Devrimin yazgısı silahlı mücadeledir
sf 12-13
40. yılında Kaypakkaya coşkusu Ölümsüzlüğünün 40. Yıl dönümünde Kaypakkaya, ülkemizde ve dünyada binlerin yarattığı devrim davasının büyük coşkusuyla anıldı. İstanbul Taksim’de yapılmak istenen 18 Mayıs anması, polisin saldırısına karşı kurulan barikatlarda “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” sloganıyla geçti. Ülke genelindeki anmalarda devletin Kaypakkaya korkusunun boyutu bir kez daha gözler önüne serildi. Birçok ilde gerçekleştirilen Kaypakkaya anmalarına özel hazırlıklar yapan polis, anmalara yönelik provokasyon girişimleri yaparken, kitlenim kararlı duruşuyla boşa düşürüldü. SAYFA 6-7
Halkın Günlüğü
1-15 Haziran 2013
Yıl: 3 Sayı: 64 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
ISSN: 2147-0499
Padişah buyurdu
polis kan döktü Maoist
tutsaklardan firar girişimi f GÜNCEL
02-03
Malatya Hapishanesi’nde Maoist tutsaklar devleti ininde afallattı. Munzur dağlarında tutsak düşen Maoistler, götürüldükleri Malatya Hapishanesi’nde tünel kazarak firar eylemi yapmak istedi. Aylardır metrelerce tüneli hapishane idaresinin tüm baskılarına rağmen büyük titizlikle kazan Maoist tutsakların firar girişimi son anda fark edildi. 18 Mayıs günü hücre aramasında açığa çıkan tünelle birlikte afallayan kolluk kuvetleri, Maoist tutsaklara saldırdı.
Reyhanlı Katliamı ve Suriye denklemi
Polis kan döktüren şiddetini istismarcılara (devrimcilere) kesmek istiyor. Yalanınıza siz bile inanamıyorsunuz. Döktüğünüz kan deryasında boğulacaksınız.
Padişah Erdoğan emrediyor polis vahşeti toplumun her kesimine ulaşıyor. Sermayenin sözcüsü AKP, Taksim Gezi Parkı’nda yapacağı AVM’nin temelini halkın kanıyla attı.
04
Hava İş: Direnşte kararlıyız
10
Gazi DHD’ye yönelik çetelerden silahlı saldırı
16
02
güncel haber
Halkın Günlüğü 1-15 HAZİRAN 2013
MAOİST tutsaklardan
Maoist tutsakların firar için Malatya Hapishanesi’nde kazdığı tünel, son anda fark edildi. Tünel karşısında afallayan devlet, Maoist tutsaklara yönelik baskılarını artırırken, tutsakların bir bölümü sürgün edildi
Malatya Hapishanesi’nde Maoist tutsakların kazdığı tünel açığa çıktı. Tünel karşısında şaşkına dönen hapishane idaresi ve jandarma, Maoist tutsaklara saldırdı. Malatya Hapishanesi’nde Maoist tutsakların özgürlüğe açtığı tünel, jandarma ve gardiyanların hücre denetimi sırasında son anda fark edildi. 15-16 Kasım 2012 tarihlerinde Munzur Dağları Ovacık ilçesi Karagöl kırsalında TSK ordusuyla çıkan çatışma sonucunda 24 Maoist gerilla yakalanmıştı. Tutsak düşen Maoist gerillalar Malatya Hapishanesi’ne götürülmüştü. Maoist gerillaların hapishanede tutuldukları C-2, C-3 koğuşlarında, yakalandıkları andan itibaren hapishaneden firar etmenin planları yaptığı ortaya çıktı. Maoist tutsakların firar için kazdıkları metrelerce tünel, 18 Mayıs günü hapishane idaresinin sıkı denetimi sonucu açığa çıktı. Tünelin açığa çıkmasının ardından Malatya savcısı hapishaneye giderek incelemelerde bulundu. MKP/HKO dava tutsaklarının kazmış olduğu tünelin hapishane sınırını aştığı ve hapishane içerisinde tonlarca toprak çıkarıldığı bilgisi alındı. Kazılan tünelin hapishane dışına az bir mesafe kala açığa çıktığı öğrenildi. Tünelin açığa çıkmasıyla birlikte, duruma öfkelen hapishane idaresi MKP/HKO dava tutsaklarına yönelik saldırılarını arttırdı.
HKO gerillaların mahkemesi görüldü
Malatya E Tipi Hapishanesi’nde tutulan 24 MKP/HKO gerillası hakkında açılan dava Malatya 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dört gün boyunca sürdü. Maoist tutsaklar, tünel eylemini sahiplenerek mücadele vurgusu yaptı. Dersim’de yakalanarak tutuklanan 24 MKP/HKO gerillası dört gün boyunca gruplar halinde mahkemeye çıkarıldı. Duruşmalarda savunma yapmayan tutsaklar ek süre talebinde bulunarak davanın toplu şekilde görülmesini istedi. Mahkemede yaşanan gerginliğin ardından hakim, savunma yapılmayacaksa ek konuşmalara izin vermeyeceğini söyledi. Bu sözler üzerine Maoist tutsaklar, “Komünist önder İbrahim Kaypakkaya şahsında tüm devrim ve komünizm şehitlerinin anıları önünde saygıyla eğiliyoruz. 41 yıllık Maoist partimizin rolünü oynayamamanın eksikliğini ilk günden beridir her saniye yaşamaktayız. Buradan partimizden ve halkımızdan bir kez daha özür diliyoruz ve ant olsun ki yeniden ve yeniden Halk Savaşı’nın en kızgın mevzilerinde yer alacağımızın sabırsızlığını yaşamaktayız. Buradan bir kez daha ilan ediyoruz ki biz kazanacağız, halk kazanacak, Halk Savaşı kazanacak…” Sonraki günlerde devam eden duruşmalarda da Malatya Hapishanesi’nde ortaya çıkarılan tünel eylemi de sahiplenilerek duyurusu mahkeme tarafından kayıt altına alındı. Bu açıklamalar nedeniyle mahkemede aralıklarla gerginlikler yaşanırken, tutsakların konuşmaları engellenmeye çalışıldı. Bütün bunlara karşın Maoist tutsaklar 18 Mayıs’ı ve tünel eylemini sahiplenerek ısrarla açıklamalarını sürdürdü. Mahkeme ek süre talebiyle 1718-19 Haziran 2013 tarihine ertelendi.
MKP militanlarından ses bombalı eylem ≫ Maoist Komünist Partisi (MKP) militanları tarafından 22 Mayıs günü akşam saatlerinde Sarıgazi’de ses bombalı eylem yapıldı. Demokrasi Caddesi üzerinde akşam saatlerinde gerçekleştirilen eylemde MKP militanları, “Yaşasın partimiz Maoist Komünist Partisi”, “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya”, “Şan olsun 40. yılında Kaypakkaya’ya” sloganları atarak uyarı amaçlı ses bombası patlattı. MKP militanları patlama sonrası caddeye bomba düzeneğiyle korunan “MKP/HKO” yazılı pankart asarak sloganlarla eylemi sonlandırdı.
Dersim 1937-1938 4 Mayıs 1937-38 Dersim katliamında yaşamını yitirenler, İstanbul, Dersim ve Eskişehir’de yapılan eylemler ve Bağcılar Olimpik Spor Salonu’nda düzenlenen etkinlikle anıldı İSTANBUL: 4 Mayıs günü Galatasaray Lisesi önünde bir araya gelen Dersim Dernekleri Federasyonu (DEDEF) ve Munzur Çevre Derneği, Dersim Katliamı’nı 76. Yıl dönümünde lanetlemek için ortak bir basın açıklaması düzenledi. Açıklamayı yapan DEDEF Başkanı Hikmet Erdoğan 4 Mayıs 1937’de alınan Bakanlar Kurulu
kararıyla Dersim’de ‘Tedip ve Tenkil Harekatı’ başlatıldığına değinerek binlerce Dersimlinin katledildiğini ifade etti. “Dersim 38 katliamdır”, “Katil devlet hesap verecek” sloganlarını atan kitle, buradan Taksim Meydanı’na yürümek istedi. Polisin yürüyüşü engellemesi üzerine oturma eylemi yapan kitle, İstanbul Valiliği’nin Taksim yasağını protesto etti.
Katil devlet hesap verecek 4 Mayıs akşam saatlerinde Bağcılar Olimpik Spor Salonu’nda Dersim Katliamı’nda hayatını kaybedenler için düzenlenen etkinliğe binlerce kişi katılırken, et-
kinlikte sunumları Pınar Aydınlar, Kerimo ve Mehmet Çetin, Türkçe, Kürtçe ve Zazaca olarak yaptı. Dersim Katliamı belgeselinin gösteriminin ardından konuşma yapan DEDEF Başkanı Hikmet Erdoğan Dersim’de binlerce insanın katledildiğini belirterek bu katliamın Dersimlilerin belleğinde bütün canlılığıyla yaşamaya devam ettiğini ve katliamın unutulmayacağını söyledi. 13 Kasım’da düzmece senaryolarla Ali Mükan ve Mustafa Aytaç’ın tutuklandığına dikkat çeken Erdoğan, DEDEF’e yönelik baskılar karşısında sessiz kalmayacaklarını ifade etti. Etkinliğe Demokratik Haklar Federasyonu’nun yanı sıra çok sayıda devrimci demo-
1-15 HAZİRAN 2013 Halkın Günlüğü
03
firar girişimi Maoist tutsaklara işkence yapıldı Malatya Hapishanesi’nden mahkeme salonuna kelepçeleri sıkı ve kolları koparacak şekilde bağlanmış olarak getirilen Maoist tutsaklar, salona “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek” sloganlarıyla girdi. Devrimci tutsaklar mahkemede yetkili subay hakkında suç duyurusunda bulunarak, mahkeme heyetinden bu işkenceyi uygulayan subayın isminin tutanaklara geçirilmesini istedi.
Tünel eylemini devrimci tutsaklar sahiplendi Geçtiğimiz Cuma günü saat 15.00’de Malatya Hapishanesi’nde rutin aramalar dışında, tutsakların kaldığı C-2 ve C-3 koğuşlarında jandarma tarafından geniş kapsamlı aramalar yapıldı. Tutsaklara işkence yapılarak koğuşlarından zorla çıkarılmaya çalışıldı. Adli tutsaklarla diğer devrimci tutsaklarının desteğiyle bu saldırıların önüne geçildi. Maoist tutsaklar hücrelere konulurken hapishane yönetiminin tünel eyleminden kaynaklı büyük bir şok ve tedirginlik yaşadığı öğrenildi. Daha sonra başka koğuşlara gönderilen Maoist tutsakları, hapishanede tutulan devrimci tutsaklarla adli tutsakların sahiplendiği ve tutsakları coşkuyla karşıladığı bilgisi alındı. Ayrıca 18 Mayıs nedeniyle yapılan eylemin adli tutsaklar üzerinde olumlu etkiler bıraktığı ve adli tutsakların Maoist tutsaklardan kitap istedikleri öğrenildi.
Tutsaklar sürgün edildi MKP dava tutsaklarından 12 tutsak Malatya E Tipi Hapishanesi’nden tünel eylemi yaptıkları gerekçesiyle Tokat Hapishanesi’ne sürgün edildi. Malatya E Tipi Hapishanesi’nde 17 Mayıs 2013 tarihinde tünel eylemini gerçekleştiren MKP dava tutsaklarından, Yusuf Selvi, Behzat Firik, Kenan Artun, Kadir Yıldız, Murat Aygün, Mehmet Ali Atilla, Erdal Garip, Eren Batmaz, Mahir Dündar, Adem Çelik, Özdal Bozkaya, Ferhat Yalçın adlı tutsaklar Tokat Hapishanesi’ne sürgün edildi.
xo vira nekeme kratik kitle örgütü de katıldı. Mazgirt Belediye Başkanı Tekin Türkel yaptığı konuşmada, “Bizleri yok etmeye çalıştılar, imha etmeye çalıştılar. Ama bunu bilmediler biz Pir Sultan Abdal’ın çocuklarıyız. Bir gider bin geliriz” diyerek “barış süreci” şeklinde lanse edilen süreçle Dersim’de yapılması planlanan 263 karakolun inşasına karar verilmesi arasındaki çelişkiye dikkat çekti. Etkinlik sırasında kitle, “Munzur özgür akacak”, “Dersim onurdur, onuruna sahip çık” sloganlarını attı. Saatler 19.38’i gösterdiğinde ışıklar söndürülerek mumlar yakıldı ve Dersim Katliamı’nda yaşamını yitirenler için saygı duruşunda bulunuldu. Ahmet Aslan, Şenol Akdağ, Pınar Aydınlar ve Tolga Sağ’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda sanatçının katıldığı etkinlikte, şiir dinletisi de yapıldı.
4 Mayıs kara gündür DERSİM: 4 Mayıs 1937’de başlatılan Dersim Katliamı, DEDEF, Dersim Kültür Derneği ve Avrupa Demokratik Dersim Birlikleri Federasyonu’nun çağrısıyla 4 Mayıs’ta, aralarında DHF’nin de bulunduğu kurumlar tarafından protesto edildi. “4 Mayıs Kara Gündür ve Ava Ke Sara Dersimi Diya Sare Bin Meviniro, Dersim 38 İnsanlık Suçudur” pankartı arkasında Seyid Rıza Meydanı’na yürüyen kitle, “Katil devlet hesap verecek”, “Katil devlet Dersim’den defol” , “Dersim onurdur onuruna sahip çık” sloganlarını attı. Seyit Rıza Parkı’nda, katliamda hayatını kaybedenler için saygı duruşunda bulunuldu. Eylemin ardından kitle Golaçetu’ya doğru yürüyüşe geçerken, esnaflar da mumlar yakarak eyleme destek verdi.
SINIF TAVRI
≫ ismail uçar
DAHA GÜÇLÜ DÖVÜŞECEĞİZ
Ö
rgütsel güçlerin dağınıklığından tutalım da her düzeyde stratejik nitelikte cereyan eden tasfiyeci saldırı sürecinin içlere kadar sızan tesiri ve konjonktürel dünya şartlarının negatif etkisiyle evrensel ölçekte olduğu gibi ülke sathında da komünist ve devrimci hareket, tarihinin en zorlu anlarından birini yaşıyor. Lakin bu bir süreçtir ve geçici olduğu unutulmamalıdır. Dünya çapında Maoist hareketin belli gelişmeler göstererek umut vesilesi olup ilham kaynağı olmasına karşın, bu cephede (Peru, Nepal ve farklı biçimde de olsa coğrafyamız Maoist hareketi gibi örneklerde) yaşanan olumsuz gelişmeler ideolojik ve askeri-örgütsel nitelikteki tasfiyeci kuşatmanın sirayetini ve stratejik hudutlarını gösteren tablodur. Bundan da önce, devrimci refleksleri bakımından felç durumdaki devrimci hareketin mevcut örgütsel realitesi, içinden geçilen sürecin komünist ve devrimci hareket açısından ne denli zorlu ve sancılı bir süreç olduğunun teyidi durumundadır. Türkiye-Kuzey Kürdistan açısından es geçilemez bir gerçeklik de Kürt Ulusal Hareketi’nin kendi silahlı niteliğinin tasfiyesini imzalamasıyla olgulaşıp derinleşen, yasalcı reformist akımla nitelenen, ideolojik-politik ve örgütsel tasfiyecilik boyutudur. Komünist ve devrimci hareketin mevcut durumu ve gerçekliği açısından dünya şartlarıyla ülke şartları birbiriyle benzer ve neredeyse aynıdır. Sürecin stratejik olmasının bir içeriği de tasfiyeci saldırı sürecinin evrenselliği anlamına gelmektedir. Genel olarak silahlı mücadele ve komünist devrimci ideolojiye karşı dünya çapında neo-liberal strateji eşliğinde geliştirilen bir tasfiyecilikten söz edilmektedir; coğrafyamızla sınırlı değil. Yukarıda özetle ve tespitsel olarak belirtmeye çalıştıklarımız durum gerçeğin tamamı değil, sadece bir bölümüdür. Gerçeğin diğer bölümü (ya da tamamlayanı) ise, bütün bu negatif resme karşın komünist ve devrimci dinamiğin barutunu yitirmemiş olup, belli eylem ve olumluluklara imza atıyor olması gerçeğidir. Yani negatif pratiğin egemenliğinde nüfuz eden sürecin öteki yüzü ise pozitif pratiktir. Cılız ve yetersiz de olsa pozitif öğelere rastlandığına tanıklık yapılmaktadır ki, bu inkar edilemez. Ve buna tanıklık yapmak bütün bir sürecin nihayetinde alt-üst olacağından kuşku duymamaya yeterli kanıttır. MKP dava tutsaklarının açığa çıkarılmış da olsa hapishaneden kaçmayı ve mücadeleye atılmayı planlayan özgürlük eylemi pozitif işaretlerdendir. İstanbul’da düzenlenen 18 Mayıs Kaypakkaya anma yürüyüşü ve etkinliği kapsamındaki devrimci gelişmeler pozitif gelişmelere işarettir. Hava-İş Sendikası önderliğinde hava yolları işçilerinin tüm kuşatmaya karşın sergiledikleri kararlı direniş pozitif işaret olarak değerlendirilebilir bir grevdir. Tuzla Deri-İş’te bir iş kolunda devam eden grev bağrında bu kıvılcımı taşıyabilir bir direniştir… Hiçbir devrimci eylem ve direniş küçümsenemez, küçümsenmemelidir. Çünkü büyük ağaçları var eden küçük tohumlardır! Bir tek kıvılcım büyük yangınların başlangıcı olabiliyorsa (ki, olabiliyor), öyleyse halk kitlelerinin duygu ve talepleriyle buluşup birleşebilen devrimci bir eylem, devrimci bir direniş ya da devrimci bir şiar büyük patlamalara, büyük sallantı ve çalkantılara vesile olabilir. Nesnel zemin uygunsa tek bir
kartopu büyük bir çığı koparmaya muktedirdir! Baskı, zulüm ve sömürüye yönelmiş devrimci bir eylem büyük eylemlerin habercisi olabilir. Önden dışa vurup gelen öfkeler, arkada birikmiş öfkelerin patlamasına işaret olabilir. Bir işçi direnişi geniş emekçi sınıfların hoşnutsuzluklarını meydanlara dökmesine sebep olabilir. Bir firar eylemi devrimci bir hazırlığın müjdecisi veya önceli olabilir. Unutulmasın ki, öncü sarsıntılar büyük sarsıntı ve sallanmalarla son bulur. Geniş halk kitleleri ve tüm yoksul dünya adına söyleyebiliriz: gelmeye hazırlanıyoruz, geleceğiz! Kar ne kadar yağarsa yağsın, ısınan toprak onu eritecektir. Somutta komünist ve devrimci hareketin örgütsel-askeri güçleri hazır olmasa da, stratejik olarak bu güçlerin geleceği zapt etmesi kaçınılmazdır! Coğrafyamız açısından siyasi iktidarın zaptına giden yol Halk Savaşı yoludur. Biz Yeni Demokrasi Güçleri Maoist zemin ve Halk Savaşı kulvarında duruyor ve gelecek hedefiyle tereddütsüzce yürüyoruz. Tasfiyeciliğin etkileri safları öyle ya da böyle vurmaktadır. Bu da yetmezmiş gibi, hakim sınıflar askeri-örgütsel darbelerle partimizi hedefleyip örgütsel tasfiyesini sağlamak için elinden geleni yapmaktadır. Maalesef düşmanın partimize saldırıları belli oranda başarı sağlamış ve örgütsel güçlerimiz azımsanmayacak düzeyde hırpalanmıştır. Ülke devrimci hareketi büyük bir kısmıyla düzen kulvarında kulaç atmakta, ancak sınırlı bir kesimi devrimci niteliğini korumayı başarmaktadır. Karşı-devrimin her türden saldırılarına dişe diş mücadele içinde ve her şeye rağmen sınıflar mücadelesi görevine sahip çıkan partimiz MLM dokusu ve stratejik perspektifinden kaynaklı olarak ayakta durmayı başarmaktadır. Kısacası, ülke devrimci hareketi ideolojik-politik manada tasfiyeci girdapta eriyip küçülürken ya da örgütsel erimeye paralel olarak nitelik kaybı yaşarken, partimiz örgütsel güç yitimine karşın, ideolojik-politik niteliğinden ödün vermeyen bir netlikle esasta sağlam bir duruş sergilemektedir. Partimizin tarihi tecrübelerine bakıldığında Anka kuşu misali kendini küllerinden yarattığı görülecektir. Aslında bu, MLM ideolojinin sağladığı bir yetenek olmaktan öteye, doğrudan sınıf çelişkileriyle alakalı bir meseledir. Bu çelişki siyasi oluşumları koşulladığı gibi, mevcut siyasi partilerin de varlık gerekçesi, güçlenmesinin temeli ve teminatıdır. Nesnel koşullarla örtüşen ya da nesnel şartların dolaysız sonucu olan devrim ihtiyacı ve sınıf çelişkileri ortadan kalkmadığına veya gerici sınıflar tarafından giderilmediğine göre, bu ihtiyaç ve çelişki devrimle, dolayısıyla da Maoist Komünist Partisi aracılığıyla karşılanacak ve çözülecektir. Yani nesnel şartlar bu partiyi ve bu parti önderliğinde devrimin gelişmesini kaçınılmaz kılacaktır. Çünkü, nesnel kanunlar değiştirilemez yasalardır. Maoist Komünist Partisi bu şartların doğumu, ihtiyacı ve ürünüdür. Aynı zamanda bu çelişkinin çözümün de yegane araçtır. Devrim kaçınılmazsa, önderlik rolüyle devrimi örgütleyecek parti de kaçınılmazdır. Bugün olmasa da yarın mutlaka ama mutlaka daha güçlü geleceğiz! Tüm dinamikler bunu doğrulamaktadır. Her örgüt bir ihtiyacın ürünüyse, devrim ihtiyacı o örgütü üretecektir. Bizler bununla kalmıyor-yetinmiyor, iradi çabamızla da bu süreci hızlandırıp büyütüyoruz.
04 Reyhanlı Katliamı güncel
Halkın Günlüğü 1-15 HAZİRAN 2013
ve Suriye denklemi Reyhanlı’da patlayan bombalar ve yaşanan katliam Suriye’de yaşanan olayların nasıl bir denklem üzerine oturtulduğunu yeniden sorgulamayı zorunlu kılmaktadır Daha önce Antep ve Cilvegözü’nde provası yapılan ve 11 Mayıs tarihinde Hatay-Reyhanlı’da hayata geçirilen kanlı saldırılar ve yaşanan katliam sonrası Suriye denklemini bir kez daha analiz etmek zorunlu hale gelmiştir. Özellikle Türkiye-Kuzey Kürdistanlı komünist ve devrimci güçler açısından Suriye’de yaşanan gelişmeler genelgeçer değerlendirmelerin dışında itinayla ele alınıp incelenmesi ve gerekli tavrın takınılarak kitlelere gidilmesi gerekliliği önemli bir konudur. Meselenin kriminal boyutuna yoğunlaşılması eksik yaklaşımdır. Kendi gerici-faşist ve saldırgan politikalarının bir sonucu olarak yaşanan bu katliamın hesabını vermemek ve üstünü kapatıp manipülasyon ile farklı adresleri göstermeye çalışan AKP tam da meselenin kriminal yönünü ön plana çıkartıp tartıştırmaktadır. Oysa bizler bununla yetinemeyiz. Zira böylesi bir tartışma hakim sınıfların imkan ve olanakları ile kitleleri etkileme gücü göz önüne alındığında en çok Türk devletinin işine gelmektedir. Ki yaşanan saldırıların hemen sonrasında yayın yasağının getirilmesi ve “Acilciler ÖrgütüMihraç Ural” üzerinden ihaleyi “Marksistlere” yıkmanın gayreti içerisinde olan AKP’nin oyununu bozmak içinde meselenin özü ısrarla öne çıkartılıp işlenmelidir. Yaşanan katliama dair net bir şekilde şu vurgu yapılmalıdır; kim tarafından hangi kimlikle yapılırsa yapılsın böylesi bir saldırı kesinlikle mahkum edilerek kınanmalıdır. Emekçi halk kitlelerine dönük hangi gerekçeyle, kim tarafından hayata geçirildiğine bakılmaksızın yapılan bütün saldırılar-katliamlar teşhir edilmeyi hak eder. Bu vurgumuzdan, yaşanan katliamın “Marksist bir örgüt” tarafından vs. yapıldığına dair bir gönderme yaptığımız anlaşılmamalıdır. Faşist-gerici güçler tarafından sıkça propagandası yapılan mesele üzerinden olası durumlarda tavrımız ne olacakne olmalıdıra yönelik kısa bir vurgudur sadece yapmak istediğimiz.
