SIYAH MAVI
SARI
Fiyatı: 1 TL
12
BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ VE EZİLEN HALKLAR BİRLEŞİN
BU KAVGA FAŞİZME KARŞI, BU KAVGA HÜRRİYET KAVGASIDIR!
YAŞASIN 1 MAYIS
FAŞİZME ÖLÜM HALKA HÜRRİYET
Köklü değişimler ve dönüşümler, her zaman bunalım çağlarında gerçekleşir. Bugün Türkiye’de, egemen odaklar arasında iktidar çekişmesi yaşanıyor. Bu çekişme özgürlük mücadelesine katılanları kendi çıkarları doğrultusunda taraf olmaya zorluyor. Onlarla işimiz yok, kendi kavgalarının karanlığında kaybolsunlar. Devrimcilerin, ortak bir paydada buluşması ve sürece müdahale etmesi gerekiyor. İŞÇİLERİN EMEKÇİLERİN VE YOKSUL HALKLARIN ÖZGÜRLÜĞÜ DEVRİMLE GELECEKTİR..
Seçim çağrıları, kitlelerin büyüyen öfkesini yatıştırmaktan, onları “yerinden yönetim” hayalleriyle avutmaktan başka bir işe yaramaz. Devrim fırtınasının ortasında tekelci sermayenin adeta bir can simidi gibi sarıldığı seçim sandıkları, uzlaşmacı görüşleri bizzat ayaklanmacılar tarafından aşılan küçük burjuva çevrelerin de imdadına yetişmiş görünüyor. Ancak ayaklanmayı sürdürerek, daha kapsamlı, örgütlü ve sonuç alıcı bir eylem haline getirerek ileri taşıyabiliriz.
Bu uzlaşmacılara sorarsanız, seçimler halkların gücünü, birlikteliğini pekiştirmek için bulunmaz fırsat. Birkaç belediye başkanlığı ve vekillik kazanıldığında,sanki devrim yapmış hissine kapılan dar kafalı,düzen solcularına inanmayın. İşçilerin Emekçilerin ve yoksul Halkların özgürlüğü devrimle gelecektir.. “İnsanlık tarihi sınıflar mücadelesinden ibarettir.”Marx. Bu genel doğruyu gözden kaçırmadan, ülkemiz ve bölgemizde yaşananlara
SİSTEM İÇİ MÜCADELE Mİ? YOKSA SINIF SAVAŞI MI? bakacak olursak; Ülkemizde EMEKÇİLER/SÖMÜRÜLENLER dışında kalan kimsenin yani emperyalizm ve yerli işbirlikçilerinin, yaşanan gelişmelerden hiç de şikâyetçi olmadıklarını görürüz. Daha açık bir deyişle, 2001 krizinden sonra, AKP’yi örgütleyip iktidara taşıyan ABD/AB koalisyonu ile, ülkemizdeki hâkim sınıflar durumdan hiç de şikâyetçi görünmemektedirler. 12 yıllık AKP iktidarında zarar görenler, sınıf çelişkileri esas alınarak bakıldığında, işçi sınıfı yani emeğinden başka satacak bir şeyi olmayan eme-
kçilerdir. AKP emek örgütlerini, tasfiye ediyor ve yerlerine düzen yanlısı, yandaş örgütler kuruyor. DİSK etkisizleştirilirken, TTB ve TMMOB gibi meslek örgütlerinin yok edilme çabaları ortada. ABD ve BOP çerçevesinde; toplumsal ve bölgesel dönüşümden ve yaşam biçimlerine karışılmasından, oldukça rahatsız olan kesimler, “hakim sınıflar” değil emekçilerdir. En sonunda bir patlama noktası olarak tepkilerini, Gezi Direnişi ile açıkça ortaya koymuşlardır. Oldukça etkili oldukları, AKP ve RTE’nin başkanlık sistemi SAYFA-2
SIYAH MAVI
HALKIN KURTULUSU
SARI
2
HALKIN KURTULUŞU 1 MAYIS’A ÇAĞIRIYOR
İBRAHİM KUTLUAY YOLDAŞ ÖLÜMSÜZDÜR
İŞSİZLİĞE-KÖLELEŞTİRMELERE KARŞI, ÖZELLEŞTİRMELERE-TEŞERONLAŞTIRMALARA KARŞI, SENDİKASIZLAŞTIRMALARA KARŞI, KÖYLÜNÜN AÇLIĞA-TOPRAKSIZLIĞA MAHKÛM EDİLMESİNE KARŞI, İSLAMCI-FAŞİZME, ŞOVENİST - MİLLLİYETÇİLİĞİN HER TÜRÜNE KARŞI, EMPERYALİZMİN ORTADOĞU’DA Kİ SAVAŞINA KARŞI, SAHTE BARIŞ YAYGARALARINA -TESLİMİYETE VE TASFİYECİLİĞE KARŞI, ÜNİVERSİTE VE BİLİM DÜŞMANLIĞININ YAYGINLAŞTIRILMASINA-RESMİ SİVİL KOLLUK KUVVETLERİNİN FAŞİST SALDIRILARINA KARŞI, YOBAZLIĞA VE KADIN CİNAYETLERİNE KARŞI, DEVRİM VE SOSYALİZM İÇİN FAŞİST DİKTATÖRLÜĞE KARŞI, DEVRİMCİ KOMÜNİST SAFLARDA BULUŞMAYA VE KAVGAYA ÇAĞIRIYOR!
İşçiler, Köylüler, Gençler, Kadınlar, Yaşanan, kapitalist krizin bedelleri ülkemizin işçi ve emekçilerine ödettirilirken, buna karşı durmak isteyen en küçük ve masum direniş, faşist diktatörlüğün resmi ve sivil faşist kurumlarının, azgın saldırılarıyla susturulmaya çalışılırken, işçi ve emekçilere ve onların genç evlatlarına azgınca saldırırken, evlatlarımızı, OrtaDoğu halklarına karşı işgal ve katliamlara girişmek üzere iştahı kabarmış emperyalistlerin savaş arabasına sürmeye hazırlanıyor.
İşçi sınıfını faşist diktatörlüğün egemenleri olarak sermayedarlara ve onların göstermelik hükümetlerine peşkeş çeken, sendika ağalarının ve bürokratik sendikacılığın bayrak açtığı günümüzde gerçek devrimci sendikal hareketin yaratılması artık yakıcı bir gündem oluşturuyor. Emperyalist-kapitalist sermayeyle iç içe geçmiş vatan ve halk düşmanlığının kaleleri durumda olan, TÜSİAD, MÜSİAD, TİSK, TOBB ile onların hizmetindeki AKP hükümeti, yakın gelecekte işçi ve emekçilere cepheden ve doğrudan saldırılar dizisinin hazırlığı içindedirler. Bu uğursuz ve ülkenin üstüne bir karabasan gibi çökmüş kalelerin gücü bizlerin kaderi olamaz. TÜM BUNLARA KARŞI MÜCADELE VE ZAFER İÇİN, HANGİ MİLLİYETTTEN OLURSA OLSUN BÜTÜN İŞÇİ VE EMEKÇİLERİN DEVRİMCİ KOMÜNİST SAFLARDA BİRLEŞMESİ İÇİN, EMPERYALİZME KARŞI ÜLKEMİZİN GERÇEK BAĞIMSIZLIĞI-ÖZGÜRLÜĞÜ VE HÜRRİYET DOLU-KARDEŞLİK DOLU-DEMOKRASİ VE SOSYALİZM DOLU GÜNLERİ İÇİN 1 MAYIS ALANLARINA! YAŞASIN PROLETARYANIN ENTERNASYONAL DAYANIŞMA VE MÜCADELE GÜNÜ 1 MAYIS!
Bir yandan milliyetçi faşizme, onun sivil faşistlerine gaz verilerek ülke meydanlarında pervasızca faşizm propagandaları yaptırılırken, diğer yandan İslamcı faşist güruha yeşil ışık yakılarak bugün üniversitelere yarın fabrikalara, grev alanlarına, köy meydanlarına, kentlerin sokaklarına saldırı provaları yaptırılıyor. İşsizliğin en önemli temel sorun olduğu, milyonlarca genç emeğin sokaklarda, düzenin sunduğu her türlü suç dünyasının içine çekilerek heba edildiği bir ülkede, kölelik koşullarında iş bulabilen işçi ve emekçiler, her türlü çalışma ve iş güvencesinden uzak iş ölümleri ve kazalarıyla, sakatlanmalarla karşı karşıya bırakılırken, buna karşı yükselen en küçük bir ses amansızca bastırılıyor, direnen işçi ve emekçiler ya sokak ortasında infaz ediliyor yâda faşist diktatörlüğün mahkemelerinde onlarca yıl hapisle cezalandırılarak gözdağı verilmeye çalışılıyor.
YAŞASIN PROLETARYANIN BİRLİĞİ HALKLARIN KARDEŞLİĞİ! YAŞASIN HALKIN KURTULUŞU YOLUNDA DEVRİM VE SOSYALİZM MÜCADELEMİZ! FAŞİZME ÖLÜM HALKA HÜRRİYET!
“Yoldaş işçiler! Öyleyse vakti gelen son kavga için iki kat enerjiyle hazırlanalım!(...) İşçilerin talepleri için mücadele her zamankinden daha büyük bir cesaretle sürdürülsün. 1 Mayıs kutlaması davamıza binlerce yeni savaşçı kazansın ve bütün insanların kurtuluşu için, sermayenin boyunduruğu altında çalışan bütün herkesin özgürlüğü için yürütülen büyük mücadeledeki güçlerimizi daha da büyütsün!”
V.I.LENİN
HALKIN KURTULUŞU SAYFA-1’DEN DEVAM - gibi pek çok hevesinin kursağında kalması ile netleşmiştir. AKP Gezi Direnişi ile Türkiye’de BOP’a göre şekillenen; Ilımlı İslam, AKP’ye özgü şeriat devleti ya da başkanlık-yarı başkanlık modellerinden çark etmek zorunda kalmıştır. Evet, “İŞÇİ SINIFININ MENFAATLERİ burjuva demokratik sistemin geriye götürülmesinde değildir” ve devrimciler bu tür geriye gidişlere daima karşı olmalı ve Gezi Direnişi gibi direnişlere önderlik etmelidir. Ancak bu tespit gerçek Devrimci Komünistlerin yani sınıf mücadelesinden yana olanların, SİSTEM İÇİ MÜCADELE YÖNTEMLERİNİ benimsedikleri anlamına asla gelmez.
Bu durum AKP’yi taklit eden; Ankara’da MHP, Hatay ve Bursa’da AKP’li aday gösteren ve sağa açılırken yani (emperyalizm ve faşizmle kucaklaşırken) sola kapılarını kapatan, düzen partisi CHP’yi desteklemek anlamına gelmez.
Ya da ABD +AB emperyalizmi ve işbirlikçileri (AKP faşizmi) ile uzlaşı arayan oportünist partileri desteklemek anlamına hiç gelmez. Tek ve gerçekçi çözümün sınıf devrimci mücadelesinden geçtiğini bilmek ve ona göre tavır almaktan geçer. Düzen partilerine eklemlenmenin, yani burjuvazinin faşist yüzü ile reformist yüzünden birine yamanmanın, kurtuluşu geciktireceğini, mücadeleyi sekteye uğratacağını, ezilen ve sömürülen halklara açık bir şekilde anlatmak gerekir. Sonuç itibariyle emperyalizm ve yerli işbirlikçilerine karşı FKBC yaratmak zorunda olduğumuzu, Demokratik görevleri gerçekleştirecek bir sosyalist devrimin gerçek kurtuluş için şart olduğunu ve ML öğretinin bugün Mahir, Deniz ve İbo’yu tekrar tekrar doğruladığını, ezilen ve sömürülen halk kitlelerine anlatmalıyız.
‘‘Ölenlerimiz ödünç bıraktılar seslerini Suskunluk hayata ihanetin en kirlisidir.O ödünç ki sevdamızın en tutuşkan çırası Çünkü korlaştıkça ancak çelikleşiyor demir’’
İbrahim Kutluay adı yüreğimizde biraz hüzün ve acı daha çok bir ışık ,bir umut kaynağı olarak yaşayacak bundan böyle matem tutmak değil yoldaşımızın kimler tarafından katledildiğini neden katledildiğini anlatmak ve kavgasını İzmir’de 1 Mayıs kutlamaları sırasın- yüceltmek olacak. da, gazetemizin kortejine yapılan saldırı sonucu hayatını kaybeden İbrahim ’’Halkın Kurtuluşu pankartı altında Kutluay yoldaşımızı unutmadık. yürümek ONUR’dur.Bugünleri de gördüm ya artık ölsem de gam yemem’’ Yüreğini yüreklerimizin yanına atan- demişti.Onu ışıl ışıl parlayan gözleri , lardandı. İbrahim Kutluay.. yüzündeki tebessümü ve son sözleri ile hatırlayacağız.
SIYAH MAVI
SARI
HALKIN KURTULUSU
BİZ ON’LARIN YOLDAŞLARIYIZ
Çok Uzaklardan Geliyoruz Kaybetmedik Geçmişimizle Bağımızı Bize Hala Mirasımızı Hatırlatıyor Bedrettin’in Boynuna İnen Satır Karadeniz’e Gömülen Mustafa Suphi’ler Bize Hala Geleceğimizi Hatırlatıyor Kızıldere’de Güneş Gibi Batan Cihan’lar Mahir’ler Nurhaklarda Doğan Sinan’lar Alpaslan’lar Kadir’ler Darağacındaki Fidanlar İşkencelerin Yenemediği Kaypakkaya’lar, Edge’ler Antep Direnişinde Tarih Yazarak Kalbimize Gömülen İlhan’lar Mehmet Ali’ler Ve Daha On yedisinde yaşasın TDKP Diye Haykırarak Ölüme Meydan Okuyan Erdal Eren’ler Çok Uzaklardan Geliyoruz Bize Hala Dinmeyen Öfkemizi Hatırlatıyor Devrim Uğruna Batmayan Güneşler TDKP, SINIF MÜCADELESİNDEKİ AKTİF YERİNİ ALIYOR 1980 yılı Şubat ayı tüm eksikliklerine rağmen Devrim tarihimizde bir dönüm noktası oluşturacak olan devrimci adımın atıldığı o gün denilen gündü. Komünistlerin işçi sınıfının devrimci partisini inşa etmek için yıllardır harcadıkları zorlu ve inatçı çabalar nihayet başarıya ulaşmıştı. Türkiye Devrimci Komünist Partisi kurulmuştu! Devrimci Komünist Partimizin kuruluşu, parti inşa örgütümüz olan TDKP-İÖ’ nün mevcut tüm örgütlerinin genişçe temsil edildiği, partimizin temel teorik yaklaşımlarını, programını, tüzüğünü, taktiğini ve örgütsel çizgisini tartışıp karara bağladığı kuruluş Kongresi’nde gerçekleşti. Türkiye’nin Devrimci Komünist Partisi’ni yaratmak için harekete geçen komünistler, işçilere, emekçilere ve devrimcilere verdikleri sözü tuttular. Tarihin gelişim seyrinde iniş çıkışlarla dolu gelişimde 12 Eylül Faşist cuntası karşısında dayanamayan ve direnemeyen örgüt ne yazık ki basiretsiz yöneticileri nedeniyle 12 Eylül’e karşı direniş bayrağı açmak bir yana; örgütü dağıtmaya varan, örgütü fiilen tasfiye eden ve TDKP’ ni devrim tarihinden silmeye kalkışılmıştır. Fiilen tasfiye edilmiş, partiye bağlı TDKP’lilerin ‘yeter!’ demesiyle, artık sona ermiştir. 12 Eylül Faşizmi’nin en azgın olduğu dönemde, işçi sınıfının yiğit öncüsü İMRAN AYDIN’IN şiarlaştırdığı “her TDKP’li, TDKP’dir” şiarının yeniden yükseldiği yepyeni bir dönemdeyiz. TDKP’liler, Faşist Diktatörlüğün ve 12 Eylül Faşist cuntasının beceremediğini becermeye çalışan bir avuç tasfiyeci yöneticiye karşı Partiye ve onun militanlarının emeği üzerine yükselen tüm mirasına sahip çıkmaktadır. TDKP, kendisine sadık ve komünizm mücadelesinden kopmamış üyeleri ve komünizme bağlı ve işçi sınıfı çıkarından başka hiçbir çıkarı olmayan Komünistlerle yeniden ayağa kalmaktadır.
TDKP (TÜRKİYE DEVRİMCİ KOMÜNİST PARTİSİ)
Partimizin ayağa kalkması, emperyalist-kapitalist dünya düzenine karşı kendi coğrafyamızdan yükseltilen ve dünya işçi sınıfına seslenen militan bir mücadele çağrısıdır. Partimiz, kapitalizmi ülkede sonlandıracak ve bu uğurda işçi sınıfına önderlik edebilecek ve onları talepleri uğruna mücadeleye çağrı yapabilecek, işçi sınıfının devrimci en kararlı en yetenekli önderleridirler. TDKP işçi sınıfı öncü kadrolarının somutlaşmış halidir. Partimiz, Türkiye’de devrim ve sosyalizm uğruna savaşmış, can vermiş, acı çekmiş, hala sınıf savaşını her koşulda sürdürebilen, Marksist-Leninist devrimci kişiliğin tarihi boyunca yarattığı tüm değerlerin sahibi ve güvencesidir. TDKP, dünya ve Türkiye’de işçi sınıfının, zafer ve yenilgilerden oluşan zengin deneyimlerinin mirasçısıdır. TDKP Komünist
OKUR MEKTUPLARI
örgütlülüğünü bu devrimci mirasın üzerinde yükselmektedir. Partimiz bu mirasın kararlı savunucusu, temsilcisi ve gelecek kuşaklara taşıyan gücüdür. Partimiz zayıf, eksik ve hatalı olan her nokta yeniden elden geçirilerek devrimci eleştiriye tabi tutulacaktır. Geçmişimizin zenginliği, önümüzdeki mücadeleler için gerekli dersleri ve sonuçları verecek anahtar olacaktır. Bu aynı zamanda hem partinin hem de partililerin, devrimci bir yenilenmesinin ifadesidir. Partimizin kimliği devrimci komünisttir; proletaryanın ve devriminin partisidir. Bugün önümüzdeki en temel görev, burjuvazinin sınıf egemenliğinin yıkılması, iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesidir. Burjuvazinin her türden gericiliği ve onun kaynaklık ettiği her sorunu çözmek egemen burjuva sınıfı devirmekten, onun egemenlik aygıtı olan mevcut devlet iktidarını şiddete dayanan bir devrimle yıkmaktan, yerine proletaryanın tüm emekçilerin desteğine dayalı devrimci iktidarını -PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ- kurmaktan geçmektedir. Emekçilerin sömürüden ve her türlü demokratik hak yoksunluğundan, ülkenin emperyalist kölelikten, mazlum Kürt halkının emperyalist-işbirlikçi ve sömürgeci boyunduruktan kurtulabilmesinin biricik gerçek yolu buradan geçmektedir. Partimizin bugünkü devrimci stratejik çizgisinin esası budur.
Dünya ve Özel olarak Türkiye işçi sınıfının yıkıcı yenilgilerle sonuçlanan bir tarihi dönemle tarihsel devrimci hesaplaşmanın sonucunda yeni bir dönemi ve gelişimin önünü açma iddiasındayız. Komünizm bilimsel bir gerçeklik olduğunun sarsılmaz inancıyla Partimizin sınıf mücadelesindeki yerini yeniden alması, bu yeni dönemde mücadelenin önünün açılması ve sınıf savaşımının kızgınlaşması karşısında, ilk mücadelelerin ülkemizde güçlü ve donanmış bir örgütlülükle güvenli ve başarılı bir önderlikle kucaklanabilmesine hazırlıktır. Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kapitalizminin krizlerinin faturası işçi sınıfı ve emekçilere yüklenmektedir. Burjuvazinin içinde debelendiği süreklilik kazanan krizlerinden kurtulmasının başkaca da bir çözümü yoktur. Bunun karşısında devrimci bir önderlikle buluşamamak ve böylece uzun soluklu bir mücadele çizgisinde ilerleyememek, kitle hareketinin en temel sorunu olmaya devam etmektedir. Son 30 yılın devrim cephesinden kendini en yakıcı bir biçim-
OKUR MEKTUPLARI
OKUR MEKTUPLARI azminde olan her devrimcinin özlemidir TDKP.
