bir çocuk art arda gelen ihmaller, geç ve yetersiz müdahale süreci nedeniyle tek kolunu kaybetti. Şimdi olayın tüm sorumluları suçu birbirinin üzerine atmaya çalışıyor.”
da. İsyanla birlikte Ada halkı tarafından oluşturulan Heybeliada forumu bu mücadelenin sürükleyici gücü. Heybeliada’daki hastane sorunu, 11 Ağustos'ta meydana gelen bir kazada Ali Mert Baltacı'nın hastane olmadığı için tek kolunu kaybetmesiyle gündeme geldi. Halkın sağlık hakkını görmezden gelen uygulamalar o tarihten beri adada protesto ediliyor. Heybeliada Forumu yaptığı eylem ve etkinliklerle Ada’da sağlık hakkının güvenceye alınmasını isti-
'SA⁄LIK HAKKIMIZI ISTIYORUZ' Yaşananların ardından 13 Ağustos'ta kitlesel bir yürüyüşle hastane ve doktor talebini yineleyen Heybeliada halkı, 14 Ağustos'ta tekrar sokağa çıktı. Haziran direnişi sonrası mahallelere yayılan forumlardan çıkan eylem kararı ile iki büyük eylem ve 24 Ağustos'ta bir günlük nöbet gerçekleştiren adalılar, nitelikli sağlık hakkı için mücadeleye devam ediyor, bu mücadeleyi Adanın ranta açılmasına karşı mücadeleyle birleştiriyor.
yor, acilen tam teşekküllü bir devlet hastanesi talep ediyor. Rant uğruna halkın en temel haklarından olan sağlık hakkının hiçe sayıldığı Heybeliada'da yaşayanlar Ali Mert'in başına gelenleri şöyle anlatıyor: “Ali Mert Baltacı 11 Ağustos gecesi bir kaza geçirdi. Adamızda onu götürebileceğimiz hiçbir hastane yok. 112 deniz ambulansını aradık, mazotu yokmuş götüremedi. Polisten rica ettik, 'Arkadaşımızı hiç olmazsa adadaki askeriyenin yetersiz revirine götürelim' de-
8
EMEK 29 A¤ustos 2013 / 11 Eylül 2013
Halk›n Sesi
Tembel Türkler!* izde şöyle bir algı vardır. “Biz tembeliz kardeşim. Gidin kahveler dolu, adam ‘işsizim’ der, ‘gel çalış’ dersin parayı beğenmez.” Egemen ideoloji tarafından yaratılan bu yanılsama gündelik hayatımızda sokaktaki vatandaş tarafından da kabul görüp papağan gibi tekrarlanır. Ülkedeki istihdam yaratma sorunu hiç yokmuş gibi kabahatin çoğu vatandaşa yıkılmaya çalışılır ya da iş bulduğu yerde herkesin kölece çalışmayı kabul etmesi beklenir. Oysa gerçek böyle değil. Yapılan araştırmalarda Türkiyeli işçilerin çalışma saatlerinin pek çok ülkeye göre fazla olduğu ortaya çıkıyor. Araştırmalar Türkiye’de işçilerin haftada ortalama 48 saat çalıştığını gösteriyor. 50 saatin üzerinde çalıştırmanın olduğu ender ülkelerden biri olduğumuz da bu araştırmalarda kaydedilmiş. Oysa bu süre, ekonomik göstergeleri ve çalışanların yaşam kalitesinin daha iyi olduğu Hollanda’da 30, Almanya’da 35 saat. Kapitalist pazara yeni dahil olan Çek Cumhuriyeti ve Polonya gibi ülkelerde bile haftalık çalışma süresi 40 saati aşmıyor. Türkiyeli işçiler hem daha çok çalışıyor hem de daha az kazanıyor. OECD üyesi ülkeler arasında en çok çalışan Türkiyeli işçiler olmasına rağmen kazançları hepsinden daha düşük. BM’nin 2012 yılına ait 72 ülke için hazırladığı raporda haftada 35 saat çalışan Almanyalı işçilerin ortalama aylık ücretlerinin 2 bin 720 dolar, Türkiyeli işçilerin ise 1.731 dolar olduğu belirtiliyor. 1.731 dolar yaklaşık 3 bin TL yapar. “Bu 3 bin TL’yi de kim Tufan kazanıyormuş?” diye soraSertlek biliriz ama zaten kötü olan tabloyu daha kötümser Dev Sa¤l›k-‹fl Yönetim Kurulu hale getirmeyelim! Eurostat’ın verilerine göre brüt asgari ücret baz alındığında Avrupa ülkeleri içinde Türkiye’nin durumu daha da içler acısı. Türkiye’de 2013 başında belirlenen brüt asgari ücret 411 Euro iken “gırtlağına kadar krize batmış’” Yunanistan’da 683 Euro. Yine krizi bitmeyen İspanya’da 752 Euro. Daha iyi durumdaki İngiltere’de 1244, Belçika’da 1472 Euro düzeyinde. OECD’nin gelir, eğitim-sağlık vb. temel sosyal-ekonomik hakların kullanımı ve yaşam beklentisi göstergelerini baz alarak yaptığı araştırmada Türkiye sondan birinci olmuş. En kötü durumdaki ülke Türkiye imiş. Meksika, Şili, Estonya, Macaristan gibi ülkeler bizden daha iyi durumdalar. Bütün bu tabloya bir de artık iş kazası olmaktan çıkıp iş cinayetlerine dönüşmüş ölümleri eklediğimizde karşımıza tam bir sınıfsal bölünme tablosu ortaya çıkıyor. Sendika.Org’un ve İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre 2012 yılında 878 işçi yaşamını yitirirken 2013’ün ilk 6 ayında 568 işçi hayatını kaybetmiş durumda. Bu sınıfsal tabloyu yaratan kuşkusuz kapitalizmin ta kendisi. Ancak sorumlusu olarak işçi sınıfı örgütlerini görmemiz gerekiyor. Çok çalışmanın, güvencesiz çalışmanın, kötü koşullarda yaşamanın ana sebebi işçilerin sınıf bilincinden yoksun olarak hayattaki duruşları olduğunu söyleyebiliriz belki. Ama bunu söylemeden önce ‘90 kuşağı’ için Gezi İsyanı öncesinde yaptığımız dedikoduları bir kere daha hatırlayalım ve öyle karar verelim. Eşitlik ve adalet mücadelesine niyeti olan sendikalar ve diğer sınıf örgütleri olarak Gezi İsyanı’nın yaşandığı ve isyanların yaşanacağı bir ülkeye ait olduğumuzu unutmayalım. (*) Kürtleri ve diğer etnik kimlikleri de kendimizden saydığımız için Türk derken hepimizi kastetmiş oluyoruz!
B
Ya birleşirlerse korkusu Tekstil iflkolunda çal›flan 2 milyondan fazla iflçinin yaln›zca 750 bini sigortal›yken üretimin ana gövdesini fason üretim yapan iflyerleri oluflturuyor. TEKS‹F’in örgütlü oldu¤u ve grev kapsam›ndaki 30 iflyerinin 17’si tekstil, 12’si konfeksiyon, biri de hem tekstil hem konfeksiyon alan›nda faaliyet gösteriyor. Tamam› ihracata yönelik üretim yapan grev kapsam›ndaki iflyerlerinin a¤›rl›kl› k›sm› ‹stanbul (18) ve Trakya (3) havzas›nda. Di¤er iflyerleri Kayseri, Bursa, Ayd›n ve Bal›kesir’de ve bu iflyerlerinin büyük k›sm› kentlere uzak organize sanayi bölgelerinde.
Tekstilde kazanımla sonuçlanan grev, işkolundaki diğer işçilerin ve parçalı direnişlerin birleşmesini sağlamadı ama işçilerin birleşebilme ihtimali bile işverenleri korkuttu ALP TEK‹N BABAÇ
T
ekstil işkolundaki grev, TEKSİF ile işveren sendikası arasında 23 Ağustos’ta toplu iş sözleşmesinin imzalanmasıyla sona erdi. Üç yıllık süreyi kapsayan anlaşmada TEKSİF’in yılda dört ikramiye ve fazla mesai ücretlerindeki zam talepleri kabul edilirken, yüzde 15’lik maaş zammı talebi gerçekleşmedi. Anlaşmaya göre grup toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işyerlerinde çalışanlar kademeli olarak yılda dört ikramiye alacak. Hafta içi fazla mesai ücretleri yüzde 100, haftasonu yüzde 200, bayramlarda ise 4 yevmiye üzerinden ödenecek. Ücretler içinse ilk yıl için yüzde 5+3, ikinci yıl için yüzde 3+4 oranında artış sağlandı. Yıllardan sonra işkolunda ilan edilen greve 12 bin işçi katıldı. Greve katılanların büyük kısmı genç işçilerdi ve bu ilk grev deneyimleriydi. Deneyimsiz olmalarına rağmen İstanbul’daki Harmancı işyerinde grev ilan edildiği gün genç işçilerini tamamının TEKSİF’e üye olması ve benzer durumların diğer işyerlerinde de yaşanması işverenin baskısını kırdı. Kısa sürede anlaşmaya varılmasında grevdeki işyerlerinin ihracata yönelik üretim yapmaları önemli rol oynadı. Tekstil ihracatı 2013’ün ilk altı aylık döneminde 4,8 milyar dolardı ve bu rakam geçen sene aynı dönemde 4,5 milyar dolar civarında gerçekleşmişti. İhracat rakamları iyiye giderken DİSK TEKSTİL’in Adana’daki SASA işyerinde greve çıkacağını açıklaması sermayedarlarda tekstil işçilerinin birleşebileceğine yönelik endişeyi artırdı. 2012 Ağustos’unda Antep’teki tekstil işçilerinin grevini hatırlayan işverenler alelacele anlaşmayı kabul etmek
Ayda 240 saat çalıştırmaya tepki Devrimci Sağlık-İş, İstanbul Şişli Etfal Hastanesi’nde taşeron işçilerin uzun çalışma saatlerine karşı 15 Ağustos’ta yarım gün iş bıraktı. İşçiler insanca çalışma koşullarına göre saatlerin düzenlenmesini talep etti. İşçiler, 21 Ağustos’ta ise 15 Ağustos’taki eyleme katılanlar hakkında tutanak tutulmasına karşı eylem yaptı. Eyleme hastanedeki tüm işçilerin yanı sıra DİSK Genel Başkanı Kani Beko ve DİSK Genel Sekreteri
Arzu Çerkezoğlu da katıldı. İşçiler insanca yaşam taleplerinden vazgeçmediklerini duyurdular. Yasa gereği bir işçinin ayda 180 saat çalışması gerekirken Şişli Etfal’de işçiler 230, hatta 240 saat çalıştırılıyor.
