kapak 17-yeni_Layout 2 6/20/11 12:36 PM Page 1
Nitelikli şekilleniş disipline muhtaçtır PERSPEKTİF Sf. 12-13 Suriye’de muhaliflerin yaptığı eylemlere ateş açan Esad yönetimi geri adım atmıyor
17’ler ölümsüzlüklerinin 6. yıl dönümünde ülkede ve yurt dışında yapılan etkinliklerle anıldı
❯❯SAYFA 18-19
❯❯SAYFA 04-05
Halkın Günlüğü 20-30 HAZİRAN 2011 Yıl: 1 Sayı: 14 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net
Eti Gümüş tehdit ediyor fYAŞAM 22-23 Kütahya’da siyanür havuzunun çökmesi ile birlikte burada yaşayan halkın hayatı tehlikeye girdi. Siyanürün içme suyuna karışması sonucu zehirlenen köylüler ile ilgili yapılan açıklamalarda olayın üstü kapatılmaya çalışılıyor.
12 Haziran seçim
değerlendirmesi Güncel-
Sf. 06-07-08-09
Faşizmin korku iklimi: F tipi fGÜNCEL 02-03 Devrimci ve komünist tutsakları teslim almak için büyük bir uğraş veren devlet, tecrit uygulamalarını derinleştirerek kişiliksizleştirmeyi dayatıyor. Tutsakların en doğal hakları dahi keyfi uygulamalarla kısıtlanıyor.
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
Sömürü ve zulüm düzeninin devamı için birbirleriyle yarışan düzen partileri başarılı olduklarını söylediler. Seçim aldatmacasından açık ara önde çıkan AKP, 3. kez savaş hükümetini oluşturarak halk üzerinde faşizmin kırbacı olacak.
Kaybeden kim?
fÇılgın projelerin, bol vaadlerin ve bütün sorunları ‘biz çözeriz’ sahtekarlıklarının havada uçuşarak, kazananın başından belli olduğu bir seçim formalitesi daha geride aldı. fSeçim yarışının ayrıcalıklı aktörleri olan faşist partiler, aldıkları oy oranları ve seçmen kitlesinin yüzde 88’inin sandığa gitmiş olmasından hareketle ‘kazandıklarını’ ilan ettiler fDüzen partileri, olanaklarını kullanarak “çözüm”ün sandıkta olduğunu söylediği seçimde, kitleler, AKP-CHP ve MHP tercihine zorlanarak faşist düzenin devamlılığı onaylatıldı. fBütün engelleme ve antı-demokratik uygulamalara karşın BDP’nin desteklediği bağımsız adaylar Kürt halkının irade beyanıyla beklenenin üzerinde bir başarı kazandı.
❯ EMEK 15-16 Haziran’ın ışığında mücadeleye
sf 10-11
❯ GENÇLİK ÖSYM’nin sınav klasikleri
sf. 14-15
2-3_Layout 2 6/19/11 6:07 PM Page 1
02 güncel
Halkın Günlüğü 20-30 HAZİRAN 2011
Halkın belleğinde yargılanacaklar 19 Aralık Katliamı’ndan yaralı kurtulan tutuklu ve hükümlülerin yargılandığı davanın duruşması 15 Haziran’da Üsküdar Adliyesi 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Siyasi tutsaklar verdikleri savunmada 19 Aralık Katliamı’nın imha amaçlı olduğunu tekrarladılar. Ümraniye Hapishanesi’ne yönelik 19 Aralık’ta gerçekleştirilen ve 28 devrimci tutsağın katledildiği, ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ndan sağ ve yaralı kurtulan tutuklu ve hükümlülerin yargılandığı dava 11. yılına girdi. Üsküdar Adliyesi 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde devam edilen davada siyasi tutsakların savunma hakkı gasp edildi.
Mahkeme savunma yapmasına izin vermedi Duruşmaya tutuklulardan İnan Gök, Ümit İnsel ve Sezgin Çelik ile avukatları katıldı. İnan Gök ve Sezgin Çelik’in savunmalarını yaptığı duruşmada, daha önce savunmasını yaptığı gerekçesiyle Ümit İnsel’in savunma yapmasına izin verilmedi. Bunun üzerine mahkemeye tepki gösteren İnsel, “19 Aralık’ta katledilerek susturulmaya çalışıldık, şimdi de mahkemede söz hakkı verilmeyerek susturulmaya çalışılıyoruz” dedi.
19 Aralık devletin imha operasyonudur İnan Gök ve Sezgin Çelik yaptıkları savunmada, 19 Aralık Katliamı’nın devletin siyasi tutsaklara yönelik imha politikasının bir sonucu olduğunu dile getirdiler. Mahkeme heyetinin mütaalayı değerlendirerek karar vermesi beklenirken, mahkeme heyetinden bir kişinin değişmesi nedeniyle duruşmada karar çıkmadı. Dava 12 Ekim 2011 tarihine ertelendi.
Ölüm nedeni asker kurşunu Tutuklu ve hükümlüler Ümraniye Hapishanesi’nde 19 Aralık operasyonu sırasında Uzman Çavuş Nurettin Kurt’un silahla ölümüne neden olmaktan ve kamu malına zarar vermekten kaynaklı yargılanıyorlardı. Ancak Adli Tıp raporunda ölüme yol açan silahın sadece AK-47 ya da G-3 piyade tüfeği olabileceği belirtildi ve Kurt’un askerlerin silahıyla öldüğü kesinleşti. Aynı zamanda aradan geçen 11 yıl nedeniyle davanın zaman aşımından kaynaklı düşmesi bekleniyordu.
Devlet Hopa’nın intikamını alıyor Hopa’da Metin Lokumcu’nun katledildiği polis saldırısını protesto eylemlerine katıldıkları gerekçesiyle Ankara’da gözaltına alınan 15 kişi, Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı tarafından ifadeleri alındıktan sonra, tutuklanarak Sincan F Tipi Hapishanesi’ne gönderildiler
faaliyette bulunmak, kamu malına zarar vermek, 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşü yasasına muhalefet ve polise mukavemet” suçlaması yöneltilen 17 kişiden 15’i tutuklandı. Yapılan sorgunun ardından tutuklananlar Sincan F Tipi Hapishanesi’ne gönderildi. Sonucun açıklanmasının ardından Ankara Adliyesi önünde yapılan açıklamalarda AKP’nin tüm saldırılarına karşı halkın hakları için verdiği mücadeleye çok daha güçlü bir biçimde devam edeceğinin vurgusu yapıldı.
Avukat değiştirin baskısı Hopa’da 31 Mayıs’taki AKP mitingi sırasında polisin HES protestocularına saldırması sonucu emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun yaşamını kaybetmesiyle birçok yerde protesto gösterileri düzenlenmişti. Eylemlere katılanlar ise polisin saldırılarına maruz kalarak gözaltına alınmışlardı. Başlatılan gözaltı ve tutuklama furyasının ardından Ankara’da 5, Artvin’de 13 kişi tutuklanmıştı. Ankara’da TEM polislerinin yürüttüğü, tutuklama kararı olan 31 kişiden 20’si ev baskınları ve sokaktan gözaltına alınmıştı. Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı’ndaki ifade işlemlerinin ardından 17 kişi Ankara 12’nci Ağır Ceza Mahkemesinde sorgulandı. “Terör örgütü yararına
Sorgular devam ederken aralarında ÖDP, Halkevleri, TKP, SDP, EHP ve çeşitli sendikaların bulunduğu Ankara Emek ve Demokrasi Güçleri gözaltındakilere destek vermek ve gözaltıları protesto etmek için Adalet Sarayı önünde eylem yaptı. “Sindiremeyeceksiniz, susturamayacaksınız” pankartının açıldığı eylemde, bir basın açıklaması yapıldı. İddiaların uydurma delil ve gerekçeler barındırdığının dile getirilen açıklamada; Halkevleri, ÖDP, SDP gibi örgütlerin ‘terör’ örgütü olmadığı belirtildi. Gözal§tında bulunanlara kolluk baskısıyla avukatlarını değiştirmeleri yönünde baskılar yapıldığı bildirilen konuşmalarda, iddianamenin avukatlara verilmediği, geciktirildiği de ifade edildi.
Çizgi film de delil Tutuklamalara gerekçe olarak sunulan “deliller” ise tamamıyle trajikomik. Ankara’da yaşanan olaylardan önce bazı yasal dergi ve sitelerde AKP önüne yapılacak yürüyüşün duyuru haberleri ‘terör’ örgütü bağlantısı olarak iddianamede yer alıyor. Ev baskınlarıyla gözaltına alınanlar ile ilgili, kollukta el koyulan ve suç unsuru olarak tutanaklara geçen delillerin listesi şöyle; “Kitaplar, film ve müzik CD’leri, çizgi filmler, mp3 çalar, meyve bıçağı, kapüşonlu mont vs.” İşte birkaç örnek: Halit Çelenk’in yazdığı ‘İdam Gecesi Anıları’, Lenin’in ‘Ne Yapmalı’ ve Mahir Çayan’ın ‘Seçme Yazılar’ kitabı. ‘Feminist Politika’ dergisi, ‘Kaplumbağa ile Tavşan’ isimli CD’ler ile ‘Halka’ isimli korku filminin bulunduğu CD’ler. 7’si Halkevleri, 7’si Öğrenci Kolektifleri, 1’i de ÖDP üyesi 15 tutuklunun isimleri şöyle: Mahir Mansuroğlu, Zafer Algül, Kadir Aydoğan, Can Türkyılmaz, Çağrı Yılmaz, Uğur Tuna, Uğur Uzunpınar, Hikmet Tanıl, Tayfun Yıldırım, Demet Yılan, Can Kaya, Nuri Özçelik, Özgür Atmaca, Doruk Yıldırım, Ozan Sürer. Mahkemeye çıkarılan Başak Eylül Şan, Pelin Bayram ise serbest bırakıldı.
Halkın Günlüğü
KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Hıdır Gürz Yayın Türü: Bölgesel Süreli Yönetim Yeri: Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sokak NO: 11 Kat: 4 BEYOĞLU/İSTANBUL
Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 ABlok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
BÜROLAR
1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ: Yurtiçi 54 TL Yurtdışı 108 EURO HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 İZMİR: Şehit Fethi Bey Cadde No: 13 Eski Eshot İşhanı Kat:4 Konak/İzmir Tel-Fax: (0232) 482 01 63 ● MERSİN: Çankaya Mahallesi 4702. Sok. No:8 KAt:3 Akdeniz/Mersin ● AMED: İskender Paşa Mah. İnönü Cad. MA-GÜL İşhanı Kat:4 No:10 Dağkapı/Amed ● ATİNA: Spiro trikoupi 21 10683 eksarxia GREECE/Yunanistan e-mail: devrimcidemokrasi_yunanistan@yahoo.com.tr ● YD TEMSİLCİLİĞİ: Kaiser-Wilhelm Str. 275 47169 Duisburg/DEUTSCHLAND e-mail: d.demokrasi@googlemail.com
2-3_Layout 2 6/19/11 6:07 PM Page 2
güncel
20-30 HAZİRAN 2011 Halkın Günlüğü
F tiplerinde faşizmin korku iklimi sürüyor Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Kapalı Hapishanesi’nde bütün idareciler işkenceye katılıyor, ‘işkenceye sıfır tolerans’ diyenlerden ise ses çıkmıyor Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Kapalı Hapishanesi’nde PKK davasından hükümlü Haydar Duymaz, 30 gardiyan ve hapishane yöneticilerinin saldırısına maruz kaldı. Duymaz kendisine yapılan işkenceleri protesto etmek için 12 gündür açlık grevinde bulunuyor. Hak gasplarıyla sık sık gündeme gelen Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Kapalı Hapishanesi’nde PKK davasından yargılanarak, 10 yıl hapis alan hükümlü Haydar Duymaz gardiyan ve hapishane müdürünün organize ettiği saldırıya uğradı. Olayı öğrenen Duymaz’ın kardeşi ile avukatı hapishaneye giderek, Duymaz hakkında bilgi aldı. Saldırıyla ilgili bilgi veren Av. Sezgin Uçar, “Müvekkilimin işkenceye maruz kaldığını duyunca, ailesi ile birlikte cezaevinde kendisi ile görüştük. Müvekkilim büyük bir işkenceye maruz bırakılmış. Hapishane Müdürü ile gardiyanlar tarafından darp edildiği bilgisini alınca, hukuki süreç başlattık” dedi. Duymaz’ın hastaneye götürülüp işkence görüp görmediğine dair rapor alınması için başvuru yaptıklarını dile getiren Uçar, ismi geçen hapishane müdürü ve gardiyanlar hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladı.
‘Ölüm riski taşıyacak derecede darp etmişler’ Haydar Duymaz’ın annesi Fidan Duymaz ise, oğlunun yaşamından endişe duyduklarını ifade ederek oğluna, geçen yıl da gardiyanlar tarafından darp edilerek işkence edildiğini anlattı. Anne Duymaz, “Hapishane gardiyanları geçen yıl da oğluma işkence yapmışlardı. Basında da yer almıştı. Bu kez ölüm riski taşıyabilecek derecede darp et-
mişler. Dizinde büyük bir yara oluşmuş. Tek kişilik hücreye konulduğu için açlık grevine girmiş. Oğlum açlık grevine halen devam ediyor. Oğlumun başına kötü bir şey gelmesinden korkuyorum. “ dedi.
Gazetemiz tutsaklara verilmiyor Malatya E Tipi Kapalı Hapishanesi’nde tutuklu bulunan Ümit Gürz’ün gazetemize gönderdiği faksta, Hapishane Eğitim Kurulu Ceza İnfaz Kurumu’nun (CİK) 87/3. maddesinin gerekçe gösterilerek gazetemizin yayınlanan hiçbir sayısının kendisine verilmediğini ifade etti. İnfaz Hakimliği ve Ağır Ceza Mahkemesi’ne itiraz etmesine rağmen bu itirazının reddedildiğini açıklayan Gürz, gazeteye yönelik keyfi gerekçelerle özel bir uygulama yapılarak, gazetenin kendisine verilmediğini ve yasal girişimlerinin sonuçsuz kaldığını dile getirdi.
Tecrid derinleştiriliyor Ankara Sincan F Tipi Hapishanesi’nde tutuklu bulunan DHF üyesi, Demokratik Gençlik Hareketi faaliyetçisi üniversite öğrencisi Ali Haydar Yıldız gazetemize gönderdiği mektupta, gazetemiz, Özgür Düşün dergisi ve sosyalist basının siyasi tutsaklara verilmediğini ve itirazlarının keyfi gerekçelerle geçiştirilerek, hiçbir açıklamanın yapılmadığını aktardı. Kendisiyle birlikte, Serkan Kaya ve Kamil Turanlıoğlu’na gazetemizin yalnızca 3 sayısının verildiğini belirten Yıldız, yer değişikliği talebinin de karşılanmadığını aktararak, siyasi tutsaklara yönelik tecrit uygulamalarının derinleştirildiğini ifade etti. Ayrıca keyfi gerekçelerle “disiplin cezaları” adı altında tecridin yoğunlaştırılarak devam ettirildiğini ifade eden Yıldız, anma ve etkinliklere katılan-katılmayan birçok tutsağa da aynı “cezaların” verildiğini açıkladı. Tutsaklara 1 ay mektup, faks ve telefon yasakları verildiğini aktaran Yıldız, yapılan baskılara karşı mücadele azimlerinden vazgeçmeyeceklerini belirtti.
03
Herkes ‘demokrasiden’
payına düşeni alıyor “Demokrasi”nin nimetlerinden hekes payına düşeni fazlası ile alıyor. Birçok gazete, dergi ve kitap toplatılırken yazarları ve yazı işleri müdürleri onlarca yılı bulan hapse mahkum ediliyor Azadiye Welat kapatıldı Kürtçe yayın yapan Azadiya Welat gazetesi 15 gün kapatıldı. Verilen bu kapatma cezasıyla birlikte gazetenin yayını 9. kez durdurulmuş oldu. Gazete çalışanlarından 9 kişi ise halen hapishanede bulunuyor. Azadiya Welat gazetesi 12 Haziran’da yayınladığı haberlerden dolayı 15 gün kapatılırken, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi, gazetenin sayılarına el konulmasına karar verdi. Mahkemenin gerekçesinde “Öcalan çıkana kadar gerilla dağdan inmeyecektir” ve “Biz yine diyoruz ki bize katılın birlik olalım” başlıklı haberlerde KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın görüşlerine yer verdiği, “kardeşlik” başlıklı haberde yaşamını yitiren PKK’lilerin kod isimlerinin yer aldığını ve bununla “örgüt propagandası” yapıldığını iddia etti.
8 yıl hapis verildi Azadiya Welat gazetesi kurulduğu günden bu yana devletin çeşitli baskılarına maruz kaldı. Son olarak gazete çalışanı Dilşah Ercan’a 9 Haziran’da görülen duruşmada “örgüt üyesi olmak” ve “örgüt propagandası yapmak” iddialarıyla 8 yıl 6 ay hapis verildi. Azadiya Welat Gazetesi eski İmtiyaz
sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Vedat Kurşun hakkında verilen 166 yıl hapsin Yargıtay’da bozulmasının ardından, davanın 9 Haziran’da görülen duruşmasında Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi Vedat Kurşun’a “örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla 10 yıl 6 ay hapis verdi.
Doğan Akhanlı’ya müebbet Mülteci olarak gittiği Almanya’dan 19 yıl sonra ülkeye dönüşü sırasında havaalanında gözaltına alınarak 103 gün boyunca tutuklu kalan yazar Doğan Akhanlı hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi. İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmaya, Almanya’da yaşayan Akhanlı’yı temsilen avukatı Ercan Kanar katıldı.
İddianame film senaryosu Duruşmada mütalaasını sunan savcı Celal Kara, 20 Ekim 1989’da Tahtakale’deki bir handa İbrahim Yaşar Tutum’a ait döviz bürosunun silahla gasp edilmeye çalışılması ve Tutum’un öldürülmesinden Akhanlı’nın sorumlu olduğunu iddia etti. Oysa olay sırasında ölen dükkân sahibi Yaşar Tutum’un oğlu “Babamı öldüren o değildi” yönünde mahkemeye ifade vermişti. Savcı, Mustafa Tutum’un beyanlarının korkudan kaynaklı çelişkili olduğunu ileri sürdü. Savcı Kara, gasp ve cinayet eylemlerinin anayasal düzeni değiştirme amacıyla gerçekleştirildiğini ifade ederek, Akhanlı’nın eski TCK’ya göre, “Türkiye Cumhuriyeti anayasal düzenini silah zoruyla ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek”ten ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmasını talep etti.
4-5_Layout 2 6/19/11 6:09 PM Page 1
04 güncel 17’lere dair İnsanlık tarihinde, özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla başlayan emek sömürüsü yaratmış olduğu insanın insanı ve yaşadığı doğayı, iktidar hırsıyla katletme savaşımı günümüze değin çeşitli boyutlarda diyalektik bir evrim süreci yaşayarak devam etmiştir-etmektedir. Tabii ki bu savaşlar doğada yarattığı yıkımlarla beraber, aynı zaman da insanlığın doğaya karşı mücadelesinde ileri dönük başarısını da getirmiştir. Tabiî ki aynı zaman da tarih boyunca süren bu mülkiyet savaşlarında, ezilenlerin ezenlere karşı hep bir özgürlük mücadelesi savaşımı da süre gelmiştir. Demirci Kawa’nın zalim Dehak’a karşı isyan ateşini yakması, Spartaküs’ün “ben insanım” diyerek köleleşmiş insanlığa bir kıvılcım olması, İskoçlu Cesur Yürek’in son nefesinde ‘özgürlük’ diye haykırması, Pir Sultan’lardan Şeyh Bedrettin’e,’ferman padişahın dağlar bizimdir’ diyen Dadaoğlu’ndan Börklüce’ye, isyan süregelmiştir. Yine tarih boyunca süren bu sömürü döngüsü günümüzde de emperyalizm tarafından dünyamız adeta istila edilerek sürdürülmektedir. Ezilenlerin tarih boyunca süren özgürlük mücadelesinde 17 Haziran 2005’te Dersim’in Mercan Dağlar’ında insanlığın bu acı dolu tarihini tersine çevirmek ve altınçağı yaratmak için kesik parmaklarla Mercanlara çıkmaya cüret eden 17 komünist savaşçı emperyalizmin yeminli uşağı, faşist iktidar tarafından katledildi. Onların düşman tarafından katledilmeleri bizleri yıldırmamış aksine daha da bilincimizi ve sınıf kinimizi arttırmıştır. Çünkü 17’ler Denizlerin sehpada tereddütsüzlüğü, Mahirlerin “dönmeye değil ölmeye geldik” haykırışı, komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın düşmanı kendi işkencehanesinde yenen Maoist iradesidir. 17’ler 12 Eylül işkencehanelerinde önderlerin direnişini geride bırakan bir direniş sergileyen ve adeta düşmanı kendi işkence hanesinde yenen devrimci komünistlerin feda ru-
hudur. 17’ler düşmanın esir aldığı devrimci ve komünistlerle giriştiği irade savaşında işkencede direnenlere “sizde mi Caferleşiyorsunuz ulan” dedirten ve açıkça yenilgisini itiraf ettiren komünist iradedirler. 17’ler fabrikalardaki işçi grevlerinde, varoşlarda barikat direnişlerinde, köylerde toprak mücadelesinde, dağlarda savaşan gerillanın karanlığı aydınlatma yürüyüşünde, yeni doğan bebelerin isimlerinde yaşayacaklar. 17’lerden aldığımız bu bilinç ve dünyayı değiştirme cüretiyle bize ölüm yok diyoruz. -Her bahar ırmak olup Mercan’dan okyanuslara akacaksınız. -Her kavgada proletaryanın beyninde bilinç olacaksınız. -Her pusuda gerillanın namlusunda kızıl mermi olacaksınız. -Her dönem ezilen tüm emekçilerin bilinç ve eylem kılavuzu olacaksınız. Binali’ye dair -O bir Kürt köylüsü -O hem emeğiyle hem de milliyetiyle sömürülen Kürt ulusunun çocuğu -O göçüp İzmir’e geldiğinde artık kentte bir inşaat işçisi -O ilk eline aldığında Halk Demokrasi gazetesini artık bir proletarya. -O tüm siyasal, ideolojik, politik geriliğe rağmen, devrimci harekette yaşanan savrulmalara karşı dimdik ayakta duran ve kendini yenileyen bir irade. -O sınıf mücadelesinde yoldaşlarına, partisine, halkına yürekten bağlı büyük bir sevda -O Maoist bilinç ve iradeyle donanmış, örgütleme çalışmalarımızda yoldaşlarına ‘artık daha güçlüyüz’ diye moral veren bir umut. -O sokak eylemlerinde, gecekondu yıkımlarında, işçi grevlerinde yoldaşlarına ve dostlarına devrimci dayanışmanın en güzel örneğini sergileyen bir kişilik. Halkı için ölmesini bilenler ölümsüzdürler. Çünkü onlar artık halktırlar.
Halkın Günlüğü okuru
Halkın Günlüğü 20-30 HAZİRAN 2011
Onlardan öğrenmek ve Maoist Komünist Partisi, “Savaşımızın nihai hedefi, insanın insan üzerindeki her türden sömürü ve baskısını, bunun temeli olan devlet makinesini ortadan kaldırmak, insanlığın sınırsız özgürlüğüne dayanan sınırsız ve sınıfsız dünyaya ulaşmaktır” diyerek 17 Haziran 2005 yılında şehit düşen 17’leri selamladı Maoist Komünist Partisi (MKP), 17 Haziran 2005 yılında Mercan Vadisi’nde gerçekleşen katliam dolayısıyla bir bildiri yayınladı. Uzun yılları bulan mücadele pratiği içerisinde kazandığı deneyimlerin kan pahasına gerçekleştiğine dikkat çekilen bildiride; “Türkiye- Kuzey Kürdistan’ da sınıf mücadelesini omuzlayan güçlerin başında gelen partimiz; 38 mücadele yaşını geride bırakan köklü bir siyasi geleneğin temsilcisi, büyük bir mirasın komünist yatağıdır. Partimiz, ülke devrim tarihine bıraktığı bu kazanım ve mirası, hiç şüphesiz ki devrimci ısrar, emek ve kararlılıkla göğüslediği ağır bedeller pahasına sağlamıştır. Büyük bedellerle örülü köklü tarihsel geçmişe sahip olan partimizin mücadele süreci, silahlı devrim ile silahlı karşı- devrimin çatışma pratiği olup, son tahlilde Halk Savaşı serüveninden ibarettir. Halk Savaşı perspektifiyle silahlı mücadele esasında konumlanan partimiz, kuruluş yıllarından itibaren düşmanın öncelikli hedefleri arasında yer almış ve maalesef faşist saldırılardan payına düşeni fazlasıyla almıştır.” ifadelerine yer verdi. Maoist komünistler önderliğinde sürdürülen mücadelenin yüzlerce kayıpla oluşturduğu devrimci mirasın kitlelerin belleğinde derin bir iz bıraktığına, bu deneyimlerin Halk Savaşı’nda ısrarla en üst seviyeye ulaşacağına, katledilen 17’lerin Halk Savaşı’ndaki ısrarına değinilen bildiride; “2005 yılı 17 Haziran’ında yaşanan 17’ler katliamı, örgütsel zayıflama ve gerileme bağlamında bu tarihimizin tipik bir örneğidir. 2005 yılı 17 Haziran’ ı, coğrafyamız devrim tarihinin sağlam bir mevzisi olmakla birlikte; özellikle parti ve mücadele tarihimizin unutulmaz kesitlerinden biri olarak belleklerimize kazınmış anlamlı bir tarihtir. Anlamlıdır çünkü; bu tarihte, 17’ler, Halk Savaşı’ndaki ısrarın belgesi olarak ölümsüzleşerek düştüler savaş siperlerine. Unutulmazdır çünkü; siyasi savaş kurmayı olan partimiz, Halk Savaşında atılım yapmanın eşiğindeyken
düşmanın stratejik saldırısı sonucu komuta merkezini fiziken yitirip, 17’ler katliamıyla aldığı ağır darbeyle geçici olarak baltalandı. Unutulmaz ve anlamlıdır çünkü; emperyalizme, feodalizme ve komprador bürokratik kapitalizme karşı yürütülen siyasi mücadelenin keskin ifadesidir bu tarih. Ve bu tarih, düzen içi yasalcı reformist- revizyonist tasfiyeci ideolojik akıma inat komünist devrimci duruşun tanığı bir tarihtir. Büyük kavga destanımızın silinmez sayfasıdır 17’lerle yazılan bu tarih!” sözleri dile getirilerek şu ifadelere yer veriliyor; “Partimizin mücadele tarihi; “yoksul dünya” halklarının kurtuluş ve özgürlükleri ile tüm insanlığın aydınlık geleceği adına, komünist partileri önderliğinde kendisine kan kusturan dünya gericiliğine karşı verdiği amansız savaşımda, büyük bedeller pahasına yürüttüğü keskin sınıf çatışmaları tarihinin bir parçasıdır. Paris Komünü, Rus Büyük Ekim Devrimi, Çin Demokratik Halk Devrimi ve Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin devasa tarihsel mirasına dayanır uzun mücadele damarımız. Proleter dünya devrimi ve proletarya enternasyonalizminin somutumuzdaki temsili ve çekilmiş bayrağıdır mücadele tarihimiz.
