hg_sayi_16

Page 1

kapak-yeni_Layout 2 8/11/11 3:58 PM Page 1

Tutsaklardan

YAŞAM TOPLUMSAL BİR DIŞLANMIŞLIK ÇİNGENELER SF 14-15

açıklama

SÜRGÜN HAYATLAR

Hapishanelerdeki ağır tecrit koşullarına dikkat çeken Maoist tutsaklar, “Tüm kamuoyunu tecrit işkencesine karşı; vicdani, ahlaki ve siyasi görevlerini yerine getirmeye çağırıyoruz” dediler. Sayfa 03

Çingeneler; toplumun dışına itilen, ötekileştirilen bir toplum

Görmemezlikten gelinen, linç girişimlerine maruz kalan, katledilen, asker-polis kurşunlarına hedef olan ve hakarete uğrayarak dışlanan Çingeneler tam bir sürgün hayatı yaşıyor

Halkın Günlüğü

10-20 AĞUSTOS 2011 Yıl: 1 Sayı:16 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net

Devlet cephesinde değişiklik yok

e-posta: halkingunlugu@hotmail.com

SAVAŞ HÜKÜMETİNDEN TEHDİT

fGÜNCEL 06-07

Herkes

safını

belirlesin

“Çözüm” tartışmalarının havada uçuştuğu bugünlerde artan ve yerine getirilen tek şey inadına faşizm. Türk devletinin emperyalist politikalar ekseninde yeniden yapılandırılması, hakim sınıflar arasında bir uzlaşma sağlarken, devrimci-ilerici güçleri hedef alan saldırıların da sinyalini veriyor.

İnsanlık için vazgeçilmez görev: Sosyalizm

Hakim sınıflar bir kez daha savaş ilanında bulundu. TBMM Başkanı Cemil Çiçek, devrimci ilerici güçlere karşı faşist devletin saldırı mesajını verdi

Röportaj Sf. 18

Özel katliam birlikleri oluşturuluyor

“Sivilleşme” adı altında sürdürülen süreç, hakim sınıfların devletin faşist niteliği üzerinde uzlaşma sağladığı asgari kriter oldu. “Yeni dönem” denilen önümüzdeki sürecin temel yönelimini TBMM Başkanı Cemil Çiçek “Herkes safını belirlesin” çağrısıyla ilan etti. Hükümete geldiği günden bu yana “demokratikleşme” adı altında faşist devletin ezilenler üstündeki sopası olan AKP, bu dönemde de savaş hükümeti olarak saldırıları sürdüreceğinin mesajını verdi.

fGÜNCEL 04-05 Hakim sınıflar yeni savaş sürecine daha kapsamlı bir hazırlık içerisinde giriyor. 90’lı yıllarda, katliam ve faili ‘meçhul’lerle anılan Özel Harekat Polisleri bu savaş konseptinde “yeni”den inşa ediliyor. Burjuva-feodal medya da üzerine düşen, süreci “aklama” ve “temizleme” görevini yerine getiriyor.

Ezilenlerin isyanı Avrupa’yı sarsıyor

Avrupa’da etkisini gösteren ekonomik kriz birçok ülkeyi etkisi altına almış durumda. Ekonomik politikalara karşı sokaklara çıkan emekçi kitleler, işsizlik ve gasbedilmiş haklarını geri istiyor. Yunanistan, İtalya, İspanya...

En son İngiltere’de siyahi bir gencin İngiliz polisi tarafından vurulmasıyla başlayan olaylar gazetemiz baskıya girdiğinde hala devam etmekteydi. Londra’nın yoksul emekçi semtlerinde başlayan protestolar, Londra başta olmak üzere birçok kente ya-

yıldı. Çıkan olaylarda binin üzerinde eylemci gözaltına alındı. İşsizliğin yüzde yirmileri geçtiği yoksul emekçi semtlerinde polisin uyguladığı baskıya tepki gösteren eylemciler olayların sorumlusu olarak Başbakan Cameron’u gösteriyor. Sayfa 16-17


2-3_Layout 2 8/11/11 2:44 PM Page 1

02 güncel

Dersim’de ZÜLFÜ AKYILDIZ MÜCADELEMİZDE YAŞAYACAK Zülfü hoca yüreğimize derin bir acı bırakarak aramızdan fiziken ayrıldı. Yoldaşımızın ideallerini bıraktığı yerden devam ettirmek üzere, bu acıyla yaşamak zorundayız. Ölüm yok olma değildir, insanlar yaptıklarıyla ve bıraktıkları eserlerle hep anılırlar. Zülfü hoca daha genç yaşta sosyalist fikirlerle tanışmış ve yaşamı boyunca hep zulmedenlere karşı ezilenlerin yanında yer almış biriydi. 12 Eylül karanlığından sonra 1989 yılında başlayan kamu emekçileri mücadelesindeki yerini ilk günden almıştır. Zülfü hoca mücadeleci kişiliğiyle, özverisiyle, mütevaziliğiyle, bilgisiyle kısa sürede öne çıkmış bu alanın önemli kadrolarındandı. Zülfü hoca yine bu süreçte ortaya çıkan Devrimci Demokratik Sendikal Birlik (DDSB)’in örgütlenmesinde emeği geçen kadrolardan birisiydi.

kampanya çalışmaları Yeni Demokrasi Aileleri Birliği (YDAB) Dersim merkezde düzenlediği etkinlikle yürütülen kampanyaya dair bilgiler verdi Bir ayı aşkın bir süredir Dersim ilçelerinde çalışmalarını yoğunlaştırarak sürdüren Yeni Demokrasi Aileleri Birliği (YDAB), Dersim merkezde yaptığı bir etkinlikle, “Köklerimize sarılıp içeride ve dışarıda umudu büyüteceğiz” adını taşıyan kampanyanın Dersim çalışmalarını sonlandırdı. Seyit Rıza Parkı’nda yapılan etkinliğin açılış konuşmasında tecritin hapishanelerle sınırlı olmadığı ifade edilerek, “Köklerimize sarılıp içerde ve dışarıda umudu büyüteceğiz şiarıyla başlatmış olduğumuz

Daha sonraki süreçte oluşan Yeni Demokratik Sendikal Birlik (YDSB)’in oluşmasına katılmış bir yoldaşımızdı.

Mardin Midyat M Tipi Hapishanesi’nde gardiyanların saldırısı sonucu PKK dava tutsağı Şeyhmus Yalçın katledildi.

O, yeryüzünde yoksulluğu, savaşı, ırkçılığı, şiddeti, tacizi, tecavüzü silip atmak için dünyayı değiştirmek gerektiğine inanıyordu.

YENİ DEMOKRATİK SENDİKAL BİRLİK

Yaklaşık 40 yıllık mücadele tarihi içerisinde bine yakın şehidi olan bir gelenekten geliyoruz. 40 yıllık süreç içerisinde Yeni Demokrasi Aileleri olarak bir arada bulunmamamız bizler açısından büyük eksiklik. Sınıf mücadelesi köklü mirasının doğru ve yanlışlarıyla büyük bir önem taşımaktadır. Geleceğe emin adımlarla yürümenin tek anahtarı ölümsüzleşen yoldaşlarımızın ve siper yoldaşlarımızın bizlere bırakmış olduğu tarihi mirası arşiv sayfalarından çıkarıp, günün 24 saatine örgütlü yaşamın içerisinde yaşamsallaştırmak olmazsa olmazımızdır. Bu vesile ile yeni demokrasi mücadelesi içerisinde

şehit olmuş ve tutsak düşmüş yoldaşlarımızın kavga sıcaklığıyla hoş geldiniz” denildi.

YDAB kampanyanın hedeflerini anlattı Etkinlik sırasında YDAB bir açıklama yaparak kampanyaya dair bilgiler verdi. Yeni demokrasi mücadelesinde şehit ve tutsak düşenlerin selamlandığı konuşmada ezilenlerle ezenler arasındaki mücadelenin tarihsel köklerine vurgu yapılarak, “Ezenlere karşı ezilenlerin başkaldırıp isyan etmesinden günümüze dek bu mücadele tüm baskılara karşı sürdü ve sürüyor. Ezilenlerin mücadelesini verdiği bu davada çok bedeller verildi. Dünya gericiliğine karşı verilen mücadelenin bir parçasında

Şeyhmus Yalçın

Zülfü hoca, ‘’Sendikalar iktidar mücadelesinin önemli araçlarıdır, saldırı ve sorunların kaynağı sömürü düzeni ise, sorunların kalıcı çözümü bu sistemin değiştirilerek üretenlerin yöneteceği bir yapılanmanın yaratılması gerekir.’’ diyordu.

O, bütün milletlerin ve dillerin tam hak eşitliğini savunuyor, kadınların özgürleşmesini istiyordu. Dünyanın kar hırsı için tahrip edilmediği bir doğayla uyumlu yaşamı yaratma ideali peşindeydi. Bunun ancak işçi ve emekçilerin sınıfsal mücadelesiyle kazanılabileceğine inanıyordu. Zülfü yoldaşın idealleri, yaptıkları ve bıraktığı değerler düşüncelerimizden ve yüreğimizden asla silinmeyecektir. Yeni Demokratik Sendikal Birlik olarak Zülfü hocanın güzel ve onurlu anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.

kampanya çerçevesinde siz oğullarını ve kızlarını devrim ve komünizm mücadelesinde şehit ve tutsak vermiş ailelerimizle birlikte burada bulunmaktayız.

18 yıldır tutuklu bulunan ve PKK davasından müebbet hapis alan Yalçın’ın cenazesi otopsi yapılması için Mardin Devlet Hastanesi’ne götürüldü. Burada yapılan otopsi sonucunda Yalçın’ın beyin kanaması geçirdiği açıklandı. Yalçın’ın cenazesi hastaneden alındıktan sonra Nusaybin’in Koçer (Kurike) Köyü’nde defnedilecek.

Grizu Cilt 4 Muzaffer Oruçoğlu Babek Yayın Fiyatı: 25,00 TL

‘Hiçbir arkadaşımızın can güvenliği yoktur’ Yalçın’ın katledildi saldırıyı katliam girişi olarak tanımlayan PKK ve PJAK’lı tutsaklar, “Tüm vekilleri, insan hakları örgütlerini ve ailelerimizi Midyat Cezaevi’ne gelip durumu yakından görmeye çağırıyoruz. Hiçbir arkadaşımızın can güvenliği yoktur” açıklamasında bulundu. Tutsaklar adına Deniz Kaya tarafından yapılan açıklamada, “Midyat Cezaevi’nde arkadaşlarımıza yönelik katliam girişimi ya-

Muzaffer Oruçoğlu’nun GRİZU (İkinci Mükellefiyet) romanının 4. cildi ÇIKTI


Halkın Günlüğü 10-20 AĞUSTOS 2011

ülkemiz topraklarında yaşanıyor. Egemenler haklı mücadelemizi bitirmek için birçok yöntemi devreye soktular ve bu yolda mücadele eden devrimcileri katlettiler. Bizler YDAB olarak 2005 yılından bu yana ölümsüzleşen ve tutsak düşen yoldaşlarımızın değerlerini ve mücadelesini bu isim altında yürütüyoruz. Bizler YDAB olarak bugüne kadar yaklaşık 1000 yoldaşımızı ölümsüzlük kervanına uğurladık. Her yoldaşımızın aynı amacı vardı sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya kurmaktı. Bugün bizim yapmamız gereken oğullarımızın, kızlarımızın kısacası yoldaşlarımızın mücadelelerini daha da ileri taşımak olmalıdır bunun için de örgütlenmek görevimizdir” ifadelerine yer verildi. Şiirlerin okunduğu etkinlikte Grup Munzur da bir dinleti verdi. Kitlesel katılımın gözlendiği etkinlik yapılan tiyatro gösterimiyle sona erdi.

katledildi pılmış ve Şeyhmus Yalçın arkadaşımız, idare-gardiyanlar tarafından katledilmiştir. Tüm vekilleri, insan hakları örgütlerini ve ailelerimizi Midyat Cezaevi’ne gelip durumu yakından görmeye çağırıyoruz. Hiçbir arkadaşımızın can güvenliği yoktur. Sürgün edilen hiçbir arkadaşımızın can güvenliği yoktur ve her gün işkence haberleri gelmektedir. Mektuplarımız, eşyalarımız verilmemekte, avukatlarımız ve ailelerimizle görüşmemiz engellenmektedir. Binlerce arkadaşımız disiplin cezaları adı altında, tek kişilik hücrelerde tutulmakta ve kendilerine ‘A Takımı’ ismi takan gardiyanlar tarafından işkenceye maruz kalmaktadır” denildi.

Tecritin toplumsallaştırılmasına izin vermeyelim

2-3_Layout 2 8/11/11 2:44 PM Page 2

MKP dava tutsakları hapishanelerde artan tecrit saldırılarına dikkat çekerek, “Tecrit işkencesine, sürgünlere ve hasta tutsakların yavaş yavaş öldürülmesine seyirci kalmamaya; herkesi vicdani, ahlaki ve siyasi görevlerini yerine getirmeye çağırıyoruz.” açıklamasında bulundu

H

apishanelerde tecrit politikası gün geçtikçe ağırlaşıyor. Ağırlaşan tecrit koşullarında siyasi tutsaklar kaba dayaktan geçiriliyor, tedavileri engelleniyor, ailelerinin ulaşamayacağı hapishanelere sürgün ediliyor, disiplin cezaları adı altında tek kişilik hücrelere konuluyor, mektupları, iletişim araçları, el ürünleri ellerinden alınarak kimsesizleştiriliyor. Hapishanelerde ağırlaşan tecrit koşullarına dikkat çeken MKP davasından tutuklu bulunan siyasi tutsaklar, devletin hapishaneler üzerinden toplumu tecrit altına almak istediğini ve tecriti toplumsallaştırmaya çalıştığını ifade ettiler. MKP dava tutsakları tarafından yapılan açıklama şu şekilde: Gün yoktur ki demokrasi, eşitlik ve özgürlük nutukları atılmasın. Türk egemen sınıflarının siyasi temsilcileri, emperyalist burjuvaziyle son derece uyumlu görevlerini yerine getirmektedirler. Faşist Türk devleti Afrika ve Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılmasında ABD’nin emri altında çalışan piyon durumundadır. Elbette estirilen demokrasi rüzgarlarına uygun olarak Türk devleti de yeniden yapılandırılmaktadır. Kanlı katillerin yerine yeni eğitilmiş katilleri görevlendirirken bile halkımıza sunulmakta olan “ileri demokrasi” söylemi pratikte, ezilen sınıflara, devrimci ve komünistlere, Kürt ulusuna, azınlıklara; kan gözyaşı, hapishane ve mermi olarak geri dönmektedir. Devletin içindeki kliksel çatışmaları “demokrasinin gelişimi” olarak sunmaktadırlar.

Hapishaneler bir rejimin demokratik ölçülerinin aynalarıdır Demokrasinin faşist niteliğini görmek istemeyenlere güvenlik güçlerinin kurşunlarıyla öldürülen Kürt çocuklarının sayılarına baksınlar! Meşru demokratik haklarını kullanmak isteyenlerin tutuklandığı sosyalist gazetelerin kapatıldığı, basın açıklamalarının, sosyalist gazetelerin, kitapların örgüt üyeliğine gerekçe yapılarak devrimcilere ceza yağdırıldığı mahkeme dosyalarına bakmalarını öneriyoruz. Katledilen çocukların resimlerini taşıdıkları için, ya da gerilla çocuklarını görmeye gittikleri için tutuklanan halen yargılanan ana, baba ve kardeşlerin sayısına bakmaları rejimin niteliğini görmeye yeterlidir. Faşist devlet sadece dışarıda vahşi sömürü düzenini sürdürme uğruna

hakımıza saldırmaya devam etmekle kalmıyor. Devrimci mücadeleyi tamamen ezmek, ulusal baskıyı daha da katmerleştirme siyasetinden vazgeçmeyecek bu rejim, toplumun önder güçlerini ve en ufak hakkı aramaya başlayan halkımızı tutuklamakta ve hapishanelerde ezmeye, öldürmeye devam etmektedir.

lerini gözetmelerini bırakalım, bizzat tutsakları ailelerinden koparmak ailelerimizi maddi ve manevi olarak çökertmek, eziyet etmek üzerine kuruludur. Sürgünler süreklileşmiş, sistemli bir saldırı aracı olarak kullanılmaktadır. Zaten tutsak ailelerine de aylarca “ziyaret yapamaz” cezası verilmektedir.

F tipi saldırısı ezilen sınıfların devrimci dinamiklerini halktan yalıtmak, parçalamak ve teslim almak üzerine kurulu olduğu için halk kitlelerine karşı bir tehdit ve sindirme aracıdır. Hapishaneler bir rejimin demokratik ölçülerinin aynalarıdır.

Son olarak kamuoyuna yansıdığı gibi; Kuzey Kürdistan hapishanelerinde ‘yaklaşık 200 tutsağın, Erzurum, Giresun, Bafra, Trabzon, Bayburt ve Rize’ye sürgün edilme kararı alındı. Sürgün edilen tutsakların içinde durumu ağır olanlar da dahil 100’ü aşkın hasta tutsak bulunmaktadır. Türk devletinin Kürtlere hapishanelerde “demokratik açılım”ı da sürgün oluyor demek ki.

İnsani özellik ve amaç taşımayan tamamen insan onuru ve kişiliğini parçalama üzerine kurulu F tipi tecrit saldırısı, mevcut tüm saldırılarıyla bütünleştiğinde, zamana yayılarak devrimci ve komünistlerin öldürüldüğü yerler olduğu çok daha iyi anlaşılmıştır. Ne yazık ki tüm çabalara rağmen, toplumun ilerici aydın demokratları, çevreler ve kurumlar tecrit saldırısına yeterli derecede duyarlı yaklaşmamaktadırlar.

Tecrit saldırısı stratejik bir konseptin ürünüdür Tecrit sadece tutsakların fiziken birbirinden ve halktan koparılması için F tipi hücrelerine kapatılması değil, kapsamlı baskı, zor ve sindirmeye dayalı sınırsız yetkilerin tanınmış olduğu çeşitlendirilmiş ve süreklileştirilmiş devrimcileri teslim alma saldırısıdır. Hasta tutsaklar hepimizin gözleri önünde öldürülüyorsa tecrit amacına ulaşmış, toplumsallaştırılmıştır. Kendi ihtiyaçlarını dahi karşılamayacak kadar hasta olan tutsaklar hücrelerde tutularak yavaş yavaş öldürülüyor. F tipinde güvenlik adına dayatılan onur kırıcı aramalar devam etmektedir. Onur kırıcı aramalara karşı direnen devrimci tutsaklara verilen disiplin cezaları birkaç yılı bulmuştur. Ağırlaştırılmış müebbet hapislik tutsaklara bir saat kullandırılan havalandırma saatlerinin arttırılması için devrimci tutsakların gösterdikleri direnişe verilen yanıt ceza, sürgünler ve yılları bulan iletişim, ziyaret ve hücre vs. cezaları olmuştur. Havasız, rutubetli oldukça dar olan tekli hücrelere tutsakları günün 23 saatini geçirmesi için kapatmak, öldürme üzerine kurulu faşist saldırı biçimidir. Devrimci tutsaklar sürekli sürgün edilmektedir. Ailelerin nerede yaşadığı, ziyarete gelip-gelemeyecek-

Temmuzun son haftasında Sincan F Tipi Hapishanesi’nden 30’a yakın tutsak çeşitli hapishanelere sürgün edildi. Bilindiği gibi F tiplerinde ölümler yaşanmaktadır. “İntihar” olarak yansıtılanların her açıdan öldürme olduğu açıktır. İnsanı yalıtmak, tüm iletişimini ve insani haklarını elinden almak her türlü psikolojik baskı, şiddet ve saldırıyla insanları ölüme sürükledikleri gerçeğini kim ortadan kaldırabilir. Son on yılda 1.659, sekiz ay içinde 159 hasta tutsak yaşamını yitirdi. Şu aşamada 200’ü aşan ağır, 50’yi aşan ölümcül tespitler konulmuş hasta tutsaklar bulunmaktadır.

Herkesi görevlerini yerine getirmeye çağırıyoruz F tipi tecridi ve saldırıları detaylı anlatmaktan ziyade, devrimci ve komünist tutsaklara karşı artarak ağırlaşan saldırılardan dolayı devrimci hareketi sorumluluklarının bir gerçeği olarak saldırılara karşı ortak mücadele platformlarını güçlendirmeye ihtiyaç olduğunu hatırlatmak istiyoruz. Disiplin cezaları davalarının görüşülmeye devam ettiği İnfaz Hakimliği Mahkemeleri’ndeki duruşmalara; hukuk bürolarını, baroları, demokrat aydın avukatları davaları takip etmeye, hukuk maskesiyle yapılan bu saldırıları teşhir etmeye davet ediyoruz. Başta halkımızı, tüm demokratik ve devrimci kurumları, aydın ve demokratları, sorumlu kamuoyunu tecrit işkencesine, sürgünlere ve hasta tutsakların yavaş yavaş öldürülmesine seyirci kalmamaya; herkesi vicdani, ahlaki ve siyasi görevlerini yerine getirmeye çağırıyoruz.”

Halkın Günlüğü

KARDELEN BASIM-YAYIM REKLAM GÖSTERİ ORGANİZASYON LİMİTED ŞİRKETİ Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Hıdır Gürz Yayın Türü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Bölgesel SüreliYönetim Yeri: Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sokak NO: 11 Kat: 4 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kardelen Yayımcılık Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 ABlok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

BÜROLAR

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ: Yurtiçi 54 TL Yurtdışı 108 EURO HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906 İZMİR: Şehit Fethi Bey Cadde No: 13 Eski Eshot İşhanı Kat:4 Konak/İzmir Tel-Fax: (0232) 482 01 63 ● MERSİN: Çankaya Mahallesi 4702. Sok. No:8 KAt:3 Akdeniz/Mersin ● ● ATİNA: Spiro trikoupi 21 10683 eksarxia GREECE/Yunanistan e-mail: devrimcidemokrasi_yunanistan@yahoo.com.tr ● YD TEMSİLCİLİĞİ: Kaiser-Wilhelm Str. 275 47169 Duisburg/DEUTSCHLAND e-mail: d.demokrasi@googlemail.com


4-5_Layout 2 8/11/11 11:58 AM Page 1

04 güncel

Halkın Günlüğü 10-20 AĞUSTOS 2011

YENi KATLiAM

Türk devletinin gerilla savaşı karşısında yeni dönem hamlesi olarak öne sürdüğü jandarma özel birlikleri ile özel harekat polislerinin birleştirilmesi projesinin ardından bu katliam birliklerinin toplum nezdinde şişirilme görevi burjuva feodal medyaya düştü

AKP’nin “demokratik çözüm” konsepti içerisinde bölgede gerilla güçlerine karşı yürüteceği kirli savaşın tetikçileri Jandarma Özel Tim ve Polis Özel Harekat Timleri’nden oluşturulacak. Bu iki kirli savaş birliğinin halka uyguladığı katliam ve baskıların izlerini ise burjuva feodal medya temizliyor. Bu konudaki ilk adımı tabii ki Hürriyet gazetesi attı.

Özel tim devrede 1973’lerden itibaren gerillaların sürdürdüğü gerilla savaşına karşı Türk devleti kullandığı faşist ordusunu yeni konsept çerçevesinde dizayn edecek. Gerillanın etkin gücüne karşı kendi kolluk güçlerinin yetersizliği karşısında Türk devleti, Karadeniz kırsalı üzerinden gerillaya karşı yeni tipte kolluk gücü oluşturacak. Yeni kolluk gücünün gerilla gibi kırsal savaş taktikleri üzerinde bina olacak ve Jandarma Özel Tim ve Polis Özel Harekat Timleri’nden oluşacak. Silvan’da 20 askerin gerillalar tarafından savaş dışı

Adliye önünde protesto İkitelli’de son dönemlerde yaşanan ölümlere dikkat çekmek için Bakırköy Adliyesi önünde eylem yapıldı Kürt ve Alevi kesimin her alanda uğradığı dışlanma ve saldırı İkitelli’de de son dönemlerde artan ölüm olaylarıyla kendini dışa vuruyor. Son olarak Dersimli bir gencin vurularak öldürüldüğü İkitelli’de 2010’da yaşanan bir başka olayın duruşması görüldü. Saldırılar mahkeme önünde gerçekleştirilen eylemle protesto edildi. İkitelli’de 14 Ağustos 2010’da öldürülen Aykut Alıcı’yla ilgili açılan davanın ikinci duruşması 4 Ağustos 2011 tarihinde Bakırköy Adliyesi’nde görüldü. Duruşmanın yapılacağı Bakırköy Adliyesi önünde Halk Cephesi tarafından örgütlenen eyleme Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) da katılarak destek verdi. Eyleme Aykut Alıcı ile Savaş Kargın’ın ailesiyle sanatçı Pınar Sağ ve avukat Taylan Tanay da katıldı. Avukat Taylan Tanay’ın mahkemeye girişi sırasında, aileler ve eyleme katılan kitle sloganlar atarak katilleri protesto etti.

Anaların öfkesi katilleri boğacak “Anaların öfkesi katilleri boğacak” , “Yozlaşmaya geçit vermeyeceğiz” sloganlarının atıldığı eylem öldürülen Savaş Kargın’ın annesinin yaptığı konuşmayla devam etti. Kargın’ın annesi yaptığı konuşmada son zamanlarda İkitelli’de DersimKürt-Alevi kimlikli insanlara ve özellikle de gençlere yönelik ölüm tuzakları kurulduğunu ifade etti. Devletin yaşanan olaylara seyirci kaldığını belirten anne işlenen cinayetlerin, katliamların sorumlularının açığa çıkarılmasını istedi.

Üstün Aydoğan’ı DHF hastanede ziyaret etti Mahkemenin ardından İkitelli’de mahalle muhtarının açtığı ateş sonucu öldürülen Hüseyin Aydoğan’la birlikte yaralanan Üstün Aydoğan’ı Bakırköy Acıbadem Hastanesi’nde DHF ve Halk Cephesi tarafından bir ziyaret gerçekleştirildi. Yapılan ziyarette Üstün Aydoğan’ın ameliyat edildikten sonra sağlık du r u mu nu n iyiye gittiği öğrenildi.

bırakılmasının ardından Başbakan tarafından sarf edilen “Hudut birlikleri çalışması başlattık. Özel Harekât’la ilgili çalışmamız var. Birinci derecede jandarma ve polis birbirine entegre olacak.” sözleriyle birlikte Türk devletinin gerilla karşısında yeni kirli savaş konseptinden bütün kamuoyunun haberi oldu.

Gerilla savaşına karşı kontr-gerilla taktiği Özelikle 1990’lı yıllarda Kuzey Kürdistan bölgesindeki Kürt illerinde etkin olarak kullanılan ve polis teşkilatından oluşturulan özel tim, kendisine devlet tarafından verilen sınırsız yetkiyle halka karşı işlediği suçların haddi hesabı yoktu. Yargısız infaz, insan kaçırma ve işkencelerle adından her daim bahsettiren özel tim, bölgede kirli ilişkiler ağının başına geçmişti. Elindeki gücü kirli ilişkilerde kullanan özel tim, bir yandan gerilla savaşına ve halka karşı katiamlara imza atarken diğer yandan bölgede oluşturduğu uyuşturucu ağıyla da kirli para işini yürütüyordu. Devletin sağladığı olanakları sınırsızca kullanan özel tim teşkilatı, bölgede hakim olan ve kirli ilişkilerin asıl yürütücüsü askeri makamların baskısıyla bölgeden geri çekilmek zorunda kaldı. Dönemin devlet içerisindeki komprador bürokratların arasındaki sürütüşmeler ve çekişmelerin de etkisiyle, zaten adı katliam ve kirli ilişkilerle anılan özel tim çıkarılan bir kararnameyle dağıtıldı. Ancak gelinen süreçte devletin yeni siyasi konsep-

Dersim’de iki yüzlü büroksi gezintisi Dersim’de belediye seçimlerinde AKP adına beyaz eşya dağıtımıyla adını duyuran Tunceli eski valisi Mustafa Yaman’ın ardından göreve gelen yeni Vali Mustafa Taşkesen’de AKP bürokratlığına soyundu Dersim’de ve birçok ilde görev yapan valiler seçimlerde AKP bürokratı gibi çalışıp halkın yaşadığı sorunları istismar ederek, devletin bekası için AKP çizgisine seçmen kazandırmak adına

rüşvet dağıtmalarıyla birçok kez gündeme gelmişlerdi. Halkın vergileri ve emekleriyle yaratılan zenginlikleri gasp ederek, kurumlarında rahatça görev yapan bu bürokratlar, söz konusu halkın sorunları olunca bin dereden su getirerek var olan imkanları sadece yandaşlarına hizmete açıp üstün görevlerini ifşa ediyorlar. Dersim’de Gülen cematinin ve AKP’nin popülerliğini artırmak için çalışma yapan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ve Tunceli Valisi Mustafa Taşkesen’in esnaf ve derneklere yaptıkları ziyaretler arasında ölüm orucundaki Hüsnü Yıldız’a yapı-

lan ziyarette vardı. Ali Yıldız’ın mezarının açılıp cenazesinin kendilerine verilmesi için başlattığı açlık grevini ölüm orucuna çeviren ağabeyi Hüsnü Yıldız ile yaptıkları görüşmelerde sarf ettikleri cümleler ise bu ikilinin gerçek yüzünü teşhir etti. Kardeşi Ali Yıldız’ın cenazesini almak için Dersim’in merkezinde ölüm orucu eyleminde bulunan Hüsnü Yıldız, 6 Ağustos 2011 Cumartesi günü, eyleminin 58. gününde, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ile görüştü. Görüşmede ise Tunceli Valisi Mustafa Taşkesen’in Dersimlileri hedef gösteren açıklamaları öne çıktı.