Yaşasın Partimiz, TDKP ‘miz. Emperyalizmin global saldırısı karşısında, halkların geleceği olan sosyalizmin özlemini taşıyan ve emperyalizme karşı mücadele etme
Çünkü, kendi coğrafyamızda sınıf mücadelesine önderlik yapabilecek, kitlelerle buluşabilecek ve bu buluşmayı politikleştirerek devrime taşıyabilecek ideolojik donanıma ve de kadrosal yeteneğe sahip tek partidir TDKP. Yaklaşık 100 yıldır, bu coğrafyanın devrimci muhalefetini örgütleyen ve yön veren ve bu mücadele içerisinde yetkinleşen kadrolarının; yenilgi yıllarında bile ‘’her devrimci yürek bir partidir’’ diyerek, kendi alanlarında birbirinden bağımsız kopuk gibi görünse bile, örgütlenme
3
TARIK ALİ
de hissettiren temel zafiyeti; devrimci önderlik alanındaki boşluktur. Partimiz, ilk elden Türkiye burjuvazisine ve onun bir parçası olduğu emperyalist kapitalist sömürüye karşı militan bir savaş ilanıdır. Partimiz işçilerin, işçi sınıfının partisidir. Partimizin işçi sınıfının temel çıkarları dışında bir çıkarı, temel amaçları dışında bir amacı yoktur. Devrimimiz ancak bu sınıfın önderliğinde başarıya ulaşabilir. Partimizin temel tarihi misyonu bu doğrultuda işçi sınıfına yol göstermek, ona bugünkü mücadelesinde önderlik etmektir. Bu tüm öteki emekçi katmanlara, toplumun tüm öteki ezilen kesimlerine başarıyla önderlik edebilmenin de maddi güvencesidir. Türkiye’de devrimci yapılar son 15 yıldır sürekli olarak gerilemektedirler. Düzenin dayattığı yasal oluşumlar oportünizm ve reformizm kendisine genişleme alanı bulurken; sınıf mücadelesine katılan yeni güçler bunlar tarafından yasal ve legal alan mücadelesi savlarıyla, düzen sınırları içerisinde sivil itaatsiz güçler haline getirilmeye çalışılmaktadır. Partimiz bugün geçmiş birikimi ve yeni ideolojik ve politik tavrını açıklayan programı ile bu boşluğu doldurmak iddiasındadır. (TDKP saflarında mücadele etmiş yoldaşların büyük çoğunluğunun iradesinin yansıyacağı 2.Kongremize kadar bütün sözlerimiz-metinlerimiz, tartışma metni olarak kabul edilir ve geçerli siyasal program eksiklerine rağmen 1980 kongresinin program ve tüzüğüdür.) Yeniden ayağa kalkmasını, iddiasının somut güvencesi sayar. Partimiz, proletarya devrimine yürekten inanan tüm devrimcilerin altında birleşebilecekleri bir bayrak yükseltmiştir. Partimizin kuruluşu komünist olmak iddiasındaki tüm devrimcilere bu bayrak altında birleşme çağrısıdır. Türkiye de sol hareketlerin devrimci muhalefet ruhları hala muhalefet olarak yaşatma tarzında sürmektedir. Muhalefet ruhundan sıyrılmak ve iktidar alternatifi olmayı başaracak odak ancak partimizdir. Türkiye devrimci hareketinin sürekli kan kaybının önüne geçmek dışımızdaki komünist ve devrimci güçleri küçümsemekle değil bizzat bu enerjiyi karşı devrime yöneltmek için gereklidir. Partimiz, bu güçlerin parti çizgisine ve saflarına kazanılmasını, parti çatısı altında birleştirilmesi düşüncesinin ısrarlı savunucusu olacaktır. TDKP, kuruluşuyla birlikte, dün yaptığı gibi; bugün yeniden tüm komünistler ve sınıf bilinçli işçiler için, devrimin ve sosyalizmin militanları için, altında birleşecekleri ve savaşacakları bir bayrak yükseltmektedir. Gelecek tüm devrimcilerin Marksist-Leninist devrimci bir çizgide bir araya gelmelerinin önünü açacaktır. Bundan hareketle, proletarya diktatörlüğü yolunda savaşacak herkesi, bir kez daha partimizin, Türkiye Devrimci Komünist Partisi’nin bayrağı altında birleşmeye çağırıyoruz.
YAŞASIN MARKSİZM-LENİNİZM’İN YÜCE İDEOLOJİSİ! YOLDAŞLAR PARTİYE, PARTİ İLE DEVRİME SOSYALİZME! OKUR MEKTUPLARI anlayışı ve örgüt yapısıyla aslında hepsi birbirinin aynıdır. Bu da bu coğrafyada parti ideolojisinin, devrim ve sosyalizm mücadelesinde tek doğru ideoloji olduğunu gösterir. İşte bu yüzden sınıf mücadelesinin yeniden örgütlenip doğru bir önderliğe kavuşması için her partili yoldaşımızın bulundukları alanda partiyi yeniden inşa etme aciliyeti doğmuştur. Bu Türkiye halklarının özlemi ve ihtiyacı olarak önümüzde durmaktadır. İdeolojimiz Yaşıyor, Partimiz Savaşıyor! şiarıyla mücadele alanlarına inilmesi gerekiyor. Parti Biziz, Biz Partiyiz! (Okurlarımızdan mail yoluyla gelen bir yazıyı paylaşıyoruz) Leyla YALÇIN
SIYAH MAVI
4
HALKIN KURTULUSU TUNCER SUMER İLE “DEVRİM” KİTABI HAKKINDA Tuncer Sümer’in yazdığı kitabın adı Devrim. Olaylar içinde yer alanların anılarını anlatması kolaydır da nedense yazmaya eli varmaz insanın. Tuncer Sümer THKO olayları içerisinde yer almış, yargılanmış bir arkadaş. Uzun yıllar hazırlığını yaptığı kitabı nihayet baskıya vereceğini yazmıştı. Kitap ODTÜ’nün rahlesinden geçmiş Veli Karaöz’ün Evrim Yayınevinden çıktı. Kitap “DEVRİM” e inandıkları için öldürülen THKO savaşçıları ( …) ve tüm öldürülenlere Saygıyla. “ başlıyor. “Sol” kamuoyunda THKO hareketine katılmışlar olarak bilinen o dönem elemanlarının referansı ile ;”Kitap, Denizler ve THKO hakkındaki spekülatif, kimi doğru olmayan söylentilere, metinlere de bir cevaptır.” tezi ile çıktığı belirtiliyor. Daha çok Ankara odaklı. Sadece bu tezi için bile geçmişi irdeleyen, bilmek isteyen, bu konuda araştırma yapan/yapmak isteyenlere önemli bir kaynak sunuyor.
etkileri vardır ve devamlı “bir sabah ansızın gelebilirim” şarkısı söylenmektedir. Dikkat edilirse darbe değil görece daha olumlu algılanabilecek ihtilal kelimesini kullandım. Hiç etkilenmediğimiz anlamında değil. THKO, THKP-C, TİKKO bu ortamda doğmuştur. TİP etkisi dışındaki hemen hemen tüm devrimci gençliğin, ordu gençliğin, köylü gençliğin oluşturduğu ve etkisi altında kaldığı ortam budur. Bir de zafere ulaşmaya doğru giden Vietnam Savaşını, Çin’in tek tip elbiseli eşitlikçi propagandif yüzünü, Afrikadaki bağımsızlık hareketlerini, Latin Amerikadaki gerilla hareketlerini ve illaki ABD’nin burnunun dibindeki Küba zaferini ve efsaneleştirilen CHE olayını unutmayalım. Che, nin “Ölüm nereden ve
Tuncer Sümer, bunu;”En doğru bilgi, doğrudan kaynağından elde edilen bilgidir. Elinizdeki belgeler, kaynak belgelerdir. Dolayısı ile her biri bilginin bizzat kendisidir. Anlatım, yorum, aktarma türünden belgelerden özellikle uzak durulmuş ve her belgenin kaynağı dipnotları ile belirtilmiştir.” demek suretiyle kitaba aldığı sorgu ve savunmaları bilgi sahibi olmak isteyenlerin istifadesine sunmuştur. Bu bakımdan da önemlidir.
Bu ortamda sadece sosyalist devrimciler yoktur. Bir de YÖN/DEVRİM gazetesinin etkilediği teorideki adı küçük burjuva radikalleri olan bir kesim vardır. Bunlar 27 Mayıstan daha öte kazanımlar sağlayacak bir “ihtilalin” peşindedirler. Medyada da
Mahir’in bir deyişi vardır; benzerler bir yerde, ayrılar ayrı yerde. Benzerler bir yerde karşılaşır ve beraberlikler doğar. FKF’nin Dev Genç’e dönüştüğü kongrede Mahir ile birlikte hareket etmiş ve kongreyi belirleyen iki önerge vermiştim. Biri, ile Doğu’nun
Evrenin Anası Kadın
mak tüm acılara rağmen güzeldir dedik de anneliğin her zaman taşıdığı ağır bir risk vardır. Evladını kaybetmiş anneler, Onlar ki yeryüzünün en güçlüleri, en metanetlileridir. Onlar ki kimi zaman bir meydanda yavrusunun katilini arayan ‘’Cumartesi Anneleri’ olarak çıkıyorlar karşımıza, kimi zaman da yitirilmiş evladın mezarı başında ağlayan bir ana. Ama hep feryat ederken hep isyan ederken görüyoruz onları düzene ,adalete.. Elbette kimse onların acısını anlayamaz. Hele,kimse 40 yaşındaki oğlunu 40 parça bulan anne kadar yorgun, çaresiz ama hınç dolu hissedemez. O zaman tek bir çare vardır. O da: analarla kol kola isyan etmektir. Gorki’nin Ana’sında olduğu gibi; emeğiyle gücüyle bereketiyle ve tüm hıncıyla yanımızda olsun analar; enerjimizle, gençliğimizle biz de yanında olalım tüm bağrı yanmış anaların. Yürüyelim onlarla. Hem analarından yavrularını koparan bu düzene hem de
Sanırım birçok insanda olduğu gibi benim de kadın denince aklıma anne gelir. Bu nedenle bana ödev olan bu kadın konulu yazımı anne olmuş kadınlara atfediyorum. Victor Hugo ‘’Kadınlar zayıftır ama anneler güçlü.’’ der. Çünkü anne olmak güçlü olmayı da beraberinde getirir. Anne olmak, kendinin dışında başka bir bedene daha ait olmaktır. Anne olmak, binlerce kez düşünmek, bin gece uyumamak. Anne olmak merhametli olmak demektir. Anne olunca güçlenir tüm kadınlar, yumruğunu dünyaya daha bir yükselterek gösterir, daha dolu daha ağır.. Anneler belki de çok iyi gitmeyen düzenlerinde çocuğunun gözlerine bakarak tutunur dünyaya hayata, emek vermektir bir ülkeye, bir çocuğa. Anne, üretmektir ,hayatı kavgayı direnişi ekmeğini. Anne dimdik durmaktır acılara karşı. Anne ol-
-Röportaj-
yanında yer alan Halil Berktay ve Şahin Alpay’ın yazılarında devrimci süreci dört aşamaya ayırıp ilk ikisinde küçük burjuva radikallerine öncülük vermeleri nedeniyle cuntacı görüşlerini deşifre etmekti amaç diğeri de İstanbul FKF yöneticiliği yapan ve bizi hayli uğraştıran TİP eğilimli Veysi Sarısözen. Osman Arolat ve Sıtkı Coşkun’un “iflah olmaz oportünist” oldukları gerekçesi ile kongre kararı ile atılmalarını sağlayan önergelerdi. Benimkisi insiyatif kullanmaktı ve arkadaşlarımız arasında Doğu’ya sempatisi olan Gürkan ciddi olarak üstüme üstüme geliyordu. Mahir’e haber göndererek İstanbul’a gelmesini temin ettim ve İTÜ de verdiği konferansla ortam sakinleşti. Gürkanın da sesi kesilmiş olmanın ötesine olumlamalar oldu. Mahir aslen İstanbul kökenli olmakla beraber o zaman okunan okula göre Ankara’lı İstanbul’lu ayırımı yapıldığı için İstanbul ekibi ile kaynaşması bu olaydan sonradır ve Aydınlık Sosyalist Dergiye Açık Mektup olayına kadar bizim teorisyenimiz olarak kabul edilmiştir.
Hüseyin İnan ve Sinan Cemgil ile karşılaşmamız, sonuçları itibarıyla daha ilginçtir.
İki istisnası var , “dönemin bazı koşullarını nasıl gelirse gelsin, savaş naralarımız kukısmen de olsa yansıttığını düşündüğüm laktan kulağa yayılacaksa, mavzerlerimiz özel anılarıma yer vermem olacaktır.” elden ele dolaşacaksa, ölüm hoş geldi sefa geldi !” söyleminin bağımsızlık/özgürlük/ Benim bu “dönemin bazı koşulları” konu- eşitlik için kendini fedaya hazır beyinsunda anlatmak istediklerime geçersek, lerde yansımalarını düşünün. CHE zamanı öncelikle söylenmesi gereken ya da THKO, yaşanmadan anlatılmazdır. Ancak, CHE’nin THKP-C,TİKKO gibi silahlı mücadeleyi savu- Latin Amerikanın en geri ve devrime nan ve bu mücadele biçimini benimseyen en hazır ülkesi olarak kabul edip gerilla örgütlerin ortaya çıktığı ortamı anlatabilme- hareketine giriştiği ve öldürüldüğü Bolivya ktir. hareketlerinden yıllarca sonra Avrupada ve bizde efsaneleştirildiğini de bir yerlere not 1960’lı yıllarda, o döneme kadar en edelim. özgürlükçü 61 Anayasasının yürürlükte olduğu,”anayasa sosyalizme açık mı, Dönem, ortam budur. Devrimci gençlikte kapalımı ?” söylemleri arasında TİP’in iki sıfat/tanımlama egemendir; devrimciler kurulduğu, TBMM de 15 milletvekili ve pasifistler /oportünistler. Devrimcilerin bulundurduğu bir dönemdir bu dönem. silahlı mücadeleyi savunanlar olduğunu söyleyenler olduğunu söylemeye gerek var “Sol” Kemalizmin, gardrop atatürkçülüğünün mı? tartışıldığı ve kamuoyunu oluşturan ‘akil adamların’ neredeyse tamamının sol ke- ”Sol” sokağa hakimdir. Faşist odaklar malist olduğu, ilerici/gerici tartışmalarının kırsal alanlarda yakın döğüş vs konusunda odakta olduğu bir ortamda kemalizmden komando adını verdikleri gençleri eğitim sosyalizme geçmek hiç de anlaşılmaz bir yaptırmaya başlarlar.Gerici basında özelşey değildir. Kemalizmden sosyalizme geç- likle o zamanki Bu gün gazetesinde M.Şevki tik söylemi günümüzde bazıları tarafından Eygi “din elden gidiyor” çığlıklarıyla yayın yardırganıyor olsa da bu bir gerçekliğin yapmaya başlar. Ve neticede 16 Şubat 1969 ifadesidir. THKO savunmalarında bunu da Taksimde “Kanlı Pazar” ı gerçekleştirirler. açıkca görebilirsiniz. Duran Erdoğan ve Turgut Aytaç isimli ki devrimci öldürülür. Ancak sanık olarak, Sosyalizmi savunan TİP’den kopuş ise yöneti- aralarında bu satırların yazarı ve dönemimicilerinin güleryüzlü sosyalizm vs gibi gençliği zin Kültür Bakanının da bulunduğu 40’a yakın tatmin etmeyen, belki legalite endişesiyle kişi İçişleri Bakanı Dr.Faruk Sükan tarafından belki gerçekten inanılarak söylenen ,”aman ilan edilir. Beşiktaş Işık Mühendislikte Meeylem yapmayın faşizm gelir” söylemleri vs hmet Cantekin, İTÜ Yurdu polis baskınında nedeniyledir. Gençlik dışlanmıştır. Tatmin Vedat Demircioğlu ve Beyazıt Meydanında edilememiştir. Taylan Özgür, Em.Yrb.Talat Turhan’a göre TİP dışında “icazetli sosyalizm”, “parlemen- sonradan üst düzey generalliğe kadar yükto dışı muhalefet” gibi gençliğe daha cazip selen bir üsteğmen tarafından öldürülür. gelen ve ona eylem alanları açan bir dünya vardır. Bu alanda M.Belli’nin söylemi ile Devrimci gençlik meşru müdafa düşüncesi parlamenter mücadele sadece mücadelenin ile silahlanmak zorunda kalır. Tuncer Sümer, %10 ‘dur. DÖB kurucu üyesi ve sonralarıda Dev Genç Bölge Yürütme Kurulu Başkanı olan Cihan Bu anlayışla, ABD emperyalizminin Alptekin’in Kanlı Pazar’dan hemen sonra somutlaşmış simgesi olan 6.Filo erleri Deniz bir grup arkadaşı ile halk savaşı verilmesi Gezmiş’in önderliğindeki gençlik tarafından kararı aldığını söylemektedir. Gerçi dip noDolmabahçe’de denize dökülmüştür. Bizim tunu verdiği sayfada ve diğer yerlerde de görüşümüzün yani MDD stratejik anlayışının bu bilgiyi bulamadım ama o günlere uyegemenliğine geçen FKF de iki dönem örgüt gun bir tespit. Düşünün ki bu gün CHP’yi öz sekreterliği yapan Ruhi Koç arkadaşımız’ın örgüt olarak gören M.İlker Gürkan ,”Bizim anlatımıyla binlerce köy dolaşılmış, üret- de dağlarımız vardır Che Guevara !” şiirleri icileri korumak amaçlı tütün, fındık, söylüyordu. Hüseyin/Yusuf Diyarbakır sarımsak, aklınıza ne geliyorsa o ürünlerin cezaevinde iken İleri dergisinde “Selam Onmitingleri yapılmıştır. lara !” diye methiye düzen de Gürkan’dı.