Yaşananlar neyin ürünüdür Suriye’de iki yılı aşkın süredir devam eden olaylar başını ABD’nin çektiği emperyalist güçlerin bölge politikalarının bir sonucudur. Dünden bugüne gerici emellerini hayata geçirmek için bugün Suriye’de dün Mısır, Tunus, Libya’da, daha önce Irak ve Afganistan’da hayata geçirilen politikalar
ne ise bugün yaşananlar da aynısıdır. “Özgürlük-demokrasi” söylemleriyle özellikle Ortadoğu bölgesinde gerici emellerini hayata geçirmek isteyen emperyalist güçler “Arap Baharı” vb. süreçleri pratiğe geçirerek bölge devletleri üzerinde reorganizasyon sürecini işletmektedir. Daha fazla kar hırsıyla sömürü ve zulmü yoğunlaştıran emperyalist güçler ve onların yerli uşakları ezilen-emekçi kitlelere kan kusturmaktadır. ABD, AB, Rusya ve Çin emperyalistleri açısından oldukça önemli bir yere sahip olan Ortadoğu coğrafyası her türlü oyun ve saldırının da merkezi haline gelmiş durumdadır. ABD emperyalizminin bölge politikalarının önünde engel teşkil eden bütün devletler sırasıyla hizaya getirilmeye çalışılıyor. Mısır ve Tunus’ta farklı bir versiyonuna tanık olduğumuz saldırıların Libya ve Suriye ayakları ise daha farklı hesaplarla hayata geçirilmeye çalışılıyor. Gerek uluslararası basın gerek ise Türk medyası tarafından aktarıldığı şekliyle Suriye’de emekçi halk kitlelerinin sömürü ve zulme-baskıya karşı bir isyanı ve silahlı direnişi söz konusu değildir. Suriye’de yaşananlar Faşist Esad yönetimi ile emperyalist ve uşak güçleri tarafından silahlandırılıp eğitilen gerici-çeteci güçler arasından süregiden bir çatışmadır. Bu çatışmanın bir yanında ABD ve batılı emperyalist güçler ile TC, İsrail, Katar, Ürdün, Suudi Arabistan gibi yerli işbirlikçi-uşak devletler bulunurken diğer tarafta ise Rusya-Çin-İran emperyalistgerici güçleri bulunmaktadır. Özcesi Suriye’de yaşanan ve diyetini Suriye halkının ödediği savaşın başlatıcıları, sürdürücüleri ve kazananları da emperyalist güçlerdir. Daha önce Irak ve Afganistan’a götürülen “demokrasi ve özgürlüğü” göz önüne alınca Suriye’ye ihraç edilmek isteneninde ne olduğunu net bir şekilde anlamaktayız. Bir kez daha kısaca vurgulamak gerekiyor ki Suriye’de yaşanan olaylar Suriye halkının demokrasi-özgürlük mücadelesi ile ayağa kalkıp Suriye Devletine karşı başlatıp devam ettirdikleri bir isyan ve başkaldırı değildir. Başını ÖSO’nun çektiği ve emperyalist güçler ile TC gibi uşak devletler tarafından silahlandırılıp eğitilen gerici çeteciler ile faşist Esad yönetimi arasında süren bir savaştır. Yaşanan olaylarla hedeflenmek istenen fiili bir emperyalist işgale gerek kalmadan Esad iktidarının düşürülmesi ve yerine ABD emperyalizmine uşaklıkta yeminli bir gücün görev başına getirilmesidir. Suriye’de, Mısır, Tunus ve Libya benzeri bir sonucun kısa sürede alınamamasının temel sebebi ise Rusya-Çin ve İran faktörüdür. ABD emperyalizmi içerisinden geçtiğimiz süreç itibariyle Rusya ve Çin gibi iki önemli gücü cepheden karşısına alamamaktadır.
Bundandır ki Suriye’de TC, Katar, Suudi Arabistan gibi uşak yönetimlerin ve ÖSO gibi gerici çeteci güçlerin daha etkin bir şekilde kullanımı hedeflenmektedir.
Suriye/TC denklemi Hatırlanacağı üzere kısa bir süre öncesine kadar Suriye Devlet Başkanı Beşer Esad’a ‘’kardeşim’’ diye hitap eden, iki ülke arasından ortak Bakanlar Kurulu çalışması yapan, vizeleri kaldıran ve daha bir çok siyasi-ekonomik-askeri anlaşma gerçekleştiren Türk devleti, ABD emperyalizminin Suriye politikaları ekseninde “kardeş Esad” ve yönetimi ile kanlı-bıçaklı olmuştur.Bu durum daha önce birçok örnek ile tanık olduğumuz bu ve benzeri olaylar dahi tek başına Türk devletinin emperyalizme uşaklığının tescilidir. Bu uşaklık öyle bir boyuta ulaşmıştır ki dün doğru dediğine bugün yanlış demekte dahi hiçbir beis görmeden halk kitlelerine arsızca yalanlar sıralanmasını normal göstermektedir. Türk devleti Suriye’de baş gösteren olayların ilk anından itibaren ABD emperyalizminin direktifleri doğrultusunda her türlü kirli oyunun içerisine girmiştir. ÖSO, El-Nusra vb. çeteci güçlere silahtan, eğitime, barınmadan, güvenliğe kadar her türlü desteği sunan ve Suriye’deki olaylara ABD emperyalizmi safında taraf olan Türk devleti adım adım gerici bir savaşın içerisine girmektedir. TürkiyeKuzey Kürdistan ezilen-emekçilerine yönelik her türlü faşist baskı ve terörü uygulayan Türk devletinin, Esad yönetiminde “demokrasi, insan hakları” dersi vermeye çalışması ise oldukça komik bir paradoks olarak karşımızda durmaktadır. Yaşanan hiçbir olay tek yönlü olamayacağına göre, Türk devletinin içerisinde bulunduğu durumunda bir diyet borcu vardır. Ve Türk devleti bu borcunu ülkemiz emekçi halkına ödetmeye kararlıdır.
Reyhanlı Katliamı kime yarar Daha önce Antep ve Cilvegözü’nda meydana gelen patlamalar ve yaşanan ölümler Reyhanlı katliamının habercisi şeklindeydi adeta. Her gün binlerce çetecinin iki ülke sınırları arasında mekik dokuduğu ve özellikle bölgedeki Alevilere yönelik tehdit ve tacizlerinin artış gösterdiği bir tablo içerisinde Reyhanlı saldırısı da yerli yerine oturmaktadır. Böylesi bir eylem ve doğuracağı sonuçlar kim tarafından yapılırsa yapılsın her hangi büyük bir gücün onayı olmadan gerçekleştirilemez. Saldırının zamanlama ve hedefi itibariyle birçok sonuca yol açma ihtimali bulunmaktadır. Türk Başbakanı R.Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Barack Obama arasında 16 Mayıs tarihinde yapılan görüşme öncesi böylesi bir katliamın yaşanması ve yapılan görüşmenin bir numaralı gündem maddesinin Suriye olması, yine Mayıs ayı içerisinde ABD ve Rusya tarafından yapılan görüşmeler sonrası Suriye meselesine dair bir mutabakata varıldığının ifade edilmesi söz konusu katliamın Esas yönetimini zora düşürüp meşruluğunu tümden ortadan kaldırmaya ve başta TC olmak üzere bölge ülkelerini daha aktif bir şekilde denklemin içine çekme çabası olarak okumak gerekiyor. Geniş kitleler tarafından lanetlenen ve büyük bir öfke ile karşılanan Reyhanlı katliamı sonrası başta Türk devleti olmak üzere ABD ve batılı güçlerin yoğun bir şekilde saldırılardan Esad yönetimini sorumlu göstermesi, Suriye’ye yönelik olası saldırılarında kapısını aralama işlevi görmektedir. Gelinen aşamadan ÖSO vb. çeteci güçlerin gün geçtikçe kan kaybetmesi, El Kaide vb. güçlerin Suriye’de daha etkin hale gelmesi ve halka yönelik birçok katliamda bu gerici çeteci güçlerin imzasının bulunması, Esad yönetiminin Rusya-Çin-İran üçlüsünden aldığı güç ve iç çatışmalarda yeniden sütün duruma gelmesi ABD ve batılı emperyalist güçlerin politik denklemlerini bozmuş durumda. Reyhanlı ve diğer sınır bölgelerinde İstihbarat-Emniyet ve Jandarma güçlerinin yoğun bir şekilde konumlan-
1-15 HAZİRAN 2013 Halkın Günlüğü
05
ması, CIA , MOSSAD gibi istihbarat örgütlerinin buralarda konumlanması ve son yaşanan katliamda olduğu gibi saldırının önceden biliniyor olması, Reyhanlı saldırısının kendiliğinden gelişen ve herhangi bir örgütün kendi inisiyatifiyle yaptığı bir eylem olmadığını göstermektedir. Özellikle AKP tarafından yaşanan katliam sonrası yapılan açıklamalar ve takınılan tavrın katliamı kendi lehlerine çevirmenin uğraşı içerisinde olduklarını ispatlamaktadır. Erdoğan Reyhan’lı katliamı olduğunda Reyhanlı’ya gitmek yerine apar topar ABD’ye koştu. Bu siyaseten oldukça puan kaybettiren bir davranış olmasına rağmen,ABD’ye karşı boynu kıldan inceydi ve önceliği Reyhanlı halkı değil, Obama ile görüşmelerdi Erdoğan ya da AKP iktidarının. Siyaseten kötü pozisyonunu fark eden Erdoğan ABD’den döndükten sonra (ve muhalefetin yürüttüğü eleştirilerin basıncıyla da) Reyhanlı’ya gitti. Somut bir şeyler söyleme yerine para zoruyla topladığı kitleye demagoji yapmaya her zamanki gibi devam etti. Ezber ve takıntı olarak yine Esat’ı-Suriye’yi suçladı ve ellerinde belgeler olduğunu söyledi. Bu arada
UFUK ÇİZGİSİ
Silahlı Düşman Silahlı Karşı Koyuşla Yenilir!
G
erilla savaşının kapısına kilit asarak tasfiye zemininde sürdürülen ‘’çözüm’’ arayışlarının basıncıyla, ‘’silahlı mücadele dönemi kapanmıştır’’ ilanında bulunularak genel tasfiyeci reformist bir düzlem ortaya konmuştur. Silahlı mücadele hakkında kerhen de olsa söylenen her söz negatif cereyana dinamo olmakla birlikte, ciddiyeti ne olursa olsun bu söylem proleter devrimci cephede es geçilemez önemdedir. Bilindiği gibi Öcalan, Newroz’da deklere ettiği “silahlı mücadele dönemi bitmiştir” beyanıyla Kürt Ulusal Hareketi’nin gerilla güçlerini “sınır dışına” çektirerek gerilla savaşını objektif-pratik olarak tasfiye etti. Bu tablo kuşkusuz ki, zımni de olsa belli bir pazarlığın, anlaşmanın ve uzlaşmanın ürünüdür. Ne var ki, hiçbir anlaşma-uzlaşma devrimci ilkelerden, amaçlardan ve ideolojiden ödün vermeyi haklı göstermez. En önemlisi de anlaşma ve uzlaşma sağlanmış da olsa, bu somut silahlı mücadelenin bitirilmesine gerekçe edilebilir ama sağlanan bu uzlaşma asla genel silahlı mücadele hakkında bir hüküm vermek anlamına gelmez. “Biz yürütüyorsak doğru ve geçerlidir ama biz yürütmüyorsak geçerli değildir, dönemi kapanmıştır’’ anlayışının elle tutulur ciddi bir tarafı yoktur.
CHP’ye de iğne batırmaktan geri durmadı. Çarpıcı olan şudur; ilk günden itibaren istihbarata sahip olup tutuklamalar gerçekleştirmesine karşın, ne yapanlar, ne de örgüt vb bir türlü açıklanmadı, açıklanamıyor. Tüm temelsiz suçlamalar gibi, Suriye’yi suçlaması da esasta kof çıktı. Kendi suçlarını örtbas etmek için çırpınıp dururken giderek batmaktadır AKP iktidarı. Red-HACCK’ın deşifre ettiği belgeler ve sonraki gelişmeler de gösterdi ki, istihbarat bu eylemin yapılacağından daha önceden haberdardır. Yapılan dinlemeler eylem yapanların dinlendiğini ve eylem hazırlığında olduklarını kanıtlamasına karşın hiçbir önlem alınmamış ve maalesef bu katliam gerçekleştirilmiştir. Eyleme göz yumarak ve bu anlamda yapılmasını isteyip dolaylı olarak yaptırılarak işledikleri suçu bilgi kirliliğiyle kaynatıp unutturmaya, geçiştirmeye çalışmaktadır AKP. Ancak belge, bilgi ve kanıtların tümü suçluyu açıkça işaret edip göstermektedir. Belgeleri sızdıran askerin tutuklanması ise AKP iktidarını alamaya yetmeyecektir. Suç işleyen asker değil, AKP iktidarı ve istihbarat örgütüdür. Asker halk kitlelerinin gerçeği bilmesini sağlamaya katkı sunarak onurlu bir eylem yapmıştır. AKP saldırgan ve faşist politikasının bedelini askere ödetemez. Emperyalist güçler ve uşak iktidarları tarafından hayata geçirilmeye çalışılan gerici politikaların faturasını emekçi halk kitleleri ödemektedir. Türkiye-Kuzey Kürdistan ve bölge halkları ayağa kalkıp bu gerici emellere ve emperyalistler ile yerli işbirlikçi yönetimlerine dur demedikçe katliamların hedefi olmaya devam edeceklerdir. Komünist-devrimci güçler bu bölgelerde tam bir seferberlik ruhu içerisinde örgütlenme çalışmaları yaparak halkı silahlandırmalı ve hem faşist Türk devletine hem de gerici çeteci güçlere karşı kendi savunma güçlerini oluşturmalıdırlar. Politik niteliğinden arındırılmış her türlü savaş gerçekliğine nasıl karşı isek aynı şekilde içi boşaltılmış barış gerçekliğine de karşı çıkmak gerekiyor. Dünya halklarının nihai barışı için emperyalistgerici güçlere karşı her alanda Halk Savaşı’nı yaygınlaştırıp, güçlendirmenin zamanıdır.
≫ bakış can
Elbette ki, gerilla savaşının tasfiye edilmesi pratiğiyle silahlı mücadelenin reddedilmesi Kürt Ulusal Hareketi ve mücadelesi açısından da doğru değildir. Nitekim Kürt Ulusal Hareketi’nin tüm kazanımları esasta gerilla savaşı sayesinde mümkün olmuştur. Ancak devrimci feri sönen Ulusal Hareket önemli hedef ve amaçlarını, talep ve haklarını uzlaşma kutusuna koyarak, egemen ulus hakim sınıflarıyla barış içinde mücadele edeceğini açıklamış bulunmaktadır. Kürt ulusuyla Türk hakim sınıflarının barıştığı her dönem mutlaka Türk hakim sınıflarının Kürt ulusuna muhtaçlığı söz konusudur. Kürtlerin kandırılarak kullanılması Türk hakim sınıflarının stratejik siyasetidir. Ne yazık ki, Kürt Ulusal Hareketi bu gerçeği unutup derin bir rüyaya dalarak Türk hakim sınıflarıyla barış içinde yarışacağına inanmakta ve bu doğrultusunu beyan etmektedir. Hem de silahlı mücadeleye son bir darbe daha vurarak gitmeyi tercih etmiş, ideolojik savrulmayı kabul ettirme çabasını ihmal etmemiştir. Uzun sözün kısası, barış veya barışçıl sürece köklü bir geçiş gerçekleştirmiştir Kürt Ulusal Hareketi… Biz proleter devrimciler, emperyalizmin oyuncağı karşı-devrimci bir araç haline dönüşmedikçe Kürt Ulusal Hareketi’nin yanında olup, ulusal demokratik haklarını ve mücadelesini destekleyeceğiz. Fakat onun ideolojik-siyasi savruluşlarını, kırılganlık ve yabancılaşmalarını eleştiri hedefimizden geri alamayız. Tüm doğası ve çıkarları gereği düşman konumda olup karşıt pozisyonda bulunan Türk hakim sınıflarıyla Kürt ulusunun-hareketinin gerçek, eşit, demokratik, ilkeli bir barış süreci içinde olacağına inanmamaktayız. Şayet bunun tersi iddia edilirse, bunun demokratik, eşit ve onurlu bir barış olmadığını söylemek
zorundayız. Adı geçen barış süreci demokratik bir barış olmamakla birlikte, Türk egemen sınıfları yararına işleyen bir süreç olacaktır. Aynı zamanda Kürt ulusu ve hareketinin aleyhine olup, onun Türk hakim sınıfları devleti ve düzenine entegre olması anlamına gelecektir. Silahlı mücadele hakkında deklere edilen öznel görüşe karşı olduğumuz gibi, Kürt ulusunun geri entegrasyonuna da sonuna kadar karşıyız. Ve inanıyoruz ki, silahlı mücadelenin dönemi bitmiştir diyen Öcalan esasta yine kendi güçleri tarafından yadsınacak ve oradan silahlı mücadele güçleri doğacaktır… Faşizmden söz edildiği yerde savaş veya silahlı başkaldırı meşru mücadelenin en yetkin ve gerekli biçimidir. Devrimci mücadelenin başından itibaren silahlı nitelikte biçimlenmemesi veya bu mücadelenin silahlı biçime bürünmemesi, faşizmin geçerli olduğu koşullarda, geçerli bir tartışma değildir. Faşizm şartlarında, hakim sınıflara karşı devrimci güçler tarafından yürütülen barışçıl mücadele ve örgütlenmenin yaşam hakkı ve zemini yoktur. Barış stratejik olarak faşizmin doğasına aykırıdır. Faşizme karşı mücadele barış içinde verilemez. Silahlı düşmanlara karşı silaha sarılmak bir tercih ya da keyfi bir davranış değil, açık bir zorunluluktur. Düşmanların örgütlenme ve mücadele yürütmene silahla karşılık veriyorsa, sen de düşmanlarına karşı silaha başvurmak, silahla karşılarına çıkmak zorundasın. Komünist ve devrimcilerin azgın terör altında işkenceden geçirilip çeşitli biçimlerde katledildiği, mücadele yürüten aydın, ilerici, demokratın hoyratça kurşunlandığı, değişik biçimlerde katledildiği ve tüm toplumun bu yolla korku altına alınarak sindirildiği koşullarda devrimci mücadele silahlı nitelik almak durumundadır. Aksi halde kendisini koruması mümkün olmazken, silahlı olan düşmanına büyük bir avantaj ve üstünlük vermiş olur. İmha, inkar ve asimilasyon politikaları ile milli zulmün en ağırını tadan Kürt ulusu, resmen tanınması ve muhatap alınmasıyla birlikte, yaşanan değişimi çok ciddi derecede hissetti. Ağır milli baskı ve inkar politikasında biraz gevşemenin gündeme gelmesi, Kürtleri gereğinden fazla iyimserliğe iterek Türk hakim sınıflarıyla barışmaya-uzlaşmaya kadar getirmekle kalmadı, bu uzlaşma zemininde silahlı mücadelenin miadını doldurduğu açıklaması yapıldı. Sebep ne olursa olsun silahlı mücadele ve biçim, devrimimizin başvuracağı esas mücadele ve temel örgütlenme biçimidir. Ki bundan ödün verilemez. KCK operasyonlarında on binlerce Kürt siyasetçi, aktivist hala içerdedir. Roboski Katliamı ve gerilla güçlerine karşı kimyasal silahların kullanılması “TC” devletinin niteliğinden bağımsız değildir. Kürt Ulusal Hareketi’nin yumuşak karnı onu sürükleyerek tasfiyenin eşiğine getirmiştir. Yeniden silahlı mücadele-gerilla savaşına dönmek Kürt Ulusal Hareketi’nin önünde duran kaçınılmaz zemindir. Kürt ulusunun kurtuluş ve bağımsızlığı ancak bununla gelecektir. Silahlı mücadelenin dönemi bitmiştir açıklamasıyla değil…
06
güncel haber
İSTANBUL
Halkın Günlüğü 1-15 HAZİRAN 2013
ANKARA
40. Yılında İbrahim Komünist önder İbrahim Kaypakkaya Amed zindanlarında katledilişinin 40. Yılında hem mezarı başında hem de başta İstanbul, Dersim, Ankara, İzmir, Adana başta olmak üzere birçok şehirde anılarak mücadelesi sahiplenildi İSTANBUL: İstanbul’da komünist önder İbrahim Kaypakkaya, faşist kuşatma altında devrimci dayanışmanın coşkusuyla birleşen kavga sloganlarıyla anıldı. Devletin Taksim yasağı devrimci iradenin yönelimiyle delindi. Ölümsüzlüğünün 40. Yılında İbrahim Kaypakkaya’yı anmak için DHF, Partizan, ESP, Alınteri, Kaldıraç, BDSP, ÖDP, SDP, SYKP, PSAKD, Dersim Dernekleri Federasyonu ve Devrimci 78’liler Federasyonu’nun da içinde olduğu örgütlerin çağrısıyla yüzlerce kişi,Taksim Tünel’de bir araya geldi. Ellerinde İbrahim Kaypakkaya’nın fotoğraflarını taşıyan kitle “İbrahim Kaypakkaya yaşıyor, yaşayacak”, “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya”, “İbo, Mahir, Deniz sürüyor sürecek mücadelemiz”, “Yaşasın devrimci dayanışma”, “Taksim kızıldır kızıl kalacak” sloganlarıyla Taksim Meydanı’na yürümek için beklerken, sivil polisler han içinde İbrahim Kaypakkaya dövizlerini taşıyan bir kişiyi gözaltına almaya çalıştı. Handaki sivil faşistlerin de şişe kırıklarıyla linç etmeye çalıştığı eylemciyi kitlenin geri aldığı sırada saldırı başladı. Çevik kuvvet ve TOMA’larla kitlenin önüne barikat kuran polis kitleye tazyikli su ve gaz bombasıyla saldırdı. Polis saldırısının ardından üçe bölünen kitlenin bir kısmı Şişhane tarafına, bir kısmı Tarlabaşı tarafına bir kısmı da Galata Kulesi tarafına dağıldı. Yoğun olarak kullanılan gazdan çok sayıda kişi etkilendi. Yakın mesafeden kitlenin üzerine hedef gözeterek gaz bombası atan polisin, bilinçli bir şekilde pasajlarda oturanların üzerine de gaz bombası attığı görüldü. Yoğun gazdan etkilenerek ara sokaklara çekilen kitlenin ardından ara sokaklara da gaz bombası atan polis, daha sonra bu sokaklara girerek önüne gelene saldırdı. Ara sokaklarda sivil polisler silah çekerek, eylemcileri ölümle tehdit etti. Saldırılarda bazı eylemciler de yaralandı. Hiçbir uyarı yapılmadan TOMA’dan kitle
üzerine sıkılan basınçlı suyun önünde kalan polis, yere düşerek yaralandı.