4-5_Layout 2 8/11/11 11:58 AM Page 2

güncel 05

BiRLiKLERi tiyle birlikte jandarma ve polis içerisindeki askeri olarak öne çıkan özel timler birleştirilerek, gerilla karşısında yeniden bölgeye sürülecek. Bu sefer önce Karadeniz üzerinde kırsal eğitim alacak olan bu özel timler, daha sonra gerilla alanlarına nakledilecek.

Dünyada özelikle Maoist gerillalara ve ulusal kurtuluş hareketine bağlı gerillalara karşı kullanılan, kontr-gerilla taktiği, Hindistan, Afganistan ve daha birçok ülkede yaygın olarak kullanıyordu. En son Hindistan’da Maoist gerillalara karşı Hindistan gerici hükümeti “Orman Eğitim Kampları” kurarak, askeri başarısızlığını gerillanın askeri taktiğini taklit ederek kapatmaya çalışıyor.

Medya kirli geçmişi temizlemeye başladı Bu iki kirli savaş birliğinin halka uyguladığı katliam ve baskıların izlerini ise burjuva feodal medya temizlemeye başladı. Hürriyet gazetesi Polis Özel Harekat Timleri’nin Şırnak’taki birliğini gezerek halka katliamcı özel harekatçıları “iyi polis”, “eğitimli polis”, “Güçlü ve yakaşıklı polis” imajıyla gösterdi.

güçlülüklerinden ve kuvvetlerinden dem vuruyor. İşte haberde okuyucunun bilincine işletilmek istenen yanılsamalı aktarımlar:

“Şube müdürü çağırdığında görüyoruz yakından. Hepsi yakışıklı, hepsi siyahlar içinde, çelik yelekli. Özel Harekât Daire Başkanlığı’nda geçen hafta eğitimlerini tamamlayan yeni özel harekâtçıların bir bölümü, Şırnak’a gelenler bunlar. Hepsi gönüllü adayların içinden seçildi. Terör faillerini uçakta ya da evde, dağ başında etkisiz hale getirmek için eğitildiler. Şimdi hepsi keskin nişancı, zor koşullarla baş etme yeteneğinde, kararlı, dayanıklı, disiplinli. Kimi yüksek lisanslı, kimi lisanslı sporcu. Sayıları sır. Tek bildiğimiz, yüzde 90’ı 4 yıllık fakülte, geri kalanı iki yıllık yüksek okul mezunu. Çok önemli bir bölümü, Türkiye’nin ünlü üniversitelerinden mezun. Üstelik yüksek lisanslılar da hiç de azımsanmayacak oranda.”

Hürriyet muhabiri merkezden gelen talimatla yaptığı ısmarlama haberinde görevini öyle iyi yerine getiriyor ki, polisleri önce normal bir insan profili içerisinde anlatıyor ardından

Gelgelelimki bölge halkı bu birlikleri iyi tanıyor. Bu birliklerin ve yarattıkları kirli ilişkilerin halka karşı uyguladığı katliamlarının izi halen bölgede kanıyor. Ve halk aynı endişeyi şimdide taşıyor. Bölgede halen askerin köylüleye karşı baskısı devam ederken, devletin gerillanın psikolojik üstünlüğüne karşı şişirdiği bu birliklerle birlikte halka yönelik baskının artacağına herkesin inancı ise tam.

Bakan Şahin, Yıldız’a yardımcı olacağı sözünü vererek, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’i telefonla arayıp Yıldız ailesinin durumunu görüştü.

sayıları da bunların çok üzerinde. Şimdi o mezarlarda olanların yakınları, aileleri, kardeşleri, eşleri bu mezarların açılmasını ve bu durumun açıklılığa kavuşmasını istiyor” dedi. Yıldız’ın sözleri üzerine Bakan Şahin’de, “Biz hükümet olarak daha iyi bir Türkiye için bütün birimlerimizle mücadele ediyoruz. Geldiğimiz nokta önemli bir nokta ama yeterli bir nokta değil. Şimdi hep beraber sivil anayasamızı da çıkartırsak daha özgür bir Türkiye için mücadele edeceğiz. Bu konuda top yekün mücadele lazım” dedi. Bu sırada Tunceli Valisi Mustafa Taşkesen de araya girerek, referundamda Tunceli’de Anayasa değişikliğine hayır oylarının çıkmasına atıfta bulunup, “Efendim, Tunceliler anayasa değişikliliğine filan pek destek vermiyorlar. Özgür anayasayı pek sevmiyorlar. Zaten referandumda en fazla hayır oyu veren ildir” dedi. Yıldız da Vali Taşkesen’in sözlerini kastederek, “Anayasalar halk için yapılırsa, toplu mezarlar sorunu çözülürse, faili meçhuller ortaya çıkarılırsa zannederim bu halkta öyle bir anayasayı halk için yapılan bir anayasayı destekler” dedi.

‘Eğitimli ve yakışıklı’

Hüsnü Yıldız, kardeşinin gömüldüğü mezar yerinin belli olduğunu belirterek, “Burada bulunan cenazelerin sahiplerine verilmemesi için hiçbir neden yok. Ama biz ne yaptıysak cenazemiz bize verilmedi. 70 yaşında annem ve 8 yaşındaki kızım ile birlikte aylardır buradayız ve 58 gündür açlık grevindeyim. Keşke bunlar hiç olmasaydı ve cenazemiz bize verilseydi” dedi.

Validen Dersimlilere sitem Hüsnü Yıldız, Bakan Şahin’e “Türkiye’de tespit edilmiş 114 tane toplu mezarda 1549 insanın olduğu biliniyor. Bunlar tespit edilmiş olanlar. Bir de tespit edilmeyen var, onların

Dersim halkı valinin hakkını vermiyormuş Vali Taşkesen, Bakan Şahin’e dönerek, “Sayın bakanım Türkiye’nin hiçbir yerinde böyle bir eyleme 58 gün müsaade etmezler. Hiç hakkımızı vermiyorlar, taleplerinde haklı olabilirler ama her doğru her yerde icra edilemez. Kimse böyle bir eyleme müsaade etmez, gidin bu eylemi Sivas’ta, Ankara’da İstanbul’da yapın size yaptırmazlar. Bize de bir teşekkür edin yani emniyetimize de teşekkür edin” diye konuştu. Yıldız’da “Hele bir cenazemizi alalım. Kendi geleneklerimize göre defnedelim o zaman halkımız bu konuyu değerlendirecektir.” dedi.

UFUK ÇİZGİSİ

≫ bakış can

SORUN VE ÇELİŞKİLERİ YENME AZMİ

H

içbir şey kendiliğinden-sebepsiz şekilde var olmaz ve bir anda oluşmaz, hemen değişmez ve belli şartlardan bağımsız olarak gelişip ilerlemez. Gelişip ilerlemenin temelinde eğitime dayanan birikim yatar. Birikim; bilgi ve tecrübeden teşekkül olan gücü ihtiva eder. Teorik-pratik birikim nitel gelişmeye yol açandır. Nitel gelişme, gelişme dinamiklerinin nicel ve esasta da nitel anlamda yaratılması ve bu dinamiklerin potansiyeline endekslidir. Eğitim, salt teorik ya da kitabi bilginin edinilmesi veya resmi okul ve akademilerde gerçekleşebilen bir şey değil, aynı zamanda yaşam pratiğinde kazanılan bilgi ve tecrübeyi kapsar. Kısacası, eğitim yoluyla birikim edinip yetkinleşme süreci, başlı başına bir süreç olup teorik-pratik tecrübe toplamıdır. Tecrübe, kendi tecrübemiz ve dışımızdaki tecrübe olmak üzere dolaylı ve doğrudan tecrübeden oluşur. Belirli düzeyde sağlanmış eğitim de birikim de bir süreci ifade eder. Kuşkusuz ki, ikisinin sınırsız sürecin eylemi olduğunu söylemek en doğrusudur. Tarihsel akış içinde insanlartoplumlar hep öğrenir, birikim ve tecrübe edinerek gelişirler. İktidara egemen olan gerici sınıf engeli olmasa, bu gelişme ve ilerleme, insanın üretim-emek üretkenliğine koşut olarak yarattığı birikimi takip eder, daha erken ve daha büyük gelişmeler kaydeder. Çelişki ya da gelişme yasası veya diyalektik kanun daima işler. Bu, nesnel yasadır. Değiştirilemez ama çeşitli dirençlerle veya güçlerle geciktirilebilir. Tersinden ilerletilebilir de. Bu, tamamen insan etkinliğine ya da esasta toplumsal sisteme, sistemin sınıf niteliğine bağlıdır. İnsanın bilinçli dinamik rolü bu gelişme veya ilerlemeyi geciktirebilir ya da ilerletebilir. Son tahlilde galebe çalacak olan rol, nesnel gerçekle veya çelişki yasasıyla uyumlu hareket eden insan etkinliğidir. Toplumlar tarihinin sınıf mücadelelerinden ibaret olduğunu söyleyen doğru, insanın bu etkinliğini açıklar ki, bu etkinlikten kast esasta sınıf mücadelesi pratiğidir. Sınıflı toplum dahil, tüm toplumsal yaşamda veya gelişmede belirleyici olan çelişkidir-çelişki yasasıdır. Bu gelişmenin itici gücü ise, çelişki yasasına uygun olan sınıf savaşıdır. Stratejik doğru budur. Taktik doğru ise, geçici ve göreli (değiştirilebilir-değişen) gerçekle örtüşendir ve bu geçici gerçek; insanın mevcutta sahip olduğu avantajlarla, izafi güçle, andaki politikalarla vb. sağladığı başarı halidir. Burjuvazi veya bilumum gerici sınıflar geçici olarak güçlü veya başarılıdır. Bu gerçektir ama geçici ve taktiktir. Eninde sonunda yerini stratejik doğruya terk etmek zorundadır. Çünkü, gelişme yasası denen diyalektik kanun ve sınıflar mücadelesi yasasının akışı ileriye dönüktür, ileri doğru işlemektedir. Hiçbir gerici kuvvet ve sübjektif etki bunu sonsuza kadar engelleyemez. Komünizmin kaçınılmazlığı denen şey tam da budur; bu kaçınılmazlık kendiliğindenci gelişmenin sonucu değil, bizzat gelişme yasası ve sınıflar mücadelesi yasasına dayanır. Bugün çeşitli derecelerde değişen, ağırlaşan ve derinleşen tonlarda da olsa, karşı karşıya olduğumuz sorunların-çelişmelerin özü, sınıf zemininde cereyan eden sorun ve çelişmelere dayanır. Bunun gibi, çelişme yasası içinde tarif edilerek, son tahlilde sınıf mücadelesi motoruyla kökten çözülürler. Sınıf mücadelesini yadsıyan her yaklaşım, nereden dolanırsa dolansın, devrimci yoldan çıkıp reformist-revizyonist yola sapmış demektir. Sınıflı toplumda, toplumsal yaşama dair her hareket, davranış, kültür, süreç vb. bir sınıf damgası taşıdığına göre, bütün bunlar sınıf mücadelesinin konusu olmaktan çıkarılamazlar ve hepsi sınıf mü-

cadelesine bağlanırlar. Bu bağlamda tek tek sorunlardan, değişik niteliklerdeki tüm sorunlarımızın giderilmesine kadar en geniş sahadaki problemlerin aşılması, sınıf mücadelesinin bilimi olan MLM’yi kavramak ve MLM biliminin diyalektik ve tarihsel materyalist felsefesini ve buna ait diyalektik yöntemi kullanmaya bağlıdır. Sorunlarımızın temelinde ideolojide kırılma yattığına göre, felsefeyi, bilimi ve ideolojiyi kavramamız, diyalektik yöntemi kullanmamız elzemdir. Kuşkusuz sorunlarla mücadele veya gelişmenin sağlanması bir yığın ayrıntı ve ihtisas alanında yoğunlaşmayı vb. gerektirir. Ama bütün bu ayrıntıdaki mücadele ya da uğraşları doğru mecrada sürdürmenin mümkünatı MLM felsefe-bilime sahip olup derinen kavrayarak özümsemekte ve buna uygun sınıf mücadelesi pratiğinde bulunmakta yatar. Özümseme ve kavramayla pratiğe dökme eylemi bizzat tecrübeyle tamamlanan teorik-pratik eğitim ve bununla sağlanan birikim toplamına sahip olmakla olanaklıdır. “Siyasi çalışma bütün çalışmaların can damarıdır.” O halde bıkıp usanmadan çalışalım, öğrenelim, öğrendiklerimizi pratiğe dökelim, gelişelim ve geliştirelim! Savaşma cüreti neden düşük ve sınırlıdır? Neden devrimci savaşın zorlukları göğüslenememektedir? Neden bu savaşın zorunluluğu bilince çıkarılıp gerekli tavır sergilenememektedir? Neden devrimci mücadelede sivrilmemektedir? Neden marjinalleşme realitesi yakamızı bırakmamakta ve tasfiyecilik beyinleri kuşatmaktadır? Neden ileri adım atan iki adım geri atmaktadır? Bir adım ileri, birkaç adım geri atmanın sebebi nedir? Belli bir çoğunluk hariç, siyasi yaşamda kararlılık, istikrar, tutarlılık, fedakarlık gibi erdemler neden diplere vurmaktadır? Devrime inanç ve proletaryayla halk kitlelerine bağlılıktaki zayıflığının döl yatağı nedir? Yabancılaşma, yozlaşma, çürüme ve burjuva yaşam ile kültüre entegre olmanın bu boyutunun altındaki sebep nedir? Devrimci görevler ve sorumluluklar karşısındaki kayıtsızlığın, gevşekliğin, ikircikliliğin sebebi ne olabilir ki? Burjuva yaşamla devrimci yaşamı iç içe geçiren, değerlerimizi sahiplenmekte ıkınan, keskin devrimci bilinci körelten realitenin arka planında yatan nedir? Öğüt vermekle yetinen devrimcilik tarzının gıdası neredendir? Sınıf bilinçli devrimci davranışın tabiatını lafla bağlayan devrimcilik türü yeterli midir? Bütün bu menfi tablonun suçlusu, çelişki ve sorunların ya da koşulların değişmesi değil, devrimci sıfatın şartı olan koşulları değiştirme görevini göğüsleyemeyen ve gelişen-değişen yaşama siyasi felç durumuyla ayak uyduramayarak gelişmelerin kuyruğuna takılıp koşullara esir olan kendiliğindenci pasifist eğilimdir. Dahası, stratejik duruş yoksunluğunda dışa vuran temel ilkelere, teoriye, ideolojiye karşı kayıtsızlık ve bunlar ölçeğinde yaşanan aşınma-yabancılaşma gerçeğidir. Pratik biçimi ise, siyasi ruhsuzluk, tembellik ve inançsızlık halidir. Buna yol açan, MLM’yi derinlikli olarak öğrenmeme, kullanmama zaafıdır. Durağanlık tanımayan diyalektiğe uygun olarak, öğrenme eylemini pratikle birleştirerek süreklileştirmek şarttır. Ne salt kitaplara kapanmak ve lafazanlık türü devrimcilikle yetinmek doğrudur, ne de teoriyi, bilgiyi küçümseyerek salt pratikçilik savunusu doğrudur. Teoriyle pratiği birleştiren, sözeylem birliği tutarlılığını taşıyan ve sınıf mücadelesinin görev ve gereksinimlerine uygun konumlanarak tüm bu gerekliliklere sadakat eden kişilik-bilinç-tavır-tutum tek doğru olandır. Her türden gericiliğe karşı keskin kopuşla savaş açan cüret ve bilinç bugün en başta lazım gelendir! Bilinçli davranış ve eğitim ihtiyaç, devrimci pratik şarttır.


6-7_Layout 2 8/11/11 12:02 PM Page 1

06 güncel

‘Sivillik Açılımı’ aldatmacası

ABD’de “Türkiye, dört isim ile yeni bir çağ açıyor” başlığıyla manşetlere taşındı ve atanan komutanlarla ordu üzerindeki kontrolün güçlendiği duyuruldu. “Modern demokraside böyle olmalı” manşetleriyle AKP’nin siyasette uşaklık usta belgesi de tescillendi Türk devletinin güvenlikli vesayeti ‘yeni dönem’in stratejik savaş planı, ülke ezilen ulus ve emekçileri üzerinde hegemonyasını sürdürebilmek için şekilsel yeniliğini YAŞ (Yürksek Askeri Şura) ile tazeledi. Emperyalist politikaların uygulayıcısı uşak Türk devletinin AKP hükümeti koordinatörlüğünde belirlenen ve ataması onaylanan ‘yeni kurmay-komutanlar’ıyla devam etti. 2010 yılında 363 olan general sayısının 2011 YAŞ’ında 376’ya çıkarılması soğuk savaş yıllarını geride bırakacak ‘istikrarlı büyüme’yle 2012 yılında 400’ü geçmesi hedeflenmektedir. YAŞ kararlarının Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanmasıyla birlikte, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel olurken, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na; Org. Hayri Kıvrıkoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na Oramiral Emin Murat Bilgel, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na, Org.Mehmet Ertem ve Jandarma Genel Komutanlığı’na Org.Bekir Kalyoncu getirildi. Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında, yeni atanan kurmaylarla yapılan “Güvenlik Toplantısı”na Necdet Özel ile Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Bekir Kalyoncu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan katıldı. Atamalar ABD’de de “Türkiye, dört isim ile yeni bir çağ açıyor” başlığıyla manşetlere taşındı ve atanan komutanlarla ordu üzerindeki kontrolün güçlendiği duyuruldu. “Modern demokraside böyle olmalı” manşetleriyle AKP’nin siyasette uşaklık usta belgesi de tescillendi. Tayyip Erdoğan’ın Türk ordusu ile yıllarca devam eden siyasi güç dalaşından galip çıktığı belirlemesi yapıldı. Ancak, zihniyetteki değişimin zaman alacağını, buna karşılık sivillerin ordu üzerindeki kontrolün yeni bir düzenlemeyle garanti altına alınması temennisinde bulunmayı da ihmal etmeyerek, TBMM’nin kendini kilitlediği 1 Ekim ve “demokratik anayasa” süreci başlatılmış oldu.

Halkın Günlüğü 10-20 AĞUSTOS 2011

Devlet politikasında b Devletin kürt ulusal sorunundaki “çözüm”ü yeni karakol yapımı ve tutuklama saldırılarıyla devam ederken, TBMM Başkanı Cemil Çiçek “herkes tarafını belirlesin” dedi

‘Yeni dönemin, “demokratik anayasası” bombaların sisinde, silahların gölgesinde ‘yapılandır’ılıyor. Ekim ayında başlatılacak “yeni anayasa” tartışmalarıyla sürerken Kürt siyasetçilerine ve ulusuna yönelik baskılar arttı. İran ve T.C. devleti koordineli bir şekilde Kandil’e saldırırken, ülkemizde Kürt siyasetçilerine yönelik gözaltı terörü devam etti. Devletin şiddeti daha da tırmanırken TBMM Başkanı Cemil Çiçek; Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD)’nin iftar yemeğinde ‘iki yüzlü davranan herkesin tarafını belirlemesi gerekir’ diyerek, Kürt siyasetçilerine devletin tarafına geçin tehditinde bulundu. İran devletinin Kandil’e yönelik saldırısında halkın da bombalandığı açığa çıkarken, saldırı operasyonuna Türk devletinin de eşlik ettiği öğrenildi. Kandil’de Kürt siyasetçilerine ve halka yönelik yapılan katliam operasyonu ülkemizde birçok ilde düzenlenen eylemlerle protesto edildi. Öte yandan Kürt ulusal hareketine karşı İran ve Türk devleti birlikte hareket etmeye devam ediyor. İran devleti tarafından sınırda yeni yollar, karakollar ve kaleler inşa edilirken, projelerin mütehatliğini TOKİ’nin teknik donanımını da ASELSAN’ın yapacağı belirtildi.

BDP Grup Başkanı ve Hakkari Milletvekili Selahattin Demirtaş, İran’ın PJAK’a yönelik saldırısına AKP hükümetinin destek verdiğini, İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de Kürt sorununun yıllardır devam ettiğini, dört ülkede de şiddetle sorunun bastırılmaya çalışıldığını, çözümsüzlüğe dönük politikalar izlendiğini belirtti. İran’daki Kürtlerin de kimlik, özgürlük, demokrasi talebinin olduğunu, İran’ın talepleri karşılamak yerine askeri yöntemlerle şiddet yoluna gittiğini, AKP hükümetinin de şiddet politikası uygulamaktan kaynaklı, İran, Suriye ve Irak’ın Kürtlere dönük hep

Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) Davası KCK davasında 104 tutuklu ve toplamda 152 kişinin yargılandığı davanın 24. duruşması 3 Ağustos’ta Amed’de görüldü. Anadilinde savunma yapması engellenen KCK davası tutuklularına avukatların protestosu da eklenince, yaşanan hukuksal kriz mahkemeyi kilitledi, mahke-

“Bölünme”

Tayip Erdoğan’ın bütün bu başarısı; 1960’lardan bu yana dört hükümeti deviren faşist Türk devletinin ikiz kardeşi ordu borusunun artık ılımlı-İslami-faşist diktatörlerin yeni peçeli aktörleriyle öttürüleceği gerçekliğidir. Diğer yandan ‘sivillik testi’nin de Kürt ulusuna yönelik imha operasyonlarında kimyasal denemelerini sınırsızca uygulayan Necdet Özel ile yapılması da ‘imhadaki kararlılık’ı “mil”li” vesayettin “beraberlik, kardeşlik” tezleriyle uyumunu yenilemektedir. Uzun yıllar süren asker vesayetindeki ‘sivil siyaset’in Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın bölgesel jandarmalığı görevine soyunduğu döneme denk gelmesi, emperyalizmin uşak siyasi iktidarının savaş stratejilerini AKP hükümeti eliyle nasıl güçlendirdiğidir. Güvenlik bekası için ise; özel seçilmiş komutanlar Kuzey Kürdistan’a ve Karadeniz’e atanırken emekli eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ yazılı, görsel burjuva-feodal medya aracılığıyla PKK’nin silahlı gücünü tasfiyeye ilişkin milli projeler dilini silahlandırmaya devam ediyor.

sessizliğini koruduğunu ve şiddeti desteklediğini ya da açıktan onayladığını ve bu işbirliği içerisinde akskeri operasyonlar yaptığını açıkladı.

Irkçılık ve şovenizmden beslenmek devletin en güvendiği yöntemlerden biridir. Bu ırkçılık ve linç kampanyası Kürtlere yönelik öteden beri sürdürülüyor ve son yaşanan olaylar da bunun önemli bir kanıtı...

“Çözüm” tartışmalarının havada uçuştuğu bugünlerde artan ve yerine getirilen tek şey inadına faşizm. Ulusal hareket, BDP ve TC arasında sürdürülen “çözüm arayışlarının” kısır sürecinin ardından geçtiğimiz haftalarda DTK toplantısının ardından “özerklik” ilan edildi. “Demokratik Özerklik” ilanının hemen ardından ise ırkçı saldırılar baş gösterdi. Her yanda Kürt işçilere yönelik ırkçı-faşist saldırılar yaşandı. Bugünün “demokrasisinin” de bir parçası olan ırkçılık Kürt halkına yönelik baskı olarak devreye girdi. BDP binalarına yapılan saldırıları, Kürt işçilere yönelik birçok ilde gerçekleştirilen saldırılar izledi. Zeytinburnu’nda yaşanan saldırılarda bunun örneklerinden birini oluşturu-

yor. Zeytinburnu’ndan günlerce yaşanan faşist saldırılara ilişkin İnsan Hakları Derneği bir rapor hazırladı.

Maraş, Çorum olayları ile benzer Zeytinburnu’na giderek görüşmelerde bulunan İHD heyeti olaylarda zarar gören işyerlerinde de incelemelerde bulundu. Yapılan görüşmeler sonucunda hazırlanan raporda şu tespitlere yer verildi: “Olay, Kürtlere yönelik nefret söylemiyle beslenen linç girişimine dönüşmüştür. Bu haliyle organize ve planlı olduğu açıktır. 6-7 Eylül, Maraş, Çorum, Sivas, Gazi katliamlarında görülen yalan ve kışkırtıcı söylemlerin burada da kullanılması dikkat çekicidir. Önceki olaylarda olduğu gibi, olayların baş-


6-7_Layout 2 8/11/11 12:02 PM Page 2

güncel

10-20 AĞUSTOS 2011 Halkın Günlüğü

bir değişiklik yok

karar vermesi gerektiğini belirterek “ya Kürtlerin hepsini tutuklayıp cezaevlerine atacaklar ya da bu bölgenin etrafına tel örgü çekip burayı açık cezaevi ilan edecekler. Ölümlere ve hukuksuzluklara tahammülümüz kalmadı” diyerek tepki gösterdi. KCK davası devletin Kürtçe savunma krizini aşmaması nedeniyle Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşması 10 Ağustos’ta tekrar görüldü. Bu duruşmanın sonucunda ise savcının, duruşmanın bir başka ilde görülmesi talebi üzerine mahkeme heyeti duruşmanın 25 Ağustos tarihinde başka bir ilde görülmesine karar verdi.

KCK: ‘Yol Haritası’na el konuldu Sürece dair KCK’nın ANF’ye yaptığı açıklamada, Abdullah Öcalan’ın mevcut koşullarını çözüm için uygun olmadığını belirtti. me savunmanın savunucusu 307 avukat hakkında suç duyurusunda bulundu. Mahkeme ayrıca BDP’li belediye başkanlarına 20 yıla kadar hapis istedi. KCK davası, Kürt siyasetçilerin savunma hakkının kısıtlanmasıyla birlikte yine avukatsız yapıldı. Kürt siyasetçilerinin kendilerini savunması için mahkeme tarafından gerekli şartların oluşturulmaması nedeniyle 3. davaya da katılmayan avukatlar, mahkemenin durma noktasına gelmesini sağladı.

