SAYFA
2
SAYFA
Tafleron vicdan iflçileri Sosyal hizmetler özellefliyor. Toplumun vicdan› sosyologlar da art›k güvencesiz ve tafleron iflçi
7
Köprünün alt›nda yaflam Çi¤dem Çidaml› bo¤az›n üçüncü köprüsünün geçece¤i Garipçe Köyü’ne gitti. ‹zlenimlerini yazd›
SAYFA
13
Tarihte halk demokrasisi Paris Komünü’nden Fatsa’ya, Karmatilerden El Muqanna’ya halk demokrasisi deneyimleri
SAYFA
14
Ligin özlenen ‹zmirlisi Bucaspor yedi y›l aradan sonra 1. lige ç›kan ilk ‹zmir tak›m› oldu
14 May›s 2010 • 1 TL
Y›l 5 • Say› 106
Umut emeğin gücünde
1 May›s’ta ortaya ç›kan tablo, emekçilerin art›k ülke siyasetinde güçlü bir aktör olarak yer alacak potansiyele sahip oldu¤unu gösterdi
Halk, iktidar kavgas›n› demokrasi mücadelesi diye sunan AKP’ye de çürümüfllü¤ü içinde toparlanmaya çal›flan CHP’ye de mahkum de¤il
Bu yeni emek dinamizmi egemenler kadar uzlaflmac› sendikal bürokrasiye de meydan okuyarak, genel eyleme haz›rlan›yor
Gitse de izi kal›r
Halkın Hakları Kongresi...
Baykal parti yönetiminden istifa etti. Fakat bu istifay› AKP’ye karfl› genifl bir saflaflma ve parti içinde güç toplama hareketine dönüfltürmeye çal›fl›yor S. 3
Hak mücadelelerinin örgütü Halkevleri mücadelenin tüm öznelerini genelkuruluna ça¤›r›yor S. 11
MÜCADELE EDERKEN HAZILANMAK GEREKL‹ Önümüzdeki dönem hem siyasete müdahale aç›s›ndan hem de yeni dönemin siyasal süreçlerine haz›rlanmak aç›s›ndan kritik öneme sahip... YOL YAZISI S. 3
Benim annem cumartesi
Festival yola koyuldu
Denizlere çıkar yollar
Anneler Günü’nde annelik kimliklerini mücadeleyle birlefltiren Cumartesi Anneleri’yle söylefli yapt›k S. 10
‹flçi Filmleri Festivali Tekel direniflinin damga vurdu¤u bir aç›l›fl gecesiyle 5. yolculu¤una bafllad› S. 15
Binler ölüm y›ldönümünde Deniz, Yusuf ve Hüseyin’i anmak için sokaklara akt› S. 16
Arzu Çerkezo¤lu / Sayfa 4
Nuray Erça¤an / Sayfa 7
1 May›s’›n ard›ndan
H›rç›n Karadeniz isyanda
Yunan halkı ayağa kalktı Yunanistan son otuz y›l›n en kitlesel iflçi eylemleri ve grevleriyle sars›ld›. IMF, AB ve Yunan hükümetinin kemer s›kma program›na isyan eden yüz binler Atina meydanlar›na s›¤mad› S. 5
Tufan Sertlek / Sayfa 8
fiimdi ‘yapma’ zaman›
‘Büyük’ zafer ’Büyük’ patronlardan Ayd›n Do¤an Ni¤de Uluk›flla’da, Tuncal Özilhan Sinop Gerze’de köylülerin çevre ve yaflam hakk› mücadelesi karfl›s›nda geri ad›m att› S. 10
Hakan Bayhan / Sayfa 15
Biraz Nasreddin Hoca...
AKP TOBB gerilimi tırmanıyor AKP ile TOBB aras›ndaki gerilim TOBB üyesi flirketlere yönelik denetlemelerle yeni bir safhaya tafl›nd›. Denetlemeler baflbakan ile TOBB aras›ndaki iflsizlik at›flmas›n›n ard›ndan geldi S. 9
Sendikalar da gördü Güvencesizli¤in s›n›f mücadelesinin temel çeliflkisi oldu¤unu sendikalar da görüyor. KESK ve D‹SK güvencesizli¤i tart›flt› S. 8
2
MEDYA 14 May›s 2010 / 27 May›s 2010
Halk›n Sesi
Kenar Notlar› 'Üç yüz elli dört yüz tosun' Louis Bonaparte'ın kişisel diktatörlüğüne giden süreçte Fransa siyasetini incelediği yapıtında Marks, "her ne kadar burjuva toplumu kahramanlara özgü bir toplum olmasa da, onu dünyaya getirmek için gene de kahramanlık zorunlu olmuştur" der. Burada Marks, zorakiyalancı kahramanlığı vurgular. Tarihin her döneminde koşullar mutlaka kendine yakışan kahraman tipini yaratır. Ne yazık ki, Anadolu topraklarından bir Marks çıkmadı. Ama şansa bakın ki, ozanlık geleneği Ali Kızıltuğ gibi bir taşlama ustası yetiştirdi. Bakın Kızıltuğ "bizim demokrasi kahramanları"nı nasıl dile getiriyor: "Üç yüz elli dört yüz tosun / Öküz olacağı kesin / Bunlar neyle doyar düşün / Gelişiyler ha babam de babam." Anayasa değişikliği çalışmalarını izleyip de ozanın dizelerini anımsamamak elde değil. Tarihi bir kahramanlık örneği göstererek tankların gölgesinde halka zorla onaylattırılan 12 Eylül anayasasının kimi maddelerini değiştiren "İslamcı liberal demokratlar", bir büyük zafere imza attılar. Zafer sarhoşluğu içinde günün anlam ve önemini vurgulayan Başbakan Erdoğan, 6 Mayıs 2010 tarihini "AKP kadroları eliyle gelen demokrasi bayramı" ilan etti. Her ne kadar vakti zamanında tankların üzerine çıkamamış olsalar da 20 yıllık uzun bir ricat taktiğiyle mecliste sıraların üzerine çıkan gazi demokratlar ağır bedeller ödediler. "Başbakan’ın malvarlığı" konulu muharebelerde AKP Şanlıurfa Milletvekili Zülfikar İzol'un kolu kırıldı; ama yen içinde kalmadı. Sinir krizi geçiren İzol, acısını dindirmek için başbakanın elini öpmek istedi. Buna izin vermeyen başbakan, bir süre sohbet ederek bu "sadık vekili"ni teselli etti. Tabi "sadakat" denince akla "ihanet" de geliyor. "Sadakat ve ihanet" aşkın ve savaşın "ruh ikizleri" olarak "kim başbakanı daha çok seviyor" konulu parti içi muharebelere yansıdı. Eski Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, anayasa değişikliği oylamasında ret oyu verdiği iddialarına ve AKP milletvekili Faruk Koca'nın da kara-fire listesine girmesine sert tepki gösterdi. AKP'ye ülkücü-faşist hareketten gelen ve "delikanlılığıyla" bilinen Tüzmen, "… Biz bunun hesabını sorarız. Başbakan yalakalığına soyunuluyorsa, liste yapılıyorsa, bunun hesabını sorarız. Başbakan uçurumdan atlıyorsa, bize yakışan onun arkasından atlamaktır. Karar doğrudur, yanlıştır önemli değil. Türk töresi böyle gerektirir" dedi. Demokrasi uğruna hiçbir kahramanlıktan kaçınmayan AKP'liler, kendilerini sivil diktayla ve faşistlikle suçlayan "aslan sosyal demokratlar"a karşı ustaca bir manevrayla konuyu İsmet İnönü'ye getirdiler. İsmet İnönü konulu muharebelerde onu faşist olmakla suçladılar. Yanıt çok gecikmeden Buca'nın CHP'li Belediye Başkanı Ercan Tatı'dan geldi. O andan itibaren Buca Belediye Meclisi örnek bir demokrasi mücadelesine sahne oldu. Tartışmaların alevlenmesi üzerine müdahale eden Başkan Tatı, "İsmet İnönü'yü savunmak faşistlikse, ben faşistin Allah'ıyım!" dedi. Bunun üzerine AKP'li meclis üyeleri "Sözünü geri al başkan, tövbe et, Allah birdir, dinden çıkarsın!" diye tepki gösterdi. Ama Tatı geri adım atmaz. Halkın oylarıyla seçilmiş olmasını verdiği güçle, "Söylediklerimin arkasındayım. Siz benim, Allah'la arama girmeyin!” yanıtını verir. Bu, sırf Ercan Tatı'ya özgü bir demokrasi duyarlılığı değildir. Yürekleri halktan aldıkları güçle halk için çarpan bütün sosyal demokratlar, halk sevgisini genel başkanlarında somutlaştırırlar. Misal CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin. Baykal'ın istifasının ardından aday olup olmadığını soranlara şu yanıtı verir: "Sayın genel başkanımız kimi derse onun arkasındayız, Sayın Baykal CHP'den kimi aday gösterirse taban olarak arkasındayız." Gerisi artık tabana kuvvet ki hak ettiği tavana kavuşsun!
‹flçi ve ‹letiflim Konferans›’nda iflçilerin iletiflim hakk› tart›fl›l›rken, iflçilerin yeni iletiflim kanallar›ndan Sendika.TV de bu tart›flmalar› canl› olarak binlerce izleyiciye ulaflt›rd›. Solda Ergin Y›ld›zo¤lu’nun ‘yeni orta s›n›f’ bafll›kl› sunumundan bir sahne görünüyor.
İşçiye umut olan medya Emek ve iletişim üzerine düşünen, çalışan ve siyaset üreten akademisyenler ve aktivistleri bir araya getiren Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, Beşinci Uluslararası İşçi Filmleri Festivali kapsamında, 3-4 Mayıs 2010 tarihleri arasında Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde gerçekleştirildi. Ankara Üniversitesi GETA (Gelişme ve Toplum Araştırmaları Merkezi), Türkiye Gazeteciler Sendikası ve Çankaya Belediyesi tarafından düzenlenen konferansta, küresel krizin emekçiler ve onların sınıf hareketi üzerinde etkileri, emekçi sınıfın yeni iletişim teknolojileri ile üretebileceği direnişin olası yüzleri, yeni iletişim tarzlarının yarattığı direnişi güçlendirebilecek olasılıklar üzerine son derece yaratıcı tartışmalar yapıldı. İki çağrılı bildiri ve 20 bildirinin sunulduğu, ayrıca iki panelin gerçekleştirildiği konferansa, iki gün boyunca 250 kişi katıldı. Ayrıca www.sendika.tv adresinden canlı olarak yayınlanan konferans, iki gün boyunca binlerce kişi tarafından da internet üzerinden izlendi. Konferans boyunca tüm tartışmaların odağında Tekel direnişi vardı. Konferans kapsamında Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi sergi salonunda düzenlenen “Foto Muhabirlerinin Gözünden Tekel Direnişi” fotoğraf sergisi
V. Uluslararas› ‹flçi Filmleri Festivali kapsam›nda düzenlenen Uluslararas› ‹flçi ve ‹letiflim Konferans› Laborcomm’da emek medya iliflkisi ve eme¤in iletiflim alan›na müdahale olanaklar› tart›fl›ld› tartışmaların bir diğer başlığı olan ‘Medya Emekçilerinin Gözünden Direniş’i sergilemesi nedeniyle bütünleyici bir işlev üstlendi. “Foto Muhabirlerinin Gözünden Tekel Direnişi” fotoğraf sergisi 5. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nin Ankara programının sona ereceği 7 Mayıs tarihine kadar Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi sergi salonunda Ankaralılarla buluştu. Konferansın en dikkat çeken konuşmalarından biri Ergin Yıldızoğlu'nun 'yeni orta sınıf' üzerine yaptığı sunumdu. Yıldızoğlu, İngiliz Savunma Bakanlığı'nın 'orta sınıf proletarya' diye adlandırdığı iletişim teknolojilerine hakim yeni emekçi kesimlerinin kapitalizm açısından stratejik tehlike olarak gösterildiğine dikkat çekti. Bu kesimlerin yeni işçi sınıfı şekillenmesinin bir parçası olduğunu belirten Yıldızoğlu, çağrı merkezi çalışanlarının örgütlenmesi gibi deneyimlerin de bu alandaki umut verici gelişmeler olduğuna değindi. Yıldızoğlu'nun sunumunun kayıtlarına Sendika.TV'den ulaşabilirsiniz.
Konferansın sonunda bir de sonuç bildirgesi açıklandı. “Umutsuzluğa ikna etmek değil umudu var etmek” başlılı bildirgede şöyle denildi: Günümüzde genişleyen iletişim seçenekleri ve iletişimin giderek artan biçimde toplumların siyasi, ekonomik, kültürel, toplumsal yaşamları açısından merkezi konuma gelmesine karşıt olarak yine aynı gelişmelerin tetiklediği, daha öncekilerle karşılaştırılamayacak denli büyük tehditler de söz konusudur. Medya alanının hızla yoğunlaşması ve tüm iletişim araçlarının hem küresel hem de ulusal düzeyde birkaç holdingin elinde toplanması; artan elektronik gözetim; kamusal bilginin giderek daha fazla özel mülkiyetin ve ticaretin konusu haline gelmesi; kamusal iletişim ortamlarının hızla özelleştirilmesi ve piyasa kurallarına tabi hale gelmesi; iletişim olanaklarına erişim açısından oluşan ve sayısal bölünme olarak tanımlanan eşitsizlikler bu tehditlerden bazılarıdır. Uluslararası İşçi ve İletişim
Konferansında, tüm bu tehditler ama bunun yanında ‘başka bir dünyayı’ mümkün kılmak adına iletişim süreçlerini yeniden örgütlemenin olanakları da göz önünde tutularak, üç farklı izlek boyunca işçi ve iletişim tartışılmıştır. Bu izleklerde var olan durum analiz edilmiş ve olası müdahale alanları belirlenmeye çalışılmıştır. ‹fiÇ‹N‹N YEN‹ ‹LET‹fi‹M ORTAMI Yeni iletişim ortamının daha derin kavranması, enformasyon ve bilginin her yerde hazır olma ve toplumsal ve siyasi süreçleri dönüştürme gücünü açığa çıkartmaktadır. Yeni iletişim ortamı, işçi sınıfının nesnel koşullarından beslenen bilginin akacağı kanallar içermekte, bu bilginin yayılması ve paylaşımı, farklı deneyimlerden beslenerek çoğaltılması olanaklarını taşımaktadır. Bu olanakları gerçekleştirmek üzere, yeni iletişim ortamının emek merkezli, eşitlik ve özgürlük hedefleri doğrultusunda yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Bu gereksinim, yeni iletişim or-
tamlarını mücadelenin hem aracı hem de konusu haline getirmektedir. MEDYA ‹fiÇ‹LER‹ Medya patronlarının savunduğu “basın özgürlüğü” kavramının ötesine geçen bir hak ve özgürlükler tanımının, medya emekçilerinin haklarını merkeze alan bir biçimde yapılması gerekmektedir. Medya emekçilerinin bu hak ve özgürlüklerini savunabileceği, koruyabileceği örgütlenmelere ve düzenlemelere sahip olabilmesi büyük önem taşımaktadır. ‹fiÇ‹LER‹N ‹LET‹fi‹M HAKKI Neoliberalizmin iletişimin tüm süreçlerini ticarileştirmesine rağmen, iletişim hakkının yaşamsal bir hak olduğu kabul edilmelidir. İletişim hakları özü itibariyle insanlık durumuyla sıkı sıkıya bağlıdır ve insan hakları ile iletişimin rolüne dair çıkarımların yeni ve daha güçlü kavranmasına dayalıdır. İletişim hakları olmaksızın, insanlık özgür, adil, barış içerisinde ve onurlu bir yaşam sürdüremez. Sonuç olarak, işçi ve iletişim alanında düşünce üretimi, bu düşüncelerin toplumun geniş kesimleriyle paylaşılması ve bu düşünceler çerçevesinde iletişim alanına müdahale edilmesi önem taşımaktadır. Açıklarken karşı karşıya kalınan umutsuzluğa ikna etmek değil, müdahaleler ile umudu var etmek gerekmektedir.