Faşist kuşatmaya rağmen DHF Taksim Meydanı’na ulaştı Taksim Tünel’de kitleye saldırının ardından DHF’liler, İstiklal Caddesi üzerinde bulunan Demirören İş Merkezi önünde bir araya geldi. “İbrahim Kaypakkaya ölümsüzdür” pankartı açarak, Taksim Meydanı’na doğru yürüyüşe geçen DHF’lilere BDSP’liler de katılarak “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya”, “Gözaltılar tutuklamalar baskılar bizi yıldıramaz”, “İbrahim yoldaş ölümsüzdür”, “Yaşasın devrimci dayanışma” sloganları eşliğinde yürüdü. Yoğun ilgi gören yürüyüşün ardından meydana ulaşarak açıklama yapmak isteyen kitleye polis, TOMA’larla gazlı su sıkarak ve gaz bombaları atarak saldırdı. Polis saldırısı sonrası kitle ara sokaklara çekildi. Mis Sokak’ta ‘’And olsun ki adını şan olsun ki andını yaşatacağız katledişinin 40. yılında Kaypakkaya’yı unutmadık unutturmayacağız” yazılı pankartın arkasında bir araya gelen Partizan, ‘’Önderimiz İbrahim Kaypakkaya ‘’,’’Katil devlet hesap verecek’’ sloganlarını atarak Fransız Kültür Merkezi önüne yürüdü. Meydana yürümek isteyen Partizan üye ve taraftarları polis saldırısının ardından ara sokaklara çekildi. Polisin azgın saldırısından gazeteciler ve çevredeki halk da nasibini aldı. Eylem öncesinde gazetecileri tehdit eden polis, bir otelin içinde Ekim Gençliği okurunun dövülmesini görüntüleyen Gelecek Gazetesi muhabirine copla saldırdı. Çevredeki restoranlarda oturan halk ve turistler yoğun gazdan etkilenerek polisin tavrını protesto etti. Taksim dışında Sarıgazi ve Gazi Mahallesi’nde de Kaypakkaya için anma yürüyüşleri düzenlendi. Sarıgazi’deki eylem Partizan ve DHF tarafından ortak, Gazi Mahallesi’ndeki eylem ise DHF tarafından örgütlendi. DERSİM: Dersim’de komünist önder İbrahim Kaypakkaya şahsında tüm devrim şehitleri için panel düzenlenerek ardından yürüyüş yapıldı. Panelde Kaypakkaya’nın mücadelesine ve yaşamına dair açılış konuşması ve sine vizyon gösterimi yapıldı. Panele katılan Kaypakkaya’nın mücadele arkadaşı İbrahim Ünal İbrahim Kaypakkaya’nın mücadele yıllarında yaptığı faaliyetlere, Kemalizm’e bakış açısına dair açıklamalar yaptı. Ünal’ın ardından konuşan DHF sözcüsü Kaypakkaya’nın o dönemde yapmış olduğu tespitleriyle birlikte Kemalizm,ulusal soruna bakışı,
ülkenin sosyo-ekonomik yapısına dair tahlilleri gibi tüm tespitleriyle birlikte bir bütün halinde ve daha geniş bir perspektiften ele alınıp değerlendirilmesinin, daha doğru olduğunu düşündüklerini ifade etti. Konuşmasında son yıllarda İbrahim Kaypakkaya adına türküler söyleyenlere, onun adını ananlara yönelik olarak hâkim sınıflar tarafından verilen cezaların egemenlerin Kaypakkaya korkusunun hala ne denli güncelliğini koruduğunu gösterdiğini aktardı. Panelden sonra Sanat Sokağı’nda bir araya gelen kitle “İbrahim Kaypakkaya’yı Anmak Onurdur” pankartı arkasında toplanarak sloganlar eşliğinde Seyit Rıza Meydanı’na yürüdü. Burada yapılan basın açıklamasında İbrahim Kaypakkaya’nın hâkim sınıflar üzerinde yaydığı korkuya dikkat çekilerek son yıllarda İbrahim Kaypakkaya’nın adını söyleyen, resmini taşıyan herkesin, O’nun düşüncelerine tahammül edemeyen
devlet tarafından, hapishanelere doldurulmaya devam edildiği ifade edildi. ANKARA: Komünist önder İbrahim Kaypakkaya ve mayıs
haber güncel
1-15 HAZİRAN 2013 Halkın Günlüğü
DERSİM
07
ÇORUM
Kaypakkaya coşkusu şehitleri, aralarında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun da bulunduğu çok sayıda devrimci-demokratik ve yurtsever kurum tarafından yapılan eylemle anıldı. Kolej Meydanı’nda bir araya gelen kitle, buradan Sakarya Meydanı’na yürüdü. İbrahim Kaypakkaya, Haki Karer ve Dörtlerin resimlerinin taşındığı yürüyüş sırasında kitle, “İbrahim Kaypakkaya ölümsüzdür”, “Haki Karer ölümsüzdür” sloganlarını attı. Sakarya Meydanı’nda yapılan basın açıklamasında resmi ideolojinin Kemalist karakterini ortaya koyan Kaypakkaya’nın Kürt ulusunun özgürlük ateşini körüklediği vurgulanarak “Türkiye devriminin yolunu Halk Savaşı olarak tespit etmiş ve bu tespitini eyleme çevirmiştir. Bu nedenledir ki; ‘demokratikleşti’ denen Türkiye’de Kaypakkaya’nın afişini asmak, anmasına katılmak, türküsünü söylemek, kitabını taşımak dahi ‘büyük bir suç’ ve gözaltı-tutuklama sebebidir! Pınar Aydınlar, Ferhat Tunç ve daha birçok sanatçı Kaypakkaya türküleri söyledikleri için terörist ilan edilmektedir. DHF üyelerine bu nedenle yüzlerce yıllık hapis ‘ceza’ları verilmiştir. Kaypakkaya sloganları atan YDG’liler bu nedenle tutuklanmıştır.” denildi. İZMİR: Katledilişinin 40. Yılında komünist önder İbrahim Kaypakkaya DHF ve Partizan’ın çağrısıyla18 Mayıs akşamı Basmane Fuar Kapısı önünde bir araya gelen kitle tarafından yapılan yürüyüşle anıldı. Kitle “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” , “Halk savaşçıları ölümsüzdür”, “18 Mayıs’ı unutma, unutturma” sloganlarını atarak Sümerbank önüne yürüyerek ardından basın açıklaması gerçekleştirildi. Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “İbrahim yoldaşı anmak savaşmaktır ve buradan egemenlere sesleniyoruz 100 yıl değil 1000 yıl hapis cezası verseniz de nafile, bizler İbrahim Kaypakkaya’nın ardılları olarak onun mücadelesini ve kararlığını sürdüreceğimizi buradan bir kez daha haykırıyoruz.” Yapılan açıklamanın ardından İzmir Demokratik Haklar ve Kültür Derneği Müzik Topluluğu’nun seslendirdiği türküler eşliğinde anma etkinliği sonlandırıldı. Eyleme çok sayıda devrimci demokratik kurum da destek verdi. ADANA: Komünist önder İbrahim Kaypakkaya 40. Ölümsüzlük yıldönümü vesilesiyle DHF Çukurova örgütlülüğü tarafından yapılan etkinlikle anıldı. Yapılan anma etkinliğinde Yeni Demokrasi dava tutsaklarından Ercan Binay’ın 18 Mayıs vesilesiyle, Samsun
Hapishanesi’nden göndermiş olduğu yazı okundu. DHF adına yapılan açıklamada, günün anlam ve öneminin üzerinde durularak Kaypakkaya’yı anmanın devrimci teori ve pratik bütünlüğü olduğunu ve her alanda onu anmanın savaşmak olduğu ifade edildi. Hakim sınıfların azgınca saldırılarının karşılanabilmesinin yegane koşulunun ezilen halkların örgütlü mücadelesinden geçtiğinin altı çizilerek Yeni Demokrasi güçlerinin saflarında örgütlenme çağrısı yapıldı. Etkinlikte 18 Mayıs ve mayıs ayı şehitlerine yer verilen sine vizyon gösterimi yapılırken şiirler okundu ve müzik dinletisi yapıldı. Etkinliğe BDSP, ESP, DYG-M, SSH, Alınteri, Dersimliler Derneği olmak üzere çok sayıda devrimci-demokratik-yurtsever kurum katıldı. Etkinliğin serbest kürsü bölümünde katılımcılar söz alarak Kaypakkaya’nın mücadelesi ve devrimci-komünist çizgisi hakkındaki görüşlerini ifade etti.
Çorum’da kitlesel anma Her yıl olduğu gibi bu yıl da komünist önder İbrahim Kaypakkaya’yı mezarı başında anmak için İstanbul, İzmir ve Dersim’den yola çıkan devrimci demokratik kurumlar, sabah saatlerinde Ankara’da bir araya geldi. Ankara’dan başka illerden gelenlerle birlikte Kaypakkaya’nın mezarının bulunduğu Çorum’un Karakaya Köyü’ne doğru yola çıkıldı. Öğlen saatlerinde Karakaya Köyü’ne varan kitle burada kortejler oluşturarak “İbrahim Kaypakkaya ölümsüzdür” ortak pankartı arkasında toplandı. Kitle “Önderimiz İbrahim, İbrahim Kaypakkaya”,”Katil devlet hesap verecek”, “Devrim şehitleri ölümsüzdür” sloganları eşliğinde yürüyüşe geçti. Kitle mezarlık yoluna girince yolun önünü bariyerlerle kapatan jandarma, kitlenin geçişine izin vermeyerek kimlik kontrolü yapmak istedi. Ancak daha önce yapılan anmalara soruşturma açıldığını bilen kitle, kimlik kontrolü yaptırmayarak jandarma barikatını yardı. Sloganlar atarak yürüyüşe devam eden kitle sivil bir polis tarafından görüntülenmek istendi. Sivil polise basın kartını soran kortej görevlileri, fotoğraf çeken şahsın polis olduğunu tespit ederek polise müdahale etti ve sivil polisi oradan uzaklaştırdı. Yaşanan arbede sırasında jandarmanın birkaç defa havaya ateş ederek kitle üzerinde provokasyon yaratma çabası işe yaramadı ve kitle yürüyüşe devam etti.
Kaypakkaya korkusu devam ediyor Mezarlığa gelindiğinde Kaypakkaya ile bir süre önce
hayatını kaybeden Ali Kaypakkaya’nın mezarını çiçeklerle bezeyen kitle, Kaypakkaya ve tüm devrim şehitleri için bir dakikalık saygı duruşunda bulundu. Yapılan basın açıklamasında Kaypakkaya’nın mücadelesi sırasında, 73 Ocak’ında Dersim’de girdiği çatışma sonucunda esir düştüğüne ve işkencede katledildiğine değinilerek Kaypakkaya’nın çizgisinin MİT raporlarında “İhtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanmış hali” olarak geçtiği belirtildi. Onun çizgisinden korkunun 40 yıl sonra hala devam ettiği vurgulanan açıklamada, “Resmi ideolojinin Kemalist karakterini ortaya koymuş, Kürt ulusunun özgürlük ateşini körüklemiştir. Türkiye devriminin yolunu Halk Savaşı olarak tespit etmiş ve bu tespiti eyleme çevirmiştir. Bu nedenledir ki; ‘demokratikleşti’ denen Türkiye’de Kaypakkaya’nın afişini asmak, anmasına katılmak, türküsünü söylemek, kitabını taşımak dahi ‘büyük bir suç’ ve gözaltı-tutuklama sebebidir! Pınar Aydınlar, Ferhat Tunç ve daha birçok sanatçı Kaypakkaya türküleri söyledikleri için terörist ilan edilmektedir. DHF üyelerine bu nedenle yüzlerce yıllık hapis ‘ceza’ları verilmiştir. Kaypakkaya sloganları atan YDG’liler bu nedenle tutuklanmıştır.” denildi. Açıklamada ayrıca Mayıs ayında katledilen Armenak Bakırciyan,Haki Karer, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve dörtlere de değinildi.
Fatma Ana: “Birçok İbo var etrafımda” Açıklamanın ardından Kaypakkaya’nın annesi Fatma Ana’ya söz verildi. Duygusallaşan ve konuşamayacağını söyleyen Fatma Ana anmaya katılan herkese teşekkür ederek “birçok İbo var etrafımda. Korkmayın devam edin yolunuza” dedi.78’liler Vakfı adına yapılan konuşmada ise Kaypakkaya’yı işkencede katledenlerin ortaya çıkarılması için BDP Milletvekili Sebahat Tuncel’in Meclis’te bir soru önergesi verdiği ve bu sürecin takipçisi olacakları belirtildi. Anma etkinliği saz eşliğinde hep birlikte söylenen “18 Mayıs Marşı” ile “İbrahim Yoldaş” adlı mücadele türküsünün söylenmesiyle sona erdi. Eylemi DHF, Partizan ve 78’liler örgütlerken BDSP, ESP ve EMEP destekledi.
Kaypakkaya ülke genelinde anıldı Komünist önder İbrahim Kaypakkaya, Ölümsüzlüğünün 40. Yılında DHF tarafından Antalya, Bursa, Yalova, Çanakkale, Amed, Eskişehir, Denizli, Balıkesir’de de alanlara anıldı. Çeşitli panel ve etkinliklerin düzenlendiği kitlesel anmalarda, Kaypakkaya’yı mücadelesi sahiplenildi.
08
emek
DHL
işçilerine saldırı Gebze’de bulunan DHL deposu önünde 345 gündür direnişi sürdüren işçilere, patronların kurdurduğu Öz Taşıma-İş yöneticileri saldırdı
DHL’nin Gebze’de bulunan deposunun önünde 345 gündür direnişlerini sürdüren TÜMTİS üyesi işçilere, 24 Mayıs’ta saldırı düzenlendi. DHL önünde bir yıldır haklarını almak ve sendikal haklarını korumak için direnişlerini sürdüren işçilere, DHL patronları tarafından kurdurulan Öz Taşıma-İş yöneticileri saldırdı. DHL deposuna araçlarla gelen Öz Taşıma-İş yöneticilerine tepki gösteren işçiler,“Yetkisiz sarı sendikayı burada görmek istemiyoruz” dedi. Öz Taşıma-İş yöneticileri, işçilerin üzerine araba sürerken saldırıda işçilere destek için direniş yerinde bulunan TÜMTİS İşyeri Temsilcisi Hasan Güç yaralandı. Yaralanan Güç, hastaneye kaldırıldı.
Polis direnişçi işçileri gözaltına aldı Olay yerine çağrılan polis, saldırıyı gerçekleştiren Öz Taşıma-İş yöneticilerinin yerine, direnişteki işçileri ve direnişe destek için gelen TÜMTİS üyelerini gözaltına aldı. Bununla da yetinmeyen polis, işçilerin kurduğu direniş çadırını yıkarak işçilere ait eşyalarla, sendikanın flamalarını tahrip etti. TÜMTİS Genel Başkanı Kenan Öztürk yaptığı yazılı açıklamada, DHL’de yetki aşamasına gelindiğini belirterek, patronların talimatıyla Öz Taşıma-İş yöneticilerinin “örgütlenme” adı altında işçilere bölerek sendikasızlaştırmaya çalıştığını ifade etti. Öztürk, DHL yöneticileri ile Öz Taşıma-İş yöneticilerinin birlikte İstanbul ve Gebze’de bulunan depoları gezerek işçileri tehditler ve baskılarla yıldırmaya çalıştıklarını anlattı. İşçilerin çeşitli vaatlerle kandırılmaya çalışıldığını söyleyen Öztürk, "Öz Taşıma-İş, bu pervasızca tutumuna bir yenisini eklemiştir. DHL’deki direnişimizin 180. Gününde işverenin siparişi üzerine kurdurulan Öz Taşıma İş, direniş kırıcılığını işçiye saldırmaya kadar vardırmıştır" dedi. Öztürk direnişe yönelik tüm saldırılara karşın geri adım atmayacaklarını açıkladı.
Halkın Günlüğü 1-15 HAZİRAN 2013
Hava İş: Direnişte 15 Mayıs’tan itibaren THY’de greve başlayan Hava-İş Sendikası’na üye işçilerin direnişi kararlılıkla devam ederken, direnişi sürdüren işçilerle röportajlar yaparak direniş sürecine dair bilgiler aldık THY Genel Müdürlüğü önünde direnişlerini sürdüren Hava-İş Sendikası’na üye işçiler, 15 Mayıs’ta başlattıkları grevle, haklarını almak için mücadele ediyor. Greve 1500-2000 civarında işçi katılıyor. Geçen yıl işten atılan 305 işçiyle birlikte grev sürdürülürken, THY yönetimi greve katılan işçilerin az olduğunu belirterek “Bunlar direnişi sürdüremez” söylemleriyle direnişin taleplerini bulanıklaştırmaya çalışıyor. Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin 28 Mayıs’ta THY Genel Müdürlüğü önünde bulunan direniş alanında işçiler adına bir açıklama yaptı. Direniş sürecine dair bilgiler veren Ayçin, THY yönetiminin greve yönelik burjuva basın ile CNN Türk ve NTV gibi televizyon kanallarında grevin bittiği yönünde haberler yaptırdığına dikkat çekerek direnişe yönelik saldırılara karşın mücadeleyi sürdüreceklerini açıkladı. Direnişteki THY işçilerini aralarında Demokratik Haklar Federasyonu’nun da bulunduğu çok sayıda devrimci demokratik kitle örgütü ziyaret ederek destek mesajı verdi. 15 Mayıs’tan bu yana THY Genel Müdürlüğü önünde direnişe devam eden THY çalışanlarıyla röportajlar gerçekleştirerek direniş sürecine dair bilgiler aldık. Bu güne kadar neler yaşadınız ADİL AK: Biz direnişe başlayalı tam bir yıl oldu. İşten atılan 305 kişiden biriyim. O gün Torba Yasası çıkmıştı. Bizim de içinde bulunduğumuz yasada, grev hakkımız elimizden alındı. Direnişle 5 ay sonra grev hakkımızı geri aldık. O günden bu yana yaklaşık 364 gündür direniyoruz. Daha önce dış hatlar terminalinde direndik. Grevin başladığı gün ayın 14’ünde gece saat 03.00’de polis baskısıyla bizi oradan buraya getirdiler. 14 gündür de buradayız.
BİROL AVCI: Biz 29 Mayıs 2012’de grev yaptık. 31 Mayıs 2012’de işten atıldım. O günden bugüne direnerek ve mücadele ederek grev hakkımızı geri kazandık. Gerek iç kamuoyu gerekse de dış basının desteğiyle grev hakkımızı aldık. Önümüze sözleşme süreci denk geldi. Var olan sorunlarımızın yanında, önümüzde 305 işçinin atılması sorunu vardı. Ayrıca içeride çalışsak bile çok ağır çalışma koşulları vardı, koşullar daha da ağırlaştırıldı. Haklarımızı almak için toplu sözleşme hakkımızı kullandık. Ancak işveren bütün gücü arkasına alarak yaptığı üç ayrı toplantıda haklarımızı yok sayarak bizi dinlemedi. Sonuçta grev kararı aldık. THY savaş dediği için biz barış diyemezdik. Savaş istiyorsanız savaş dedik ve greve çıktık. THY yönetiminin direnişin içeriğini boşaltmak için yaptığı bazı girişimler var. Bazı basın yayın organlarında “Grev bitti, bunlar grevi
sürdüremez” söylemleriyle direnişinize saldırıyorlar. Bununla ilgili neler söylemek istersiniz? ADİL AK: THY yönetimi asılsız şeyler yayıyor. Greve çok az çalışanın katıldığını iddia ediyor. 15 Mayıs’tan bu yana yaklaşık 17001800 arkadaşımız greve katıldı. THY yönetiminin söyledikleri doğru değil. Bugün bakan çıkıyor “Direniş yok” diye açıklama yapıyor. Böyle bir saçmalık yok. Ülkenin bir bakanı “THY yalnız değildir” diyor. Buna anlam veremiyorum. SERDAR SUSKOL: THY, greve karşı saldırılarına hava alanı çevresinde yaklaşık 5 bin civarında polisi görevlendirerek gösterdiler. Bizi gece saat 01.00’de 5 bin polisle hava alanında karşılayarak bir yıldır direndiğimiz yerden uzaklaştırdılar. Polis bize direniş alanımızda duramayacağımızı söyleyerek THY Genel Müdürlüğü binasının önüne gitmemizi söyledi. Çok az arkadaşımız işine devam etti. İşe
1-15 HAZİRAN 2013 Halkın Günlüğü
kararlıyız çoğu insan greve katılmıyor gibi görünüyor ancak hepsi sendikanın arkasındadır. “Sendika boştur, üyeleri arkasında durmuyor” söylemleri tamamen yalandır. Grev sürecinde yaşadığınız zorlukları biraz anlatabilir misiniz? Grevle ilgili talepleriniz nelerdir? SERDAR SUSKOL: Taleplerimizi iki bölümden oluşuyor. Birincisi; işten atılan 305 işçinin işe geri alınması. 305 arkadaşımız grev yasağını protesto ettikleri için işten atıldı. Bu 305 işçi,THY’de çalışan 15 bin çalışan adına işten atıldı aslında. Onlara bir gözdağı vermek istediler. Mahkemelerde işe iade davalarını yaklaşık 160-170 işçi kazandı. Yaklaşık 40 civarında işçinin ise Yargıtay kararıyla işe dönmesine karar verilmesine karşın, THY yönetimi yasadaki “İşçilerin tazminatını vererek işten çıkarabilirsin” maddesine dayanarak arkadaşlarımızı işten attı. Yapılan haksızlığın düzeltilmesi için mahkemenin aldığı işe iade kararının uygulanmasını talep ediyoruz. İkincisi ise; personelin çok yoğun çalışması nedeniyle yorulması, stres ve baskı altında çalışmak durumunda bırakılması. Mazeretimiz nedeniyle bir cenazeye gitmek istesek normal koşullarda izin verilmesi gerekirken bizden ölüm raporu isteniyor. Acımızı yaşamamıza bile tahammül edemiyorlar. Böyle bir şey olabilir mi?
gittiklerinde herkesin güçsüz olduğunu, birlikte hareket edemeyeceğimizi düşündüler. Sonrasında biliyorsunuz gün içerisinde farklı saatlerde uçuşlar var. Arkadaşlarımızı yıldırmak için farklı farklı uçuşlarda birbirlerini takip ettiler. Sürü psikolojisi diyebilirsiniz. Yani sekizde insanlar uçuşa gitmişse ben dokuzda gideceğim diyerek herkes bir önceki arkadaşının gidip gitmediğini takip etti. Dolayısıyla özellikle televizyonda CNN Türk ve NTV gibi kanallar, gün içerisinde sürekli yaptıkları yayınlarla THY’de hiçbir aksaklık olmadığını ve herkesin işine devam ettiğini iddia ederek greve katılımı engelledi. Sınıf sendikacılığı temelinde örgütlendiğiniz için bu saldırılarla karşılaştığınızı söyleyebilir misiniz? ADİL AK: Onların amacı zaten sendikayı bitirmektir. Kendi kafalarına göre sendika kurmak istiyorlar. Onu da başaramayacaklar. Yıllardan beri uğraştılar, başaramadılar. Yine başaramayacaklar. THY işçisi hostesiyle ve kabin görevlisiyle, tamamen sendikanın arkasındadır. Belki
BİROL AVCI: İşe iade davasını kazanan işçilerden biriyim. Yargıtay işten atılan işçiler işe alınsın dediği halde ülkemizde enterasan yasalar var. Yasa işverene işçilere 4-5 maaş tazminat ver, işten atabilirsin diyor. İşverenin böyle bir hakkı var. Maalesef işçinin böyle bir hakkı yok. Ben dönmek istiyorum benim tazminatımı ver dersen, hiçbir ödeme yapmıyorlar. Devrimci demokratik kurumların direnişe desteğini nasıl buluyorsunuz? Yeterli destek geliyor mu? Yoksa başka bir beklentiniz var mı bu kurumlardan? BİROL AVCI: Kurumların desteği çok önemli ve çok güzel. Bugün bize Pir Sultan lokması getirdi arkadaşlar. Pilav yedik beraber. İnsanlar bize pilav hazırlayıp getiriyor. Bizde beraber paylaşıyoruz. Birlikte kahvaltı yaptığımız arkadaşlar var. Asıl olan paylaşmaksa paylaşmanın her türlüsü burada var. Burada bizi ziyarete gelen kurumların desteğiyle mücadelemizi daha da büyütüyoruz. Bu kurumları mücadelemiz sürecinde her zaman yanımızda görmek istiyoruz. Biliyoruz ki direnişimiz kurumların katkılarıyla kamuoyunun gündemine gelecek ve ses getirecek.
emek 09
PTT özelleştirildi PTT, 10 Mayıs günü Meclis’te yapılan görüşmelerin ardından özelleştirilirken, PTT hizmetlerinde taşeronlaştırmanın da önü iyice açılmış oldu 24 Nisan 1995 yılından bu yana telekomünikasyon ve posta hizmetlerinin birbirinden ayrılarak, Türk Telekomünikasyon A.Ş.'nin kurulmasıyla başlatılan PTT’nin özelleştirilmesi süreci, 10 Mayıs günü Meclis’te yapılan görüşmelerin ardından yürürlüğe girdi. 1840’da kurularak posta, telefon ve telgraf gibi pek çok konuda iletişim hizmeti sunan PTT’nin özelleştirilmesiyle birlikte, PTT’nin yaptığı hizmetler artık taşeron firmaların kontrolüne açılmış oldu. Posta hizmetlerinin “kamusal niteliği” yok sayılarak yapılan özelleştirmeyle birlikte artık “paran varsa hizmet alabilirsin” anlayışı hakim hale getirildi. Posta, telgraf ve kargo hizmetlerinin toplumun tüm kesimleri tarafından kolaylıkla ve ucuz bir şekilde alınabileceği bir nitelikte sunulması gerekirken, yapılan bu özelleştirmeyle taşeron şirketler eliyle güvencesiz hizmetin yanında, geçici işçilerin çalışacağı bir statü getirilmiş oldu. PTT’nin özelleştirilmesiyle halk ticari bir rant kapısı olarak görülerek daha pahalı hizmetlerin önü de açılmış oldu. Bu kararla birlikte iletişimin güvenliği ve niteliği de tartışmalı hale geldi. PTT’nin özelleştirilmesi taşeron firmaların önünü açtı AKP’nin “kamu kuruluşlarının karlı olmadığı” iddiaları da göstermektedir ki, devlet yetkilileri her kamu kuruluşunu bir rant kapısı
olarak görmektedir. Ayrıca bu tür iddiaların aksine PTT dahil pek çok kamu kuruluşunun özelleştirilmesi, bu iddianın bir manipülasyondan ibaret olduğunu gösteren önemli bir veridir. Meclis kararıyla özelleştirilen PTT 2003 yılında 22 milyon 891 bin TL kâr ederken, bu kar 8 yıl içerisinde 174 milyon 39 bin liraya çıktı. PTT çalışanlarının büyük bir bölümünün sözleşmeli, kadrolu memur ve taşeron eleman olarak çalıştırıldığı gerçekliği ortadayken, taşeron işçileri sendikal ve sosyal haklardan uzak, güvencesiz koşullarda ve asgari ücretle çalıştırılmaktadır. PTT çalışanlarının haklarının gaspını da gündeme getiren bu özelleştirme, sermaye çevrelerinin çıkarlarına hizmet eden bir yerde durmaktadır. Bütün bu gerçeklikler de göstermektedir ki AKP hükümeti kamu yararını düşünmemekte, daha çok taşeron şirketlerin karını arttıracak bir kararla PTT’yi özelleştirmektedir. PTT’nin A.Ş.’ye dönüştürülmesi halinde, personel alımı, işten çıkarma, tayin, terfi, ücretlerin belirlenmesi, çalışma koşullarının ve saatlerinin belirlenmesi gibi konularda yetki taşeron şirketlerin yönetimine ait olacaktır. Bu durumda, çalışma yaşamındaki mevcut sorunlar daha da artarken, taşeron şirketlerin kar etmek için güvencesiz ve kuralsız çalışmayı dayatan anlayışı hakim hale getirilmeye çalışılacaktır.