zorunda kaldı. ‘YA B‹RLEfi‹RLERSE?’ Antep’teki Başpınar Organize Sanayi Bölgesi’nde tekstil işçileri büyük bir kazanıma imza atmıştı. Öz İplik-İş’in uzlaşmacı tavrına tepki gösteren işçiler önce bir fabrikada grev ilan etti. Sendikanın iradesi dışında ilan edilen grev bir anda 5 fabrikaya yayıldı. Kendi aralarında kurdukları komitelerle grevi sürdüren işçilere gün geçtikçe yeni işçiler eklendi. 6 binden fazla işçinin 11 gün sürdürdüğü grev sonucunda büyük kısmı tekstil işkolunda çalışan 140 bin işçinin olduğu sanayi bölgesinin ücret politikası tamamen değişti. 780 lira olan ücretler 875 liraya çıkarıldı. İşçilere bayramlarda 10’ar yevmiye üzerinden ikramiye ödenmesi kararlaştırıldı. Herkesin eşit ücret almasının sağlandığı Motif İplik’te ise ücretler 905 lira oldu. Grevlerin etkisi işyerinin dışına çıkmadı. Antep’te olduğu gibi aynı sanayi bölgesinde bulunan tekstil işkolundaki diğer işyerlerini etkilemedi. Bunun nedeni, üretimin ana gövdesi olan ve fason üretim yapan küçük işyerlerinde örgütlü olmayan TEKSİF’in grevi sadece 30 işyeriyle sınırlı görmesiydi. ‘GREV M‹? BURADA GREV YAPANI ÖLDÜRÜRLER’ Grev kapsamındaki üç işyerinin bulunduğu İstanbul Davutpaşa’da dolaşırken diğer işyerlerine grevle ilgili sorduğumuz sorulara verilen yanıtların geneli şu şekildeydi: “Grev mi? Burada grev yapanı öldürürler.” Bölgedeki grev karşıtı baskı ortamı Tekstüre Çorap’ın bahçesinde son buldu. 200 işçinin çalıştığı fabrikada grevin 6’ncı günü olmasına rağmen 20 işçi nöbetteydi. Pahalı kıyafetlerin vitrinleri
süslediği Halaskar Gazi Caddesi’nin birkaç sokak aşağısında gözden uzak bir yerde bulunan tekstil atölyelerinin arasındaki Mithat Tekstil’de de benzer bir manzara vardı. Fırın Sokak’taki işyeri önünde bekleyen 5 işçinin “İşveren taleplerinizi karşılamazsa ne yapacaksınız?” sorusuna verdiği yanıt, grevin işçilerin ortak iradesinden ziyade sendika yöneticilerinin ufkuyla sınırlı olduğunu ortaya koydu: “Onu sendika düşünsün!” ARALARINDA B‹R SOKAK VAR Fırın Sokak’taki işçilerle görüşürken bir arka sokakta (İyiniyet Sokak) direnişteki Kazova Tekstil işçilerinin sloganları duyuldu. TEKSİF’in, grevi sadece toplu iş sözleşmesinin bir sonucu olarak gören anlayışı üyelerine de sirayet etmişti. TEKSİF üyelerinin Kazova işçileri için ilk söyledikleri, “Onların bizle alakası yok” oldu. Kazova Tekstil’deki manzara TEKSİF grevlerindekinden oldukça farklıydı. Neredeyse işyerini kaplayacak büyüklükteki bir pankartta işçilerin talepleri yazıyor. İşyeri önünde kurulan direniş çadırı toplumsal muhalefet tarafından ve bölgede yaşayanlar tarafından ziyaret ediliyor. Ancak aralarında bir sokak bulunmasına rağmen onların da Mithat’taki grevden haberi yoktu.
Patronlar›n boyunu aflan hurda Dört ayl›k ücretleri verilmeden ocak ay›nda hiçbir gerekçe gösterilmeksizin iflten ç›kar›lan Kazova iflçileri 27 fiubat’ta eylemlere bafllad›. Haftan›n en az üç günü eylem yapan iflçiler, fabrikadaki malzemelerin kaç›r›ld›¤› duyumlar› üzerine 29 Nisan’da Mecidiyeköy’deki fabrika önünde direnifl çad›rlar›n› kurdu. ‹flçiler fabrikaya girdiklerinde malzemelerin ço¤unun kaç›r›ld›¤›n›, kalanlar›n da kaç›r›lmak üzere paketlendi¤ini gördü. Kazova patronu iflas bildiriminde bulundu ancak yüksek kârlar elde eden flirketin bir anda iflas etti¤ine müfettifller dahi inanmad›. ‹flçiler patron Ümit Somuncu’nun o¤luyla görüfltü. Somuncu, “Bunlar hurda malzemeler, ne yaparsan›z yap›n” dedi. O s›rada patronun binay› satt›¤› ortaya ç›kt›. Alacaklar› karfl›l›¤›nda
kalan malzemelere el koymak isteyen iflçilerse karfl›lar›nda polisi gördü. Yeni mal sahibi iflçiler hakk›nda ihbar yapm›flt› ancak iflçiler polise “Mal sahibine söyleyin gelsin, mallar› als›n” dedi¤inde “Mal sahibi gelemiyor” yan›t›n› ald›. ‹flçiler bunun üzerine 28 Haziran günü fabrikay› iflgal etti. ‹flgal süresince de patron Ümit ve Mustafa Somuncu ile görüflen iflçiler dört ayl›k maafllar› ve k›dem tazminatlar›n› istediklerinde flu yan›t› ald›lar: “Bu ifl bizim boyumuzu aflar”. ‹flçiler yar›m kalan kazaklar›, ellerindeki malzemelerle tamamlay›p ‹stanbul’daki forumlarda masa aç›p satmaya bafllad›. Kazak sat›fllar›ndan elde ettikleri parayla geçimlerini sa¤layan iflçiler, paran›n kalan k›sm›yla da yeniden üretime geçmek için gerekli malzemeleri toplamaya çal›fl›yor.
Gezi’nin rengi KESK üyeleriyle Ankara’da K
ESK, AKP ve Memur-Sen arasında imzalanan toplu sözleşmeyi bir eylemle protesto etti. Edirne, Roboski, Manisa ve Hopa’dan 16 Ağustos’ta başlayan eylem Gezi İsyanı’nda yaşamını yitiren direnişçilerin adını ve isyan sloganlarını Ankara sokaklarına taşıdı. Edirne kolunun adı Mehmet Ayvalıtaş ve Ali İsmail Korkmaz, Roboski kolunun adı Berdan-Orhan
Devletten grev kırıcılığı Temmuz ayında başlayan Darphane grevinde devlet resmen grev kırıcılığı yapmaya kalkıştı. Grev nedeniyle üretimin durduğu Darphane’de para basılmadığı gibi içki ve sigara bandrolü de basılmıyor. Bandroller basılmayınca Gelir İdaresi Başkanlığı bandrolü yapan şirkete “Bandrolleri başka tesiste yapın” talimatı verdi. Bandrol üretimini başka firmaya vererek bandrollerin kontrolünü elinden çıkarmak isteyen devlet grev kırıcılığı da yaptı. Talimata ulaşan Türk-
İş Basın-İş, işlemin durdurulması için dava açtı. Bu grevin ilk kırılma çabası değildi. Garanti Bankası’nın kiraladığı taşeron Fidan adlı forklift şirketi 16 Ağustos günü içeriye iki işçi sokarak grevi kırmaya çalışmıştı.
Encü ve Abdullah Cömert, Manisa kolunun adı Ethem Sarısülük ve Medeni Yıldırım, Artvin Hopa kolunun adı da Metin Lokumcu oldu. Yürüyüş kolları uğradıkları her kentte forumlar düzenledi. Roboski kolu Antakya’da polis saldırısına uğrasa da Abdullah Cömert’in evini ziyaret etti ve yürüyüşü sürdürdü. Yürüyüş kolları Ankara’da buluştu ve Kızılay’a yürümek istedi.
Kızılay’a ara sokaklarda adeta koşarak ulaşmaya çalışan kamu emekçileri polisi şaşırttı. Kamu emekçileri Büyükşehir Belediyesi binası önünde polisin saldırısına uğradı. Burada bir basın açıklaması yapan KESK’liler polis saldırısını protesto etti. Açıklamanın ardından Güvenpark’taki foruma katılan KESK üyeleri taleplerini bu forumda da dile getirdi.
‘Tek işçi açıkta kalırsa direniş sürer’ DİSK Enerji-Sen, 23 Ağustos’ta İstanbul Taksim’deki BEDAŞ Genel Müdürlüğü önünde bir basın açıklaması yaparak direnişle ilgili gelişmeleri kamuoyuyla paylaştı. BEDAŞ’ı alan Cengiz-Kolin-Limak şirketinin işten çıkardığı 470 işçinin mücadelesinin sürdüğünü belirten Enerji-Sen, şirketlerle sendika arasında müzakerenin devam ettiğini ve müzakere sonunda bir işçinin bile açıkta kalması durumunda enerji işçilerinin direnişi sürdüreceğini
söyledi. Enerji işçileri alkış ve sloganlarla BEDAŞ’ı uyarırken iş kazası sonucu hayatını kaybeden Murat Göçmen’in resminin olduğu, “Murat Göçmen aramızda” yazılı dövizleri taşıdılar. İşçiler her gün sabah 09.00’da BEDAŞ önünde bir araya geliyor.
9
SERMAYE 28 A¤ustos 2013 / 11 Eylül 2013
Halk›n Sesi
Yeni krizler kapıda AKP darda
Faiz lobisini ‹stanbul’da kim topluyor?