17 kızıl karanfil anıldı 16-17 Haziran 2005’de Mercan’da şehit düşen 17 kızıl karanfil ölümsüzlüklerinin 6. yılında İstanbul Cebeci Mezarlığı’nda Yeni Demokrasi Aileleri Birliği tarafından organize edilen etkinlikle anıldı
Yeni Demokrasi Aileleri Birliği (YDAB) Mercan’da 2005 Haziran’ında devlet güçleri tarafın-
dan katledilen 17 kızıl karanfili İstanbul-Cebeci Mezarlığı’nda Çağdaş Can, Ersin Kantar ve Dursun Turgut’un mezarı başında yaptığı etkinlikle andı. “Köklerimize sarılıp özgür geleceğe yürüyoruz” yazılı Mercan şehitlerinin resimlerinin bulunduğu pankart arkasında toplanan kitle 17 kızıl karanfilin resimleri, İbrahim Kaypakkaya ve Mao flamaları ile yürüdü. Mezar başında anma etkinliği 17’ler şahsında tüm devrim şe-
hitleri için yapılan saygı duruşuyla başladı. Saygı duruşu sırasında “Vartinik’te bir köm” şiiri okundu. Anmada 17’lerin yaşamlarının ve mücadelelerinin anlatıldığı bir konuşma yapıldı. Kavga şiirlerinin okunduğu anma aile birliği adına yapılan açıklamayla devam etti. Açıklamada Munzurlarda bombalanarak katledilen 17 kızıl karanfilin ölümü sonrası yapılan propagandalarda onların mücadelesinin bitirildiği mesajları ve-
4-5_Layout 2 6/19/11 6:09 PM Page 2
20-30 HAZİRAN 2011 Halkın Günlüğü
güncel
savaşmaktır aslolan
Varlık zeminimiz sınıflı toplumlar realitesinin tezahürü olan sınıf çelişkileri iken; savaş gerekçemiz, meşruiyetten yoksun olan gerici sınıflar devleti ve sömürü- zulüm sistemleridir. Tarihsel zorunluluğa uygun olarak kuracağımız sistem Yeni Demokratik Halk İktidarı ve Proletarya Diktatörlüğü’dür. Savaşımızın nihai hedefi, insanın insan üzerindeki her türden sömürü ve baskısını, bunun temeli olan devlet makinesini ortadan kaldırmak, insanlığın sınırsız özgürlüğüne dayanan sınırsız ve sınıfsız dünyaya ulaşmaktır. 17’ler bu yürüyüşün yol işaretleridir. Türkiye-Kuzey Kürdistan parçasındaki partimizin mücadele tarihi, bizzat proletarya partisi tarafından; bağımsızlık, halk demokrasisi, sosyalizm ve komünizm uğruna, siyasi iktidarın zaptı için açıktan meydan okuyuşla yürütülen mücadele tarihidir. Savaş tarihimiz, devrim ile karşı- devrimin silahlı çatışma tarihidir. Bu tarih, proletarya ve halk kitleleri aleyhine olmak üzere, eşit olmayan güçler arasında ağır şartlar altında
rildiği belirtilerek, 17’lerden sonra da mücadelenin yoldaşları tarafından aynı kararlılıkla sürdürüldüğü anlatıldı.
Bu tarih bizim Açıklamada 17’lerin katledilmesi sonrası mücadelenin devamında ısrar eden devrimci ve komünistlere karşı saldırıların artarak devam ettiği vurgulanırken geleceği kazanma azminin de aynı kararlılıkla sürdürüldüğü ifade edildi. 17’lerin kaybının büyük olduğu ancak onları yaşatmanın en iyi yolunun yürüttükleri mücadele azmini ve Halk Savaşı’nda ısrarı geliştirmek olduğu belirtildi.
Tasfiyeciliğe saplanan hançer Yapılan açıklama şu sözlerle devam etti: “Bugün 17’lerin önemini, devrime olan inançlarını anlamayanlar ve anlamak is-
yürütülen; bir o kadar da kahramanlıklarla göğüslenen çetin bir savaşın; emperyalizm, komprador bürokratik kapitalizm, feodalizm ve faşist düzenlerine karşı verilen Halk Savaşı tarihidir. Nihayetinde bu tarih, kanla yazılmış ve yazılmaya devam eden kızıl tarihtir! 17’ler yazılmış olan tarihimizin silinemez parçaları, doruklara çekilmiş bayrakları ve yazılacak olan tarihimizin kilometre taşlarıdır. Devrim ile karşı- devrim çatışmasının hırçın doğasına doğru orantılıdır kavgada ödenen bedeller. Bu doğa; amansız, acımasız ve doğrudan şiddet menşelidir; şartlarımızda silahlı savaştan ibarettir. Savaş, düşman kuvvetler veya düşman sınıflar arası çelişkilerin silahla çözülmesinin yolu; en yüksek biçimidir. Savaşın tüm doğası yıkıcı, tahripkar ve yok edicidir. Savaş, düşmanın yenilmesi hedefine bağlı olarak yok edilmesi ya da tasfiye edilmesi esasına dayanır. Düşenlerimiz savaşın bu yasasının kaçınılmaz bedelleridir. 17’ler bu ağır bedelin anlamlı ifadeleri ve devrimci şiarlarıdır.”
temeyenler, onların neden sınıf düşmanları tarafından hunharca katledildiğini anlayamazlar. Çünkü 17’ler tasfiyeciliğin bağrına saplanan kızıl bir hançerdir. Kırılmanın, ideolojik inançsızlığın, savrulmanın, yenilmenin somutlaştığı, tasfiyeciliğin ortalığı sardığı bir dönemde, Marksizm-Leninizm-Maoizm bayrağını dalgalandırdılar. Bu netliktir, bu inançtır, Halk Savaşı’nı yükseltme ısrarıdır”
17’lerin cüretini kuşanalım 17’lerin cüretinin ve cesaretinin kuşanılarak lafta değil, onların savunduğu ideolojik ve politik mücadeleyi yaşamın her alanında yükseltme çağrısının yapıldığı açıklama 17’lerin açtığı yolda yüründüğü ifadeleri ile sona erdi.
UFUK ÇİZGİSİ
≫ bakış can
ÖĞRENMEK HAYATİ, ÖĞRETMEK İSE GÖREVDİR! apalı köy yaşamından saflara yeni katılan yoldaşın; “yoldaş bu sene yılbaşı hangi ayda geliyor” sorusuna, önce iç geçirsek de, “bunlarla bu iş olmaz” şeklinde kestirme yaklaşımla kibir yapmadık. Aynı biçimde nispeten eski ama kapalı köy yaşamı dışına çıkmamış yoldaşın, “her gün haber dinliyorsunuz, bıktık artık” deyip radyoda müzik dinlemek istemesini, önce, şaşkın düşen yanıtsızlığımız ve içimizden geçirdiğimiz “bir vaka” algımızla yoldaşı süzsek de, bunda da “bunlarla bu iş olmaz” fikrine kanaat getirmedik. Haksız da çıkmadık. Bu iki yoldaştan biri şimdi mücadeleyi bırakıp bir taraftar olarak kalsa da; öteki, faaliyet yürütmeye uzun yıllardır devam ettiği gibi, kendisini bir hayli geliştirmiş, iyi durumdadır.
K
Mücadelenin veya devrimciliğin (devrimcinin de) siyasi olarak yetim kalmayacağını, bir sel gibi yolunu açıp ilerleyeceğini ampirik olarak (dar deneyle) kanıtlamaya çalışmıyoruz. Aynı tecrübenin benzerini 17’ler katliamı sonrasında daha büyük deneyimle yaşadık. Merkezi önderlik, ileri kadrolar şehit düştüler. Geriye çok ama çok az sayıda kadro kaldı. Bu kadrolar da şehit düşen kadrolardan oldukça yetersiz-tecrübesiz yoldaşlardı. “Bu iş olmaz” fikrine yine itibar etmedik. Haklı, doğru ve bilimseldik bu tutumumuzla. Siyasi olarak yetim kaldık düşüncesine kapılmadık. Bilakis, “yerde kalmış” görevlerin yerden kaldırılması azmiyle, bilinciyle, inancıyla, kararlı bir hırsla sarıldık görevlere... Yine doğru yolda doğru bilinçle hareket etmiştik. “Dünyayı sarsan on gün”de, Bolşeviklerin saflarında devrime katılarak savaşan proleterin Troytsky’cilere verdiği yanıtı hatırlıyorduk: “Ben konuştuklarınızı anlamam. Benim bildiğim bir şey var; bir proletarya var, bir de burjuvazi. Ben proletaryadan yanayım!” Devrimi yapan tüm kitleler olmasa da devrimi yapan kitleler arasında böyleleri (küçümseme anlamında demiyoruz ama teorik geriliğini kast ediyoruz) vardı ve mutlaka var olacaktır da. Bir gerçek ki, devrimi bu horlananlar, küçümsenenler, sıradan görülenler omuzlamaktadır. Buradan, önderliği ve rolünü küçümsediğimiz, teoriyi önemsizleştirdiğimiz anlaşılmamalıdır. Gerek önderliğin rolü, gerek bilinç ve teorinin rolü tartışmasızdır, bunda şüpheye yer yoktur. “Gerilik”-“teorisizlik”“bilgisizlik” asla teorize edilemez, kural yapılamaz. Verdiğimiz örneklerle anlatmaya çalıştığımız şudur: Bir; mükemmeliyetçi, mutlakçı, elit-seçkinci, salt teorici, tek yanlı olmamalıyız. İki; asla ve asla kibirli olmamalı, kibre kapılmamalıyız. Üç; küçümsememeli, hor görmemeli-horlamamalıyız. Kimi? Elbette ki, kitleleri! Yoldaşları, dostları… Dört; devrimin kitlelerin eseri olduğu tezini doğru kavramalı, kitlelere doğru yaklaşmalıyız. Beş; devrim sadece sınıfın veya toplumun en ileri kesimlerinin işi değil, bütün halk kitlelerinin işidir. Altı; devrimin kuvvetleri tüm toplumsal kesimleri kavrar ve “geri” kesimler devrimmücadele içinde de gelişir-geliştirilir. Yedi; kitleler geri olduğu için suçlanamaz-ötelenemez. En önemlisi, sekiz; “geri” dediğimiz bu kitleleri dışlamadan bunları geliştirme-ilerletme görevinin ihmal edilemez bir ihtiyaç olduğu… Aynı zamanda “gerilikten”,
zorluklardan vb. yakınarak mücadeleden geri çekilme, kırılma yaşama ve “bu iş olmaz” karamsarlığına düşmenin yanlışlığının kanıtlanması... Devrim sadece ve sadece ileri kitlelerle ve pratikten kopuk teoriyle yapılamaz. Devrimci teoriden geri kalmak ne kadar kötü ise, devrimci pratikten geri kalmak da en az o kadar kötüdür. Bu ne kadar kötüyse, “gerilikten” ötürü kitleleri-yoldaşları suçlayarak ihmal etmek o kadar kötüdür. “Gerilik” karşısında yalnızca yadırgayıcı olmak sonuç vermez, bilakis zarar verir. “Geriliğimizi” yadsıyarak ilerlemeye doğru orantılı tutum anlamında yadırgamalıyız. Sadece yadırgamak ama yardımcı olmamak-geliştirmemek, tespit edip gereğini yapmamak gibidir ki, bu da devrimciliğin tabiatı olan değiştirme çabasına girmemek demektir. “Geri-bilinçsiz-aydınlanmamış” olan kitleleri veya kişileri anlamak şartken, bu realiteyi değiştirmek için asıl olandır gerçeği anlamak. Özellikle bizimki gibi toplumlarda halk kitlelerinin “geri” kalmışlığını (ki, bu geri bıraktırılmışlıktır) anlamak fevkalade önemlidir. Egemenlerin rahat yönetebilme arzusuyla toplumsal kitleleri daima karanlıkta tutmaya çalıştığını düşündüğümüzde, suçu “geri” kalmış (bıraktırılmış) kitlelerde değil, egemen sınıf ve sistemlerde aramamız gerektiği kendiliğinden açığa çıkar. Bunu görmek ise, bizleri ‘’geri’’ kitlelere doğru yaklaşmaya sevk eder. İkinci çocuğunu davar nöbetinde doğuran-doğurmak zorunda kalan “anneme”; “cahil, ne olacak işte…” diyip geçemeyiz. Suçlayamayız da. Küçümsemek ise tam bir felaket yaklaşımdır. Bilgililik veya cehalet-gerilik anadan doğma bir yetenek, bir “tanrı vergisi” olmadığına göre, bu sorununu toplumsal sistemle ve bu sistemin yarattığı insanlar arası eşitsiz şartlarla açıklamak, böyle ele almak durumundayız. “Gerilikleri” suçlayıp cezalandırarak yol alamayacağımız özümsenmelidir. Zorlukları gerekçe ederek çareyi kaçmakta bulmak da faydasızdır. Bunların hiçbiri devrimci hal-tutum değildir. Zorluk ile gerilik belli bir noktada çakışırlar. İkisine karşı mücadele de bir noktada-yöntemde-tutumda birleşir: Mücadele etmek, direnmek, değiştirmeye çalışmak; yani zorluk veya geriliği aşmaya azmetmek! İşte devrimci olan budur. Tek ifadeyle devrimci, komünist olmak! Yani, bilimsel olanı yapmak… Bilgisiz veya geri kitlelerin ya da yoldaşların ya da insanların küçümsenmemesi, horlanmaması, dışlanmaması mutlaka doğru ve gereklidir. Bunların ilerletilmesi-geliştirilmesi-aydınlatılması temel bir ödev ve zorunluluktur. “Bunlarla iş olmaz” gibi sonuçlara çıkan “aydın” kibri ve geriliği de son derece yanlıştır. Bu, işin bir yanıdır. Fakat ikinci yanı da vardır. Daha doğrusu, tüm bunların yanı sıra, bilgisizliğin ne kadar ciddi bir problem olduğunu da kesinlikle kavramak durumundayız. Bilgisizlik idealizmin beslendiği temeldir denebilir. Tanrı, kutsallık, tabu, korku gibi tüm mistik şeylerin temelinde bilgisizliğin karanlığı vardır. Bilgisizlik olmasaydı ne tanrılar yaratılırdı, ne putlara tapılırdı ve ne de gerici hakim sınıfların yalan ve demagojilerine inanılırdı. Daha özgür, daha aydın, daha mutlu bir dünya-bir yaşam böyle mümkün olurdu, olur; yani bilgi ve bilginin geliştirilip tüm insanlığa yayılması ile mümkün olur.
6-7_Layout 2 6/20/11 10:04 AM Page 1
20-30 HAZİRAN 2011 Halkın Günlüğü
‘İleri demokrasi’ maskeli faşist
‘
DHF, bilimsel sosyalist analiz hattında doğru şekilde konumlanarak, demokratik halk güçlerinin oluşturduğu bloğu ideolojik olarak eleştirmekle birlikte, hayata geçirdiği BOYKOT politikasında, bu kesimlere karşı somut pratik bir yönelime girişmemiş ve genel seçim çalışmaları içerisinde doğrudan doğruya AKP’yi ve CHP’yi hedef almıştır. 21. yüzyılın, yaşamakta olduğumuz bu ilk on yılında, tüm dünya “küreselleşmenin krizine” tanıklık ederken; emperyalist-kapitalist dünya sisteminin gerek ileri kapitalist ülkelerde gerekse ezilen dünyada, neo-liberal piyasa düzeninin ihtiyaçlarına göre hayata geçirdiği yeniden yapılan(dır)ma süreci içerisinde; 12 Haziran 2011 genel seçimleri; AKP hükümetiyle sürdürülen sürecin ve yakın geleceğimizde daha da kuvvetle hissedilecek olan sömürü ve zorbalık politikalarının devamlılığında önemli bir basamağı da işaret etmektedir. Her halükarda, emperyalist-kapitalist dünya gericiliğine göbeğinden bağımlı ülkemiz ağalar ve patronlar sultasının, her yeni seçimle birlikte değişen “özgürlükçü” ve “demokrat” (!) çehresinin beceriksiz bir temsili olan meclis; özelleştirmelerin, köylülüğün tasfiyesinin, işsizleşmenin, geleceksizleşmenin, doğal kaynaklar ile emek gücünün emperyalizme peşkeş çekilmesinin ve başta Kürt ulusu olmak üzere, ezilen ulus, milliyet ve inanç kesimlerinin yaşadığı zulmün kaçınılmaz olarak yeniden sahneleneceği bir tiyatro işlevini yeni aktörleriyle birlikte sürdürmektedir/sürdürecektir. 12 Haziran 2011 genel seçimleri tablosuna bakarak, an itibariyle görünür olan yeni gelişmeleri ve bu bağlamda, Demokratik Haklar Federasyonu’nun (DHF) tüm baskı ve engellemelere karşı hayata geçirdiği BOYKOT politikasını şu alt başlıklarda irdeleyebiliriz:
AKP: “Durmak yok! Uşaklığa, sömürüye, zulme, katliamlara devam!” ABD’nin başını çektiği ve AB’nin destekçisi olduğu emperyalist kampın, adına Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) dediği işgal, ilhak, sömürü ve zulüm fırtınası, Ortadoğu halkları üzerinde kuvvetle esmeye, mazlum halkları kavurmaya devam ediyor. AKP, 2000’li yıllarda, işte bu büyük ve kapsamlı projenin ülkemizdeki ayağında, son derece etkili bir kuvvet olarak hükümet koltuklarına getirildi.
düzeninin yeni ihtiyaçları doğrultusunda yapılandırılma sürecinin adı olarak; ülkemiz milliyetçi ve şoven kesimlerinin, neredeyse tüm bir 20. yüzyıl boyunca CHP’li klikler karşısında, burjuva – feodal siyaset düzleminde “merkez sağ” olarak da tabir edilen DP’li, MC’li, ANAP’lı, DYP’li, RP’li vd. yarı devletçi ekonomi politikalara sahip siyasi ve ekonomik çizgiden kesin bir kopuşu ve emperyalist-kapitalist dünya sistemine koşulsuz teslimiyeti ifade etmektedir. Bir ABD operasyonu olarak vücut bulan 2001 mali krizi akabinde, 1990’ların sonundan itibaren inşa çalışmaları sürdürülen AKP, 21. yüzyılın değişen emperyalist-kapitalist dünya dengelerine, Türkiye-Kuzey Kürdistan gibi son derece önemli bölgesel bir kuvvetin, bu sistem içerisinde yeniden yapılandırılarak öne sürülmesinin baş aktörü olarak burjuvafeodal siyaset arenasında yerini almıştır. AKP hükümeti, bir yandan geçmişten itibaren “merkez sağ”da konumlanan farklı burjuva ve feodal sermayedar kesimleri, giderek artan bir şekilde, kararlılıkla uyguladığı neoliberal ekonomi politikaları ve hâkim sınıflar içerisinde estirdiği “dize getirme operasyonlarıyla” kendi ekseni etrafında toparlamış, bir diğer yandan ise kullandığı milliyetçi, muhafazakâr söylemlerle, geniş halk yığınlarını manipüle etmeyi ve tarikatlar gibi geleneksel kültürel yapılar dolayımıyla kendi etrafında kümelenmelerini sağlamıştır. ABD ve AB’nin aktif desteğinin yanı sıra yine bu emperyalist kuvvetlerin doğrudan güdümünde olan Gülen Tarikatı gibi emperyalizmle ilişkilerinde en gerici, bağnaz ve işbirlikçi kesimlerin katkılarıyla birlikte AKP; 20. yüzyıl boyunca emperyalizme sadakatle hizmet etmiş Kemalist CHP’li hükümetler ve CHP türevli koalisyon hükümetleri dönemlerinde, bir bütün olarak Türk devlet idari sistemine nüfuz etmiş CHP’li askeri ve sivil bürokrat yapıya karşı adeta savaş açmış ve kimi küçük duraksamalar dışında bu çatışmalardan zaferle ayrılmıştır.
Kamu kurumlarının ve kaynaklarının tasfiyesi ile yer altı ve yer üstü kaynaklarımız ile emek gücümüz üzerinde, bu projenin ortaya çıkardığı korkunç yağma ve talan, AKP’nin önemli görevlerinden yalnızca birisiydi.
Gelinen aşamada AKP, yargı ve ordu kurumları gibi geriye kalan son çatışma alanlarında da inisiyatifi ele geçirerek, emperyalist-kapitalist dünya düzeninin ihtiyaç duyduğu yeni düzenlemeleri ekonomi, siyaset ve sosyal politika alanlarında büyük ölçüde sorunsuz şekilde hayata geçirebilme yeteneği kazanmış durumdadır.
AKP, bir bütün olarak Türk devlet sisteminin, 21. yüzyılın emperyalist-kapitalist dünya
AKP, burjuva feodal hâkim sınıflar cephesinde yakaladığı hâkimiyet ve çoğunluğa yasla-
narak, özelleştirmelere, kamu kurumlarının ve kaynaklarının tasfiyesine, yağma ve talana son hızla devam ederek, ezilen emekçi yığınlar cephesinde topyekûn bir saldırıya geçmiş ve buna direnen emekçi kitlelere ve ilerici, demokrat, devrimci halk güçlerine karşı, dilinden düşürmediği “demokrasi”, “adalet” ve “özgürlükler” söylemlerine rahmet okutarak azgın bir terör ortamı yaratmıştır. Ne ki AKP, halk kitleleri içerisinde önemli tepkilere neden olan tüm sefalet ve zorbalık koşullarına karşın, 20. yüzyıl boyunca ezilen yığınlara kan kusturan CHP’li ve CHP türevli koalisyon hükümetlerinin baskıcı icraatlarının yaratmış olduğu tepkiyi havuzlamayı da başarmış görünmektedir. En nihayetinde AKP, 12 Haziran 2011’de: 1) ABD ve AB emperyalistleriyle stratejik uşaklık ilişkileri içerisinde inşa edilmiş olmasının ve bu bağlamda ekonomik, siyasi her türlü desteği büyük ölçülerde sağlamış olmasının, 2) Hâkim sınıflar cephesinde, büyük çoğunluğu kendi ekseninde toparlamış olmanın, 3) Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze, “merkez sağ” içerisinde farklı kliklere ayrışmış durumda olan muhafazakâr kitlenin siyasi temsilcilerinin, neo-liberal sürece uygun şekilde yeniden konumlandırılmalarının ve ANAP, DYP, RP gibi geri kalan partilerin fiilen tasfiye edilmiş olmasının, 4) Geride bırakılan yıllarda, AKP hükümetlerinin devlet bürokrasisi, kamu kaynakları, eğitim, sağlık, yerel yönetimler, dış ve iç ticaret kurumları içerisinde son derece etkili bir kadrolaşma sağlamış olmasının ve bu dolayımla büyük kitleler nezdinde bu kaynaklardan faydalanabilmenin, küçük çıkarları sağlayabilmenin ve AKP teröründen korunabilmenin yegâne koşulu haline gelmiş olmasının, 5) Toplumun diğer birçok kesiminde olduğu gibi, büyük sermaye gruplarının tekelinde olan “medya” sektöründe uygulamış olduğu baskı ve cebirle, yarattığı “tek seçenek AKP” söyleminin, “istikrar sürsün” yalanlarının geniş kitleler üzerinde etkili olmasının neticesinde, seçim-
lerden, seçmen kitlesinin % 50’sini havuzunda toplayarak ayrılmayı başarmıştır. AKP hükümeti, şimdi, büyük bir hızla gündeme soktuğu “yeni anayasa” tartışmalarıyla birlikte, CHP ve MHP’yi de kendisine yedekleyerek, ülkemizin bir bütün olarak emperyalist-kapitalist dünya gericiliğine ekonomik, sosyal, siyasi ve askeri alanlarda entegrasyonunun, yani emekçiler ve ezilenler cephesinden, daha fazla sömürü ve zorbalık politikalarıyla sonuçlanacak bir süreci hayata geçirmek için düğmeye basmıştır. Söz konusu %50’lik kesimi oluşturan yurttaşlar içerisindeki emekçilerin ve ezilenlerin kaderi de kuşkusuz değişmeyecektir. İşten çıkarmalar, işsizlik, taşeronlaştırma, kölelik koşullarında çalışma, köylünün toprak kaybı ve uluslararası piyasalar karşısındaki iflası ve genel olarak hüküm süren sefalet koşulları ile azgın devlet terörü can yakmaya devam edecektir. Başta DHF olmak üzere, örgütlü halk güçlerinin, AKP hükümeti şahsında, ülkemiz ağalar ve patronlar sultasına ve onların halk üzerinde estirdikleri gerici teröre karşı en büyük görevi ise kitle hareketleri içerisinde daha güçlü, yaygın örgütlenmek ve demokratik halk hareketine kumanda ederek bu gericiliği alt etmek olmaya devam edecek ve bu kesimlere de ulaşmayı önüne bir hedef olarak koyacaktır!
“Yeni CHP” ya da “Yeni Türkiye’nin yeni muhalefeti”(!) ABD ve AB emperyalistleri, 1990’ların sonlarından itibaren hazırlayarak işbaşına getirdikleri AKP hükümeti şahsında, geleneksel “merkez sağ” devlet idari yönetimini tasfiye ederek, sürece en uygun liberal, gerici ittifakı örgütlerken; beri yandan da CHP üzerinde çalışarak, tam da AKP hükümetinin zorba politikalarının halk kitleleri üzerinde belirgin bir tepkisellik ortaya çıkardığı koşullarda “Yeni bir CHP” ortaya çıkarmışlardır. Emperyalizm patentiyle malul “Yeni CHP”,
6-7_Layout 2 6/20/11 10:04 AM Page 2
seçimler değerlendirme
diktatörlüge karşı mücadeleye! teri ölçüde güçlü, yaygın ve etkili olmamasından kaynaklı ezilen yığınlarda belirli bir yanılsamaya neden olmuş ve CHP oylarında nispi bir artış ortaya çıkarmıştır. Bunun en dramatik örneği de (ileride tekrar değineceğimiz üzere) Dersim’de ortaya çıkmıştır. Katliamlara uğratılan, sömürülen, ezilen, hor görülen, dili ve dini yasaklanan kesimler, sandıkta hemşerilerinden medet ummuşlardır. Şu günlerdeki “yeni anayasa” tartışmalarında da olduğu üzere yeni CHP’nin, AKP hükümetinin farklı renklerdeki ikiz kardeşi olduğu gerçeği, önümüzdeki her önemli ekonomik ve sosyal süreçte tekrar ve tekrar ortaya çıkacaktır. Halk güçleri, başta DHF olmak üzere, yeni CHP’nin gerçek yüzünü teşhir etmeye kararlılıkla devam edecek ve gerçek devrimci muhalefetin halkın örgütlü gücü olduğunu ve tek çözümün de onun devrimci kavgası olduğunu ısrarla ve inatla kitlelere götürmeye ve kitleleri örgütlemeye devam edeceklerdir.