10
kadın röportaj
“Ben toplumun da hani öyle kadınlara çok ideal, kadını anne olduğunda çok güzel bir konuma koyduğuna inanmıyorum. Yani kadın anneyse zaten fedakârlığı, feda edilmeyi peşinen kabul etmiştir gözüyle bakıyor toplum” Kadın olmanın en temel özelliği olan doğurganlığı sebebiyle kadınlara eş, bacı gibi diğer birçok sıfatın yanında bir diğeri daha veriliyor; annelik. Nedir peki annelik? Sonsuz ve sebepsiz bir bağlılık, bir kendini feda ediş ve kendinden geçiş mi? Mevcut toplumun yapısı gereği kadın kendisini kuşatan tüm baskı ve sömürü cenderesinin içinde doğurganlığını dahi olması gerektiği gibi yaşayamıyor. Sahtekârca bir “kutsallık” abartısıyla “Cennet anaların ayaklarının altındadır” yalanının arkasına sığınan sistem emekçi kadınlara anneliklerini sağlıklı bir şekilde yaşayabilecekleri yasal güvenceleri sağlamadığı gibi evlerinde de anneler fedakâr, kendinden taviz veren olmaya zorlanıyor ve duygusal ve bedensel anlamda kelimenin tam anlamıyla tüketiliyorlar. İşte bu yüzden kadının ikinci sınıf insan konumunda kendisi için değil de sürekli başkaları için yaşadığı, her türden baskı, zulüm, taciz, tecavüz ve şiddete maruz kaldığı sömürü sisteminde annelik kadının boynundaki yeni bir prangaya dönüşüyor adeta. Sanki bir teselliymişçesine kadınlara “bahşedilen” Anneler Günü vesilesiyle tekstil emekçisi bir kadına “anneliği” soruyoruz.
Kendinizi kısa bir şekilde tanıtabilir misiniz? Adım Cevahir, konfeksiyon işçisiyim. 10 yıldır evliyim. 8 yaşında bir oğlum var. 22 yıldır tekstil sektöründe çalışıyorum. 35 yaşındayım. 13 yaşında başladım çalışmaya. Geçtiğimiz Pazar anneler günüydü. Kadın toplum içerisinde birçok role sahip; çalışıyor, aynı zamanda birçok görevi var.. Kadının en önemli toplumsal görevlerinden biri de annelik.
Kadının annelik rolü üzerine ne düşünüyorsunuz? Anneler gününü çok önemsemiyorum. Kadının rolü, kadın doğanın bir parçası. Hayvanlarda da dişi daha çok ezilir. İnsan-
Hapishanelerde siyasi tutsaklara dönük saldırı hız kesmeden devam ediyor. Gebze Hapishanesi’nde kadın siyasi tutsakların kaldıkları bölümlere ve sohbet amaçlı bir araya geldikleri alanlara kameraların konulmasına tepki gösteren tutsaklar, hapishane personelinin baskılarına maruz kaldı. Hapishane idaresi kadın tutsakların tepkilerine karşın, fiziki şiddetin yanı sıra disiplin cezaları vererek tutsakların direncini kırmaya çalıştı. Kamera kaydına karşı çıkan çok sayıda kadın tutuklunun sohbet hakları ellerinden alınırken idarenin 15 kadın tutsağa ‘tedbir yasağı’ adı altında disiplin cezası verdiği ve 3 aylık ortak alana çıkma haklarını gasp ettiği ifade edildi.
Halkın Günlüğü 1-15 HAZİRAN 2013
Anneler ayakta
larda da bu böyle yani. Dişi her zaman daha çok emek vermek zorunda. Aile mutluluğu için, iyi çocuk yetiştirmek için, çalışıyorsa kendi geleceği için. Kadın bir yere gelmek istiyorsa bir erkekten her zaman kat be kat daha fazla emek harcamak zorunda.
Peki, siz bir işçi anne olarak annelik hakkında ne düşünüyorsunuz. Yani bir anne olarak yaşadığınız sorunlar nelerdir? Zaman ayıramamak. Çocuğa zaman ayıramıyorum. Zaman ayırınca para yetiştiremez oluyorum. Yani zorlanıyorum. Kendimden tamamen vazgeçmek zorundayım. İşe zaman ayıyorsun, kalan zamanını çocuğa ayırıyorsun, kendini bir yerde unutuyorsun yani. İşten kalan vakti çocuğa ayırmaya çalışıyorsun.
Hem anne hem de işçi bir kadın olmak zor olsa gerek
Zorlanıyorum. Yani ne oluyor. Kendimi çok başarılı bir anne olarak bulmuyorum. Kendimi bazen yetersiz buluyorum. İşten vazgeçemiyorum. Ama yani çevresel faktörlere baktığımız zaman, kıyaslama yapsam evdeki bir anne kadar da kaliteli bir şekilde zaman ayırdığıma da inanıyorum. Ama yetersiz olduğumu da biliyorum. İdealimdeki anne değilim yani.
Peki, bu anlamda yani bir anne olarak çalışma ve yaşam koşullarınız nasıl düzeltilmesini isterdiniz? Çalışma saatlerimin belirli olmasını isterdim. Örneğin yedide paydos edip cumartesi pazar çalışmamayı isterdim. Ama mümkün değil yani, benim için mümkün değil.
Ev koşulları için ne değişebilirdi? Yani nasıl olabilirdi, daha müsait, daha büyük bir evim olsa, biraz daha geniş bir aile olsa, kaynanamla ya da annemle oturabilseydim. Çalışan kadın sadece aynı zaman-
Hak gasplarına karşı mücadele sürüyor Elbistan E Tipi Kapalı Hapishanesi’nde kalan Emine Şen, ailesiyle yaptığı haftalık telefon görüşmesinde hapishane idaresinin kendisine ajanlık dayatması yapıldığını belirterek bu dayatmaya karşı çıktığı için işkenceye maruz kaldığını açıkladı. Şen, yapılan işkencenin ardından tek kişilik hücreye konulduğunu ve hücrede açlık grevine başladığını söyledi.
Baskıların en yoğun yaşandığı hapishanelerden biri de Kırıklar F Tipi Hapishanesi. Tutsak aileleri İzmir Çağdaş Hukukçular Derneği’ne dilekçelerle başvuru yaparak hak gasplarını gündeme getirdi. Konuyla ilgili basın toplantısı yapan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İzmir Şubesi, 18 Nisan 2013 tarihinde kendilerine disiplin cezası tebliğ edilen Yusuf Dut, Gökhan Ço-
da anne değil, evin de kadınıdır. Evin de sorumlulukları var tıpkı işyeri gibi. Tıpkı çocuk gibi evin de sorumlulukları oluyor; temizliğiydi, yemeğiydi. Yani evde bir annem ya da bir kaynanam, onlarla da aynı ortamda daha rahat yaşayabileceğim bir ev, alan olabilseydi belki çok daha rahat bir hayatım olabilirdi.
Yani evdeki işlerinizi paylaşabileceğiniz biri.. Evet, bu konudaki sorumluluğu paylaşabileceğim, çocuğa bir nevi annelik özlemini de bir yerde unutturabilecek biri..annem ve babam bakıyor çocuğa ama onlar kendi evlerinde bakıyor. Bu noktada eşinizle görev paylaşımında daha adaletli bir paylaşım olmasını ister miydiniz? (Gülüyor) İsterdim ama o konuda ben umutsuzum. Ben erkeklerin bu konuda çok da iyi yetiştirilmediğini düşünüyorum.
ban, Ahmet Alpözel, Emir Öztürk ve Fikret Kara’nın gardiyanlar tarafından darp edildiğini belirtti. ÇHD adına açıklama yapan Nergiz Tuba Arslan, hücrelerinden çıkarılan tutuklulardan dördünün, 3 saat boyunca süngerli odalarda ve Gökhan Çoban’ın ise kamerasız bir koridorda bekletildiğini ifade etti. ÇHD, tutuklulara Dursun Ali Gür adlı başgardiyan tarafından işkence yapıldığını aktardı.
Hasta tutsak Gürgin Kurt tahliye edilmeyerek katledildi Hapishanelerde tedavileri engellenerek yaşam hakları ellerinden alınan tutsakların durumu gündemdeki yerini korurken, Van Ahlat Hapishanesi’nde tutulan hasta tut-
haber kadın
1-15 HAZİRAN 2013 Halkın Günlüğü
11
ölür Belli bir yaştan sonra zaten evlendiğin adam senin 20 ya da 30 yaşında bir insan oluyor. O yaşta sen evlendiğin birini eğitmeye çalıyorsun. Hayattaki görevleri, işte ailenin bir parçası yapıyorsun, babalığı bir yerde öğretmeye çalışıyorsun, babalığın sorumluluğunu da bir yerde annelik kadar ağır olduğunu öğretmeye çalışıyorsun ama otuz yaşına kadar bu insan bir erkek çocuk olarak büyütülüyor. Kız çocuğuna göre sorumlulukları daha az olan biri olarak yetiştiriliyor. Böyle yetiştirilmiş birini kendine eş olarak alıyorsun. Zor oluyor yani, çok da beklentin olmuyor. Biraz umutsuz kalıyorsun. Onu değiştirmek için harcayacağın emeği onun açığını kapatmak için harcıyorsun.
Anne olmanın iş yerinde önünüzde bir engel olduğunu düşünüyor musunuz? Benim için olmuyor, engel olmuyor. Niye diyecekseniz, çünkü iş o kadar vazgeçilmezimiz olmuş ki, yani iş kötü bir anne olmama sebep oluyor ama annelik kötü bir işçi olmama sebep olamıyor, çünkü rekabet ortamı var. İyi olduğum sürece çalışabiliyorum. Yani varlığımı sadece böyle sürdürebildiğim için ve ekonomik koşullar da çok ağır bastığı için o engellemiyor yani tam tersi oluyor. Engellerse zaten yapamam. Annelik toplumda çok kutsal bir şeymiş gibi tanımlanıyor ama mevcut toplum için annelik gerçekten de öyle anlatıldığı gibi ideal bir şey mi? Mevcut sistemin kadınlara yönelik politikaları ve annelik fikri hakkında ne düşünüyorsunuz? Çok çocuk doğurmaları yönünde teşvik ediliyor kadınlar. Başbakan diyor ki 3-5 çocuk doğurun. Bunun koşulları nedir? Yok. Ben toplumun da hani öyle kadınlara çok ideal, kadını anne olduğunda çok güzel bir konuma koyduğuna da ben inanmıyorum. Yani kadın anneyse zaten fedakârlığı, feda edilmeyi peşinen kabul etmiştir gözüyle bakıyor toplum. Örneğin ne bileyim senin uykun vardır, çocuğun seninle oyun oynamak istiyordur ya da hastasındır toplum ya da ailen bekler ki sen orada bir şekilde ayakta olasın ya da görevin neyse yemek yapman gerekiyorsa onu yapasın. Kadınlar ayakta ölür, anneler ayakta ölür. Hayatta yaşadığımız şeydir gerçek olan, toplumun bize sunduğu sözler değil. Bize yaşatılan zaten belli. Yaşayabileceğimiz de belli. Beş çocuk doğurmak da mümkün değil. Çalışan bir kadın için mümkün değil
sak Gürgin Kurt tedavisi engellenerek katledildi. Yüksek tansiyon hastası ve %50 felçli olan 62 yaşındaki Kurt’un kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar hasta olduğu, bu nedenle Adalet Bakanlığı’na defalarca dilekçe yazılarak serbest bırakılması talep edildiği ancak dilekçelerin her seferinde reddedildiğini öğrenildi. Kurt’un ailesi sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladı.
F oturmasında hasta tutsakların durumuna dikkat çekildi İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu 25 Mayıs’ta yaptığı F Oturmalarının 64. Haftasında, yaşlı hasta tutsakların durumuna dikkat çekti. Yapılan açıklamada, devletin hasta tutukluların tahliye taleplerini görmezden geldiği belirtilerek hapishanelerde 2 bine yakın hasta tutsağın bulunduğu ve bu tutsakların bir an önce tahliye edilmesi istendi
‘Bekâret’ testi yapmayan doktora dava açıldı Edirne’de cinsel istismara uğradıkları öne sürülerek bekâret testi uygulanmak istenen üç kız çocuğunu rızaları olmaması sebebiyle bekâret kontrolünden geçirmek istemeyen bir doktor hakkında dava açıldı Ülkemizde kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz türlü boyutlarda ve şekillerde uygulanmaya devam ederken cinsel istismara, tacize ve tecavüze uğrayan kadınların ve çokların gördükleri onur kırıcı uygulamalar da cabası. İşte bu onur kırıcı uygulamalara ve tacize ve istismara uğramış kişilerin isteklerinin, duygu ve ruhi durumlarının ne kadar önemsenmediğini belirten onur kırıcı uygulamalara bir yenisi daha eklendi. Edirne’de Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü’ne bağlı bir kız yetiştirme yurdunda kalan üç kız çocuğunu rızaları olmadığı için bekaret kontrolünden geçirmeyen bir doktora dava açıldı. Yaşları 10 ile 13 arasında değişen kız çocukları mahkeme kararıyla 11 Ocak’ta polis nezaretinde iç ve dış beden muayenesinin yapılması için Trakya Üniversitesi Edirne Tıp Fakültesi Hastanesi Adli Tıp Anabilim Dalı’na getirildiler. Çocukları muayene etmek için muayene odasına alana nöbetçi doktor Prof. Dr. Gürcan Altun önce çocuklara kurallar gereği onları nasıl muayene edeceğini açıkladı. Açıklama sonrasında
çocukların muayene olmak istemediklerini belirtmesi üzerine Prof. Dr. Gürcan savcılık için tutanak tutarak çocukları muayene etmedi.
Mesleğinin etik kurallarını uygulayan doktora dava Ancak işinin etik kurallarına uygun hareket eden ve bu sebeple hastalarının rızası olmadan onları muayene etmeyen doktor Altun hakkında Edirne Cumhuriyet Başsavcılığı ‘görevini ihmal ettiği ve adli görevi kötüye kullandığı’ suçlamasıyla iddianame hazırladı. Hazırlanan iddianamenin kabul edilmesi sebebiyle doktor Altun’un hakkında 3 aydan 1 yıla kadar hapis istemiyle açılan davası 10 Mayıs’ta Edirne 1′nci Sulh Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlandı. Mahkemede hakkındaki görevini ihmal ettiği yolundaki iddiaları yanıtlan Altun “Tıp etiği ve çocuk hakları sözleşmesi uyarınca zorla beden muayenesi yapılması diye bir kavram tıpta yoktur. Tüm uğraşımıza rağmen çocuklar muayene olmayı kabul etmemişlerdir. Bizim hekim olarak başkaca yapacak bir şeyimiz yoktu” diyerek mesleğinin etik kurallarını uyguladığını açıkadı. Mahkeme davanın ertelenmesine karar verdi.
Hiçbir insan arzusu dışında zorla muayene edilemez Duruşma sonrasında dava hakkında bilgilendirmede bulunan doktor Altun hastanenin icapçı adli tıp uzmanı olarak çocuklarla görüştüğünü, her birine yarımşar saat süre ayırarak onlara niçin hastanede
bulunup bulunmadıklarını bilip bilmediklerin sorduğunu ancak çocukların durum hakkında bilgi sahibi olmadığını tespit ettiğin açıkladı. Akabinde savcılık tarafından talep edilen dış beden ve iç beden muayenesinin nasıl yapılacağı konusunda bilgilendirmede bulunduğunu belirten Altun çocukların bu muayeneyi kabul etmediğini belirtti. “Gerek temel insan hakları kavramları, gerek hasta hakları ve gerekse tıp etiği kuralları, her şeyin ötesinde insan onuruna yakışmayan bir davranıştır o çocukları zorla muayene etmek. Bu çocukları zorla muayene etmeye kalktığımda onlarda bir ruhsal travmaya yol açacağını tıbben bildiğim için böyle bir muayene yapamayacağıma yönelik bir tutanak düzenlenerek savcılığa illetim.” diyen Altun görevini yaptığı için hakkında dava açıldığını ifade etti. Edirne’deki davayı izlemek için gelen Türk Tabipler Birliği Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan ise “Bugün maalesef olmaması gereken bir davayı takip etmek üzere buradayız. Çünkü meslektaşımız bize iyi hekimliği öğretmen için yol gösterici oldu. Hastaların insan olduğunu, hakları olduğunu Türk adliyesine ve Türkiye’ye bir kez daha anlattı. Çünkü hiç kimse, hiçbir insan arzusu dışında zorla muayene edilemez, bedenine istemediği bir işlem yapılamaz. Hocamız bize bunu bir kez daha hatırlattı. Bunu hekimlere hatırlatmaya gerek yok, ancak hukukçulara bir süre daha anlatmamız lazım.” sözleriyle meslektaşının uğradığı haksızlığa tepki gösterdi.
1-15 HAZİRAN 2013 Halkın Günlüğü
Devrimin yazgısı sila Devrim mücadelesi başından itibaren silahlı mücadele içinde gelişmektedir. Devrimle karşı-devrimin daha ilk baştan silahlı savaş içinde bulunması tekrar edilen bir ezber değil, nesnel şartların yansıması ve bizzat coğrafyamızdaki sınıflar mücadelesinin zorunlu seyridir Devrimimizin silahlı niteliği, aynı zamanda onun üstün biçimidir. Silahlı düşman ancak silahlar vasıtasıyla alt edilebilir. İktidarın namluların ucunda olduğu gerçeği Türkiye-Kuzey Kürdistan için aynılığıyla geçerlidir. Yine, evrensel olarak geçerli olan ‘’Ordusu olmayan bir halkın hiçbir şeyi yoktur!’’ sözü, silahlı mücadele-Gerilla Savaşı’nın genel olarak parçamızdaki geçerliliğini de teyit etmektedir. Küçük güçlerin büyük ordulara karşı mücadelesi uzun süreli Halk Savaşı Stratejisi’nin askeri stratejisini uygulamayı gerektirir ki, bu Gerilla savaşı-silahlı mücadele dışında başka bir mücadele değildir. Silahlı mücadelenin geçerliliğini izah eden içerik bu yazının kapsamından daha geniştir. Silahlı mücadelenin miadını keyfince bitiren anlayışların aksine detaylarıyla açıklanıp kanıtlanabilecek bir meseledir silahlı mücadelenin zorunluluğu. Silahlı mücadelenin reddine dayalı tasfiyeci ideolojik saldırılara karşı yeterli itirazı buraya sığdıramasak da kısaca yanıt olmaya çalışacağız. Zira silahlı mücadeleye karşı gelişen her saldırının doğrudan devrimi hedefleme özü vardır. Buna proleter devrimciler kayıtsız kalamazlar! Silahlı mücadele ve militan devrimci çizgi duruşuna saldırının merkezi-odağı tasfiyeci ve yasalcı reformist akım veya platformdur. Ancak bütün bu saldırı ve inkarlara, tasfiyeci kuşatma ve manipülasyona karşın, keskin sınıf çelişkilerinden doğan devrimci nitelik veya bizzat bu çelişkinin kendisi reformist rotayı alabora edeceği gibi, silahlı mücadelenin geçerliliğini inkar edenlere karşı yeniden ispatlayacaktır. Militan devrimci çizgi ve duruş tarihsel değerde olup günün ivedi ihtiyacıdır!
Evrensel mücadele metodu olarak silahlı mücadele aktüeldir! Silahlı mücadele onu ortaya çıkaran sebeplere bağlıdır ve o sebeplerle açıklanabilir, keyfi beyanlarla değil. Düşman
sınıflar arasındaki mücadele son tahlilde zora dayanır. Çünkü iki sınıf arasındaki çelişkiler uzlaşmaz niteliktedir ve bu tarz çelişkilerin çözümü zora dayanır ya da bu tür çelişkiler zor yoluyla çözülürler. Zor metodunu yadsıyan çelişkiler dost sınıf ve güçler arasındaki çelişmelerdir. Çözümü zora dayalı olan çelişki doğası gereği sınıflar arasında köklü bir düşmanlığın anası olup, uzlaşmaz niteliğinden ötürü geçerli olduğu her yerde zor ve şiddete yataklık yapar. Ana konusu istisnasız olarak siyasi iktidar sorununa bağlanan her devrim, siyasi hasımlarını yenerken hasmının kullandığı metotlar ve onların siyasi niteliğine uygun olarak biçimlenir. Devrimin-devrimci mücadelenin somutta alacağı biçim, yıkılacak olan hakim sınıfın devlet ve yönetim biçimine endekslidir. Ancak her devrim somutta nasıl biçimlenirse biçimlensin, son tahlilde devrimci zor ve şiddet başvurmak durumunda-zorundadır. Çünkü egemen olan gerici sınıf iktidarını rızasıyla vermeyecektir ve onu korumak için çılgınca serüvenlerden de sakınmayacaktır. Bu durumda iktidarı alma zorunluluğu olan devrimci sınıfların zora başvurmaktan başka bir seçeneği yoktur. Dolayısıyla bunu dayatan gerici sınıflardır. Silahlı mücadele olarak tartışılan pozisyon veya durum, devrimin başından itibaren silahlı temelde gelişmesi durumudur. Devrim ile karşı-devrimin silahlı savaş içinde bulunma halidir silahlı mücadele. Bunu ise tamamen somuttaki devlet ve iktidarın niteliği ile yönetim biçimi tayin etmektedir. Mesela burjuva demokrasisinin geçerli olduğu-yönetim biçimi olarak uygulandığı yerlerde devrim uzun bir barışçıl mücadele içinde örgütlenerek gelişir, ilerler. Buralarda devrimci zor ve şiddet iktidarın alınma aşamasında devreye girer. Genellikle toplu ayaklanma biçimi buralardaki devrimci çalışmanın aldığı esas biçimdir. Toplu ayaklanma anına-aşamasına kadar uzun bir dönem ‘’barışçıl mücadele’’ içinde (yani silahlı olmayan ve şiddeti esas almayan bir süreç veya aşama içinde) devrimci çalışmalar sürdürülür. Ama çalışmalar kitlelerin devrime hazır olduğu ana geldiğinde ve iş artık iktidarın ele geçirilmesine kaldığında doğrudan zor-şiddet devreye girer. Bu da son derece anlaşılırdır. Bu tip yerlerde durum buyken ya da bu yolu izlerken, yönetimde burjuva demokrasinin uygulanmayıp tersine faşizmin, azgın sömürüye koşut ağır baskı, şiddet ve terörün uygulandığı yerlerde (ülkelerde) devrim
başından itibaren silahlı temelde örgütlenmek ve silahlı nitelikte biçimlenmek zorundadır. Zira gerici hakim sınıfların uyguladığı baskı, şiddet ve azılı terör şartlarında devrimin bunu yapmaktan başka şansı yoktur. En küçük demokratik, akademik ve ekonomik hak talebinin copla, işkenceyle, hapisle, hatta ölümle karşılandığı ya da demokratik mücadelenin azgın terörle karşılık bulduğu, en doğal insani hakkın keyfi biçimde yasaklanarak, emekçi yoksul sınıflar için yaşamın açlıkla birlikte çekilmez kılındığı şartlarda silahlı mücadeleden başka devrimci bir seçenek yoktur. Kullanılan ve var olduğu iddia edilen seçenekler devrimci nitelikte değil, düzen içi hareketler olan reformist, yasalcı ve tasfiyeci Oportünist, Revizyonist niteliktedir. Her devrim mücadelesi son tahlilde zor ve şiddete başvursa da, bu silahlı mücadele anlamına gelmez; devrimin zora dayalı olmasının zorunluluğu anlamına gelir. Ki, bu devrimin zor ilkesidir. Zaten bu zoru reddeden devrimci olamaz. Devrimci olanla reformist-Revizyonist olan anlayış, yöntem ve çizgi arasındaki temel farklardan biri budur. Silahlı mücadelenin herhangi bir coğrafya veya kıtaya has bir biçim olmayıp dünyanın her tarafında yukarıda ifade ettiğimiz şart ve özelliklere benzer özellikler gösteren ülkelerde ekseri olarak geçerlidir. Yani, silahlı mücadele dünya ölçeğinde geçerli olup evrenseldir. Bu evrensellik, silahlı mücadelenin her ülkede geçerli olduğu biçiminde okunmamalıdır. Devrimci mücadelenin talepleri durumdan duruma değişmekle birlikte, örgüt ve mücadele biçimleri ve yöntemleri de değişir. Feodal kalıntıların olduğu yarıfeodal toplumlarda devrimci mücadele feodalizmin tasfiyecini hedefler ve böylesi toplumsal sistemlerde burjuva demokrasisi olamayacağını-uygulanamayacağına ve faşizm uygulanacağına göre devrimci mücadele buna uygun yöntemlere sarılmak durumundadır ki, bu silahlı mücadele ve silahlı örgütten başkası değildir. Burjuva demokrasisinin uygulandığı yerlerde ise, yönetim biçiminin faşizm olmadığı gibi, devrimci mücadelenin talepleri de buna uygun biçimlenir ve elbette ki, örgütlenme esaslarıyla mücadele esasları da buna uygun olur. Hatta söyleyebiliriz ki, silahlı mücadele bile tek bir biçim göstermez, somuttan somuta değişen şartlara bağlı olarak özgün biçimler alır. Örneğin, silahlı mü-
cadelenin Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki kavranış ve uygulanışına bakıldığında bunu görmek mümkündür. Maoistler silahlı mücadeleyi esas aldıklarını söyleyen siyasi savaş partisi olarak, Gerilla Savaşı’nı silahlı mücadelenin günümüzdeki özgün biçimi olarak yorumlayıp açıklarlar ki, bu bilimsel olan doğru yaklaşımdır. Devrimin gelişip iktidarı toptan almaya yakın evrelere geldiğinde veyahut ülke genelinde birçok Kızıl Siyasi Üs kurulup stratejik denge veya stratejik saldırı aşamasına gelindiğinde silahlı mücadele Gerilla Savaşı biçiminde kalmayacak veya silahlı mücadele-
perspektif
ahlı mücadelededir!
