sf 12-13 İlerleme azmi ve itirazcı kültür! MKP 3. Kongresini gerçekleştirdi Maoist öncü düşmanın askeri saldırıları başta olmak üzere her türden tasfiyeci saldırılarına karşın 3. Kongresini gerçekleştirdi. MLM bilim ve ideoloji kılavuzluğunda başarıyla sonuçlanan 3. Kongre, Maoist öncünün proleter devrimci yürüyüşünde mütevazı ama anlamlı ve ileri bir adım olarak dikkat çekerken, ülke devrimci hareketi açısından da bir kazanım niteliğindedir. Bu iddianın kanıtı 3. Kongre’nin karar ve sonuçlarındadır. Sf 10-11
Halkın Günlüğü
1-15 OCAK 2014 Yıl: 3 Sayı: 74 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
ISSN: 2147-0499
Kanayan ve kabuk bağlamayan yara:
Yolsuzluk iktidarı karaya oturdu
Roboski! f GÜNCEL 08-09 Roboski’de 34 Kürt genci, iki yıl önce savaş uçaklarından atılan bombalarla katledildi. Katliamın sorumluları aradan geçen iki yıla ve Roboskili ailelerin yaptığı eylemlere karşın ortaya çıkarılmadı. Katliamın emrini veren AKP iktidarının, katliamın sorumlularını açığa çıkarması beklenmemelidir. Roboski Katliamı en vahşi ve barbar katliamlardan biridir. Bu katliam tamamen AKP iktidarının kinci, intikamcı ve köhnemiş zihniyetinin ürünü olarak gerçekleştirildi. Roboski Katliamı’nın 2. Yılında ülke genelinde eylemler yapılarak, katliamda hayatını kaybeden 34 Kürt genci anılırken katliam lanetlendi.
Yolsuzluğun arkasında yatan gerçek
17 Aralık sabahı yapılan ‘operasyonlar’ sonucu yolsuzluk yaptıkları iddiasıyla 71 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan aralarında bakan oğulları ile sermaye patronlarının da olduğu 21 kişi tutuklanırken, AKP iktidarının rüşvet ve yolsuzlukları kamuoyunda teşhir oldu. Bu gözaltılar, Gülen Cemaati’yle AKP arasındaki çatışmanın bir sonucu olarak, Cemaatin AKP’ye karşı geliştirdiği bir hamle olmasıyla dikkati çekti. AKP iktidarı bu süreçte yolsuzluk ‘operasyonlarını’ gerçekleştiren emniyet şube müdürle-
10
Suriye’de ki gelişmeler neyi içeriyor?
14
rinin de aralarında olduğu çok sayıda emniyet yetkilisini görevinden aldı ya da görev yerlerini değiştirdi. AKP iktidarı yeni görevden alma hamleleriyle yolsuzlukların üzerine kapatma çabasını sürdürdü. Kamuoyunun baskısı sonucu aralarında üç bakanın da olduğu AKP milletvekillerinin istifalarıyla birlikte devam eden süreç, AKP iktidarının sonunun yaklaştığı yorumlarını gündeme getirdi. Yolsuzluk iktidarının sahipleri, ülke genelinde devrimci ve demokratik kurumların örgütlediği eylemlerle protesto edildi
19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı
22
02 güncel haber
1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
MKP 3. Kongresini Gazetemize e-mail yoluyla ulaşan Maoist Komünist Partisi (MKP) Merkez Komitesi imzalı 3. Kongre açıklamasını öneminden dolayı okurlarımızla paylaşıyoruz
“Çeşitli Millet ve Milliyetlerden Türkiye-Kuzey Kürdistan Proletaryası, Emekçi Halklarımız, Yoldaşlar! Büyük heyecan ve muştuyla duyururuz ki, Partimiz düşmanın askeri saldırıları başta olmak üzere her türden tasfiyeci saldırılarına karşın 3. Kongresini başarıyla gerçekleştirdi! MLM bilim ve ideoloji kılavuzluğunda başarıyla sonuçlanan 3. Kongremiz Partimizin proleter devrimci yürüyüşünde mütevazı ama anlamlı ve ileri bir adımken, ülke devrimci hareketi açısından da bir kazanım niteliğindedir. Bu iddianın kanıtı 3. Kongremizin karar ve sonuçlarıdır. Küçümseyenler de olacak; biz büyüme azmiyle devrimci kavgada ilerliyoruz! Selam olsun Parti 3. Kongremize! Selam olsun dünya proletaryası, emekçi halkları ve ezilen uluslarına! Selam olsun devrim ve komünizm mücadelelerine! Partimize, kurucu önderi Kaypakkaya yoldaşa ve kahraman şehitlerimize bin selam!
Emekçi Halklarımız, Yoldaşlar; Bugün sınıflar arası kavga her zamanki gibi sert, acımasız ve kanlıdır. Bu acımasızlık uzlaşmaz çelişkiler taşıyan sınıflar arasındaki köklü düşmanlığın tezahürüdür. ‘Sınıf çelişkileri bitmiştir’ safsatası bir kez daha çökmüştür. Meydan okumak ve kılıçları çekmek, sınıf düşmanlığının değişmez ilkesidir. Düşmanı yadırgamak
düşmanlığı unutarak kavgayı ‘yumuşatmaktır.’ Ama kavgaya girmemek de kavgadan kaçmak demektir. İki tavır da MKP ve 3. Kongresinin ruhunu taşımaz! MKP, sınıf zemininde saptadığı tüm gerçekler ve devrimci ilkelerden hareketle ‘İktidar namluların ucundadır!’ şiarını devrimci teori / pratiğinde esas alır. Partimiz, coğrafyamız devriminde çığır açan 1972 manifestosuyla bu kavganın ileri mevziilerinde kılıç çekerek konumlanmıştır. Dün olduğu gibi bugün de emperyalist gericilik ve onun kuklası yerel sınıfları ve her türden uzantısı faşist iktidarları tarihin karanlığına gömmek üzere kalkışma durumundayız. Dün de bugün de tereddüdümüz yok, kararlılığımız tamdır! Devrimci kulvarda komünizm için yürüyoruz! Biz proleter devrimcileri yönlendiren yalnızca ve yalnızca MLM teori ve onun canlı ruhu olan ‘somut koşulların somut tahlili’ ilkesinin rehberliğidir.
Emekçi Halklarımız, Yoldaşlar; Dünya halkları ve ezilen uluslarının baş düşmanı ABD emperyalizmi başta olmak üzere, bloklar halinde örgütlenmiş olan emperyalist haydutlar ezilen dünya proletaryası, yoksul dünya halkları ve ezilen uluslarını kana boğduğu gibi, insan yaşamına uygun olan doğayı tahrip ederek, büyük bir yıkıcılıkla doğa ve insanlığı her türden felaketlerle yüz yüze getirmiş durumdadır. Emperyalist haydutlar arasında
hüküm süren hegemonik dalaş yüz binlerce insanın kıyımına yol açmaktadır. Emperyalist dünya sistemi zincirine bağlı yerel iktidarlar bu cellatlığı meslek edinmiş durumdadır. Ezilen yoksul dünya her gün ağırlaşan baskı, katliam, kıyım ve emperyalist saldırganlıkla gerici dünyanın zulüm ve esareti altında acı çekmektedir… Bundandır ki, emperyalizm ve onun uzantısı olan her türden gerici faşist iktidarın devrimci yolla yıkılması ve ezilen yoksul dünyanın kurtuluşu uğruna proleter devrimci sınıf cephesinden meydan okuyoruz Sosyalist Halk Savaşı’yla! Emperyalist dünya gericiliğini zayıf halkalarından kırıp paramparça etme bilinciyle örgütlüyoruz proleter dünya devriminin parçası olan Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimini… Partimiz komünizm perspektifini somut devrimin muhtevasına yükleyerek emperyalizme karşı mücadeleyi bundan bağımsız görmez. İşte Parti 3. Kongremizin günün şartlarındaki bir anlamı budur. Varlık gerekçelerini, komünist toplum hedefi olmak kaydıyla, sınıf çelişkileri zemindeki sınıflar mücadelesi ve oranın devrimci görevleriyle açıklayan Partimiz, her türden bedeli göğüsleme pahasına tereddütsüzce devrimci savaşı geliştirir, omuzlar. Partimiz sınıflar mücadelesinde devrimci proletarya ve emekçi halk kitlelerinin elinde özgürlük kavgasının stratejik bir silahı olarak anlam kazanır. Partimizin kuruluş amacı yürüttüğü mücadele tarihinde sabit olduğu gibi, iki düşman sınıf arasındaki çelişkiyi devrimci savaş yoluyla
proletarya ve emekçi kitleler lehine çözmektir. Parti 3. Kongremiz bütün bu görevleri gerçekleştirme hedefi ve niteliğinde yükselen bilimsel devrimci bir adımdır. Ve elbette ki, Partimiz ve 3. Kongremiz Türk hakim sınıfları, Türk devleti ve onun iktidarlarına karşı kararlı bir devrim mücadelesi bayrağı durumundadır da. Bugün AKP iktidarının geliştirdiği reformist tasfiyeci saldırıya devrimci bir yanıttır 3. Kongremiz. 42 yıl önce Kurucu önderimiz İ. Kaypakkaya ve yoldaşları tarafından kurulan partimiz Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyası sınıflar mücadelesinde toprağına sıkı sarılarak kök tutmuştur. 3. Kongremiz partimizin tüm geçmiş gelenek ve mirasını sahiplendiği gibi, bu komünist doğrultunun ilerletilerek geliştirilmesini görev addeder. Bu bilinçten hareketle Türkiye-Kuzey Kürdistan’da komprador tekelci burjuva hakim sınıfların tayin ettiği toplumsal sistemin egemen niteliğini günümüzdeki gelişmeler ekseninde değerlendiren Partimiz, toplumsal sistemi kapitalist olarak tanımladı, tespit etti. Bu tespite bağlı olarak yenilediği devrim programı çerçevesinde devrimin niteliği, devrimin stratejisi gibi temel konularda biz dizi yeniliklere gitti. Partimiz omuzladığı ülke devriminde 42. mücadele yılına girerken gerçekleştirdiği 3. Kongresiyle program temelinde köklü değişikliklerle yenilenmiş, yeni strateji ve taktiklerle geçerliliğini koruyan ideolojikpolitik doğrultusunu günün gelişme ve ihtiyaçları temelinde güçlendirmiştir. Partimizin 3. Kongresiyle gitmiş olduğu yenilik devrim programı kapsamında olup önemlidir. Ne var ki, bu yenilik ne Kaypak-
Kadıköy’de Kent Mitingi Kent Hareketleri, Forumlararası Kentsel Dönüşümle Mücadele Çalışma Grubu ve Kuzey Ormanları Savunması’nın çağrısıyla 22 Aralık’ta Kadıköy’de bir araya gelen on binlerce kişi “Artık Yeter” şiarıyla bir miting düzenledi. Kitle Söğütlüçeşme ve Numune Hastanesi kollarından Kadıköy İskele Meydanı’na yürürken, mahalle forumlarının mitinge kitlesel katılımı dikkat çekti. Numune Hastanesi önünde oluşturulan kortejlerin en önünde Kent Hareketleri’nin “Evime, mahalleme, ormanıma, parkıma dokunma” pankartı taşındı. Ardından kitleselliğiyle dikkat çeken Abbasağa Forumu, Kocamustafapaşa Dayanışması, 2B Hak Sahipleri Forumu, İstanbul Hepimizin, Gaziosmanpaşa, Sultangazi Cumhuriyet Mahallesi, Esenler, Tozkoparan, İğne Ada Doğa Elçileri, Şişli Forumları, Tatavla Dayanışması, Haydarpaşa Dayanışması, LGBTİ örgütleri, feministler ve İstanbul Tabip Odası pankartlarıyla yürü-
yüşteki yerini aldı. Söğütlüçeşme kolunda ise devrimci demokratik kurumlar kitlesel katılımla yürüdü.
Kitle rüşvet ağında adı geçen Halkbank’ı protesto etti Miting boyunca birçok kurum Halkbank önünden geçerken, son dönemde yaşanan yolsuzluklar nedeniyle adı geçen Halkbank’ı protesto ederken, devletin açığa çıkan rüşvet ağını protesto etti. Kitle Halkbank’ın bulunduğu yere çok sayıda yazılama yaptı. Devrimci ve demokratik kurumlar coşkulu sloganlarla miting alanına girerken, polis arama noktasında provokasyon yaratarak Partizan kortejine saldırdı. Polisin kitleye gaz bombaları, plastik mermiler ve tazyikli suyla saldırısına, devrimci ve demokratik kurumlar direnişle karşılık verirken, çatışmalar başladı. Kitle polis attığı yoğun gaza karşın kararlı bir şekilde direnerek polisi geri püskürttü.
Saldırı sırasında çekim yapan Özgür Gelecek Muhabiri Songül Araç, aldığı darbe sonucu gözünden yaralandı. Hayati tehlikesi bulunmayan Araç’ın gözüne dikiş atıldığı öğrenildi. Polis saldırısı sırasında Gülsuyu’nda çetelerin saldırısı sonucu katledilen Hasan Ferit Gedik’in dedesi de gazdan etkilenerek hastaneye kaldırıldı. Polisin attığı plastik mermiler ve kullandığı yoğun gazdan çok sayıda kişi yaralanırken, 64 yaşındaki Elif Çarmık kalp krizi geçirdi. Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne kaldırılarak yoğun bakıma alınan Çarmık’ın kalbi iki kez durmasına karşın yeniden çalıştırıldı. Çarmık’ın yoğun bakımdaki tedavisi sürüyor.
Mitingin ardından AKP Kadıköy İlçe Binası’na yürüyen kitleye polis yeniden saldırdı Kitlenin kararlılığı sonucu polis geri çekilirken mitinge devam edildi. Miting sırasında Gezi aile-
leri ile Forumlardan temsilciler konuşmalar yaparken, Tahribat-ı İsyan, Yolda, Meluses ve Hüsnü Arkan ezgileriyle mitinge destek verdi. Mitingi düzenleyen kurumlar adına yapılan açıklamada AKP’nin yağma ve talanları teşhir edilerek kentlerin halka karşı patronlara peşkeş çekildiği ifade edildi. Kadıköy’de 22 Aralık’ta düzenlenen İstanbul Kent Mitingi’nin ardından kitle Boğa Heykeli’ne doğru yürüdü. Boğa Heykeli’nde toplanan kitle, AKP İlçe Binası’nın bulunduğu Söğütlüçeşme’ye “Hükümet istifa” , “Her yer Taksim her yer istifa” , “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganlarıyla yürüdü. Polis AKP İlçe Binası’na yaklaşan kitleye plastik mermiler, gaz bombaları ve TOMA’larla saldırdı. Kitle polisin saldırısına karşı kurduğu barikatları ateşe vererek direndi. Polisle kitle arasındaki çatışmalar bir süre daha devam ettikten sonra sona erdi.
1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
03
yaptı kaya yoldaşın bilimsel geçerliliğini koruyan ideolojik-politik temel doğrultusunu değiştiren ve ne de Mao Zedung’un bilimimize katkılarını ya da Mao Zedung yoldaşın savunulması tartışılır kılan ters orantılı bir yenilik değildir. Tam tersine Kaypakkaya yoldaşın görme, inceleme ve söz söyleme şansı olmayan günün şartlarını ‘somut koşulların somut tahlili’ ilkesine uygun olarak değerlendirip tespit etmektir. Parti 3. Kongremiz hiçbir geri baskılanmaya teslim olmadan ve hiçbir geri kaygıya pirim vermeden, devrim ve komünizm mücadelesinin geliştirilmesi görevinde tamamen nesnel bilimsel gerçeklere bağlı kalarak hareket etmeyi tarihi sorumluluğunun gereği ve parçası olarak değerlendirmiştir. Bu zeminde gerçekleştirdiği 3. Kongresinde aşağıda özetlemeye çalışacağımız bir dizi kararla önemli adımlar atmıştır. (3. Kongremizin sonuçlarını ihtiva eden belge / kitap basılarak kamuoyuna sunulmuştur.) Parti 3. Kongremiz, ülkenin sosyoekonomik yapısını kapitalist olarak değerlendirmiştir. Buna bağlı olarak devrimin niteliğini proleter sosyalist devrim olarak saptamıştır. Devrimin niteliğine uygunluk ve yeni tespit / değerlendirmeler ışığında devrim stratejisini ‘Sosyalist Halk Savaşı’ stratejisi biçiminde belirlemiştir. Öte taraftan, 3. Kongre irademiz silahlı mücadele esasında silahlı güçlerini kırlarda Halk
Kurtuluş Ordusu (HKO) örgütlenmesi, şehirlerde Partizan Halk Güçleri (PHG) örgütlenmesi esaslarında örgütlerken, ‘kadın iktidara, kadın yönetime’ vurgusuyla kadın sorununda ileri bir duyarlılık sergilemiş, İşçi Partisi değerlendirmesini de nesnel gerçeklere uygun olarak ‘faşist Kemalist türevlerden olup Türk milliyetçisi odaklardan biri haline gelmiş karşı-devrimci hakim sınıfların partisi’ şeklinde faşist bir parti olarak değerlendirmiş, adalet anlayışında önemli vurgular yaparak somut adımlar kararlaştırmış, azınlıklar ve ulusal sorunda yaptığı saptamalar paralelinde parti programımıza bağlı olarak alt programların oluşturulmasını kararlaştırmış, Yurt Dışı (YD) isimlendirmesini hatalı bularak değiştirip Avrupa Komitesi (veya başka bir coğrafya) biçiminde belirlemiş, Devrimci Enternasyonalist Hareket (DEH) isimlendirmesini hatalı bularak görmüş ve Komünist Enternasyonalist Hareket (KEH) olarak isimlendirmenin daha doğru olacağına karar vermiştir. Parti Merkez Komitemiz Parti 3. Kongremizi tüm kamuoyu ve sizlere deklere etmekten onur ve sevinç duyduğunu belirtir. Aynı vesilesiyle Merkez Komitemiz 3. Kongremizin coşkusuyla tüm dünya ve ülkedeki devrimci mücadeleleri selamlar.
Maoist Komünist Partisi Merkez Komitesi
SINIF TAVRI
≫ ismail uçar
3. KONGRE KARARLARINI KAVRAYALIM-KAVRATALIM!
M
aoist öncü 3. Kongresi, parti iradesinin tavrıyla gecikmeli de olsa nihayet gerçekleşmiştir. Bu durum başlı başına olumlu bir gelişme olarak görülmelidir. Kuşkusuz kastımız tek başına hiçbir başka konu ve husus ele alınmadan bir kongrenin gerçekleştirilmesi değildir. Aksine oldukça önemli ve temel gündem ve konular ele alınmış, son derece ciddi düzeyde tartışmalar yürütülmüş ve merkezi kararlar alınarak kongremiz başarıyla sonuçlandırılmıştır. Kongrenin özellikle 2000 yılından bu yana dünya ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da ideolojik politik olarak uzlaşmacı tasfiyeci reformizmin, devrimci ve komünistlere okun sivri ucunu yöneltmesi gereken bir tasfiyecilik olarak varlığını sürdürmesi ve on yıllardır parçalı ve dağınık örgütlenme ve hareketler karşısında ideolojik ve teorik meseleler başta olmak üzere son derece önemli temel konulara ilişkin kararlar alarak devrimci yenilenmede ısrar etmesi, kayda değer bir durumdur. 3. Kongremiz, gerek karşıdevrim gerekse de devrim saflarındaki çeşitli tür ve versiyonlara bürünerek değişik kılıflar altında varlığını sürdüren burjuva, revizyonist ve reformist tasfiyeciliklerin dışımızda ve içimizdeki somut-güncel ve objektif nesnel gerçekliklerine karşı, proletaryanın radikal ve diri devrimci komünist kızıl bayrağını kaldırmıştır. Bu bilinçle 3. Kongre iradesi, öncünün yeniden sağlam ve kökleri-temelleriyle ayakları üzerine basarak somut ve güncele uyarlanması ve lafta değil pratik çözümlere kavuşması için kongreyi, Gezi Parkı-Taksim Direnişi ile başlayan Haziran Ayaklanması’na atfetmiştir. Maoist öncünün kongresinde, tam da ‘Marksizm-Leninizm-Maoizm (MLM) bir dogma değil eylem kılavuzudur’ anlayışıyla somut koşulların somut tahlili ilkesinden hareketle, dünya genelindeki emperyalist kapitalizmin somutta aldığı biçim ve içeriğinin analizi, emperyalist dünya sistemindeki nicel ve nitel değişiklikler ele alındı. Buna paralel olarak Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın somut ve günceldeki sosyo-ekonomik yapısı olarak emperyalizme bağımlı tekelci komprador kapitalist değerlendirmesi, bu somut duruma uygun asgari program olarak sosyalist devrim programı ve buna giden devrimin yolu itibarıyla Sosyalist Halk Savaşı stratejisi ve niteliğinin ortaya kondu. Kongrede Uluslararası Komünist Hareket (UKH)’in tecrübeleri ve hatalarının doğru analizi ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizmin yeniden bir çekim merkezi haline getirilmesi için ortaya konan sentezler ele alınarak, önderlik konusu ile farklı ve muhalif fikirlere yaklaşım konuları da ele alındı. Komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın ayırt edici temel özellikleri ve bizzat yoldaşın lafzına değil özüne sahip çıkıp köklerimize daha fazla sarılarak teorik ve pratik, metot ve politika, somut ve güncel, amaç ve araç, strateji ve taktik vb gibi durumlara yönelik somut ve güncelleşmiş görevlerimiz tartışıldı. Kadın, gençlik ve LGBTT’lerin durumu, kadın sorunu ve çözümü için ‘kadınlar iktidara, kadınlar yönetime’ şiarıyla kızıl bayrağı kaldırarak kadın, ulus ve azınlık milliyetler ve ezilen inanç gruplarına yönelik alt programlar, Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki sınıfların somut ve günceldeki durumları, Komünist Enternasyonal Hareket’in
sorunları ve örgütlenmesi gündemde olan konu başlıklarıydı. Kongrede Gezi-Taksim Direnişi ve çıkarılması gereken dersler, güvenlik ve daha birçok konu ve noktalara yönelik ideolojik, politik, örgütsel ve askeri olarak son derece temel ve önemli kararlar alınarak, somut ve nesnel şartlara uygun devrimci temelde değişimde önemli bir eşikten başarıyla geçilmiştir. Hareketimizin tarihi sürecindeki konferanslar ve kongreler düzleminde kurucu komünist önderimiz İbrahim Kaypakkaya’dan başlayarak bugünlere kadar küçümsenmeyecek tarihi kararlar alınmasına karşın ne yazık ki bu önemli doğru devrimci teorik anlayış, çizgi ve siyasetlere uygun olması gereken örgütsel ve pratik politikalar gerçekleştiremedik. Kuşkusuz bu ve bütün diğer sorunlarımız ortaya çıkan ve günden güne büyüyerek daha da olumsuz hallere bürünen somut gerçekliklerimiz, ideolojik kırılma ve savrulmalarla doğrudan alakalıydı. MLM ideolojik ve politik yönelim, teori, çizgi ve politikalardan uzaklaşarak koptuğumuz oranda örgütsel, askeri ve siyasal hatalar ve başarısızlıklar daha fazla boy göstererek büyüdü. Bu temelde 3. Kongre Kararları ve politikalarının merkezi yönetici organlar ve partililer başta olmak üzere yukarıdan aşağıya sempatizan ve taraftarlarımıza kadar tüm yoldaşların merkezileşmiş kolektif bir irade ve eylem birliğini daha yüksek düzeyde kavraması önemli bir görevdir. Tarihimizin 42 yıllık mücadele sürecinde bilinmeli ki konferans ve kongrelerde alınan merkezi kararlar, hareket içerisinde bütün yoldaşlar tarafından yeterince kavranamamış ve uygulanamamıştır. Belirli birkaç yoldaşla sınırlı kalmış ve pek tabii ki her bir parçada konferans ve kongre kararlarına karşın ‘farklı sesler’ çıkmıştır. Kolektif ruhi şekilleniş yeterince yansıtılamamıştır. Geçmiş tarihsel ve doğrudan deneyimlerimizden doğru ve somut dersler çıkararak hareket içerisinde bütünlüklü kavrayışın geliştirilmesi ve ilerletilmesi çalışmalarında yoğunlaşma ihtiyacı önemli bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Bunun için ‘3. Kongre Kararlarını Kavra Kavrat!’ perspektifiyle bir kampanya şeklinde, bütün yoldaşlar hareket etmeli ve çalışmalarını yürütmelidirler. Bunun için araştırma ve incelemelerde yoğunlaşmalı, teorik ve pratik faaliyetlerimize yüklenmeli ve kongre kararlarına uygun olarak görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Kendiliğindenciliğe, sağ ve sol bütün oportünist politikalara, parçalı dağınıklığa, kendiliğinden ve benmerkezciliğe karşı topyekûn savaş açarak, yukarıdan aşağıya tüm bölge, alan ve örgütlenmelerde daha fazla merkezileşmiş bütünlüklü bir ruhi şekilleniş ve pratik duruş gerçekleştirmek, komünistlerin ve bu yürüyüşte ısrar edenlerin temel görevidir. Nitelikli bir komünist partisi, örgütsel işleyişi sağlam ve disiplinlidir, aynı zamanda örgütsel işleyişi sağlam ve disiplinli bir komünist partisi nitelikli bir parti haline gelebilir ya da niteliğini yükselterek kendini ilerletebilir. Bu temelde her aktivist kendi çalışma ve mücadele alanında, 3. Kongre Kararları doğrultusunda önder olmakla yükümlüdür. Görev ve sorumluluklarımıza sıkı sıkıya sarılarak tarihten gelip tarihi yaratan komünist yürüyüşümüzü 3. Kongre Kararları perspektifi ve bilinciyle sürdürelim.
04güncel haber
1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
Yolsuzluklara karşı halk İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Hatay, Kocaeli başta olmak üzere çok sayıda il ve ilçede yapılan eylemlerde AKP iktidarı protesto edilirken, yapılan eylemlere polis saldırıları yaşandı. Halk eylemlerdeki kararlılığıyla direnişin coşkusunu büyüttü İSTANBUL: 26 Aralık’ta Okmeydanı’nda sokaklara çıkan halk, “Hükümet istifa” , “Her yer rüşvet her yer yolsuzluk” , “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” , “Diren Berkin Okmeydanı seninle” sloganlarını atarak AKP’yi protesto eden bir yürüyüş gerçekleştirdi. Mahmut Şevket Paşa Sağlık Ocağı önünde sona eren yürüyüş sırasında polisin, akreplerden halkın fotoğraflarını çektiği gözlendi. Taksim Dayanışması’nın çağrısıyla 27 Aralık Cuma akşamı Taksim’de, “Yolsuzluğa, yağmaya ve talana karşı hesap soruyoruz” şiarıyla binlerce kişi bir araya geldi. Taksim Meydanı’nda yapılmak istenen eylem öncesi polis kitleye, dağılması yönünde anons yaptı. Polis kararlı bir şekilde direnişe geçen kitleye gaz bombaları, plastik mermiler ve TOMA’larla saldırırken, halk ara sokaklarda barikatlar kurarak direnişe devam etti. Polis kitle üzerinde boğulma etkisi yaratan kimyasal içerikli tazyikli su kullanırken, çok sayıda kişi bu kimyasal sudan etkilenerek fenalık geçirdi.
Kitle polisin etrafını kuşatarak direnişini sürdürdü Polis saldırısının ardından geri çekilen kitle, Demirören AVM önüne barikat kurarak polisle çatışmaya devam etti. Kararlı bir şekilde direnen kitle, polisleri yıkımı yapılan Emek Sineması önü ile Demirören
AVM çevresindeki ara sokaklarda sıkıştırdı. Hareketsiz kalan çevik kuvvet polisleri, takviye polis ekiplerinin gelerek kitleye saldırması sonucu sıkıştığı yerden çıkarıldı. Yaşanan çatışmalar sırasında “Her yer Taksim her yer direniş” , “Hükümet istifa” , “Her yer rüşvet her yer yolsuzluk” , “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganları atıldı. Polisin attığı plastik mermilerden çok sayıda kişi yaralanırken, birçok kişi de polis tarafından darp edildi. Kitle polis saldırılarına havai fişeklerle karşılık vererek uzun süre direndi. Polisle kitle arasında İstiklal Caddesi’nin ara sokaklarında gece geç saatlere kadar çatışmalar sürdü. Eylemler sırasında yangın söndürmek üzere sirenlerini çalarak giden itfaiye aracına da, TOMA’lardan su sıkıldığı öğrenildi. ANKARA: 27 Aralık Cuma günü akşam saatlerinde Güvenpark’ta bir araya gelen kitle, “Artık yeter hükümet istifa” sloganlarını atarak eyleme başladı. Ankara Dayanışması’nın pankartının açıldığı eylem sırasında “Hükümet istifa” , “Hırsız var” , “Her yer Taksim her yer direniş” sloganları coşkulu bir şekilde atıldı. KESK Ankara Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü İbrahim Kara, Ankara Dayanışması adına yaptığı açıklamada, AKP’nin yolsuzluk pisliğini bakanların istifasının temizlemeyeceğine belirterek hükümetin istifasını istedi. Bir süre Güvenpark’ta sloganlar atarak bekleyişini sürdüren kitle, Başbakan Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’a, “Emniyet almazsa, Bilal’i biz alırız” diye haykırdı.