Mahkeme tarafından Diyarbakır Baro Başkanlığı’na avukat atanması talebine karşılık Diyarbakır Baro Başkanı Mehmet Emin Aktar, “savunma mesleğini savunmak zorundayız” açıklamasında bulundu. Mahkemenin kendilerine görevlendirme yapılmaması durumunda suç duyurusunda bulunması üzerine Aktar, ‘savunmanın yapılamadığı bir yerde sanık kürsüsünde olmaya hazırım’ dedi. BDP Grup Başkanı Selahattin mahkemeye ilişkin Kürtçe savunmadan dolayı kriz yaşandığını buna da devletin

AKP hükümetinin; Silvan olayı ile birlikte yeni strateji ve taktiklerle saldırı dönemi başlattığını açıklayan KCK, Öcalan’ın mevcut koşullarda görevini yapamadığını, ve devletin “milli birlik ve beraberlik” adı altında tasfiye politakası güttüğünü açıkladı. KCK ayrıca, TC’nin temel olan şiddet eksenli inkar ve imha siyasetinin iflas ettiğini, buna karşılık kendilerinin daha fazla gerekli güç ve kararlılıkla büyük hamlelerinin nihai sonuca ulaşması için tüm koşulları dikkatle değerlendireceklerini belirtti.

nin panzehiri: Irkçılık langıcında güvenlik kuvvetlerinin önleyici tedbirleri almaması, saldırgan gruplara müsamahakâr davranması kaygı vericidir. İnternet üzerinden, ‘Kürtler 2 kişiyi öldürdü’, ‘PKK’liler gösteri yapıyor’, ‘Kürtler burayı işgal etmişler’, ‘Bu akşam hesap sormaya gidiyoruz’ gibi söylemlerle kalabalık grupların altı gün boyunca bir araya gelmesi sağlanmıştır. Tahrik ve kışkırtmalar sonucunda, biri çocuk olmak üzere iki kişiye linç girişiminde bulunulmuştur. Olaylar sırasında iki kişi yaralanmış, 72 kişi gözaltına alınmış, sekiz kişi tutuklanmış, diğerleri serbest bırakılmıştır.”

kişi tutuklanmıştır. Fakat gözaltına alınan 65 saldırgan Türk milliyetçisi, önce güvenlik şube müdürlüğüne götürülmüş, ardından Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ifadelerine dahi başvurulmadan serbest bırakılmışlardır. Bu olayda gözaltına alınmaların dahi, emniyet güçleri tarafından ayrımcı bir muameleye tabi tutulması, ‘Arkadaşlar siz gidin biz onlara yeteriz’ gibi, tutumların önceden hazırlanmış bir linç projesinin hayata geçirilmiş olabileceği kanaati uyandırıyor.” ifadelerine yer verildi.

Saldırıya uğrayanlar gözaltına alındı

Özerkliğin ilanı ve aynı döneme denk gelen HPG gerillalarıyla Türk ordusu arasında Silvan’da yaşanan çatışmada 20 askerin ölümü üzerinden kullanılan söylemlerle Türk halkı ırkçı duygularla yoğruluyor. Irkçılıkla halk birbirine düşürülüyor. Zeytinburnu linçinin yanı sıra; Mersin’in Anamur İlçesi’nde, Star Diyarbakır yolcu otobüsüne taşlı saldırıda bulunuldu. Motosikletli üç kişi tarafından

İHD’nin raporuna göre saldırıların gerçekleştiği sırada olayları seyreden polislerin müdahalesi ise saldırıya uğrayan Kürtlere oldu. Raporda, “Gözaltına alınan 22 Kürt Terörle Mücadele Şubesi’ne götürülüp, terör örgütü üyeliği ile suçlanmış, özel yetkili mahkeme tarafından dokuz

Yolcu otobüsü taşlandı

düzenlenen saldırıda, otobüsün iki camı kırılırken, camların kırıldığı bölümde oturan iki yolcu hafif şekilde yaralandı.

Kürtlere ambulans yok Bingöl’ün Karlıova İlçesinde bir korucu başının ölmesinin ardından Karlıova Kaymakamı da ırkçılığını ortaya koydu. Kaymakam, BDP’ye oy verdikleri için bazı köylere ambulans gönderilmesini yasakladı. Karlıova’da, kontra faaliyetleri ile tanınan korucu başı Hacı Alan’ın HPG tarafından öldürülmesinin ardından halk üzerindeki baskılar arttı. BDP’lilere ait ev ve iş yerlerini yakan, belediyeye saldıran, etrafa rastgele ateş açan ve tehditler savuran korucular devlet tarafından korunmaya devam ederken, saldırıya uğrayanlar gözaltına alındı. Kaymakamın koruculara “gidin yakın, yıkın vuran kişiyi bulun” dediği Karlıova’da, BDP’nin desteklediği Blok’a oy verdikleri gerekçesiyle Serpmekaya, Bağlıisa ve Karahamzan köylerine de ambulans gönderilmesi yasaklandı.

07

Taraf’ın yaydığı spekülasyon Taraf gaztesi 4 Ağustos 2011 tarihinde yayınladığı haberde, sözde DTK toplantılarına katılan bir kişiden aldıkları bilgiler doğrultusunda, DTK toplantılarında “PKK militanları masaya silah koyup karar aldırtıyorlar” şeklinde provakatif bir iddiada bulundu Taraf Gazetesi provakatif bir haberciliğe daha imza atarak, Demokratik Özerklik’in silah zoruyla ilan edildiğini iddia etti. KCK operasyonları öncesinde de benzeri haberlerle Kürt hareketini tasfiye için kolları sıvayan burjuva-feodal sistemin, ABD’nin Türkiye-Kuzey Kürdistan kumandası rolüyle donatılan Taraf gazetesi çarpıtma, yalan, dolan haberciliğiyle kendisine verilen emperyalist-kapitalist sistemin sesi olduğunu her koşulda ilan etmekten geri durmuyor. Psikolojik savaş konseptine girildiği bu süreçte, devletin ve hükümetin kendisine tanıdığı emperyalist ağa-babaların imtiyazlarını sınırsız kullanan Taraf Gazetesi attığı manşetleriyle ününe ün katıyor. Köşe satıcı-alıcı kalemşorleriyle ve derleme aydın yazar tayfasıyla burjuva-feodal medyanın sözcüsü göreviyle devrimci-sosyalist ve yurtseverlere yönelik spekülatif içerikle boy gösteriyor. Taraf gaztesi 4 Ağustos 2011 tarihinde yayınladığı haberde, sözde DTK toplantılarına katılan bir kişiden aldıkları bilgiler doğrultusunda, DTK toplantılarında “PKK militanları masaya silah koyup karar aldırtıyorlar” şeklinde provakatif bir iddiada bulundu. Taraf yayınladığı “silahların gölgesinde toplantı” ara başlığında, “Demokratik özerklik ilanı, silahların gölgesinde alındı. Toplantı salonuna, belinde silah olan iki genç geldi, silahlarını masaya koydular, özerklik ilanını dikte ettirdiler. Pek çok toplantıda, benzer şekilde silah zoruyla bize karar aldırtıyorlar. Devlet içindeki derin unsurlarla PKK arasında bir bağ olduğunu ben de düşünüyorum. Silvan olayının akabinde, asker ile siyasi iradenin gerilim yaşadığı YAŞ toplantısının ilk günü, Van’da meydana gelen şiddet olayı, bu bağın bir göstergesi olabilir diye düşünüyorum” ifaedelerine yer verildi. Yapılan bu açıklamalara karşılık BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık, Demokratik Özerklik ilanının silahlı PKK’lilerin dikte etmesiyle ilan kararı alınmasının doğru olmadığını, bu durumu görüp açıklamayanların “namert” olduğunu belirtti. 2005’ten beri konuşulan özerklik ilanının binlerce insanla yapıldığını ancak gerici güçlerin DTK’yı boşa düşürmek için bu türden spekülasyonlar ürettiğini belirtti. Aynı haberde “Öcalan ev hapsi istiyor” spotuyla da “PKK’nın, Öcalan’ın talimatı dışında eylemlerde bulunduğu ve derin bir PKK’nın devlet içindeki derin güçlerle işbirliği yapıp Türkiye’de, bu kez de 12 Haziran seçimleri sonrası oluşan barış havasını sabote etmek için terörü teşvik ettiği” ni öne çıkartan Taraf gazetesi ‘sistematik siyasi nefret’ rolünü başarıyla yerine getiriyor. Aynı gazetede köşe yazarı olan Rasim Ozan Kütahyalı da AmedSilvan’da yaşanan çatışma sonucunda ölen askerlerle ilgili yorumda “duyduğum kadarıyla 2 ayrı emniyet kaynaklarına göre BDP’lilere yeni büyük KCK dalgası hazırlandı” itirafıyla Tarafı’ın devlet projeli bir yapılanma olduğu gerçekliğine ışık tutar nitelikte. Taraf’ın 8 Ağustos’ta “Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un PKK’yı çökertmek için en önemli unsurun Kandil’deki silahlı kanat olduğunu belirterek “O kadro gerekirse Öcalan’ı dinlemeyebilir” dedi.

Demirtaş: DTK’ya siyasi operasyon hazırlığı var BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş DTK’ya yönelik siyasi operasyon hazırlığının gazetelerin hedef göstermesinden anlaşıldığını ve savcıların da hazırlık yaptığını, ‘bölgedeki tutukluların Karadeniz’deki hapishanelere gönderilmesi buna işaret’ ettiğini belirterek, psikolojik zemini hazırladıklarını belirtti. Taraf gazetesinde Lale Kemal imzasıyla yayınlanan Demokratik Özerklik ilanıyla DTK’ya yönelik olası operasyonlar için psikolojik zemin hazırlandığını, ‘yüzlerce tutuklama ve gözaltı olursa, bu yayınların buna hizmet ettiği anlaşılır’ diye ifade eden Demirtaş, Kemal Burkay’ın dönüşüyle ilgili ise “yurt içinde binlerce Kürt siyasetçinin tutuklu olduğu, yurt dışında binlerce siyasetçinin sürgün edildiği bir dönemde kendisinin bakanlar tarafından karşılanmasını hayra yormamalıdır” dedi.


8-9_Layout 2 8/11/11 12:07 PM Page 1

08 emek

Ölümle biten yolculuk Tarım işçilerinin her yıl yaşadığı ölümlere bir yenisi daha eklenirken, sağlıksız koşullarla, ölümün çalışma alanlarına taşınması devam ediyor. Mersin’in Tarsus İlçesi’nde tarım işçilerinin bulunduğu kamyonetle traktörün çarpışması sonucu 4 işçi ölürken 23 işçi yaralandı. Karabucak Ormanları yakınında bulunan Yunus Emre Mahallesi ile Aliefendioğlu Köyü yolunda meydana gelen kazada tarım işçilerini taşıyan kamyonet, yine tarım işçilerinin bulunduğu traktörün römorkuna çarptı. Çarpmanın etkisiyle kontrolden çıkan kamyonet yol kenarından geçen DSİ’ye ait boş sulama kanalına uçtu. Melek Altunbaş (16), Senem Uçar (32), Gülcan Bodan (26) ve Selma Kebbaş (17) yaşamını yitirirken 23 tarım işçisi de yaralandı. Yaralılar ambulanslarla Tarsus’taki çeşitli hastanelere kaldırıldı. Ölen tarım işçilerinin cesetleri otopsi için Tarsus Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı.

İşçi ölümlerinde artış var İşçi ölümleri tüm hızıyla devam ediyor. Aşırı kar hırsının neden olduğu düzensiz çalışma koşulları, işçilerin hayatına mal oluyor. Manisa’da faaliyet gösteren özel bir maden ocağında meydana gelen göçükte 1 işçi hayatını kaybederken 1 işçi de ağır yaralandı. Soma’da bulunan maden ocağında meydana gelen göçüğün nedeni henüz belirlenemezken göçüğün altında kalan işçilerden Halil Şevik (34) ile Samet Güven (23) ağır yaralanırken yaralı işçilerden Güven kaldırıldığı Soma Beşyol Devlet Hastanesi’nde hayatını kaybetti.

Temizlik işçisini otomobil ezdi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı bir taşeron firmada çalışan temizlik işçisi Mehmet Gün (50) TEM Otoyolu’nda çöpleri toplarken, hızla giden bir TIR’ın otomobile çarparak kontrolden çıkması sonucu otomobilin altında kalarak hayatını kaybetti. Yalova-Bursa karayolunun 5.kilometresinde yeni yapılan bir fabrika inşaatında toprak kayması yaşandı. Yaşanan göçükte toprak altında kalan Mithat Sopran adlı işçi öldü.

Halkın Günlüğü 10-20 AĞUSTOS 2011

SES, toplu iş sözleşmesi hakkı için alanlardaydı 15 Ağustos’ta AKP ile memur konfederasyonları arasında başlayacak ‘toplu görüşme’ süreci öncesinde “İnsanca bir yaşam, demokratik çalışma koşulları için grev ve toplu sözleşme” talebini dile getiren KESK’e bağlı Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), İstanbul, Ankara ve Adana’da eylemler yaptı. KESK’e bağlı Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), AKP’nin Temmuz ayında yapılması gereken toplu iş sözleşmesi görüşmelerini siyasi olarak kendine yakın gördüğü sendikalarla “toplu iş görüşmeleri” ifadeleriyle tanımlayarak geçiştirmek istemesine karşı alanlara çıktı. 3 Ağustos’ta Sağlık Bakanlığı önünde bir araya gelen SES üyesi sağlık emekçileri hazırladıkları TİS taslağını, bir heyetle bakanlığa verdi. Taleplerden bazıları şöyle: “Temel ücret 1600 TL olmalıdır, bu tutar 4 kişilik bir aile için Temmuz 2011 tarihi itibariyle kira, elektrik, su, yakıt, çocuk ve aile yardımı hariç

hesaplanmalı, alınan tüm ücretler emekliliğe yansıtılacak şekilde ödenmelidir. 4/B, 4/C, 4924, vekil, taşeron vb. istihdama son verilmeli, bu şekilde çalışanların tamamı kadroya alınmalı, kamuda personel açığı kadrolu istihdamla giderilmelidir. Sağlık emekçilerine dayatılan günlük 9 saat mesai uygulamasına derhal son verilmeli, çalışma süreleri, günde 7, haftada 35 saate indirilmelidir. Sağlıkta her türlü katkı ve katılım payları kaldırılmalı, sağlık hizmetleri her düzeyde eşit, ücretsiz, nitelikli, ulaşılabilir olmalıdır.” 4 Ağustos’ta Hacettepe Tıp Fakültesi Yemekhanesi önünde bir araya gelen-

SES üyeleri TİS taleplerini içeren bildiriler dağıttı. “İnsanca bir yaşam, demokratik çalışma koşulları için grev ve toplu sözleşme. Grev ve toplu sözleşme için SES” pankartı açan sağlık emekçileri “Toplu sözleşme hakkımız, grev silahımız”, “Sağlık haktır satılamaz”, “Herkese sağlık güvenli gelecek” sloganlarını attı.

Toplu iş sözleşmesi hakkımız engellenemez SES Genel Başkanı Çetin Erdolu yaptığı konuşmada toplu sözleşme talepleriyle ilgili şu açıklamaları yaptı: “Toplu görüşme değil, toplu sözleşme ve hemen şimdi uygulanmasında ısrar etmeyi öneriyoruz. Çünkü emekçilerin içinde bulundu-

Hak gasplarına karşı işçi Mersin Limanı’nda faaliyet gösteren Nuri Çiftçi (NÇ) Denizcilik’te işten atılan Limanİş Sendikası’na üye 35 işçinin Liman A Kapısı önünde başlattığı direniş devam ediyor. Liman-İş Sendikası daha önceden Nuri Çiftçi (NÇ) Denizcilik ile yapılan görüşmeler sonucunda toplu sözleşme talebini ileterek 2 Ağustos‘ta greve gidileceğini belirtirken greve 10 gün kala 21 Temmuz’da gece vardiyasına gelen işçilerden 22 işçinin iş kartlarının iptal edildiği öğrenildi. Bunun üzerine diğer 13 işçi de arkadaşlarına destek olmak için dışarıya çıkarak beklemeye başladı. Liman-İş üyesi 35 işçi Liman A Kapısı önüne 23 Temmuz günü çadır kurarak direnişe geçti. Bu firmada çok ağır koşullarda çalışan işçilerin 900 TL maaşla bazen iki gün hiç eve gidemeden çalıştırıldıkları ifade edilirken

8 saatlik çalışma saatlerinin kağıt üzerinde kaldığı, kimyevi madde yükleme ve boşaltmasının yapıldığı firmada 250 işçinin çalıştığı öğrenildi. NÇ Denizcilik, Mersin Limanı’nda faaliyet yürüten MIP firmasına bağlı UĞURSAN Denizcilik’in alt taşeronu olarak çalışıyor. Nuri Çiftçi’nin sahibi olduğu firmada işçilerin direnişe başlamasını hazmedemeyen patronun, çeşitli vaatlerle işçileri oyalayarak direnişi bitirmeye çalıştığı öğrenildi. Yapılan bu girişimlere karşı işçiler direnişte kararlılık mesajı veren işçiler “Yalanlara karnımız tok” dediler.

Menemen’de işçiler direnişte Türk-İş’e bağlı Deri-İş Sendikası, Savranoğlu Deri’nin İzmir Menemen’de bulunan fabrikasında işten atma saldırılarına karşı direniş başlattı. Çeşitli bahanelerle 28 Mayıs’ta Deri-İş üyesi

1 işçiyi işten atan patron, 1 Ağustos’ta da sendika üyesi 1 işçiyi daha işten attı. İşten atılan Deri-İş üyeleri Aydın Gençaslan ve Yusuf Nalbant fabrika önünde 3 Ağustos’ta direnişe başladı. 3 Ağustos akşamı fabrika önünden Menemen’e bir yürüyüş gerçekleştirildi. Savranoğlu’nun Menemen’deki fabrikasında çalışma koşullarının ağır olması nedeniyle kölelik koşulları hüküm sürüyor. İşçilerin sık sık meslek hastalığına yakalandığı fabrikada yoğun mesai uygulamalarına rağmen işçilerin ücretlerinin gasp edildiği öğrenildi. Fabrikada 3 ayrı taşeron şirket bulunmasına rağmen tüm zorlukları aşarak örgütlenen sendikanın, bakanlık tarafından onaylanan çoğunluk yetkisine Savranoğlu patronu itiraz etti. Direnişi bitirmek için fabrikayı kapatma tehdidini savuran patronun yeni işçi alımı yaptığı açıklandı.


8-9_Layout 2 8/11/11 12:07 PM Page 2

09 Konsolosluk emek

10-20 AĞUSTOS 2011 Halkın Günlüğü

önünde eylem Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan GEA Klima’da lokavt ilan edildi. Patronun yasa dışı olarak lokavt ilan etmesinin ardından işten atılan işçilerin direnişi sürüyor

ğu durum ve taleplerimizin aciliyeti bunu dayatmaktadır. Hükümet gibi siz de emekçileri kandırmaktan vazgeçerek, emekçiler için mücadele etmelisiniz”. Toplu sözleşme ve grev hakkının önündeki engellerin kaldırılmasını isteyen Erdolu, sağlık sistemi piyasanın sömürü çarkına terk edilirken, sağlık ve sosyal hizmet alanında çalışma ortamının hiç olmadığı kadar parçalanarak karmaşıklaştırıldığını belirtti. Uygulanan istihdam politikalarıyla aynı işi yapan emekçiler memur, sözleşmeli, vekil, taşeron işçi diye parçalanırken, aynı işi yapan emekçilere “performans” adı altında farklı ücret verildiğini açıkladı. Erdolu belirgin bir ücret adaletsizliği yaratılarak bu parçalanmışlığın daha da pekiştirildiğini ve böylece sendikal örgütlenmenin önüne yeni engellerin konulduğunu ifade etti. Erdolu, Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü’ne de çağrıda bulunarak SES’in üniversitede yetkili sendika

olduğunu belirterek ekim ayına ertelenen TİS’in beklenmeden, rektörlüğün sendikayla masaya oturması gerektiğini söyledi. Erdolu, genel görüşmelerde ve üniversite yönetimiyle talepler noktasında anlaşmaya varılamadığı takdirde Balcalı Hastanesi’nde olduğu gibi fiili direniş başlatarak greve gideceklerini belirterek sözlerini bitirdi.

Hükümeti uyarıyoruz SES İstanbul Şubeleri İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü önünde eylem yaptı. Basına açıklama yapan SES Bakırköy Şube Başkanı Hıdır Doğan, hükümetin, kamu emekçilerinin toplu sözleşme hakkını tanımayarak, toplu görüşme çağrısı yaptığını söyledi. SES Adana Şubesi, sendika binasında basın toplantısı düzenledi. SES Adana Şube Başkanı Muzaffer Yüksel, toplu sözleşme hakkını görmezden gelenleri uyardıklarını ve sözleşme hakkının uygulanmasını talep ettiklerini ifade etti.

direnişleri devam ediyor Direniş devam ediyor Taksim İlkyardım Hastanesi bahçesinde oturma eylemine devam eden Güllü Hanoğlu, her gün öğle arası yaptığı basın açıklamalarıyla direnişini kamuoyunun gündemine taşıdığı eylemlerine 3 Ağustos’ta da devam etti. Kadın örgütlerinin ziyaret ettiği eylemde Hanoğlu’nu Taksim İlkyardım Hastanesi çalışanları yalnız bırakmadı. Hastane çalışanlarının alkışlarla direnişe destek verdiği eylemde hastane yönetimine seslenen, Hanoğlu: “Asıl işveren olarak karşıma çıkıp ‘hata ettik’ diyemeyen başhekim bizim burada ne kadar çok olduğumuza bir kez daha baksın.” dedi. Hanoğlu’nun direnişte kararlılık mesajları verdiği eylem “Kararlıyız buradayız, örgütlüyüz güçlüyüz” sloganıyla sona erdi.

Çadır eylemlerimiz yeterli doygunluğa ulaştı Kölece çalışma koşullarını dayatan taşeronlaşmaya karşı mücadele ettikleri için 8 ay önce keyfi bir şekilde işten atılan PTT işçileri, dayanışma çağrısında bulundukları çeşitli sendikalardan yeterince destek alamadıkları eylemlilik süreçlerind, yapılan saldırılara rağmen direnişlerine kararlılıkla devam etti. PTT işçileri 5 Ağustos’ta Avrupa Yakası Posta İşleme Merkezi önünde bir basın açıklaması yaparak çadır eylemlerinin yeterli doygunluğa ulaştığını ifade ettiler. İşçiler bu eylemleri bitirme kararı aldıklarını açıklarken artık hukuksal mücadeleye yoğunlaşacaklarını belirttiler.

Basın açıklamasına Ontex işçileri destek verirken direnişteki işçiler adına Cafer Kalağ bir açıklama yaparak: “Bizler en basit hakların bile sermayeye karşı verilecek meşru bir mücadeleyle kazanılacağını biliyoruz. Ancak gelinen aşamada, direnişimizin çadır ayağı yeterli doygunluğu sağlamıştır. Bugün burada çadırlı direnişimizi sonlandırıyoruz” dedi. Taşeron köleliğin kaldırılması için işçi ve emekçilerin birlikte mücadele etmesi gerektiğini açıklayan Kalağ, “Bu hedef doğrultusunda mücadele programını tartışmak için sempozyum gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Tüm duyarlı dostlarımızı sempozyum çalışmasına katılmaya davet ediyoruz” dedi. Yapılan açıklamanın ardından kurulan direniş çadırının toplanmasıyla eyleme son verildi.

GEA Klima’da çalışan işçiler patronun yasadışı olarak ilan ettiği lokavt sonrası işlerinden atıldılar. Sendikalı oldukları için 4 kişinin işten atılmasıyla başlayan süreç, iş yeri temsilcilerinin de aralarında bulunduğu 17 kişinin daha işten atılmasıyla devam etti. İşçilerin direniş başlatması sonucu fabrikaya polis çağıran GEA patronu bütün işçileri işten attı ve lokavt ilan etti. Yaklaşık iki aydır Gebze’de direnişe devam eden GEA işçileri Gümüşsuyu’ndaki Almanya Konsolosluğu önünde eylem yaptı. Fabrikanın Alman sermayesi olması nedeniyle Birleşik Metal-İş Genel Sekreteri Selçuk Göktaş ve Örgütlenme Sekreteri Özkan Atar, Alman konsolosuyla bir görüşme yaptı.

Alman konsolosuyla görüşüldü Görüşmenin ardından basına açıklama yapan Birleşik Metal-İş Genel Sekreteri Selçuk Göktaş, Almanya konsolosuna GEA’da yaşanan gelişmeleri anlattıklarını ve Alman sermayesi olması nedeniyle bu hukuksuzluğa

“dur” demelerini istediklerini aktardı. Göktaş, konsolosun “girişimlerde” bulunacaklarını söylediğini açıkladı. Gerek yerli gerekse uluslararası sermayenin, çalışanların haklarını gasp etme konusunda aynı tavrı gösterdiklerini dile getiren Göktaş, “Bu ülkede sözüm ona yasalar var, bu ülkede sözüm ona sendikalaşmak serbest, bu ülkede sözüm ona hukuk işliyor. Ama hiçbir zaman hukuku işçilerin yanında göremedik. Hukuku hiçbir zaman çalışma yaşamında yanımızda göremedik. GEA’da yaşananlar tam da bunlardır” diye konuştu.

Lokavt ilanı yasal değil Sendikanın olduğu bir iş yerinde patronun yasa dışı bir şekilde lokavt ilan edebildiğini ifade eden Göktaş, buna karşılık yasalarda hiçbir yaptırım olmadığını söyledi. Çalışma hakkının bir insan hakkı olduğunu belirten Göktaş, bu hakkı korumak için Birleşik Metal-İş Sendikası’nın mücadeleye sokaklarda devam edeceğini açıkladı. Konsolosla yaptıkları bu görüşmeden olumlu bir sonuç beklediklerini ifade eden Göktaş, “Eğer sonuç alamazsak bilsinler ki bu mücadele sonuna kadar sürecek, işçilerimizin haklarını patronların ve hükümet yetkililerinin iki dudağı arasında bırakmayacağız. Bizim dosyamızda mahkeme tespitleri ve bilirkişi raporları var” diye konuştu.


10-11_Layout 2 8/11/11 12:12 PM Page 1

10 güncel

Mersin’de binler nükleer’e karşı yürüdü Mersin’in Gülnar İlçesi’ne bağlı Büyükeceli Beldesinde yapılmak istenen nükleer santrale karşı Nükleer Karşıtı Platformun (NKP)öncülüğünde binlerce kişi yürüdü Mersin, Adana, İstanbul gibi birçok ilden gelen nükleer karşıtları Büyükeceli’de buluşarak yürüyüş düzenledi. Nükleer Karşıtı Platform’un (NKP) kurduğu çadırı ziyaret eden nükleer karşıtları Büyükeceli Belediyesi önüne gelerek kortejler oluşturup santralin yapıldığı yere doğru yürüyüşe geçti. 2 Haftadır sendikalı oldukları için işten atılan ve direnişte olan liman işçileri de “Taşerona direndik, Nükleere hayır” yazılı pankartlarıyla yürüyüşteki yerlerini aldı. DHF faaliyetçileri de liman işçilerinin pankartı arkasında yürüyüşe katıldı.

Eyleme asker barikatı Yürüyüş yapılmasına izin vermeyen jandarma yola barikat kurdu. Kitlenin kararlı duruşu sonucunda barikat aşılarak yürüyüş devam etti. Kısa bir süre sonra kitlenin önü tekrar jandarma tarafından kesildi. Jandarma ile platform temsilcileri arasında yapılan görüşme sonrası basın açıklaması jandarma barikatının önünde yapıldı. Japonya’nın büyük teknolojik gücüne rağmen nükleer santral politikasını tekrar masaya yatırdığı sözlerine yer verilen açıklamada AKP hükümetinin nükleer santral yapmaya kalkarak ülkeyi büyük bir tehlikeye attığı kaydedilerek “Bizler, Rusya’nın tamamen sahip olacağı, dünyada denenmemiş W1200 reaktör teknolojisiyle kurulmak istenen Akkuyu Nükleer Santrali’nin enerjide Rusya’ya bağımlılığımızı daha çok arttıracağını, ülkemizi nükleer çöplük haline dönüştüreceğini, yöre halkına iş, aş sağlamayacağını, kurulum amacının Rusya’ya rant kazandırmak olduğunu biliyoruz” ifadelerine yer verildi.

Akkuyu Rosatom’a mezar olacak! Basın açıklamasını bitmesiyle beraber otobüslere binen eylemciler nükleer santral yapımını gerçekleştiren Rusya Atom Enerjisi Kurumu (Rosatom) yetkililerinin kaldığı oteli bastı. Burada otelin güvenlik elemanlarının yaşlı bir eylemciye yumruk atması sonucu kitleyle güvenlik güçleri arasında kısa süreli bir arbede yaşandı. Arbede sırasında bir güvenlik görevlisi yaralandı. Eylem atılan sloganlar ve alkışlarla sonlandırıldı.

Halkın Günlüğü 10-20 AĞUSTOS 2011

Burkay’ın dönüşü ve eşlik edeceği türkü 31 yıllık sürgünün ardından memlekete devlet protokolü ile dönen Kemal Burkay, AKP’li bürokratlarla devletin “demokratik açılım” konsepti içerisinde tebbessüm dağıttı ve “ezber bozuluyor, iklim değişiyor” dedi.

nan Burkay’ın sürgün yaşamının bitmesine neden olan da bu tutumu oldu.

