Halkın sesi 192

Page 1

26 Eylül 2013• 1,25 TL

Y›l 8 • Say› 192

Gözü korktu, barutu tükendi, meşruluğu kalmadı

AKP duraklama devrinde

Müzik de¤iflti ayak da de¤iflmek zorunda Eski müzi¤e göre oynayanlar elenecek. SF. 3

AKP halk isyan›n›n bas›nc› ile gericifaflist özünün s›n›rlar› aras›nda s›k›flt›. Yeni talan projelerine giriflemiyor, ‘demokratikleflme paketi’ni erteliyor, dengeleri korumaya odaklan›yor

Baflbakan ve bakanlar maçlara ve üniversite aç›l›fllar›na gitmekten çekinirken polis fliddeti, yarg› hileleri ve medyada psikolojik harp kanal›yla kamuoyunu zapt etmeye çal›fl›yor

Halk›n meflru militan direnifli polis fliddetine, medya yalanlar›na ve yarg› oyunlar›na meydan vermiyor. Sokak hareketinin psikolojik üstünlü¤ü sürüyor, adalet talebi yükseliyor Ferda Koç / Sayfa 4

Güneyin üç fidan› an›ld› Antakya her pazartesi ‘güneyin 3 fidan›’n› an›yor. 23 Eylül’’de Ahmet Atakan’›n öldürüldü¤ü yerde bir araya gelen Antakyal›lar, Ahmet için bir dakikal›k sayg› duruflunda bulunduktan sonra Abdullah Cömert’in öldürüldü¤ü soka¤a yürüdü. Abdullah

Cömert, Ali ‹smail Korkmaz ve Ahmet Atakan’›n resimlerinin tafl›nd›¤› yürüyüflte “Katil polis hesap verecek”, “Ahmet Atakan ölümsüzdür” sloganlar› at›ld›. Antakyal›lar Abdullah Cömert’in öldürüldü¤ü yerde Gezi’de yitirilenler için sayg› duruflunda bulundu S.12

‘Önce biz analar› öldürsünler’ Çapul TV Mehmet Ayval›tafl’›n ailesini evlerinde ziyaret etti. Anne Fadime Ayval›tafl, baba Ali Ayval›tafl ve a¤abey Muharrem Ayval›tafl’la S.11

konufltu. Mehmet Ayval›tafl’›n annesi Fadime Ayval›tafl, “Önce biz analar› öldürsünler. O zaman evlatlar›m›z›n öldü¤ünü görüp a¤lamay›z” dedi

Eylül yoklamas› Nuri Günay / Sayfa 7

Ücret düşük, elektrik kesik Dersim merkezde ve ilçelerinde elektrikler s›k s›k kesiliyor. Kesintilerinin nedeni enerji

iflçilerinin grevi. Halk›n tepkisi ise iflçilere hakk›n› veremeyen Aksa Holding’e S.8

Vaatleri tükenmifl bir iktidar, çocuklar›n hayallerinin bile h›rs›z›d›r Tufan Sertlek

AKP üniversiteden uzak duruyor AKP’nin eylül sendromunu besleyen en önemli dinamiklerden biri üniversitelerin aç›l›yor olmas›yd›. AKP’nin akl›na gelen bafl›na geldi. ‹lk isyan ateflini ODTÜ yakt›. Ard›ndan ülkenin dört bir yan›nda üniversiteler forumlarla, eylemlerle aç›ld›. AKP kurmaylar› ise üniversite aç›l›fllar›nda boy göstermeye cesaret edemedi. Uluda¤ Üniversitesi’ne ad›m atmay› deneyen Ar›nç eylem yapan üniversitelileri görünce arka kap›dan kaçmak zorunda kald›. S.4

Sayfa 8

D‹SK’in K›rm›z› Çizgileri ‘bafllama vuruflu’ olabilir Özge Yurttafl Sayfa 10

Kad›n ‹stihdam Paketi: ‹flyerimiz evimiz olurken


2

DİRENİŞ 26 Eylül 2013 / 9 Ekim 2013

Halk›n Sesi

Tayyip orman m› b›rakt› ki yaflayal›m! Hukuksuz otoyolu "Yol medeniyettir, siz gidin ormanda yaşayın" diye bağırarak savunan Erdoğan ODTÜ-100. Yıl forumunda dalga konusuydu: "Metroyu yapın, ormandan çekilin, biz de yaşayalım!" ÇA⁄LAR ÖZB‹LG‹N

T

ayyip Erdoğan 18 Eylül'de Bilkent Şehir Hastanesi'nin açılışına giderken yol güzergahında "Yol değil orman istiyoruz" pankartı açan iki üniversiteli tarafından protesto edildi. Aracının camından gördüğü pankart Erdoğan'ı öylesine sinirlendirdi ki, aynı günün akşamında AKP'li ilçe belediye başkanları ve yöneticileriyle gerçekleştirdiği toplantıda pankarttaki talebe çıkıştı: "Yol medeniyet, yol şehirdir. Çok istiyorsanız gidin ormanda yaşayın. Orman çok. Biz yol yapmaya devam edeceğiz". Çevre ve Şehircilik Ba-

kanı Erdoğan Bayraktar da Erdoğan ile aynı gün otoyol projesine bakanlıktan izin çıkacağını açıkladı. Bayraktar, ruhsatı ve ÇED raporu olmayan, hukuksuz bir şekilde hayata geçirilen projeyi "ODTÜ Rektörü ile anlaştık, tam da ODTÜ'nün istediği gibi" cümleleriyle süsledi. ODTÜ'yü ve mahallelileri ODTÜ Rektörü'nden ibaret görme gafletine düştü. YOL MEDENIYETSE, GÖKÇEK MEDENIYETSIZ MI? ODTÜ öğrencileri ve 100. Yıl halkı ise Tayyip Erdoğan'ın söylediklerinden farklı bir şey yapmıyordu. Direnişin ilk gününden itibaren temel sloganı "Ağaç kesme,

metro yap" olarak belirlemiş, ODTÜ Ormanı'nın içinde kesilmek istenen ağaçlarla geceli gündüzlü yaşamaya başlamışlardı. Öte yandan Erdoğan'ın "Yol medeniyettir" dediği günlerde Melih Gökçek'in beceriksizlik abidesi metro inşaatı 20 yaşına basıyordu. YAfiASIN YOLSUZLUK MÜCADELEMIZ ODTÜ'lüler ve 100. Yıl halkı, baktılar olacak gibi değil, "tahammülsüzlük" ve "saldırı" olarak niteledikleri açıklamalara karşı ilk tepkilerini 19 Eylül akşamı gösterdi. Üniversiteliler "ODTÜ'den yol geçirmeyiz" pankartıyla ODTÜ içinden, mahalleliler de 100. Yıl Migros önünden

"Yaşasın YOLsuzluk mücadelemiz" pankartıyla şantiye alanına doğru yürüyüşe geçti. Mahalleliler barikatın önüne geldiğinde polise seslendi: "Rant alanının önünde barikat kuran, siyah giysili, beyaz kasklı gruba sesleniyoruz. Yaptığınız eylem yasadışıdır. Dağılın, aksi halde zor kullanacağız." Polis, yasadışı eylemine son vermedi ve saldırıya geçti. İki koldan yapılan saldırıya üniversiteliler ve mahalleliler direnişle karşı koydu. Saatler süren çatışmada yolun öyle kolay kolay yapılamayacağı bir kez daha gösterildi. ERDO⁄AN DALGA KONUSU ODTÜ öğrencileri ve

100. Yıl halkı, mücadelelerindeki inadı AKP'ye bir kez daha gösterdikten sonra 21 Eylül akşamı ODTÜ Yurtları'nda düzenledikleri forumda durumu masaya yatırdı. Halkın Sesi olarak foruma katılarak direnişçilerin değerlendirmelerine kulak verdik. Tayyip Erdoğan'ın açıklamaları ciddiye alınacak beyanatlardan ziyade, dalga konusu oldu. Bir üniversiteli "Orman mı bıraktı yaşayalım" derken, bir diğer üniversiteli "E işte orman. Gitsinler, biz burada yaşarız", bir ötekisi ise "Bu Tayyip başka bir ormana gitsek, arkamızdan gelir, orayı da ranta açar" dedi. Şehirlerde yaşayanların doğal yaşam alanlarında nefes alma hakkı üzerine

konuşmalar yapılırken, olmaz ya- Erdoğan'ın söylediklerine benzer argümanlara karşı "Ağaç kesme, metro yap" talebinin yinelenmesi gerektiği söylendi. ODTÜ öğrencileri ve 100. Yıl halkı, otoyol projesi ile ilgili olarak da kısa vadeli bir program oluşturdu. Buna göre yeni gelen öğrencilere otoyol inşaatı ile ilgili bilgilendirme yapılacak. Uyum programlarında bilgilendirme masaları açılacak. Proje ile ilgili her toplantı ve gelişme geniş afiş çalışmaları ile yaygınlaştırılacak. Yeni bir direniş alanının nerede ve ne işlevde oluşturulacağı üzerine tartışılacak. Kararlar ise düzenli olarak forumlarda alınacak.

Bayraktar'a yanıt mimarlardan Erdo¤an Bayraktar'›n imar plan›n›n bir iki gün içinde onaylanaca¤›n› aç›klamas›na mühendis, mimar ve flehir planc›lar›ndan yan›t geldi. Mimarlar Odas› Ankara fiubesi Kent ‹zleme Merkezi de projeleri de¤erlendiren bir rapor haz›rlad›. Raporda ulafl›m etüdünün, talep tahmin çal›flmas›n›n, yayalar›n düflünülmemesinin, kat›l›mc›l›¤›n eksik b›rak›lmas›n›n planlama ilkelerine ayk›r› oldu¤u belirtildi. Mimarlar Odas›, otoyolun kent içi ulafl›m sorununu çözmeyece¤inin uzman raporlar›nda yer ald›¤›n› hat›rlatt› ve 20 y›ld›r metro inflaat›n› bitiremeyen Gökçek'in ulafl›m sorununun bafl sorumlusu oldu¤unu söyledi. PROJEYE PEfi PEfiE DAVALAR Öte yandan 100. Y›l ‹nisiyatifi, fiehir Planc›lar› Odas› ve ‹nflaat Mühendisleri Odas› da otoyol projelerine ayr› ayr› davalar açt›. Bölge halk› plan kesinleflmeden ve ÇED raporlar› haz›rlanmadan inflaat›n bafllad›¤›, flehir planc›lar› ve inflaat mühendisleri de ihale edilifl biçiminin hukuksuz oldu¤u gerekçesiyle hukuki yollara baflvurdu.

Tuzluçayır'da direniş forumlarla sürüyor F

ethullah Gülen-İzzettin Doğan-AKP'li belediyeler işbirliğiyle hayata geçirilmek istenen cami-cemevi projesine karşı bölge halkının bir hafta boyunca sürdürdüğü direniş, "daha başlangıç". 15 Eylül'e kadar her gün saatin 21.00'ı göstermesiyle Tuzluçayır Meydanı'nda soluğu alan mahalleliler, kitlesel bir birlikteliğe eriştiklerinde inşaat alanına doğru yürüyüşe geçti. Polis, inşaat alanının olduğu sokaktan başlattığı gaz bombalı saldırılarını ilerleyen dakikalarda karakol önünden saldırılarla da destekledi. Tepesinden polis helikopteri eksik olmayan mahallede karartma da uygulandı. Geceyi havai fişeklerle aydınlatan direnişçiler polisi sık sık teslim olması konusunda uyardı. Tuzluçayır'da tıpkı ilk günlerdeki gibi mahallelilerin farklı biçimlerde direnişe katılım

sağlama özelliği de görüldü. Sokaklara hafriyat taşıyan kamyonetler, direnişçilerin emrine amade inşaat malzemeleri, gece yarılarına kadar açık tutulan eczaneler ve tabi ki revirler direnişin olmazsa olmazı haline döndü. 15 Eylül'de eylemlere son veren Tuzluçayırlılar, direnişi forumlarla beslemeye başladı. 19 Eylül akşamı Feyzullah Çınar Parkı'nda gerçekleşen forumda direnişin bir haftası değerlendirildi, geleceği tartışıldı. Proje, AKP'nin Alevilere yönelik asimilasyon politikasının bir ürünü olarak nitelendirilirken, direnişe topyekun katılımın önemine de değinildi. Mahalleli haftanın bir günü forumları, bir günü de eylemleri sürdürme kararı aldı.

yaratmaya çalıştığı olağanüstü hal koşullarının en çarpıcı örneği ise Dikmen'de yaşandı. Dikmenliler, 13 Eylül akşamı karşılarında katıksız bir faşizm ortamı buldu. Saat 21.00'deki yürüyüş öncesi Dikmen ve Sokullu caddeleri polis tarafın-

dan işgal edildi. Her iki cadde boyunca, her sokak girişine birer polis ekibi ve gözaltı aracı yerleştirildi. Ahmed Arif Parkı'na da polis girdi. Buluşma noktasına TOMA ve akrepler yerleştirildi, polis helikopterleri taciz uçuşu yaptı.

DIKMEN'DE OHAL AKP'nin eylül korkusuyla

Kad›köy, Gazi, Sar›gazi Ahmet Atakan için direndi A

hmet Atakan'ın katledilmesinden sonra İstanbul'da direnişin merkezleri Kadıköy, Gazi Mahallesi ve Sarıgazi oldu. 12 Eylül akşamı her üç bölgede de halk "Ahmet Atakan ölümsüzdür" sloganlarıyla yürüyüşe geçti. Sarıgazi Cumhuriyet Caddesi'ndeki kaymakamlık önünde, Gazi Mahallesi'nde karakol önünde, Kadıköy'de de AKP İlçe Başkanlığı'nın önünde konuşlanan polis, gaz bombalarıyla saldırıya geçti ve çatışmalar başladı. Sarıgazi halkı Demokrasi Caddesi'nde üzerinde kurduğu barikatlarla saldırıya dire-

nirken, cemevi çevresinde de çatışmalar yaşandı. Gazi Mahallesi İsmetpaşa Caddesi'nde kurulan barikatlardan, polisin gaz bombalarına havai fişek ve molotof kokteylleriyle karşılık verildi. Kadıköy'de çatışmalar Bahariye ve Yeldeğirmeni'nde yoğunlaştı. Yeldeğirmeni'nde ve Moda'da mahalleliler, gaz maskeli ve sırt çantalı sivil polislerin sokak aralarında insanları gözaltına aldığını aktardı. Halk, sokak aralarına giren çevik kuvvet polislerine "Katil polisler, mahallemizden defolun" sözleriyle tepki gösterdi. Bir apartmana baskın yapan polis,

7 eylemciyi linç edercesine gözaltına aldı. Çatışmalar gece 4'e kadar sürdü. BO⁄A HEYKEL‹ GÖZALTINDA 13 Eylül günü ise

Kadıköy'de tam bir polis ablukası yaşandı. Öğle saatlerinden itibaren birçok bölgede konuşlandırılan sivil polisler keyfi çanta aramalar, kimlik kontrolleri ve gözaltılar yaptı. Polisin yarattığı Sar›gazi

Kad›köy

olağanüstü hal koşulları öyle bir hal aldı ki, etrafı sarı şeritlerle çevrili Boğa Heykeli de fiilen gözaltına alınmış oldu. Gazi Mahallesi ve Sarıgazi'de de 14 Eylül günü direniş

günüydü. Mahallede yapılan yürüyüşlere polisin saldırmasıyla başlayan çatışmalar gece geç saatlere kadar sürdü. Polisin kapalı olan dükkanlara ve evlere kadar gaz bombası attığı görüldü. POLIS, MITINGDEN ÇIKANLARA SALDIRDI İstanbul Kadıköy'de binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen #Eylüldegel Mitingi'nin ardından Kadıköy ve Bahariye'de önce slogan, sonra gaz bombası sesleri yükseldi. Sloganlarla Kadıköy sokaklarında yürüyen direnişçilere polis gaz bom-

bası atarak saldırdı. Saldırıdan sonra ara sokaklardaki direnişçiler hızla bir araya geldi, barikatlar kurdu ve ateşe verdi. Saksafonla çalınan marşlara hep bir ağızdan eşlik edildi. Çatışmalar Altıyol, Bahariye ve Moda Havuz bölgesinde saatler sürdü. Çok sayıda gaz bombası ve plastik mermi kullanıldı. Üstelik bir metre mesafeden ve rastgele atıldı. Ara sokaklarda da benzer saldırısını sürdüren polis, çok sayıda kişiyi de gözaltına aldı. Gözaltına alınanlar arasında Kızılbayrak ve İMC TV muhabirleri de vardı.


3

GÜNDEM 26 Eylül 2013 / 9 Ekim 2013

Halk›n Sesi

H A LK EV LER‹, A KP MEDYASININ K A R A ÇA LM A ÇA BA LA RIN A MEY DA N V ERMED‹

‘Operasyonel maksatlı sahtekarlıklar’ Haziran İsyanı’ndan bu yana özellikle Ankara ve Antakya’daki direnişe kitlesel ve militan katılımıyla dikkat çeken Halkevleri, AKP medyasında peş peşe yayımlanan yalan haberlerle hedef alındı AL‹ ERG‹N DEM‹RHAN

A

KP medyasında Gezi Direnişi’ni ve toplumsal muhalefet bileşenlerini hedef alan karalamalar son dönemde iyiden iyiye çoğaldı. Pek çok alanda tıkanma yaşayan hükümetin büyüyen halk muhalefeti korkusuyla, direnişi karalayan bu tür haberlere duyduğu ihtiyaç arasında doğrudan bir bağ var. ATAKAN’I DA “ARKADAfiLARI ÖLDÜRMÜfi” Yeni Akit, Ahmet Atakan’ın polis saldırısında öldürülmesine karşı protestoların sürdüğü 13 Haziran’da ölümün sorumlusunun Halkevleri olduğunu yazdı. Halkevleri Genel Sekreteri Nuri Günay, Akit’in bu şekilde bir haber yapmasının şaşırtıcı olmadığını, gerekli hukuki başvurularda bulunacaklarını söyledi. Haber aynı gün yayından kaldırıldı. Yeni Akit gazetesi “Alevi çocukları kim kullanıyor” başlıklı söz konusu haberinde Antakya’da polis saldırısı nedeniyle yaşamını yitiren Halkevci Ahmet Atakan’ın ölümünün sorumlusunun Halkevleri olduğunu iddia etmişti. Akit’in haberinde, Ahmet Atakan’ın Halkevci olmasından söz

edilerek “Halkevleri önce kışkırtıyor, sonra öldürüyor, son olarak da mağduru oynuyor” deniyor ve Halkevleri’nin “hükümeti devirmek için böyle oyunlar oynadığı” iddia ediliyordu. D‹N‹ ‹MANI PARA OLANLAR Bir hafta sonra, 20 Eylül’de, yeni bir yalan haber dalgası geldi. Star gazetesi, “İşte Gezi’deki örgüt haritası” manşetiyle çıkarken polis kaynaklarına dayandırdığı haberinde yasal parti ve kurumları yasadışı örgüt olarak sundu. Yeni Şafak gazetesi ise kapağa taşıdığı ve neredeyse bütün AKP yanlısı medya tarafından alıntılanan “Gezi şartlı burs” haberinde Halkevleri’nin öğrencilere eylemlere katılmaları şartıyla burs verdiğini, Alevi eylemlerinden kentsel dönüşüm eylemlerine kadar pek çok alanda gerilim kaynağı olduğunu iddia etti. Halkevleri Genel Sekreteri Nuri Günay, Yeni Şafak’ın öğrencilere eyleme katılma şartıyla burs verdikleri şeklindeki haberi için “operasyonel maksatlı sahtekarlık” değerlendirmesinde bulundu ve dava açacaklarını söyledi. Günay, AKP ve medyasının her şeyi para karşılığı yaptığı ve para ile ölçtüğü için böylesi bir yakıştırmada bulunabildiğini belirterek “dini

imanı para olanların böyle düşünmesi şaşırtıcı değil” dedi. Yine bu haberler de Halkevleri’nin uyarısı sonucu söz konusu yayınlardan kaldırıldı. ‹fiTE RAPOR ‹fiTE KAMU YARARI Söz konusu haberde Halkevleri’nin marjinal bir örgüt olduğu ifade ediliyor, kamu yararına dernek statüsü AKP iktidarı tarafından kaldırılan Halkevleri’nin “ciddi ekonomik güç” elde ettiğinden söz ediliyordu. Oysa Halkevleri iddia edildiği gibi bu statüden dolayı maddi katkı alamadığı gibi, sürekli para cezalarıyla yıldırılmaya çalışılmıştı ve faaliyetleri büyük ölçüde parasız ve gönüllü emekle sürdüğü, yani parası pek olmadığı için kamu yararına statüsü kaldırılmıştı. Halkevleri yalan ve iftiranın karşısında olacaklarını ilan ederek aynı zamanda haberlerde yer alan kamu yararı ve Halkevleri’nin gelirleri ile ilgili yalanlara “kamu yararına” yönelik çalışmalarını özetleyen bir raporla yanıt verdi. Eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, kent, kültür, doğa ve engelli hakları dahil pek çok alanda “kamu yararına” yürütülen faaliyetlerin yer aldığı rapora Halkevleri’nin internet sitesinden (halkevleri.org.tr) ulaşılabilir.

Ethem’in katili mahkemeden kaçırıldı E

them Sarısülük’ün katili polis Ahmet Şahbaz’ın tutuksuz yargılandığı dava, polis işgali nedeniyle başlayamadı. Duruşma salonundan çıkarılan polisler, önce salon önünde provokasyon yarattı, ardından duruşmanın kapalı yürütülmesine itiraz eden aile ve avukatlara saldırdı. Katil polis Ahmet Şahbaz’ın davaya peruk, gözlük takarak ve bıyık bırakarak geldiği görüldü. Dava 28 Ekim’e ertelendi. Duruşmaya salona doldurulan

yüzlerce polis nedeniyle gergin başlandı. Mahkeme duruşmanın kapalı yapılmasına karar vermesi üzerine Ethem’in yakınları salondan çıkarılmak istendi ve bu esnada polis saldırısına uğradılar. Salon içinde de polisler avukatlara saldırdı. Arbede sırasında Ahmet Şahbaz’ın peruğu düştü. Sabah saatlerinden itibaren açık bir şekilde “önüne gelene” saldıran polisler telsizle tanıkları darp etti, tanıklar-

dan Kazım Aslan başına ağır bir darbe alarak yaralandı. Ahmet Şahbaz’ın çıkan arbede sonrasında düşen peruğunu avukatlar aldıkları sırada 2 Adliye polisi avukatlara silah çekti. Yaşananları, olaylara tanık olan avukatlar şu cümlelerle özetledi: “Çok açık bir provokasyon vardı, bu kadar aleni olacağını biz de beklemiyorduk. Yirmili yaşlarda bir grup polis kelimenin tam anlamıyla kafalarına göre takıldı. Adliye polisleri de buna engel olmadı.”