Polisin engelleme çabalarına karşın çatışmalar ve direniş sürdü Güvenpark’tan çıkan kitle, Kızılay Meydanı’ndan AKP İl Başkanlığı’na yürümek için bir araya geldi. Polis kitleye Mithatpaşa Caddesi’nde tazyikli su ve gaz bombala-
rıyla saldırırken, kitlenin polise karşı direnişi başladı. Polis saldırısına karşın direnişçilerin bir bölümü Sakarya Caddesi üzerinde, bir bölümü ise Ziya Gökalp Caddesi üzerinde toplanarak Kolej’e yürüdü. Polis Kolej’e yürüyen kitleye de yoğun gaz bombası atarak saldırırken, çatışmalar ara sokaklarda uzun süre devam etti. Eylemlerin devam ettiği bütün sokaklarda yoğun bir gaz bulutu oluştu. Sakarya Caddesi’nde toplanan yaklaşık 50 kişilik çevik kuvvet polisi, ara sokaklara girerek gözaltına almak için direnişçileri aradı. Sakarya Caddesi civarındaki barlar bölgesinde de eylemcileri arayan polis bir süre sonra direnişçileri bulamayarak ara sokaklardan çekildi.
İZMİR: 26 Aralık’ta DİSK, KESK ve TMMOB’un çağrısıyla Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi girişinde toplanan binlerce kişi Basmane’ye yürürken, kitlenin önü polis barikatlarıyla kesildi. “Cemaate faşizme AKP’ye geçit yok” sloganlarıyla yürüyen kitlenin kararlılığı sonucu polis barikatı kaldırmak zorunda kaldı. Eylem sırasında kurumlar adına yapılan basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi: “11 yıldır tek başına iktidar olan AKP’nin yıllardır adım adım inşa ettiği yolsuzluk ve rant düzeni bugün daha net görülmektedir. Bu ülkede tuz da siyasi iktidar da kokmuştur. Bu aşamadan sonra bakanların istifası yeterli değil, AKP hükümeti vakit geçirmeden derhal istifa etmelidir”
Ayakkabı kutularında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) ‘Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu’ adıyla başlayan sürece dair “Ayakkabı kutularında saklanan köhnemiş düzenin ta kendisidir” başlığını taşıyan bir açıklama yaptı. DHF açıklamasında ‘yolsuzluk ve rüşvet operasyonu’ olarak kamuoyuna yansıtılan olayların arka planında AKP bürokratları ile imtiyazlı çevresinin olduğunu belirterek yolsuzluk ve rüşvet girişimlerinin, düzen partilerini halkın nezdinde yeniden teşhir ettiğine dikkat çekildi. DHF’nin açıklaması şu ifadelerle devam etti: “Ülkemiz hakim sınıfları ve klikleri arasındaki çatışma, son dönemde ülke gündemini işgal eden ‘dershaneler sorunu’ tartışmasının ardından kamuoyuna yansıyan ‘yolsuzluk operasyonlarıyla’ yeni bir boyut alarak devam ediyor. Kamuoyunun da ya-
kından takip ettiği ‘operasyonlar’ sonucunda aralarında AKP’li bakan çocuklarının, iş adamlarının, bürokratların ve belediye başkanlarının da bulunduğu kişiler kara para aklama, rüşvet ve yolsuzluk yaptıkları gerekçesiyle gözaltına alındı. Yaşanan bu tablo bir yandan ülkemiz egemen sisteminin rantçı, talancı karakterini ortaya çıkarırken, diğer bir yandan da ülkemiz hakim sınıflarının yaşadığı çelişkiyi çıplak bir şekilde gözler önüne sermektedir.”
Cemaat kendi basın yayın organlarında ‘mağduriyet’ durumu yarattı AKP ile Cemaat arasında yaşanan çatışmaya da dikkat çeken açıklamada, Gülen Cemaati’nin kendi basın yayın organları üzerinden ‘mağduriyet’ durumu yaratarak ‘aba altından sopa gösterip’ yolsuzluk dosyalarını, hukuk ve polis teşkilatındaki
05 sokağa çıktı 1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
İzmir’de 27 Aralık gecesi de eylemler yapılarak AKP hükümetinin istifası istendi. ADANA: Adana halkı 27 Aralık’ta sokaklara çıkarak AKP’yi protesto eden eylemler gerçekleştirdi. İnönü Parkı’ndan Atatürk Parkı’na yürümek isteyen kitleye polis saldırırken çatışmalar uzun süre devam etti. Polisin attığı gaz bombasında iki kişi yanma tehlikesi geçirirken, polisin Adana Eğitim Sen Şube Sekreteri’nin de olduğu çok sayıda kişiyi gözaltına aldığı öğrenildi. HATAY: 28 Aralık gecesi Uğur Mumcu Meydanı’nda bir araya
gelen kitle, Armutlu BP önüne yürüdü. Polis kitleye karşı barikat kurarak tazyikli suyla saldırdı. Armutlu halkı polise karşı, havai fişekler kullanarak direnişe geçti. Polisin Hatay’da yapılan demokratik eyleme yönelik yapılan eylemin yasak olduğu biçimindeki anonsu, kitlenin kararlılığı sonucu boşa çıkarıldı. Hatay’da devam eden polis saldırılarında, halkın direnişteki kararlılığı sonucu çatışmalar saatlerce devam etti. Armutlu Mahallesi’nde polise karşı barikatlar kurarak direnen halk, barikatları ateşe vererek polisi yaklaştırmadı. KOCAELİ: 28 Aralık Cuma günü Cumhuriyet Parkı’nda yüzlerce kişi toplandı. Yürüyüşe geçen kitleye halk pencerelerden çaldığı tencere ve tavalarla destek verirken, yeniden Cumhuriyet Parkı’na gelinerek eylem sonlandırıldı. Eylemin ardından bir grup sopalarla eylemcilere saldırdı. Polis saldırganların yerine eylemcilere biber gazıyla saldırırken, kitle Halkevi’nin bulunduğu iş hanında sıkıştı. Sopalarla yapılan saldırıda çok sayıda kişi yaralandı. İzmit Halkevi’ne giden kitleye yönelik Trabzonlular Derneği’nden geldikleri söylenen bir grup tarafından yeni bir saldırı düzenlendi. Tekme, sopa ve kemerlerle yapılan saldırıyı polisin seyretmesi dikkatlerden kaçmadı. Polisin bütün engelleme çabalarına karşın Eskişehir, Antalya, Mersin, Bursa, Çanakkale, Sakarya, Çorum başta olmak üzere çok sayıda il ve ilçede protesto eylemleri düzenlenirken, on binlerce kişi sokaklarda AKP’yi protesto etti.
saklanan gerçek örgütlülüğü aracılığıyla kamuoyuna yansıttığı belirtildi. DHF’nin açıklamasının devamında şu ifadeler yer aldı: “Yaşanan ‘operasyon’ sonucu kamuoyuna yansıyan belgeler, operasyonlarda ele geçirilen para sayma makineleri, ayakkabı kutuları içinde saklanan paralar ve AKP’li bazı bakan çocuklarının ve bürokratlarının aldığı rüşvetin rakamsal boyutu vahamet tablosunu gözler önüne sermektedir. Zira bu durum hiç şaşırılmaması gereken bir tablodur. Bu tablonun sorumlusu olarak sadece AKP’yi hedef tahtasına oturtmak en masumane
deyimle safdillik olur. En basit örnekleriyle yakın zamanda ÖSS ve KPSS sınavlarında ortaya çıkan kopya ve şifre skandallarının mimarı olarak Gülen Cemaati ve AKP ortak hırsızlıkları hafızalarımızda yerini korumaktadır.“ DHF açıklamasında son olarak, ortaya saçılan yolsuzluk, rüşvet, rantiye ve talanın köhnemiş düzen içerisinde yaşanan gerçeklerin küçük bir parçası olduğu belirtilerek yaratılan korku ve talan imparatorluğunun söz, eylem ve örgütlenme mücadelesinin yükseltilmesiyle sona ereceğini açıkladı.
UFUK ÇİZGİSİ
≫ bakış can
DEVRİMCİ HAREKET 3. KONGREYİ OLUMLU KARŞILADI
B
aşlarken öncünün 3. Kongresini selamladığımı, coşkuyla karşıladığımı belirtmek isterim. Kongre hakkında kısa bir değinide bulunduktan sonra Kongre Tanıtım Konferansı hakkındaki gözlemimi aktarmaya çalışacağım. Öncünün 3. Kongresi hareketin mücadele tarihinde büyük bir değişimi, bir ilki ve büyük bir adımı anlatmakla birlikte anlamlı bir aşamayı da ifade etmektedir. Hareketin en güçlü dönemlerinde dahi göze alamadığı (ki, bence mükemmeliyetçi anlayış ve yaklaşımın ürünü olmuştur bu..) sosyo-ekonomik yapı araştırması ve tahlili, hareketin çeşitli örgütsel sorunlar yaşadığı ve genel tasfiyeci şartların da eklenerek ağırlaştırdığı şartlara denk gelen 3. Kongresinde gerçekleştirilmiş oldu. Elbette parti içindeki gelenekçi direnç de bu araştırma veya tartışmanın önünde belirgin bir engeldi, fiilen engeldi zira objektif olarak bir basınç unsuruydu… Kısacası daha beş, on sene önce bu değişimleri boş verin dillendirip tartışılmasını ifade etme özellikle belli bir kavrayış tarafından revizyonizmle vb suçlanıp damgalanırdı… Ama 3. Kongremiz bu saldırıları ve eleştirileri göze alarak tarihi sorumluluk ve nesnel gerçek karşısındaki görevini ihmal etmeden bu adımı attı. Hareketimiz 3. Kongre’yle birlikte köklü bir değişim ve önemli bir dönemece gelmiştir. Bu dönemeç ilerlemekle yerinde saymak arasındaydı ve hareketimiz ilerleme yönünde bilimsel tercihini yaptı. Diğer taraftan 3. Kongremizin yapmış olduğu şeyi gereğinden fazla abartıp gizleme veya mistisizme boğmamak gerekir. Yapmış olduğu tek şey somut şartların somut tahlilidir. Ve elbette buna uygun düzenlemelerdir. Bunun dışında bir şey yapılmadığı gibi, Kaypakkaya yoldaşın ideoloji, teori, tarih, pratik ve örgütsel ilke vb hiçbir temel meselede görüşü reddedilmemiş veya inkara düşülmemiştir. 3. Kongre’nin hareketin gelişiminin önünü açacağına inancımız tamdır. Bu inançla ‘3. Kongre çizgisi temelinde hareketin faaliyetlerine sarılmaktan başka anlamlı bir tavır yoktur’ diyoruz. 3. Kongre programda, ülkenin tahlil edilmesi, buna bağlı olarak devrimin niteliğini tespit etmesi ve devrim stratejisini saptaması gibi çok ciddi ve temel konuda değişimler gerçekleştirdi. Tabiatıyla bu değişim süreci ya da adımı (yani 3. Kongre) belli bir eleştiriye muhatap olacaktı. Gidilen değişimin derecesi karşı eleştirinin anlayışla karşılanmasını gerektirmektedir. Bu anlamda eleştiriler yadırganacak şeyler değildir. Ancak eleştiri ayrı tavır-tutum ayrı şeylerdir. Demokratik merkeziyetçi temeldeki örgütlenmemiz ve demokrasi anlayışımız eleştiri konusunda hiçbir baskı, yasak ve engel vb ön görmezken, pratik-
leştirme anlamında tavır alma tutumunu asla benimsemez ve öngörmez. Eleştirme hakkı parti içinde vardır ama tavır alma hakkı yoktur. Tavır alıp uygulama disiplin ve irade-eylem birliğini bozandır, dolayısıyla kabul edilemez. Kısacası her yoldaş eleştiri yürütebilir ama fiili tavırlara girip bu tavırları pratikleştiremez. Bahsini ettiğimiz bu kongre tanıtım konferansında haklı/haksız birçok eleştiri yürütüldü. Tabi 3. kongreyi benimseyen, sahiplenen ve anlamlı bulan yaklaşımlar da azımsanmayacak düzeyde vardır. Eleştiriler esasta hareketin kitlesinden geldi. Ki, katılımcıların esası da hareketin kendi kitlesiydi. Hareket bileşenlerimiz dışında devrimci parti ve örgütler de bu konferansa katıldı. Devrimci parti ve örgütlerden sadece TKP/ML YD örgütü adına konuşan dostumuz eleştirel yaklaşıma sahip oldu. Katılan diğer devrimci parti ve örgütler 3. Kongre’yi esasta olumlu bularak selamladı. Hatta sevinç duyduklarını ifade ettiler. Yazımızın başlığına aldığımız ifadenin esprisi buradan kaynaklanmaktadır. Yani, bu konferansa katılan devrimci parti ve örgütler baz alındığında devrimci hareket 3. Kongremizi olumlu karşıladı diyebiliriz. Bir parantez de şöyle açalım; Kongre tanıtım konferansına katılan parti ve örgütler devrimci hareketin hepsi değildi. Yani devrimci hareket bu yapılardan ibaret değildir. Devrimci hareketten birçok yapı kongre sunum konferansında yoktu. Devrimci hareketten kastımız açıkladığımız gibi katılan yapılardır. Bu konferansın en önemli gördüğümüz ve hatta katılımcılardan özür dilememiz (oturumda diledik) gereken önemdeki eksiklik, zaman sorunundan dolayı soruların yanıtlanamamış olması ve elbette daha da önemlisi konuşanların söz hakları süresinin kısa olmasıydı. Kongre kitapçığının tanıtım konferansından önce katılımcıların-okuyucuların eline geçmemiş olması da eleştirildi… Bunlarla birlikte sunumlar da istendiği gibi güçlü değil, bilakis zayıftı denebilir. Konferansa katılım oranı görece iyiydi denebilir. Olağan koşullarda az sayılabilecek bir orandır. Ancak son yılların gerilemeleri, zayıflamaları vb göz önüne alındığında mevcut katılım oranı kötü değil, iyiydi esasta. Konuşmak isteyen herkese koşullar dahilinde söz hakkı verildi. Eleştirilerin önemli bir boyutu duygusal nitelikteydi. Diğer bir kısım eleştiri de köklü ve bütünlüklü karşı çıkış değil, bütün içinde bir parçaya karşı çıkmakla bütüne karşı çıkan tarzda esasta ampirik eleştirilerdi. Olumlu eleştiriler de elbette vardı. Son olarak bir kez daha öncünün 3. Kongresini selamlıyor, onun bilimsel çizgisinde devrim ve komünizm yürüyüşümüzü ilerleteceğimiz inancımı paylaşıyorum.
06 haberyorum
1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
Kutsal ittifak çıkar fitnesine yenik Burjuva devlet esasen ‘derindir’, ‘paraleldir’, çetedir, mafyadır, cemaattir, suç örgütüdür vb vs… değişik erkler sermayenin karakteri gereği çatışırlar. Çünkü fazla sayıda büyük sermayedarların baskı örgütü olan bir makinedir burjuva devlet AKP ile Cemaat çatışmasının taze olmayacak kadar belli bir ezeli var. Çatışmanın bugünkü niteliği köprüleri yakarak kutsal ittifakı bozan ve bu ittifaka geri dönülemeyecek derecede ciddidir. Dolayısıyla bugünden AKP iktidarı için yolun sonu gözüktü demek de mümkündür. AKP’nin ancak içten bölünerek veya içte çatışarak zayıflayıp pozisyonunu yitireceği veya iktidarı kaybedeceğine işaret etmiştik, nitekim bugün yaşanan tam da budur. AKP-Erdoğan/Gülen-Cemaat çatışmasında masum ya da mağdur taraf yoktur. Çıkar eksenli ortaklar anlaşamayarak örtülü bir iktidar çatışmasına girildi. ‘Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu’ ve buna karşılık polislerin görevden alınması, yeni bir yolsuzluk dosyasıyla karşı adımın devreye sokulmak istenmesi ve elbette yeniden karşı adım olarak polisin savcıların talimatını yerine getirmemesi olarak devam etmektedir. Tabi AKP-Erdoğan’ın kararname çıkararak soruşturma yürütmeyi üst mevkinin iznine tabi tutması çatışmanın sıcak seyrini göstermektedir. Denebilir ki, Cemaatle AKP İttifakı veya koalisyonu bu çatışmayla bozuldu. Birbirilerinin ifşa ettikleri özellikleri iki taraflı da doğrudur. Yolsuzluk ve rüşvetten, ‘’paralel devlet örgütlenmesine’’ kadar her suçlama gerçek olup doğruyu ifade etmektedir. AKP Cemaate yakayı kötü kaptırdı. AKP’nin dört bakanı ve bakanların oğulları, bürokratları ve tanınmış iş adamları yolsuzluk ve rüşvet soruşturması kapsamında şüpheli durumdadırlar. Gelinen aşamada bakan çocukları ve bakanlık bürokratları ile iş adamları tutuklanmış olup, adı geçen bakanlar istifa etmiş ve hükümet kabine değişikliği yaparak on yeni bakan atamıştır… Ne var ki, yeni tutuklanma ve soruşturma dalgaları an meselesidir. Yani mevcut gelişmeler buz dağının görünen ucudur. Önümüzdeki günlerde bu çatışmanın daha keskin sürmesi muhtemeldir. Ki bu sürecin iyi ihtimalle erken seçime kapı açacağı büyük olasılıkken, mevcut durum ve gelişmeler hükümetin istifasını olanaklı kılacak durumdadır… Burjuva devlet esasen ‘’derindir’’, ‘’paraleldir’’, çetedir, mafyadır, cemaattir, suç örgütüdür vb vs… Çünkü fazla sayıda büyük sermayedarların baskı örgütü olan bir makinedir. Devlete sahip olan bu değişik erkler sermayenin karakteri gereği çatışırlar. Dahası, devlette birden fazla sermaye-erk olduğu için bunlara ait farklı örgütlenmeler de ortaya çıkar. En önemlisi de burjuva faşist devlet geniş halk kitlelerini yönetmek, her türden demokratik muhalefeti savuşturmak ve komünist devrimci mücadelenin gelişimini engellemek için karşı örgütlenmelere başvurur. Bu örgütlenme illegal ve suç ör-
gütü niteliğindedir. Komünist ve devrimci mücadeleyle başa çıkmak için, suikast, cinayet, kayıp, infaz, komplo, provokasyon gibi her türlü vahşet yöntemine başvurur. Dolayısıyla devletin esas örgütlenmesinin bu olduğu her açıdan nettir. AKP hükümetinden dört bakan ve oğulları ile bürokratlarını kapsayan yolsuzluk operasyonuyla birlikte ‘’Derin devlet’’ argümanı ‘’Paralel devlet’’ argümanıyla yer değiştirdi. Her iki durumda da devlet örgütlenmesinin tipik metotları veya biçimlerinden söz edilmektedir aslında. ‘’TC’’ devletinin kuruluşundan bu yana her dönem devletin esas örgütlenmesi illegal tarzda olmuştur. Adları ve yürütücüleri değişse de icraatları esasta aynı olmuştur bu illegal devlet örgütlenmesinin. Resmi kurum ve örgütlenmeleri işlevli olsa da esas olarak görüntüyü kurtarmaya dönük olup devlet işleyişini temsil etme ihtiyacını karşılamaktan ibarettir. Bu özellik sadece ‘’TC’’ devletine has olmayıp (bunda daha kaba ve ilkel olsa da) bütün burjuva devletlerin aynı karakterde olduğunu ilave etmenin doğru olacağını belirtelim. AKP karşıtlığının CHP’yi destekleme eğilimi bugün de Cemaati destekleme şeklinde savrulmamalıdır. AKP kadar Cemaatte aynı çarkın parçası olarak kirli, gerici ve köhnedir. Cemaat AKP ile arayı bozduktan veya çeliştikten sonra Kılıçdaroğlu / CHP ile görüşmelere ağırlık verdi. Burada da gerici bir ittifakın sağlandığı söylenebilir. Yerel seçimler öncesi yaşanan bu gelişmeler AKP’ye karşı Cemaati destekleme biçimine bürünmemelidir. Ki Cemaati desteklemek objektif olarak CHP’yi desteklemek anlamına gelecektir. Daha şimdiden Cemaat mensuplarının CHP’ye oy toplamaya başladıkları söylenmektedir ki, bu söylem boş değildir. Erdoğan aşırılıklarının ürünü olarak kendisiyle birlikte AKP’nin de siyasi yaşamına son verme yolunda hızla ilerlemektedir. Geminin su alması kadar batacağı da bellidir. Tam da bu durumda AKP / Erdoğan’ın daha saldır-
gan davranıp güç görüntüsü vereceği bilinmelidir. Yani Erdoğan’ın tüm kükremelerinin altında bir acının olduğu ve bu acının da gerçekleri görmekten kaynaklandığını belirtelim. Kaybetmeye doğru daha fazla saldırganlaşması anlaşılırdır ve saldırganlaşacağı da muhtemeldir. Şimdiden istifalar baş göstermiştir ve çözülmeler büyük bir çatlak şeklinde gündemdedir… Erdoğan’ın yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla itham edilen rüşvetçi ve yolsuzluk batağı ortakları olan bakanlarını koruması, yanına alarak boy göstermesi, yargılamaların önüne açıktan engeller çıkarması ve bu uğurda kararnameler çıkarması, doğrudan Erdoğan ve dolayısıyla AKP’nin işin başında olduğunu göstermektedir. Ki, bu ‘operasyonun’ Erdoğan ve AKP iktidarını hedeflediği de açıktır. Hedefin Erdoğan ve iktidarı olduğu her bakımdan anlaşılmaktadır. Zira yapılan yolsuzluklar ve rüşvetlerin başında Erdoğan ile AKP iktidarının olduğu gizlenemez bir gerçektir. Kısacası AKP iktidarının düşeceği kesin gibi gözükmektedir.
ve AB’li emperyalistlerin yaklaşımlarından bağımsız değildi. Kendisinin gözden çıkarıldığını fark eden Erdoğan bu durumu fırsata çevirerek ‘’kafa tutarsam iç kamuoyunun desteğini alır kar ederim’’ diye hesapladı ve AB ile ABD emperyalizmine tavır alan yaklaşımlara girdi. Ülke içinde her katmandan halk kitlelerine baskı ve şiddet uygulayarak onları ezen ve dikkate almayan, muhalefeti dikkate almayarak başına buyruk davranan Erdoğan, dış ilişkilerde de bölge ülkeleriyle düşmanlık ve saldırganlık politikası izledi. Bütün bunların sonucunda iktidardan indirilmesini hızlandırdı veya bunu koşullamış oldu. AKP ve Erdoğan’ın bu tecrit durumu onun iktidardan indirileceğini ve hatta yargılanacağını işaret etmektedir. Mısır’da iktidara geldikleri halde darbeyle indirilen Müslüman Kardeşler örgütünün ‘yasa dışı terör örgütü’ olarak ilan edilmesi aslında bir emsal olabilir. İslami nitelikteki AKP ve Erdoğan’ın ileride yargılanmasının olanaklı olduğunu söylemek gerekir.
Gerici çıkar birlikleri uzun ömürlü olamaz
Gerici çıkar birliklerinin yıkılması kaçınılmazdır. Din kardeşliği kisvesi altında paylaşılan iktidar ortaklığının bugünkü bozulmasının biçimi de bunu göstermektedir. Çıkarların ve iktidar pastasının din veya milli kardeşlikten daha ağır basacağı bir kez daha kanıtlanmıştır. Bu kez Erdoğan’ın demagojileri tutmayacaktır. Zira bugüne kadar Cemaatin paralel örgütlenmesine olanak sunarken, bugün çıkarların çatışmasıyla çetelerle mücadeleden vb söz etmesi boş laftan ibarettir. Çıkarlar çatışınca veya çıkarların paylaşılmasında uzlaşmazlığa düşünce karşı tarafa yönelik suçlamalara girmek inandırıcılıktan yoksun olduğu gibi, asla samimi değildir. Erdoğan’ın klasiği ‘’kardeşim’’ dediklerini ertesi gün afaroz ederek düşman ilan etmesidir. Gülen ile ilişkisi de buna benzemektedir. Gülen’in CIA ajanı olduğu defalarca dillendi-
Erdoğan uzun süreden beridir herkesi karşısına alan bir şuursuzluk ve kibre girdi. İktidardaki güçlenmeyle birlikte gözü kararan Erdoğan tek adam olmanın ötesinde büyük bir liderlik rüyasına girdi. Dahası halk kitlelerinden aldığı oy ve arkasındaki emperyalist destekle kendisini sarsılmaz bir güç olarak gördü. Emperyalist gücün günün birinde kendisini devre dışı bırakarak başka bir kuklayı tercih edebileceğini unuttu. Güç gözlerini ve beynini kör etti. Küstahlığa varan yaklaşımları Gezi Ayaklanması’na katılan halk kitlelerine ‘’çapulcu’’ demeye kadar götürdü onu. Ülke içindeki muhalefeti dikkate almayan tavra benzer bir tavırla efendileri AB ve ABD’ye de açıktan tavırlar aldı. Gerçi bu tavır alması elbette ABD
1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
07
Yolsuzluk günlüğü
düştü nın özü budur demek fazlaca yanlış olmaz.