Kürt ulusal sorunu bağlamında devlet tarafından ve liberallerin hem fikir olduğu, “Kürt sorununda iyi şeyler olacak”, “barış kapımızda”, “tarihi fırsat yakalandı” söylemleri içerisinde Kemal Burkay, Başbakan Erdoğan’ın sürece entegre olacak ve Kürt ulusal hareketinin devrimci mücadelesini sekteye uğratacak kesimlere yaptığı ülkeye geri dönün çağrısına kulak verdi.

Burkay kendisine yönelik “Dönüşü devlet projesi” eleştirilerini her ne kadar reddetse de, devlet, Burkay’ın dönüşünü bir devlet projesi olarak işletiyor.

31 yıl önce ülkedeki faşizmin hedefinde olmasından dolayı gittiği Stockholm’den dönen ve İstanbul Havaalanı’nda VIP protokolünde İstanbul vali yardımcısı tarafından karşılanan Burkay, diplomatlara tahsis edilen diplomatik bankodan pasaport işlemlerini yaptırdı ve memleket hasretini bitirdi. Burkay’ın geliş yolculuğunu ve eski anılarını, neler yapıp yapamadığını ve Kürt ulusal sorununda “silahların söylediği özgürlük türküsünü” asla mırıldanmayacağını ve bu türkünün katiyen karşısında olduğunu Radikal köşe yazarı Oral Çalışlar’dan öğrendik. AKP bürokratları tarafından demokrasi şovlarıyla karşıla-

Burkay devlet projesi mi? Burkay’ın memlekete dönüşünde AKP’li bürokratlar Avrupa Birliği Bakanı, Başmüzakereci Egemen Bağış ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile biraraya geldi. Büyük tebessümlerin hakim olduğu görüşmelerde devletin iklim değişikliğine vurgular yapıldı, AKP’nin demokrasi oyunu sergilendi.

Özellikle Bakan Günay ve Burkay’ı bir araya gelmesi öncesinde görüşmenin yapılacağı alanın arkasına Atatürk posteri ve onun üzerine ise Türk bayrağı asılması, devletin Burkay’a atfettiği önemi simgeliyordu. Devletin kırmızı çizgileri içerisinde kabul edilebilir muhalif siyasete izin verileceğini Burkay’ın dönüşüyle gündeme sokan AKP, devletle uzlaşmayan Kürt siyasetçilerine görüşünüz değiştiği anda eski sayfaların açılmayacağı mesajını iletiyor.

Burkay ve beyaz Kürtler platformu Basında ve AKP bürokratları tarafından Burkay’ın şair yönü ön plana çıkartılmak istensede, Burkay’ın ulusal sorunda, “iyi şeyler olması için” PKK’nin silahları susturmasını isteyen fikirleri ve AKP’nin çizgisine güvenmesi,

AKP’nin Burkay’a atfettiği önemin gerçek yüzü. Kürt ulusunun yaşadığı baskı ve katliamları ülkemizde ve dünyada varlığının kabülünü sağlayan, devletin yok etmeye dönük siyasetini örgütlülüğü ile boşa çıkaran ulusal devrimci gerilla şavaşını bir çırpıda kenara atan Burkay’ın, ulusal meselenin çözümü için öne sürdüğü fikirlerinin hiçbirinde zor olmaması, devletin Kürt ulusal hareketinin devrimci dinamik kesimini tasfiye sürecine çekmek için oluşturmaya çalıştığı “Beyaz Kürtler platformu”na adını şimdiden yazdırmak niyetinde gözüküyor. Kürt siyasetçilerin tutuklu olduğu, yurt dışına binlerce siyasetçinin sürgün edildiği bir dö-

DTK Daimi Meclisi ilk

Demokratik Toplum Kongresi Daimi Meclis ve Seçim Komisyonları’nın seçimi yapılarak Demokratik Özerklik projesinin somut adımları için harekete geçildi Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Daimi Meclis’i seçerek çalışmalarına başladı. Yapılan DTK Genel Kurulu sonrası açıklama yapan Cemal Coşkun, genel kurula gözlemci ve delege olmak için katılan HAKPAR- KADEP, EMEP, ESP, Mezopotamya Sosyalist

Partisi gibi partilerin başvurduklarını; Ermeni, Süryani, Ezidi, Keldani, Türkmen, Arap, Azeri, Alevi ve Sünni temsiliyetinin kongrede olduğunu belirtti.

Coşkun, calışmaların hukuk, kültür-sanat, dil ve eğitim, kadın, ekoloji, ekonomi ve istihdam, sağlık, yerel yönetimler gibi toplam 11 komisyondan oluştuğunu ve diyalog içinde ulaşabildikleri ve İslami kesimlerle de görüşmelerinin açıkladı. DTK’nın köy, mahalle, ilçe ve kentlerde meclisler kurarak örgütlendiklerini, çalışmaların yetersiz kaldığı yerlerde ise meclis girişim grubu oluşturduklarını ancak istedikleri tarzda mesafe alamadıklarını aktaran Coş-

kun, buna rağmen kurulan meclislerin kurumsallaşmasını sağlamaya çalışacaklarını ve “Her koşul altında Kürt halkı olarak ‘ulusal varlığımızı koruyacak, özgürlüğümüzü sağlayacağız” dedi. Demokratik Özerklik’e dair değerlendirmeleri, devlet formatıyla yaklaşımı eleştiren Coşkun, “Çatı partisi olarak tartışılan kongrenin alacağı karar doğrultusunda tüm toplum sınıf ve katmanları, azınlıklar, siyasi partiler kendisini bu çatı partisinde bulacak” dedi. Öcalan’a Özgürlük İnisiyatifi, İran operasyonlarına karşı kurulacak komisyon ile Ulusal Konferans, Demokratik Anayasa İnisiyatifi ve Demokratik Özerklik modelinin


10-11_Layout 2 8/11/11 12:12 PM Page 2

11

10-20 AĞUSTOS 2011 Halkın Günlüğü

≫AKP’nin liberalleri medyadan çağrı yapıyor

nemde kendisinin bakanlar tarafından karşılanmasını olumlu bir hava olarak gören Burkay, Demokratik Toplum Kongresi (DTK)’nin çağrısını hiç bir basın toplantısında ağzına dahi almaması, önümüzdeki süreçlerde Burkay’ın neler yapabileceğinin ipuçlarını verdi. Özelikle bürokratlar eşliğinde yaptığı basın toplantılarında AKP hükümetinin, “demokratikleşmeye” olan katkılarını heyecanla karşıladığını anlatan Burkay, böylece AKP’nin ulusal hareketi kıskaca almak için oluşturmak istediği ‘beyaz Kürtler platformu’ içerisinde yer edineceğinin de işaretini vermiş oldu.

Türk hâkim sınıflarının, tek ulus, tek dil, tek bayrak anlayışında somutlanan inkâr ve imhaya dayalı katliamcı, faşist uygulamalarını bugün; “açılım”, “demokrasi” “parlamenter demokrasi” vb. kavramlarla pazarlıyor olması, ülkemizde sol kesim içerisinde ve özelikle sol patentli liberaller nezdinde büyük bir çoşkuyla karşılanmıştı. Ergenekon operasyonuyla başlayan ve bir dönemin devlet tetikçilerinin yargılanmasıyla süren siyasi gelişmeler ekseninde AKP hükümetinin bol keseden dağıttığı demokrasi çalıştayları, “sivil anayasa” girişimleri ülkemizde sol görünümlü küçük burjuva aydınları ve liberal ideologların istedikler burjuva demokrasinin tesisi için umutlarının yeşermesine vesile olmuştu. AKP’nin hükümet olma gücünü kullanmak için her platformda hükümete metiyeler düzen bu siyasi pazarlamacılar, toplumsal muhalefeti arkalarında toplayarak, hükümetin siyasi kulvarına empoze etmeye çalıştılar. Kırk dereden su getirerek devlet geleneğinin değiştiğini ve toplumsal sistemin faşizmden kurtulacağını aktaran bu pazarlamacılar, ülkede dinamik kuvvete sahip olan ulusal harekete ve devrimci yapılara gizliden gizleye artık bu sürece entegre olun çağrısı yapıyorlardı. Belli bir süre bu hatta ilerleyen bu bay ve bayan liberal pazarlamacıların şimdiki yönelimi ise ülkemizde temel meselerden olan Kürt ulusal sorunu ekseninde devletin tıkandığı soluk borularına hava pompalak. AKP eliyle ilerleyen ve PKK’nin devrimci gücünün tasfiyesine dönük olan devletin kirli siyasetine büyük destek sunan bu ideloglar, medyada kendilerine açılan devlet güvenceli kürsülerinden, DTK’ya, PKK’ye yeni sürecin sözde kazanımlarına ve değişen siyasal çizginin kabülüne, artık ‘silah, zor, şiddet’ işinin bittiğine ilişkin davetiye gönderiyorlar. Bu davetiyede her yapısal sorunun AKP önderliğinde parlamenter sitemde çözüleceğini ifade ediyorlar.

Gurbetten dönemeyenleri de hatırlamak lazım Birçok siyasetçi, aydın, yazar ve sanatçı devletin hedefinden kurtulabil-

mek için çıktığı yurt dışında vatandaşlıktan çıkartılarak, sürgün olarak yaşadı. Yazdıkları, söyledikleri ve çizdikleriyle devletin faşist karekterine vurgu yapan bu toplam, devletin kara listesinde halen yasaklılar arasında yer alıyor. Burkay’da bu toplam içerisinde savundukları yüzünden bu listede yer alıyordu. Ancak devletin PKK’yi silahlardan arındırmak için giriştiği tasviye sürecinde Burkay’ın silahsız, zorsuz, parlamenter eksenli fikirleri devletin kabul edilebilir muhalefeti içerisinde yer almaya başladı. Bu yüzden binlerce Kürt siyasetçinin tutuklandığı ortamda Burkay’a devlet protokolüyle dönüşün önü açıldı. buarada belirtmek gerekirki devletin kendisini aklama prjesine net bir tavır alıp sürgünde yaşamayı göze alıp halkın devrimci çıkarları için ölümsüzleşen Nazım Hikmet ve Yılmaz Güney örneği var. Onlar devletin kabul edilebilinir siyasi çizgisine yanaşmadılar. İşte ülkeye dön çağrıları içerisinde, halkın iktidar mücadelesine devrimci sanatçı sorumluğuyla yaklaşan Yılmaz Güney’in o dönemde sürgün ve gurbet üzerine yaptığı bir konuşması halen bize ışık tutuyor. Güney’in 8 Mart 1984’de Paris Kürt Enstitüsü tarafından düzenlenen “Newroz Bayramı”nda yaptığı konuşmayı tekrar hatırlatmak bir aydın-sanatçı kimliğinin nasıl olması gerektiğine vurgu yapacaktır: “Dağlarımız, ovalarımız, ırmaklarımız bizi bekliyor. Biz bütün ömrümüzü gurbette geçirip gurbet türküleri söylemek istemiyoruz. Biz, yiğitlikleriyle destanlar yazmış bir halkız ve önümüzde duran bütün güçlükleri yenecek azme ve güce sahibiz. Türk, Acem ve Arap devrimci demokratları, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkının en candan savunucuları olarak, bu kavganın bir parçasıdırlar ve ortak düşmana karşı savaşmaktadırlar. Ezilen sınıfların sınıf kardeşliği en güçlü silahlarımızdan biridir. Dost ve düşman herkes bilsin ki, Kazanacağız… Mutlaka kazanacağız… Bir köle olarak yaşamaktansa bir özgürlük savaşçısı olarak ölmek daha iyidir.”

toplantısını yaptı yaşamsallaştırılması gibi konuların tartışıldığını ifade eden Coşkun, Daimi Meclis toplantısında Demokratik Özerklik’e ilişkin 6 aylık çalışma programını, kurulan inisiyatifin meşru, demokratik ve yasal çerçeve temelinde hukuki, diplomatik ve eylemsel boyutları olan bir planlamayla çalışmalarının yürütüleceğini belirtti.

Güney Afrika’nın Klerk’i örnek gösterildi Güney Afrikalı hukukçuların Kürt ulusal sorununa ilişkin hazırladıkları son raporda, Kürtlere özerklik ta-

nınması, siyasi tutsakların serbest bırakılması, siyasi davaların durdurulması, yeni ve demokratik bir anayasanın hazırlanması gibi adımlarla müzakereler önündeki engellerin kaldırılabileceğine işaret etti. Güney Afrika Yüksek Mahkeme Yargıcı Essa Mossa’nın 18 Nisan-6 Mayıs 2011 tarihleri arasında Türkiye-Kuzey Kürdistan’a yaptığı ziyarette, edindiği izlenimlerle ve yaptığı görüşmeleri Güney Afrika Ulusal Demokratik Hukukçular Birliği Başkanı ve Cape Town Yargıcı Dr. Joey Moses tarafından kaleme alındı. Kürt so-

runun çözümü için topun Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’da olduğunu belirterek, Apartheid rejiminin son Devlet Başkanı Frederik Villem de Klerk örnek verilmektedir. 1985’te Güney Afrika’da geri dönülemez kararı verme imkanı verilen P.W.Botha’ya demokratik reformlar ilan etmesini beklerken inat ederek tarihe adını yazdıramadığını, ardından gelen Klerk’in ise bu fırsatı değerlendirerek Güney Afrika tarihinden, adını, ülkesinin tarihine yazdırdığını belirtti.

GENÇ YORUM ≫ sinan çakıroğlu BİRİNCİ GENÇLİK SEMPOZYUMUN’NUN STRATEJİK ‘SOL’ MİSTİFİKASYONU

G

erici devlet aygıtının tekrardan formu için – formun niteliği ne olursa olsun-, ezilen kitlelerin haklı tepkilerini kendi sularında, rahmet okutmak üzere şahlanmış elit azınlık, envai çeşit yol deniyor. Emperyalist diktatörlüğün tescilli adresi ABD ve AB emperyalizminin ‘vicdan sahibi ol! Muhafazakâr islam dahi esnedi. Sen ne bekliyorsun?’ “ikazlarından” sonra, 6 okunu sivriltmeye başlayan CHP, hedefine varmak için hazırlıklarını sürdürüyor. “Korku imparatorluğunu” yıkarak işe başlayan, ‘Gandi Kemal’ nitelendirmeleriyle, ezilen sınıfların önüne “sizden” diyerek sunulan Kılıçdaroğlu’nun, “yeni” dönem kadrolarını yetiştirmek üzere atağa geçtiği söylenebilir. Seçim mitinglerinde, en fazla gençlik sorunlarını dile getiren ve sözde bu sorunların çözümünün tek adresinin CHP olduğunu söyleyen Kılıçdaroğlu, hem “sol” parti olma yolunda hem de devrimci hareketin gençlik kitleleri üzerindeki irili-ufaklı etkilerini semirmek üzere, geçtiğimiz haftalarda 1. Gençlik Sempozyumu’nu gerçekleştirdi. Sempozyumda öne çıkan argümanlara göz atıldığında, “halkçı” partinin, halk sorunlarına eğilmesi üzerine nasihatler ile dolu olduğu görülebilir. Bunun yanında ise, “devrimci Kemal” sloganları ve saygı duruşu esnasında kimi gençlerin sol yumruklarını havaya kaldırmaları, CHP’deki “devrimci” romantizmin boyutlarını ortaya sermektedir. Bu romantizm öyle bir hal almıştır ki, Kılıçdaroğlu, konuşması esnasında ’12 Eylül Faşizmi’ hitapları ve Lenin’den aktarmalarıyla tam da “özlenilen” “sol” imajını çizmenin rehavetine girmiştir. Sanırız, Erdoğan “sen çırak bile olamazsın” derken, Kılıçdaroğlu’na haksızlık etmiş. Öyle görülüyor ki, “sol” ve “halkçı” parti olma yolunda Kılıçdaroğlu, ustalık dönemine geçmiş durumda. Eski ile “yeni”yi birleştirme çabaları içerisinde, ‘CHP gençliği hem devrimcidir hem de milliyetçidir’ açıklamalarıyla, misak-i milliyeci gericiliğe “devrimci” kaftan giydirmek herkesin harcı değildir. Her ne kadar “Dersimli” “Türkmen” Kılıçdaroğlu, beklenilen performansı gösteremese de, bil cümle gerici sınıflar, önlerine koyulan görevlerin üstesinden gelebilecek tarihsel yetilere sahiptirler. 1. Gençlik Sempozyumu’nda ortaya çıkan bazı sonuçları özetlersek; Bir; CHP, “halk” partisi olmak için, “sol” versiyonlu gericiliğe ısınma hareketleri yapmaya başlamıştır. Bunun için kadrolaşan ve gençlikle başlayan bir strateji izlemektedir. İki; bir coğrafya gerçekliği olan devrimci geleneğin halk kitleleri üzerindeki etkisini, devrimci-komünist öncüyle buluşmasını engellemek üzere, “nostaljik” ithamlarla, halk gençliğinin sempatisini kendi saflarında örgütlemek istemektedirler. Yine, ‘Kürt sorununun tek çözmek isteyen parti CHP’dir’ açıklamaları, ileriki süreçlerde, Kürt “açılımın” da üstleneceği görevin önemini göstermektedir. Üç; Kılıçdaroğlu vasıtasıyla, ‘12 Eylül faşizmi, solun, devrimcilerin, halkçıların, demokratların, hukukun üstülüğüne inananların üzerinden de bir silindir gibi geçti. Gencecik fidanlarımızı darağaçlarında yitirdik. Bizi siyasetten yani ülke yönetiminden alıkoymak isteyenler hiçbir zaman amaçlarına ulaşmamalıdırlar’ beyanlarında bulunan hâkim sınıflar, halk saflarında ideolojik bir keşmekeşliğe yol açmak istemektedirler. Devrim meselesini sınıf realitesinden uzak, “hak-hukuk” münakaşasına indirgeyerek, reform alanını tek adres gösterip, bahsedilen reformların gerçekleşmesinin garantörü olarak ise CHP’ye işaret etmektedirler. ‘Siyasetin önü kapatıldığı için çatışmalar oluyor’ diyen burjuvafeodal sınıfların temsilci kliği, Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki sınıf mücadelesinin gelişim ihtimallerini üstü “kapalı” ifşa etmektedir. Bir taraftan Türk şovenist kuşatmalar ve askeri operasyonlarla halk güçlerini ve onun devrimci öncülerine saldırmaktan geri durmayan gerici sınıflar, diğer yandan ise, “açılım” ve “yenilik” yalanlarıyla topluma nüfuz edeceği açıktır. Buradan çıkarılması gereken sonuç, baskı aracı olarak faşist devletin “demokratik” eğilim sergilediği değildir. Aksine burjuva demokrasisinin de özü olan, baskı araçlarının (ordu, polis, hapishane vb.) yine burjuva-feodal “reform” siyasetiyle eş orantılı devam edeceğidir. Bazı dönemler “siyasetin” ön plana çıkması, burjuva-feodal devletin sömürücü ve baskıcı özünden vazgeçtiği neticesine varılmamalıdır. Bir avuç azınlığın elinde olan iktidar, en “şirin” döneminde dahi, gerici üretim ilişkilerinin sürekliliğinin bir ihtiyacı olarak ele almaktadır. Bu anlamda, “önü açık siyasete” cevap veren devrimci militan bir kitle çizgisi ama yeni demokratik devrimi gerçekleştirmek ve komünizme yürümek üzere hareket eden Maoist partiye hizmet eden bir kitle çizgisi elzemdir!


10-20 AĞUSTOS 2011 Halkın Günlüğü

Saldırılara karşı devrimc Faşist Türk devletinin “açılım”lar zinciri olarak sunduğu sürecin Kürtlerin ulusal haklarının en dar anlamda tanınmasıyla bile ilgisi olmadığı, tek dertlerinin gerillanın silahsızlandırılması olduğu bütün çıplaklığıyla açığa çıkmıştır. Bu hedefi doğrultusunda ırkçı-faşist saldırıları örgütleyip Kürtleri katliamlarla tehdit etmek, yasal parlamenter alanı ezmek, gerillaya askeri harekat düzenlemek, Kandil’in stratejik alanlarına havadan ve karadan askeri operasyonlar yapmayı planlamaktadır.

Halk Savaşı’nın önemi

Savaşların, diktatörlüklerin son bulduğunu, çağımızda artık barışın egemen olacağını; çok kültürlülük ve farklılıkların bir arada var olarak demokratik cennet yaratacaklarını vaad eden tekelci burjuvazi, Sovyetlerin yıkılmasını işaret ederek tüm kötülüklerin kaynağını sosyalizm olarak göstermekteydi. Bırakalım barışçıl bir dünyada yaşamayı, uyumlu ve barışçıl yaşayan uluslar birbirine düşman edildi; farklılıklar çatışma gerekçeleri haline getirildi ve bölgesel savaşlar ortaya çıktı. Emperyalizm daha da pervasızlaştı, dünyanın ezilip sömürülen ulusları ve halkları üzerindeki zora dayalı egemenliğini daha da katmerleştirdi. Tekelci burjuvazi karını korumak, politik ve siyasi egemenliğini tartışmasız hale getirmek için yarı-sömürge ülkelerin mevcut bağımlı durumunu yeterli göremez oldu ve açıktan işgale girişti. Klasik sömürgeciliği aratmayacak şekilde daha vahşi bir sömürge rejimi kurdu. Irak’taki işgal, emperyalizmin en vahşi, kanlı ve ahlaksız yönünü göstermesi bakımından yeterlidir. Bir milyondan fazla çocuğu katleden sistemin tek tanımı faşizmdir. 21.yüzyılda emperyalist burjuvazinin istek ve kar uğruna yayılma arzularını yerine getirmek istemeyen ezilen yarı sömürge ulusların egemen sınıflarını yeniden dizayn etmek, sistemi mutlak egemenlik altına almak için açıktan işgal edecektir/etmektedir. Ortadoğu ve Afrika’daki halk ayaklanmalarının ortaya çıkardıkları objektif gelişmeleri doğru okumak gerekir. Mevcut kıtalardaki burjuva-feodal diktatörlüklerinin birbirini takip eden egemenlikleri emperyalist tekellerin şu ya da bu grubuna bağımlıdır. Emperyalizm, halk kitleleri üzerinde kanlı baskı politikasına destek verdikleri bu diktatörlükler artık mevcut ekonomik, politik ve siyasi gelişmelere cevap veremez hale gelmiştir. Sistemin sürdürülmesi için bir engel haline gelen diktatörlüklerin yeniden yapılandırılarak, daha ileri görüntü altında burjuva cilalarla parlatılarak daha vahşi diktatörlüklerin inşa edilmesi çabası her bakımdan anla-

şılmaktadır. Halk kitlelerinin haklı, meşru ve özgürlük isteyen açlık ve yoksulluğa “artık yeter” diyen isyanının nesnel devrimci özünden bir şey kaybettirmez bu durum. Emperyalizm, komünist öncülerden yoksun olan halk kitlelerinin devrimci isyanından yararlanmak için her yola başvurmaktadır. Halk düşmanı niteliğini maskeleyerek halktan yana söylemlerle emirlere uymayan diktatörlükleri değiştirmek için ülkeleri bombalama ve işgal etme siyasetini devreye koymaktadır. Libya örneğinde olduğu gibi. ABD’nin başını çektiği emperyalist “halkçılar”, Kürdistan sorununa gelince; Mısır halkının Mübarek’e, Suriye halkının Esad’a,

Sadece Afrika ve Ortadoğu’daki halk isyanları değil, günümüzde Kürdistan sorunu ötelenmeyecek kadar güncel. Ortadoğu’daki gelişmeler, emperyalist ve yerli işbirlikçi güçlerin konumunu doğrudan ilgilendiren bir dünya sorunudur.

Egemen sınıfların uzun vadeli planlamasına bakıldığında, Kürt ve Türk ulusal eşitliğini içerecek bir “barış”ın olmayacağını görmemek mümkün değildir. Kürdistan’da savaşacak binlerce kişilik özel ordu oluşturuluyor. Son modern teknolojiyle donatılmış yüzlerce karakol inşa edildi/edilmektedir. Askeri amaçlı onlarca baraj tamamlanmak üzeredir. Ayrıca teknolojik savaş araçlarının arttırılması

hız kesmiyor. Silah namlularına güller takılmayacağına göre bu hazırlıklar, daha büyük saldırıların gerçekleştirileceğinin açık göstergesidir.

rış” beklerken, Kürdistan dağlarına ve kentlerine yağan kurşun, bomba ve kimyasallarla uyanma şaşkınlığından kurtulunamaz.

Kürt ulusal hareketi ideolojik olarak Kemalizmle ‘kardeşleşmesi’ne, Türk egemen sınıflarıyla uzlaşarak Türk devletini demokratikleştirebileceğine dair hatalı durumunu düzeltmek zorundadır. Aksi taktirde İmralı’da “ba-

Maoist hareket daima Kürt ulusunun devrimci taleplerinin uzlaşmalara kurban edilme isteğine ilişkin devrimci sorumluluğunu yerine getirerek eleştirilerini yürüttü. Türk egemen sınıflarının amacının, komünist dev-

Libya halkının Kaddafi’ye yönelttikleri diktatörlük karşıtlığı eylemliliklerini sözde sahiplendiklerini unutuyorlar ve Kürtlerin özgürlük taleplerini ise “terör” olarak damgalamaya devam ediyorlar. Çünkü çıkarları bunu gerektiriyor. Burada şaşırtıcı bir şey yoktur. Emperyalizm halkların özgürlüğünü değil, kendi kar özgürlüğünü savunur ve bunun için her şeyi de yapar.

Halk isyanlarını doğru okumak


perspektif

ci mücadeleyi büyütelim Suriye’de Esad ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da Kemalist faşist devlete karşı savaşmışlardır, savaşmaktadırlar. Emperyalist güçler her daim Kürtlerin bastırılması ve yok edilmesi için bu devletleri desteklemiştir. Sovyetlere karşı perde görevini yapan bu devletlerin tarihi birbirleriyle yarışacak kadar kanlı, vahşi ve faşisttir. Günümüzde Kürt ulusal mücadelesi emperyalizm destekli uygulanan milli baskıya karşı devam etmektedir. Dili, kültürü ve varlığı tamamen yok edilmeye çalışılan Kürt ulusunun milyonlarca ezilip sömürülen halk kitleleri karın tokluğuna çalıştırılmaktadır. Kürt ulusu emperyalist onaylı, yeni soykırım saldırı tehlikesiyle halen karşı karşıyadır. Ulusal baskı uygulayan, Kürt katliamlarında ittifak kuran dört devletin yeni saldırılarda birlikte hareket etmelerinin altında ekonomik, politik ve siyasi çıkarlarının uyumu yatmaktadır. Yeni değil, tarihsel geçmişi vardır bu ittifakların.