Ali İsmail’in katillerine kıyak Ali İsmail Korkmaz’ın katillerinin yargılanacağı dava 20 Kasım’da Eskişehir’de görülecek. Katiller için “ağırlaştırılmış müebbet” istenmiyor. Böylece ceza indirimi yolu açık tutuluyor. Eskişehir’deki direnişte 2 Haziran gecesi sopalarla ve tekmelerle darp edilerek saldırıya uğrayan ve 10 Temmuz’da yoğun bakımda hayatını kaybeden Ali İsmail Korkmaz cinayeti davasının iddianamesi 24 Eylül’de kabul edildi. İddianameye göre Ali İsmail Korkmaz cinayetinden tutuklanan bir polis “kasten adam öldürme” suçundan “müebbet” ile yargılanacak. İfadeleri alınıp serbest bırakılan polisler ise “öldürmeye yardım etme” suçundan 10 yıldan 15 yıla kadar hapis istemi ile yargılanacak. A⁄ABEY KORKMAZ: POL‹SLER KORUNUYOR Konuyla ilgili konuşan Ali İsmail’in ağabeyi Avukat Gürkan Korkmaz, tutuksuz polislerin öldürmeye yardım etme suçundan yargılanacak olmasını polisi koruma içgüdüsü olarak değerlendirdi: “Fırıncılar polise yardım ettiklerini söylerken kasten adam öldürme suçundan yargılanıyor. Tutuksuz polisler ise suçluya yardım etmekten yargılanıyor. Roller karışmış durumda. Ne şiş yansın ne kebap mantığı mevcut. Sanıklar polis olmasaydı acaba aynı şey mi olacaktı? Maalesef adalet sistemimizde polisler korunuyor.” KAT‹LLER‹N CEZASINDA ‹ND‹R‹M OLAB‹L‹R Cinayetin tasarlanmış olması, işkenceyle öldürme, kamu görevinden dolayı cinayet işleme ağırlaştırılmış müebbet gerektiriyor. Yalnızca bir sanık ise müebbet ile yargılanıyor. Bu da iyi halden dolayı cezalarında indirim olması ihtimalini doğuruyor. 20 Kasım’da Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek davada Ali İsmail’in katili polisler düşük cezalar alabilir. Ali İsmail’in yaşamını yitirmesinden sonra kamuoyu oluşturarak katilleri tutuklatan Eskişehir direnişçileri ise dava için hazırlanıyor. 15 Eylül’de Ali İsmail için büyük bir miting yapan Eskişehirliler direniş forumlarında, dava tarihi belli olmadan sürecin hazırlıklarını tartışmıştı.

Müzik de¤iflti, ayak da de¤iflmek zorunda Eylül ayı sona ermek üzere. Bir tarafta Eylül beklentisi, diğer tarafta Eylül korkusu… Toplumsal muhalefet cephesinde Haziran ayına benzer bir Eylül beklentisi gerçekleşmemiş olsa da bu aya damgasını vuran AKP’nin “Eylül korkusu” oldu. Daha sırada Ekim Korkusu, Kasım Korkusu, Aralık Korkusu… var. Eylül ayının siyasal gündem açısından kısır geçmesinin önemli nedenlerinden biri kuşkusuz AKP’nin bu korkusu idi. AKP özellikle bu ayı, daha doğrusu son iki-üç ayı hareketsiz geçirmek zorunda kaldı. AKP hükümetinin daha önceki yazlardaki “performansını” bu yıl göremedik. Korkusunun boşuna olmadığını da “kısmen” gördü. Tayyip Erdoğan’ın ve şürekâsından birkaç kişinin (örneğin Erdoğan Bayraktar gibi) bir iki efelenmesinin dışında nerdeyse icraatsız bir dönem geçirdiler. Buna rağmen hazırda bekleyen “isyan ateşi” neredeyse her “fırsat”ı değerlendirip kendini yeniden tutuşturdu. Kâh ODTÜ’de Melih Gökçek’in otoyol inşaatında alev aldı, kâh Tuzluçayır’da cami-cemevi inşaatında. (Ki bu iki proje de Eylül ayında başlatılmış projeler değil, Gezi’den önceki planlardı). Bununla da yetinmedi, Taksim’den Kadıköy’e sıçradı, tribünde dakikaları saydı. Antakya’da zaten ateşi hiç azalmamıştı. AKP’nin karşısındaki gücü tarttığı, ne yapacağını görmeye çalıştığı bu dönemde, karşı hamleleri de “yavaş yavaş” devreye sokmaya başladığını görebiliriz artık. Bunun somut kanıtı Beşiktaş taraftarlarına (Çarşı’ya) yapılan “ilginç” operasyon oldu. Tayyip Erdoğan’ın daha önce “evde tutmakta zorlandığım” dediği yüzde 50’den birileri ortaya çıkıp “1453 Kartalları”nı yeni bir taraftar grubu olarak kurduklarını açıkladı. Bu grubu kuranların Çarşı’nın da kurucuları içinde oldukları, artık Çarşı’dan ayrıldıkları ve bu oluşumun Beşiktaş tribünlerinin politikleşmesine bir tepki olarak gerçekleştiği belirtildi. Bunlar, futbola siyaset karışmasına “karşı”larmış! Bu operasyonun doğrudan bir AKP operasyonu olduğu su götürmez. Herkesin bildiği bir gerçeği tekrarlamak olacak ama AKP’nin asıl

amaçladığı “futbola siyaset karışmasını” engellemek değil, “futbola sol siyasetin karışmasını” engellemektir. Yoksa AKP, Türkiye tarihinde sporu özellikle futbolu siyaset aracı olarak kullanma konusunda en “başarılı” siyasi oluşumdur. Tayyip Erdoğan, idolü olan Turgut Özal’ın izinden gitmiş ve hatta onu neoliberalizm uygulamalarında olduğu gibi bu alanda da geçmiştir. Hatırlanacağı gibi Turgut Özal, Naim Süleymanoğlu’nu olimpiyat şampiyonu olduktan sonra milletvekili yapmıştı. Tayyip Erdoğan da Hamza Yerlikaya’yı aynı biçimde milletvekili yaptı. (Şimdi bu şahıs, neredeyse yüzde 90’ının dopingli çıktığı güreşçilerin federasyon başkanlığını yapıyor, olsun hala sıkı bir AKP’li). Tayyip, Turgut’u geçecek ya, o yüzden bir sonraki dönem (olimpiyat şampiyonu bulamayınca) Hakan Şükür’ü milletvekili yaptı. AKP, 11 yıllık iktidarı süresinde futbolu siyasette kullanma, siyaseti de futbolda kullanma uzmanı oldu. Abdullah Gül’’ün (Kayseri’nin iki takımı) ve Tayyip Erdoğan’ın (Rize ve Kasımpaşa) ikişer takımı süper ligin müdavimi oldular. Melih Gökçek ve oğullarının futbol aşkı (Ankaragücü) anlatılamaz bile. Siyaseti futbola (spora) sokma başarısında MHP’nin bile yapamadığını AKP başardı. Şimdiye kadar hiçbir faşist futbolcu “köpek kafası” işaretini yapmayı akıl edememişti ama Emre Belözoğlu “Rabia işaretini” yapmayı becerebildi. AKP’nin, siyaseti futbola sokma konusundaki son operasyonu ise “1453 Kartalları” oldu. Fatih Sultan Mehmet’in de fanatik bir Beşiktaş taraftarı olduğunu kabul eden bu şahsiyetler, atalarından öğrendikleri taktikle, Beşiktaş taraftarlarını “böl-parçala-yönet” yapacaklar. AKP’nin Beşiktaşlılardan korkmasının mekansal bir nedeni de var; Kasımpaşa stadı. Lig başlayalı beş hafta olmasına rağmen ve henüz Kasımpaşa stadını kullanamamış olsa da ilk maçta kopacak gürültü, Tayyip’in mabedini Tayyip karşıtı çok büyük çatışma alanına çevirecek. Kasımpaşa stadı, Beşiktaş’ın kullanımına verilirken sözleşmeye konan ilk maddelerden biri “statta siyasi içerikli slogan atıl-

maması” idi. Bunu beceremeyeceğini anlayan AKP iktidarı, şimdi Beşiktaş’a yüklü bir ceza vererek (seyircisiz oynama) bu korkusunu sadece erteleme yoluna gidecek. Korku ertelenebilir mi? AKP’nin Eylül korkusunun başını futbol taraftarları çekiyordu, Ekim’den korkmasının nedeni ise üniversiteliler. Bu yıl AKP’li bakanlarını ve elbette Tayyip Erdoğan’ı üniversite açılışlarında göremedik (Bülent Arınç’ın Bursa’daki ufak bir girişiminin dışında). Erdoğan üniversiteye gitmek yerine, AKP’lilerin üniversiteli çocuklarını ayağına çağırdı, Necip Fazıl eşliğindeki fetva konuşmasında “sesiniz daha çok çıksın” dedi. Sesleri çıkacak da meşruluklarına inanmıyorlar. Artık üniversitede AKP propagandası yapmak ne kendi içlerinde meşru ne de solcuların, devrimcilerin olduğu yerde mümkün. Üniversite için AKP liyakatsiz, sıfatını hak etmeden sağlamış yönetici demek, akademisyen demek. Üniversite için AKP, bilimsel içeriği olmayan müfredat demek. Üniversite için AKP sosyal yaşamı dini kurallara bağlanmış BBG evleri demek. Üniversite için AKP ücretli köleliğe geçişteki son durak demek. Kısacası AKP’nin üniversite, üniversiteliye satabileceği bir umut kırıntısı bile kalmadı artık. O yüzden korkması boşuna değil. Sadece Ekim’den korkması boşuna, çünkü Haziran’a kadar her ay kâbus yaşayacak! (AKP, üniversitelerde “1071 Kolektif”i mi yoksa “Hicret Kolektif”i mi örgütler acaba?) AKP tüm bu korkularına önlem olarak ister böl-parçala-yönet isterse en katı baskı araçları geliştirsin korkularıyla yüzleşmekten kurtulamayacak. Çünkü toplumsal sorun yönetilebilir olmaktan ve baskı araçlarıyla engellenebilir olmaktan çıkmıştır. AKP kafasıyla yapılan analizlerle sorunun anlaşılmaktan uzak olduğu, anlaşılsa bile kabul edilebilir olduğuna ilişkin hiçbir işaret yoktur. “Koskoca” cumhurbaşkanı, BM toplantısı için gittiği dünya sahnesinde “Gezi analizi” yapıyor; yaşananlar ülkedeki demokrasinin gelişmişlik düzeyini gösteriyormuş, çevre duyarlılığıymış, sayıları da çok azmış, Taksim’de

100 kişi ateş yakmışmış. Demokrasinin gelişmişlik düzeyi dediği 2 metre mesafeden 14 yaşındaki çocuğun kafasına gaz fişeği ile ateş etmek. Asıl sorunun sadece çevre duyarlılığı olduğuna bu ülkede inanan bir tek kişi kaldı mı? Sayıları ise kendi İçişleri Bakanlığını yalanlıyor; sadece 1 Haziran’da sokağa çıkan insan sayısı 2.5 milyon insan. Türkiye egemenleri ve AKP için artık ara durak yerel seçimler. Mart’taki yerel seçimlere kadar yalanla, dezenformasyonla, baskıyla, tezgahla, provokasyonla devam etmeye çalışacaklar. Sonra önlerinde bir durak daha, cumhurbaşkanlığı seçimi çıkacak. Beşir Atalay’ın dediği gibi bu yıl son 11 yıldan daha zor geçecek. Çok haklı! Diğer yandan Ekim ayıyla birlikte yerel seçim gündemi ülkenin üzerine çökecek. Adayların açıklanması bile tek başına gündemlerin önemli bir bölümünü oluşturacak. Yerel projelerden daha çok aday isimlerinin tartışılacağı bir eksenin oluşacağı kesin. Bu isimlerle birlikte siyasal tercihler karşı karşıya gelecek. Bu konuda en belirgin istisna olası bir Sarıgül kanadında yaşanabilir. Mustafa Sarıgül, tüm süreci siyasetten değil, “hizmet”ten (her iki anlamda) kurmaya çalışacaktır. Her şeye rağmen kesin olan bir şey var ki bu yerel seçim süreci bir genel seçim süreci olarak sürdürülecek ve sonuçları da genel seçim değerlendirmesi olarak yapılacak. Bu yerel seçimlerin bir siyasi seçim olarak yaşanmasına neden olacak üç etkenden söz edilebilir. Birincisi, Tayyip Erdoğan’ın alışılageldik seçim taktiğidir. Neoliberalizm döneminde belediyelerin hem ana kaynak hem de önemli bir kapitalist pazar olma özelliğine uygun olarak işlevlendiği bir gerçek. Eski bir belediyeci olan Tayyip Erdoğan’ın da bunu en iyi bilen ve uygulayan olduğu da. Onun yönetimindeki AKP her genel seçime aynı zamanda bir yerel seçimmiş gibi (son genel seçimlerdeki çılgın projesi Kanal İstanbul’du, Meclis seçimiyle ne alakası varsa), her yerel seçime de bir genel seçimmiş gibi (Tayyip Erdoğan, adaydan önce kendisi için oy istiyor) giriyor. (AKP

seçimlere hazırlandığı süreçte kadın düşmanlığından vazgeçmiyor. En son kadın istihdamına ilişkin gündeme getirilen düzenleme ile hem 20 yıl sonranın ucuz işçilerini yetiştirme hesabı yapılıyor hem de kadınlara 35 çocuk doğurun diyen ve onları nesil yetiştirmekle sorumlu tutan AKP esnek ve güvencesiz kadın emeğinin yaygınlaştırılmasının zeminini hazırlıyor. Tüm bunlar sermayeyle İslamcı gericiliğin talepleri arasında bir denge kurularak gerçekleştiriliyor.) İkincisi, şimdiden ne plan yapılırsa yapılsın yerel seçim başarısı ya da başarısızlığı bütün siyasi partilerin (güçlerin) cumhurbaşkanlığı seçimi sürecindeki tercihlerini etkileyecektir. Ve elbette ki ardından gelen genel seçim sürecini de. Dolayısıyla kayıp da kazanç da çok büyük olacak. Özellikle AKP için. Üçüncü etken Haziran İsyanı’nın yarattığı siyasal baskıdır. Haziran İsyanı’nın en belirgin olarak yarattığı sonuç, AKP iktidarının meşruluğunu sorgulatmak olmuştur. Tayyip Erdoğan’ın sürekli sandığı işaret etmesi, yüzde 50’den dem vurması tam da bu yüzdendir; Tayyip Erdoğan kaybettiğini bildiği meşruiyeti yeniden kanıtlamak istemektedir. Nasrettin Hoca misali, sokakta kaybettiğini sandıkta bulacağını ummakta, bu umutla yeniden cumhurbaşkanlığı hayalleri kurmaktadır. Mart’ta oy verecek olan halk, genel olarak, AKP’nin belediye başkanı tercihlerine değil, Tayyip Erdoğan’a oy verecek ya da vermeyecektir. Böylesi bir süreçte doğru olan siyasal tercih AKP’ye, Tayyip Erdoğan’a kaybettirmek, geriletmek olacaktır. Bu durum basitçe, bütün siyasi faaliyetin sandık eksenli yapılması ve AKP karşıtı her adayın sandıkta desteklenebileceği sonucunu çıkartmaz, çıkartmamalı. Söz konusu olan, gericilikle harmanlanmış neoliberalizmin geriletilmesi, işlevsizleştirilmesidir. Tek başına sandık sonucu bunu garanti etmeyecektir. Süreç sandık tavrını da içine alan bir mücadele dönemi olarak görülmeli ve örgütlenmeli. Bu genel-geçer bir laf olarak da algılanmamalı, hazırlık, en azından bu süreçte çok önemli. Genel siyasetin bilgisine olduğu ka-

dar yerel siyasetin de bilgisine da hakim olmak elzem. İl, ilçe ve mahalle ölçeğindeki her icraat, her vaat, her değişim devrimcilerin bilgisi ve gözetimi altına alınmalı. Tekrar hatırlanmalı ki Haziran süreci bir talep hareketi ya da bir alternatif model sunma hareketi değildi, bir “yaptırmama” hareketi idi. Bu özelliği korunduğu sürece (ki bu özellik de bu koşullarda ancak sokakta korunabilir) iktidarda kimin olduğu fark etmez, iktidarını uygulayamayan bir koltuk iktidarıdır onunki sadece. Sandık sadece burjuva partilerin dünyasını değiştirmekle kalmıyor elbette, kendisini düzen dışı tanımlayan sol siyasal partiler için de bir “ezber bozan” araç haline geliyor. Geleneksel sol gruplar için sandık süreci, basitçe, halkın politikleştiği bir dönemde daha kolay siyasal propaganda yapma olanağı olarak görülürken, sandığa gitmek zorunda olan sol partiler için oy oranı/sayısı (hangisini açıklayacağı keyfiyete bağlı) baskısının çok yoğun hissedildiği bir dönem. Doğal olarak da bu hissi baskılanma, aklı geriye itiyor. Kadroların daha çok oy toplayabilmesi için duyduğu motivasyon ihtiyacı, bu motivasyonu sağlamak için kendisi dışındaki herkesi karalama/değersizleştirme taktikleri, parti isminin hatırlanabilmesi için gerekli olan popülist söylem, ulaşılamayacağı bilinmesine rağmen bir ortak hedef yaratmak için konulan abartılı sayısal hedefler vs. vs. Hatırlatmak gerekir ki devrimcilerin halkın (sınıfın) çıkarından başka çıkarı yoktur, hiçbir araç (parti dahil) halkın çıkarından daha değerli değildir ve “ne yazık ki” parti çıkarı=halkın çıkarı değildir. (O bir önceki dersteydi.) Sonuç olarak; müzik değiştiğine göre oyun da değişmeli. Eski müziğe göre oynayanlar elenecek. Çok değil daha altı ay önce birileri, “Kadıköy’de, Tuzluçayır’da sabahlara kadar süren barikat savaşları yapılacak” deseydi, “İstanbul’un, Türkiye’nin onlarca yerinde binlerce insanın katıldığı forumlar düzenlenecek” deseydi, “hiçbir AKP’li yönetici statlara, üniversitelere giremeyecek” deseydi, gülüp geçilirdi. Tekrar edelim, müzik değişti, ayak da değişmek zorunda.


4

GÜNDEM 26 Eylül 2013 / 9 Ekim 2013

Halk›n Sesi

Eylül yoklamas› yül geldi. ODTÜ öğrencileri, Çiğdem ve 100. Yıl mahalleleri ODTÜ ormanını ve yaşam alanlarını tahrip edecek otoban projesine, Mamak halkı Cami-Cemevi Projesi denilen asimilasyon ve sızma hareketine karşı sokakları doldurdu. Hatay-Armutlu, Gazi Mahallesi, Kadıköy, Sarıgazi dayanışma için ayağa kalktı. Ahmet Atakan öldürüldü. Türkiye yeniden polis terörüne karşı öfkeyle haykırdı. Haziran İsyanı'nın Türkiye'de bir başka politik süreci başlatmış olduğu Eylül'de kanıtlandı. Artık AKP iktidarına karşı muhalefetin temel biçimi “kitle militanlığı”, temel alanı sokak. Hükümetin canını yaktığı bütün toplum kesimleri derdini anlatmak için önce sokağa iniyor, iktidara sokaktan meydan okuyor. Öte taraftan, sokağa inen öğrenci, Alevi, yoksul, semt sakini sözünü sokakta söylediği her seferinde AKP iktidarı için “olmak ya da olmamak” sorusunu yaratıyor. Kurulu düzenin siyaset mekanizması içerisinde oluşan ve AKP iktidarının yerini alabilecek bir iktidar alternatifi yok. Ama devlette iktidar olan, parlamentoda iktidar olan, yerel yönetimde iktidar olan AKP sokakta iktidar olamıyor. AKP devlete sığınmayan, hileli parlamento çoğunluğuna itibar etmeyen, şirket olarak örgütlenen yerel yönetimlerin halkla ilişkiler dolabına girmeyen halk kitleleri karşısında ne yapacağını şaşırıyor. Halk sokağa döküldüğünde AKP iktidarını sınırlayabileceğini öğrendi, öğrendiğini uyguluyor. Sokaklardan eksik olmayan kitle militanlığı ile forumlarda boy veren doğrudan demokrasi pratikleri, parkdan parka yayılan eşitlik, özgürlük ve dayanışmayı temel alan alternatif toplumsal ilişkiler birbirlerini besliyor. Ferda Kurumsal politika düzlemiKoç nin içinde kötürüm hale gelen emekçi-ezilen sınıfferdakoc@ hotmail.com kesim bireylerinin etkinlik koşullarını maksimize etmeyi temel alan yeni bir politik alan doğuyor. Haziran İsyanı'nda, halk muhalefetinin subjektif zincirlerinin kırılmasının önemli bir payı vardı. “Yetmez ama Evet” politikasında somutlanan sol-liberalizmin, “darbecilik”te somutlanan ırkçı-devletçi sosyal-faşizmin politik yenilgileri ve Kürt sorununda silahların süreklilik beklentisi yaratacak şekilde susması, kitlelerin iktidara karşı öfkeyle sokağa çıkmasında, devlet güçleriyle karşı karşıya gelmesinde, iç çatışma eğilimlerini baskı altına alabilmesinde etkili olmuştu. Eylül “yoklaması” ile “sokaktaki halk”ın kırdığı zincirleri paslanmaya terketme eğiliminde olduğu da görüldü. İstanbul, Ankara, Antakya, Eskişehir ve İzmir'de harekete geçen yığınlar, Türkiye solunun tarihsel ortalamasıyla daha barışık bir tutum içerisindeydiler. Halk muhalefetinin ideolojik evrenini tahakküm altına alan liberal ve ırkçı-devletçi yaklaşımlar kitlelerin zihninden silinmiş gibiydi. “Eylül Yoklaması”ndan mesajı alan AKP, sokağı (mahalleyi, okulu, tribünü) “karıştırarak”, halk muhalefeti için sokağın cazibesini azaltmaya çalışıyor. Haziran günlerinde yelkenlerini suya indiren, öfkeli halk yığınlarının “hınk deyiciliğine” soyunan liberal ve darbeci taifesi de aynı sıralarda halkı sokaktan soğutmaya, yarattıklarını değersizleştirmeye dönük bir dille “akıldanelik” taslamaya başladı. Ama artık rüzgarı arkasından alamayan AKP bütün taktiklerini yüzüne gözüne bulaştırıyor. Halk AKP'ye inisiyatif bırakmamayı öğrendi. Bundan daha az önemli olmayan bir başka gerçek ise halkın enformasyon ortamının pasif nesnesi olmaktan çıkması, “Penguenler” sayesinde, yaşadığı muhalefet pratiği ile kendisine söylenenler arasındaki uygunluğu sürekli test eden bir tutum geliştirmiş olmasıdır. Halkın bilincindeki bu “açılma”, liberallerin ve ırkçıların halk nezdindeki eski itibarlarını geri alabilmelerini büyük ölçüde zorlaştırmıştır. Haziran İsyanı’nın sağladığı bu zemine zarar verecek güncel tehditler de yok değil. Bunların başında Haziran İsyanı'nı ve sonrasındaki “isyan duygusu”nu, Tayyip Erdoğan'a duyulan öfkeye indirgemek, Erdoğan'a duyulan öfkenin bir diktatörün kişiliğini değil, İslamoneoliberal faşizmini karşısına aldığı gerçeğinin bulanıklaştırılması geliyor. İsyanın aydınlattığı zihinlerin bu boğuntuya gelmesini önlemek için elimizden ne gelirse yapmamız gerekiyor.

E

Dayanışma’yla uğraşacağınıza suçluları yargılayın

S

avcılık, Gezi Parkı eylemleri sırasında Tayyip Erdoğan’la görüşme yapan Taksim Dayanışması temsilcilerinden 6’sı hakkında ‘zorla ifadeye getirilmeleri’ için polise talimat verdi. Doğrudan ifadeye gitme talepleri, “hayır polis getirecek” şeklinde geri çevrilen Taksim Dayanışması konuyla ilgili bir açıklama yayımladı. Demokratik tepkilerin ortaya konması için çaba gösteren Dayanışma temsilcilerinin asılsız suç isnatları, düzmece soruşturma dosyaları, ‘zorla ifade’ talimatlarıyla sindirilmek istendiğini belirtilen açıklamada yargıya “Asıl suçluları ortaya çıkarmak ve yargılamak üzere görevinizi yapın!” çağrısı yapıldı.

ERDO⁄AN DEMOKRAT‹KLEfiME PAKET‹N‹ AÇIKLAMAYI Y‹NE ERTELED‹

Çözüm masal›nda uzatmalar bağımsız komisyonların kurulmasını istedi. Öcalan bu talepleriyle süreci AKP’nin mutlak kontrolünde, keyfi ve resmiyeti olmayan adımlarla değil; açık, demokratik ve resmen güvence altına alınmış mekanizmalarla ilerletmekten yana olduğunu ifade ediyordu.