Emperyalistler uşak değiştirmeye karar vermiş
rilse de AKP ve Erdoğan iktidar hesabı üzerinden çıkar birliğine gitmekten sakınmadı. Şimdi dış güçlerin komplosundan, Gülen’in ulusal ve uluslararası kirli oyunların odağı olduğundan vb vs söz ediyor. Erdoğan’ın davranışı ahlaki açıdan kokmaktadır. Zira çelişkiye düşmediğinde ittifak edip devlet olanaklarını kullanma şeklinde çıkar birliğine gittiği halde, şimdi çıkar çatışmasına girdiği için bunları kullanmaktadır. Aynı biçimde Gülen de Erdoğan gibi ahlaki olarak kokuşmuş tavra sahiptir. Zira ihalelerde vb nelerin döndüğünü, rüşvet ve yolsuzlukları bildiği ve hatta kayıt altına aldığı halde onaylarken, bugün çıkar çatışmasına düştü diye kullanmak kaydıyla açıklamak samimi ve ahlaki değildir. Sorun ya da çatışmanın bir kaynağının Halkbank olduğu Erdoğan tarafından itiraf edilmiş durumdadır. Erdoğan’ın iktidardaki palazlanmasını gören Cemaat aynı biçimde palazlanma ‘’hakkını’’ kullanmış ve Halkbank’ı ele geçirmeye çalışmıştır. Ne var ki, Erdoğan Halkbank’ın ele geçirilmesine göz yumup rıza göstermemiştir. Halkbank’ın ele geçirilmesi ipleri koparak temel halkalardan olmuştur. Elbette bunun gibi birçok çıkar ve rant alanının paylaşılamaması veya eşitsiz paylaşımı söz konusudur. Yapılan ihaleler (hızlı tren gibi) ve bunlardaki yolsuzlukların kayıt altına alınarak önceden tespit edilmesi vb bu rant alanı ve ihalelerin paylaşımındaki çelişkiyi anlatmaktadır. Çatışma-
haber yorum
Özetle; Emperyalist aktör ve ilgili egemenler AKP iktidarını sarsıp alaşağı etmeye karar vermiş olup bu kararı uygulama aşamasına geçmiş durumdadırlar. İçte de ‘’hatırı sayılır’’ bir muhalefetin olması bu eylemi güçlendiren zemindir. Ne var ki, bu eylemin zemin olarak en güçlü besleyeni, AKP iktidarının ta kendisidir. Emperyalist güçlerden yereldeki ilgili egemen sınıflara kadar geniş bir cephenin ittifak kurarak hedeflediği bu eylemin (AKP iktidarına son verilmesi) gerçekleştirileceği kesin gibidir. Zira AKP iktidarı avantajlarına karşın geniş emperyalist bileşen ile yerel hakim sınıfların ortaklaşmış gücüne karşı koyarak başarılı olamaz. Çok kısa vadede olmasa da AKP iktidarı sonlandırılacaktır. En azından bunun yolu açılmış, bu tünele girilmiştir denebilir. (İktidarın ortağı veya iktidar ittifakı içinde olan temel güçlerden biri olan Cemaatin iktidara karşı tavrı veya ondan kopması bile iktidarın ‘’yıkılmaya’’ doğru ilerleyeceğini gösterir.) Emperyalist ‘’efendiler’’ uşak değiştirme kararı vermiş, AKP yerine muhtemelen CHP kliğini tercih etmiş görünmektedirler. Mevcut gelişmeler bağlamında düşünüldüğünde en iyi ihtimalle erken seçim gündeme gelecektir demek tamamen mümkündür. Mesele yansıdığı veya yansıtıldığı gibi Cemaatle sınırlı bir mesele değildir. Cemaatin devlet içinde örgütlü olduğu her aşamada açıkça izlenebilen bir gerçektir. İktidar ortağı olduğu da söylenmelidir. Zaten çatışmadalaşın özü de iktidardaki pay ya da nüfuz meselesidir. Cemaatin yeterince güçlü olduğu doğru fakat mevcut plan (AKP’yi devirme…) Cemaatin ötesinde emperyalist güçlerin planı ve bizzat yürüttükleri bir plandır. Emperyalistlerin AKP’ye oyun oynaması AKP’yi desteklemeyi asla gerektirmez. Yaşanan gerici klikler arasında iktidarın el değişimi meselesidir. Bunda ilerici bir taraf yoktur. Erdoğan’ın kızmasına gerek yok: onlar sana verdi iktidarı, yani seni onlar getirdi oraya, şimdi de seni alıyorlar oradan ya da iktidarı alıyorlar elinden… Rüya bitti, kabus dönemi…
17 Aralık’tan bu yana ‘yolsuzluk operasyonları’ ülke gündemine gelirken, o günden bu yana yaşanan gelişmeleri günü gününe okurlarımıza aktarıyoruz Ülkemiz 17 Aralık’tan bu yana ‘yolsuzluk operasyonlarıyla’ yatıp kalkıyor. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı tarafından yolsuzluk, rüşvet ve kara para aklandığı iddiasıyla başlatılan ‘operasyon’ ülkemizdeki siyasi tarihinin dönüm noktalarından birini oluşturuyor. Yapılan ‘operasyondan’ bu yana on üç gün geçti. İşte ülke gündemini değiştiren yolsuzluk soruşturmasının günlüğü; 17 Aralık Salı: 17 Aralık sabahı ülkemiz ‘ bazı ünlü’ iş adamlarının da aralarında bulunduğu kişilerin gözaltına alındığı haberiyle uyandı. Ancak bu ünlü kişilerin kim olduğu bir türlü açıklanmıyordu. Özellikle bazı ‘penguenci’ medya kesimleri bu gelişmelerden bihabermişçesine yayın akışına devam etmekteydi. Bu tavır tüm dünyanın ülkemizdeki Gezi Ayaklanmasını konuştuğu ilk günlerinde ‘ülkemizin geleceği’ için ‘penguen belgeselleri’ yayınlamayı uygun gören burjuva medyanın ikinci defa sobelenmesiydi. Gözaltına alınan kişilerin akıbeti hakkında derin endişeler duyan halkın, gözaltına alınanların içinde bazı bakan çocukları, üst düzey bürokratlar ile ekranlarda şatafatlı hayatları bizlere izletilen iş adamları ve bir de belediye başkanı olduğunu öğrenince endişesi şaşkınlığa döndü. Gözaltına alınanlar arasında İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, işadamları Ali Ağaoğlu, Reza Zarrab ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir de vardı. 18 Aralık Çarşamba: Ülke gündemi çeşitli iddialarla sarsılmaya devam etti. İddiaya göre gözaltına alınan Reza Zarrab’ın bakan çocukları üzerinde geliştirdiği ilişkiler ve rüşvet çarkı üzerinden kara para akladığı ve altın kaçakçılığı yaptığı öne sürülüyordu. Zarrab’ın bürokraside karşılaştığı engelleri aşmak için rüşvet verdiği iddia edilen İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler’in evinde yapılan aramada,
para sayma makinesi, çok sayıda çelik kasa ve bu kasaların içinde çıkan döviz ve lira bazında paralar ele geçirildi. Gezi sonrası ‘Polis kimseyi durup dururken gözaltına almaz’ diyen Güler ve AKP’lilerin bu ‘operasyonun’ ardından ‘Gel dendiğinde gelecek’ olan bu ünlü şahısların, uykularının en tatlı saati olan sabah saatlerinde apar topar emniyete getirilmesine dair serzenişte bulunmaları, tarihin en büyük tutarsızlığı olarak sosyal medyanın espri malzemesi olmuştu bile. Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın evinde yapılan aramada ayakkabı kutusu içinden 4.5 milyon dolar çıktı. Aynı gün ‘operasyona’ katılanlarında aralarında bulunduğu beş şube müdürü görevden alınırken, soruşturma için iki ek savcı atandı. 19 Aralık Perşembe: Gülen Cemaati’nden yediği darbenin acısını Gülen’e yakın polisleri görevlerinden alarak çıkarmaya çalışan AKP, ‘operasyon’ günü ‘işe gitmeyi unutan’ ve öğlene kadar telefonlarına ulaşılmayan İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ı da merkeze alarak yerine Aksaray Valisi Selami Altınok’u getirdi. 20 Aralık Cuma: Gözaltına alınanlar gruplar halinde adliyeye çıkarılırken, duruşmada 8 kişi tutuklandı. Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkan Yardımcısı Faruk Elieyioğlu da görevinden alındı. 21 Aralık Cumartesi: Muammer Güler’in oğlu Barış Güler, Zafer Çağlayan’ın oğlu Salih Kaan Çağlayan ile evinde yapılan aramalarda ayakkabı kutusunda bulunan 4.5 milyon doları Makedonya’da yapım aşamasında olan bir üniversite ile Çorum’daki bir İmam Hatip Lisesi için sakladığını iddia eden Halkbank Genel Müdürü Salih Aslan’la birlikte 26 kişi tutuklandı. ‘Adli Kolluk Yönetmeliği’ değiştirildi. Buna göre adli amir savcılar yerine, emniyet müdürü ve vali oluyordu. Kamuoyu bu değişikliklere büyük tepki gösterdi ve bazı meslek odaları değişikliğin iptali için dava açtı. 22 Aralık Pazar: Emniyetin kapıları gazetecilere kapandı. Polis muhabirlerinin emniyetteki odaları boşaltıldı. 23 Aralık Pazartesi: Türkiye Barolar Birliği, adli kolluk yönetmeliğinin iptali için Danıştay’a başvurdu. İstanbul İstihbarat Şube Müdürü, soruşturmayı deşifre ettiği ve şüphelilere bilgi sızdırdığı iddiasıyla savcılık tarafından ifadeye çağrıldı. Emni-
yet ise müdürün ifadeye gitmesine ‘gerekçesi belli değil’ diye izin vermedi. 24 Aralık Salı: ‘Operasyonun’ ardından açıklamalar yapılmaya başlandı. Cumhurbaşkanı Gül’ “Herhangi bir yolsuzluk ve yanlışlık söz konusu olursa bunların üstü kapanmaz, kapanamaz’ derken, Fethullah Gülen’in ünlü ‘beddua’ görüntüleri başta sosyal medya olmak üzere youtube’da izlenme rekorlarını alt üst etmişti bile. 25 Aralık Çarşamba: AKP ‘operasyonların’ ilk günlerinden ‘Masumiyet Karinesi’ üzerinden savunduğu bakanlarını, bütünü kurtarmak için teker teker feda etmeye başladı. Önce Muammer Güler ve Zafer Çağlayan istifa etti. Güler, cemaate ‘hakkını helal etmediğini’ açıkladı. İstifasını verirken ’yapılan her şeyden Başbakan’ın haberinin olduğunu ve Başbakan’ın da istifa etmesi gerektiğini’ söyleyen Erdoğan Bayraktar borsayı salladı. Aynı gün TMK Savcısı Muammer Aktaş tarafından ikinci bir soruşturmanın yürütüldüğü öğrenildi. Yürütülen soruşturmada Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın ifadesi alınmak üzere emniyete çağrılacağı ortaya çıktı. 26 Aralık Perşembe: Savcı Muammer Akkaş, dosyadan alındı. Akkaş akşam saatlerinde yaptığı açıklamada “Soruşturmayı yapmam engellenmiştir” dedi. Ondan kısa bir süre sonra Başsavcı Turan Çolakkadı savcıyı eleştiren ve suçlayan karşı açıklamada bulundu. Günün son açıklamasını yapan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ( HSYK) ise‘oy çokluğuyla’ sert bir bildiri yayımlarken, adli kolluk yönetmeliğinin anayasaya aykırı olduğunu savundu. 27 Aralık Cuma: Muammer Akkaş’ın 2 yıldır yürüttüğü yolsuzluk ve rüşvet soruşturması, Cumhuriyet Savcıları İdris Kurt, İrfan Fidan, Fuzuli Aydoğdu ve İsmail Uçar’a devredildi. Danıştay 10. Dairesi de yargıda krize neden olan Adli Kolluk Yönetmeliği’nin yürütmesini durdurdu. Yolsuzluklar devrimci demokratik kurumlar tarafından ülke genelinde yapılan eylemlerle protesto edildi. 28 Aralık Cumartesi: İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde bir değişiklik daha yapıldı. Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürü Zülküf Atılgan görevinden alındı. Görevden alınan Atılgan müdüriyet emrinde görevlendirilirken, yerine Özel Güvenlik Şube Müdürü Seylan Demir getirildi.
08 güncel
1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
Kanayan ve kabuk bağlamayan yara: Katliam sebepsiz yere yapıldığı gibi, silahsız ve masum insanlar katledilmiştir. En önemlisi de çocuklar katledilmiştir. Ve tamamen iktidarın kinci, intikamcı, köhnemiş zihniyetinin ürünü olarak bu katliam gerçekleştirilmiştir. Bu yara nasıl kabuk bağlar, nasıl kanamaz Sözü dolandırmadan söylemek gerekir ki, Roboski Katliamı son yılların en vahşi, en barbar ve en ağır katliamıdır. Bu katliamın sorumlularından hesap sormak CHP ve AKP gibi bilumum faşist düzen partilerine düşmez. Katliamın sorumlularının açığa çıkarılmasını ve hesabının sorulmasını AKP iktidarına havale etmek ‘’Kuzuyu kurda teslim etmeye’’ benzer. Dahası bu beklenti ya da umut en alasından ahmaklık olur. Katliamın hesabının sorulmasını katliamdan sorumlu olan bir iktidara (AKP iktidarına) bırakmak objektif olarak katliamın karanlık dehlizlere gömülüp üstünün örtülmesine yardım etmek demektir. Zira AKP iktidarı arkasında olduğu veya doğrudan sorumlusu olup talimat vereni olduğu vahşi katliamın hesabını kendisine sormaz. Bilakis katliamın üstünü örter. Katlettiği insanların ailelerine kan parası ödeyerek onları kandırmaya ve böylece katliamı unutturup kapatmaya çalışır, çalışmaktadır ve de çalışacaktır. Katliamın üstünden yıllar geçmesine karşın, soruşturmada bir arpa boyu yol alınmamış olması bunun kanıtıdır. Dolayısıyla katliamın hesabını devrimci halk kitleleri sorabilir, soracaktır. Proleter devrimci adalet ve yargıdan başka liyakat sahibi bir merci yoktur. Bir noktaya daha dikkat çekelim ki, katliamın sorumlularını açığa çıkarmak katliam sorumlularının gerçekleştirmiş oldukları bu katliamı itiraf ederek cezalandırılmaları anlamına gel-
mektedir, gelmelidir. Aksi halde katliamın sorumluları zaten açıktır, açığa çıkarılacak başka bir sorumlu yoktur. Katliamdan sorumlu olanın AKP iktidarı olduğunu kim inkar edebilir? ( İnkar etmek iktidarın olmadığı anlamına gelir, dahası devletin ordusunun kimler tarafından kullanıldığını iktidarın bilmediği anlamına gelir.) Kim katliam talebinin Erdoğan tarafından verildiğini inkar edebilir? Kim Erdoğan’ın o günlerdeki açık savaş çağrılarını unutup inkar edebilir? Aynı dönemde gerillalara karşı kimyasal silah kullanma suretiyle gerillaların topluca imha edildiği ve eş zamanlı olarak Roboski’de savaş uçaklarıyla içinde çocukların da olduğu köylülerin bombalanıp katledildiğini kim unutabilir? Roboski’yi kim unutabilir? Kim bu katliamın hesabını sormaktan vazgeçebilir?
Barış havariliğine soyunanlar, önce Roboski’den başlayın! Roboski Katliamı her bakımdan kabuk bağlamamış-bağlamayacak bir kanayan yaradır. “Barış’’, ‘’çözüm’’ dendiği koşullarda en vahşi, en acımasız ve barbarca gerçekleştirilen bir katliamdır.”Barışı” savunan Kürtlere reva görülen bu oldu. Ve “barış’’ süreci adına gerekli tepkinin (ve misilleme hakkının kullanılmadığı) gösterilmediği bir ağırlığın sancıları bağrına düştü Kürt kadınlarının, katledilen ailelerin… Bu bir. İki; katliam sorumluları yargılanmayarak korunmakta ve gerçekleştirdikleri katliamın hesabı katliamcılara sorulmamış bulunmaktadır. Katliam sebepsiz yere yapıldığı gibi, silahsız ve masum insanlar katledilmiştir. En önemlisi de çocuklar katledilmiştir. Ve tamamen iktidarın kinci, intikamcı, köhnemiş zihniyetinin ürünü olarak bu katliam gerçekleştirilmiştir. Bu yara nasıl kabuk bağlar, nasıl kanamaz?! Üç; üstü örtülmek ve zamana yayılarak unutturulmak istenen bu canavarca katliamın üzerinden yıllar geçmesine rağmen
soruşturmasında bir tek adım dahi ilerlenmemiştir. Katledilenlerin aileleri, anneleri katliamın yıl dönümünde protesto eylemlerinde bulunup sorumluların yargılanmasını, katliamın hesabının sorulmasını istemektedirler. İşte bu eylemlerde katliamda katledilen bir çocuğun annesi çocuğunun acısına daha fazla dayanamayarak kalp krizi geçirerek öldü… İşte Roboski Katliamı bu açıdan da tam bir kanayan yaradır. Bu ananın ölümünden de AKP iktidarı sorumludur. Dördüncüsü ise; Kürt Ulusal Hareketi cephesinin “barış’’ süreci uğruna bu katliamın üstüne yeterince gitmeme gerçekliğidir. Bu durum Kürt için kanayan büyük bir yaradır. AKP iktidarı resmen bu ailelerle ve Kürt ulusuyla alay etmektedir. Katliamdan kimin so-
rumlu olduğu çıplak biçimde ortada olmasına karşın yargı gerekeni yapmıyor. Yapamaz çünkü yargı bağımsız değil, çeşitli sermaye erkleri veya sivil vesayete bağlıdır. Yani AKP’ye de bağlıdır AKP kontrol edip nüfuz altına almaktadır. Bugünkü tartışmalar veya yaşananlar “TC’’ devlet gerçeğini katıksız biçimde gözler önüne sermektedir. İktidara dokunan her şey dağıtılıp tasfiye edilmektedir. Savcılar işlevsiz hale getirilmiş, görev yürütemez duruma getirilmiştir… Açık olan katliam zamana yayılıyor, katliam mağduru ailelere kan parası teklif ediliyor, açılan göstermelik mahkemeler ve yürütülen göstermelik soruşturmalar yoluyla aileler oyalanıyor. Yani katledilenlerin aileleriyle oyun oynanıyor…
Roboskî Katliamı’nda yaşamını yitirenler Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Roboskî ve Güney Kürdistan sınırında mazot ticareti yapan çoğu çocuk yaşta 34 Kürt gencinin T.C. ordusunun savaş uçakları tarafından bombalanarak katledilmesinin ardından iki yıl geçti. T.C.’nin her zaman olduğu gibi katliamın üstünü örtbas etmeye çalışarak unutturmaya çalışmasına karşı Türkiye / Kuzey Kürdistan halkı katliamı unutmayarak katliamcılardan hesap sormak için sokaklardaydı.
Roboski’de binlerce kişinin katıldığı anma İkinci yıl dönümünde Roboskî Katliamı’nı protesto etmek için binlerce kişi Roboskî’ye akın etti. Aralarında BDP Eş Genel Başkanları Gültan Kışanak ve Selahattin Demirtaş, DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk’ün de bulunduğu binlerce kişi BDP Şırnak İl Örgütü binası önünden yüzlerce araçlık konvoy eşliğinde Roboskî ‘ye gitti. “ Roboskî katliamını kınıyoruz”, “Katliamlara rağmen Kürt halkı dimdik ayaktadır” ve “Rojava devrimi tarihi bir örnektir” pankartlarını taşıyan kitle, 34 kişinin defnedildiği köy mezarlığını
ziyaret ederek burada katledilenler için saygı duruşunda bulundu. “Şehid namirin” , “Katil Erdoğan istifa”, “Katliamların hesabı verilecek” , “Katil devlet hesap verecek” sloganlarının atıldığı anmada Abdullah Öcalan’ın yolladığı mesaj okundu.”Tarih göstermiştir ki Kürt halkı ulusal demokratik kimlik bilincine dönük bir uyanış yaşadığı her dönemde acımasız saldırı ve katliamların hedefi durumuna gelmiştir.” diyen Öcalan mesajında, devletin ve hükümetin cesurca sonuçlarından korkmadan adalet arayışının önüne engeller koymaktan vazgeçmesi ve katliamlarla yüzleşmesi gerektiğini öne sürdü. Anma sırasında katliamda oğlunu yitiren Niran Encü kalp krizi geçirdi. Hastaneye kaldırılan Encü hayatını kaybetti.
İstanbul’da Roboskî anması İstanbul’da BDP’nin çağrısıyla Saraçhane Parkı’nda bir araya gelen yüzlerce kişi Roboskî Katliamı’nı lanetledi. “Roboskî’yi unutursak kalbimiz kurusun”, “Roboskî’den Gever’e katil devlet hesap soracak” yazılı pankart ve dövizlerle katliam anına ait fotoğraflar taşıyan kitle,
“Katil devlet hesap verecek”,”Kürdistan faşizme mezar olacak” sloganlarıyla ana caddeyi trafiğe kapatarak Aksaray Metrosu’na yürüdü. Burada katledilen 34 kişi için saygı duruşunda bulunulduktan sonra BDP İl Eş Başkanı Emrullah Bingül yaptığı konuşmada geçen 2 yıla rağmen, katliamın emrini verenlerin ve yapanların yargılanmadığına dikkat çekerek “Yargılanmadıkları gibi korundular” dedi. Eylemde BDP MYK üyesi Hüseyin Üzen ve HDP İstanbul Milletvekili Levent Tüzel birer konuşma yaptı. İstanbul’da bir diğer eylemse KESK İstanbul Şubeler Platformu, DİSK İstanbul Merkez Temsilciliği, TMMOB İKK ve İstanbul Tabip Odası üyeleri tarafından Galatasaray Lisesi önünde gerçekleştirildi. Eylemde bir basın açıklaması yapılarak 34 dakikalık oturma eylemi yapıldı. Öte yandan Gazi Mahallesi’nde düzenlenen Roboski Katliamı anmasına polis saldırdı. Eski Karakol durağında bir araya gelen yaklaşık bin kişi Gazi Karakolu’na doğru yürüyüşe geçti. Polis eyleme gaz bombası, tazyikli su ve plastik mermilerle saldırdı. Evlerin ve dükkanların içe-
risine de gaz bombalarıyla saldıran polise karşı kitle taş, molotofkokteyli ve havai fişeklerle direndi. Gazi Karakolu çevresinde çatışmalar uzun süre devam etti.
İzmir, Ankara ve Dersim’de anmalar Roboskî Katliamı’nın 2. Yıl dönümünde BDP ve HDP İzmir bileşenleri tarafından yapılan çağrıyla aralarında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun da olduğu çok sayıda devrimci demokratik kitle örgütü bir araya gelerek “Roboskî Katliamı’nı Unutmayacağız, Hesap Soracağız!” şiarıyla bir anma yürüyüşü gerçekleştirdi. Basmane Meydanı’nda bir araya gelen kitle “ Roboskî İçin Adalet” pankartıyla “Katil devlet elini Kürdistan’dan çek” , “Roboskî’nin hesabı sorulacak” sloganlarıyla Konak’taki Sümerbank önüne yürüdü. Konak Sümerbank önünde Roboski’de katledilenlerle devrim şehitleri adına bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Daha sonra HDP İzmir bileşenleri adına Türkçe ve Kürtçe basın açıklaması yapıldı. Basın açıklamasının ardından Roboskî’yle
1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
Roboski!
“Çözüm” , “barış” söylemleriyle tekçi-ırkçı-faşist saldırganlık sürdürülüyor “Çözüm’’ ya da namı diğer ‘’Barış’’ sürecinin turnusolu Roboski Katliamı’dır. Tabiatıyla AKP iktidarının gerçek yüzü de Roboski Katliamı’dır. Kürt ulusu ve Kürt Ulusal Hareketi başta olmak üzere, bilcümle ilerici, aydın demokrat bu turnusola bakmalıdır. Orada AKP iktidarının sütlü gösterilen yüzünün kanlı olduğu, “çözüm’’, “barış’’ dediği şeyin tahakkümün derinleştirilmesi, tasfiyeci saldırı ve tekçi ırkçı-faşist saldırganlık olduğu görülecektir. Aynı şey Fransa’da Sakine Cansızların katledilmesinde de çırılçıplak
09
görülmektedir… Evet ‘’Barış’’ süreci denmektedir ama ırkçı-şoven faşist milliyetçilik olduğu gibi savunularak uygulanmaktadır. Erdoğan, “etnik milliyetçilik yapmayacağız dedik’’ sözünden sonra aynen şunu söylüyor; “Ne dedik, tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet.’’(!?) Hem etnik milliyetçilik yapmadığını övünerek anlatacaksın, hem de arkasına tekçi ırkçı-faşist milliyetçiği propaganda edip övüneceksin!? Eğer tek millet, tek bayrak, tek devlet vb tüm tekçi zihniyet ırkçı milliyetçilik değilse, faşizm değilse nedir? Hem bu ırkçıfaşist tekçiliği savunacaksın hem de etnik milliyetçi olmayacağız-değiliz diyeceksin !? Sapla samanın karıştığı tipik burjuva siyaset batağı veya cehaleti… Bunlardan da anlaşılmalıdır ki, “Barış’’ süreci sahte ve sinsi tasfiyecilik sürecidir. AKP iktidarı, gerçekleştirdiği katliamlarla, yaptığı yaygın tutuklamalarla, bilumum saldırılarla, yukarıda örneklediğimiz sözlü-yazılı savunularla ve hatta anayasa düzeyinde aynı ırkçımilliyetçi faşist anlayışı savunarak gerçek yüzünü her noktada açığa çıkarıp göstermiştir. Mesele Kürt ulusal Hareketi ve yanılsamaya düşen diğer kesimlerin bu gerçeği görmesidir ve durmadan üzerine gitmesidir. Kürt Ulusal Hareketi görmelidir; seçilmiş vekillerinin hapiste tutulduğunu görmelidir, vekillerine onanan hapis cezaları ve içeri alınmayla yüz yüze olduğunu görmelidir, oyalandığını ve bu yolla militan yapısının tasfiye edildiğini görmelidir. Özetle, Roboski Katliamı AKP iktidarının sırtında faşist bir kambur ve onun faşist niteliğinin dışavurumlarından bir örnek olarak devrimci mücadelenin zorunluluğunu bizlere bir kez daha teyit ediyor.
unutulmadı ilgili Konak Meydanı’nda basın açıklaması yapmak isteyen ESP üyelerine polis burada basın açıklaması yapmanın yasak olduğunu söyleyerek biber gazıyla saldırdı. Çevredekilerin de olaya müdahale etmesiyle polis kitleye saldırmaya devam ederek çok sayıda kişiyi darp etti ve 18 kişiyi gözaltına aldı. Adana’da yapılan Roboski Katliamı anma eyleminde kitle mahallelerin ana caddelerinde lastik yakarak yolu trafiğe kapattı. Halka tazyikli su ve biber gazıyla saldıran polisle kitle arasında çatışma çıktı. Roboskî Katliamı Iğdır, Siirt, Mersin, Erzincan, Urfa, Bingöl, Maraş, Erzurum, Ağrı, Mardin, Ardahan, Muş, Van, Mersin, Bilecik, Eskişehir, Antakya, Niğde, Tokat, Konya, Samsun, Bursa, Çanakkale, Burdur, Nazilli, Aydın, Balıkesir ve Yalova da lanetlendi. DHF ve Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) de bulunduğu yerellerde eylemlere
katılım gösterdi.
Üniversitelerde öğrenciler katliamı lanetledi Roboskî Katliamı’nın 2. yıl dönümünde Kocaeli Üniversitesi’nde “Ji Bîrkirina Roboskî yê îhanet e, Roboski’de Katledilen İnsanlıktır”, “Gever’in Hesabı Sorulacak” pankartıyla kitlesel yürüyüş gerçekleştirildi. DGH’lilerin de katıldığı eylemde rektörlük önünde bir araya gelen kitle, sembolik olarak omuzlarda yorgan ve tabutlar taşıyarak Sosyal Tesislere yürüdü. Yapılan basın açıklamasında devletin katliamcı yüzü teşhir edildi. Roboski Katliamı’nın yıl dönümünde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öğrencileri 34 dakikalık oturma eylemi, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’nde öğrenciler yürüyüş ve İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde ise etkinlik düzenledi.