Dolar fiyatı fırladı, faizler çift haneli sayılara ulaştı. Ekonominin dengesi epey sarsılmışken AKP, hem sermaye içi çelişkileri düzenlemeyi hem de olası halk tepkilerini bastırmayı hedefliyor MEHTAP MET‹NO⁄LU
D
olar fiyatı 2 liraya fıladı. Doların tarihi düzeye ulaşmasını faizler izledi. Faizler bu yıl ilk defa çift haneli sayılara ulaştı. Piyasalardaki bu "gerginlik" halinin doğuracağı sonuçlar elbette AKP, sermaye çevresi ve halktan bağımsız değil. Düşük faizle borçlanıp, AKP'nin sunduğu emek sömürüsü, kent ve doğa yağması koşullarında hem borçlarını ödeyip hem de ciddi birikimler elde edebilen küçük ve orta büyüklükteki sermaye kesimlerinin bir arada kazandığı dönemin sonuna gelindi. Döviz kurunun artışı nedeniyle büyüyen borç batağı karşısında AKP bir tercih yapmaya zorlanacak, bu borçların çevrilmesine dair alınacak önlemler sermaye içi çatışmalara konu olacak. Bu krizin faturası ise her zaman olduğu gibi halka kesilecek. AKP elini halkın cebine atacak ve iğneden ipliğe her şey zamlanacak, vergiler artacak. Kısacası AKP'nin ekonomi politikası aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık çıkmazında.
"P‹YASALARDA" AKP BAHARI B‹TT‹ ABD Merkez Bankası (FED) mayıs ayında, ABD ekonomisinin düzelmesiyle beraber eskisi gibi bol miktarda dolar basıp piyasalara sürmeyeceğini açıkladı. FED'in piyasalardan doları çekmesiyle, ABD’de faizler yükselmeye başladı ve “sıcak para” diye adlandırılan yabancı sermaye daha “risksiz” bir kazanç için Türkiye, Brezilya gibi ülkelerden ABD’ye yöneldi. Sıcak paranın ABD'ye yönelmesi birçok ülke ekonomisini etkiledi ancak Türkiye'deki kadar değil. Çünkü Türkiye'nin asıl sorunu ABD'nin uyguladığı politika değil AKP'nin ekonomi politikalarıydı. 2008 krizi sonrasında FED piyasayı canlandırmak için piyasayı dolara boğup faizleri düşürünce dünya çapında hem düşük faiz hem de ucuz dolar dönemi başlamıştı. FED’in dünyayı dolara boğan genişletici para politikaları sayesinde, Türkiye ekonomisi de muhtaç olduğu dış kaynağa kavuşmuştu. Ancak 10 yıldır sıcak parayla yaratılan "yalancı baharın" sonu-
Dolar f›rlad›, akaryak›t zamm› gecikmedi Döviz kurundaki yükselifl ilk elden akaryak›t zamm›n› getirdi. A¤ustos ay› bafl›nda akaryak›t fiyatlar›n› inceleyen Enerji Piyasas› Düzenleme Kurumu (EPDK) flirketlerden indirim yapmalar›n› talep etmiflti. Aksi takdirde sabit fiyat uygulamas›na geçilece¤i uyar›s›nda bulunmufltu. fiirketler Enerji Bakanl›¤› ve EPDK yetkilileriyle yapt›klar› görüflmeler sonunda benzin ve motorinde 2 ile 6 kurufl
aras›nda indirime gitmiflti. Ancak dolar›n h›zla yükselmesi benzine 11, motorine ise 8 kuruflluk zamlar› getirdi. Ayr›ca Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakan› Taner Y›ld›z'›n, "Eylül ay› içinde vatandafl›m›z›n, sanayicimizin kullanaca¤› do¤al gaza bir zam yapmay› düflünmüyoruz" sözleri do¤algaz zamm›n›n da ekimde yap›laca¤›n› iflaret ediyor.
na gelindi. AKP, hem ekonomik krizi hem de kendi krizini öznesini "faiz lobisi" olarak adlandırdığı uluslararası bir komplonun ürünü olarak açıklamaya çalıştı. Merkez Bankası döviz kurunu frenlemek için kendi rezervlerinden döviz satarak piyasanın ateşini düşürmeye çalışırken bir taraftan da faizleri yükselterek paranın içeride tutulmasını hedefledi. BORÇ KR‹Z‹N‹N Efi‹⁄‹ Düşük faiz koşullarında AKP’nin arkasında bloklaşan sermaye çevreleri için durumun tersine döndüğü şu günlerde sermaye içi çelişkilerin keskinleşmesi kaçınılmaz. Döviz kurundaki yükseliş Türkiye sermayesi için kapsamlı bir elenme sürecinin habercisi. Türkiye’nin, yarısından fazlası bir yıl içinde ödenecek 340 milyar dolar dış borcu var ve dolar yükseldikçe borçlar da katlanıyor. 226 milyar dolar bu yıl ödenmesi gereken borcu olan ve döviz cinsinden özkaynağı yetersiz sermaye kesimleri açısından yıkım günleri yaklaşıyor. AKP'nin ekonomi politikalarında yaşadığı tıkanma, en güvendiği sermaye kesimlerinde dahi "rahatsızlıkların" dile getirilmesine sebep olmuştu. (Zaman gazetesinden İhsan Dağı, "Anadolu Kaplanları rahatsız" başlıklı köşesinde cemaatle ilişkili sermaye çevrelerinin AKP politikalarını sorgulamaya başladığını yazmıştı.) Borçların zincirleme olarak ödenememesinin yaratacağı bir borç krizi bu rahatsızlıkların çatışmaya dönüşeceğini işaret ediyor. Tüm bunların üzerine 40 milyar doları aşan yıllık cari açık eklendiğinde bulunması gereken döviz miktarı daha da yüklü bir faturaya dönüşüyor. AKP MECBUREN ‹Y‹MSER Tayyip Erdoğan, ekonomideki gidişatı değerlendirmek üzere Ali Babacan ve kurmaylarıyla 4 saat süren bir toplantı yaptı. Babacan, toplantının ardından gerekli tedbirlerin alındığını söyledi. Hüseyin Çelik de, "Karamsarlığa gerek yok. Türkiye'de siyasi istikrar var. Bizim durumumuz etrafımızdan değil, dünyanın gelişmiş ülkelerinden de daha iyi durumdadır. Nazar değmesin diyoruz" dedi. Durumun kötü
olduğunu kabul etmeyen Çelik, iktidarının düştüğü çıkmazı örtmek için "mutlu tablolar" çizdi ancak siyasi istikrarın olmadığını bildiği gibi durumu düzeltecek ekonomi politikasını da açıklamadı. Bugün gazetesinden Perihan Çakıroğlu köşesinde, "Dolar yükseldi, daha çok ihracat yapılacak" diye sevinmesi gereken TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi'nin bile "Kurda istikrar istiyoruz. Oynaklık bize yaramaz" diyerek feryat ettiğine dikkat çekti. FATURA HALKA KES‹LECEK Doların 2 TL’yi görmesiyle bozulan ekonominin dengesini eski haline getirmek için AKP'ye düşen en "temel görev" ise vergileri artırmak ve zam yapmak. Taraf’ın haberine göre, yapılan hesaplamalarda son üç ay içinde kurlarda yaşanan artış, enerji konusunda dışa bağımlı olan Türkiye’nin maliyetlerini önemli ölçüde yükseltti. Sadece dolar kurundaki artış nedeniyle yıllık bazda enerji maliyetinde 3 milyar doların üzerinde bir ek yük geldi. Kurlarda artışın devam etmesi halinde, enerjideki üstlenilen ek maliyetin daha da artacağı düşünülüyor. Bu da ilk elden, enerjideki zam olasılığını gündeme getirdi. Üç ay önce, ekime kadar elektrik ve doğalgaza zam yapmama kararı alan ekonomi yönetimi, son gelişmeler üzerine zam hesaplarına başladı. Konuyla ilgili olarak yapılan ilk hesaplamalar, doğalgaza ve elektriğe en az yüzde 10’luk bir zammın yolda olduğu yönünde. Öte yandan faizlerin bu şekilde yükselmeye
devam etmesi durumunda, borçlanarak tüketimin yanı sıra borçlanarak yatırım da cazibesini yitirecek, bu durum zaten oldukça düşük tutulan büyüme hedefinden giderek daha da uzaklaşılmasını beraberinde getirecek. Bunun halka yansıması ise işsizliğin artması olacak. REZERVLER GÜN GEÇT‹KÇE ER‹YOR AKP'nin bu süreçte işi oldukça zor. Merkez Bankası’ndaki döviz rezervlerine güvenen ve piyasaya bol bol dolar sürerek dövizi ucuzlatmayı deneyen iktidar, bu rezervlerin bir sınırı olduğunu elbette biliyor. 3 yıllık seçim sürecinde büyük bir ekonomik dalgalanma halinde bu rezervlerle düze çıkamayacağını da biliyor. AKP, bir yandan sermayenin gereksinimlerini sağlamak için çabalarken bir yandan da faturayı ödettiği halkın olası tepkilerini baskılamaya çalışacak.