Vicdan işçisi sosyologlar da taşeronlaştı Ad›na bak›nca fiyakal› bir iflleri var. Onlar sosyologlar. Ama Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nda çal›flan sosyologlar›n ço¤unlu¤u tafleron iflçi olarak çal›fl›yor. Tafleron iflçi sosyologlar Halk›n Sesi’ne konufltu beyazyakakosesi@gmail.com
Beyaz Mavi Yaka Hayat
K
amunun vicdanı olan sosyal hizmetler özelleştiriliyor. Üstelik görülmemiş bir biçimde. Toplumun yaralarını sarmak için çalıştırılar sosyologlar ihale yoluyla işe alınıyor, taşeron işçi olarak çalıştırılıyor. Halkın Sesi sosyologların güvencesizler ordusuna katılma ve işçileşme süreçlerini taşeron sosyolog Hakan Çetin’den dinledi. Çetin, sosyal hizmetlerde taşeron uygulamasının 1998-2000 yılları arasında “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı” üzerinden sözleşmeli personel alımıyla başladığını anlatıyor. Bu süreci hızlandıracak olan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun belediyelere devrinin o dönem için “Kamu Reform Tasarısı” ile engellendiğini söylüyor. Daha sonra DB ve UNICEF tarafından 2000’de yayınlanan ‘Milenyum Deklerasyonu’ kapsamında 11 riskli ülke listesine alınan Türkiye’de yeni bir proje uygulamaya konduğunu belirtiyor. Şimdilerde taşeron şirketler aracılığı ile başta meslek elemanları olmak üzere, her birim için
işçi alınıyor. Bu proje ile, anayasal güvencede olan “sosyal hizmet hakkının” taşeron şirketler aracılığı ile hizmet alanlarının özelleştirildiğini vurgulayan Çetin, taşeron çalışan sosyologların nasıl güvencesizleştirildiğini şu sözlerle anlatıyor: “Çalışanlar, temel iş
güvencesinden yoksun olarak çalışmak zorunda bırakıldılar. Personel alım ihaleleri sonrasında çalışanların bütün özlük hakları gasp edildi. İhale dönemleri arasında yaratılan boşluklar kullanılarak kıdem ve ihbar tazminatları yok sayılarak çalışanlar işten çıkarıldı.”
Çetin’in anlattıkları tipik taşeron uygulamalarıyla karşı karşıya olunduğunu da gösteriyor. İşten çıkarmalarda sigorta girişlerinde yapılan boşluklar bahane edilerek çalışanların sanki 3-6 aydır hizmet üretiyormuş gibi gösterilerek hak talep etmelerinin engellenmesi... İhale dönem-
lerinde “gönüllü çalışma” dilekçeleri imzalatılarak maaş ve sigorta primlerin ödenmesi, dilekçeleri imzalamayanların istifaya zorlanması... Kurumda çalışan sosyologların bu alanda yetkileri olmadığı bahanesiyle işten çıkarılmaya çalışıldığını dile getiren Çetin, özlük hakları için Dev Sağlık-İş’te bir araya geldiklerini söyledi. Çetin, “Haklarımız için eylemlerimize katıldığımız bütün platformlarda da devam edeceğiz” dedi. Çetin taşeronlaşmanın yıkıcı sonuçlarının çalışanlar kadar hizmet alan vatandaşlar tarafından da hissedildiğini söylüyor. “Sosyal hizmet temel haklar kapsamındadır ve devlet güvencesi altında olması gereken süresiz bir kamu hizmeti olmasına rağmen özelleştiriliyor.” Çetin bu konuda “Hiçbir kamu gücü, verilen hizmetleri özelleştiremez ve süre sınırı koyamaz. Koyarsa anayasal bir suç işlemiştir” diyor. Yalnız iş güvencesi için değil daha nitelikli bir sosyal hizmet için de örgütlenen sağlık emekçileri bundan sonra keyfi uygulamalara izin vermemek için örgütleniyor.
3
GÜNDEM 14 May›s 2010 / 27 May›s 2010
Halk›n Sesi
Baykal gider izi kalır İ
nternette dolaşan video görüntülerini, kendisine ve partisine karşı AKP’nin bir tasfiye operasyonu olarak değerlendiren CHP Genel Başkanı Deniz Baykal görevinden istifa etti. DÜfiMEZ KALKMAZ B‹R BAYKAL Adı, ilkin, 1950'lerin sonlarında Demokrat Parti iktidarına karşı gelişen öğrenci hareketlerinde duyulan Baykal, 47 yıllık siyasal yaşamında 18 yıl CHP Genel Başkanlık görevini yürüttü. 5 kez bu göreve seçildi. 2'si koalisyon olmak üzere 3 kez hükümette görev aldı; ama hiç başbakanlık yapamadı. Siyasete atıldığı andan itibaren hep parti içi iktidar çatışmalarının etkin öznelerinden oldu. İsmet İnönü, Bülent Ecevit, Aydın Güven Gürkan, İsmail Cem, Ercan Karakaş, Murat Karayalçın, Erdal İnönü, Hikmet Çetin ve Mustafa Sarıgül gibi "Türk tipi sosyal demokrasi"nin hemen bütün karizmatik isimleri bir şekilde Baykal'ın iktidar hesaplarının konusu oldu. "Hizipçilik" denince akla ilk gelen isim oldu. Meydan Lauresse sözlüğü "hizip" maddesinde ona gönderme yaptı. Parti içi yenilgilerinden ve partisinin seçim yenilgilerinden sonra defalarca bırakıp gitti; ama her seferinde geri döndü. "DP'liler halka hizmet götürürken, CHP'liler ona dans öğretmekle meşguldüler. Bu yüzden de hizmet almamış halk, değerlerine saldıran bu partiyi san-
B
aykal istifayı, AKP'ye karşı geniş bir saflaşma ve CHP içinde bir güç toplama hareketine dönüştürmeye çalışıyor. Parti yönetimi de başka aday çıkmasına izin vermeyerek yine Baykal’lı bir dönüşüm planlıyor
Uzun siyasi yaflam›nda defalarca istifa edip dönen Deniz Baykal, her seferinde yeniden do¤rulmay› baflard›
dıkta habire cezalandırıp duruyordu." (CHP'nin 1965 yenilgisi üzerine Baykal'ın hazırladığı rapordan) 1965'ten beri ideolojik gelgitlerle kendine özgü bir siyasal oportünizm geliştiren Baykal, Erdoğan'dan geri kalmadı. Çarşaflı kadınları partiye üye yapan ve çarşaf yakan kadınları partiden istifaya zorlayan yine aynı Baykal yönetimiydi. "Şeriata karşı mücadele" bayraktarlığını kimseye kaptırmayan Baykal, istifa
konuşmasında Pasinler'den Pensilvanya'ya hicret eden Fethullah Gülen'e "samimiyet selamları" göndermeyi de unutmadı. Ne var ki Baykal, "halka hizmet götürme"de muhafazakâr değerleri sahiplenmesinde olduğu kadar başarılı olamadı. Sosyalist Enternasyonal'e üye sözümona bir "sosyal demokrat parti" olarak, seçimlerde kent merkezlerinin, orta sınıfların ve sahil şeridinin oylarını
alan Baykal yönetimindeki CHP, işçi sınıfı, kent ve kır yoksulları, güvencesizler ve Kürtlerin desteğini alamadı. Parlamenter sola inancını yitirmemiş ilerici yoksul halk kesimlerinin desteğini ise hep "çantada keklik" gördü. Baykal'ın istifasını, "sosyal demokrasi" için Baykal'sız bir yenilenme başlangıcı sayanlar var. Tersine bunu, "muhteşem bir dönüş için onurlu bir geri çekiliş" olarak değerlendi-
renler de var. Ancak, yoksul ilerici halkın, Baykal ve CHP'ye ilişkin umutları sürekli canlı tutulurken, Baykal'ın "geride bıraktığı" izler hep göz ardı ediliyor. CHP hâlâ, yoksul halkta ve işçi sınıfında yarattığı hayal kırıklıkları, ulusalcı şoven siyaset çizgisi, erkek egemenmaço siyaset kültürü, hizipçilik ve "adam yeme" kültürü, otoriter tek adam yönetimi ve delege sisteminin izlerinde yürüyor.
Kimi ‘teşhir ve tecrit’ edeceksiniz? 1
Mayıs kutlamalarını birlikte örgütleyen işçi ve kamu çalışanları konfederasyonları 10 Mayıs’ta ortak bir açıklama yayınladı. İşçi sınıfı hareketi açısından hem 32 yıllık bir yasağı tarihe gömen hem de dünya çapında yankı yaratan bir kutlama yapan konfederasyonların açıklaması sadece ruhsuz değil ibretlikti. Türk-İş başkanı Mustafa Kumlu’yu protesto ederek kürsüyü işgal eden işçilerin eylemleri “kınanırken” bu tür yaklaşımların “teşhir ve tecrit” edileceği ifade edildi. 1 Mayıs programı sürerken sıra Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu’ya geldiğinde alandan yuhlamalar yükselmiş, bir grup işçi kürsüyü işgal ederek Kumlu’nun konuşmasına izin vermemişti. Kürsü işgali, son yıllarda öne çıkan yeni işçi dinamiğinin geleneksel/ uzlaşmacı sendikal anlayışa karşı bir tepkisi ve değişim talebinin yansıması olarak değerlendirilmişti. DİSK ve KESK’in de altına imza koyduğu açıklamada, bu eylemlere katılan işçilerin “kınandığı” ve “teşhir ve tecrit” edileceği yönündeki ifade akıllara bir dizi soru getirdi. Sendikal hareketin kapsayamadığı, örgütleyemediği, değişim talebine yanıt veremediği güvencesiz işçilerin tepkilerinden aldığı temel ders, “bu tür eylemlerin kınanması gerektiği” midir? Güvencesizliğe karşı mücadeleyi örgütleyemedikçe krize sürüklenen sendikal hareket, güvencesiz işçileri “nizami olmayan” tepkilerle kendini ifade ettikleri için “teşhir ve tecrit” etmenin, bu yeni işçi dinamizmiyle sendikalar arasında var olan duvarı tahkim etmek olduğunun farkında mıdır? “Emeğin kazanımları için birlikte mücadele”den söz eden konfederasyonlar, güvencesiz işçiler hareketini dışlayan bir “birlikte”liğin emeğin kazanımlarını savunamayacağının farkında mıdır?
Sağım sarmısak...
AKP’nin anayasası kamu yararını siliyor Anayasa değişiklik paketinin on ikinci maddesi AKP’ye özelleştirmelerde zorluk çıkaran yasal yolları kapatıyor. Yargının özelleştirmelerde “kamu adına kamu yararı arama” yetkisini kaldıran madde, AKP’ye tam gaz özelleştirme şansı tanıyor
A
nayasa değişiklik paketi bir madde haricinde Meclis’ten geçti. Siyasi partilerin mali denetimini Sayıştay’a bırakan ve parti kapatmalarını Meclis’e bırakan sekizinci madde kabul edilmemişti. Anayasa değişiklik paketinin gündemi parti kapatma HSYK’nın yapısını düzenleme gibi maddelerden oluştu. AKP, anayasanın 125. maddesini kısaltarak idari kararlara karşı itiraz gerekçesi olabilecek unsurları ortadan kaldırdı. Değişiklik özelleştirmelerle ilgili engel teşkil eden yasal yolları kapatıyor. Yargının özelleştirmelerde “kamu adına kamu yararı arama” yetkisini kaldıran madde, AKP’nin “hız kesmesini” engelliyor. Böylece önümüzdeki günlerde gündeme gelecek olan ener-
ji, kamu bankaları, Milli Piyango gibi özelleştirmeler ve daha sonra yapılacak olan özelleştirmeler hiçbir yasal engele takılmayacak. Madde daha önce Turgut Özal tarafından da değiştirilmek istenmişti. Özal’ın neoliberal politikalara hız kazandırdığı 1986 yılından 2010 yılına kadar 199 kuruluşta özelleştirme yapıldı ve 39 milyar dolar gelir kaydedildi. Özelleştirmelerin gelirlerinin %78’i AKP döneminde elde edildi. Bu dönemde özelleştirmelere karşı açılan dava sayısında da büyük artış oldu. 1998’de özelleştirmeler karşı açılan idari ve adli dava sayısı toplam 695 iken 2007 yılında devam eden dava sayısı 3631’i buldu. Sadece krizin patlak verdiği 2008 yılında
açılan dava sayısı 1360 oldu. Neoliberal politikalar arttıkça mağduriyetin arttığı ve açılan dava sayısının buna paralellik gösterdiği görüldü. Özelleştirme süreçlerinde AKP’ye engel olan en önemli maddelerden biri olan “kamu yararı gözetme” ilkesi Abdullah Gül’ün paketi onaylamasıyla birlikte kaldırıldı. AKP döneminin en çok konuşulan özelleştirmelerinden biri olan Tüpraş ihalesi kamu yararına aykırı olduğu için iptal edilmişti. Çok ses getiren Petkim ihalesi de kamu yararı gözetmediği için iptal edilmiş, süreç uzamıştı. Tekel özelleştirmelerinde de yargının verdiği “kamu yararı gözetmediği için ihaleyi iptal etme” kararları özelleştirme süreçlerini uzatmıştı.
U
fuk Uras, AKP’nin Anayasa değişiklik paketinin Anayasa Mahkemesi’ni dönüştürmeyi öngören maddesi için evet oyu kullandı. Bunu da “Ergenekoncuları sevindirmemek için” ve “Türkiye solu adına” yaptığını söyledi. AKP’lilerin ayakta alkışladığı Uras, bu yaptığıyla şaşırtmadı. Ama bunu “Türkiye solu adına” yaptığını söylemesi tuhaf kaçtı. Uras acaba sağın ne taraf solun ne taraf olduğunun farkında mı? Yoksa, şimdi iradesine ve tercihlerine ters düşmekte pek de sakınca görmediği Kürt hareketinin oylarıyla elde ettiği vekillik, bünyesine fazla geldi de denge ve yön duygusunu hepten mi yitirdi? Oyladığı değişiklik maddesinin AKP’nin iktidarını güçlendirmekten başka bir işe yaramadığını, solun sağcı iktidarları desteklemek gibi “tarihsel” bir görevi olmadığını anlamak istemiyorsa ne yapacağız? Koca üniversite hocasına bu saatten sonra sağını solunu ayırdetsin diye sarımsak soğan mı bağlayacağız?