BDP ve Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku 12 Haziran 2011 genel seçimleri, kuşkusuz, ülkemiz hâkim sınıfları açısından olduğu kadar, bölgemizi, gerek askeri işgallerle gerekse azgın ekonomik ve sosyal sömürü politikalarıyla tahakküm altında tutan ABD ve AB emperyalistleri açından da önemli bir tarihsel dönemeç olarak geride bırakılmıştır dün olduğundan daha gericidir. AKP hükümetinin olası bir ekonomik krizle birlikte yakaladığı avantajı kaybettiği koşullarda, umutsuzca sandıklarda çare arayan geniş emekçi ve ezilen yığınların karşısına “gerçek demokrasi” ve “gerçek özgürlükler” vaadiyle, sosyal demokrasi sosuyla çıkarılacak yeni bir odak olarak adeta tazelenmiş ve yeni döneme uyarlanmıştır. Hâkim sınıfların yoz kültürünü sergileyen gizli kaset iğrençlikleriyle tezgâhlanan operasyonlarla CHP’de başlayan dönüşüm, bütünlüklü olarak, sistem içi gerici bir odağın 21. yüzyıl gerçekliğine ve ihtiyaçlarına uyarlanmasından başka bir anlam ifade etmemektedir. Zira “Yeni CHP”, tam olarak bir AKP kopyası şeklinde burjuva-feodal siyaset alanında zuhur etmiştir. CHP’nin tüm ekonomik ve sosyal vaatleri; ekonomik planda neo-liberal piyasaların istemleri doğrultusunda şekillenirken, sosyal planda öne sürdükleri projeleri ise AKP’nin başarısız bir kopyası olmuştur. Bu da kararsız durumdaki birçok kesimin, yine AKP’ye yönelmesinde belirleyici bir etmene dönüşmüştür. Örneğin Yeni CHP’nin “aile sigortası” projesi ile MHP’nin “Hilal kart” projesi, AKP hükümetinin son yerel seçimlerde buzdolaplarıyla, kömür çuvallarıyla ve yoksulluk yardımı adı altındaki sadaka siyasetiyle hayata geçirdiği kandırmacaların beceriksiz bir temsilidir. Dolayısıyla ezilen yığınların bir bölümü, hâlihazırda bu gibi karşılıksız projelerinden faydalandığı AKP’yi tercih etmiştir. CHP, AKP hükümetini gerek “yeni anayasa”
politikasında; “Kürt açılımı” politikasında; Libya işgalindeki pratiğiyle, NATO politikasında; özelleştirmeler gibi neo-liberal ekonomi-politikalarında nüans farklarıyla taklit etmiştir. Bu durum, AKP etrafında gerek gönüllü olarak gerekse cebir yoluyla kümelenen burjuva-feodal sermaye kesiminde ve buna bağlı olarak medyadan, orta sınıflara kadar geniş kesimleri temsil eden toplumsal dinamiklerde, CHP’nin sınıfta kalmasına yol açmış ve AKP karşısındaki hükümet iddiasını geçersiz kılmıştır. Nitekim Kılıçdaroğlu ve CHP kurmaylarının ABD ve AB’yle gerçekleştirdikleri ısrarcı diplomasi trafiğinde CHP için öngörülen pozisyon da ABD idari sistemindeki gibi iki partili bir rejim içerisindeki muhalefet (!) pozisyonu olmuştur. Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın başkanlık sistemi hayallerini eleştirirken, aslında, tam olarak yerleşmeye çalıştığı pozisyon da bu olmuştur. Bunun için de yeni CHP, ezilen ve sömürülen kitlelerinin bütün özlemlerini ve hassasiyetlerini, ikiyüzlülükle kullanmaktan, sömürmekten geri durmamıştır. Bu durum, aynı zamanda, emperyalizmin Türk devlet sistemi ve burjuva-feodal siyaseti içerisindeki yeni düzenlemelerinde öngördüğü sistem içi sözde muhalefete biçilen rolün açık gerçeğini yansıtmaktadır. Ülkemiz sosyo-ekonomik ve siyasal yapısına göre emperyalistlerin isabetle CHP’de işbaşına getirdikleri “Dersimli” (!), “Alevi” (!), “Devrimci” (!) Kılıçdaroğlu tantanası, ne yazık ki gerçek devrimci bir seçeneğin henüz ye-
Kürt ulusal hareketi ise Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku üzerinden, birkaç yerel dışında hedeflerine ulaşmış, Kuzey Kürdistan’ın çoğu yerelinde ve Mersin, İstanbul gibi yoğun göçmen yoksul Kürt köylü nüfusun yaşadığı büyük şehirlerde, toplamda 36 milletvekili çıkararak önemli bir hamle gerçekleştirmiştir. Kürt ulusal hareketinin, 2000’li yıllarla birlikte, meşru, demokratik siyaset alanında BDP ve önceli olan DTP şahsında somutlanan kitlesel hamleleri ve Kürt ulusal sorununun bu düzlemde çözümüne dönük politikalarının Türk devletinin tüm baskı, tecrit, imha ve tasfiye saldırılarına karşın adım adım genişleyerek, kitleselleşerek ilerlemesi kuşkusuz tespit edilmelidir. 12 Haziran 2011 genel seçimlerinde öne çıkan en önemli olgulardan bir tanesi de Kürt ulusal hareketinin, mevcut sistem içerisinde, belli reformlar gerçekleştirmeye oldukça yaklaşmış olduğu gerçeğidir. Hiç kuşkusuz, Kürt ulusal hareketinin inisiyatifi ve kitlesiyle birlikte vücuda gelen Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku, tüm bu bileşenleri ve seçimlerde elde ettikleri % 6.51’lik oy oranıyla, sistem dışı devrimci çözümlere en açık toplumsal kesimi işaret etmesi bakımından önemli bir değeri işaret etmektedir. Ancak beri yandan, bu bloğun, Türk devlet sisteminin emperyalist-kapitalist dünya gerici sistemine her zaman olduğundan daha fazla bağımlı olduğu ve buna uyarlı bir şekilde AKP ve CHP nezdinde önemli dönüşümler geçirdiği bir konjonktürde meclisi, seçimleri, sandığı, öz itibariyle de sistem içi olan ve Kürt ulusal sorunu odaklı bir çözüm fikriyatını, 12 Haziran 2011 genel seçimleri itibariyle temsil etmesi bakımından yanlış bir politik hattı temsil etmektedir. DHF, seçim sürecine yansıyan bu yanlışların “yeni anayasa” tartışmaları ekseninde, gerek BDP şahsında gerekse de bloğun kimi bileşenleri şahsında devam ettirileceğini düşünmektedir.
AKP’nin “daha fazla özgürlük”, “demokrasi”, “sivil anayasa” vb. söylemleriyle gündeme taşıdığı ve Ekim 2011’de taslağını bitirerek geniş kesimlere açmayı planladığı bu tartışma yakın geleceğin belirleyici gündemlerinden birisi olacaktır. Bu süreç DHF’nin eleştirilerinin daha açık bir şekilde kavranmasına hizmet edeceği gibi, Kürt ulusal hareketinin ve devrimci-demokratik güçlerin çekilmeye çalışıldığı “düzen çukuruna” bir kez daha işaret edecektir. DHF, bu bilimsel sosyalist analiz hattında doğru şekilde konumlanarak, söz konusu demokratik halk güçlerinin oluşturduğu bloğu ideolojik olarak eleştirmekle birlikte, hayata geçirdiği BOYKOT politikasında, bu kesimlere karşı somut pratik bir yönelime girişmemiş ve genel seçim çalışmaları içerisinde doğrudan doğruya AKP’yi ve CHP’yi hedef almıştır. Dostlarımız, çok yakın bir gelecekte, tıpkı genel seçimlerin öngünlerinde olduğu üzere, (meclis bileşeni oldukları koşullarda dahi) yaşadıkları kitlesel gözaltı, tutuklama ve katliam politikalarıyla ne yazık ki yeniden yüzleşecekler ve temsil ettikleri devrimcidemokratik halk inisiyatifi de kendi kurtuluşunu devrimci bir mücadele hattı içerisinde yeniden örecektir. DHF, bu blok içerisindeki bazı kesimlerden kendisine yönelen olumsuz tutum ve davranışlara karşın, ideolojik mücadelesini sürdürecek ve dostlarımız ile temsil ettikleri halk iradesinin gerek Kürt ulusal sorununda gerekse geri kalan ekonomik ve sosyal sorunlar kapsamında, yeni demokrasi perspektifiyle öne sürdüğü devrimci fikirlerin propagandasını ve örgütlenmesini gerçekleştirecektir. Türkiye Komünist Partisi (TKP), Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) ve Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) gibi ieçimlere katılan diğer demokratik siyasi partiler ve Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP) Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku haricinde seçimlere parti olarak veyahut bağımsız adaylar dolayımıyla katılmayı tercih eden demokratik kurumları, siyasi partileri de kısaca da olsa değerlendirmek önemlidir. 500 bin boyun eğmeyen yurttaş arayışıyla seçimlere katılan, “siz hala babanızın partisine mi oy veriyorsunuz?” gibi adeta halkla alay eden ilginç sloganlarla seçim çalışmaları yürüten ve belki de ülkemiz seçim süreçlerinde bir ilk olarak “kimlerden oy istemediğini” açıklayan TKP; emperyalistlerin ülkemizde sürdürdüğü yoğun dönüştürme operasyonlarının hâkim sınıflar cephesindeki bir karşılığı olan 12 Haziran 2011 genel seçimleri tezgâhından, oy kaybederek ayrılmıştır. Kendisini yoğun bir değerlendirme sürecine aldığını deklare eden TKP; Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku gibi, böylesine gerici bir düzen içerisinde, emekçi ve ezilen kitlelerin örgütlü ve örgütsüz, kendiliğinden hareketlerine karşı, bu kuvveti sistem içerisinde havuzlamaya gayret eden ve bunda da hatırı sayılır bir mesafe kat eden tasfiyeci sürecin parçası olmuş ve kendi bulunduğu siyasi ve örgütsel platformda dahi oy kaybına uğramıştır.
Devamı sayfa 08-09’da
8-9_Layout 2 6/20/11 10:06 AM Page 1
20-30 HAZİRAN 2011 Halkın Günlüğü
Sağ ve sol tasfiyeciliğin, devrimci ve demokratik hareketleri kuşattığı, sistem içerisinde tükettiği; birer birer demokratik siyasi partiler kervanına sürüklediği; kitle faaliyetlerinden uzak “basın açıklaması devrimciliği”nin neredeyse tek “faaliyet” haline geldiği; kitle hareketlerine önderlik eden değil, kitle kuyrukçuluğunun “devrimci ödevlere” dönüştüğü; reformist çevrelerin, devrimci çevrelerin geri çekilişine koşut olarak, sistem sınırlarını zorlama ve aşma perspektifinden uzak, popülist faaliyetlerinin kimi zaman bizatihi burjuva liberal kesimlerce propagandasının yapıldığı koşullarda, 12 Haziran 2011 genel seçimleri, son derece önemli bir ayrışım noktası olarak ortaya çıkmıştır
Baştarafı sayfa 06-07’de Bu oy kaybında CHP ve Kılıçdaroğlu faktörünün önemli bir etken olduğu tespit edilmelidir. Seçim çalışmalarını da “AKP karşıtlığı” üzerine oturtan TKP, CHP’yi utangaçça “eleştirmiş” ve fakat AKP’ye karşı bir mevzi olabilme ihtimalini de göz ardı etmeyerek CHP’ye fazlaca dokunmamıştır. TKP’ye göre kendisine oy vermeyen herkes sömürü düzenine boyun eğmektedir. Yine TKP’nin argümanlarıyla hareket edilecek olursa ülkemizde sadece 62 bine yakın boyun eğmeyen vardır. AKP’ye, CHP’ye, MHP’ye ve diğer düzen partilerine oy veren ezilenlerin; BDP’ye oy veren milyonların ve sandığa gitmeyen milyonların ise lafını etmeye bile değmez (!) Bu tutumlar sınıf mücadelesinden, güçler dengesinden, politik mücadeleden nasibini almamış reformist çizgi sahiplerinin kaçınılmaz olarak savruldukları yerdir. Yarın gidecekleri yer de farklı olmayacaktır. Çünkü onların ufku sandıklarla, meclisle ve düzenin sınırlarıyla maluldür. Bu nedenle milyonları birleştirme, örgütleme perspektifiyle hareket etmek yerine, sandık sonuçlarına bakarak ezilenleri sınıflandırmayı tercih etmektedirler. Bu eleştirilerimiz TKP ile benzer çizgide olan bütün kesimler için geçerlidir. ESP ise, Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bolok’u içerisindeki liste tartışmaları sürecinde bu bloktan çekildiğini açıklayarak, Kuzey Kürdistan illerinde bloğun adaylarını destekleyeceğini, geri kalan yerellerde ise seçimlere kendi bağımsız adaylarıyla gireceğini deklare etmiştir. Tasfiyeci sürecin devrimci ve demokratik halk güçleri içerisindeki en belirgin siyasi sonuçları arasında değerlendirilebilecek olan ESP, blok haricinde öne çıkardığı bağımsız adayları üzerinden ezilenlere ve emekçilere “ezilenlerin sosyalist iradesini meclise taşıma” şiarıyla birlikte, emperyalizme stratejik olarak bağımlı yarı sömürge ülke koşulları içerisinde, bu yanlış politikada ısrar etmiştir. BDP’nin bağımsız adaylarıyla birlikte Yüksek Seçim Kurulu’nun, gerçekleştirdiği saldırıdan nasibi alan ÖDP ise, bu durumun zorunlu sonucu olarak seçimlere katılmamış olsa da seçmenlerini diğer demokratik siyasi partilere veyahut bağımsız adaylara yönlendirerek aynı yanlış politikaya kan taşımıştır. Hiç kuşkusuz TKP ve ÖDP gibi demokratik siyasi partilerle, onların reformist siyasi çizgileriyle ve bu yönde büyük bir hızla ilerleyen ESP
ile aynı düzlemde değerlendirilemeyecek olan ülkemiz devrimci halk güçlerinden BDSP ise “sandığa gitme, ancak alternatif oy pusulaları ile seçimleri teşhir etme” gibi kendi içerisinde çelişen bir politikayla, objektif olarak, kitlesini sandıklara yönlendirmiş ve bu açıdan yanlışa düşmüştür. Kaldı ki BDSP, kuruluşundan günümüze yalnızca bir kez genel seçimleri BOYKOT politikası izlemiş, geri kalanında ise “bağımsız sosyalist adaylarla” seçimlere katılarak, düzeni teşhir eden çalışmalar yürütme hedefiyle hareket etmişlerdir. BDSP’li dostlarımızın genel seçim faaliyetleri kapsamında örgütledikleri panellere katılan DHF, devrimci, demokratik ve dostane bir çizgide, söz konusu politikayla olan tartışmasını yürütmüştür. DHF, devrimci ve demokratik halk güçleriyle birlikte gerek tartışma platformlarında sürdürdüğü ideolojik mücadelesiyle gerekse mücadele alanlarında yükseltilen devrimci dayanışma ve ortak mücadele platformlarında, doğru devrimci politikalarının yaygınlık kazanması uğraşısını sürdürecektir.
Seçimlere katılmayacağını ifade eden devrimci ve demokratik örgütler 12 Haziran 2011 genel seçimleri, Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci ve demokratik hareketi açısından da genel planda 1990’ların ikinci yarısından itibaren yürürlüğe konan ve 19 Aralık 2000 Hapishaneler Katliamı ile nitel bir aşamaya evrilen tasfiye sürecinin ulaştığı boyutları çarpıcı biçimde sunması bakımından, önemli bir süreç olarak kabul edilmelidir. Sağ ve sol tasfiyeciliğin, devrimci ve demokratik hareketleri kuşattığı, sistem içerisinde tükettiği; birer birer demokratik siyasi partiler kervanına sürüklediği; kitle faaliyetlerinden uzak “basın açıklaması devrimciliği”nin neredeyse tek “faaliyet” haline geldiği; kitle hareketlerine önderlik eden değil, kitle kuyrukçuluğunun “devrimci ödevlere” dönüştüğü; reformist çevrelerin, devrimci çevrelerin geri çekilişine koşut olarak, sistem sınırlarını zorlama ve aşma perspektifinden uzak, popülist faaliyetlerinin kimi zaman bizatihi burjuva liberal kesimlerce propagandasının yapıldığı koşullarda, 12 Haziran 2011 genel seçimleri, son derece önemli bir ayrışım noktası olarak ortaya çıkmıştır. Programatik görüşler ve örgütsel ayrışmalar
itibariyle oldukça geniş sayılabilecek bir yelpazeye yayılmış durumda olan devrimci ve demokratik hareketler açısından, genel seçimler karşısında, faşist diktatörlüğün meclis maskeli “demokrasi” ve “özgürlükler” aldatmacasına, sitem içi iyileştirmelere ve hatta bu koşullar altında meclisten “sosyalist umutlar” besleyen yaklaşımların devrimci ve demokratik kamuoyu üzerindeki hâkim eğilimine rağmen aktif BOYKOT tutumu içerisinde olduğunu deklare eden devrimci çevreler, ne yazık ki bir elin parmaklarını geçemeyecek bir nicelikle ifade edilebilmektedir. Halk Cephesi, Mücadele Birliği Platformu, Çağrı Dergisi bu anlamda, 12 Haziran 2011 genel seçimleri karşısında, devrimci bir politik hatta mücadele çizgisinde tutunan çevreler içerisinde ilk elden zikredilebilecek devrimci halk güçleri arasında ifade edilmelidir. Halk Cephesi’nin genel seçimlere ilişkin siyasetini örgütsel gerçekliği ile orantılı bir aktif kitle faaliyeti ile güçlendirmemiş olması ise eleştirilmesi gereken bir eksiklik olarak tespit edilmelidir. Dostlarımız, deklare ettikleri seçim değerlendirmeleri ile mevcut gerici sistemi ve onun seçim aldatmacası karşısında sandıklara gitmeme ve kitleleri bu yönde bilinçlendirme faaliyetlerinde; an itibariyle devrimci ve demokratik halk güçleri içerisinde hâkim durumda olan tasfiyeci eğilimlere karşı doğru devrimci duruşu sergilemişlerdir. Bu önemlidir. Fakat ifade ettiğimiz gibi son derece önemli olan bu tutumun kitlelere yaygın bir şekilde taşınmaması ise aynı oranda hatalıdır. Kuşkusuz burada Halkevleri gibi seçimlerin kendi gündemleri olmadığını ifade eden; sokağı, fiili ve meşru mücadeleyi işaret eden ve fakat pratik anlamda kendi örgütlü kitlesi ve faaliyet alanlarında neredeyse hemen hiçbir pratik faaliyet örgütlemeyen, hâkim sınıfları ve devrimci demokratik kesimleri temsilen seçim yarışında yer alan güçlere dair genel bir analiz ve ayrıştırmadan dahi kaçınan demokratik halk güçlerini de zikretmek gereklidir. Bu da yaşanmakta olan tasfiye süreci içerisinde öne çıkan farklı bir siyasi ve örgütsel çizgi olarak dikkatleri çekmektedir. DHF, bu anlamlı ve önemli ayrışmanın bilincinde olarak, devrimci halk güçleriyle olan ideolojik mücadelesini elden bırakmadan, devrimci dayanışmaya dün olduğundan daha fazla vurgu yaparak dostlarıyla birlikte emperyalizme ve uşaklarına karşı mücadeleyi yükseltecektir.
8-9_Layout 2 6/20/11 10:06 AM Page 2
seçimler değerlendirme
DHF ve BOYKOT politikası DHF, bugün dünyamızı tahakküm altında tutan emperyalist-kapitalist gerici dünya düzeniyle, ülkemiz gibi yarı-sömürge ve yarı-feodal sosyo- ekonomik yapıya sahip faşist diktatörlük niteliğindeki gerici iktidarlar arasındaki ilişki ve ülkemizdeki mevcut işçi, köylü ve emekçi hareketi ile ezilen kesimler ve hâkim sınıflar arasındaki mücadelenin mevcut koşullarına bakarak bir BOYKOT politikası geliştirmiştir.
özne açısından “başarısızlığın” temel gerekçelerinin karartılmasına hizmet eder. DHF’nin Dersim’de açığa çıkan sonuçtan ve ülke genelindeki sonuçlardan çıkardığı en önemli ders budur. “Yeni CHP” ve Kılıçdaroğlu safsatasının Dersim’de etkili olduğu çıkan sonuçtan da görülmüştür. Bu bilinç bulandırma operasyonu Dersim’deki bütün kurumların kitlesi üzerinde dahi –BDP ve DHF de dâhil olmak üzere- etkili olmuştur. Bu durum bütün devrimci ve demokratik güçler tarafından açık yüreklilikle kabul edilmelidir.
Bu koşullar altında “sandığa gitmek”, “sandığı, birtakım demokratik iyileştirmeler için adres göstermek”, doğrudan doğruya yukarıda izah ettiğimiz hâkim gericiliği bir kez daha meşrulaştırmak ve ona kan taşımak olacaktır. Bu, hiçbir tartışmaya yer bırakmaksızın, sınıfa ve onun devrimci savaşına ihanetle eşdeğerdir.
DHF bu etkiyi kırma, CHP’nin gerici, faşist niteliğini Dersimlilere taşıma yolunda kapsamlı bir teşhir ve BOYKOT çalışması yürütmüştür. Kanımızca bu çalışmalarında da esasta başarılı olunmuştur.
Kaldı ki ülkemizde kimi demokratik siyasi partilerin veyahut bağımsız milletvekilleri dolayımıyla meclis içerisinde yer alan akımların pratik tecrübeleri de ortadadır. Sosyal emperyalizm güdümündeki Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 1960’lı yıllardaki meclis tecrübelerinden, 1990’lı yıllarda meclisten yaka paça sürüklenerek gözaltına alınan Demokrasi Partili (DEP) milletvekillerine ve 2000’li yıllardaki DTP ve BDP tecrübelerine dek meclis çatısı altındaki demokratik kesimlerin, halkın haklı taleplerinin savunusu ve gerçekleşmesi noktasındaki belirleyicilikleri gözler önündedir. En son ve çarpıcı örnek ise BDP’nin kimi adaylarının, YSK kararlarıyla 12 Haziran 2011 genel seçimleri sürecinin dışında bırakılmak istenmesidir. Derhal ifade edilmelidir ki BDP’yi, bu seçimlere sokan ve onu önemli bir başarıyla temsil hakkına sahip olmasını sağlayan kuvvet ise yasal girişimler değil, tam tersine Kürt ulusunun on yıllardır süren devrimci ulusal savaşı ve hiçbir bedeli ödemekten çekinmeyen cüretli serhıldanlarıdır! Kürt ulusal sorununun çözümü bir yana, reformlar düzeyindeki iyileştirmeler ve bu süreç içerisinde Kürt ulusal mücadelesinin temsiliyeti de yine bu kitlesel-meşru mücadelenin temsili olarak var olacaktır. Bu bağlamda 12 Haziran 2011 genel seçimlerinde belirlenecek taktik politikada asıl olan, farklı milliyet ve inançlardan işçilerin, köylülerin, emekçilerin ve ezilenlerin oluşturduğu kitle hareketlerinin genel seviyesi ve niteliği ile devrimci halk güçlerinin bu kitle mücadelesi içerisindeki sübjektif gerçekliğinin doğru analizini gerçekleştirmektir. DHF açısından burada hataya düşmek demek, ne yazık ki bugünden yarına, geriletilen, reformizm ve yasalcılık kulvarına hapsedilmek istenen devrimci savaş gerçekliğini yıkmak, bilinçlerden kazımak ve reformizm illetini özelde yeni demokrasi güçlerine, genelde ise emekçi ve ezilen halk kitlelerine yedirmek anlamına gelecektir. DHF hiçbir tereddüte kapılmaksızın, bu gerici oyun karşısında mevzilenmiş ve tüm kuvvetleriyle BOYKOT politikasını hayata geçirmiştir. DHF’nin, bu devrimci politik duruştan hareketle, bundan sonrasında 2011 genel seçimleri söz konusu olduğunda, BOYKOT politikasını deklare eden birkaç siyasal hareketten biri ve fakat bu deklarasyonu afişle, bildiriyle, broşürle, halk toplantılarıyla, ev ziyaretleriyle kapı kapı sürdürülen yaygın kitle faaliyetiyle sadece kendi kitle tabanına değil, mümkün olan en geniş kitlelere götüren tek devrimci hareket olarak anılacağı ise kesindir.