Körfez sermayesi Erdoğan’dan kaçıyor B
irleşik Arap Emirlikleri’nden Abu Dabili enerji şirketi TAQA, Kahramanmaraş Elbistan’da yapacağı 12 milyar dolarlık yatırımdan vazgeçti. TAQA sözcüsü tarafından yapılan açıklamada ise yatırım kararının 2014’e kadar ertelendiği belirtilmiş, ancak projenin iptal edilmesi olasılığı konusunda yorum yapılmamıştı. Konuyla ilgili açıklama yapan Türk yetkililer ise Türkiye’nin yerel kaynakları ekonomiye kazandırmasının çok önemli olduğunu belirterek, “TAQA’nın resmi olarak projeden vazgeçmesi ve bunu
Türkiye ile Mısır politikası konusunda ters düşen Arap ülkeleri, doğrudan yatırımdan kaçınmaya başladı. Abu Dabili enerji şirketi TAQA, Maraş Elbistan’da yapacağı 12 milyar dolarlık yatırımdan vazgeçti Türkiye’ye iletmesi halinde hızlı bir şekilde buranın rehabilite edilmesi ve yeni santraller kurulması için uluslararası bir ihale açılır" dedi. Abu Dabili yetkililer ise TAQA’nın yatırım önceliklerinin iptal kararının alınmasında etkili
olduğunu belirterek, yatırım tutarının çok yüksek olduğunu ve bu yüzden bölgede tansiyonun bir miktar düşmesinin projenin ilerleme ihtimalini yükselteceğini kaydetti. Türkiye ile Mısır politikası konusunda ters düşen Arap ülkeleri, doğrudan yatırımdan kaçınıyor. Çünkü Türkiye
dış politikada hem Suriye hem de Mısır'daki batağa saplanmış durumda ve Abu Dabili şirketin yatırım yapması için uygun koşullar sağlanamıyor. AFfi‹N-ELB‹STAN KÖMÜR HAVZASI AKP'nin uzun süredir yeni santraller yapmak için görüşmeler sürdürdüğü
aziran İsyanı’nda iktidar sözcülerinin dilinden düşmeyen ve Tayyip Erdoğan’ı yemeye çalışmakla suçlanan “faiz lobisi” 18-19 Eylül’de İstanbul’da toplanıyor. “Küresel Finansın Liderleri buluşuyor” sloganıyla toplanan zirvenin ana teması “Sürdürülebilir Büyümenin Finansmanı.” 50’den fazla ülkeden temsilcilerin geleceği zirvenin katılımcıları arasında Almanya’dan Deutsche Bank, İngiltere’den HSBC ve ABD’den Merill Lynch gibi uluslararası devlerin yanı sıra, Malezya ve Körfez ülkelerinden finans sektörünün önde gelen temsilcileri yer alıyor. Tayyip Erdoğan’ın “faiz lobisi” olarak Gezi sürecinde vandalizmin yanında olmakla eleştirdiği Garanti Bankası ve İş Bankası da zirvenin katılımcıları arasında. Tabii ki hükümet halk hareketine çamur atmak amacıyla “faiz lobisi” söylemine sıkça başvurduğu diye böylesi bir toplantıyı engellemesini beklemek söz konusu değil. Ancak durum bunun da ötesinde. Ekonomi Bakanlığı, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Merkez Bankası (TCMB) gibi devletin en üst düzey kurumları da katılımcılar arasında. Bu sene dördüncüsü düzenlenen zirvede Bakanların da gelip konuşma yapacağı duyuruluyor. Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı’nın yanı sıra Başbakan BaşdaUmar nışmanı Erol, TCMB Başkanı, Hazine Müsteşarı, Sermaye Piyasası Karatepe Kurulu Başkanı toplantıya katılaumar cak “devletli” isimlerden sadece @sendika.org bazıları. İktidarın resmi yayın organı haline gelen Anadolu Ajansı Zirve’nin resmi iletişim ajansı görevini üstlenirken, uluslararası medya partneri ise bir başka dış mihrak “CNBC”. Yani özetle birbirlerine düşmüş gibi görünen kesimler, beraber tartışacaklar, küresel ekonomik krizin sarsıntıları yeniden şiddetlenirken “çareler” arayacaklar. “Sürdürülebilir büyüme” için kentlerin yağmasının, işçilerin kölece çalıştırılmasının, doğanın talanının önündeki engelleri kaldırmanın öneminden bahsedecekler. Finansal balonlarının ancak bu şekilde şişirilebileceğini süslü, teknik ifadelerle sonuç metnine yazacaklar. Başbakanın milyonlar önünde attığı hamasi nutuklar sürerken, iktidar ve “faiz lobisi” bir günlüğüne 600 dolar verilerek izlenebilen toplantılarda “gerçekleri” konuşacak. Dünyanın en büyük beş zirvesi arasında olması hedeflenen bu kadar iddialı bir organizasyonu, Yedi24 Organizasyon ve PGlobal Küresel Danışmanlık ve Eğitim Hizmetleri unvanlı iki şirket örgütlüyor. Ankara merkezli bu iki şirketin çaplarına bakıldığında şaşırtıcı bir manzarayla karşılaşılıyor. PGlobal’in toplam sermayesi sadece 100 bin lira ve ortaklarına bakıldığında tam bir küçük ölçekli aile şirketi görünümünde. Saadet Partisi’nin eski Genel Başkan Yardımcısı olan Ertan Yülek’in oğlu Murat Yülek ve gelini Elif Yülek şirketin iki ortağı olarak görünüyor. Bu ikilinin eski ortaklarından ve MÜSİAD’ın önemli isimlerinden Hüdayi Çakır, hisselerini 2013 Şubat’ında Murat Yülek’e devrettikten sonra şirket tam bir aile şirketine dönüşmüş. Bu aile şirketinin danışmanlık ve eğitim hizmeti verdiği kurumlar arasında Hazine, Halkbank, Özelleştirme İdaresi, TCDD ve Başbakanlık Yatırım Destek ve Kalkınma Ajansı ve Atatürk Üniversitesi gibi kamu kurumları dikkat çekiyor. Bunlara ne gibi bir danışmanlık ve eğitim hizmeti verdiğini bir başka yazıya bırakıp, Hüdayi Çakır ile Elif Yülek’in ortak oldukları bir diğer şirket olan Semih Ofset’in de 2009’da da 4 milyon 671 bin TL’lik Milli Eğitim kitaplarını basım işini aldığına dikkat çekelim. Küresel finans devlerini ve iktidarı buluşturan bir diğer şirket olan Yedi24 Organizasyon ise 50 bin lira sermayesi ile daha “amatör” bir görüntü sergiliyor. İstanbul Finans Zirvesi gibi büyük bir organizasyona imza atan şirketin internet sitesindeki birçok sayfayı tıkladığımızda “güncelleniyor” yazısı karşımıza çıkıyor. Şirketin kurucusu ve Zirve’nin Yürütme Kurulu Başkanı Ömer Faruk Ünal’ı tanımak için kişisel internet sitesine girmek istediğimizde “Gideceğiniz Web Sitesinde Kötü Amaçlı Yazılım Var!” uyarısıyla karşılaşıyorsunuz ama neyse ki bir twitter hesabı var da kendisini tanıma şerefine nail oluyoruz. Onun twitlerine göre direnişi tribünde sürdüren Beşiktaş taraftarı “Bir grup serseri”, dinlendiği ortaya çıkan Mimarlar Odası ise “fasulye”. Bir ay içinde üç defa “Zalimler için yaşasın cehennem” mesajı atan Ünal, Müslüman Kardeşler’in silahlı eylemlerini de şu sözlerle destekliyor: “İhvana şiddet yakışmıyor ne demek, adamlar sokaklarda kesilmeyi mi bekleyecek.” Ünal’ın homofobik kişiliği ise LGBTT bireylere dair yazdıklarıyla ve Gezi direnişindeki varlıklarıyla ilgili paylaştığı seksist videolarla açığa çıkıyor. Ünal, Gezi sürecinde bir aktivistin evinin basılarak gözaltına alınması haberini de şöyle yorumluyor: “Acaba neden? Kesin polisin kizina asilmistir polisde gicik kapmistir almistir iceri.” Düzey bu! Finans kapitalin en büyük krizi yaşanırken bu düzeydeki “kadrolar”ın çağrısına “faiz lobisi”nin en kudretli isimleri icabet ediyor. Sistemin seçenek üretme yeteneğinin ne kadar zayıfladığı, krizin siyasi boyuttaki derinliği artık kabak gibi ortada. Piyasa kutsamaları arasında bize sunabildikleri siyasi, kültürel, toplumsal “ütopya” işte bu. İktisadi durum dibe doğru yuvarlanırken siyasi vasat yerlerde sürünüyor. Bir de Gezi hareketinin niteliğini bu manzaranın yanına koyup yeniden düşünelim: Başka bir dünya hiç bu kadar mümkün ve gerekli oldu mu?
H
Afşin-Elbistan Havzası, 4,4 milyar ton ile Türkiye’nin linyit rezervlerinin yaklaşık yüzde 40’ını barındırıyor. Havzada şu anda toplam kurulu gücü 2,800 megawatt olan iki termik santral bulunuyor. Yaklaşık 15 bin kişinin istihdam edileceği projeyle, işletme döneminde 8.500 kişinin çalıştırılacağı belirtiliyordu. Anlaşma, Afşin-Elbistan Kömür Havzası’nda yeni santrallerin inşa edilmesi, işletilmesi, rehabilitasyonu, modernizasyonu ve yeni kömür sahalarının geliştirilmesini içeriyordu.
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Kamerhatun Mahallesi Tarlabafl› Bulvar› Caddesi No: 117/6 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
10
KİBELE 29 A¤ustos 2013 / 11 Eylül 2013
Halk›n Sesi
Hiçbir kadın böyle şeyler yapmasın kocasına SEV‹NÇ HOCAO⁄ULLARI
Z
ülfü, 17 Eylül 2012’de kocası tarafından kurşunlanarak öldürülmüştü. Katilinin yargılandığı dava geçtiğimiz hafta sonuçlandı. Zülfü’nün katili/kocasının cezasından “haksız tahrik” ve “iyi hal” indirimleri yapılmasına karar verildi. Zülfü kadın davasında, diğer kadın cinayeti davalarında olduğu gibi, erkeğin kadın bedeni üzerindeki her türlü şiddete dayalı iktidarı kendine has biçimleriyle sergilendi. Aldatıldığını düşünen, öldüresiye seven, öldürürken bile gözyaşlarına boğulan, pişman kocanın öyküsünün karşısında, öldürülmeyi “hak edecek” farklı kadınlık halleriyle tasvir ediliyordu Zülfü, katilin/kocanın savunmalarında ve mahkeme kararında. Zülfü pek çok kız kardeşi gibi ölümü hak etmek için neler yapmamıştı ki. Kocasıyla birlikte psikoloğa gittiğinde katilinden/kocasından “bağımsız” görüşmek istemişti doktorla. Hem de iki kere. Zülfü doktora bir kez de tek başına, katilinden/kocasından habersiz gitmişti. Kocası çalışmasını istemiyordu. Zülfü çalışmak istiyordu, hem de ısrarcıydı. “Ekonomik olarak ihtiyaçları olmamasına rağmen” çalışmak istiyordu diye vurgulayarak söylüyorlardı. Katili/kocası telefonla konuşmasını yasaklamıştı, ama telefon çıkmıştı çantasından.
Hem de yasaktan önce “balkonda” telefonla görüşüyordu uzun uzun. Katilinden/kocasından habersiz yaşadıkları eve “aile konutu” kaydı düşürmüştü. Ortak yaşanan evleri kocaların habersiz satmasından, kapı önüne konulmaktan korkan kadınlar için getirilen bir güvence Zülfü’nün korkusunun delili olacağı yerde öldürülmesine gerekçe olarak gösteriliyordu. Beyaz pantolon namussuzluğun ve ceza indiriminin gerekçeleri arasına not düşülmüştü ilk duruşmalarda dosyaya.