Müdahale ederken haz›rlanmak gerek Mayıs’ın üzerinden henüz on beş gün geçti. Ülkede 74 ayrı noktada kutlanan ve en önemlisi 32 yıl sonra Taksim’de yaklaşık iki yüz bin kişinin gövde gösterisinde bulunduğu 1 Mayıs üzerine gerek sınıf mücadelesi açısından gerekse de ülke siyasetine etkisi açısından kapsamlı değerlendirmeler yapılmadı / yapılamadı. Yapılmadı çünkü asıl değerlendirmeyi yapması gerekenler yani 1 Mayıs’ın “asıl sahibi” olduklarını iddia eden konfederasyonlar acz ve dalalet içerinde. Yaptıkları ortak açıklama bugünü, bugünün mücadelesini ne ölçüde kavradıklarının tarihsel belgesi niteliğinde. İşçi sınıfı mücadelesinin yeni dinamiği olan güvencesiz işçileri ve dolayısıyla güvencesiz çalışmayı kendi kapsama alanlarından “tecrit” ettiklerini deklere ediyorlar. Bu yılki 1 Mayıs’a yükledikleri anlam bu. Asıl hazin olan DİSK ve KESK yönetiminin, Türk-İş’in kuyruğuna takılmakla düştükleri durum. Yapılamadı çünkü ülke gündemi kural tanımaksızın değişiyor/değiştiriliyor. En azından temmuz sonuna kadar gündemin referandum merkezli anayasa tartışmalarında sabitleşeceği düşünülürken çok çarpıcı sonuçları olabilecek yeni bir gündem servis edildi; Deniz Baykal ve CHP’nin geleceği. Baykal’a “tezgah”ı kimin kurduğu hafiyelerin işi. İster kendilerince
1
“olumsuz” olabilecek her olayı Ergenekon’a bağlayan Taraf gazetesinin dediği gibi bu da Ergenekon işi olsun, ister sosyal demokrat kulvarda boşluk yaratmak isteyen Sarıgül’ün işi ya da Baykal’ın dediği gibi AKP içindeki bir kanadın yani Nakşibendilerin işi olsun, bu gelişmelerden “tartışmasız sonuçlar” çıkarmak mümkün. I Bu durum ülkenin yüksek siyasetine doğrudan müdahale amacı taşımaktadır. Ayırt edici olan siyasete müdahale için siyaset dışı araçlardan şimdiye kadar pek kullanılmayan, kullanılsa da pek ortalığa dökülmeyen bir aracın devreye sokulmasıdır. (En son buna benzer bir durumu iddia odur ki Melih Gökçek, eski Keçiören Belediye Başkanı Turgut Altıok için kullanmıştı.) Ancak hatırlamakta yarar var, bu ülkede siyaset hiçbir zaman burjuva siyasetin var olduğu iddia edilen evrensel kurallarıyla yapılmadı/yapılmıyor. I Fethullah Gülen, buna “benzer” olaylar açısından belki de ilk kez “temize çıkmıştır”. Baykal’ın sayesinde. Kuşkusuz Baykal’ın bugüne ve yarına dair ince hesapları mutlaka vardır. Ama bugün için prim Fettullahçıların: “Her şeyi yapabiliriz ama namahreme girmeyiz”. I Baykallı ya da Baykalsız, CHP en azından kısa dönem için güçsüzleştirilmiştir. Baykal, 1000 delegenin değil 100.000 delegenin oyunu alarak
yeniden Genel Başkan seçilse de olayın tamamen hayal mahsulü olduğunu kanıtlamadığı sürece artık eski Baykal olamayacak. Baykalsız bir seçenek ise en azından orta vadede yenilenmiş bir siyaset ve yenilenmiş kadrolar oluşturamaz. Kılıçdaroğlu gibi isimler ise ancak geçici çözümler oluşturabilir. AKP önümüzdeki dönem çok daha rahat olacak. I CHP ve AKP kitlesi bu olayla birlikte, birbirlerine karşı daha da kemikleşecek ve daha da uzaklaşacaktır. “Namussuz” ve “komplocu” terimleri kendi iç propagandalarında bolca kullanılacaktır. I Son gelişmeler bir başka gerçeği tekrar açığa çıkarmış durumda: CHP üst kadrolarının yapısı ve sorun çözmedeki zafiyetleri. CHP’nin yönetim kadrosu statükocudur, korkaktır, mutlak sadakate göre oluşturulmuştur. Sorun çözme yöntemleri de bu özelliklere uygun geliştirilmiştir. Sorunları kökten çözemezler. Yeni, farklı çözümler üretemezler. Birbirlerinin hatalarını örterler, birbirlerinden vazgeçemezler. Onur Öymen’in Dersim zihniyeti ya da Baykal’ın 53 yıllık kader arkadaşı Önder Sav’ın örümcek bağlamış düşünceleri hiçbir zaman kapsamlı bir özeleştirel sürece tabi tutulamaz. Birbirlerinin zaaflarını ve suçlarını örterek, birbirlerine muhtaç halde ilerlerler. CHP’ye oy veren, umut bağlayan milyonlarca insan için
kendilerini velinimet sanırlar. Bu yönetim kadrosu ve CHP, CHP’yi destekleyen emekçi halk kesimlerinin çıkarlarını gözeten bir siyaset izlemediği gibi, iyi niyetli desteğini de hak etmiyor. Unutulmamalıdır ki bu ülkede sosyal demokrat kitle bu kadrolara muhtaç değildir, tersine bu kadrolar sosyal demokrat kitleye muhtaçtır. Bugüne kadar sosyal demokrasiye umut bağlayan halk kesimleri, mücadelelerini bu köhne kadrolara havale ederek değil, ancak sol ve emek eksenli bir mücadelenin öznesi olarak geleceği belirleyebilir. Zayıflamış, kendi gündemine çekilmiş bir CHP, kaçınılmaz olarak bu dönemin en kritik siyasi gelişmesinde yani anayasa değişikliklerinin referanduma gideceği bir dönemde olması gereken performansı sergileyemeyecek. Bir maddesi eksiltilmiş anayasa değişiklik paketi Gül’ün onayından geçti. Bundan sonraki ilk durak Anayasa Mahkemesi. Mahkemenin, bu iki ay içerisinde karar vermesi imkansız. Ancak sürecin işleyişinin yani yürütmenin durdurulması kararını verebilir. Bu da mahkeme karar verene kadar referandumun ertelenmesi anlamına gelebilir. Ancak bunların hiçbiri olmaz ve süreç Erdoğan’ın istediği gibi ilerlerse ülkede temmuz sonunda halkoylaması için sandıklar kurulacak. Halkoylamasının sonucunu şimdiden görebilmek olası değil. AKP’nin
yaklaşık yüzde 40 oyunun karşısında CHP ve MHP’nin toplam oyları da yaklaşık yüzde 40. Dolayısıyla evet ve hayır arasında büyük fark olmayacak. Bu noktada Kürtlerin, BDP’nin tavrı kritik olacak. Evet ya da hayırda yaklaşık yüzde 6’lık bir fark yaratacaklar. Boykot tavrı ise “bu koşullarda” doğrudan evete yazacaktır. Toplam seçmenin ya da seçime katılanların yarısından fazlasının oyu değil, “geçerli oyların yarısından fazlasının kararı” sonucu netleştirecektir. Dolayısıyla sandığa gitmemek ya da geçersiz oy kullanmak, AKP’nin olası zaferi lehine oy kullanmak anlamına gelecektir. BDP’yi bu konuda zorlayan etkenleri anlayabilmek mümkün. Bunların başında; CHP ve MHP ile ve Ergenekoncular ile ve aynı zamanda 12 Eylül anayasası ile aynı safta görülmek, Kürt siyaseti açısından varlığını inkar etmekle özdeş denebilir. Ayrıca AKP’yi doğrudan karşısına almak da uzlaşarak pazarlık yapma taktiğinden vazgeçmek demek. Elbette AKP’nin BDP’ye karşı daha da sertleşmesini (daha ne kadar sertleşebilirse) getirecektir. Ancak bu süreç BDP’ye yeni bir siyaset yapma alanı sunmaktadır: “Doğrudan” Kürt sorununu ilgilendirmeyen konularda “aktif” politika oluşturma çizgisi. Örneğin, grev hakkı bulunmayan toplu sözleşme imzalama hakkının kamu çalışanlarına ver-
ilmesinde, özelleştirmelerde kamu yararının gözetilmesi şartının kaldırılmasında, cumhurbaşkanının atamalarda gücünün arttırılmasında vb. Anayasa değişikliklerinin tartışıldığı süreç boyunca BDP’nin aktif katılım isteği AKP tarafından sürekli görülmezden gelmişti. Gelinen nokta AKP’nin “verdikleri” ile sınırlıdır. Daha ilerisi AKP tarafından engellenmiştir. Halkoylamasından çıkacak evet oyu, bu sınırların ilerletilmesini değil tam tersine yeterli görülmesini ve uzun bir zaman için de tekrar gündeme gelmemesine neden olacaktır. Önümüzdeki dönem hem siyasete müdahale açısından hem de yeni dönemin siyasal sürecine hazırlanmak açısından kritik öneme sahip. Anayasa değişikleri bitmiş, tamamlanmış noktada değil. Üstelik gerek AKP’nin sorgulanmasında gerekse de halkın gerçek taleplerinin güçlü bir biçimde örgütlenmesinde ciddi olanaklar sunuyor. Ayrıca referandum sürecinde ve sonucunda yaşanacak gelişmeler hemen ardından gelecek siyasi süreci doğrudan belirleyecek. Bu gelişmelere bağlı olarak bir erken seçim bile gündeme gelebilir. “Erken” olmasa bile önümüzdeki yıl seçim yılıdır. Dolayısıyla bu süreç hem müdahaleyi hem de yeni dönemin politik ve örgütsel hazırlıklarına şimdiden girişmeyi zorunlu kılıyor. Müdahale ederken hazırlanmak gerek…
4
GÜNDEM 14 May›s 2010 / 27 May›s 2010
Halk›n Sesi
1 May›s’›n ard›ndan Mayıs’ı ve 1 Mayıs meydanını anlamına ve içeriğine yakışır bir biçimde 1977’den teslim almanın onurunu ve gururunu yaşıyoruz. Kutlu olsun! Ancak, bu onuru ve gururu yaşamak bizlere bir dizi sorumluluk ve görev yüklüyor. Onun için yaşananları doğru değerlendirmek, nedenlerini ve sonuçlarını doğru okumak ve önümüzdeki günlere doğru yerden ve doğru bir perspektifle bakmak gerek…
1
TAKS‹M’DE 1 MAYIS HÜKÜMET‹N ‹RADES‹ M‹? Hak-İş Başkanı Salim Uslu “Taksim’de 1 Mayıs, hükümetin iradesidir. Bu karar için birilerinin söke söke aldık, diz çöktürdük diye caka satmasına gerek yok. Yani tek başına 1 Mayıs’ın tatil ilan edilmesini değerlendirmek yetmez. Bu arada diğer demokratik açılımlarla birlikte değerlendirmek gerek bu Arzu kararı”(bkz. 3 Mayıs 2010, Yeni Çerkezo¤lu Şafak) sözleriyle hükümetin yaklaşımını özetliyor. Dev Sa¤l›k-‹fl Genel Baflkan› 2010 1 Mayıs’ı, yukarıda kısaca hatırlattığımız tarihsel sürecin bir sonucu olarak, Taksim’in mekansal anlamıyla ve içinde yaşadığımız dönemin politik belirleyenleri ve içeriğiyle Taksim’de kitlesel bir biçimde gerçekleşti. Anayasa tartışmaları ve AKP açısından bir güven oylamasına dönüşecek olan olası referandum süreci, genel seçim öncesi sondan bir önceki düzlüğe girilmiş olması, demokratik açılımın geldiği nokta ve en önemlisi AKP hükümetinin yedi yıldır tavizsiz uyguladığı neoliberal programın krizle birlikte emekçiler açısından daha da ağırlaşan sonuçlarının yoksulluk, işsizlik ve güvencesizlik olarak artık açığa çıkmış olması bu 1 Mayıs’a giden sürecin politik belirleyenleri oldu. Burada görülmesi gereken ikinci nokta, bugün siyasal iktidarın 1 Mayıs ve Taksim konusunda attığı/atmak zorunda kaldığı adımların işçi sınıfı hareketi ve toplumsal muhalefet açısından taşıdığı anlamdır. Siyasal iktidar tüm dünyada sermayenin kâr derdine bir çare olarak stratejik biçimde uygulanan neoliberal politikaların sonuçlarının artık yıkıcı bir biçimde yaşandığını görmekte ve çözümler(!) aramaktadır. Bu nedenle sermayenin temsilcileri ve TÜSİAD bağırıyor, işsizlik tehlikesine işaret ediyor. Bu nedenle AKP hükümeti her alanda yaptığı gibi yürütülen mücadelenin kararlılığı ve ortaya çıkan örgütlü/örgütsüz tepkiler karşısında içermeye ve etkisizleştirmeye dönük bir sahte demokrasi alanı yaratıyor. 1 Mayıs’ı resmi tatil ilan ediyor, “Taksim’i biz açtık” diyor. Bu nedenle 1 Mayıs’ı Yahudi bayramı olarak gören Hak-İş’i, konuyla uzaktan yakından alakası olmayan Memur-Sen ve Türk Kamu-Sen’i Taksim’e çıkarıyor. Daha düne kadar Taksim iradesini kırmak için uğraşan Türk-İş yönetimi sürece katılıyor. Üstelik bütün bunlar “birlik” adına yapılıyor.
Yaşananlar savaş değilse ne? AKP ‘Savaş yok’ diyor ama bölgeye çok sayıda asker yığıp askeri operasyonları hızlandırıyor. Medya yaptığı asker cenazesi haberleriyle operasyonları meşrulaştırmaya çalışıyor, şovenizmi kışkırtıyor
S
on günlerde PKK’ye karşı gerçekleştirilen operasyonlar sonucu yaşanan çatışmalarda çok sayıda asker ve gerilla hayatını kaybetti. Baharın gelişiyle birlikte Güneydoğu’da ciddi bir askeri yığınak başlamıştı. PKK’nin bir yılı aşkın bir süre önce ‘Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümü’ için ilan ettiği eylemsizlik karşısında AKP, ilk olarak Kürt siyasetinden önemli temsilcileri tutuklamıştı. Şimdi ise PKK’yi askeri anlamda köşeye sıkıştırmak için operasyonlara hız veriyor. AKP’liler, ‘Bu ülkede savaş yoktur’ diyerek BDP’lilere saldırırken yaşananlar onları yalanlıyor. Öte yandan PKK, operasyonlara karşı savunma tarzının ‘aktif savunma’ olacağını belirtti. Bölgede gerçekleştirilen operasyonlar şimdilik küçük çatışmalara yol açarken PKK, bu yığınağın basit bir operasyondan çok daha fazlasını doğuracağını iddia ediyor. Asker sevkiyatının temelini komando tugayları oluştururken sevkiyatın özellikle sınırlara yöneldiği göze çarpıyor. Asker sayısının yığınakla birlikte iki kat arttığı ve Irak sınırı boyunca karakollar kurulduğu belirtiliyor. TSK sınır ötesi operasyonlar düzenliyor. Bu operasyonlarda sivillerin öldüğüne ilişkin yerel kaynaklardan haberler geliyor. ABD, Irak (Irak Kürdistanı) ve Türkiye arasındaki üçlü ittifak operasyon hazırlıklarını hızlandırdı. Bu çerçevede Irak Kürdistan Federe Hükümeti Başkanı Barzani operasyonlara destek vermesi amacıyla Türkiye’ye çağrıldı.
NEY‹ ANLATACAKSIN? Bir baba “O¤lumu size emanet etmifltim, emanetime sahip ç›kmad›n›z” diyor. Korgeneral "Nas›l oldu¤unu sonra anlat›r›m" diye cevapl›yor Ayrıca ABD’nin Türkiye’ye verdiği anlık istihbarat desteği de geliştirildi. Bu destek daha önce 24 saatte Türkiye’nin eline ulaşıyordu. Şu an bu süre 6 saate indirildi fakat Türkiye süreyi daha da kısaltmak için girişimlerde bulunuyor. Anlık istihbaratın geliştirilmesi şubat ayında ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in Türkiye ziyaretinde tartışmaya açılmıştı. ABD Irak Gücü Kurmay Başkanı Josef Anderson’ın mart ayında Türkiye’ye yaptığı, "sessiz ve kritik" olarak yorumlanan ziyaret sırasında da istihbarat desteğinin geliştirilmesi gerektiğine vurgu yapılmıştı. Anlık istihbarat
MEDYA SAVAfi KIfiKIRTICISI Son günlerde medya organları dikkat çekici sıklıkta asker cenazesi haberleri yapmaya başladı. Ayrıca medyada devlet destekli faşist yapıların şoven gösterileri ve Kürtlere yönelik linç vakaları "vatandaş hassasiyeti" olarak veriliyor. Şiddet ve şovenizm meşrulaştırılıyor. TSK'nin operasyonlarına kitle desteği oluşturulmaya çalışılıyor.