YÖNELİM
≫ kazım cihan
3. KONGRE
D
uydum, okudum ve geleceği kazanmaya daha büyük bir heyecanla sonu olmayan öğrenmeye sarılmayla tekrar tekrar anlamaya çalıştım. Çağrıya cevap görevdir. Olup olmayacağını pratik içinde göreceğiz. Neyse! Yoldaş Mao ‘şeylerdeki çelişme materyalist diyalektiğin temelidir’ diyordu. Metafizik ile materyalist diyalektik arasındaki temel ayrımı Lenin yoldaş şöyle ifade ediyordu: ‘’İki temel gelişme anlayışı şunlardır. Azalma ve çoğalma olarak, tekrarlanma olarak gelişme ve karşıtların birliği olarak gelişme.’’ Metafizik dünya görüşü, doğa- toplum- insan düşüncesinin, kısaca her şeyin özü olan çelişkiyi, bu temelde ortaya çıkan mücadele, nicel ve nitel dönüşümleri reddediyor, kaba evrimci felsefesiyle, şeyleri durağan- statik- tek yanlı ele alıyordu. Evrenin, toplumun bu metafizik sunuluşu, şeyleri nedenleriyle izah etmekten birbirleriyle olan ilişkilerini, nicel-nitel değişimlerini anlatmaktan uzaktı. Onlara göre olan sadece bir artma- azalma, en fazla basit bir yer değiştirmedir. Oysa doğanın da, toplumun da bir tarihi vardır. Diyalektik ve tarihi materyalizm; her şey, belli tarihsel koşulların, o koşulların içsel ve başka şeylerle ilişkili olduğunu, çelişki veya karşıtların birliği ve bunun her şeyin gelişiminin temelini oluşturduğunu, nicel- nitel değişmelere yol açan bu gerçeği kavramamız ve değiştirme pratiğine girmemizi anlatır. Çelişki evrenseldir ve her şeyin özüdür. Ancak her bir çelişmenin özelliği de vardır ve bu mutlak evrensellik her bir çelişmenin özelliğinde de bulunmaktadır. Hareket çelişkidir. Bundan muaf hiçbir şey yoktur. Her şey var olan, durmadan ortaya çıkan, özgün nitelikler alan, nicel ve nitel değişimlere yol açan çelişmedir. Karşıtların birliği bu temeldeki mücadeledir. İnsan bilgisi de böyledir. MLM de böyledir. Sonsuz bir gelişme, ilerleme çizgisi izler. Her bir belli şeyin özgün niteliği, özgün hareket biçimi vardır. Evrensel ve mutlak olan çelişkiyi görüp, özgünlüğü, özgül niteliği, özgül hareket biçimini görmemek, özgüllükler arasındaki nitel ayrımları göz ardı etmekte, şeyleri doğru yorumlama ve değiştirmede, bilinçli rol oynamaya götürmez, götüremez. Bilginin hareketliliği sonsuzdur. Özelden genele, genelden özele sıçramalı döngüler şeklinde ilerleyen bilgi süreci ‘’ölümsüz’’ ilan edilen kalıplara sığdırılamaz. Bu son derece, somut durum ve gelişmelerle alakalıdır, her biri durum somut tahlilini gerektirir. Evreni, toplumu çelişki ve hareket dışında, ‘’vahiy’’ biçimli formüllerle izah etmek, gerçeği olgularda aramamak, diyalektik materyalist Metodoloji’den kopmaktır. Bu dogmatizmdir. Ayrıca, her bir tarihsel sürecin özelliklerini anlayan ve izah eden, doğru bilgiyi de yadsıyan, ‘’hiçbir zaman hiçbir doğru yok’’ şeklindeki Ampirizm, Pragmatizm, Agnostisizm (bilinmezcilik)-revizyonizm de, bugün esas ve baş tehlike durumundadır. Bizzat pratikten çıkan ve toplumsal pratik yoluyla da ispatlanmış, ideolojik- teorik- siyasi sentezleri de tanımayan bilinmezcilik gibi, hareketin her somut hareket biçimi ve üzerinde yükseldiği özel çelişkisini incelemeye zahmet göstermeyen, hayatı Mao’nun deyimiyle ayaklarına uydurmak için, ‘’ayaklarını kesmek’’ten başka çözümü olmayanlar da vardır. Kısacası her süreçteki karşıtların durumu, hem de her bir karşıt yönün kendisi, hareketin sürecinin özellikleri dolayısıyla, değişimler gösterir. Gelişme sürecinin her bir aşaması, somut incelenmez, gerçekler, önceden kesin- formüllere uydurulmaya çalışılırsa olmaz. Gerçeğin yerine ezberlenmiş formülleri geçirmek hiçbir şekilde ve asla Marksizm olamaz. Çelişkinin evrenselliği ile özelliği, genel niteliği ile özel niteliği arasındaki ilişki doğru kavranmazsa, hiçbir düşünce ve hareket biçimi doğru kavranamaz. Her özel nitelikte, genel vardır. ‘’Özel nitelikler olmadan genel nitelik diye bir şey olamaz’’ diyen Mao’ydu. Özel
nitelikler her belli bir çelişmenin özel doğasından ötürüdür. Bu doğa, tarihsel ve görelidir, gelişmeninhareketin her bir aşamasında, değişen koşullar itibarıyla değişir. Hiçbir durum durağan değildir. Tarihsel koşullarla ilişkilidir. Karşıtlar, çelişmenin esas ve tali yönleri, birbirine dönüşürler. Yeni eskinin yerini alır. Karşıtların birliği- özdeşliği koşullara bağlı, tamamıyla tarihsel, ölü değil, dinamik- geçici ve görelidir. Ve bu kesin ve mutlak mücadeleye yol açar. Denge- tekrar- durgunluk sadece sonuç itibarıyla görünürdeki vaziyettir. Karşıtlık- mücadele- sıçramalar- nicel nitel değişimler, her hareketin gerçeğidir. Burada sınıf mücadelesi, bilinçli değiştirme mücadelesi olmadan ‘’kaçınılmaz’’ olarak yeninin kendiliğinden, yani komünizmin evrimci bir yolda gelip egemen olabileceği sonucuna gidilemez. Vurgulanan, hareketin dinamizmidir. Karşıtların her bir yönü de, çelişme- nicel nitel değişimler içerir. Dolayısıyla hareket sadece karşıtların değil, karşıtların her bir yönünün de gerçeğidir. İlk ortaya çıktığından bugüne, kapitalizmin gelişmesi, aşamalara bölünmeyen tekdüze bir yürüyüş müdür? Statik tek bir hareket biçimi midir? Sermaye birikiminin her bir tarihsel dönemde özel bir niteliği yok mudur? Sovyet Deborin Okulu gibi şeyleri çelişki- mücadele- nicel nitel değişimler ötesinde, ufak tefek farklılıklar olarak izah edebilir miyiz? Kapitalizmin temel çelişmesi, gelişiminin her bir aşamasında, toplumsal üretim- şahsi mülk ekseninde (emek sermaye) içerikte aynıydı. Bu öze rağmen, tekelci kapitalizmemperyalizm gibi aşamalarda nitel değişimler ortaya çıktı. Mao’nun dediği gibi, bölünmeyen hiçbir şey yoktur. Bir ikiye bölünür, bu her şey için geçerlidir. Emperyalizm de, komünizm de bölünür, oralarda da hareket değişik aşamalardan oluşur. Maoist öncünün 1. ve 2. Kongresi bunları doğru özetledi. 3. Kongre aynı temelde yükselerek parti tarihinde yeni bir gelişme aşaması oldu. Materyalist diyalektik bilgi teorisinin gereğidir bu. Bilgimiz, pratikten doğdu. Yine pratik yoluyla sıçramalı ilerlemeler gösterdi. Marks’ tan Mao’ ya bu gelişme sürecinin nitel aşamaları açık değil midir? Ve sınırlanamayacağı, sıçramalı gelişmeler göstereceği açık değil midir? Pratiğe dayanan ve pratik yoluyla sıçramalar gösteren ve sonsuz bir gelişme süreci olan Marksist bilgi, Dühring vari bir kibir gösterisi değil, gelişen bir bilimdir. Bilgi hareketi sürekli derinleşip ilerleyen bir süreçtir. Akılcı okullara rağmen, o sona ermeyen bir harekettir. Her bir tarihsel bilgi, değişen nesnel gerçeğin gerisinde kalır. Her bilgiyi, tarihsel koşullarla ilişkisi içinde ele almayan, özünde sefil, böbürlenmecilerin anlamadığı budur. Nesnel dünyada gelişmenin her bir aşaması genel gidişata göre göreli bir durumu izah eder. Mutlak gerçek sonsuz bir akıştır. Bilginin de sonsuz bir hareketi vardır. Nesnel gerçeğe bağlı olarak derinleşen bilgiyi cehaletleriyle suçlayanlar olmuştur, olacaktır da. Biz diyoruz ki ‘’gerçeği öğrenmenin sonu yoktur’’. Herhangi bir durakta çakılıp kalmak ölümdür. Bilimimiz eylem kılavuzudur derken anlatılan budur. 3. Kongre doğru yoldadır. Tarihsel dayanaklarını, yeni sürecin, yeni özgünlüklerin de temellerini reddetmeden, yeniye yeniden başlangıç, gelenekten geleceğe yürüyüşü, devrim içinde devrim perspektifiyle ele almak durumundadır. Bilgi bir bilim sorunudur. Öğrenmek esastır. Kibir ve böbürlenmeyle gerçeklere kulak tıkamak ise kötüdür. Fikirler, tasarılar ve programlar hiç değişmeden kalamazlar. Kaypakkaya’nın da Mao’nun da öğrettiği budur. 3. Kongre önemli bir atılımdır. Tarihsel koşul ve değişimlerden öğrenen bir derinleşme eylemidir. Pratikbilgi- pratik- bilgi sonsuz döngüsü içinde, sürekli üst düzeylere yükselen diyalektik materyalist bilgi teorisini kavrama çağrısıdır. Öğrenelim ve öğretelim.
10 emek haber Yolsuzluk ‘operasyonlarının’ arka planında 1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
Oluşturulan bütçenin yaklaşık % 86. 5’i işçi ve emekçilerden alınan peşin vergilerden oluşturulurken, sadece % 7. 6’si sermaye gruplarından toplanan vergilerden alınıyor. Bu tablo bütçenin oluşturulması esnasında adil olmayan yol ve yöntemlerin izlendiğinin en açık göstergesidir Ülkemizdeki gündem 17 Aralık’ta yapılan yolsuzluk ‘operasyonu’ ile değişti. Yapılan bu ‘operasyonların’ mecliste bütçe görüşmeleri esnasında yapılması ise yaşadığımız ülkenin çelişkili şartlarını bize anlatması bakımından çok manidardır. Gazetemizin geçen sayısında değindiğimiz gibi, geçen ay emekçiler açısından çok önemli konuların gündemde olduğu bir ay oldu. Bilindiği gibi bütçe tartışmaları on günden fazla sürmüştü. Emekçiler açısından bir yıkım projesi olan 2014 bütçesiyle ilgili mecliste yapılan görüşmelerde, ilk tartışma gündemi bütçe görüşmeleri esnasında her sene göstermelik olarak sunulan Sayıştay raporunun sunulmamış olmasıydı. Bu durum egemen sınıfların kendi aralarında mevcut çelişkilerinin ne kadar derinleştiğinin göstergesiydi. Egemen sınıflar ezilenleri aldatmak için kurdukları kuruluşlara dahi güvenemez olmuştu.
Bütçeden en büyük pay güvenlik ve yargıya ayrıldı Yapılan bütçe görüşmelerinde ise en fazla pay güvenlik (asker, polis, güvenlik) ve yargı gibi sistem açısından kritik kurumlara ayrıldı. İnsanların zorunlu ihtiyaçları olan eğitim, sağlık, ulaşım, barınma, kültür gibi alanlara ise komik meblağlarda bütçe ayrıldı. BDP’li Hasip Kaplan görüşmeler esnasında yaptığı konuşmalarda yaklaşık bir
milyon sekiz yüz otuz bin kişinin güvenlik (polis, asker, jandarma, özel güvenlik, korucu) için istihdam edildiğini, buna karşın özellikle eğitim, sağlık gibi emekçiler açısından hayati önem taşıyan ihtiyaçların ise görmezden gelindiğini anlattı. Kaplan, yaptığı konuşmada ’Polis sayısı 264 bin 477, jandarma 181 bin 233, sahil güvenlik 5 bin 609, özel güvenlik 699 bin 945, korucu 82 bin, TSK 678 bin 617, toplam bir milyon 829 bin 881 oldu. 76 milyona böldüğümüzde, 40 yurttaşa 1 silahlı görevli düşüyor. 1 hakime 1 yılda 948 dosya, 1 hekime 633 hasta, 1 rehber öğretmene ise 941 öğrenci düşüyor’ dedi. Ayrıca oluşturulan bütçenin yaklaşık % 86. 5’i işçi ve emekçilerden alınan peşin vergilerden oluşturulurken, sadece % 7. 6’sı sermaye guruplarından toplanan vergilerden alınıyor. Bu tablo bütçenin oluşturulması esnasında adil olmayan yol ve yöntemlerin izlendiğinin en açık göstergesidir.
Ayakkabı kutularında dört buçuk milyon dolar bulundu Buna karşın iktidar partisi AKP ise bütçe görüşmelerinde her söz aldığında ‘milli irade’den dem vurdu. İktidar tarafından yapılan konuşmalarda özellikle ODTÜ ve Gezi Parkı Direnişlerine atıfta bulunularak ülkenin ‘kalkınmasının’ iç ve dış mihraklar tarafından engellendiği iddia edildi. Ezilenler açısından anlatılan bu masallar çok tanıdık. Çünkü egemen sınıflara göre ‘kalkınma’ verilen rakamlardan da anlaşılabileceği gibi kendi sömürü mekanizmalarını kurup, kendi güvenliklerini aldıkları bir tabloyu anlatmaktadır. Aynı tablo ezilenler açısından ise birçok zorunlu ihtiyacını gideremeyen insanların mağduriyetini anlatmaktadır. Yaşanan bu tartışmalar içinde ülke gündemi bir anda 17 Aralık’ta yapılan yolsuzluk ‘operasyonuna’ çevrildi. Yapılan ‘operasyonlarda’ aralarında bakan çocukları, üst düzey bürokratlar, iş adamları ve bir belediye başkanın da olduğu kişiler gözaltına alındı. Yapılan aramalarda
ayakkabı kutuları içine saklanmış dört buçuk milyon dolar para, çelik para saklama kasaları ve para sayma makineleri ele geçirildi. Gözaltına alınanların kara para akladıkları ve imara uygun olmayan arazileri, rüşvet karşılığında usulsüz bir şekilde imara açtıkları belirlendi. İlk etapta 22 kişi tutuklandı. Yapılan bu ‘operasyonun’ ardından aralarında Başbakanın oğlu Bilal Erdoğan’ın da olduğu iktidara yakın birçok kişi ile 40’a yakın kişi hakkında yakalama emri çıkarıldı. Ancak yapılan ilk ‘operasyonun’ ardından Gülen Cemaati’nin olası yeni hamlelerine karşı önlem alan AKP iktidarı, ilk olarak ‘operasyona’ katılan kolluk güçlerinin yerlerini değiştirerek kendine yakın kişileri göreve getirip kendine uygun bir manevra yaptı. Bu yakalama emri kolluk güçlerinin kendilerine verilen emirlere riayet etmemesi sonucu gerçekleştirilemedi. Ardından dosya so-
ruşturmayı yürüten ilk savcıdan alınarak başka bir savcıya verildi.
Kamu İktisadi Teşekkülleri iktidara yakın sermaye gruplarına peşkeş çekildi Yaşanan süreçte ülke kamuoyu özellikle ‘hukuk’,’yargı bağımsızlığı’ gibi konularda birçok tartışma yürüttü. Yolsuzluk gündemine dair önemli bir nokta da ülkemiz emekçileri açısından bir yıkım projesi olan 2014 bütçesinin görüşüldüğü esnada hakim sınıfların yaşadıkları çelişki nedeniyle birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya serdikleri bu tablonun gösterilmeyen ya da çeşitli yasalarla meşrulaştırılmış boyutudur… Gazetemizin bir önceki sayısında milletvekili maaşlarını ve gayri resmi kazançlarını ‘milli gelire’ oranladığımızda gelişmiş kapitalist İskandinav ülkelerinde bile bu oranın % 7. 6 iken ülkemizde ise %
KESK: ‘İş, ücret, yaşam güvencemiz KESK 19 Aralık Perşembe günü tüm yurtta “İş, ücret, yaşam güvencemiz için grevdeyiz” , “AKPMemur-Sen arasındaki toplu sözleşmeyi kabul etmiyoruz bütçeden payımızı istiyoruz” şiarıyla alanlara çıktı On binlerce emekçi ülke genelinde yolsuzlukları protesto eden eylemler yaparak AKP iktidarını istifaya çağırdı. Bütün illerde yapılan eylemlerde Halk Bank’ın önüne ayakkabı kutuları bırakıldı. İktidarın milyon dolarları götürdüğü gerçeğinden yola çıkan emekçiler; “Kayıplarımızın telafisi için her kamu emekçisinin maaşına en az 300 lira zam yapılsın.
Herkese iş ve ücret güvencesi sağlansın. Ek ödemeler emekliliğe yansıtılsın. Maaşlarımız vergi artışından etkilenmesin” sloganlarını haykırdı. İSTANBUL: Kamu emekçileri İstanbul’da Çapa ve Eminönü’nde bir araya gelerek Beyazıt Meydanı’na yürüdü. Aynı saatlerde Anadolu Yakası’ndan gelen kamu emekçileri de Sirkeci kolunda toplandı. KESK adına basın açıklamasını KESK Genel Sekreteri İsmail Hakkı Tombul okudu. Tombul devletin gerçekleştirmiş olduğu 19 Aralık, Maraş ve Roboski Katliamlarını hatırlatarak katliamların hesabını sormak gerektiğini belirtti. Ardından DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu kamu emekçilerinin grevini selamlayarak bir konuşma yaptı. Çerkezoğlu bütçenin işçiler ve emekçilerden kesilerek
oluşturularak sermayeye peşkeş çekildiğini ifade etti. ‘Operasyonla’ ortaya çıkan yolsuzluğu teşhir ederek yaşanan dalaşın emek karşıtı, halk düşmanı iki kutup arasında yaşandığını söyledi. “Ne bu dalaşın seyircisi olacağız ne de bu dalaşa dahil olacağız” diyen Çerkezoğlu, kokuşmuş düzeni işçi ve emekçilerin mücadeleyle yok edeceğini ifade etti. Konuşmaların ardından çekilen halaylarla miting sona erdi. ANKARA: KESK Ankara Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü İbrahim Kara yapılan eylem sırasında bir konuşma yaparak şunları söyledi: “2000’de siyasileri katledip yolsuzluklarının yolunu örenler bugün bir bir ortaya çıkacak. Adına ‘Hayata Dönüş’ dediler. 28 devrimciyi katlettiler. Baskı ve korku imparatorluğu yaratmak, kentleri emperyalist-
lere peşkeş çekmek amacıyla satmak için yaptılar tüm bunları. Buna karşı çıkan KESK’lileri F tiplerine kapatarak mücadelemizi engellemeye çalıştılar. Çorum’da, Amasya’da Eğitim-Senliler hukuksuz bir şekilde tutuklandı, gözaltına alındı. Her şeye rağmen güçleri yetmedi! Yetmeyecek! Geleceğimizi çalmaya çalışanlar şimdi birbirlerine yemekteler. Bu bir rant kavgasıdır. Bizler bu rant kavgasına karşı durmak için kol kola olmalıyız!” Ardından söz alan KESK Genel Başkanı Lami Özgen konuşmasına tüm emekçileri selamlayarak başladı. Özgen “ Bugün iktidara geldiği tarihten bu yana geleceksizlik, işsizlik ve güvencesizlikten başka bir şey vermeyen iktidara karşı hesap sormaya geldik. Halk için bütçe demeye geldik!” dedi.
emek haber
1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
yatan gerçekler döngüsünün nasıl sağlandığının defalarca kez itirafıdır 17 Aralık ‘operasyonu’. Bütçe görüşmelerinde Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de ifade ettiği gibi ‘özelleştirme gelirlerinin’ artması karşılığında kamu yararına faaliyet yürüten Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT)’nin iktidara yakın sermaye gruplarına peşkeş çekilmesidir. Yapılan göstermelik ihalelerde ise her türlü yolsuzluğun, entrikanın döndüğü ve son günlerde neden uygulanmıyor diye kıyametlerin koparıldığı burjuva hukukunun aynı zamanda hukuksuzluk olduğunun da itirafıdır.
ÖSS ve KPSS sınavlarındaki kopya ve şifre skandallarının mimarı Gülen Cemaati ile AKP iktidarıdır
56 olduğunu yazmıştık. Ayrıca ülkemizde milyarderler listesine kendinden daha büyük ekonomik güç olan ülkelerden daha fazla kişi koymasının da bahsedilen ‘milli gelirin’ paylaşımının ne kadar adil (!) olduğunun göstergesi olduğunu anlatmıştık… Bu durumun nedenlerinden bir tanesi ülkemizde egemen sınıfların rant ekonomisi politikası gütmeleridir. Ülkemizde son yılların moda söylemi olan ‘kentsel dönüşüm’ projelerinin egemen sınıflar açısından bir rant kapısı iken işçi ve emekçiler açısından ise çoğunun kötü şartlar içerisinde sürdürdüğü barınma hakkının gasp edilmesi dışında hiçbir şey ifade etmemektedir. Aynı şekilde işçi ve emekçilerden alınan vergilerle yapılan metro, havaalanı, karayolları gibi yapılar üzerinden rant ve rüşvet
Son dönemlerde el değiştiren büyük basın yayın organlarının, bankaların ve hastanelerin yaratılmak istenen yeni toplumsal gerçeklikte nasıl bir siyasal, ekonomik ve sosyal rol oynadıkları hepimiz malumatıdır. Yaratılmak istenen sopa ve manipülasyonla yaratılan bir modern ‘sürü projesi’dir. Dolayısıyla son yıllarda ülkemizde egemen klikler arasındaki çatışmanın farklı bir versiyonu olan Gülen Cemaati- AKP çatışmasından kaynaklı öğrendiğimiz ve dudak uçuklatan bu yolsuzluk rakamlarına şaşırmamak gerekir. Üstelik bu tablonun tek sorumlusu da AKP iktidarı değildir. Bu tablonun sorumlusu olarak sadece AKP’yi hedef tahtasına oturtmak en masumane deyimle safdillik olur. En basit örnekleriyle yakın zamanda ÖSS ve KPSS sınavlarında ortaya çıkan kopya ve şifre skandallarının mimarı olarak Gülen Cemaati ve AKP’nin ortak hırsızlıkları hafızalarımızda
yerini korumaktadır. Aynı şekilde ‘yolsuzluk karşıtı’ söylemleriyle oluşan muhalefeti ardına takmayı hedefleyen CHP ve MHP’nin yolsuzluk hikayeleri, oluşturulan bütçelerin, daha önceki hükümetlerce ayrılan örtülü ödeneklerin nasıl kullanıldığı, bu kesimlerce yaratılan rantiyenin yakınlarına nasıl peşkeş çekildiği emekçilerin hafızasındaki yerini korumaktadır. Ortaya saçılan yolsuzluk, rüşvet, rantiye ve talanlar bu köhnemiş düzenin geçmişidir, geleceğidir. Sadece ‘operasyonlarda’ ele geçirilen altınlar, ayakkabı kutuları içinde saklanan paralar değil tüm mal varlığınız, yatlarınız katlarınız, sahip olduğunuz holdingler, malikaneler ve yakınlarınıza yedirdiğiniz rüşvetler hepsi ama hepsi asgari ücretle sefalet koşullarında yaşamaya mecbur kıldığınız, sağlık, eğitim, ulaşım ve barınma haklarını elinden aldığınız milyonlarca emekçinin çalınan alın teridir, emeğidir ve geleceğidir. Dolayısıyla bu sistem içerisinde yer alıp da bu dönemsel çelişkilerini bize ‘temiz toplum’ istiyoruz diye yutturmaya çalışan Gülen Cemaati ile CHP ve MHP gibi bu sistemin diğer unsurları da bugün AKP’ ye söyledikleri gibi hırsızdırlar ve soyguncudurlar. Çünkü bu hırsızlık, soygun ve talan politikası kapitalist sistemin yaşam felsefesidir. Tarihidir. Bu tarih ‘bozuk düzende sağlam çark olmaz’ diyen Pir Sultanlar ile ’Yanlış yaşam doğru yaşanmaz’ diyen Adorno’yu1 haklı çıkarmıştır. 1
Frankfurt okuluna mensup olan Theodor Adorno’nun Minima Moralia’da yabancılaşmanın derinlikli tarifini anlattığı bu söz aynı zamanda ‘sahtelik içinde doğru yaşam olmaz ‘diye de çevrilir.
için grevdeyiz’ İZMİR: Eylemde “Yolsuzluk ve yoksulluk düzenine hayır!”, “İnsanca bir yaşam, emekten yana bütçe!”, “Yolsuzluğa değil emekçiye bütçe!” şiarlı pankartlar taşındı. Açılan pankartlarda yolsuzluk ve bütçe vurgusu öne çıktı. 19 Aralık gününün bir katliam günü olduğunu, ülkenin en onurlu, en yiğit insanlarının devlet tarafından hapishanelerde katledildiğinin belirtildiği açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Kurduğunuz karanlığın parçası olmayacağız, savaşın-rantın-sömürünün, gericiliğin bütçesin kabul etmeyeceğiz. Emeğin, halkın olmayan bu bütçeyi derhal çekin” BURSA: Bursa’da yapılan eyleme “Hırsız var” sloganları damgasını vurdu.
Halk Bank’ın önünden geçerken eyleme katılanlar yanında getirdikleri ayakkabı kutularını bankanın önüne bıraktı. Yolsuzlukları teşhir eden konuşmaların ardından yürüyüş devam etti. Taksim Gezi Parkı’nda yapılan eylemlere ilişkin İçişleri Bakanı Muammer Güler’in söylediği “Çocuklarınıza sahip çıkın” sözleri hatırlatılarak “kızlı-erkekli kalıyorlar diye bastığınız hiçbir evde, para sayma makinesi, sayısız para kasası, milyon dolarlar çıkmadı. Çocuklarına sahip çıkması gereken birileri varsa sizlersiniz. Şimdi biz sizlere söylüyoruz, çocuklarınıza sahip çıkın, bu ülkenin geleceğini talan etmelerine izin vermeyeceğiz” denildi.
ADANA: Adana’da düzenlenen eylem polis barikatıyla engellenmeye çalışılsa da emekçiler, “Emekçiye değil, çetelere barikat!” , “Baskılar bizi yıldıramaz!” , “Faşizme karşı omuz omuza!” sloganlarıyla polisin tavrını protesto etti. Meydana gelindiğinde KESK, DİSK, TMMOB ve TTB tarafından hazırlanan ortak basın açıklamasını SES Genel Başkanı Dr. Çetin Erdolu okudu. Erdolu, “Bu düzende hangi taş kalksa altından yolsuzluk, kokuşmuşluk çıkıyor. Ülkeyi 11 yıldır fitne fesatla yönetenlerin tüm pislikleri ortada” diyerek hesap sorulması gerektiğini belirtti. Açıklamada ayrıca KESK’li tutsakların durumuna da dikkat çekildi.
11
FIRAT AKSA’da hak gaspları devam ediyor Dersim’de bulunan FIRAT AKSA Şirketi’nde çalışan işçilerin 38 gün süren grevinin sonucunda işçilerin talepleri kabul edilerek FIRAT AKSA şirketiyle Enerji-Sen arasında bir protokol imzalanmıştı. FIRAT AKSA Şirketi aradan 2 ay geçmesine karşın anlaşmanın gereklerini yerine getirmiyor Bilindiği gibi Dersim’de FIRAT AKSA Şirketi’nde çalışan Enerji-Sen üyesi işçiler alacakları ve hakları için 38 gün süren bir grev yapmış ve grev kazanımla sonuçlanmıştı. Ancak aradan 2 ay geçmesine karşın, FIRAT AKSA Şirketi anlaşmanın hükümlülüklerini yerine getirmedi. Dersim’de FIRAT AKSA Şirketi’nde çalışan işçiler geçtiğimiz aylarda “güvenceli iş insanca bir yaşam” şiarıyla greve gitmiş, 38 gün grev yapmıştı. AKSA yöneticilerinin işçilerin taleplerini grevin 38. gününde kabul etmesi üzerine, işçilerin üye olduğu Enerji-Sen ile AKSA yöneticileri bir anlaşmaya varmış ardından işçiler grevi sonlandırmıştı. Sendikayla şirketin anlaşma maddeleri grevin sona ermesinin üzerinden iki aya yakın süre geçmesine karşın, FIRAT AKSA Şirketi tarafından üzerinde anlaşma sağlanan maddeler hala hayata geçirilmediği gibi bu yönlü herhangi bir çaba da sarf edilmedi. Geçtiğimiz haziran ayında Dersim’de taşeron şirketlerin çalışmasına son verilmiş, FIRAT AKSA Şirketi taşeronları devreden çıkararak iş yükünü kendi sorumluluğuna almıştı. FIRAT AKSA iş yükünü kendi sorumluluğuna aldığı gün onlarca işçiyi ve bir mühendisi işten çıkarmış, işçilerin toplu olarak greve gitmesi sonrası şirket geri adım atmıştı. Sonrasında işçilerin ve mühendisin işe geri alınacağına dair FIRAT AKSA şirketiyle, Enerji-Sen arasında bir protokol imzalanmıştı. İmzalanan protokolün üzerinden altı ay geçmesine karşın, işten çıkarılan mühendis hala işe alınmadı. FIRAT AKSA Şirketi iş yerinde mühendis eksikliğini işten çıkarılan mühendisle gidereceğine dair protokol imzalamasına karşın başka mühendisleri işe alıp, işçilere verdiği destekle ve işçilere dönük yanlı tutumuyla tanıttığı mühendisi işe almadı. Yine FIRAT AKSA taşeron döneminden kalan tazminat ve yıllık izinlere halen bir çözüm getirmedi. FIRAT AKSA Şirketi herhangi bir biriminde var olan işçi eksikliğini gidermedi. Çalışan personellere halen temel iş güvenliği malzemeleri temin edilmiş değil. FIRAT AKSA Şirketi’nde çalışan personele şirket tarafından yemek ücretleri verilirken, yemek ücretlerinin maaşa yatırılmasına dair karar alınmasına karşın, şirket hala yemek ücretlerini SODEXO kartlara yatırmamaya devam ediyor.
FIRAT AKSA her türlü hukuku çiğniyor FIRAT AKSA Şirketi Dersim merkez, ilçe ve beldelerinde bünyesinde çalışan işçilere verdiği SODEXO kartlarla yemek imkânı sağladığını ifade ediyor. SODEXO Motivasyon Çözümleri A.Ş www.my-sodexo.com sitesinde üye kuruluş listesi bölümünde, SODEXO kartla anlaşmalı olan iş yerleri gösteriliyor. Bu iş yerleriyle yaptığımız görüşmelerde SODEXO kartını tanımadıklarını ve bu kartla herhangi bir anlaşmalarının olmadığını ifade etti. Yine ismi geçen market lokanta vb. iş yerleri üzerine yaptığımız araştırmalarda bazı iş yerlerinin gösterilen adreslerde bulunmadığı da ortaya çıktı. Hukuku çiğneyenlere karşı mücadelelerine devam edeceklerini belirten DİSK Enerji-Sen üyesi FIRAT AKSA İşçileri kazanılan haklarının takipçisi olacaklarını ifade etti.