İnkar ve imha devam ediyor

Kürdistan’ın dört parçasından birinde, uzak gerçekleşebilirlik özelliği olsa da birleşik, bağımsız -burjuva anlamda- Kürdistan demek; Türkiye-Kuzey Kürdistan, Suriye, Irak, İran egemen işbirlikçi sınıf ve devletlerin yeniden yapılandırılması anlamına gelir. Söz konusu ülkelerde ve bölgede yüzyıldır kurumsallaşmış şu ya da bu ekonomik bağımlılık ilişkilerinin, enerji hatlarının, doğal kaynaklarının üzerinde yeni güçlerin söz sahibi olması eskilerin güç kaybetmesi anlamına gelir. Askeri, siyasi ve ekonomik yapılanmanın yeniden tesis edilmesi Ortadoğu ve Afrika’da olup biten bir mesele değil, ama her bakımdan kapitalist emperyalist sistemi

rimci hareketi ve Kürt ulusal hareketini tasfiye olduğunu daima hatırlattı, hatırlatmaya da devam edecektir. Bugün İran’ın PJAK’a karşı başlattığı saldırı, emperyalist destekli Türk devletinin de içinde olduğu uluslararası boyutu olan esas olarak da tüm Kürt ulusuna karşı yapılmış bir saldırıdır. Komünist devrimci güçlerin bu saldırıya karşı tutarlı ve kararlı mücadele etme, tavır koyma

doğrudan ilgilendiren bir mesele olarak Kürdistan sorunu dünyaya -öncesini saymazsak- yüzyıllık ağırlığıyla 21.yüzyılda da varlığını arttırarak sıcaklığını korumaya devam etmektedir. Bilindiği gibi Kürdistan’ın dört parçaya ayrılması 1.Paylaşım Savaşı sonrası dünya ve Ortadoğu’nun emperyalist güçler arasında bölüştürülmesiyle sınırları çizilmiştir. Sanıldığı gibi Türk ve Kürt egemenleri arasında bir rekabet ya da savaşla çizilmemiştir. Dolayısıyla Kürtlerin ulusal iradesi emperyalistler tarafından prangaya vurulmuştur. Kürtler, ulusal baskı altına alındıkları devletlere karşı savaşmışlardır. İran’da Molla rejimine, Irak’ta Saddam,

ihtiyacı vardır. Emperyalizm bölgeyi yeniden dizayn ediyor ve Kürtlerin ulusal haklarını elde etmesini istemiyor. Bu gerici saldırılara karşı devrimci demokratik güçlerle bütünleşerek mücadeleyi yükseltmek saldırılara verilecek devrimci cevaptır. Ulusal hareketin hatalarına eleştirilerimizi yöneltirken görevlerimize

Faşist Türk devleti bugün açısından kavramsal olarak Kürtlerin varlığını kabul etmiştir. Lakin yok etmeye dayalı tarihsel politikasından halen geri adım atmamıştır. Kürt ulusal taleplerinin bastırılması çabasında, faşist Türk devleti görünenden çok daha aktif ve önemli roller oynamaktadır. Suriye’de halk isyanının bastırılmasında Esad’a yardım ederken, Kürtlere herhangi bir statü tanınmaması yönünde muazzam bir çaba sarf ederek anlaşmıştır. Güney Kürdistan’ın federatif varlığını tanımama, statüsünü yıkıma uğratmak için her yolu denemesine rağmen başarılı olamamıştır. Bugünlerde ise İran’la birlikte yapılan saldırı bu konsepti yeterince açıklamaktadır. Milyonlarca Kürt yoksulunun İran, Irak, Suriye ve Türk egemen sınıfları tarafından derin ve vahşice sömürüldüğü, zenginliklerinin talan edildiği koşullarda bu devletlerin “öldür ve sömürmeye devam et” siyasetini sürdürmeleri anlaşılırdır.

sarılmak, kendi eksikliklerimizi, hatalarımızı gidererek yeni ihtiyaçları karşılamak zorunludur. Komünist hareket çeşitli milliyetlerden Türkiye-Kuzey Kürdistan proletaryasının devrim uğruna mücadelesinde çelişkilerin derin, ağır ve sancılı yaşandığı Kuzey-Kürdistan’da, Kürt işçi ve emekçi köylüleri arasında örgütlenmesini emperyalizme ve Türk egemen sınıflarının ulusal bo-

Emperyalizm Türkiye-Kuzey Kürdistan’ında dahil olduğu Ortadoğu ve Afrika’yı yeniden yapılandırıyor. Kürdistan’da devrimci dinamiklerin ezilmesi ve itaatkar biçime sokulması için ABD planlı ve Türkiye merkezli yürütülen İran, Türkiye, Güney Kürdistan’ın işbirliğiyle geniş çapta uluslararası bir saldırı başlatılmıştır. Talabani ve Barzani’nin İran ordusunun sivilleri bombalamasına dahi ses çıkarmamalarının altında anlaşmaların yapıldığı açıktır. 16 Temmuz 2011’de İran devletinin PJAK gerilla alanlarına başlattığı askeri saldırının, faşist Türk devletiyle uyumlu sürdürüldüğü ortaya çıkmıştır. İmralı görüşmelerinde “barış” ve “çözüm” bekleyen anlayışlar iflas etmiştir. Mevcut saldırılarla Türk egemen sınıflarının kardeşliği ve barışının Kürtlerin hizaya getirilmesi; gerilla güçlerinin silahlarını bırakıp teslim olmaları üzerine kurulu olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. Faşist Türk devletinin İmralı’da sürdürdüğü “müzakere” olarak sunulan görüşmelerin, Kürtlerin ulusal haklarının en dar anlamda tanınmasıyla bile ilgisi olmadığı, tek dertlerinin gerillanın silahsızlandırılması olduğu bütün çıplaklığıyla açığa çıkmıştır. İran’ın PJAK’a saldırı hedefi gerilhla alanlarını ezmek, darbelemek, Kandil’de üs alanlarının önemli kısmını düşürmek, köyleri boşaltmak, göçe zorlamak, bölge denetimini arttırmak ve kuşatmayı uzun vadeye yaymak iken; faşist Türk devleti içeride milliyetçi saldırıları örgütleyip Kürtleri katliamlarla tehdit etmek, yasal parlamenter alanı ezmek, gerillaya askeri harekat düzenlemek, Kandil’in stratejik alanlarına havadan ve karadan askeri operasyonlar yapmayı planlamaktadır. “Yeni strateji” dedikleri ise bir yandan devrimci dinamikleri ezmek diğer yandan biçimsel yasal düzenlemeler yapmak ve psikolojik savaşa hız vermek, “PKK’de çok başlılık var” denilerek saldırıları gerekçelendirmek ve örgütü parçalamayı hedeflemektedir.

yunduruğuyla sınıfsal sömürüsüne ve de uşaklık eden bir avuç Kürt işbirlikçi sınıflara karşı mücadelesini geliştirmeyi başaracaktır. Uzlaşmaların yarattığı atmosfer içinde beklentilere kapılarak değil, devrimci halk savaşını geliştirerek, özgürlük, eşitlik ve kardeşliğin; gerici sınıfları yıkarak, ancak halk iktidarıyla ulaşılabilineceğini bilerek mücadeleyi büyütmek, tek devrimci yoldur.


14-15_Layout 2 8/11/11 12:20 PM Page 1

14 yaşam

Halkın Günlüğü 10-20 AĞUSTOS 2011

Devletin ırkçılığa ve tekçiliğe dayanan bilinçli politikası bulundukları yerleri ya da yerleşim yerlerini değil çoğu zaman yaşamlarını da alır. Sağ kalanlar ise potansiyel suçludur her zaman. Ya bir polis baskınında ya da ırkçı-faşist saldırılarla açık bir hapishanenin içinde göz hapsinde tutulurlar.

Toplumsal bir dışlanmışlık: Yaşamın uzun ve zorlu yolculuğu bir zindan hayatını andırırtoplumdan dışlananlar için. Kendi dünyalarında bile huzura erişemezler. Yaşadıkları her saniye bir yok oluşu andırır. Ekmeğini kazanmak dahi onlara yasaktır. Kendi zorbalığını onlara yamayarak kurtulmak isteyen egemen sistem azınlıkların üzerinde bir karabasan gibidir. Toplumsal bir abluka içerisinde yaşamaya mahkum edilen Çingenelerden bahsediyoruz. Bazen linçe uğrarlar, bazen polis ve asker kurşunuyla ölürler, bazen de yaşadıkları yerlerde sürgün hayatı yaşarlar. Bulundukları her mekan açık hava hapishanesidir onlar için. Toplumun her kesimine karşı dayatılan bu hapishane Çingeneler de biraz daha fazla baskındır. Ve asla düzenli çalışacakları bir işleri olamaz. Hem sürekli yaşadıkları yerden sürülmeleri buna engeldir hem de hiçbir patron, parababası iş vermez onlara. Çöp konteynırının içinden topladıkları, atıklarla yaşam mücadelesi veren bu insanlar, kadını, erkeği, çocuğuyla; plastik, kağıt, demir vb. atıklarını ayıklayıp çuvalına doldururlar. Hepimiz şehrin bir sokağında mutlaka denk geliriz bu insanlara. Boylarından büyük konteynırların içlerine girerek dönüştürülebilir maddeleri ayıran insanların mücadelisini izleriz sık sık. Fakat yabancısı olmadığımız bu tablo karşısında tepkisiz kalırız. Egemen sistemin bakış açısı yerleşir üzerimize ve kaçarız onlardan. Hani “belaya” girmemek için... Kokuya, mikroba, sağlıksız ortama hiç aldırmayan bu insanlar, hiçbir koruyucu maske kullanmadan, büyük bir emekle karıştırırlar çöpleri. Kılık kıyafeti, elleri, çıplak ayakları ve yüz hatlarıyla yaşadığı hayatın kahredici dramını sokağa ve onu görebilenlerin içine akıtırlar. Bu meşakatli işi yapanlar ise genelde Çingenelerdir. Büyük bir kesimimizin kokudan burnunu tıkayıp

uzak durduğu çöp konteynırları bu insanların geçim kaynağıdır. Oldukça erken saatlerde ziyaret etmek zorundadırlar ekmek kazanlarını, temizlik şirketlerinin araçlarının onlar için ekmeğe dönüşecek olan atıkları, alıp götürmemesi için... Dağa taşa Türklüğün öğretildiği, Türk-Sünni inancının dışında kalanların “gayrı” sayıldığı coğrafyanın Çingeneleri de her sabahı akşama bağlayana kadar ekmek “dönüştürürler” açık hava hapishanesinde. Güneşten kavruk tenleri, basmaları, yazmaları, konuşmaları, hal ve tavırları ile hepimizin bir çırpıda “biçim” olarak fark edebildiği Çingeneler, ülkemizde kendilerine ait özgün kültürleri ile yaşam mücadelesi verirler. Çingenelerin iç yaşamını çoğumuz filmlerden ve belgesellerden toz pembe bir sahne de şen-şakrak görünüşlü yaşamla izlemiş, tanımışızdır. Onlar da bu coğrafyada ve başka yerlerde olduğu ve bugün birçokları gibi ırkçı-faşist yönelimden paylarına düşeni aldılar, alıyorlar! Kendi topraklarında, çeşitli zamanlarda sürgünlere, soykırımlara uğradılar. Fakat onları diğerlerinden ayıran temel faktör, olumlu ve olumsuz yanından bağımsız, daima eğlenen bir tablo çizmeleri. Kendi renklerine bağlılıkları, coşkuları, türküleri ve oyunları ile “keyifli” bir var olma mücadelesi sürdürmeleri...

Nadir zamanlarda hatırlanırlar Ülkemizde nadir zamanlarda hatırlanan Çingeneler, haberlerin özetlerinde veya magazinleştirilen tartışma programlarında, yorumlarla aşağılanarak ve yok sayılarak sunulurlar. Daimi bir görmezlik ve inkarın yol üstü kavşaklarında kimsenin ondan olmayı kabul etmediği bir yaşamın içinde acınarak bakılan bir yaşamı tek başlarına yaşarlar. Kabul görülme duygusu yitik bir serüvenin içinde yalnızlığı “hak” ettirilen Çingeneler, “göründüklerin-

de”de küçümsemelerden, yaftalardan paylarını alırlar! 13-14 ve daha alt yaşlardan başlayarak genç kızların, kadınların yarı çıplak görüntülerini ve şen şakrak hallerini yayınlayıp haberleştirerek onların durumunu “pembe” bir tabloya dönüştürüp yoksulluklarını ve acılarını meşrulaştırırlar. Kadınlara ise bu tabloda çok büyük roller düşer. O “mutlu” tabloyu yaratmak onların muhteşem dans figürlerine, çiçeklerinin güzel kokusuna ve şen şakrak türkülerine düşer. İki büyük çelişki büyük yoksulluk, aşağılanma, yok sayılma ve diğer tarafta “ne eğlenceli insanlar” algısı... Bütün insanların hayatının içinde Çingenelerle ilgili bir hikayesi vardır. Ya Çingene diye hakarete uğramıştır ya da Çingenenin nasıl bir şeytani yaratık olduğuna dair bir hikaye dinlemiştir! Bütün azınlık ve milliyetlerle ilgili aşağılayıcı kötüleyici ve kin tohumları eken hikayeler gibi. Olarla ilgili bahsedilen hikayeler bile kötürümdür, egemen faşist zihniyetin yansıması içselleşmiş halidir.

Çingeneler göçebe yaşarlar ama öyle çok ta keyfiyetten değil. Çünkü onlar tarihi bir sürgünün içerisine hapsedilmiş bir halktır. Sabit bir işte çalışamazlar ya da çalıştırılmazlar, hiç kimse bir Çingeneye iş vermez. Çünkü Çingene denilince ilk akla gelen dışlama veya hakarettir. Onlar ismen bile kabul edilmezler...

fBir toplum kültürel Uzadıkça uzar, Çingenelerin feodal burjuva sistem içerisinde yaşadığı acıları, isyanları. Hakim ulus milliyetçiliği üzerinden diğer milliyet ve uluslara atfedilen aşağılayıcı hikayeler, söylemler toplumu ön yargılarla şekillendiriliyor. Devletin bu bilinçli politikasından dolayı nerede bir Çingene yerleşim yeri, mahallesi varsa, yaratılan şoven ve ırkçı politikalardan dolayı o mahallenin etrafından şekillenmiş ırkçı ve dışlayıcı bir toplum oluşuyor.


14-15_Layout 2 8/11/11 12:20 PM Page 2

yaşam 15

MAYA

HAK ADALET VE DEVRİMCİ TUTUM

A

fKomşusuz sürgün yaşamlar Bu coğrafyada yaşayan Çingenelerin tarihi de, yerleşim ve sosyal yaşantısından koparılmış bir göç ya da daha doğru bir deyişle sürgünleri bulursunuz. Sabit bir işte çalışmazlar gibi görünürler ama bir Çingeneye kalay kolay kimse iş vermez. Baskın kültür içerisinde farklılıklarından dolayı dışlanırlar ve baskın kültür etrafında şekillenen mahallerde asla yerleşim yeri bulamazlar. Baskın toplumun dışında yaşam alanları kuran Çingeneler ise yüzlerce evin yanyana olduğu mahallenin ücra bir köşesinde bütün evlerden yalıtılmış bir meskende komşusuz yaşarlar. Çingeneler daima sürgün, konar göçer yaşamaya zorlanmıştır. Sürekli şehrin dışına sürülenler şehir büyüdükçe var oldukları yerden sık sık daha uzağa itelenirler.

Yıllar önce Beylikdüzü’ne (ki Beylikdüzü o zaman şehrin kilometrelerce dışındadır) sürülen Çingeneler şehrin buraya doğru genişlemesiyle buradan kovuldular. Öyle ki ellerinde tapusu olanlar dahi çıkarılan jet yasalarla malları gasp edilerek, uzaklaştırıldılar. Yine yerlerinden sökülerek Beylikdüzü Gürpınar’da 50 m2’lik barakalara doldurulan Çingeneler, bu alanlar da şehrin içinde kalıp çevresi lüks binalarla dolduğunda yeni bir sürgünün arefesine gelirler. Pahalanan topraklar Çingenelerden alınmak durumundadır. Egemen ırkçı anlayışa göre “işgal” ettikleri toprak onlara ait olmamakla birlikte iyi rant sağlayacaktır ve Çingeneler zaten orda yapılacak lüks konutlarda yaşamaya layık değildir.

Çingeneler Sabahın ilk ışıklarıyla sokaklara ve sanayi alanlarına dağılan Çingeneler bırakalım insani yaşam koşulları içinde yaşamalarını, sadece hayatta kalabilmek ve bir lokma ekmek için günlük hakarete uğrarlar... İs, pas, kir içinde; sağlıksız koşullarda plastik naylon, kağıt, demir ve benzeri maddeler toplayıp bu malzemeleri geri dönüşüm fabrikalarına satarlar. Ancak işin önemli iki boyutu var. Bunlardan biri, aynı işi yapan bazı küçük esnaflar demiri 0,75 Kr, naylonu 0,80 Kr, kağıdı 0,15 Kr’a satarken, alıcı firmalar o hayatın derin çizgilerini ellerinin nasırlarında ve alınlarında taşıyan o insanların avuçlarına üç kuruş tutuşturarak ellerindeki almaktadırlar. İtiraz etme hakları dahi elindekileri satamamakla cezalandırılır. Ve milliyetçi, aşağılayan bir vurguyla kapı gösterilir. Yani o kir içinde çöplerden toplananlarda bile ayrımcılığın, dışlanmışlığın hedefidirler. Herkes on verilirken Çingeneye bir buçuk çok olur. Yaşadıkları dramı, kir ve pasın içinde nasır tutmuş bu insanların yüzlerindeki gülümseme ve şen şakrak hallerinde gizlenir. Bize öğretilen bu önyargılarda onlar

insan olarak dahi yer edinemez. Herhangi bir nesne olarak belleğimize sıkıştırılmaya çalışılır. Bu dışlanmışlığın yarattığı göç dalgasında sürgün bir hayata mahkum edilirler. Evleri olmaz. Olanlar ise sürgün edilir ve sokağın ortasına atılır. Ne de olsa Çingenedir. Hukuk zaten bütün ezilen emekçiler, azınlıklar ve ezilen uluslarda olduğu gibi onlar içinde dengesizdir. Mahkemeye haklı gider haksız olarak çıkar. O açıdan ev tapusu dahi olsa, orası onlara ait değildir. Yalnızca burjuvaların lüks apartmanlarının manzarasını bozuyor diye evi barakası yıkılır. Yine mahallelere sokulmayan, herhangi bir hırsızlık olayında potansiyel suçlu görülen, bir milliyet, halk olarak kabul edilmeyen ve tarihte de soykırımlara maruz kalan Çingeneler, panzerler eşliğinde yüzlerce polis tarafından gece yarısı operasyonlarıyla evleri basılır, yerlerde sürüklenir. Kitlesel olarak karakollara çekilip sorgudan geçirildikten sonra burjuva feodal-medya önünde “uyuşturucu ticareti” başlıklı hikayelerle topluma teşhir edilirler.

birikim üzerinden insanlaşır ve özgürleşir İnsanı, toplumları, dünya ve özgürlüğü kazanmanın ve ileri taşımanın en önemli yolu toplumların kültürel geçmişlerini bulmak ortaya çıkarıp onu sahiplenerek geliştirmekle mümkündür. Yeryüzünün bütün renkleri olmadan ve halklar tarihsel köklerine sarılmadan asla bir özgür gelecek inşa edilemez. Bunun aksine hiçbir halk kendini inkara zorlayana karşı hoşgörülü olmayacağı gibi, hiçbir başka kültürün boyunduruğunu da kabul etmeyecektir. Eğer insanı kültürel, sosyal özünden koparırsanız, onu kendi benliğinden koparmış olursunuz. O

zaman da insan benliği kaybolur ve karşınızdaki insandan başka bir yaratık haline gelir. Çünkü insan özü gereği sosyaldir ve o sosyal özü tarihsel, kültürel birikimiyle sarmalandıkça insanlığı çoğalır ve zenginleşir. Topraklarından sık sık koparılan ve sürgün yaşama hapsedilerek en aşağılananlardan olan Çingenelerin kültürel varlığı da bu renk cümbüşünün bir parçasıdır. Onlar ne dizilerin komikleri, ne sokakların çiçekçileri, ne uyuşturucu tüccarı, ne hırsız... Onlar ezilen bütün bir toplamın, halkın bir parçası... Var olmak, ısrarlar var olmak en büyük kazanımları...

≫ arıf bilgin

dalet, şimdilerde her zamankinden daha fazla insan zihnini meşgul eden bir konu oldu. Arapça olan bu sözcük, “hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk, türe“ diye tanımlanır. “Hak“ ile “adalet“ birlikte söz konusu olan iki kavramdır. İnsan, insanlaşmaya başladığı andan itibaren bu ikisini kendi dillerinde üretti. “Hak“, “adalet“ sözcüğüne temel olan ilk sözcüktür. Öylesine ki dilimizde tanrının adından biridir; “hak“, aynı zamanda tanrı demektir. Bu durum, hakkın kutsallığını anlatır. Demek ki bizim Adanalıların haksızlığı “allahsızlık“la eşit görmeleri manasız değilmiş. Elbette, bu kavramlar insanlar ve insanlar arası ilişkilerle ilgilidir. “Hak“, iktidar ve erk sahiplerinin dışındaki insanlarda bulunur, “adalet“ ise, güçlülere, iktidar sahiplerine ait olup onların hak karşısındaki tutumunu formüle eden, yasa ve hukuk, bu formülasyonun ayrıntılandırılmasından başka bir şey değil. Tabii ki, “iktidar“dan, sadece devlete egemen olan bir güç anlaşılmaz, günlük yaşamda da, eşitsizler arasında, güçlüler ve zayıflar arasında da daima yaşanır; günlük hayatın küçük iktidar sahipleri de vardır. Ne var ki, en gelişmiş ve genelleşmiş haliyle devlet iktidarından sözediyoruz. Devlet, aslında, en güçlülerin kendi kendine örgütlü gücü, iktidar aygıtıdır. Her aşamada iktidar, bir takım ayrıcalıklar ve araçlarla gerçekleştirilir. “Hak“lar da, çok geniş bir yelpazeye yayılıyor ve kuşkusuz hepsi çok önemlidir, ama bazıları vardır ki, insanın, insan olarak varlığı ile ilgilidir, doğal ve kaçınılmazdırlar, bir iktidar biçiminin, adalet ve hukuk sisteminin de sınırlarını temsil ederler. Onlar ihlal edildiğinde, tıpkı doğa yasalarının ihlal edilmesi gibi bir durumla karşı karşıya gelinir. İnsanların doğuştan gelen haklarını sistemli ve bilinçli biçimde ihlal eden her iktidar günün birinde yerle yeksan olmaktan kurtulamaz. Biz sosyalistler, sömürü sisteminde baskı, zorbalık ve haksızlıkların kaçınılmaz olduğunu biliriz, sömürü var olduğu sürece, haksızlık ve haksızlığa dayanan bir adalet ve hukuk düzeni kaçınılmazdır. Sömürü ve ayrıcalıklı sisteme son verilmeden gerçek anlamda hakka dayalı bir adaletin var olamayacağı insanlık tarihinden bilinen bir gerçektir. Ne var ki bu, her saat ve her fırsatta haksızlıkları, adaletsizlikleri protesto etmekten geri kalmayı gerektirmez. Sosyalistler, kime yapılırsa yapılsın bütün haksızlıklara karşı çıkmayı bir hayat prensibi olarak kavrayan insanlardır. Yalnızca kendilerine karşı yapılan haksızlığa karşı çıkan ama ötekilerin uğradığı haksızlıklara sesini çıkartmayan insanlar, bencil insanlardır ve sosyalist olamazlar. Ancak kime yapılırsa yapılsın bütün haksızlıkları sistemli ve içten bir kararlılıkla protesto ettiğiniz zaman, ezilen, baskı gören, hakları çiğnenen, sömürülen bütün insanların güvenini kazanabilir ve gerçek anlamda hakka dayalı bir adalet düzenini kurma şansı yakalayabilirsiniz. Yaşanan ağır toplumsal haksızlıklarla doğrudan ve anlaşılır biçimde ilişkilendirilmemiş hiçbir devrimci savaş ve eylem, ne kadar kahramanca, ne kadar özverilice, ne kadar devrimci nitelikte olursa olsun toplumsal dönüşüm süreçlerine etki edemez ve yığınlardan kopuk biçimde tükenir gider. Oysa bunlar doğrudan halkın yaşamıyla ilişki içinde gerçekleştiğinde, daha ilk anda büyük devrimci sonuçlar doğurabilirler. Haksızlıkları protesto ederken, bu haksızlıkların “çok büyük“ veya çok “küçük“ olmalarının bir önemi yoktur, onlar öz itibariyle aynıdır. Hatta denilebilir ki, “küçük“ gibi gözüken haksızlıkların protestosu, devrimci toplumsal eylemin daha derinlemesine geliştirilmesi olanağı da taşıyor. Öte yanda hem kendimizi ve hem de devrimci toplumsal eyleme katılmak isteyen yeni insanları sağlıklı biçimde demokratik bir ruhla eğitme sonucunu da doğurur. Ülkemiz, günlük olarak yaşanan insafsız, acımasız haksızlıklar denizidir. Bu haksızlıklara her fırsatta karşı çıkmak, protesto etmek yalnızca demokrat olmanın gereği değil, aynı zamanda halkın demokratik eylemlerinin birleştirilmesinin de zorunlu bir yoludur. Tek tek özgün sorunlara dayalı tekil protestoların geniş çaplı büyük toplumsal eylemin bir parçası haline getirmeyi ancak devrimci politik bir parti başarabilir. O yüzden bu parti, günlük patlayıp sönen büyük-küçük bütün haklı protestolara katılmalı ve kucaklamalıdır. Boş büyük laflar etmektense gerçek işlerle iştigal etmek daha iyidir.


16-17_Layout 2 8/11/11 12:24 PM Page 1

16 dünya haber

Halkın Günlüğü 10-20 AĞUSTOS 2011

LONDRA’DAKİ “DEVRİM”İ ANLAMAK!.. Yüksel Akkaya Kafalarımız çok karışık. Kapitalizmin medyasına bakarsak, Londra’da uyuşturucu/kaçakçılık işlerine bulaşmış birisinin öldürülmesinden kaynaklanan bir öfke var, Londra’da başlayan ve giderek yaygınlaşan. Üstelik bu öfke az buz değil, sarsıcı! Kapitalistler bu konuda çok net: baldırı çıplakların geçici öfkesi, yağması! Peki solun kafası? Orası tam bir muamma! Bir izi süren sol cenah bir Los Angeles, bir Paris başkaldırısı var mı diye sorguluyor ( ilk günlerde benim gibi). Hay Allah, gözden kaçırdıysam bağışlasınlar, bu tür şeyleri önemseyen anarşist cepheden de pek bir “ilk” çıkış yok gibi, nedense? Çok doğru, çarpıcı bir tespittir: Kitlelerin ne zaman, nerede, ne yapacağı belli olmaz. Ama o kadar çarpıcı bir başka bir şey vardır: Sanayileşme sürecinde her atölye ne kadar bir isyanın merkezi ise, şimdi her yoksul mahalle, bölge, kent de bir o kadar isyanın merkezidir. Velev ki nedenleri çok farklı olsun. Londra “devrim tezleri” kadar, başkaldırı tezlerini de sorgulamaya çağırıyor solu/sosyalistleri. Şimdi “revizyonizm” zamanı düşüncelerimizde, olumlu anlamda, solun “kaba” suçlayıcı ve kısıtlayıcı dili ile değil. Önce: Devrimler tarihi Rusya: İşçi eksenli devrim artı parti. Çin: Köylü eksenli devrim artı parti. Küba: Gerilla eksenli devrim artı parti.

Sonra? ….. Yakın zamanlarda neredeyse öğrenci hareketli bir devrim olanağı ama partisiz başarı? Yakın zamanlarda Los Angeles, Paris gibi yerlerde başlayan “baldırı çıplaklar” başkaldırısı, ama partisiz! Şimdi, Londra’da yeni bir evre: Solun/sosyalistlerin, nedense sosyalistlerce de suçlu görülen, kapitalizmin suç ve ceza evreninde başlayan bir başkaldırı! Ve, söylenecek sözü, evirme, çevirme… Bunlar da yoksul, işsiz, en diptekilerin çocuklarının “bulaştığı” evrenin bir “garip” tepkisi… Soru şu: Kimdi bunların “ataları”? Kimdir bunlar? Neden, niçin rahatsızdırlar? Rahatsızlıklarının temel kaynağı kapitalist sistem mi? Kendisi için “kitle” olamadan, “kendiliğinden” bir kitle olarak mı başkaldırıyor? Ve, toplumsal rahatsızlığı dile getiren bir başkaldırı ise sola/sosyalistlere düşen bir kör ahlakçılık mı yoksa ilgilenmesi ve toplumsal muhalefetin/mücadelenin bir bileşeni olarak görmesi gereken bir isyancı kesim mi? Duygusu/tepkisi doğru olsa da hedefleri zaaflı olsa da?

21.yüzyıl Londra’da siyahi bir gencin polis tarafından vurulması ile başlayan eylemler kenti abluka latına almış durumda. Bölgeye çok sayıda polis gücü sevk edilirken yüzlerce kişi gözaltına alındı

Zor soru şu: Kimdir devrimin/sosyalistlerin müttefiki? Kapitalizmin ahlak sınırları içinde kalanlar mı? Kapitalizmin mahkum ettiği/yarattığı kesimler mi?

İngiltere yoksulların isyanı ile sarsılıyor. Geçtiğimiz günlerde Londra’nın yoksul bir semti olan Tottenham’da 29 yaşındaki Mark Duggan adlı siyahi gencin polis tarafından vurulmasıyla başlayan olaylar bir çok bölgeye sıçradı.