SARI
Samsun-Ankara yürüyüşünden dönmüşüz. Ankaradayız.TİP’in Kongresi var.Başkanlığını Çetin Altan yapıyor.Kongrenin yapıldığı S.Sırrı Tarcan Spor Salonuna gittik. Daha önce Deniz ve arkadaşları Kongreyi basacaklar diye bir söylenti çıkmış bizim haberimiz yok. Bizi Kongre Salonunun kapısında karşılayanlar yani bize karşı kongreyi savunup salona sokmayacak olan arkadaşlar, güvenlik sorumluları kim dersiniz? Hüseyin İnan, Sinan Cemgil’in de aralarında bulunduğu sonradan kader birliği edilecek, birlikte ölüme gidilecek arkadaşlar. İstanbul’da bir eylem sonucu aranmaya başlandığımızda sığındığımız yerlerden biri ODTÜ yurtlarıydı. SBF Yurduydu. İzmir’e gittiğimiz de olurdu. Gerçi ODTÜ ile ilişki bazı DÖB’lü arkadaşlar bakımından Bekir Harputlu dönemine kadar gidiyordu ama gerek Eymir Gölündeki köfte komününde gerekse yurtlarda ev sahibliğini yapan Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’dı. Ankara’girişinde Çiftlik durağındaki aramada otobüs içersindeki aramada içinde üç silah bulunan bir çanta yakalatmıştım. Yanımdaki arkadaş böyle bir durumda çantaya sahip çıkıp benim diyecek beni kurtaracaktı. Ancak arkadaşın ağzından “Be... Be …” sesi çıkıyor gerisi gelmiyordu. Benim deyip onu ben kurtardım. Silahların biri İspanyol 9.luk Stardı. Bu Gazetede Sten diye yazılmış. Ankara Ulucanlarda Yusuf karşıladı. . İlk sorusu;” Steni nereden buldunuz ?” idi. Türk Solu (Bu günkü ile alakası yok) Haftalık dergimizin kapatılmasından sonra Türkiye Solu dergisi diye bir dergi çıkarmaya başladık. 12 Mart darbesi olmuş henüz sıkıyönetim ilan edilmemişti. İlk sayıda Deniz’in gençlik liderliğini anlatan “Selam Onlara !” diye bir yazı Şevki Akşit de THKO olayı başlıklı bir yazı yazmış ancak riskli olduğundan imzasını yazmamıştım. Bunlardan suç olan fiili övmek ve 142 den sonraları mahkûm oldum. Derginin çıktığı gün THKO’lu Metin Eşrefoğlu derginin yazıhanesinde derginin matbaadan gelişini bekliyordu. Dergiyi okuduğunda ; ”Peki ayrılık nerede Kıyıcı !” dedi. Mücadele anlayışı ve zamanlamasında diye cevap vermiştim. Tuncer Sümer’in kitabına aldığı THKO savunmalarının çoğuna katılırım. Dönemi ve düşünce yapısını yansıtması bakımından öğreticidir. Özellikle bu gün bu çizginin takipçileri için naif bulunacağını da zannederim. Bu tarih ortaktır. Geçmişi anlatmak, geleceği inşa etmek içindir. Tuncer Sümer’in kitabını bir boşluğu doldurduğu ve yenilerine yol açmasını umut ettiğim için olumluyarak okudum. Kitap, elimizi uzatsak Devrime ulaşabileceğimizi zanettiğimiz günleri anlatıyor.
aşımıza ekmeğimize göz koyanlara karşı yürüyelim. Bu yürümek öyle bir yürümek ki ne bir günde bitecek ne bir sistem boyu unutulacak. Bu öyle bir yürümek ki, ömür boyu sürecek. Ölene dek yürüyeceğiz herhangi bir annenin tek bir gözyaşı için mücadele edeceğiz. Onlar çocuklarını kaybetmesin, çocuklar çocuk gibi yaşayabilsin diye. Nerede ne şekilde Kimin kirli düzeninde Nasıl ölürse ölsün Onlar ölümsüzdür, biline Anaların yavruları ölümsüzdür. Annelere her zaman umutla söylediğim ve söylemeye devam edeceğim bir şarkı sözüyle gülümsüyorum.. ‘’Giden birdir bilmelisin, bin oğlun(çocuğun) var sevmelisin.’’ Yaşasın Devrimci Mücadeleci Kadınlar
MELİS KARAKUŞ
Devrimciler ve Cepheler Barış Yıldırım ‘Cephe’ kapı gibi bir kelimedir: birçok yere açılır. Bu ‘kapı gibi’ oluş daha etimolojisinden başlar. Hem batı dillerinde hem Türkçe dahil Ortadoğu dillerinde “alın, yüz, ön taraf” gibi anlamlara açılır. Kökeni ise yine her iki coğrafyanın dillerinde “yüksek, yukarıda olan” gibi anlamlara uzanır. “Bir savaşın taraflarının karşı karşıya geldiği bölge” askeri anlamı, kelimenin bu anlamlarından türemiştir. Cephe, savaşın en “ön” safıdır, düşmanla “yüz yüze” geldiğin yerdir ve en çok orada “alnını” ateşe açar insan. Cepheler birlikte çatışmanın yeridir. İşte bu birliktelik unsuru, Bolşevik devriminden itibaren, ama özellikle Avrupa faşizmlerinin geliştiği dönemde bu sözcüğü yeni ve çok zengin bir anlam dünyasına açtı: Birbirinden farklı olanların bir ortak hasma karşı bir ortak hedef için mücadele etmek üzere bir araya geldiği örgütlenme biçimi. Örgüt, tanımı gereği heterojen bir yapıdır: farklı olanlar orada bir araya gelir. Ama siyasi arena, yirminci yüzyıla kadar, örgüt olarak ‘parti’leri tanıyordu. İşçi sınıfı devriminin gerçekleştiği Sovyetler’in ilk adımlarından biri, bayrağına işçinin çekicinin yanına köylünün orağını koymak oldu. Devrimler onun ideolojik ve/veya fiili önderleri dışında müttefiklere ihtiyaç duyuyordu. 1930’larda Avrupa’yı saran faşizmler bu ihtiyacı çok daha acil bir şekilde duyurdu. Komintern’in faşizme karşı birleşik halk cepheleri politikası, Sovyet Kızılordusu ve milyonlarca şehidi ile birlikte, dünyayı gamalı haç karanlığına teslim etmemenin öznesi oldu. Cephe/ler: Çokluğu bir kılmanın, azları çoğaltmanın yolu İlk kez Bolşevik devrimiyle gündeme gelen, Komintern tarafından kuramsallaştırılan, ikinci paylaşım savaşı yıllarında Avrupa’da ve Çin’de devrimin başrol oyuncularına dönüşen cepheler, Vietnam ve Küba halkını zafere taşıdıktan sonra 1968’lerin devrime sarsılan dünyasında en önemli örgütlenme biçimleri oldular, öyle ki kimi yerde partiyi gölgede bıraktılar. Yüzyılın sonuna kadar Filistin, Nikaragua, El Salvador, Batı Sahra, Güney Afrika gibi devrimci deneyimlerin en önemli aktörleri cepheler oldu. Öyle ki bazı durumda partiler ya hiç yoktu ya da ancak bu cephelerin içindeyken varlık gösterebildiler. Tüm bu saydıklarımızın sosyalizm hedefi açısından başarısız deneyimler de olması, aslında bu yiğit mücadelelerin hatadan muaf olmadığını gösteriyor. Komünist partilerin önderliğinin olmadığı her yerde cephelerin farklı kesimleri bir araya getirme ve mücadeleyi ortak düşmana odaklama avantajı, proletaryanın ideolojik önderliğinin olmadığı yerlerde bir dezavantaja dönüştü. Devrimler bir bir yitirildi. Bu topraklarda cephe denince ilk akla gelen isim olan Mahir Çayan, bu açmaza dahiyane fakat hâlâ bütün içerimleri keşfedilmemiş bir çözüm buldu: Partiye bağlı olan, partinin kılavuzluğunu etse de partinin bütün ideolojisini kabul etmek zorunda olmayan, anti-faşist anti-emperyalist kadrolardan oluşmuş yarı-askeri bir örgüt olarak Cephe. Sözcüğün hem askeri anlamı hem sözlük anlamı bu kavramda çok güçlü bir biçimde bir araya gelir. Askeri niteliği de olan cephe örgütünün en önemli yanı, farklı kesimlerden devrimcileri bir safta hasmın karşısına dikebilmesidir. Ancak Mahir Çayan’ın öngördüğü tek cepheleşme bu değildi. Daha 1970’te mücadelemizin bütün aşamalarına “mümkün olan en geniş cepheyi kurma politikası hâkim olmalıdır” diye yazmıştı. Faşizme ve emperyalizme karşı olan çeşitli sınıf kesimleri ve örgütlenmelerin bir araya geldiği bir ‘halk cephesi’ ve Çayan’ın yazılarında sıklıkla geçen, devrimi silahla gerçekleştirmeyi öngören ve bu mücadeleyi ertelemeyen kesimlerden oluşan ‘silahlı devrim cephesi’, cephe formunu benimseyen ve bu adı taşıyan fiili ya da aktüel örgütlenme önerileridir. Cephe “birlik”te dövüşmektir Aradan geçen yıllar bu önerilerin yerindeliğini göstermekle kalmadı, yeni cepheleşmelerin de ihtiyaç olduğunu gösterdi. Bugün devrimci, sosyalist örgütlenmelerin çoğunun meşru temelde örgütlenen, böyle olması şart değilse de sık sık “cephe” adını da taşıyan demokratik örgütlenmeleri bulunuyor. Farklı siyasetlerin bu türden örgütlenmeleri zaman zaman bir araya gelerek daha geniş ‘demokratik cephe’ler ya da cepheleşme yolunda platformlar oluşturuyor. Bunların bazıları –HDP/HDK örneğinde görüldüğü gibi– cephe niteliği ağır basan ama parti adını da taşıyabilen yapılar oluşturuyor. Sol Cephe, Yurtsever Cephe, Sanat Cephesi gibi birçok örnekte olduğu gibi, yalnızca siyasetler arası platformlar şeklinde örgütlenmeyen, tek tek bireyleri de kapsayabilen ya da kapsamayı hedefleyen girişimler var. Cephe kavramının birçok farklı örgütlenme biçimine (bir partiye bağlı olan cephe, halk cephesi, devrimci yapılara bağlı meşru demokratik platform örgütlenmeleri, devrimci yapılar arası dar ve geniş cepheler) işaret edecek şekilde yoğun ve yaygın bir biçimde kullanılması aslında devrim yolunda yürüyenlerin birliğe ne denli ihtiyacı olduğunu, ama bu birliğin ille de parti birliği şeklinde gerçekleşmek zorunda olmadığını (ki dünya devrim deneyimleri bunun nadiren olduğunu gösteriyor) da gösteriyor. 1970’ler devrimciliğinin en önemli birkaç damarından biri olan teorinin müellifi Mahir Çayan’ın adını devrim tarihimize silinmez bir mürekkeple yazan Kızıldere, tam da bu cepheleşme girişimlerinden biridir. Çayan’ın “silahlı devrim cephesi” içinde gördüğü ama farkı bir örgütlenme içinde yer alan yoldaşlarının idamını engellemek için, THKP-C’nin THKO ile omuz omuza çatıştığı kır evi, bize cephelerin masa başında, kağıt üzerinde ya da gönülde değil mücadelenin tam ortasında kurulduğunu anlatıyor. Ama bu şanlı kilometre taşında bir şey daha yazıyor: O cephenin henüz kurulmamış olduğu. Gezi Ayaklanmaları bize çok farklı halk kesimlerinin ve halkçı, devrimci, sosyalist örgütlenmelerin bir araya gelme sürecini hızlandıran şeyin mücadele, direniş ve barikatlar olduğunu gösterdi. Ama bugün bir gerçek daha sürekli yüzümüze çarpıyor: Bu bir araya gelişin henüz geleceğe miras kalacak bir kalıcılığa ulaşmadığı. Kalıcı bir cepheleşmenin “oldukça güç ve karmaşık bir mücadele süreci içinde, sabırlı ve mücadeleyle, ilkelerden taviz vermeyen sosyalist bir tutumla, yiğitçe ve mertçe emperyalizme karşı dövüşerek ... mümkün” olacağını söylüyordu Mahir Çayan. Devrimcilerin cepheleşmesi hâlâ devrimimizin en önemli görevlerinden birini oluşturuyor ve devrim saflarının neresinde olursak olalım hepimiz bu ihtiyacı hissediyoruz. “Sol neden birlik olmuyor?” şeklinde alabildiğine vulgar bir hal de alabilen bu ihtiyacın, bitmek tükenmek bilmeyen birlik tartışmaları ve protokolleriyle de; hiçbir anlamı olmadığı bir kez daha on milyonlarca insan tarafından görülen seçimler için yapılmış pragmatik birlikteliklerle de; bir örgütün hegemonyasını kurarak geri kalan odakları kendi bünyesinde massetmesi şeklinde de yanıtlanmayacağını aradan geçen onlarca yıl göstermiş olmalıdır. Bu topraklarda devrime ve sosyalizme giden yolu çok farklı güzergahlarda çizen odaklar oldu ve görünüşe göre de hep olacak. Belki sorun birlik olmaktan ziyade birlikte dövüşmektir. 30 Mart’tan 6 Mayıs’a, 18 Mayıs’tan 15-16 Ağustos’a ayrı rotalardan giden ama tarihin gönlünde hep kesişen, hatta örtüşen o yollar çokluğu bunu söylemiyor mu?
SIYAH MAVI
5
HALKIN KURTULUSU
‘Devletin sevilmeyen çocuğu olduğumuzu herkes biliyor’
Özellikle son bir yılda Türkiye’de iyiden iyiye gerilen ve kutuplaşan siyasi ortamın hem odağında bulunan hem de en çok etkilenen gruplardan biri de Aleviler. Başbakan Erdoğan’ın bu ortamı yaratan söylemini, Gezi eylemlerini, devletin yarattığı baskıyı ve şiddeti, korkularını, öfkelerini, Türkiye’nin pek çok şehrinden Alevi mahallelerinde yaşayan gençlere sorduk. Geçen hafta Berkin’in yaklaşık bir yıl süren yaşam mücadelesinin ardından hayatını kaybetmesi, yüz binlerin tepkisini ortaya koyduğu cenazesi, Burak Can’ın Okmeydanı’nda öldürülmesi ve Başbakan Erdoğan’ın bu ölümleri üzerine geliştirdiği kötücül ve kutuplaştırıcı konuşmalarıyla geçti. Ülkede uzun süredir sinirlerin bir hayli gergin olduğu önemli bir gerçek. Çoğu insan, bardağın taşmasına az kaldığını düşünüyor. Bardak taştığında nelere şahitlik edilebileceğini çok iyi hatırlıyorlar. 12 Eylül öncesi katliamlar, darbenin yaşattıkları, Sivas ve Gazi katliamlarının acı dolu sonuçları, halen tüm açıklığıyla ortada. En çok da toplumun kırılgan grupları için halen canlı bu hatıralar ve yaşananları çok daha farklı hissediyorlar. Bu gruplardan birisi elbette ki Aleviler.
-Röportaj-
gençler arasından yalnızca bir kişi, bunun tesadüf olduğunu düşüyor. Geriye kalanların ise açıklamaları çeşitli. Çoğu bunun sebebini, Alevilerin Gezi protestolarına olan yoğun katılımı olarak açıklıyor. Mahallelerinde neredeyse herkesin eylemlere katıldığını söylüyorlar, hatta Birsen, akrabalarının bir kamyona binip Zile’den gösterilere katılmak için İstanbul’a gelmeye çalıştığını hatırlatıyor. Bazıları, polisin hedef gözeterek müdahale ettiği için ölenlerin Alevi olduğunu söylerken, içlerinde biriken isyanı Gezi eylemlerinde ön saflarda yer alarak atmaya çalıştıklarını belirtenler çoğunlukta. Ümit, “Alevilerin bu ülkede ezilmesiyle alakalı. Toplumsal muhalefet yükselince de en önde yer aldılar haliyle” diye açıklıyor bu durumu. Nurtepe’den Ceyhan ile Okmeydanı’ndan Umut’a göre, ‘Alevilerin devlete isyanının bir politika biçimi’ olduğunu söylerken, Volkan, bunun dini öğretide yer alan ‘eşitlik, doğruluk, adalet gibi kavramlar’dan ileri geldiğini belirtiyor. Ortaklaştıkları bir diğer konu ise polisin mahallelerindeki eylemlerde, İstanbul’un merkez semtlerinden çok daha fazla şiddete başvurduğu.
Emre (Gülsuyu/İstanbul) 90’lı yıllarda siyasal İslam’ın yükselişine karşı bir hamle olarak devlet, bizzat kendi örgütlediği Alevi katliamları ile Alevi toplumunun korkularını canlandırarak, bizi siyasal İslam’a karşı kendi askeri yapmak istedi. 2000’lerin ortalarına kadar büyüklerimizi ziyaret edip, ‘çocuklarınızı askeri okullara yazdırın’ diye çağrıda bulunan subaylar olduğu bir şehir efsanesi değil. Bunun özellikle bizden bir kuşak öncekilerde bir karşılığı da oldu. Ancak sonuçta, bu savaşta Kemalist yapı ciddi pozisyon kaybetti ve şimdi Alevilere karşı daha saldırgan, daha tek tipleştirici ve izole edici politikalar güden bir devlet var artık. Aleviler, devlet kurumlarında işe giremiyor, girebilenlere pek çok
Devletin Alevi mahallelerine karşı şiddetin dışında uyguladığı baskı yöntemleri de var. Özellikle Gazi, Gülsuyu, 1 Mayıs ve Kâğıthane’de yaşayanlar, bu yöntemlerin başında uyuşturucunun geldiğini düşünüyor. Gazi’den Ünsal’a göre, uyuşturucu satıcıları, bu mahallelere polis eliyle yerleştiriliyor ve burada çeteleşmeleri sağlanıyor. Polis, bu çetelerin mahallede yarattıkları şiddet ortamını görmezden geliyorlar veya bizzat destekliyor, böylece siyasi örgütlenmenin çözülmesini hedefliyor. Zira Gülsuyu’ndan Emre, Kasım 2013’te mahallede öldürülen Hasan Ferit Gedik’in bu ilişki ağına kurban gittiğini söylüyor. Mahallede örgütlü ‘torbacı’ların olduğu bir diğer yer ise Sivas Alibaba Mahallesi. Bu mahalle, Sivas Katliamı sonrasında şehrin merkezinde kalan tek cemevine sahip. Mahallede yaşayan Gürsel, buranın belediye tarafından kasıtlı olarak hizmetsiz bırakıldığını ve gettolaştırıldığını düşünüyor.
konuda zorluklar yaşıyor, ayrımcılığa uğruyor. Bunlar alevi toplumum kolektif hafızasında yer ediyor. Devlet artık mitinglerde Alevileri yuhalatan, Berkin’in annesini hedef gösteren o tek adamın iradesine indirgenmiş durumda. Ve bu irade saldırgan, iftiracı, baskıcı, kuşatmacı, kindar.
çalışmasında, Gazi olaylarında yaşamını yitiren Zeynep Poyraz’ın annesi Menekşe Poyraz ve Gazi’deki Alevi gençler bu durumu net bir şekilde özetlemişlerdi. Poyraz açıkça: “Sivas Madımak olmasaydı, Zeynep Gazi’de olmaz, ölmezdi” dedi. Ardından konuştuğum Gezi’ye katılan Alevi gençleri de, “Gazi olmasaydı, Gezi’ye destek vermezdik” dediler. İzmir Güzeltepe’den, İstanbul Gazi, Malatya, Antakya’daki gençlere kadar hepsi yüzyıllardır yaşadıkları varoluşsal ayrımcılıklara her gün yenisinin eklenmesinin sisteme olan Polis destekli uyuşturucu çeteleri inançlarını zedelediğinin altını vurguluyorlar.
Biz de Gezi direnişinden bu yana yaşananlarla birlikte merceğin odağına oturan Türkiye’nin her yerinden Alevi mahallelerinde yaşayan gençlerle neler hissettiklerini anlayabilmek için konuşmak istedik. Günün sonunda ise İstanbul Okmeydanı, Gazi, Gülsuyu, 1 Mayıs, Güngören ve Kağıthane’de, Ankara Tuzluçayır ve Dikmen’de, İzmir Karşıyaka ve Seferihisar’da, Antakya Armutlu’da, Gaziantep Düztepe’de, Bursa Millet’te ve Sivas Alibaba’da yaşayan yaklaşık 30 gencin anlattıklarının oluşturduğu tablo pek de parlak değil.