1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
İlerleme azmi ve sel olduğu karara bağlanmış değildir, Partinin 3.Kongre’deki bağlanmamıştır. Buralardaki kavrayış yenilikler-değişimler sorunları gerilik tartışmasından vb anlamında girdiği süreci uzaktır. Karşı çıkışın en güçlü hali anlamak elzemdir. Hem kavrayarak ve bilerek karşı muhtemel eksiklikleriçıkmaktır nin giderilmesi bakımın- Biz devlete karşı çıkarız. Düzenin gerici faşist düzen olduğunu ifade ederek dan ve hem de ileri onun devrimci yoldan değiştirilmesini seviyenin daha güçlü uy- görev addederiz. Devlete, gerici hakim sınıflar düzenine niçin karşı çıktığımızı gulanması bakımından açıklıkla biliriz. Tarihsel mirastan aldıdevrimci itiraz kültürü veya karşı süreci anlamak yaşam- ğımız çıkış toplumları günümüz toplumuna sal önemdedir taşıyan ve tarihin tekerleğinin ileri döKavrayış herhangi bir sürecin, gelişmenin, çelişkinin, birliğin ve benzerinin doğru anlaşılması bakımından temel bir ihtiyaç olduğu kadar paranın öteki yüzü misali büyük bir problemdir de. Bunun böyle olduğu yüzlerce pratik ve tecrübede hemen her gün herkesin karşısına çıkan örneklerde sabittir. Genel geçer tarifle kavrayış; olgu, olay veya bahse konu olan herhangi bir şeyin objektif gerçeğe uygun olarak ve elbette dış görünümü kadar iç yüzünün de diyalektik yöntem ve materyalist felsefi bakış açısıyla doğru anlamak ya da tanımaktır denebilir. Kavrayış derinliği ileri, kavrayışsızlık ise geri çeker. Tabii ki kavrayış probleminden kastımız kavrayış hatası veya eksikliğinden başka bir şey değildir. Kavrayışsızlık olarak da ifade ettiğimiz bu problem (yani kavrayış sorunu) her durumda yalın olarak bir geriliği, yetersizliği ve eksikliği ifade etmez. Kavrayış sorunu farklı bakış açılarını da ihtiva eden bir betimlemedir. Kavrayışlar arasındaki farklılık ileri/geri olabileceği gibi, bu tartışma dışında farklı pencerelerden bakmayı da anlatır. Yani her kavrayış sorunu çıplak olarak bir geriliktir demek değildir. Her halükarda fikirler arasında vb bir denge olmayıp ilerilik gerilik, doğruluk yanlışlık, bilimsellik idealistlik vb vs gibi nüanslar olsa da kavrayış sorunundan kaynaklı ortaya çıkan yaklaşım sorunlarında bu ilerilik gerilik her zaman görülecek kadar berrak değildir. Olguya iki farklı açıdan yaklaşımı ifade eden kavrayış sorunları arasında ilerilik gerilik tartışması esas değildir. Bazen hangi fikrin bilim-
nüşünü hızlandıran bir roldür. Niçin ve neye karşı çıktığımızı çok iyi bilmekte hiçbir muğlaklık taşımamaktayız. Biz aynı zamanda bazen kendimize de karşı çıkarız. Bunun iki biçimi var. Biri kendi hatalarına yönelen kendi kendini eleştiride karşılık bulan eleştirel tutumdur veya kendine karşı çıkıştır. İkincisi bizden olduğu halde kendisini özeleştirinin dışında tutan ve sadece tarihin başarılı yanlarında ortaklık kabul eden çarpık bilinç ve anlayıştır. Bu anlayış başarıları sahiplenir, başarısızlıkları sahiplenmez. Bu kesim her olumsuzluğu kendi dışında arar, kendisini hatalardan vb muaf tutar. Tabiatıyla hataları hep dışında arar. Yani ‘’bizi’’ eleştirir ama kendisini ‘’biz’’ içinden çıkarır. Bu parti içinde tipik itirazcı kültürdür. Bu kültür bir bakıma ve yer yer alışkanlığa da dönüşmüş durumdadır. Bu itirazcı kültür kavrayıştan bağımsız olarak ve kavrayış sorunundan da bağımsız olarak karşı çıkmayı adeta meslek edinmiştir. İlk refleksi karşı çıkmak, eleştirmek, beğenmemek olur. Karşı çıktığı şeyi inceleme, anlama, öğrenme zahmeti duymadan karşı çıkar peşinen. Bu bahsini ettiğimiz tipik itirazcı kültürdür. İyi değil, kötüdür. Bu kültür taşıyıcıları mücadele tarihi boyunca izlediği seyir açısından itiraz profilini çıplak biçimde ortaya koyar. Oysa karşı çıkış veya itirazın en güçlü hali kavrayarak, bilerek karşı çıkmaktır. Tersi karşı çıkanı zayıflatmakla da hatalıdır. Birleşmeme, birleşmeye gayret etmeme, aynı pencereden bakmaya çabalamama, baktığı pencerenin kuyunun ağzı olduğunu bir türlü idrak etmeme, hep aynı pozisyondan bakma, halinden memnun olarak statükoyu
sürdürme ve değişim gibi zorlu bir işten kaçınıp kolaycılığa başvurma, dolayısıyla da ‘’her dağda aynı türküyü söylemeye’’ devam etme vb vs bu özelliğin belirtilerindendir. Bunların karşıtını üstlenen, her şeye ve hep karşı çıkmayı hüner sanmak, karşı çıkarak önemli işler yapıldığı algısına sahip olmak, bazen başka bir iş yapılamadığı için itiraz etmeye zorunlu eğilim göstererek bu davranışı alışkanlığa çevirme, hiçbir şeyi beğenmeme ama neden beğenmediğini bilmeme, statüko ve kalıpların arkasına sığınarak savunmaya geçmek, değişmezlere sahip olmak, bu bağlamda da bilimsellikten uzak durup manevi ve duygusal bağlılık taşımak, karşı çıkışı görev ve önemli bir iş sanmak, ezbere dayalı karşı çıkış gösterildiği için karşı çıkışta muhtemel olan
haklılık pozisyonunu da gölgeleyerek zayıflatmak, bütün bu çerçevede kendisini dışta his etmek ve birleşip bütünleşememe hastalığı vb vs bu itirazcı kültürün diğer özellikleridir… Bilimsel zeminde doğru metotla sergilenecek karşı çıkış son derece değerli bir eylemken, ön yargı kamburuyla sergilenen peşin hükümlü ezberci ve itirazcı kültüre dönüşmüş olan karşı çıkışlar hiçbir yapıcı-olumlu yan taşımaz. Bilakis nüfuzu oranda yıkıcı, bozucu, tahripkar rol oynar. Karşı çıkış alışkanlığında ‘’itirazcı kültürden’’ olumsuz olan bir nitelik daha var ki, bu nitelikli mücadeleden kaçışın kılıflanarak kamufle edilmesidir.
Karşı çıkış haktır fakat bilimsel özde olması kaçınılmazdır Uzun sözün kısası, şayet bir itirazımız
perspektif
e itirazcı kültür!
olacaksa neye ve niçin itiraz ettiğimizi bilmek durumundayız. Karşı çıkışımızın altını boş bırakmamamız lazım. Her şeyi sebepleriyle birlikte açıklamamız lazım. Aksi halde paradokstan paradoksa koşmaktan kurtulamayız. Kimsenin yüzde yüz doğru veya yüzde yüz hatalı olduğu söylenemez. Bilimde buna yer yoktur. Bilindiği üzere Parti 3. Kongresini gerçekleştirdi. Daha da önemlisi bu kongrede çok ciddi, köklü değişimlerin gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bu köklü değişiklikler veya yenilikler anlaşılır biçimde belli bir eleştiriye maruz kalsa da genel olarak itirazcı kültürün bir itiraz ve eleştirisi vardır. Partinin 3.Kongre’deki yenilikler-değişimler anlamında girdiği süreci anlamak elzemdir. Hem muhtemel eksikliklerinin
giderilmesi bakımından ve hem de ileri seviyenin daha güçlü uygulanması bakımından süreci anlamak yaşamsal önemdedir. Karşı çıkış ve eleştiri nasıl ki sağlam gerekçelere dayanmak durumundadır veya karşı çıkışını bilerek-neye ve niçin karşı çıktığını bilen bir karşı çıkış olması gerekiyorsa, öyle de eleştirileri veya karşı çıkışı eleştiren karşı yaklaşımda aynı biçimde sağlam zeminde eleştirileri çürütmelidir. Kaba değerlendirmelerle yetinmek doğru olmaz. “Bunlar zaten itirazcı kültüre sahiptir” vb vs diyerek meseleyi savuşturmak cılız olur. Dolayısıyla eleştirilerin neden hatalı olduğunu bilimsel zeminde ortaya koymak gerekir. Bu bağlamda tartışmaya geçersek; eleştirilerin en önemlilerinden biri Türkiye-Kuzey
Kürdistan’daki toplumsal sistemin egemen niteliğinin kapitalist olarak tespit edilmesidir. Kısacası, eski görüştespit olan yarı-sömürge/yarı-feodal toplum belirlemesi, kapitalist olarak değiştirilmiş oldu. Bu noktadaki yeni tespit fiilen devrimimizin aşaması, niteliği, stratejisi ve bunlar ekseninde bütünlüklü bir program değişikliğini gündeme getiren değerdedir. Bu bağlamda Sosyalist Halk Savaşı (SHS) stratejisi belirlemesi de öne çıkan itiraz noktalarının başında gelen belirlemedir. Bu meselede eleştiriler karşısında partinin görüşünü savunma adına açıklayıcı olmak şarttır. Ancak yeni sosyo-ekonomik yapı tahlilinin makul gerekçeleri veya SHS’nin objektif gerekçeleri vb açıklanırsa ikna edici olabilir ve eleştiriler çürütülebilir. Elbette bütün bu meselelere ilişkin gerekli açıklamalar 3. Kongre Belgeleri olarak basılan kitapçıkta mevcuttur. Ancak ayrıntılı tartışmalarda bu gerekçe veya izahatlar daha geniş ya da doyurucu halde ortaya konabilir. Bu vesileyle sürekli tartışmalıyız. Kongre çizgisinin kavranıp kavratılması meselesi de bu süreçle olanaklı olacaktır. Belirtelim ki, belli bir süre kampanya şeklinde tartışmaların devam ettiği süreç olacaktır. Yani 3. Kongre Kararları veya çizgisinin kavranıp kavratılması eylemi belli bir süreci kapsayacaktır. Hareket elbette bu süre içinde tartışacaktır. Aksi halde kongre kararlarını tartışmaya sunma, tartışma ve dolayısıyla değiştireme vb süreci işletmeyecektir. Yeni alınan kararların objektif olarak uygulanmaya ve savunulmaya ihtiyacı vardır. Bu merkezi yapı ve disiplinin de yüklediği görevdir. Bu görev kimse tarafından değiştirilemez, kaldırılamaz.
Eleştirilere karşı sekter yaklaşımların sergilenmesi de benimsenemez Eleştiri ve tartışmaların yoldaşlık hukuku içinde düzeyli olarak yürütülmesi ihtiyaçtır. Yıkıcılığa vardırılan eleştiriler eleştiri olarak değil, yıkıcı tutumlar olarak kabul edilecektir. Aynı biçimde eleştirilere karşı sekter yaklaşımların sergilenmesi de benimsenemez. Eleştiride genel bir özgürlük eğilimi olmalıdır. Ama eleştiriler de ölçülere sahip olmalıdır. Yıkıcı ve saldırı içerikli olan eleştirileri duymazdan gelme yaklaşımı esastır. Bazılarına zorunlu yanıtlar vb
verilse de esasta bu eleştiri tarzını muhatap almamak en doğrusudur. Yapıcı ve sertte olsa ideolojik-politik nitelikteki eleştirilere ise kesinlikle saygı gösterilecektir, gösterilmelidir. Nasıl ki, 3. Kongremizde alınan kararların birçoğunda veya mevcut sonuçlar hakkında farklı fikirler vardıysa ve bunlar eleştirel tutum alarak parti içinde demokratik haklarını kullandıysa, öyle de dışımızdan, çevremizden veya altlardan bu tarzdan eleştiriler yükselebilir. Bu son derece normal ve hatta gerekliliktir. Hareket içinde farklı fikir ve fikirler arası mücadele varken, dışarıdan gelen eleştirileri asla yadırgayamayız. Kişileri teşhir eden, karalama ve yıpratmaya tenezzül eden eleştiriler kabul edilemezdir. Rencide edici, küçük düşürücü veya hor gören eleştiriler esasta bozuk tarzı ifade eden eleştiri tarzıdır. Bu eleştiri tarzına prim ve değer verilemez. Diğer eleştiriler son derece rahat ve demokratik bir ortamda yapılacaktır. Genel olarak eleştirilere açık olup eleştiriyi teşvik etme doğrudur. Eleştiriler kendimizi daha eksiksiz ve daha etkili ifade etmenin de zeminidir. Kendimizi tam doğru anlatamadığımız zaman gündeme gelen eleştiriler vesilesiyle daha doğru ifade etme olanağı bulmuş oluruz. Doğru eleştirinin faydalarından biri de hiç kuşkusuz ki budur. Yoldaşların eleştirisi hataları düzeltme hedefli olmalıdır. Sorumsuz eleştirilerden sakınılması en doğrusudur. Bazı eleştirilerin anlamsız veya ciddi olmadığını söylemek mümkündür. Bunlar salt kötülemeye dönüktür. Tumturaklı laflar olarak ifade edilirler ama gerçek yaşamda karşılıkları yoktur. Partimiz kadrosundan sempatizanına kadar sağlam bir iskelete sahiptir. Eleştiri ve hatta saldırılar karşısında göğüs gerecek bileşenimiz her düzeyde ve her zaman vardır. Dolayısıyla bugün 3. Kongre vesilesiyle gündeme gelecek art niyetli eleştiriler karşısında veya sisli hava yaratıp bundan faydalanmak isteyenlerin saldırılarına karşı partimizi savunacak parti militanları her zaman mevcuttur. Ne saldırıya uğramaktan ne de iftiralara maruz kalmaktan korkuyoruz. Yazımızın sonraki bölüm/bölümlerinde 3. kongremizle ilgili değerlendirmelere, gidilen köklü değişikliklere veya bu zemindeki yeniliklere değinmeye devam edeceğiz.
14
dünya haber
1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
Suriye’deki gelişmeler neyi içeriyor İçinden geçtiğimiz şu günlerde Irak- Suriye merkezli gelişmeler yaşanmaktadır. Cenevre 2. Zirvesine doğru yaşanan bu gelişmelerin ortaya çıkardığı anlam durumun anlaşılmasını sağlayacaktır
AKP hükümeti verilen desteklerin kısıtlanması bağlamında sıkıştırılmaktadır ABD Cenevre sürecine kadar bu güçleri gerileterek Suriye muhalefetin askeri ayağını yeniden tesis etmek istiyor. Akabinde Suriye muhalefeti ile Cenevre’ye giderken elinin güçlü olmasını istemektedir. Bu çerçevede yeni yapılandırmaya yön verme veya yönelimin dezavantajlı yanlarından dolayı daha fazla kenarda kalmamaya özen göstermektedir. Bunun için AKP hükümeti de verilen desteklerin kısıtlanması bağlamında sıkıştırılmaktadır. Türk hakim kliği ise bunun kendi altındaki toprağın çekip alınması anlamına geldiğini bilmektedir. Harakiri yapmaya pek niyetli değildir. ABD’nin Cemaat eliyle yaptığı hamlelerin içerisinde bu durumunda bir yeri var. Irak Şam İslam devleti hem Irak’ta hem Suriye sahasında etkinlik göstermektedir. Irak’taki birçok kitle katliam eyleminde bu gücün önemli bir rolü bulunmaktadır. Hem güney Kürdistan’da hem Irak merkezi ve Şii bölgesinde yapılan saldırılar ABD’nin belirli düzeyde oturttuğu ilişkilerin istikrarı için de tehlike yaratmaktadır. Bu anlamda sadece Suriye sahasındaki gelişmeler ve Cenevre 2.Zirvesi düzeyinde kalmayan yönelimdeki gelişmeler ABD’yi sürüklemektedir.
Suriye’nin faşist iktidarına karşı ezilen hakların talebinin emperyalistler ve onların bir dizi uşağı tarafından farklı eksene kaydırıldığı gerçeği aklı kör olmayan herkesin görüp anladığı bir olgudur. Süreç başlarken ömür biçilen Esad rejimi, gelişmeler gösterdi ki algı yönlendirmenin ötesinde değişimlere rağmen kendini korudu. Bu emperyalist bloklar arası dengeler ve anlaşmaların sonucuydu elbette. Suriye bloklar arası mücadelenin bir alanı durumundadır. ABD’nin oluşturduğu Suriye’nin dostları ve Suriye güçleriyle varmaya çalıştığı sonuca varamadı. Aksine kendisi açısından katlanarak büyüyen yeni sorun ve güçleri yarattı. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) zaman içinde bütün askeri gücünü kaybetti. Daha doğrusu ÖSO olarak oluşturulan irili ufaklı güçler ittifakı, El-Nusra ve Irak-Şam İslam devleti ve bu eksendeki El-Kaide’yle direkt ilişkili veya çıkar ortaklığıyla farklı bir eksende gelişmeye başladı. Şimdi ÖSO diye bir yapılanmanın çıkışıyla şimdiki hali ele alındığında aynılığından bahsetmek mümkün değil, ÖSO adı altıda koordine edilen farklı çıkar grupları, bürokratik ve eski ordu komutanları ve askerinin üzerinden yürütülen konsept bir hayli değişmiş durumdadır.
Suriye politikası çöken ABD’den yeni hamleler
İran elindeki imkanlarıyla Esad’a destek vermektedir Bu değişiklik ABD’nin hesap ettiği çıkarlarını direkt bozan bir karakter taşımaktadır. ABD’nin yaratmak istediği Suriye, çıkarlarına çok kapsamlı olarak hizmet edecek güçlerin iktidarlaşmasıydı. Arada tolere edilebilecek sapmalı hareketlere karşın, esasın bu şekilde tasavvur edilmesiydi. Yine buna bağlı olarak Rusya boyutuyla ortaya çıkan Rus ve Çin merkezli bloğun, ABD’nin Ortadoğu alanında birer birer iktidara kendine biat edecek güçleri getirmesinin yaratacağı, alan daralması ve oluşacak Ortadoğu realitesiyle, ciddi derecede diğer nüfuz alanlarını ve politikalarını emperyalist varlıklarının gelişimi üzerinde etkiledi. Bu nedenle başından beri askeri işgali önleyen bir pozisyonda durarak dış baskılanmayı zayıflatmıştır. Verdiği her türlü destekle de surecin aşılmasında ve gelişmelerin ivme yönünün değişmesinde büyük bir etkinlik ortaya koymuştur. İran ise ABD’yi bu kadar çevirmeyi atlatamayacağını bilmektedir bunun için elindeki olanaklarıyla Esad’a destek vermektedir. Yine bu desteğin biçimi olarak İran devrim muhafızlarının Suriye’de savaşa katıldıkları aleni bir gerçektir. Aynı zamanda Lübnan’da, denklemdeki deği-
şikliklerle hedef olduğunu ve iktidarı yitirebileceği gerçeğini görerek Hizbullah’la savaşın içinde aktif olarak cephede yer almıştır. Irak Şam İslam Devleti ve El-Nusra ve küçük hareketler çete özelliği olan baskın gruplarla ortak hareket etmektedir. Durumda hesaplanan ve ortaya çıkan arasındaki açı farkından dolayı bu hareketlerin gelişmesi bir sorun olarak görülmektedir. Ve emperyalistler arasında varılan uzlaşı-
dan dolayı yeni çerçeve yöneliminden dolayı hedef olan bir hale geldiler. Cenevre 2. Zirvesi olan paylaşımın düzenlenmesi konferansını bu güçler tanımamaktadır. ABD’nin elindeki askeri güçler olarak ÖSO’yu gerileten, dönem dönem onlara saldırıp tasfiye eden, onların elindeki kentleri denetimine aldığında farklı yönelime giren bu güçler avantajdan ziyade dezavantaj yaratmaktadırlar ABD için.
Irak, Suriye sınır bölgesinde IŞİD kamplarına Irak ordusunun yaptığı hava saldırılarıyla kamuoyuna paylaşıldığı kadarıyla 2 kampın imha edilmesi bu yönelimin sonucudur. Zaten ABD yeni verdiği füzelerle yapılan bu hafif savaş durumunu açık biçimde ortaya koymaktadır. ABD Irak ordusunu da devreye koyarak bu hareketleri denetimine alıp, gücünü kırmak için bir seferberlik içerisindedir. Bu, benzer başka tipten ‘operasyonların’ öncü tutumu olabilir. Diğer taraftan Kürt Yüksek Konseyi’nin Suriye muhalefeti adına katılmaması bu konuda Kürt Yüksek Konseyi olarak katılma talebi de ABD açısından dezavantajdır. ABD bunda bir denge sağlamak için Barzani’nin nüfuzunu kullanmak istiyor. Kürt güçlerinin ortak katılması Kürt konseyi adına PYD istemektedir. Barzani’nin bu yönelimi mevcut tabloda ABD nüfuzuna çekmesi zorken bazı politika ve yönelimlerin oluşması da etkinliği de olacaktır. Tüm bu durumlarla beraber Suriye yönetiminin Rojava’nın özerkliğini tanıyacağına dair Cenevre öncesi adımı ve Rusya’nın Kürt hareketleriyle ilişkileri önemsemesi ve 2. Cenevre Zirvesi’ne katılmaları gerektiği noktasındaki yaklaşımı şu anda yaşanan gelişmelerin Rusya ve Esad’ı geriletecek düzlemde gözükmemektedir. Nitekim alt yapısı Rusya’ya ait olarak Akdeniz’de Suriye suları içinde petrol arama ve uzun vadeli temelde anlaşma Rusya’nın oluşacak tablodaki nüfuzunu gösteren açık bir örnektir.
dünya haber
1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
Güney Kore’de demiryolu işçilerine baskılar sürüyor Güney Kore’de özelleştirmeyle birlikte haklarının gasp edilmesine karşı direnen demiryolu işçilerinin grevine hükümet, 130 sendikacıyı tutuklayarak karşılık verdi. DİSK Güney Kore Konsolosluğu önünde bir eylem yaparak Güney Koreli demiryolu işçilerinin yanında olduğunu belirtti Güney Kore’de devlet, demiryolu işçilerinin mücadelesini baskılar ve tutuklamalarla engellemeye çalışıyor. Haziran ayından beri ‘yeniden yapılandırma’ adı altında yürütülen özelleştirme programına karşı mücadele eden Kore Demiryolu Şirketi (KORAIL) işçileri devletin tüm baskılarına karşın, mücadeleden vazgeçmiyor. Hükümetin demiryolu işçilerinin taleplerini görmezden gelmesi ve işçilerin kazanılmış haklarını gasp ederek özelleştirme programına devam etmesi sonucunda işçiler, 9 Aralık’ta greve çıkma kararı aldı. İşçilerin mücadelesini bastırmak isteyen hükümet ILO sözleşmelerine aykırı davranarak grevi yasa dışı ilan etti ve greve saldırılarla yanıt verdi. 7 bin işçiyi işten atan hükümet, sendikacılar hakkında da tutuklama kararı verdi. 5 bin polis Kore Sendikalar Konfederasyonu Genel Merkezi’ni basarak aralarında Belediye İşçileri Sendikası, Öğretmenler Sendikası ve İnşaat İşçileri Sendikası Genel Başkanları’nın da bulunduğu130 sendikacıyı tutukladı.
DİSK’ten Güney Koreli işçilerle dayanışma mesajı Öte yandan işçilerin en meşru hakları olan grev haklarına dahi saldıran Güney Kore hükümetini kınayan DİSK, Okmeydanı’nda bulunan Güney Kore Konsolosluğu önünde bir eylem yaptı. Disk üyeleri eylem sırasında Korece ve Türkçe “Koreli İşçiler Yalnız Değildir” pankartı ile “Yaşasın proletarya enternasyonalizmi” , “Kore Demiryolu İşçileri Sendikası (KRWU) yalnız değildir” yazılı dövizler taşıdı.
15
Avrupa’da 19 Aralık Katliamı unutulmadı 19 Aralık Katliamı Avrupa’nın birçok yerinde aralarında Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu (ADHK)’nun da aralarında bulunduğu devrimci, demokratik ve yurtsever kurumlar tarafından yapılan eylemlerle lanetlendi 19 Aralık Katliamı’nın 13. Yıl dönümünde Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu (ADHK), ATİK-UPOTUDAK, Bir-Kar, Yaşanacak Dünya ve AÖTDK “19 Aralık’ı unutmadık, unutturmayacağız” başlığını taşıyan ortak bir açıklama yayınladı. Bundan 13 yıl önce 19-22 Aralık 2000 tarihinde, devrimci tutsakların kaldığı toplam 22 hapishanede, tarihin en büyük katliamlardan birinin gerçekleştirildiği ve toplam üç gün süren bu katliam sırasında 28 devrimci tutsağın katledildiği, yüzlercesinin ağır biçimde yaralandığı ifade edildi. Devrimci tutsakların tam bir vahşet örneği sergilenerek, tedavileri dahi yapılmadan çeşitli şehirlerdeki F tipi hapishanelere götürülerek, birer tabutluk olan hücrelere konulduğunun belirtildiği açıklamada, saldırının bilinçli, planlı ve hedefli yapıldığı kaydedildi.
163’ü ağır 544 hasta tutsak hapishanelerde tutuluyor Saldırının temel hedefinin devrimci tutsakların iradesini kırmak ve onları teslim almak olduğu ancak faşizmin bunu başaramadığı kaydedilen açıklama, “AKP dönemi: tecrit, işkence ve teslim alma saldırısına kesintisiz devam! Dinci-gerici AKP hükümeti de hapishaneler konusunda kendinden önceki hükümetleri aratmayıp; tecrit, işkence ve teslim alma saldırılarını kesintisiz devam ettirmiştir. AKP döneminde politik tutsakların sayısının düşmesi bir yana, tarihin en yüksek rakamına ulaşmıştır. Sayıları on bini geçen politik tutsaklardan 164’ü ağır ve ölümcül olmak üzere, toplam 544 tutsak hasta veya yaralı durumdadır. Hasta ve yaralı tutsaklar serbest bırakılmak şurada dursun, tedavileri dahi engellenmektedir. Devrimci tutsaklar hala F tipi hapishanelerdedir. Faşizmin F tipi hapishanelerinde devrimci tutsakları teslim alma politikası kesintisiz devam ediyor. Buna karşın, devrimci tutsakların baş eğmez direnişleri de
devam ediyor. Ve dahası, günümüzde saflara Haziran direnişçileri de katılmış olup, direnişleri Haziran ruhuyla daha bir güçlenmiştir. 19 Aralık Katliamı’nda, açlık grevlerinde ve büyük ölüm orucu direnişinde ölümsüzlüğe ulaşan tüm devrimcileri derin bir saygıyla anıyoruz. Bütün işçileri, emekçileri, ilerici ve devrimcileri, devrimci direniş geleneğimizin onuru ve yüz akı olan hapishanelerdeki devrimci tutsaklara her zaman, her yerde ve her bakımdan sahip çıkmaya ve Haziran direnişinin militan ruhuyla dayanışmayı büyütmeye çağırıyoruz. Yaşasın 19 Aralık direnişimiz!” ifadeleriyle açıklama sonlandırıldı.
İsviçre’de 19-22 Aralık Katliamı anması 23 Aralık’ta İsviçre, Zürih şehrinde 19-22 Aralık Katliamı’yla ilgili anma ve panel düzenlendi. İsviçre Demokratik Haklar Federasyonu (İDHF), FEKAR, BİR-KAR, İGİF, ATİK, UPODUTAK, İABF’nin örgütleyicisi olduğu anma programı, 19-22 Aralık Katliamı’nda hayatını kaybeden 28 devrimci tutsak şahsında, tüm devrim şehitleri anısına yapılan saygı duruşuyla başladı. Faşist, katliamcı Türk devletinin “Hayata Dönüş” adını verdiği 22 hapishaneye eş zamanlı gerçekleştirilen saldırılar kapsamında, ölüm oruçlarına zorla saldırılarak 28 devrimci tutsağın katledildiği açıklandı. Anma sırasında 19-22 Aralık Hapishane Katliamı’yla ilgili sine vizyon gösterimi yapıldı. Kürtçe ve Türkçe sunumlar eşliğinde platform adına yapılan açıklama yapıldı. Ardından Avukat Fazıl Ahmet Tamer, Dr. Önder Özkalıpçı ile 19-22 Aralık Katliamı’nda Burdur Hapishanesi’nde tutsak olan, katliamı tanığı Arzu Torun’un konuşmacı olarak katıldığı panel düzenlendi.