ULAfi KORKUT

B

aşbakan Tayyip Erdoğan, Kürt hareketinin anadilde eğitim hakkı ve demokratik seçim sistemi gibi temel taleplerini içermediğini daha önce açıkladığı “demokratikleşme paketi”ni ilan etmeyi yine erteledi. Yıllardır Kürt sorununun çözüm reçetesi olarak dillendirilen ancak sürekli sonuçsuz kalarak beklenti kırıklığı yaratan “demokratikleşme paketi” bir kez daha gündemde. “Demokratikleşme paketi” antidemokratik bir biçimde, halkın katılımı olmadan, Erdoğan’ın mutlak kontrolü altında hazırlandı. Bir türlü açıklanmayan paketin içeriğinin ne olduğu, bir içerik olup olmadığı kamuoyunca bilinmiyor. Ancak bu şekilde, AKP yıllardır yaptığı gibi çözüm getirmediği, getirmeye de niyetinin olmadığı Kürt sorununu çözecek gibi bir hava yaratıyor. AKP uzatmaları oynayadursun, bir kez daha oyalama taktiklerine kanmayacağını açıklayan Kürt hareketi bütün kanatlarıyla hükümeti açık davranmaya ve adım atmaya çağırıyor.

AKP’N‹N UCUZ TAKT‹⁄‹: BEKLENT‹ YARAT AKP’nin Kürt muhalefeti karşısında yaşadığı sıkışma sonucu Aralık 2012’de, Abdullah Öcalan’la başlatılan görüşmelerle çözüm beklentilerinin yeniden pompalandığı yeni bir “süreç” başlamıştı. Bu süreçte BDP heyetleri İmralı’da Abdullah Öcalan ile 10 kez görüştü. Yapılan görüşmelerin sonucu olarak 8 Mayıs 2013’te gerillanın sınır dışına geri çekilmesi başladı.

AKP Kürt sorununda çözüme yönelik somut adım atmadı, PKK çekilmeyi durdurdu. AKP’nin büyük beklenti yaratarak “demokratikleşme paketi”nin açıklanması ise sürekli erteleniyor Daha sürecin başında AKP İmralı’ya gidecek heyetlerde kimlerin olup olmayacağına dahi müdahale ederek nasıl bir yol izleyeceğinin ipuçlarını vermişti. Hükümet Kürtleri “Kürt sorununda çözüm” diye oyalayıp, ülkenin geri kalanına “terör sorununu hallettik” propagandası yapıyordu. Kürt hareketi barışa dönük kimi adımlar atarken, AKP’nin somut adım atmaktan kaçınması ile süreç kısa sürede tıkanma emareleri göstermeye başladı. 10 Eylül’de KCK başkanlık konseyi tarafından yapılan “çekilmeyi durduruyoruz” açıklamasından sonra aslında pek de

bir ilerleme olmadığı herkes tarafından görülmüş oldu. Açıklamada ateşkes, rehineleri bırakma ve geri çekilme kararları ile AKP iktidarına çözüm zemini ve fırsatı sunulduğu ancak hükümetin, bu adımlara hiçbir karşılık vermediği belirtildi. “Gerillanın çekilişi durdurulurken, ateşkes konumu korunacaktır” denilen açıklamada ateşkes konumunda kalınma nedeni AKP’ye adım atmak için fırsat vermek olarak tanımlandı.

AKP’N‹N KEYF‹NE M‹ KALACAK Bu açıklamanın ardından BDP heyeti yeniden İmralı ile görüştü. Ardından Öcalan’ın

devlet ile görüşmeleri sürdürdüğü ve artık bu sürecin bu şekilde ilerleyemeyeceği ve yeni bir formata geçilmesi gerekliliği üzerine görüş bildirdiği açıklandı. Son görüşmede Öcalan “artık görüşme değil müzakere olmalı” dedi ve 3 öneri sundu. Selahattin Demirtaş görüşmeler ile ilgili Özgür Gündem gazetesine verdiği röportajda bu önerileri şöyle açıkladı. Öcalan, “çözüm”e ilişkin olarak STK’lerle, gazetecilerle, akademisyenlerle görüşme, başka siyasi heyetlerle temas kurma imkanlarının sunulmasını, şiddet ortamının yok edilip demokratik kanalların açılmasını ve süreci ilerletecek

ÖCALAN AKP’Y‹ YALANLADI AKP’nin kendi çözümsüzlüğünü karşı tarafa yıkmak için hareket içinde görüş ayrılığı olduğu propagandası da işe yaramadı. Selahattin Demirtaş, “KCK Apo’yu dinlemedi” yorumlarına karşılık Öcalan’ın “KCK üzerine düşeni yaptı ancak gelinen noktada KCK başka türlü bir karar alamazdı” dediğini aktardı. Demirtaş’ın Öcalan’dan aktardığı şu sözler dikkat çekiyor: “Bu aşamadan sonra artık geri çekilmenin değil, geri dönüşlerin tartışılması lazım. Yani bu insanlar nasıl geri dönecekler? Demokratik siyasete, sosyal yaşama katılımın konuşulması lazım.” Röportajda “Demokratikleşme Paketi”nin Öcalan’a sunulduğu haberinin de gerçek olmadığı belirtiliyor. Öcalan bir takvimlendirme yapılamayacağını ancak önü sonu belli olmayan belirsiz zamanlara yayılacak bir sürecin barış getiremeyeceğini de yine bu görüşmede belirtmiş. “Çözüm Süreci” adıyla halkın önüne konulan sürecin Abdullah Öcalan’ın ifadesiyle lunaparklardaki rodeo atları misali sallandığı fakat ilerlemediği görülüyor. AKP içi boş vaatlerle beklenti yaratarak uzatmaları oynasa da, acı gerçek o ki uzatmaların da bir sonu var.

Üniversite direniflle aç›ld› Haziran İsyanı’nda mücadelenin en önünde yer alan üniversiteliler, direniş forumlarını üniversitelerine taşıdı

Ü

niversite forumlarında ana gündemlerden biri üniversite öğrencisi Ali İsmail Korkmaz başta olmak üzere Haziran İsyanı’nda polis şiddeti ile yaşamını yitirenlerin anılarının yaşatılması ve sorumluların hesap vermesi. üniversiteliler bir yandan AKP’nin üniversiteleri kontrol altına almak için polisi devreye sokma kararına karşı mücadeleyi diğer yandan her fakültenin yerel sorunlarını forumlarda tartışılyor.

‹SYANIN L‹SEL‹LER‹, BUGÜN D‹REN‹fiÇ‹ ÜN‹VERS‹TEL‹ Hacettepe Üniversitesi’ne yeni kayıt yaptıran öğrenciler için oryantasyon dersi kapsamında yapılan açılış törenine yönetim eylem yapılmasını engellemek için üst sınıflardan öğrenci almadı. Ancak Ali İsmail Korkmaz’ın anılması engellenemedi. Yeni kayıt yaptıran öğrenciler törenin ortasında “Ali İsmail Korkmaz’ı unutmayacağız” pankartını açtı. Üniversiteliler “Her yer Taksim, her yer direniş”, “Hepimiz Ali’yiz öldürmekle bitmeyiz” sloganlarıyla eyleme katıldı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi forumunda üniversitedeki kampus kart uygulaması gündem olurken forumların her pazartesi düzenlenmesine karar verildi. Üniversite isyanının ilk ateşini Melih Gökçek’in ODTÜ’den geçirmek istediği yola karşı mücadeleyle yakan ODTÜ’lüler 19 Eylül günü şantiyesi alanına yürüdü. Polisin saldırması üzerine çatışmalar yaşandı. Eylemin ardından ODTÜ

yurtlar bölgesinde geniş katılımlı bir forum düzenlenerek, yeni öğrencilerin bilgilendirilmesi kararlaştırıldı.

BURSA’DA ARINÇ’A PROTESTO Bursa’da üniversiteliler “Direnişin sofrasında” buluştu. Geleneksel Kolektif Kahvaltısı’nda bir araya gelen üniversiteliler Haziran İsyanı’nı ve yeni dönemin üniversite mücadelesini konuştu. İlk eylem ise Bülent Arınç’a karşı gerçekleşti. Bursa Uludağ Üniversitesi’ne İnşaat Mühendisliği binasının açılış töreni bahanesiyle gelen Arınç, polis şiddeti sonucu yaşamını yitiren direnişçilerin fotoğraflarını taşıyan öğrenciler tarafından protesto edildi. Öğrenciler 6 ölüm ve binlerce yaralanmanın sorumlusu olan AKP’nin bakanlarını üniversitede istemediklerini belirtirken, polis yığınağı ile korunan Arınç arka kapıdan girdiği üniversiteyi yine arka kapıdan terk etti. ‹TÜ’DE DURMAK YOK İTÜ öğrencileri yaz okulu döneminde Maslak’ta başladıkları forumlar üniversitenin açılışı ile birlikte yaygınlaşıyor. İTÜ’lüler Haziran İsyanı’nda yaşamını yitirenler için 20 Eylül’den başlayarak her gün ses çıkarma eylemi yapıyor. Maslak yemekhane önü öğrenciler tarafından direniş meydanı ilan edildi. Maçka’da ise Kolektif, direnişte yaşamını yitirenlerin fotoğraflarını yakalarına takarak yemekhaneye yürüyüş düzenledi. Üniversiteliler çatal kaşıkları tabl-

dotlara vurarak ses çıkarma eylemi gerçekleştirdi. İTÜ forumlarında üniversitenin piyasalaştırılmasından yurt sorununa, geçen yıl yönetim tarafından sözü verilen "kar amacı gütmeyen kantin" uygulamasının hala başlamamasından teknokente bir dizi gündem tartışıldı. İstanbul Üniversitesi’ne yeni kayıt yaptıran öğrenciler ise Kolektif'in oryantasyonunda buluştu. Genç çapulcular Beyazıt Öğrenci Kolektifi’nin düzenlediği kampüs tanıtım gezisinde güvenlikler tarafından “fakülteler arası geçiş yasağı var” diyerek engellenmek istenince yasağı tanımadıklarını söyledi ve Hukuk Fakültesi bahçesinde bir araya geldi. Beyazıt Kampüsü Forumu da 18 Eylül’de 300’ü aşkın üniversitelinin katılımı ile fakülteler arası geçiş yasağını delerek başladı. Üniversiteliler, forumun etrafını saran polisleri ve güvenlikleri “Ali İsmail Korkmaz’ın katilleri üniversiteye giremez!” diyerek fakülteden dışarı çıkardı. Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencileri de Haziran İsyanı’nda yaşamını yitirenler için 19 Eylül’de bir yürüyüş düzenledi. Öğrenciler, yemekhaneye “Ali İsmail Korkmaz Yemekhanesi” adını verdikten sonra ölen direnişçilerin fotoğraflarını yemekhane girişine astılar. İÜ Tıp Fakültesi Çapa yerleşkesinde yapılan forumda da tıp fakültelerinde kontenjan artışı gündemi tartışıldı. Kulüplerin de uygun olduğu bir gün belirlenerek düzenli forum yapma kararı alındı.

‘İsyanın pimini çekersiniz’ E

mniyet Genel Müdürlüğü, Gezi isyanının üniversitelere yayılmasından duyduğu endişe ile gizli çalıştaylar düzenledi. Güvenlik Dairesi tarafından düzenlenen çalıştaya başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere 10 büyük kentte güvenlik şubelerinde görev yapan polis müdürlerinin yanı sıra, EGM İstihbarat Dairesi ile Terörle Mücadele Dairesi’nden yetkililer katıldı. Üniversitelerin yeni öğretim yılına başlamasından üç gün önce toplanan çalıştayda, ODTÜ “özel olarak” ele alındı. ODTÜ öğrencilerinin semt halkıyla birlikte yürüttüğü “ODTÜ’de yol geçirilmesini engelleme” mücadelesinin AKP karşıtı bir direnişe dönüşmesinin nasıl önüne geçilebileceği konuşuldu. Üniversite yönetimlerinin öğrencilere hoşgörüde bulunmasının üniversite muhalefetini yükselteceği iddia edilirken, polisin üniversite yönetimleriyle yakın temasta bulunarak gençlik hareketinin önüne geçilebileceği savunuldu.

24 SAAT POL‹S, TOPLU ÇIKIfiA ENGEL İçişleri Bakanlığı’nca kısa süre önce il valiliklerine gönderilen ve üniversitelerde alınacak güvenlik ön-

lemlerini içeren genelge kapsamında, kampüslerdeki eylemlere karşı 24 saat müdahale edecek polis kuvvetleri tutulması kararı alındı. Ayrıca, üniversitelilere yönelik faşist saldırılarda öğrencilerin güvenliklerini sağlamak için yaptıkları toplu çıkışa izin vermemek için “güvenlik tedbirleri”nin arttırılacağı da belirtildi.

‘K‹RALIK KAT‹LLER‹N‹Z‹ OKULLARIMIZDAN UZAK TUTUN!’ Öğrenci Kolektifleri, Emniyet’in özel çalıştaylarda alınan “güvenlik önlemleri” kararlarını ve AKP’nin üniversitelerde polisi sürekli kılma çabalarını boşa çıkaracaklarını belirterek ‘Kiralık katillerinizi üniversitelerimize sokmanıza izin vermeyeceğiz” dedi. Kolektifler, yaptıkları açıklamada “şiddet” olarak tanımlananın polis terörü olduğunu, polisin olmadığı hiçbir eylemde tek bir kişinin dahi burnunun kanamadığını ifade ederek “Ali İsmail’in kanı daha kurumadı. Daha fazla Ali’yi öldürmeye geldiğinizin farkındayız” ifadelerini kullandı. Üniversiteliler, çalıştayda alındığı öne sürülen kararların üniversite için isyanın pimini çekmek olacağını dile getirdi.


5

DÜNYA 26 Eylül 2013 / 9 Ekim 2013

Halk›n Sesi

D Ü N YA U Z L A fi M A , A K P S AVA fi V E P R O V O K A S Y O N P E fi ‹ N D E

Bu ‘şeref’ AKP’nin

ABD ve Rusya’nın uzlaşması sonucu, Esad’ı bir dış askeri müdahale ile devirme planları suya düşen AKP, provokasyondan vazgeçmiyor. Suriye helikopterini düşürmekle övünen iktidar, “cihatçı çetelere” desteği sürdürürken, savaş kararı almadı diye BM’yi eleştiriyor ÖZGE OZAN

21

Ağustos’ta kimyasal silah kullanılmasının ardından Suriye’ye yönelik büyüyen askeri müdahale tehdidi Rusya’nın ABD’yi uzlaşmaya ikna etmesi sonucu soğumaya bırakıldı. Uzlaşma “Suriye’nin kimyasal silahları uluslararası kamuoyunun temsilcilerine teslim etmesi” teklifi üzerine gerçekleşti. Bu gelişmeler başta AKP iktidarı ve ÖSO olmak üzere ABD’nin askeri müdahalesinden medet umanları “hayal kırıklığı”na uğratırken emperyalistler, işbirlikçileri ve tüm diğer bölgesel aktörler açısından yeni bir planlama döneminin başladığını da gösteriyor. Bu döneme uluslararası düzlemde ABD-Rusya uzlaşması ve aralarındaki gerilimli diplomatik süreç damgasını vuracak. Bu uzlaşmanın “siyasi çözümü” zorlama pratiği ise yaklaşan Cenevre 2 Konferansı’nda ilk kez sınanacak. Rusya’nın Ortadoğu’daki etkinliğini arttırdığı bu süreç

aynı zamanda İran, Suriye ve Lübnan Hizbullah’ından oluşan direniş eksenini de sürecin avantajlısı olarak belirginleştiriyor. Bu sürecin bir ürünü olarak İran’ın yeni cumhurbaşkanı Ruhani giderek bölgede öne çıkan bir figür haline geliyor. İran’ın ABD başta olmak üzere Batı ülkeleriyle ilişkilerini yeniden düzenlediği ve nükleer sorununa “siyasi çözüm” arayışını yoğunlaştırdığı bir dönem başlıyor. Bu dönüşüm sürecinin Suriye ayağında ise Esad’ın giderek gücünü tahkim ettiği, iç savaşın diğer güçleri arasında ise El Kaide’nin gücünü arttırdığı ve ÖSO ile çatışmaya başladığı bir süreç adım adım ilerliyor. Esad’ı yıkacak bir askeri müdahalenin çığırtkanlığını yapan AKP hükümeti ise tamamen dışında bırakıldığı bu değişim sürecinin içinde “değerli yalnızlığıyla” kalakaldığında çareyi Suriye helikopterini düşürme örneğinde olduğu gibi küçük ama provokatif kahramanlık hikayelerinde arıyor. Davutoğlu’nun helikopterin

düşürülmesinin ardından yaptığı “Biz eğer Türkiye’nin çıkarı söz konusuysa dünyayı da evreni de ayağa kaldırırız” açıklamalarını ise dünyada ciddiye alan yok. Türkiye’nin en yakınındaki gerçek tehlike ise kendi eliyle beslediği El Kaide ve cihatçı çeteler. ÖSO komutanı Selim İdris’in yaptığı açıklamalar Esad’a karşı savaşan güçler içinde El Kaide’nin aldığı pozisyonun giderek güçlendiğini açık ediyor. Bu süreç aynı zamanda “iç savaş”ın, “muhalefet” saflarının yeniden düzenlenmesi ile ilerleyecek. C‹HATÇI ÇETELER S‹LAHI GER‹ TEP‹YOR El Kaide’nin giderek daha fazla inisiyatif almasının ABD başta olmak üzere Batı’da yarattığı rahatsızlık aynı zamanda Türkiye’ye yönelik tepkinin de kaynağını oluşturmuştu. ÖSO’dan Selim İdris "Uluslararası toplumun, akan bu kanı durduracağı konusunda hayal kırıklığına uğradık" dediği açıklamada aynı zamanda “Bize sağlanan

desteği aşırı gruplar olarak adlandırılan kişilere paylaşmamız mümkün olamaz, biz bu grupları desteklemiyoruz, onlarla bilgi alışverişinde bile bulunmuyoruz, onlara mühimmat ve silah vermeyiz” diyerek yardımların sürmesini diliyordu. Ancak asıl olarak da El Kaide ile ilişkileri konusunda teminat veriyordu. Belli ki iç savaşı tetiklemek üzere muhaliflere her tür desteği sağlayan güçler artık ÖSO’ya El Kaide ile arasına mesafe koyma zorunluluğu getirmişti. Yapılan desteklerin El Kaide’nin eline geçmemesi konusunda ÖSO ciddi bir uyarı almıştı. Bu açıklamaların ardından 19-20 Eylül’de Türkiye sınırının 5 km ötesi olan Suriye'nin Azez bölgesinde El-Kaide (“Kaide bağlantılı” Irak-Şam İslam Devleti) ve ÖSO kuvvetleri arasında çatışmalar çıktığı haberleri geldi. Azez bölgesi Türkiye’nin istihbarat faaliyetinin ve muhalif gruplarla temasının etkin olduğu ve daha önce Türkiye’nin suçlandığı

Lübnanlı hacıların kaçırılması olayının gerçekleştiği bir bölge olarak biliniyor. İşin emperyalistlerin Suriye’deki iç savaş politikasını çıkmaza sokan yanı ise artık El Kaide’nin ÖSO’yla da engellenemeyecek bir güce kavuşması ve giderek hakimiyet alanını genişletmesi. ÖSO kuvvetlerinden savaşçılar verdikleri demeçlerde zor durumda olduklarını, El Kaide’nin köy köy kontrolü ele geçirdiğini, para kaynakları ve gücün onların elinde yoğunlaşması nedeniyle kendilerinden birçok grubun da El Kaide’ye katıldığını artık açık biçimde ifade ediyor. Sorun Türkiye açısından da giderek kritik bir hal alıyor. AKP iktidarı Suriye savaşı boyunca Sünni eksen stratejisi ile her tür desteği sunduğu cihatçı çetelerle, artık katil ÖSO çetelerini dahi kendi vahşeti ile korkutmuş olan El Kaide gerçeği ile karşı karşıya. Rusya-ABD arası uzlaşmaya dayanan askeri müdahalenin soğutulması sürecinin ise gerilimsiz ilerlemesi pek mümkün görünmü-

yor. Cenevre 2 Konferansı’na giden süreç ise karşılıklı gerilimlerin su yüzüne çıktığı bir dönem olacak. Kerry’nin Suriye anlaşmaya uymazsa BM şartının 7. maddesinin işleyeceğini ifade etmesi, ancak Lavrov’un uzlaşmada güç kullanımına yönelik hiçbir madde bulunmadığını ifade ederek ABD’nin baskı yaptığına ilişkin açıklamaları bu gerilimin ilk yansımaları. 7. Madde ‘uluslararası barışı koruma’ gerekçeli saldırılara zemin oluşturuyor, ancak aynı zamanda Rusya’nın veto hakkı bulunan daimi üye olduğu BM Güvenlik Konseyi’nin yeniden devreye girmesi anlamına geliyor. Dış politikada battığı çukurdan ucuz kahramanlıkla çıkmaya çalışan AKP’nin elinde ise Esad’ın meşru temsilci olarak masaya oturduğu, İran’ın giderek aktifleşen bir özne olduğu bir atmosferde, BM’nin antidemokratik yapısını savaş kararı alamıyor diye eleştirme “şerefi” kalıyor.

İran’dan “kahramanca esneklik”le diplomatik atak ABD’nin bölgede uzunca süredir sinyallerini artt›ran hakimiyet krizi ve Rusya’n›n Suriye’deki savafl sürecindeki hamleleri ile Ortado¤u’da etkinli¤ini artt›rmas› bölgede direnifl ekseni olarak an›lan ‹ranSuriye-Lübnan Hizbullah›’n›n konumunu da belirliyor. ‹ki y›ld›r “muhaliflere” para, silah, e¤itim gibi türlü destek akt›¤› halde beklentilerin aksine Esad’›n rejimin bafl›nda durmaya devam etmesi bir yana flimdi de ‹ran, elinin güçlenmesinin de etkisi ile diplomatik manevralar›

Yunanistan’da yine genel grev: Anlatılan bizim hikâyemiz SONER TORLAK

Y

unanistan’da 24-25 Eylül’de gerçekleşen iki günlük genel grev hükümeti felç etti. Hükümet organlarının Avrupa yandaş medyasının “Yunanistan’da grevin hayatı etkilemediği” safsataları, alternatif medya eliyle yayımlanan videolarla yine boşa çıkıldı. Tren, gemi ve otobüsler çalışmadı, endüstriyel üretim durma noktasına geldi. Avrupa Birliği üyeliğiyle birlikte zengin tarımsal üretimi tasfiye edilen ve tarımda dışa bağımlı hale getirilen, yine AB’nin merkezi ülkeleri Almanya ve Fransa’ya düzenli kaynak aktarmak nedeniyle dış borca gömülen Yunanistan’da, hükümetin IMF eliyle yürütmeye çalıştığı kemer sıkma politikaları halktan veto yedi. Kriz bahanesiyle kamusal harcamaları kısmaya ve özelleştirmeye gitmeye çalışan

Yunanistan hükümeti, böylece aynı yıl içinde dördüncü genel grevle karşı karşıya kaldı. Hükümetin IMF ile kol kola yürütmeyi tasarladığı plan gereği, ilk aşamada 30 bin kamu çalışanı işten çıkarılacak, ücretlerde ve emekli maaşlarında azaltmaya gidilecek, eğitim ve sağlıkta özelleştirmenin önünü açan düzenlemeler yapılacaktı. Yine bu yıl içinde Yunanistan devlet televizyonunun kapatılma girişimine karşı halk sokaklara çıkmış ve hükümet geri adım atmıştı. Yunanistan, özellikle AB üyesi olmasından bu yana, sürekli hayat pahalılığı, yüzde 50’ye varan genç işsizliği ve ekonomik krizlerle boğuşuyor. Egemen medyanın yaydığı “Yunanlılar tembeller, çalışmayı sevmiyorlar” propagandası, ise Yunanistan’da işçilerin kazanılmış haklarını budamaya hizmet ediyor. Diğer yandan ülkenin egemen sınıfı, ciddi bir temsil ve yönetme krizine batmış durumda. Bir yandan AB, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’nin yoksullaştırma programlarını uygulamaya, diğer yandan halkı buna –gerekirse zorla– ikna etmeye çalışıyor. Ancak Yunanistan’ın güçlü sol mirası ve örgütlü işçi sınıfı buna izin vermiyor.

artt›r›yor. ‹ran’da Cumhurbaflkanl›¤›na “›l›ml›” olarak nitelenen Hasan Ruhani’nin gelmesinin ard›ndan d›fl politikadaki söylemin yumuflamas› ve Tahran-Vaflington aras› mesajlaflmalar›n bafllamas› ile ‹ran’›n ABD ile iliflkilerde yeni bir dönemi kuraca¤›n› gösteren ad›mlar ard› ard›na at›l›yor. Ruhani kimyasal silah denetimine iliflkin geliflme ile birlikte yapt›¤› konuflmalarda Rusya’n›n, Suriye’den sonra ‹ran’›n nükleer dosyas›n›n çözümü için yeni ad›mlar atabile-

ce¤ine dair vurgular› artt›r›yor. Bu vurgular›n bofla olmad›¤› Obama’n›n bir televizyona verdi¤i “Savafls›z seçenek yaln›z kitle imha silahlar›n›n denetimine ba¤l›d›r! Bu söyledi¤im yaln›z Suriye de¤il, ‹ran için de geçerlidir!” demeçleriyle birlikte öne ç›kt›. Suriye krizinden kazançl› ç›kan ‹ran flimdi ABD ile nükleer pazarl›¤a daha güçlü bir pozisyonda oturman›n hesab›n› yap›yor. Ruhani’nin BM Genel Kurulu s›ras›nda ABD Baflkan› Barack Obama ve Fransa Cumhurbaflkan› François Hollande dahil Bat›l› liderlerle

görüflmesi bekleniyor. Sürecin ‹ran aç›s›ndan bir di¤er önemli belirleyeni ise dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in tutumu. Hamaney daha önceki tutumunun aksine Ruhani’nin gelifltirdi¤i taktiklere ‘kahramanca esneklik’ tabiri ile sahip ç›k›yor. ‹ran’›n Cenevre-2 konferans›na kat›l›m› üzerinden pazarl›klar ise sürüyor. ‹ran e¤er konferansa kat›l›rsa “meflru arabulucular” aras›na kat›lm›fl olacak, Türkiye ise oturdu¤u masada etkinli¤ini nas›l artt›raca¤›n›n derdine düflmüfl durumda.