DHF, Dersim özgülünde tespit ettiği kısmi eksiklerini giderme, taban kitlesi üzerinde çok sınırlı da olsa etkisini gösteren olumsuzlukları giderme yolunda da gerekli adımları hızlıca atmaktadır. Bizce bu husus, son derece önemlidir. DHF, Mustafa Suphilerin ve özellikle Kaypakkayaların gerçekleştirdiği komünist kopuştan günümüze, demokratik haklar için mücadele alanında devrimci ve demokratik halk güçlerinin siyasi ve örgütsel tecrübelerine yaslanarak inşa ettiği bedellerle örülü devrimci mücadelesiyle öne çıkan devrimci bir halk gücü olarak, tasfiye sürecine karşı atılmış kararlı bir adımdır. DHF, mevcuttaki örgütsel gücü oranında, almış olduğu BOYKOT kararını, gerekli materyallerini üreterek tüm faaliyet alanlarında kitlelere ulaştırma noktasında, hâkim tasfiyeci eğilimlerin kendi kitlesi içerisindeki izdüşümlerini göğüsleme pahasına kitlelere ulaşmaya gayret etmiştir. DHF, ezilen emekçi yığınların ve baskı altındaki azınlık ulus, milliyet ve mezhep kesimlerinin AKP, CHP ve MHP gibi gerici, faşist düzen güçleri ile devrimci ve demokratik kamuoyunun geneline hâkim olan reformist eğilimlerin etkili olduğu bir süreçte; tüm bu kitle tabanına karşı ısrarcı, kararlı ve direngen bir politik duruş gerçekleştirmiştir. DHF, atölyelerde, sendikalarda, okullarda, mahallelerde ve köylerde, bu gerici ve yanlış eğilimlerin etkisi altındaki emekçi ve ezilen kitlelerle –ki bunun içerisinde DHF’nin taban güçlerini de eklemek gerekecektir, etkili bir tartışma ve ikna süreci geliştirmiştir. Beri yandan ise kolluk güçlerinin saldırılarına göğüs gerilmiştir. Ancak DHF, tasfiye sürecine karşı en etkili devrimci mücadelenin; örgütçü, kurumsallaşmış, sürekliliği sağlanmış bir örgütsel duruşun kumanda ettiği merkezi politikaların, halk kitlelerine, politik kitle faaliyetiyle ulaşmasıyla kırılabileceği bilimsel tahliliyle, BOYKOT politikasını tüm faaliyet alanlarında kitlelere ulaştırmaya gayret etmiştir. Kuşkusuz ki BOYKOT politikası, DHF’nin örgütsel gerçekliği ve faaliyetlerinin niteliği oranında, en güçlü olduğu faaliyet alanlarında tespit edilebilen bir nitelik kazanmıştır. Dersim pratiğimiz başarılıdır! Genel seçim sürecinde Dersim, devrimci-demokratik güçler arasında önemli bir tartışma alanı oldu. DHF’nin boykot kararını eleştiren
dostlarımız “DHF’nin BDP’yi desteklemesi gerektiğini”, “DHF’nin el altından CHP’yi desteklediğini”, “DHF’nin Kürt sorununa kayıtsız kaldığını” vb. argümanları ön plana çıkardılar. DHF tüm bir süreç boyunca yazıp çizdiği ve bu değerlendirmesiyle bir kez daha paylaştığı süreçlerden dolayı BOYKOT kararı almış ve doğal olarak bu kararı Dersim’de de hayata geçirmiştir. DHF’nin ve yeni demokrasi güçlerinin genel seçimlere dair yaklaşımlarını bilenler açısından BOYKOT kararımız şaşırtıcı değildir. Fakat açıklıkla belirtmek isteriz ki, dostlarımızın DHF’ye karşı girişmiş oldukları dostane olmayan tutum izaha muhtaçtır. DHF yarın da benzer koşullar altında BOYKOT politikasını uygulamaya devam edecektir. Bu tartışma başlığı altında öne çıkan en önemli yanlışlardan bir tanesi de “devrimci dayanışmanın”, “dostluğun” sandık başlarında hatırlanmaya başlanmış olmasıdır. Devrimci tutum, dostlarla dayanışma içerisinde olma, Kürt sorununa duyarlı olma tartışmaları bir başına “sandıklara” sığdırılamaz. Bu zorlama tespitlerle, yaklaşımlarla hareket eden dostlarımızın büyük bir yanılgı içerisinde olduğunu ifade etmek isteriz. Zira bizim dostluğumuz sandık başlarında başlamış değildir. Bizim dostluğumuz sınıf mücadelesinin zorlu alanlarında, ateş çemberinde kanıtlanmıştır, kanıtlanmaktadır! Dostlarımızın önemli yanlışlarından birisi de “Dersim cellâdına âşık olmuş” söylemleridir. Dersim’den çıkıp ülke geneline baktığımızda “ezilen milyonlar AKP’ye, CHP’ye, MHP’ye âşık olmuş, buradan bir şey çıkmaz” mı diyeceğiz? Kesinlikle hayır! Dersim’de de ülke genelinde de ezilenler, devrimci alternatiflerin yeteri düzeyde etkili ve güçlü olamaması sebebiyle, hâkim sınıfların oyunlarına aldanmışlardır. Bilinçleri bulandırılan milyonlar bu gerici düzen partilerine çeşitli “umutlarla” yedeklenmişlerdir. Kaldı ki ülkemiz sınıf mücadelesi tarihi hemen her dönem benzer süreçlere tanık olmuştur. Böylesi süreçlerde faturayı halka kesmek yerine kendimize, mücadelemizin kitlelerde bulduğu karşılığa bakmak durumundayız. Ötesi, bizleri yanlışa sürükler ve her bir politik
Dostlarımızın da benzer bir yönelime girmesi gerektiğini düşünüyoruz. Yoksa Dersim’deki başarısızlıklarının faturasını DHF’ye ve Dersim halkına kesmeye kalkışmak, yeni yanlışların altına imza atmak olacaktır. Seçim tantanası bitmiş ve Dersim sorunlarıyla, hâkim sınıfların kapsamlı saldırılarıyla yüz yüze kalmıştır. Askeriyle, polisiyle, cemaatiyle, düzen partileriyle, valisiyle, barajlarıyla… Dersim kapsamlı saldırıların odağı durumundadır. Devrimci demokratik güçler bu tablo karşısında ne yapacaktır? Birbiriyle didişmeye devam mı edeceklerdir? Aslı astarı olmayan iddiaları gündeme taşıyarak birlik zeminini zayıflatmayı sürdürecekler midir? DHF dün olduğu gibi bugün de başta devrimci kurumlar ve BDP olmak üzere bütün dost güçlerle, yanlışları tespit ederek gidermeye ve sınıf düşmanlarımızın kapsamlı saldırılarına ortak mücadele mevzileriyle karşı koymaya hazırdır. Kurtuluşumuz mecliste değil, demokratik halk devrimindedir! İşte tüm bu nedenlerden dolayı seçim oyununun parçası olmamak için, Sömürü ve zulüm düzeninin, onun meclisinin teşhirini yapmak için, Düzenden değil örgütlü mücadelemizle yaratacağımız aydınlık yarınlardan beklentimiz olduğunu haykırmak için, Kürtlere, Ermenilere, Alevilere ve diğer ezilen kesimlere yönelik inkar, imha ve asimilasyon politikalarına karşı çıkmak için, İşçiler, köylüler, gençler, kadınlar üzerinde yoğunlaşan saldırılara karşı emeğimize ve geleceğimize sahip çıkmak için, “Yeni Anayasa” tartışmalarında ve “referandumlarda” sandık başına giderek sömürü düzenine “güvenoyu” vermemek için, Göstermelik, uydurma, oyun alanı meclisi meşrulaştırmamak, çözüm gücü olarak göstermemek için zulüm düzenini ve onun meclisini BOYKOT eden DHF, emekçilerin ve ezilenlerin demokratik bir halk iktidarı yürüyüşünde, mütevazı ve fakat kararlı, doğru devrimci politik duruşuyla, 12 Haziran 2011 genel seçimlerinde esasta başarılı bir sınav vermiş ve kendisini bir kez daha net bir şekilde ortaya koymayı başarmıştır.
10-11_Layout 2 6/20/11 11:52 AM Page 1
10 emek haber
BEDAŞ’ta direniş kazandı BEDAŞ’a bağlı Sezen Yavuz Şirketi’nde çalışan Enerji-Sen’e üye 22 işçi, işlerine geri dönmek için başlattıkları direnişi kazandılar BEDAŞ’a bağlı taşeron Sezen Yavuz LPG Elektrik San. ve Tic. Ltd Şti’de çalışan EnerjiSen üyesi işçiler, işten çıkarılmalarının ardından BEDAŞ binası önünde başlattıkları direnişi kazanımla sonuçlandırdı. İşçilere zorla kıdem tazminatı bordroları imzalatılmaya çalışılmış, işçiler ise bordrolara imza atmayı reddetmişti. Eksik yatırılan SSK primleri ve ödenmeyen maaşlarının yatırılmasını talep eden işçiler, Enerji-Sen öncülüğünde İstanbul Taksim’de bulunan BEDAŞ bina-
sının önünde her cuma eylem yapmış ve yapılan eylemlerden kaynaklı 22 kişi işten atılmıştı. İstanbul Taksim’deki BEDAŞ önünde “İşimizi geri istiyoruz!”, “İş ekmek yoksa barış da yok!”, “Direne direne kazanacağız!” sloganlarıyla çadır kurarak direnişe geçen EnerjiSen üyesi 22 işçi aynı gün işe geri alındı. Direniş başladıktan sonra BEDAŞ Genel Müdürlüğü yetkilileri Enerji-Sen’le görüşme talep etti. BEDAŞ’ın talebi üzerine yapılan görüşmede BEDAŞ, Enerji-Sen’in örgütlenme çalışması yapmaya başlamasından bugüne kadar işten çıkarılan işçilerin işe alınacağına, işçilerin çalışma hayatındaki ekonomik ve sosyal sorunların çözüleceğine dair resmi bir kağıt imzaladı. Direnişin kazanılmasının ardından işçiler kurdukları çadırı da kaldırdı.
Halkın Günlüğü 20-30 HAZİRAN 2011
15-16 Haziran ruhuyla mücadeleye 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi 41. yılında ülke genelinde yapılan eylemlerle selamlanırken, eylemlerde birlik ve mücadele vurgusu öne çıktı Ülkemiz işçi sınıfının mücadele tarihinin önemli köşe taşlarından biri olan 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi 41’inci yıl dönümünde yapılan etkinliklerle selamlandı. Birçok ilde yapılan eylemlerde işçi sınıfının verildiği mücadelenin önemine dikkat çekilerek, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin yarattığı kazanım selamlandı.
Direne direne kazanacağız Ankara’da Yüksel Caddesi’nde bir araya gelen AKADER, DDSB, Devrimci Proletarya, Devrimci Yolda Özgürlük, EHP, ESP, Kaldıraç, TÖP, Tüm-İGD “15-16 Haziran ruhuyla TEKEL’den, Onteks’e, DESA’ya yaşasın özgürlük mücadelemiz” pankartı açarak Madenci Anıtı’na yürüdü. Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) ve Sosyalist Parti’nin de destek verdiği eylemde, sık sık “Yaşasın 15-16 Haziran direnişimiz”, “Yaşasın işçilerin birliği hakların kardeşliği”, “DESA, Onteks, Yeşil Kundura, PTT direniyor. Direne direne kazanacağız”, “Yaşasın devrimci dayanışma” sloganları atıldı.
Madenci Anıtı önünde katılımcı kurumlar adına ortak açıklamayı yapan Tamer Morkoç, 15 Haziran 1970 tarihinde, 274 sayılı toplu iş sözleşmesi, grev ve lokavt kanunlarında değişiklik öngören ve gelişen işçi sınıfı mücadelesini hedefleyen yasanın mecliste görüşülmeye başlanmasıyla işçiler ve emekçilerin haklarına, sendikalarına ve emeklerine sahip çıkmak için caddeleri, sokakları zapt ettiğini hatırlattı. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin ardından 3 aylık sıkıyönetim ilan edildiğini de hatırlatan Morkoç, toplu sözleşme ile grev hakkını ilgilendiren yasaların 12 Eylül’e kadar uygulanamadığını söyledi.
Örgütlü bir halkı hiçbir güç yenemez 15-16 Haziran, Kavel, DGM, TARİŞ direnişleri ve yükselen devrimci hareket nedeniyle egemenlerin korkularının her geçen gün artarak 12 Eylül darbesinin hayata geçirildiğini sözlerine ekleyen Morkoç, “15-16 Haziran Direnişi, işçi sınıfı ve emekçilerin insanca, yaşanılabilir bir gelecek arayışına ışık tutmaya devam
Çay üreticileri fabrikayı bastı Tarımda uygulanan yanlış politikalar sonucunda üreticiler üretim yapamaz hale geldiler. Ektiği ürünü satmakta zorlanan üretici, kota uygulamasıyla ürününü ucuza satmak zorunda kalıyor ve yıllık malyetini dahi karşılayamıyor. Geçimini ürettiği ürün üzerinden sağlayan çay üreticisi köylüler Rize’de ÇAYKUR’un kapısına dayan-
dı. Ürettikleri çay, kotalardan dolayı, elinde kalan çay üreticileri 17 Haziran’da ÇAYKUR önünde eylem yaparak dekar başına 10 kg yaş çay olan kotaya itirazlarını dile getirdiler. Uygulanan politikalara tepkili olan köylüler ürettikleri mahsülün karşılığını alamadıklarını ve kendileirini açlığa mahkum edildiklerini dile getirdiler. Fabrika müdürü ile görüşme talebinde bulunan çay üreticileri, müdürün aşağı inmemesi üzerine müdürün odasına giderek görüşme taleplerini yinelediler. Fabrika müdürü istemeyerek de olsa oda-
sına kadar gelen üreticilerle görüşmek durumunda kaldı. Taleplerini bir kez daha müdüre ileten köylüler, ürettikleri çayı satmak istediklerini söylediler. Müdürün odasında bir süre oturma eylemi yapan çay üreticisi köylüler, ilçelerden çay getiren kamyonları fabrikaya sokmayacaklarını ifade ettiler. Müdürle yaptıkları görüşmelerin ardından üreticiler fabrikadan ayrıldı. Edinilen bilgiye göre köylülerin yapmış oldukları eylem sonrası çay alımı dekar başına 10 kilodan 20 kiloya çıkarıldı.
10-11_Layout 2 6/20/11 11:52 AM Page 2
20-30 HAZİRAN 2011 Halkın Günlüğü
emek 11
MAYA
≫ arıf bilgin
İDEOLOJİ VE POLİTİKA
B
ediyor. Şimdi TEKEL direnişinden, 2010-2011 1 Mayıs’ından aldığımız güçle, gelişen Onteks, DESA, PTT, MAS-DAF, Kampana, Casper direnişlerini büyütmek için mücadeleyi yükseltme vaktidir. Biliyoruz ki örgütlü bir halkı hiçbir güç yenemez. Bu bilinçle 15-16 Haziran Direnişi’nden öğrenerek, sendikal ihanete karşı örgütlülüğü geliştirerek, sendikaları işgal eden işbirlikçi sendikacılardan sendikalarımızı geri alma ve sınıf hareketini daha da büyütmenin vaktidir.” dedi.
Yaşasın 15-16 Haziran İşçi Direnişimiz! Adana’da DİSK ve devrimci demokratik kurumlar, “15-16 Haziran Direnişi’ni yaratanları selamlıyoruz. Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği” pankartı arkasında bir araya gelerek, 15-16 Haziran Direnişi’ni selamladı. DİSK Çukurova Bölge Temsilcisi Kemal Arslan tarafından yapılan açıklamada “15-16 Haziran İşçi Direnişi’nin emperyalizme, neo-liberalizme ve sömürüye karşı bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin pratik ve teorik birçok sorununa ışık tuttuğunu, 274-275 sayılı sendikalar, toplu sözleşme ve grev yasalarında değişiklikler yapılması nedeniyle işçilerin sendikalı olma haklarının tasfiyesini amaçlayan tasarıya karşı mücadelenin simgesidir” dedi. Basın açıklamasına DHF, ESP ve BDSP destek verdi.
İşçilerden 15-16 Haziran eylemi İstanbul’da hakları için direnişte bulunan işçiler, sendikalar ve demokratik kitle örgütleri, 15-16 Haziran Direnişi’nin 41. yılında İstiklal Caddesi’nde yürüyüş düzenledi. İşçiler, “15-16 Haziran ruhuyla direnişe devam” dedi. İşçiler, “Zafer direnen emekçinin olacak”, “Yaşasın sınıf dayanışması” sloganları ile Galatasaray’dan Taksim Meydanı’na yürüdü. Yürüyüş sırasında DESA ve Burger King mağazaları önünde duran işçiler, “Sendika düşmanı DESA’ya/Burger’e boykot” sloganı attı. Taksim Meydanı’na yapılan yürüyüşün ardından Kampana, BEDAŞ, Legrand, Fıratpen, Onteks, PTT’de direnişte olan işçiler açıklamalarda bulundu. Onteks işçileri adına konuşan Gamze Ayhan, 15-16 Haziran’da işçilerin sendikaları için can bedeli bir direniş başlattıklarını, sendikalarını korumak için fabrika fabrika, sokak sokak çatıştıklarını hatırlattı. Ayhan, “Bizler de direnişçi işçiler olarak, 41 yıl önce canlarını ortaya koyarak direnişe başlayan 15-16 Haziran direnişçisi işçiler gibi, onların yolundan giderek mücadele edeceğiz. Sendikalarımızı koruyacağız” dedi.
AKP az oy alınca işçiler işten çıkarıldı Amed’de bulunan Alman Universal Hastaneler Grubu Genel Müdürü Mahir Turan’ın talimatıyla aralarında başhekim ve başhekim yardımcısının da bulunduğu yaklaşık 18 sağlık emekçisi işten atıldı. Alman Universal Hastaneler Grubu başhekim yardımcısı, hekim, fizyoterapist, hemşire, ebe, tıbbi sekreter ve temizlikçi kadrosunda çalışan 18 hastane personelinin işine gerekçe gösterilmeden son verildi. İşçi kıyımına neden olan sürecin önceden örüldüğü ve seçimler sonuna bırakıldığı öğrenildi. Kıyım Universal Hastaneler Grubu Genel Müdürlüğü’ne 2 ay önce getirilen Dr. Mahir Turan’ın talimatıyla gerçekleştirildi. Turan’ın, işten çıkarmalara ilişkin hastanede yaptığı bir toplantıda,
“Hastanede çalışan personelin adli sicili araştırıldı ve hastaneye uygun bulunmadıkları için çıkartılmaları uygun görüldü” dediği belirtildi. Yaşananları ANF’ye anlatan Diyarbakır Tabipler Odası Yönetim Kurulu Üyesi Civan Gökalp, “Hastane personelinin iş akitleri feshedildi. Ancak kanunda toplu işten çıkarmayı yasaklayan maddeler bulunduğu için bu fesihlerin bazıları bekletilirken, 4 kişiye işten atıldıkları tebliğ edildi, 4 ayrı personel de zorla istifa ettirildi. Bazı hekim arkadaşlar ise tebligatları imzalamamalarına rağmen işten çıkarıldıkları söylendi ve özel güvenlik hastaneye girmelerini zor kullanarak engelledi” dedi. Sağlık sendikalarının tavır göstermesi çağrısında bulunan Gökalp
şöyle konuştu: “Bu arkadaşlarımız hastaneye gelen halkın derdini kendi anadillerinde, Kürtçe dinliyorlar, onlarla Kürtçe konuşuyorlardı. Bunun hastane yönetiminde yarattığı rahatsızlık ve AKP’nin seçim sonuçlarında bölgede aldığı yenilgi işten çıkarma olaylarını tetikledi. Tabip odaları ve sağlık meslek örgütleri olarak işten çıkarmaları kınıyoruz. Diyarbakır’da sermayenin sağlık emekçilerini ve hekimleri pervasızca işten çıkarmasına sivil toplum örgütleri olarak seyirci kalmayacağız. Konudan Türk Tabipleri Birliği (TTB) merkez konseyini de haberdar ettik ve desteklerini aldık. Bütün sağlık sendikaları da tavrımızı destekliyor. Önümüzdeki günlerde sesimizi daha da yükselteceğiz.”
u ikisi birbiriyle ilişki halinde varolabilen kavramlardır. Aynı zamanda insanla ilişkili olan şeyler. İnsansız ne bilim, ne felsefe söz konusu olabilir. Aynı şekilde insansız ne ideoloji ne de politika olur. Felsefe ile bilim arasındaki ilişki neyse, ideoloji ile politika arasındaki ilişki de öyledir. Felsefe, bilimlerin bilimi olarak tanımlanır. İdeolojiye de politika biliminin bilimi diyebiliriz. Gerçi ideoloji ile felsefe arasında bir kıyaslama yapılırsa, ilkinin daha belirleyici bir şey olduğunu görürüz. Felsefede, bilimde, politikada doğru bir yol izleyebilmek için; evren, doğa ve toplum hakkında doğru bir düşünme biçimine (ideolojik dünya görüşüne) sahip olmak gerekir. Marksist dünya görüşü, felsefede materyalist, yöntemde diyalektikçidir. Diyalektik, aslında hareket halinde olan şeylerin ve toplumsal hareketlerin devindirici dinamiklerini (çelişkilerini) incelemek ve ona uygun davranmaktan ibarettir. Politika alanı, diyalektiğin en çok uygulandığı alandır, orada bütün çelişkiler belirli renklere, seslere hareketlere bürünerek dokunulabilir, hissedilebilir halde sahneye çıkar. İdeoloji de sık sık değişiklikler yapılamaz, fakat politikada yapılabilir, yapılmak zorundadır. Örneğin, Marksist ideoloji olarak diyalektik materyalizm hiç değişmeden kalabilir, ama politika her an ve yeni durumda değişebilir bir esneklik taşır. Politika tıpkı doğa bilimlerindeki gibi hareket halinde olan insanların, çelişkileri ve çatışmalarıyla ilgilenir. Hareket halinde olan şeyler, doğal olarak sürekli değişirler, aynı şekilde onların bilgisi ve pozisyonları da değişir. Zaten politika sınıflar arası ilişkiler alanında tezahür eden bir şeydir. O yüzden değişkendir, hareketlidir, çelişkilerin devinim süreçlerini izleyerek onların bilgisini kullanarak ilerler. Ancak bu şekilde olası gelişmeleri önceden önemli ölçüde sezebilir ve ona göre kendi güçlerini düzenleyebilir. Hareketlilik demek, “kıvraklık“, “belkemiksizlik“, “yaltakçılık“ demek değildir, tersine her yeni duruma uygun tavır ve hareketler geliştirebilme yeteneği, yetkinliği ve inisiyatifi demektir. Ancak karmaşık biçimde düzenlenmiş iyi bir araç değişik özelliklere sahip yollardan başarıyla ilerleyebilir. Politik yetkinliğe sahip bir parti böyle bir araca benzetilebilir. Politikanın iç uyumluluğunu, tutarlığını sağlayan şey ise ideolojidir (diyalektik materyalist dünya görüşüdür). Zaten bilimsel saptamalar sonucu oluşmayan politika esnek de olamaz, bir işe de yarayamaz. Devrimci politika, devrimci pratik, sınıflar arası mücadelede emekçilerin özlem ve isteklerini gerçekleştirme çabasından başka bir şey değil. Devrimci politika toplumsal devinimin her yeni durumuna uygun yeni pratik taktikler üretmek ve uygulamak demektir. Hareket halinde olan bir şeye, değişken bir şeye değişmeyen taktik ve pozisyonlarla etki edilemez. Politikada hareketin bilgisine (çelişkilerin evrimine) uygun hareket etmeyenler, ya saçma sapan maceralara girişirler ya da edilgen, hareketsiz bir seyirci durumunda kalırlar. Bir parti veya siyasal grubun hareketsizlik ve durgunluk içine düşmesi politikada bir burkulmaya yorulabilir. Bazen hareket coşkulu biçimde canlanır, sonra aniden sönümlenir, sonra yine canlanır… Böyle zamanlarda basma kalıp fikirlerin, sık sık zorunluluğun önerdiği akli, bilimsel devrimci politikanın önünü kestiği izlenimi verir, elektrik taşımayan, yalıtkan bir şeylerin araya düşmesi gibi! Özellikle seçim dönemlerinde… Saflar edilgen ve darmadağınık olunca iyi mi oluyor? Bir türlü aklıma yatmıyor be yoldaşlar, bönlüğümü bağışlayın…
12-13_Layout 2 6/20/11 10:32 AM Page 1
20-30 HAZİRAN 2011 Halkın Günlüğü
Nitelikli şekilleniş d Biçim diye çoğu kez önemsemediğimiz ayrıntı aslında son derece önemlidir. Çünkü biçim illa da belli bir özden esin alır. Çünkü, her davranışın, fiilin, hareketin vb. mutlaka bir sebebi vardır ve her şey son tahlilde bir mantığa dayanır. O vakit biçimi, davranışı vb. küçümsemek tamamen yanılgıdır.
bir sınıfın damgasını taşıdığına göre; isterse biçimsel deyip küçümseyelim, söz konusu o davranış niteliğimiz hakkında bir ipucu verir. Örneğin; pop müziği dinleyen biri ile halk müziği dinleyen biri arasındaki farktan hareketle, bunlar arasında düşünüş tarzı, kültür, kişilik, yaşam tarzı vb. açısından önemli farklılıkların olduğu; kişilik ve mizaçlarının farklı olduğu söylenebilir. Eğer sınıflar üstü bir toplumsal yaşam yoksa; bireyin zevkleri, özlemleri, beğenileri, duyguları sınıf niteliğinden veya sınıflar karşısındaki pozisyonundan bağımsız değildir ve elbette ancak bu açıdan tartışılabilirler.
Parçalar bütünü, ayrıntılar toplamı oluşturur
Hele hele davranışlarımız bir silsile oluşturup yaşam tarzımıza veya kültürümüze rengini veren düzeyde ise, burada biçim veya görünüm tartışması geri bir tartışma olur. Davranışlarımız tek tek davranıştan çıkıp yaşam tarzıkültür haline gelmiş ise, sorunun hiç de biçim sorunu olarak küçümsenemeyeceği ve özümüz nitel bozulmaya yüz tutmuş demektir. Bu durumda, kendimize müdahale etmemiz kaçınılmazdır. Kendimize de müdahale etmenin veya kendimizle de mücadele etmenin sürekliliğini sağlamanın önemi hepten açıktır ve bu en doğrusudur.
Biçimin genellikle özü yansıttığı sözü doğrudur. Aynı zamanda biçim ile öz arasında sıkı bir bağın olduğu da söylenmelidir. Öte yandan biçim ya da görünüm, bir disiplin ve özümseme meselesidir de. Görünüm rastlantı olmayıp, her istisnada olmasa da prensip olarak öz ile alakalıdır, özün dışa vurumudur. Biçim özden esinlenir. Öz ise verili zaman içerisinde biçimin karekterine bürünerek içsel bir değişime uğrar, bu değişim, biçim öz çatışmasının sonucudur. Hem felsefi olarak hem de pratik yaşamın doğasında bu durum karşılıklı ilişkinin ve birbirini var eden maddi yaşam koşullarının yansıması ve toplumsal ilişkilerde somutta ifadesidir. Biçim de öz de her zaman ve bilfiil olarak bir birini yansıtmazlar. Verili duruma göre karşıt bir hal de alırlar. Öz ile biçim arasındaki ilişkiyi tanımlayan bu doğru, davranışlarımızın nereden beslendiğini veya davranışlarımızın arka planındaki gizli-iç gerçeğin ne olduğunu anlamamıza kesinlikle yardımcı olur. Öz ile biçim arasındaki farklılık bireylerin farklılıklarını da yansıtır. Her birey yaşadığı zamanın farklı kültür, düşünce, vb. olgularından etkilenerek kendi aidiyetini belirler. Her politik davranış
››
Parça bütün ilişkisi Parçalar bütünü tamamlar/ayrıntılar toplamı oluşturur. Ama parçalar bir çekirdek-bir halka etrafında nitel ve nicel uyum göstermez ise bütünlük oluşturulamaz. Parçaların bağımsız irade ve eylemi, bütünlüğün tabiatına ters düşerek niteliği bozar ve kesin bir sistematik oluşturamayarak kararlı yapıyı felç eder. Aynı biçimde, ayrıntılar ilkede bir damarı takip etmezse, dağınık kalarak nitel bir toplama varamaz. Ayrıntılar küçük akarlar misali ana havuza toplanır. Parçalar ademi merkeziyetçiliğin ötesinde, demokratik-merkeziyetçilik ilkesi ışığında ve irade-eylem birliği temelinde bütünü tamamlamak durumundadır. Belli bir nitelik esasıyla çizgileşmek ya da tutarlı bir çizgi kuşağın-
Esas olan örgütsel görev ve sorumluluklardır
da sağlam ideolojik-siyasi nitelik edinmek, bütün parçaların ana ilkeler ekseninde merkezileştirilmesi veya ayrıntıların ana görüş odağında birleşmesinden geçer. Birey için de, siyasi bir parti için de bu böyledir. Bütün yukarıdakilerden anlaşılması gereken şey veya bunlarla varmak-anlatmak istediğimiz şey; belli bir niteliğin oluşturulması veya temsil edilip korunması için, her şeyden önce belirlenmiş olup var olan niteliğin (bu var olanın geliştirilmesini yadsımama kaydıyla),
Bu hastalıkları onlarca ayrıntı, onlarca parça ve onlarca tutumda tespit etmek mümkündür. Örneğin yoldaşlar arası ilişki ve sosyal paylaşımdan tutalım da genel dayanışma kültürüne kadar yığınca sorunlu bir tablo mevcuttur. Önceliği kişisel iş ve hedeflere verip, örgütsel görev ve çalışmaları ikinci plana
özde, biçimde, sözde, davranışta ve yaşam tarzında pratikleştirilmesinin gerekliliğidir. Unutulmamalıdır ki; nicel birikimler nitel patlamalara yol açar. O halde belli bir niteliğin temsil edilip taşınması için nicel veya biçim dediğimiz faktörlerde de sağlam, tutarlı bir duruş sergilemek durumundayız.