nin esas biçimi olarak Gerilla Savaşı olmayacaktır. Düzenli ordular ve oynakhareketli savaş düzeni ve yöntemi geçerli olacaktır. Kısacası silahlı mücadele o günkü şartlarda bu biçimi alacaktır. Dolayısıyla gerilla mücadelesinin silahlı mücadelenin günümüzdeki özgün biçimi olduğunu söylemek isabetlidir. Öte yandan Maoist güçler dışında silahlı mücadeleyi benimseyen hareketler vardır. Guaveracı fokocu çizgi Öncü Savaşı tanımlamasıyla ifade ettiği Gerilla Savaşı’nı veya silahlı mücadeleyi esas objektif olarak almamakta, ‘’şehir gerillacılığı’’ tarzında genel bir silahlı mücadele anla-
yışı içinde hareket etmektedir. Açık ki, bu çizginin silahlı mücadele kavrayışı ile Maoistlerin silahlı mücadele kavrayışı arasında uçurum vardır. Öncü kadrolar tarafından yürütülen Öncü Savaşı’yla devletin güçsüzlüğü kitlelere gösterilerek devletin yapay olan gücünün ne kadar kof olduğu açığa çıkarılmış ve böylece Suni Denge kırılmış olacak, böylece kitleler devrime güvenerek katılacaklardır… Maoist güçler ise bu hayali maceradan farklı olarak bilimsel zeminde yürümekte, devrimci savaşı bilimsel anlayış ve yöntemlerle tarif edip yürütmektedir. Devrimin kitlelerin eseri olduğu bilinciyle, devrimin özneleri, doğruda güçleri olan kitleleri savaş içinde-ordu biçiminde örgütleyip Halk Ordusu niteliğinde ordulaşarak kitleleri başından itibaren devrime katma ve emekleriyle yarattıkları devrime sahiplenmelerini tesis etme zemininde yürümektedirler. Devrim ancak kitlelerin eseri olabilir, bir avuç elit öncünün ya da seçkin aydının değil. Elbette darbe gerçekleştirerek iktidarı alıp halka teslim edecek olan ilerici-aydınvatansever askerin de işi olamaz. Dahası Maoistler, uzun süreli Halk Savaşı Stratejisi içinde iktidarın parça parça ele geçirilmesi esprisine uygun olarak kuracakları Kızıl Siyasi İktidarlarda, proletarya önderliğinde halkın iktidarlarını tesis edip sağlamlaştırma ve tecrübeler edinme avantajıyla iktidarın tümünü ele geçirmeye gitme perspektifleri vardır… Yukarıda silahlı mücadele ve gerekçeleri üzerine kısaca saydığımız gerekçelerden hareketle silahlı mücadele-Gerilla Savaşı’nın coğrafyamızda geçerli olduğu her bakımdan açıktır. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da demokrasi değil faşizm geçerlidir. Devlet ve yönetim biçimi sürekli faşizmdir. Bunu nedeni ”TC”nin emperyalizme bağımlılık statüsüdür. Emperyalizme bağımlılık gerçekliği onun ekonomik olarak zayıf ve cılız olmasını koşullar. Bu da devlet veya hükümetin ekonomik, demokratik talep ve mücadeleler karşısında şiddete başvurmasını koşullamaktadır. Çünkü devlet veya hükümet halk kitlelerinin ekonomik, demokratik taleplerini karşılayabilecek ekonomik güce sahip değildir. Ülke zenginliklerini emperyalizme peşkeş çekmekte, tekelci güçlere akıtmaktadır.
Silahlı mücadeleyi geçerli kılan tarihsel ve toplumsal zemin! Silahlı mücadele ihtiyacı nereden çıkar? Mevcut devletin karakter ve niteliği, devleti elinde bulunduran / devlete sahip olan egemen sınıfların niteliğine paraleldir. Devletin niteliği onun bağımsız
mı, yoksa bağımlı (sömürge / yarı-sömürge) mi olduğuyla da yakından alakalıdır. Yarı-sömürge bağımlı bir devlet emperyalizmin sömürüsü altında olduğu ve / veya milli gelirinin büyük bir bölümü emperyalizme aktığı için ekonomik olarak zayıftır. Dolayısıyla, ekonomik olarak zayıf olan yarı-sömürge bağımlı durumdaki devlet, geniş emekçi halk kitlelerinin ekonomik ve demokratik talepleri karşısında baskı, şiddet ve teröre başvurmak durumundadır. Zira bu talepleri karşılayacak ekonomik güce sahip değildir. Bu bağlamda yerli hakim sınıfların devlet ve yönetim biçimlerini belirleyen unsur doğrudan emperyalist tahakküm veya emperyalizme bağımlılık statüsüdür. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da devleti elinde bulunduran sınıflar komprador bürokratik burjuva ve büyük toprak ağası feodal beyler, aşiret reisleri ve din adamlarından teşekkül olan feodal sınıflardır. Devlet olarak örgütlenmiş olan bu gerici (faşist) sınıfların kurmuş oldukları gerici üretim ilişkileri ve üretim tarzına denk düşen toplumsal sistemlerinin niteliği aynı zamanda yönetim biçimlerini de tayin eder. Egemen olan toplumsal sistem onu elinde bulunduran sınıfların niteliğine bağlı olmakla birlikte, egemen olarak örgütlenmiş sınıfların sömürülerini-düzenlerini hangi üretim ilişkileri üzerinden sürdürdükleri de toplumsal sistemin niteliğini gösterir. Yukarıda dediğimiz gibi, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da devleti elinde bulunduran sınıflar gerici-faşist nitelikte olup, buradaki devletin biçimi ve karakteriyle birlikte yönetim biçimi de sürekli faşizmdir. Ülkede faşizm alttan örgütlenme yoluyla değil, üstten gelme / üstten örgütlenmeye sahiptir. Devlet ve yönetimini elinde bulunduran sınıflar tekelci sermaye ve / veya emperyalist tekellerin temsilcileri, kuklaları ve onlara bağımlı niteliktedirler. Dolayısıyla bunların temsil ettiği faşist devlet ve iktidar emperyalist tekellerin temsilcisi olma ve o sermayenin iktidarı olma özelliğiyle faşist karakter edinmektedir. Yukarıda özetlemeye çalıştığımız bu realite, hakim sınıfların yönetim biçiminde emekçi halk kitleleri ve yoksul sınıfların ekonomik, demokratik hak arama mücadelelerini copla, gazla, işkenceyle, hapisle, kurşunla, kan ve katliamla bastırmasını koşullamaktadır. Devlet her türden demokratik mücadeleye karşı silah kullanarak katledip kan dökerek bastırmaktadır. (2013 1 Mayıs’ında uygulanan terör ve kitlelerin kurşunlanıp katledilmesi en canlı örnektir.)
Komünist ve devrimci mücadeleye ateşli silahlarla saldırıp katliamlar gerçekleştiren, komünist ve devrimcileri, hatta işçi ve halktan insanları kurşunlamaktan geri durmayan bir faşist devlet ve hakim sınıflar iktidarı-diktatörlüğü şartlarında, komünist ve devrimci mücadelenin silaha başvurmaktan daha makul ve mantıklı bir eylemi olamaz. Silahlı mücadele, egemen sınıfların silahlı bastırmada bulunup sistemli olarak kan döküp katliamlar gerçekleştirdiği şartlarda gerekli olmaktan öteye, zorunludur da. Hakim sınıfların siyasi karakteri, devlet ve yönetim biçimlerinin yukarıda tarif ettiğimiz nitelikte olduğu sürece komünist devrimciler, siyasi iktidar mücadelesinde silaha başvurmaktan sakınmayacaktır. Silahla bastırmaya giden, militarist ve faşist devlete karşı silahlı mücadele, siyasi iktidar perspektifine sahip devrimci mücadelede olmazsa olmaz zorunlu bir biçimdir. Sonuç olarak; a)-devlet karakterinin (somutta ”TC” devletinin) sürekli faşizm olması ve bu karakterin tutarlı neticesi olarak (burjuva demokrasisi dahil) demokrasinin uygulanmaması, b)- bu devletin iktidar ve yönetim biçiminin faşizm olması-sürekli faşizmin uygulanması ve tabii olarak demokrasinin uygulanmaması, c)- bu iki temel faktörün sosyaltoplumsal yaşamdaki karşılığı olarak; demokratik, ekonomik, akademik ve siyasi talep ve mücadelede bulunan geniş halk kitleleri ve devrimci güçlere azılı baskı, azgın zor ve şiddetin gündemde olması yani devlet terörünün uygulanması şeklindeki bir dizi gerçek silahlı mücadele veya onun günümüzdeki biçimi olan Gerilla Savaşı’nın mevcut olan sebepleridir. Gerilla Savaşı’nın Maoist kavrayış ve perspektifle özgün biçimini oluşturduğu Halk Savaşı Stratejisi, yukarıda emperyalizme bağımlılık ekseninde özetlemeye çalıştığımız toplumsal ve tarihsel şartların ürünüdür. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da Halk Savaşı nesnel toplumsal şartların ve toplumsal sistem niteliğinin doğru kavranması, devrim ile karşı-devrim arası güç ilişkisi ve dengesinin isabetle tespit edilmesi ve devrimimizin niteliğinin doğru tahlil edilmesini temsil etmektedir! Silahlı mücadele, emperyalist gericilik ve onun uzantısı yerli gericiliklerin topyekün saldırı konsepti ve sinsi planlarla devrimi tasfiye etmek istedikleri günümüz şartlarında her zamankinden daha geçerli ve yaşamsal bir mevzi olarak elzemdir! Ordusu olmayan bir halkın hiçbir şeyi yoktur!’’
14
dünya haber
Halkın Günlüğü 1-15 HAZİRAN 2013
Avrupa’da kitlesel Kaypakkaya Komünist önder İbrahim Kaypakkaya 40. ölümsüzlük Yıl dönümünde Avrupa’da, Sınıf Teorisi ve Partizan’ın ortak organize ettiği eylemlerle anıldı 18 Mayıs günü eş zamanlı olarak, Almanya, İsviçre, Fransa, Avusturya’nın birçok şehrinde bir araya gelen Kaypakkaya’nın yoldaşları ve dostları devrim ve komünizm mücadelesinde direniş ve ısrarın bayrağı olan İbrahim Kaypakkaya’yı büyük bir coşkuyla andı.
Almanya Komünist önder İbrahim Kaypakkaya Almanya’nın NRW Eyaleti’nin Essen şehrinde gerçekleştirilen kitlesel bir yürüyüşle anıldı. Sınıf Teorisi ve Partizan’ın ortak düzenledikleri yürüyüşte kortejlerin önünde, Almanca “40.Ölümsüzlük Yılında Kaypakkaya’yı Savunmak Onurdur” yazılı ortak pankart taşındı. MKP ve TKP/ML pankartlarının da taşındığı yürüyüşte, “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya”, “Devrim şehitleri ölümsüzdür” sloganlarının yanı sıra Almanca olarak antifaşist sloganlar da atıldı.18 Mayıs Marşı’nın kitle tarafından koro halinde söylendiği yürüyüşte, sesli ajitasyonla Kaypakkaya’nın devrimci ve komünist niteliğine vurgu yapan konuşmalar gerçekleştirildi. Yürüyüş yapılan mitingin ardından coşkulu bir şekilde sona erdi. Essen Eyaleti’nde Sınıf Teorisi ve Partizan’ın ortak organize ettiği yürüyüş ve miting Darmstadt şehrinde gerçekleştirildi. Almanca ve Türkçe “İbrahim Kaypakkaya Güzergâhında Devrimin Kızıl Bayrağına Sahip Çıkalım!’’ yazılı Sınıf Teorisi –Partizan imzalı pankartın arkasında toplanıp yürüyüşe geçen kitle yürüyüşün ardından miting alanında toplandı. Burada MKP, TKP/ML, MLKP ve Darmstadt Halkevi adına konuşmalar yapıldı. Yapılan konuşmalarda İbrahim Kaypakkaya’nın 40. Ölüm yıl dönümüne dair vurgular yapılarak, onun komünist görüşlerinin TürkiyeKuzey Kürdistan devrimindeki önemine değinildi. Hamburg’da yaklaşık 1 ay önce Sınıf Teorisi ve Partizan’ın çağrısıyla oluşturulan 18 Mayıs Kaypakkaya anma komitesi, komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın 40. ölümsüzlük Yıl dönümünde, Hamburg Feld Strasse Tren İstasyonu’nda yoğun yağışa rağmen bir araya gelerek kitlesel ve coşkulu bir anma yürüyüşü gerçekleştirdi. Sınıf Teorisi -Partizan ve Kaypakkaya’nın fikirlerine değer veren kişilerden oluşan komite, “Kaypakkaya Güzergâhında Devrimin Kızıl Bayrağına Sahip Çıkalım!’’ Almanca ve Türkçe pankartlarıyla, Kaypakkaya flamaları, kızıl bayraklar ve dövizleriyle yürüyüş-
teki yerlerini aldı. TKP/ML ve MKP’nin günün anlamına ilişkin yaptıkları açıklamalardan sonra, yürüyüşün bitiş noktasında kültürel ve sanatsal program, aşırı yağmur nedeniyle iptal edilerek komitenin yaptığı kapanış konuşmasıyla yürüyüş sonlandırıldı. Yürüyüşe Yeni Demokrasi Peru, Anti-emperyalist Blok, Sosyalist Gençlik (SOL) kurumları da destek sundu. Kaypakkaya Almanya’nın Berlin, Stuttgart ve Hannover şehirlerinde de yürüyüşlerle anıldı.
İsviçre Komünist önder İbrahim Kaypakkaya Basel’de TKP/ML, MKP, TKİP, MLKP ve FEKAR tarafından gerçekleştirilen ortak yürüyüşle anıldı. Claraplatz Meydanı’nda 18 Mayıs Cumartesi günü saat 17.00’de Tertip Komitesi adına günün anlam ve önemini içeren Almanca ve Türkçe konuşma yapıldı. Kaypakkaya’nın Türkiye ve Kuzey Kürdistan sınıfsal ve ulusal kurtuluş mücadelesindeki önemi ve faşist Kemalist Türk devletinin katliamcı yüzünün teşhirini içeren konuşma, kitlenin attığı “Kahrolsun faşist Türk devleti”, “Yaşasın enternasyonal dayanışma”, “Önderimiz İbrahim Kay-
pakkaya” sloganlarıyla desteklendi. Kitle saat 18.30’da eylemin yapılacağı Marktplatz Meydanı’na doğru “Devrim devrim!”, “İbrahim Kaypakkaya ölümsüzdür!” sloganları eşliğinde yürüyüşe geçti. Marktplatz Meydanı’na kadar yürüyen kitleye burada, komite adına bir kez daha Kaypakkaya’nın devrim mücadelesi tarihindeki yeri, sergilediği direniş ve fedakarlık, yine ‘71 Devrimci kopuşunun temsilcilerinden Mahir Çayanlara, Denizlere ve Kürt ulusal mücadelesinde şehit düşen dörtlere ve Mazlumların feda ruhuna dikkat çeken bir konuşma yapıldı. Mitingde TKP/ML, TKİP ve MLKP adına da konuşmalar yapıldı.
Fransa Paris’te Sınıf Teorisi ve Partizan tarafından “71 radikal devrimci çıkışının mihenk taşlarından komünist önder İbrahim Kaypakkaya’yı ölümsüzlüğünün 40.yılında saygıyla anıyoruz “ şiarıyla Kaypakkaya’yı andı. Anma etkinliğine Atılım, Alınteri, Devrimci Proletarya, Kızıl Bayrak ve ODAK destek verdiler. Dersim Araştırma Ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen anma etkinliğinde Kaypakkaya’nın ölümsüzlüğünün 40. yılı olması nedeniyle, bu yılki anma-
ların MKP ve TKP/ML açısından ortak etkinlikler temelinde ele alınmasının önemine ve iki örgütün ortak yaptıkları açıklamalara ilişkin kısa bilgi verildi. MKP adına yapılan konuşmada, “Kaypakkaya yoldaşın 40 yıl önce savunduğu devrim fikirleri, bugün de sistem açısından tehlike oluşturmaya devam ettiğini” söyleyerek konuyla ilgili olarak MKP tarafından hazırlanan bildiri okundu. Etkinlikte TKP/ML ve TKİP adına da bir konuşma gerçekleştirildi.
İngiltere Katledilişinin 40. yılında komünist önder Kaypakkaya yapılan bir yürüyüşle anıldı. Kuzey Londra’nın Manor House bölgesinde akşam saatlerinde başlayan yürüyüşte Sınıf Teorisi ve Partizan tarafından hazırlanan “Kaypakkaya komünizmi kazanmanın stratejik adıdır” ve “Mayıs Şafağında Ölümsüzleşenlere Selam Olsun” yazılı pankartlar taşındı. Kaypakkaya resimlerinin taşındığı yürüyüşte, “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya”, “Kürt ulusuna özgürlük Halk Savaşı’yla gelecek”, “ Gerillalar ölmez yaşasın Halk Savaşı” sloganları atıldı. Devrimci demokratik kurumların destek verdiği yürüyüş, Woogreen böl-
dünya
1-15 HAZİRAN 2013 Halkın Günlüğü
anması Teorisi ve Partizan adına yapılan konuşmaların ardından, kültür programıyla sona erdi.
Merkezi Kaypakkaya’yı anma gecesi
gesinde coşku içinde yapılan saygı duruşu ve konuşmalarla sona erdi.
Avusturya Avusturya’nın Viyana şehrinde komünist önder İbrahim Kaypakkaya katledilişinin 40. yılında bir anma etkinliği gerçekleştirildi. Etkinlik Kaypakkaya şahsında devrim ve sosyalizm mücadelesinde şehit düşenler anısına saygı duruşuyla başladı. Revolutionare Aufbau adına marşlar okundu. Ardından Grup Umudun Rengi’nin söylediği marşlardan sonra, Partizan ve Sınıf Teorisi adına konuşmalar yapıldı. Son olarak Ozan Kamber’in türküleriyle etkinlik sonlandırıldı. Komünist önder İbrahim Kaypakkaya İnnsbruck’da bir yürüyüşle anıldı.18 Mayıs akşam saat 18.30’da Sınıf Teorisi ve Partizan tarafından ortak yapılan yürüyüşte öncelikle, Hatay Reyhanlı ilçesinde yaşanan katliamı protesto etmek için bir miting düzenlendi. Daha sonra komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişinin 40.yılı vesilesiyle bir yürüyüş gerçekleştirildi. Yaklaşık 200 kişinin katıldığı yürüyüş Sınıf
Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişinin 40.Yıl dönümünde düzenlenen devrim ve komünizm şehitlerini anma etkinliklerinin sonuncusu, Avrupa’da merkezi bir anma gecesi olarak örgütlendi. ‘’40. Ölümsüzlük yılında karanlıkları aydınlatan bir meşaledir Kaypakkaya’’ şiarıyla siyasal bir kampanya olarak ele alınan devrim ve komünizm şehitlerini anma etkinlikleri, beş ayı kapsayan yoğun bir devrimci siyasal faaliyetle örüldü. Kampanya dâhilinde nisan ve mayıs aylarında Londra, Berlin, Paris, Viyana, Marsilya, Basel, Stuttgart ve Duisburg ‘da düzenlenen ‘’TürkiyeKuzey Kürdistan’da Güncel / Siyasal Gelişmeler ve Görevlerimiz’’ konulu panellerle başta ‘barış’ süreci olmak üzere, son siyasal gelişmeler tartışıldı. Çeşitli yazar ve konuşmacıların yanısıra, Sınıf Teorisi temsilcilerinin de katıldıkları panellerde Maoist partinin barış sürecine ilişkin ideolojik ve politik yaklaşımı kitlelere aktarılarak canlı tartışmalar yürütüldü. Mayıs ayı etkinlikleri kampanyasının finali olan Avrupa merkezli etkinlik ise 25 Mayıs’ta Almanya’nın Leverkusen şehrinde kitlesel katılım ve devrimci bir coşkuyla gerçekleştirildi. Etkinlikte yer alan yazarlar Haluk Gerger ve Muzaffer Oruçoğlu Kaypakkaya’nın devrimci / komünist niteliğine ilişkin konuşmaların yanı sıra, güncel siyasal gelişmelere dair de fikirlerini anlattı. Etkinlikte konuşma yapan Sınıf Teorisi temsilcisi de Kaypakkaya’nın bilimsel komünist çizgisinin tüm gerici tabuları yerle bir ettiğini ve coğrafyamızda komünizmin kızıl bayrağının Kaypakkaya ve kurmuş olduğu Maoist parti tarafından dalgalandırıldığını belirterek, Kaypakkaya’nın bilimsel devrimci komünist çizgisinin hala tüm çıplaklığıyla geçerliliğini koruduğunun altını çizdi. Etkinliğin kültürel bölümünde ise Mayıs korosu, Hasan Yükselir, Delil Dilanar, Pınar Aydınlar ve Redd Düşün Kültür Sanat Kolektifi, söyledikleri kavga marşları ve halk türküleriyle kitleye coşkulu anlar yaşattı. Özellikle Pınar Aydınlar yaptığı konuşmalar ve söylediği partizan marşlarıyla etkinliğe devrimci bir coşku kattı. Anma etkinliğine TKP/ML, MLKP, TİKB, Devrimci Proletarya, Proleterce Devrimci Duruş ve EÖC (Emek ve Özgürlük Cephesi) dayanışma mesajları yolladı.
15
Maoistlerden eylem HKP(M)’ye bağlı HKGO birliklerinin Hindistan Kongresi Partisi’nin seçim konvoyuna yaptığı iddia edilen eylem sonucunda 26 kişi ölürken çok sayıda kişi yaralandı 27 Mayıs’ta Hindistan’da Chattishgarh Eyaleti’ndeki Jagdalpur bölgesinde bulunan Darba Ghati Vadisi’nde iktidarda olan Kongre Partisi’nin konvoyuna karşı patlayıcılar ve silahlarla bir eylem gerçekleştirildi. Aralarında Naksalitlere (Hindistanlı Maoistler) karşı kullanılan eli kanlı kontra örgüt Salwa Judum’un kurucusu olan Mahendra Karma ve eski Kongre Partisi üyesi Uday Mudliyar ile çok sayıda Kongre Partisi yöneticisi ve üyeleri ile onları korumakla görevli 5 güvenlikçinin de bulunduğu 27 kişi yapılan eylemde öldü. 30’un üzerinde de yaralı olduğu kaydediliyor. Aralarında Kongre Partisi kadrolarından Vidya Charan Shukla, Kwasi Lakhma ve tanınmış parti çalışanlarından Gopi Vadhwani’nin de bulunduğu ağır yaralıların Jagdalpur’da bir hastaneye kaldırıldıkları belirtiliyor.
Eylemi HKGO gerçekleştirdi Hindistan Komünist Partisi (Maoist) (HKP(M))’e bağlı Halk Kurtuluş Gerilla Ordusu(HKGO) konuyla ilgili henüz bir açıklama yapmazken, polis yetkilileri eylemin konvoy Jagdalpur’da gerçekleştirilecek bir seçim toplantısına varmadan önce, Darba Ghati Vadisi’nde ağır silahlı yüzlerce Maoist gerilla tarafından düzenlediğini ileri sürdü. İçişleri Bakanlığı sekreterlerinden MA Ganpathy ise yaklaşık bir saat süren çatışmada konvoyun önce mayınlarla hedef alındığını daha sonra ise ağır silahlarla ateş edildiğini açıkladı. Yapılan eylem sonrası Başbakan Mamnohan Singh’in talimatıyla, bölgeye aralarında Maoistlere karşı kullanılan özel COBRA-komandolarının da bulunduğu 600 kadar takviye askeri güç gönderildiği iddia ediliyor.