Meksika’da öğretmenler ayağa kalktı M

eksika’da Peña-Nieto hükümetinin dayattığı eğitim reformuna karşı öğretmenler ayağa kalktı. Uzun yıllardır neoliberal eğitim politikalarına karşı etkin bir mücadele yürüten Meksikalı öğretmenler özlük haklarının ciddi bir kısmını gasp eden, yerli toplulukların kendi dilleri ve kültürlerinde eğitim alabilmeleri konusunda geçmiş sorunları çözmeyen ve okulların özelleştirilmesine giden yolu açacak olan reform girişimine karşı Meksika’da 27 eyalette sokaklara çıktı. Başkent Mexico City’nin Devrim Anıtı yakınındaki Zócalo Meydanı’nda yüzlerce çadır kurarak, eğitim

hakkını gasp eden reformun geri çekilmesini talep eden öğretmenlere hükümet 13 Eylül’de binlerce polis, panzer, TOMA ve Black Hawk helikopterlerle saldırdı. 30 öğretmen tutuklandı, onlarcası yaralandı ve Zócalo Meydanı zorla boşaltıldı. Böylece Kurtuluş Günü kutlamalarının Meksika’nın yeni başkanı döneminde ilk kez yapılacağı meydan “temizlenmiş oldu”. Meksika Öğretmenler Sendikası, “onurumuz ve daha iyi bir gelecek için kötü hükümete karşı mücadeleye devam edeceğiz” açıklamasını yaparken, ülkenin dört bir yanında öğretmenlerle dayanışma eylemleri yapıldı.

Sri Lanka’da Tamil Ulusal ‹ttifak› 22 Eylül’de yap›lan son seçimlerde adan›n kuzeyindeki mecliste 38 sandalyenin 30’unu kazand›. Mevcut baflkan Mahinda Rajapaksa’n›n ittifak› sadece 7 sandalye kazanabildi. Geriye kalan 1 sandalye ise Sri Lanka Müslüman Kongresi’nin oldu. Seçim, 2009 y›l›nda soyk›r›ma u¤rayan Tamillerin kitlesel halk deste¤ine sahip oldu¤unu ispatlad›.

ya da ba¤›ms›zl›k ilan›n›n da habercisi. BM ve AB ülkeleri ise seçimlerin meflrulu¤unu mecburen tan›makla birlikte, temkinli aç›klamalarda bulunuyor. BM ve AB ülkeleri Tamiller katledilirken her zamanki gibi yaln›zca “süreçten kayg› duymufllar”, katliam›n önüne geçecek herhangi bir giriflimde ise bulunmam›fllard›.

Sri Lanka’da Kaplanlar’ın yeniden doğuşu Sri Lanka’n›n kuzeyinde ço¤unluk Sinhaleselere karfl› 26 y›ldan bu yana ba¤›ms›zl›k savafl› veren Tamil Kaplanlar›’n› imha etmek üzere 2009 y›l›nda yap›lan ordu operasyonlar›nda say›s›z insanl›k suçu ifllenmifl, Tamil halk›n›n önemli bir k›sm› katledilmiflti. Tamil Ulusal ‹ttifak›’n›n yaflad›klar› bölgede meclis ço¤unlu¤unu sa¤lamas›, yak›n zamanda bir özerklik


KENT ÇEVRE

6

26 Eylül 2013 / 9 Ekim 2013

Halk›n Sesi

ir 'Bu b ›rma laflt yaya si de¤il!' proje

'Biz Gezi'de yayalaştırmıştık!' ÖZEN TAÇYILDIZ

G

ezi Parkı’ndaki ağaçların sökülmek istenmesiyle başlayan direnişte kritik tarihlerden biri 31 Mayıs’tı. Parktaki çadırların yakıldığı 31 Mayıs’ın gecesinde binlerce insan sokağa çıktı, direnişi isyana dönüştüren çatışmalar başladı. Aynı gün İBB Başkanı Kadir Topbaş ise, parkta yapılan işin “sadece bir yaya geçidi için tretuvar duvarının biraz öteleme çalışması” olduğunu söylüyordu. 13 Eylül’de bu “öteleme” işinin sebebi olan Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi kapsamında, trafiği yer altına alan alt geçit açıldı. En ufak bir açılışı gösteriş, tantana haline getiren AKP iktidarı, bu defa oldukça sessiz sedasızdı. Kolay değil, Gezi Parkı’yla beraber tüm meydanı hedef alan projeleri Gezi direnişiyle adeta ellerinde patladı. Hem Topçu Kışlası’ndan oldular, hem de ellerinde ne yapacaklarını bilemedikleri bir beton kütle var şimdi. PROJEN‹N GEREKÇES‹: F‹Z‹K‹ VE SOSYAL KÖHNEME En baştan başlayalım. Belediye, 2009’da yaptığı Beyoğlu Koruma

Yargının iptal kararına rağmen Taksim Yayalaştırma Projesi’ne devam eden AKP, meydanı “düzenledi” ama Gezi direnişiyle projesi elinde patladı! Planı’nda Taksim için yayalaştırma kararı aldı. Bu plana göre “Tarlabaşı Bulvarı’nın çok geniş ve yoğun taşıt trafiğine sahip bir ana arter olması, yerleşim alanlarının ikiye bölünmesine ve Dolapdere’ye bakan yamaçlardaki yerleşimin fiziki ve sosyal köhnemesine de zemin hazırlamıştır. Yayalaştırma ile birlikte yerleşim alanları arasındaki kopukluk giderilebilecek, zaman içinde etkileşim sağlanarak sosyal ve fiziki köhnemenin önüne geçilebilecektir”. Bu cümlelerin anlattığı “soylulaştırma”yı yaşadık. Kentsel dönüşümle Tarlabaşı’nda insanlar sürüldü, İstiklal’de masa sandalye yasağı uygulandı, esnaf yerinden edildi. Sonra da sıra Gezi’ye, meydana geldi. Kazılmaya başlanan Taksim Meydanı’nda inşaatlardan, bariyerlerden ne yayalar ne de araçlar ilerleyebildi. AKP, 1 Mayıs’ı yasaklamak için bu projeyi öne sürdü. Kritik tarih dediğimiz 31 Mayıs’ta kendi projelerinde dahi

yer almayan, tamamen kaçak bir battı-çıktı yüzünden yaya yolu yapmaya çalıştıklarında ise olanlar oldu. Ancak öncesi var elbette. Proje başbakan tarafından ilan edildiğinde Mimarlar Odası başta olmak üzere bir araya gelen meslek odaları, mahalle-kent inisiyatifleri, çeşitli kurumlar Gezi direnişinde isyanın önemli merkezi olacak Taksim Dayanışması’nı oluşturdu, mücadeleye başladı. Yangından mal kaçırır gibi alelacele yapılan projede, Divan Oteli ile Gezi arasında yapılan battı-çıktı için yaya yolunu unuttuklarını fark eden ve bunun için de Gezi’nin ağaçlarına gece yarısı operasyonu yapmaya niyetlenen belediye, karşısında önce Taksim Dayanışması’nı buldu, ardından da malum, tüm bir ülkeyi. MEYDAN DED‹⁄‹N B‹R GR‹ ALAN Peki, projede durum ne? Net söyleyelim, yer altına alınan araç trafiği, trafiği rahatlatmadı. Yer al-

tına alınan toplu ulaşım durakları da geçidin dar yürüyen merdivenleri ve bekleme alanları ile yaya sıkışıklığını buraya taşıdı. Altgeçidin trafik, yaya uğultusu, griliği içinde zehir solunurken belediye boş durmamış, duvarları İstanbul siluetini gösteren beton bloklarla kaplamış. Kız kulesi, martılar, camiler… Ama bu defa uzun dikdörtgen binalar da eşlik ediyor onlara. Evet, belediye yaptığını inkar etmemiş, İstanbul siluetini bozduğu haliyle, yükselen gökdelenleriyle resmetmiş ama biraz tıraşlayarak. Ne de olsa başbakan gökdelen tıraşlamayana küsüyor konuşmuyor! Taksim Meydanı’nda, Taksim’in dört unsuru, Taksim Anıtı, Gezi Parkı, AKM ve Maksem’de durum ne? Taksim Meydanı’na vardığınızda 98 bin metrekarelik bir gri alan bekliyor sizi. Şişli’den meydana ulaşan Cumhuriyet Caddesi, üzerindeki tarihi çınar ağaçları ile birlikte yok olmuş, yerine alelacele beton dökülmüş. Meydanın simgesi

anıt, yapıldığı dönemde henüz bir meydan olmayan Taksim’de “gökten tozlu alana düşmüş bir anıt” görünümündeymiş, şimdi de bir beton alana düşmüş gibi. Meydana adını veren, eskiden GalataBeyoğlu suyunun “taksim edildiği” Taksim Maksemi önünde bekleyen polis otoları artık olağan hal, arkasına yapılacak cami içinse bizzat Erdoğan devrede, projesiyle yakından ilgileniyor. AKM, çevik kuvvet polisinin işgalinde. Karakol, koordinasyon merkezi gibi kullanılıyor. Hakkında CHP tarafından verilmiş bir soru önergesi ve twitter üzerinden başlayan #EmniyetAKMyiterket protestosu var. GEZ‹ PARKI AKP GR‹L‹⁄‹NDE D‹MD‹K AYAKTA! Gezi Parkı ve onun “3-5 ağacı” ise hala dimdik ayakta. Depremden sonra sığınılabilecek, bölgenin ekolojik dengesini düzenleyen yegane alan. Direnişte yaşamını yitirenler-

den bize yadigar bu park, hala nefes alınacak tek yer. AKP griliğinde olanca yeşiliyle ayakta, AKP iktidarının yenilgisini simgeliyor. Üstelik iktidar şimdi “bu büyük projesini” ne yapacağını bilmiyor. Topbaş, işin henüz bitmediğini, “yeşillendirme, ağaçlandırma, şehir mobilyaları ve zemin kaplaması gibi çalışmalar” yapacaklarını söylüyor ancak muhtemelen bir fikri yok. Kurulacak barikatta kullanılacak ilk malzeme olarak Meydan’a parke taşı mı döşeyecek, saksı mı koyacak? Meydan’ı TOMA’ların rahat hareketine uygun olarak nasıl düzenleyecek? İktidarın karın ağrısı büyük. Alanda yapılacak her köklü değişiklikte isyan çanları çalıyor. Nihayetinde açık ki, “bu bir yayalaştırma projesi değil”. Peki yayalaştırma bu değilse ne? Taksim Dayanışması’ndan mimar Mücella Yapıcı’ya verelim sözü: “Bu bir yayalaştırma projesi değil, biz Gezi’de yayalaştırmıştık. Orada çadırlar varken, orada biz, başka bir dünyanın hayatından ufak tefek reklamlar sunarken, ‘böyle bir hayat var olur’ derken Taksim yayalaşmıştı. Bunun daha uygarını yapabilirsiniz ancak!”

İskele için #direntermos G

Kuşdili çayır kalacak! Kad›köy’de Kufldili Çay›r›’na yap›lmak istenen AVM ve otopark projesine karfl› Kufldili Platformu’nun mücadelesi sürüyor. ‹mara aç›lmak istenen ve 3. derece do¤al sit alan› olan yer, 100 y›l öncesine kadar hemen ortas›ndan geçen Kurba¤al›dere’de sandal sefalar›n›n yap›ld›¤› bir mesire yeriydi. Ayn› alanda daha önce ‹BB, AVM yapmak istemifl, ancak 2008’de Dan›fltay iptal etmiflti. Çevre ve fiehircilik Bakanl›¤›’n›n haz›rlad›¤› imar plan› ile tekrar gündeme gelen alan için haz›rlanan projenin iptal edildi¤i temmuz ay›nda bas›nda yer ald›. Ancak 20 Eylül’de bir eylem yapan Platform, bas›nda yer alan haberlerin aksine, Kufldili Çay›r›’nda AVM’yi öngören imar plan›n›n hala geçerli oldu¤u anlatt›. Plan›n durdurulmas› için toplanan 5 bin 500 imzal› dilekçeye yan›t gelmedi¤ini de hat›rlatan platform üyeleri, Kad›köy’ün son kalan bofl alan› olan çay›r›, imar veya otopark rant›na kurban etmeyeceklerini söyledi. Bas›n aç›klamas›n› yapan mimar Arif At›lgan, cevap verilmesi gereken sorunlara da dikkat çekerek, “Kad›köy toplu tafl›ma anlam›nda 100 y›l öncesini yaflamaktad›r. Kufldili Platformu olarak bizler, alt› da üstü de toprak olan Kufldili Çay›r›’n› ve yata¤› de¤ifltirilmemifl Kurba¤al›dere’yi istemekteyiz” dedi.

ezi sonrası örgütlenen Beşiktaş Abbasağa Park Forumu’nun önemli gündemlerinden biri, Beşiktaş’taki Kadıköy İskelesi. İskele, Başbakanlık Ofisi ile hemen yanındaki tarihi tütün deposu yerine yapılan Shangri-La Oteli arasında. Semte Başbakanlık Ofisi’nin gelmesiyle birlikte ofis önündeki durak, üst geçit kaldırılmış, Gezi korkusuyla da polis ablukasına alınan bölgede iki bina arasındaki yol, halkın araç kullanımına kapatılmıştı. Son olarak da Beşiktaş’ın ana deniz ulaşım noktalarından biri olan iskelenin “güvenlik” gerekçesiyle otele satıldığı bilgisi geldi. Bilgisi geldi, çünkü resmi bir açıklama yok. İskelenin durumuyla ilgili Abbasağa Forumu’nda toplanarak Bilgi Edinme Yasası kapsamında İBB’ye verilen dilekçelere gelen cevap da net değil. İskelenin

Beşiktaş Dolmabahçe-Ortaköy Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı kapsamında olduğu, planın onama süreci tamamlandıktan sonra iskelenin durumunun kesinleşeceği ifade ediliyor. ‘TERMOSUNU KAP, ‹SKELEYE GEL’ Beşiktaş halkı bu onama sürecini beklemiyor elbette, İskelenin satılmasını Abbasağa Forumu’nda sık sık gündem haline getiren Beşiktaşlılar, AKP’nin halka ait alanları kimseye danışmadan kendi ihtiyaçlarına göre düzenlemesine karşı daha önce söz konusu bölgede “pedalla”mıştı. Son olarak da 20 Eylül günü “Termosunu kap, iskeleye gel” sloganıyla iskelede çay içme eylemi yapmak istedi. Termosları, çayları, bardaklarıyla Kadıköy İskelesi’ne yürümek isteyen İstan-

Abbasağa Forumu’nda örgütlenen ve iskeleleri için çay içme eylemi yapan Beşiktaşlılara polis saldırdı, 12 kişiyi gözaltına aldı bulluları polis barikatı bekliyordu. Polis, kalkanlarının önünde çaylarını içmeye başlayan insanlara dağılmadıkları gerekçesiyle saldırdı, 12 kişiyi gözaltına alındı. Böylece çay içmek de “suç” olarak kayıtlara geçti. Polis barikatı önündeki kitle, gözaltına

alınan arkadaşları serbest bırakılana kadar alandan ayrılmayacaklarını söylerken, sosyal medyadaki #direntermos çağrıları üzerinden çok sayıda kişi eyleme katıldı. Polisin tüm tehditlerine rağmen halk dağılmadı.

“İskele bizim, İstanbul bizim” sloganlarıyla yaklaşık iki saatlik bekleyişin ardından gözaltına alınanların serbest bırakılmasıyla park forumuna dönen İstanbullular, iskele için mücadelenin sürdürüleceğini yol boyunca sloganlarıyla haykırdı.

Erdoğan yeşille aşk-nefret ilişkisinde Başbakan Erdoğan, yaptığı her konuşmada mesele ne olursa olsun Gezi’den, ağaçtan, “çevreciliğinden” bahsetmeden duramıyor. 3 Eylül’de katıldığı Uluslararası Kamu Denetçiliği Sempozyumu’nda “Yeşile hayranım, hastayım. Bize çevre düşmanı gibi yaklaşım içinde olmak haksızlık” dedi. Yeşile hayran Erdoğan, 15 gün sonra, 18 Eylül’de Ankara’da katıldığı ilçe belediye başkanları toplantısında ise yolda gördüğü “Yol istemiyoruz orman istiyoruz” pankartına saldırdı. Okullarından geçecek yolu

istemeyen ODTÜ’lülere “Böyle şey olur mu ya. Orman çok. Orman olmazsa üniversiteye gidemezsiniz. Sizleri ormanlara gönderelim. Gidin ormanda yaşayın” dedi. Erdoğan’ın bu aşk-nefret ilişkisi bir yana, iktidarı döneminde yaşayacak orman bıraktı mı? AKP iktidarı orman sayılan alanları artırabilecek çalışma yapmak bir yana, yaptığı hukuksal düzenlemelerle başta ormanlar olmak üzere meralar, bitkisel üretim arazileri, bozkırlar gibi tüm yeşil alanları yerleşime, madenciliğe, turizme aç-

tı, spor tesisi, üniversite yerleşkesi gerekçeleriyle yok etti. Orman Yüksek Mühendisi Doç. Dr. Yücel Çağlar’ın verdiği bilgilere göre, 2003-2011 döneminde sadece maden işletmelerine 437 milyon metrekare arazi tahsis edildi. En son 3. köprü için ağaçlara kıydılar. Köprünün ayaklarından birinin yapılacağı Sarıyer’de Zekeriyaköy Forumu’nun hazırladığı video ile Erdoğan’ın “çevreci” açıklamaları eşliğinde köprünün ‘şimdilik’ yol açtığı orman katliamı belgelendi.


7

EĞİTİM 26 Eylül 2013 / 9 Ekim 2013

Halk›n Sesi

Vaatleri tükenmifl bir iktidar, çocuklar›n hayallerinin bile h›rs›z›d›r asit soruların basit cevapları gerçekleri net biçimde ortaya koyar. Bugün dünya görüşüne bakılmaksızın kime sorsanız eğitim sisteminden memnun olmadığını söyler. Yani artık bütün veliler, öğrenciler, eğitimciler eğitim sisteminin bu biçimiyle sürdürülmesinden rahatsız. 72 aydan küçük çocukların yaşadıkları, okul bölünmelerinin yarattığı öğrenci ve öğretmen sürgünleri, taşımalı eğitimin yarattığı sorunlar, kalabalık sınıflar, kötü fiziki koşullar, yapboz sınav sitemi, her gün başka bir örneğini yaşadığımız gerici adımlar... Bunun yanında birçoğu herhangi bir liseye yerleşememiş, zorla meslek lisesi, imam hatip ya da özel okula mecbur bırakılmış yarım milyonu aşkın genç. Bir kenara not edin; yarım milyonluk bu gençlik kitlesi gelecek hırsızlarına duydukları öfkeyi aklının bir köşesine yazdı. Bu bir anlamda yönetilenlerin şimdiki gibi yönetilmek istemediğinin eğitim alanındaki yansıması. İktidar açısından baktığımızda ise durum bir yönetememe hali. 10 yıl, 5 bakan, onlarca müsteşar değişimi, istikrarsızlık, tek ve sabit fikri piyasalaştırma ve gericileştirme olan bir model. “Sınavlar fazla, sınavları kaldıracağız, dershaneye talebi azaltacağız” denilen ama yerine onlarca merkezi sınav koyulan bir karmaşa. AKP “davasını” kaybetmiş bir iktidar. Bugün atılan onca nutkun, “dava adamlığının”, kefen giydik edebiyatının sonlarına gelindiğini ve artık baygınlık verdiğini görüyoruz. AKP’nin sermaye iktidarı olduğu ve dininin imanın da bu sermaye iktidarına uyumlu bir toplumsal model kurma olduğu gerçeği artık daha fazla insan tarafından görülüyor. Özü neoliberalizm olan ama vatan, millet, Sakarya, din-iman edebiyatıyla sıvanmış bu çürümüşlük artık meydanda. AKP bu ülkenin çocuklarına, gençlerine ne vaat ediyor? Ne diyor Erdoğan Bayraktar “Bu ülke Müslüman bir ülke.. Şimdi Türkiye’nin konumu itibariyle biz icat yapamıyoruz, buluş yapamıyoruz. Tarım ülkesiyiz biz. Ne yapacağız biz? Ara teknik eleman ülkesiyiz Nuri biz...” İnsan bari yüzüne söyGünay lemez derler misali. Sayısının çok olmasından övündükleri Halkevleri genç nüfusun hayalini bile Genel Sekreteri çalıyorlar. AKP’nin yönettiği ülkede bilim insanı olmanın hayalini bile kuramayacak çocuklar. Diyorlar ki “Çok çalışarak ancak ucuza çalışacak nitelikli ara eleman olursunuz, yoksa ‘niteliksiz’ işsiz yedek ucuz işçi ordusu.” Vaat bu! Başbakan, velileri okullardaki Kuran’ı Kerim ve siyer derslerini seçtirmeleri konusunda ise “özel olarak” uyarıyor. Çünkü en sıkıştığı zamanlarda din en güzel araçları. Eğitime dair başbakanın uzun süredir tek lafı: “Siz istediniz biz yaptık”. AKP’ye oy verenler illa da seçmeli din dersi olsun, her yer imam hatibe dönüşsün, çocuklarımız imam olsun mu istemiş? Başbakan her şeyin en iyisini bildiğini düşünüyor. Ama yanlış biliyor. Bu istismarın elbet sonu var. Bakanların en beşincisi Nabi Avcı eğitimdeki yıkımı sempatik görünerek perdelemeye çalışıyor. Ancak eğitim meselesi espriyle, şakayla halledilebilecek bir konu değil. Hem zaten bakanın kendisi de gerçekte sempatik değil. Nasıl olsun? Dağıttığı kitaplarla çocuklara savaş propagandası yapan bir bakan istese de sempatik olamaz. Bundan da öte esas mesele iktidar artık yalan da olsa barıştan konuşmuyor “savaş” diyor, bunu hem de 8 yaşında çocuklara aşılıyor. Kısacası bir iktidar düşünün ki çocuklarına, gençlerine yani bir ülkenin geleceğine ara eleman, ucuz işçi olmayı, kula kulluk etmeyi ve savaşlar vaat ediyor. Tüm bu yaşananlar bir yanıyla kocaman bir karanlığı anlatıyor. Ama diğer yanıyla da karanlıktan aydınlığa çıkışın yollarının daha fazla açıldığını gösteriyor. Sosyalistleri ütopyacılıkla, olmayacak hayallerin peşinde koşan insanlar olarak nitelerler ya. Artık zaman o zaman değil. Deli olan, hayalperest olan onlar. Ortadoğu lideriymiş, Suriye’de Esad’ı devirmek ona kalmış, savaşmış, bütün toplumu kalıba sokup yüce başbakanın her dediğine itaat eden bir toplummuş, yememizden içmemize, kaç çocuğumuz olacağına onlar karar verecekmiş...Kim hayalperest? Kim makul ve mantıklı? Biz bu kadar saçmalığa karşı ne mi istiyoruz? Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim. Parasız nasıl olacak, mümkün mü? Böyle bir sistem olur mu diyenler olabilir. Çok kolay olur ve güzel olur. Yeter ki herkes duruma bir el atsın.