KÜRTLER ÜSTÜNDEN AKP-TSK HESAPLAfiMASI Zaman ve Taraf’ın birkaç çatışma haberinin ardından TSK’yi hedef alan haberleri ve Şamil Tayyar’ın ‘İstihbaratları değerlendirmiyorlar’ tartışması AKP ve ordu arasındaki gerilimleri gösteriyor. Tunceli’deki karakol baskınının hemen ardından TSK hakkında tartışmalar arttı. Ordunun ve karakolların yenilenmesi konuşulmaya başlandı. Toplu Konut İdaresi’ne (TOKİ) verilen sınır karakollarının yenilenme işi, ivedilikle gündeme getirildi. Böylece AKP savaş ve şiddet ortamını, kendi iktidarını
güçlendirmek ve TSK'yi yeniden yapılanmaya zorlamak için kullanıyor. BDP, bölgede artan askeri operasyonlara karşı savaşı engellemek için “barış operasyonu” düzenleyeceğini duyurdu. 15 Mayıs’ta Diyarbakır’da “İsrail uçaklarıyla Kürtleri vuranlara "one minute" sloganıyla kitlesel bir yürüyüş gerçekleştirecek. 16 Mayıs’ta Diyarbakır’ın Lice İlçesi’nde operasyonların sürdüğü bölgeye, 19 Mayıs’ta Şırnak’ta bir jandarma karakoluna yürüyüş yapılacak. 23 Mayıs’ta da operasyonlar için sevkiyatın yapıldığı Yüksekova-Şemdinli karayolunda bir saatlik oturma eylemi yapılacak.
Muğla ve Manisa’da planlı faşist saldırılar Muğla’da faşistler, polisin desteğiyle Kürt öğrencilere saldırdı. Bir öğrenci silahla vurularak ağır yaralandı; hiçbir faşist gözaltına alınmadı. Manisa’da faşistler Kürt öğrencilerin evlerini bastı, belediye başkanı “vatandaş hassasiyeti” dedi
M
uğla’da ülkücü faşistler, 11 Mayıs gecesi Muğla Üniversitesi'nde okuyan Kürt öğrencilere saldırdı. Olay yerine gelen polis, Kürt öğrencilere doğru havaya ateş açarak koşarken arkalarında ülkücü faşistler vardı. Polislerle ülkücü faşistlerin öğrencilere saldırısı sırasında Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 2. sınıf öğrencisi 21 yaşındaki Şerzan Kurt açılan ateş sonucu ağır yaralandı. Durumu ciddi olan Kurt İzmir’e nakledilirken polis, kendisiyle birlikte öğrencilere saldıran hiçbir faşisti gözaltına almadı. Olaylar üzerine 12 Mayıs’ta kente gelen BDP İstanbul Milletvekili Sabahat Tuncel ve BDP yöneticileri, öğrencilerle birlikte bir basın açıklaması yaptı. Tuncel olayın sorumlusunun Muğla valisi ve emniyet müdürü olduğunu belirterek, görevden alınmalarını istedi. Tuncel, batı illerindeki yerel yönetici ve emniyet yetkililerinin amacının Kürtleri buralardan göndermek olduğunu vurguladı. Muğla'-
B‹RL‹K NED‹R, NASIL YAPILIR? İşçi sınıfı hareketi ve toplumsal muhalefet açısından birlik kavramı son derece pozitif ve sihirli bir kavram. Birliğin sınıf hareketi açısından anlamını ve sonuçlarını belirleyen ise, kimlerle, hangi zeminde ve hangi hedeflerle yapıldığıdır. Tabi ki mücadele alanları ve 1 Mayıs herkese açıktır. Ancak Türkiye tarihinin emeğin kazanımlarını ortadan kaldırmak açısından belki de en saldırgan dönemlerinden birisini yaşadığımız bu günlerde, bu politikaların doğrudan ya da dolaylı destekçisi olan örgütlerle, 1 Mayıs’ı gereksiz ve anlamsız, Taksim’i nostalji, Taksim ısrarını işçi sınıfına zarar vermek olarak görenlerle hangi ortak mücadele hedefiyle hangi birlik zemininde yan yana gelineceği sorgulanmalıdır. Bu açıdan bakıldığında önümüzdeki günlerin ve 26 Mayıs eyleminin önemli dersler ortaya çıkaracağı bu günden görülmelidir. 1 MAYIS VE SONRASI… DİSK ve KESK’in bu süreçte izleyeceği yol, 1 Mayıs’tan alınan politik güçle, ortaya çıkaracağı iddia ve enerji sürükleyici olacaktır. Bu açıdan bakıldığında 10 Mayıs tarihinde altı konfederasyon tarafından yapılan ortak 1 Mayıs açıklaması, DİSK ve KESK açısından üzerinden atlanamayacak bir talihsizliktir. Öncelikle ifade edilmelidir ki, 1 Mayıs kürsüsünde ifadesini bulan “nizami olmayan” tepki kürsüye çıkan ve canı yanmış 40-50 işçiyle sınırlı değildir. Türk-İş ve Hak-İş başkanlarının adının okunmasıyla ortaya çıkan tepki (Türk-İş ve Hak-İş’in bir kısım üyeleri hariç) alanın tamamına aittir. İşçilerin kürsüde olduğu yaklaşık 45 dakika boyunca alandaki yüz binler vakur ve sessiz bir bekleyiş göstermiş ve ardından konuşan KESK ve DİSK başkanını coşkuyla alkışlayarak tek yürek olmuştur. Bu nedenle yaşananları “Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu’nun şahsında tüm konfederasyonlara yapılmış” sayma tuzağına düşmemek gerekirdi. Çünkü gerçeğin bu olmadığı yaşayan herkes açısından gün gibi açıktır. Gerçekten canı yanmış, işsiz kalmış, güvencesizleştirilmiş, aylarca ücretini alamamış, çoğu sendikasız işçilerin ortaya koyduğu tepkinin biçimine takılmadan dinamiğini doğru okumak en azından DİSK ve KESK açısından tarihsel bir sorumluluktur. Çoğu zaman sahipsiz ve sendikasız olan bu dinamiği görmezden gelmemek, örgütlemek, tepkilerini doğru biçimlerde örgütleyerek bir sınıf hareketine dönüştürmek ve böylelikle kendini de yenilemek ise tarihsel bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Üstelik bunu söylemek için elimizde çok fazla ipucu var, aklımız var, yüreğimiz var…
desteğinin en önemli kaynağını insansız Heron uçaklarının keşifleri oluşturuyor.
daki olayı meclise taşıyacaklarını kaydeden Tuncel, demokratik direnişin nasıl olduğunu tüm kesimlere göstereceklerini belirtti. 12 Mayıs akşamı Kötekli Mahallesi'nde toplanan 200 öğrenci faşist saldırıyı protesto etti. Polis, eyleme biber gazı kullanarak saldırdı; öğrencilerse taşlarla karşılık verdi. Polisin saldırısıyla sokak aralarına dağılan öğrenciler çöp konteynerlerini devirip, ateşe vererek yolu trafiğe kapattı. Polis, 100 öğrenciyi gözaltına aldı. Muğla’daki olayların hemen ardından İstanbul’da İstiklal Caddesi'nde toplanan yüzlerce genç, yaptıkları yürüyüşle faşist saldırıyı protesto etti.
MAN‹SA DEM‹RC‹’DE PLANLI FAfi‹ST SALDIRI 5 Mayıs gecesi, başını Ülkü Ocakları’ndan faşistlerin çektiği 80 kişilik grup, Celal Bayar Üniversitesi’nin Demirci’deki fakültelerinde okuyan Kürt öğrencilere saldırdı, evlerini bastı ve
eşyalarını tahrip etti. Ev baskınlarında dört öğrenci yaralandı ve evleri basılıp darp edilen öğrenciler polis tarafından gözaltına alınarak ilçedeki spor salonuna götürüldü. Spor salonuna gelen Celal Bayar Üniversitesi Rektörü Semra Öncü öğrencileri, saldırıya karşılık vermeleri durumunda disiplin cezası vermekle tehdit etti. İlçenin MHP’li Belediye Başkanı İhsan Temel, asker cenazeleri sebebiyle “vatandaş hassasiyetinin” oluştuğu açıklamasını yaptı. Temel, 2 Mayıs’ta 55 kilometre uzaklıktaki Gördes’e gelen asker cenazesine çok sayıda parasız otobüs kaldırmıştı. Öğrenciler, 7 Mayıs günü Sendika.org'a yaptıkları açıklamada can güvenliği sebebiyle evlerinden çıkamadıklarını ve ev sahiplerinin de ülkücü faşistlerle birlikte hareket ettiğini söyledi. Bir öğrencinin ev sahibi tarafından evden atıldığını söyleyen öğrenciler, bir ev sahibinin de arkadaşlarını “Yanındaki Diyarbakırlı öğrenci evden çıksın yoksa seni de evden atarım!” diyerek tehdit ettiğini söyledi.
Sucuklu değil protestolu yumurta
4/C anayasaya aykırı
AKP’li bakanlar ve sermaye temsilcileri her gittikleri üniversitede protestolarla karşılaşıyor ve üniversite ziyaretlerinde korkularından koruma ordusu ve şemsiyelerini yanlarından eksik etmiyorlar
D
Ü
niversitelerde yapılan piyasacı etkinliklere katılan sermaye temsilcilerini öğrenci korkusu sardı. Son aylarda yumurtalı protestoya maruz kalan “devlet büyükleri” ve patronların sayısı artınca, üniversite yönetimleri “çareyi” etkinliklere öğrenci almamakta buldu. Üniversitede öğrencilerin alınmadığı etkinliklerden biri de İstanbul Teknik Üniversitesi’nde gerçekleşti. 4 Mayıs’ta üniversitenin Maslak Kampüsü’ndeki Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde yapılan Savunma Sanayi İşbirliği Konferansı’na Öğrenci Kolektifleri’nden öğrenciler alınmadı. Konferansa katılan Savunma Sanayi Müsteşarı Murat Bayar’ı protesto eden öğrenciler kapıda güvenlik terörüyle karşılandı. Murat Bayar’ın “protestolu yumurta”yı yememesi için canını dişine takan özel güvenlikler ve sivil polisler, öğrencileri darp etti. Zorla dışarı çıkarılan öğrencilerin elleri kapıya sıkıştırıldı. Güvenliklerin dışarı çıkarmayı “başardığı” öğrenciler yumurtalarını konferansın yapıldığı binaya atarak, kapı önünde eylem yaptılar. Üniversitelerde katiller için değil, halk için bilim üretilmesi gerektiğini dile getiren öğrenciler üniversiteyi katillere ve onların işbirlikçisi AKP’ye bırakmaya-
caklarını vurguladılar. Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, Pegasus Havayolları’nın sahibi Ali Sabancı, Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu Başkanı Tevfik Bilgin yumurta yiyen isimlerden bazıları.
anıştay, 4/C'nin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvuruda bulundu. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun, geçici personel çalıştırılmasına olanak sağlayan 4/C maddesinin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuruda “Haksız, keyfi işten çıkarmaya karşı hukuki korumayı ifade eden iş güvencesi ve sosyal güvenlik hakkını düzenlemeyen bir yasanın, çalışma hakkını koruduğundan söz etmeye olanak bulunmamaktadır” denildi. Bir TÜİK emeklisinin kıdem tazminatı için başvurduğu kurumundan ‘Emekli olan 4C statüsündeki personele kıdem tazminat ödenmez’ gerekçesiyle “Hayır” cevabı almasının ardından, 4/C’ye ilişkin Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulması istemiyle dava açtı. Danıştay 2. Dairesi istemi reddetti; ancak Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 4/C’nin anayasaya aykırı olduğuna
hükmederek, maddenin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurma kararı aldı. Kararda, kişinin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, devredilmez, vazgeçilmez temel haklardan olduğu, bu haklara karşı olan her türlü engelin ortadan kaldırılmasının devletin ödevi olduğu vurgulandı. Aynı kararda “Tehlikeyle karşılaşan ve yoksulluğa düşen bireye asgari bir güvence sağlamak” sosyal hukuk devletinin gereği olarak tanımlandı. Kararda, 4/C maddesinde geçici personel adı altında, değişik istihdam şeklinin (işçi, sözleşmeli personel veya memur dışında) kabul edildiği belirtildi. Danıştay 4/C’nin düzenleme yetkisinin, çalışanların hak ve yükümlülükleri belirlenmeksizin, yürütme organına bırakılmasının “yasama yetkisi devredilemez” ilkesine aykırı olması ve çalışma hakkının özünü zedelemesi nedeniyle 4/C’nin anayasaya aykırı olduğuna işaret etti.
5
DÜNYA 14 May›s 2010 / 27 May›s 2010
Halk›n Sesi
7
iklim 5 kıta
Atina’da AB-IMF’nin kemer s›kma politikalar›na karfl› soka¤a ç›kan halk›n hedefinde parlamento vard›. 5 May›s’ta Yunanistan son otuz y›l›n en kitlesel iflçi eylemlerine ev sahipli¤i yapt›.
Yunan halkı ayağa kalktı Kapitalist sistemin krizi her geçen gün derinleşiyor. Kriz ülke ülke yayılırken sermaye ve emek arasındaki çatışma şiddetleniyor. Tüm dünyada süren bu çatışma Yunanistan’da en çıplak haliyle yaşanıyor Hükümetin “kemer sıkma” politikalarına karşı başta sendikalar ve sol partilerin çağrısıyla yüz binlerce Yunanlı sokaklara döküldü. Yunanistan 5 Mayıs günü, 1976’dan beri gerçekleşen en kitlesel işçi eylemlerine tanıklık etti. Yaşanan ekonomik krizin AB-IMF politikalarının sonucu olduğunun bilincindeki Yunan halkı, hükümetin krizden çıkış için yine AB-İMF politikalarına bel bağlaması karşısında duyduğu öfkeyi sokaklara taşıdı. İşçi sınıfının ve sol hareketin kemer sıkma politikalarına karşı üstlendiği öncü rol, politik dengeleri sarsan etkiler yarattı. Şurası açık ki, Yunanistan bir dönemin kapanışına tanıklık ediyor. Sermayenin çıkarlarıyla halkın çıkarları arasındaki çatışma Yunan sokaklarında yansımasını buluyor. NEDEN BEKLEND‹? AB-İMF’nin dikte ettiği politikalar nedeniyle ekonomisi felç olan Yunanistan sene başından bu yana borç bulabilmek için başta Almanya olmak üzere neredeyse tüm AB ülkelerinin kapısını
çalmıştı. Yunanistan’a borç vermek konusunda baştan beri isteksiz olan ve deyim yerindeyse Yunanistan’ı süründüren AB ülkeleri 750 milyar avroluk borç paketi hazırladılar. Yunanistan’da yaşanan krizin avronun da istikrarını bozması, krizin benzer durumda olan İspanya, Portekiz, İtalya ve İrlanda’ya yayılma riskini doğurduğu dile getiriliyor. Ancak 750 milyar avroyu bulan borç paketinin neden şimdi hazırlandığı konusunda birçok ekonomist, sermayenin krizi neoliberal politikaları hayata geçirmek için fırsat olarak değerlendirdiğini söylüyor. Borç krizi yaşayan Yunanistan’ın yeni borçlanmayla krizi aşamayacağını ifade eden ekonomistler Yunanistan’a borç paketinin yanında “kemer sıkma” politikalarının da dayatıldığını söylüyor. Zaten İMF başkanı Kahn da bunu açıkça ifade etmekten çekinmiyor: “Yunanlılar krizin üstesinden gelmek istiyorlarsa acı ilacı içmek zorundalar.” Kahn’ın sözünü ettiği “acı ilacın” ilk bölümü, 6 Mayıs günü parlamentoda oylanarak kabul edildi.