Biçim özün yansımasıdır Lümpen yaşam tarzıyla nitelikli-saygın bir kişilik ortaya koyamayacağımız kesindir. Halk kitleleri bizleri değerlendi-
atma tutumu başka bir bohemliktir. Tasfiyeciliğin sinmiş gölgesi bütün buralarda sırıtmaktadır. Hepsinin bileşkesinin büyük bir sorun yumağı oluşturup örgütün elini bağladığını görmek yerinde olacaktır. Açık ki, bu durumun alt edilmesi sarttır. Bütün bunlara müdahale kişinin örgütlü
12-13_Layout 2 6/20/11 10:32 AM Page 2
perspektif
disipline muhtaçtır! alır ve her davranışın, fiilin, hareketin vb. mutlaka bir sebebi vardır ve her şey son tahlilde bir mantığa dayanır. O vakit biçimi ve davranışı küçümsemek tamamen yanılgıdır. Sınıflı toplum sınıf çatışmalarının en üst seviyede cereyan ettiği ve bununla birlikte biçimde yaşanan çatışmanın özde karşılığının olduğunu söyleyebiliriz. Karşılıklı bu çatışma ve biçimsel diye önemsenmeyen bir mesele pek tabii olarak özde yarattığı kırılma ile biçimin yerini alır ve artık görünen özsel bir durum olur. Biçimsel olarak hoş olmayan bu durum, aynı zamanda bir ciddiyetsizliği, disiplinsizliği, ortak şekilleniş eksikliğini ve düşüncedeki belirsizliği de yansıtır. Evet, disiplinsizlik olduğu halde, bu disiplinsizliği ‘’bir şey olmaz’’, ‘’biçimciliktir’’ gibi lakayt yaklaşımlarla es geçtiğimizde, objektif olarak ortak şekillenişin ve bir niteliğin biçimde yansıtılmasının bozulmasına yol açmış ve niteliğin zedelenmesine vesile olmuş oluruz. Özsel karekteri biçime yansıtmak ve tüm ilişkilerde hakim kılmak... Hem görünüm açısından hem de ortak şekilleniş ve kültürün geliştirilip temsil edilmesinde bu davranış gereklidir. Birçok sorunda dağınıklık, disiplinsizlik yaşanabilmektedir ki, meselenin önemi veya niteliği bozmaya-esnetmeye varması durumu açığa çıkar.
Merkezi kararların savunulması rirken neye göre hareket eder veya neyi ölçüt alırlar? Yaşam tarzımızı, hal-hareket ve davranışımızı, üslup ve konuşmamızı… Dahası, kültür ve kişiliğimizin gerçek yansıması veya ne olduğu da bu unsurlarda belirir. O halde baştan aşağı tüm yaşamımızı ve bu yaşamdaki tüm davranışlarımızı disipline ederek bir niteliğe oturtmamız doğru olanıdır. Düşüncemiz ne kadar ciddiyse yaşamımız da o kadar ciddi olmak durumundadır. Tersi ise, eklektik, çarpık bir kişiliğe işarettir.
birey bilinciyle eleştiri-özeleştiri mekanizmasını kullanmasından, yapının disiplin uygulamasına kadar genel bir iradeyle ortak merkezi sekilleniş temelinde örgütsel inisiyatifini yaşama geçirmek durumundadır. Yani, tüm yoldaşlar, merkezi karar ve anla-
“Nasıl olsa biçimdir”, “önemli değil”, “bir şey olmaz”, “önemsizdir” vb. yaklaşımlarla veya demokrasi adına (demokrasicilik oyunuyla), gelişme-geliştirme adına ve daha birçok şey adına yaygınlaştırılan anlayışlarla, disiplinden niteliğe, biçimden öze kadar geniş değerler bileşeni tahrifata uğramış ve ilkeli net duruş esnetilmiştir. Bu bir bozulmadır; niteliğin esnetilerek zedelenmesidir. Biçim diye çoğu kez önemsemediğimiz ayrıntı aslında son derece önemlidir. Çünkü biçim illa da belli bir özden esin
yışlar temelinde hassas olmalı ve ortak şekilleniş içinde davranmalıdırlar. Niteliğin korunup ilerletilmesi için bu şarttır. Örgütün her bir faaliyetçisi her koşul altında örgütün işleyişini hayata geçirmekle yükümlüdür. “Ben” olgusu örgütlü yaşam içe-
Liberalizm çağın en büyük hastalığıdır. Tamamen örgütsel disiplin ve ideolojik duruştan yoksun bir davranış ve düşünce biçimidir. Pratik, düşüncenin oluşumunu sağlar, düşünce ise o pratiğe yön verir. Yani karşılıklı birbirini var eden bu diyalektik birlik mevcut durumun belirlenmesinde temeldir. Eğer bu birlik, yaşam pratiğinin temelinde karmaşık, dağınık ve hatta çarpık bir kavrayış içerisinde ele alınıyorsa sorunun özü bu hastalıktan yani liberalizmden besleniyordur.
risinde “biz” olgusu içerisinde erimek ve bireysel yaşamın yerini kolektif bir yaşam almak durumundadır. Ademi merkeziyetçi ya da mutlak merkeziyetçilik değil; demokratik merkeziyetçilik temel meseledir. Güçlü bir yapı, ideolojik-siyasi
En basit olaydan en kapsamlı ve kompleks olaylara kadar her şeyin başı boş yürümesi, bireyleri kendi haline bırakmak, örgütün iradesini, ya da ortak aklı bertaraf etmek mutlak idealizmin, liberalizmin saflardaki yansımasını oluşturur. Her türlü hatalı tutum ve davranışı vb. ulu orta her yerde sergileyen, demokrasi adına aşırı demokrasiyle yaklaşır, müsamaha edilirse; dedikodu, karalama ve deşifrasyon yapana disiplin uygulanmazsa, esneklik adına aralanan kapıdan liberalizm sızar ve yerleşmeye başlar. Her birimiz sınıflı toplumlar gerçekliği içerisinde egemen sınıfın alışkanlıklarını taşıyoruz. Binlerce yıllık özel mülkiyet dünyasının yaratmış olduğu kültürel doku her sınıfın ve bireyin yaşam hücrelerine kadar işlemekte. Bu durum öyle basit olarak yok edilemez. Liberalizm ve kendiliğindenciliğe varan bulaşıcı tümör, örgüt ruhuna, merkeziyetçiliğe ve demokrasiye zarar veren en belirgin hastalıktır. Bu hastalığın sınıfsal kökeni burjuva bireyciliğinin kendisidir. Bununla da baş etmenin esası sınıf mücadelesi içerisinde disiplin ve denetim mekanizmasına tabii tutulan ideolojik çizgide netleşmektir. Dolayısıyla örgüt bunların varlık nedenidir. Yani sınıflı toplum gerçekliği içerisinde, yeni bir toplumun varlığını bugünden inşa edecek en temel ve biricik güç örgüttür. Bu disiplin en üstten en alta kadar her örgütlü bireye eşit ve aynı hukuksal yaklaşımı gerektirir. Bunun aksi imtiyazlı bir elit kesim yaratır. Bu da sınıfların bilerek ve isteyerek yeniden inşaasıdır. Ancak örgüt bunlara karşı da amansızca mücadele etmelidir. Dolayısıyla örgüt her ne kadar dışa karşı verilen bir mücadelenin aracı olsa da içte de mücadeleyi kesintisiz sürdürmelidir. Ancak bu mücadelenin biçimi ideolojik-teorik zeminde yapılmalıdır, bu mücadele üst seviyede birliği yakalayacak barışçıl yöntemle yürütülmelidir.
çizgi ile birlikte güçlü bir disipline dayanır. Kadro ve faaliyetçiler bu disiplin karşısında yükümlü olup, bu disiplinin tesis edilmesinden sorumludur. Güçlü bir örgüt, güçlü bir disiplin ve güçlü bir sınıfsal bilinçle sağlanabilir. Örgüt olma bilinci bunu gerektirir.
14-15_Layout 2 6/20/11 11:54 AM Page 1
14 gençlik haber
Halkın Günlüğü 20-30 HAZİRAN 2011
ÖSYM’nin sınav
Karne zamanı! Köhneleşmiş eğitim sisteminin neden olduğu bir cinayet daha… Edirne’de meslek lisesi öğrencisi olan 15 yaşındaki Baturalp Ö. uzman çavuş olan babasının silahıyla intihar etti Edirne’de 15 yaşındaki lise öğrencisi karnesinde bir zayıfı olduğu ve bunu babasına söylemekten çekindiği için babasının silahıyla kendini vurdu. 15 yaşındaki lise öğrencisi intiharıyla eğitim sisteminin karnesinin zayıflarla dolu olduğunu göstermiş oldu. Şifre skandallarıyla öğrencilerin geleceklerini karartan, staj sömürüsüyle meslek lisesi öğrencilerinin emeğini çalan, sınav soruları çalınır mı kaygısıyla gençlerin psikolojilerini bozan; gerici, adaletsiz, rekabetçi, şifreci, sömürücü eğitim sistemi her yıl olduğu gibi bu yıl da sınıfta kaldı! Karnesindeki “başarısızlık” sebebiyle hayatına son veren gençler yaratan eğitum sistemi; bu intiharların ailelerin çocuklarına karşı tutumlarından kaynaklandığını söylemektedir. Elbette bunda ailelerin bir sorumluluğu bulunmaktadır. Ancak bugün ailelerin çocuklarını büyüterek, rekabetçi bir hayata hazırlamasına neden olan en büyük etken mevcut sistemin ta kendisidir. Dolayısıyla ailelerin sorumluluğu tekil bir sorun olarak önemsizleşiyor. Öğrencileri kıyasıya yarıştıran rekabetçi zihniyetin başarı ve başarısızlık kriteri ise yapılan sınavlar olmaktadır. Yine dengesiz ve eşit olamayan bir yarış sisteminde daha az not alan öğrenciler ise başarısız sayılmaktadır. Bu durumda kalan öğrencilerin psikolojisi bozulmakta ve sonu intihara varan sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Eğitim sistemi 7 yaşından itibaren çocukları-gençleri ezberci bir sistemle gençlerin birey olmalarını engelemektedir. Bundan dolayı da üretemeyen, ezberci, hazıra konan bir gençlik oluşmaktadır. Bu yaşanan olayda da gördüğümüz gibi, ailesinden çekinen ve yaşadığı sıkıntının üstesinden gelebilecek gücü kendinde göremeyen gençr sıkıntılarından dolayı hayatına son verdi. Bugün gençliği ve aileleri bu hale getiren hakim sınıfların sistemi, bir kez daha köhneleşmiş olan gerçek yüzünü ortaya çıkarmış oldu. Dolayısıyla bu intiharın doğrudan sorumlusu eğitim sistemi ve onu muhafaza eden ve hatta yeniden üreten burjuva feodal sistem daha geniş anlamıyla özel mülkiyet dünyasının kendisidir.
KPSS, YGS, ALES derken şimdi de Tıpta Denklik Sınavı ÖSYM’nin hatalı uygulamaları arasında ön plana çıktı. Sınavda sorulan soruların geçen yıl sorulan sorularla aynı olduğunun basına yansımasının ardından yapılan sınav iptal edildi. Halk nezdinde meşruluğu iyice yiten ÖSYM’nin, bu krizi nasıl yöneteceği ise merak konusu
ÖSYM’nin 29 Mayıs’ta yaptığı Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denkliği İçin Seviye Tespit Sınavı’nın tıp doktorluğu 2. aşama kitapçığındaki 100 sorudan 75’inin geçen yılki sınavla aynı olduğu ortaya çıktı. YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan da, gazetecilerin konuyla ilgili soruları üzerine “Derhal sınavın iptal edilmesi ve tekrarlanması gerekir” dedi. Bunun üzerine yeni tarih açıklandı: 3 Temmuz. Ülkemizde geçmişten günümüze devrimci, demokrat ve muhalif kurumlar tarafından devletin eğitim sistemine getirilen eleştirilerle birlikte gerici yönleri halk üzerinde teşhir olan eğitim sisteminin, son dönemde ayyuka çıkan şifre ve kopya olayları ile birlikte ne du-
rumda olduğu iyice gözler önüne serildi. Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM), Yükseköğretime Geçiş Sınavı’ndaki (YGS), şifreli kitapçık, hatalı soru kitapçığı basımı ve yanlış puan hesaplama uygulamaları arasına bir hatalı sınav daha eklendi. ÖSYM’nin 29 Mayıs’ta yaptığı Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denkliği İçin Seviye Tespit Sınavı’nın tıp doktorluğu 2’nci aşama kitapçığındaki 100 sorudan
YDG’lilere tehdit mektubu Devletin devrimci,demokratik,yurtsever kurumlara yönelik baskı ve sindirme politikaları hız kesmeden devam ediyor. Devlet bu baskı ve sindirme politikalarını uygularken her türlü yöntemi kullanmaktan çekinmiyor. Bu saldırılara son olarak Menemen’de Yeni Demokrat Gençlik (YDG) üyesi, lise öğrencileri maruz kaldı. Menemen’de 9 liseli YDG üyesi öğrencinin evine resmi üniformalı polisler ve posta yoluyla tehdit içerikli mektuplar gönderildi. İçerisinde öğrencilerin katıldığı meşru ve demokratik eylemlerde çekilmiş resimleri ve bir yazı yer alan mektuplarda “ailelere çocuklarına sahip çıkmayı” öğütleyen ifadeler var. YDG İzmir örgütlülüğü yapılan saldırıyı kamuoyu ile paylaşmak ve teşhir etmek için İHD İzmir Şube-
si’nde bir basın toplantısı gerçekleştirdi. Yapılan basın toplantısında konuşan Neşe Bilgin, devletin kendine muhalif olanlara öfkesini ve tahammülsüzlüğünü kusarken her türlü yöntemi mübah gördüğünü ve YDG’nin halk gençliğinin sorunlarını gündemine alan, bu anlamda meşru mücadele yürüten bir kitle örgütü olduğunu ifade etti. Bilgin açıklamanın devamında şunları dile getirdi “Bizlere yönelik geliştirilen bu saldırılarla hem YDG faaliyetini engelleme hem de açık seçik YDG’yi terörize etme amacı güdülmüştür. Fakat bizler bu çabayı güdenleri meşru eylem alanlarında katlettikleri insanlardan, başımızın üzerinde sallanan coptan tanıyor, terörü bu tanışmışlık ile tanımlıyor, asıl terörist kim diye sormadan da edemiyoruz”.
75’inin geçen yıl 16 Mayıs’ta yapılan sınavla aynı olduğu ortaya çıktı. Soruların numaraları ile cevap seçeneklerinin bile aynı olduğu öğrenildi. Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) yetkilileri, sınavın iptal edilebileceğini söyledi. ÖSYM’nin bu skandalını, ülkede çalışma hakkı elde etmek için sınava giren Rus doktor fark etti. Doktor, sınava hazırlanırken geçen yılın sorularına da çalıştığı için sınavdaki soruların aynı olduğunu fark etti.
Öğrenciler Çarpık eğitim sistemi ve sınavlardaki skandallara karşı, eşit, parasız, anadilde eğitim için alanlara çıkan liseliler, bu eşitsizliğe karşı mücadele edeceklerini ifade ettiler Halk gençliğinin eğitim hakkının LYS, YGS sınavlarında ortaya çıkarılan şifrelerle engellenmeye çalışılmasına ve yoksul halk çocuklarına üniversite kapılarının kapatılmasına karşı Demokratik Gençlik Hareketi (DGH)’nin de aralarında bulunduğu liseliler ve gençlik örgütleri Kadıköy’de miting düzenledi. Mitingde, ÖSYM Başkanı Ali Demir’in istifası, bilimsel, parasız, anadilde eğitim talepleri hep bir ağızdan haykırıldı. Gençlik örgütlerinin çağrısıyla Tepe Naitilus önünde toplanan yüzlerce kişi “Çözülen şifreleriniz değil çürümüş sisteminizdir” yazılı ortak pankartı açarak kortejler halinde Kadıköy Meydanı’na yürüdüler. Yürüyüş sırasında kortejlerin önünde Ali Demir’in kuklaları ile ÖSYM’yi simgeleyen tabut taşındı.
DGH: İsyan etmek meşrudur “Sınavlara şifrelere isyan etmek meşrudur” pankartı arkasında yürüyen öğrenciler DGH flamaları ile İbrahim Kaypakkaya’nın resimlerini taşıdı.”Ya-
14-15_Layout 2 6/20/11 11:54 AM Page 2
genclik 15
klasikleri... Soruların aynısı Doktor ve emekli öğretmen eşinin yaptığı tespitlere göre 100 sorunun 75’i, 2010 yılındaki sınavın tıpatıp aynısıydı ve soruların yerleri bile değiştirilmemişti. ÖSYM kayıtlarına göre 29 Mayıs’ta yapılan 2’nci aşama sınavına 600 kişi başvurdu, bunlardan 572’si sınava girdi. Sınavda 50 ve üzeri puan alan 327 kişi başarılı oldu. YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan,
Tıpta Denklik Sınavı’na ilişkin, “Söylenen doğru. Soruların yüzde 70’i ortaktı. Bu olmaması gereken bir durum. Bunun için derhal sınavın iptal edilmesi ve tekrarlanması gerekir” dedi. Özcan’ın ‘sınav tekrar edilmeli’ yönündeki açıklamasından sonra ÖSYM, 29 Mayıs’ta yapılan Tıpta Denklik Sınavı’nın 3 Temmuz Pazar günü Ankara’da yeniden yapılacağını duyurdu.
geleceği için yürüdü şasın demokratik halk liseleri mücadelemiz”, “Eğitim sisteminin şifresi çözüldü” yazılı dövizleri taşındı.
Ali Demir istifa Kadıköy Meydanı’nda toplanan gençlik bileşenleri ve eylemi örgütleyen kurumlar adına bir basın açıklaması yapıldı. “Çözülen şifreleriniz değil çürümüş sisteminizdir başlığını” taşıyan basın açıklamasında, bu dengesiz eğitim sisteminin değişmesi için ısrarla mücadele edileceği ifade edildi.
Sınavlar bir aldatmaca Emekçi ailelere mensup gençlerin YGS ve LYS sınavlarıyla üniversitelere girmek zorunda bırakıldıkları, çürümüş eğitim sisteminin mağduru olan öğrencilere eğitimde fırsat eşitsizliğinin bir işareti olarak geleceksizliğin dayatılarak sınavlara koşullandığı belirtildi. Açıklamada, zengin aile çocuklarının sınav sorularının cevaplarına kolayca ulaşabildikleri bir ortamda YGS sınavının tartışmalı olduğu ifade edildi.
Mücadele sokaklarda verilecek Açıklamada, şifre skandalının üstünü örten ÖSYM Başkanı Ali Demir’in savunduklarıyla,
çürümüş eğitim sistemini sahiplenerek onun devamından yana olanların savunduklarının aynı olduğu ve bu kişilerin yoksul halk çocuklarının karşısında olduğu dile getirildi. Ali Demir’in ve şifre skandalına karışan herkesin bir an önce görevden alınmalarının gerektiğinin belirtildiği açıklamada YGS’de yaşanan skandalın yalnızca buzdağının görünen yüzü olduğu, esas olanın eğitim sisteminin toptan çürüdüğü ifade edildi. Lise öğrencilerine üniversite kapıları kapatılırken, anadilde, eşit, bilimsel, parasız eğitimin önüne sürekli engeller çıkarılarak halk çocuklarına geleceksizliğin dayatıldığı belirtildi. Liseli gençlik olarak öğrenci gençliğin eşit, parasız, anadilde eğitim için alanlarda mücadeleyi öreceğinin belirtildiği açıklama eğitim ve sınav sisteminin çürümüşlüğüne karşı ortak mücadele çağrısıyla bitirildi. Şiirlerin okunduğu miting Grup Adalılar ve Grup Munzur’un sahne almasının ardından son buldu. Mitingi şu kurumlar örgütledi: Demokratik Gençlik Hareketi, Devrimci Gençlik Hareketi, Devrimci Liseliler Birliği, Liseli Hareket, DGB/Dev-Lise, DYG/DÖG-Liseli Dünyası,Liseli Kıvılcım, Liseli Öğrenci, Birliği, İlerici Liseliler, Mayısta Yaşam Kooperatifi.
ÖNCÜ KADIN
≫ rojda demir
VESAYETİN SEÇİLMİŞLERİ İŞ BAŞINDA
S
eçim tartışmaları boyunca, ezilen halk ve emekçilerin aleyhinde her şeyi metalaştırarak burjuva feodal sistemin dalavereleriyle propaganda ve ajitasyon yürütenlere karşı dünden söylediğini tekrar not düşerek komünist önder İbrahim Kaypakkaya’yı saygıyla anıyoruz. Tasfiye ve yılgınlık sofrasında kaşık çalanlar olmayacağımızı ve Malaya’ya Kürecik’ten başlayarak Gaziantep Kilis’ten İstanbul’da faşist diktatörlüğü sarsan Meral Yakar’ın ardılları olarak, kendini mücadeleye ve devrime adayan halk evlatlarına gülümseyerek gönlünü kaptırıp dağlara bel bağlayan köylü kadınların özlemiyle direneceğiz. Seçilmişlerin “ileri demokrasi”cilik zehri iksir tadında parlamento salonlarında hazırlanarak AKP balkonundan AtaKul(e)ye ışınlanarak “milli irade” ve “milletin güven oyu” olarak ilan edildi. Budizmin babası Buda misali insanlığa, yaşama ve özellikle de kadına dair tüm değerleri aşağılayarak ve her gün en az üç kadını katlederek 21.yüzyılın afyonunu kitlelerde manipülasyon yaratmak için ustalaşarak kullanan siyaset kurt(çuk)ları ‘275 kadını mecliste istiyoruz’ dolambacında kadını yeniden etkisiz kılmak için erkeğin yedeğindeki ikna edilmesi gereken, edilgen roldeki eş, bacı, kardeş olarak ele alma pervasızlığını yalan çiçekleriyle meclisi süslemeye devam ettiler. Köşemizdeki son “Seçen, Seçilen, Seçim” başlığını “köle, sahip, mülkiyet” duygusu bağlamında ele alırsak geleceği kazanma-yaratma umutlarını kaybedenlerin kararsızlık çıkmazındaki ahlaksızlık tapınağında Pandoranın Kutusu’nu, göğün kapılarını kapatma pahasına nasıl açtıklarını gördük. Hesaplar ve helaleşmelerle özel mülkiyetin bekası için devletin (korumakocası öldürsün) cinsiyetçi ayrımcılığında “kurtarıcı cellat”ları -imamsavcı-hakim-rektör-başbakan-cumhurbaşkan-komutan-korucu-stratejik uzman-medyatik uzman” eksikliği, burjuva feodal sistemin siyasi partilerinin özel mülkiyetin erk sahibini seçme telaşıyla kadın kolları yarışı, kavun kokusuna ulaşma pahasına tamamladı. Seç-beğen-al metalaştırılmasında insansızlaştırma projeleri ve vekillerin CD tartışmalarıyla “çok eşlilik” tartışmaları “hasımlık-hısımlık” barışıyla kadının vurucu güç olmasının önüne set çekme manevralarıyla kitlelerin birikmiş enerjileri parlamentarizm çukuruna boşaltıldı. Yüzyıllardır, burjuva-feodal sistemin panzerleri altında ezilen 7 yaşındaki Sevcanların bedelleriyle elde edilen kadının kazanılmış tarihi ve sınıfsal hakları, faşizmin karşısına dikilen öz dinamizmin diri-devrimci direnişleriyle dişle tırnakla sökülüp alınan ve geli-
nen süreçte en güvenilir “ev hücre”lerinde namus temizleme edasıyla “siyasete koşun” dolandırıcılarının, pozitif ayrımcılarının ve kırıntı dağıtıcılarının boynuna en son örnekte “kız mıdır kadın mıdır” taş dilsizliğine taşınan itaat zincirleriyle boyunlarına bekaret kemeri olarak dolandı. Bütün bu yanılsamalarla özel mülkiyet servetine bellenenlerin düzeninin yeniden yeniden kendini sürdürebilmesi paralelinde, kadını en değersiz meta konumuna düşürerek, süregelen sömürü, baskı ve zulüm politikalarına alet olanlar baş mimarları namus bekçisi Ata-Kul(e)’un Kasım-KemalPaşa- seferleri erkeklerini seçtirerek “demokratik diktatörlük”ün oy silahıyla yeni katliamlara imza atacak AKP’den 45, CHP’den 19 ve MHP’den 2 yeni Meral Akşener’lerle tekrar iş başında. Sınıflı toplumların mücadeleden yılmayan, her türlü cinsiyetçi, eşitsiz ve ayrımcı kural ve yasakları aşarak gerçek kurtuluş siperlerine mevzilenen Meral Yakar’ların stratejik konumlanışı, bugün dünden daha elzem bir ihtiyaç olarak önümüzde durmaktadır. Zulme karşı haklı halk kadın savaşçı iradesiyle “kadın” tabusundan çıkarak örgütlü militan mücadele hattında burjuva-feodal gerici erkek-kadın iktidarlaşmasına karşı yeni insanı ve özgür dünyayı yaratma iradesiyle sandık-çuval yarışındaki oyunlara gelmeden günün devrimci taktik tutumunu sahiplenerek, geleceği kazanmaya kilitlenerek, BOYKOT şiarımızla işaret ediyoruz. Din-vicdan-adalet-merhamet-kadınlık-kızlık-namus-töre girdabında AKP karşıtlığından çıkamayan verili sisteme “güvenoyu”nu sandığa giderek meşrulaştıran siyasi iktidar yolunun dolambaçlarında devrimin ayaklarına dolanan ilkesiz, tutarsız, omurgasız solucanlara karşı kadın insanın proleter enternasyonalizmi çığırında daha canlı, daha dik ve daha kararlı militanca savaşmak esas kurtuluşun kendisidir. Bir seçim oyununda daha “sandık açılım” aldatmacasından sonra liberallerin atlarıyla dans edenlerin hayal kırıklığı umutsuzluğunda kıvrandığını görmekteyiz. Küçük-burjuva, hümanist, teslimiyetçi ve özel mülkiyetçi erkeksi ruhani kotalı ideolojilerle sınıf mücadelesini saptırmaya çalışanların devrimci tutumla ellerinden tutmanın zamanıdır. Tek bacakla yürüyen, erkek kafasıyla düşünen kadın kollarının birleşmiş milletlerin eğitilmiş sekreterlerin seçilmişleri derde deva olmazlar, başa bela olurlar, mücadeleye engel teşkil ederler diyoruz. Devrimci öz dinamizmin atılımıyla kadının ve insanlığın gerçek kurtuluşu perspektifiyle kısırdöngüden çıkmanın yolu barışı kazanmak için örgütlü halk güçleri için doğru önderlikte iradeleşmek ve halkla birlikte Halk Savaşı’dır.
16-17_Layout 2 6/20/11 10:20 AM Page 1
güncel haber
Halkın Günlüğü 20-30 HAZİRAN 2011
Ogün Samast’a koruma Dink katliamının ardından açılan davada, Ogün Samast için siyasi karar verilirken, mahkeme heyeti, Dink ailesi avukatlarının savunmalarında dikkat çektikleri katliamın aydınlatılmasına ilişkin bilgileri özenle görmezlikten gelmeye devam ediyor Dink’in katledilmesine ilişkin çocuk mahkemesinde yargılanan Ogün Samast davasında savcı istediği cezayı açıkladı. İstanbul 2. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşma sırasında İstanbul Cumhuriyet Savcısı Ali Demir, Samast’ın, TCK’nın “tasarlayarak adam öldürmek” suçunu düzenleyen 82/1-a maddesi ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar Hakkındaki Kanun’da düzenlenen “ruhsatsız silah bulundurmak” suçlarından mahkum edilmesini isterken, yaşının 18’den küçük olduğu da dikkate alınarak 19 ile 27 yıl arasında değişen hapis cezasına çarptırılmasını talep etti. İstanbul 2. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada söz alan müdahil avukatlardan Fethiye Çetin, Ogün Samast’ın Agos Gazetesi ve çevresindeki hareketlerine ilişkin dava dosyasında bazı banka ve mağazaların güvenlik kamera görüntülerinin bulunduğunu, bu kayıtların özellikle bazı bölümlerini projektörle mahkemeye izlettirmek istediklerini söyledi. Mahkeme heyeti, söz konusu talebin görülmekte olan dosyadan ayrılan ‘’terör örgütüne üyelik’’ suçlamasına ilişkin davada değerlendirilmesine ve kayıtların bugün izlenmesi yönündeki talebin reddine karar verdi.