B

Okul zili isyana çaldı Gerici, piyasacı eğitim sisteminin krizi derinleşiyor. Eğitim hakkı mücadelesi verenler Haziran İsyanı’nın deneyimiyle okul önlerini mücadele alanını çeviriyor

LEMAN MERAL ÜNAL

Y

eni eğitim öğretim yılının başlamasıyla birlikte okul önleri eylem alanına döndü. Ankara Altındağ-Hıdırlıktepe ve MEB önü, Kocaeli Hereke, İstanbul’da İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü önleri ve Kürt illerindeki birçok okulda öğrenci, veli ve öğretmenler eylemdeydi. Veliler kalabalık sınıflar, ulaşım ücretleri ve 4+4+4’ün yarattığı yıkıma karşı eylemdeydi. Liselilerin gündemi “cinsiyetçi eğitim”di. Kürt illerinde ise anadilde eğitim hakkı öncelikli talepti.

‘OKULU YIKTIRMAYIZ’ Ankara’daki kentsel dönüşüm projelerine karşı barınma hakkı mücadelesi veren Altındağ-Hıdırlıktepe-İsmetpaşa halkı şimdi de eğitim hakkı için eylemde. Kentsel dönüşüm gerekçe gösterilerek mahallelerindeki okul için yıkım kararı alındığını öğrenen veliler önce Milli Eğitim Bakanlığı ardından, Ankara Valiliği önünde okullarının yıkılmasına izin vermeye-

ceklerini vurguladı. Ders başının yapıldığı 9 Eylül’de okul önünü direniş alanına çeviren veliler ve öğrenciler ilk dersi yıkılmak istenen okullarının bahçesinde yaptı. Sıraları ve tahtaları okul bahçesine getirerek kentsel dönüşüm hakkında mini bir forum yapan öğrenciler ve veliler mücadelelerini ortaklaştırma ve büyütme kararı aldı. KOCAEL‹’NDE BOYKOT Körfez’e bağlı Yukarı Here-

ke Agah Ateş Mahallesi’nde yaşayan aileler, taşımalı eğitim yardımı alamadıkları için çocuklarını okula göndermiyor. Mahalleleri ile en yakın okul arasındaki mesafenin 3 kilometre olduğunu ifade eden veliler, okul yolunun ıssız ve karanlık olduğunu belirtiyor. Bugüne kadar defalarca Körfez İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne başvurmalarına rağmen taleplerine yanıt alamayan veliler, okulların açıldığı ilk hafta için

boykot kararı aldı. KÜRT ‹LLER‹NDE ANAD‹L BOYKOTU Okulların açıldığı hafta Kürt illeri, anadilde eğitim hakkının tanınması ve “andımız”ın kaldırılması talebiyle bir haftalık boykot yaptı. Van, Hakkari, Urfa, Siirt, Antep, Mardin, Dersim, Şırnak, Batman’da boykota yüzde 90’a varan katılım sağlanırken, pek çok kentte de kitlesel yürüyüşler ve eylemler yapıldı. Kürt halkının anadilde eğitim hakkının tanınması, asimilasyon politikalarına ve “andımız”ın okutulmasına karşı toplanan imzalar da Milli Eğitim Müdürlükleri’ne gönderildi.

‘Çocuklar›m›z kitaplardan bar›fl›, sevgiyi, kardeflli¤i ö¤renecek’ M

illi Eğitim Bakanı Nabi Avcı, okulların açıldığı ilk gün ilkokul ikinci sınıf öğrencilerine İslamcı yazar Cahit Zarifoğlu’na ait bir kitap dağıttı. Kapağında “eli silah tutan” çocuk resimlerinin olduğu kitapta “Uzak ülkelerden Müslüman çocuklar savaşmaya gelin”, “Biz çocuklar koşup duruyoruz dağlarda boynumuzda mermi torbalarıyla” gibi ifadeler yer alıyor. Tayyip Erdoğan’ın önünde diz çöktüğü Gülbettin Hikmetyar’dan “liderimiz” diye bahsedildiği kitabın Talim ve Terbiye Kurulu onayı olmadığı da ortaya çık-

tı. Dağıtılan kitabın tepki çekmesi üzerine Bakan Avcı, “Söz konusu ifadeler Sovyetler Birliği’ne karşı bağımsızlık mücadelesi veren Afganistan için yazıldı, yadırganacak bir şey yok” açıklamasını yaptı. Avcı’nın çocuklara savaş çağrısı yapan kitap dağıtımının ardından Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi, “Çocuklarımıza barışı, kardeşliği, eşitliği anlatan kitaplar okutalım” diyerek bir dayanışma çağrısı yaptı. Ankara'da Eğitim Hakkı Meclisi, 18 Eylül'de Milli Eğitim Bakanlığı önünde buluştu. Meclis, öğrencilerine okuttukları için öğretmenlerin soruşturmalara

maruz kaldığı “sakıncalı” kitapları barış ve kardeşlik için bakana hediye etti. İstanbul'da 19 Eylül günü Harbiye İlköğretim Okulu önünde buluşan Meclis, AKP'nin yasaklattığı Fareler ve İnsanlar, Şeker Portakalı, Zıkkımın Kökü gibi kitapları çocuklara dağıttı. “Çocuklarımız savaşın olmadığı, insanların ölmediği, barışın, kardeşliğin, eşitliğin olduğu bir dünyada yaşayacak” dedi. Eğitim Hakkı Meclisi, bulundukları mahallelerde, çalıştıkları işyerlerinde barışın, kardeşliğin ve eşitliğin sesini büyütmek için kitap toplayacak ve çocuklara dağıtacak.

Sağlıkta sermaye için yeni kâr alanı: Şehir Hastaneleri AKP’nin “kamu özel ortaklığı” ile yapmayı planladığı Şehir Hastaneleri sağlıkta paralılaşmanın ve sağlık alanının sermayeye açılmasının önünü açacak

Biber gazı daha kaç can alacak?

A

KP iktidarının neredeyse her eylem, gösteri, yürüyüş ve basın açıklamasını engellemek için sistematik bir şiddet aracı olarak kullandığı biber gazı son olarak Kadıköy’de 37 yaşındaki Serdar Kadakal’ın ölümüne sebep oldu. Toplumun neredeyse her kesiminin tanışmış olduğu biber gazı doğrudan “silah” gibi kullanıldığından insan yaşamını tehdit edici vasıflar taşıyor. Hekimlerin ve sağlık meslek örgütlerinin “ölümcül” olduğunu vurguladığı onlarca deklarasyona rağmen kullanılmaya devam edilen biber gazı, AKP iktidarı döneminde onlarca kişinin yaralanmasına ve uzuvlarını kaybetmesine, binlerce kişinin ise sağlık problemleri yaşamasına neden oldu. TTB, biber gazının diğer tüm ilaçlar ve zehirler gibi zehirli bir formülasyon olduğunu belirtiyor. DO⁄RUDAN K‹MYASAL Haziran Direnişi’nde TOMA’lardan kimyasal katkılı tazyikli su sıkıldığı iddiaları belgelendi. CHP Adana Milletvekili Ümit Özgümüş, 8 Eylül tarihinde Adana’daki eylemlerde hastaneye kaldırılan bir eylemcinin gömleğini, TOMA’lar müdahale ederken çekilmiş bir görüntüyü ve yaralının vücudunun kızararak kasılma nöbetleri geçirdiğine yönelik hastane raporunu Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne götürdü. Adli Tıp Anabilim Dalı’nın toksikolojik analizi sonucunda ortaya çıkan raporda TOMA’dan sıkılan kimyasalın, maruz kalan kişilerde çeşitli semptomlarla birlikte ölüme neden olabileceği de ifade edildi.

T

ayyip Erdoğan, sağlıkta dönüşüm programı kapsamında 14 ilde yapılması planlanan şehir hastanelerinin hayata geçirileceği “müjdesini” verdi. “Kamu özel ortaklığı” denilen finansman modeliyle yapılacak olan şehir hastaneleriyle devletin verdiği arsalar üzerine özel sektör bina inşa edecek, devlet ise bu şirketlere yıllık olarak kira ödeyecek. Ancak şirketlere ödenecek olan sadece kira değil. Hastanelerdeki laboratuvar, güvenlik, temizlik, yemekhane, bilgi işlem, görüntüleme gibi tüm hizmetler şirketlere bırakılacak ve bunlar için devlet “hizmet bedeli” adı altında yüksek paralar ödeyecek. Ayrıca bu şirketler hastanelerin çevresine kurdukları AVM’leri işleterek de kar edecekler. Halkın en temel haklarından biri olan sağlığın

bir hizmet olarak değil de rant kapısı olarak kurgulandığı bu proje ile birlikte pek çok eğitim ve araştırma hastanesi de kapatılacak. Projeye sağlık meslek örgütleri sağlıkta ticarileşmenin önünü açacağı ve yoksul halkın sağlık hizmetine erişiminin zorlaşacağı gerekçesiyle karşı çıkıyor. ‘KÖKLÜ HASTANELER fiEH‹R DIfiINA TAfiINACAK’ Konuyla ilgili Halkın Sesi’ne konuşan Türk Tabipler Birliği (TTB) Genel Sekreteri Beyazıt İlhan, şehir hastaneleri yapımı ile birlikte halkın pratikte karşılaşacağı en büyük sorunun eğitim ve araştırma hastanelerinin kapatılarak şehrin dışındaki yerlere taşınması olacağını söyledi. Başlı başına bu durumun halkın sağlık hizmetine erişi-

mi açısından sorun teşkil edeceğini belirten İlhan, İstanbul’da Okmeydanı ve Taksim İlkyardım’ın; Ankara’da ise Dışkapı Hastanesi, Sami Ulus Çocuk Hastanesi gibi onlarca hastanenin şehrin dışındaki bölgelere taşınacağını belirtti. İlhan, kentin çeperlerinde görece küçük hastanelerin kalacağının altını çizerek yoksul halkın yararlanacağı sağlık hakkının engelleneceğini dile getirdi. AKP’nin şehir hastanelerinin “dev kapasiteli” olduğunu söylemesinin bir anlamı olmadığını belirten İlhan şunları söyledi: “Her türlü hastalığınızda dev kapasiteli şehir hastanesine mi gideceksiniz? 50 yataklı, 100 yataklı hastanelerde pratik bir şekilde çözebileceğiniz sorununuz için 3 bin 500 yataklı hastaneye gitmek ne pratik ne de nitelikli.”

‘TAM B‹R VURGUN DÜZEN‹’ İlhan, “kamu özel ortaklığı” finansman modeli ve normal ihale ile alınan hastaneler kıyaslandığında kamu finansmanı açısından akılcı olmayan sonuçların ortaya çıktığını söyleyerek, “Yatırım bedelinin 10 katı kira ödeniyor. Bu ülkede yaşayan herkes torunlarına kadar borçlanıyor. Neden bu modelin seçildiğini anlamak güç” dedi. İlhan projenin bir “vurgun” olduğunu şu şekilde dile getiriyor: “Kent merkezindeki alanlar özel şirketlere veriliyor. Devlet kendi verdiği araziye 30-49 yıl arası kira ödüyor, buradan belli sermaye çevreleri kent rantı sağlıyor. Bu tam bir vurgun düzendir.” TTB DAVACI OLDU Türk Tabipler Birliği’nin yapılması planlanan şehir hastanesi projeleriyle ilgili davacı olduğunu dile getiren İlhan, “Bu proje sağlık hizmetinin paralılaşması, toplumun büyük bir kesiminin sağlık hizmetine erişememesi demektir. Kent dokusuna zarardır. Bilimin gereklerine aykırıdır. Bu yüzden davacı olduk” diye konuştu. İlhan, Tayyip Erdoğan’ın 18 Eylül’de açılışını yaptığı Bilkent Entegre Sağlık Kampüsü ile ilgili Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararı verdiğini hatırlatarak “AKP hükümeti davayı etkisiz kılabilmek için yasa çıkardı, hangi hukuk devletinde üst mahkemenin kararı tanınmaz da fiili bir durum yaratılarak açılış yapılır?” diye konuştu.

Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Kamerhatun Mahallesi Tarlabafl› Bulvar› Caddesi No: 117/6 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer ART Matbaac›l›k, Türker Saltabafl, ‹stasyon Mah. 242 Sk, No:32 Kartepe / Kocaeli (0262 373 45 03) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.


8

EMEK 26 Eylül 2013 / 9 Ekim 2013

Halk›n Sesi

D‹SK’in K›rm›z› Çizgileri ‘bafllama vuruflu’ olabilir epimizi zor bir dönem bekliyor. Yerel seçimlere kadar tepeden tırnağa ülkemizin siyasetini, ekonomisini, sosyal yaşantısını etkileyecek gerilim kat sayısı son derece yüksek bir dizi sorunla karşı karşıyayız. Kürt sorununun belirsizliği, Suriye merkezli Ortadoğu sorununda Türkiye’nin kritik rolü, ekonomide kırılganlığın giderek artması ve bütün bunlara bağlı olarak insanlardaki iktidara karşı giderek artan endişe veya güven tazelemesi ihtiyacı… Ve bütün bu sürecin sonucunda sonbahar ve yaz aylarında kritik iki önemli seçim… Bütün bu “önemli” gündemler arasında emeğin yeri nerede durmaktadır? Yerellikle sınırlı bazı işçi örgütlenmeleri veya direnişleri dışında işçi mücadelesini siyaset gündemine taşıyacak bir sorunu veya konusu yok mudur işçi sınıfının? Kapitalizmin en vahşi biçimlerle uygulandığı ülkelerden biri olan Türkiye’de işçi sınıfının en az yukarıda saydıklarımız kadar önemli bir gündemi olmayabilir mi? Ne mümkün! İşte emeğin hakları ve mücadelesi bu “ağır” sorunların altında ezilmesin diye DİSK, Çalışma Bakanlığı’na 3 Eylül günü bir ziyarette bulunarak “DİSK’in Kırmızı Çizgileri”ni Bakan Faruk Çelik’e iletti. DİSK böylece başta işçiler ve emekçiler olmak üzere toplumun bütün duyarlı kesimlerine önümüzdeki dönem toplumsal süreçlerde işçi mücadelesinin de yer alacağını açıkça ilan etti. DİSK’in sunduğu metinde önümüzdeki işçi sınıfı mücadelesinin hangi sorunlar etrafında örgütlenebileceğinin ipuçlarını bulabiliriz. Yeni sendikalar yasasının ortaya çıkardığı örgütlenme sorunlarının yanı sıra, güvencesiz istihdam biçimlerinin yaygınlaştırılması, “alt işveren ilişkisinin yeniden tanımlanması”, “kıdem tazminatının fona devri”, “özel istihdam büroları”, “evde çalışma…” konuları yeni dönemde TBMM Genel Kurulu’na getiTufan rilerek sıcak mücadele günSertlek demleri yaratacak. Hatta AKP medyası Dev Sa¤l›k-‹fl “taşerona müjde” başlıklarıyla Yönetim Kurulu tasarladıkları “Taşeron Yasası”nın zemini yaratmaya başladı bile. AKP’nin bu süreçte izleyeceği taktikler konusunda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in kıdem tazminatı konusundaki açıklamaları yol gösterici olabilir. Çelik, “Kıdem tazminatı fona devredilmeyecek” dedikten birkaç dakika sonra “İsteyen işçi eski sistemden devam edebilir” diyor. Bu noktada Çelik’in “Öyle bir sistem kuralım ki 1 ay çalışan da kıdem tazminatı alsın” sözlerini “Öyle bir çalışma sistemi hayata geçirelim ki işçileri bir ay çalıştırıp işten çıkaralım ve işçiler daha ucuza ve güvencesiz bir şekilde çalışmak zorunda kalsın” şeklinde yorumlamak gerek. DİSK, işçi sınıfını yakından ilgilendiren bu konular hakkında çok daha öncesinden hazırladığı raporlarda düşüncelerini açıklamıştı. Bakan ile yapılan görüşmede hükümetin bu dönem gündeme getireceği bu konuların işçi ve emekçi hakları açısından “kırmızı çizgileri” oluşturduğu ifade edildi ve hükümetin bu konuları yasalaştırma girişimlerinin cevapsız kalmayacağını ve mücadeleyle karşılanacağını dile getirildi. DİSK’in hükümet nezdinde böyle bir girişimde bulunması, sınıf mücadelesinin önemli gündemlerini kamuoyuna hatırlatması ve mücadele kararlılığının altını çizmesi anlamlı bir adımdır. Toplumsal ilginin hem içeride hem dışarıda savaş ve barış arasında gidip geldiği bir süreçte emekçi sınıfların eşitlik ve adalet mücadelesi iddiasını dile getirmek DİSK’in hem kendini yenilemesi hem de işçi mücadelesinin yeniden örgütlenmesi açısından kritik öneme haiz. DİSK bu mücadele zemininde güçlenerek ve toplumsal meşruiyetini yaygınlaştırarak toplumun temel gündemlerine daha etkili müdahalelerde bulunabilir. Nitekim DİSK, çalışma hayatına ilişkin görüşlerini eylül ayı içinde Başbakanlığa da sunacak. Emek mücadelesinin barış mücadelesiyle bu kadar örtüştüğü bir dönemde emek örgütlerinin toplumun değişik kesimleriyle ilişkilenerek yeni mücadele süreçleri örgütleyebilme yeteneklerini geliştirebilmesinin son derece önemli olacağı bir döneme giriyoruz. DİSK’in “kırmızı çizgileri” böyle bir süreç için başlama vuruşu olabilir.

ELEKTRİK DAĞITIM ÖZELLEŞTİRMELERİNİNİ DERSİM’E FATURASI:

H

Ücret düşük, elektrik kesik Dersim merkezde ve ilçelerinde elektrikler sık sık kesiliyor. Kesintilerinin nedeni enerji işçilerinin grevi. Halkın tepkisi ise işçilere hakkını veremeyen Aksa Holding’e ALP TEKİN BABAÇ

D

ersim’de 17 Eylül’den bu yana enerji işçileri grevde. İşçilerin, Fırat Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi’nin (FEDAŞ) Aksa Holding’e devriyle maruz kaldıkları hak gasplarına karşı Enerji-Sen öncülüğünde başlattıkları greve halkın yoğun desteği var. Elazığ, Bingöl, Malatya ve Dersim illerini kapsayan elektrik dağıtımının özelleştirilmesiyle FEDAŞ, Aksa tarafından satın alındı. Satım işlemlerinin ardından mart ayında devir işlemleri başladı. FEDAŞ bünyesindeki taşeron şirketlerde çalıştırılan enerji işçileri özelleştirmenin ilk yansımalarını maaşlarında gördü. Devir öncesinde 1.300 lira maaş alan işçilerin maaşları devir işlemlerinin ardından 1.080 liraya düştü.

lemine kısa süre içinde Dersim’in ilçelerindeki enerji işçileri de katıldı. Günün sonunda yüzlerce işçiden sadece 3 işçi iş bırakmadı ve bu işçiler Tes-İş üyesiydi. Arıza, açma-kesme, okuma bölümlerinde çalışan enerji işçileri iş bırakınca arıza kayıtları da birikmeye başladı. 22 Eylül günü Dersim’deki arıza kayıtları bini geçti. Aksa binasının önünü eylem alanına çeviren işçiler basın açıklamalarını da Aksa binası önünde yapıyor. İşçilerin temel talepleri şunlar: Maaşların iyileştirilmesi (1800 TL ücret+yemek), tüm çalışanların taşeron şirketten Aksa kadrosuna alınması, keyfi rotasyon ve sürgünlerin durdurulması, taşeron firmalardan kalan alacakların (kıdem tazminatı, yıllık izin…) ödenmesi, fazla mesai ücretlerinin ödenmesi, işçi sağlığı ve güvenliği kurallarına uyulması ve çalışan

eksiğinin giderilmesi. Halkın Sesi’ne konuşan enerji işçileri 1.050 lira maaşları olduğunu ancak kiraların 700 lira civarında seyrettiğini belirtti ve sürekli borçlandıklarını ifade etti. Enerji-Sen Genel Başkanı Ali Duman ise taleplerinin açık ve net olduğunu, talepler karşılanana kadar eylemlerini sürdüreceklerini söyledi. HALK İŞÇİLERE DESTEK VERİYOR Eylemler nedeniyle kent genelinde elektrik kesintileri yaşandı. Hafta sonu elektrik kesintileri daha uzun oldu buna rağmen Dersim halkı enerji işçilerinin yanında olduklarını vurguladı. Halkın Sesi’ne konuşan Dersimliler “Haber izlesek yeter, Aksa işçilerin taleplerini kabul etmeli” dedi. Dersimliler, Aksa binası önünde eylemlerini sürdüren işçileri sık sık ziyaret ediyor.

EYLEMLER ELAZIĞ’A SIÇRADI Enerji işçilerinin eylemi sürerken Tes-İş ile Aksa arasındaki toplu iş sözleşmesi 20 Eylül’de sonuçlandı. Tes-İş’in “merak etmeyin yükselecek” dediği maaşlar yalnızca 30 lira yükseldi. 1.080 lira olan maaşlara ilk tepki Elazığ’dan geldi. Elazığ kent merkezinde ve ilçelerinde enerji işçileri yarım gün iş bıraktı. Merkezdeki işçiler eylemlerine devam etmezken Kovancılar ve Karakoçan ilçelerinde işçiler eylemlerini sürdürüyor. Ayrıca eylemlerin ardından Dersim”de Tes-İş’ten istifalar başladı. Elazığ’da da birçok işçi istifa etmek istedi ancak sendikalar yasası değişse de halen hayata geçirilmeyen noter şartı nedeniyle istifalar gerçekleşemiyor. İstifa etmek isteyen işçinin notere 150 TL. ödemesi gerekiyor.

Hava-‹fl’e AKP’den Truva at›

A

Ücret yoksa işgal var

Kendi iflyerini soyan patrona tekstil iflkolunda çok s›k rastlan›r. Ancak makineler iflçiler taraf›ndan ele geçirilirse, iflveren ödemedi¤i ücretleri ödemek zorunda kalabilir. Bu olaylardan biri 20 Eylül’de ‹stanbul Sar›gazi’de yafland›. Sar›gazi’deki Kardelen

Tekstil’de üç ayl›k maafllar› verilmeyen 170 iflçi 20 Eylül’de fabrikay› iflgal ederek makinelerin haczedilmesini engelledi. ‹flçiler, patron fiener Alkafl› hakk›nda suç duyurusunda bulunarak eylemlerini sonland›rd›.