Öncelikle mahallelerin siyasi gündemini, Türkiye genelinden farksız bir şekilde, Başbakan Erdoğan’ın söylemi belirliyor. Erdoğan’ın dışlayıcı ve kutuplaştırıcı söylemi, onu bu mahallelerde tepkinin odağına yerleştiriyor ve bu mahalleler için siyaseti ‘AK Parti karşıtlığı’ belirliyor. Gülsuyu’ndan Emre, “Başbakan, sanki yan mahallenin bizim mahalleyi tehdit eden bir kabadayısı görünümünde” diyor ve ekliyor: “Bize karşı derin bir kin ve nefreti olduğunu hissediyoruz.” Başbakan’ın bu söyleminin mahalledeki diğer gruplarla olan ilişkilerini kötü anlamda etkilediğini söyleyen yok. Hatta bu ‘Başbakan, sanki yan mahallenin kabadayısı’ durumun tersini yaşayanlar da var. Adana’da yaşayan Çetin, mahalledeki ülkücülerin Erdoğan ‘Siyasal yarılmalarda ‘kötü çocuk’ Aleviler’ konuştukça, kendilerine daha da yakınlaştığını söylüyor. İzmir Onur Mahallesi’nden Mahir ise mahallede yaşayan Sünnilerin “Cemaat’ten olmalarından ötürü”, Erdoğan’ı Alevilerden daha çok eleştirdiklerine dikkat çekiyor. Fakat mahallenin dışına çıktıklarında, bu söylemlerin etkisini hissediyorlar. Bağcılar’da yaşayan Birsen, “İş yerinde özellikle Gezi’den sonra Alevilere baskı uygulanıyor” derken, Gazi Mahallesi’nden Erkan, bu söylemin hayatının her yerine sızmasının kendisinde artık bu insanlarla yaşamak istemediği hissi uyandırdığını söylüyor. Fakat bu tepkilerini NİL MUTLUER mahallenin dışında dışarıya vurmuyorlar. Ankara (Nişantaşı Üniversitesi) Tuzluçayır’dan İsmet, bu durumu şöyle açıklıyor: Alevilerin bu coğrafyada yaşadıkları üzerine “Aleviler, mahallede Alevi’dir. Bunun dışında konuşmak, aynı zamanda tarihsel, toplumsal ve kamusal alan genişledikçe kimlik vurgusunun siyasal bir yarılma üzerine düşünmeyi de bera- yerini daha geniş siyasal söylemler alır.” berinde getiriyor. Bu yarılma, Sünni merkezli devlet politikaları ve ekonomik- politik göçleri, ‘Bizi yakmaya geliyorlar korkusu yaşadık’ Aleviliğin ocak ve dergâh sistemlerini zedelemesiyle hayli ilişkili. Zira Alevilik bir inanış olduğu Yine de bu durum, genel olarak Alevilerin sikadar adalet ve sosyal düzeni sağlayan bir sistem. yasete olan ilgisini arttırıyor. Seferihisar’dan Bu sistem Osmanlı’nın merkezileştirme ve cum- Füsun, Alevi Derneği’nde insanlar daha çok huriyetin yasaklayıcı laiklik anlayışı çerçevesinde siyasi konularda neler yapabileceklerini zedeleniyor. Aynı zamanda, Aleviler gündelik tartışır olduklarını söylüyor. Bu ilginin sonuhayattan eğitime, üniversitede, devlet bürok- cunda ise, Okmeydanı’ndan Selim, Aleviler rasisinde atanmaktan iş hayatına birçok alanda arasında CHP’ye ilginin hiç olmadığı kadar sistematik ayrımcılığa uğruyorlar. Osmanlı’dan yükseldiğini söylüyor. İsmet, Alevilerin umudu bugüne iktidarlarca yaratılan siyasi ve toplumsal CHP’de aramasına “ne yazık ki” derken, Gazi pek çok kırılmada da bahane olarak gösterildiler. Mahallesi’nden Ümit, CHP’yi ‘aynı şeyin lacÜstelik Maraş, Çorum, Sivas, Gazi gibi ağırlıklı iverdi’ diye tanımlıyor. Alevi yurttaşların hayatlarını kaybettiği ve Alevi mahalleleri denebilecek yerlerde katliamlara Kutuplaşmanın getirdiği siyasallaşmanın yol açan devlet bağlantılı olayların hukuksal hissettirdikleri ise çok net biçimde korku ve süreçleri adaletli bir şekilde sonlanmadı. Geçen öfke olarak ikiye ayrılıyor. Korkunun kaynağı senelerde farklı şehirlerdeki Alevi evlerinin ise belli, geçmişteki acılar. Bursa Millet işaretlenmesi de yaşanan katliamları çağrıştırsa Mahallesi’nden İpek’e göre, en büyük korku, da, devlet yetkilileri ne sorumluları ortaya çıkardı evlerinin işaretlenmesi. Gaziantep’ten Ersin ise ne de meseleyi sahiplendi. Tüm bu yaşananlar 2013’te Kıbrıs Mahallesi’nde bunun yaşandığını Alevilerin bugünkü devlet zihniyetine ve ada- ve büyük kaygıya yol açtığından bahsediyor. Yeni let sistemine olan güven duygusunu oldukça Maraşlar, Sivaslar ve Gazilerin yaşanabileceği zedelemiş durumda. akıllara geliyor doğrudan. Erkan, gayet sakin bir ses tonuyla, ‘ellerinden gelse bizi yakarlar’ dediğinde, bu kaygının Alevilerin tavırlarını belirleyen esas etmenlerden birisi olduğunu anlıyoruz. Okmeydanı’ndan Volkan da Berkin’in cenazesinden sonra Burak Can’ın ölümüyle sonuçlanan olayda aynı kaygının canlandığını söylüyor: “Okmeydanı’na gelmeye çalışan grup karşısında ailemdeki kadınlardan biri, bizi yakmaya geliyorlar şeklinde korkular yaşadı.” Gezi, korku duvarının aşıldığı olay Siyasi alanda kimlikleştirilen her grup gibi, Aleviler de heterojen/çoğul bir yapıya sahipler. Tarihsel, etnik, sınıfsal farklılıklar Alevilerin de çeşitli siyasi ve sosyal aktörlerle ilişkilenmelerine neden oluyor. İktidarlar zaman zaman bu çoğulluğu “Alevilerin ne olduklarını, ne istediklerini bilmediği” yönünde manipüle etmeye çalışıyor. Bu manipülasyonda, özellikle erkek Alevi gençleri, ‘ortada neden yokken şiddete başvuran provokatör kötü çocuk’ olarak damgalanıyor. Bu ‘kötü çocukların’ yaşadığı mahalleler de adeta olağanüstü hal ilan edilmiş, her an müdahale edilebilir alanlar olarak gösteriliyor. Ve bu mahallelerin gündelik hayat işleyişine kolluk kuvvetleri sıkça müdahale ediyor. Şehirde bu atmosferin içine doğan ve ayrımcılığı sınıfsal olarak da hisseden Alevi gençler sol siyasetle farklı düzeylerde ilişkileniyorlar. Bu ilişkilenme aynı zamanda gençlerin yüzyıllardır belleklerinde taşıdıkları, mahallerinde yaşadıkları, gündelik hayatlarını ve geleceklerini etkileyen adaletsizliklere itirazları. 2013 yaz aylarında gerçekleştirdiğim saha
SARI
Gezi direnişini ise Aleviler için bu korku duvarını aştıkları olay olarak niteliyorlar çoğunlukla. Gezi’ye Alevilerin yoğun katılımın bunun göstergesi olduğunu düşünüyorlar, fakat Gezi’de yaşanan şiddetin, duygularının öfkeye evrilmesine sebep olduğu da bir gerçek. Nurtepe’den Onur, Alevilerin eskiden olduğunun tersine artık oturup sessizce başına gelecekleri beklemeyeceğini söylüyor. Ersin ise Maraş Katliamı’nı dinleyen insanlar olarak, yaşadıklarının kendisinde öfke doğurduğunu belirtiyor ve Birsen de hemen araya girip ekliyor: “Ama öfke bizi tehlikeli yerlere götürür.” Volkan ise onu esas öfkelendirenin ‘ölümlerin görmezden gelinmesi’ olduğunu söyleyerek önemli bir noktaya parmak basıyor: Gezi’yle birlikte Türkiye’nin birçok yerinde gerçekleşen gösterilerde hayatını kaybeden insanların hepsi Alevi’ydi.
Kentsel dönüşüm, mahalleleri dağıtmayı hedefliyor Devletin kullandığı bir diğer yöntem de, kentsel dönüşüm projeleri. Bu projelerin büyükşehirlerde çoğunlukla Alevi mahallelerinde geliştirilmesini rastlantı olmadığını söylüyorlar. Tuzluçayır’da yaşayan Emel’e göre, “kentsel dönüşüm kisvesi altında, mahalleleri dağıtmayı hedefliyor”. Bu dönüşümün hafızayı yok etmeyi amaçladığı
‘Kendimi acı içinde tellerin arasında çıkmaya çalışan biri gibi hissediyorum’ Selçuk (Kağıthane/İstanbul) Gezi Direnişi’nin başladığı ilk günlerde, bir akşam eve geldiğimde mahallede tencere-tabak sesleri duyunca çok şaşırmıştım ve hemen pencereden destek verdim. Bir anne ve 15-16 yaşlarında bir çocuk dolaşıyorlardı. Hemen aşağıya inip onlarla birlikte yürümeye başladığımda sayımız en fazla 8 oldu, caddeye kadar yürüdüğümüzde esnaflar ya da mahalle sakinleri izledi. Ama geri dönüşümüzde, camlardan ellerine ne geçerse atanlar, küfür edenler, üzerimize doğru gelenler olduğu için herkes kaçışıverdi. Özellikle yanımızda yürüyen amcanın korkudan, ‘Taksim’e kilise yapılmasın’ diye yürüyoruz deyip kaçışını da unutmuyorum. Öyle ki, bir grup kadın, bize AK Parti’ye oy vermediğimiz için cehennemlik olduğumuzu söylüyordu. Tüm bu günlük yaşadıklarıma Başbakan’ın söylemleri de eklenince kendimi kafese sıkışmış, acı içinde tellerin arasında çıkmaya çalışan biri gibi hissediyorum. ‘Herhangi bir saldırı durumunda, Alevilerin sığınabileceği bir resmi güç yok’ ZÜHRE (Tuzluçayır/Ankara) Baskının ve zulmün her daim hissettirildiği tüm Alevi mahallelerinde olduğu gibi, Tuzluçayır halkında da korku büyüyor. Zira hiçbir hükümet AKP kadar açıktan tehdit edemiyordu hayatlarımızı. Herhangi bir saldırı, linç durumunda -Türkiye tarihinde pek çok örneği varAlevilerin sığınabileceği bir resmi güç yok mesela şu dönemde. Bilindiği üzere tıpkı hukuk sistemi gibi, kolluk kuvvetleri de tamamen hükümetin emrinde ve dahi zihniyetinde. Dolayısıyla da korkuyoruz, korkuyorum.
durumlarda oluyor. Ersin, Gaziantep’te Gezi protestolarının yapıldığı Çamlık Parkı’nın, bu eylemlerden sonra, dönüşüm projesi kapsamında ortadan kaldırılacağını söylüyor. Aynı şekilde, Tuzluçayır’da yapılması planlanan ve mahallede büyük tepki toplayan ‘cami-cemevi projesi’nin de ortak hafızalarını zedelemek için ortaya atıldığından bahsediyor Dikmen’den Cemal. Karşı şiddet mi, meşru savunma mı? Bu baskılara karşı mahallede büyüyen bir şiddet var mı diye sorduğumda, bazıları Alevilerin şiddeti içselleştiremeyeceğini, çoğu ise artık kendilerini savunma haklarını kullandıklarını söylüyor. Tuzluçayır’da yaşayan İsmet ise mahallelerdeki örgütlü gençler dışında Alevilerin şiddetle yan yana gelemeyeceğini düşünüyor, Cemal de bunu, “İncin de incitme öğretisi etkisini yitirmedi” diye açıklıyor. Buna rağmen, devletin kendilerine karşı uyguladığı şiddetin, iktidarın artık adeta kendilerini öldürmekten haz alır olmasından ileri geldiğini dillendiriyor Selin ve kızıyorlar. ‘Devlet terörü’nün görmezden gelinerek, kendi cılız şiddetlerinin eleştirilmesine katlanamadıklarını anlatıyorlar. Zira onlar, bu karşı tepkinin meşru olduğu konusunda neredeyse hemfikir. Hatta Emel, devletin tomayla, copla, gazla saldırırken, taş atmanın şiddet olduğunu bile düşünmüyor. Bunu konuşurken akıllarında hep geçmiş var. Avcılar’da yaşayan Onur, “Mahallede tekbir seslerinin ne anlama geldiğini çok iyi biliyoruz biz” diyor, yüzü düşüyor, geçmişe dalıyor. Konuştuğum istisnasız herkesin aklında bir katliam var. Maraş, Çorum, Sivas veya Gazi… Geçmişle hesaplaşılmadığını, adaletin sağlanmadığını düşündüklerinden, tarihin hâlâ tekerrür edebileceği çok kuvvetli bir his onlar için.
Neden ölenlerin hepsi Alevi? Peki, bu durumu tesadüf olarak mı görüyor- ‘Devlet, bizi siyasal İslam’a karşı kendi askeri lar? Yoksa bunun sebebi ne? Konuştuğumuz yapmak istedi’
‘Gezi’ye Alevi ayaklanması denmesiyle anca gurur duyarız’ DİLA (Armutlu/Antakya) Herkes sokağa çıktı, hepimiz her yerdeydik. Hani devlet erkânından yetkili abiler, Gezi için ‘Alevi ayaklanması’ diyor ya iğnelemek için, biz bununla da anca gurur duyarız. Bu durum mahallede de aynı şekilde yorumlanıyor. Bizim Antakya’dan üç canımız gitmiş olmasına karşın herkes oldukça sakin, bu bedel ödemek olarak yorumlanıyor, herkes zamanı gelince Armutlu’da, Okmeydanı’nda, Kızılay’da, Lice’de, Eskişehir’in ara sokaklarında yitip giden her bir canımızın hesabının sorulacağından emin. Sükûneti biraz da bu inanca borçluyuz. ‘Unuttuğumuzu sandığımız eski yaralar da hiç iyileşmedik aslında diyor’ SELİN (Güngören/İstanbul) Ailem Dersim göçmeni. Çocuk yaşlarda acılarla tanıştık maalesef, kayıplarla, ağıtlarla, yasaklarla. Okulda, iş yerinde, sosyal çevrede halen devam ediyor. Ailem, bu koşullarda daha da politize olmayalım diye, neredeyse Alevi ve Kürt kimliklerimiz yokmuş gibi yaşadı, ancak bugün 70’inde olan annem ve babam, son 10 yıldır her Alevi kelimesini duyduklarında olumluysa sevinçten, olumsuzsa üzüntüden ağlayıp duruyorlar. Çok büyük bedeller karşılığında bu ülkede bir Kürt realitesi oluştu belki, ancak Aleviler hâlâ hayalet gibi belli belirsiz yasamaya çalışıyorlar. Bütün bu olanlar, o kadar üst üste geldi ki, hayatımın hiçbir döneminde kendimi bu kadar öfkeli ve kırgın hissetmemiştim. Yenileri eklendikçe, unuttuğumuzu sandığımız eski yaralar da biz de buradayız, hiç iyileşmedik aslında diyor. Bunu dinlemekten hoşlanmayan, görmezden gelen arkadaşlarıma kırılıyorum. İster istemez, Alevi arkadaşlarımla daha yoğun bir iletişim ve dayanışma içinde olmaya başladım, bazen kendimi gerçekten yalnız hissediyorum. Ailem için de bu böyle...
SIYAH MAVI
SARI
6
HALKIN KURTULUSU
DEVRİMCİ KOMÜNİSTLERİN BİRLİĞİ ÜZERİNE BERXAN BEDİRXAN yollar üzerinden örgütlenebilir öngörüsü hiçbir zaman teslim etmeyecektir.
Türkiye’de sınıflar mücadelesi tarihi; Marksist-Leninist olma iddiasını seslendiren, olabildiğince gereğini yapan herkesin önüne birlik sorununu ertelenemez bir görev olarak koymuştur. En son Gezi kalkışması ile çok daha geniş kitleleri sokağa indiren sınıflar mücadelesinin koşulları bu alanda yaşanan temel sıkıntıyı ve bundan kaynaklı sorunun çözümünü çarpıcı bir biçimde ortaya koymuştur. Sorun Devrimci Komünistler açısından, Marksist-Leninist bir program ve ona uygun Leninist bir partinin yeniden inşasında yeterince mesafe alınamamış olmasıdır. Leninist bir parti inşası artık gelinen noktada, can yakıcı bir biçimde, birlik sorununu kavrayan herkesin ortak bir irade ve eylemlilik içinde mücadele etmesiyle inşa edilebilecek bir süreç olarak kendini ortaya koymuştur. Devrimci Komünistlerin yaşamın dayattığı bu görevin üstesinden gelmek için herkesten çok daha fazla çalışmaları gerektiği, enerjilerini sonuna kadar tüketmek zorunda oldukları da tartışılamayacak gerçektir. Türkiye Devrimci Komünist mücadele tarihi bu alanda olabildiğince zengin deney ve tecrübeye sahip olmasına karşın Devrimci Komünistlerin Birliği bugüne karar tamamlanmış bir süreç olmamıştır. Bu durum, Marksist-Leninist olma iddiasındaki siyasal örgütlerin ciddi yenilgilerine, daralmalarına rağmen varlıklarını koruyabilmiş olmalarına karşın kendi içlerinde taşıdıkları irili ufaklı hastalıkların tedavi edilememiş olmasıyla doğrudan ilgilidir. Elbette bu sürecin işletilmesi bileşenlerin masa başında dağarcıklarının birleştirilmesi biçiminde algılanacak bir çalışmayla olanaklı değildir. Marksizm-Leninizm düşmanı bütün akımlara karşı amansız bir ideolojik mücadele ve buna bağlı olarak kendi içlerinde varlıklarını bir biçimde sürdürmekte olan küçük burjuva hastalıklara karşı da ciddi bir mücadelenin yürütülmesi ve bileşenlerin günlük mücadelenin her alanının da birlikte olmalarıyla olanaklı olabilecektir.
kesinlikle, Marksist-Leninistlerin ellerinin tersiyle bir kenara koyacağı anlayış- Bu nedenle, “Burjuva devlet örgütünü tır. güç kullanarak yıkmadan) (Lenin-age) başkaca yol yoktur. Devrimci KomünistYasal olanakların kullanılması gereklili- lerin temel görevi budur. Devlet örgütü ği ile mücadelenin yasalcı bir anlayışla egemen burjuvazinin baskı, şiddet aracı örgütlendirilmesi anlayışı arasındaki fark olmaktan çıkarılması proletaryanın zorla kesin bir biçimde çizilmelidir. “Burjuva devleti yıkıp yerine işçi sınıfının devlet devlet örgütünü güç kullanarak yıkma- örgütünü inşa etmektir. dan ve onun yerine Engels’in sözleriyle, Bu eylemin zor ve şiddetten bağımsız sözcüğün tam anlamıyla “artık bir devlet olmaktan çıkmış” yeni bir devlet koymadan proleter devrim olanaksız” (Lenin-Proletarya Diktatörlüğü ve Dönek Kautsky-Başak Yayınları) olduğundan, ne yazık ki bugün, ilk bakışta, yol almış görünen teslimiyetçi, tasfiyeci reformist çizgilerin kesin bir biçimde mahkûm edilmesi birlik iradesinin asla savsaklaDevrimci Komünistlerin tarihinde inşa yamayacağı görevlerindendir. edilmek istenen birlik deneyleri önemli ölçüde benmerkezci yaklaşımların, re- Peki, nasıl bir parti Hiç kimse dünyayı formist, tasfiyeci faaliyetlerin ve elbette yeniden keşfetmeye yeltenmesin. faşist diktatörlüğün yıkıcı tahribatları so- Leninist partinin ne olduğu Marksist-Lenucu olması gereken noktaya ulaştırıla- ninistler açısından son derece belirgin ve mamıştır. yadsınamaz çıplaklıkta ortadadır. Bu konuda uzun uzadıya tanımlar yapmaya da hiç gerek yoktur. Leninist parti; işçi sınıfının en fedakâr, en atılgan, en bilinçli, en yiğit bireylerinin, sıkı bir gizlilik ilkesine bağlı olarak oluşturduğu örgütlerin toplamıdır. Ve devrim ve sosyalizm mücadelesinin genelkurmayıdır. Gayet açıktır ki egemen sınıf kendi egemenliğine son verecek sınıf partisini yasal alanlarda sınırlı tutmak isteyecektir. Bu onun egemenliğini devamı için alması gereken tutumdur. Marksist-Leninist oldukları iddiasındaki kimi çevreler sistemi zorlayan gösteriler, grevler vb. etkinliklerle devrimin olanaklı olabileceği öngörüsü sonucu, bırakın sıkı bir gizlilik ilkesine bağlı olmayı, tam aksine, proletaryanın “en”lerinin oluşturduğu genelkurmayı tümüyle tasfiye ederek, yok ederek, yasal parti önderliğinde, sosyalizmin inşasının olanaklı Yola çıkılırken bileşenler sadece kendi olduğu hayallerini koşturmaktadırlar. programlarının, mücadele biçim ve örgüt anlayışlarının doğru olduğu kabulüne Faşist diktatörlük şartlarında yasalarla dayalı davranmak durumunda değildir- sınırlı bir partinin devrimin genelkurler. ‘Devrimci Komünist benim gel bana mayı olması asla düşünülemez bu olsa katıl’ biçiminde ifade edilebilecek bu olsa, devrim ve sosyalizm davasından yaklaşım birlik sorununu çözmek değil dönmektir. “hangi devrim olursa olsun ayrı duruşları keskinleştirmekten yana barışçı yollarla gelişmesi genellikle son tavır almak anlamına gelecektir. Birlik derece seyrek rastlanan ve güç bir şeydir. çalışmaları, hiç kimsenin program, ör- Devrimin barışçı yollarla gerçekleşmesi, gütlenme ve mücadele anlayışını diğeri- eğer bütün iktidar Sovyetlere devredilne dayatmadan yürütülmelidir. mişse olanaklı ve olasıdır.” (Lenin- Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi-Sol YayınGrupçu, bireyci, benmerkezci, tasfiyeci anlayış ve davranışlar mahkûm edilerek yol yürünmelidir. Bilinmelidir ki; aksi tutum ve davranışlar Marksist-Leninist birlik iradesine zarar verecek, başarıyı destekleyen olanakları ortadan kaldıracaktır.