Emeklilik sistemini yeniden yapılandıran, işten çıkarmaları kolaylaştıran, yeni vergi artışları getiren paket her ne kadar parlamentodan geçmiş olsa da Yunanlılar tarafından kabul edilecek gibi görünmüyor. “19 Mayıs'ta 12 milyar dolarlık borcun geri ödemesi var, ancak kasamız boş. Herkes fedakarlık yapmalı” diyen Yorgo Papandreu’ya cevap halk tarafından sokaklarda verildi. FEDAKARLIKTA BULUNMAYACA⁄IZ Yunanistan Kamu Çalışanları Konfederasyonu ve İşçi Sendikaları Federasyonu çağrısıyla 5 Mayıs günü yüz binlerce Yunanlının katılımıyla genel grev gerçekleşti. Genel grev Yunanistan’da hayatı felç etti. Devlet daireleri ve okulların kapalı olduğu ülkede hava ve demiryolu ulaşımı yapılmadı. Gemiler limanlardan kalkmazken otobüs seferleri de yapılmadı. Kimi rakamlara göre Atina’da 500 bin kişi gösterilere katıldı. İMF’yi ve AB’yi protesto eden Yunanlılar kısa süre içinde parla-
mento binasını hedef olarak seçtiler. Parlamentoya doğru yürüyüşe geçen halka, polis gaz bombaları ile saldırdı. Şehrin farklı noktalarında çatışmalar yaşanırken Yunan parlamentosu önündeki çatışmalar saatlerce sürdü. Parlamento binasına girmeyi başaran halk binadan “Avrupa’nın halkları ayağa kalkın” yazılı pankartı sallandırdı. Öte yandan şehir merkezinde bir banka şubesinin ateşe verilmesi trajediye dönüştü. Kontrolden çıkan yangın sonucu banka şubesinde çalışan 3 memur dumandan zehirlenerek hayatını kaybetti. ARJANT‹N TAM KARfiIMIZDA DURUYOR Hükümet üç banka çalışanının hayatını kaybetmesini protestoları karalamak için kullanmayı ihmal etmedi. Göstericilerin ağır bir şekilde cezalandırılacağını söyleyen Papandreu birlik çağrısı yaparak gösterilere son verilmesini istedi. Ancak ertesi gün de protestolar devam etti. Atina sokaklarında yaklaşık 25 bin kişi toplandı. Polis şiddetinin en yüksek seviyede
olduğu 6 Mayıs günü yüzlerce kişi dövülerek gözaltına alındı, oylama sırasında parlamento önünde oturan yaklaşık 1500 kişiye polis nedensiz yere gaz bombaları kullanarak saldırdı. Meclis içinde de hareketlilik vardı. PASOK üyesi üç sosyalist parlamenter İMF ve AB’nin kemer sıkma politikaları lehinde oy kullanmayı reddettikleri için PASOK grubundan dışarı atıldılar. Oylama sağ muhalefette de yarılma yarattı. Kemer sıkma paketine evet oyu kullanacağını açıklayan Bakoyanni sağ muhalefetten atıldı. Yaşananları değerlendiren Politik ve Sosyal Haklar Ağı (DİKTİO) “Zaman geçtikçe, giderek daha fazla insan IMF-ABYunan hükümeti planının yalnızca emekçi halk açısından yıkım anlamına gelmediğini, aynı zamanda ülkeyi çıkmaza sürüklediğini fark ediyor” dedi. Kamu emekçilerinin gelirlerinin yaklaşık yüzde 30’unu kaybettiklerini, emeklilerin ise yüzde 15’ten yüzde 30’a kadar gelir kaybı yaşayacaklarını söyleyen DİKTİO “Arjantin tam karşımızda duruyor” diyerek tehlikeye dikkat çekti.
İsrail AKP sayesinde OECD’de İsrail yıllardır katılmaya çalıştığı Ekonomik ve Sanayi İşbirliği Örgütü’ne (OECD) Türkiye’nin de desteğini alarak Slovenya ve Letonya ile birlikte üye oldu. Paris’te yapılan oylama öncesi hem ülke içinden hem de ülke dışından “İsrail’i veto et!” çağrıları yapıldı. Çağrılara kulaklarını tıkayan Türkiye, İsrail’in OECD’ye katılmasına onay verdi. ‹K‹YÜZLÜLÜ⁄E VAN M‹NÜT Yaklaşık on yıldır OECD’ye üye olmaya çalışan ve 2007’den bu yana üyelik çabalarını arttıran İsrail sonunda muradına erdi. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 31 üye ülkenin oylarını alan İsrail örgüte kabul edildi. Başta Filistinli örgütler olmak üzere neredeyse tüm Arap ülkelerinin çağrılarına kulaklarını tıkayan Türkiye veto hakkı bulunmasına rağmen lehte oy kullanarak İsrail’in OECD’ye katılmasını sağladı. Filistinli demokratik kitle örgütlerinden ve İsrail’e Boykot Kampanyası’ndan (BDS) yapılan açıklamada, İsrail’in OECD’ye üyelik için gerekli olan uluslararası kriterleri çiğnemesine rağmen, kabul kararının
İsrail’in suçlarına onay vermek, göz yummak anlamına geldiği belirtildi. Açıklamada “İsrail'i kabul ederek OECD'ye üye ülkeler İsrail'in savaş suçlarına apaçık bir suç ortaklığı ediyorlar. İsrail'i ödüllendirmek, onun dokunulmazlığını sağlamlaştırır ve bölgede adil bir barışın sağlanmasına yönelik her gerçekçi umudu kırar” sözlerine yer verildi.
“EKSELANSLARI”NIN GERÇEK YÜZÜ İsrail’in OECD üyeliğinin oylanması öncesinde birçok İslamcı dernek ve vakıf Erdoğan’dan oylamalarda veto hakkını kullanmasını istemiş, Tayyip Erdoğan’ı Filistin halkının uluslararası arenadaki savunucusu olarak ilan etmişlerdi. Tayyip Erdoğan’a veto hakkını kullanması için “Ekselansları Sayın Erdoğan” hitabıyla başlayan mektup
kampanyası dahi düzenlenmişti. Mektup kampanyasını Türkiye’de örgütleyen İslam İnsan Hakları Komisyonu Türkiye direktörü Seyfettin Kara “Filistinlilerin savunucusu olan Erdoğan'ın bu konuda doğru olanı yapacağından emin olduğunu” söylemişti. Bilindiği gibi Tayyip Erdoğan Davos’taki “Van Minüt” çıkışından sonra Arap dünyasında özellikle de Filistin halkı içerisinde büyük sempati toplamıştı. Öyle ki gerçekleşen birçok protesto gösterisinde Erdoğan’ın posterleri taşınıyordu. Erdoğan İsrail’e karşı yaptığı çıkışlar ile AKP iktidarı döneminde İsrail-Türkiye arasında derinleştirilen askeri ve ekonomik işbirliğini gizlemeyi başardı. Oylama sonrası AKP tarafından hiç zaman kaybetmeksizin “İsrail’in OECD’ye kabulünün işgali meşrulaştırmak anlamına gelmeyeceği” açıklamaları geldi. Bu açıklamalar AKP’nin İsrail’le yaptığı suç ortaklığını örtmeyi başarabilecek mi bilinmez; ancak AKP’nin son olarak sergilediği ikiyüzlülük, Filistin halkının anti emperyalist, anti Siyonist kurtuluş mücadelesinisekteye uğratacaktır.
Çözümleri ayn›
İ
spanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero, Yununistan’daki krizin ülkede başgöstermemesi için bütçe açığını azaltmak üzere, kamu çalışanları ve emeklilerin maaşlarını düşüreceklerini ve bir süreliğine donduracaklarını söyledi. Bu uygulama ile halktan 60 milyar dolarlık kesinti öngörülüyor. İspanya’nın, mali krizin eşiğinde olması tüm Avrupayı endişelendiriyor. Ülke, Avrupa’da bütçe açığında üçüncü sırada. İspanya’nın ocak ayındaki planlarına göre kamu sektöründe işe alımları durdurması gündemde. İspanya’da işsizlik ise yüzde 20’ye ulaşmış durumda.
Haiti’de protestoya polis sald›r›s›
H
aiti’de başkent Port-au-Prince’de toplanan binlerce kişi devlet başkanı Rene Preval’ın istifasını istedi. Preval’in depremden yararlanarak görev süresini 96 gün uzattığını söyleyen binlerce Haitili istifa çağrısı yaptı. Protestocular resmi kayıtların kaybolması gerekçesiyle seçimlerin ertelenemeyeceğini söylediler. Ayrıca ABD’nin ülkeyi işgal etmesiyle sürgüne gönderilen Güney Afrika’daki eski devlet başkanı Jean-Bertrand Aristide’nin de geri dönmesini talep eden göstericilere polisin sert bir şekilde müdahale etti.
215 milyon çocuk iflçi
U
luslararası Çalışma Bürosu’nun (BIT) hazırladığı rapora göre dünyada 215 milyon çocuk çalışıyor. Haftada en az 45 saat çalışan çocukların 115 milyonu fiziksel ve zihinsel sağlıkları için tehlikeli işlerde çalışmakta. Çocukların yüzde 60’ı tarım, yüzde 7’si sanayi yüzde 26’sı hizmetler alanında çalışıyor. Çocuk işçiliğinin en yaygın olarak Asya-Pasifik’te görüldüğü belirtilen raporda çocuk işçiliğinin son 10 yılda yüzde 20 oranında arttığına dikkat çekildi. Raporda ayrıca “her sene yaklaşık 2 bin çocuk işçi iş kazaları sonucu ölmekte” denildi.
ABD ile İran’ın arasını Türkiye yapıyor A
BD İran’a karşı söylemini son günlerde sertleştirdi. İran’ı nükleer silahlanma ile suçlayan ABD’nin ataklarına İran, “Brezilya’nın arabuluculuğunu kabul edebiliriz” diyerek yanıt verdi. ABD ve İran arasındaki bölgesel güç mücadelesinde rol kapma arayışındaki Brezilya ve Türkiye ise bölgedeki diplomasi faaliyetlerini hızlandırmış durumda. ABD SOPAYI BIRAKMIYOR İran’ın nükleer silah elde etmesinin bölgesel güç eğilimini kuvvetlendireceğini düşünen ABD, İran üzerindeki baskıyı arttırarak kontrol altına almaya çalışıyor. BM Güvenlik Konseyi’nden ekonomik ve siyasi yaptırım kararı çıkartmak için çabalayan ABD aradığı desteği
henüz elde edemedi. Rusya ve Çin, İran’a yönelik yaptırım kararına ikna edilemedi. ‹RAN’DAN UZLAfiMA S‹NYAL‹ İran’a karşı yaptırımların tartışıldığı dönemde İran’dan Brezilya’nın arabuluculuğunu kabul edebiliriz açıklaması geldi. 6 Mayıs günü Brezilya Dışişleri bakanı Moskova ve İstanbul üzerinden Tahran’a geçerken; Türkiye’den Ahmet Davutoğlu da 4 Mayıs’ta Katar’a gitti, 7 Mayıs’ta İstanbul’da İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Mottaki’yi ağırladı. 9 Mayıs’ta ise İstanbul’da Suriye, Katar ve Türkiye üçlü zirvesi gerçekleştirildi. Tüm bu diplomasi trafiğinde ana konu başlığı İran ve onun nükleer programıydı. 7 Mayıs günü gerçek-
leştirilen toplantı sonrası Mottaki “Brezilya ve Türkiye’nin arabuluculuğu İran için uygun” dedi. İran’a masaya oturması için götürdüğü teklifte, az zenginleştirilmiş uranyum ile yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş uranyum değiştokuşunun Türkiye topraklarında yapılması var. İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü görüşmelerin Türkiye’de olabileceğini ancak hiçbir ön şartı kabul etmeyeceklerini söyledi. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın “gelişmeleri memnuniyetle izliyoruz” açıklamasından da anlaşılacağı gibi gelişmeler ABD’nin İran’ı kontrol altına tutma stratejilerine uygun olarak gelişiyor. Anlaşılan, uzlaşma eğiliminde olan İran da bu stratejiyi görerek hareket ediyor.
British Airways’de grev
İ
ngiliz havayolu şirketi British Airways (BA) ve çalışanların sendikası arasında anlaşmazlık sürüyor. Geçtiğimiz mart ayında greve çıkan BA çalışanları, mayıs ve haziranda da toplam 20 gün greve gitme kararı aldı. Çalışma koşullarının iyileştirilmesini isteyen ve tasarruf tedbirlerine karşı çıkan kabin ekibinin sendikası Unite, anlaşmazlığın devamı halinde grevi uzatacağını duyurdu. mart ayındaki yüzlerce uçuş iptal olmuş, şirket 45 milyon sterlin zarar etmişti.
6
İNSANCA YAŞAM 14 May›s 2010 / 27 May›s 2010
Halk›n Sesi
‘Büyük patronları’ yola getirdiler N
iğde’de Ulukışla halkı Sinop’ta Gerzeliler yaşam haklarını ellerinden alan çevre zararlısı tekelci şirketlere karşı zafer kazandı. Üstelik halkın çevre hakkı mücadelesiyle dize gelenler Türkiye tekelci sermayesinin en büyük iki grubu Aydın Doğan’a ait Doğan Holding ve Tuncay Özilhan’a ait Anadolu Grubu’ydu. Siyanürlü yöntemle madencilik çalışması yapan Aydın Doğan’ın Gümüştaş A.Ş.’si köylülerin engellemelerine daha fazla dayanamayarak Ulukışla’yı terk etti. Gerze’de ise halk termik santral projesi için gerekli olan Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) toplantısının yapılmasına izin vermeyerek Tuncay Özilhan’ın Anadolu Holding’ine karşı ilk zaferini kazandı.
MADENC‹ fi‹RKET PES ETT‹ Niğde’de Toroslar’ın eteğinde siyanürlü maden çalışması yapmak isteyen Gümüştaş A.Ş. köylünün direnişi karşısında pes etti. Aydın Doğan ve Saray Halı’nın sahibi Necati Kurmel’in ortağı olduğu Gümüştaş A.Ş. bir yıl önce Ulukışla’da siyanür kullanarak madencilik faaliyeti yapmak için lisans aldı. Madenin kurulacağı Porsuk bölgesinin etrafında yer alan köyler toprağa, suya ve en önemlisi kendi sağlıklarına zarar verecek olan madene karşı mücadele başlattı. İhale toplantılarını basmaktan iş makinelerini bölgeye sokmamaya kadar farklı birçok direniş gerçekleştiren köylüler sonunda amaçlarına ulaştı. Jandarmayla karşı karşıya gelmekten çekinmeyen Hasangazi Köyü halkı gazetemizin geçen sayısında jandarmanın gece yarısı operasyonuyla gözaltına alındıkları için haber olmuştu. O tarihte görüştüğümüz Hasangazi Köy Meclisi Başkanı
Ç
evre zararlısı büyük holdinglerle yaşam haklarını savunan köylüler arasındaki savaşın ilk raundunu köylüler kazandı. Niğde’de Ulukışlalılar Doğan Holding’in Toroslar’dan gitmesini sağladı. Sinop Gerze’de termik santral ihalesi kazanan Tuncay Özilhan’ın planına ilk fırsatta taş koyuldu
Hüseyin Özçelik yaşanan gelişmeleri değerlendirirken ihaleyi almasına rağmen bir yıldır tek bir çivi bile çakamayan firmanın ilçelerini terk etmesini beklediklerini söylemişti. Özçelik ve köy halkının beklentisi yerine geldi. Köylünün direnişi sayesinde bölgedeki çalışmalarını başlatamayan şirket Ulukışla’yı terk etme kararı aldı. Şirket kararı resmi olarak açıklamasa da faaliyetine son verme kararını TBMM’de Niğde milletvekillerine iletti.