SHÇEK’te iflten ç›karmalara karfl› eylem

İ

stanbul’da Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) çalışanları, işten çıkarmalara karşı Aile ve Sosyal Politikalar İstanbul İl Müdürlüğü’nün önünde 23 Eylül’de bir eylem yaptı. Ağaçlı Bakım Koruma ve Rehabilitasyon Merkezi’nde çalışan Devrimci Sağlık-İş üyesi üç işçi işten çıkarıldı. Feride Açıkgöz işveren tarafından mobinge maruz kalmış ve işten çıkarılmak istenmişti. Dev

Yatağan’da özelleştirmeye karşı direniş çadırı Muğla Yatağan’daki enerji ve maden işçileri özelleştirmelere karşı direniş çadırı kurdu. Özelleştirme öncesindeki çalışmaları engelleyerek özelleştirmelere karşı direnen Yatağan’daki enerji ve maden işçileri 16 Eylül günü santralin bulunduğu işletmede direniş çadırı açtı. Çadırın açılışında konuşan Maden-İş Şube Başkanı Süleyman Girgin direnişlerini sürdüreceklerini belirtirken Tes-İş Şube Başkanı Fatih Erçelik başta Türk-İş

TES İŞ TİS İMZALANACAK DİYEREK 6 AY OYALADI Devir işlemleri gerçekleştiği sırada yetkili sendika Türk-İş’e bağlı Tes-İş ile Aksa arasındaki toplu iş sözleşmeleri sürüyordu. İşçiler maaş düşüşlerine itiraz etse de umutla toplu iş sözleşmesinin sonucunu bekledi. Tes-İş de bu süre boyunca toplu iş sözleşmesi sonucunda maaşların yükseleceği fikrini yayarak işçilerin tepkilerini engellemeye çalıştı. Dersim’deki Enerji-Sen üyesi enerji işçileri ise Tes-İş’in engellemelerine rağmen yakıcı hale gelen düşük ücret sorununa karşı mücadele edilmesi gerektiğini vurguladı. İki EnerjiSen üyesi, ücret sorununu gündeme getirdiği için “rotasyon” adı altında Hozat’tan Ovacık’a sürgün edildi. Sürgünün üzerine Dersim’deki enerji işçileri 17 Eylül günü Enerji-Sen öncülüğünde iş bıraktı. İş bırakma ey-

olmak üzere tüm sendikaları ve halkı direnişe desteğe çağırdı. Ayrıca işçilerin özelleştirmelere karşı başlattığı imza kampanyası da sürüyor. İşçiler daha önce özelleştirme için işerine gelen şirket temsilcilerini kovmuşlardı.

Sağlık-İş İşyeri Temsilcisi Cihan Aydoğdu ile Deniz Karasapan da Feride’nin yaşadığı sıkıntıyla ilgili Feride’yle birlikte işverenle görüşmek istedi. Görüşme girişimi “izinsiz toplantı” gibi gösterildi ve üç işçi de işten çıkarıldı. İşten çıkartılan işçiler ve SHÇEK çalışanları, Dev Sağlık-İş öncülüğünde kurum önünde bir eylem yaparak toplumun vicdanı olduğunu söyleyen Aile ve Sosyal Po-

litikalar Bakanlığı’nı göreve davet etti. Arkadaşlarına sahip çıkan Dev Sağlık-İş üyeleri hukuksuz uygulamalar karşısında sessiz kalmayacaklarını gösterdi. Sendikal örgütlenmenin engellenemeyeceğinin belirtildiği açıklamada her türlü fiili ve hukuki mücadelenin verileceği ifade edildi. Eyleme Punto Deri’de işten çıkarılan ve direnişte olan Deri-İş üyesi işçiler de destek verdi.

6 defa kapatılan maden göçtü, bir işçi öldü Zonguldak’ta, özel bir şirkete ait maden ocağında 15 Eylül’de meydana gelen göçükte madenciler mahsur kaldı. Gelik beldesi Dağbaca mevkisinde ruhsatsız işletilen kömür ocağında meydana gelen göçüğün ardından kurtarma çalışmaları başlatıldı. İşçilerden Osman Vefik Uluçay kurtarılırken, 29 yaşındaki işçi Ümit Eroğlu tüm çabalara rağ-

men kurtarılamayarak hayatını kaybetti. Göçüğün ardından “ihmal ve denetimsizlik” söylemleri kullanılamadı bile, çünkü maden ocağı Türk Taşkömürü Kurumu tarafından yapılan incelemeler sonucunda 6 defa mühürlenmişti. Ruhsatı dahi bulunmayan maden ocağının sahibi, tüm denetimlere rağmen ocağı kaçak bir şekilde çalıştırmaya devam etmişti.

KP, Hava-İş’in direncini kırmak için bu sefer genel başkan adayı “atadı”. Hava-İş Olağan Genel Kurulu’nun tarihinin belli olmasının ardından genel başkanlık için adaylar da belli olmaya başladı. Adayların içinde en dikkat çeken isim Ömer Önder Haberdar. Greve çıkan THY işçilerini tehdit eden Ulaştırma, Haberleşme ve İletişim Bakanı Binali Yıldırım’ın yeğeni olan Ömer Önder Haberdar, seçilmek için delegelere 3. Havaalanı yakınlarında TOKİ’den ev bile vaat ediyor. AKP, THY’ye kendi yandaşlarını atayıp eski idari kadroyu tamamen değiştirdi. İstediği sonuca ulaşamayan AKP, İş Kanunu’nu değiştirerek sivil havacılık işkolunda grevi yasaklamaya çalıştı. Buna bir günlük iş bırakma eylemiyle yanıt veren Hava-İş üyesi 305 işçi işten çıkarıldı. İşçiler direnişe geçince, THY bünyesindeki bazı işyerlerini yandaş sendika Çelik-İş’in olduğu metal işkolunda gösterdi. Bu süreçte THY, toplu iş sözleşmesinde Hava-İş’in hiçbir talebine olumlu yanıt vermeyince Hava-İş greve çıktı. Grev boyunca THY kaçak işçi çalıştırarak grev kırıcılık yaparken AKP medyası da grevi kötü göstermek için elinden geleni yaptı ama tüm bu girişimler Hava-İş’in direnci nedeniyle boşa düştü. Hava-İş, grevini sürdürdü. THY ve AKP’nin saldırıları yeni yönetmeliklerle devam ediyor. Hava-İş bu saldırılar karşısında hukuki alanda da mücadele yürütüyor. Son olarak 21 Eylül günü mahkemeye sunulan bilirkişi raporu, THY’nin çalışanların dinlenme süresini 36 saatten 24 saate çeken uygulamasını haksız buldu. Hava-İş, uygulamanın iptal edilmesini talep ederken dava 1 Ekim’e ertelendi.

Feniş Alüminyum’da işgal komitelerle sürüyor Kocaeli Gebze’de yer alan Feniş Alüminyum fabrikasının patronunun üretimi durdurma kararı almasının ardından işçilerin 10 Eylül’de başlattığı işgal sürüyor. 418 işçinin çalıştığı fabrikada gece gündüz nöbet tutan işçiler, 30-35'şer kişilik komiteler kurdu. Komiteler, fabrikadaki temizlik, mutfak, servis gibi işlerden sorumlu. Direniş, çevredeki işçiler ve Kocaeli toplumsal muhalefetinin yanı sıra milletvekilleri tarafından da ziyaret ediliyor. Çelik-İş

Sendikası'nın örgütlü olduğu Feniş'te işçilerin maaşları üç aydır verilmedi. İşçilerse iş yavaşlatma eylemi başlatınca patron işçilerin haklarını ödemeden iflas vererek fabrikayı kapatmak istedi ve işçiler direnişe geçti.


9

SERMAYE 26 Eylül 2013 / 9 Ekim 2013

Halk›n Sesi

Cilal› AVM’lerden demir y›¤›n› mezarlara Başta İstanbul olmak üzere tüm kentleri yağmalayan AVM’ler bir bir kapanıyor. İnşaat ve borç ekonomisine sırtını dayayan AKP ise yeni AVM’ler için yeşil alanları imara açıyor, hukuksuzlukları örtbas ediyor MEHTAP MET‹NO⁄LU

T

ürkiye'de özellikle de İstanbul'da neredeyse her semt başına bir AVM düşüyor. AKP, bir taraftan AVM sevdasıyla yenilerini inşa etmek için yeşil alanları imara açarken diğer taraftan onlarca dönümlük alan üzerine kurulan demir yığınları birer birer kapanıyor. AVM Yatırımcıları Derneği’nin verilerine göre son yedi yılda, İstanbul’da 26, Ankara’da 5, Muğla’da 2; Bursa, Mersin, Gaziantep, İzmir, Balıkesir, Denizli, Sivas ve Tekirdağ’da 1’er olmak üzere toplam 41 AVM kapandı. Son olarak İstanbul Bayrampaşa’da 70 dönüm arazi üzerine kurulu "Ora AVM" isimli projenin sahibi Ora İstanbul Gayrimenkul Yatırım ve Geliştirme AŞ hakkında yürütülen iflas erteleme davasında mahkeme, 18 Eylül'de şirketin iflasına karar verdi. Son yılların en büyük batığı olarak kayıtlara geçen Ora AVM'nin toplam borcu 685

AKP'nin inflaat baronlar›: GYO

milyon Euro olarak hesaplanıyor. En büyük alacaklı olarak 270 milyon Euro'luk kredi alacağı ile Ziraat Bankası başı çekiyor. “ORA” BATTI YEN‹LER‹ SIRADA 2011'de açılışı yapılan ve 400 milyon dolarlık yatırımla en büyük AVM'lerden biri sayılan Ora AVM bir yıl bile dayanamadan kapanma aşamasına gelmişti. İflas kararıyla tamamen kapanan AVM'nin ne olacağı şimdilik meçhul. Ancak benzer örneklerin makus talihi "Ora" için de geçerli olabilir. Örneğin, iflas eden 20 milyon dolarlık Fox City'nin hastaneye dönüştürülmesi söz konusu. Beylikdüzü’nde açılan 100 milyon dolarlık Taksit Center ‘Bit Pazarı’, Ankara'daki 15 milyon dolarlık Maltepe AVM ise "Sosyete Pazarı" oldu. Eğitim kampüsüne dönüşen AVM de var. İstanbul Güneşli’deki Hayat Park AVM bunun bir örneği. Birbiri ardına kapanan AVM'le-

erkez Bankası'nın açıkladığı ödemeler dengesi verilerine göre 2013 yılı Temmuz ayında "net hata noksan" kaleminde 4 milyar 801 milyon dolarlık kaynağı belirsiz para girişi yaşandı. Eğer net hata ve noksan pozitif ise, cari açığın o ölçüde büyük ya da finansman hesabının o ölçüde küçük yazılmış olduğu varsayılıyor. Net hata ve noksan negatif ise, bu kez de tersi bir yazım oluyor. “Net hata noksan” kalemi, ödemeler dengesinde nereden geldiği ya da nereye gittiği tam ayırt edilemeyen girişin yer aldığı kalem olarak ifade ediliyor. Prof. Dr. Korkut Boratav, net hata noksan kaleminin AKP’nin iktidarda olduğu

ZORLU NASIL YÜKSELD‹? Yapılması planlanan AVM'lerin yanı sıra inşaat halinde olanlar da var. İstanbul Zincirlikuyu'daki Karayolları arsasını Özelleştirme İdaresi'nden 800 milyon dolara alan Zorlu Grubu'nun inşa ettiği Zorlu Center, eylül ayının sonunda açılacak. Gökdelen ve AVM'lerin yaban otu gibi çoğaldığı İstanbul'da Zorlu Center'i diğerlerinden ayıran birçok özellik mevcut. Dört kulesi, AVM'si ve gösteri salonlarıyla kimilerine göre birçok anlamda rekorları elinde bulunduran

‹nflaat sektörüne hükmeden ve say›lar› bugün için 29’a ulaflan, 3'ü için de kurulufl izni verilen Gayrimenkul Yat›r›m Ortakl›klar› (GYO), “Gayrimenkullere, gayrimenkule dayal› projelere ve gayrimenkule dayal› sermaye piyasas› araçlar›na yat›r›m yapmak suretiyle faaliyet gösteren özel bir portföy yönetim flirketi” olarak tan›mlan›yor. Mustafa Sönmez'in ifadelerine göre, GYO’lar, inflaat projelerinin finansman›na kaynak sa¤layan flirketler. GYO’lar, inflaat projelerini, borsaya yat›r›m yapan irili ufakl›, yerli-

4.8 milyar dolar nereden geldi? M

re rağmen yenilerinin açılmasıyla birlikte 2015 yılına kadar 60 ilde toplam 110 AVM açılacağı tahmin ediliyor. Yapılması planlanan yeni AVM’ler ile Türkiye’deki toplam AVM sayısı 409 olacak. AVM'nin kapanma nedenleri arasında plansızlık ve alım gücünün azalması bulunuyor. Piyasa doygunluğa ulaşıyor ve farklı bir şey üretemeyen rekabete yenik düşüyor.

yıllarda hep artıda olduğuna dikkat çekti. “Bu kadar büyük istatistiki, hesap hatası olamaz. Bana göre bu kriminal bir olaydır” diyen Boratav durumu şöyle değerlendirdi: “Net hata noksan hesabı artık polis muhabiri gibi iz sürmesi gereken arkadaşların görevi haline geliyor. 2003’ten 2012’nin sonuna kadar bir tek yıl, galiba 2006’da 200 milyon kadar eksi var, onun dışında hep artıda seyretti. 2011’de de yıllık toplam 9.4 milyardı. Bu sene normale döner gibi oldu. Sanıyorum 4 ay eksi, 2 ay artı gidiyordu ama eksiler daha çoktu. Şimdi 4.8 milyar dolar ile denge artıların lehine döndü.”

Zorlu Center projesi 2.5 milyar dolara mal oldu. İstanbul'un en değerli arazisini yüklü miktarda para ödeyerek alan Zorlu Grubu, harcadığı parayı imar planlarında oynama yaparak fazlasıyla çıkardı. Çünkü Zorlu'ya 232 bin metrekarelik izin verilmişti ancak proje bir anda genişledi ve 615 bin metrekareye yayıldı. Mimarlar ve şehir plancıları tarafından hakkında çok sayıda dava açılan Zorlu Center inşaatının yapımına devam edildi. Son olarak binanın ruhsatının iptal edilmesi talebiyle Bölge İdare Mahkemesi’ne açılan davada alınan “bilirkişi tespiti” kararı iptal edildi. Mahkeme bilirkişi tespitinin yapılacağı gün (17 Eylül), ara bir karar çıkardı ve bilirkişi raporunun istenmesi yönündeki kararı iptal etti. Tüm bunlar tesadüf müydü? Tabii ki hayır. Ramazan ayına dönelim. Zorlu Holding, AKP'ye 1 milyon 844 bin TL tutarında bağış yapmıştı. AKP de Zorlu'nun hukuksuzluklarını örtbas etti. Yoksa Boğaz

yabanc› yat›r›mc›dan, gayrimenkul yat›r›m ortakl›¤› paylar› karfl›l›¤›nda toplad›klar› paralarla finanse ediyor. Sönmez yaz›s›nda GYO'lar› flöyle inceliyor: "GYO aktiflerinin üçte biri tek bafl›na TOK‹ ifltiraki Emlak Konut’a ait. TOK‹’nin verdi¤i arsalar› müteahhitlerle ortak, prestijli konut yat›r›m›nda kullan›yor. GYO’lar aras›nda aktif büyüklü¤üne göre ikinci s›ray› Torunlar GYO al›yor. fiirketin kurucusu Aziz Torun, Erdo¤an'›n imam hatipli arkadafl› oldu¤unu saklam›yor ve devasa yat›r›mlar yürütüyor.

Kanunu'nu delen, ihale şartnamesinin üzerinde yapılaşmaya giden ve ulaşım yoğunluğu yüksek bölgeye araç yükü bindiren Zorlu Center'ın demir yığını kuleleri nasıl yükselecekti. "DURMAK YOK ‹NfiAATA DEVAM" Mayıs ayında ABD Merkez Bankası'nın (FED) ucuz dolar musluğunu kısacağını açıklaması, aslında ödenmeyen kredilerden, değer kaybeden para birimlerinden ve bankalar ile müteahhitlerin olası iflaslarından dolayı yaşanabilecek bir çöküşün habercisiydi. Böylece bağlı ekonomilere akan dolar üzerinden ucuz kredilere dayanılarak inşa edilen Ora AVM gibiler arkasında borç batağı bıraktı. Ama AKP'nin inşaat ekonomisinden başka çıkarı yok. Gezi ile başlayan isyan, yeni gökdelenler ve AVM'ler için daha fazla yağmalanması düşünülen kentlerin koruyucusu, AKP'nin ise korkulu rüyası olmaya devam edecek.

AVM inşaatları işçinin mezarlığı AVM inflaatlar› sadece kent dokusuna zarar vermekle kalm›yor. ‹nflaatta çal›flan tafleron iflçiler, ifl güvencesi olmaks›z›n, milyon dolarl›k AVM'lerde günlü¤ü 50 TL'yi geçmeyen ücretlerle çal›fl›yor. ‹stanbul Esenyurt’ta 11 Mart 2012 tarihinde Marmarapark AVM inflaat›nda ç›kan yang›nda 11 iflçi hayat›n› kaybetti. Ba¤c›lar Güneflli 'de 25 Ocak günü Gül Proje AVM ve rezidans inflaat›nda cila yapan tafleron iflçisi Serdar Susan 18. kattan afla¤›ya düflerek hayat›n› kaybetti. Susan’›n üzerinde çal›flt›¤› iskelenin sabitlenmedi¤i ve emniyet kemeri olmad›¤› için inflaattan düfltü. Kiler GYO taraf›ndan ‹stanbul 4. Levent'te infla edilen Sapphire Tower’›n inflaat›nda çal›flan iflçi Serkan Çetin, Eylül 2010'da çal›fl›rken düflerek öldü. Ayr›ca Sapphire Tower, ödenmeyen iflçi ücretleriyle yükseldi ve 216 metre yüksekli¤iyle Avrupa’n›n ve Türkiye’nin en uzun binas› olarak kabul edildi.

Torunlar GYO’nun yan› s›ra, Zeytinburnu kuleleriyle ‹stanbul silüetinin can›na okuyan Saf GYO, dikkat çeken bir baflka yeni türeme inflaat baronlar›ndan. Kiler, bir di¤er AKP’lili¤i tescilli inflaat baronu. ‹nflaat›n, sermaye birikiminin baflat kulvar› durumuna geçmesi ile, özellikle “‹stanbul’u satmak” slogan› ile birlikte, 1970’li y›llar›n sanayicileri inflaatç› kesildi. Bankalar, yüzlerini inflaata dönerek GYO’lar kurdu. Bunlardan ‹fl GYO, aktif s›ralamas›nda ilk s›ray› alanlardan."

Bedava değil dolar ayarlı doğalgaz Aygaz'ın Doğalgaz Piyasası Kanunu’nda değişiklik getiren kanun tasarısının taslağı Başbakanlık’a gönderildi. Doğalgaz piyasasını yeniden yapılandıran taslağın en önemli maddesini İGDAŞ'ın gaz fiyatlarını dolara endekslemesi oluşturdu. Taslak bu haliyle yasalaştığı takdirde İstanbul'da dolar yükseldikçe doğalgaz fiyatı da artacak. Vatan gazetesi haberinde, İGDAŞ'ın özelleştirilmesinin önünün açıldığı taslakta gaz fiyatının dolara endekslenmesinin nedeni olarak İGDAŞ'ı alıcı gözünde cazip kılmak olduğuna işaret etti. Taslakta ayrıca İGDAŞ’ı satın alacak yatırımcıya, devir sözleşmesini izleyen 10 yıl

boyunca kar güvencesi de veriliyor. BEDAVA DO⁄ALGAZ MI? Taslağın ilgili maddesi "Dolarizasyonu körükler" sözleriyle eleştirilirken Habertürk'ün yaptığı "Yoksula bedava doğalgaz" haberleri yayıldı. Enerji Bakanlığı'nın önerisiyle Bakanlar Kurulu'nun belli bölgelerde ve belirli amaçlarla doğalgaz tüketicilerini sübvanse edebileceği, destek verilecek bölgenin, desteğin biçiminin Bakanlar Kurulu tarafından belirleneceği ileri sürüldü. Oysa Habertürk taslakta yer alan, “Belirli bölgelere veya amaçlara yöne-

lik olarak tüketicilerin desteklenmesi amacıyla sübvansiyon yapılması gerektiğinde, bu sübvansiyon fiyatlara müdahale edilmeksizin yapılır. Sübvansiyonun tutarı ile usul ve esasları ilgili bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenir ve ilgili kurumun bütçesinden ödenir” maddesini yanlış yorumlamıştı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, bedava doğalgaz haberine ilişkin "Yoksul fakir vatandaşlara dağıttığımız yerli kömür gibi bir sübvansiyon söz konusu değil. Bakanlığımızın böyle bir tasarısı yok" diyerek Habertürk'ün yaydığı haberin gerçek olmadığını söyledi.

lisansı iptal

Enerji Piyasas› Düzenleme Kurulu (EPDK), Koç Grubu'na ait Aygaz Anonim fiirketi'nin LPG depolama lisans›n› sona erdirdi. ‹lan Resmi Gazete'nin 22 Eylül say›s›nda yay›mland›. EPDK yetkilileri, Aygaz'›n Mersin Depolama Tesisi'nin depolama lisans›n›n, herhangi bir denetim sonucunda de¤il, flirketin daha önceki baflvurusu üzerine S›v›laflt›r›lm›fl Petrol Gazlar› Piyasas› Lisans Yönetmeli¤i hükümleri çerçevesinde sonland›r›ld›¤›n›, 1 A¤ustos 2013'te al›nan karar›n 22 Eylül'de Resmi Gazete'de yay›mland›¤›n› söyledi.