Evet, “Dünyanın bütün işçileri birleşiniz!”, evet, ama, “Dünyanın bütün lanetlileri de birleşiniz!”.

Birmingham, Liverpool ve Bristol şehirlerine sıçrayan olaylarda birçok aracın ve iş-

yerinin tahrip edildiği ifade edilirken bir polis merkezinin de ateşe verildiği öğrenildi. Yüzlerce kişinin gözaltına alındığı olayların yoksul bir bölgede başlaması, yoksulların isyanı olarak adlandırılıyor. Polise karşı aşırı bir tepkinin olduğu bölgede gençlerin polislere karşı tepkili olduğu bunun nedenlerinin de polisin burada sürekli bir taciz ve tehditkar davrandığı ifade ediliyor. Çıkan olaylardan sonra çok sayıda polis gücü olayların yaşandığı bölgeye sevk edildi. Çıkan olaylarda yüzlerce genç eylemci gözaltına alındı. Polis, çıkan olaylara müsamaha göstermeyeceğini, gözaltına alınanların tutuklanarak cezalandırılacağını ifade etti.

Suriye’de katliama Suriye’de mart ayında reform talebiyle başlayan rejim karşıtı gösterilere Suriye ordusu katliamla cevap veriyor Suriye ordusu, yüzlerce kişinin yaşamını yitirdiği Hama kentinin ardından rejim karşıtı gösterilerin yapıldığı, ülkenin doğusundaki en büyük kent olan Deyr el-Zor‘a girdi. 50’den fazla kişi yaşamını yitirdi ve birçok kişi yaralandı. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi Başkanı Rami Abdel Rahman, Suriye ordusunun yarım milyondan fazla kişinin yaşadığı Deyr el-Zor kentinin birkaç bölgesine onlarca tank ve askeri araçla girdiğini söyledi. Rahman, kentin en az 3 semtinde silah ve patlama sesleri geldiğini aktardı. Kentin ordu tarafından en

az 250 tank ile kuşatıldığını belirten Rahman, saldırı nedeniyle çok sayıda kişinin kentten kaçmaya çalıştığını dile getirdi. Ülkedeki gösterileri organize eden Yerel Koordinasyon Komitesi de ordunun kentte en az 9 semte girdiğini kaydetti. Bu bölgelerde de şiddetli patlamaların olduğu bildirildi. Tank ve zırhlı araçlar, kente girdikten sonra ağır bombardıman başlattı. Muhalifler, gürültülü patlama ve makineli tüfek sesleri geldiğini belirtiyor. Elliden fazla insanın yaşamını yitirdiği katliama ilişkin, eylemleri örgütleyen Yerel Koordinasyon Komiteleri, 9 bölgenin saldırı altında olduğunu, fakat en ağır saldırı ve en büyük kayıpların el-Joura’da olduğunu bildirdi. Deyr el-Zor kentinde bütün hastaneler kapatıldı ve yaralılar, camilere kurulan kliniklerde tedavi ediliyor. Ölenlerden bazılarının,


16-17_Layout 2 8/11/11 12:24 PM Page 2

dünya 17

ELEŞTİRİ SİLAHI

MANİDAR ORTAKLIK: SAİD NURSİ -1ırrı Süreyya Önder, 7 Ağustos tarihli Zaman gazetesinde Bünyamin Köseli’ye bir mülakat vermiş. Mülakatın, Said Nursi ile alakalı olan kısmı oldukça önemli. Said Nursi hakkında Köseli’nin sorularını ve Önder’in verdiği cevapları aynen okuyalım:

S

“Dayınız Adıyaman’da Risale-i Nur okuyan bir avuç insandan biriymiş. Dayınızla ilgili neler var anılarınızda? “Önder: O zamanlar üzerlerinde büyük bir polis baskısı vardı. 1520 kişilerdi ve her gün bir eve toplanıp birlikte kitap okurlardı. Ben de o dönem bu toplantılara katıldım. 13 yaşıma kadar Risale-i Nur kitaplarını okudum.

ingilteresi ‘Sosyal’ devlet çöktü Ekonomik krizin etkisinin her geçen gün biraz daha arttığı Avrupa’da, işsizlik oranları yükselirken, İngiltere’de ciddi bir artış gösterdi. Çıkan olayların işsizliğin yoğun olarak yaşandığı bölgede, Tottenham’da başlaması yoksul ve işsiz olan gençleri potansiyel suçlu pozisyonunda değerlendirilmesine yol açıyor. Polisin de bu durumu kullanarak baskı yaptığı ifade edilirken 29 yaşındaki Mark Duggan adlı siyahi gencin vurulmasının da olayları tetiklediği söyleniyor. Öte yandan polise ateş açtığı için vurulduğu öne sürülen Mark Duggan hakkındaki incelemeyi yapan bağımsız Polis Şikayetleri Komisyonu böyle bir kanıta rastlanılmadığını ifade etti. Olayın görgü tanıkları da Dug-

gan’ın ateş açtığını görmediklerini söylediği öğrenildi. Soğuk savaş döneminden sonra sosyal devlet olgusunun hızla terk edildiği Avrupa’da kazanılmış hakların geri alınması emekçilerin tepkisine neden olurken bir çok Avrupa ülkesi grevlerle sarsılıyor. İngiltere Başbakanı David Cameron’un sosyal politikaları terk etmesiyle bu işsizlik dalgasının yayıldığı ve halkın yoksullaştığı söyleniyor. Yoksulların yaşadığı bölgelerinde bundan kaynaklı süreli baskı altına alındığı ve son yaşanan olayların nedenlerinin buna dayandığı ifade ediliyor. Geçtiğimiz hafta Cumartesi başlayan olaylar, Londra dışında birçok kente yayılarak devam ediyor.

Hâlâ devam ediyor musunuz Risale-i Nur okumaya? “Önder: Evet. Kitaplığımın en üstünde durur külliyatım. Ben defalarca farklı gözlerle bakmaya çalıştım Risale-i Nur’lara. Bediüzzaman’ı hayatımın çok önemli bir yerine koydum. Hayatının bütün dönemlerinde zulme uğramış bir insan. Bediüzzaman’ı sadece Kürt kimliğiyle okuyanlar hataya düşerler. O, Kürt milliyetçiliği yapmamıştır. Nurların en önemli yanı imanın ihyasıdır. “Bugünden bakıldığında Bediüzzaman’ın yıllar önce sunduğu ve Kürt-Türk kardeşliğini imar edecek fikirleri ne anlam ifade ediyor? “Önder: Devlet bu treni kaç defa kaçırmıştır maalesef. Halkına baskı uygulamış, ona git, buna gitme, şunu yap, bunu yapma diyerek halkı yönlendirmeye çalışmıştır. Bugün çözüm için Bediüzzaman, bir aydın, bir öncü olarak kabul edilebilir. Çok geç değil.” Evet, Önder’in Said Nursi’ye biçtiği önem ve onun hakkında söyledikleri bu kadar. Uzun bir zamandır, Said Nursi üzerine çalışmaktayım. Onun ve öğrencilerinin kaleme aldıkları takriben altı bin sayfalık Risale-i Nur külliyatını hemen hemen, yarılamış durumdayım.

devam! mezarlığa götürmek mümkün olmadığı için bir parka gömüldüğü belirtiliyor. Deyr el-Zor’da bu katliam yaşanırken Hama’da da saldırılar sürüyor. Yerel Koordinasyon Komiteleri, Hama’da son bir haftada 300’den fazla kişinin öldürüldüğünü ifade ediyor. Suriye’de Mart ayında başlayan isyan nedeniyle bin 650 kişi yaşamını yitirdi, on binlerce kişide tutuklandı. Suriye’de katliam devam ederken, emperyalist devletlerin sürece dair planları da işliyor. NATO birliklerinin saldırdığı Libya’da muhalifler ve Kaddafi arasındaki çatışmalar hala devam ederken, Suriye için de doğrudan “müdahale”de dahil olmak üzere birçok plan yürürlüğe konulmuş durumda. Bu operasyonda özel görev biçilen Türk devletine arabuluculuk görevi verildiği orta-

dayken, bu özel görev yapay çatışmayla Türk devletinin ABD’den bağımsız hareket ettiği izlenimi yaratılarak ABD kaynakları tarafından açıklandı. Diplomatik ilişkilerin sürdürülmesi gerektiğini savunan Türk devleti aba altından sopa gösterirken Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüşme yaptı. Yapılan görüşmede Davutoğlu, Suriye sorununun Türk devletinin iç sorunu olarak tanımlayan Erdoğan’ın ve Gül’ün mesajlarını ilettiğini ve temennilerini dile getirdiklerini ifade etti. Esad’a reformların yapılması yönünde adım atması gerektiğini hatırlattıklarını dile getiren Davutoğlu, şimdiden bir şey beklemenin doğru olmadığını ifadelerine ekleyerek, “bu sürecin alacağı şeklin sadece ve sadece Suriye halkının iradesini yansıtacak şekilde tecelli etmesi lazım” dedi.

≫ emrah cilasun

Aşağıda okuyacağınız makalede Önder’in söylediklerine maalesef neden katılamayacağımı anlatmaya çalışacağım.

“Said Nursi’siz bir Türkiye’nin maneviyatı noksan kalır.” (Recep Tayyip Erdoğan) Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisi (paradigması) olarak bilinen Kemalizm temellerinden sarsılmaktadır. Rejimin, 80 küsur senedir “tehdit” olarak algıladığı Siyasal İslam ve Kürt milliyetçiliği, toplumu bir arada tutması düşünülen Kemalist tutkalını işlevsiz hale getirmiştir. Siyasi ve iktisadi açıdan yapısal bir

değişiklik geçirmekte olan Türkiye’nin yöneticilerinin, toplumu bir arada tutacak yeni bir paradigmaya ihtiyacı vardır. Son dokuz seneden bu yana, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin iktidarında dinin, Türkiye’de gözle görülür ölçüde tekrar öne çıkartıldığı göz önünde bulundurulacak olursa, yeni paradigmanın din ekseni üzerine bina edileceğini düşünmek hiç de hayalci olmaz. Konsensüs adlı araştırma şirketinin yaptığı “Türkiye Gündemi Mayıs 2011” başlıklı ankete göre, Türkiye’de her 100 kişiden 6’sı dini cemaat üyesidir. Türkiye’de 375 yerleşim merkezinde yapılan araştırmaya göre, en çok mensubu olan yüzde 61,8’le Fethullah Gülen Cemaati’dir. (Radikal, 22 Haziran 2011) Fethullah Gülen cemaatinin kendisine rehber aldığı dini otorite ise Said Nursi’dir. Said Nursi ve onun dünya görüşü, Siyasal İslam olmakla birlikte ne Taliban’a, ne İran İslam Cumhuriyeti’ne ne de Suudi Arabistan’a benzemektedir. Nursi’nin İslam yorumu ve ona bağlı pragmatizmi, başından beri yarı Batılı, yarı Doğulu Türkiye’nin siyasi ve iktisadi hayatına entegre edilmeye çalışılmıştır. Nursi’nin bu çabası bugün, Batı’da “Ilımlı İslam” olarak adlandırılan İslam’la uyumluluk içindedir. Her yıl anısına törenler düzenlenen, hakkında sinema ve belgesel filimler çevrilen, üzerine yüzlerce kitap ve makaleler yazılan Said Nursi’nin düşün dünyası ama özellikle de pragmatizmi, onun eğitiminden geçmiş olan AKP kadrolarının iç ve dış politikada esin kaynağını oluşturmaktadır. Günümüzde, Türkiye’nin, Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’yu da içine alıp, ta Ön Asya’ya, Balkanlar’dan Kafkasya’ya kadar bölgesinde, Globalizmin taşıyıcı sütunlarından biri olma iddiasında olduğu bilinmektedir. Bu iddiasını gerçekleştirmek için, ilkin Türkiye’nin kendi içinde bir istikrar sağlaması gerekmektedir. (Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 2001) 30 senedir sürmekte olan Kürt savaşı, söz konusu olan istikrarın sağlanmasının önündeki en büyük engeli teşkil etmektedir. Said Nursi burada AKP açısından önemli bir yapıştırıcı tutkal işlevi görmektedir. Sırrı Süreyya Önder’den daha sekiz ay evvel AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik bakın ne demiş? “Cumhuriyetin başında Cumhuriyeti kuranlar eğer Said Nursi’yi dinleselerdi, Said Nursi yeteri kadar anlaşılsaydı, bugün Doğudaki Kürt gençler içerisindeki Kürtçülük; batıdaki Türk gençler içerisinde Türkçülük gibi bir ırkçılık hareketi olmazdı.” (Uluslararası 9. Said Nursi Sempozyumu, İstanbul 3-5 Ekim 2010, Açılış Konuşması)


18-19_Layout 2 8/11/11 2:46 PM Page 1

18 röportaj

Avrupa’yı etkisi altına alarak iyiden iyiye bir bunalıma sürükleyen krizin yansımaları devam ederken, işçi ve emekçiler sokaklara iniyor. Krizin bütün yükünü ödemek zorunda bırakılmaya çalışılan Yunan halkı, kazanılmış haklarının gasp edilmesine karşı grevler örgütlüyor, eylem yapıyor. Geçen sayımızda Yunanistan Komünist Örgütü (KOE) ile yaptığımız söyleşide Yunanistan’da son yaşanan gelişmeleri konuşmuştuk. Bu söyleşimize Radikal Sol Koalisyon (SİRİZA) milletvekili Vasilis Mulopulos ile devam ediyoruz.

fYunanistan büyük bir ekonomik krizin pençesinde. Krizin sosyal, siyasal ve ekonomik sebepleri nelerdir? Yunanistan’daki gelişmeler dünyadaki gelişmelerin bir parçasıysa, bu gelişmelere bir ad koymamız ve haritasını çizmemiz gerekir. Adı bence küreselleşmiş kapitalizmdir ve harita bütün gezegendir. Yunanistan’ın borcu modern kapitalizmin sistemik krizi ile yakından bağlantılıdır. ABD ve AB tarafından krizin neo-liberal yönetimi, krizin mali sektörün yetersiz kontrolü sonucu ortaya çıktığını ve devletlerin serbest rekabet önüne engeller koymasından kaynaklı olduğunu öne sürüyor.

Halkın Günlüğü 10-20 AĞUSTOS 2011

İnsanlık için vazgeçilmez görev:

Sosyalizm

Sosyal demokrasi Yunanistan’da da Avrupa’da olduğu gibi 80’li yıllarda sınıf savaşının sonu ilan edildiği zaman ve küresel kapitalizm yerleşmeye başladığı zaman öldü. PASOK ve Avrupa’nın post-sosyal demokrat partileri sorunun bir parçasıydılar. 18. yüzyılın sonlarına kadar olduğu gibi kapitalizmi “iyileştirmek” istemiyorlar.

fEkonomik krizin derinleşmesiyle birlikte Yunan kamuoyunda tepkiler de arttı. Hükümet kabine değişikliğini krizden çıkmanın bir adımı olarak kamuoyuna yansıttı. Yapılan kabine değişikliğinin krizin aşılmasına katkısı olabilir mi? İşçi hareketi ve meydanlardaki halk hareketi, genel grevler ve büyük gösteriler, halkın öfkesini “ulusal bütünlük” çözümüyle boşaltmak isteyen sistemi sarstı. Hükümet hiç kimseyi ikna edemiyor. Bunu her gün meydanları dolduran ve greve giden Yunan halkı ve emekçileri doğruluyor.

Yabancı düşmanlığı yaratılıyor fYunanistan’ın içinde bulunduğu krizin sonucu, aşırı milliyetçi ve ırkçı kesimlerin güçlendiği tespiti sizce doğru mu? Öyle ise bunun nedenleri nelerdir?

fEkonomik krizin nedenlerinden biri maaş

Yabancı düşmanlığı ve ırkçılık merkezi hükümetin politikalarıyla yakından ilişkilidir. Hükümet yabancı düşmanlığı kartını zaman zaman politik gelişmelerin masasında oynamıştır. Atina merkezinde, özellikle Asya ve Afrika ülkerinden gelen göçmenler aleyhine neo-Naziler tarafından bir pongrom yaratılmasına göz yummuştur. Memorandum Yunanlıları da, Dublin II Anlaşması’yla zaten zor bir kaderle karşı karşıya kalan mültecileri de yıkıma uğratıyor. Ekonomik göçmenlerin çoğunluğu için Yunanistan, zaman alan ve sonu gelmeyen ikamet izni işlemleri, Avrupa mahkemlerinde de mahkum edilen kabul edilemez tarzda süren siyasi iltica işlemleri, resmi belgelerin ve başka Avrupa ülkelerine gitmek isteyenlere seyahat hakkının tanınmaması gibi nedenlerle “açık bir cezaevi” dir.

artışları olarak görülüyor. Bu söylemin gerçeklik payı nedir? Halk karşıtı önlemlerin zemin bulması için yapılan, bütünüyle yalan propagandaya dayalı bir argümandır. Atina Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nün yayımladığı verilere göre, 19952008 döneminde özel sektörde ve kamu sektöründeki çalışanlar ve emekliler için net maaş GSMH’nın yüzde 6,5’ ine denk gelmektedir. Bu da her zaman Yunanistan’da çalışanların yaşam düzeylerinin olumsuz olduğunu gösteriyor. Egemen algıların ve hükümetin argümanlarının aksine 1995-2008 yılları arasında GSMH’nın yüzde 6,5’i ile devleti finanse eden çalışanlardı, devlet çalışanları finanse etmedi.

fYunan hükümeti kamu çalışanlarının maaşını dondurmayı, vergileri ve petrol fiyatlarını artırmayı ve ortalama emeklilik yaşını artırmayı hedefliyor. Sizce Yunanistan işçi sınıfının ve halklarının tavrı ne olamalıdır?

fYunan hükümeti

Küresel kapitalizm döneminde yerel düzeyde zaferlerin olması olanaksızdır. Nasıl bir sanayide çalışanlar, yalnız başlarına bir işletmenin başka bir ülkeye taşınmasını engelleyemezlerse, aynı şekilde bir Avrupa ülkesi de yalnız başına krizden çıkmak için sermayenin politikalarına karşı mücadele edemez.

Kemer sıkma politikaları, Yunan toplumunda şok yarattı. Bu şoku Yunan toplumu medya patronlarının “bu tek yoldur” ve hükümetin “hep birlikte yedik” çabalarına rağmen yavaş yavaş atlatıyor. Yunan işsizler, iş umutlarını, sosyal ve demokratik haklarını kaybeden Yunan gençleri öfkeleniyor ve tepki gösteriyor.

Sistem karşıtı bir hareket aynı zamanda enternasyonal olmalıdır. Bu insan karşıtı sistemin yıkılıp yerine çalışanların üretip, ihtiyaçlarına göre paylaştığı sosyalizmin gelmesi, insanlık için vazgeçilmez bir görevdir. Çevremizde gördüğümüz, yükselen barbarlığın son bulması için tek yol budur.

Sosyal demokrasi öldü fBaşta Avrupa’daki emperyalist ülkeler olmak üzere Yunanistan’da gelişmesini engelleyerek ülkenizi borç batağına sürüklediler. Yunan egemenleri ise bu politikaların gönüllü uygulayıcıları oldular. Bu emperyalist ülkeler şimdi ise yine borç vererek Yunanistan’ı ekonomik krizden ‘kurtarmayı’ hedefliyorlar. Emperyalistlerin bu politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Yine bu soruya bağlı olarak, Yunan halklarının ABD emperyalizmine gösterdiği tepkiyi Avrupalı emperyalistlere göstermediğini görüyoruz. Bunun sebepleri nelerdir? Emperyalizmin temel karakteristik özelliği ekonomik, politik ve askeri araçlarlarla devletlere bağımlılık biçimleri yaratmasıdır. Bun-

krizin faturasını işçi ve emekçilere çıkarırken Yunan halkı da protesto eylemleri ile cevap veriyor. Bu eylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Vasilis Mulopulos, 1946 yılında Atina’da doğdu. Roma Üniversitesi’nde Ekonomi okudu. Cunta süresince cunta karşıtı harekette yer aldı. Lotta Conitnua gazetesinde gazeteci olarak çalıştı. 1981 yılında Yunanistan’a döndü ve Yunanistan Gazeteciler Federasyonu Başkanı görevini sürdürürken gazeteci olarak çalışmaya devam etti. 2009 yılından beri Radikal Sol Koalisyon (SİRİZA) milletvekilidir. ların içinde yalnız doğrudan sermaye yatırımları şeklinde olmayan kredilerle sermaye ihracı da bulunmaktadır. Son dönemlerde bu artmaktadır ve emperyalizmin parazit özelliğini büyütmektedir. Güney ülkelerinde kriz bu temel üzerinde ortaya çıkmıştır. AB ülkelerinde ortaya çıkan karışıklıklar ve güney ülkelerindeki borç krizi kapitalizmin ekonomik krizi

üzerinde zemin bulmaktadır. Kimsesiz ve kişiliksiz Yunan egemen sınıfları can simidi olarak büyük egemen güçlerin hükümetlerinden ve uluslararası sermaye merkezlerinden, kendilerine Yunanistan’daki yatırımlarının ve sermayelerinin karlarını ve faizlerini garantiye alacağı güvencesini vererek ekonomik destek istemektedir.

Yabancı düşmanlığı ve ırkçılık merkezi hükümetin politiklarıyla yakından ilişkilidir. Hükümet yabancı düşmanlığı kartını zaman zaman politik gelişmelerin masasında oynamıştır. Atina merkezinde, özellikle Asya ve Afrika ülkerinden gelen göçmenkler aleyhine Neo-Naziler tarafından bir pongrom yaratılmasına göz yummuştur

Ama hükümet görünmez düşmanlar ve komplolar keşfediyor. İki aydır her yaştan Yunanlının meydanlara çıkmasının, bugünün ve geleceklerinin karartılmasını prostesto etmesinin sorumluları bunlardır. Yaşamlarının en temel öğelerine saldırı devam ettikçe, Yunanlılar meydanlara inmeye devam edecek.

fGazetemiz aracılığıyla Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarına vermek istediğiniz mesaj var mıdır? Halkların kardeşliği sermayenin çıkarlarıyla, “gri bölgeler”le, silah tüccarlarının politikalarıyla, İsmail Cem ile Yorgo Papandreu arasında zeybek oyunu gösterileriyle özdeşleşmez. Türkiye’de demokratikleşme ve bütün yurttaşların haklarına saygı yolu hala uzak. Gazetenizin yazı işleri müdürüne ceza verilmesi mahkum edilmesi gereken bir uygulamadır. Basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü ve vatandaşların bilgi edinme özgürlüğü demektir. Bu alanlarda sınırların kaldırılması, toplumsal ve bireysel özgürlükler önündeki engellerin kaldırılması anlamına gelmektedir.


18-19_Layout 2 8/11/11 2:46 PM Page 2

10-20 AĞUSTOS 2011 Halkın Günlüğü

kadın19

ÖNCÜ KADIN

≫ rojda demir

TÜKETİM DÜNYASININ MANİLOVİZMİ

Ö

lülerini gömmeden tüketen emperyalist-kapitalist sistem ihtiyaç duyduğunda, kokmuş geçmişi gibi, bu yöntemini ‘eski yaralara üzülme’nin faydalı merhemi olarak kullandığını bu süreçteki kadar hiç düşünmemiştik.

Tüketim o kadar hakim ki, dünyayı ve içindeki her şeyi esir almış. Doğduğu yaşamı öldürerek kutsal kılan, kutsayarak tüketen bir dünyanın bireydeki/anlayıştaki manilovizmi ve yansıması. Muazzam… Yaşanan soruna yaklaşımda ‘sorun ol’uveren, aşmada aşan, yıkmada yapılandıran, kimlikleşmede kimliksizleşen, kazanmada kaybeden, üretimde tüketen verimsizliğin, tembelliğin anayı, kadını, oğlanı, kızanı ortadan kaldıran bir siyasilik-ideolojikaçlık- soysuzluk-cinsiyetlik duygusu ve bilgeliği. Eski yaraları unut-üzülme-yeniye bak oblomovluğu… Kadını ölümden kurtaracak yöntemler kadar, 5 kadını öldürme hızıyla devam eden tüketim. Üreten, üreyerek soy serüveniyle tüketmeye devam eden erkek egemen sistem savurganlığını; doğanın tüketiminden toprak kadar üretken bir kadın katliamı bereketiyle tırmandırıyor. Ülkede durum buyken dünyada da farklı değil, insan ölüleri mezarlık yerine parklara gömülüyor.

‘Korunan’ potansiyel ‘ölü’ler Devlet kadın katliamını, her fırsatta erkeklerin bireysel sorunlarının patlama noktası olarak yansıtıyor. Sistematik olan katliamlar devletin bir geleneğinden ziyade, bireylerin sorunlu yanlarının, bozuk psikolojilerinin sonucu oluşan adli bir vaka olarak gösteriliyor Bir katliam saldırısına tutulmuş durumdayız. Kadına yönelik yapılan katliamlar. Gün gün artan ve “nedenleri” ile meşrulaştırılan kadın katliamları… Satır aralarında “kadının hak ettiğini” vurgulayan ve asıl katledenlerin kenara çekildiği bir süreç. Kadınlara yönelik istatistiki verilerin ölüme atbaşı koştuğu ülkemizde “korunan, korunmayan” tüm kadınlar potansiyel ölü durumunda. Bir bir toprağın altına salınan kadınların bedenlerinin görülmediği ve tartışmaların ise kendi kuyruğunu yakalamaya çalıştığı bir süreç… Sorun ısrarla her kesim tarafından bir şekilde erteleniyor. Çözüm önerileriyse sistem içileştiriliyor. Kadın örgütlerinin tepkisi ve artık kör gözlere dahi giren tabloya karşı bir kaç “küçük” adım atmak zorunda kalan devletin “çözümleri”: Hadım yasası, alarmlı kelepçe takılması… Hadım yasası önerisinin ardından son “çözüm” kadınların kocalarına kelepçe takılması oldu. Ailede ve geleneklerle ezberletilmiş “dört duvar sırrı” şişeden çıkan ‘cin’ gibi katliamlarla sokağa taşıyor. “Kol kırılır yen içinde kalır”… Kadın yeni şekline uymalı, uymuyorsa da ünüyle kazınan yaşamın çukuruna ölüsünü taşır. Çaresiz kalan kimi kadın canına ‘tak etti’ği için artık karakola ya da mahkemeye başvurur.. Kimi kadın da sığınmaevine yerleştirilir ve sı-

ğındığı evde ya da çok yakınında öldürülür. Canını korumak için ‘güvenlik’e başvurur ve bu sefer de ‘devlet koruma’sında yine katledilir. Koruyan devleti ‘alarmlı kelepçe’yi bulur! Kadın elindeki kumandayla kendisine şiddet uygulayan eşi ya da bir başka erkeğin yaklaşmasıyla kumandanın tuşuna basarak yardım isteyecek (!) Trafik katliamlarında 112 Acil Yardım misali gelirse ne ala, gelmezse de… Diğer taraftan kadınlar her gün yanı başında katledilen hem cinslerini ya hiç görmüyor ya da ahlanmaların ötesine geçemiyor. Bulundukları gerilikler içerisinde “alışıldık” bir durum. Kadın hareketleri açısından da durum ne yazık ki aynı tablonun bir başka görüntüsü. Yaşanan 21.yüzyılın bu vahşeti toplumun gündemine taşınamıyor. Kendi öz örgütlülüklerindeki toplamın gündemi yapılamaması da bir o kadar sorgulatıcı. Devrimci, demokratik kadın hareketleri teorik olarak iyi belirlemelerde bulunsa da, feminist hareketlerin bu sorunu gündeme taşımaları ve bu anlamdaki ısrarları yanında devrimci kadın örgütlerinin pratiği bunun da gerisine düşmektedir. Belli konularda belli sorunların gündem olması için kampanya örgütlenmeleri yapılır… Yeterli ya da yetersiz olsa da o gündemi kitlelerin gündemine taşıma ve bir tepki örgütleme kaygısı vardır. Söz konusu kadın olunca erkek egemen anlayışın etkileri ve yetersizlikler bir bir ortaya dökülür. Hergün 5 kadının katledildiği ülkemizde bu sorun gündemimiz olmayı başaramıyor nedense? Devlet kadın katliamını, her fırsatta erkeklerin bireysel sorunlarının patlama noktası olarak yansıtıyor. Yani katliamı sistematik ve devletin geleneğinden ziyade bireylerin sorunlu yanlarının, bozuk psikolojilerinin sonucu oluşan adli bir vaka, cinnet anı cinayeti olarak peçeliyor… Devlet

böylelikle kendini gayet güzel kenara çekiyor ve kendini aklıyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in kadın katliamına ilişkin yaptığı açıklamasında; ailelerin yoksulluğu, benzerliği, okur-yazar olmaması, televizyonlardaki cazibeli hayatların aile bireyleri etkilemesi gibi nedenlerle açıklaması adım adım hazırladıkları katliamlardan sıyrılma durumunun bir örneği... Devletin bilinçli manipülasyonunu bazı kadın hareketleri de belli anlayışlar temelinde tersten bilerek ya da bilmeyerek destekler noktada duruyor. Stratejik yaklaşımdan çok, parçacıkları öne çıkararak özü görememe yaklaşımı. Örneğin; sistemin aynı işlevdeki bakanlığın adının “kadın” veya “aile” olması yaklaşımı, sığınma evlerinin sayısının arttırılması talepleri, kadın kotası tanınması vb… Bir anlamda sorunun özneleri, sahip çıkanları olarak “duyarlılık” ayrımıyla bir başka seyirci potansiyeli doğuruyor. Fakat vahim olan bu toplamın da istatistiki verilere alışmaya başlaması ve dışarıdaki örgütsüz kadın gibi tepkiler geliştirmesidir. Bireysel serzenişler, sızlanmalar, ahlamalar ve vahlamalar… Kadın katliamlarını her koşulda meşrulaştıran ve nedenlerini ısrarla görmezden gelen sistemin karşısında sürdürülecek mücadelenin de sistemli, planlı ve somut eylemlerle örgütlenmesi gerekir. Sorunu gündeme taşımak, çözüm arayışlarını tartışmak, ortaklaşabilmek, doğru ve etkili adımlarla yüklendiğimiz pratik bu çemberi yarar. Kadın katliamı üzerine ortak bir değerlendirme yapıp, ortak çözüm yolunda ilerleyen ve sonrasında birlikte karşı koyuş pratikleriyle örülen eylemlere geçmek günümüzün ihtiyacıdır. Her gün sıradanlaştıran ‘korunan’ potansiyel ‘ölü’lerin yaşaması, yaşatılması, elzemdir.