Ali Demir’in mütalaasını açıklamasının ardından müdahil avukatlarından Fethiye Çetin, esas hakkındaki görüşünü içeren 15 sayfalık dilekçeyi mahkemeye sundu.
Keşfi kimlerle birlikte yaptığı aydınlatılsın Samast’ın dosya kapsamındaki beyanlarını değerlendirerek, olay öncesindeki bir gün boyunca ne yaptığının belirlenemediğine dikkati çeken Çetin, şunları kaydetti: ‘’Şimdi Ogün Samast’a ‘gerçeğe ulaşmak’ için hala bir şansı bulunduğunu yeniden hatırlatıyor ve hatırlamadığı bu kayıp
güne ilişkin açıklama yapmadıkça, Agos Gazetesi ve çevresindeki keşfe kimlerle birlikte ve ne zaman gittiğini hatırlayıp açıklamadıkça, son iki duruşmada mahkemeye sunduğu yazıların kötü bir edebiyat ve felsefe denemesi olması dışında hiçbir anlam taşımayacağı ve bir öneminin olmadığını belirtmek istiyoruz.’’ Çetin, ‘’Ogün Samast her ne kadar bilmediğini ve ilk defa geldiğini söylese de İstanbul’u iyi bilmektedir ve bu ilk gelişi değildir. Ogün Samast, yazdıklarında samimi ise Trabzon’daki toplantıyı, toplantıya katılanlar, İstanbul’a gelişi ve kimlerle gör-
Duruşmada, İstanbul Cumhuriyet Savcısı
üştüğü konusunda bilgi vermelidir’’ dedi.
Cinayet sırasında yalnız değil Cinayet gününe ait bir powerpoint çalışması hazırladıklarını belirten Çetin, bu görüntülerden Samast’ın cinayet mahalinde yalnız olmadığının anlaşıldığını, görüntüye takılanlardan birinin de Osman Hayal olduğunu söyledi. Çetin, “Sunduklarımız bu cinayetin son derece profesyonel bir örgüt tarafından planlanıp hayata geçirildiğini göstermektedir.’’ dedi. Samast’ın ve tanıkların ifadeleri ile dosyadaki delilleri değerlendiren Çetin, şunları kaydetti:
YDAB Dersim programını açıkladı Yeni Demokrasi Aileleri Birliği geçmiş dönem değerlendirmesi yaparak, temmuz ve ağustos 2011 Dersim çalışma takvimini açıkladı Yeni Demokrasi Aileleri Birliği (YDAB), tutsaklarla dayanışma ağının oluşturulması ve hapishanelerde tecrit işkencesinin teşhir edilmesi için 5 Eylül 20109 Ocak 2011 tarihleri arasında yürütülen kampanya çalışmalarının, olumlu- olumsuz yönleriyle analizini yaptığını açıkladı.
Yapılan analizin ardından YDAB, 3 Temmuz 2011-7 Ağustos 2011 tarihleri arasında “Köklerimize Sarılıp İçeride Dışarıda Umudu Büyütüyoruz” şiarıyla, tutsaklarla dayanışma ağının oluşturulması, hapishanelerde yaşanan ağır tecrit işkencesinin teşhir edilmesi ve aileleri bir çatı altında toplama perspektifiyle yürütülecek bir kampanya başlatacağını duyurdu. YDAB tarafından kampanya ile ilgili yapılan açıklamada, “Hapishanelerde saldırılar devam ediyor, bizler buna sessiz kalmamalıyız-kalamayız, bu saldı-
rılara karşı tartışılmaz tek gerçeğimiz var, köklerimize sarılıp hapishanelerde tükenmeyen umudu, dışarıda büyütmektir.” ifadeleri kullanıldı. YDAB bu kapsamda, 3 Temmuz-7 Ağustos 2011 tarihleri arası Dersim merkezde ve ilçelerinde ailelerle beraber aile toplantıları, kahvaltılar, resim sergisi düzenleneceğini ve güncel gelişmeler ekseninde toplantılar örgütlenerek, kampanyanın ideolojik, siyasi hedefini, kavrayıp, kavratarak yola devam edeceğini açıkladı.
16-17_Layout 2 6/20/11 10:20 AM Page 2
f
20-30 HAZİRAN 2011 Halkın Günlüğü
duvarı ‘’Sanığın ve diğer suç ortaklarının ve onlara yardım eden kamu görevlilerinin eylemleri, sosyal ve siyasal açıdan kendilerinden olmayan, kendi ırklarından olmayan ve hatta kendi düşüncelerinden olmayan insanların, anayasal ve ulusal üstü sözleşmelerden doğan hak ve özgürlüklerine cebir ve şiddetle karşı çıkan, sonuçta anayasanın 2. maddesindeki ‘demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti’nin yerine ‘totaliter, baskıcı’ bir devlet ve ‘faşist bir toplum’ anlayışını egemen kılmaya çalışan ‘ırkçı bir ideolojinin’ eylemleridir. Merhum Hrant’ın öldürülmesi de bu çerçeve içerisinde bir nefret suçudur. Bu nedenle, muhalif bir gazeteci, aydın, düşünür, araştırmacı ve Ermeni bir yurttaşımız Hrant Dink’in ailesini, dostlarını, meslektaşlarını ve ülkemizi yasa boğan, dünyada infial uyandıran, saiki ve işleniş biçimindeki suç kastının yoğunluğu ve eylemin ırkçı bir nefret suçu olarak gerçekleştirilmesi olgusu da gözetilerek TCK’nın 37 ve 82/a maddelerine göre cezalandırılmasını talep ederiz.’’ Müdahil avukat Arzu Becerik de Samast hakkında ceza düzenlenirken, zorunlu indirim sebeplerinin dışında indirim yapılmasından kaçınılmasını istedi. Samast’ın avukatı Levent Yıldırım ise esas hakkındaki savunmasını hazırlamak üzere süre talep etti.
Dink cinayetine bir ret daha Diğer yandan Dink katliamıyla ilgili dönemin Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü ile İl Jandarma Komutanlığı’ndaki bazı görevliler hakkında takipsizlik kararı verilmesine yapılan itiraz mahkeme tarafından reddedildi. Rize Ağır Ceza Mahkemesi, yaptığı inceleme sonucunda Dink katliamı öncesinde istihbarati bilgi mahiyetinde elde edilen bilgilere ilişkin 15 Şubat 2006 tarihli F4 haber raporu ile Hrant Dink katliamına dair tasarının 17 Şubat 2008 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü ile Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’na bildirildiği öne sürüldü. Mahkeme heyeti, bu nedenlerle Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına yapılan itirazın reddine karar verdi.
Sivas’ın İmranlı İlçesi’nde devlet güçleri ile çıkan çatışmada 2 yoldaşı ile birlikte şehit düşen HPG gerillası Coşkun Doğan’ı saygıyla anıyor, ailesi ve yakınlarına başsağlığı diliyoruz.
YENİ DEMOKRASİ AİLELERİ BİRLİĞİ
güncel 17
ELEŞTİRİ SİLAHI
≫ emrah cilasun
AKP’Lİ BDP’Lİ MECLİSTE ANAYASA PİŞER, BELKİ VARTİNİK’TEN MECLİSE’ HAYALLERİNE DE BİRŞEYLER DÜŞER apısal bir değişiklikten geçmekte olan Türkiye’de seçim sonucu belli oldu. Rejimin yeni kontratını yani anayasasını yapacak parlamento seçildi. Sandıktan, zımnen, nur topu gibi bir koalisyon çıktı: AKP, yüzde 50 ile Türk hâkim sınıflarını bir kez daha temsil etme onayı aldı. Kürt burjuvazisinin siyasal temsilcisi BDP, solun parlamenter güçlerini de yanına alarak 36 vekille meclise girme hakkını elde etti. Türkiye’nin yeni anayasasını esasen bu iki güç yapacaktır. Böylesi bir anayasanın, Türkiye’nin çeşitli milliyetlerden yoksullarının ensesinde boza pişireceği daha şimdiden bellidir. Akşam gazetesinden Serdar Akinan’a verdiği mülakatta, Murat Karayılan’ın şu sözleri, yapılması düşünülen anayasanın zemini hakkında bir fikir vermektedir: “Kürtlere özerk statüden cumhuriyetin ilk kuruluşunda bahsedilmiştir. Kemal Atatürk bizzat kendisi bahsetmiştir. Bu anayasanın 1921 Anayasası’nı esas alması gerektiğini düşünüyoruz.” (Akşam, 21 Mayıs 2011) AKP ile BDP’nin yanlarına “yeni” CHP’yi de alarak, MHP’nin “parlamenter muhalefetine” rağmen yapacakları yeni toplumsal sözleşmenin ana hattı demek ki 1921 istikametinde seyredecek. Bu demektir ki, Mustafa Kemal referans alınarak Türkiye’nin, çeşitli milliyetlerden ezilenlerinin çekeceği var. Fakat kimin umurunda? Herkeste bir sevinç bir sevinç… AKP’lisi de, BDP’lisi de hatta seçimi sözde boykot eden de durumdan memnun. Yani, “win, win” (kazan, kazan) herkese yaramış anlaşılan. Marx’ın 18. Brumaire adlı eserinde belirttiği gibi, özellikle geçiş dönemlerinde, siyasal mücadelenin değişik taraflara mensup aktörleri, mücadelelerinin “kahramanca” olduğuna inanmak ve diğerlerini buna inandırmak gereği duyarlar. Hatta bunun için toplumsal hafızada önemli bir yeri olan simgelere başvurdukları gibi, geçmişin iz bırakmış kahramanlarını da taklit ederler. Taklit, sadece 1921’i öneren Karayılan’la sınırlı değildir. Farklı aktörlerde farklıymış gibi gözüken ama birbirinin benzeri olan örnekleri görmek mümkündür. “Kürt meselesini çözen Türkiye öyle bir fişeklenir, roketlenir ki, artık onu kösteklemeye Avrupa’nın da, Avrupa’nın basınının da gücü yetmez” diyen, AKP iktidarının baş goygoycusu Engin Ardıç’ın devamla yaptığı tespit, şayan-ı dikkattir: “Belirleyici olan şudur: Asıl acaba BDP uzlaş-
Y
maya yanaşacak mı? Yani Kürt partisi, huysuzlanmayı sürdürecek mi, yoksa ‘tepkileri göğüslemek için adı konulmayacak’ bir federasyonla yetinecek mi? Hak mı istiyorlar, bağımsızlık mı, karar vermek zorundadırlar. İç savaşı sürdürmeyi tercih ederlerse tarihi bir hata yapmış olurlar ve bunun vebali altında kalırlar. Yani: Biz Türkler’den bu kadar Kürt kardeşim, üst tarafını sen düşün! Gene de bir cumhuriyet bitiyor, başka bir cumhuriyet başlıyor. Numarası önemli değil. Türkiye, azıcık gecikmeli de olsa, yirmi birinci yüzyıla giriyor. Ya da isterseniz 1923 cumhuriyetine, ‘asıl cumhuriyete’ geri dönülüyor diyebilirsiniz.” (Sabah, 15 Haziran 2011) Her şeyden evvel Engin Ardıç, efendilerinin, “bağımsız bir Kürdistan” yerine “özerk bir Kürdistan”a razı olabileceklerini deklare ediyor. Ardıç’ın önerisi, ulusal baskıyı ortadan kaldırmıyor bilakis, ulusal baskının başka araçlarla devam etmesini sağlıyor. Burada Lenin’in tespitini hatırlayalım: “Reformist bir değişiklik, egemen sınıf iktidarının temellerini sarsmayan, bu sınıfın bir ödünü olan ve onun tahakkümünü sürdüren bir değişikliktir. Devrimci bir değişiklik ise, bu iktidarı temellerine kadar sarsar. Ulusal programda reformizm, egemen ulusun bütün ayrıcalıklarını ortadan kaldırmaz; reformizm, ulusal baskının tüm biçimlerini yok etmez. Özerk bir ulus, egemen bir ulusla, haklar bakımından eşit durumda değildir.” (Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı Üzerine Bir Tartışmanın Özeti) Lenin’in bu tespiti tabii ki, ulusal hareketin önderliği açısından bir şey ifade etmez. Hâkim ulus şovenizminden nasibini almış şehir lümpenlerinin hislerine tercüman olan Ardıç gibi, 3. sayfa yazarının, aba altından gösterdiği sopaya, otuz senedir kan ve gözyaşı akıtmış olan “Kürt kardeş” ne der bilinmez; Ama “Kürt kardeş” in kendisine siyasi önder olarak kabul ettiği Abdullah Öcalan’ın fazla bir itirazı olacağını sanmıyorum. Zira Öcalan da Ardıç gibi “asıl cumhuriyete” dönmekten yanadır. Birlikte okuyalım: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Mustafa Kemal önderlikli hareketin milliyetçiliğe yaklaşımı farklıdır. Anadolu kültür uygarlıklarını kendine esas alan, Sümerlerden Hititlere kadar gelmiş Anadolu uygarlıklarına dayalı bu milliyetçiliğe kültür milliyetçiliği veya Anadolu yurtseverliği demek mümkündür. Mustafa Kemal bu farklı milliyetçi anlayışların farkındadır. Kendisine ısrarla yapılan ‘yeni kurulan cumhuriyete ‘Türk Cumhuriyeti’ di-
yelim’ önerisini yine açıkça reddedip, Türkiye –yani ırk bazlı değil, ülke bazlı- adlandırmasını daha uygun görmüştür. Her ırk, soy bu milliyetçilik, daha doğrusu yurtseverlik içinde seve seve yer alabilir anlayışı içindedir. Bu yurtseverliğe ırkçılık demek mümkün değildir.” (Abdullah Öcalan, Bir Halkı Savunmak, sayfa, 377-388.) Öcalan’ın siyasi/ideolojik hattını gayet iyi bilen, şehirli orta sınıfların ve yönetici elitlerin yazarı Cengiz Çandar ise, Türkiye kamuoyunu ve dolayısıyla AKP ve CHP seçmenini şimdiden, BDP-PKK’ya hazırlamaktadır. Şöyle diyor Çandar: “Ancak BDP’yi doğru okumak gerekiyor. BDP –asıl dayanağı olan PKK- çoklarının sandığı gibi ‘etnik Kürt Milliyetçiliği’nin temsilcisi değildir. PKK-BDP’nin ideolojisi de, çekirdek önder kadrosu da, ‘Kürt solu’nu ifade ediyor. ‘Kürt solculuğu’, tıpkı Türk solculuğunun büyük ölçüde Kemalizm ve ulusalcılıkla harmanlanmış olması gibi, bir nevi ‘Kürt Kemalizm’i ve ‘Kürt ulusalcılığı’ ile harmanlanmıştır ve Kürtlerin bunca yıl inkâr, asimilasyon ve zulme maruz kalan bir halk olmalarından ötürü, doğal olarak, ‘Kürt kimlik vurgusu’ ön plandadır, ama bu, PKK-BDP’yi ‘etnik milliyetçiliğin temsilcisi’ gibi algılamamızı gerektirmez.” (Radikal, 15 Haziran 2011) 2011 Türkiye’sinde, hâkim ulus şovenizmiyle ezilen ulus milliyetçiliğinin kesiştiği nokta tam da burasıdır: Türk ve “Kürt Kemalizm”i. Birbirlerine nispeten anlayış ve hoşgörü göstermelerinin nedeni aynı burjuva dünya görüşünden beslenmeleridir. Olan gene, milyonlarca Kürt köylüsü ve emekçisine olmaktadır. Devrim’den başka hiçbir yol, ulusal sorunu doğru temeller üzerinde ele alıp çözmeye muktedir değildir. Değildir ama acı olan devrimcilerin ve komünistlerin bunun farkında olmamak için ellerinden geleni yapmış ve yapıyor olmalarıdır. “Dersim’de dost güçlerin seçim çalışmalarına zarar vermeme ve boşa çıkarmamaya özel önem gösterilmelidir” diyen sözde boykot perspektifiyle, “namaza duran kitleleri umursayıp” Kürt burjuvazisinin yedeğine düşmeye çoktan razı olan zihniyetin artık, yeni yapılacak anayasaya ve onun düzenine hiçbir itirazı olamaz. Zira yeni T.C. anayasal düzenin mimarları arasında o “dost güçler”de bulunmaktadır. Ne de olsa 2015 seçimlerinde, “dost güçler”in listesinden, “Vartinik’ten meclise” manşetini attıracak bir vekil adayı için de her türlü anayasal imkân daha şimdiden belirmiştir. Sahi, sosyal şoven olan kim şimdi?
18-19_Layout 2 6/20/11 10:24 AM Page 1
18 dünya haber
Halkın Günlüğü 20-30 HAZİRAN 2011
Gerilim
tırmanıyor Suriye’de ipler geriliyor. Hükümet karşıtı eylemlerde kitlenin üzerine ateş açılmasıyla onlarca kişi yaşamını yitirdi. Muhalifler toplu halde ülkeyi terk ediyor, mülteci kamplarına sığınıyor G-8 toplantısı ve sonra Tunus ve Mısır’da yaşanan halk isyanlarısonucu yerel diktatörler devrilmiş, isyan dalgası Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da birçok ülkeye yayılmıştı. Yemen, Bahreyn, Libya, Suriye… Bu ülkelerde ortaya çıkan isyan dalgaları devlet güçlerinin saldırılarının hedefi oldu. Mısır ve Tunus’taki gelişmeler bu devletleri teyakkuza geçirmiş ve göstericileri sert bir şekilde bastırma yolunu seçtiler. Libya Devlet Başkanı Kaddafi göstericileri yaptıkları eylemden vazgeçmeye çağırarak, devam etmeleri halinde silah kullanacağını söylemişti. Ve akabinde de söylediğini yaparak halka sert müdahalede bulun-
muştu. Bu gelişmeler sonrası emperyalist ülkelerin saldırısı ve işgali başlamıştı. Libya’da meydana gelen olaylarda üzlerce kişi yaşamını yitirirken çatışmalar hala devam ediyor. G-8 zirvesi son toplantısında Libya’ya yaptırım kararı alarak işgali meşru bir yere çekme yönünde adım attılar. Kaddafi’nin ülkeyi terk etmesini şart koşan emperyalist devletler, bu işle de Rusya’yı görevli kılmıştı. Gelişmelere bakılacak olursa Kaddafi ülkeyi terk etmediği gibi bu kararı da tanımadığını beyan etti ve şu an işgal güçleri ile çatışmalara devam etme kararını sürdürüyor. Son olarak ise NATO savaş uçakları Trablus’u vurdu. İçlerinde çocukların da olduğu çok
sayıda kişinin öldüğü kamuoyuna yansıyanlar arasında.
Suriye kitlesel katliam Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, yapılan eylemleri durdurmak için bir dizi askeri önlemin yanı sıra “reform” adı altında değişiklikler yaparak göstericileri vaz geçirmeye çalıştı. Ancak kitle gösterileri bu adımlarla durmadığı gibi uygulanan katliama rağmen duracağa da benzemiyor. Beşar Esad’ın istifa etmesi, seçim yapılması ve Esad’ın ülkeyi terk etmesini talep ederek eylemlere devam eden kitleye, Esad’a bağlı güçler tarafından ateş açılıyor ve her gün onlarca kişi öldürülüyor. Çatışmaların son bilançosu yüzlerce ölü ve binlerce yaralı. Devam eden gösterilerde ise talepler dillendirilmeye devam ediyor. An-
cak Suriye devlet güçlerinin baskısı ve uyguladığı katliamdan kurtulmak için birçok kişi çözümü ülkeyi terk etmekte buldu.
Suriyeliler mülteci kamplarına sığınıyor Beşar Esad’ın son yaptığı açıklamalarda ülkeyi terk etmeyeceğini beyan etmesi ve gösteri yapanlara karşı şiddet kullanması, eylemcileri ülkeyi terk etmeye zorladı. Suriye devlet yönetimine karşı gelişen eylemlerde kitle üzerine ateş açılması, muhaliflerin kitlesel bir şekilde ülkeyi terk etmeye zorladı. Askeri gücü devreye sokan Esad, geri adım atmamakta kararlı gözüküyor. Yaşanan kitlesel katliamlardan kaçarak Hatay sınırını geçen mülteci sayısı 10 bini geçti. Yaşanan gelişmelere bakılırsa bu sayının daha da artacağı görülüyor.
Yunanistan’da AB emperyalizmi ve IMF tarafından dayatılan kemer sıkma politikalarının protesto eden emekçiler Yunanistan’da hayatı felç etti. Parlamento binasını kuşatan emekçiler, hükümete geri adım attırdı
IMF tarafından Yunanistan’a dayatılan plan yani ‘kemer sıkma politikaları’ ve Yunanistan hükümetinin hayata geçirmeye başladığı bu politikalar sonucu, ülke ekonomisinin yoksullaş-
ması ve daralmasına tepkiler dinmiyor. Yunanistan’da emekçiler hükümetin kemer sıkma politikalarını 24 saatlik genel grev ve eylemlerle protesto etti.
Ekonomik krizin etki altına aldığı Yunanistan’a, İMF tarafından sunulan reçete emekçilere kemer sıkmayı dayatıyor. Emekçiler ise faturanın kendilerine kesilmesine tepkilerini sokağa çıkarak gösterdiler. AB emperyalizmi ve IMF tarafından dayatılan kemer sıkma politikalarını protesto eden emekçiler, son bir yılda 15. genel grevi gerçekleştirdi. Atina Sindagma Meydanı’nda toplanana işçi ve emekçiler yeni kemer sıkma politikalarının görüşüleceği sırada parlamento binasını kuşattılar. Yunanistan Kamu Çalışanları
Konfederasyonu (ADEDY), İşçi Sendikaları Federasyonu (GSEE) ve Mücadeleci İşçi Kolları Birliği’nin (PAME) çağrısıyla yapılan grev ve protesto gösterilerinde ulaşım, sağlık ve birçok alanda hayat durdu. Yapılan 24 saatlik genel greve kamu ve özel sektör çalışanlarının yanı sıra, postane, liman, sağlık, banka, elektrik dairesi çalışanları ve gazeteciler katıldı.
Yunan Parlamentosu’nun bulunduğu Sindagma Meydanı’nda toplanan emekçiler parlamentoyu kuşatarak, milletvekillerinin meclise girmesini engellemeye çalıştı. Sindagma Meydanı’nda çıkan çatışmada polisin kullandığı gaz bombalarına karşı eylemciler taş ve sopalarla karşılık verdi.
18-19_Layout 2 6/20/11 10:24 AM Page 2
dünya
19
EKSEN
ENERJİ YOLLARI OYUNU: NABUCCO azar gazını Avrupa’ya taşıması planlanan ve Batı’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltmayı amaçlayan Türkiye-Avusturya (NABUCCO) projesinde, proje destek anlaşması (PSA) geçen hafta imzalandı. Anlaşma imzaları Nabucco şirketleri ve 5 transit ülke olan Avusturya, Bulgaristan, Macaristan, Romanya ve Türkiye’nin ilgili bakanlıkları tarafından seçim öncesi atıldı. Ne var ki 2002’den beri çok konuşulan Nabucco hattı projesi hala büyük zorluklar hatta engellerle karşı karşıya. Bu proje aslında Batı’nın ve pek tabi ABD’nin duyduğu ihtiyaçtan doğdu. Avrupalılar Ukrayna’nın başına gelenlerden sonra enerji konusunda Rusya’ya bağımlı kalmak istemiyorlar. Bilindiği üzere 2006 senesinde ortaya çıkan krizde Rusya Ukrayna’ya giden enerji hatlarının vanasını kapatınca Avrupa’ya giden doğalgazın yüzde sekseni kesilmişti. Krizden sonra Avrupa farklı enerji kaynakları ve yolları için alternatifler aramaya başladı. Hazar bölgesinden gelip Rusya’yı by-pass ederek Türkiye’den geçip Avrupa’ya gidecek Nabucco gaz projesi de bunlardan birisi. Proje 12 milyar euroya mal olacak. Şahdeniz’deki yatırım için öngörülen 22 milyar dolarlık yatırım ile birlikte toplam maliyet 40 milyar euro. 3300 kilometre uzunluğundaki bu hattan başlangıçta 13 milyar metreküp gaz sevk edilecek. Bu rakam Türkmenistan ve diğer ülkelerin katkısıyla 2020 yılında 31 milyar metreküpe çıkacak. Ancak projenin gerçekleşmesinin önünde pek çok ekonomik, teknik ve siyasal zorluklar var. Projenin mevcut haliyle rantabl olmaması, kaynak yetersizliği ve Avrupa’da kullanılan gazın yüzde beşini karşılayacak olması bunlardan birkaçı. ENERJİDE SOĞUK SAVAŞ Enerji kaynaklarına egemen olma mücadelesi 20. yüzyıla damgasını vurdu. Ortadoğu ve Kafkasya’da büyük çekişmelere neden olan mücadeleler sonucu yeni ulus devletler ve sınırlar yaratıldı. Ağırlıklı olarak Osmanlı coğrafyasında yürütülen bu mücadele, soğuk savaş şartlarında enerji kaynaklarının iki emperyalist kamp arasında paylaşılmasıyla nispi bir sükunet havasına girdi. Ancak Sovyet emperyalizminin çöküşünden sonra kaldığı yerden devam ediyor. ABD elebaşılığındaki emperyalizm tarafından Afganistan-Irak işgalleri büyük oyunun daha acımasız ve artan bir şiddetle sürdüğünü gösteriyor. Doğalgaz ve petrol kaynakları bakımından Ortadoğu ve İran’dan sonra en zengin kaynaklar Rusya Federasyonu ve Hazar havzasında bulunuyor. Hazar havzası bir Ortadoğu olmamakla beraber Batı’nın elindeki en önemli petrol sahası olan ve yakında tükenecek Kuzey Denizi’nin yerini almaya adaydır. Günümüzde yapılan kavga Hazar kaynaklarının hangi yoldan Batı’ya ulaştırılacağıdır. Rusya, Hazar kıyısı doğal
H
Suriyeli mülteciler Hatay sınırını geçerek Türk devletinin kurduğu çadırlara sığındı. Yayladağı, Altınözü ve Reyhanlı olmak üzere üç ayrı yere kurulan kamplarda kalan mültecilerin dış dünya ile bağları tamamen kesildi. İlkel koşullarda tutulan, dünyayla bağları kesilen ve kimseyle görüşmelerine izin verilmeyen mülteciler, Yayladağı kampında açlık grevine başladı.