10

KİBELE 26 Eylül 2013 / 9 Ekim 2013

Halk›n Sesi

Kad›n ‹stihdam Paketi: ‹flyerimiz evimiz olurken KP’nin gerici-erkek egemen ideolojisinin sermayenin çıkarlarıyla bütünleşik olduğu bir kez de Kadın İstihdamı Paketi tartışmaları vesilesi ile hatırlanıyor. Kadının yerini aile içerisinde tanımlayan AKP hükümeti kadına toplumda ancak anne-eş olarak saygınlık ve konum vaat ediyor. Kadının bağımsız bir birey olarak, tüm kapasitesi ile toplum hayatına katılmasındansa babaya-kocaya bağımlı bir biçimde ve doğurganlık kapasitesi ile tanımlanması AKP’nin kadına bakışının temelini oluşturuyor. Sermayenin bakışı ile örtüşen bu anlayış kadınların ikincil konumunu pekiştirilirken, iktidar tüm bir toplum hayatını da bu anlayışla yeniden düzenliyor. Bu konum beraberinde kadın emeğinin değersizleşmesini, daha ucuz daha kıymetsiz hale gelmesini de sağlıyor. AKP muhafazakarlığı neoliberalizmin ihtiyaçları ile örtüşen özgün bir anlayışa sahip. AKP, kadını eve kapatmak yerine onun ev içindeki konumunu başta çalışma hayatı olmak üzere yaşamın tüm alanlarında geçerli tek konum haline getiriyor. Kadınlar esnek ve güvencesiz çalışma düzeneklerine dahil olarak işçi haline gelirken aslında ev içindeki ikincil konumları ile çalışma hayatına dahil oluyor. Evde çalışan, parça başı iş yapan, çağrı üzerine çalışan, siparişe dayalı bir biçimde çalışan kısacası esnek çalışmanın farklı biçimleri ile çalışma hayatına dahil olan birçok kadın kendisini işçi olarak değil ev kadını olarak görüyor. Dahası toplumsal konumları da böyle şekilleniyor. Öte yandan bu çalıştırma biçimlerine dayalı yeni çalışma rejimi kadınların ev içi görevlerini aksatmadan çalışma hayatına katılmasını sağlıyor. Sermayenin ç›kar çat›flmas› var, kad›nlar›n ve s›n›f›n ç›kar birli¤i Şimdi bu yazıyı yazmamıza ve kadın istihdamını bir kez daha tartışmamıza vesile olan güncel tartışmaya dönecek olursak, madem sermayenin kadından beklentisi son derece açık ve net AKP hükümeti ile sanayi Özge odalarının başkanları aracılığıyla Yurttafl sermayenin yürüttüğü bu tartışmanın sebebi ne? Dev Sa¤l›k-‹fl Anlaşılan o ki patronlar E¤itim Uzman› kadınlara dönük söz konusu uygulamaların yükünü kendilerinin taşımayacağı konusunda garanti istiyor. Fatma Şahin, “yükün devlette olacağını” Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir’in eleştirilerine yanıt verdiği açıklamasında dile getirmiş oldu. Sermayenin bu konudaki kaygıları elbette bununla sınırlı değil. Ortada doğum teşvikinin getireceği yüke dair kısa vadeli çıkarlarla nüfusun genç kalmasının garanti altına alınması gibi uzun vadeli çıkarlar arasında bir çatışma söz konusu. Sermaye bu çatışmada güncel durumuna uygun bir tercihte bulunacaktır. Bize düşen ise sermayenin uzun-kısa vadeli çıkar çatışması ve iktidarla giriştiği pazarlıklar karşısında seyirci kalmak ya da anlık müdahalede bulunmaktan fazlası. Sendikal hareketin iki önemli eksikliği bu vesile ile bir kez daha ortaya çıktı. Doğum izni ve kreş sorununun halen yalnızca kadın emekçilerin sorunu olarak görülmesi bu açıdan en büyük eksiğimiz. Hükümet ve sermaye kadınların doğum izni kullanımını artırma söylemi altında esnek ve güvencesiz çalışmayı yerleşik hale getirmeye çabalıyor. Bu girişim kadınlarla birlikte erkekler için de doğum izni talebinin tüm sınıf örgütleri tarafından neden savunulması gerektiğine bir yanıt niteliğinde. Aynı şekilde çocuk bakımının toplumsallaştırılmasının gerekliliği bir kez de bu yasal düzenlemelerle gözler önüne serildi. Çocuk bakımı bahanesiyle kadınları evden çalışmaya yönlendiren ya da yarı zamanlı çalışma biçimleriyle kuşatan sermayeiktidar ikilisi, tüm işyerlerinde kadın çalışanların sayısına göre değil şartsız koşulsuz kreş hizmeti zorunluluğu ile karşı karşıya olsaydı bugün bu düzenlemeler çoktan boşa çıkmış olacaktı. Unutmayalım ki kadınların tarihi aynı zamanda sınıfın tarihidir. O halde kadınların talepleri de aynı zamanda tüm sınıfın talepleri olmak zorundadır.

A

Köşe yazısının tamamı Sendika.Org’da yayımlanmıştır.

Zülfü için isyandayız A

nkara Mamak’ta Şahintepe mahallesinde kocası tarafından kurşunlanarak öldürülen Zülfü Öztürk, Mamaklı kadınlar tarafından kendi adının verildiği parkta anıldı. 17 Eylül 2012’de akşam saatlerinde kocası tarafından öldürülen Zülfü Öztürk’ün katili haksız tahrik indirimi ile sadece 20 yıl hapis cezası almıştı. Mamaklı kadınlar, Zülfü’nün ismini bir parka vermişti. 17 Eylül’de Zülfü’nün ölüm yıldönümünde 18.00’da Zülfü Kadın Yaşam ve Güvendik Parkı’nda toplanan kadınlar bu davanın takipçisi, iktidar-koca eliyle sesi kesilmeye çalışılan kadınların sesi olacağını vurgularken devletin mahkemesinin verdiği kararı kınamak adına tabelaya siyah yemeni astı. “Yasta değil isyandayız” diyen kadınlar parka yakalarında siyah kurdelelerle geldi. Parkın her yanına da siyah kurdeleler asan kadınlar ‘Zülfü kadın ölümsüzdür’ sloganıyla, kadınların yalnız olmadığını, işlenen her cinayetin hesabının verileceğini söyledi.

Paketten istihdam yerine aile ve ucuz emek çıktı çizgide hazırlanan bir paket.”

TUBA GÜNEfi

A

KP’nin Kadın İstihdam Paketi yine basına servis edildiği kadarıyla gündeme sokuldu. Paket, doğum izninin 16 haftadan 18 haftaya çıkarılması, yarım gün çalışmanın teşvik edilmesi, doğum yapan kadınların işe dönüşünün garantisi olması gibi “vaat”lerle yeniden konuşulmaya başlandı. Paket eğer söylendiği gibi geçerse, tüm kadınlar, doğumdan sonra çalışılamayan zamanlar için prim ödenebilmesi anlamına gelen “doğum borçlanması”ndan yararlanabilecek. Ancak bunların hiçbiri müjde değil. Başbakanlık, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Kalkınma Bakanlığı’nın ortak hazırladığı pakete sanayi odaları, bu kadın işçilerin kendi omuzlarına yükleyeceği sorumluluklar karşısında “Kadınları işe almayız” tepkisi ile karşılık verdi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ile aralarında kısa süreli bir “atışma” yaşandı. Bakan Şahin, bu atışma sırasında, adına rağmen paketin kadın istihdamını değil kadın doğurganlığı üzerindeki kontrolün pekiştirilmesini hedeflediklerini itiraf etti.

Ankara Sanayi Odası Başkanı Nurettin Özdebir de Şahin’le “atışma”larından sonra içini ferahlatan telefon konuşmasını şöyle aktardı: “Çalışma ve Aile bakanları, kadın istihdamıyla ilgili kamuoyunda yanlış bir algı oluştuğunu, işverenlerin kaygısının yersiz olduğunu ifade ettiler. Ben de kadın istihdam paketinin esnek çalışma konularında yeni düzenlemelerle desteklenmesi gerektiğini ifade ettim. Yaptığımız konuşmalardan, konuyla ilgili kaygılarımızın dikkate alınarak giderileceği izlenimini aldım."

Özdebir bu izlenimi edindi, çünkü paket kadınları esnek yani güvencesiz çalışmaya mecbur bırakacak diğer düzenlemelerle desteklenecek. B‹Z B‹R DENGE TUTTURDUK Çünkü Bakan Fatma Şahin, dilinin altındaki baklayı artık gizlemiyor. “Biz bir denge tutturduk, kadın hem istihdamda olacak hem ailede olacak” ifadeleri ile kadını aile içine hapsetme gayretlerini açık eden Şahin’in sözlerini Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in açıklamaları tamamla-

dı. Çelik, "Burada amacımız, kadının istihdamını engelleyecek kararlar almak değil. Kadının hem istihdamı hem de sağlıklı nesillerin yetişmesi, genç neslin muhafazası konusunda çok dikkatli hazırlanmış bir pakettir. 'Kadın istihdamını ortadan kaldırıyormuş' gibi bir yaklaşım son derece yanlıştır. Şu anda gençliği ile övündüğümüz nüfus bu özelliğini kaybedecek gibi bir yaklaşım yok. Hem genç nüfus olacak hem sağlıklı bir aile olacak hem de kadının istihdamı çalışma hayatına katılımını sağlayacak. Bu hassas

HÜKÜMET VE SERMAYE HEMF‹K‹R AKP’nin paketinin hassasiyetini Çelik’inki kadar uzun cümlelerle anlatmaya yer yok. Hem hükümetin hem sermayenin derdi kadınların bedenleri üzerinde tahakküm kurarak ucuz emek arzının sürekliliğini sağlamak. Bugünkü ucuz emek “ihtiyacını” da kadınların emekgücünü ucuzlaştırarak sağlamaya çalışıyorlar. Bu demek ki sermaye ve hükümet arasında bir görüş ayrılığı yok. Beklentileri de projeleri de aynı. Kadınlarsa bu görüş birliğine karşı esnek çalıştırma biçimlerinden vazgeçilmesini istiyor, aile dayatmasına karşı ses çıkarıyor. Kadın sendikacılar, AKP’yi 11 senedir iyi tanıyor. Kadın konusunda ağızlarını açtıkları anda, getirilenin muhafazakar yapıyı besleyecek, toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü dayatacak, aileye hapsedecek neoliberal politikalarla bütünleştirecek bir proje önereceklerini biliyor. Görüştüğüm kadın sendikacılar, paketi sorar sormaz “AKP kadınların aile içindeki “görevler”ini aksatmadan, ucuz iş gücü olarak çalıştırılmasını istiyor” diye konuşmaya başlıyor. Aşağıdaki gibi devam ediyor:

D‹SK Genel Sekreteri Arzu Çerkezo¤lu:

KESK Kad›n Sekreteri Canan Çala¤an:

Hem do¤ur, hem eme¤ini ucuza sat

Mücadeleye devam

“Kadının çalışma yaşamında haklarının tanınıp tanınmayacağı çok şüpheli. Bugün de kadın işçilerin hakları var ve hükümet mevcut hakların bile ihlaline göz yumuyor. Sonuçta kadın işgücü, sermaye için düşük emek maliyetleri demek ve bunun işgücü piyasalarından çekilmesini patronlar da istemiyor. Ancak gelecekte de ucuz emek ihtiyacı olacağı için bugün kadınların 35 çocuk doğurmasını da istiyorlar. ‘Denge tutturduk’ dedikleri tam da bu: Bugünkü ucuz emek arzıyla gelecekteki ucuz emek arzı arasında bir denge tutturmaya çalışıyorlar. Yani kadının hem 3-5 çocuk bakabileceği hem de ucuz emeğini satabileceği, kadına özel bir istihdam biçimi üzerinde çalışıyorlar. Özel istihdam büroları gibi esnek, evden çalışma gibi güvencesiz çalıştırma biçimlerini dayatıyorlar ve bu dayatmaya yanıtı daha önceden de olduğu gibi kadınlar sokakta verecek.”

Düzenlemelerin asıl amacı ne istihdamda kadınlar lehine bir düzenleme yapmak, ne de bizim de yıllardır mücadelesini verdiğimiz kreş ve ebeveyn haklarına ilişkin talepleri karşılamak. Asıl hedeflenen bir taşla iki kuş vurmak. Birincisi; Başbakanın her aileye en az üç çocuk talimatını yerine getirmek için kadın doğurganlığını, ikincisi; esnek ,düşük ücretli, güvencesiz istihdam biçimleri ile kadın emeğini denetim altına almak ve dolayısıyla kadın bedeni ve emeği üzerindeki mevcut sömürüyü daha da katmerli hale getirmek. KESK olarak yıllardır biz de, Bakım yükümlülüklerinin toplumda yerleşik olan cinsiyet eşitsizliği nedeniyle, yalnızca kadınların sorumluluğunda görülmesinin, kadının istihdama ve toplumsal yaşamın bütününe katılımını olumsuz etkilediğini ifade ediyor ve değiştirmek için mücadele ediyoruz. Bu kapsamda kreş ve ebeveyn haklarına ilişkin yaptığımız kampanyalar, eylem ve etkinlikler biliniyor. Yine mücadelemizin önemli bir ayağını esnek, güvencesiz, taşeron, kuralsız çalışma biçimleriyle emek sömürüsünün derinleştirilmesine karşı mücadele oluşturuyor.

Sendikal Güç Birli¤i Kad›n Koordinasyonu’ndan Necla Akgökçe:

Paket iflverenin lehine “AKP, kadınlara demografik bir unsur olarak bakıyor. Kadına eşit işgücü olarak değil, bir özne olarak değil, işgücü sayısını artıran nesneler olarak bakıyor. Getirilen paketin, işverenlerin lehine bir paket. Nüfus azalırken çocuk sayısını artırmak için kadınların ‘eve katkı sağlayacak’ işlerde çok daha ucuz işgücü olarak çalışmasını ve aile ‘görevlerini’ de aksatmadan işgücüne katılması isteniyor. Bu paketten sermaye zararına bir şey çıkmaz. Ben patriyarka ve kapitalizmin çıkarlarının her zaman uyuşmayacağını savunuyorum. Ama bu olayda, uyuşuyor. Hükümet ve sermayenin çıkarları bu pakette ortaklaşıyor, paketi neresinden tutsanız kadının değil sermayenin lehine.

‹nce arama iflkencesi sürüyor, kad›nlar aya¤a kalk›yor BANU SERVETO⁄LU

ezi İsyanı boyunca sokaklarda polis şiddetinin hedefi olan kadınlar, gözaltı süreçlerinde de polis tarafından taciz edildiler ve çıplak aramaya tabi tutuldular. Son olarak Hatay’da Ahmet Atakan’ın polis tarafından katledilmesi üzerine Kadıköy’de sokağa çıkan eylemcilerden iki kadın “ince arama” işkencesine maruz kaldı. İstanbul Kadıköy polis saldırılarının en şiddetli yaşandığı yerlerden biri oldu. 12 Eylül günü Kadıköy’de yapılan eylemde gözaltına alınanlardan T.K. isimli bir direnişçi kadın gözaltına alındıktan sonra yol boyunca hakarete maruz kaldığını söyledi. T.K. olan biteni şöyle anlattı: “İskele Polis Merkezi’ne götürüldüğümüzde 10 kadındık. Teker teker odaya alınıp, ifade vermemiz istendi. Avukatsız konuşmak istemediğimi söyledim. Ben ve bir kadın dışında 8 kadın serbest bırakıldı. Önce diğer kadını arama için odaya aldılar, ardından beni. Odaya alındığımda fark ettim ki oda gaz kokuyor ve odaya giren öksürüyordu; öksürmekten duramadım. Kadın polis üstümdeki her şeyi çıkarmamı istediğinde itiraz ettim. ‘Hayır, çıkaracaksın’ dediğinde hem nefes alamadığım için hem de ayağımın ağrısından gücüm kalmadı, daha fazla direnemedim. Üzerimdeki her şeyi çıkarttıktan sonra benden eğilip, kalkmamı istedi, zaten öksürme-

G

ye devam ediyordum” dedi. T.K. gözaltında polis tacizine maruz kalan ilk direnişçi kadın değil. Daha önce Gezi eylemlerine katıldığı için İzmir Şakran Kadın Cezaevi’nde tutuklu bulunan üniversite öğrencisi Elif Kaya’ya yapılan çıplak aramanın kayıtları ortaya çıkmıştı. Taksim Dayanışması’ndan mimar Mücella Yapıcı da yine nezarethanede “ince arama/çıplak arama”ya maruz kalmış, direnişinin bir parçası haline getirerek, konuyu gündeme taşımıştı. Kadınlara aile ve evlilik dışında bir yaşam alanı bırakmayan AKP, Gezi İsyanı boyunca sokaklarda ve görünür olan kadınları polis taciziyle “aşağılamak” ve bu şekilde kadınların sokaklardaki protestolara katılmasını önlemek istiyor. Oysa ince arama bir insan hakkı ihlali, üstelik yasalarda da yeri yok. KANUNDA ‹NCE ARAMA YOK İnce aramanın yasalardaki yerini sorduğumuz Avukat Ebru Erginbay kanun ve yönetmeliklerde ‘’ince arama’’ diye bir ibare bulunmadığını söyledi. Erginbay’ın aktardığına göre, ince aramanın dayandırıldığı tek nokta Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük. Tüzükte geçen “makul ve ciddi emarelerin varlığı” gerekliliğinin muğlak bir ifade olduğuna dikkat çeken Erginbay, polisin insiyatifini arttırdığını belir-

tiyor. Türkiye’de karakollarda yapılan çıplak aramaların birçok kez AHİM tarafından işkence kapsamında sayıldığını belirten Erginbay, “Suç ile şüpheliden elde edilen delil arasında bir bağlantı veya orantılılık mevcut değildir. Şöyle ki Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet, memura mukavemet gibi suçlarda; bu suç ile çıplak arama ile elde edilecek delil arasında hiçbir bağlantı kurulamaz. Bu nedenle kamuoyuna yansıyan karakollardaki çıplak arama kesinlikle düzenlemelere ve hukuka aykırıdır çünkü suç şüphesi ile elde edilmeye çalışılan delilin alakası yoktur” diyor. Erginbay bu düzenlemelere aykırı davranan polis hakkında haksız arama suçu nedeni ile suç duyurusunda bulunulması gerektiğini belirtiyor. ‹NCE ARAMA ‹NSANLIK SUÇU Halkevci Kadınlar’dan Hande Yanar da ‘’ince arama’’ konusunda bilincin yükseltilmesi gerektiğini ifade ediyor. Yanar, kadınların “ince arama” ile evlere gönderilmeye çalışıldığını, bunun da AKP’nin kadın düşmanı politikalarının bir parçası olduğunu ancak kadınların sokaklardan vazgeçmeyeceğini ve sokaklarda mücadeleye devam edeceklerini vurguluyor. Yanar gözaltındaki, hapisteki cinsel tacizin, kadın hareketinin temel gündemlerinden biri olduğunu vurguladı.

İnce arama işkence direnme haktır Kad›köy Park forumlar›nda örgütlenen Kad›köylü kad›nlar 24 Eylülde Kad›köy’de polis fliddetini ve karakollarda gözalt›na al›nan kad›nlar›n ç›plak aramaya maruz kalmas›n› protesto etti. Bo¤a Heykeli’nden Kad›köy ‹skele Karakolu'na yürüyen kad›nlar karakol önünde bir bas›n aç›klamas› yapt›. Aç›klamada, erkek egemen devlet fliddetinin bugünkü temsilcisi AKP’nin, kad›nlar›n Haziran ‹syan› ile büyüyen öfkesini ve sokaklarda daha görünür olmas›n› polis fliddeti ve taciziyle bast›rmak istendi¤i ifade edildi. Ç›plak aramayla kad›n-

lar›n onursuzlaflt›r›lmaya çal›fl›ld›¤›n› söyleyen kad›nlar, “Direnen bizler, direnen milyonlar bask›n›n ve zulmün perdesini y›rtt›kça daha da cesaretle soka¤a ç›k›yor. Susmam›z› ve sinmemizi bekleyenler bizim yaflam alanlar›m›za, hayat›m›za, gelece¤imize sahip ç›kt›¤›m›z› görsünler” dedi. Polis fliddetinin ve tacizinin bir an önce durdurulmas›n›, bu iflkencenin son bulmas›n› ve bugüne kadar bu suça ortak olmufl herkesin cezaland›r›lmas›n› isteyen kad›nlar tüm kad›nlara ça¤r› yapt›: “Ç›plak arama insanl›k suçu, direnmek hakt›r!”


DİRENİŞ SÖYLEŞİ

11

26 Eylül 2013 / 9 Ekim 2013

Halk›n Sesi

Yitirilen 6 can için Eylül’de geldiler “Eylül’de gel” dediler, on binler olup Kadıköy’de buluştular, Eylül’ü direnişle, adalet, özgürlük ve barış talebiyle karşıladılar. Haziran İsyanı’nda yaşamını kaybedenler için, katillerinden hesap sormak için, “Ahmet Atakan yaşıyor” diyerek sokağa çıkan Kadıköy halkına yönelik polis saldırıları sonucu yaşamını yitiren

Serdar Kadakal’ın ardından “biber gazı yasaklansın” demek için yan yana geldiler. Abdullah, Ethem, Mehmet, Ali İsmail, Ahmet ve Medeni’nin isimlerini haykırdılar, direnişi sokaklarda, meydanlarda parklarda sürdürme sözü verdiler

Hayko Cepkin

İstanbul’daki tüm forumların ortak örgütlediği “Eylülde gel” etkinliği, Kadıköy Rıhtım’da on binlerce kişinin katılımı ile gerçekleştirildi. Adalet, özgürlük ve barış talepleriyle gerçekleştirilen etkinliğin Kadıköy’de yapılmış olması, forum örgütlenirken yükselen Kadıköy direnişi ve kullanılan yoğun biber gazı nedeniyle Serdar Kadakal’ın hayatını kaybetmesi nedeniyle özel anlam kazandı. İstanbul dışından da katılımın olduğu etkinliğe İzmir ve Mersin forumları ve İzmit’ten gece boyunca yürüyen direnişçiler de renk kattı.

Y‹T‹R‹LENLER ALANI ‹ZLED‹ Forumfest olarak yoluna başlayan Ahmet Atakan’ın ölümünden sonra ise içeriğini katledilen direnişçiler için AKP’den hesap sorma vurgusuyla yenileyen etkinliğe katılanlar, Rıhtım’ı tamamen gören bir binaya asılan dev pankartta kendilerini izleyen 6 cana selam gönderdi. Forumların ortak imzasıyla yapılan konuşmada, adalet ve özgürlük mücadelesinde birleşenlere selam gönderildi. Üç direnişçinin okuduğu metinde bu toprağın en onurlu, en güzel evlatlarının ölümsüzlüğe uğurlandığı ifade edilerek “Acımız ve öfkemiz çok büyük, çok sıcak” denildi.

“Şimdi, forumlar olarak düşlerimizde ve taleplerimizde birleşme zamanıdır” vurgusu yapıldı. Marsis, Bulutsuzluk Özlemi, Kardeş Türküler, Hayko Cepkin, Yeni Türkü, Ceylan Ertem, Cenk Taner, Ozbi, Praksis, Grup Yorum ve Mem Ba Zid sahne aldılar. A⁄LAMA ANNE EVLATLARIN SEN‹NLE Mehmet Ayvalıtaş’ın annesi ve ağabeyi sahneye çıkarak, kitleyi selamladı. Kalabalık konuşmaya yine o sloganla karşılık verdi: “Ağlama anne, evlatların seninle!” Etkinlikte ayrıca, isyanda yitirilenler için saygı duruşunda bulunuldu. Saygı duruşu “Katil polis hesap verecek” sloganlarıyla bitirildi. 16 Haziran’dan beri uykuda olan

Berkin Elvan’ın babasının konuşmasına da yine Gezi ruhu yanıt verdi: “Faşizme karşı omuz omuza” Taksim Dayanışması adına Mücella Yapıcı ve Ali Çerkezoğlu da konuşma yaptı. Direnişteki THY işçileri, fabrikalarını işgal eden Feniş işçileri, HEY Tekstil işçileri de “Direne direne kazanacağız” sloganı atılırken, kitleye büyük bir coşkuyla eşlik etti. GÜLÜfiLER‹ YERDE KALMAYACAK Forumlarda her gün yapıldığı gibi etkinlikte de saat 21.00’da ses çıkarma eylemi yapıldı. Sokaklarda, meydanlarda, parklarda direnişe devam sözü verenler alandan ayrılırken sahneden “6 arkadaşımızın gülüşleri yerde kalmayacak” anonsu yapılıyordu.

DÜfiLER‹M‹ZDE VE TALEPLER‹M‹ZDE B‹RLEfiME ZAMANI “3 gün boyunca Kadıköy sokaklarını işgal eden, kolluk kuvvetlerinin attığı gaz bombaları sonucu 13 Eylül akşamı Serdar Kadakal kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Kayıplarımız, yaralılarımız polisin akıl almaz, vicdana sığmaz şiddeti sonucu olmuştur ve sorumluların hiçbiri bugüne kadar hesap vermemiştir. Bu vahşetin sorumlularının derhal hesap vermesini istiyoruz” denildi.

Kadıköy'e polis geldi, bir can Eskişehir halkı: Vali İstifa daha aldı: Serdar Kadakal E A

ntakya'daki çatışmada hayatını kaybeden Ahmet Atakan için tüm Türkiye ayağa kalkarken Haziran İsyanı boyunca polisin uğramadığı Kadıköy'de halkın AKP binasına yürümesi üzerine 10 Eylül'de çatışmalar başladı. Üç gün üç gece yaşanan çatışmalarda polis Kadıköy sokaklarını gaza boğdu. Polisin biber gazını sınırsızca kullanması, Kadıköylülerin kimyasal gaz altında yaşamasına neden oldu. 13 Eylül gecesi ise günlerdir biber gazı soluyan Serdar Kadakal kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Serdar'ın cenazesi 15 Eylül'de kaldırıldı. Cenaze günü Boğa Heykeli önünde toplanan Kadıköy Caferağa, Osmanağa, Yeldeğirmeni ve Acıbadem mahalle meclisleri Serdar için basın açıklaması yaptı.