B‹Z KURTULSAK DA BAfiKALARININ BAfiINDA Şirketin faaliyetini durdurduğuna ilişkin kararı Ulukışla’da büyük sevinç yarattı. Gelişmeleri değerlendirmesi için ulaştığımız Hüseyin Özçelik Gümüştaş A.Ş.’nin dik duruşları sayesinde köylerinden gittiğini belirtti. Özçelik çevre hakkı mücadelesinin yaygınlaşması gerektiğini yansıtan bir açıklamada bulundu: “Bu şirket bizim başımızdan gitti ama başka bir köye gidecektir. Biz kurtulduk ama başka bir
yerde halk bu sorunla karşılaşacaktır.” Özçelik kazandıkları zaferde 7’den 70’e tüm köylülerin payı olduğunu söylerken direnişlerini ‘halk isterse yapamayacağı hiçbir şey yok’ sözleriyle değerlendirdi. GERZEL‹LER‹N TOPLANTI BASKINI Ulukışlalıların zafer sevincini yaşadığı günlerde Sinop’un Gerze ilçesinde halk termik santral projesi için yapılması yasal olarak zorunlu olan ÇED toplantısını engelledi. Termik santral projesini alan Tuncay Özilhan’a
ait Anadolu Grubu yetkililerinin geldiği ÇED toplantısına giden binden fazla Gerzeli, protesto eylemiyle toplantıyı adeta kilitledi. ÇED, termik santral ve buna benzer projelerin hayata geçmesi durumunda ortaya çıkabilecek çevresel, sosyal değişimi analiz etmek için kullanılan bir yöntem. ÇED Yönetmeliği gereği bu çalışmayı yapan komisyonun faaliyetin yapılması planlanan bölgede halkla toplantı yapması gerekiyor. Gerzeliler termik santralin açılışını durdurmak için yönetmeliğin bu hükmünü yerine getirtmemek üzere 3 Mayıs günü ilçede yapılan ÇED toplantısını kilitledi. Yaklaşık bin kadar Gerzeli toplantıda bir protesto eylemi yaptı. Alkışlar ve sloganlarla toplantı engellendi. Buna rağmen İl Çevre Müdürü ‘toplantı yapılmıştır’ şeklinde tutanak tutunca halkın öfkesi büyüdü. Salonun içinde süren eyleme polis saldırdı. Salona gaz bombası atılması üzerine çok sayıda Gerzeli salonun dışına çıkarak eylemini burada sürdürdü. Halk, Çevre İl Müdürü’nün ve Anadolu Grubu yetkililerinin tutanak değişmediği sürece salondan çıkmasına izin vermedi. Bu durum üzerine Çevre İl Müdürlüğü yetkilileri "Toplantı yapılmamıştır" tutanağı tutmak zorunda kaldı. İmzayla gelen ilk zaferi halk sokaklarda kutladı. KAHRAMAN MUHTAR Termik santralin yapılacağı Yaykılköyü’nün şanslı olduğu noktalardan biri de köyün muhtarı Ahmet Tiryaki’nin kararlı tutumu. Tiryaki, görevliler köye gelip zemin sondajı yapmak istediğinde muhtarlık mührünü yere atıp, “Burada devlet benim ve ben izin vermediğim sürece burada santral yapılamaz” diye tepki gösterdi.
Meğer çevrecinin daniskası bakanmış Antalya Akdeniz Üniversitesi her yıl verdiği ‘çevre hizmeti ödülüne’ bu yıl Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nu layık gördü. Ormanların özelleştirilmesini savunan, baraja karşı çıkan yurttaşlara ‘bölücü’ diyen Eroğlu’nun ödül almasına öğretim üyeleri tepkili
A
ntalya Akdeniz Üniversitesi 13. Çevre Hizmet Ödülü'nü “AB’ye tam üyelik müzakere sürecinde çevre başlığının açılması için gösterdiği üstün gayretlerinden ötürü” Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'na verdi. Sanatçı Fikret Otyam kendisine de verilen aynı ödülü Bakan Eroğlu’na da verildiği için reddederek “Ödülü aldığım takdirde yaşanan orman katliamına ortak olurum” dedi. Eroğlu, Temmuz 2007 seçimlerinden sonra kurulan 60. hükümet döneminde Çevre ve Orman Bakanı oldu. Bugüne kadar HES ve barajlara karşı çıkanları bölücülükle, ülkenin yararına olan gelişmelere kast etmekle suçlayan açıklamaları gündeme damga vurdu. ‘‹fi‹M‹Z ALLAH’A KALMIfi’ Türkiye’nin yaşadığı su sıkıntısı konusunda işi Allah’a havale eden bakan geçen eylül ayında yaşanan ve Silivri’yle İstanbul’da çok sayıda yurttaşın ölümüne neden olan sel felaketini “Bu hakikaten bir tufan belirtisidir. Buna ne Türkiye’de
ne Amerika’da ne de hiçbir yerde alınacak önlem yoktur” sözleriyle değerlendirmişti. Akdeniz Üniversitesi tarafından 11 Mayıs’ta düzenlenecek törenle ödülü alacak olan Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun üstün(!) hizmetlerini hatırlamak için arşive göz attığımızda işte karşımıza çıkan birkaç haber: “Ilısu Barajı’nın yapılmasını istemeyenler var tabii. Bunlar belli kişiler, bölücüler... O bölgenin kalkınmasını istemeyenler, oradaki vatandaşımızın refah ve huzurunu istemeyen kişiler.” (17.12.2008, OECD’nin Çevresel Performans Türkiye İncelemesi Raporu basın toplantısında) “HES'lerin önünü tıkamak ülkenin büyük kaybıdır. Bundan biz yılda 8 milyar dolar kazanacağız ülke olarak, bu vatandaşımızın cebine girecek … Buna karşı çıkmak büyük kasıttır.” (04.05.2010 basına verdiği demeçten) “Barajlarda fazla su var, bunu ucuzlat-
sın’ demenin bir mantığı yoktur. Fiyat da son derece makuldur.” (15.04.2010 Meclise sunulan su fiyatları ucuzlasın önergesine cevap verirken) “Ormanlarımız artık ekonomiye, ihracata destek olacak … Özel sektörden talep gelmesi halinde firmaların büyük birer orman sahibi olmasını isterim.” (02.08.2009 Ağaç Mamulleri ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği temsilcileri toplantısı) PROTESTOLAR EfiL‹⁄‹NDE Çevre Hizmeti ödülünün Bakan Eroğlu’na verilmesine çeşitli kurumlar tepki gösterdi. İstanbul'da Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu 11 Mayıs günü yaptığı eylemle ormanları, akarsuları, toprakları korumayı değil ticarileştirmeyi amaç edinen Veysel Eroğlu'na ödül veren kurulu kınadı. Farklı üniversitelerden öğretim elemanları yayınladıkları ortak bildiriyle Akdeniz Üniversitesi’nin tercihini eleştirdi.
Bir değil üç zam, sonuç isyan
almanıza gerek yok” cevabını verdi. Rektörlük yetkilileri öğrencilerin talepleri karşısında tek başlarına karar alamayacaklarını söyleyerek yemekhane zammı konusunu üniversitenin yönetim organlarında tartışacaklarını söyledi. Rektörlük yetkililerinin açıklamasının ardından öğrenciler yemekhanede bir basın açıklaması yaparak zamlar geri alınana kadar eylemlerini sürdüreceklerini söylediler. EYLEMLER DEVAM ETT‹ Rektörlük yetkilileriyle yapılan görüşmeye rağmen yemek fiyatlarında bir değişiklik olmaması üzerine öğrenciler görüşmeyi takip eden günlerde de kampüs içerisindeki eylemlerine devam etti. Yemekhaneyi boykot eden üniversiteliler yaptıkları basın açıklamasıyla birçok kez yemek zamlarının geri alınması, spor parası uygulamasının kaldırılması taleplerini yinelediler. Öğrenciler talepleri rektörlük tarafından yerine getirilinceye kadar boykotu sürdürme kararı aldı.
D
olmabahçe'de Deniz, Yusuf, Hüseyin için düzenlenen anma programından sonra parasız ulaşım hakkını kullanan gençlere polis saldırdı. 2 öğrenci yaralanırken 20 kişi gözaltına alındı. Anma etkinliğinin ardından Beşiktaş İskelesi'ne giderek, vapurla Kadıköy'e geçmek isteyen Halkların Kardeşliği İçin Gençlik Platformu üyeleri zamlar sonrası meşruluk kazanan parasız ulaşım haklarını kullanınca polisin saldırısına uğradı. Gençler vapura bindikten kısa bir süre sonra polis coplar ve gaz bombasıyla vapurdaki gençlere saldırdı. Öğrenciler “Paramız yok diye bizi buradan atamazsınız” diyerek polislere tepki gösterirken, polisler gaz bombalarıyla vapurun içine girdi. Öğrencilere vapurdaki yolcular da destek verdi. Polis, gençlerin gözaltına alınmasına ve vapura gaz bombası atılmasına tepki gösteren yolculara da saldırdı.
Engelliler forumda buluştu
Ç
ağrıcılığını Halkevleri Engelli Hakları Atölyesi ve Spina Bifida İstanbul Şubesi’nin yaptığı Engelliler Haklarını Tartışıyor Forumu İstanbul’da yapıldı. Kağıthane Belediyesi Meclis Salonu’nda 9 Mayıs günü gerçekleşen forumda tartışmalar iki oturum halinde yapıldı. Öğretmenler, veliler ve engelli öğrencilerin sunumlarıyla Türkiye'deki engellilerin eğitim durumu ve haklarının tartışıldığı ilk oturumda engellilerin eğitim alanında yaşadığı sorunlar saptanmaya çalışıldı. II. oturumda ise "Engelilerin kamusal hakları (ulaşım, sağlık, çalışma hakları) uzmanlar tarafından yapılan sunumlar ile ele alındı. Giderek piyasalaştırılan temel kamusal hizmetler alanında engelli yurttaşların yaşadığı mağduriyetler ve engellilere özgü hak taleplerinin neler olabileceği tartışıldı.
Köprü yanlarına kalmayacak
3
Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nde yemek fiyatlarına art arda yapılan zamlar öğrencileri isyan ettirdi. Gün boyunca yemekhaneyi terk etmeyen öğrenciler öfkeli Hatay’daki Mustafa Kemal Üniversitesi’nde 2010 yılında üç kere zam gelen yemekhane fiyatları öğrencilerin yemekhane işgaliyle protesto edildi. Eyleme yemekhane çalışanları da destek verdi. Son bir yılda yemek fiyatlarının ardı ardına yapılan üç zamla 1.5 TL’den 2 TL’ye çıkartıldığı ve yemekhaneye giriş kartlarının 10 TL’den satıldığı üniversitede yüzlerce öğrenci zamların geri çekilmesi için 5 Mayıs’ta tüm gün boyunca yemekhanede eylem yaptı. Öğrenciler eylemde zamların geri alınmasının yanı sıra kayıt sırasında 'spor parası' adı altında toplanan paraların da kaldırılmasını talep etti. Fahiş yemek fiyatlarına karşı eyleme geçmelerinin ardından rektörlük öğrencilerle görüşme talebinde bulundu. Görüşmede üniversite yönetimi kartlı giriş uygulamasına öğrencilerin güvenliği ve huzuru için geçildiğini savundu. Görüşmeye katılan öğrenciler rektörlük yetkililerine “Amaç huzur ve güvenlikse öğrencilerden geciş kartı için para
Ulaşım hakkına saldırı
Karçal’da eylem
Artvin Borçka’da Halkevciler HES sorununa dikkat çekmek için 9 May›s günü Karadeniz’in ikinci Artvin'in en yüksek da¤› olan 3500 m rak›ml› Karcal Da¤›’n›n zirvesine bir kar t›rman›fl› yapt›lar.
. Köprü Yerine Yaşam Platformu, tüm İstanbulluları AKP hükümetinin kritik bir politik önem atfettiği yağma projelerinden birisi haline gelen 3. köprü cinayetine karşı eyleme çağırdı. İstanbul’un son ormanlarını yok edecek olan köprü projesi uzmanların ihtiyaç olmadığı yönündeki uyarılarına rağmen yapılıyor. Çok sayıda emek, meslek ve halk örgütünün bileşeni olduğu Üçüncü Köprü Yerine Yaşam Platformu, köprüye karşı mücadele için yaptığı çağrıda sermayenin doğayı ve çevreyi katleden azgın saldırılarına karşı, insanca ve doğayla barışık bir kentte yaşama hakkına sahip çıkan herkesi mücadeleye çağırdı. Platform 15 Mayıs Cumartesi günü saat 13.00’da Taksim Tünel Meydanı’nda bir eylem yaparak “rant değil yaşam” demeye hazırlanıyor.
7
İNSANCA YAŞAM 14 May›s 2010 / 27 May›s 2010
Halk›n Sesi
G A R ‹ P Ç E
Ü Ç Ü N C Ü
K Ö P R Ü N Ü N
A Y A ⁄ I
Köprünün altında yaşam A
KP hükümetinin İstanbul kentine ve İstanbul halkına karşı açtığı savaş, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın 29 Nisan tarihinde ‘3. Rant Köprüsü’ güzergâhını açıklamasıyla birlikte yeni bir evreye ulaştı. Bu yeni evrede İstanbul kentini, kentin elde kalan tek önemli orman alanı olan Kuzey Ormanlarını, yaşamsal su havzalarını, kentin onlarca yoksul mahallesinde yaşayan halkın barınma hakkını ve börtü böceğinin yaşama hakkını savunan Üçüncü Köprü Yerine Yaşam Platformu’nun önderliğinde gelişen mücadele kaçınılmaz olarak yeni özellikler kazanmaya gebe. Resmi güzergahı Sarıyer-Garipçe köyü ile Beykoz-Poyrazköy olarak ilan edilen ve Kuzey Marmara Otoyolu bağlantısını da içeren yeni rant köprüsü projesinin hükümet açısından kesinleştirilmesiyle birlikte, sorun da artık “resmen” sadece bir Sarıyer hatta İstanbul sorunu olmaktan çıkarak Kuzey Marmara sorununa dönüştü. Boğaz köprüleri “Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan medeniyet geçitleri” değil, İstanbul kentinin ve yakın çevresinin sermaye medeniyeti tarafından işgalinin anlı şanlı simgeleridir. Rant harikası köprüler, başta inşaat ve otomotiv sektörleri ve emlak spekülatörleri, Türkiye sermaye sınıflarının aç gözlülüğünün beton
olmayacak.