Zülfü kadın ölümüne tahrik etmişti katilini/kocasını. Bağımsızlık çabası şüphelendiriyordu katili/kocayı. Başkaca bir delile gerek var mıydı ki? Ve eril adalet devreye girdi “haksız tahrik indirimi” dedi. Katili/kocası boşanmak istese “kutsal aile”yi korumak için boşanma nedeni bile ayılmayacak gerekçeler, öldürülmeye gerekçe olabiliyordu. YA O KADIN KAT‹LLER‹N‹N ‘‹Y‹ HALLER‹’? Savunmalarını yaparken sevdiğini söylüyordu Zülfü’yü. Bu salonda öyle şeyler söylen-
di ki diyordu katil/koca son savunmasında “kat-la-na-MIyo-rumm”, “dayana-MI-yorumm”. Vurguları cümle kadına ve Zülfü’nün ailesine, kendini frenleyerek yönelttiği şiddetle doluydu. Daha iki duruşma önce dayanamayıp silah işareti yapıp öldüreceğini söyleyerek tehdit etmişti Zülfü’nün ailesini ve avukatlarını. Yine de sevendi, bağışlayandı o. “Nezaketle” uyarmayı unutmadı kadın izleyicileri: “hiçbir kadın böyle şeyler yapmasın kocasına” diye. Ve bu iyiliklerinin ödülü cezadan bir indirim daha oldu.
nayetten büyük bir suçtu bizimkisi. Tahrik yok, iyi hal yok. Tutmalıydılar kadınları. Ama tutamadılar.
KADINLARIN PAYINA MAHKEME SALONUNDA B‹LE fi‹DDET DÜfiMÜfiTÜ Duruşma salonunda tepkimizi “Bu mu adalet” diyerek değil, “Gerçek adalet istiyoruz” diyerek ve sıralara vurup alkışlayarak gösterdik. Kadınların bu tepkisine elbette sessiz kalamazdı adalet dağıtıcıları. Katil Zülfü’yü öldürmüş, mahkeme heyeti oy çokluğu ile katili ödüllendirmişti. Zülfü gibi elbette biz de adaletten payımıza düşeni almalıydık. “Tutun onları” diye bağırıyordu “Yüce eril adaleti” polise: Tutun o kadınları. Ci-
H‹ÇB‹R KADIN ‘BÖYLE’ YAPMAYACAK Evet hiçbir kadın “böyle” yani “hep yaptığı şeyleri” yapmamalı diye konuşmuştuk biz de mahalle toplantılarında cinayetin hemen ardından. Sessiz kalmamalı, “aile içi” bir şiddete karşı “taraf” olmalıydık. Ve Zülfü öldürüldükten sonra yaşadığı mahallede kadın cinayetlerine karşı etkinlikler yapmış, kapılar arkasında fısıltılarla na-
mus cinayeti olarak aklanacak bir kadın cinayetinden bu kez meydanlarda, mahalle toplantılarında yüksek sesle hesap sormuştuk. Kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin, dayanışmanın simgesi olması için Zülfü’nün öldürüldüğü evinin önündeki parka “Zülfü Kadın Yaşam Parkı” adını vermiştik. Haziran İsyanı’nda en önde yerlerini alan kadınlar forumlarda AKP’nin kadın düşmanlığını, kadın cinayetlerini gündem yaparken, Zülfü Kadın Yaşam Parkı da forumlara ev sahipliği yapıyordu, yapıyor. Karar duruşması öncesinde 14 Ağustos’ta, parkta yapılan forumda kadınlar, Zülfü’nün davasını sahiplenerek duruşmayı izleme kararı almış, duruşma günü eril adaletin karşısında yerini almıştı. Karardan sonra yine Zülfü Kadın Yaşam Parkında, bu kez yüzlerce kişinin katılımıyla yapılan forumda da Zülfü’nün davası gündem yapılıyor, bu parka kadın cinayetlerine karşı dayanışmanın simgesi olarak da sahip çıkmalıyız diyen kadınlar susmuyordu. Kadınlar Haziran İsyanı boyunca cadde ve meydanlarda, bugünlerde parklarda, gündelik sohbetlerini mücadele içerisinde ortak çözüm arayışlarına dönüştürüyor. Haziran İsyanı’yla özgürleştirdiğimiz bütün meydanlarda Zülfü’nün katillerinden, kadın düşmanlarından hesap sormaya devam ediyoruz. Ve biliyoruz ki, bilsinler ki kadınların özgürlük mücadelesinde de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Yok eskisinden bir farkı!
Yuvay› difli kufl yap›yor da bu ailelerde öne ç›kan figür kim oluyor?
BANU SERVETO⁄LU
1
AKP ailemizin foto¤raf›n› istemifl, buyursun! TUBA GÜNEfi
ile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı “Aile” konulu fotoğraf ve film yarışmaları düzenliyor. Fotoğraf yarışmasının iki teması var. “Aile bireyleri arasında sevgi ve saygıyı, geleneksel güzel ilişkileri ve bağlılığı öne çıkaran fotoğraflar” diye açıklanan “Ailede sevgi” teması ile “Çalışan, üreten aileler teması”. Amacı da ezberden veriyorlar: “Aile yapısının ve değerlerinin korunarak, gelecek nesillere sağlıklı bir biçimde aktarılmasını sağlamak, aile ve topluma yönelik koruyucu, önleyici, eğitici, geliştirici, rehberlik ve rehabilite edici, sosyal hizmet faaliyetlerini yürütmek”. Çekilecek filmlerin teması da “Bana aileni anlat”. Amaç da bu kez “ai-
A
‹lkokul Hayat Bilgisi kitaplar›na yeni konan görsel.
Halk›n adaletinde apaks›n!
lenin bireysel ve toplumsal hayatımızdaki yeri ve önemi” diye açıklanıyor. Yarışmalar herkese açık. Ama her fikre değil elbette. Çünkü temalardan da anlaşılabileceği gibi, fotoğraflardan beklenen şey, ailenin ne kadar kutsal, vazgeçilemez olduğunu göstermek ve kurumun sürdürülebilirliğine katkı sağlamak. Yarışmalar sayesinde yine yüzleştik, AKP aileyi korumayı bu denli istiyor, peki kimden? Öyle ya, korumaya sebep bir saldırgan, aileyi parçalayan biri olmalı. Peki aileyi ne ya da kim parçalıyor? İşte bu soru kritik. AKP’nin aile krizine işaret ediyor çünkü. Bu yüzden biz de kısaca “Aile Bakanlığı”na, ailenin fotoğrafını yazmak istedik. Bizim fotoğrafta gördüğümüz şu: AKP aileyi
güçlendirdikçe şiddet artıyor, şiddet arttıkça aile parçalanıyor. Hem şiddet üreten “aile” kurumuna yaslanıp ondan güç alıyor hem de onu yıkacak olguya böyle böyle yakınlaşıyor. Şiddetin ailenin yapısal bir öğesi olduğunu göremediğinden şiddeti çözmek için aileyi çözmek gerektiğini de bilemiyor. Ya da muhafazakar yapısı gereği, bu sarmalda tutunacak yer aramakla yetiniyor. Bizim gördüğümüz aile fotoğrafında, aileyi var etmek ve ayakta tutmak için kadına ihtiyaç duyuluyor ama o kadın şiddetin odağı ve karşılıksız emeğinin sömürüsüne dayanan aile kurumunun en hafif deyimi ile “mağduru” oluyor. Fotoğrafta ilk göze çarpan sırf orada karşılıksız olarak çocuk ve yaşlı bakımı, ev içi işleri için verdiği emek sömürülmeye devam edilebilsin diye güvencesiz işlerde çalışan kadınlar. Fotoğrafın arka planına AKP yansıyor. Kadına sosyal güvence verip, göz kırpıyor. “Önce” diyor, “bir ailen olmalı!” (Kadın, ancak babası ya da kocası üzerinden sosyal güvence sahibi olabilecek.) Benzer yöntemlerle aileyi korumaya, kadını onun içine hapsetmeye uğraşıyor. Çünkü dayattığı yoksulluk için aileyi bir tampon olarak görüyor. Fotoğrafta erkek ve kadın arasında “gerginlik” seziliyor. Kavgalarına karışılmayan tek kurum: Aile! Aile dediysek, içinde mecbur kadın var. Kavga dediysek, her halükarda şiddet var. Adına şiddet demeseniz de çay servisi yapan bir kadın, yemek pişiren bir kadın var. Ütülediklerini katlayan, hiç değilse eve temizlikçi çağırmakla yükümlü bir
Stajyer Hakim Didem Yaylal› otel odas›nda ölü bulundu. Hakimli¤e atamas› yap›lmayan Didem “Atamam yap›ls›n bir gün çal›fl›p istifa edece¤im" diyordu. Tayt giymesi ve alkol almas› nedeniyle atamas› yap›lm›yordu. Bir arkadafl›na yaflad›klar›n› flöyle anlatm›flt›: “Genel kurulda olumlu karar ç›ksa bile istifa edece¤im ve yaflad›klar›m› anlataca¤›m herkese ama flimdi annem babam için ailem için aklanmak istiyo-
kadın var. Emziren kadın, yaşlıları yıkayan, çocukları okula hazırlayan, işine yetişmeye çalışan bir kadın… Kareye hemen bir aile ombudsmanlığı giriyor. Olur ya! Kadın bu iş yükü altında yorulabilir, şiddetten şikayet edebilir ya da bir takım “ahlaka aykırı” nedenlerle boşanmak isteyebilir. Engellenmeli! Oysa, madem yuvayı dişi kuş yapıyor, niye bozamıyor? Fotoğraf ona da cevap veriyor. Gerçekte yuvayı dişi kuş kurmuyor. Erkek egemenliği onun emeğinden faydalanıp, ona bembeyaz perdeler, harikulade lavabolar ve kireçlenmemiş rezidanslarla “mutlu olduğu” yuvalar kurduruyor. Fotoğraf insanın içini gıcıklayarak, parıl parıl parıldıyor. Hamile kadının kürtaj olma isteğinin fotoğrafını çok yazdık, çok çektik. Şu kadarına değinip geçelim. Erkeklerin kadın bedeni üzerindeki denetim “hakkını” onun karar hakkını elinden alarak güçlendirmesinden fondaki AKP silueti pek keyif alır görünüyor. Ne bekliyordu yani? Sonradan Hayat Bilgisi kitaplarına eğreti şekilde ekleyiverdiği gibi, sahte aile fotoğrafını mı çekecektik ona? “Ütü bitti, sırada hangi iş var karıcığım?” diyen erkek ve “Sırada bulaşıklar var” diyerek evi süpüren kadın fotoğrafı mı? Ev işlerine yardım eder pozisyondaki erkeğinden belli ediyor, konuyu hiç anlamadığını. Yaşamlarımızın üstüne karabasan gibi çökmüş erkek egemenliğinin doğrudan yürütücüsü AKP’nin bize dayattığı bu: Aile. Muhafazakarı da neoliberali de milliyetçisi de hepsi aynı anda içindeyken de hep aynı. Bildiğimiz aile! Fotoğrafı da bu.
rum. Mesle¤e devam etmek için de¤il, kendimi aklamak için genel kurulda olumlu oy ç›ks›n istiyorum... O zamana kadar sessiz kal›yorum bu yüzden. HSYK üyelerinden biri yak›n arkadafl›m›n amcas› ve adam benim için 'disiplin cezas› neyse de alkol problemi var o k›z›n' demifl. Üstü kapal› üyelerin söyledi¤inden anlad›¤›m akademideyken biri benim alkol kulland›¤›m› söylemifl ve soruflturma bu yüzden aç›lm›fl. Daha bir sürü böyle fley iflte."