Sistem görevini her anlamda, her alanda ve bütün aygıtlarıyla insanın üzerindeki sömürüyü sürdürebilmek ve biçimsel algı yaratarak zulmü derinleştirmek için devam ettiriyor. Örgütlü toplam arasındaki bilinç ve eylem düzeyini belirlemedeki özgünlükten çıkamadan, öznelliği nesnelliğe uyarlama girişimleri ve yaklaşımları, yeni demokrasi güçlerinin devrimdeki ısrarındaki kararlılığının da ölçüsüdür. Öncüsüyle, önderiyle eşitlemek-eşitlenmek ya da kitleleri de aynı bilince yükseltebileceğini düşünmek halk dalkavukluğu olur ya da diğer bir adıyla manilovizm olur. Neden dersek, örgütsel gevşekliği haklı göstermek için, örgütü örgütsüzlükle, teknik ve örgütsel bir sorunla karıştırma yanılgısını yinelemiş oluruz. Kökten yükselen derinliği gün kurtarıcı hareketlerden ayırt edicilik, bir başka seviyedeki örgütsel niteliği ve özü barındırır. Çünkü örgütlü birey bilinciyle cins ayrımcılığıyla en doğal yaşamda başlayan bir eşitsizlikle mücadeleyle örgütlülüğün açıklanamayacağı çok açıktır. Parça-bütün ilişkisinde ayrışarak, özgünlüğü koruyarak, özneli-nesnel ile birleştirme-kaynaştırma ve kitleler içinde erimeyi becermeliyiz. Daha da açık ifade edersek, her alandaki mücadeleyi genel olanı esasla birleştirme ustalığı örgütlü bilinciyle bir düşe kapılmadan, gerçekliğimizle yüzleşmek bizi geliştirir. Aksi tutum, teknik ve örgütsel bir sorunla ayrışmayla bizi kafa kafaya tokuşturur. Yaşamın diyalektiği her şeyi bizim de niyetlerimizin dışında birbirine ilişkilendirir. Kadın katliamıyla doğanın katliamının bağı kadar açık ve sabit bir bağdır. Yani cinsel sömürüyü sonlandırma mücadelemiz de etle tırnak gibi, yani ulusal kurutuluşumuz da kaşla göz gibi, yani sınıfsal sömürüyü sonlandırmamız da başla gövde kadar birbirine muhtaçtır. Bilinçlilik ve eylem derecesi arasında farklılık olduğu için örgütlülüğe yakınlık derecesinde de bir ayrım yapılmalıdır. Bu da örgütün önderliği altında hareket etmeyi, örgüte olabildiğince sarılmayı beraberinde getirir. Sorun iki temel meseleye dayanmaktadır. Örgüt ilkesinin tutarlı-kararlı-bilinçli özneler toplamı tarafından uygulanması ya da dağınıklık, kaos ve anarşinin kutsallaştırılması. Dünya ve doğanın verili değerlerini tüketimdeki artışı örgütsel ve mücadele verimliliğinde yaratmanın tam tamına yerkürenin çekirdek sıcaklığındayız. Her alanda verimliliği arttırma kampanyalarını başlatarak, emek, üretim, değer ilişkisini kendimizle örgütümüz arasında doğru yöntemlerle bağını kurup, kendimizden başlatıp, devrimin müttefiki bütün dost ve bireyleri de bu devrim mağmasının o çekirdek özüne yani devrimci halk savaşına taşıyalım. Başka türlü bir kurtuluş bizim değil, bizi recm modelinde ince ince ayarlar çekilerek her gün bir başka darbeyle ezenlerin kurtuluşu olacaktır. Recm taşlarının yarasıyla iyileşmek bizim iyileşmemiz değildir. Bir meselede niteliği keşfetmek meselinin özüne erişmek anlamına ne yazık ki gelmez. Özü kavramak o meselenin çözüme ulaşmasındaki yolunu netleştirir. Emperyalist-kapitalist sistemin bizden alıp bize pazarladığı her değerimizde eski yaralarımızın üzülmesini dert edinmediği gibi yaşayan bedenimizi her şekilde kendi sömürüsü ve sınırsız ilerlemesi için parça parça (cinsel, ulusal, sınıfsal) kesip deva diye de çiğ etimizi bize yedirecek kadar da “ölü”leştiriyor.


20-21_Layout 2 8/11/11 12:33 PM Page 1

Halkın Günlüğü 10-20 AĞUSTOS 2011

Bu

coğrafyanın burjuvasının, ağasının ve eşrafının ekonomik birikim temeli Ermenilerin ve Rumların birikimlerinin üzerine kurulmuştur. Her burjuvazi acı üzerinde yükseldiği gibi Türk burjuvazisi de gözyaşı ve kan temeli üzerinde yükselmektedir. 7 Ağustos 1930 tarihli Yeni Malatya gazetesindeki Teşebbüsatı Sınaiye Türk Anonim Şirketinin ilanı çok şeyleri anlatmaktadır. (Bu ilan Biz bu memleketi emlak borsasından almadık diyen sayın İçişleri Bakanı’na ithaf ediyoruz.) Şirket 1927 yılında kendisine sermaye olarak devredilen Ermeni mülklerinin bir kısmını satmaktadır. Ermeni mülkleri sadece bu şirkete devredilmemiştir. Ticaret ve sanayi burjuvazisine dönüşmek isteyen İttihatçı /Kemalist bürokratik burjuvazi ile yerel işbirlikçileri arasında paylaşılmıştır. Önümüzdeki sayılarda iller bazında bu paylaşım ve peşkeşin örneklerini vereceğiz. Ermeni mülkleri taşra sanayi ve ticaret odalarının ve borsalarının sermayesi olmuştur.

Kemalist iktidar azınlıkların malları üzerine kuruludur

Bir şekilde soykırımdan kurtulup memleketine dönen Ermenilerin de mülkleri kendileri dövülerek ya da darağacı gösterilerek emval-i metruke kapsamında haraç mezat satılmıştır. Sarkis Çerkezyan yoldaş “Dünya Hepimize Yeter” adlı öz yaşam öyküsünde kendi ailesinden bunun örneklerini verir. Başka örnekler de vardır. Mülkiyetindeki ev emval-i metruke kapsamında satılıp kendi evinde kiracı olarak oturmaya zorlanan örnekler bulunmaktadır. Ayrıca altı çizilmesi gereken konulardan biri de evlad-ı metruke’dir. Genç kızlara, kadınlara ve çocuklara el konularak Ermeni gen havuzu yağmalanmıştır. Özellikle bugün Kürdistan denilen Batı Ermenistan’da neredeyse her ailede “kurtarılmış” adı altında Müslümanlaştırılan Ermeni kadınının tutsak edildiği unutulmamalıdır. Pontos’un Yitik Kızı Tamama’nın trajik öyküsü tek değildir. Bastırılmış ya da telaffuz edilmeyen Tamamalar bu coğrafyanın ayrı bir gerçeğidir. Soykırımı TC Merkez Bankası kayıtlarında izlemeye devam edersek: 4.2.1936 günlü Tan gazetesinde muhtelif bankalar tarafından teslim edilip hazineye gelir kaydedilecek kıymetli ayniyat sahibi meçhul kişiler ilan edilmektedir: Osmanlı Bankası İstanbul Şubesi’nin teslimatı olarak A.L. Ligudius 1 adet 80 FF lık Panama Kanalı Muvakkat tahvili, Hacı Karabet Arslanyan’a ait yazılı değeri 250 FF 1 adet 1903 Mısır Kredi Fonsiye ile yazılı değeri 40 FF %71/2F Türk borcu T. Kesir mak. Osmanlı Bankası Galata Şubesi’nin teslimatı, Aliks Apuatolides 1 adet Galata Rumeli Şimendüfer Muk. His 120 ve 3 adet Türk Borcu Tah. adedi 100 FF, M me Anna Vlahopulos 1 adet ville de Paris Tah. 100 FF, Harri Biolley 2 adet Türk Borcu Tah. adedi 172 FF, Anastas H. Mihail 1 adet 100 Dr’lik Yunan 1904 tahvili ve 1 adet 80 FF’lik Türk Borcu Tah. Elen Dimitriadis 6 adet beheri 100 dr. Lik 1904 Yunan Tahvili ile 1 adet 40 FF’lik Türk Borcu Tahvili, Mr F. Anboyneon 1 adet Türk Borcu Tahvili 40 FF, Vaginak Yakyan 1 adet Türk Borcu 80 FF, Kevork Kabasakalyan’a ait yazılı değeri 100 FF 3 adet Türk Borcu Kesir mak. ve resepise ile yazılı değeri 66 FF’lik mümessil C bonosu, Lazare Lanfer 1 adet 100 FF’lik Mümessil C bonosu, Kirkor Markaryan’a ait yazılı değeri 250 FF 1 adet Kredi Fosinye 1911 ve 1903. Gregoni G. Papadopulu 1 adet 40 FF’lik Türk Borcu Tahvili, Jojef Salacha 2 adet beheri 280 FF lik Türk borcu, 1 adet 100 Dr’lik Yunan 1904 tahvili, Antony Savidis 1 adet 40 FF’lik Türk Borcu, Francioğlu Bedros 1 adet 40 FF’lik Türk Borcu, Anastan Donas 1 adet 80 FF’lik Türk Borcu Tahvili. 6.2.36 tarihli Tan gazetesinde on sene ve daha fazla müddettenberi sahipleri tarafından aranılmayan ve hazineye gelir kaydedilecek muhtemelen banka kiralık kasalarındaki mücevherat ile ilgili liste yer almaktadır: Bay Filip 1 adet

Sahipleri tarafından aranmadığı, işlem yapılmadığı vb. gerekçelerle hazineye devredilen malların sahipleri çoktan ölümle tanışmış ve yeryüzündeki izleri silinmişti. Sağ kurtulmayı başaran çok küçük bir azınlık ise bir daha dönememek üzere bu toprakları terketmişlerdi gümüş saat, Bay Petro 1 adet gümüş hurda saat, Bay Todori 2 altın tespih kamçı tepesi ve 1 altın kolye, Bay İstilyanos 1 roza yüzük,1 altın yüzük, 1 roza iğne, 1 altın madalyon. Bayan Angili 1 rozalı yüzük, 1 rozalı yüzük ortası zümrüt, 1 rozalı haç maa altın kolye. Bay İstavri 1 çift altın kol düğmesi, 1 altın rozalı yüzük, 1 incili iğne. Constantin (Yenişehir) 2 çift altın küpe, 1 altın madalyon, Bay Kostantin (Heybeliada) 1 altın köstek. Bay Yanko 1 pırlantalı yüzük. Bayan Kalyopi 1 roza yüzük, Bay Kiğork (Beşiktaş, Nişantaşı) ait 20 TL değerinde 1 adet pırlanta baklava yüzük, Bay Kosti’ye (Kalyoncukulluğu) ait 18 lira değer biçilen 18,5 gr. Altın yüzük. Bayan Koko’ya (Beyoğlu Cedidiye) 1 gümüş kepçe, 4 çay kaşığı 1144 gr, 5 çatal, 6 çorba kaşığı 33 TL, Bay Kosti’ye (Beyoğlu Sakızağacı No:90) 5 TL değer biçilen altın yüzük, Bay Andon’a ait 114 gr 5 gümüş kaşık, Hasköy bademlikte kuyumcu Bay Agop’a ait 1 roza bilezik, 1 sırça incili altın madalyon ve 1 altın şadlen’e 55 tl değer biçilmiştir. Bay Haçik’e (Yüksekkaldırım) ait Altın köstek 40 TL. Bay Ohanes (Samatya Narlıkapı) 2 adet çift pırlanta küpe

80 TL. Bay Hazaros ( Galata İskender) 1 çift altın kol düğmesi ile 1 adet gök yüzük. Galata Mahmudiyeden Bay Haçik’e ait 1 adet pırlanta yüzük ile 1 çift pırlanta küpe 45 TL, Beşiktaş Yenimahalle’den Bay Kirkor 1 çift altın kol düğmesi.

Sahipleri mallarını neden aramadı? 11 2. Kanun [Ocak] 1936 tarihli Kurun gazetesindeki ilanlarda İzmir Banko Di Roma’nın teslimatı olarak Yesmides Fils 28.00, Arakelian Arakel’e ait 30 TL, Altunian K. A.ait 60,70 TL, Bakirgian İrene’ait 90 TL, Lucas Essayan’a ait 105,25 TL, Balandjian ve Fils’e ait 97.90 TL, Balandjian Agop’a ait 401.80 TL, Spartali leon [Leon Spatraliyan] 164,80 TL, Çekmedjian Skender 40,05, Zarkia Zarek 21,40 TL, Eskişehir Osmanlı Bankası’nı teslimatı olarak A. Onerjian’a ait 69,24 TL, Panos Panosyan’a ait 105,84 TL, Beyellia Biraderler 4.485 TL. İzmir Osmanlı Bankası’nın teslimatı olarak Azarian Manuk’a ait 995 TL, Ballian H. 24,15 TL, Papazian Mihail’e ait 33,52 TL ve L. Essayan’a ait 56,63 TL, Setrak Derezarian’a ait 28,86 TL, Marte Yamalian’a ait 29,21

TL, Chabouran Lucie 187,89 TL, Donadjian Gazar 103 TL, Aznavorian M. Serpui 254,42, Damdjian Paul 265,20, Manuk Darbekirian 700 TL, Sivrissarian Aznavorian’a ait 31,23 TL, Aronis Em 264,80, Karakasi J. 65,01, Cherbertdjian Kevork 57,73, Cristhoy C.H. 107.03, Papazian Michail 33,52, Paraskevopoulos fils et Co .J. 60,15, L. Homsy 153,89, Polichronnides L. 78,63, Sclavos P. Aronis ve Ch lizas 118,54, Spezarides Socrate 91,10, Beth nicolas dul zevcesi Xanthou 31,73, Giovanaki Apostolos 818,69, Xanthopoulos G.X. 28,83, Lisas E.D. 53,07, Drakapoulos Demetrius 211,15, Ragna Maria 40,40, Tius Domenikus 44,61, Bakırcı Dimitri 265,06, P. Alfieri ve annesi Anna 621,84, Ch Pandjaris 58,24, Kayseri Osmanlı Bankası’nın teslimatı Naun Ginolis 33,67, Jean Kalatzis 34,37 TL Eskişehir Osmanlı Bankası’nın tevdiatı J. Tomaides 52,24, Georges Bonghos 54,84, Y. Stavrides 77,57, İtasyon rum cemaati 120,08, Beyellis Biraderler 4.485 TL. hazineye gelir olarak yazılacaklar arasındadır. 18 2. Kanun [Ocak] 1936 tarihli Kurun gazete-


20-21_Layout 2 8/11/11 12:33 PM Page 2

f1915 Ermeni Soykırımı

1915 Soykırımı’nın TC. Merkez Bankası kayıtlarındaki izleri

4 şubat 1936 Tarihli Kurun gazetesinde hazineye gelir kaydedilecek kıymetli ayniyat listelenmektedir Mudi Banka Osm Bank. D.bekir “ “ Trabzon “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ İzmir Diyarbakır “ “ Trabzon

İzmir

Tahvilin cinsi Mısır Krd. Fonsiye 1903 ve 1911 Mısır Krd. Fonsiye 1903 Mısır Krd. Fonsiye 1903 Mısır Krd. Fonsiye 1903 Mısır Krd. Fonsiye 1903 Mısır Krd. Fonsiye 1911 Mısır Krd. Fonsiye 1903 Mısır Krd. Fonsiye 1903 Mısır Krd. Fonsiye 1886 Mısır Krd. Fonsiye 1903 Mısır Krd. Fonsiye 1903 Mısır Krd. Fonsiye 1911 Mısır Krd. Fonsiye 1903 Mısır Krd. Fonsiye 1903 Mısır Krd. Fonsiye 1903 Mısır Krd. Fonsiye 1903 Mısır Krd. Fonsiye 1911 Mısır Krd. Fonsiye 1911 Mısır Krd. Fonsiye 1903 Türk Borcu Kes. Türk Borcu Kes. Mısır Krd. Fonsiye 1903 Dahili iktikraz tahvili “ “ “ “ Panama ikramiyeli tah Ville de Paris Congo 1888 istikrazı Türk borcu Anadolu Demiryolu Tah “ “ mu.

Tahvil sahibinin ismi Dr.Karabet Sarkisyan Der. Meg. Kaçamyan Agop Çırakyan Mesrob Godbaşyan Ohannes Paçacıyan Adam S. Nabaryan Adam S. Nabaryan K.Zarifyan A.Minasyan A.Minasyan Sütbeyazyan Biraderler M.Gorgodiyan M.Gorgodiyan Armenak Tokmakyan Mardiros Egikyan Onnik Boyacıyan Andon Kaşkavalyan Kirkor Egisiyan Mardiros Gazikyan K.Zarifyan O.Boyacıyan Keresteciyan Hayık Ecz Koço kalides Diş Tbb. aleksandr Dr Karabet Dimitri Polidofka Dimitri Polidofka Dimitri Polidofka Dayikos ilyas Dayikos ilyas Dayikos ilyas

Adedi 2 5 4 1 8 2 2 1 1 6 3 10 2 5 3 12 3 4 1 1 2 1 1 1 1 4 1 5 6 6 1

Beherinin kıymeti 250 FF 250 FF 250 FF 250 FF 250 FF 250 FF 250 FF 250 FF 250 FF 250 FF 250 FF 250 FF 250 FF 250 FF 250 FF 250 FF 250 FF 250 FF 250 FF 80 FF 120 FF 250 FF 20 TL 20 20TL 400FF 100 FF 504FF 250 FS 396 FS

dosya 20-21

3.

BÖLÜM

SAİT ÇETİNOĞLU sindeki ilanda Osmanlı Bankası Ankara Şubesi’nin teslimatı Prodromos Hacı Prodromos 27,10 Osmanlı Bankası İzmir Şubesinin teslimatı Aghatanghelos Archita Mg 663,53, Anagnostopoulos K. 236,37 Daikas İlias 162,72, Mememen Rum mektebi 51,16, Crespin G. 126,25, M. Susmacıyan’a ait 58,53 TL, Der Azaryan Hacı Setrag’a ait 22,45 TL, Keresteciyan Haig 20,56 TL, Mandikyan Zareh’e ait 62,30 TL, Nigogosian Stephan’a ait 127,54 TL ve Cazazian İ.’e ait 22,48 TL hazineye gelir olarak yazılacaklar arasındadır.

Bir altın kaç hayat ediyor? Kurun gazetesinin 6 Şubat 1936 günlü sayısında bankalardan devredilen mücevheratın hazineye gelir kaydedileceğine ilişkin ilana göre; Lila Z. Abeyan’a ait 1 gümüş kemer 8 TL, 1 gümüş kutu 4 TL, 1 gümüş kutu 1 TL, 1 yakutlu haç (değer konmamış), 1 gümüş kemer tokası (değer konmamış), 1 gümüş kordon 5 TL, 1 zümrütlü yüzük 10 TL, 2 adi taşlı yüzük 4 TL, 2 firuze yüzük (biri kırık) 4 TL, 1 incili yüzük 3 TL, 1 yakut elmaslı gül yüzük 10 TL, 1 pırlantalı tek taşlı çift küpe 15 TL, 1 altın incili bilezik 30 TL, 1 altın kadın saati kordonu 45 TL, 1 altın kadın cep saati 5 TL ve 1 adi mercan tesbihe 1 TL değer konarak hazineye gelir kaydedileceği ilan edilmiştir. Vahan Çamıçyan’a ait kıymetli eşyaya ilişkin kıymet tesbiti yapılmayarak hazineye gelir kaydedileceği ilan edilmiştir. Bunlar: 1 adet on dört ayarında altın saat (iç kapak altın değildir), 1 adi bağ tesbih

ucunda bir adet ellilik İstanbul iki adet bacak altını, 1 küçük tel kapaklı sekiz ayarında kadın saati ve onsekiz ayarında altın kordon, 1 ellilik İstanbul altını, 1 çift tek elmas taşlı küpe, 1 onbir adi taşlı haç, 1 sekiz ayarında adi dört beyaz taşlı iğne, 1 sekiz dal hurda inci (iki buçuk miskal), 2 bademi elmas taşlı altın yüzük, 1 incili iğne, 1 on üç hurda taşlı elmas yüzük, 1 mavi taşlı altın yüzük,1 mavi taşlı inci halka yüzük, 1 inci taşlı iğne, 1 altın haç, 1 ay şeklinde altın iğne, 1 gül şeklinde kravat iğnesi, 1 gümüş zincir üzerinde istavroz, 1 elli gram ağırlığında gümüş zincir, 2 küçük dini kilise altını, 1 altın saat on sekiz ayar iki kapaklı ve mineli saat üzerinde elmas taşlı, 1 beyaz madenden iki kapaklı saat mineli, 2 küpe muhafaza içinde beherinde 9 elmas taş ortadaki taşın etrafında sekiz tane hurda küçük taş vardır, 1 pırlanta tek taşlı kafesli yüzük, 1 sekiz elmas taşlı kafesli gül yüzük, 1 adi kırık halkalı kırmızı taşlı yüzük, 1 eflatun renkli adi taşlı altın yüzük, 1 tek siyah taşlı yüzük, 1 maden üzerinde kırmızı boncuklu iğne, 1 üç açık mor ve bir adet beyaz taşlı iğne, 1 tepelik üzerinde otuz altı adet küçük onluk altın, dört adet yirmilik sandıkla altın ve etrafı hurda incili tepeliğin dört altın yeri boştur, 2 bilezik üzerinde birbirine bağlı bir tane İstanbul altını ellilik, dört tane çift sandıklı on sekiz ayarlı bir tane yirmilik gazi, 1 yirmilik Osmanlı ziğnet altını, 1 beşlik Osmanlı ziğnet altını, 1 maden kalem kaplama, 1 üzerinde taklit dokuz inci adi madenden iğne, 1 enfiye kutusu gümüş, 68 küçük inci, 1 ziğnet altını 18 ayar, 4 armut şeklinde resimli ziğnet altını, 4 resimli ziğnet altını 22 ayar, 1 kırık altın halka 8 ayar, 1 kol düğmesi üstü altın 18 ayar, 1 kırık hakik küpe parçaları, 24 dal inci, 1 Tramzon (Bafın) madenden örme kemer, 1 adi taşlı gümüş (telkari) kemer kaşı zincirlidir, 2 adi maden saat, 1 gümüş tırnak, kulak, diş karıştıracağı, 1 balık şeklinde altın yaldızlı gümüş iğne, 1 gümüş tas (muhatep), 1 gümüş telkari ağızlık, 1 adi ağızlık, 1 sarı adi yaylı bilezik, 1 savatlı gümüş kemer haşlı, 1 savatlı gümüş düğme, 1 gümüş yüksük, 1 gümüş savatlı iğnelik, 2 yıldız şeklinde gümüş telkari iğne, 1 çift gümüş savatlı çapraz iğne, 1 gümüş rozet, 1 adi maden istavroz, 1 tel üzerinde 12 adet inci taklidi taş, 1 siyah taş ve 1 adet adi halka, 1 küçük gümüş savatlı yürek, 1 gümüş savatlı tesbih başlığı,1 küçük gümüş telkari tabaka. Kurun gazetesinin 27 Şubat 1936 günlü sayısında Selanik Bankası İstanbul Şubesi’nin döviz mevduatı olarak tevdiatlardan hazineye gelir kaydedilecekler listesinde S. Azaryan’a ait 310,77 FF, Ardeş Musighian’ın 60 FF ve Nikolas Katian’ın 352 FF , Y. Kınacıyan’ın 100 FF, Osmanlı Bankası İstanbul Şubesi’nin tevdiatı olarak Hacı Garabed Arslanian’ın 634 Mısır Kuruşu, J. Berç’in 987,4 Mısır Kuruşu, Kirkor Der Kaprielyan’ın 1914,8 Mısır Kuruşu, A. Gezeryan’ın 955,3 Mısır Kuruşu, Der Azarian Hacı Setrag’ın 436,5 Mısır Kuruşu, Minasyan Kirkor veresesinin 316,6 Mısır Kuruşu yer almaktadır. Kurun gazetesinin 7 Şubat günlü sayısındaki TC Merkez Bankası’nın ilanında Osmanlı Bankası Uşak Şubesi’nin tevdiatı olarak A. Mısırlıyan’a ait 122,36 Tl, Lazar Papazoğlu 61,19 Tl , Banko di roma tevdiatı olarak Kefalos Panayotis 856,50, Emniyet sandığının tevdiatı Bay Kostantin 29,08, Ziraat Bankası İstanbul Şubesi tevdiatı 187,51TL, Osmanlı Bankası İzmir Şubesi Aghatangenos Arkites 61,19 TL Hazineye gelir kaydedilecekler arasındadır. Kurun gazetesinin 26 Şubat 1936 günlü nüshasında Doyçe Bank tesliantı olarak May Oskar’a ait 106,8£, Banko di Roma teslimat Ortansia’a ait 1540 liret, A. Konstantinides 368,19 liret, K. Viarcoğlu 300.00 liret, Selanik Bankası İzmir Şubesi Th S. Skassis 800.00 Drs, Osmanlı Bankası Ankara merkez Şube Bagdjoglou mahdumları 466,15 Drs, Sevasty ve Carouzakis 78,80 Drs, Anagnostopoulos K. 359,72 Drs, Selanik Bankası İstanbul Şubesi’nin tevdiatı Papadololos ve Karabiber 1350,15 FF, C.J. Doyçe Orient Bank Dimitriou 292,10 FF, Osmanlı Bankası İzmir Şubesi’nin teslimatı Aghatanghelos Archita Mg. 3027.7 Mısır Kuruşu, Menemen Rum Mektebi 1777,5 Mısır Kuruşu hazineye gelir kaydedilecekler arasındadır. Sahipleri tarafından aranamayan bu miktarlar hazineye gelir kaydedilmişlerdir -nasıl arasın ölüm yolculuğuna çıkarılmış-. Görüldüğü gibi sadece küçük bir taramada soykırımın izlerini devletin herhangi bir kaydında bulmak mümkün.