Birlik için atılan, atılacak olan her yeni adımda özellikle, Leninist parti, Proletarya diktatörlüğü, Zora dayalı devrim ve bu anlayışın gereği parti dışında diğer mücadele örgütlerinin yaratılması kesin bir ön şart olarak kabul görmeli ve süreç Bu sürecin inşası için yola çıkılırken, bu ön şartın üzerinde doğrulmalıdır. dünden bu güne yaşanmış mücadele tarihi, bütün tecrübe, başarı ve başarısızlık- Her şeyden önce reformist bir kısım ları ile birlikte ciddi bir eleştiri-özeleştiri hamleleri “devrim” diye adlandıran simekanizması işletilerek yol alınmalıdır. yaset algısıyla Marksist-Leninist devrim Özellikle de, Leninist parti, Proletarya anlayışı arasına kalın bir çizginin çizildiktatörlüğü, Zora dayalı devrim ve bu mesi kesinlikle gereklidir. “Devrim, keanlayışın gereği parti dışında diğer mü- sinlikle en yetkin olan şeydir. cadele örgütlerinin yaratılması konusunda ortaklaşarak işe başlanması kesin bir Halkın bir bölümünün, top, tüfek ve süngüler aracılığıyla diğerleri üzerinde zorla ön şart olarak kabul görmelidir. kabul ettirdikleri bir eylem” (Lenin-ProBu alanda her türden reformist, teslimi- letarya Diktatörlüğü ve Dönek Kautsyetçi, oportünist yaklaşımlar karşısında ky-Başak Yayınları) olduğuna göre, yasal alanlarda örgütlenerek ve bununla kesin bir zaferin yaşanması şarttır. sınırlı kalarak, egemen sınıfın egemenAncak böyle bir teorik, ideolojik ve liğini ortadan kaldırılabileceği hayalleri pratik sürecin yaşanması durumunda, hiç kuşkusuz mahkûm edilmelidir. Marksist-Leninist bir programa ve mücadele anlayışına sahip Leninist bir parti Faşist diktatörlük şartlarında sosyalizmin inşa edilmiş ve Devrimci Komünistlerin kendisini, yasal alanlarda örgütlendirilen birliği görevi başarıyla tamamlanmış barışçıl mücadeleler ile parlamento koridorlarında egemen devlet örgütüyle sürolacaktır. dürülecek kimi pazarlıkların açabileceği
ları) olduğu için aksi iddiaların tamamı Marksizm’in-Leninizm’in inkârıdır. Marksist-Leninistler legal olanakların kullanılmasını legal olmayan örgüt ve mücadele anlayışlarına bağlı olarak ele almak zorundadırlar. Aksi tavır egemen burjuvaziye teslim olmanın olanaklarını yaratır. Nasıl bir devrim anlayışı? Marksizm’e Leninizm’e düşman bütün siyasal akımlarla Devrimci komünistlerin arasındaki kalın çizgilerden biri de devrim anlayışıdır. “Devlet, bir sınıfın diğeri tarafından ezilmesi için var olan bir örgütten başka olmadığından” (Lenin- Proletarya Diktatörlüğü ve Dönek Kautsky-Başak Yayınları) egemen burjuvazi egemenliğini kendi isteğiyle, barış koşullarında, barışçıl mücadele yöntemlerinin zorlamasının sonucunda,
geçeceği iddiası yine Lenin’in sözleriyle; “Gelecek devrimci hareketin baş ödevi olarak korkunç, kanlı bir yok etme savaşı gerektiğini kitlelerden gizlemek hem kendimizi hem halkı aldatmış” (Lenin-Seçme Yazılar-Moskova Ayaklanmasından Alınacak Dersler) olmaktır. Kabul etmek gerekir ki; üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduran burjuvazi kendi devletinin yıkılmasına rıza göstermeyecek ve sonuna kadar direnecektir. Bu bakımdan zora dayalı devrim anlayışının yerine konacak olan her teori Marksizm’den, Leninizm’den sapmadır. “İşte zurnanın zırt dediği yer işte burası. Zorlu devrimden kurtulmak dönekliğini, liberal işçi siyasasından yana geçişini gizlemek için” bütün reformistlerin, oportünistlerin kullandıkları yöntem budur. Peki, egemen devletin zor yoluyla yıkılması yeterli mi? Marksist-Leninist olmak için sınıflar mücadelesini kabul etmek yetmez. Egemen burjuva örgütünü zorla yıkmakta yetmez. Sınıflar mücadelesini proletaryanın diktatörlüğüne kadar taşıma öngörüsü olmayan, demokratik hak ve özgürlüklerle sınırlı burjuva demokrasisi hedefiyle sınırlı hiçbir program, bunu yaşama dönüştürecek örgütü olamayan hiçbir siyasal hareket Marksist-Leninist olamaz.
Devrimci komünistleri liberallerden tasfiyeci reformistlerden ayıran temel çizgilerden bir de buradır. Devrimci Komünistler kimin için, hangi sınıf için demokrasi sorusuna proletarya için demokrasi, egemen burjuvazi için diktatörlük cevabını vermek zorundadırlar. Aksi tavır proletaryaya ihanet etmek, dönek olmaktır. Ancak sınıf mücadelesinin kabulünü, proletarya diktatörlüğünün kabulüne dek genişleten kişi Marksist’tir. Marksisti sıradan burjuvadan en derin şekilde ayırt eden şey işte budur. Marksizm’in gerçekten anlaşılıp kabul edilmesinin denktaşı bu olmalıdır.” (Lenin-Leninizm Nedir-İnter Yayınları)
SIYAH MAVI
SARI
7
HALKIN KURTULUSU
MARKSİST LENİNİSTLERİN BİRLİĞİ ÜZERİNE YAVUZ YILDIRIMTÜRK Sovyetlerin revizyonist burjuvazi tarafından varlığına son Bu burjuva işçi tabakasının, çıkarları gereği, kapitalizm iş-gücünü satışında işçilerin birliği aranıyor! Tabii ki, işçisavunarak, proletarya devrimine karşı çıktıkları ve Marksizm-Leninizm azılı düşmanları oldukları da biliniyor. Lenin’in I. Emperyalist savaş sonrası gelişmiş kapitalist Avrupa ülkelerinde oluşmasını tespit ettiği aristokrat işçi tabakasının, Neo-liberal ekonomik- politikaya karşı, Neo-liberalizm öncesi kapitalist ilişkileri savunması anlaLenin’in, tekelci kapitalist dönemle birlikte, sömürücü şılır bir şeydir. toplumların en sonucusun olan kapitalizmin ölüm çağında girdiğini tespit etmesinin objektif bir gerçekliğe tekabül ettiğini bugünde hiç kimse inkâr edemiyor. Günümüz koşullarında üretici güçlerin gelişmesinin önündeki en büyük engel; kapitalist üretim ilişkileridir. verilmesini, dünya burjuvazisinin dolaysıyla kapitalist sistemin “zaferi” olarak ilan edilmesinden 20 seneyi aşan süre sonunda, “geriye dönüp “ baktığımızda, burjuvazinin sevincinin gök kubbesin de yankılana boş bir nida olduğunu kolayca fark edebiliyoruz.
Dünya kapitalizmin gelişmesiyle, dünyayı egemen liği altına alan kapitalist üretim ilişkileri, üretici güçlerin gelişmesinin önündeki en gerici ve en büyük engeldir. Üretici güçlerle, kapitalist üretim ilişkileri arasında ki çelişki uzlaşmaz ve şiddet yolunun dışında çözümü mümkün değildir. Kapitalizm, ekonomik krizlerin, gerici savaşların, işsizliğin, açlığını, sefaletin tek nedenidir. Kapitalizm tasfiye edilmeden, ne ekonomik krizlerden, ne dünya pazarlarına egemen olmak ve pazarları yeniden paylaşmak için burjuvalar arası çatışmalardan, ne gerici savaşlardan ve de gerici savaş tehlikelerinden ve de ne de işsizlikten, çaresizlikten, sefil yaşamdan kurtulmak mümkündür. Ekonomik krizler demek, emperyalistler ve dünya gericileri arasında savaş demek, kapitalizm demektir. Kapitalist sistem, insanlığı yeniden ve eskilerine göre daha büyük tahribatlara, felaketlere yol açması kaçınılmaz olan emperyalist savaşların içine çekiyor. Lenin, “ya devrimler savaşları önler, ya da savaşlar devrimlere yol açar” diyordu. Bu gün esas olarak dünyada tek devrim var, o da proletarya devrimidir. Proletarya devrimi, kapitalizm ve bu toplumun egemen sınıfı burjuvaziyi tarihin çöp sepetine atacaktır. Ekim devrimi, burjuvazinin ve kapitalizmin tarihin çöp sepetine atıla bileceğini somut göstergesiydi. Burjuvazi ne yaparsa, yapısın, hangi revizyonist ve reformist akımı piyasaya sürerse, sürsün, dünya proletaryasının ekim devrimi gerçeğini yok edemez. Onun proletaryaya ve yoksul emekçilere, sınıfsal kurtuluş yolunu gösterdiğini göz ardı edemez. Burjuvazi, durmadan Stalin’i karalıyor. Haklıdır! Burjuvazinin “korkulu rüyası” Stalin, kapitalizme karşı, işsizliğin, açlığın çaresizliğin, olmadığı, insanın, insan tarafından sömürülmesinin yok olduğu, sosyalist sistemin var olabileceğini gösterdi. Ve yine Stalin, burjuvazinin en gerici, en saldırgan rejimi ve onun proletarya devrimi karşındaki en son sığınağı, faşizm yenilebileceğini ve burjuvazinin bu dünya da sığınacağı bir yerin dahi kalmadığını kanıtladı. Ama Sovyetlerin dağılmasıyla, kapitalizmle, sosyalizm arasındaki savaşın bittiği ve bu savaşta kapitalizmin zaferle çıktığını ileri süren burjuva yaygarası, (proletarya devriminin kaçınılmazlığını inkar edene reformistlerin de katkısıyla), dünya sosyalist hareketinde (geçici de olsa) büyük tahribatlara neden olduğu gerçeği önümüzde duruyor. Bugünün Afrika’sından, güney Amerika’sına, güney Asya’sından uzak-Doğu ülkelerine, Çin’den, Kamboçya’ya ve Özelikle, emperyalist-kapitalist sistem sayesinde “refah topluma” geçildiği yalanının egemen olduğu Avrupa’da ve özelikle, Güney Avrupa’da, (kısacası dünyanın dört bir tarafında) Neo-liberal politikalarla, üst-üste patlak veren ekonomik krizlerle, açlığın, işsizliğin, çaresizliğin pençesine düşen işçilerin ve emekçilerin, kapitalist sömürüye, burjuvazini amansız devlet baskısına karşı ayaklanması, (en yazık ki) kapitalizmin yıkımına doğru kanalize edilemiyor.
ler ekonomik talepler için mücadelede, hangi sınıf bilincinde olursa, olsun bir araya gelip mücadele eder. Lenin, “ne yapmalı “kitabında bu konuyu açıklığa kavuşturuyor. Ve yine Marks ve Engels 1850’ de İngiltere’de ortaya çıkan sendikalizme (Trade unionism) karşı şiddetli mücadele yürüttükleri bilinmesine rağmen, Türkiye’de 2 binli yılların sonlarında reformistler, ekonomizm, sendikalizm “keşif” ediyorlardı! Dillerinden “önemli olan emek ekseninde birleşmektir”, ”işçinin sağı, solu olmaz,” iste dinci ideolojiyi, istese faşist ideolojiyi kendi ideolojisi sansın önemli değil” lafları düşmüyor. İşçilerin birliğine zarar vermeme adına MarksizmLeninizm propagandasını yasaklıya biliyorlardı. M-L eylem kılavuzu olduğunu inkar ediliyordu. “Burası kitle örgütüdür, burada Marksizm’in, Leninizm’in, kısacası komünizmin propagandası yapılamaz, komünist olduğumuz açığa vurulamaz” diye biliyorlardı. Eğer Marksizm’in, Leninizm’in propagandası yapılırsa, burjuvazinin en gerici ideolojisi, dinciliği, milletçiliği, kendi ideolojisi sanan, yani sınıf köleliğini kabul eden işçiler sözde “komünistlerle” birlikte hareket etmezmiş! kitle örgütleri ismini verdikleri yerlere gelmezmişler! Reformistler bu düşüncelerini haklı çıkarmak için, komünistlerin ve komünist partilerin işçi sınıfını ideolojik, siyasi ve örgütsel önderi olmaları gerektiğini ret ediyorlar. “partinin görevi, işçilere yardım etmektir” Kısacası “partini görevini” burjuva ideolojisini işçi sınıfına empoze eden, kapitalizmi ateşli tarzda savuna sendika bürokratlarına “yardım etmek “olarak tespit edebiliyorlar. Bu ekonomist görüşlerin egemen olması için, sosyalizm için mücadele gündemde değil, demokrasi mücadelesi esastır diyerek, anti-kapitalizm mücadelenin gerekliğini inkar etmeği de bir yana bırakmadılar.
Çünkü var oluşunu nedeni buydu. Ama aristokrat işçi tabakasını oluşturacak kapitalist gelişmeye erişmemiş Türkiye gibi ülkelerde, nasıl oldu da, “sosyalistlik” adına kapitalist sistem savunan reformistlerin (bir dönemle sınırlı da olsa) Marksizm-Leninizm’e karşı etkin “ solcu hareketle” olarak kendilerini lanse edebildiler? sorusunun cevabı; çünkü 12 Eylül faşist dönemde burjuvazinin Neo-liberaliz ekonomik-politikayı yürürlüğe koyulmasının doğal sonucu olarak devletçiliğe son vermesi, işçilerin var olan ekonomik ve sosyal haklarının önemli bölümünü ortadan kaldırması- En önemlisi, “demokrasinin de”, burjuva parlamentosunı kaçınılmaz kılıyordu. nun çıkaracağı, yasalarla, anayasayla elde edilebileceği öne sürmeleridir. Reformistlere göre artık, toplumdaki sıEkonomik ve sosyal hakları elinden alınan işçilerin öfkey- nıf farklıkları ve uzlaşmaz sınıf çatışmaları toplumsa gelişle harekete geçmesi, işçi sınıfının sindirilmesin de devletin menin dinamizmi olmakta çıkmıştır! Sömüren, sömürülen baskının artık yeterli olamayacağı gören burjuvazi, aşı- sınıflar arası çelişkilerin ve çatışmaların yerini, uluslar, rı karlarından bay vererek, işçi sınıfının azınlık kesimine dinler, mezhepler arasındaki farklıklar ve çatışmalar almış! tekabül eden aristokrat işçi tabakasını oluşturdu. Böylece işçileri böldü ve mücadelelerini yatıştırdı.(1) Burjuvazi, Dolayısıyla, anti-kapitalist ve sosyalizm için mücadele 20 milyon işçiden 600,700 binini sendikalı, greve ve top gündemde yerini alamazmış! Kürt ulusal hareketinin, emsözleşme hakları olan imtiyazlı işçi tabakası konumuna ge- peryalist –kapitalist sistem içinde Kürt halkını ulusal sorutirirken, küçük, küçük fabrikalar, sanayi sitelerinde, gün- nu çözümün aramasının doğal sonucu olarak, sömüren ve de 10 saatin üstünde ve en düşük ücretlerle çalıştırılan 20 sömürülen sınıflar arası çelişkileri ve çatışmaları göz ardı milyona yakın işçiyi acımasız sömürü çarkını içine aldı, etmesi ve hata gündeme gelmemesi için yoğun çapa harcabu işçilerin sırtından elde ediği aşırı karlarında sendikalı ması bir anlamda yadırganamaz. Ama ezilen ulusun sorunu işçilere bay vererek, onları “susturdu”. emperyalist-kapitalist sistem içinde çözümünü mümkün olması, işçi sınıfın ve onun ideolojik, siyasi ve örgütsel önder olduğunu ileri süren komünistlerin böyle bir çözümü desteklemelerini gerektirmez.