‘Saldırılara karşı ölüm oruçları yaygınlaşarak devam etti’ Panelde ilk olarak söz alan Avukat Fazıl Ahmet Tamer, 19-22 Aralık 2000’de 28 devrimci tutsağın katledildiğini, kanla bastırılmaya çalışılan Ölüm Oruçlarına yönelik saldırıların ardından da sadece içerde değil, aynı zamanda dışarıda da ölüm oruçlarının daha fazla yayıldığını ve toplam 122 kişinin hayatını kaybettiğini söyledi. Tamer gelinen aşamada F Tipi’ndeki hak gasplarının, tecrit koşullarının daha da ağırlaştığını belirtti. İHD raporuna göre, 544 hasta tutsak içerisinden
163’ünün ölüm sınırında olduğunu belirten Tamer, tutsakların tahliye taleplerinin kabul edilmediğini vurguladı. Ardından söz alan Dr. Önder Özkalıpçı da, 1922 Aralık’ta, tutsakların yanarak, dumandan zehirlenerek ve kimyasal silahlar kullanılarak katledildiğini belirtti. Ölüm oruçlarına zorla saldırı yapılmasıyla birlikte birçok tutsağın sakat kaldığını ifade eden Özkalıpçı, tutsakların çoğunluğunun Wernicke Korsakoff hastalığına yakalandığını belirtti. Özkalıpçı günümüzde ise tutsakların sağlık haklarının daha fazla gasp edildiğini söyledi.
Burdur, 19-22 Aralık Katliamı’nın provasıydı 19-22 Aralık Katliamı sırasında tutsak olan Arzu Torun ise yaptığı açıklamada, 19-22 Aralık Katliamı sırasında bir direniş tarihinin yazıldığını anlatarak 5 Temmuz 2000’de Burdur Hapishanesi’nde yapılan saldırının, 19-22 Aralık Katliamı’nın provası olduğunu açıkladı. Saldırı sırasında kullanılan gaz ve kimyasal maddelerin, tutsaklar üzerinde denendiğini belirten Torun, bu gazların şimdilerde ise toplumsal olaylarda kullanılmaya başlandığını söyledi. Panel konuşmaların ardından sorulara cevap verilmesinin ardından sona erdi.
Almanya’da 19 Aralık anması Almanya’nın Köln şehrinde, 19-22 Aralık Katliamı ile Maraş ve Roboskî Katliamlarının yıl dönümleri nedeniyle anma eylemleri düzenlendi. Almanya Demokratik Haklar Federasyonu (ADHF)’nun da bileşenleri arasında yer aldığı Almanya Demokratik Güç Birliği Platformu ve Pozr Alevi Derneği tarafından düzenlenen anma eylemi, katliamlarda hayatını kaybedenler için yapılan bir dakikalık saygı duruşuyla başladı. Demokratik Güç Birliği Platformu’nun çıkardığı bildirinin Türkçe ve Almanca okunmasının ardından çeşitli kurumların temsilcileri adına konuşmalar yapıldı. Marşlar söylenerek anma eylemi sonlandırıldı. Almanya Demokratik Haklar Federasyonu’nun (ADHF) da dahil olduğu Frankfurt Demokratik Güç Birliği Platformu, 19 Aralık, Maraş ve Roboski Katliamlarının hesabını sormak için 28 Aralık’ta bir protesto yürüyüşü gerçekleştirdi. Alte Oper’de yapılan yürüyüş sonrasında yapılan ortak açıklamada katliamlar lanetlenerek katledilenlerin asla unutulmayacağı kaydedildi.
16
güncel haber
1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
ÇHD’li avukatların duruşması Silivri’de görüldü kında, ‘DHKP-C örgütü yöneticisi oldukları’ iddiasıyla ağır hapis ‘cezaları’ isteniyor. İddianamede, avukatlara ‘anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek” , “yasa dışı örgüt propagandası yapmak” , “yasa dışı örgüt yöneticisi olmak” iddialarıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis ‘cezaları’ ile 1 yıldan 45 yıla kadar değişen aralıklarla hapis ‘cezaları’ isteniyor.
9’u tutuklu 22 ÇHD üyesi avukatın duruşması, 2425-26 Aralık günlerinde, Silivri’de İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Duruşmada avukatlardan 4’ü serbest bırakılırken, Taylan Tanay ve Selçuk Kozağaçlı’nın da aralarında olduğu avukatların tutukluluğunun devamına karar verildi
‘Devrimci avukatlar onurumuzdur’ ÇHD’li avukatların yargılandığı davanın 3. Günü duruşmasına da yaklaşık 200 avukat katılırken, çeşitli ülkelerinden gelen avukatlar da tutuklu avukatlara destek verdi. Duruşma öncesi jandarma, duruşmanın yapılacağı alanı yeniden abluka altına aldı. Tutuklu avukatlar duruşma salonuna girerken, “Baskılar bizi yıldıramaz” sloganlarını attı. Tutuklu avukatları savunan avukatlar ise “Devrimci avukatlar onurumuzdur” , “Adalet istiyoruz” sloganlarıyla avukatlara destek verdi. İlk savunmayı ÇHD İstanbul Şube Sekreteri Avukat Avni Güçlü Sevimli yaptı. ÇHD’nin faaliyetlerinin yargılandığını belirten Sevimli, Gazi Katliamı, ‘Hayata Dönüş Operasyonu’, Festus Okey Davası, Şemdinli Davası, Engin Çeber Davası, kentsel dönüşüm davaları gibi pek çok olayda mağdurların yanında olduklarını söyledi. Sevimli son birkaç yıl içinde ÇHD olarak ortaya koydukları çalışmalar nedeniyle tutuklandıklarını belirterek polisin işkence haberlerinin artmasıyla birlikte “İmdat Polis” hattını kurduklarını açıkladı. Sevimli hattı en çok polislerin arayıp küfrettiğini ifade etti. Duruşmada tutuklu avukatlardan N. B. Vangölü Kozağaçlı da savunmasını yaparak tahliyelerini talep etti. Mahkemenin kararına göre Güçlü Sevimli, Şükriye Erden, N. B. Vangölü Kozağaçlı ve Naciye Demir tahliye edildi. Taylan Tanay, Selçuk Kozağaçlı, Barkın Timtik, Ebru Timtik ve Günay Dağ’ın tutukluluğunun devamına karar verildi. Davanın duruşmaları 15-16-17 Nisan günlerine ertelendi.
9’u tutuklu 22 Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi avukatın ‘yargılandığı’ davanın ilk duruşması 24 Kasım Salı günü Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi’nin karşısında bulunan adliye binasında, İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Duruşma öncesi adliye binası çevresini abluka altına alan jandarma, kitle üzerinde baskı kurmaya çalıştı. Duruşmaya ÇHD’li avukatları savunmak için yüzlerce avukat katıldı. “DHKP-C örgütüne” yönelik gerçekleştirildiği iddia edilen baskınlarda gözaltına alınan ve haklarında dava açılan avukatlara destek vermek üzere İstanbul’un çok sayıda ilçesinden kaldırılan araçlarla Silivri’ye gidildi.
Jandarma ablukasına karşın yüzlerce avukat duruşmada yer aldı Yüzlerce avukat, tutuklu yakınları ve basın emekçilerini Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi’ne giden E-5 karayolu girişinde durduran jandarma ekipleri, kimlik kontrolü yapmak istedi. Kitlenin tepki göstermesi üzerine geri adım atan jandarma, adliye binasının bulunduğu alana avukatlarla tutuklu yakınlarının girmesine izin verdi. Adliye binasının çevresine “ÇHD Susmadı Susmayacak” , “Devrimci Avukatlar Onurumuzdur” , “Halkın Avukatlarına Özgürlük” yazılı pankartlar ve üzerinde tutuklu avukatların fotoğraflarının bulunduğu büyük bir pankart asıldı. Duruşma salonuna ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, ÇHD İstanbul Şube Başkanı Taylan Tanay’ın da bulunduğu 9 tutuklu avukat alınırken, avukatlar duruşma salonuna “Kahrolsun faşizm” sloganlarıyla girdi. Duruşmaya tutuklu avukatların aileleri, basın emekçileri, yüzlerce avukat ile İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal ile Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Fevzioğlu’nun da aralarında olduğu çok sayıda kişi katıldı. Mahkeme heyetinin salona gelmesiyle duruşma başladı. ‘Yargılanan’ avukatların kimlik kontrolüyle başlayan duruşmada, avukatlar tepki olarak tutuklu bulundukları hapishanenin adresini ikametgah adresi olarak gösterdi. Kimlik tespitinin ardından iddianamenin özeti okundu.
Selçuk Kozağaçlı tutuklu avukatlar adına ortak savunma yaptı Duruşmada tutuklu avukatlar adına Selçuk Kozağaçlı ortak savunma yaptı. Bir yıllık tutukluluklarının ardından konuşma sırasının kendilerine geldiğini belirten Kozağaçlı, “340 gün sonra koğuşlarımızdan silahlı zoruyla çıkarılıp buraya getirildik” diye tepkisini dile getirdi. Duruşmada ‘yargılamanın’ iki nedeninin olduğunu belirten Kozağaçlı, müvekkillerinin eylemlerinden dolayı tutuklandıklarını söyledi. İddianamedeki suçlamalara da dikkat çeken Kozağaçlı, kanser hastası olan ve hapishaneden uzun süre tahliye edilmediği için hastalığı ilerleyerek yaşamını yitiren Güler Zere’yi hatırlatarak, “Biz o dönemde avukatları olarak mücadele verdik. Sonunda cumhurbaşkanı ve dış işleri bakanı da ‘bizim kızımız’ dediler. Şimdi iddianamede, Güler Zere için verdiğimiz mü-
cadeleyi DHKP-C talimatıyla yaptığımız söyleniyor. Peki cumhurbaşkanı da aynı talimatla Zere’nin serbest bırakılmasına mı karar verdi?” diye sordu. Kozağaçlı savunmasında, Başbakan Erdoğan’ın, ÇHD’li avukatlarla ilgili olarak kullandığı “11 çelik kapılı ofislerde toplantılar yapıyorlar. Kanlı örgütün avukatları” şeklindeki ifadelerini hatırlatarak şunları söyledi: “Başbakan, bizi yaftalıyor. Hedef gösteriyor. Bizi damgalayamadınız. Burada bulunan herkes bizim arkadaşlarımız bize inanıyor, bizi biliyor. Biz, halkın avukatıyız. Başbakan Erdoğan, soruşturmayı açmış, kovuşturmayı yapmış, cezayı da kesmiş. Ben mahkeme heyeti yerinde olsam kıpırdayamazdım” dedi.
İddianamede neler var ÇHD’li avukatlarla ilgili hazırlanan iddianameyi İstanbul Cumhuriyet Savcısı Adem Özcan 622 sayfa olarak hazırladı. İddianamede ÇHD Genel Başkanı Kozağaçlı ile ÇHD İstanbul Şube Başkanı Tanay hak-
Avukatların Taksim Meydanı’na yürüme talebi polis barikatıyla engellendi 23 Aralık’ta İstanbul’da savunmaya özgürlük talebiyle gerçekleştirilen meşaleli yürüyüş kitleselliğiyle dikkat çekerken, tutuklu ÇHD’li avukatların serbest bırakılması talep edildi. “Savunma Yargılanamaz” pankartının açıldığı eyleme ülkenin birçok yerinden gelen avukatların yanı sıra, İstanbul, İzmir, Ankara ve Adana Baro Başkanları ile halk destek verdi. Avukatların Taksim Meydanı’na yapmak istediği yürüyüş polis barikatıyla engellendi. Yürüyüşün demokratik hakları olduğunu belirten avukatlara polis, İstanbul Valiliği’nin Taksim Meydanı’nda eylem yapılmasını yasakladığını söyledi. Avukatlar İstanbul Valisi’ni aradı ancak vali telefona çıkmadı. Yürüyüşe izin verilmemesi üzerine Galatasaray Lisesi önünde basın açıklaması yapılarak tutuklu avukatların serbest bırakılması talep edildi.
1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
gençlik haber 17 Üniversitelerden Van halkına destek
Depremin izlerinin hala sürdüğü ve devlet tarafından hiçbir yardımın yapılmadığı, aksine yardımların da engellendiği Van için birçok üniversite yardım kampanyaları başlattı
Mersin Üniversitesi’nde Rektörlük işgal edildi Mersin Üniversitesi öğrencileri Rektörlük binasını işgal ederken, üniversite öğrencilerinin taleplerinin kabul edilmesiyle işgal eylemi sona erdi Serbest piyasa ekonomisi kar hırsıyla, tüm yaşam alanlarımızı çember içine alarak en doğal hakkımız olan barınma, sağlık ve eğitim alanlarını piyasa ekonomisinin bir parçası haline getirmektedir. Bu kar hırsının körleştirdiği sermayedarlar, insan yaşamını hiçe sayarak saldırmakta ve öğrencileri bilimden, eşitlikten yoksun bir yaşama doğru sürüklemektedir. Son olarak Mersin Üniversitesi’nde geçtiğimiz günlerde yaşanan rektörlük işgali, bu talan politikalarına tepki olarak kendini gösterdi.
Yurtta yaşanan sorunlar çeşitli eylemlerle dile getirilmişti İlk olarak yurdun sağlıksız koşulları ve yurt yönetiminin ihmalkarlığı nedeniyle, Teknik Bilimler Yüksekokulu Harita Kadastro Bölümü 1.sınıf öğrencisi 22 yaşındaki Feride Özayağ hayatını kaybetti. Yaşanan bu olayın öncesinde ve sonrasında üniversite öğrencileri, yurt ve üniversite yönetiminin yurtta yaşananlara karşı tutumunu düzenledikleri çeşitli eylemlerle ve protestolarla teşhir ederek yurtta yaşanan sorunlara dair defalarca taleplerini iletti. Tüm bu eylemlere karşın yurt ve üniversite yönetimi taleplere karşı kulaklarını tıkayarak ihmal karlığını ve kayıtsızlığını devam ettirdi. Tüm bu kayıtsızlığın sonucu olarak 19 Aralık Salı günü Felsefe Bölümü 1.sınıf öğrencisi 19 yaşındaki Bahar Salim, yurt önünde bir aracın çarpması sonucu hayatını kaybetti. Bahar Salim’in hayatını kaybettiği bu yolla ilgili taleplerin dile getirildiği
eylemler yapılmış, bu yolda çeşitli ‘kazaların’ olabileceği belirtilerek toplu ulaşım araçları olmadığı için geç saatlerde kampüsten yurda yürümenin sorun olduğu ve bu sebeple buraya toplu ulaşım araçlarıyla ring seferleri konulması talepleri dile getirilmişti. Ancak bu yönlü talepler kabul edilmeyerek Bahar Salim göz göre göre ölüme gönderildi.
Üniversite Rektörü Süha Aydın protesto edilerek Rektörlük işgal edildi Bahar Salim’in hayatını kaybetmesi üzerine üniversite öğrencilerinin Rektörlük’ü protesto etmesine, Rektör Süha Aydın’ın cevabı ise “ Çapsızsınız” vb. ifadelerle hakaretler oldu. Daha önce de üniversite öğrencilerinin bir çok uyarısına karşın harekete geçmeyen ve bu taleplerini görmezden gelen Rektör Aydın’ın, Salim’in hayatını kaybetmesinden sorumlu olduğunu düşünen öğrenciler “Rektör İstifa” , “ Bahar’ın hesabını soracağız” sloganlarıyla Rektörlük’ü işgal etti. Üniversite öğrencileri bu işgal eylemiyle birlikte bir kez daha taleplerini haykırırken, demokratik haklarını savunarak arkadaşlarının hesabını sordu. İşgal sırasında Rektör Aydın can güvenliğinin olmadığını bahane ederek üniversiteyi terk etti.
İşgal eylemi kazanımla sonuçlandı Üniversite çevresine kümelenen TOMA’lar ve çevik kuvvet polisleri ise öğrencilerin kararlı duruşu sonucunda saldırıya geçemeyerek geri adım attı. Rektörlüğü işgal eden üniversite öğrencilerinin talepleri ise şöyle sıralanıyor: -Bir hafta içerisinde yurt yolu yapılacak. -Yaşamını yitiren öğrencilerin aileleri ve öğrencilerden Mersin Üniversitesi’nin resmi sitesinden özür dilenecek. -Gece saat12.00’ye kadar yurda ring seferi yapılacak.
-Yurt ve üniversite, geceleri ışıklandırılacak. -KGS kaldırılacak. -Yenişehir Kampüsü’nde kantin fiyatları ucuzlayacak. -Yemekhanenin özelleştirilmesi durdurulacak. -İşgalden dolayı hiçbir öğrenciye soruşturma açılmayacak ve var olan soruşturmalar geri çekilecek. Bu taleplerden “KGS kaldırılacak” talebi dışındaki bütün talepler kabul edilirken işgal eylemi kazanımla sonuçlandı.
Rektörlük yeni saldırılara hazırlanıyor Tüm bu gelişmeler üniversite öğrencileri arasındaki dayanışma ruhunu artırarak demokrasi bilincini yükseltti. İşgalin kazanımla sonuçlanması karşısında faşist saldırıların gelmesi olasılığı artmaktadır. Mersin Üniversitesi’nde geçmiş dönemlerinde yaşanan pratikler düşünüldüğünde bu gibi saldırıların olması güçlü olasılıklar arasındadır, Keza 2007 ve 2009 yılında benzer kısmi demokratik hakların kazanıldığı bir ortam yakalanarak polisler üniversite içerisinden atılmışken, sonrasında sivil faşist saldırılar artarak devam etmiş ve son olarak bir demokrat bir öğrenci bıçaklanmıştı. Bu olayın ardından polisin “Üniversite içerisinde olmadığımız için müdahale edemiyoruz” cevabı ise saldırının amacını apaçık ortaya koyuyordu. Rektörlük yapılan işgalin ve kendisince yenilgi olarak gördüğü bu kazanımın intikamını almak için yeni saldırılara geçecektir. Devrimci demokrat öğrenciler, doğru bir tavır sergileyerek bu saldırıları boşa çıkarma göreviyle karşı karşıyadır. Rektörlük işgalinden ve kazanımlardan aldığımız ruhla demokratik hak için daha fazla ayağa kalkmalı, gerici ve yoz eğitim sisteminin biz halk gençliğine reva gördüklerine karşı, Demokratik Halk Üniversiteleri mücadelesine atılma cüretini kuşanarak hareket etmeliyiz.
Eskişehir Anadolu Üniversitesi Düşünce ve Hukuk Kulübü “Van için sıcak bir nefes” şiarıyla yardım kampanyası başlattı. Yardımda bulunmak isteyen öğrencilerin hafta içerisinde Düşünce ve Hukuk Kulübü’yle iletişim kurması istendi. Bir hafta sürecek olan yardım kampanyasında gıda, giyecek vb. malzemelerin toplanacağı belirtildi. Mersin Üniversitesi öğrencileri Van’da yaşanan depremin ardından halkın sorunlarını çözmek için hiçbir adım atmayan devleti protesto etmek ve Van halkının yaşam koşullarına dikkat çekmek amacıyla bir eylem gerçekleştirdi.
‘Van üşüyor, sessiz kalma’ Fen-Edebiyat Fakültesi önünden Cumhuriyet Meydanı’na yapılan yürüyüşte MEÜ öğrencileri, Van halkının ısınma sorununa atfen montlarını çıkartarak eyleme katıldı. “Van Üşüyor Sessiz Kalma” pankartıyla yürüyen öğrenciler “ Van Dicemidi”, “Deprem öldürmez, devlet öldürür” dövizleri taşıdı. Yürüyüş boyunca “Diren Van halkı öğrenciler seninle”, “Van halkı yalnız değildir”, “Van halkı üşüyor insanlık susuyor” sloganları atıldı. Yapılan basın açıklamasında Van depreminin üzerinden iki yıl geçmesine karşın, devletin depremzedelerin yaralarını sarmak yerine yaraları daha da derinleştirdiği belirtilerek, devletin Van halkını acılarıyla baş başa bıraktığı ifade edildi. Açıklamada ayrıca ülkenin birçok yerinde Van halkı için yapılan yardım kampanyalarına karşı hükümetin ve devletin faşizan bir tutum sergilediği anlatılarak, halkın sorunlarının bir an önce çözülmesi talep edildi. Van halkının yaşayabileceği kalıcı konutların bir an önce belirlenmesi gerektiğinin belirtildiği basın açıklaması sloganlarla sona erdi.
Atatürk Üniversitesi’nde Van için yardım standına saldırı Aralarında Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) üyelerinin de bulunduğu Erzurum Atatürk Üniversitesi öğrencileri tarafından Van’daki depremzedelere destek amacıyla açılan stant, üçüncü kez faşistlerin saldırısına uğradı. Standa giderek tehditler savuran ırkçı grup, sosyal medya üzerinden “bayrak ve vatan yürüyüşü” adı altında üniversitede toplandı. Tehditlere karşı standı koruyan yurtsever öğrenciler “ Bu faşist saldırılar karşısında kesinle duruşumuzdan taviz vermeyeceğiz. Bu saldırılar sistematik bir şekilde Kürt öğrenciler üzerine uygulanan senaryolardır. Senaryoyu yönetenler işbirlikçi polis ve üniversite yönetimidir.” diyerek saldırıları protesto etti.
Ülkücüler kantinde saldırdı Basın açıklamasının ardından ülkücü bir grup kantine gelerek olay çıkardı. Devrimci, demokratik ve yurtsever öğrencilerin herhangi bir eylemine saldırmakta gecikmeyen Özel Güvenlik Birimleri (ÖGB) ve polis, her ne hikmetse ülkücülerin saldırısı sırasında ortada görünmedi. Saldırılara karşı kendilerini savunan yurtsever öğrenciler İletişim Fakültesi önünde bir araya gelerek “Yaşasın devrimci dayanışma” , “Baskılar bizi yıldıramaz” sloganlarıyla alkışlar eşliğinde fakülte içerisinde yürüdü. Üniversite öğrencileri yürüyüşün ardından toplu halde kampüsten ayrıldı. Eylemler sırasında DGH de yurtsever öğrencilere destek verdi.
18
kadın
1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
İster akademisyen, ister işçi: Kadınlar
Dokuz Eylül Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Serpil Erfındık koruma kararının kalktığı gün eski eşi tarafından kendi evinde çocuğunun gözleri önünde katledildi. Üniversite öğrencileri ve akademisyenler, Serpil Erfındık’ın katledilmesini protesto eden yürüyüş düzenledi İşçi katliamları gibi kadın katliamları da ülkemizdeki gündemin ‘rutin bir parçası’ haline geldi artık. Adeta bir ‘mal’ gibi ‘alınıp-satılan’, sokak ortasında, evde ve karakolda şiddete maruz bırakılan, katledilen kadın toplumda adeta bir ‘mal’dan daha fazla değer görmüyor. İster işçi, ister köylü, ister ‘ev işçisi’, ister memur ve ister akademisyen olsun bütün kadınlar şiddetin her türünün hedefi olmaktan kurtulamıyor. Sanılanın aksine eşleri tarafından şiddete maruz kalan kadınlar arasında üniversite mezunlarının çokluğu da bir kez daha gösteriyor ki kadına yönelik şiddet katiyetle salt bir ‘eğitim’ yahut hukuki önlem ve düzenleme sorunu olarak ele alınamaz. Toplumsal bir sorun ve olgu olan kadının toplumdaki ikincil ve ezilen cins olma sorunu, ancak sınıf mücadelesinin bir sonucu olarak kadının toplumsal kurtuluşuyla çözülebilir.
Eski eşi tarafından katledildi İşte bunu gözler önüne seren son örneklerden biri de eski eşi tarafından katledilen Serpil Erfındık oldu. Dokuz Eylül Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan 38 yaşındaki Serpil Erfındık 3 yıl evli kaldığı V.A.’dan geçtiğimiz temmuz ayında şiddet gördüğü için boşandı. Ancak Erfındık, boşandıktan sonra da V.A.’nın kendisini ra-
ADKH’den cinsel sömürüye karşı imza kampanyası Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH), “Cinsel sömürüye sessiz kalma diren mücadele et” şiarıyla başlattığı kampanya kapsamında, imza kampanyası düzenliyor Avrupa Demokratik Kadın Hareketi (ADKH) “Cinsel Sömürüye Sessiz Kalma, Diren, Mücadele Et” şiarıyla yürüttüğü kampanya dahilinde başlattığı imza kampanyasını şu sözlerle duyurdu: “Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz; kölelik ve köle ticareti her türlü şekliyle yasaktır.” (İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Madde 4) “Taraf devletler kadın ticareti ve fahişeliğin istismarının her şekliyle önlenmesi için yasama dair gerekli bütün önlemleri alacaklardır.” (Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, Madde 6)
“Taraf devletler, her ne nedenle ve hangi biçimde olursa olsun, çocukların kaçırılmaları, satılmaları veya fuhuşa konu olmalarını önlemek için ulusal düzeyde ve ikili ve çok yanlı ilişkilerde gereken her türlü önlemleri alır.” ( Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, Madde 35) Yukarıda geçen tüm bu maddeler kağıt üzerinde bugün de geçerliliğini koruyor, ancak gerçek yaşamda ‘Taraf Devletler’ 3. büyük sektör olan Fuhuş sektörünün gelişiminin önünde durmak için bu yasaların hiçbirini uygulamıyor ve dünya üzerinde insan ticareti yaygın bir şekilde yapılmaya devam ediliyor. Tüm bu yasa ve sözleşmelerin gerçek yaşamda uygulanması için gerekli sosyal, ekonomik tüm alt yapının oluşturulmasını talep ediyor ve insan haklarını çiğneyen insan ticaretinin her türlüsünün takipçisi olacağımızı söylüyoruz. Toplanan bu imzalar tarafımızca Birleşmiş Milletler’e verilecektir.”
hatsız etmesi üzerine, eski eşine karşı koruma kararı aldırdı. V.A. koruma kararının bittiği gün oğlunu görme bahanesiyle Erfındık’ın evine gitti. Annesini arayıp durumu aktaran Erfındık annesinin, babasının oğlunu görmesine izin vermesini söylemesi üzerine V.A.’yı eve aldı. Ancak kısa süre sonra tartışma çıkaran V.A. Erfındık’ı çocuğunun gözleri önünde 6 yerinden bıçaklayarak katletti ve
oğlunu alarak evden kaçtı. Kızını arayan Tülay A. telefona yanıt alamaması üzerine eve giderek kızının katledildiğini gördü. Öte yandan katledilen Erfındık’ın koruma süresinin dolduğu ve yeni koruma talep ettiği öğrenildi. Erfındık’ın eşinden kalan yüklü miktardaki borçlarını ödememek için katledilmeden kısa bir süre, önce İzmir Barosu Kadın Hakları Danışma Merkezi’ne başvurduğu ortaya çıktı.
Utanç davaları Ankara’da 12 ve 14 yaşındaki iki kız çocuğu 13 kez tecavüze uğradı. Tecavüzcülerin çocukların 19-23 yaşlarında gösterdiklerini iddia etmesi üzerine mahkeme 12 yaşındaki çocuğun “17-18 yaşlarında, ergenlik gelişimini tamamlamış genç kız görünümünde” olduğunu teyit etti Adeta tacizler ve tecavüzler ülkesine dönen ülkemizde özellikle çocuklara yönelik cinsel istismar ve tecavüzler de çok yaygın. Daha dün gibi aklımızdadır N.Ç.davası ve niceleri. İşte böyle bir tecavüz saldırısı da Ankara’da ortaya çıktı. Ankara’da evden kaçtıkları söylenen 12 ve 14 yaşındaki
iki kız çocuğu, üç gün içerisinde 10 kez, toplam 13 kez tecavüze uğradı.