Der), Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi (UAÖ) örgütlerinden oluşan Mülteci Hakları Koordinasyonu Suriyeli mültecilerle ilgili yaptığı açıklamada “Kamplara yerleştirilen mültecilerin dış dünyayla temasları önündeki kısıtlamaların kaldırılması, sığınmacılar arasındaki refakatsiz çocukların özel korunma ihtiyaçlarının karşılanması, Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı Koordinasyonu’nda yürütülen faaliyetin şeffaf bir biçimde sürdürülmesi” taleplerine yer veriyor.
Helsinki Yurttaşlar Derneği (HYD), İnsan Hakları Araştırmaları Derneği (İHAD), İnsan Hakları Derneği (İHD), İnsan Hakları Gündemi Derneği (İHGD), İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER), Mültecilerle Dayanışma Derneği (Mülteci-
Suriyeli mültecilerin yaşam koşullarının düzenlenmesi talebini dile getiren komisyon, salgın hastalıklara yol açacak düzensizliğin ortadan kaldırılması, mültecilerin barınma, yiyecek ve sağlık ihtiyaçlarının daha düzenli karşılanması gerektiğini vurguluyor.
Mültecilerin yaşam koşulları düzenlenmelidir
halk öfkeli Genel grev hükümeti değiştiriyor
Kemer sıkma politikalarına karşı ayağa kalkan Yunan halkı, Başbakan Yorgo Papandreu’nun mevcut kabineyi değiştirmesini sağladı. Kabineyi değiştirme kararı ülke genelinde yapılan grev ve on binlerce kişinin Yunanistan Parlamentosu’nu kuşattığı ve polisle çatıştığı eylemlerin ardından geldi. Muhalefet partilerin yanı sıra kendi partisinden bazı milletvekillerinden de sert eleştiriler alan Papandreu, kendisinin göreve devam edeceğini fakat bakanlar kurulunda köklü değişikliğe gideceğini belirtti. Yunan hükümetinde yapılan bu değişiklikler tepkilerin önüne geçmeye yetmedi. Başbakan Yorgo Papandreou, gelişen yoğun tepkiler üzerine, Maliye Bakanı Georges Papaconstantinou’nun
yerine Evangelos Venizelos’u getirdi. Ancak tepkilerin önüne geçemedi.
19 Haziran’da binlerce emekçi Yunanistan Parlamentosu’nu protesto etti. Kemer sıkma politikasına karşı PAME sempatizanı binlerce kişi Syntagma Meydanı’na doğru yürüyüşe geçerken, özel sektörde çalışan örgütlü yüzbinlerce üyesi bulunan GSEE’de, hükümetin kemer sıkma politikası açıklanırken, 48 saatlik grev çağrısı yaptı. Papandreu, İMF ve Avrupa Birliği’nden 2014’e kadar 120 milyar euro karşılığında beş yıllık kemer sıkma planını hayata geçirmek istiyor. 21 Haziran’da yapılacak görüşmelerde parlamentodan güvenoyu almayı bekleyen Papandreu 28 milyar euro vergi artışı ve 2015’e kadar kamu harcamalarında tasarruf öngören kemer sıkma politkasını parlamentodan geçirmeyi amaçlıyor.
≫ ahmet hacalişi k.
gaz kaynaklarının kendi topraklarından geçirilmesini sağlama ve Orta Asya cumhuriyetlerindeki petrol ve doğalgazın çıkışını kontrol altında tutmaya çabalarken ABD, boru hatlarının Rusya’nın denetimi altında olmayan topraklardan geçirilmesini sağlayarak Rusya’nın küresel enerji satrancında önemli oyuncu olma rolünü elinden almanın peşinde. Türkiye ise muhayyel boru hatlarının kendi topraklarından geçmesini sağlayarak önemli bir terminal ülkesi olup gelir elde etme ve stratejik derinliğini arttırmak istiyor. Azerbaycan, Türkmenistan, G.Kürdistan ve ileride dahil edeceği İran gazını Türkiye üzerinden Batı’ya aktaracak Nabucco böyle bir proje. 2007 yılı Mayıs ayında Rus lideri Putin Kazakistan ve Türkmenistan’ı ziyaret ederek müşterek bir “niyet anlaşması” imzaladı. Bu protokolle hedeflenen eski Sovyet boru hattıyla Rusya üzerinden gazını satan Türkmenistan’ın, yeni boru hattı ve en yüksek fiyattan daha fazla gazı Gazprom’a sağlaması, Avrupa ülkelerinin enerji sektöründe Rusya karşıtı ittifak oluşturmasının önüne geçmekti. Yani Türkmenistan’ın Nabucco’ya kaynak oluşturmasının önüne geçmek. Ancak 2009 yılında Türkmenistan Devlet Başkanı Berdimuhammedov’un Moskova ziyaretinde, iki yıl önce Putin ile imzaladıkları AB destekli Trans Hazar Doğalgaz Boru Hattı Projesi’ne bu kez imza atmaması güçler arasındaki mücadelenin halen devam ettiğine işaret etmekte. Rusya buna ilaveten Nabucco projesinin önünü kesebilmek için, halen inşaatı devam eden “kuzey hattına” ilaveten Karadeniz altından geçirip Bulgaristan üzerinden Avrupa’ya gaz taşıyacak “Güney akım” projesini de imza aşamasına getirmiş bulunuyor. Doğalgaz rezervinin yetersiz olmasına karşın Azerbaycan bugün için Nabucco Projesi’nin tek gaz tedarikçi ülkesi. Diğer iki ülke Türkmenistan ve Kazakistan’ın mevcut siyasal konjonktürde değişiklik olmazsa Rusya’dan bağımsız hareket etmeleri pek mümkün görülmüyor. Türkiye bu boşluğun 6-7 sene içerisinde G.Kürdistan doğalgazı ile doldurulabileceğini iddia etse de bölgede siyasal olarak belirsizlik sürüyor. İran’ın ABD’ye rağmen Nabucco’ya gaz tedarik etmesi de olası görünmüyor. Ayrıca bu projeye destek verenlerin İran’a siyasal anlamda güven duymaları da gerekiyor ki bu ortam şu anda yok. Almanya’nın, AB’nin 250 milyon euro vermeyi taahhüt ettiği Nabucco finansman paketinden desteğini çekmesi, AB’nin Nabucco’yu öncelikli projeler listesinden çıkarması, Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev’in Rus devlet şirketi Gazprom ile anlaşma muhtırası imzalaması, Nabucco lider firması Avusturya petrol şirketi OMV’nin elinde bulunan Macar petrol şirketi MOL’ün hisselerini Rus petrol şirketi Surgutneftegas’a satması Nabucco’nun yaşama geçmesi bir yana artık Rusya dışı bir hat olma iddiasından da uzaklaştığını gösteriyor.
20-21_Layout 2 6/20/11 10:40 AM Page 1
20 güncel Bağımsız adayın şölenini izlemek şuç Siirt’te Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok’u bağımsız milletvekili adayı Gültan Kışanak için düzenlenen şölene katıldıkları için 3 ücretli öğretmen görevden, 1 okul müdürünün müdürlük sıfatı da elinden alındı Siirt’te seçimin hemen ertesinde devlet bürokratları boş durmayarak, bulundukları mevkilerin kendilerine sağladığı avantajlarla bölgede halka baskı uygulamaya başladı. Bağımsız milletvekili adayı Gültan Kışanak için düzenlenen şölene katılan 3 ücretli öğretmen görevden, 1 okul müdürünün müdürlük sıfatı elinden alındı. 7 Haziran günü seçim çalışmaları kapsamında Siirt Milletvekili Gültan Kışanak için Baykan İlçesi’nde kaymakamlık önünde şölen yapıldı. Şölene katıldıkları gerekçesiyle Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nda ücretli öğretmen olarak çalışan Şefik Günel ve Metin Erdoğan, Baykan’a bağlı Yarımca Köyü’ndeki Jandarma Er Cihan Gülmez İlköğretim Okulu’nda Sabahattin Yıldızata’nın, İlçe Milli Eğitim Müdürü Mehmet Emin Şen ve Kaymakam Murat Süzen tarafından 13 Haziran sabahı görevlerine son verdi. Ulaştı (Dodan) Köyü İlköğretim Okulu Müdürü Çetin Geçkin ve Öğretmen Mehmet Orhan da aynı gerekçe ile soruşturmalık oldu. Açılan soruşturma kapsamında okulda müdürlük yapan Çetin Geçkin’in müdürlük görevine son verildi.
Görevden alınmalarına neden olan dilekçe Baykan İlçe Milli Eğitim Müdürü Mehmet Emin Şen tarafından İlçe Kaymakamlığı’na yazdığı ve kaymakamın da onay verdiği gerekçeli yazı şöyle: “07.06-2011 Salı günü 24. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri propaganda döneminde Siirt Bağımsız Milletvekili Adayı Gültan Kışanak’ın seçim propaganda mitingine katılan; ilgi (b) ve ilgi; (c) olurlarınız ile Cumhuriyet İlköğretim Okulunda ücretli öğretmen olarak görevlendirilen Şefik Günel ile Metin Erdoğan ve ilgi;(d) olurlarınız ile Yarımca J. Er. Cihan Gülmez İlk Öğretim Okulunda ücretli öğretmen olarak görevlendirilen Sabahattin Yıldızata’nın görevlendirmelerinin iptal edilmesi hususunu; olurlarınıza arz ederim.”
Hedef gösterildik Konuya ilişkin açıklama yapan öğretmenler şunları söyledi: “Kaymakam ve İlçe Milli Eğitim Müdürü keyfi bir şekilde bizi hedef göstererek görevden aldılar. Halbuki biz hiçbir siyasi partinin seçim mitingine katılmadık. Kaymakamlık binası önünde yapılan seçim şöleninde müzik dinledik. Kaldı ki şölen, Kaymakamlık binası, öğretmenevi, postane gibi birçok resmi kurumun bulunduğu bir yerde yapıldı. Doğal olarak biz de şölende söylenen müzikleri dinledik. Bu şölene katılmanın bedeli görevden alınma değildi. Kaymakam ve İlçe Milli Eğitim Müdürü bizi değil çocukları cezalandırmıştır. Biz hakkımızı sonuna kadar savunacağız. Milli Eğitim Müdürü’yle görüşmeye gittiğimizde, ‘Siz artık Baykan İlçesinde hiç bir zaman ücretli öğretmen olarak çalışamazsınız’ sözlerini kullandı”
Halkın Günlüğü 20-30 HAZİRAN 2011
Tutuklu vekiller için “KCK davası”nda tutuklu bulunan 6 milletvekili için bağımsız vekiller avukatlar aracılığıyla tahliye talebinde bulundu “KCK davası”ndan tutuklu bulunan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok’unun tutuklu 6 milletvekili için mahkemeye başvuru yapıldı. Mazbataları alınan “KCK” davasından tutuklu Hatip Dicle, Faysal Sarıyıldız, Gülser Yıldırım, Selma Irmak, Kemal Aktaş ve İbrahim Ayhan’ın tahliyeleri için, avukatları Diyarbakır 5. ve 6. Ağır Ceza Mahkemelerine başvuru yaptı. Başvurunun ardından açıklama yapan avukatlar kararın 20 Haziran gününe kaldığını belirtti. Tahliyelerin olacağı 20 Haziran günü ise tutuklu vekillerin bulundukları Diyarbakır D ve E tipi, Mardin E Tipi ve Urfa E Tipi hapishanelerin önünde kitlesel karşılanmaların yapılacağı öğrenildi.
Dicle’ye 2 yıl hapis cezası Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi, “KCK davası”nda tutuklu bulunan Hatip Dicle’ye “örgüt propagandası” yaptığı iddiasıyla 2 yıl hapis cezası verdi. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok’u bağımsız milletvekili Hatip Dicle hakkında Ağrı’nın Diyadin İlçesi’nde yaptığı bir konuşmada “örgüt propagandası” yaptığı iddiasıyla açılan davanın duruşmasına Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam edildi. Talimatla ifadesi alınan Dicle, “Yaptığım konuşma objektif olarak değerlendirildiğinde Kürt sorununun barışçıl çözümüne hizmet eden bir niteliğe sahipti. Eleştirdiğimiz kuşkusuz ki, bu politika ve o gün devletin uyguladığı politika değildir. Kürt siya-
setçilerine yönelik tutuklama furyası son derece yanlış. Her kesim özgürce siyaset yapmalıdır” dedi. Mahkeme heyeti, Dicle’ye “örgüt propagandasını yapmak”tan 2 yıl hapis cezası verdi.
Öcalan’dan çağrı
ise, yeni anayasada, 1982 Anayasası’nın değiştirilemez tüm maddelerinin değiştirilmesini isteyerek “Anayasa’nın başlangıcı ve ilk 3 maddesi değişmeyecekse 82 Anayasası kalsın, çünkü yapılacak olandan çok daha iyi olacağı kesin” dedi.
PKK lideri Abdullah Öcalan, seçimlerden sonra ilk açıklamasını yaptı. Öcalan “Süreç bu koşullarda ancak birkaç ay sürebilir’’ sözleri ile devleti uyarırken, “Meclis derhal toplanmalıdır. Çözüm konusunda rolümü oynayabilmem için Meclis’in bana bir çağrı yapması gerekiyor. Eğer Meclis bu çağrıyı yaparsa ben de silahlı güçlerin çatışmasız bölgelere çekilmesi konusunda ve diğer hususlarda elimden geleni yaparım. Meclisin önümü açması gerekiyor” dedi. BDP eski eşbaşkanı Selahattin Demirtaş
Hakkari’den bağımsız milletvekili seçilen Demirtaş anayasa tartışmaları için şunları söyledi: “AKP, Anayasa taslağını tasarlama zemini değil. Bunun zemini herkesin eşit sayıda üye vermesiyle oluşturulacak bir uzlaşma komisyonuyla olur. 1982 Anayasası’nı tamamen bir kenara bırakmalıyız. İlk giriş cümlesinden başlayarak yepyeni bir anayasa yapmalıyız. 82 Anayasası’nın başlangıç ve ilk 3 maddesinde de sorunlar var. Biz devletin şekli, başkentinin Ankara olması ve bayrağına karşı değiliz. Bunlara
Devlet korursa böyle korur! Çorum İskilip İlçesi’nde liseye ait yurtta kalan 17 yaşındaki S.D. adlı öğrenci okul ve sokakta yaşadığı tacizlerden kurtulmak için İlçe Emniyet Müdürü’ne başvurdu, Bayat İlçesi’nden İskilip’e atanan özel harekat polisi Metin M.’nin tecavüzüne uğradı
mektup göndererek önlem alan Emniyet Genel Müdürlüğü, eğitim hakkına sahip çıkmak için başkaldıran gençliğe sokakta saldırırken, diğer taraftan da “koruma” adı altında taciz ve tecavüzü meşrulaştırırıyor. Görünen o ki devletin yetkilileri organize bir şekilde gençliği korumaktadırlar (!)
Anne babası ayrı yaşayan genç liseli öğrencinin yurtta olması S.D.yi polisin tecavüzden kurtaramadı. Evli ve 38 yaşındaki emniyet başkomiseri Metin M., okulda taciz edilen lise öğrencisini tacizden korumak amaçlı(!) cep telefonu numarasını aldı ve devamında evine çağırarak “alkollü tecavüz koruması”na aldı.
Erkek egemen sistemin faşist zihniyetini özellikle kadın üzerinde kullanarak, feodal medya başta olmak üzere etki yaratarak, imkanlarını işleten devlet baskı, şiddet, taciz ve tecavüzün teşvik edildiği bir toplumda, cinsiyetçi yaklaşımdan kaynaklı kadın katliamı da katlamaktadır. Buna bağlı olarak taciz ve tecavüz de paralel bir seyir içinde ilerlemektedir. Her durumda kişiler üzerinden aklama-paklama girişimleri münferit olarak açıklanırken devletin yetkili makamları “toplumsal tecavüz”ü “devletin kurumları”nda beslemektedir.
Fuhuş, uyuşturucu, sigara, alkol, taciz ve tecavüzle mücadele çerçevesinde ailelere
İskilip İlçesi’nde de S.D’nin emniyetten yardım isterken başkomiser tarafından
eve çağrılıp alkol içirilerek tecavüz edilmesi gizlenmeye çalışılan sistemin saklanan açık karakteridir. Yurtta, sığınma evinde, işyerinde, okulda, gözaltında, hapishanede, evde, sokakta kısacası yaşamın her alanında bu konuda yardım isteyen kadının öldürülmesi, tacize ve tecavüze uğruyor olması münferit değil, sistematik bir çürümenin dışa vurumudur. Özel harekat polisi Metin M.’nin Çorum L Tipi Hapishanesi’ne gönderilmesinin ardından, psikolojik sorunlarının olduğu açıklaması da daha ilk günden göstermelik bir cezalandırmayla halkın tepkisinin önüne geçilmesinin tedbiri olduğu açıktır. Diğer önemli bir husus Emniyet Genel Müdürlüğü’nü kurumsal olarak koruma çerçevesinde, yardım isteyen bir genç öğrencinin alkol içirilerek tecavüz edilmesinin gerisinde güvenlik güçlerine halkın ödemiş olduğu vergilerle tanınan sınırsız yetkilerin olduğunu da unutmamak gerekir.
20-21_Layout 2 6/20/11 10:40 AM Page 2
güncel
başvuru
hiç itirazımız yok ve aksine bunları savunuyoruz da. Ancak ilk 3 madde doğru düzenlenmeli. Daha sade ve diğerleriyle bütünlük arz edecek şekilde düzenlenerek bu iş hallolur. Eğer anayasanın başlangıcı ve ilk 3 maddesi değişmeyecekse 82 Anayasası kalsın çok daha iyi olur.”
11 kişiye toplam 90 yıl Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen “Ağrı KCK davası”nın karar duruşmasında 11 kişiye toplam 90 yıl 7 ay hapis cezası verildi. Ağrı’nın Patnos, Doğubeyazıt ve Diyadin ilçeleri ile Van ve Muş’ta 13 Şubat 2010 tarihinde düzenlenen gözaltı saldırısında tutuklanan ve aralarında BDP genel merkez çalışanlarının da bulunduğu 18 kişi hakkında “örgüt üyesi olmak” iddiasıyla açılan davanın karar du-
21
ruşması Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya tutuklu sanıklar Hamit Duman (Dilbahar), Nevzat Tekin, Gökmen Çiftçi ve Şefika Bilici ile avukatları Baran Bilici, Cemal Demir, Şaziye Önder, Timurhan Gül, ve Timur Demir ile aileleri hazır bulundu. Duruşmada söz verilen tutuklu olarak yargılanan 4 kişi, Kürtçe savunma yapmak istedi. Kürtçe savunma talebini kabul etmeyen mahkeme heyeti, tutanaklara da “Bilinmeyen dilden konuştu” şeklinde geçirdi. Avukatlar davanın siyasi bir dava olduğuna dikkat çekerek, tahliye talebinde bulundu. Mahkeme heyeti tutuklu yargılanan BDP genel merkez çalışanları ve üyelerine toplam 90’yıla varan hapis cezası verdi.
Devlet katliamı seyretti Fatma Bağcı adında tekstil işçisi kadın boşanmak istediği eşi tarafından sokak ortasında vurularak katledildi. Denizli’de eşinden sürekli şiddet gördüğü için boşanmak isteyen ve savcılık tarafından kadın sığınma evine yerleştirilen 57 yaşındaki tekstil işçisi Fatma Bağcı, 54 yaşındaki eşi Mustafa Bağcı tarafından sokak ortasında kısa namlulu tüfekle vurularak öldürüldü.
Devlet koruması göstermelik Edinilen bilgiye göre Mustafa Bağcı’nın eşine haber göndererek eve gelmesini ve barışmak istediğini söylediği ancak Fatma Bağcı’nın bunu kabul etmediği belirtildi. Tekstil işçisi Fatma Bağcı’nın daha önce kocası hakkında savcılığa iki kez dilekçe
verdiği ve koruma talebinde bulunduğu öğrenildi.
İki kez koruma istedi Fatma Bağcı Denizli Cumhuriyet Savcılığı’na geçen Mayıs ayında dilekçe vererek eşinin kendisini sürekli dövdüğünü belirterek suç duyurusunda bulundu. Savcılık dilekçe üzerine soruşturma başlatıp Fatma Bağcı’yı, Kadın Sığınma Evi’ne yerleştirdi. Fatma Bağcı’nın şikayeti üzerine polis tarafından gözaltına alınan Mustafa Bağcı ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmıştı. Mayıs ayından bu yana ayrı yaşadığı eşinin kendisini takip edip boşanmaması yönünde tehdit ettiğini söyleyen Fatma Bağcı’nın yeniden savcılığa dilekçe vererek koruma talep ettiği öğrenildi. Bunun üzerine yeniden gözaltına alınan Mustafa Bağcı’nın ifadesi alınırken, eşini tehdit etmediğini sadece konuştuğunu söylediği öğrenilirken polisin Bağcı’yı serbest bıraktığı öğrenildi.
ANTAGONİZMA
≫ muzaffer oruçoğlu
YENİ BURJUVAZİ VE DEVLET eni burjuvazi kavramı, en kapsamlı şekliyle Büyük Proleter Kültür Devrimi döneminde ortaya çıktı. Buna göre, devrim iktidarına yönelik asıl tehlike, devrilen eski sınıflardan ve küçük mülkiyet dünyasından değil, bizzat parti ve devlet içindeki yeni burjuvaziden geliyordu. Yeni burjuvazi, devrim bayrağını sallayarak kendini gizliyor, güç topluyor, iktidarı ele geçirmenin uygun anını kolluyordu. Kültür Devrimi, yeni burjuvaziye karşı bir devrim olarak ortaya çıktı. Partinin ve devletin zirvesinde parlayan bir kıvılcımla başladı, öğrencileri, orduyu, işçi sınıfının bir bölümünü ve giderek geniş halk yığınlarını harekete geçirdi. Devrim, halktan kopan “kızıl bürokrasinin” bir bölümünü görevlerinden alıp, üretime yöneltti. Milyonların sokaklara dökülüşü ve duvarları, yeni burjuvaziye karşı etkin bir şekilde kullanışı, yığınları özneleştirdi, mülk dünyasına ve bürokrasiye karşı zinde bir güç haline getirdi. Bu devrimin faziletiydi. Gelgelelim ki, hareketi, devletin bir kanadı, henüz burjuvalaşmamış, kızıl kanadı yönetiyordu. Bu kanadın içinde, kızıl ordunun büyük bir ağırlığı vardı. Kültür Devrimi’ni yöneten, partiye ve orduya hakim olan bu kanat, komünisti yeni burjuvaziye dönüştüren, semirten ana arpalığa, asıl kaynağa pek kafa yormadı, yoramadı. Teori şuydu: Devletimiz yücedir, proletarya diktatörlüğünün ana aracıdır. Bu aracın içinde, bu aracı ele geçirmek isteyen yeni burjuvaziye karşı uyanık olmalıyız, onları kültür devrimleriyle, kitlelerin gücüyle alt etmeliyiz, vs. vs... Tabi benzetmeyi kabalaştırırsak, teori öz olarak şu şekle girer: Bataklığın bağrından türeyen sivrisineklere karşı uyanık olmalıyız, onları, kitlesel seferberliklerle temizlemeliyiz.
Y
Büyük Proleter Kültür Devrimi, kitleleri, devrimin yozlaşmış bürokrasisine karşı tarih sahnesine çıkarmasına rağmen; sosyalizmin sınıflı bir toplum ve çetin ve uzun bir sınıf mücadeleleri dönemi olduğu gerçeğini bilince çıkarmasına rağmen, devlete dokunmadı; devleti daha bir merkezileştirdi, hiyerarşiyi ve özellikle de kızıl orduyu güçlendirdi. Hiyerarşinin zirvesinde, Mao vardı. Devrim, Mao’yu dokunulmazlık zırhına büründürerek, kendisini kendisine karşı yabancılaştırarak, kurtarıcı kültüyle bir nevi ilahlaştırarak, kendisini güvenlik altına alma, koruma yoluna girdi. Doktor neşterinden, yazar kalemine kadar tüm hayat, Mao Zedung Düşüncesi’ne teslim oldu. Komünler, siyasetin içine daha çok girmelerine, kollektif dayanışma ruhuyla daha bir canlanmalarına rağmen, toplumun biricik siyasi ve ekonomik devi olan devletin, -halkı halk adına savunan, halka halk adına hizmet eden, halk adına halkı yöneten yüce diktatörlüğün- alt üretim birimleri, organik parçaları olmaktan kurtulamamışlardı. İş kolaylaşmıştı. Hiyerarşinin güçlü olduğu yerde bürokrasi güçlüydü. İş, ilahın ölümüne kalmıştı. Devrilen ve direnişleri bin kat artan sınıflar, küçük mülk sahipleri, envai çeşit gelenekler, inançlar, kültürler, alışkanlıklar, güçlü mülk duyguları, tüm bu ve benzeri ögelerle şu veya bu derecede bağlanmış, şartlandırılmış, küçültülmüş, köleleştirilmiş milyonlar. Böylesi bir toplumda, devrim, en geniş demokrasiyi, doğrudan demokrasiyi nasıl kuracak, kendi kollektif güvenliğini nasıl sağlayacak? Klasik, pro-
fesyonel devlet aracıyla güvenliği sağlamak sorun değildir. Diklenenin tepesine, profesyonel, düzenli orduyla binersin iş biter. Devrim, devrimi yapan yığınlar tarafından, doğrudan yönetilmeyecekse, bu yığınlar tarafından savunulmayacaksa, devrimin, tüm bu deneyimlerden sonra böyle bir teorisi yoksa, o, eskiyi tekrar edecek demektir. Arzın çeşitli yerlerinde patlayan, geçen yüzyılın büyük devrimi, tarihi afallattı, insanlığın ufkunu açtı, umudunu güçlendirdi; ardında bir yığın büyük faziletler, dersler ve bir yığın da garabetler bırakarak, yıkılıp gitti. Bu devrimi yapan güçlerin büyük bir bölümü, yıkılıştan sonra, her şeyi, eskisine nazaran çok daha derinlikli bir şekilde verimliliğe indirgeyen, insanı ve insani değerleri araçsallaştıran hesapçı akla, yani küresel kapitalizme savruldu; çok cuzi bir bölümü de, onun günümüze ulaşan gayzı gazabı, yani gedikli savunucuları olarak kaldı. Bu gedikli savunucuların, uluslararası kapitalizmin desteklediği yeni burjuvazinin öncülüğüyle, “sosyalist devletleri” yıkan yığınlara güveni adamakıllı sarsıldı. Bu bakımdan bunlara, profesyonel devletin görevlerinin, halka devredilmesini anlatmak, doğrudan demokrasiyi anlatmak, halkın silahlanmasına dayanan bir devrim güvenliğinden söz etmek, deveye hendek atlatmak kadar zordur. Sömüren ve sömürülen, ezen ve ezilen, yöneten ve yönetilen zeminine dayanan mülk dünyasının insanı, hem devletin küçük bir örneği olan aile kurma, aile yönetme, hem de devlet kurma, devlet yönetme kültüyle yetişir. Devlet, insandaki egemenlik duygusunun zirvesidir. Tüm toplumun malına el koyan, alabildiğine merkezileşen, toplumun tek tekeli haline gelen, devletli sosyalizmde, devlet, insandaki egemenlik duygusunun çok daha etkili bir zirvesidir. İnsan, egemenlik duygusunu, en etkin bir şekilde, ancak, böylesi bir mekanizma içinde yer alabilirse, gerçekleştirebileceği eğilimi içine girer. Egosu güçlü insanlar için, devletin görevlerini halka devretmek, devleti küçük bir koordine örgütüne indirmek veya tamamen ortadan kaldırmak, asıl inisiyatifi yığın örgütlerine, komünlere, sovyetlere devretmek tehlikelidir. Bunlar, “Devrimi yapmak da, yönetip savunmak da kitlelerin işidir,” ilkesine karşı çıkmazlar. Çünkü, geçen yüzyıl devrimlerinin bu ilkeyi nasıl uyguladıklarını biliyorlar. Her komünist, yeni burjuvaziyi kendi dışında arıyor; bunu yaparken, her komünistin içinde bir yeni burjuvazinin olduğunu aklından bile geçirmiyor. Yeni burjuvaziyi, devrim devleti kavramıyla birlikte düşünüyoruz. İnsanlar, komünist partilerine, mülk ve egemenlik duygularıyla birlikte girerler. Bu duyguları partinin dışında bırakan bir tek insan dahi yoktur. Önemli olan, bu duyguları güçlendiren teoriye ve pratiğe, araçlara, yöntemlere, yaşam ve çalışma tarzlarına, örgütlenme ve mücadele biçimlerine karşı kesintisiz, tavizsiz, kararlı bir mücadele sürdürmektir. Yıkılmayacak hiçbir devrim yoktur. Önemli olan, devrimin ömrünü uzatmak, onu sürekli kılmaktır. Yıkıldığında, aranılan, hararetle yad edilen tarihin bir trajedisi olmuşsa, devrim amacına ulaşmış demektir.