Çünkü burjuvazi, ayağa kalkan ve acımasızca sömürülen kitleleri, kapitalizmi tasfiye etme hedefine doğru yönlendirecek “sosyalist hareketleri” tümüre uğrattı. Marksizm-Leninizm karşı saldırısı, M.L den “kaçışa” burjuvazini şarlatan idealist görüşlerinin etkin olmasına neden oldu. Kapitalist sömürü ve baskından kurtulmak için proletarya devriminin zorunluluğunu ve kaçınılmazlığını inkâr edip, kapitalizm koşullarında sözde reformların gerçekleşmesiyle, kapitalist sistemin restore edilebileceğini iddia eden “sosyalist “ kılıfa “bürünmüş” reformistler, burjuvazinin idealist ve mekanik görüşlerinin yaymasının ve etki kurmasının gönüllü neferleri oldular. İşte geçmişte Türkiye sosyalist içinde yer alıp da, komünist örgütleri tasfiye edenlerin Marksizm’e –Leninizm’e Böylece burjuvazinin sömürüsüne ve baskısına karşı ayağa karşı saldırıya geçip, “işçi sınıfının siyasi örgütleri” adıyla kalkan işçiler ve emekçiler, kendilerine sosyal kurtuluşun hareket etmelerin ortaya çıkmasını nedeni işçi sınıfı içinyolunu göstermesi ve onların mücadelesine ideolojik, si- deki bu sınıfsal bölünmeydi. Bunlar, 1905 sonrası Çarlık yasi ve örgütsel olarak önderlik etmesi gereken komünist Rusya’sında ortaya çıkan ve Lenin tarafından “yerle bir örgütlerden mahrum oldular. Proletarya devrimiyle sosya- edilen” ekonomist görüşleri keşif edip, 1990’lardan sonra lizm inşasına gerek olmadığını ileri süren reformistler, sa- Türkiye de “ piyasaya sürdüler”. Türkiye de ortaya çıkan dece Türkiye’de faaliyet gösteren siyasi hareketler sınırlı bu ekonomizmin en önemli özeliği, işçi sınıfın ideolojisiyolmadığını ve dünyanın tüm ülkelerinde burjuvazinin eko- le, sınıfın sosyal varlığı arasında bir dönemle sınırlı olan nomik, sosyal ve siyasal sistemine adapte olduklarını tespit uyumsuzluğun kaçınılmazlığını inkar etmeleri ve işçilerin edebiliyoruz. kendiliğindeki sınıf bilincine “işçi sınıfının siyasi bilinci” Sovyetlerin ve diğer eski sosyalist doğu-Avrupa ülkelerin diye dört ele sarılmalarıydı. ve bunların yanı sıra Arnavutluk sosyalist cumhuriyetin tasfiyesiyle burjuvazinin neo-liberal politikaları (hiç çe- Bu ekonomistlere göre, işçi sınıfın sınıfsal kurtuluş için kinmeden) yürürlüğe koyması, dönemin reformistlerini kendi sınıf ideolojisi olan Marksizm-Leninizm le kaynaşNeo-liberal dönem öncesi, sözde “sosyal-devletin” ege- malarına ihtiyaç yoktu. İşçi sınıfı ideolojisini işçi sınıfına men olduğu kapitalizm savunmaya itti. taşmak, işçi sınıfı ideolojisiyle her türden burjuva ideolojiBöylece kapitalizm alternatifinin sosyalizm olduğu inkâr lerle savaşmak gereksizdi! Aksine böyle bir mücadele işçi edildi. Ve bunun yerine Neo-liberalizm öncesi kapitalist sınıfını mücadelesini, böler ve zayıflatır! Bunun için de ilişkiler” alternatif sistem” olarak öne sürüldü. Kapitaliz- hangi sınıf bilincine sahip olursa, olsun bu durum ” işçime değil sadece Neo-liberal politikalara karşı çıkanların lerin birliğinin sağlanmasına” engel değil diyen görüşleri başında burjuvazinin karından bay alan işçi-aristokrasi ge- savuna biliyorlardı. Bu koşullarda, “işçilerin birliği hangi liyor. İşçi sınıfının bu burjuva tabakası, sosyal-demokrasi- temelde” sağlanıyor? sorusunun cevabı! tabii ki ekonomik nin ve modern revizyonizmin sosyal temelini oluşturuyor. talepler için mücadelede! Marks’ın dediği gibi metal olan
Komünistlerin görevi ezilen ulus sorunu çözümünü işçi ve yoksul emekçilerin sosyal kurtuluşuyla birleştirmektir. Ama reformistler, emperyalist –kapitalist sistem içinde ulusal sorunu çözümünü koşulsuz desteklemekte en küçük tarzda bile olsa tereddüt göstermiyorlar. Alevi mezhebine “özgürlük” adıyla, alevi mezhebini benimseyenlerin sınıfsal farklıklara bölünmüşlüğü göz ardı ediliyor. Aslında Türkiye’nin en yoksuların içinde yer alan Alevi mezhebine mensup olanların sosyalist hareketin tabanı ve çoğu yerde kitlesel gücü olmasını önlemek için, Aleviler mezhebini savunma temelinde örgütler kuruldu ve özelikle Alevi mezhebinde olanların kapitalizm karşı mücadeleye girmelerinin önüne set çekildi. Tüm durumda memnun olanların başında Türk devletinin gelmesini yanı sıra, devletle bütünleşen Alevi mezhebine mensup, burjuvalar geliyor. “Alevicilik” aslında, Alevi mezhebine mensup zenginlerin, burjuvaların, Alevi topluluğuna ideolojik, siyasi ve özellikle örgütsel hegemonya kurmasını sağlamıştır. “Alevi burjuvazisinin” bu siyasi ve ideolojik girişimini “mezheplere, dinlere özgürlük” sloganıyla Reformistler “gözlerini kıpmadan” destekleye biliyorlar. Burada ara başlıklarla değindiğim burjuva görüşlere karşı Marksizm –Leninizm savunmak ve M.L tekrar sınıf mücadelesini eylem kılavuzu haline getirmek için kendine Marksist –Leninist diyenlerin birleşmesini zorunludur. Sınıf mücadelesi, tüm dünyada olduğu gibi, gezi olaylarıyla da Türkiye de, de öne çıktığı koşullarda M.L, tekrar sınıf mücadelesine giren işçilere, emekçilerin sosyal kurtuluş yolunu gösterdiği ve göstereceği unutulması. ”Sosyalist “ bozlarda hareket eden reformistler, revizyonistler ne yaparlarsa, yapsınlar, Marksizm-Leninizm yeniden sınıf mücadelesine egemen olmasını önleyemeyecekler. Bunun için yaşasın Marksizm-Leninizm diye haykırmaya devam edelim. (1) Tabi ki, Türkiye gibi göreceli olarak “az gelişmiş kapitalist ülkelerde” reformizm’in sosyal tabanı sadece işçi aristokrat tabakadan ibaret değil, işçi sınıfının dışında kapitalizmle sınıfsal uzlaşı içinde olan, tekel dışı orta ve küçük burjuva sınıflarda var.90’lar “sosyalist“ kisvesi altında faaliyet gösteren reformistlerin “işçi sınıfı partileri ve işçi sınıfının çıkarını savunalar” adıyla hareket edip, devrimi savuna sosyalist hareketleri “sınıf dışı” diyerek karalamalarının nedeninin, 12 Eylül faşizminin işçi sınıfını tabakalara bölmesinin den kaynaklandığını ve reformistlerin “işçi sınıf” adına işçi sınıfını aristokrat tabakasını çıkarının gereği olarak kapitalizmin restorasyonu da yana ideolojik, siyasi ve örgütsel çizgi izlediklerini vurgulamak istedim.
SIYAH MAVI
SARI
HALKIN KURTULUSU
İŞÇİ SINIFI Soygun, Talan, Peşkeş ve Sömürü Düzeninin Kurtarıcısı Olmayacaktır!
8
HAKLARIMIZ VE GELECEĞİMİZ İÇİN;
DiRENiS, iSGAL, GREV, GENEL GREV! İnandığımız tek kutsallık Emeğin gücüdür
Kapital iktidarda kaldıkça, değil yalnız toprak, değil yalnız insan emeği, değil yalnız insan kişiliği, değil yalnız vicdan, değil yalnız aşk, değil yalnız bilim, her şey, her şey kaçınılmaz olarak alınıp satılacaktır. Biz sınıflar ortadan kalkıp sosyalizm kurulmadıkça savaşların ortada kalkmayacağını biliyoruz.
GREIF’E SELAM Taşeron ve Sömürüye Karşı İnsanca Yaşam Greif direnişi 4. gününde tehditlerle yüzyüze kaldı. Greif yönetimi tarafından işçilere gönderilen mesajda yaptıkları eylemin yasadışı olduğu iddia edilerek aksi halde işten atılabilecekleri tehdidi savruluyor. Fakat asıl önemlisi Greif yönetimi bu tehdidi bizzat DİSK Tekstil Genel Başkanı Rıdvan Budak’a dayandırıyor. Mesajda “Fabrikamız sendika temsilcilerinin fabrikamızdaki hareketlerinin DİSK Tekstil İş Sendikası tarafından da desteklenmediği, DİSK Tekstil İş Sendikası Başkanı Sayın Rıdvan Budak tarafından tarafımıza bildirilmiştir” ifadeleri kullanılıyor. Daha sonra DİSK Tekstil yönetimi bu işbirliğini de bizzat tescilledi. Yönetim adına Greif Hadımköy İşyeri Baştemsilcisi Orhan Purhan’a gönderdiği mesajla Greif yönetimiyle tam bir işbirliği içerisinde olduğunu kanıtladı. Temsilciye gönderilen mesajda şu ifadeler kullanılıyor: “Greif ve DİSK Teksti İş Sendikası Yönetimi sizi bir an önce bu kanunsuz eyleme son vermeye çağırmaktadır.” Greif yönetimi tarafından işçilere gönderilen mesaj şöyle: “Greif Hadımköy Fabrikasında yapılmakta olan kanunsuz işgal, eylemlerin ve bu eylemlerin olası yasal sonuçları ile ilgili tarafınıza noter kanalı ile bir bilgilendirme yapılmıştır. Noter kanalı ile yapılacak bilgilendirmenin tarafınıza ulaşmasına kadar geçecek sürede bu mesaj aşağıdaki konulara açıklık getirmek amacı ile gönderilmiştir. 1- Greif Yönetimi olarak bildirmek isteriz ki, toplu sözleşme görüşmeleri DİSK Tekstil İş Sendikası yetkilileri ile devam etmektedir. 2- Bu eylem yasal olmayan bir eylemdir. 3-İş hakkınız yasal olmayan eyleme katılmanız durumunda risk altındadır. 4- Hadımköy Fabrikamız sendika temsilcilerinin fabrikamızdaki hareketlerinin DİSK Tekstil İş Sendikası tarafından da desteklenmediği, DİSK Tekstil İş Sendikası Başkanı Sayın Rıdvan Budak tarafından tarafımıza bildirilmiştir. 5- Fabrikamızda eyleme katılıma son vermediğiniz müddetçe toplu iş görüşmelerinin sonuçlanması ve Greif Yönetimi tarafından imzalanması mümkün değildir.”
SELAM OLSUN GREIF İŞÇİLERİNE! İŞGAL-GREV-DİRENİŞ GREİF İşçilerinin Mücadelesi Sendika Bürokratlarına Geri Adım Attırdı..
Greif (Sunjüt) Çuval Fabrikasında çalışan DİSK Tekstil Sendikası üyesi işçiler, Greif yönetimi ile yapılan toplu sözleşme görüşmelerinde, temel taleplerinin karşılanmaması üzerine başlattıkları fabrika işgal eylemi devam ediyor. Greif Hadımköy fabrika işçileri, direnişlerinin 36. gününde patronla işbirliği yaparak direnişlerini kırmaya çalışan DİSK Tekstil Sendikası Genel Merkezine gitti. Sendika bürokratları işçilere sözlü şiddet uyguladı. İşçiler talepleri yerine getirilene kadar kendi yerleri olan sendikayı terk etmeyeceklerini açıkladılar. İşçilerin talepleri şöyle: “Taleplerimiz: 1- DİSK/Tekstil yönetimi adına şimdiye kadar yapılan açıklamaların özeleştirisini DİSK ve DİSK TEKSTİL YÖNETİMİ vermelidir. 2- DİSK/Tekstil’i patron örgütü haline sokanlar bu tutumdan derhal vazgeçmelidir. 3- DİSK ve DİSK/Tekstil direnişimizi sahiplenen açıklamalar yapmalı, basına duyurmalı ve internet sayfalarında yayınlamalıdır. 4- Fabrikadaki işgal eylemimize ve diğer eylemlerimize yapılacak saldırılar ve sonuçlarının sorumluluğu DİSK ve DİSK/Tekstil yöneticileri başta olmak üzere patron tarafına ve saldırıyı
DÜNYA SANAYİ İŞÇİLERİNDEN GREIF’A
ENTERNASYONAL SINIF DAYANIŞMASI
‘Mücadelenizi Selamlıyoruz’. Dünya Sanayi İşçileri (IWW) Uluslararası Dayanışma Komisyonu (ISC) olarak Amerika menşeili Greif-Sanjut fabrikasını 10 Şubatta işgal eden işçilerle dayanışma içinde olduğumuzu ve 10 Nisan sabahının ilk ışıklarında gerçekleşen jandarma destekli polis baskınını kınadığımızı Türkiye kamuoyuna duyururuz. Yüzlerce polisin saldırısı sonucunda birçok işçi yaralanmış ve gözaltına alınmıştır. Kızıl Bayrak dergisi muhabiri Mehmet Ali Karabulut da yaralanan ve gözaltına alınanlardan biridir.
genel mecliste de tartışılıyordu. Kadın ve erkek işçiler, çeşitli videolarda ve reportajlarda belirttikleri üzere kendilerine olan güvenlerini işgal sırasında kazandılar.
Direnişin bu olumlu niteliklerine rağmen, DİSK üyesi işgalci Greif işçilerinin DİSK’in bürokratik yapılarından hiçbir destek görememesi utanç vericidir. DİSK’in eylem anlayışı yasal çerçeveye ve patronlarla görüşme esasıyla sınırlıdır. DİSK, işçilerin militan doğrudan eylemine sırtını dönmüştür. DİSK bürokratlarının ve sözde uzmanların çok iyi bildiği üzere fabrikalarda Greif çuval fabrikası, aralarında DİSK üyesi de olan işçi kontrolü ve işçi öz-yönetimi sendika ağalarına 500 işçi tarafından işgal edildi. Greif işçileri çeşitli karşı gerçek bir tehlikedir. Bu sebeple DİSK Tekstil sorunla mücadele etmekler. Bu sorunlar arasında en İşçileri Sendikası Örgütlenme ve Uluslararası İlişkiler yakıcı olanları, ücretlerin açlık sınırının altında olDaire Müdürü Eren Korkmaz işgalci Greif işçilerini ması, patrona çalışan 44 taşeron şirketi ve iş kazaları maceracı olmakla şuçlayabilmiştir. sayılabilir. Taşeron ve kadrolu işçiler, patron tarafının toplu sözleşme görüşmelerinde taleplerinin kabul 1905 yılında kurulduğundan beri Dünya Sanayi İşçiletmemesi üzerine fabrikayı işgal etme kararı verdiler. eri Sendikası, çalışan insanlarla işverenler arasındaki Greif işçileri işgal süreci boyunca doğrudan demokra- mücadelenin, işçi sınıfı üretim araçlarına sahip olana, siyi inşa etti. ücretli emek ortadan kalkana kadar sürmesi gerektiğini savunur.. Dünya Sanayi İşçileri Sendikası olarak Fabrikada 14 bölüm komitesi kurdular. Bütün karar- direnen Greif işçilerinin mücadelesini selamlıyoruz! lar bölüm komitelerde tartışılıyor ve işçiler sorunlarını, gündem maddelerini karara bağlıyorlardı. Dünya Sanayi İşçileri Bölüm komitelerinde alınan kararlar aynı zamanda Uluslararası Dayanışma Komisyonu
KolektifKahkahamızYakın Kürdü-Türkü-Lazı-Çerkezi-Kadını-Erkeği / Genci-Yaşlısı Tek ortak yanımız var bizim-Göğü kara bulutlarla kaplamaya kalkanlara inat Kahkahanın damı yapmaya sevdalıların-Çakıl taşları misali Yıkmak beton barajlarını-Çocuklarımızın-Geleceğini satmaya kalkanların başına.. İnan kendi gücüne ey halk Kolektif kahkahamız yakın.. İşçi, ya işsiz ya umutsuz ya da çaresiz !
SIYAH MAVI
SARI
9
HALKIN KURTULUSU
YATAĞAN-YENİKÖY-KEMERKÖY ENERJİ VE MADEN İŞÇİLERİ Soygun, Talan, Peşkeş ve Sömürü Düzeninin Kurtarıcısı Olmayacaktır!
HAKLARIMIZ VE GELECEĞİMİZ İÇİN;
HER YER YATAGAN, HER YER DiRENiS! SELAM OLSUN
SELAM OLSUN
YATAĞAN-YENİKÖY-KEMERKÖY
Sınıf Sendikacılığını rehber
İŞÇİLERİNE!
edinen sendikal örgütlere
Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy Enerji ve Maden İşçilerinin Mücadelesi Kapitalist İşbirlikçi Sermayenin çıkarlarını koruma kollamayı görev bilen Faşist Diktatörlüğün azgın saldırılarına karşı kararlılıkla devam ediyor!
İŞGAL-GREV-DİRENİŞ
Yatağan İşçilerinin Mücadelesi Sendikaları Birleştirdi..
Yatağan ve Kemerköy Termik Santrallerinin ve burayı besleyen Maden İşletmelerinin özelleştirilmesi ile ilgili ilanın Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla, yıllardır özelleştirmeye karşı kararlı direnişlerini sürdüren işçiler önce yerel mitingler ve işyerleri önünde başlattıkları nöbet eylemlerini Ankara Yürüyüşü ile büyüttüler. Yürüyüş ve eylemler sırasında Polisin Tomalı, Biber Gazlı, Coplu saldırıları Enerji ve Maden işçilerini engelleyemedi.
Sistemin hukuku önünde kaybedilen-kazanılan davalar; Satışlar; Tomaları; Gazı, Mermileri Teslim alamaz YATAGAN İŞÇİLERİ’nin yıllardır biriktirdiği direniş tecrübesi ve kararlılığını. Özelleştirme Yağma Talandır diyerek başından özelleştirmenin her türüne karşı koyan İşçi Sınıfının Onurlu direnişçileri diğer sınıf kardeşlerinin son tecrübelerindende öğrenerek İşyeri İşgali, Grev, Direniş anlayışıyla “ŞALTER İNECEK, BU İŞ BİTECEK” denmelidir. İşgalcilerin sadece kapıdan değil, bacadan da gireceğini bilerek, işletmelerin önüne derin barikatlar kazmalıyız. Uzun yıllardır verilen mücadele sınıf kardeşlerimizle birleşerek güçlenecektir. YAŞASIN SINIF DAYANIŞMASI, KAHROLSUN EMPERYALİZM ve İŞBİRLİKÇİLERİ
Bizler Yatağan’da siyasi iktidarın yasadışı uygulamaları ile cebelleşirken her yer yatağan her yer direniş diye haykıran ve davamızın aslında tüm emek kesiminin ve tüm ülkenin davası olduğunu ilan eden ve Sınıf Dayanışması bilinciyle hareket ederek mücadelemize güç verek Halkımızı ve tüm sınıf kardeşlerimizi selamlıyoruz.
İşçilerin İşleri-Gelecekleri için, TES-İŞ ve MADEN-İŞ Yatağan Şubelerinin sınıf dayanışması anlayışıyla birlikte sürdürdükleri kararlı eylemlilikleri TALAN-PEŞKEŞ düzeninin iktidarını sarsıyor. Ankara Kurtuluş parkında Özelleştirme İdaresi önünde ve Ankara sokaklarında Peşkeş ve Talan saldırısını Halka anlatan bildiriler dağıtan işçilere tahammül edemeyen iktidar, son olarak Yeniköy - Kemerköy ihalesini protesto ederek direnen işçilere Polis Atlı Polislerle Tomalarla Plastik mermilerle saldırdı! ENERJİ VE MADEN İŞÇİLERİNE KARŞI İNSANLIK SUÇU İŞLENMİŞTİR! YATAĞAN-YENİKÖY-KEMERKÖY ENERJİ VE MADEN İŞÇİLERİNİ HİÇ BİR KUVVET HAKLI MÜCADELELERİNDEN GERİ KOYAMAYACAKTIR! Halkımız yanımızda, sınıf kardeşlerimiz yanımızda, gerekli tecrübeye ve donanıma sahibiz. Sendikamızla kenetlendik haklı kavgamızdan geri dönüş yok!
30 NİSAN’DA YATAĞAN SANTRAL VE MADEN İŞLETMELERİNİN İHALESİ VAR! Bu talana, peşkeşe izin vermeyeceğiz. 1 Mayıs’ta tüm halkımız, Sınıf dostları ve işçi arkadaşlarımızla Sınıfın Gücünü ve kararlılığını Yatağan’da göstereceğiz. YAŞASIN 1 MAYIS! YAŞASIN BIRLIK-MÜCADELE-DAYANIŞMA!
TEKEL İŞÇİSİ İMAM YARGIÇ’IN YATAĞAN İŞÇİLERİNE MESAJI:
Şu an Ankara Kurtuluş Parkında direnen emekçi kardeşlerime sesleniyorum yanınızda olmak ve sizlerle beraber omuz omuza direnişinizi onore etmek isterdim ama ne yazıkki bizleri Türkiyenin zencileri olarak gören faşizan yönetim ellerimize kollarımıza prangalar takarak kıpırdamamıza dahi izin vermiyorlar yoldaşlarım biz tekel işçileri oranın kıymetini bilemedik dik durun sattırmayın fabrikalarınızı bizleri örnek olarak görün bir çok arkadaşımız eşinden çocuğundan ayrıldı onlarcası intihar etti hepimiz depresyondayız sizler bizim şuan yaşadıklarımızı yaşamak istemiyorsanız 4C acısını yaşamak istemiyorsanız dik durun çadırları kurun fabrikalarınıza zincirlenin ölümden öteye köy mü var? Kim nerden gelirse gelsin ölecekse de ekmek aş iş için ölelim onurlu bir şekilde direnişinizi saygı ile selamlıyorum.