Üç gün içerisinde 10 defa cinsel istismara maruz bırakıldılar 14 yaşındaki A.U. ve 12 yaşındaki C.Y. isimli kız çocuklar, Ocak 2013’te evden kaçtıktan sonra asansör tamircisi ve bir kişi tarafından Pursaklar’a götürülüp içki içirilerek cinsel istismara maruz bırakıldı. A.U.’ya ayrıca MayısHaziran aylarında da asansör tamircisi olduğu belirtilen kişi tarafından cinsel istismarda bulunuldu. İki çocuğun daha sonra bir kez daha evden kaçtığı ve 3-6 Ekim 2013 tarihlerinde 10 defa cinsel istismara maruz kaldıkları belirtildi. Cinsel saldırıların mahkemeye intikal etmesi üzerine 10 kişi tutuklanarak A.U. ve C.Y.’ye cinsel istismardan yargılanmaya başladı. Hastanenin raporuna göre 14 yaşındaki A.U.’nun yaşadığı saldırılar nedeniyle ruh sağ-
güncel
1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
katlediliyor
19
Anne Tülay A., “Kızımın peşini bırakmadı. Onun parasını yemek istedi. Vermeyince de sürekli dövdü. Şimdi de onu öldürdü. Kızıma kaç kez söyledim ‘bırak mesleğini, yanıma gel dedim’ ama yapmadı. Katilin bir an önce bulunmasını istiyorum.” dedi. Erfındık’ın katili V.A. ise oğlunu babasının evine bırakmasının ardından bir hafta arkadaşının evinde gizlendikten sonra, “Eski eşini öldürdüğü için pişman olduğunu” öne sürerek teslim oldu.
Öğrencilerden ve akademisyenlerden Erfındık için eylem 9 Eylül Üniversitesi öğrencileri ve akademisyenleri ise Öğretim Görevlisi Serpil Erfındık için bir yürüyüş gerçekleştirdi. Rektörlük binası önünde toplanan akademisyenler ve öğrenciler ellerinde karanfillerle Cumhuriyet Meydanı’na yürüdü. Çok sayıda kadın örgütünün de destek verdiği eylemde, kadın katliamlarının son bulması yönünde sloganlar atıldı. Üniversite öğrencileri adına yapılan açıklamada, koruma isteyip korunamadığı için yaşam hakkı elinden alınan kadınlara yenilerinin eklenmesini önlemek için eylem yapıldığı belirtilerek “Serpil hocamızı ve diğer tüm cinayet kurbanı kadınlarımızı unutmayacak, unutturmayacağız. Başka Serpiller ölmesin istiyorsak kadınla erkeği eşit görmeyen her türlü ayrımcılığa karşı olmalı ve birlikte hareket etmeliyiz” denildi. Açıklama şu ifadelerle sona erdi: “Kadın hakları insan haklarından ayrı değildir fakat giderek artan kadına yönelik cinsiyet kıyımıyla artık önceliklidir. Kadının konumunun cinsiyete indirgendiği ve birey yerine konulmadığını anlatmak için namus ve mahrem kavramlarıyla ötekileştirildiği bir ülkede, şiddet ve cinayet bir kader değil, uygulanan ayrımcı politikaların sonucudur.”
bitmiyor
Kürt açılımının mezar taşı:
Utanç duvarı Her fırsatta halkın ezilen kesimlerini birbirinden koparmaya çalışan devlet son icraatını Botan’da gerçekleştirdi. Ezilen halkları sınırla ve mayınlarla ayırması yetmemiş olacak ki Kürt coğrafyasına bir de duvar ördü. İnşaat sektöründeki başarısı dillere destan olan AKP iktidarının beton duvarı, Rojava’da yaşanan devrimle Kuzey Kürdistan’ın bağını koparmayı amaçlamaktadır
lığı bozuldu.
12 ve 14 yaşındaki çocuklar 19-23 yaşlarında gösteriyormuş (!) Aralarında A.U. ve C.Y. ‘ye cinsel istismarda bulunan 10 kişinin de bulunduğu 16 kişi hakkında açılan davanın ilk duruşması, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Savunma yapan tutuklu sanıklar iki kız çocuğunu ‘yardım amaçlı’ eve götürdüklerini ve cinsel ilişkiye girmediklerini iddia ederken, bazı sanıklar da kendilerini “Biri 19-20, diğeri de 22-23 yaşlarında gösteriyordu” , “Bize yaşlarını büyük söylediler” şeklinde “savundular”. Bu ‘savunmalar’ üzerine mahkeme heyeti 12 yaşındaki C.Y. hakkında “Mağdur C.Y.’nin dış görünüş itibarıyla 17-18 yaşlarında, ergenlik gelişimini tamamlamış genç kız görünümünde olduğu mahkememizce gözlemlenmiştir” ifadelerini tutanağa geçti. Mahkeme 14 yaşındaki C.Y.’nin sadece 3 sanıkla beraber olduklarını söyleyip bunlardan şikâyetçi olması üzerine, tutuklu sanıklardan 7’sini tahliye edip 3 kişinin tutukluluk hallerinin devamına karar verdi.
Botan’da Kürt ulusunun birbiriyle dayanışmasının önüne geçmek maksadıyla devlet tarafından örülen utanç duvarı, devletin Kürt ulusuna son hediyesidir. Ülkemiz coğrafyasından ta Mısır’a kadar uzanan insanlık dersleri söz konusu Kürt ulusu olunca, karşılığını bulma noktasında yine tıkandı kaldı. Tüm halklara özgürlük sloganıyla mangalda kül bırakmayanlar iş icraata gelince kendi halkına işkence, gözaltı ve katliam politikalarıyla saldırmaktadır. Hapishanelerde, alanlarda, Taksim Gezi Parkı’nda, Ankara’da, Hatay’da, Roboski’de ve Maraş’taki katliamlar devletin bizzat vazgeçmediği politikalarıdır. Yüzlerine İslam maskesi takanlar, Afrika kıtasında dolaşmadık yer bırakmayarak insanlık dersi vermeye kalkmaktadır. İnsanlıktan nasibini almayanların yaptığı katliamlar biz-
ler açısından şaşırtıcı değildir. Kokuşmuş düzenlerinin özü insanlık dışı politikalar, zulüm ve işkencedir.
AKP iktidarı Kürdistan coğrafyasını bölemeyecektir Her fırsatta halkın ezilen kesimlerini birbirinden koparmaya çalışan devlet son icraatını Botan’da gerçekleştirdi. Ezilen halkları sınırla ve mayınlarla ayırması yetmemiş olacak ki Kürt coğrafyasına bir de duvar ördü. İnşaat sektöründeki başarısı dillere destan olan AKP iktidarının beton duvarı, Rojava’da yaşanan devrimle Kuzey Kürdistan’ın bağını koparmak amaçlıdır. Tankı, tüfeği ve mayınıyla halkları bölmeyi başaramayan devlet, bu sefer ki tercihini betondan yana kullanmıştır. İşçi ve emekçilerden toplanan vergilerle Mardin’in Nusaybin ve Rojava, Qamışlo sınırına örülen 1 kilometrelik utanç duvarının üstü 1,5 metrelik dikenlerle kaplanmıştır. Utanç duvarı, Nusaybin Belediye Başkanı Ayşe Gökkan’ın 9 günlük ölüm orucu eylemi ve ülkenin dört bir yanında on binlerce insan tarafından yapılan sokak gösterileriyle protesto edildi. AKP iktidarı bu hamleyle amaçladığı gibi Kürdistan coğrafyasını bölemeyecektir. Aksine devletin Kürdistan coğrafyasında yapmış olduğu bu ikiyüzlü hamle, bölgedeki dayanışmanın güçlenmesine yol açmıştır. Devletin halkları ayırmak için canla başla ördüğü bu utanç duvarı, Kürt açılımıyla gelen demokrasi söylemlerinin mezar taşıdır. En ufak bir hak arayışını bile gazla sindirmeye kalkan AKP iktidarı, bu utanç
duvarının dibine gömülmelidir.
Utançlarını gizleyebilecek tek bir yanları olmayanlar Kendi çıkarlarına gelince uluslararası antlaşmaları bile hiçe sayan AKP iktidarının, bölgeyi mayından temizlemesi gerekirken ar damarı çatlamış vaziyetle, hızını alamayarak utanç duvarını örmüştür. Ola ki mayından kurtulan olursa bizzat katletmekten çekinmeyecektir. Söz lafa gelince İsrail ile Filistin arasındaki duvarın ‘utanç olduğunun’ altını çizen ve Davos’larda ‘’One Minute’’ çıkışıyla ünlenen Başbakan, ne akla hizmet ettiği belli olmayan bu duvarı niçin dikmiştir? Her fırsatta zalimlikten dem vuranların iç yüzü bu utanç duvarının ta kendisidir. El Nusra ve El Kaide gibi kökten dinci örgütlere trilyonlarca yardımı kendi sınır kapılarından yollayan AKP, yoksul Kürt halkına gönderilen bir dilim ekmeğin peşine düşmüştür. Rojava halkına gönderilen bir kutu süt AKP iktidarının yüreğine dert olmuştur. Bizler yıllardır Kürdistan coğrafyasının yaşadığı katliamlara tanığız. Ülkemizde kurulan tüm iktidarlar, yoksul ve emekçi halkımıza düşmandır. Demokrasi maskesi altında Kürt açılımlarıyla katliamcı yüzlerini gizleyemezler. Rojava’da yaşanan katliamlara karşı sessiz kalmayacağız. Ezilen halkların vicdanlarını duvarınızla kapatamazsınız. Bizler görmediğimiz, yanımızda olmayan tüm ezilenlerle bir oluruz. Değil duvarınız, kıtayı yarıp içine okyanus doldursanız boştur. Durduramazsınız halkın coşkun akan selini. Duvarınız, utanç duvarınız vız gelir bize vız…
20
kültür sanat
1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
Rizentella Orkideleri ‘Çanağında kızıl ve pembe çiçekleri olan, yaprakları saydam bir orkide vardır; Rizentella orkidesi. Bütün ömrünü toprak altında geçirir. Gün ışığı görmez hiç. İşte bizler de biraz o orkidelere benziyoruz. Toprak altında yeşilliğini koruyan, tomurcuklanan, çiçek açan o harika orkidelere!’ Kader’ bize gittiğimiz yeri düzeltme görevi verdi... Çakıl taşlarının gelişi güzel serpildiği tozlu yolda hareket etmektedir ‘makam aracı’. Bilmem kaç saat süren ‘makam’ yolculuğunun ardından ‘kale’ önünde durur araç. Gelen misafirler ‘kale’lere yabancı değildir ve o yüzdendir bu şaşalı hazırlık. ‘Makam’ aracına kurulanlar ‘yüksek mevkilere’ sahip olduklarından ‘resmi’ karşılama töreni de tam bir ‘misafirperverlik’ örneği olmalı ki, bundan böyle tüm yolu düşenlere veya düşme ihtimali olanlara örnek olsun. İşte bu yüzdendir ki gelen tüm misafirlere ring adı verilen ‘makam’ aracında başlar hizmet. Belki de kale kapısında başlar, hayır bahçede... O bahçe ki kimleri konuk etmemiştir, kimleri ağırlamamıştır. Bundandır adının ‘Hoş geldin Bahçesi’ olması. Ve bu bahçeden içeriye girilince başlar insanlık öyküleri. Ya da yazılmaya başlanır insanoğlunun tarihi: “İnsanoğlu, vay insanoğlu, dünyanın en akıllı ve adi hayvanı!” Muzaffer Oruçoğlu’nun Gül, Demir ve Çığlık adlı romanı, yazarın hapishane yaşamın belirli bir evresine ışık tutmaktadır. Ki ışık tuttuğu bu evre 12 Eylül askeri faşist cuntasının hüküm sürdüğü tarihlere denk gel-
mektedir. 12 Eylül askeri faşist cuntasının ülkeyi yarı açık hapishaneye çevirdiği dönemde nelerin yaşandığını birçok yazılı ve görsel kaynaklardan biliyoruz. Keza Diyarbakır 5 No’lu Hapishanesi’nde yaşananlar da biliniyor. Gül, Demir ve Çığlık adlı anı romanı da hapishanelerde yaşanan bu gerçekliği göstermesiyle birlikte, günümüze kadar süren ‘kardeş kanı’nın önüne geçmek için ‘darbenin’ yapıldığını ileri süren cuntacıların, hapishanelerde ‘kardeş kanı’nı nasıl durdurmaya çalıştığı gözler önüne seriliyor: ‘Karıştır-Barıştır’!
‘Karıştır-Barıştır!’ ‘Karıştır-Barıştır’ politikası 12 Eylül cuntacıları tarafından hayata geçirilen bir uygulamaydı. Bu uygulamayla ‘sağcı’ ve ‘solcu’lar aynı koğuşlara konulacak, böylece kardeş olduklarını unutup düşman olan bu ‘hayalperest’ gençler barıştırılacaktı. Tabii ki bu uygulama teoride yazıldığı gibi pratikte uygulanmıyordu. Çünkü bu uygulamaya adı “anarşist”, “terörist”, “yıkıcı” veya “bölücü” olarak değişenler diş bileyip engel oluyor, “Fikirleri iktidarda, kendileri hapiste” olanlar da bir şekilde onlara ‘uyarak’ destek oluyordu. Bu yüzden de asayiş bir türlü sağlanamıyordu. Her gün bir kızılca kıyamet kopuyor ve ‘kardeş kanı’ cuntanın da yardımıyla akmaya devam ediyordu.
‘Acizliğin güçlü cevabıdır yumruk’ Roman, ‘anarşiklerin’ ‘ağababalarının’ Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı özel tipte bir hapishaneye getirilmesiyle başlıyor. ‘Hoş geldin Bahçesi’ndeki karşılama töreninin ardından, ‘bunlar barışmaz, aksine küstürür’ diyerek karışık koğuşlara değil, ayrı bir koğuşa konuluyor. Karışık koğuşlardaki karışıklığı körüklemesinler diye ayrı konulurlar ama bir yolunu bulur ve diğer koğuşlarla iletişime geçerek, karı-
şıklığa önayak olurlar. Ve direniş tüm hapishaneyi sarar. Yaşanan saldırı ve olaylardan ‘mahpuslar’ o kadar etkilenir ki, rüyada sayıklanan ‘saldırıyorlar’ gümbürtüsüyle tüm ranzalar şaha kalkar. Kendi imkanlarıyla yaptıkları saldırı silahları zulalardan çıkar ve başlar kavgaya gruplar. Ahlamalar, inlemelerle geçen kavganın ardından, asker koğuşa girer ve tahta coplar bedenlerde parçalanır… kollarda, bacaklarda, başlarda. Suyla ıslanır tüm yataklar ve o suda yüzer kırılmış kalemler, gözlükler ve giysilerde kanlar. Sendeleyip düşenler de olur bu mücadelede. Devlet baba onları da düşünmüştür… Tarafsız koğuşlar oluşturulmuştur onlar için. Kıyametin koptuğunu duyarlar sadece ve belki hissederler de fakat pek bir işe yaramaz.
12 Eylül askeri faşist cuntasının hapishanelerde baskıları ‘Mahpusların’ olduğu kadar coplayan da coplatan da huzursuzdur artık ve dilekçeler gidip gelir. Barıştıramayınca da ayırmak zorunda kalırlar koğuşları ve tutuşur ‘bizimkiler’ ‘Zafer Halayı’na... Okur Tantana Yusuf babasının mektubunu... Ama işte kitapta da denildiği gibi, “Yeryüzünde kıyamet kadar adilik vardır. Ama iki adilik vardır ki adiliklerin adisidirin birincisi olan faşizm bu, barıştırmaktır yani karıştırmaktaki amacı, tek tipleştirmek. ‘Mahpuslar’ bu sefer de tek tip elbiseye karşı başlarlar direnişe. Elbiseleri alınır, aç bırakılırlar. Savcı gelir, müdür gelir, 2. müdür gelir, tehdit eder. “Devam ederseniz sonuçlarına katlanırsınız” der bir yığın tehditle konuştuktan sonra. Cevabı gecikmez direnenin : “Adımlarımızı nasıl, ne zaman atacağımızı biz tayin ederiz. Şimdiye kadar attığımız her adımın bedelini severek, şevkle ödedik. Sırası geldiğinde seve seve canımızla ödemesini de biliriz” diye not düşer tarihe, “Zulmün olduğu
yerde, direniş vardır”... Gül, Demir ve Çığlık romanında 12 Eylül cuntasının bütün ülkeyle birlikte hapishanelerde de nasıl bir vahşet yaşattığını okuyoruz. Ama bunu Muzaffer Oruçoğlu’nun o kendine has tarzıyla kaleme döktüğü cümlelerle, kah gülerek, kah ağlayarak okuyoruz. Romanda tanıştığımız karakterler öyle cümleler kuruyorlar ki, adeta komedi filmi izlerken buluyoruz kendimizi onca acının ortasında. ‘Mahpusların’ kendi aralarındaki ideolojik tartışmaları, “fikirleri iktidarda, kendileri hapiste” olanlarla yapılan atışmalar, Tantana Yusuf’un babası tarafından gönderilen mektup sadece birkaç örnek. Tavas, Mestan, İhtiyar, Ufaklık, Azeroğlu ve daha niceleri... Günümüzde F tipi hapishanelerde yüzlerce devrimci tutsak bulunuyor. Otel olarak sunulan bu hapishanelerde, onlarca tutsak fiziki şartlarında tetiklemesiyle ölümcül hastalıklarla yakalanıyor ve bu hastalıklar Gül, Demir ve Çığlık romanında anlatılan zulmün ta kendisi ve zulüm ‘mahpuslara’ çeşitli saldırılarla devam ettiriliyor. İyi bir dava uğruna ‘kötü çocuk’ olan devrimci tutsaklar da tüm bu saldırılara karşın hala direniyor ve üretiyorlar. Dört duvar arasında, duvarları utandırırcasına direnenlere sahip çıkmaksa her zamankinden daha da görevdir bizlere. Onları anlatmaya gerek yok. Biraz sen, biraz ben, biraz o... Ve onlar bu kitapta yapılan metafor gibidir aslında, Rizentella Orkidesi; “Çanağında kızıl ve pembe çiçekleri olan, yaprakları saydam bir orkide vardır; Rizentella orkidesi. Bütün ömrünü toprak altında geçirir. Gün ışığı görmez hiç. İşte bizlerde biraz o orkidelere benziyoruz. Toprak altında yeşilliğini koruyan, tomurcuklanan, çiçek açan o harika orkidelere!” (sf. 158) Halkın Günlüğü okuru
21 YÇKM’de Nejva dinletisi ve fotoğraf sergisi Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi (YÇKM) kültür ve sanat alanındaki çalışmalarına Aralık ayı etkinlik programının 3. haftasında da devam etti. 2. Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali (YGKSF) Fotoğraf Sergisi’nin açılış programı Gazi Demokratik Haklar Derneği’nde yapıldı. Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi (YÇKM) ile Gazi Demokratik Haklar Derneği’nde açılan fotoğraf sergisinde, YGKSF’nde ödül alan fotoğraflar 2131 Aralık tarihleri arasında ziyaret edildi. Fotoğraf sergilerini halk ilgiyle takip etti. Dernek girişine DHF Gazi Mahallesi örgütlülüğü tarafından stant açılarak Halkın Günlüğü Gazetesi ile Yeni Demokrasi Aileleri Birliği (YDAB) tarafından hazırlanan 2014 yılı takvimlerin dağıtımı yapıldı.
Oyunda kadının emek sömürüsü ile öğrenci gençliğin yozlaşması işlendi 21 Aralık Cumartesi günü Gazi Demokratik Haklar Derneği’nde düzenlenen etkinlik, YÇKM adına yapılan konuşmayla başladı. Dernekte Yılmaz Güney’in yönettiği ve oynadığı Arkadaş filminin göste-
rimi yapıldı. YÇKM Tiyatro Topluluğu tarafından “kızlı-erkekli” evlerde yaşananların anlatıldığı oyun halka sunularak kadının emek sömürüsü ile öğrenci gençliğin yozlaşması teması işlendi. Keyifle izlenen oyunun ardından Grup İklim sahneye çıkarak katliamlara atfen Halepçe şarkısı ile Grup Dinmeyen tarafından seslendirilen “Kavganın Ortasında” adlı şarkıyı söyledi. Grup İklim gelen istek üzerine “Özgürlük Mahkumları” şarkısını kitleyle birlikte söylerken coşkulu anlar yaşandı. Gazi Demokratik Haklar Derneği’nde düzenlenen etkinlik kitleselliğiyle dikkat çekti.
YÇKM’de grup Nejva coşkusu YÇKM kültür ve sanat alanındaki çalışmalarına Grup Nejva dinletisiyle devam etti. 22 Aralık Pazar akşamı YÇKM Sinema Salonu’nda yapılan dinletide farklı dillerden ezgilerini kendine özgü yorumuyla seslendiren Grup Nejva, halkın ilgisiyle karşılandı. Farklı inançlara saygı temelinde ezgilerini seslendiren grup üyeleri, son olarak “Memleket Hasreti” türküsüyle dinletiyi sonlandırdı.
Yarışmada “Rüşvet” soruldu program yayından kalktı İhsan Varol’un sunduğu Show TV’de yayınlanan “Kelime Oyunu” adlı yarışma programında gündemde olan “rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla” ilgili sorular sorulunca yarışma yayından kaldırıldı. 17 Aralık’ta başlatılan ve adına “yolsuzluk ve rüşvet operasyonu” denen süreç sonrasında yarışmada “Halk ağzında rüşvet alan” şeklinde sorulan bir sorunun yanıtı “yiyici” olarak belirlendi. Bu gelişmenin ardından “Kelime Oyunu” programı diğer iki programla birlikte yayından kaldırıldı.
Daha önce de Gezi Parkı’na destek vermişti Kelime oyunu programının sorularını ve yanıtlarını kendisi hazırlayan sunucu İhsan Varol daha önce de
Gezi Parkı Direnişi sırasında birçok kanalda direnişe yer verilmezken, programda Gezi Direnişi’ne dair sorduğu sorularla destek vermiş ve halkın olumlu tepkisiyle karşılanmıştı. O zaman başka bir kanalda yayınlanan program, daha sonra başka bir kanalla anlaşmıştı. İhsan Varol Gezi Direnişi sırasında şu ironik sorularla direnişçileri desteklemişti: -Göz, burun, ağız ve akciğerlerdeki mukus zarlarına saldıran maddenin en gevşek halindeki silah, oleoresin capsicum: Biber Gazı -Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 28. maddesinde “Hürdür, sansür edilemez” ifadesi ile yer alan olgu: Basın -Demokrasi solungacı: Gaz Maskesi
ANTAGONİZMA
≫ muzaffer oruçoğlu
BENDİGO
F
elsefeci hala konuşuyor. Kellesinin yerinde, gözleri tarihe açılan, kocaman bir soy kütüğü var sanki. Sesleri genzinde ezerek, hımhım bir tarzda konuşmasına rağmen sıkılmıyorum. Nesneleri kendi özlerine efendice yerleştiriyor, insanileştiriyor. Sabit anlamlarımı dağıtıyor, imgelerle görmeme, düşünmeme, hissetmeme yol açıyor. “Büyük babam, altının delirttiği delilere, divanelere deva ararken delirdi. Görünüm olarak farklı olmayan farklılıkları anında fark eden bir öngörü yeteneğine sahip olmasına rağmen, gördüğü her insanı, belleğine nakletmeden anında siliyordu. Kendine karşı devinen bir bilinci vardı. Ama büyük annem için aynı şeyi söyleyemem. Gülümseyişlere ilgi duyuyordu. Menekşe gülü gibi tırmanıcıydı. Su içinde kum elemekten ve ağır nesne taşımaktan olsa gerek, kalçaları yere değecek kadar sarkmıştı. ‘Toprak beni çekiyor,’ diye mırıldanıyordu ikide bir. Ağzından çıkan her sözcük, ölüm duygusunun sese dönüşmesi gibiydi.” “Gecikiyoruz, George,” diyorum, “Gidelim mi?” “Gidelim,” diyor. Kalkıyoruz. Tom’u buluyoruz ilkin, talihsizliklerin dilencileştirdiği pasaklı adamı. Aklı bit gibi beyninin kıvrımlarına tünemiş, kaşınmamanın dışında hiçbir iş yapmıyor. Gülümsüyor. Güvenini yitirmiş başka duyguları kendi duygularına katarak yaşıyor ve güven telkin ediyor. Önümüze düşüp, ilkin Çinli madencilerin anısına kurulan Altın Dragon Müzesi’ne, sonra da altın madenlerine, “Central Deborah Gold Mıne”a götürüyor bizi. Dev bir kuyu kulesi, yan yana dizilmiş ahşap kulübeler, demir tekerlekli küçük vagonlar, hava kompresörleri, madenci heykelleri ve içlerinde su ile kum bulunan tahta göleklerle karşılaşıyoruz. Bizi, tavşanbıyıklı, kıllı bir adamla, Pat’la tanıştırıyor Tom. Uçları dışarı çıkmış paslı bir çivi çuvalını andırıyor Pat’ın yüzü. İnsanları yıllardır yer altında yürütmekten zayıflamış, tazıya dönmüş. Madenin tarihine ilişkin ayrıntılı bir açıklamaya heveslenerek, 1851’e götürüyor ve baştaki kulübeye sokuyor bizi. Elbiselerimizi, çizmelerimizi giyip, lamba haneye giriyoruz. Çenesi aman vermiyor. Kafası, kavramsal araçlar yığını. Birer başlık oturtuyor kafamıza. Aküleri kemerle belimize bağlayıp, kablolu lambaları başlıklara geçiriyor. Toplumun zenginleşme dünyasını kışkırtan ve ayağa kaldıran ilk çan sesine doğru yürüyoruz. Asansöre binip, inişe geçiyoruz. Bilgisini varlığından önce hissettiren adam, dolaysız, yalın bir anlatımla, altın kazan ve yüzleri altın gibi sararan altı bin insandan, maden sahibi Lord’un, sevgilisi Lady Deborah’a olan aşkından ve altın kazarken, avucunda
altın külçesiyle düşüp ölüşünden, Mrs Margaret Kennedy’den, altın kazıcı Çinlilerden, Çinlilerin ‘Dai Gam San’ dedikleri Büyük Altın Dağı’ndan ve 1400 m. derinliklerden, söz edip duruyor. George bakıyorum, gülümsüyor. Kuyunun bilmem kaçıncı katında asansörden çıkıyoruz. Gölgelerimizi kıran, mavi somaki bir su yüzünü dalgalandırarak, direksiz, taş galeri boyunca yürüyüşe geçiyoruz. Sağlı sollu duvarlarda yarıklar, yarıklarda bıçaklar, bıçakların halkalanmış demir saplarında mumlar. Tavanda borular, kablolar, karmaşık bağlantılar hercümerci. Birbirlerinde silikleşen, yiten, peş peşe dört gölge. En arkada Tom; kendisini ne dili ne de varlığıyla anlatma ihtiyacı duymadan yürüyor. Kayalara bakmamız için kuru bir yerde durduruyor bizi. Camın ötesine, taş duvarlardaki beyaz kuvars damarlara gömülen altın parçalarına bakıyoruz. Biçimler arasındaki uyumu, dengeyi, ritmi alt üst eden, görsel düşündüren, akışkan, özendirici bir duvar. Az ötede, çelik uçları kayalara girmiş, yüz yıl öncesinin basınçlı havayla işleyen potkobaçları duruyor. Pat bizi, potkobaçların başına geçiriyor. Sağır edici bir gürültüyle işletip, kayalarda delikler açıyoruz. Taş tozu ve su zerrecikleriyle kaplanıyor bir anda bulunduğumuz yer. Kazıcılığın korkunç yüzünü, potkobaçı işletirken anlıyorum. On beş yılda tek bir kazanın olduğunu, bir kişinin yaralandığını, ama kazıcılık yapıp da solunum sorunu olmayan bir tek madencinin bulunmadığını açıklıyor Pat. Yürüyoruz. Sağda, taş bir höyükte bir bidon. Bidonun üzerinde tahta tuvalet oturağı. Duvarda mum. “Külçeler halinde altın çıkan bu mağarayı tuvalet yaptılar,” diyor Pat. “Bu oturağa oturan her madencinin altın hayali zenginleşti.” Daha ileride, yine sağda, bir yeraltı Pub’una sokuyor bizi Pat. Elli kişinin eğlenebileceği bir yer. Tahta oturaklar, küçük bir sahne ve köşede bir büfe. Yemek zamanı işçiler geliyor, hem torbalarındaki yemekleri yiyor, hem büfeden bir şey alıp içiyor, hem de yerüstünden gelen amatör bir şarkıcıyı dinliyorlarmış. Bir saatlik eğlence yeri. Sulu zeminde sürdürüyoruz yürüyüşü. Başımıza, sırtımıza tavandan sular damlıyor. Değişme ve zenginleşme hırsının parçaladığı, insan ufantıları haline getirdiği altı bin kişinin köstebek yollarında gezdire gezdire iflahımızı kesiyor Pat. Sonunda, çıkış asansörün önüne geliyoruz. Biçimi özle özleştiren kara bir ışığın altında duruyor, bilincinin önünü arkasına getiriyor ve onu oradan yönetmek için ihtiyaç duyduğu kendince en önemli sözünü söylüyor: “Uzağın ötesine bakın. Yukarıda özgürce soluk aldığımız altın yaşam, altın şehir, gezdiğiniz bu karanlık galerilerin eseridir.”