6 Ağustos’ta Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren “Gebe Veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik” gazetelerde büyük bir yenilik olarak sunuldu. Her konuşmasında en az üç çocuk isteyen Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’nin çalışan annelerin hayatını kolaylaştıran bir vaadiymiş gibi tanıtılan bu yönetmelik aslında 2004 tarihli eski Yönetmeliği tekrar eden düzenlemeler içeriyor, ismi dahil. Yeni çıkarılan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası bir yönetmeliğin çıkarılmasını zorunlu kılınca, eskisinde biraz değişiklik yapılarak aynı başlıkla yönetmelik yeniden yayımlandı.
‹K‹ YÖNETMEL‹K ARASINDAK‹ FARKLAR Eskisiyle farklılık bakımından ilk dikkati çeken nokta “Uygulamada öncelik” başlığını taşıyan 5. Madde’de yer alıyor. Birinci fıkra “Bu Yönetmelik hükümlerinin uygulanmasında öncelikle çalışanın tabi olduğu ilgili mevzuat hükümleri”nin
Arkadafllar›n›n anlatt›¤› da genç kad›n›n istedi¤i gibi yaflayamad›¤› bir hayata olan tepkisini anlat›yor: “Bir HSYK üyesi, Didem'e ‘Konservatif olacaks›n›z’ demifl. Didem anlamay›nca ‘Muhafazakar olacaks›n. Hakim dedi¤in tayt giymez’ demifl. Didem çok flafl›rm›fl, çünkü sadece hafta sonu tayt giyinmifl. Bir baflka HSYK üyesi de, ‘Zatürre olmanda alkol alman›n etkisi var m›? Özel hayat›nda bir sorun mu var?’ demifl.”
dikkate alınacağını; ikinci fıkra ise “6331 sayılı Kanun kapsamında olup kendi özel mevzuatlarında hüküm bulunmaması halinde çalışanlar açısından bu Yönetmelik hükümleri”nin uygulanacağını belirtiyor. Eğer bir üstünlük karşılaştırması yapılmış ve daha iyi olan uygulanır denilmiş olsaydı, sorun yaratmayacak olan bu iki fıkra, uygulamada daha kötü şartlarda düzenlemelere sahip olan işyerlerinin işçilerini yönetmelik kapsamı dışına çıkarıyor. Haliyle kadın işçiler bundan olumsuz etkilenecek gibi görünüyor. Yönetmeliğin hak kaybı yaratan bir başka düzenlemesi ise 4. maddesi ile geliyor. Daha önce 0-6 yaş grubundaki çocukların bakım ve eğitimi yönetmelik kapsamındayken, yaş grubu aşağıya çekiliyor. Yeni yönetmelikte 0-60 aylık çocuklar ile velisinin isteği üzerine ilkokula kaydı yapılmayan 60-66 aylık çocuklar yurt, çocuk bakım yurdu ve kreşlerden yararlanabiliyor. Çocukların yararlanabilme süresi en az 6 ay, en fazla 1 yıl daha azaltılıyor. Yeni yönetmeliğin olumlu iki yönü ise yeni doğum yapmış kadın işçiler için gece çalışması kısıtlamasının süresinin artması. Eski yönetmelikte 6 ay olan sınır, yeni yönetmelikte 1 yıla çıkarılmış ayrıca gebe veya emziren kadınların günde 7,5 saatten fazla çalıştırılmaları da engelleniyor. Diğer olumlu gelişme ise annesi olmayan veya bakımı babaya bırakılmış çocukların da kapsama alınmış olması. Bunun dışındaki maddeler ise eskisiyle aynı.
Hakim Didem Yaylal›
11
MEDYA 29 A¤ustos 2013 / 11 Eylül 2013
Halk›n Sesi
Direnişin medyası doğdu
Egemen medyanın görmezden geldiği direniş kendi medyasını yarattı. Direnişin medyası Haziran İsyanı’nın içinden çıktı, Gezi Parkı’nda kuruldu SONER TORLAK
H
aziran İsyanı, liberal-muhafazakar ittifakın rıza imalatçısı olan egemen medyanın çürümüşlüğünü her yönden görünür hale getirdi. Medya, ancak diktatörlük dönemlerinde görülebilecek bir yayın politikasıyla, hükümetin resmi açıklamaları dışında bir haber vermedi, sokakta yaşananlara ilişkin hükümetten bağımsız tek bir söz söyleyemedi. Halk haber almak için yüzünü muhalif alternatif medyaya döndü. Alternatif muhalif haber siteleri, sosyal medya, iktidara bağımlı olmayan haber kanalları, bloglar, internet üzerinden yapılan canlı yayınlar ve direnişin içinde kurulan internet televizyonları direnişin gözü, kulağı oldu. Halk, egemen medyada çalı-
Gerçe¤i gösteren kamera
şan az sayıda vicdanlı sesin de işten çıkarmalarla kısıldığı bu alt üst oluşta direniş içinde “medyayı” da bir mücadele konusu haline getirdi. Dahası da oldu. Halk bir yandan egemen medyaya dönük kitlesel eylemler düzenler ve muhalif alternatif medyayı takip ederken, diğer yandan kendi gözüyle gördüğünü haberleştirme ihtiyacı duydu. Barikatlardan telefonlarla ve el kameralarıyla çekilen görüntüler, sosyal medya üzerinden anında milyonlarca kişiye ulaştı. İktidarın direnişi bölmeye, maniple etmeye, karalamaya yönelik atakları, halkı saflaştırma gayreti sokakla birlikte alternatif yayınlarla ve sosyal medya ile boşa çıkarıldı. Aldıkları talimatla direniş sırasında penguen belgeselleri yayınlayan egemen medya böylece her yönden boşa düştü.
Haziran İsyanı'nda ete kemiğe bürünen bu sürekli gerçeği arama ve yayma derdi, halkın artık sadece haber alma hakkını değil, gerçeği haberleştirme talebinin de peşine düştüğünün işareti oldu. Böylece, çağın ruhunun, egemenlerin nüfuzunun ve piyasanın değerler sisteminin yarattığı anafora kapılmanın önüne geçmenin en etkili yollarından biri olarak yeni tür alternatif medya, diğer adıyla "direnişin medyası" ortaya çıktı. Alternatif medyanın nasıl doğduğunu, serpildiğini, dallanıp budaklanıp bugünkü haline geldiğini tartışmak uzun mesele. Burada sadece alternatif medyanın yarattığı olanaklardan kısaca bahsedelim. Öncelikle alternatif medya dediğimiz şeyin, fabrika kapısında dağıtılan bildiriden Twitter’a kadar uza-
G
ezi’de bir enerji hasıl oldu; direniş kendi medyasını yarattı. Çapul TV, Gezi Parkı’na kondurduğu seyyar stüdyosunda çapulcuların taleplerini doğrudan ekrana taşıyıp milyonlarca kişiye ulaştırdı. Egemen medyanın kitleler nezdinde kredisini tamamen tükettiği bu süreçte, uzunsüredir tartışılan “halk medyası” da ete kemiğe büründü. Bu yayıncılık biçimi, önceden yazılı kuralları olmayan, gücünü doğrudan halkın kendisine yaslanmaktan ve hiçbir sermaye/iktidar odağına doğrudan ya da dolaylı bağlı olmamaktan alıyordu. Sermaye ve iktidar medyasının borazanları altında duyulmaz kılınmaya
Direnişin medyası fabrikaları, okul sıralarını, atölyeleri, sokakları direnenlerin gözüyle anlatmaya, egemenlerin yalanlarını yüzlerine çarpmaya devam edecek nan, ana akımdan pompalanan kirli kanı süzen bir kılcal damarlar sistemi olduğunu söylemek lazım. Özellikle Haziran İsyanı'yla birlikte, Facebook, Twitter gibi sosyal mecraların da gerçekleri haberleştirme ve yayma ağı haline gelmesi yepyeni bir olgu olarak karşımızda duruyor. Bununla beraber belirli bir talep etrafında insanları derhal harekete geçirebilecek kontrol edilemez bir propaganda ve örgütlenme ağıyla da karşı karşıyayız. İspanya’da meclisi kuşatan kitlelerin, Tahrir’in, Gezi’nin, Brezilya’nın ve daha pek çok sokak hareketinin örgütlenmesinde bu mecranın katkısı da bunun kanıtı. Nihayet egemen medyadan muhalif kimlikleri nedeniyle uzaklaştırılan gazetecilerin, alternatif kanallardan gazeteciliklerini, hem de sansürsüz ve editoryal kasaplığa
çalışılan ezilenlerin sesine verdiği yankı, sosyal medya üzerinden etkili bir dip dalgası da yarattı. Çapul TV şimdi bu deneyimleri kalıcı bir “direniş kanalı”na tercüme ediyor, stüdyosunu kurmaya, ekim ayından itibaren ise düzenli yayına başlamaya hazırlanıyor. Sömürülen
kurban gitmeden yapabildiklerini görüyoruz. Bir hak ihlaline karşı dakikalar içinde bir kampanya örgütlenebiliyor, insanlar hak ihlallerinden engelleme olmaksızın haberdar ediliyor ve yaratıcı siyasi propaganda için muazzam bir zemin oluşuyor. Burada alternatif medyanın tam olarak neye alternatif olarak ortaya çıktığını hatırlamak ve "direnişin medyası"na giden yolun hangi patikadan yol aldığını fark etmek önemli. Alternatif medya, kabaca egemen medyanın alternatifidir. Bu anlamda devletin rıza sağlamaya yönelik en önemli kuvvetlerinden birine karşı verilen bir tür gerilla mücadelesidir. Gerçeği sadece teşhir etmenin değil, talep etmenin ve yeniden karmanın da bir aracıdır. "Direnişin medyası" ise bu yaratıcı
işçilerin, yok sayılan kadınların, LGBT bireylerin, liberalmuhafazakâr mutabakatın deli gömleğini yırtmaya teşne bütün ezilenlerin sesi olarak grev çadırlarından, direnişlerden, atölyelerden, fabrikalardan, adliye ve cezaevi önlerinden, üniversite sıralarından, kısacası sokaklardan yayın yapacak olan Çapul TV, dünyanın dört bir yanında biriken alternatif medya deneyim-
zeminden hareketle, fabrikaları, okul sıralarını, atölyeleri, kentleri, sokakları direnenlerin gözüyle anlatacak, egemenlerin yalanlarını suratlarına çarpacak bir halk hareketi olarak görülebilir. Haziran İsyanı halkın, egemen medyanın köşebaşlarını tutmuş liberal "Aman sıkıntı çıkmasın, düzen bozulmasın"cılarla kaleminden kin damlayan muhafazakârlara mecbur olmadığını ortaya koydu. Bununla da kalmadı, artık insanlar gerçeği haberleştirebilecekleri özgüvenini de kazandılar. Bundan sonrası artık halka yalan söyleyenlerin suratına halkın gerçeklerini çarpmaktan başka bir şey değil. Muhtaç olduğumuz kudret gerçeği görebilen gözlerimizde ve gerçeği kaydedebilen, fotoğraflayabilen, yazabilen ellerimizde mevcuttur.