Açıklamada, "Polis geldi bizim can, mal güvenliğimiz ve huzurumuz kalmadı! Bilmeyenlere söyleyelim, Kadıköy asıl polis yokken sakin ve güvenli olan bir yerdir" denildi.

Serdar'ın cenazesinde konuşan abla Sibel Karaca kardeşinin ön otopsi raporunun henüz açıklanmadığını söyledi. Kardeşinin hayatını kaybetmesi üzerine Serdar'ın

ablası şöyle konuştu: "Kardeşim, 1996’da kalp kapaklarından ameliyat olmuştu. İlaçlarını düzenli kullanıyordu. Motosiklet tutkunuydu. Barlar Sokağı’nda uzun yıllardır tanınan biriydi. Bilinen şu var, olayların olduğu yerin 200 metre ötesinde oturuyordu. Sadece kardeşim değil bebekler de etkilenmiştir, yürüyen insan da etkilenmiştir, oturan da etkilenmiştir, atan da etkilenmiştir, atılan da etkilenmiştir. Biz bu soru işaretlerini gidermek için çalışıyoruz. Hiçbir şekilde doktor bunu da kalp krizi olarak yazmadı. Ön otopsi raporu verilmedi.” Serdar Kadakal, 5 Haziran’daki doğum gününü Gezi Parkı’nda kutlamıştı, Facebook sayfasına, “Hayatımda geçirdiğim en güzel doğum günüydü” diye yazmıştı.

skişehir’de her cumartesi eylem yaparak, adını parka vererek, perşembe günleri adliye önünde nöbet tutarak Ali İsmail Korkmaz’ı yaşatan ve cinayetin örtbas edilmesini engelleyen Eskişehir halkı, 15 Eylül’de “Vali istifa” demek için buluştu. Eylemin hazırlığı için forumlarda alınan kararlar uygulandı. Porsuk’un üstüne, kentin en işlek caddelerinden biri olan Seylap’a afişler astı, sosyal

medya çağrıları yaptı, videolar hazırladı. Ali İsmail Korkmaz’ın ölümüne arkadaşlarının sebep olduğunu söyleyen Vali Güngör Azim Tuna’ya seslenen Eskişehir halkı, “Hepimiz Ali’yiz öldürmekle bitmeyiz” dedi. Eskişehir Direniş Forumları tarafından örgütlenen etkinlik, Porsuk Bulvarı’nda başladı, Köprübaşı ve Doktorlar caddesi üzerinden "Vali istifa!" sloganları ile Üniversite Caddesi’ndeki direniş meydanına kadar bir yürüyüş ger-

çekleştirildi. Direniş meydanına toplananlarla birlikte katılım iki bini aştı. Miting sırasında yapılan basın açıklamasında "Sadece AKP'nin geçmişte yaşattıklarından hesap sormak için değil, bizler geleceğimiz için buradayız. Ve maalesef gençlerimiz katledildiği için, Abdullah, Ethem, Medeni, Ali İsmail ve Ahmet için buradayız” denildi. Grup Abdal’ın solisti Burcu Serak elinde Ali İsmail’in fotoğrafıyla “Mağusa Limanı” türküsünü söyledi.

‘Önce biz anaları öldürsünler’ Çapul TV Mehmet Ayvalıtaş’ın ailesini evlerinde ziyaret etti. Anne Fadime Ayvalıtaş, baba Ali Ayvalıtaş ve ağabey Muharrem Ayvalıtaş’la konuştu. Mehmet Ayvalıtaş’ın annesi Fadime Ayvalıtaş, “Önce biz anaları öldürsünler. O zaman evlatlarımızın öldüğünü görüp ağlamayız” dedi TUBA GÜNEfi

Unutmayacağız, unutturmayacağız dedik. O yüzden soruyoruz yine: Mehmet’e ne oldu? Muharrem Ayvalıtaş: Ben Ümraniye’deki eylemi bilmiyordum. Taksim’deydim. Cuma ve cumartesi de orada eylemlere katılıyordum. Burada bir yol kapatma eylemi olmuş. Yol kapatırken, bir araç önce üzerlerine sürmüş. Sonraki araç da muhmetelen kasıtlı bir şekilde üzerine sürmüş. Başbakanın “Yüzde 50’yi zor tutuyoruz” açıklamasından bir gün sonra olması beni düşündürüyor. Olayda kuzeni de yaralanmış. Sağlık durumu nasıl? Muharrem: Daha iyi. Gün geçtikçe daha iyi olacak. Akciğerinin zarında problem var. Ali: Kaburga akciğere

batmış. İlerde sağlıklı olacak mı, bu şekilde mi devam edecek bilemiyoruz. Soruşturma açıldı mı? Şoför serbest bırakıldı sanırım? Ali: İlk üç gün şokta olduğumuz için üçüncü gün gittik şikayetçi olduk. İlk gün gecenin üç buçuğunda polis beni aradı. Ben acılı bir insanım. Polisin gelip evimden ifademi alması gerekirken, tenezzül edip eve gelmediği gibi beni çağırdılar. Ben de kızdım polislere “Gelin dedim beni de öldürün.” Orada bana söylenen şu: “Savcı ifadeye bakmadan katili bıraktı. En azından katilin hayatını düşünerek mahkemeye kadar tutmak zorundaydı.” Burada ne var ben anlayamadım. Bu kafamda soru işareti. Adaletin ne denli işlediği görülüyor. 4 ay doldu. Daha bizim dava başlamadı. Bizim dava mahşere kaldı her-

halde. Taksim’e kışla, AVM yapılmak isteniyor, kanalları susturuyorlar, televizyonları satın alıyorlar ama bizleri susturamayacaklar. Biz bu olayların gerçeğini anlatacağız. Antakya ziyaretinizde yolunuz kesilmişti? Ne oldu? Muharrem: Ben Ankara’dan Ethem’in ailesiyle gitmiştim Antakya’ya. Biz gittiğimizde Abdullah’ın vurulduğu yere uğrayacaktık. Karakolu geçince polis bizi durdurdu. Arabanın kiralanma belgesini istemiş. Bir saate yakın bizi orada herhangi bir neden olmadan beklettiler. Ali: İşkencenin alasını yaptılar Polise öfkeli misiniz? Ali: Mehmetin ölümünden önce de öfkeliydim, şimdi de öfkeliyim. Neden öfkeliyim? Çünkü ben Mehmet’in öldüğü gün Anka-

ra’daki, İzmir’deki, İstanbul’daki işkence yaptıkları görüntülerini izliyordum. Oradaki yurttaşlar, bu vatanın çocukları öyle bir işkence görüyordu ki…Onu yapan da polisti, resmen zulüm yapıyordu. Biber gazı, plastik mermi, cop, dayak... Ali İsmail nasıl öldürüldü, görüldü. Ethem kafasından vuruldu. Abdullah Cömert’in katilleri belli değil. Bizimki belli olduğu halde tutuklu değil. Ahmet Atakan kardeşimiz başına gaz fişeği gelmesi sonucu üçüncü kattan düştü. Kendi düştü dediler. Bunu bir hakim savcı kabul ediyor? Ben bilemiyorum. Herkese eşit mesafede olmaları gerekiyor. Ailelerle iletişim içindesiniz. Onun mücadelesini de sahiplendiğinizi evinize Medeni’nin fotoğrafını da koyarak gösteriyorsunuz, neler konuştunuz onun ailesiyle? Fadime: Neler konuştuk?

Anneler yan yana gelince ağlamaktan başka bir şey yapamıyoruz. Herkes kendi evladını anlatıyor, herkes kendi evladının güzel bir şeyini anlatıyor. Arada ağlıyoruz. Daha yaramız çok tazedir. Bir taraftan da tuz basıyorlar. Başbakan sürekli analar

ağlamasın diyor? Özür dilediler mi sizden? Fadime: Baş sağlığı şöyle dursun, “gözün aydın diyelerdi. Ya da sadece sabır dileyelerdi. Analar ağlamasın diyor ben de ona diyorum ki ilk başta biz anneleri öldürsün ki biz evlatlarımız ölürken ağlamayalım.

Bir kütüphane kuruyorsunuz Mehmet adına? Ali: Gelen kitaplarla arabayı doldurduk, biraderin evinin bir odasını komple doldurduk. Şimdi bizim ev doluyor. Ama bize kütüphane için bir yer gösterilmedi. Bir yere ihtiyacımız var onun için çağrı yapıyoruz.


SOKAĞIN SESİ

ÜRET EN B‹Z‹Z YÖNET EN DE B‹Z O LACA⁄IZ

26 Eylül 2013 / 9 Ekim 2013

12 Halk›n Sesi

A N TA K YA ’ N I N Ö F K E S ‹ V E D ‹ R E N ‹ fi ‹ B A S T I R I L A M I Y O R L A R

Onlar ölüm diyor, biz isyan!

“Ahmet A b i , G e z i d i r e n i ş i b o y u n c a A n t a k y a l ı i k i k a r d e ş i n i k a y b e t t i . B u y ü z d e n ö f k e s i de direnci de büyüktü. Ve ben diyorum ki ‘Ahmet Ab i’me sözüm devrim olacak” ÖZGE SAPMAZ

S

avaşa ve faşizme karşı mücadelesinde üç yiğit direnişçisini yitiren Antakya, bütün baskılara rağmen mücadelesinden geri adım atmıyor. 10 Eylül’de polis saldırısında yaşamını yitiren Ahmet Atakan’ın ailesi ve yoldaşları “Mücadeleye devam, hesap soracağız” diyor. Omuz omuza mücadele ettiği arkadaşları Ahmet’i ve 10 Eylül’den bu yana yaşananları Halkın Sesi’ne anlattı. “AHMET’‹N YER‹ BU D‹REN‹fiTE TARTIfiMASIZ ÇOK ÖNEML‹YD‹” Halkın Sesi: Öncelikle bize Ahmet’i anlatır mısın? Eylem Mansuroğlu: Ahmet direngen bir gençti. Suriye’de emperyalist müdahalenin ve kirli savaşın başlamasıyla birlikte giderek aktifleşen ve savaş karşıtı mücadelenin en önünde duran bir gençti. Antakya’da bütün gençlerin aslında rahatsız olduğu konulardan birisi Suriye’de kardeşlerimizin, akrabalarımızın, komşularımızın, eli kanlı katiller tarafından acımasızca katledilmesi. Gençlerin hepsi Suriye’de yaşananları gördüklerinde, izlediklerinde bir şeyler yapılması gerektiği-

ni düşünüyor. Ahmet de başından beri bu mücadelenin içinde. Bomba patladığında, Reyhanlı’da katledilen halkımız için en önde yürüyen, en önde saf tutan yoldaşlarımızdandı. Militandı, cesurdu. Antakya’da yürütülen kitle mücadelesinin en önündeydi. Gezi direnişi sürecinde her zaman halkının yanında oldu, en önde yürüdü. Abdullah katledildiğinde bunu kendine dert edindi. Ahmet, Abdullah’ın katillerinin bulunması için günlerce, haftalarca, aylarca bıkmadan, usanmadan, alanları bırakmayan meydanları terk etmeyen direnişin içinde olan bir kardeşimizdi. Kendine has tarzıyla, slogan attırma yöntemiyle Ahmet, Antakya’daki direnişin bir simgesiydi. Abdullah için yapılan bir anmada katledildi. Yeri bu direnişte tartışmasız çok önemliydi. Ali İsmail’in öldürülmesinde de önce arkadaşları suçlanmıştı. Ahmet’in ölümünden sonra da bir karalama kampanyası başlatıldı. Yandaş medyada direnişçiler sorumlu tutuldu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu aslında çok yabancı bir yöntem değil. Tarihimize baktığımızda ne zaman bir katliam yapılsa, ne zaman birileri öldürülse yönetenler bunun sorumluluğunu birilerinin

üzerine atmak için çaba gösterir. Ali İsmail’de de ilk haberi geldiğinde Eskişehir Valisi “arkadaşları dövmüştür” diye bir iddiada bulundu. Bu iddianın benzeri Abdullah Cömert katledildiğinde de Hatay Valisi tarafından ortaya atılmıştı. Ancak daha sonra Ali İsmail’in katledildiği görüntüler basına yansıdı. Ali’nin AKP’nin polisi ve polisin tetikçileri tarafından sokak ortasında acımasız bir şekilde katledildiğini bütün kamuoyu gördü. Bu tanıdık senaryonun aynısı Ahmet için oynanıyor. Burada devlet ve hükümetin kurmayları sorumlulukları kendi üzerlerinden atmak için ilk saatten itibaren yanlış bilgi vermeye başladılar. Ancak nasıl Eskişehir halkı Ali İsmail’in katillerinin peşini bırakmadıysa, Antakya halkı da direnişçilerine sahip çıkmaya, katillerden hesap sormaya devam edecek. Ahmet Atakan ile ilgili soruşturma, dava süreci başladı mı? Ahmet ile ilgili soruşturma başından beri çok yanlış ilerletiliyor. Bilinçli olarak “yüksekten mi düştü, aşağıda mı öldü” şeklinde bir tartışma yürütüldü ve Ahmet’in katledilişi üzerinden ciddi bir spekülasyon yaratıldı. Amaçlanan şey Ahmet’in

neden öldüğünün üstünün örtülmesi. Ahmet ister yüksek bir yerden düşmüş olsun, ister aşağıda vurulmuş olsun, isterse yüksekte başına bir şeyler isabet etmiş olsun, Armutlu’da akreplerin ve çevik kuvvetin acımasız saldırısı sırasında ölmüştür. Ahmet, AKP emri ile tırmanan bu polis şiddeti nedeniyle ölmüştür. Bunu bu şekilde görmek gerekir ama hükümet ve valilik daha ilk dakikadan, ne olduğu anlaşılmadan yanlış bilgiler verdiler. Soruşturmayla ilgili şu ana kadar bir gelişme yok. Ailesi ile de avukatlarla da çok sık görüşüyoruz. Ancak hukuki süreç henüz başlamadı. “POL‹S ARMUTLU’YA HER G‹RD‹⁄‹NDE B‹R CANIMIZI ALDI” Yücel Aslan, Armutlu gençliğinden. Ahmet ile omuz omuza mücadele etti. Ahmet’i öldüğü yerde ilk kucaklayan ve hastaneye yetiştiren iki kişi arasındaydı. Tolga Ocak da Armutlu’dan. Ahmet’in davasına tanık olarak ifade verenlerden biri. Bize Ahmet’i anlatır mısınız? Yücel: Ahmet’i anlatayım da nasıl anlatayım. Anlatmaya kalkışsam hiçbir zamana sığdıramam. O yüzden de anlatamam. Tolga: Bu çok zor bir soru. Ah-

met abi, Gezi direnişi boyunca Antakyalı iki kardeşini kaybetti. Bu yüzden öfkesi de direnci de büyüktü. Halkı için her şeyi yapmaya hazır, cesur bir insandı. Antakya halkının Suriye’de yürütülen emperyalist savaş politikalarına karşı verdiği mücadelede her zaman en öndeydi. AKP faşizmine ve polis şiddetine karşı hep en önde direniyordu. Onun yaptığı şeyler anlatılamaz ama gurur vericiydi. Yol göstericiydi. Ve ben diyorum ki “Ahmet Abi’me sözüm devrim olacak.” Ahmet’in ardından yaşamınızda neler değişti? Yücel: Ahmet’i hastaneye götüren bendim. Ahmet’in cansız bedenini yerde gördüğüm zaman içimden bir parça koptu sanki. Elim ayağım titremeye başladı. Hala kendime gelmiş değilim. Ahmet’in aramızda olmaması çok büyük eksiklikler yarattı. Bedenini alabilirler bizden ama ruhunu ve düşüncelerini asla alamazlar Ahmet’in. Ahmet her zaman yanımızda, hiçbir zaman bizi bırakmayacak. Ahmet ile her eylemde birlikteydik. Ahmet’in gidişi çok etkiledi bizi. Hala aklımızdan çıkmıyor, hiçbir zaman da çıkmayacak. Ahmet mücadelemizde yaşayacak.

Armutlu Ahmet’i unutmuyor, hesap soruyor A

ntakya’da Armutlu halkı 14 Eylül’de, Ahmet’in öldürüldüğü yerde bir anma yaptı. Anma etkinliğinin ardından direnişçiler, Atakan ailesine taziye ziyaretine gitmek üzere yürüyüşe geçti. Gündüz Caddesi’nden yürüyüşe geçen direnişçiler ilk olarak Abdullah Cömert’in öldürüldüğü yerde durdu. Ahmet’in öldürüldüğü yerden alınan karanfil buraya bırakıldı. Atakan’ın

evine kadar yürüyen direnişçiler sık sık “Ahmet yoldaş onurumuzdur”, “Katil polis hesap verecek” sloganlarını attı. Yürüyüş boyunca çevre halkı direnişçilere destek vermek için evlerinin ışıklarını açıp kapadı, balkonlara çıkarak yoldan geçenleri alkışladı. Ahmet’in arkadaşları evinin karşısında bulunan parka Ahmet’in fotoğraflarından bir sergi hazırlamıştı. Atakan ailesi de Ahmet’in arkadaşlarını bu parkta karşıladı. Anne Emsal Atakan burada yaptığı konuşmada “Ahmet halkı için, barış için, kardeşlik için yaşamını yitirdi. Direnişe devam, bu daha başlangıç” dedi. D‹REN‹fiÇ‹LER‹N A‹LELER‹ YAN YANA Antakyalı direnişçiler Ahmet için 15 Eylül günü de Uğur Mumcu Meydanı’nda bir anma düzenledi. Abdullah Cömert, Ali İsmail ve Ethem Sarısülük’ün aileleri, siyasi parti ve demokratik kitle örgütlerinin genel merkez yöneticileri ile aydın ve sanatçıların da aralarında bulunduğu Antakyalılar anma için 20.00’da Atakan’ın öldürüldüğü yerde toplandı. Buradan Uğur Mumcu Meydanı’na yüründü. Anma töreninde ilk konuşmayı Ahmet’in babası yaptı. Ali Atakan, “Benim oğlum bu ülkenin geleceği için canını feda etti. Alacak çok yolumuz var. Mücadelemizi sürdürmeliyiz. Ahmet tüm Türkiye’nin çocuğu” dedi. “Bütün şehitler bizim evlatlarımız” diyerek sözlerine başlayan Ali İsmail Korkmaz’ın babası Şehap Korkmaz “Ben inanıyorum ki siz hayatını kaybedenlere

Valiyi Ahmet Atakan korkusu sard›

Antakya’da fiili s›k›yönetim

A

sahip çıkacaksınız. Benim oğlum kurtlar sofrasına düştü. Artık anneler ağlamasın” diyerek sözlerini bitirdi. KORKMAZ: “KEfiKE BEN‹ H‹Ç TANIMASAYDINIZ” Ali İsmail’in abisi Gürkan Korkmaz da “Keşke beni hiç tanımasaydınız” diyerek söze başladı. “Annelerimiz burada gözyaşı döküyor. Aldıkları nefes annelerimize zehir gibi geliyor. Benim en büyük isteğim analar daha fazla ağlamasın. Annelerimizi gördükçe sözler tükeniyor. Ahmet Atakan,

ntakya’da bir yıldır tırmanan baskı ortamı, Ahmet Atakan’ın ölümünün ardından tam bir sıkıyönetim atmosferine dönüştü. Atakan’ın cenazesinin kaldırıldığı 10 Eylül itibariyle, polis yollarda araçları durdurup keyfi arama ve kimlik kontrolleri yapmaya, bazı

Ali İsmail’in acısını yaşarken onun hesabını sormak isterken hayatını kaybetti” dedi. Korkmaz, “Hayatını kaybedenlerin hesabını bilinçli bir şeklide soracağız” diyerek sözlerini bitirdi. Anma etkinliği için Uğur Mumcu Meydanı’nda kurulan platform etrafında toplanma sürerken anmaya katılmak üzere yürüyen bir gruba Armutlu girişinde polis saldırdı. Aynı anda Gündüz Caddesi, Çekmece Caddesi ve Armutlu Semt Pazarı civarında başlayan çatışmalar gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürdü.

araçları kalabalık oldukları için geri çevirmeye başladı. Uğur Mumcu’ya giden Samandağ Yol Kavşağı’nda, Yeloğlu Köprüsü’nde, Büyük Park girişinde polisler akreplerle birlikte araçları durdurdu ve kalabalık olan araçları geri çevirdi.

Hatay Halkevi üyesi Ahmet Atakan’ın yaşamını yitirmesi üzerine Antakya’ya desteğe giden Adana ve Mersin Halkevi üyeleri de 11 Eylül günü polis tacizine maruz kaldı. Polisler “burayı karıştırmaya mı geldiniz Mersin’den” diyerek Halkevcileri keyfi olarak alıkoydu.

Tolga: Büyük bir boşluktayım sanki. Şimdi eylemlere çıkıyoruz sanki bir yerden Ahmet Abi slogan atacakmış gibi hissediyorum. “Onlar ölüm diyor, biz isyan” diye bağıracağız sanki. Ahmet Abi bize bu sloganı attıracak sanki. Biz abimizi kaybettik, arkadaşımız kaybettik, dostumuzu kaybettik, yoldaşımızı kaybettik. Kaybettik ama şimdi biz binlerce Ahmet olduk. Yaşananların sorumlusu kim? Yücel: Öldürülen bütün arkadaşlarımızda olduğu gibi bu olayı da örtbas etmeye çalışıyorlar. Yaşananların tek sorumlusu polistir. Çünkü polis Armutlu’ya her girdiğinde birileri öldü, birileri yaralandı. Biz sadece yüreğimiz, bedenlerimiz ve inancımızla sokaktaydık. Ama onların TOMA’sı, akrebi, plastik mermisi, gaz bombası vardı. Tolga: Bizleri sorumlu tutuyorlar çünkü kendi suçlarını örtmeye çalışıyorlar. Bizleri sorumlu tutuyorlar çünkü Armutlu’nun öfkesini ve direnişin gücünü bastıramıyorlar. Üç fidanımızı aldılar aramızdan. Ne derlerse desinler Armutlu direnişine tanık olan herkes bilir ki bu yaşananların tek sorumlusu hükümettir, polistir.

“Halk›n gücüne dayal› itirazdan baflka arac›m›z yok” Antakya’da yaflananlar› yak›ndan takip eden Halkevleri Genel Baflkan Yard›mc›s› Samut Karabulut, flu de¤erlendirmelerde bulundu: “Antakya’da tam bir s›k›yönetim hali var. En ufak bir toplanma ya da gösteri olsa polis sald›r›s›yla, gazla yan›t veriyorlar. Halk gerek AKP’nin savafl politikalar›na itiraz etmek gerek bu mücadelede katledilen gençlerinin hesab›n› sormak için bu bask›ya ra¤men mücadeleye devam ediyor.” “Halkevleri üzerinde ciddi bir bask› var. Hatay Halkevi’nin bir yöneticisi flu an Adana’da tutuklu. Hatay Halkevi baflkan› s›k s›k ifadeye ça¤r›l›yor. Bu flekilde hapisle tehdit ediliyor. AKP’nin Halkevleri aleyhinde medyada, sosyal medyada bafllatt›¤› ‘Yaflananlar›n sorumlusu Halkevleri’dir’ fleklinde bir kara propaganda, bir psikolojik savafl var.” “Halkevleri bu konuda öldürülen gençlerin hesab› verilinceye kadar, AKP savafl politikalar›ndan vazgeçinceye kadar sokakta demokratik mücadele hakk›n› kullanmaya devam edecek. Halk›n gücüne dayal› itirazdan baflka bir arac›m›z yok.”

Direnişteki aktif rolü nedeniyle Hatay Halkevi, Valilik ve AKP tarafından özel olarak hedef alınıyor. Antakyalı Halkevcilerse polis baskısının kendilerini mücadeleden alıkoyamayacağını, sıkıyönetim uygulamalarını halkın gücüyle püskürteceklerini vurguluyor.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.