22-23_Layout 2 6/20/11 10:29 AM Page 1
22 yaşam
Eti Gümüş hayatları tehdit ediyor
Her şey bütün çıplaklığı ile ortada iken Eti Gümüş A.Ş. ve devlet yetkilileri yaptıkları açıklamalarda inkara devam ediyor. Kütahya’da insanların yaşam tehlikesi gitgide artıyor. Birçok kişi içme suyuna karışan siyanür dolayısıyla zehirlendi Kütahya Tavşanlı İlçesi Dulkadir Köyü’nde gümüş üretilip işlenen Eti Gümüş AŞ.’ye ait tesisin atık su barajından birinin kapakları çökmüştü. Çevre köylerdeki su kanallarına karışan çeşitli kimyasallar ve şirketin ısrarla kar peşinde koşması köylülerin yaşamını çileye dönüştürüyor, hayatlarını tehdit ediyor. Çöken kapaklar sonucu suya karışan arsenik nedeni ile köyden göç devam ederken, bir de Eti Gümüş A.Ş.’ye ait firmanın “siyanürlü su” vanaları ‘belirsiz eller’ce açıldı. Gizlice açılan vananın sorumluluğunu şirket hiçbir şekilde kabul etmezken; köylüler zehirleniyor, hayvanları telef oluyor. Köylülerin ve hayvanlarının zehirlendiği, doğa ve insana yönelik yapılan bu saldırılara ilişkin devletin açıklamaları ise her zamanki umursamaz, yanlı ifadelerle geçiştiriliyor. Kütahya’da zehirli sulara ilişkin gerçek veriler yok, tahlillerin yapılıp yapılmadığı belli değil, halk bilgilendirilmiyor, zehirlenmeler inkar ediliyor… Soruna ilişkin açıklamalar noktasında büyük bir muğlâklık söz konusu iken köylülerin yaşamı tehlike altında.
Köylüler hastaneye kaldırıldı Siyanür barajındaki setlerin birinin 7 Mayıs 2011 tarihinde çökmesiyle Eti Gümüş A. Ş. yakınındaki Kütahya’nın Tavşanlı İlçesi’ne bağlı Aliköy Beldesi’nin Dulkadir Mahallesi’nde 2 aydır kesik olan sular açıldı. Musluktan akan suyla ellerini yüzlerini yıkayan 7 kişi zehirlendi. Zehirlenen köylüler Evliya hastaneye kaldırıldılar. Emine Sözer, Mehmet Sözer, Emeti Sözer, Muzaffer Sözer, Veli Sözer, Fatih Sözer ve Kemal Korkmaz adlı köylüler hastanede gerçekleştirilen tedavilerin ardından taburcu edildiler. 7 kişinin siyanür şüphesiyle tedavi gördükleri hastaneden taburcu edilmesinin ardından, siyanürlü suyun geldiği su borularını ve muslukları sökme işinde çalışan 35 yaşındaki Kemal Korkmaz gece fenalaşarak tekrar hastaneye kaldırıldı.
Büyük pişkinlik! Eti Gümüş A.Ş. Genel Müdürü Ergun Kılıç ise durumu “sabotaj var” diye değerlendirirken, kendilerinden para koparmak istendiği için bu tür ifadelerin kullanıldığını ileri sürdü. Kılıç yaptığı açıklamada, “Dulkadir Köyü’ne giden bir su hattı var. Dün öğleden sonra nasıl olmuşsa biri gitmiş, fabrikanın özelleştirilmesinden bu yana gerektiğinde Dulkadir Köyü’ne su verilen ve 2 aydır tamamen kapalı olan hattın vanasını açmış. O hatta bizim içme suyu hattımızın dışında, özelleştirmeden önce devletin yaptığı bir şebeke suyu var. O vanayı kim açmış bilmiyoruz.” ifadelerine yer verdi. Kılıç sözlerini “Orada dağdan gelen arsenik sorunu var ve bizimle hiçbir ilgisi yok. Köylüler, köyü terk etmek istediklerini söyledi. 100 dönümden fazla bir alan söz konusu. Köylülere, burayı alabileceğimizi söyledik. Ancak bize geldiler ve aile başı yüklü miktarlarda para istediler. Bu sabotaj, bazı kişilerin bizden para koparmak için yaptığı bir iş” olarak ifade ederken de rantın toprak ve su üzerine döndüğünü de istemeden de olsa itiraf etti. Köy muhtarı Selim İlhan ise, su şebekesinin vanasının yerini kimsenin bilmediğini ve yıllardır bu suyun kullanıldığını belirtti.
Bakanlık: Siyanüre ait bulgu yok Zehirlenmelere ilişkin Sağlık Bakanlığı da Eti A.Ş. müdürü kadar pişkin, olayları gizleyen bir açıklama yaptı. Bakanlık tarafından yapılan açıklamada, “Kütahya Devlet Hastanesi’ne sevk edilen 7 vatandaşımızın yapılan kan ve idrar tahlillerinde siyanür zehirlenmesine ait herhangi bir bulguya rastlanmamıştır. Vatandaşlarımız bir gün süreyle hastanede müşahede altında tutulmuş, tahlil sonuçlarının temiz çıkması üzerine taburcu edilmiştir” denildi.
Ağaçlar kuruyor Siyanür saldırısı ile baş başa bırakılan köylere
giderek oradaki durumu gözlemledik. Adlarını vermek istemeyen köylüler yaptıkları konuşmalarda kendilerine yönelik yapılan saldırılara dikkat çekiyorlar. Kütahya’ya 15 km uzaklıkta bulunan Kerkören Köyü’nden bir vatandaş, son 6 yıldan beridir köydeki ceviz, meşe, çam, söğüt gibi ağaçların uçlarından itibaren kurumaya başladığını söyledi. Özelleştirme ve taşeronlaşmayla birlikte iş gücünün sömürülme sürecinin arttığını ve bunun en çarpıcı örneklerinden birinin de 1987’de faaliyete geçen Eti Gümüş A.Ş. olduğunu aktardı.
Suçu suçluyu karıştıranlar Şirketin aşırı kar hırsı ve devletin sermaye sahibini destekleyerek çevre ve insan sağlığında yarattığı yıkımı göremeyenler de var. Eti şirketinin atık suyunun yıllardır köylerdeki içme sularına karışması, son olarak da geçtiğimiz aylarda kapaklardan birinin çökmesi ile açığa çıkan felaketi görmeyen bir köylü köyde yaşananları şöyle yorumluyor: “Bu insanlar resmen yedikleri kaba tükürüyorlar. Tamam, inekleri ya da başka hayvanları ölmüş olabilir ancak bunu basına duyurmanın kimseye bir yararı yok. Mesela benim yeğenimin de bir danası öldü ancak biz hemen gidip fabrika yetkililerine durumu anlattık ve onlar da dananın karşılığı olan 2.500 TL’yi verdiler yeğenime. Şikayet edenler ne oldu peki, hayvancılıkla geçinen köyümüze artık sütçü gelmez oldu ve süt satamaz oldu bu insanlar. Artık hayvanlar et için de alınmaz oldu yani kısacası geçim kaynakları elden gitti.”
Özelleştirme ile siyanür arttı Çevrede adeta katliam yapan şirketin özelleştirilmeden önceki dönemini hatırlatan kimi köylüler ise, Eti Gümüş A.Ş. devletteyken aylık yaklaşık 5-6 ton civarında siyanür kullanıldığını söyleyerek, özelleştirmeden sonra bu oranın günlük 25-30 ton oranına çıktığını belirttiler.
Köyler zamanla boşalıyor Milli park olarak değerlendirilen bu alan, yapılmak istenen bir diğer atık barajının altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış. Bunun yanı sıra, bu alanda bulunan endemik ağaçlardan Karaçam’ da yok olmak üzere. Şebeke hatları siyanürden kaynaklı şu anda tamamen değiştiriliyor. Ve yeni su kaynağı olarak Aliköy
Beldesi’ndeki bir kaynaktan sağlanacak. Sohbet ettiğimiz köylü, köylerinin eskiden 65 haneli olduğunu merkezi bir köy olduğunu fakat siyanür sebebiyle köyün boşaldığını şimdi ise yaklaşık 13 hane kaldığını söyledi. Köyün muhtarı Selim İlhan, köylerinin fabrikanın atık barajı için satın alınmak istendiğini ve hane başına yaklaşık bir trilyon paha biçildiğini ancak köylerini vermek istemediklerini söyledi. Bundan kaynaklı da şebeke sularına siyanürlü suyun karıştırılmasının sabotaj olduğunu söyledi.
Kaç kişinin ölmesi gerekiyor? Yaşanan son gelişmelere ilişkin çevreciler şu değerlendirmelerde bulundu: “Çevre Mühendisleri Odası’nın bölgeden alınan su numunelerinin analizi sonucu Köprüören Köyü’nün içme suyu kaynağında 0,071 ppm seviyesinde siyanür çıktı. Zehirlenmelerin yaşandığı Dulkadir Köyü, zaten arsenik nedeniyle oluşan hastalıklardan dolayı ölüm ve göç yaşanan bir köydür. Çevre ve Orman Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’nın harekete geçmesi için daha kaç kişinin ölmesi gerekiyor? Eti Gümüş A.Ş.’nin bir an önce kapatılması gerekmektedir ve halkın da acilen bir sağlık taramasından geçirilmesi çok önemlidir.”
TTB: Kütahya’da korkulan oldu TTB Halk Sağlığı Kolu, yayınladığı bildiride Kütahya Gümüşköy’de bulunan gümüş maden tesislerinde 07.05.2011 günü atık depolama baraj havuzlarının yıkılması, son olarak Dulkadir Köyü’nde ortaya çıkan, zehirlenme tablosu ve hayvan ölümlerinin endişe verici olduğunu; yetkililerin yetersiz açıklamalarını şaşkınlıkla izlediklerini söyledi. TTB Halk Sağlığı Kolu, hayvan ölümleri ve zehirlenme olguları ardından yetkililerin açıklamalarında “Madenin özelleştirilmesinden bu yana gerektiğinde köye su verilen ve iki aydır tamamen kapalı olan hat vanasının bilinmeyen kişilerce açıldığı” gibi ifadeler kullanmasının sabotaj şüphesini arttırdığını belirtti. Bu durumun güvenlik eksikliğine işaret etmesinin yanı sıra bir aylık süreçte birçok akademik odanın güvenlik ile ilgili önerilerine yönelik bir şey yapılmadığının kanıtı olarak değerlendirildiği bildiride, şu ifadelere yer verildi: “Kütahya Valiliği internet sayfasında konu ile ilgili çalışmaların sunulduğu bölümde
22-23_Layout 2 6/20/11 10:30 AM Page 2
f
20-30 HAZİRAN 2011 Halkın Günlüğü
güncel 23
TUTSAK PARTİZAN
≫ cafer çakmak
BEKLENTİLER EŞİTLİĞİ GETİRECEK Mİ? lus ve azınlıkları, farklı dinleri baskı altına almak, faşist Türk devletinin rezil yüzüdür. Ulusal eşitlik kavramı Türk demokrasisinde yoktur. Türk demokrasisi halen Kürt ulusunu boyunduruk altında tutmanın tüm kıvrımlarında dolanıyor. Zorla Türkleştirme politikası tarihsel köklerini koruyarak Türk olmayanları Türkleştirmeye devam ediyor. Başbakan “asimilasyon vardı” dediği için asimilasyon bitmiş değildir. Kürtler Türkleştirilmeye devam ediliyor. Kürt ulusunun örgütlenme özgürlüğü yok, Kürtçe eğitim yapma özgürlüğü yok, bırakın eğitimi, belediyeler parklara Ahmed e Xani’nin ismini bile veremiyor. Türklerin Kürtlere ve diğer tüm azınlıklara karşı kışkırtılması devam ediyor. Türk milliyetçiliği burjuva siyasetinin en geçerli yanını oluşturmaktadır. Devlet, geçmişten beri uyguladığı soykırım politikasını günümüzde sürdürüyor. Ulusal baskı geride kalmamıştır. Mesele, isyanlar ve uygulanan soykırımla, büyük mücadelelerin sonucunda gelip faşist Türk sisteminin gırtlağını sıkmaya başlamıştır. Kürt ulusu Türk ulusuyla eşit olacak mı? Bugün barış adına konuşulanlar, demokratik çözümler vb. söylemlerle burjuva anlamda ulusal eşitliğin sağlanıp Türk egemen ulus ayrıcalığına son verileceğine kimse inanmamalıdır. Hangi sorun en yozlaştırılmış şekliyle konuşulursa konuşulsun üstünü örtmeye çalıştıkları gerçek karşılarına çıkacaktır. Türk ve Kürt ulusunun eşitliği sağlanacak mı? (Burjuva anlamda) Ulusal baskı çağımızda emperyalizmden bağımsız değildir. Ulusal baskının toplumsal katmanlarını doğru ortaya koymalıyız. Emperyalist burjuvazinin işbirlikçisi Türk egemen sınıfları uyumlu ulusal baskıyı sürdürüyor. Kendilerine yardım eden Kürt işbirlikçi burjuva feodal sınıflar yaratmakla yetinmiyorlar ama aynı zamanda ezen Türk ulusunun küçük burjuva aydın ve sanatçıların bir bölümünü aynı zamanda yağmanın bir bölümünü ayrıcalık olarak bıraktıkları işçi sınıfının üst tabakaları ve bu eğilimdeki politik temsilcilerinden uyumlu bir koro oluşturuyorlar. İşçi sınıfının içinde mücadele pratiğinde ortaya çıkan sosyal şovenizmin ekonomik temeli de buradan gelir.
U
su analiz raporları kamuoyu ile paylaşılmaktadır. Dikkati çeken; su analiz raporlarının sonuncusunun 20 Mayıs 2011 tarihli olduğudur. Bu durum akla birçok soruyu getirmektedir. 20 Mayıs sonrası su analizi yapılmamış mıdır? Yapıldı ise sonuçlar neden paylaşılmamaktadır. Su dışında yer altı suyu, toprak, hava ve gıdalarda ölçüm/ölçümler yapılmış mıdır? İlk günden itibaren konuya ilişkin şeffaflığın sağlanmadığı algımız sürmekte, kamu kurumları tarafından yapılan analizlerin gizlendiği düşüncesi belirginleşmektedir. Bölgenin atık barajı göçüğü sonrası, karşı karşıya kaldığı tehlikelere karşı sistemli bir incelemenin yapılmadığı açıkça görülmektedir. Daha önceki açıklamalarımızda da belirttiğimiz gibi içme suyuna siyanür karışıp karışmadığının belirlenmesi için sık aralıklarla su analizleri yapılması gerekirken bu incelemelerin ne kadar yapıldığı hakkında bilgi toplumla paylaşılmamıştır. Göçük sonrası yapılan tüm analizler kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Bölgede oda ve sendikalar tarafından alınan numune sonuçları, olası tehlikelere dair ciddi bulgular ortaya koymuştur, koymaya da devam etmektedir. Ancak bu bulguların dikkate alındığına yönelik bir toplum algısı sağlanamamıştır.” Yapılan tüm önerilere rağmen sorunun önemsenmediği ve risklerin öngörülemediğine dikkat çekilen bildiride, yetkililerin bir an önce konuyu açıklığa kavuşturmaları, yapılan çalışma ve analiz sonuçlarını açıklamaları talep edildi.
Komünistler bu anlamıyla ulusal baskıya karşı tutarlı mücadele yürüttüğünde, emperyalizme karşı mücadele yürüttüklerinin bilincindedirler. Egemen ulus baskısına karşı tutarlı mücadele sosyal şovenizme, oportünizme karşı mücadeleden asla koparılamaz. Bugün sosyalist geçinen, esasta sosyal şoven blokta yer alanların neden Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkından bahsetmediklerini anlamak kolaylaşır. Çünkü yukarıda bahsettiğimiz ulusal baskının toplumsal güçler korosunun birer parçasıdırlar. Özgürlük kan pahasına kazanılıyor, bedelsiz bir özgürlük yoktur! “Barış hemen şimdi”, “savaşa son” sloganının kulağa hoş gelmesinin yanında bir önemi yoktur. Genel olarak barış düşüncesini propaganda etmek ne savaşı durdurabilir, ne de savaşa neden olan sorunları ortadan kaldırabilir. Savaşan güçler arasında da pratik çözümler üretemez. Gerçek barış ancak uğruna savaşa girilen eşitsiz, vahşi sömürücü düzenin ortadan kaldırılmasıyla olanaklı olabilir. Kürdistan’da devam eden ulusal kurtuluş mücadelesinin haklı ve meşru taleplerini savunmak, pratik olarak öne sürmek, ulusal mücadelenin haklı taleplerinin gerçekleşmesine yardımcı olabilir. Türk, Kürt ulusal savaşına son verilmesini isteyen her demokratik insan Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkını savunmalıdır. Ulusal eşitlik temelinde demokratik tavrını koymalı; Türk ulusunun, Kürt ulusunun üzerindeki imtiyazlı varlığının son bulması gerektiğini en net, açık ve kararlı şekilde savunmalıdır. Türk egemen sınıflarının Kürdistan üzerindeki ulusal imtiyazlı durumu son bulmadan savaş nasıl sonlanacak? Savaş eşitsiz koşullarda sonuçlanacaksa eşitlik ve demokrasi isteyenlerin tutarlılığı nerededir? “Barış” sloganını dillendirenler; Türk devletinin Kürdistan’daki varlığına son! Kürt ulusunun devlet kurma hakkı engellenemez! Türk devleti Kürdistan’dan defol! Diyebilselerdi ileri sürdükleri “barış”ın bir anlamı olur burjuva çerçevesi netleşmiş hale gelirdi. Savaş dursun gerilla silah bıraksın ama Türk ulusunun imtiyazlı durumu devam etsin! Kürtler halen doğuştan olan hakları için Türk egemen sınıflarından izin alsın. Türk devleti bir lütufta bulunsun da söz versin “ileride anadilinizde eğitim yapabileceksiniz” desin. Ne
büyük onursuzluk! Peki Türkler anadillerinde eğitim için Kürtlerden mi izin almış?! Kürtler neden izin alacakmış? Dünyada tüm uluslar (birkaçını dışında tutarsak) gibi Türkler kendi devletine sahipken, Kürt ulusu neden kendi devletine sahip olmayacakmış. Çatışma ve savaş ortamından çıkmak isteyenler gerçekten barış görüşmeleri yürütmek isteyenler neden Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkının tanınması temelinde çağrıda bulunmuyor ve tutarlı davranmıyorlar. Gerillanın silahsızlandırılması için can atanlar egemen Türk ulusal ayrıcalığını hiç hatırlamak istemezken, reform görünümlü bir takım vaatleri barış gelişmeleri olarak sunabilmektedirler. Çünkü sosyalist geçinen oportünist blok esas olarak sosyal-şoven kavrayışlarıyla egemen Türk ulusçuluğunu içine sindirmiş ve bir parçası olmuşlardır. “Kürtler ayrılıktan vazgeçtikçe dostluğumuz bakidir” diyorlar. Sosyalist geçinen Kürt dostları – ki esasta sosyal-şovendirler- savaşın durmasını mı istiyorsunuz? Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkının tanınması sloganıyla ortak platformda neden kampanya yürütmüyor, mücadele etmiyorsunuz? Kürtlerin kendi haklarından vazgeçilmeye zorlanmasını neden alkışlıyorsunuz? Savaşın durmasını isteyenler Türk devletine karşı kararlı mücadele ederek tutarlılığını gösterebilir. Savaşın niteliği ulusaldır, temelinde ulusal eşitsizlik, talan, sömürü vardır. Emperyalizmle ilişkisi itibariyle de dünyasal bir sorundur. O halde savaşın durması için ulusal eşitsizliğin ve Kürt ulusu üzerindeki baskının son bulması gerekir. Savaş sürüyor, anayasal vaatlerin bir hükmü yoktur. Seçimler ve bağımsız adayların sayısal oranı değil, ama Kürdistan’da kitlelerin devrimci öfkesinin kabarması Türk egemen sınıflarını korkutmaktadır. Sözü edilen temelde mücadele yürütüldüğü oranda, emperyalist işbirlikçi Türk egemen sınıflarının kendi karları uğruna kirli ve kanlı düzeniyle halk evlatlarını ölüme yolladıkları kitlelere anlatılabilinir. Kürt ulusunun bağımsızlık hakkı ötelenemez. Maoistler her şart altında bu hakkı savundu, savunacaklar. Reformlar uğruna devrimden vazgeçilemez. Uzlaşmalar kaçınılmaz görünse de devrimci savaş sonlandırılamaz.
24_Layout 2 6/20/11 11:30 AM Page 1
Rojaneya Gel 15-16 Pûşperê mîrata me ya dîrokî ye Avakirina civaka bêçînî encamê çalakiya bigerew, bi guherandina carekî nabe. Her dema dîrokî encamên mercên jiyanê ên daringî nin. Ji ber vê yekê şoreş bi raste vê ji mercên jiyanê ên daringî ji xwe re dixe armanc
g
Mîratê daringî ê şoreşê Bûyîna ser û bin ên mezin çalakiyên mezin ve tên çêkirin. Çalakiyên ku hember cîhana milkên taybet peşve tê encamên çalakiyên çînên mewcût in. Ev şerê ku navbera nûnerên kevn ango çînên serdest û nûnerên nû ango çînên bindest de divê di binê pêşengiyê de bidome. Civaka bêçînî ya ku berjewendiya çînên bindest e tenê di binê pêşengiya rêxistiniya ku vê cikavê dixwaze, ya ku wê bi program we ve diparêze û ya ku pratîk de wê tîne cîh de dikare sazbibe. Avakirina civaka bêçînî encamê çalakiya bigerew, bi guherandina carekî nabe. Her dema dîrokî encamên mercên jiyanê ên daringî nin. Ji ber vê yekê şoreş bi raste vê ji mercên jiyanê ên daringî ji xwe re dixe armanc. Pêwistiya dema ku têde ye femdike û di her qadê de hişmendiyeke alternatîf sazdike û didamezirîne. Tecrûba çîna proleterya û mîratê ku di nava têkoşînê de komkirine ji van saziyan re bûye çavkaniya referansê, bingehîna we ya berzbûyînê ye. Partiyên komunîst ango parêzgerê cîhana bêçînî di dîrokê de hinek caran bi hember derketina cîhana milkên taybet ve bi van tecrubê xwe yên pratîk ve dikevine nava karê sazkirina nû. Dîroka cîhanê di nava van tecrubeyan ve dagirtiye. Wek damezrandina rojên dîrokî 1ê Gulanê, 8ê Adarê, tecruba Komuna Parisê, pratîga SSCBê, şoreşa Çînê… Îşte ev tecrubana deryaya berfireh dîroka şoreşê a cîhanê ye.
17 gulên sor hatin bibîranîn
Yekitiya Malbatên Demokrasiya Nû(YDAB) 17 gulên sorê ku Pûşpera sala 2005’an de li Mercanê bi destê dewletê hatin qetilkirinli Stenbolê-Goristana Cebeciyê Çagdaş Can, Ersîn Kantarû Dursun Turgut li ser gora wan bi bernamê hatin bibîranîn. Bername di şexsê
17 gulande ji bo hemû şehîdên şoreşê bi rawestina rêzgirtinê ve destpêkir. Bernameya ku helbestên şer tê de hatin xwendin li ser navê Yekitiya Malbatên Demokrasiya Nû de daxûyanî da hat gotin ku biştî
15-16ê Pûşperê serhildana karkeran a mezin ya ku li welatê e pêk hat di nava van tecrubên dîrokî de tenê yeke. Her çikas ev serhildana ji pêşengiya birêxistinî mehrûnbe û kêmasiyên wî yên siyasal hebin jî ji hêla çîna karkeran ve giringiya wêya dîrokî heye. Ev serhildana serî de ji ber daxwazên siyasî derketiye holê û hukûmetê paşve pê daye avêtin û bûye despêka dema tasfiyebûnê. Kaypakkaya rêberiya zanistiya MLM de hereket kiriye giringiya vê serhildanê rast analîz kiriye,di xala rêya şoreşê de dersên giring derxistiye. Rêheval Kaypakkaya di van tezan de rola Şoreşa Çanda Proleterya ya Mezin kirpandiye û gotiye pisgirêka serhildana 15-16 Pûşperê a bingehîn pêşengiya partiya komunîst e. Rewşa sendîkayan bi pasîfîstbûnê nirxandiye û daxuyakiriye ku ji ber vê yekê di nava bajaran de şoreşê têk here. Me destpêkê de jî dîyarkiribû, Bûyîna ser û bin ên mezin çalakiyên mezin ve tên çêkirin û ev çalakiyan wê têkoşîna çînî re pêşengî bike, dawiyê de jî bi pêşengiya partiya komunîst ya ku civakeke bêçînî ji xwe re xistiye armanc bi pêşengiya wê ve wê serbikeve. 15-16 Pûşperê Serhildana Karkeran Mezin di hêla dîrokî ve cîhekî giring daye, lê belê bi hêla siyasî, pêşengî û bi rêxistiniyê ve qels disekine. Bêfişal ku bingehîna wê rast bê diyarkirin ev yeka zêdetir mîratê serhildanê berzbike.
qetilkirina 17’an şoreşger û komunîstên ku têkoşînê de îsrar kirine li heber van êrişan zedetir berdewam dikin. hat îfadekirin: “Îro yên ku giringiya 17’an, baweriya wan a şoreşê femnake û naxwaze fem bike, bi awayekî hovîtî bi destê dijmin qetla wana jî fem
nake. Çimkî 17’an wek xençereke sor singa tasfiyê ketiye. Li hember bêbaweriya îdeolojîk, têk çûyînê û tasfiyê ala Marksîzmê-Lenînîzmê-Maoîzmê pêl rakirin. Ev netiye, ev baweriye, ev îsrara berzkirina Şerê Gel e.