lerinin yarattığı muazzam birikimden de yararlanıyor. Egemen medyadan muhalif sesleri nedeni ile uzaklaştırılan Ayşenur Aslan gibi gazeteciler de Çapul TV’ye destek olacak. Haziran İsyanı'nda yaptığı yayınla "direnişin medyası"nın en önemli örneklerinden biri olan Çapul TV, bugünlerde herkese "Direnişin kanalını birlikte kuralım" çağrısında bulunuyor. Stüdyo ihtiyaç malzemeleri www.capul.tv/kampanya adresinden duyuruluyor, aynı adresten Çapul TV dostlarının stüdyo giderleri için başlattığı bağış kampanyasına da ulaşmak mümkün.
Haziran İsyanı ve muhalif medya T
Brezilya’da Ninja medya Brezilya’da toplu tafl›ma ücretlerine yap›lan zamm›n geri al›nmas› talebiyle bafllayan ve ‹flçi Partisi hükümetinin on y›ldan bu yana uygulad›¤› neo-liberal politikalara karfl› bir halk isyan›na dönüflen –ve Türkiye’deki isyanc›lara selamlar›n› da eksik etmeyen– protesto dalgas› da kendi direnifl medyas›n› yaratt›. “Ninja medya”, isyan›n ilk günlerinden itibaren göstericilerin taleplerini ve onlara uygulanan polis terörünü yans›tmay› baflard›. 2012 y›l›nda kurulan kolektifin Ninja ismi, Portekizce “ba¤›ms›z haber, gazetecilik ve eylem” kelimelerinin bafl harflerinden
olufluyor. ‹sim konusundaki yarat›c›l›klar›n› yay›nlar›nda da gösteren Ninja Medya, Brezilya ‹syan› süresince sosyal medya üzerinden binlerce görüntü ve haberi dolafl›ma sokarak, soka¤›n gerçekli¤ini bütün dünyaya duyurdu. fiimdi ise kendi internet sitesini kurarak, burada bir arfliv oluflturmaya ve Brezilya'da direniflin medyas›n› yerleflik hale getirmeye çal›fl›yorlar. Hedefleri, her türden hak ihlalinin belgelenece¤i bir alternatif medya merkezi oluflturabilmek. Nihayet, Çapulcu ya da Ninja, direniflin medyas› dünya çap›nda güçleniyor.
ürkiye’de muhalif günlük gazeteler yıllardır bu düzen içerisinde yayınlarını sürdürmeye çalışıyor. Bu zorlu yayın yaşamı içerisinde ise sık sık baskılara maruz kalıyorlar. Hiçbir zaman kitleselleşmemelerine rağmen, büyük bir emek ve özveri ile yayınlarını sürdürmeleri, günlük gazete çıkarmanın politikalarının kitleselleşmesi için önemli olduğuna ve günün birinde tüm kısıtlılıkları aşıp toplumsal rollerini hakkıyla yerine getirebileceklerine duydukları inançtan da kaynaklanıyor. Haziran direnişinin tam da böyle bir an olduğu söylenebilir. Direniş süresince içişleri bakanlığının resmi rakamlarına göre 2.5 milyon kişi sokağa çıkmış, sokaktaki milyonları görmeyen egemen medyaya hem sokağa çıkanların, hem de sokakta olup biteni öğrenmek isteyenlerin tepkisi giderek büyümüş ve doğrudan egemen medya kuruluşlarına dönük eylemler gerçekleşti. Ancak bu tepkiler özellikle sol muhalif gazeteler açısından okur sayısına ciddi biçimde yansımamıştır. Bunun sebeplerinden en önemlisi, gazetelerin haber açısından (mizanpaj, dizgi, baskı gibi teknik nedenlerle) gelişmelerin hızına yetişememesidir. Oysa Twitter ve internet si-
Haziran İsyanı, klasik medya araçları olan gazete ve televizyonun pabucunu dama atacak mı? teleri direnişin bilgi ve haberini anında paylaşabiliyor. SOSYAL MEDYA VE HAZ‹RAN D‹REN‹fi‹ #occupygezi, #direngeziparki, #direnankara, #direnizmir, #direntaksim, #duranadam, #tayyipistifa gibi 20 etiketi inceleyen bir araştırmaya göre, süreç boyunca bu 20 etiket üzerinden 24 milyon adet me-
saj paylaşıldı. Bu 20 etiketle gönderilen Twitter mesajları 31 Mayıs ve 1 Haziran tarihlerinde tepe noktasına erişmiş durumda. 31 Mayıs'ta paylaşılan mesaj sayısı 4 milyon 110 bin, 1 Haziran da ise 5 milyon 390 bin mesaj gönderilmiş. [Bu konudaki daha ayrıntılı verileri ve analizleri gezikitabi.com sayfasından erişilebilen elektronik kitaptan okuyabilirsiniz]. Bu verilerin yanında, Haziran
direnişinde Twitter’ın önemini gösteren başka veriler de bulunuyor. Medyatava.com sitesindeki bir habere göre Türkiye’de kullanıcılar günde toplam 8 milyon tweet atıyor. 2012 yılında günlük ortalama tweet sayısı 1.7 milyonken 2013’ün ilk 6 ayında günlük ortalama tweet sayısı 8 milyona yükseldi. Tekil mesajlar yanında, muhalif haber kaynaklarının Twitter takipçi sayıları da Haziran direnişi süresince artış gösterdi. Örneğin TemmuzAralık 2012 arasında 4313 artış gösteren sendika.org takipçi sayısı Haziran direnişinin içinde olduğu Aralık 2012-Temmuz 2013 arasında 57700’e ulaştı. Muhalif haber kaynaklarının takipçi sayıları da bir yıl önce ile karşılaştırıldığında takipçilerinin 3 ila 7 kat artığını görebiliyoruz. Nihayet, elbette ki basılı yayınlar toplumsal iletişimin hala önemli bir bileşenidir. Ancak egemen medya ile aynı kulvarda basılı günlük gazete çıkarmak için harcanan emek ve maliyetin karşılığında alınan sonuçları masaya koyup; burada yer alan verilerle birlikte tekrar tekrar o ünlü soruyu “Ne yapmalı?” sorusunu sormak iyi bir başlangıç olabilir.
SOKAĞIN SESİ
ÜRET EN B‹Z‹Z YÖNET EN DE B‹Z O LACA⁄IZ
29 A¤ustos 2013 / 11 Eylül 2013
12 Halk›n Sesi
a y k a t n A n e #dir
‘Korkutamazlar bizi ufac›k tefecik gazlarla’ ÖZGE SAPMAZ
Antakyalıların her pazartesi Abdullah Cömert ve yitirilen tüm direnişçiler için düzenlediği anmaya, 19 Ağustos günü polis saldırdı. Polis, Ali İsmail Korkmaz’ın hayatını kaybetmesinin 40. gününde Ali İsmail’in ailesinin de katıldığı anma yürüyüşüne saldırınca çatışma çıktı. Uğur Mumcu Meydanı’nda toplanıp Sümerler Mahallesi’ne doğru yürüyüşe geçen Antakyalılar polisle BP önünde yeniden karşı karşıya geldi. Saldırı sonrası önce Semt Pazarı’nda ardından da kitlenin çekilmesiyle Armutlu’da barikatlar kuruldu.
‘BAR‹KATIN TADINI ÇIKAR’ Armutlu mahallesi halkı yine ev eşyalarını, çamaşır makinelerini, küvetleri ve çocuklarının bisikletini barikatlara taşıdı. Barikatları ateşe veren yüzlerce direnişçi, anonymouse maskeleriyle barikata taşınan kanepeye oturdu. Sonra da polisi alaya alan şarkılar söyleyerek halay çekti. Polis TOMA, gaz ve ses bombalarıyla saldırdı ancak barikatları aşamadı. Çatışmalar sırasında bir eve gaz bombası girdi, direnişçiler arasında bir kişi başından gaz bombası fişeğiyle yaralandı. Direnişçiler gecenin ilerleyen saatlerine kadar sloganlarla bekledi.
U⁄UR MUMCU MEYDANI GER‹ ALINDI Antakya halkı 20 Ağustos’ta saldırıları protesto etmek üzere yeniden toplandı. BP önünde oturma eylemine geçen gruba polis yine saldırdı. Apartmanların çatılarında bekleyen kadınlar, TOMA’ların üzerine kum dolu kovalar, ev eşyaları ve su deposu atarak, TOMA’ların mahalleye girmesini engelledi. Halk mahallesini korumak için iki ayrı kolda barikatlar kurdu. Çatışmalar gece geç saatlere kadar devam etti. Armutlu halkı günlerdir polis ablukası altında olan Uğur Mumcu Meydanı’nı saat 01.00 itibariyle geri aldı. Polis geri çekildi.