KP sözcüsü: Gereken önlemler alınmadı Kongre Partisi’nin Chhattisgarh basın sözcüsü Shailesh Trivedi ise eylemi Naksalitlerin gerçekleştirip gerçekleştirmediğini bilmediklerini, ancak Naksalitlerin seçimlere muhalefetlerinin bilinmesine karşın, eyalette hükümette olan Bharatiya Janata Party (Hindistan Halk Partisi) (BJP)’nin kon-
voyları için gereken önlemleri almadığını ileri sürdü. Basına konuşan Trivedi Maoistlerin yılsonunda gerçekleştirilecek seçimler için partilerinin ve BJP’nin yürüttüğü çalışmalara karşı olduklarının bilindiğini belirterek “Ancak eyalet hükümeti Kongre Partisi tarafından organize edilen konvoyun değil yalnızca BJP’nin konvoyunun güvenliğini sağladı. Eğer güvenlik sağlanmış olsaydı bugünkü olay olmayacaktı” açıklamasında bulundu.
Salwa Judum’un kurucusu özel hedef alınmış Bilindiği gibi Maoistlerin Kızıl Koridor adı verilen bölgede en etkili oldukları eyaletlerden biri de Chhattishgarh Eyaleti. Gerçekleştirilen eylem sonrasında Hindistan burjuva-feodal basınında bir süredir bölgede çok sık ve büyük eylemler yapmayan Maoistlerin askeri faaliyetlerini tekrar yoğunlaştıracakları yönünde değerlendirmeler yapılırken, çıkan haberlerde Maoistlere karşı kullanılan Salwa Judum adlı kontra örgütlenmede uzun yıllar ön planda olan Mahendra Karma’nın ise bir süredir Naksalitlerin ölüm listesinde olduğu ileri sürülüyor. Salwa Judum’u kuran karma bir dönem Chattishgarh Eyaleti’nin İçişleri Bakanlığını yapmış ayrıca eyalet parlamentosunda muhalefet liderliğini de yürütmüştü. Bilindiği gibi Chattishgarh Eyaleti’nce Maoistlere karşı yürütülen savaşta kullanılmak üzere kurulan Salwa Judum Hindistan Yüksek Mahkemesi tarafından bile 5 Haziran 2011’de yasa dışı olarak tanımlanmıştı. Maoistlere yardım ve yataklık yaptıkları vb. gerekçelerle halka karşı işlediği suçlarla ve katliamlarla tanınan Salwa Judum daha çok bölgedeki işsiz ve bir kısmı çocuk yaşta olan gençlerin devlet tarafından özel kamplarda yetiştirilmesiyle oluşturulan bir kontra örgütlenme. Maoistler daha önce bu kontra örgüte katılıp halka zulmeden gençlere bu faaliyetleri bırakıp köylerine geri döndükleri ve pişman olduklarını belirttikleri takdirde affedilecekleri yönünde çağrıda bulunmuştu. Yapılan eylem sonrası aralarında BJP, Hindistan Komünist Partisi (HKP) gibi partilerin de bulunduğu çok sayıda parti ise açıklama yaparak Maoistlere karşı daha sert ve etkili yollarla mücadele edilmesi gerektiğini iddia ettiler.
16
güncel haber
Halkın Günlüğü 1-15 HAZİRAN 2013
Gazi DHD’ye silahlı Gazi’de devlet destekli çeteler halka ve devrimcilere saldırmaya devam ediyor. 19 Mayıs günü DHF üyesi Gazi Demokratik Haklar Derneği (DHD)’ne yönelik çeteler tarafından silahlı saldırı gerçekleştirildi 19 Mayıs günü saat 23.30 sıralarında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) üyesi Gazi Demokratik Haklar Derneği (DHD)’ne çeteler tarafından silahlı saldırı düzenlendi. Derneğin kapalı olduğu saati seçen çeteci güruh, ellerindeki silahlarla derneğin camlarına rastgele ateş ettikten sonra derneği yakmak istedi. Bölge halkının silah seslerini duymasıyla birlikte dışarı çıkıp çeteci güruha tepki göstermesinin ardından, çeteci güruh derneği yakamadan kaçtı. İstanbul-Gazi Mahallesi’nde yaşayan halk yıllardır, devlet destekli çetelerin saldırısına maruz kalıyor. Gazi’de gün geçtikçe devlet beslemeli çeteler, devrimci mücadelenin ivme kaybetmesiyle birlikte daha güçlenerek esnafları haraca bağlıyor, okul önleri ve parkları uyuşturucu madde satışı yapan torbacılarla işgal ediyor, yoz kültürü büyüten ilişki ağlarını zorla halka dayatarak, halkın sokakta rahatça gündelik yaşamını sürdürmesini engelliyor. Polis destekli bu çeteler, 19 Mayıs günü saat 23.30 sularında Demokratik Haklar Federasyonu üyesi Gazi DHD’ye silahlı saldırı düzenledi.
Devlet destekli çeteciler derneği hedef gösterdi Aynı gün illegal devrimci bir kurumun çeteci bir gruba karşı yaptığı eylemin ardından, bölgedeki çeteci grup, feodal aile çevresi içerisinde polisin gizli desteğiyle “kahvemiz tarandı. 2 masum vuruldu” yalanını yayarak, etraflarında topladıkları aynı etnik kökenli 70-80 kişilik bir güçle sokakta terör estirmeye başladı. Hedefin hangi kurum olduğu önceden belli olmayan ve içerisinde eli kanlı çete üyelerinin olduğu bu saldırgan grup, polis destekli çetecilerin yönlendirmesiyle Gazi DHD’ye yöneldi. Bu yönelimle birlikte kendi içerisinde çete üyeleriyle tartışmaya başlayan saldırgan gruptan kopmalar başladı. Derneğin kapalı olduğu saatte, dernek önüne gelen devlet destekli çeteci
grup ellerindeki silahlarla derneğin camlarına rastgele ateş etikten sonra derneği yakmak istedi. Bölge halkının silah seslerini duymasıyla birlikte dışarıya çıkıp çeteci güruha tepki göstermesinin ardından çeteci güruh, yaydıkları dedikodunun tutarsızlığı nedeniyle derneği yakamadan kaçtı.
Bu saldırı DHF özgülünde halka yöneliktir Gazi DHD’ye yönelen çeteci saldırı özünde tüm devrimci demokratik kurumlara, emekçi Gazi halkının birlikteliğine yapılmış bir saldırıdır. Halkın örgütlü gücünün yoğun olduğu Gazi Mahallesi’nde ikamet eden yoksul emekçi halkımız devletin ekonomik ve siyasi saldırılarını yılarca iliğine kadar hisseti. Hakim sınıfların hayata geçirecekleri her ekonomik siyasi saldırı konsepti içerisinde, Gazi gibi örgütlü halk güçlerinin yoğun olduğu alanlar ve bu alanlarda faaliyet yürü-
ten kurumlar defalarca kez siyasi iktidarın saldırılarına hedef oldu. Bu saldırılarda yüzlerce insan gözaltı ve işkencelerden geçirildikten sonra karanlığın zindanlarında hapsedildi. Yine aynı saldırılarda onlarca devrimci demokrat katledildi. Kürdüyle, Türküyle, Alevisiyle, Sünnisiyle, Dersimlisiyle, Sivaslısıyla, Batmanlısıyla, Şırnaklısıyla ve Karslısıyla bütün kimlikleri bağrında taşıyan ve birlikte kardeşçe aynı sofraya diz çöken, birlikte gerici saldırılar karşısında aynı barikatlarda dövüşen Gazi halkı, bu duruşuyla siyasi iktidarın hep hedefinde olmuştur. 1995’te gerçekleştirilen Gazi Katliamı da, Gazi’de halka ve politik güçlere yönelik çok kapsamlı saldırı konseptinin ilk ayağıydı. Gazi Mahallesi’nin politik gücünü yok etmek ve denetimini Gazi Mahallesi’nde yerleşik hale getirmek isteyen devlet, önce çeteleriyle daha
sonra silahlı güçlerini kullanıp saldırılar gerçekleştirdi. Katliamla onlarca yiğit devrimci sonsuzluğa uğurlandı. Gazi Katliamı’yla birlikte devrimci güçlere stratejik olarak yönelen devlet, saldırılarına ara vermeden günümüze kadar sürdürdü. Siyasi iktidarın Gazi gibi politik mücadelenin toplumsal yapı içerisinde aktif olduğu alanlarda uyguladığı siyasi saldırıların bir parçası, yozlaştırma ve çeteleştirme olgusu oldu. Çeteci güruhun silahlı saldırısı sonucu 21 Şubat 2012’de ölen Battal Tepeli ve son olarak 19 Mayıs günü Gazi DHD’ye yönelik çeteci saldırıda, siyasi iktidarın Gazi’de uyguladığı saldırı siyasetinin bir parçası. Son yıllarda ülkemizin hemen hemen her şehrinde, ilçesinde, köyünde mahallesinde türeyen yeni çeteler Gazi’de de devlet eliyle güçlendirildi yerleşik hale getirildi. Yoz kültürün bir parçası
güncel
1-15 HAZİRAN 2013 Halkın Günlüğü
17
saldırı olan çetelerin arkasına sığındıkları siyasi durum devlet merkezli kafatasçı faşist kimlik olurken, Gazi gibi devrimci ilerici semtlerde ise özel olarak, dini, coğrafi terimler arkasına sığınmaya tercih ettirildi. Devletin yıllardır uyguladığı yozlaştırma, asimilasyon siyaseti üzerinden yükselen bu çeteler emekçi semtlerde ezilenleri kapsayan şehir, bölge, dini terimleri ifade eden adları kullanarak emekçi halkın kendilerine ortak bir şekilde yönelmesinin önüne geçmeye çalıştı, toplumun birlik kültürünü parçalayarak kendi yoz ilişkilerine zemin hazırladı. Yoksul emekçi gençler üzerinden rant kapısı sağlayarak gerçek emelleri olan esnafı, gençleri “haraca” bağladı, uyuşturucu madde satışını yavaş yavaş yaygınlaştırdı ve gençleri ağına düşürerek fuhuş yapmaya zorladı. 19 Mayıs günü gerçekleştirilen silahlı çete saldırısı da DHF üzerinden tüm devrimci demokratik politik güçlere yapılmış bir saldırı. Bu saldırı Gazi’de yaşayan emekçiler sindirilmesi, kendi yaşamına ve gerçek sorunlarına duyarsızlaştırılması, devrimci demokratik güçlerin nüfus alanlarının yok edilmesine dönük bir saldırıdır.
Örgütlenerek daha güçlü cevap olacağız DHF, Gazi DHD’ye yönelik yapılan saldırıyı aynı gün protesto etti. DHF, saldırının arkasında, gerici sistem ve taşeronlarının olduğuna işaret ederken, demokratik haklar mücadelesinin güçlendirerek saldırıya cevap verileceğini ifade etti. DHF tarafından yapılan açıklamada emekçi semtlerinde devletin besleyip büyüttüğü çetelerin devrimci demokratik kurumlara yönelik farklı biçimler ve kılıflar altında çeşitli saldırılar gerçekleştirdiğine dikkat çekildi. Basın açıklaması şu ifadelerle devam etti: “Özellikle siyasi kurumları ve polisiyle giremediği ve hakim olmadığı semtlerde halkın örgütlülüğünü ve duyarlılığını parçalamak için yozlaştırma politikasına başvuran gerici sistem, bu bölgelerde hedef aldığı çeteci grupları kirli ilişkiler ağı içerisinde palazlayarak, silahlı karanlık bir güç haline getirip halka ve devrimci kurumlara yönelik saldırılarında maşa olarak kullanıyor. Derneğimizin kapalı olduğu saati seçen çeteci güruh ellerindeki silahlarla derneğin camlarına rastgele ateş ettikten sonra derneği yakmak istedi. Bölge halkının silah seslerini duymasıyla birlikte dışarı çıkıp çeteci güruha tepki göstermesinin ardından, çeteci güruh derneği yakamadan kaçtı.” Basın açıklamasında Gazi Mahallesi’nin devrimci kimliğinin devlet tarafından bilindiği belirtilerek 29 Ocak 2012 tarihinde çeteci bir güruhun saldırısı sonucu Battal Tepeli’nin ağır yaralandığı ve 21 Şubat 2012’de hayatını kaybettiği ifade edildi. Çetelere karşı mücadelenin her alanda halkın örgütlenerek boşa çıkarılacağı anlatılarak açıklama bitirildi. Gazi Mahallesi’nde bulunan devrimci demokratik kurumların desteklediği basın açıklaması kitleselliğiyle dikkat çekti. Açıklamaya BDP, Partizan, DEDEF, BDSP, Halk Cephesi, Halkevleri, TKP, ESP, SYKP, SDP destek verdi.
Gazi’yi çetelere teslim etmeyeceğiz Gazi Demokratik Haklar Derneği (DHD)’ne çeteler tarafından yapılan silahlı saldırı devrimci demokratik kurumlar tarafından protesto edildi. Kurumlar Gazi’de yerleşik olan çetelere karşı ortak mücadele edeceğini açıklayarak, “Gazi’yi çetelere teslim etmeyeceğiz ” dedi Gazi Demokratik Haklar Derneği (DHD)’ne yönelik saldırının ardından bir araya gelen DHF, Partizan, BDSP, ESP, SDP, ESP, AKADER, ESP, Devrimci Hareket, Halkevleri, HDK, BDP, SYKP, TKP, TÖP-G, EMEP ve PDD çetelerin saldırısını protesto etti. Gazi DHD önünde bir araya gelen çok sayıda devrimci demokratik kurum buradan ”Gazi’yi Çetelere Teslim Etmeyeceğiz- Yaşasın Devrimci Dayanışma” pankartı arkasında “Çeteler halka hesap verecek” , “Yaşasın devrimci dayanışma” , “Çetelere geçit vermeyeceğiz” , ”Halkımız saflara hesap sormaya” sloganları eşliğinde yürüyüşe geçti. Gazi Dörtyol’dan Cemevi’ne doğru yürüyüşe devam eden yaklaşık bin kişilik kitleye yol boyunca katılım olurken, çevredeki halkın ve esnafın da desteğini de alan kitle yürüyüşe devam etti.
‘Çeteciler halka ve devrimci kurumlara karşı maşa olarak kullanılıyor’ Gazi Cemevi önünde bütün kurumlar adına yapılan ortak açıklamada, Gazi Mahallesi’nde emekçilerin yıllardır devlet destekli çetelerin saldırılarına maruz kaldığına değinilerek 19 Mayıs günü de çetelerin Gazi DHD’ye silahlı saldırıda bulunduğu açıklandı. Kürdüyle, Türküyle, Alevisiyle, Sünnisiyle, Dersimlisiyle, Sivaslısıyla, Batmanlısıyla, Şırnaklısıyla, Karslısıyla bütün coğrafi, kültürel, farklı kimlikleri bağrında taşı-
yan, birlikte gerici saldırılar karşısında aynı barikatlarda dövüşen Gazi halkının örnek bir kimliğe sahip olduğu belirtilerek “Emekçilerin Gazi’de yiğit evlatlarının kanıyla oluşturduğu devrimci kültürel kimlik egemenler tarafından çeşitli saldırı ve katliamlarla yok edilmek isteniyor. Özellikle siyasi kurumları, polisiyle giremediği ve hakim olamadığı semtlerde devrimci, ilerici kültürü parçalamak için yozlaştırma politikasına başvuran gerici sistem, bu bölgelerde hedef aldığı çeteci grupları kirli ilişkiler ağı içerisinde güçlendirerek, halka ve devrimci kurumlara yönelik saldırılarında maşa olarak kullanıyor.” denildi. Çetelerin genellikle yoğun olarak arkasına sığındıkları siyasi durumun kafatasçı faşist kimlik olduğu ancak Gazi gibi devrimci ilerici semtlerde, politik durumdan kaynaklı özel olarak dini, coğrafi terimler arkasına sığınmanın tercih edildiği açıklandı.
“Bu saldırı Gazi halkının ilerici değerlerine yapılmıştır” Açıklama “19 Mayıs günü gerçekleşen silahlı çete saldırısı tüm devrimci demokratik politik güçlere yapılmış bir saldırıdır. Bu saldırı emekçi Gazi halkının yarattığı ilerici değerlerine yapılmış saldırıdır. Bu saldırı emekçi Gazi halkının kardeşçe yaşamasına, aynı sofraya diz çökmesine karşı yapılmış bir saldırıdır. Bu saldırı Gazi’de yaşayan emekçilerin sindirilmesi, kendi yaşamına ve gerçek sorunlarına duyarsızlaştırılması için yapılmış saldırıdır. Gazi’nin devrimci kimliğini devlet beslemeli çetelere teslim etmedik, etmeyeceğiz. Tüm devrimci-ilerici kurumlar olarak egemen sistemin gerici saldırılarıyla birlikte tüm çeteler karşısında ortak hareket edeceğimizi bir kez daha dosta düşmana ilan ediyoruz. Çeteler emekçi halka hesap verecek. Yaşasın devrimci dayanışma.” sözleriyle sonlandırıldı.
18
güncel
Halkın Günlüğü 1-15 HAZİRAN 2013
1 Mayıs’ta İzmir’de yaşananlar ve Sömürü ve Zulüm Düzenine Karşı Eylemde Olan Bir Devrimcinin Katli ve Halkın Kurtuluşu Gazetesi’nin Açıklaması! Halkın Kurtuluşu Gazetesi’nin yaptığı açıklamayla, İzmir 1 Mayıs kutlamalarında EMEP mensuplarının 1 Mayıs kutlamalarına katılan Halkın Kurtuluşu Gazetesi okur veya taraftarlarına şiddet uygulayarak kasıtlı olarak İbrahim Kutluay’ın ölümüne sebep olduklarını öğrenmiş bulunuyoruz. Halkın Kurtuluşu Gazetesi’nin açıklamasına göre hazırlanan ve kullanılan çelik coplar Halkın Kurtuluşu Gazetesi taraftarlarına yapılan bu saldırının, önceden planlandığını açığa çıkarmaktadır. Adı geçen devrimciyi polis katletmediğine göre faillerin şu veya bu biçimde Emek Partili olduğu söylenebilir ki, bu da Halkın Kurtuluşu Gazetesi’nin açıklamasının esas itibarıyla doğru olduğunu destekliyor. Devlet güçlerine karşı şiddet davranışını reddeden Emek Partililerin maksatlı olarak kullanıldıkları söylenen çelik copları polis için hazırlamadıkları aşikardır… Özcesi, Emek Partili olduğu anlaşılan bir grup insan İbrahim Kutluay isimli devrimciyi öldürmüş, daha açık ifadeyle katletmiştir. Katledilen devrimciyi anıyor ve sorumlularını kınıyoruz! Bu gelişme son derece ciddi bir olumsuzluğa işaret etmektedir. Maoist komünistler devrimci olmayan bu metodun halk sınıf ve katmanları arasında kullanılmasına kayıtsız kalamaz, bu yöntemin devrimci güçler arasında kullanılmasını kesinlikle reddeder ve buna karşı çıkarlar. Bu vesileyle İbrahim Kutluay’ı saygıyla anıyor, uygulanan gerici şiddeti kınıyoruz! Kimden gelirse gelsin bu ve bunun benzeri gerici saldırı ve davranışların karşısında olacağımızı belirtirken, ‘’sol içi şiddet’’ bağlamında devrimcilerin katledilmesi pratiğine ideolojik anlamda taşıdığımız amansız düşmanlığımızı açıktan beyan ediyoruz! Halk arasındaki çelişkilerin çözüm yöntemleri eleştiri-özeleştiri, ideolojik mücadele ve ikna eğitim niteliğini aşmaz. Bu zemindeki çelişkiler hiçbir şartta kaba zor ve şiddet yöntemini gerektirmez ve bu metotla çözülemezler. Fakat bilimsel gerçekler karşısında aciz olanlar zayıflıklarını örtmek, gizlemek veya bu konudaki açıklarını kapatmak için yersiz biçimde zor ve şiddet metoduna başvururlar. Öyle ki, sınıflar mücadelesinde proletarya ve halk kitlelerinin devrimci zoru kullanmasına ideolojik manada tam anlamıyla düş-
manlık besleyip en keskin biçimde karşı çıkanlar, devrimci demokratik güçlere zor kullanma hakkını kendilerinde bulmakta, objektif olarak gerici zordan yana tutum almış olmaktadırlar. Tıpkı İzmir 1 Mayıs’ında Emek Partisi revizyonist ve reformistlerinin İbrahim Kutluay isimli devrimciye uyguladığı gibi… Devrimci demokratik ilerici güçlere gerici düzene karşı eylem ve mücadeleyi yasaklama hakkı kimsede olamaz. Peki Emek Partisi hangi gerekçe ve ideolojik damarla devlete yöneltmekten sakındığı şiddeti devrimci güçlere yöneltmiştir? Açık ki, özü doğru-yanlış mücadelesi olan iki çizgi mücadelesi veya bununla aynı nesnel zeminde boy veren ideolojik mücadeleyi yasaklayan ve muhalefete tahammülsüz olup farklı fikirlere yaşam hakkı tanımayan antidemokratik, benmerkezci ve sol sekter sığ anlayıştır. Yani, dogmato-revizyonist formattaki Hocacı akım ve çizginin ürünüdür bu gerici pratik. Sebep ne olursa olsun, nasıl izah edilirse edilsin işlenen suç masum gösterilemez ve anlaşılır olamaz. Bu bağlamda Emek Partisi’nin en samimi ve zorunlu yaklaşımı, başta devrimci proletarya ve devrimci halk kitleleri ile devrimci demokratik kamuoyu olmak üzere, Halkın Kurtuluşu Gazetesi’yle katlettiği
devrimcinin ailesine ciddi bir öz-eleştiri vermek olmalıdır. Yeri gelmişken Emek Partisi’nin gerici şiddet davranışı ve kültüründen köklü olarak kopamayan ve son derece sakıncalı bulduğumuz Halkın Kurtuluşu Gazetesi’nin açıklamasında yer alan bir anlayışı eleştirdiğimizi de belirtelim. Halkın Kurtuluşu Gazetesi devrimci demokratik güçlere haklı olarak çağrı yapıp dayanış ve duyarlılık oluşturmaya çalışırken, Emek Partisi’ni tehdit eden ifadelerini asla benimsemiyor, doğru bulmuyoruz. Halk saflarındaki güçlerin birbirilerine karşı intikamcı kültürle yaklaşmasını tasvip etmediğimiz gibi, bu kültürü ve Halkın Kurtuluşu Gazetesi’nin bu sakıncalı anlayışının da karşısında olacağımızı açıklıyoruz. Bu gerici saldırıda Emek Partisi’nin sakat anlayışı ve anlayışının tezahürü olarak düştüğü gerici pratiğin devrimci mantıktan yoksunluğu her aşamada açıkça görülmektedir. Bu anlayış ve pratik mutlaka mahkum edilmelidir. 1 Mayıs, anlam ve içeriği gereği dünya çapında proletarya ve tüm emekçi halk kitlelerinin ortak değer olarak sahiplendiği enternasyonal bir gündür. Buna uygun olarak, değişik millet ve milliyetlerden Türkiye-Kuzey Kürdistan proletaryası ve ezilen emekçi halkları da işçi
sınıfının birlik-dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs’ta büyük bir coşku, kararlılık ve belirli kitlesellikle alanlardaydı. Bu en tabii bir tablo ve olması gereken bir eylemdir. Faşist iktidarlar dışında hiçbir kuvvet bu gün 1 Mayıs’ı halk kitlelerine men etme, yasaklama hakkına sahip olduğunu iddia etmiyor ve etmemektedir de. Ancak gerici egemenler ile despotik sınıf ve güçler ve bunlara has gerici kültürün tezahürü olan sakat burjuva ideolojik anlayışlar yasaklama ve men etmeye yeltenebilirler. Son derece berrak, çok net ve açıktır ki, meydanlar ancak gerici iktidar biçimleri ve faşist diktatörlükler tarafından ipotek altına alınabilirler. Tıpkı bugün AKP iktidarı ve daha önceki iktidarların Taksim’e uyguladığı yasak gibi… Tıpkı savaşlarda aldıkları yenilgileri araç-gereçlere yükleyerek onları zincirleyip cezalandıran gerici idealist zihniyet gibi… Kısacası, ne ilerici-demokratik güçlere ait direniş ve eylem hakkı ipotek altına alınabilir ve ne de meydanlar tapulanıp halk kitlelerine yasaklanabilir. Bu hak ve yetkiye sahip olan bir merci olamaz! Ancak ne yazık ki bugün tekçi, monolitik ve farklı düşüncelere karşı tahammülsüz olan anlayış sahipleri, bu anti-demokratik ve ideolojik bakımdan
güncel
1-15 HAZİRAN 2013 Halkın Günlüğü
sonrası gelişmeler
gerici anlayışlarının ürünü olarak halk saflarında yer alan demokratik devrimci güçlere (salt kendisinden farklı düşündüğü ve kendisinden ayrıldığı için) 1 Mayıs meydanlarını yasaklama pervasızlığına başvuruyor, bu da yetmiyormuş gibi şiddet uygulama cüreti gösteriyor. Tarihin garip cilvesidir ki, sosyalist yaftası taşıyıp devrimci sıfatlar altında geçinen bu sağ tasfiyeci ve yasalcı reformist parti (Emek Partisi) silahlı mücadele düşmanlığının da ötesinde, faşist devlete karşı bir tek şiddet davranışından bile sakınırken, demokratik devrimci güçlere karşı katletmeye varan pervasızlıkta şiddet uygulayabilmektedir! İçini boşaltıp manipüle etmek için de olsa, burjuvazi ve bilumum gerici sınıfların da 1 Mayıs’ı bayram olarak kutladığı (bu bağlamda resmi tatil ilan ettikleri) bilinmektedir. Buna hiçbir devrimci güç ve yapı bugüne kadar müdahale etmemiştir, etmedi de! Fakat garip bir kültür ve gelenek küllenmeden hortlayıp durmaktadır
ki, halk saflarındaki (devrimci) bazı güçler kendilerinden ayrılıp devrimci siyasi hareket olarak faaliyet yürüten grup, çevre veya örgütlere şiddet uygulayıp nüfuzlarıyla onları baskı altına alma pratiklerine girmektedirler. Bu davranış ve anlayış biçiminin gerici egemen sınıfların gerici baskı ve tahakküme dayalı kültüründen çok kopmadığı söylenmelidir. Zira devrimci güçlere uygulanan ilgili baskı ve sindirmeye dönük pratikler tam bir benzerlik oluşturmakta, son tahlilde bir zihniyet birliği ortaya çıkmaktadır. Yine bu gerici pratik davranış ve anlayışların temelinde, demokrasi kültürlerinin sığ ve sakat olduğu gerçeği yatmaktadır. Parti içinde muhalefete tahammül etmeyen, bir partide farklı fikirlerin olabileceğini ve varlığını kabul etmeyen ve kendisinden farklı düşünerek bu düşünceleri doğrultusunda ayrı örgütlenme faaliyetleri yürütenleri adeta düşman gören anti-demokratik despotik kültür ve anlayış elbette ki gerici
şiddete başvurarak bu ‘’aykırı sesleri’’ susturup sindirmekten geri durmamaktadır. Aykırı sese tahammül etmeyenler son tahlilde gerici egemen sınıf kültüründen beslenenlerdir. Bunların demokrasi kültürü son derece dar, çarpık ve burjuvadır. AKP ile zımni ittifaklar yapılıp ‘’barış süreci’’ denen tasfiyecilikte hakim sınıflarla ‘’barış’’ içinde yaşamayı amaçlayan Emek Partisi’nin, devrimcilere saldırıda bulunmasının anlamlı olduğu açıktır. Sonuç olarak; İşçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs 2013’te, 1 Mayıs’ı resmi tatil ilan eden ikiyüzlü AKP iktidarı (ve Türk devletinin) faşist terörüyle ağır yaralanan liseli Dilanların kanına bulanırken, maalesef başka bir şiddet davranışına ve üzücü sonucuna da tanıklık etti. Halk saflarındaki güçlerin birbirlerine şiddet uygulaması anlamına gelen ‘’sol içi şiddet’’ olgusu bu yılki 1 Mayıs gösterileri vesilesiyle ölümcül hükmünü yazarak yeniden hortladı. Bu cılız hortlak çıktığı anda gömülmelidir. Aksi halde bu eksendeki gerici kültür ve pratiğin tahribatı çok büyük yaralar açarak devrimimize zarar verip gerici iktidarların ekmeğine yağ sürecektir! Halk sınıf ve katmanlarına mensup güç ve bireylere uygulanan her şiddet davranışını kimden gelirse gelsin kınadığımızı belirterek, tüm komünist ve devrimcileri halk saflarında yer alan güçler arasında uygulanan şiddet pratiklerine karşı açık ve net tavır almaya çağırıyoruz! Aynı biçimde EMEP’i açık öz-eleştiri vermeye davet ederken, Emek Partisi’ni halk saflarında yer alan güçlere karşı şiddet kullanmaktan kesinlikle sakınmasını bekliyoruz. Bir kez daha İbrahim Kutluay’ın anısı önünde saygıyla eğilip, Dilan’ın yanında olduğumuzu belirtirken, başta faşist devletin uyguladığı işkence, terör ve saldırıları sınıf nefretimizle lanetlerken, devrimcilere uygulanan her türden gerici şiddet ve saldırıyı da kınıyoruz!