22-23 _Layout 2 8/11/11 12:38 PM Page 1

22 güncel okur

Gecenin sessizliğinde eylem Gerilla hayata soluksuz bir yürüyüşle başlarken, gün batımıyla birlikte gerilla birliğinin hareketliliği arttı. Gidilecek yer ıssız alanlardan geçiyordu. Boşaltılmış köylerin sessizliği, yıkık damlar öfkenin derinliğine çeker gerillayı. Yıkık yaşamlar ve evler, tarihe olan yeminlerini hatırlatıyor gerillaya. Nöbet yerindeki gerilla yorucu bir gecenin ardından yaklaşan yeni güne selam durmaya hazırlanıyor, nöbet ağacında ellerini ovuşturup ısınmaya çalışıyordu. Bu mevsimde sabahın bu saatleri gerillanın soğuğu en çok hissettiği andır. Nefes alış verişinde çıkan buhar hoşuna gidiyor olacak ki, uzun uzun soluyup havaya üflüyordu. Büyük bir zevkle ağzından çıkan buharın havaya yayılmasını izlerken aklına nöbet tutuyor oluşu geldi ve tüm dikkatini nöbete verdi. Etrafa uzun uzun dürbün çekti. Birliğin güvenliğinden ilk elden o sorumluydu ve bunu nöbet boyunca aklından çıkarmamalıydı. Büyük kayıpların bu tür gevşemelerden kaynaklandığını, Ali Haydar’ın şehit düştüğü, İbrahim’in sonrasında düşmana esir düştüğü Vartinik baskınında nöbetçinin işini savsaklamış olduğu düşüncesi aklının bir köşesinden gelip geçti. Nöbeti boyunca yakını denetiminde tutup, uzağı da gözetlemeliydi. Güneşin sıcak yüzü tepenin ardından görünmeye başladı. Etrafa yayılan ışınlar, sıcaklığın da habercisiydi. Gerilla birliğinin konumlandığı yerlerde ilk ışınlar genelde nöbet yerine vurur, güneş gelişini ilk nöbetçiye müjdelerdi. Gün geceye devrilirken gerilla için hareket zamanı gelmiş olur ve yine o anlardan biri gelmişti. Görev için başka bir alana gidilecekti. Kamufle için önceden hazır edilen kuru yapraklar yeterli gelmediğinden, yeniden kuru yaprak toplanarak alanın kamuflesi tamamlandı. Üzerimizdeki fazla malzemeler depolara koyulup yük hafifletildi. Gidilecek yöne nöbetçi dürbün çekerek alanı denetledikten sonra, birlik yürüyüş düzenine geçerek, artık alışkanlık haline gelmiş bir tempoyla yürümeye başladı. Birlik kısa süreliğine ikiye ayrılacak ve yapılması gereken işleri halledip aynı gece belirlenen yerde tekrar buluşacaktı. Gerilla gecenin sessizliğine bürünüp yürüdüğünde uzun yolların nasıl geride kaldığını anlamazdı. Bir tek börtü böcek sesi, uzaklardan gelen köpek havlamaları ve olur olmaz yerlerde karşılaşılan ayı ya da domuz gibi yabani hayvanların kaçışmaları bozardı gecenin sessizliğini. Birlik belirlenen noktada tekrar birleşerek yoluna devam etti. İlk gece için belirlenen yere gelindiğinde gecenin yorgunluğu tatlı bir uykuya dönüşmüştü. Gelecek günün hareketliliği için dinlenmek olmazsa olmaz. Her şey planlandığı gibi gidiyordu. Fazla malzemenin bırakılması ve yükün hafifletilmesinden gerçekleştirilecek eylemin alanına doğru yol alındığını anlamış olan

gerillaların hareketlerine ve tavırlarına müthiş bir canlılık ve heyecan yansımıştı. Birlik, sorumlu yoldaşın talimatları paralelinde eylem hazırlıklarını yapıyordu. Mayıs ayında diğer mıntıka güçlerinin gerçekleştirdiği Tornova Karakolu’na yönelik saldırı eyleminin ardından sıranın kendimize gelmiş olmasına seviniyorduk. Önceden hazırlanmış bomba malzemesi alınmış ve artık eylem alanına doğru yürüyüş başlamıştı. Patlayıcıyı taşıyan yoldaş, birliğin en arkasında birlikle olan mesafesini açarak yürüyordu. Bu tür malzemelerin taşınmasında uygulanan bir kuraldı bu. İkinci gece yapılan uzun yürüyüşün ardından eylemin yapılacağı alana gelinmişti. Eylemin nasıl olacağı kararlaştırılmıştı. Eylem iki aşamalı olarak planlanmıştı. İlk olarak Dinar Suyu üzerine kurulmuş ve önceki sene daha inşaat halindeyken inşaat araçları yakılarak uyarılan ancak uyarıya rağmen bitirilerek faaliyete geçirilen HES tesisi, sonrasında eylemden kaynaklı alana gelecek düşman gücü hedefe alınarak darbelenecekti. Eylemin bu şekilde olması yoğun bir hazırlık ve çalışma faaliyeti demekti. Alanda son hazırlıklar, gözetlemeler yapılarak planın son hali verildi. Alana taşınan patlayıcıdan yapılan tahrip gücü yüksek mayın da plan doğrultusunda düşmanın olası kullanacağı yol üzerine yerleştirilmişti. Gerilla moral motivasyon olarak da eyleme hazır hale getirilmişti. Herkes canla başla çalışıyor ve eylem anını sabırsızlıkla bekliyordu. O akşama doğru birlik yürütmesi toplanarak plana son halini verdikten sonra gerekli görev dağılımını da yapmıştı. Herkese görevleri ayrıntılı bir şekilde anlatılarak plan birlik üyeleriyle paylaşıldı.

Yaşamı kurutanlara cevap Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın bütün dereleri ve ırmakları yabancı şirketlere peşkeş çekilmişti. Yapılan baraj ve HES’lerle var olan doğa güzellikleri yok ediliyordu. Bu projeler doğaya ve insan yaşamına olumsuz etkilerine rağmen birer birer hayata geçiriliyordu. Halkın bu konudaki tepkisi umursanmıyordu. Dersim’de yapılan barajlar ve HES’ler içinde aynı şeyler geçerliydi. Bölgede faaliyet yürüten HKO gerillaları egemen sınıfların su kaynaklarını şirketlere satarak bir rant alanı yaratma faaliyetine izin vermeyecekti. Önceki yıl Dinar HES’e yapılan uyarıya rağmen çalışmasını sürdürmesinden kaynaklı bu sefer HES binasına girilecek ve bina içindeki malzemeleriyle birlikte ateşe verilecekti. Önceki yıl yapılan eylemden kaynaklı düşman güvenlik gerekçesiyle sık sık HES’in çevresine çıkıyor ve santralin güvenliğini alıyordu. Buna güvenerek uyarımızı ciddiye almayan HES şirketine gerekli mesaj gerillanın diliyle verilecekti. Sözün yerini eyleme bırakma anı gelmişti. Yapılacak eylem sadece HES’e karşı gerçekleşmeyecekti. Düşman da hedef alınacaktı. Eylemin ikili karakteri vardı. HES tesisi yakıldıktan sonra alana düşman gelmezse dahi, çeşitli biçimlerde tahrik edilip alana çekilmeye çalışacaktı ve düşmana karşı askeri eylemle HES’e karşı eylem birlikte gerçekleştirilecekti. Öte taraftan düşmanın araçla gelme durumu göz önüne alınarak hazırlanan mayın uygun görülen yere yerleştirilmişti. Mayın

patlatacak yoldaşlar o gece yerlerini almış mayını kimin patlatacağı noktasında şakalaşıyorlardı. Biri diğerine sen bu bozuk gözlerle mi mayını patlatacaksın diyor, öteki ise ben bu gözlerle uçan kuşu bile gözlerinden vururum diyordu. Savaşta inisiyatifi ele geçirmek ve elde bulundurmak zaferin ön koşuludur. İnisiyatif hareket serbestîsi olduğundan taraflar bunu elde etmek için mücadele ederler. Eylemin başından sonuna kadar inisiyatif gerilla birliğinin elindeydi. İyi bir plan yapılmış, hazırlıklar ona uygun yapılmıştı. HES binasına giren birlik binadaki işçi ve özel güvenlikleri dışarı çıkardı, sonra içerdeki tüm malzemeyi ateşe verip yaktı ve trafo ve benzeri makineler kurşunlandı. Çalışanlara eylemin nedenine ilişkin ajitasyon çekti ve parti sloganları atarak alandan çekildi. Çekilme hattının savunmasını alan birimle birlikte önceden belirlenen noktaya güvenli bir şekilde geldi. HES eylemini gerçekleştiren birim binadan ayrıldıktan beş dakika sonra olay yerine yaklaşık bir kilometre kadar uzakta olan Sixenk alayına telsizden çağrı yapıldı. ‘HES binası yanıyor itfaiye gönderin’ çağrısı gerilla birimimizce birkaç defa tekrarlandı. Yaklaşık on dakika sonra alaydan çıkan araçlar HES’in bulunduğu alana yanaşıp konumlandılar. Ancak araçların geliş ve konumlanış yerleri mayınlama yapılan alanın ters istikametindeydi ve düşmanını dikkati HozatDersim karayolu istikametine çekmek için gerilla birimi havaya ateş açtı. Arazide pusu amacıyla gizlenmiş bir düşman tim grubunun Hozat yolunu kesmek amacıyla Robayik


22-23 _Layout 2 8/11/11 12:38 PM Page 2

Halkın Günlüğü 10-20 AĞUSTOS 2011

hazırlığı

Köyü civarında hareket halindeyken özel ordunun bu paralı askerleriyle bir gerilla birimi iç içe girdi. Başka gerilla birimleriyle karıştırılmaması açısından düşmana ‘kamo’ çeken gerilla birimi aynı anda yakında duran kimselerin düşman olduğunu ayırt etmesiyle birlikte üst üste ‘teslim ol’ çağrısı yaptı. Gerilla birimimize 15 metre uzaklıkta ayakta silahını çekemez vaziyette duran paralı asker, arkada başka askerlerin varlığı ve güvenlik riski yaratmalarından dolayı teslim alınamadan imha edildi ve arkada bulunan askerlere de ateş eden gerillalar bir askeri de yaraladı ve alandan kayıp vermeden uzaklaştı. Düşman güçleri tek bir kurşun dahi sıkamadı. Düşman gücü neye uğradığını şaşırmış, aniden aralarına giren gerilla birimi hızlı bir biçimde düşmanı darbelemiş ve çekilmişti.

Gerillanın namlusunda mayalanan umut Saat 20:15’te yaşanan bu temasın ardından temasın yaşandığı yerin üç yüz metre ve düşman biriminin konumlandığı yerin yüz elli metre ilerisinde yola döşenmiş mayın duruyordu. Bir gerilla birimi alanı terk etmemiş alana gelecek takviye düşman gücünü darbelemek için beklemekteydi. Yaklaşık bir saat sonra

alana takviye güç geldi. Yolun sol tarafında bulunan darbelenen düşman gücü havaya aydınlatmalar atıyordu. Yine yolun solundan Dersim merkez tarafından gelen düşman gücü de aydınlatmalar eşliğinde alana ilerliyordu. Panik halinde ilerleyen takviye gücün komutanının telsiz konuşması mayını patlatmak amaçlı bekleyen birimimizce duyuluyordu. ‘Kobraları yollayın, yol boyu denetleyin’ vs diyordu. Yine mayının bulunduğu alana sinyal kesici jammer tipi askeri araç da getirilmişti. Araç farlarını araziye çakıp gerillanın manevrasını kısıtlamaya çalışmaktaydı. Askerler yolun kenarından ve tam olarak mayının yerleştirdiği yerin önünden geçmekteydiler. Koşar adımlarla yürüyorlardı ve önde bulunan tim grubunun yaratmış olduğu güvenden ya da korkudan dolayı birer metre aralıklarla yürüyorlardı. Gerilla birimimiz mayını ateşlediğinde büyük bir patlama yaşandı. Koşarak ilerlemekte olan düşman gücünden üç asker bu patlamayla öldü. Patlayan mayının ardından alana projektör çakan askeri araç geri geri giderek alandan uzaklaştı ve ışıklarını kapattı. Düşman o ana kadar attığı aydınlatmayı panik nedeniyle bir kere daha attı ve daha atmadı, konuşmalar kesildi. Alan Sixenk alayına çok yakın olmasına karşın düşman sabaha kadar hareketini sınırladı ve alana müdahalede bulunamadı. Gerilla birliğimiz yapılan plana uygun bütün görevlerini yerine getirirken plan dışı yaşanan karşılaşmayı ise lehine çevirmeyi başarıp eylemi başarıyla tamamladı. Eylem alanından önceden belirlenmiş geri çekilme alanına gerilla birimlerimiz güvenle çekildiler ve ertesi sabah hava aydınlanmadan hazır vaziyette gelişecek operasyon beklendi. Düşman bir kısım alana çok yoğun operasyon yaptı. Ancak yaptığı operasyondan sonuç alamadı. Günün batımıyla gerilla birliğinin hareketliliği tekrar başladı. Gerilla hayata soluksuz bir yürüyüşle başladı. Gidilecek yer ıssız alanlardan geçiyordu. Boşaltılmış köylerin sessizliği, yıkık damlar, öfkenin derinliğine çeker gerillayı. Yıkık yaşamlar ve evler tarihe olan yeminlerini hatırlatıyor gerillaya, her adımda tekrarlanan… Yaşamak kendisi kadar başkaları için de, sancılı geceler doğurduğunda yeni bir günü meşe ağaçlarının diplerinde seslenecek; yeni baştan hayata gerilla. Hayatı alıp sunduğunda bitecek gece yolculukları o an… Ve yine bir günün batımı ve yine yürüyor geceye gerilla…

f

güncel 23

TUTSAK PARTİZAN

≫ cafer çakmak

TARİHİMİZİ DOĞRU KAVRAYALIM...

E

mperyalizm ve yerli uşakları olan egemen sınıfların tüm “insan sever özgürlükçü ve barışçıl” söylemlerini her kıtada akıtılmakta olan ezilenlerin kanı, devam eden ulusal, dinsel ve sınıfsal çatışmalar ve iç savaşlarda başa çıkmaktadır. Artık demagoji gerçekleri gizlemeye yeterli olamıyor. Tüm kötülüklerin sebebi olarak gösterdikleri sosyalizmin geçici yenilgisinden sonra da emperyalizmin egemenliğindeki dünya gül bahçesine dönmedi; bilakis çekilmez bir cehenneme dönüşmüştür. Tekelci kapitalizmin egemenliği altında olan dünyada çatışmasızlık, savaşsız ve barışçıl bir yaşamın olabileceğine inanmak emperyalizmin ne olduğunu bilmemektir. Tekelci burjuvazi sadece egemenliği altına almakta zorlandığı ya da denetim altından çıkan yeniden dizayn etme ihtiyacını hor kullanmadan başaramadığı yarı-sömürge ülkeleri doğrudan işgal etmekle kalmıyor. Dün olduğu gibi bugün de bağımlı kukla devletleri başka ulusları ezmek işgal etmek için kullanıyor. Herhangi bir sorun ya da ulusal çatışmalar ekonomik temelleri üzerinde açıklanmazsa, sorunlar hakkında bir şey söylenmiş sayılmaz. MLM bilimi ulusal sorun ve çözümüne dair zengin deneyim ve teorik açıklığa sahiptir. Lakin bu gerçeği ters yüz etmek isteyen burjuva kalemşorlarının azgın saldırılarını bir kenara koyarsak; çeşitli devrimci aydınların çevre ve yapıların küçük-burjuva düşünüşünü ulusal sorunun diyalektik gelişimini kavrayamadıkları ve sosyalizm tarihini çarpıtmaya vardırarak burjuva bakış açısıyla tarihi değerlendirdikleri görülür. Okuyucu çok iyi bilmektedir ki gazetemiz Halkın Günlüğü ve önceli olan devrimci yayın geleneğinin sayfalarında ulusal soruna dair, sürekliliği olan teorik, politik, siyasi ve ekonomik çözüm değerlendirmeleri yayınlanmıştır. Halkın Günlüğü esas olarak ulusal sorunun teorik ve politik temellendirmelerini komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın değerlendirmeleri üzerine oturtur. Yine Kaypakkaya’nın bilimsel tarihi deneyimleriyle Lenin ve Stalin yoldaşın ulusal sorun perspektiflerini temel aldığını bilmekteyiz. Henüz Leninist ulusal sorun teori ve pratiğini çürüten teorisyenler çıkmadığına göre MLM’ler söz konusu ilkeleri benimsemeye devam ediyorlar! Ortada paradoksal bir durum vardır. A.Hacelişi K.’nın yazarı olduğu gazetemiz, okuyucunun bilincini ve gazetenin aktardığımız teorik yönünü boşa çıkaran ve kafa karışıklığı yaratan son derece kaba burjuva

üslupla Kafkasya ve Y.Karabağ sorunlarının sebebini Stalin’e bağlamıştır. Stalin’i esas alan Halkın Günlüğü mü doğru, yoksa aydın olarak HG’de yazan Ahmet Hacalişi K. mı doğru söylüyor? Açıktır ki A. Hacallişi K. burjuva bakış açısıyla Stalin’i suçlarken elbette tarihi doğru yorumlamıyor. Ne tarihimiz hatasızdır ne de geleceğimizi hata yapmadan inşa edebiliriz! Tarih toplumsal hareketin somut koşulları içinde kavranmazsa bugünü dünle karıştırmak kaçınılmazdır. Yazar “Yukarı Karabağ fiyaskosu” yazısında şöyle demektedir: “12 Haziran 1921 senesinde Ermenistan ile Azerbaycan arasında imzalanan deklarasyonla Y. Karabağ, Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti’ne bağlandı. Ancak 3 hafta sonra Rusya Komünist Partisi Kafkasya bürosundan Stalin fikir değiştirdi ve Y. Karabağ bu kez Azerbaycan’a bağlı otonom bölge olarak tanımlandı. 1927’de Y. Karabağ’ı, Ermenistan’a bağlanmak için Moskova’ya başvursalar da çözülmemiş sorunu iki tarafa da müdahale etmek için kullanmayı düşünen Stalin’den destek bulamadılar.” (YDİ-HG.10-20 Temmuz 2011 sayı:6) Böylesi burjuva çarpıtmalarla ne sınıf savaşımı ne komünist partinin işleyişi ne de UKKTH’nin uygulanmasında komünistlerin sahip oldukları temiz açık tarih sahiplenebilir. Hatırlatalım Lenin’e saldırmayı göze alamayanlar daima Stalin’e saldırmışlardır, hem de Lenin’in yaptıklarını Stalin’e yükleyerek esas olarak sosyalizmi hedeflemişlerdir. Sovyetleri ve Bolşevik partiyi inceleyenler bilir ki; ta başından beri ulusal sorunun çözümü, kavranışı ve ana perspektifleri Lenin’e aittir. Stalin’in çalışmaları ana perspektife uygun bilimsel belgelerle ana taslağı geliştirmiştir. Yani Stalin’in çalışmaları Leninizmin ulusal sorun perspektifleridir. Yazar, Stalin’i parmak kaldırdığında her şeyi değiştiren “diktatör” olarak gördüğü için olmalı ki Rusya Komünist Partisi’ni 1921’de tartışmasız bir önder olarak partinin başında bulunan Lenin’i görmezden geliyor. Emperyalizm ve proleter devrimler çağında ulusal soruna yeni devrimci çözümler üreten ve tartışmasız olarak Sovyetler’in ulusal sorun çözümünde söz sahibi olan, perspektifleri kabul edilen Lenin yoldaşı unutan yazar, bir çırpıda Stalin’in “fikir değişikliğiyle Y. Karadağ’ın otonom bölge olarak tanımlandığını” söylemekten çekinmiyor. Çok açıktır ki bu yorumlar birer çarpıtmadan ibarettir. 50 ulusal farklılıktan oluşan Sovyetler’in kaç özerk bölgeden, kaç federasyon ve otonomdan oluştuğunu yazar bilmek istiyorsa araştırabilir.

Sovyetler ulusların gönüllü birlikteliğine dayalı ve sosyalist içeriğe sahiptir. Gönüllü birlikteliği kabul etmeyen herhangi bir ulusun Lenin ve Stalin döneminde zorla denetim altına alınması diye bir şey yoktur. Ayrıca özel otonom tamamen Sovyetler’in kendi coğrafi ulusal kültürel koşulları içinde söz konusu halkların nasıl yaşaması gerektiğine kendilerinin karar vermeleriyle belirlendiği bir sır değildir. Y. Karabağ’ın da durumunun Azerbaycan, Ermenistan ve Y.Karabağ Sovyetlerinin kendi kararlarıyla belirlenmesi kadar demokratik ne olabilir ki? Şayet Lenin ve Stalin çözülmemiş bu sorunu her iki tarafa da müdahale etmek için kullanmayı düşündülerse yazarımızın bunun nasıl gerçekleştiğini yazması gerekmez mi? Ya da Lenin’in perspektifiyle şu ya da bu ulusların arasındaki çelişkilerden yararlanmak için oluşturulan onlarca otonom bölgeleri ve bu gerici siyaseti teşhir eden bir çalışmayı bizlere sunması gerekmez mi? Onlarca farklı ulusa rağmen 70 yıl boyunca ulusal nedenlerden dolayı kurşun sıkılmamış, halkları düşmanlaştırmamışlarsa 2. paylaşım savaşında emperyalizmin tüm oyunlarına rağmen bir tek ulusu Sovyetlere karşı savaştıramamışlarsa bu uygulanan devrimci politikanın başarısıdır. Türk milliyetçileri tüm ulusal farklılıkları gözeterek küçük otonomlar oluşturarak dilleri kültürleri koruduğu, varlıklarının devamını sağlayan politikayı benimsedikleri için Stalin’e saldırmaktadırlar. Niçin Türkçe konuşan ama birbirlerini anlamayacak kadar farklı Türkçe konuşan ülkeleri tekleştirmeyip “böldüğü” için suçlu Stalin’dir? Dört devlet tarafından milli basklı altına alınan dili ve varlığı inkar edilen Kürt ulusunun ilk Kürdoloji akademi ve ilk bilimsel Kürtçe eğitim ve eserlerinin ortaya çıktığı yerin Sovyetler olmasının altındaki gerçek proleter devrimci teori ve pratiktir. Lenin emperyalizm çağında bir avuç tekelci devlet dışındaki yarı sömürge uluslarının bağımsızlıklarının bir anlamı yoktur demişti. 1916’dan günümüze bu gerçek daima doğrulandı. Emperyalizm 21.yy.’da bağımsız denilen ulusların kafasına bombalar yağdırmaktadır. Hatalı burjuva fikirleri mahkûm edelim. Kürt ulus ve azınlıkların milli baskı altında olduğu ülkemizde, sosyal şovenizmin işçi sınıfı hareketi içine nüfuz ettiği koşullarda ihtiyacımız şudur: Yeniden ve yeniden Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao’yu incelemek, kavramak devrimci iktidar mücadelesinde, dönüştürme ısrarımızı pratikleştirmektir.


24_Layout 2 8/11/11 12:43 PM Page 1

Rojaneya Gel Em li hember

tecrîtê

rawestin Girtiyên doza MKP’ê ji bo mişextên girtiyên siyasî û girtiyên nexweş yên ku têxwestin ku hedî hedî bên kuştin bang kir û got bila tu kes li van bûyera temaşe neke .

G

irtiyên doza Partiya Komunîsta Maoîst (MKP) balkêşande êrişên tecrîtê yên ku di girtîgehê de pêk tên û ji hemû kesî re banga pêjnkeriyê kir. Daxuyaniya ku di hêla girtiyên doza MKP ve hat kirin de behsa ‘demokrasiya’ T.C’ê kirin û dora re waha gotin; “Bêguman li gorî vê bayê demokrasiyê dewleta Tirk nû ve tê sazkirin. Di dewsa qetilkarê xwîndar de qetilkarên ku nû ve perwerde bûne tînin ser kar û gotina wana ‘demokrasiya pêşveçûyî’ bi kiryarî dibe xwîn, hestirê çavan, girtîgeh û gule li ser gelê bindest, li ser neteweyê Kurd, li ser komunîst û şoreşgeran dimeşe.” Daxuyaniyê de balkêşandin girtîgeha ku girtîgeh ji bo demokrasiya rejmekî neynik e. Dorê de hat îfade kirin ku qetilkirina girtiyên nexweşên li ber çavan armanca tecrîtê baştir tîne cîh. Daxuyaniyê de balkêşandan li ser vana xala: “Girtîgeha tîpa F’yê de di bin navê ewlekariyê de lêgerînên bê rûmet berdewamdikin. Girtiyên şoreşgerên ku l i hember van lêgerînên bêrûmet bexwe didin jî cezayê çend sala hildidin.Girtiyên şoreşger ji bo hewa hildana girtiyên ku cezayên sermedî hildane zêde bikin berxwe didin. Bersiva vê berxwedanê jî dibe mişext, cezayê hucrê, cezayê serîlêdanê û dibe cezayê ragihandinê. Jiyana hucreyên bêhewa, bihemî de ji bo girtiyan awayê êrişeke faşîst e.”

“Açilim di girtîgehê de bi mişextê didome” Daxuyaniyên ku ji hêla derewên demokrasî û açılıma de hatin kirin de cîh dane van îfadeyan, “Di dema dawîde wek raya giştî de çawa ku derket;di girtîgehên Bakurê Kurdistanê de biryar hatiye dayîn ku nezî 200 girtiyî mişextên Erzîromê, Gîresunê, Bafrayê, Trabzonê, Bayburtê û Rizeyê bibin. Di nava van girtiyên ku hatine mişextkirin de nezî 100 kesî bi giranî nexweş in. Ango ‘demokratîk açilima’ dewleta Tirk di girtîgehê de ji Kurdan re mişext e.

“Pewîstî ji têkoşîneke parmendî re heye” “Ji bilî behskirina êrîş û tecrîda girtîgeha tipa F’yê, li hember êriş û tecrîdên ku li ser girtiyên şoreşger û komunîst pêk tên, platformên têkoşînê yên parmendîyê bi kuwet re pewîstî hene.” Di daxuyaniyê de piştî van gotina dorê de waha gotin; “Daniştinên dozên cezayên rêzkariyê ku di dadgeha dadgerên bicîn anînê de tên darizandin de; em buroyên dadiyê, baroyan, parêzerên demokrat dewet dikin ku bila teşhîr bikin. Em serî de ji gelê xwe re, hemû saziyên demokratîk û şoreşger, rayagelemperî re bang dikin ku li hember van êrişên tecrîtê, mişextan û mirinên girtiyên nexweş temaşe nekin; em gazî dikin ku bila hemû kes karê xwe yê bi vijdanî, exlaq û siyasî bine cîh.”

Di girtîgehê de komkujî didome Di girtîgeha Mêrdîn Midyadê Girtîgeha Tipa M’yê de duh êvarê di emcanê êrişên pasevanan girtiye PKK’ê jiyana xwe dest da. Di êrişên pasevanan ku li hember girtiyên siyasî didomînin de girtiyên PKK’ê Şêxmûs Yalçin hat qetilkirin. Girtiyên PKK’ê ku 18 sal bû girtî bû û di doza PKK’ê de bêdawî

ceza hildabû ango Yalçin ji bo otopsiya cenazê wî bê kirin birine Nexweşxanaya Dewleta Mêrdînê. Dawiya otopsiyê de hat diyarkirin ku Yalçin encama xwînariya mêjî jiyana xwe dest daye. Cenazê Yalçin wê li nexweşxaneyê werê hildan û li Nisêbînê gundê Kurikê bê definkirin.

‘Ewletiya canê tu hevalekî me tuneya’ Girtiyên PKK’ê êrişên komkujiya Yalçin diyar kirin ku pêkanîna komkujiyê ye û daxuya kirin “Ewletiya canê tu hevalekî me tuneye.” Li ser navê girtiyan Deniz Kaya daxuyanî da û waha got; “li girtîgeha Mîdyadê de li hemn-

ber hevalê Şêxmûs Yalçin êriş pêk hatiye. Di vê êrişê de bi destê rêveberî-pasevanan ve hevalê Şêxmûs hatiye qetilkirin. Em bang dikin ku hemû parlamenter, rêxistiniyên mafên mirovan, malbatan bila werin girtîgeha Mîdyadê û vê rewşê nezîk ve bibînin. Ewletiya canê tu hevalekî me tuneye.”


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.