ETHEM VE MEHMET’‹N A‹LELER‹N‹N ÖNÜNÜ POL‹S KEST‹ Aynı gün Ankara’dan yola çıkarak Ali İsmail Korkmaz’ın, Ekinci beldesinde düzenlenen 40’ı anmasına katılan, aralarında Ethem Sarısülük’ün annesi ve Mehmet Ayvalıtaş’ın kardeşi’nin de bulunduğu 30 kişinin önü, ana cadde üzerinde polis tarafından gerekçe belirtilmeyerek kesildi. Araçları yarım saat kadar nedensizce bekletildi.
‘ÇOCUKKLARIMIZI SERBEST BIRAKIN’ Antakya’da Armutlu direnişinin ardından 22 Temmuz’da gözaltına alınıp tutuklanan 13 Gezi tutsağının aileleri “Çocuklarımız serbest bırakılsın” diyerek 22 Ağustos’ta bir eylem yaptı. Aileler çocukları için özgürlük isterken “5 evladımızı yitirdik. 13 kişinin de tutuklu kalmasına tahammülümüz yok” dedi.
Sokaklar kime yasak 16 A¤ustos’ta cuma namaz›ndan ç›kan ve M›s›r’›n Devrik Lideri Mursi’ye destek vermek için Antakya Atatürk Stadyumu fieref Tribünü’nün bakt›¤› caddeyi yola kapayan Mursi yandafllar›na polis ekipleri müdahale etmedi. Antakya Dayan›flmas› bir bas›n toplant›s› yaparak sordu: “Hatay’›n hiçbir yerinde yap›lmayan uygulamalar Armutlu, Sümerler, Gazi mahallelerinde yap›l›yor. Kentin tüm meydanlar› yasaklanm›flt›r. Devlet yetkililerine sesleniyoruz bu çifte standart neden uygulan›yor?”
Uyan Berkin!
Berkin 16 Haziran’dan beri uyuyor. Babas› 27 A¤ustos’taki Hastane önünde yap›lan eylemde anlat›yor: “Berkin, geçirdi¤i beyin kanamas› sebebiyle halen Okmeydan› E¤itim ve Araflt›rma Hastanesi’nde yo¤un bak›m servisinde ve bilinci kapal› olarak yat›yor. fiu an itibariyle enfeksiyon veya ödem problemi yok ancak sa¤l›k durumu ciddiyetini koruyor. Savc›l›¤a avukatlar›m›z vas›tas›yla flikayette bulunmam›za ra¤men sorumlular yakalanmam›fl ve haklar›nda ifllem yap›lmam›flt›r. Biz Berkin’in ailesi olarak hem vur emri verenlerin hem de atefl edenlerin tespit edilerek yarg›lanmas›n› bekliyoruz. Kimsenin ne benim çocu¤umun, ne de baflkas›n›n
çocu¤unun yaflam›n› elinden almaya hakk› var.” Berkin’in ailesi ve tüm çapulcular, yaln›zca Berkin’in iyileflmesi için beklemiyor, bir yandan hakk›nda ç›kar›lan as›ls›z haberlere karfl› gerçe¤i duyurmaya çal›fl›yor. Bir yandan da tedavisinin sürdürülebilmesi için çaba sarf ediyor. Çünkü hastane, Berkin’in uyanmas› için evde beklenebilece¤ini tavsiye etti. Ailesi ve tüm duyarl› insanlar›n 1 saat içinde sosyal medya üzerinden gündemi kilitlemesi ve hastane önüne akmas› ile hastane yönetimi karar›ndan vazgeçmek zorunda kald›. Sosyal medyada çapulcular her gün “Uyan Berkin” demeye devam ediyor.
Eskişehir, Ali’nin vurulduğu yerde Eskiflehir Direnifl Forumu her cumartesi Ali ‹smail Korkmaz için Adalet Yürüyüflü yap›yor. 24 A¤ustos’taki eylem Ali ‹smail’in sald›r›ya u¤rad›¤› yere do¤ru yürünerek yap›ld›. Günlerce “Diren Ali” diyerek soka¤a ç›kan Eskiflehirliler, bu kez Berkin için de sloganlar att›. “Diren Berkin Eskiflehir seninle” sloganlar›n› “Ali ‹smail Korkmaz ölümsüzdür” sloganlar› takip etti. Polis tacizine ra¤men eylem kurguland›¤› flekilde yap›ld›. Eskiflehirliler Bakanlar›n uyard›¤› valiye seslendi: “Senin yalan söylemekten baflka çaren yok ama biz sesimizi yükseltiyoruz. Katillerin hepsi tutuklanana kadar mücadelemiz devam edecek.
Kapat›lan Mamak Halkevi art›k Ethem Sar›sülük Kütüphanesi
M
amaklılar haftalarca eski Mamak Haklevi’ni tadilattan geçirdi. Bina, ‘70’lerde Dev Genç mühendislik ve mimarlık öğrencileri tarafından planlanmış ve Mamak halkının dayanışmasıyla inşa edilmişti. Ne var ki Mamak Halkevi 12 Eylül’de kapatılmıştı. Gezi direnişinde, bina halk tarafından yenden ele geçirildi. Tadilat sona erdiğinde, Eski Mamak Halkevi Ethem Sarısülük Kütüphanesi oldu. Raflarda Halkevi şubeleri ile Güvenpark ve Çayyolu
forumlarının topladığı kitaplar vardı. Kütüphanenin açılışını Ethem’in annesi ve abisi yaptı. Açılışta pek çok aydın, sanatçı, yazar yanlarındaydı. Yüzlerce kişi de bağışta bulunmak, üye olmak için oradaydı. Mustafa Özarslan ve Grup Çığ, Ali Mahsuni Şerif, Erdal Beyazgül, Aytaç Polat ve Serkan Boran sahne aldı. Tayfun Talipoğlu da şiirleriyle katkı sundu. FAfi‹ZME KARfiI KÜTÜPHANE Halkevleri adına konuşan Hamza
Doruk Yıldırım, Beynelmilel filminde Halkevi şubesinin darbeciler tarafından kapatılarak gazinoya dönüştürülmesine atıf yaparak binanın tarihini anlattı. Yıldırım, direnişte yaşamını yitirenler ve daha önce Tuzluçayır’da hayatını kaybeden Menekşe Ana’nın isimlerinin bu kütüphanede yaşatılacağına söz verdi. Yıldırım “Bu kütüphane AKP faşizmine karşı yürütülen mücadelede koca bir adımdır” dedi.
Halk forumlarda öğreniyor, örgütlüyor, değiştiriyor Türkiye’nin pek çok yerinde yap›lan onlarca forum, yerellerin ihtiyaçlar›na göre, ülke ve dünya gündemine göre flekil al›yor, özgün deneyimler ortaya ç›k›yor. Takas pazarlar› ço¤al›yor, yerelin sorununa dikkat çeken eylemler haz›rlan›yor, k›fl planlar› yap›l›yor, katillerden hesap soruluyor, yeryüzü sofralar› kuruluyor, çal›flma gruplar› aktiflefliyor. En çok “bar›fl”
konufluluyor. Onu 4+4+4 y›k›m›, kentsel dönüflüm ve isyanda yitirilenler için adalet aray›fl› gündemleri ve seçim takip ediyor. Konuflulan yüzlerce konuyu aktarma f›rsat›m›z yok ama flöyle bir de¤inip dikkat çekelim: ‹stanbul Atakent ‹kitelli’de ast›klar› “Ali ‹smail Korkmaz Park›” tabelas› indirilen direniflçiler, yaz›lamalarla park›n ad›n› fiilen
de¤ifltirmifl durumda. ‹zmir Güzeltepe halk› da Güzeltepe Park›’na “Ethem Sar›sülük” tabelas› ast›. Sar›gazi Forumu, ölümünün 40. gününde Ali ‹smail Korkmaz için bulufltu. Eskiflehir’deki Ali ‹smail Korkmaz Forumu’nda her gün “As›l failleri istiyoruz” denmeye devam ediliyor. 17 A¤ustos depreminin y›ldönümünde Gaziosmanpafla ilk
forumunu yapt›. Gündem “Afet yasas›” oldu. Deprem anmalar›n›n oldu¤u forumlarda kentsel dönüflüm gündemi hat›rlat›ld›. Cennet Dayan›flmas› “Kentsel dönüflüm ama nas›l?” diye sordu. Büyükdere Forumu Kuzey Ormanlar›’n›n savunulmas› için emek verirken, ‹stanbul’un merkez forumlar›ndan biri olan Abbasa¤a’n›n en önemli gündem-
lerinden biri “‹skele”. Befliktafl’taki Kad›köy iskelesinin halk›n kullan›m›na kapat›lmas›na karfl› eylemler gerçeklefltiriliyor. Eskiflehir’deki Yenikent Forumu k›fl›n da forumlar› sürdürebilecekleri bir mekan buldu. Heybeliada Forumu, adada gidebilecekleri bir hastane aray›fl›nda. Zülfü Kad›n Yaflam Park› ise Zülfü davas›nda “adalet” aray›fl›n› konufltu.
Adalet için adaletten daha h›zl› A
ntalya’dan “Adalet için, adaletten daha hızlı” diyerek yola çıkan Adalet Yürüyüşçüleri’nden Kadir, “Katillerden hesap sorulmadan İstanbul’a ulaşacağımızı biliyorduk” diyor ama 32 gün sonra İstanbul’a vardıklarında Gezi Parkı’na 1 km’den
az bir yol kala saldırıya uğrayacaklarını, merdivenlerden aşağı atılıp, o sırada gaz sıkılmaya devam edileceğini bilmiyorlardı. Antalya’dan beri yanlarına katılanlar yürüyüşü tazeledi. Adalet Yürüyüşçüleri gittikleri yerlerde misafir
edildi. Gezi Parkı’na selam gönderilerek uğurlandı. İstanbul’da destekçileriyle buluşan yürüyüşçüler polisin “trafiği kapatıyorsunuz” uyarısının ardından merdivenlere geçiyordu ki saldırı başladı. BDP milletvekili Ertuğrul Kürkçü ve
diğer destekçileri de polis vahşetinin hedefi oldu. Bir kısmı hastaneye kaldırılan yürüyüşçüler, İstanbul molasını uzatmak zorunda kaldı. Ancak, Gezi Parkı’nda basın açıklaması yapmadan kenti terk etmeyeceklerini söylediler.