19
AKP’den dindar gençlik hamlesi! AKP’nin üniversitelere yönelik saldırılarının bir parçası olarak Başbakan Erdoğan “Modern ve dindar gençlik istiyorum” sözleriyle eğitime yönelik planlarını hayata geçiriyor AKP üniversitelere yönelik planlarını bir bir hayata geçiriyor. Bu politikalar sadece üniversitelerle sınırlı değildir. ‘Modern ve dindar gençlik istiyorum’ sözleriyle Başbakan Erdoğan şahsında AKP’nin eğitime yönelik politikalarının geleceğini görebiliriz. Bu politikaların gereği olarak eğitim ve öğretim alanında bir dizi düzenlemeler yapıldı. Hala da bu niyetlerine dönük adımlar atılmaktadır. İmam Hatip Liseleri’nin önü açıldı. 4+4+4 modeliyle mevcut liselerin İmam Hatip Liseleri’ne dönüştürülmesi mümkün hale getirildi. Eğitim politikalarında İslam dininin dışındaki inançlara olan tahammülsüzlük eskiden olduğu gibi yerini halen korumaktadır. Din dersi zorunlu ders olarak okutulmaya devam ediliyor. Buna ek olarak Kuran-ı Kerim ve Peygamber’in hayatı seçmeli dersler olarak müfredata eklendi. İleride bu iki ders de zorunlu dersler haline getirilecektir. Yani gelecekte nasıl bir toplumsal yaşam tasavvur ediliyorsa, bunun inşası eğitim zemininde yapılmak istenmektedir.
Üniversitelere yeni koruma Üniversitelerdeki düzenlemeleri AKP’nin politikalarının yansıması olarak görebiliriz.Özel Güvenlik Birimleri yerine düşünülen koruma memurlarının üniversitelere konumlandırılması, üniversitelerdeki baskıların daha artırılması anlamına gelmektedir. Gittikleri yolda önlerine çıkan engelleri, zor yoluyla bertaraf etmek istiyorlar. AKP döneminde YÖK’te yer alan Kemalist kadrolar tasfiye edilerek yerine kendi anlayışları doğrultusunda hareket eden kadrolar yerleştirildi. Bu işin bir boyutuydu. Şimdi ise kendi denetimlerinde üniversitelere konumlandırdıkları güvenlik birimiyle üniversiteleri tamamen zapturapt altına almak istiyorlar. Bu kapsamda 10 bin güvenlik memuru alınması tasarlanıyor. Bu tercih aynı zamanda AKP’nin kendi seçmenini memnun etmek istediğinin de bir göstergesidir. Devlet olanaklarını kullanarak kadrolaşmak isteyen AKP, kendi tabanına istihdam alanları açmaktadır. YÖK kurulduğundan bu yana hep tepkilere neden oldu. Özerk, demokratik, bilimsel ve ana dilde eğitim isteminin önüne bir engel olarak çıkarılan YÖK, her yıl kuruluşunun yıl dönümünde ilerici, devrimci ve demokratların protestolarıyla gündemdeki yerini korumaktadır. Bu rolünün yanı sıra bir dönem Kemalist kadrolar aracılığıyla dindar gençlik üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılan YÖK, AKP aracılığıyla bu baskıları ortadan kaldırırken, özerk, demokratik, bilimsel ve ana dilde eğitim konusunda var olan baskılarda değişen bir şey olmadı. Tam tersine gerici bir eğitim sistemi daha sağlam bir şekilde yerini koruyor. Kısacası üniversiteler AKP eliyle, askeri kışlaya çevrilmek isteniyor.
20
güncel
Halkın Günlüğü 1-15 HAZİRAN 2013
Parti ve Devrim Şehitlerini saygıyla Öncelikle, Parti ve devrim şehitlerini anma etkinliğinden dolayı, başta Partimizin kurucu önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaş olmak üzere, Parti Genel Sekreterlerimiz Süleyman Cihan, Kazım Çelik, Cüneyt Kahraman, Cafer Cangöz ve şehitlerimizden olan yoldaş partimizin genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşların kızıl anıları önünde saygıyla eğilirken, yüzlerce parti şehidimizi saygıyla anıyor, tüm şehitlerimizi sonsuz kere selamlıyoruz. Komünist mirasının devamcısı olduğumuz Mutafa Suphi yoldaş ve 14’lerin ölümsüz anıları önünde saygıyla eğiliyoruz. Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketinin önderleri Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş şahsında bütün devrim mücadelesi şehitlerini saygıyla anıyoruz. Mazlum Doğan ve Sakine Cansız şahsında Kürt Ulusal Hareketi’nin şehitlerini saygıyla anıyoruz. Hırant Dink şahsında katledilen ve soykırımdan geçirilen Ermenileri, emperyalist gericilik ve yerli gericiler tarafından katledilen yoksul halklar ve mazlum ulusların anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. Aynı vesileyle, proleter dünya devriminin komünist önderleri ve büyük öğretmenleri Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao Zedung yoldaşları sonsuz saygıyla selamlarken, onlar şahsında tüm dünya devrim ve komünizm şehitlerini saygıyla anıyoruz. *** Türkiye-Kuzey Kürdistan parçasına ait sınıflar mücadelesi tarihinde yarım yüz yıla yakındır kesintisiz olarak devam eden büyük ve amansız mücadele, Mustafa Suphi yoldaşın komünist mirasının devamcısı olmakla birlikte, devasa etkisiyle dünyayı sarsan Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünü olan Partimizin önderliğinde ve partimizin kahraman şehitlerinin omuzlarında Halk Savaşı perspektifiyle gelişen anlamlı, bir o kadar da onurlu kavgadır. Bu mücadele tarihi coğrafyamız devrimci hareketi yelpazesinden kopuk ve ondan bağımsız değildir. Ortak değer ve gelenekler zemininde buluşan tarihsel geçmişi açısından parti tarihimiz ülke devrimci hareketi tarihinin önemli bir parçasını temsil eder. Hiçbir tarih salt kendine has yapıda ve tarihin diğer parçalarına karşı kayıtsız değildir. Her tarih yanı başındaki tarihle objektif olarak ilişkili ve alakalıdır. Pratik mücadele tarihinin hafızası bu bileşiklik ve alakayı kanıtlayan deneyime sahiptir. Tarih anlayışımız, devrimci tarih ve mirası yadsıyarak salt kendimize has olan değer ve tarihle sınırlandırılamaz. Devrimci tarih ortak tarihimiz, devrimci değerler de ortak değerlerimizdir.
Kaypakkaya yoldaş, dört genel sekreterle, yüzlerce üye ve savaşçı şehidimiz komünist tarihimizin önemli niteliğidir. Kahraman şehitlerimize ait değer ve miras da aynı ölçüde üzerinde yükseldiğimiz temel dayanaklarımız durumundadır. Bunun gibi, ilk devrimci önderlerden olan Mahir ve Deniz de devrimci tarihimizin önemli parçası olmakla birlikte, ortak değerlerimizdir. Kuşkusuz ki, komünist ve devrimci nitelikteki her hareket ve değer sahiplendiğimiz ortak devrimci değerimiz ve tarihimizdir. Bu bilinçledir ki, parti birinci konferansımızda temelleri atılmakla birlikte, Partimiz ‘’Parti ve Devrim Şehitlerini Anmayı’’ ortak etkinlik olarak ele almayı benimsemiştir. Mücadele tarihimizin taşıyıcı dinamiği ve yaratıcı öğesi olan Partimizin kurucu önderi Kaypakkaya yoldaş, kavganın en ağır ve anlamlı bedelleri ve mücadelenin köşe taşları olan ölümsüz kahramanlarının ön saflarında yer almasıyla da tarihsel destanımızın granitten sütunudur. Yüzlerce şehidimizle birlikte, Kaypakkaya yoldaşın bıraktığı zengin ideolojiksiyasi miras ve devrim pratiğinde açtığı kapanmaz çığır günümüz şartlarında devrimci duruş, doğrultu ve devrimci eylem hattına kılavuzluk yapmaya devam etmektedir. Bilinir ki, her devrimci kavga ve tarih fedakarlıklarla dolu büyük emekler ve büyük bedeller üzerinden yükselir ve yürür. Ağır bedeller ödemeyen tek bir devrim mücadelesi istisnası gösterilemez. Aynı zamanda her tarih, yaratılan değer ve ödenen bedellerle oluşan anlamlı birikim ve tecrübe hazinesine sahiptir. Dünya devrim tarihi büyük katliam ve kıyımlara şahittir. Devrime dönük bu ölümcül darbeler aynı zamanda devrimin sertleşmesi ve sağlamlaşmasına da vesile olmaktadır.
Mücadele tarihimiz daha şimdiden yüzlerce yoldaşımızın şehit düşmesi gibi ağır bedellerle sınıflar mücadelesi tarihinde unutulmaz bir yer tutarken, bu bedel pratiği devrim kararlılığımızın da göstergesidir. 18 Mayıs’ta kurucu önderimiz Kaypakkaya yoldaşın aylarca süren işkenceler sonunda katledilmesiyle özel bir anlama sahip olan Mayıs ayı, onlarca yoldaşımızın ölümsüzleşmesine tanıklık yapmanın yanı sıra, dünya devrim tarihine adlarını yazan komünist ve devrimciler gibi, bölük bölük devrim toprağına düşen devrim savaşçısı isimsiz kahramanın ölümsüzleştiği ay olması itibarıyla da anlam kazanmaktadır. Mayıs ayı Partimiz gibi, ülke devrimci hareketi ve hatta dünya komünist ve devrimci hareketi açısından da önemli olaylara ve büyük kayıplara tanık olan dinamik bir aydır. Partimiz için özel anlamlar ihtiva eden Mayıs ayının son haftası, parti ve devrim şehitlerini anma haftası olarak kararlaştırılarak anlamına uygun bir mevziiye dönüştürülmüş durumdadır. Unutulmamalıdır ki, sahip çıkılarak yaşatılan her devrimci değer ve tarih aynı zamanda devrimci mücadelede bir mevzi ve devrimci bir kazanımdır. Bu bakımdan şehitlerimize sahip çıkmak ve onları anmak onlara bağlılık kadar, devrimci mücadelenin de geliştirilmesidir. Nitekim geçmiş tarihine ve somut olarak şehitlerine sahip çıkmayan bir hareket özüne yabancılaşarak çürümekten kurtulamaz. Çünkü bizleri biz yapan ideolojik-siyasi düşünce ve tasavvurlarımız, amaç ve hedeflerimizdir. Şehitlerimiz ise bunların en iyi temsilcileri ve temsilleridir. Dolayısıyla şehitlerimize sahip çıkmadan tarihimize sahip çıkamaz, geleceğimizi doğru tayin edemeyiz. Şehitlerimize sahip çıkmanın en bilim-
sel yolu onların ideolojik-siyasi fikirleri ve dünya görüşlerini kuşanıp geliştirmekten geçer. Onların idealleri ve amaçlarını gerçekleştirmenin yegane yolu budur. Faşist hakim sınıflara karşı kararlı bilimsel bir mücadelenin örgütlenip geliştirilmesinde Kaypakkaya yoldaşın teori-pratiği özümseyerek sahiplenmek ve bununla da yetinmeyip sosyal pratikte-mücadele kulvarında uygulamak kaçınılmaz ve şarttır. Gerici devlet ve iktidarın teşhir edilerek devrimci alternatifin geliştirilip siyasi iktidarın zapt edilmesinde, Kaypakkaya yoldaşın bütünlüklü olarak kavranıp söz-eylem birliği tutarlılığında uygulanması temel ihtiyaçtır. Kaypakkaya yoldaşın Halk Savaşı çizgisi benimsenip uygulanmadan devrim hayal kalmaya mahkumdur. Öte taraftan, bugün Kaypakkaya yoldaş sahiplenilmeden, komünist ve devrimci hareketi hızla kuşatan tasfiyeciliğe ve devrimci hareket içinde peydahlanan uzlaşmacı reformist akıma ve bilumum burjuva ideolojik yabancılaşmaya göğüs gerilemez. Düzen içi mücadele ve yasalcılık virüsünden kanlanan sağ Oportünist eğilim düzeltilmeden devrimci duruş ve çizginin kısa sürede geliştirilmesi mümkün gözükmemektedir. Komünist ve devrimciler karşı-devrimci tasfiyeci kuşatmayı yarıp püskürtmek ve reformist hortlağı mezara gömmek için Kaypakkaya yoldaşın ‘’Bir kıvılcım bütün bir bozkırı tutuşturabilir’’ belgisinden feyiz almalı ve O’nun ülke devrimi için esas / tali denklemiyle formüle ettiği mücadele ve örgütlenme esaslarına yakın, orta ve uzun vadede planlamalarla sarılması gereklidir. Bu bağlamda O’nun Halk Savaşı perspektifiyle olmazsa olmaz saydığı gerilla savaşını geliştirmek günümüzde önemini on kat arttırmış bulunmaktadır.
1-15 HAZİRAN 2013 Halkın Günlüğü
anıyoruz
TUTSAK PARTİZAN
GÖREVLERİMİZE SARILALIM TARİHİMİZİ GÜNÜN GÜCÜ HALİNE GETİRELİM
D
O’nun onlarca yıl önce Kemalizm ve Kürt ulusal sorunu hakkında, tüm otoriteleri geride bırakarak ve büyük bir meydan okuyuş olarak gerçekleştirdiği tahlil ve tespitleri bugün toplumsal pratik tarafından tekrar tekrar doğrulanırken, maalesef Kaypakkaya yoldaş hala tam olarak kavranmış değildir. Kaypakkaya yoldaşın kavranması kadar, partimizin mevcut programı ve siyasal eğiliminin öğrenilmesi tam anlamıyla bir ihtiyaçtır. Kaypakkaya yoldaşı anma vesilesiyle yoldaş partiyle ortak etkinlikte bulunmak da son derece gerekli olan bir pratiktir. Kaypakkaya güzergahı zemininde buluşmak esasta yeterli bir zemin olmakla birlikte, devrime yürümenin de platformudur. Sonuç olarak; emperyalist dünya gericiliğinin stratejik planlamalarla devreye soktuğu karşı-devrimci oyun ve hilelerle dünyanın çeşitli coğrafyalarında halk kitleleri katledilmektedir. Emperyalist saldırganlığın sinsi planlarıyla kışkırtılan ve piyasaya sürülen yapay sorunlarla bir çok yerde iç savaşlar sürdürülmekte ve yoksul halklar birbirini kırmaktadır. Emperyalist haydutlar arasında pazarlar üzerinde yürütülen çatışma ve çeşitli biçimlerde tezgahlanan savaşlar kapsamında faşist ‘’TC’’ devleti de AKP iktidarı vasıtasıyla savaş felaketine doğru sürüklenmektedir. Suriye ko-
nusunda tam manasıyla saldırgan ve savaş çığırtkanlığı yapan AKP iktidarı emperyalist proje ve çıkarlara bağlı olarak uyguladığı Suriye politikası neticesinde halklarımızın kanını akıtmaya girişmiş ve bu yolda hızla ilerlemektedir. ABD ziyareti Suriye politikasında izlenecek hattın nasıl biçimleneceğini belirleyecektir. Ülkeye yerleştirdiği füzeler savaşa hazırlıkken ve savaş durumunda İsrail Siyonizm’ini koruyarak muhtemel savaşta etkin görev alması demektir. Özetle bütün Komünist, devrimci ve demokratik güçler ‘’TC’’ devleti ve AKP iktidarının bu saldırgan ve savaş kışkırtıcısı tavrına karşı kararlı bir mücadele cephesi örgütleyerek mücadele yükseltmelidir. Yine Kürt Ulusal hareketinin AKP iktidarı ve ‘’TC’’ devletiyle uzlaşmasının Kürt ulusunu sürükleyeceği eşiğe dikkat çekilerek Kürt ulusu uyarılırken, öte taraftan Kürt ulusunun en küçük ulusal demokratik talebinin arkasında kararlıca durmak gerekmektedir. Gerek şehitlerimize sahip çıkmanın ve gerekse de ortak devrimci değerlerimize sahip çıkmanın somut bazı biçimleri bu noktalarda beliren görev ve konulardır. Şehitlerimizi anmanın en gerçek yolu faşist hakim sınıf iktidarlarını yıkarak proletarya önderliğinde halk iktidarı ve sosyalist iktidarlar kurarak Komünist topluma doğru ilerleme pratiği ve bilincidir.
≫ cafer çakmak
evrimci işçi sınıfı hareketi komünist partisiz başarıya ulaşamaz. Bu gerçek Marksist politik mücadelenin vazgeçilmez ilkesidir. Disiplinli ve saldırıları göğüsleyen, sarsılmaz bir parti inşa etmeliyiz, bu teorik bir saptama değildir. Devrimci savaşın önderliğini ortaya çıkarma beyanıdır. Eylem ve iradeyle, mücadeleyle gerçekleştirilebilecek bir araçtır parti. Sınamalardan geçmemiş, yenilgileri tatmaksızın devrime önderlik eden komünist partisi yoktur dünya devrim tarihinde. Bununla birlikte devrimci işçi sınıfı hareketi içinde komünist partinin önemini kavramayan Oportünizmin varlığını unutmamak gerekir. Tarih devrim amacında ve devrimci savaşta ezilen sınıflara sarsılmaz bir kararlılıkla önderlik eden komünist partilerle, gevşek, dağınık, uzlaşmacı, devrimci savaş çizgisinden yoksun olup burjuva sınıf işbirliğine girip ihanet eden partilerin arasındaki farkın deneyimleriyle doludur. Maoist parti enternasyonal komünist hareketin Türkiye ve Kuzey Kürdistan koludur. Bu kendimizi dünyanın her tarafında sürdürülen sınıf mücadelesinin bir parçası olarak gördüğümüz anlamına gelir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrim amacı uğruna ne kadar görevlerimizi yerine getirirsek, enternasyonal proleter harekete karşı olan görev ve sorumluluklarımızı da aynı oranda yerine getirmiş oluruz. Maoist parti 1. Kongresi’nde Mayıs’ın 3. Haftasını “Parti ve devrim şehitlerini anma haftası” olarak kabul etti. 18 Mayıs komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin de tarihidir. 24 Nisan 1972’de açılan yol bugün yürünmeye devam ediliyor. Şehitlerimizi anmak bizim için ne anlama gelir?! Unutulmamalı ki 1848’de Komünist Manifesto’nun ilanından günümüze komünizm mücadelesinde milyonlarca insan bu uğurda hayatını vermiştir. Enternasyonal içeriğiyle komünizm mücadelesi aynı zamanda insanlığın özgürleşme mücadelesidir. Kapitalizme karşı radikal tek kurtuluş yoludur ve bu yol bedel ödemeden asla kazanılamaz. Devrimci hareket ve özelde de parti tarihimiz göstermiştir ki devrim yolunda ancak bedellerle yürünür. O halde parti ve devrim şehitlerimizi birbirinden ayırmak olanaksızdır. Buna bağlı olarak disiplinli, sağlam ve sarsılmaz bir parti yaratma ihtiyacını önderlerimizin, üye ve savaşçılarımızın emeğinden bağımsız asla düşünemeyiz. Kendini adayan sıradan halk kitlelerinin yarattığı değerlerin gücünü bir an olsun akıldan çıkarmamalıyız. Kaypakkaya güzergahı Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao’nun komünist devrim yoludur. Ezilen sınıfların kurtuluş mücadelesi durdurulamaz. Parti şehitlerini anmak devrim amacına bağlı kalmaktır. Süslü laflardan arınmış apaçık bir hakikattir bu. Biz onların bıraktıkları silahları devraldık. Yükseklere çektikleri kızıl bayrağı taşımaya ant içtik. Önümüze her türden engel çıksa da amacımızdan vazgeçmedik ve vazgeçmeyeceğiz. Bilinmeli ki devrimci değerleri yaratan ve kendini adayan yoldaşlarımızın emeğini unutanlar, devrim amacından kopmuşlardır. Çünkü şehitlerin hayatlarıyla yazılan değerler, aynı zamanda ileriye yürümemizin de teminatıdır. Bunu unutanlar nasıl devrimci savaşa önderlik edebilirler ki! Bu anlamıyla parti ve devrim şehitlerini anlamak, komünist ideolojinin gücü ve bilincini kuşanmaktır. Siyasi amacına bağlı ve kararlı olmaktır. Partiye adanmış birer militanı haline gelmektir. Vartinik’te ölümsüzleşen Ali Haydar Yıldız ile Halk Savaşı’nın kıvılcımı birbirinden ayrı düşünülemez. Ali Haydar’dan 17’lere uzanan tarihte devrim ısrarı vardır. Meral Yakar’ın kızıl bayrağını 20 Ekim 2000 Ölüm Orucu direnişinde Yeter Güzel taşıdı.Bu şehitlerimizde somutlaşan komünist çizgidir. Asıl olan çizgi de budur. İdeolojik olarak burjuva sınıf işbirliğine taşınmamışsa, politik olarak yozlaşıp siyasi amaç terk edilmemişse, bu parti çizgisinin komünist oluşundandır. Kırk yılı geride bıraktık.