22
güncel haber
1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı 19-22 Aralık 2000’de 20 hapishaneye eş zamanlı olarak düzenlenen saldırılarda katledilen 28 devrimci ve komünist için ülke genelinde eylemler yapılarak faşist Türk devleti protesto edildi 19-22 Aralık 2000’de 20 hapishaneye eş zamanlı olarak düzenlenen saldırılarda katledilen 28 devrimci ve komünisti anmak için ülke genelinde eylemler düzenlendi. Eylemler sırasında faşist Türk devletinin 2000 yılı Ölüm Orucu Direnişi devam ettiği sırada gerçekleştirdiği katliam protesto edilerek mücadele vurgusu ön plana çıkarıldı. İSTANBUL: 19 Aralık Perşembe günü Sağmalcılar Metro İstasyonu önünde bir araya gelen Tecrite Karşı Mücadele Platformu (TKMP) bileşenleri, kortejler oluşturarak ellerinde 19-22 Aralık Katliamı’nda hayatını kaybeden devrimcilerin fotoğrafları ve flamalarla Bayrampaşa Hapishanesi’ne yürüdü. Bayrampaşa Hapishanesi önünde bir araya gelen kitle adına, 19-22 Aralık Hapishaneler Katliamı’nın protesto edildiği bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Kitleselliğiyle dikkat çeken eylem sırasında mücadele azmi doruk noktadaydı. Yürüyüş sırasında 19-22 Aralık tarihleri arasında 20 hapishanede katledilen devrimcilerin isimleri anons edilerek “Yaşıyor” sloganları atıldı. Bayrampaşa Hapishanesi önüne gelindiğinde hapishane girişinde “Diri Diri Yaktılar Hesabını Soracağız” yazılı pankart açılarak katliam protesto edildi. Hapishane önünde TKMP adına yapılan basın açıklamasında, 19-22 Aralık tarihleri arasında 20 hapishaneye eş zamanlı olarak düzenlenen saldırılarda katledilen 28 devrimci anıldı.
‘Bayrampaşa Hapishanesi’nde 6 kadın tutsak diri diri yakıldı’ Basın açıklamasında Bayrampaşa Hapishanesi’nde 6 kadın tutsağın diri diri yakılarak katledildiğinin belirtilerek bu hapishanede
toplam 12 devrimcinin katledildiği ifade edildi. Basın açıklaması şu ifadelerle devam etti: “Bedenleri tutsak olan devrimcilerin, dört duvar arasına sığmayan umutlarını, düşüncelerini yok etmek ve iradelerini teslim almak için 21. Yüzyıl’ın başında faşizm, bir katliama daha imza attı. Emperyalistler ve işbirlikçilerin çıkarları için, IMF’nin kararlarını engelsiz uygulamak için önce hapishanelerdeki devrimcileri teslim almayı amaçlıyorlardı. Mahirlerin, Denizlerin ve İbrahimlerin direniş geleneğini sürdüren devrimci tutsaklar, bedenleriyle barikat oldular faşist zulme ve F tipi işkence hanelere karşı. Karanlığın sahipleri yine karanlıkta geldiler. 20 hapishaneye birden, savaşa gider gibi 10 bin askerle geldiler. 8 jandarma komando taburu, 37 bölük katıldı bu baskına. Üç gün süren saldırıda 20 bini aşkın gaz bombası kullanıldı.”
Katliamın sorumlusu faşist Türk devletidir Basın açıklamasında katliamın birinci dereceden askeri sorumlularının Jandarma Genel Komutanı Aytaç Yalman ve Jandarma Harekat Başkanı Osman Özbek olduğu belirtildi. Katliamın Aytaç Yalman, Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı’nın ortak kararı ve Milli Güvenlik Kurulu’nun kararı sonucunda gerçekleştirildiği anlatıldı. Katliamın siyasi sorumlularının ise tüm MGK üyeleri, ANAP, DSP ve MHP hükümeti üyeleri ve milletvekilleri ile Başbakan Bülent Ecevit, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan olduğu açıklandı. Açıklamada 19-22 Aralık Katliamı’nın ardından açılan davada soruşturma sırasında ve mahkemeler sürecinde delillerin karartılarak katillerin ‘aklandığı’ ifade edildi. F Tipi hapishanelere karşı Ölüm Orucu’na başlayan tutsaklardan 122 devrimcinin hayatını kaybettiğinin belirtildiği basın açıklaması, verilen şehitlere karşın devrimci iradenin teslim alınamadığı ifadeleriyle devam etti. Açıklama şu ifadelerle sona erdi: “Artık Gezi
ayaklanmasıyla yeni bir süreç başladı. Korku duvarlarını yıkan halk, devrimcilerin önderliğinde katliamcılardan da hesap soracak ve şehitlerimize sahip çıkacaktır. 19 Aralık şehitlerimizi saygıyla anıyor ve onlara verdiğimiz devrim sözüne bağlı kalacağımızı bir kez daha haykırıyoruz! Diri diri yakılan 6 kadın tutsağı asla unutmayacağız! Unutturmayacağız! Ellerimiz katillerin yakasından düşmeyecek!” Açıklamaların ardından Bayrampaşa Hapishanesi önüne bırakılan 28 devrimci tutsağın fotoğraflarının bulunduğu yere karanfiller bırakıldı. Grup Munzur ve Grup Yorum’un ezgilerini paylaştığı anma sırasında kavga türküleri ve marşları hep bir ağızdan söylendi.
İstanbul’da Okmeydanı DHF tarafından örgütlenen eylemle Gazi Mahallesi ile Sarıgazi’de devrimci ve demokratik kurumlar tarafından düzenlenen eylemlerde 19-22 Aralık Katliamı’nda hayatını kaybeden 28 devrimci anıldı. ANKARA: 19-22 Aralık 2000 tarihinde 20 hapishanede eş zamanlı gerçekleştirilen saldırılar sırasında 28 devrimci ve komünist tutsağın katledilmesi, 19 Aralık Perşembe günü Sincan Hapishanesi önü ile Kızılay’da düzenlenen yürüyüş ve basın açıklamalarıyla protesto edildi. 19 Aralık anması Sincan F Tipi Hapishanesi önünde yapılan kısa bir yürüyüşle başlatılırken, Sincan Kadın Kapalı Hapishanesi’ndeki tutsakların ıslıklarla eyleme destek vermesi
MKP gerillalarına ağır hapis ‘cezaları’ 16 Kasım 2012’de Ovacık’ta yakalanan 24 MKP gerillası hakkında ayrı ayrı açılan davalardan 5 MKP gerillasının davası sonuçlandı. Duruşmada 5 MKP gerillasına ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis ‘cezaları’ ile 30’ar yıl 2’şer ay ağır hapis ‘cezaları’ verildi 16 Kasım 2012’de Ovacık’ta yakalanan 24 MKP gerillası hakkında ayrı ayrı açılan davalardan, 5 MKP gerillasının davasının 13
Aralık’ta görülen duruşmasında karar açıklandı. Duruşma sonunda 5 MKP gerillasına ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis ‘cezaları’ ile 30’ar yıl 2’şer ay hapis ‘cezaları’ verildi. Malatya 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya Tokat T Tipi Hapishanesi’nde tutuklu bulunan MKP gerillaları Adem Çelik, Emre Selcan, Sevinç Sönmez, Bahar Demir ve Baran Onur Doğan video konferans sistemiyle katıldı. Dosyaya ilişkin mütalaasını 3 Eylül’de mahkemeye sunan cumhuriyet savcısı, kovuşturmanın genişletilmesine yönelik talepleri bulunmadığını belirterek, tutukluluk durumunun devamını istedi.
MKP gerillalarına ‘cezalar’ yağdırıldı Duruşmada dosyayı inceleyen mahkeme heyeti, araştırılması gereken başka bir konu kalmadığına iddia ederek davayı karara bağladı. Mahkeme heyeti, MKP gerillalarına “anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma, taşıma veya bulundurma, sayı ve nitelik bakımından vahim olan silah veya mermilerin satın alınması, taşınması, bulundurulması ve yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle bir kişiyi öldürmeye teşebbüs” iddialarıyla ağır ‘cezalar’ verdi.
Davası görülen 5 MKP gerillasına, “örgüt adına eylemlere katılarak anayasayı ihlal” ettikleri iddiasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis ‘cezaları’ verildi. Bununla birlikte mahkeme heyeti 5 MKP gerillasına, “jandarma personeli Y.T.’yi yaraladıkları” iddiasıyla 16’şar yıl, “yasak nitelikli silah bulundurdukları” iddiasıyla 7 yıl 6’şar ay, “tehlikeli maddeleri bulundurdukları” iddiasıyla da 6’şar yıl 8’er ay hapis ‘cezaları’ verdi. Bunlara ek olarak 15 bin lira da para ‘cezası’ verildi. Tutuklu diğer MKP gerillaları ise davaları başladığı günden bu yana esas hakkında savunma yapmadı. Mahkeme, diğer MKP gerillalarının duruşmasını ocak ayına erteledi.
1-15 OCAK 2014 Halkın Günlüğü
23
unutulmadı katliamın sahiplenicisi olduğu” ifadelerine yer verildi. Eylemler DHF, Partizan, BDSP, Halk Cephesi, ESP, Alınteri, SODAP ve Kaldıraç tarafından örgütlendi.
Katliamda hayatını kaybeden devrimcilerin mezarları ziyaret edildi
dikkat çekti. Hapishane önünde katledilen devrimciler için saygı duruşunda bulunularak basın açıklaması yapıldı. Açıklamanın ardından atılan sloganlar ve çekilen halaylarla eylem sona erdi. Aynı gün akşam saatlerinde Kızılay’da bulunan Yüksel Caddesi’nde bir araya gelen kitle Mithatpaşa Caddesi’nden AKP İl Binası’na yürüdü. Kitle yürüyüş sırasında ellerinde meşaleler ve 19 Aralık Katliamı’nda hayatını kaybeden devrimcilerin fotoğraflarını taşıdı. AKP İl Binası önünde yapılan basın açıklamasında, “Son günlerde yaşanan olaylar da gösteriyor ki iktidarda bulunan AKP’nin de katliamın katillerini bulmayarak
Ankara’da 19-22 Aralık Katliamı’nın 13. yılı vesilesiyle katliamda hayatını kaybeden devrimciler Ali İhsan Özkan, İrfan Ortakçı ve Cafer Tayyar Bektaş’ın Karşıyaka’daki mezarları ziyaret edilerek anma yapıldı. Devrim şehitleri için yapılan saygı duruşunun ardından DHF adına bir açıklama yapıldı.19 Aralık Katliamı’na dikkat çekilen açıklamada, katliamın hakim sınıfların emperyalistlerle yaptığı işbirliği sonucu devrimcilerin hedef alınarak halk üzerinde bir korku atmosferi yaratılmaya çalışıldığı ifade edildi. İZMİR: İzmir’de katliamın 13. Yılı olan 19 Aralık’ta yapılan anmada aralarında DHF’nin de olduğu devrimci demokratik kurumlar tarafından Karşıyaka’da bir yürüyüş gerçekleştirildi. Yapılan yürüyüş sırasında katliamın üzerinden 13 yıl geçmesine karşın katliamı gerçekleştirenlerin cezalandırılmamasını protesto eden sloganlar atıldı. Yapılan basın açıklamasının ardından eylem sona erdi. DERSİM: 19 Aralık Perşembe günü DHF, BDP, ESP, EMEP, PARTİZAN ve HDP’nin çağrısıyla Sanat Sokağı’nda bir araya gelen devrimci, demokratik ve yurtsever kurumlar, 19 Aralık Katliamı’nı protesto eden bir eylem düzenledi. Bu illerin yanı sıra Bursa, Antalya, Eskişehir, Balıkesir, Erzurum, Kocaeli başta olmak üzere çok sayıda ilde protesto eylemleri düzenlenerek 19-22 Aralık Katliamı’nda hayatını kaybeden devrimciler anıldı.
verildi Mahkeme 22 Ocak gününe ertelendi Ovacık’ta yakalanan MKP gerillalarının davalarından biri de 18 Aralık’ta Malatya 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. 24 MKP gerillasının dava dosyaları ayrılarak görülüyor. Duruşmaya Tokat T Tipi Hapishanesi’nde tutsak bulunan Ferhat Yalçın, Yusuf Selvi, Erdal Garip ve Eren Batmaz ile Kırıkkale F Tipi Hapishanesi’nde tutsak bulunan Erdi Sidal, Hıdır Bakır ve Selçuk Çelik video konferans sistemiyle katıldı. Duruşmaya bağlanan tüm tutsaklar, mahkeme huzurunda ifade vermek istediklerini belirterek dava
dosyalarının birleştirilmesini talep etti. Tutsaklar bu talepleri yerine getirilmediği sürece esas hakkında savunma yapmayacaklarını açıkladı. Yine aynı davadan birlikte yargılanan Elazığ E Tipi Hapishanesi’nde tutsak bulunan Özdal Bozkaya ile Elbistan E Tipi Hapishanesi’nde tutsak bulunan Ekin Sabur ve Aysel Koç ise verdikleri dilekçelerde, duruşmaya video konferans sistemiyle bağlanmak istemediklerini, mahkeme huzurunda ifade vermek istediklerini ve dava dosyalarının birleştirilmesini talep etti. Mahkeme heyeti duruşmayı 22 Ocak 2014 tarihine erteledi.
TUTSAK PARTİZAN
≫ cafer çakmak
UNUTULMAYACAK DİRENİŞ TARİHİ; 19-22 ARALIK
S
iyasetin gündemi daima demokrasi tartışmalarıyla doludur. Yığınla süslü lafla güzellemeler düzülse de halkın bileklerindeki pranga kalınlaşıyor. Sömürü katmerleşiyor. Devlet baskısı artıyor ve halkımıza ölüm, hapishane ve her türden baskı olarak geri dönüyor. Çünkü demokrasi egemenlerin demokrasisidir bu düzende. Bir bütün olarak devlet ise hakim sınıfların emrinde bir baskı aracıdır. Onların özgürlüğü halkın prangaya vurulmasına bağlıdır. Biri köleleştirilmeden diğeri efendi olamaz. Bu gerici faşist düzen yıkılmadan biz ezilenler için demokrasi yoktur. Halk için özgürlük ve eşitlik ancak halkın iktidarıyla mümkündür. Burjuva siyasetinde değişen söylem, tarz ve yöntemlere aldanmamak gerekir. Devlet aynı amaçla işlev görür. İşbirlikçi hakim sınıflar sömürü çarkını daha da ağırlaştırırlar. Demokrasi beklemek ise ham hayaldir. Baskı, zulüm, işkence ve katliamların özünü oluşturduğu faşist devlet biçiminde hapishaneler sistemin öğütücü değirmen taşlarıdır. Toplumun önemli sorunlarından biridir. Halkın ilerici öncü önder güçlerini katletmekte yetinmiyorlar önemli bir kısmını da hapishanelere kapatıyorlar. Halkın mücadele eden güçlerini hapishanelerde teslim almak, ıslah etmek, halktan ve devrimci amaçtan koparmak istiyorlar. Bu nedenle tecrit, sürgün, işkence ve her türden baskı araçlarını hapishanelerde uygulamaya koydular. Bu çark aynı amaçla dönmeye devam ediyor. 19-22 Aralık 2000 Hapishaneler Katliamı’nın üzerinden 13 yıl geçti. 13 yıl önce devlet tecrit-tredman sistemini uygulamaya koymak – ki bu amaç devrimcileri ıslah etmek - için 20 hapishanede aynı anda komünist ve devrimci hareketin tutsaklarına saldırdı. 28 devrimciyi hunharca katletti. Kimyasal gazlar kullandı. Tutsakları canlı canlı yaktı. İşkencelerden geçirdi. Devletin mahkemeleri 13 yıldır 19-22 Aralık Katliamı’nın üstünü örtmek, devletin sivil-askeri bürokrasisini aklamak için uğraşıyor. Demek ki sadece teorik olarak öğrenmekten ziyade, faşist Türk devletinin hapishaneler tarihine bakılırsa bu düzende halk için adalet yoktur, beklenemez. Bu nedenle daima akılda tutulmalı ki devrimci adalet ezilen sınıfların engellenemez gücü ve savaşımıyla gerçekleşir. Ölüm orucu ANAP -DSP- MHP koalisyon hükümeti döneminde başlamıştı. 2002’de hükümette olan AKP, devletin kanlı politikasını sürdürdü. F-tipitecrit, tredman sistemine karşı 20 Ekim 2000 Ölüm Orucu Direnişi devletin halka, devrimcilere karşı konumlanmasını çok çarpıcı ve çıplak biçimde göstermesi bakımından da tarihsel önemdedir. Devletin devamlılığı vardır ve ezilenlere karşı çalıştırılır. Emperyalizm komprador burjuvazinin çıkarları korunacaksa komünist ve devrimci hareketin ezilmesi gerekiyor. Bu nedenle pervazsızca “19 Aralık yapılmasaydı IMF programı uygulanamazdı” sözünü tekrarlanmaktan çekinmediler. Devlet silahlarıyla saldırdı. Komünist ve devrimci tutsaklar kahramanca direndi. 20 Ekim 2000 Ölüm Orucu savaşçıları aynı zamanda barikatların da direnişçileri oldu. Ve ilk şehitlerimiz barikatlarda ölümsüzleşti. Maoist öncü ölüm orucuyla direnme çizgisini sürdürdü. Barikatta ölümsüzleşen Ölüm Orucu Direnişçisi Ali İhsan Özkan yoldaşımızda somutlaşan irade halka, partiye ve devrime olan bağlılıktır. Ders almalı ve öğrenmeliyiz. Bu boyutta tereddütsüz bağlılık olmadan devrimci mücadele geliştirilemez.
F-tipi projesi, 19-22 Aralık saldırısı devrimci hareketi dışarıda ve içeride kuşatmaya alma, ezme ve dönüştürme konseptiydi. Sonuçları ağır oldu. Fakat her türden uzlaşmacı, barışçı, reformcu akım ve eğilime karşı devrimci iktidar hedefinden vazgeçmeyen komünist hareket ilerleyecek ve gelişecektir. Devlet yarattığı tredman aygıtıyla politik tutsakları teslim alınacağı hesabıyla çalıştırıldı. Saldırılar hiç son bulmadı. Sürdü sürüyor. Tecrit, tredman politikası gün geçtikçe yoğunlaştırıldı. 1922 Aralık, 20 Ekim 2000 Ölüm Orucu Direnişi çizgisi anlaşılmadan yoğunlaştırılmış tecrit ve tredmana karşı mücadele anlaşılamaz. Günün devrimci duruşunun tarihsel kökleri vardır. Bedellerle oluşturulmuş düşünsel ve pratik deneyime dayanır. 19-22 Aralık şehitlerini anarken onların yarattığı direnişin beslendiği kaynağı öğrenmeliyiz. Hesap sorma bilincimizi devrimci mücadelenin en ileri mevzilerine taşımalıyız. Şehitlerimizi anmak ve kahramanca direnişten öğrenmek bunu gerektirir. Direnme ruhu baskının ve sömürünün olduğu her yerdedir. Tecrit yoğunlaştırılmıştır. Bütün araçlarla en insani ihtiyaçların karşılanması bile tutsaklara karşı kullanılması yetmiyormuş gibi, 24 saat havalandırma ve hücrelerin içini gözetlemek amaçlı kameralar yerleştirilmeye başlanmıştır. Bu insanlık dışı faşist uygulamaya karşı direnen tutsaklara saldırılıp işkence ediliyor ve hücrelere atılıyor. Tutsaklar dün olduğu gibi bugün de insanlık dışı yöntem ve uygulamalara karşı direndi, direnmeye devam edecek. 19-22 Aralık 2000’de Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketi barikatlarda ölümü küçülterek ve siper yoldaşlık ruhuyla hep birlikte direndi. Bugün içeride ve dışarıda faşizmin saldırılarına karşı ortak mücadele ve direnmeye çok daha fazla ihtiyaç vardır. Bu nedenle 19-22 Aralık direniş ruhundan, duruşundan ve tarihinden ders almak gereklidir. Ortak direnme ruhunu inkar eden her türden yozlaşmış anlayışın üstesinden gelmenin yolu da ortak mücadele çizgisini güçlendirmekten geçer. Bunları unutanlar Gezi’deki halkın ortak direnişine bakmalıdır. AKP ‘ileri demokrasi’ dedi diye halka demokrasi gelmez. Başbakan Gezi’de halka kurşun sıkan polise kahramanlık payesi biçti. Roboski’nin katilleri nerededir! Çolemerg (Hakkari)’de halka ateş açıldı ve iki yurtsever katledildi. 19-22 Aralık Katliamı’nı yapan aynı devlettir. O zamanda -13 yıl öncebarış, kardeşlik ve toplumsal uzlaşmadan bahsediliyordu, şimdi de.. Fakat daima kurşunu yiyen halkın kendisidir. Demokrasi sorunu iktidar sorunudur. Bu nedenle kararlı ve her türlü zorluğu göğüsleyecek mücadele olmadan gelişme sağlanamaz. İşçi sınıfını, emekçi köylü ve geniş halk kitlelerini sömürüye boğup baskı ve araçlarıyla ezen, Kürt ulusunu ve azınlıkları ezen bu düzen yıkılmaya mahkûmdur. Hapishanelerde ve bütün alanlarda halkın devrimci mücadelesi engellenemez. Mücadele bir bütündür ve bedeller gerektirse de büyüyecek ve ilerleyecektir. Devrimci tarihin anlamı günün kızıl mücadele çizgisindedir. Sınıf savaşımı durdurulamaz ve bedellerle yaratılan tarih halkın bilincinden silinemez. Hapishanelerde bedenlerini açlığa yatıran, barikatlarda marş ve sloganlarıyla ölümü göğüsleyerek devrime olan bağlılıklarını canlarını vererek koruyan 19-22 Aralık şehitlerinden öğrenmenin tek yolu devrim uğruna mücadele etmektir.
Halkın Günlüğü
1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ:
Yurtiçi 54 TL
Yurtdışı
108 EURO
HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Serdar Kaya Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL
Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
ROJANEYA GEL DHF: “Ên Ku Li Soldankê Tê Veşartin Bi Xwe Sazûmana Kevnbûyî ye” Di roja 17’ê Berfenbar( Kanun)’ê de bi sergirtina malan bi bona bertîl(rişwetan)û bêrêtî 71 kes hatin binçavkirin, 24 kes hatin girtin. DHF ji bo bertîl û bêrêtîyan daxuyand ku “ên ku li soldankê tê veşartin bi xwe sazûmana kevnbûyî ye” Di 17’ê Kanun’ê de li danê sibehê li Stenbol û Enqere’yê gelek karsaz, ji ber bertîl û bêrêtî ve hatin binçavkirin. Kesen ku hatin binçavkirin ên nêzikê hikûmat, zarokên wezîran û serokekî şarederiyekê û tevahî kes bûn. Sedema binçavkirinan bêrêtî û rişwet hat gotin. Ji sedemên îddayan de cihên ku rêgeha Marmararay, îhaleyên TOKÎ, rêveberiyên heremiyê destûr nedane îmarê bi riya wezaretan bi îllegal destûr dayîna imaran, cihê ku sît(cihê parastî) in bi îllegal ji hêla şaredariya Fatîhê ve bi hêza wezaretê hatiye bikaranin vekirina îmaran jî ji îdayan in. Ji sedema binçavkirinan de ji Şixên Ereban re firotina berhemên Seraya Topkapiyê û berhemên dîrokî yên ku li kolandina Marmarayê ku hatine derxistin bi dizî firotina wan jî hene. 71 kes binçav kirin,24 kes girtin, 47 kes serbest hatin berdan. Li Stenbolê 18’ê Kanunê de 16 gerînandeyên polîsan ku nêzikê cemaatê ne û “operasyon” çekirine ji erkên xwe hatin standin, piştre li Enqereyê 18 polîs ji peywirên xwe hatin dûrxistin û guherandin. Serokwezir Erdoxan û F.Gulen di daxuyaniyên xwe de gef li hev û du xwarin. Di dawî de wezîrên ku zarokên xwe hatibûn girtin; wezîrê Karên Hundirîn Mûammer Gulêrû wezîrê Aborî Zafer Çaxlayan, wezîrê Derdor û Bajarvaniyê Erdoxan Bayraktar îstîfa kirin.
“Şahinşahiya Talan, Yaxme û Tirsê ku Hatiye Afirandin, Bi Têkoşina Gelên Birexistinî ji Hole Tê Rakirin” Federasyona Mafên Demokratîk(DHF): li ser analiza pêvajoya ku bi navê “operasyona bêrêtî û bertîl’ê” de hatiye destpêkirin, bi sernivîsekê “ên ku li soldankê tê
veşartin bi xwe sazûmana kevnbûyî ye” daxuyaniyek weşand. DHF di daxuyaniya xwe de: bi nave “operasyona bêrêtî û bertîlî” ku ji raya giştî re hat vebeyandin lê li paş wan bûyeran de bûrokratên AKP û derdorê wan ên berbijar(biîmtîyaz) û rahijmendiya bêrêtî û rişweta wan carek din partiyên sazûmanan di çavên gelan de teşhîr kir. Daxuyaniya DHF wisa domiya: “ li hevxistina navbera çînên serwer û klikên welatên me, di serdemên dawî de rojeva welêt niqaşên “dersxaneyan” hebû, piştre wê ji raya giştî re vebeyandina “operasyona bêrêtî” bi bîwarek(boût) re didome. Dawiya oprasyonê ku ji hela raya gişti ve bi baldarî tê şopandin. Di navbera wan de zarokên wezîrên AKP, karsaz, burokrat û serokên şarederiyan bi îdayên pakijkirina diravên reş, bertîl(rişwet), bêrêtî yan hatin binçavkirin. Ew wêneyekî pêk hatiye karaktera pergala welatî me yê serwer û rantkerî, talankerî, derdixe holê û ji aliyê din jî nakokiya çînên deshilatdar ku dijin bi vekirî li ber
çavan radixe. Di heman lêlata sîyasî de paldanka sîyasî parve dikirin, Cemeat û AKP ku ola îslamî ji dikirin perde di nav mekanizmaya komarê de hewldana hakimbûna desthilatê dikin ew jî deq û dolabên ku ten kirin di astekê de dan vebeyandina raya giştî. Li hemberi gav avetina girtina dersxaneyan Cemeata Gulenê bi riya çapemeniyên ku dest xwe ne helwesta “maxdûrbûyinê” kir, digel pêkbûna hevbûnê, Cemeatê hemleya hemberî kir. Zû bi zû bilevkirina maxdûrbûyina xwe dikir, li pey ebayê jî çov sitand û dosyayên bêrêtî ji hêla polîsên ku di nav rêxistina polîsan de ve ji raya giştî re dan vekirin û lê da bijkojê. Encama pêkanîna operasyonê belgeyên ku vebeyîna raya giştî bûne, makineyên diravan ku ketina destan, diravên ku di nav soldankê de veşartî ne û çend zarokên wezîrên AKP’yan û burokratan, girîngiya girtina rişwetan û bîwera wêneya hejmarî radixe li ber çavan. Di wê wêneyê de bi tenê hedef girtina AKP di zimanê êrenî de aqilkemî dibe. Di minakên hêsanî de di dema
nêzik de li azmûnên OSS û KPSS’ê de di skandalên kopya û şîfreyan de dizitiya Cemeat û AKP di hişê me de cihê xwe diparêze. Di heman demê de bi gotina “li dijitiya bêrêtî” CHP û MHP armanc dikin dijberiyê ku derketiye holê bigirin li paş xwe, lê çîrokên bêrêtîya ên dema wan ,ên bûtçeyên ku hatine avakirin, bûtçeyên vaşartî yên ku hikûmatên berê çawa bi karanîne, rantên ku li aliyê wan ve hatiye afirandin çawa pêşkeşê ji nêzikê kesên xwe re kirine ji hişê kedkaran de cihê xwe diparêze. Di wateya gelemperî de di navbera çînên deshilatdar de ji ber vê lihevxistinan klîkên ku dixwazin xwe pakijî bidin nîşandan hewldana tevlihevkirina hişmendiya gel nikarin serbikevin”. Di daxuyaniya DHF’ê de bêrêtî, bertîl, rantî, û talan ku belavê holê bûye di nav sazûmana kevnbûyi de rastiyên ku tê jiyîn parçeyek biçûk e diyar kir û şahinşahiya tirs û talanê yê ku tê afirandin bi berzkirina têkoşina gotin, çalakî, rexistinbûnî dê biqede hat bi lêv kirin.