AKP hükümeti İstanbul Boğazı’na üçüncü bir köprü yapma ısrarından vazgeçmedi. Köprü, Anadolu Yakası’nda Poyrazköy, Avrupa Yakası’nda Garipçe Köyü’nden geçecek. Yazarımız Çiğdem Çidamlı, Garipçe köyünü ziyaret ederek izlenimlerini bizim için kaleme aldı
Ç‹⁄DEM Ç‹DAMLI
izlerini yıllardır İstanbul’un yetmiş yedi tepesine kazımaktadır. Ve Demirel’den bu yana bütün sermaye politikacıları bu betondan özel çıkar anıtlarına büyük politik önemler atfetmektedir. Boğaz köprüleri bu yüzden sınıf mücadelesinin ve iki ayrı sınıfın çıkarlarını dillendiren iki ayrı toplum projesinin de politik simgeleridir. Dün Demirel’in Boğaz Köprüsü’ne karşı, “Devrimci Gençlik Köprüsü” vardı, bugün Erdoğan’ın Suudi destekli ‘3. Rant Köprüsü’ne karşı güvenceli iş ve insanca yaşam mücadelesi dinamikleri arasında sağlamlaştırılmayı bekleyen dayanışma köprüleri. Ve dün de bugün de mücadelenin bir yanında “dikili ağacı bile olmayanlar” var, diğer yanında insanı, kentleri ve doğayı mülk edinenler. 3. KÖPRÜ GÜZERGAHINDAN SINIF MANZARALARI Köprü güzergâhından etkilenecek herkes bu gerçeğin bilincinde olmasa da, İstanbul ve yakın çevresi ‘3. Rant Köprüsü’yle birlikte kaçınılmaz olarak daha da güvencesiz bir kent haline gelecek. Üstelik İstanbul ya da Kuzey Marmara de-
SA⁄LIK HAKKI Sa¤l›¤›ma Engel Olma Platformu Sar›yer’de Bir önceki sa¤l›k hakk› köflemizde “Sa¤l›¤›n bir hak oldu¤unu savunan, halk›n do¤rudan kat›l›m›na aç›k, bölgesel örgütler yaratmak gereklidir” demifltik. May›s ay›nda bu hedefe bir ad›m daha yaklafl›yoruz. Geçti¤imiz aylarda ‹stanbul Tabip Odas›, Sar›yer Belediyesi ve Sar›yer Halkevi’nin organize etti¤i “‹lkyard›m ve sa¤l›k hakk›” seminerleri sonucunda Sar›yer’in tam donan›ml› bir devlet hastanesine ihtiyac› oldu¤u belirlendi.
Hastane kurulmas› için kampanya planlan›rken Sa¤l›k Bakanl›¤› taraf›ndan devlet hastanesi yap›m›na tahsis edilen Tekel arazisinde (eski kibrit fabrikas›) hastane inflaat›n›n bir türlü bafllamamas› ve arazide “özel hastane” yap›laca¤› söylentileri üzerine Sar›yer halk› harekete geçmeye karar verdi. ‘Sar›yer’e 3. Köprü De¤il, Tam Donan›ml› Devlet Hastanesi’ bafll›kl› kampanya ça¤r›s›nda, “Sar›yer halk›, mahalle muhtarlar›, mahalle dernekleri, sendikalar ve demokratik kitle örgütleri taraf›ndan oluflturulan Sar›yer Sa¤l›¤›ma Engel Olma Platformu olarak, tüm Sar›yerlileri, ilçemizde acilen tam donan›ml› bir devlet hastanesinin yap›lmas› için hep birlikte harekete geçmeye ça¤›r›yoruz” deniliyor. Bu amaçla, 16 May›s Pazar günü saat 12.30’da Büyükdere Çelik Gülersoy Park›’nda buluflup devlet hastanesi için tahsis edilmifl bulunan Kozdere Eski Kibrit Fabrikas›’na yürünecek.
yince ister istemez “Türkiye” de denilmiş oluyor. Çoğumuzun 3. köprü mücadelesi bakımından belki de unuttuğu bu gerçeği resmi güzergâhın iki noktasından birisi olan Garipçe köyü meydanında pazarcılık yapan 50 yaşındaki Fatma Atalay yüzümüze vuruyor! Samsun’dan 7 ay önce işsizlik yüzünden göç eden “pazarcı teyze”, Sarıyerli “halk medyacıları” olarak ahalisinin köprüyle ilgili düşüncelerini anlamak için geldiğimiz Garipçe Köyü’nde, şehir planlamacılığıyla ilgili en yalın gerçeği kendi diliyle ifşa ediyor: “Bu İstanbul Türkiye’nin gözbebeği olmuş, işsizlikten kırılan herkes iş diye buraya geliyor. Samsunumuzda fabrika açsalardı, kimse buraya gelmezdi, o zaman İstanbul’da ne trafik sorunu olurdu, ne köprü ihtiyacı”. Ama Samsun’da fabrika yok ve neredeyse tamamı tapusuz evlerden oluşan 100 haneli Garipçe köyü balıkçılarını yakında daha da güvencesizleşecek bir hayat bekliyor. Büyük çoğunluğu TrabzonSürmenelilerden oluşan Garipçe köyü nüfusunun tamamına yakını yoksul balıkçılardan oluşuyor.
“Köprünün bize ne faydası ne zararı olur” kayıtsızlığında birleşmiş gibi görünen balıkçılar, köyün en önemli sorununun imar sorunu olduğu konusunda da hemfikirler. Gençlerin, Tansu Çiller döneminde sit alanı ilan edildiği için izinsiz tek bir çivi bile çakılamayan köyden göç etmesi yüzünden köy okulunun kapandığını, sağlık ocaklarının olmadığını söylüyorlar. Kayıtsız gibi göründükleri köprünün bu durumu değiştireceği konusunda da umutlu değiller. Biraz daha eşeleyince bu umutsuzluklarının yoksul balıkçılıkla geçen hayatlarından süzülen sade bir emekçi bilincini yansıttığının işaretlerini veriyorlar: “Köprünün oraya (Hamsi limanıGaripçe arasındaki tepeye) imar gelir, buraya gelmez. Çamları ormanları kestirirler, karşı tarafta da böyle olmadı mı? Yağma olur, biz yine açıkta kalırız. Sen bir tane çam ağacı kessen adamı asarlar. Koç Üniversitesi 14 bin dönüm araziyi kesti. Biz aç adamız herkes yağmaladı, biz cebimize beş kuruş koyamadık”. Yağma demişken, köylü de seziyor ki köprü rant getirecekse bundan asıl yararlanacak kendisi
“FAREN‹N ‹ST‹LASI NE K‹?” Köprü güzergâhında doğa şimdilik daha çok örneğin Garipçe yolunda rastladığımız kuş gözlemcilerinin ilgi konusu. Boğaziçi’nin Türkiye kuş göçü bakımından en önemli iki noktadan birisi olduğunu belirten mimar-kuş gözlemcisi Fatih Uğurlaş, köprünün kalan son ormanları yok ederek kuşların göç yollarını değiştireceğini ve bunun da doğal sistemin dengelerini iyice bozacağını söylüyor. “Sermayenin istilasına uğrayan bir kentte farelerin istilası nedir ki” demeyin! Bunun bir de Kuzey Marmara Otoyolu bağlantısının yaratacağı tarımsal-ekolojik yıkım boyutu var ki aslına bakılırsa emekçilerin kendi geçimini savunurken doğayı da savunduğu; kentle kır arasında yaşama sahip çıkan ortaklaşa bir köprünün kurulduğu yeni bir örnek de buradan doğabilir. 3. köprü güzergâhında ranta karşı bir bütün olarak yaşamı savunanları çoğaltmak isteyenlerse “pazarcı teyze”nin sözlerini herkese duyurmalı: “Samsun’da iş olsa…” Biz Sarıyerli “halk medyacıları” bu yüzden bir yandan da “Sarıyer’de 3. köprü değil, tam donanımlı devlet hastanesi istiyoruz” sözünü herkese duyuruyoruz. Samsunlular işsiz kalmasın, Derbent’in gecekonduları yıkılmasın ve Ömürtepe halkı güvencesiz bir yaşamın kıyısından kurtulsun diye.
Tabip odalar›nda, demokrat hekimler ve sa¤l›k hakk› mücadelesi kazand› Türkiye’nin en büyük iki tabip odas› 8-9 May›s’ta genel kurula gitti. AKP yanl›s› hekim gruplar›n›n yönetime aday oldu¤u Ankara ve ‹stanbul tabip odalar›n›n genel kurullar›nda zafer tabip odalar›n› halk›n sa¤l›k hakk› mücadelesinin etkin gücü haline getiren ça¤dafl, demokrat hekimlerin oldu. Ankara Tabip Odas› genel
kurulunda yönetime Ankara Hekim Platformu, Ulusal Hekim Birli¤i ve Ça¤dafl Hekim grubu talip oldu. Seçimlerde oda yönetiminin bugüne kadar sa¤l›k hakk› mücadelesinde etkin rol alan, sa¤l›k emekçilerinin ortak mücadelesini güçlendiren çizgisinde etkili olan Ça¤dafl Hekimler galip geldi. ‹stanbul’daki tabip odas›
seçimleri AKP’nin sa¤l›k alan›nda yaflad›¤› iflas›n sand›¤a yans›d›¤› bir sonuç ortaya ç›kard›. Demokratik Kat›l›m grubu 5027 oyun 3856’s›n› alarak Hekim Haklar› ve Milliyetçi Hekim grubu karfl›s›nda tart›flmas›z bir baflar› kazand›. Hükümetin sa¤l›k politikalar› onu destekleyen hekim gruplar› taraf›ndan dahi savunulamaz hale geldi.
Halk›n Sa¤l›k Hakk› Atölyesi’nden Sa¤l›k Hakk› Meclisine Ankara’da 2007 y›l›nda gerçeklefltirilen Halk›n Haklar› Forumu’nda Sa¤l›k Hakk› Atölyesi sonuç bildirgesinde sa¤l›k hakk› mücadelesi için “Herkese Sa¤l›k Güvenli Gelecek Platformlar›”n›n (HSGGP) kurulmas› hedefini önümüze koymufltuk. HSGGP’ler kuruldu ve sa¤l›k hakk› mücadelesini sa¤l›k örgütleri kadar di¤er halk örgütlerine de yay›lmas›nda önemli bir rol oynad›. HSGGP son derece baflar› ile yürüttü¤ü mücadelede ülkede mevcut tüm ilerici kurum ve örgütleri içererek önemli bir ifllev gördü. Ancak, temsil iliflkilerini aflan yerel örgütlülüklerini yaratamad›. Sa¤l›k hakk› mücadelesinin kendine ait yerel örgütlenmelerinin yarat›lmas› görevi varl›¤›n› korudu. Sa¤l›k Hakk› Meclisi ad›yla çal›flmalar›n› sürdüren Sa¤l›k Hakk› Atölyesi bu eksikli¤i gidermek amac›yla çal›flmalar› sürdürdü. SA⁄LI⁄IMA ENGEL OLMA Sa¤l›k Hakk› Meclisi bu y›l ‹stanbul’da 100. Y›l Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi’nin al›flverifl merkezi inflaat› sonucu y›k›lmas›na karfl› bir kampanya karar› ald›. Bu amaçla engelli örgütleri ve yerel demokratik örgütlerin kat›l›m›yla “Sa¤l›¤›ma Engel Olma Platformu” oluflturuldu. Platform, hastanenin y›k›lmas›na ön ayak olan Sa¤l›k Bakanl›¤›’na karfl› hastanenin bulundu¤u yerde rehabilitasyon talebiyle bir kampanya örgütledi. Daha sonra Kas Hastal›klar› Derne¤i’nin ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi taraf›ndan bulundu¤u binadan at›lmas› giriflimine karfl› baflar›l› bir mücadele yürüttü.
H›rç›n Karadeniz isyanda “Karadeniz hırçındır, isyan taşır dalgalarında” ucundan sincap çeker öylesine neşelidir.. Hele uşaklar horona durmasınlar El ele tutuşunca yeri göğü yakacak sanır insan..” 2007 yılı seçimleri Samsun.. Dün gibi hatırlarım çünkü elektrikler kesilmişti. Seçimler yapıldı. Hemen ertesi gün bin bir dalavereyle Samsun’da kurulan iki mobil santralin bacaları son hızla tütmeye başladı. Bu gaybana* santraller doğal afetlerde kurulan 1020 megawatlık santrallerken bizimkiler ilave üniteleriyle 170’şer megavatlık termik Nuray santrallerdi. Yakıt olarak da bildiğimiz asfalt denilen kulErça¤an lanımı yasak olan 6 No’lu Samsun fueloil yakıyordu. Karası Halkevi görünmesin AK görünsün diye kireç yakıyorlardı ki dumanı gören kalkmasın ayağa “Ula uşağım neler olir?” demesin. Bu santrallerin kapatılması için yöre halkı daha önce miting yapmıştı. O gün bugündür yediği gazı, dayağı herkes birbirine anlatır durur. Durur da mahkeme kararıyla mühürlenen bu santraller seçim ertesi niye çalıştı? Gidelim işi bilen birilerine soralım, bu mobil illeti nedir bir öğrenelim dedik. Elektrik mühendisleri Odası, Tabip Odası ziyareti derken biz işin mühendisliğine soyunmuşuz ve o günden sonra uykusuz geçen günler birbiri ardına geldi. EPDK (Enerji Piyasası Denetleme Kurulu) sitesine bir girdik ki ne istersin; termik santraller, hidroelektrik santraller, rüzgar santralleri, lisanslar, ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) raporları, halkın katıldığı toplantılar... bir dolaplar dönüyor ortada şaşırdık kaldık. Samsun’a 6 tane termik santral yapılacağını da bu siteden öğrendik. Termik santral nedir? Nasıl çalışır? Dünyadaki yaşanmış örnekler, Resmi Gazete’de çıkan birtakım kanunlar, yönetmelikler, kararnameler derken işin aslına varmak üç yılımızı aldı. Bu üç yılı da boş geçirmedik. Santrallerin yapılacağı ilçelere ziyaretler, kahve toplantıları, film gösterimleri, termik santral karşıtı bir imza kampanyası, on binlerce bildiri dağıtımı … Kentte de mobil santrallere karşı bir duyarlılık ve mücadele zemini oluşmaya başladı ve mobil santrallerin kapısına mühür vuruldu. Verilen mücadeleler sonucu Samsun’da kömürle çalışacak santralleri doğalgazla çalışacak santrallere çevirmeyi başarabildik elbet bu bir başarıysa.. Karadeniz’de ve ülke genelinde kirleterek, yok ederek bir kalkınma modeli tasarlanıyor Kurulan tam bir yağma ve talan düzeni. Hazine arazilerinin peşkeşi, teşvikler, elektrik özelleştirilirken eline bir dosya tutuşturan yerli ve yabancı şirketler pastadan pay kapmak için yarıştalar. Onlar yarışa dursunlar Karadeniz’de giderek artan kirlilik, ciddi anlamda “çevre ve sağlık hakkı” ihlallerine yol açıyor. Yine Sinop’un üç ilçesinde kurulacak termik santrallere karşı 25 Nisan’da Gerze İlçesi’nde çok coşkulu bir miting gerçekleştirildi. Samsun Halkevi “Soluğuma dokunma - Mobil, termik, nükleer santrale hayır” talebiyle mitingde yer aldı. Köylülerin elinde “Gerze Halkı Kül Yutmayacak!” dövizi kısaca yaşanılacak tehlikeyi göz önüne seriyordu. Yaykıl Köyü’nde yapılacak olan santral Gerze’de bir yılda yakılan kömürü bir günde yakacak. Deniz kıyısında yemyeşil tepeleriyle Sinop’un şirin Gerze’si kül dağlarıyla çevrilecek. Ancak Gerze halkı isyanda, bir yandan davalar açıyorlar bir yandan da termik santrale karşı hummalı bir çalışma içindeler. ÇED süreci gereği Türkiye’de bir ilk yaşanarak ilçe halkı, Çevre ve Orman Bakanlığı’ndaki toplantıya katıldılar, verdikleri mücadelenin takipçisi oldular. Anadolu Grup, Gerze’de “termik santrali şirin gösterme merkezi” açıp ilçede küçük boy Efes Pilsen biraları, Ülker bisküvilerini bedava dağıtmaya devam ededursun, Yaykıl Köyü’nün kahraman muhtarı Ahmet Tiryaki, belediye başkanı Osman Belovacıklı, Yeşil Gerze Platformu üyeleri ve halkın mücadelesiyle Gerze’ye termik santral yapılması zor görünüyor. Karadeniz’de derelerin üzerinde çılgınca bir hidroelektrik santral saldırısı yaşanıyor. Yine bu santrallere karşı bölge halkının derelerin kardeşliği adı altında yaptıkları mücadeleler çetin geçecek gibi görünüyor. ”Susma susuz kalma!” *Gaybana: Karadeniz’e özgü lanet olası, kahrolası anlamına gelir.