Beş parti genel sekreterini devrimci savaşta yitirdik. Parti ruhu ve disiplinini nasıl koruyacağımızın pratik karşılığı tarihimizde mevcuttur. Öğrenmesini bilelim. Eğer Bakırciyan’ın, Baba Erdoğan’ın durdurulamaz ruhunu kuşanmak istiyorsak tarihimizi iyi kavramalıyız. Bizler sadece komünist önder İbrahim Kaypakkaya’yı sloganlarla anmıyoruz.O’nun açtığı devrim yolunda savaşıyoruz. Süleyman Cihan, Kazım Çelik, Cüneyt Kahraman, Cafer Cangöz-17’ler gibi önderlerimiz bu savaşta şehit düştüler. Emperyalizme bağımlı bir ülkede sınıf mücadelesinin en başta aldığı biçim ve faşizm olgusu ağır bedeller dayatmıştır. Yüzlerce yoldaşımızın temsil ettiği adanmışlık yaşamını anlamalıyız. Bu yaşamın komünist kültür, ahlak ve felsefesi vardır. Diyalektik materyalist felsefenin gücü mücadelenin tarihinde yazılıdır. Emperyalizm Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeyi savaş siyasetiyle sürdürüyor. Kürt Ulusu entegre stratejisinin bir parçası olarak faşist Türk devletiyle uyumlulaştırma planı işlemektedir. “Barış süreci” Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkının inkarıdır. Bu politika savunulamaz! Kendilerine “komünist” diyen hareketlerin bir kısmı ise “Kürt halkını destekleme” , “Onurlu barış” , “Kararlarına saygılıyız” adına entegre stratejisinin bir parçası durumuna çoktan düştüler. Üstelik “barış melekleri” haline gelmeyen Maoistleri sosyal şovenizmle tanımlayarak kendilerinin “devrimci” siyasetini temellendirdiklerini sanmaktadırlar. Devrim hareketinde yaşanan kırılma ve tasfiyeciliği görmek yeterli değildir. Süreci karşılama görevi vardır. İdeolojik olarak açık ve net olmayan ve ilkesiz olanlar sürecin altında kalmışlardır. Şehitlerimizi anmak ve onlara bağlı kalmak, proleter çizgiyi ve kızıl yolu takip etmek demektir. Bugün Kürt ulusunun silahsızlandırılması siyaseti olan “Barış sürecinin” ortağı olma günahını Maoist hareket işleyemez. Proleter çizgiyi takip etmekten vazgeçmeyeceğiz. Tasfiyeci akım ne kadar güçlü olursa olsun, bizler nesnel devrimci koşulların gücüne güveniyoruz. Bu nedenle parti çizgisini ve politikasını kararlılıkla sürdüreceğiz. Öğreneceğiz, hatalarımızı aşacağız ve ilerleyeceğiz. Çünkü parti çizgimizi en üst seviyede bağlılıkla taşıyan şehitlerimizden burjuva çizgilere yedeklenmeyi değil, proleter güzergahı takip etmeyi öğrendik. Ancak sınıf siyasetinin güncel meselelerine doğru tavır takındığımız oranda bizler tarihimizi bugünün gücü haline getirmiş oluruz. Aksi takdirde söylediklerimiz ve tespitlerimiz anlamsız olur. Eksikliklerimiz vardır. Elbette, eksikliklerimizi kabul etmeliyiz. Ama devrimci koşulların uygunluğunu iyi görmeli ve çok daha kararlı olmalıyız. Kurulduğu günden bugüne partimiz saldırı altındadır. Bugün de şiddetli saldırılar sürüyor. Bunlar karşısında şaşırmıyoruz. En zor, aşılmaz denilen koşullarda partiyi koruma görevini yerine getiren yoldaşlarımızdan öğrenmeliyiz. Belirleyici olan tasfiyecilik değil, belirleyici olan komünist çizgidir. Bu anlamıyla Oportünizm’e ve sosyal şovenizme karşı partimizin felsefesini, kültür ve ahlaki değerlerini koruyalım. Disiplinli olalım ve parti ruhunu yükseltelim. Bu inançla parti ve devrim şehitlerini, amacına olan bağlılığımızla saygıyla selamlıyoruz. İşte bizler bugün yoldaşlarımızdan ve tarihimizden bunları anlıyoruz. Ezilenler özgürlük, eşitlik ve adalet için mücadelelerinde dürüst ve samimidirler. Ama gerici sınıflar için samimiyet halkı kandırmak ve ezmek için bir savaş hilesidir. Savaş hilelerine kanmayacağız. Unutmayın ki faşist Türk devletinden özgürlük, demokratik açılımlar ve samimiyet bekleyenler bir kez daha yanılacaklardır. Barışçı, destekçi ve kuyrukçu siyaset bizim siyasetimiz olamaz. Gerçeklere bağlı ve ilkeli devrimci siyasetten vazgeçilemez. Ali Haydar Yıldızlardan 17’lere uzananların siyasetidir bu. Yani ezilenlerin devrimci siyaseti.
22
güncel haber
Halkın Günlüğü 1-15 HAZİRAN 2013
Taksim Meydanı mücadelenin Sözde Taksim’i Yayalaştırma Projesi kapsamında alışveriş merkezi ve rezidans olarak yeniden inşa edilecek Taksim Gezi Parkı’nın yıkımını durdurmak için günlerce nöbet tutan halka, polis azgınca saldırdı. Saldırıda kullanılan gaz bombası ve tazyikli su birçok kişiyi ağır yaraladı Yağma, rant ve talanın sembolü haline gelen AKP hükümetinin, kentsel dönüşüm adı altındaki uygulamaları hepimizin malumuyken, bu uygulamanın son modeli olan sözde Taksim’i Yayalaştırma Projesi kapsamında Taksim Gezi Parkı’nın yıkılarak yerine alışveriş merkezi ve Topçu Kışlası’nın yeniden rezidans olarak inşa edilmesi projesine karşı ayağa kalkan halk, polisin günlerce süren vahşice saldırılarına karşı direnerek, parktaki ağaçların sökülerek parkın yıkılmasına karşı çadır kurarak nöbet tuttu. Yıkım araçlarının devletin kolluk güçleri eşliğinde gelerek meydandaki ağaçları sökmeye çalışmasıyla başlayan eylemler gün geçtikçe halkın geniş kesimlerinden alınan destekle büyüdü ve sadece Gezi Parkı’nın yıkımına karşı bir protesto eylemi olmaktan çıkarak adeta bir isyana dönüştü. Eylemlere sosyal medya üzerinden örülen dayanışma ağıyla sinemacılar, müzisyenler, aydınlar, sendikalar, devrimci-demokratikilerici kurumların da dâhil olduğu halkın geniş kesimlerinden katıldı. Giderek büyüyen eylemlerde “Faşizme karşı omuz omuza”, “Hükümet istifa”,”Taksim bizim İstanbul bizim”, “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganlarıyla parkta nöbet tutan kitle, sık sık polisin gaz bombalı, tazyikli suyla yaptığı saldırıya maruz kalsa da yine de parkı terk etmeyerek direnişe devam etti. Öte yandan RedHack adıyla tanınan Kızıl Hackerlar grubu da Taksim Gezi Parkı’nda nöbet tutan eylemcilere polis tarafından saldırı düzenlenmesini protesto etmek için Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün inter-
Emek Sineması yıkıldı
net sitesi www.beyoglu.iem.gov.tr’yi hackledi.
Polis sabahın erken saatlerinde saldırdı Son olarak 31 Mayıs sabahı saat 04.00 sularında parkın yıkılmasını engellemek için nöbet tutan yüzlerce kişiye gaz bombaları, tazyikli su ve görülmedik bir kinle saldıran polis, vahşette sınır tanımayarak onlarca kişinin yaralanmasına sebep oldu. Polis saldırısı sonrasında direnerek alanı terk etmeyen eylemcilerin çevik kuvvet polislerince zorla parktan çıkarılmasının ardından, eylemcilerin gecelemek için kurdukları çadırlar polis tarafından sökülerek yakıldı. Gezi Parkı’na giriş ve çıkışlar tamamen yasaklanarak park içerisinde bulunan çay bahçesi de mühürlendi. Yaşanan saldırının
ardından Taksim, Şişli, Dolmabahçe ve Harbiye’de polis ve eylemciler arasında çatışmalar saatlerce devam etti. Gün boyu süren çatışmalarda polis eşi benzeri görülmedik bir vahşetle gördüğü her yere gaz bombası sıkarak tazyikli suyla saldırdı. Polisin bu şuursuz ve sınırsızca saldırısı karşısında çevredeki halk ve esnaf da adeta isyan ederek “artık yeter” dedi. Hatırlanacağı üzere 1 Mayıs’tan beri valiliğin Taksim’de eylem yapılmasını yasaklaması sonucu, Taksim’de gerçekleştirilmek istenen her eylem polisin saldırılarına maruz kalıyor, çevredeki halk ve esnafta bu saldırılarından nasibini alıyordu.
Polis terörü doruk noktaya ulaştı Sabah yaşanan polis terörünü protesto
1924 yılında açılan Emek Sineması, sanatçıların ve sanatseverlerin tepkisine rağmen yıkılarak yerle bir edilirken, devletin kültürel varlıklarına verdiği değer de bir kez daha anlaşılmış oldu Beyoğlu’nda bulunan tarihi Beyoğlu Sineması’nın yıkımı ilk olarak 29
Mart’ta başlatıldı. Emek Bizim İstanbul Bizim Platformu üyeleri ile sanatçıların girişimiyle çeşitli eylemler örgütlenerek yıkım engellenmeye çalışıldı. Devlet Emek Sineması mücadelesini yürüten platform üyelerine hapis istemiyle dava açarak bu mücadelenin önünü kesmeye çalıştı. Gösterilen tepkilere ve örgütlenen eylemlere karşın devlet, İstanbul Film Festivali’ne 28 yıl hizmet veren Emek Sineması’nı yıktı. 21 Mayıs’ta
etmek için öğle saatlerinde Taksim Meydanı’nda toplanan kitle yeniden, polisin gaz bombaları ve tazyikli suyla saldırısına maruz kaldı. Saldırı sırasında yaralanalar da olurken BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder de polisin kullandığı gaz bombası fişeğinin kartuşuyla omzundan vuruldu. Önder hastaneye kaldırılarak tedavi edildi. Taksim Gezi Parkı’ndaki eyleme destek için meydanda bulunan 34 yaşındaki Mısırlı Lavna Allani ise atılan kapsülle başından yaralandı. Kafatasının çatladığı kaydedilen Allani ameliyata alındı. 26 yaşındaki bir kadının da panzer tarafından ezildiği haberi gelirken gün boyu süren polis saldırıları sonucunda 50’den fazla kişi kafalarına isabet eden gaz bombaları vb. ile çeşitli yerlerinden yaralandı. Öğleden sonra direnen kitleye karşı saldırılarını boyut-
yapılan yıkımda polis Yeşilçam Sokağı’nı yaya trafiğine kapatırken, iş makineleri 1924’den kalan binayı yerle bir etti. Binadan yaklaşık 1500 parçanın söküldüğü açıklanarak restorasyon çalışmaları için bu parçaların kullanılacağı iddia edildi.
Sinema inşaat şirketine peşkeş çekildi Sinemanın yerine “Grand Pera” adıyla 10 kat yüksekliğinde bir bina yapıla-
güncel
1-15 HAZİRAN 2013 Halkın Günlüğü
sembolü oldu! simlerin ‘siyasi rant’ peşinde olduğunu ileri sürerek “Şu anda bizim yapmakta olduğumuz ve neredeyse bitme noktasına gelen ve yanlış algılanan, birilerinin de istismar ettiği bir ortamı görmekten üzüntü duyduğumu söylemek istiyorum.” dedi. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ise halka vahşice saldıran polislerini savunarak ‘canıyla kanıyla görev yapan’ polislerin hiçbir şekilde kendi içinden çıkmış oldukları halkıyla karşı karşıya gelmesinin mümkün olmayacağını iddia etti.
On binler mücadeleyi sahiplendi
landıran çevik kuvvet polisleri ile sivil polisler yaklaşık 150 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınanlar İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Polis gözaltı teröründe o denli kendinden geçti ki yoldan geçen turistleri bile gözaltına almaya kalkıştı. Polisin çoğu zaman ambulansların yaralılara ulaşmasına dahi izin vermemesine karşı halk ve esnaf direnişçilere yardım ederek sahip çıktı.
Eylemciler siyasi rant peşindeymiş (!) Öte yandan İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın ise akşam saatlerinde bir açıklama yaparak sözde yaşanan olaylardan ‘üzüntü duyduklarını’ ileri sürdüler. Basın toplantısında konuşan Kadir Topbaş bazı ke-
cağı belirtilerek bu binanın kullanımı 25 yıllığına Kamer İnşaat adlı şirkete devredildiği açıklandı. TMMOB tarafından düzenlenen panelde Emek Sineması’nın yıkım sürecine dair bilgiler verilerek yapılan yıkımla kültürel değerlerin yok sayılarak ticari bir kültürün inşa edilmeye çalışıldığı belirtildi. Panelde konuşan yönetmen Erden Kıral, “Bize yalan söylediler. Buranın korunması gerekiyordu. Sorun aslında çok derin. Ticaretin kültüre üstünlüğünü görüyo-
Taksim’de yaşanan direniş uluslararası kamuoyunda da yankı uyandırırken New York Times gibi gazeteler geniş yer ayırdıkları haberlerde AKP hükümetinin halka düşman pratiğine ilişkin olumsuz değerlendirmelerde bulundu. Gün boyu yaşanan çatışmaların ve eylemlerin ardından akşam saatleriyle birlikte on binler akın akın Taksim’e gelerek polis terörüne karşı mücadeleyi sahiplendi. Hem İstiklal Caddesi’nde hem de ara sokaklarda kitleler barikatları taşıyarak Taksim’e doğru yürüyüşünü sürdürüyor. Saatler süren direnişin ardından polisin yavaş yavaş geri çekilmesi sonrasında direnişçiler, polisin kaçarken bıraktığı bariyerlerle barikat kuruyor. Gazetemiz yayına hazırlandığı esnada on binlerce kişi Taksim’e girmek üzereydi.
Ülke genelinde Taksim’e destek eylemleri Taksim’de yaşanan direniş ve mücadele ülkenin diğer illerine de sıçradı. Başta Ankara, İzmir, Adana, Mersin olmak üzere ülkenin birçok şehrinde akşam saatlerinde Taksim’de destek eylemleri gerçekleştirildi. Ankara’daki destek yürüyüşüne polis gaz bombalarıyla saldırdı. İzmir Alsancak’ta bir araya gelen binlerce kişiyse, Gündoğdu Meydanı’na yürüyerek buradan AKP Konak İlçe binasına doğru yolu trafiğe kapattı. “Hükümet istifa”, “Taksim’de düşene dövüşene bin selam”, “Her yer Taksim her yer direniş” sloganlarıyla AKP önünde oturma eylemi yapan kitleye polisin gaz bombaları ve tazyikli suyla saldırması sonucu kitle ara sokaklara dağıldı ve barikatlar kurarak polisle çatıştı.
ruz. Bununla savaşmamız gerekiyor” diyerek devletin sanata bakışını teşhir etti. Emek Sinemasının yapılması planlanan projeye dair bilgiler veren Mücella Yapıcı Mimarlar Odası adına yaptığı konuşmada, sinemanın rant projelerine kurban edildiğini söyledi. TMMOB tarafından sinemanın yıkılmasına karşı açılan dava halen Danıştay’da bekletilirken, AKP Hükümeti’nin kültürel değerlere bakış açısı bir kez daha teşhir edilmiş oldu.
23
Sanat Yasa Tasarısı protesto edildi 25 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nda bir araya gelen yüzlerce sinema emekçisi ile devlet tiyatrosu sanatçısı çıkarılmak istenen sanat yasasına karşı eylem yaptı Taksim Meydanı’nda toplanan yüzlerce sinema emekçisi ile devlet tiyatrosu sanatçısı, AKP’nin çıkarmak istediği sanat yasasını protesto etti. Taksim Meydanı’ndan Galatasaray Lisesi’ne yürümek isteyen tiyatro emekçileriyle sanatçıların önünü TOMA’lar ve çevik kuvvetle kesen polis, yürüyüşe izin vermedi. Kitle Taksim Tramvay Durağı’nda attığı sloganlarla yasayı protesto etti. Kültür Sanat-Sen adına yapılan açıklamada, “Hükümetin hazırladığı yasa taslağını protesto ediyoruz, bu taslak sanatçılar tarafından hazırlanmalıdır” denildi. Kitlenin yürüyüşüne izin vermeyen polis oturma eylemiyle protesto edilirken, Atatürk Kültür Merkezi önüne yürüyen kitle burada basın açıklaması gerçekleştirdi.
‘AKP Hükümeti sanatı ticarete dönüştürmek istiyor’ Basın açıklamasında, AKP Hükümeti’nin sanatı ticarete dönüştürmek istediği ifade edilerek tıpkı hastanelerde, okullarda olduğu gibi sanatta da izleyicilerin müşteriye dönüştürülmek istendiği belirtildi. Sanatın bir rant alanı olmadığının ve olmaması gerektiğinin belirtildiği açıklamada, hükümetin sanatı kendi bakış açısına göre yönlendirmek istediği ifade edildi. Hükümetin hayata geçirmek istediği taslağı kabul etmeyeceklerini ve buna karşı mücadele edeceklerini söyleyen emekçiler, haftaya Aspendos’ta eylem yapacaklarını duyurarak açıklamayı bitirdi. Ardından tiyatro sanatçısı Orhan Aydın söz alarak devlet tiyatrolarında yaptıkları gibi herkesi Reyhanlı için saygı duruşuna davet etti. Saygı duruşunun ardından ülkemizde yaşanan süreci Franko, Mussolini ve Hitler dönemindeki faşizme benzeten Aydın, hem getirilen yasakları, hem de tasarıyı eleştirdi. Oyuncular Sendikası adına yapılan açıklamada yasayı eleştiren Levent Üzümcü, sanat kuramlarının bitirilmesinin yanı sıra, sanat okullarının da bitirilmeye çalışıldığını söyledi. Çıkacak yasanın sonuçlarından kaygılı olduklarını açıklayan Üzümcü, yasanın halka anlatılması gerektiğini ifade etti.
Sanatçılar Girişimi adına söz alan şair Ataol Behramoğlu ise tasarıyı eleştirerek çıkarılmak istenen yasaya karşı omuz omuza mücadele edeceklerini açıkladı. Yapılan eylemde çok sayıda tiyatro sanatçısı söz alarak AKP Hükümeti’nin bilim ve sanat kurumlarına yönelik saldırılarına karşı mücadele çağrısı yaptı. Taksim’deki eyleme Amed, Samsun, İzmir, Antalya, Denizli, Maraş, Antep başta olmak üzere çeşitli illerden gelen çok sayıda tiyatro emekçisi de pankartlarıyla katıldı. Eylem sırasında kitle, “Sanat kurumları kapatılamaz!”, “Hükümet sanatçısı olmayacağız” , “Özgür, özerk bağımsız sanat!”, “Faşizme karşı omuz omuza!” sloganlarını attı. Kültür-Sanat Sen Başkanı Yavuz Demirkaya, AKP’nin bu yasa tasarısıyla birlikte sanat kurumlarında kendi ideolojisini dayattığını belirterek sanat üzerinden kar ve kazanç hesapları yapıldığını açıkladı. Demirkaya, hazırlanan tasarıyla adım adım kütüphanelerin ve müzelerin de piyasaya açılmasının hesaplarının yapıldığını söyledi.
AKP’ye biat eden bir sanat anlayışı hakim hale getiriliyor “Türkiye’deki Sanat Kurumlarının Oluşumu ve İşleyişi” adını taşıyan yasa tasarısı, sanat kurumlarını yok ederek ticari bir metaya dönüştürüyor. Tasarı sanat eserlerine yabancı, opera, bale, tiyatro eserleri ve klasik müzik konusunda bilgisi olmayan kişiler tarafından hazırlandı. Sanat yasa tasarısı “Türkiye Sanat Kurumu” adı altında devletin atamış olduğu bürokratik bir yapıya dönüştürülmek isteniyor. Mevcut yapıda iç mevzuatla ilgili yapılacak değişikliklere öneriler getirebilecek kültür sanat emekçilerini temsil eden sendikaların inisiyatifi yok sayılırken, sanat kurumlarının topyekûn kapatılması, susturulması ve sansürlenmesi gündeme getiriliyor. AKP Hükümeti’nin sosyal devlet anlayışını yerle bir ettiği günümüz koşullarında, halkı bir rant kapısına dönüştürme anlayışı topluma dayatılmaktadır. Geçtiğimiz aylarda şehir tiyatrolarını belediye bürokratlarına devreden anlayışla, sanat yasa tasarısını hazırlayanların anlayışı arasındaki uyum dikkati çekiyor. Bu süreci tersine çevirecek adım, kültür sanat emekçileri ile halkın örgütlü mücadelesi olacaktır.
Halkın Günlüğü
1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:
Yurtiçi 54 TL
Yurtdışı
108 EURO
HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın SüreliYönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL
Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
ROJANEYA GEL
Di bin Dorpêçkirina Faşîst de Bîranîna Îbrahîm KaypakKaya koşînê’ diavêtin û ji bo meşîna ji aliyê Polîsan Bê îqaz êrîşê Girseyê kir Polis li vir jî êrişê girse kir û guleya plasLi Stenbolê Îbrahîm Kaytik Jî bi kar anî. Qada Taksîm ve li bendê diman; ji aliyê Girse ku bo saata çalakî bi sloganan pakkaya di bin dorpêçkiri- polis, çevîk û bi TOMA’yan barikat çêkirin. dipa polîsan bê hişyarî bi bombayên DHF Gihişt Qada Taksîmê gazê û bi ava şîd êrîşê girseyê kir. Gaz na faşîst de bi çoşa piştgiriProvakasyona polîsan gelek zêde bi kar anîn, gelek kes bando- Dû mudahaleya Tunel DHF’îyan, li ser ya şoreşger û bi hev yekkolana Îstîklalê li ber Navenda kar a DePolîsan sîvîlên faşist jî girtibûn cem xwe rê jê man. Polîs di mesafeyê nêzik de bombaya mîrorenê hatin cem hev. Li vir bi slogana bûna dirûşman ve hat bî- û xwestin cihê ku çalaki dest pê dikir gazê avêt, bi hişyarî ji pasajan re avêtina ‘Îbrahîm Kaypakkaya Bêmirin e’ nivîsibû teşebusa provakasyonê bikin. Polîs û sîranîn. bombaya gazê bi vekirî hat dîtin. vekirin û ji aliye Taksîm ve meşiyan. vîlên faşist hemû derdora Tunelê bo Bi bangawaziya DHF,Partîzan, ESP, Alinterî, Kaldiraç, BDSP, ODP, SDP, SYKP,PSAKD,Federasyona Komeleyên Dersim, Federasyona 78’ yên Şoreşger re, sa bîranîna Îbrahîm Kaypakkaya bi sedan kes di salvegera bêmirîtiya 40. de li Tunela Taksîm civiyan. Girse ku weneyên İbrahîm Kaypakkaya hildabûn , sloganên ‘ Serokê me îbrahîm kaypakkaya’, ‘İbo, Mahîr, Denîz, têkoşîna me didome dê bidome’ Bijî Piştgiriya tê-
êrîşkirina girseyê cih girtibûn û amadeyê êrîşê jî bûn. Di navberê de polis ketibû şikilê ‘esnafan’ ,xwestin ku bi gotinan destdirêjî girseyê bikin. Girse û esnaf polis protesto kirin, girse ji aliye polisan ve meşiyan ew jî rewiyan. Piştrê mudahaleya polisan bi bandora gazê girse rewiyan kuçeyên paş , faşist û polîsên ku di kemînan de disekiniyan êrîş pêk anîn. Di kolanên paş de polîsan ji çalakvan re bi kuştin re tehdit kirin.
Girse bi bandora gaza giran rewiyan kolanên din, pişrtre polisan ji wan kolanan re jî bomba avêtin û ketin wan kolanan û êrîşê herkes kirin. Li Şîşhaneyê gaza ku avêtin her cihê, herkes bandordar bû. Rewiyên maşineyên şaredarê xwe bi zorê berdan xwarê. Girse ku dixwest bimeşe Taksîmê beşek Li Galatasarayê kom bûn. Polis li vir jî êrîşê girse kir. Beşek girse bersiv da polis û gihişt heta ber Navenda Çanda Fransî. Girse piştre meşiya qada Taksîm
BDSP’îyan jî beşdarê meşê bûn û sloganên ‘Hevrê îbrahîm bêmirin e’,’ Binçavkirin,girtin pêkutiyan nikarin me hêjivinin’, ‘Bijî pişrgiriya soreşger’ hwd. hat avêtin. Girseya ku ji ser kolana îstîklalê qedexeyan perçe dikir û heta qada Taksîm dimeşiya pêwendî gelek zede bû. Piştrê meşê girse gihişt qadê xwest daxuyanî bike polis bi gaze u ava şid êrîş pêk anî. Piştrê êrîşê polîsê girse vekişiya kolanên paş.