ŞALTER İNECEK; HÜKÜMET GİDECEK! ZAFER DİRENEN İŞÇİLERLE GELECEK! HER YER YATAĞAN, HER YER DİRENİŞ! BU DAHA BAŞLANGIÇ MÜCADELEYE DEVAM!
SIYAH MAVI
SARI
10
HALKIN KURTULUSU 21.Yüzyılda Artık Sol Yok CHP,ÖDP,TKP ve EMEP Sol Partiler mi? Orhan İyiler 19. Yüzyılın bütününde ve 20. Yüzyılın ikinci yarısına kadar, sol partilerden söz etmek olasıydı. Giderek bu sol partiler bazen tek başına hükümetleri oluşturuyorlar ya da hükümet ortağı olabiliyorlardı. Sosyal demokrat, demokratik sol gibi partilerden ve bu partilerin programlarının içeriğinden söz etmek, komünistlerden ayrıcalıklarını vurgulamak mümkündü. Dünya burjuvazisinin 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra hızla başlayan entegrasyonu ve pazar ekonomisinin tüm ulusal sınırları aşan küreselleşmesinden sonra, bir zamanların sosyal-demokratlarının ve demokratik solun dünya burjuvazisinin liberal söylemi ve uygulamaları karşısında söyleyebileceği hiçbir şey kalmadı. Örneğin, Fransa’da sosyalist Mitterand döneminden Lionel Jospin dönemine kadar yapılan özelleştirmeler sağ partilerin yaptıklarının iki katına çıktı. Bu dönemde Fransa’da fabrikalar kapatılır, ilk işsizlik tırmanmaları başlarken sözüm ona sol hükümet Japonya’da, Güney Kore’de mevcut fabrikalara ortak oluyor, pazar ekonomisinin en özgün örneklerini veriyordu. Tony Blair’in İşçi Partisi Thatcher hükümetinin bile yapmaktan kaçındığı uygulamaları, özelleştirmeleri, sosyal haklardan dehşetli kısıtlamaları Üçüncü Yol teorisi altında uygulamaya koyuyordu. Zaten Times gazetesi Tony Blair’in iktidara gelmesinden önceki kampanyada Üçüncü Yol programını, sağ ve liberal hükümetlerin yapmaktan kaçınacağı reformları uygulamak için en iyi parti olduğunu çok net bir biçimde vurguluyordu. Sol partiler kendi karakterlerinin tam karşıtı bir kimliğe böylece dönüştüler. Almanya’da Şansölye Schröder ve Yeşiller ortaklığındaki hükümette sosyal hakların kısıtlanması, devletin küçültülmesi projesi karşısında uygulanan yöntemler Almanya’da tarihinin görmediği büyük grev dalgalarına neden oldu. Ayrıca, Sol-Yeşil birliği ilk kez Alman askerlerini sınır dışına göndererek sosyalist Yugoslavya’nın parçalanmasında önemli görevler yüklendiler. Oysa Almanya anayasası Alman ordusunun sınır dışına çıkmasını yasaklıyordu.
HALKIN KURTULUŞU RETORİĞİ Tarihsel zikzaklar “Talihin gadrine” iç ve dış dalgakıranların ikili ittifakları sonucu, önceli geçmiş mirasımız yapı fiziki ve ideolojik ağır bir tasfiye ve dağılma süreci yaşadı. Makus talihe, hayatın nadası olan Devrimci Komünistler; ”her şey bitti” diyenlere dur! diyerek son verdiler. Küllerinden yeniden var ettiler yarım kalmış temiz düşleri, murat alınmamış ateşli yeminleri ahde vefayı, yitik yoldaşları.
Zeki IRMAK
ateşi bizde saklıdır. Aklın ve pratiğin tecrübe ikilisi, hükmü selayati teveccühle verdi bizlere.
Çıkış bildirgemiz tarihin önsözüdür.istemekle yapmakla yiğit olmaya söz verdik. Sözümüzün “eri” olduk. Ömrüm boyunca isterim arkasından yapamam diyeceksin öyle mi? atasözündeki çaresiz kedi misali;''balık ağzıma gelsin, ama ayağım suya değmesin'' birini iyi edecek şeyin diğerinin kadehine zehir olarak Bugün; bir kreşendo gibi ilerliyor devrimci tahayyül, inat,cü- akacağını öngörmüştük. Öyle de olmadı mı? Bilinmeyeni inkar ret ve reel politik gereklilik. Merhametten pusmuş yüreğimiz edileni bilinen yapanların alın çatılarından öpmek, boynumuhabire mızraklansa da, bizim adımız mühürlenmiştir bugünden zun borcudur. geleceğe. Ruhumuzun fiyakasıdır Halkın Kurtuluşçu'su olmak. Sinematografik bir tarihsel süreçtir hafızalarımızda ''HK''lı ol- Papağan misali tekrardan medet umanların dili ezop, kalemleri mak ,”efsane çocuğu” ünvanını almak. El değmemiş yıldızlara ''mors'' alfabesidir. Tınlatır dururlar boş fıçılarını egzos ritimli and olsun ki; öğüt sahibi toprağın, nesneleri yumuşatan ateşin, dumanlarıyla. Dumura uğramış düşünceleri, paralize olmuş cidöl saçan rüzgarın, çeliğe hayat veren suyun kadim yasaları, simleri kilitli ambarlara hapsolmuş fıçı içinde yatan günümüz buyrukları, itimat duygusu,yoldaş sıcaklığı, dik durmanın este- Kynik Diojenler türedi “mülteci mezarlıklarında” tik ruhu, her daim üzerimizde kadir olacaktır. Sarhoş ağızlar konuştukça battılar,”madara oldular ele güne.. sarhoş, elbet kafa tutacak “ayık”olana..kötü güzele..' Geçmişte; kör kuyulara “atılmış devrimcileri, ufalanan -törpülenen sindirilen, “inziva’ya” çekilen cemil cümle kardeşleri- 'Güzel olan hiçbir şey ,hülasa edilemez demişti Valery mizi, diriltme potansiyeline sahip yanımızla yeniden kazanıp, Ara bir dönemde var olan ''yolcular'' harami ''Mankurtlar'' yoldaş kervanına katacağız..değil mi ki; içine cevher olan er köpeksi koklaşmalarla yanaştılar avlumuza..Yeni yetme casus geç aslına döner, kadir kıymet yaşantıya merhaba der.. ''Mata Hariler,''Al Capone''müsveddesi gangaster hevesliler Geçmişe sürekli sorular soran, kendi sesinin yankısını gerçek sirayet etti pervasızca.Simsiyah çetele tutup, servis yaptılar sanır. Halbuki, hayat bu tip şablonda soru sormaz hayat, her ''Kurtlar Konseyine ,''veli nimetlerine! Çemkirdiler aç kurtlar gün soru sorar insana,geçmişe, bugüne, geleceğe.... gibi ateşi gördüler(görüp)utançlarını, çaresizliklerini boyunlarına, duvarlarına bir yafta gibi asarak toz oldular karanlık deh“Hafıza-i beşer nisyan ile maluldur”diye bir özdeyiş vardır. lizlerine, inlerine...Jargonları küfür ve tehditti. Diyalektiğin bu ikili karakter cilvesine, hükmü itirazımız yoktur. Şikayetimiz geçmiş lafızası ile paranoyasıdır. Geçmiş bizim İçgüdüsel olarak, kurnazlıkları desise ve yalan söylemedeki ifiçin tecrübedir, biçilmiş kaftandır. Geçmiş; derken, geçmişten lah olmaz bağımlılıkları haddizatında karakteristtik bozuk tedönmek (onu tekrar etmek)geçmişi silmek (inkar etmek)anla- meyüllerine sahip olmalarından kaynaklanıyordu. Yaratıcıları şılmamalı..Mesele tarihsel planın arka tarihsel referanslarını onları böyle dizayn etmişti. Rol yapma yetenekleri Dramaturbugünle tecrübe edip sınamaktır. jinin kusursuz örneği idi. Son rolleri ..''Ar''dan eser yoktur, bu tarihin anlık çaprazlarında Ne yürekleri, ne de ar damarları çatTekrar ve inkarı bizi bir kez daha yenilgiye taşır ders çıkarma- lar böylelerinin.. dan o güne bin kere dönsek bin kere yenilgi tadar, ihanetle yüz yüze geliriz.Temize çekerken geçmişimizi öyle bir aşkla bağla- Tek telaşları devrimcileri, komünistleri alenen gammazlayıp nacağız ki, gerektiğinde uçurumdan atlamasını ''zuhura ermek” sinsi, pis gülüşleri eşliğinde kirli ellerini ovuşturarak aptalca olarak kavrayacağız. şafağın sökmesini beklemeleridir. Atmaca gibi vefasızlıkları şöhretlerinden (mayalarından)velvele koparmaları ise, karanlıÜstümüzdeki yıldızlı gökyüzünde yıldızlarla raks edip bütün ğa kanat vuran yarasa özelliklerinden kaynaklıdır. Kriminoloji dertlerin hora tepmesinin sona erdiğini, kurtla kuzunun birlikte laboratuvarının tipolojik özellik arz eden bu patolojik vakalara su içebileceği anın geldiğini, komün tahayyülünün gerçekleşti- ihtiyacı olduğu kesindir. ğini, zafer naraları ile yeryüzüne ve gökyüzüne bir gergef gibi Ey,”zarif”!' ihanetli taife! suçlarınız, kadim sikkeler gibi kaasarak deklare edeceğimiz zaman elbet gelecektir. Bir örüm- lıcıdır. Ateşinde ''közü''bile kalmamışken yılanların birbirinin cek ağına, ingiliz sicimine asılsak bile, çekilse gözlerimize mil, zehrinden kuşkulanıp korktukları gibi korkuyorsunuz birbiriakkor damlatsalar göğsümüze, merhametin, görkemin şahaser nizden dahi ispiyonculuğun hacanası olmaya soyunanların deyaratıcı zekası ellerimiz kurtaracaktır yapıyı. ğil ağızlarına değerlerimizi almaya söz söylemeye dil uzatmaya hakları yoktur. İç dünyamızın labirentleri, karmaşık denklemleri, hercai atmos- Dibeklerimizde temiz düşleri ,siyaseti yoldaşa itimatı, sıcaklıferi vız gelir bize vız! Göz kamaştıran “sarayımızda” abı-hayat ğı, mertliği döven devrimci komünistlerden af dileyin yoksa ne suları akmakta hayatı tutuşturacak ateş bitse şayet prometheus devrimciler ne de tarih sizi sittin sene affetmeyecektir.
Türkiye’ye gelince Cumhuriyet Halk Partisi mi solcu? Bu parti Ecevit’in 20-30 yıl önceki nasyonal sosyalizmine (milliyetçi sola) yeniden dönebilmek için çırpınıp duruyor. Yeni liderinin başına Ecevit kasketi geçirip zaman zaman beş yüz metre yer altında maden işçileriyle buluşturuyor. Halkın içinde dolaştırıp duruyor. Örneğin ÖDP’nin sol parti olduğundan söz edebilir misiniz? Komünist sözcüğünü kaçırarak milliyetçi bir kimliğin başına getiren Türkiye Komünist Partisi’nin sol parti olduğundan söz etmek olası mıdır? Kendini uvriyerizme, sendikacılığa, işçi ücretlerine kilitlemiş olan EMEP’in gerçekten sol bir parti olduğunu düşünmek mümkün mü? Ak Parti’nin anayasa referandumuna gösterdikleri ortak davranış ulusalcı kimliklerinin artık koyu bir geri çizgide yoğunlaştığının tanıklığını yaptı. Tüm bu yukarıdaki HER DİRENİŞİ DEVRİM SANMA sol partiler geriye evrimleşerek gericiliğin, tutucuCan SEMERCİOĞLU luğun ve cemaatçiliğin dar kalıpları içinde donup Gezi’den sonra hepimizin algısı bir ölçüde değişti. Ama bakaldılar. zılarımızınki çok fazla değişti. Hangi kavramın neye tekabül
ettiğini çok da kestirmemizin mümkün olmadığı, bir o kadar da yeni kavramlara ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde algının değişmesi, yorumun saçmalaşmasına sebep oluyor. Hepimiz Gezi’de özgürlüğün ne olduğunu gördük. Oradaki özgürlük hissiyatı ve yeni siyasal çıkarımın izlekleri Gezi Parkı’ndaki komünle somutlaştı. Bu süreçte çok sayıda sokak 21. Yüzyılda artık sol partiler yok. Entegre olmuş çatışması yaşandı. Dolayısıyla genel algı özgürlüğün bir tür dünya burjuvazisinin, kapitalist uygulamalarının çatışma yoluyla elde edilebileceği şeklinde oldu.
Onlar artık sol parti değil, kendi gruplarının cemaatleri ve bu cemaatlerin varlıklarını sürdürebilmek için dar çıkar ilişkileri içinde kendilerini hapsettiklerini gösteriyor.
yeni bir versiyonundan başka bir şey değil onlar. Sol sözcüğünden artık anlaşılması gereken şey, tek güç 21. Yüzyılda yalnızca ve yalnızca komünistlerdir. Ne ki komünistler, 21. Yüzyılda silkinip, kendilerinin enternasyonel avante-garde partilerini oluşturabilmekten henüz çok uzaktalar. Halkları ikirciklikten kurtarmanın tek yolu ise, artık 21. yüzyılda demokratik-sol ya da sosyalist-sol partilerin kalmadığı, onların sağın yeni bir versiyonu olduğu gerçeğinin halkların mücadeleci bilinçlerine iyice yerleştirilmesinden geçmektedir. Hiçbir yüzyıl 21. yüzyıl kadar komünistlerin öncülüğüne böylesine muhtaç olmamıştı. Hızla sol gevezeliklerinin ortadan kalkması, silinip gitmesi için komünistlerin artık gerçek solu temsil ettiklerini kanıtlamaları gerekiyor.
Bu öncesiz-sonrasız, çok havada duran, ancak bir o kadar da mantıklı görünen algının yarattığı çok temel bir sorun var. Ukrayna’daki ve Venezuela’daki eylemlere bakalım. Ukrayna’da AB yanlısı sağ kanat eylemler vardı. Halk düzene karşı memnuniyetsizliğini dile getiriyordu. Sokaklarda sağcı gruplar barikat kurup çatışıyordu. Venezuela’da da sosyalist Maudro yönetimine karşı eylemler yapıldı. Chavez sonrasında ortaya çıkan sorunlardan kurtulmak için biraz örtülü, biraz açıktan ABD’yi çözüm olarak gösterdiler. Dolayısıyla bazı soruları sormak gerek: Barikat kurmak ve çatışmak her zaman doğru ve haklı bir siyasal talebi beraberinde mi getirir? Barikat kurunca her şey mubah mıdır? Mevcut toplumsal koşulları yalnızca Lenin’in “yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemediği” bir durum olarak tarif ettiği bir olgu görürsek, yukarıdaki açıklamaları çöpe atmak gerekir. Şimdi nereden baksanız yönetenler eskisi gibi yönetemiyordur, yönetilenler de zaten eskisi gibi yönetilmek istemiyordur.
Daimi bir devrimci durumla mı karşı karşıyayız? Elbette hayır. Dolayısıyla siyaseti bu kadar basit görmek ve okumanın nereye düştüğünü sorgulamak gerekir: siyasal basiretsizlik, romantizm ve kısmi cehalet mi? Somut koşulların somut tahliline bakmak gerekiyor. Geldiğimiz noktada Walter Benjamin’in “Her faşizm, başarısız bir devrimin işaretidir” sözünü hatırlamak gerekir. Bugün Ukrayna’da halk ayaklanması sağcıların sürüklediği bir şeyse bu aslında solcuların başarısızlığıdır. Aynı şey Venezuela için de geçerli. Toplumsal hoşnutsuzluk karşımızda duruyor. Bu bizim için son derece umut verici olabilir. Ancak solun güçsüz/başarısız olması bunu doğrudan başarısız bir devrime sürükleyebilir. Bizim de kendi siyasal konumumuzu eleştirmemiz gerekiyor. Örneğin, internet eylemlerinde çatışmalar çıktı. Ancak bir talep dile getirildi mi? Ya da siyaseten bir söz söylendi mi? Sadece iki üç saat süren ara sokak çatışmaları yaşandı ve eylemler kendiliğinden sona erdi. “Post-Gezi sendromu” diye adlandırabileceğimiz bir şeyle karşı karşıyayız. Şunu kabul edelim: gece yarısı eylemden eve döndüğümüzde hepimiz videolardan, fotoğraflardan eylemin görselliğine bakıyoruz. Eylemlerin ortaya yaratıcılık ve biçim koyduğu aşikâr. Fakat biçimin yanında içeriği de düşünmek gerekiyor. Siyasal baskı, kazanım vs. olmaksızın salt eylemlilik stres atmak, küfür etmek türünden bir fetişizme dönüşüyor. Sonrasında Ukrayna’yı, Venezuela’yı ya da başka bir yeri okumaya kalkınca çok ters bir yerden okunmaya başlanıyor. Bu sendromdan kurtulup, mevcut durumu anlamak suretiyle siyasal alanın nasıl dönüştürülebileceğini, mevcut siyaset biçiminin ötesine nasıl geçilebileceğini düşünmek ve tartışmak lazım.
SIYAH MAVI
SARI
11
HALKIN KURTULUSU
6 - 18 VE 31 MAYIS YOLUMUZU AYDINLATIYOR leri üzerinden yapabiliyor ve buradan yansıyan tutum bildiğimiz o küçük-burjuva dar görüşlülüğünün ve mülkiyetçiliğinin yansımasından başka bir şey ifade etmiyor. Bizlerin tutumu ise temelden farklıdır ve gerekçesi, daha o ilk çıkış değerlendirmelerinde, sözünü ettiğimiz o ilk polemiklerde, açıklıkla ortaya konulmuştur.
Çayan’lar, Kaypakkaya’lar, tam da TİP parlamentarizmini reddederek devrimi seçmişlerdi.
TİKKO kökenli akımların bugünkü durumu hiçbir biçimde İbrahim Kaypakkaya’yı küçümsemeyi gerektirmiyor, tam tersine, onu tarihimizdeki en önemli devrimcilerden biri olarak daha çok sahiplenmemizi gerektiriyor. 23 yaşında yitirdiğimiz bu genç devrimci, birkaç örgütün 30 sene boyunca tüketebileceği bir düşünsel-politik miras bırakarak fizik yaşamdan ayrılmış bir insandır. Çok değerli bir devrimcidir, sadece ser verip sır vermediği için değil; ondan daha da önemli olarak, devrimi ve devrimci siyasal mücadeleyi ciddiye aldığı için, buna hayatını adadığı için, ve nihayet bu çerçevede, o dönem için gerçekten anlamlı olan belli düşünsel açılımlar ve sorgulamalar yapmayı başardığı ve yaşamını bir devrimci gibi direnerek feda edebilme yeteneğini ve cesaretini gösterebildiği için.
TİP oportünizminden, reformizme ve parlamentarizme dayalı bir akımdan kopmaktı o zamanlar söz konusu olan. Oysa hala Deniz Gezmişler’in adını istismar etmeye yeltenenler bugün gerisin geri oraya dönmüş bulunuyorlar. Demek ki böyleleri Denizler’in tutuğu yolu inkar eden döneklerden öte bir şey değildirler.
EMEP şefleri dün devrimi terk etmişlerdi, bugünse artık TİP çizgisinde karar kılmış durumdalar. Ama büyük bir utanmazlıkla, “Deniz Gezmişler’in yolu bugün parlamentoya çıkmıştır” diyebiliyorlar.
Salt kendilerine parlamento yolu göründü umuduna kapıldıkları için. Bu gerçekten tam bir utanmazlıktır, en kabasından bir inkardır ve geçmişin anısına da büyük Geçmişten gelen akımların bu- bir saygısızlıktır. günkü akıbeti hiçbir biçimde bizim onların geçmişindeki dev- Şimdi devrim ve sosyalizm davasının, komünizm ülkürimci tutumu ve kazanımları sünün ajan provokatörlüğü sıfatının kimlerce hak edilsahiplenmemize engel değildir. diği ortada değilse tartışacak bir şeyin kalmadığı, sözün bittiği noktaya gelinmiş demektir. Tam tersine, bugünkü akıbet geçmiş devrimci mirası sahiplenme- Deniz Gezmiş’i Deniz Gezmiş yapan, onların bugün de bizlere daha büyük sorumlu- temsil ettiği çizgiyi ‘60’lı yıllarda temsil eden siyasal luklar yüklüyor. akımdan kopmaktır.
Somut muhataplarımız olan EMEP şefleri, geçtik genel devrimci hareketin mirasını, TDKP’nin kendi devrimci kazanımlarını bile korumadılar.Bizlere ve dışımızdaki komünist ve devrimcilere karşı gericilikle birlikte yaka silkeleyip saldırırken, sözde sımsıkı sarıldıkları bu çizgiyi çokan terk ettiler ve bildiğiniz gibi liberalizmin batağına boylu boyunca yayıldılar. Düzenin AKİL ADAMI rolüne soyunan EMEP şeflerinin akıl hocası AYDIN ÇUBUKÇU, 6 Mayıs 2013´te Deniz’leri anma gösterisinde yapamadığı konuşmasında, gelinen parlemanterizm çizgisinin zavallığını itiraf etmekten başka hiç bir şey söyleyememiştir. 71 Devrimcilerinin mirasına karşı yapılan, bugün 60‘ların TİP çizgisine geri dönerek, Deniz Gezmişler’e ihanetten başka hiç bir şey değildir.
Civardaki köylülerce ve başta köy muhtarı olmak üzere eşkıya zannedilerek ihbar edilen grup, yedi kişiden oluşuyordu: Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan çatışma sırasında öldü. Sevdalı yüreklerin ansızın ve hayasızca gelen bir kurşun yağmurunda kanatıldığı bir acıdır Nurhak. Sevdası ‘60’lardaki mücadele solu güçlendirdi, mücadelenin ra- özgürlük olanların, tam bağımsızlığı kuşananların ve dikalleşmesi ve dünyadaki olayların etkisi solu da radi- sosyalizm ile halkın, faşist diktatörlüğün zulmünden kalleştirdi ve onun içinden devrimci bir akım çıktı. kurtarılması olanların ölümsüzleştiği bir unutulmazlıktır Nurhak. Bu devrimci akım elini taşın altına koyduğunda, bir devrimci gençlik hareketi olarak .. Geleneksel solun tasfiyeci süreçler içinde tükendiği ya da konum değiştirdiği bugünkü dönemde biz bu mirasa her zamankinden çok önem vermeliyiz.
Bugün Türkiye devrimci hareketinin geçmiş mücadelelerinin doğal mirasçısı Devrimci Komünistlerdir. Bunu, bugünkü sonuçlar ve 1 Mayıs 2013 saldırısı Çünkü son tahlilde biz oradan geliyoruz, bizim ortaya üzerinden hareketle söylemiyoruz. Elbette bunu ilk çıkışımız olanaklı kılan birikimdir burada yatan. Bizi kez biz de söylemiyoruz. ortaya çıkaranın yakın geçmişin devrimci birikimi olduğunu hiçbir biçimde unutturulamayacaktır ve ortaya Daha öncede ileri sürülmüş ancak katılmadığımız, sol çıkış anımızdan itibaren biz bunu bilinçli bir tutumla ve sekterist bulduğumuz ve fakat her ne kadar katılmasak özenle vurgulayageldik. da doğrularını ve gerçekleri inkar etmediğimiz, bilmsel inkar ile kaba küçük-burjuva inkarcılığı arasındaki Devrimci Komünistler bir boşluktan değil, bir geçmişin, temelli farkı ortaya koyan bu ideolojik savaşımın sür- bir birikimin bağrından doğdu. Biz o geçmişi bilimsel dürücüleri olarak, Devrimci Konünistler, doğru zaman zeminde eleştirerek aştık, kabaca inkar ederek gelemeve zemin üzerinden hareketle, bugün artık olmazsa ol- dik ve yürümeyeceğiz. Bu onu kucaklayarak yeni bir mazın bir sonucu olarak yol ayrımı zorunlu olduğunu düzeyde yaşatmak demektir. ortaya koyarak, irademiz dışındaki bu gelişmeyi yaşama katmak durumunda olduk. Onda canlı, anlamlı ve kalıcı olanı alıp ileriye taşıyan, Biz geçmişin zaaflı ve hatalı olan yönlerine acımasız- yaşatan ve yeniden üreten, geri, ölü ve çürüyen yanına ca vurmaya, parlamentarizmin ve tasfiyeciliğin soysuz ise acımasızca vurarak tarihe gömen bir tutumun temağına düşen bu şeflerin tutumunu teşhir etmeye ve ide- silcileri olduk bizler. Bizlerin çıkış dönemimizde bizi olojik-siyasi savaşımı , sınıf mücadelesinin bir gereği, inkarcılıkla, provokatörlükle, suçlayarak ona kıskançbir parçası olarak sürdürmeye devam edeceğiz. lıkla sahip çıkar görünenler ne yaptılar? Bugünün Türkiye’sinde geçmiş devrimci kuşakların manevi anısına ve devrimci siyasal mirasına en anlamlı ve içtenlikli bir biçimde sahip çıkabilecek olan Devrimci Komünistlerdir ve bu bir rastlantı değildir.
16 Mart 1971'de Malatya Kürecik'teki Amerikan radar üssünü tahrip etmeye giden Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'na (THKO) bağlı gruptan bir kısmı, 31 Mayıs 1971'de Adıyaman'ın Gölbaşı ilçesine bağlı İnekli Köyü civarında mola verdikleri bir sırada jandarma birlikleri tarafından kuşatılmış ve teslim olmayıp birliklerle çatışmaya girmişlerdi.
Ne yaptıklarını görüyoruz. 71 devrimcilerinin devrim adına yükselttikleri bayrağı tekellerine aldıklarını iddia ederek , o birikimin içinde ne kadar devrimci nüve varsa terk ettiler ve gelinen yerde artık tümden geriye, TİP çizgisine döndüler, TİP parlamentarizminde karar kıldıDışımızdaki herkes bunu daha çok kendi grup köken- lar. Halbuki ‘71 devrimcileri, Deniz Gezmiş’ler, Mahir
Ardından destansı bir özgürlük tutkusunun, vatan sevgisinin ve vatana göz dikenlere karşı kuşanan öfkenin resmidir Nurhak. Benliklerde yer etmiş ve belleklere kazınmış bir duruştur Nurhak. Nurhak’ta onur dersi veren kahramanların verdikleri canın neden ve ne amaçla verildiğini bilmek, bilmeyenlere de öğretmek, devrimci komünistlerin yapmaları gerekendir. Devrimci Komünistler bu ertelenmiş görevi yerine getirmek adına yola çıkarken, tasfiyeci-reformizm ile arasına kalın bir çizgi çekmeyi de ihmal etmeden çıkmaktadır bu yola.
Gelecek güzel günleri işaret edercesine, kızıl bir bayrak gibi dalgalanan yoldaşlar! Onları gerçekten anmak, hatırlamak, geçmişle yaşamak değil; mücadele bayraklarını bu ülkenin her köşesine taşımak ve taşıdıkları kavga bayraklarını göndere çekmektir. Mahirleri, Denizleri, İboları ve daha nice “isimsiz” devrim neferini mücadeleyi güçlendirerek analım... YAŞASIN DEVRİMCİLER!
SIYAH MAVI
SARI
HALKIN KURTULUSU 6 MAYIS YENİDEN DOĞDUĞUMUZ GÜNDÜR
THKO (TÜRKİYE HALK KURTULUŞ ORDUSU) YENİ ZAMANIN YENİ RUHUYLA HAYAT BULUYOR!
THKO ruhunun tüm kimlik ve özelliklerini inkar eden ne kadar tasfiyeci-reformist, revizyonist ve oportünist varsa, O´nu yok edemediği yerde, Ona sahip çıkma yarışına soyunarak içeriğini boşalatmak, ruhsuzlaştırarak, genç kuşaklara, O`na ait olmayan her şeyi, O’na atfederek sunmak üzere derin ve yaygın bir çaba içersine girmiş durumdalar. Elbette THKO ruhunu yaşatacak olan güçlerin ve kadroların, genel dağınıklık yaşadığı süreçlerde bu tür karşı devrimci girişimlerin olmasında şaşılacak çok şey yok. Ancak artık devran dönüyor, THKO yeni zamanın yeni ruhuyla hayat buluyor. Dün O´nun soysuz eleştirisi üzerinden siyasi prim yapmaya çalışanlar bugün O´nu elde bayrakmış gibi sallama yarışına soyunmaları elbette boşuna değildir. Zira THKO ruhu, bu coğrafyanın ürettiği en ileri devrimci rehberdir. O´nun tarihsel geçmişi emperyalist akademik ve entellektüel güçlerce de yok edilememiş, insanlık tarihin en klasik entellektüel birikim kaynağında, Meydan-Larus sayfalarında adı altın harflerle yazılarak, hakettiği yeri almıştır. Deniz’lerin boynuna geçirilen ilmik aslında hukukun, gençlik özlemlerinin, bağımsız Türkiye’nin boynuna geçirilmiştir. O ilmik hala yerinde durmaktadır.
Av. Halit Çelenk larıyla son buldu. Paris’in Mayıs 68’i solla sağı karşı karşıya getiren “geleneksel” sayılabilecek bir çatışmaydı. Prag olayı ise solla solu, kendi içinde bir çarpışmaya taşımış olacaktı. Türkiye coğrafyası, bu iki “evrensel” tarih, yani 1789 ve 1968 arasında yer alan yıllarda iki kere büyük değişimler yaşadı. Atatürk’ün kurduğu ve Fransız ihtilalinden de esinlenen Cumhuriyet ile gelen büyük siyasal hukuki yapı değişiminin yanı sıra 1923, dünyanın en büyük kültür devrimlerinden biri olarak tarihe geçti. 2. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda, “Soğuk Savaş” dünyayı iki kutba ayırdı. Bu emperyalizmin dünyayla olan hesaplaşmasının başlangıç yıllarıydı ve Türkiye de bundan nasibini aldı. İktidarını dinsel sömürüye dayandıran ve Türkiye’yi “Küçük Amerika” yapma iddiasıyla Menderes’in Demokrat Parti’si, yobazlık ve faşizmi birleştirerek ortaya bir diktatorya modeli çıkardı, demokratik tüm odakları ablukaya aldı.
1789 Fransız Devrimi’nin Bıraktığı Tohumlar. Dünyayı çağdaşlığa doğru çekerek değiştiren iki farklı yıl, simge haline gelmiş iki tarihten söz edilse, biri 1789, diğeri 1968 olabilir. Her ikisinin de merkezi Paris olarak bilinir. 1789 aslında kadın hareketinin de, eşitlik,özgürlük ve kardeşlik simgeleriyle ırkçılık karşıtlığı ve baskı rejimlerine karşı savaşmanın da temeliydi. 19 ve 20. yüzyıl yine büyük savaşlarla geçti. Ancak 1789’un özgürlükçü ve mücadeleci ruhu hep gelişerek sürdü, beş kıtaya yayıldı. 2. Dünya Savaşı’nda Nazizm ve Hitler’in sözde iyi kalpli kapitalist burjuva bir bloğun savaşıyla yenilmiş olmasının getirdiği özgüven ve iyimserlik, adım adım yerini toplumun aydın ve genç kesimlerinde bir tepkisel bilinçlenmeye bıraktı. Kapitalizmi taşıyan ayaklar, sanıldığı kadar toz pembe bir dünyayı işaret etmiyorlardı. PARİS VE PRAG’IN ÇELİŞKİLİ 68’LERİ İşçi ve işsizlerin tepkiselliği, aydınlar ve yazarların analizleri dışında, lise ve üniversite öğrencilerinin büyük çıkışları dünyayı değiştiren yıl olarak bilinen 1968’in en büyük itici gücü olacaklardı. “Devrim” kapitalizmi, belki de en az ürktüğü uysal lise binalarından başlayarak tehdit haline gelmişti. “Kızıl Rudy” Batı Almanya’da, bir başka Alman “Kızıl Dany” lakaplı Daniel Cohn Bendit Fransa’da hareketlerin simgesi haline geliyorlardı. Çekoslavakya’nın “Prag Baharı” ise, 1968 yazında Sovyet tanklarının, fazla özgürlükçü buldukları Çek lider Alexander Dubçek’i durdurmaları ve Prag’a kanlı bir giriş yapma-
HALKIN KURTULUŞU Yazı İşleri Müdürü İmtiyaz Sahibi ;Zeki Irmak Hatice Zuhal Göktepe h t t p : / / w w w. h a l k i n k u r t u l u s u . n e t
lum dış mihraklar da kesin olmuştur. Che’yi yok etmek için Bolivya’ya ajanı Felix Rodriguez’i yollayan CIA, dünyanın en kaypak bölgesinde, Deniz’in infazına erteleme-affedilme şansını tanıyacak mıydı? Yıllar sonra “Hatırla Sevgili” dizisinde bu sahneyi tekrar seyrederken Gezmiş’i oynayan genç aktör Barış Koçak’ın bu sahnede ne kadar başarılı olduğunu gördüm ve mutlu oldum. Deniz efsanesini önümüzdeki yıllarda kim bilir daha kaç farklı aktör başarıyla canlandıracaktı? Deniz’le büyük ihtimalle o yıllarda Beyoğlu’nda yollarımız kesişmiştir. Belki aynı muhallebici, belki aynı sinema veya dönerci... Ama sonuçta, o yıllardan bir resmi tanışıklığımız, ortak hatıramız yok. Birbirimizi yalnız basından tanıyan iki insandık ve aramızda on yaş vardı. 1971 yılında, Deniz, yaşayan bir efsane iken ondan etkilenmiş, onun ve öğrenci olaylarının bazı desenlerini çizmiştim. İdamların haberini 1972 baharında Paris’te açtığım sergide ressam ağabeyim Kayhan Keskinok ve annemle beraber almıştık. Korkunç ve unutulmaz bir üzüntüydü. Son 15 yılda sırayla Deniz’in avukatı Sayın Halit Çelenk ve değerli eşi Şekibe Hanım’ı, Deniz’in babası rahmetli Cemil Bey ve annesi Mukaddes Hanım’ı, ağabeyi Bora ve TÜRKİYE 68’İNİN EVRENSEL KAHRAkardeşi Hamdi’yi yakından tanıma ve her biri ile dost olma MANI: DENİZ GEZMİŞ fırsatım oldu. Gerek 1997 yılında açtığım“68’li Yıllar” Türk sol gençliği için Che Guevara neyse, Deniz sergime, gerek 2008 yılındaki “Bir Rüzgarın Arkeolojik Gezmiş de odur. Gerek kimliği, gerek gücü, ge- Kazısı” çalışma atölyesine her birinin yaptıkları katkılara ne rek doğal liderlik kapasiteleri ile yaşarken de bir kadar teşekkür etsem azdır. 2011 de kaybettiğimiz Çelenk, efsaneydi. Bu yüzden iktidarın egemen güçleri, ömrü boyunca Deniz’in Parka’sını yalnız bana emanet etonun karşısında kendilerini güçsüz hissediyorlar, miştir. Bu, hayatta aldığım en büyük onurdur. Gezmiş’in halkın gözünde taşıdığı güçlü sembolik imaj “1968” olarak dünyada kayda geçen rüzgar böylece Kükarşısında paniğe düşüyorlardı. İÜ’deki eylemlerde sivba’da başlayıp, Ankara’da acı bir bahar günü Deniz Gezmiş, rilen Deniz Gezmiş, 1968’de Samsun’dan Ankara’ya ilk Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamları ile son buldu. “Mustafa Kemal Yürüyüşü”nü arkadaşlarıyla örgütleyerek önemli bir Kemalist çıkış yapmış, ardından da mücade1968 RUHUNA BUGÜNÜN DÜNYASINDA DA FAZlesini sertleştirmişti. Hem dincileri hem ABD’yi hem de LASIYLA İHTİYAÇ VAR bozuk düzeni hedef alan bu kavganın çarpıcı anları arasın- 1968’le simgeleşen özgürlük, devrim, adalet ve aşk dünyada Dolmabahçe’de 6. Filo “genç Türk devrimci öğrenciler sı, tabii ki 1970’lerde de, 1980’lerde de, günümüze kadar tarafından” mensuplarının “denize dökülmesi”, Amerikan uzanan süreçte, hep emperyalizm ve onun örgütlediği elçisi Kommer’in makam arabasının ODTÜ’de yakılması kökten dincilik ve faşizm baskılarıyla mücadeleye mecbur gibi eylemler vardı. Türk 68 hareketi ve onun öncülüğünü kaldı. Günümüzde süregelen köktendincilik ve yeşil kuşak yapan gençlerin ne kadar idealist, mücadeleci ve gözü pek teorisinin uzantısı olan emperyalist kapitalizm, neo-liberaoldukları, dünyanın çıbanlarını nasıl erken teşhis edip yara- lizm ve ılımlı İslam ve projeleri hep aynı çizginin devamının üstüne kendi yaşamlarını hiçe sayarak gitmiş oldukları dır ve mücadele hattı bugün de şiddetlenerek sürmektedir. ortadadır. ABD’nin, Vietnam macerasını bile solda sıfır bırakan Irak Fakat dünya 68 hareketini değerlendiren kitap, film ve Çıkartması, Batı için utanç abidesi bir katliama dönüşmüşsimgeler arasında, Kızıl Rudy, Kızıl Dany, Dubçek, Sartre tür. Böyle bir ortamda, milyonlar dünyada savaşı durdurParis sokakları, Çekoslovakya gibi tüm isim ve olaylar öne mak için yola düştüklerinde eksik kalan yönleri, arzu değil, çıkarılırken, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypak- 1968 ateşidir. kaya gibi Türk öğrenci ve eylem liderlerinin es geçilmesi, Emperyalizm, faşizm ve teokratik dogmalardan beslenen Batı’nın bu konuda da (!) benmerkezciliği gülünç boyutlara her türlü savaşçı ve totaliter rejim yanlısının egemenliğitaşıdığının bir kanıtıdır. Başta Deniz olmak üzere, tabii ki ni korumak için olmadık manevralar yaptıkları günümüz bu isimler aslında dünya 68’i için birer evrensel değerlerdir. dünyasında, 1968 ruhuna tabii ki her zamankinden daha Batının ise bunu kendi başına algılaması düşünülemez. çok ihtiyaç vardır. Özellikle dinsel gericilik ve açık yobazYaşarken de Türkiye’de olağan dışı bir karizma ve efsane- lığın, çeşitli kılıflara sokularak ve pervasızca “demokrasi” ye sahip olan Deniz’in gücünün farkında olup, onu her ne kelimesini sömürerek ülkeyi hangi büyük krizlerin kapısına pahasına olursa olsun, öldürülmesi gerektiğini söyleyen ma- taşıdığı apaçık ortadadır.
Yönetim Yeri İZMİR/ Konak 859 Sk.Vatan İşhanı no. 6/204 No.6/204 Konak-İzmir
Basım Tarihi 28.04.2014
Ay l ı k s ü r e l i y a y ı n
Basım Yeri - Star Medya Yayıncılık A.Ş. 9 Eylül Mah.No.29 Gaziemir- İZMİR 0 232 251 76 32