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
8
EMEK 14 May›s 2010 / 27 May›s 2010
Halk›n Sesi
fiimdi ‘yapma’ zaman›! -9 Mayıs tarihlerinde DİSK ve KESK “güvencesizlik” konulu bir sempozyum düzenledi. Sempozyumun birinci gününde akademisyen ve hukukçuların güvencesizliğin genel çerçevesini çizdiği sunumlar yapıldı. Ertesi gün ise pratik sorunlar ve mücadele yöntemleri üzerine tartışmaların yapıldığı atölye çalışması düzenlendi. Sendikal yapılar nihayet bir süredir, sermaye sınıfının güvencesiz çalıştırma uygulamasının işçi sınıfı mücadelesi açısından ne gibi olanaklar barındırdığını fark etmeye ve bunun üzerine kafa yormaya başladı. Zira artık gerçekten de “deniz bitti.” Bütün iş kollarında güvenceli, toplu sözleşmeli veya kamu işyerlerinde kadrolu işçi veya memur olarak çalışmak artık hayal. Birbirinden kıymetli sunumlar bu durumu bir kez daha, bütün yönleriyle ortaya serdi. Ancak bugün artık gözümüzün içine sokulan güvencesiz emekçi kitlesini “fark etmek” fazla bir şey ifade etmiyor. Daha bugünden işçi kitlesinin içinde çok büyük bir çoğunluğu oluşturan bu kitlenin sınıf mücadelesinin ana dinamiği olduğu gün gibi açık. Tufan Sempozyumun ilk günü Sertlek Devrimci Sağlık İş Sendikası’nın deneyimine Dev Sa¤l›k-‹fl ilişkin de bir sunum yapılması Genel Sekreteri istendi. Orada da dile getirmeye çalıştığımız gibi artık kapitalizmin yoksul emekçi kitleler üzerindeki meşruiyetinin kırılma süreci başlamıştır. Tekel direnişinin ulaştığı güç, toplumsal meşruiyetinin bu kadar yaygın ve etkili olması, bu durumu çok açık gösteriyor. Bu süreçte ihtiyaç olan etkili ve yaygın bir saldırı hattının örülmesidir. Sorunu böyle görmeyip tek tek sendikaların kendi iş kollarındaki güvencesiz çalışanları örgütlemeye yönelik bir sendikal hat tutturmaya çalışması beyhude bir uğraştan öteye gitmeyecektir. Kaldı ki bu niyeti taşıyan sendika sayısının ne kadar az olduğunu söylemenin gereği bile yok. Böyle bir süreçte KESK ve DİSK gibi “ilerici emek örgütleri” son derece kritik bir görevi yerine getirmekle karşı karşıyadır. Zira bu sürecin esas olarak iradi bir müdahaleye ihtiyacı vardır. Bu iradi müdahale, bütün yasal kısıtlamaları aşan, güvencesiz emekçileri bir sınıf olarak örgütlemeyi hedefleyen merkezi bir emek örgütü gibi çalışmayı gerektirmektedir. Sendikal mücadeleyi herhangi bir şekilde samimiyetle sürdüren sendikal yapılar şunu çok iyi bilmektedirler ki, kazmanın vurulduğu her toprak parçasından su fışkırmaktadır. Bütün mesele rastgele emek harcayarak, birbirinden habersiz, birbiriyle ilişkilenemeyen çok sayıda küçük işçi hareketleri-direnişleri yaratmak yerine, doğru hedeflere, doğru biçimlerde, merkezi olarak müdahale ederek etkili bir sınıf hareketini oluşturmaktır. Bu hareket aynı zamanda güvencesizliği sürekli hale getiren en güçlü unsur olan işsizliğe karşı da bir paratoner etkisi yapacaktır. Zira bugün işsizleri gerici ve milliyetçi ideolojilerin etkisine terk eden, kendisini sadece çalışan sınıfla sınırlayan bir emek hareketinin gücünün sınırı çok bellidir. Yaşam alanlarında (sol-sosyalist hareketin bu kadar cılız olduğu bir süreçte) kapitalizme muhalif bir varoluşun nasıl sağlanacağı oldukça önemli bir tartışma konusudur. Bu anlamıyla aslında tartıştığımız güvencesiz işçilerin güvenceli bir işe kavuşturulması meselesi değil doğrudan yeni bir sınıf hareketinin yaratılması konusudur. Zira lafzen basit gibi görünen “güvenceli bir iş” talebi, sermaye sınıfı tarafından son derece zorlu bir emek mücadelesiyle kazanılabilecek bir “hak” haline getirilmiştir. Tarihin bazı dönemleri kritik özellikler taşır ve bu dönemlere damgasını vuran örgütler-kişiler uzun sürecek bir dönemsel sürecin en önemli aktörü olurlar. DİSK 1950’li yıllarla hızlanan işçileşme sürecinin ortaya çıkarttığı sınıf hareketine tam zamanında bir müdahalede bulunan işçi önderleri tarafından kuruldu ve 12 Eylül darbesine kadar bu süreci omuzlarında taşıdı. Bugün yaşadığımız yeni işçileşme süreci ise bugünün özelliklerine uygun bir müdahaleyi bekliyor. Bunu gerçekleştirenler önümüzdeki dönemsel sürecin en güçlü aktörü haline gelirken buna seyirci kalanlar kansere yakalanmış bir beden gibi yavaş yavaş ölmekten kurtulamayacaktır.
8
İzmir’de emekçiler ‘ses’ getirdi İ
zmir Büyükşehir Belediyesi’nde çalışan ve toplu sözleşme çağrılarına olumsuz yanıt alan Tüm Belediye İşçileri Sendikası’nda (Tüm Bel-Sen) örgütlü beş yüz emekçi, 12 Mayıs günü iki saatlik iş bırakma eylemi yaptı. Eylemde KESK İzmir Dönem Sözcüsü Ramiz Sağlam Aziz Kocaoğlu’nun “Enerjinizi yanlış yönlendiriyorsunuz. Gidin AKP’den bu hakkı isteyin” dediğini aktardı ve Karşıyaka, Bornova ve Balçova belediyelerinde toplu sözleşme imzalandığını belirtti. Sağlam konuşmasında, “Kocaoğlu, sana inat, gerici yasalara inat toplu sözleşme ve grev hakkımızı sonuna kadar savunacağız” dedi. Eylemden önce emniyetle ses cihazının kullanılacağı yer konusunda anlaşma sağlanmasına rağmen eylem sırasında polis cihaza el koymaya çalıştı. Emekçiler etrafına etten duvar örerek ses cihazının alınmasına engel oldu. Tüm Bel-Sen İzmir 1 No’lu Şube Başkanı Yaşar Gül, “Bu talimatı verenleri kınıyoruz. Anlaşılıyor ki İzmir Valisi ve Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu eylemlerimizi engellemeye çalışıyor. Kimse bizim sendikal faaliyetlerimize yasak getiremez.” diyerek kitlenin tepkisini dile getirdi.
Güvencesizlik kader değil! Güvencesizlik, emek hareketinin gündemini belirlerken KESK ve DİSK Ankara’da güvencesizliğe karşı sempozyum düzenledi. Sempozyumdan klasik sendikal anlayışın terk edilmesi gerektiği sonucu çıktı
K
amu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Ankara’da 8–9 Mayıs tarihlerinde güvencesizlik konulu bir sempozyum düzenledi. Sendika yönetici ve uzmanlarının, akademisyenlerin ve güvencesizliğe karşı mücadele eden emekçilerin katıldığı sempozyumda güvencesizliğe karşı mücadele yolları tartışıldı. Eğitim-Sen Genel Merkezi’nde yapılan ilk günki oturum, KESK Genel Sekreteri Emirali Şimşek’in açılış konuşmasıyla başladı. Şimşek konuşmasında neoliberal politikaların bıçağı kemiğe dayandırdığını söyleyerek, düzenin tamamen adaletsiz bir şekilde işlediğini belirtti. Bugüne kadar yapılan örgütlenme çalışmalarının kazanım olduğunu ifade eden Şimşek, bundan sonrası için ortaya yeni fikirler koyarak güvencesizliğe karşı mücadele edilmesi gerektiğini dile getirdi. Emirali Şimşek’in ardından KESK Genel Başkanı Sami Evren söz aldı. Küresel sermayenin dünya çapında uyguladığı programların sömürüyü artırdığını belirten Evren, bu sermaye gruplarının işbirlikçi hükümetler vasıtasıyla uygulanan güvencesizleştirme politikalarıyla dünya çapında emeği değersizleştirdiğini ifade etti. MÜCADELE SÖYLEM‹ AfiMALI! Kadrolu olan sendikalı işçilerin kısmen de olsa iş güvencesi olduğunu belirten Evren, kadrolu olan sendikalı işçilerle sigortasız, kadrosuz, sözleşmeli çalışan güvencesiz
işçilerin mücadelesini buluşturmak gerektiğine işaret etti. Bu buluşturmayı klasik sendikacılık anlayışıyla gerçekleştirmenin mümkün olmadığını sözlerine ekleyen Evren, mücadelenin basit toplumsal sözleşme halinden çıkarılıp, gerçek anlamda toplumsal sözleşmeye dönüştürülmesi gerektiğini ifade etti. Güvencesiz çalıştırılan emekçilerin mücadelesini sendika programlarına almanın ve tek başına ‘çalışma hakkı insan hakkıdır’ de-
menin yeterli olmadığını belirten Sami Evren, söylemin ötesine gidecek işler yapılması gerektiğini dile getirdi. Emekçilerin, yoksulların, dışlanmışların mücadelesini bütünleştiren bir sendikal mücadele hattının oluşturulması gerektiğini vurgulayan Evren, artık sadece yakınan, eleştiren bir hattın aşılması gerektiğini sözlerine ekledi. Açılış konuşmalarının ardından DİSK Genel Sekreteri Tayfun
Görgün’ün başkanlık ettiği sempozyumun birinci oturumuna geçildi. ‘Emek piyasalarının bugünü’ başlıklı oturuma Fuat Ercan, Hasan Ejder Temiz, Murat Özveri, Oya Aydın ve Öztürk Türkdoğdu katıldı. Oturumda söz alan Prof. Dr. Fuat Ercan, Türkiye’deki güvencesizliğin özgünlüğünün tartışılması gerektiğini ve önümüzdeki süreçte bir şeyler yapmak için politika yapma ihtiyacının arttığını belirtti.
Eczacılar sağlık hakkı dedi ortaklığı” yapmayacaklarını dile getirdi. Kocaeli Eczacılar Odası Başkanı Üzeyir Korkmaz, sorunun sadece eczacıların değil tüm halkın sorunu olduğunu ifade etti ve saldırının sadece eczacılara değil, halkın sağlık hakkına yapıldığının altını çizdi. Türk Eczacıları Birliği yöneticilerinin iki yüzlü olduğunu anlatan konuşmalar yapan eczacılar, bu yöneticilerin hem “sorun var” dediklerini hem de “eyleme gerek yok” dediklerini aktardılar.
S
ağlıkta dönüşüm projesi nedeniyle mesleki haklarının gasp edildiğini dile getiren eczacılar yine sokaklara döküldü. İstanbul, Diyarbakır, Bursa, Amasya, Kocaeli ve Zonguldak eczacı odalarının düzenlediği “Mesleğimden elini çek!” mitingi için binlerce eczacı, halkın sağlık hakkını gasp eden uygulamaların durdurulması amacıyla 9 Mayıs’ta Kadıköy Meydanı’nda buluştu. Bizzat başbakanın dillendirdiği ‘ilacın marketlerde satılmasına ve ilaç takip sistemine’ karşı büyük tepki gösterilen mitingde konuşan eczacı odası başkanları, asıl takip edilmek istenenin eczacı ve halk olduğunu, ilaç tekellerinin istediği uygulamaların hayata geçirildiğini ve halkın sağlık hakkının gasp edildiğini vurguladılar. Sağlıkta dönüşüm projesinin, halkın sağlık hakkını eczaneler üzerinden de tehdit ettiğini vurgulayan eczacılar, bu duruma son vermenin kendi ellerinde olduğunu belirtti. Mitingde söz alan İstanbul Eczacı Odası Başkanı Semih Güngör 14 Ocak 2007’deki Büyük Eczacı Mitingi’nde de Kadıköy Meydanı’nı doldurduklarını hatırlattı. Üç buçuk yıl önce de eczaneler üzerinde oynanan oyunlara “dur” dediklerini ifade eden Güngör, eczacıların üzerindeki baskının her geçen gün arttığını belirtti.
Dikkat ‘Bilgi’de sendikalı var!
‹LAÇ EL ARABASINDA
‘GELECE⁄‹M‹Z ELLER‹M‹ZDE’ Güngör’ün ardından mitingi düzenleyen diğer eczacı odası başkanları da kürsüde söz aldı. Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın eczaneleri kapatma tehdidi savurduğunu hatırlatan Bursa Eczacı Odası Başkanı Kıvanç Atmaca,
İ
stanbul Bilgi Üniversitesi’nde çalışan üç işçi sendikalı oldukları için 3 Mayıs’ta işten çıkarıldı. Üniversitenin Eyüp - Santral Kampusu’ndaki ahşap atölyesinde çalışan Sosyal-İş üyesi Kadir Karabulak, Bülent Karaçeper ve Rıza Karaçeper’e işten çıkarma gerekçesi olarak, ‘üniversitenin yeniden yapılandırılması nedeniyle ahşap atölyesinin kapatılacağı’ gösterildi. Üç işçinin işten çıkarılmasının ardından 5 Mayıs’ta Bilgi Üniversitesi’nde işçilerin, akademisyenlerin ve öğrencilerin katıldığı bir eylem gerçekleştirildi. Santral Kampusu’nda “İşten atılanlar geri alınsın” ve “Örgütlenme hakkımız engellenemez” pankartlarının
“Geleceğimiz ellerimizde” diyerek tehditlere pabuç bırakmayacaklarını vurguladı. Zonguldak Eczacı Odası Başkanı Sema Karagülle ise eczacılık mesleğiyle alakası olmayan kişilerin mesleklerine göz diktiğini belirterek, kendilerini saf dışı bırakmak isteyenlerle “suç
taşındığı bir yürüyüş yapıldı. Rektörlük önüne gelindiğinde basın açıklaması okundu. Sosyal-İş adına söz alan Engin Sezgin, Bilgi Üniversitesi’ndeki sendika düşmanı uygulamaların ve işten çıkarmaların Sosyal-İş’in üniversitede örgütlenmesiyle başladığını belirtti. Sezgin’in ardından söz alan araştırma görevlisi Aslı Odman işten çıkarılan üç işçinin de sendikalı olduğunu vurguladı ve rektörlüğün işten çıkarmalarla sendikalaşmayı engellemeye çalıştığını belirtti. Basın açıklamalarının ardından öğretim görevlileri rektörlüğe giderek işten çıkarılan işçiler için yönetimle görüştü. Görüşmede üniversite
Miting alanına kadar yapılan yürüyüşte eczacılar, taleplerini değişik şekillerde dile getirdiler. Seyyar el arabasında domates, biber, patlıcan, salatalıkla beraber ilaç taşıyan eczacılık fakültesi öğrencileri, el arabalarının yanına astıkları “çekirdeksiz ilaç”, “taze antibiyotik” gibi dövizlerle ilacın marketlerde satılacağını söyleyen başbakana tepki gösterdi. Yürüyüş boyunca siyah önlük, siyah şapka ve siyah balonlarla yürüyen eczacılar miting alanına girdikten sonra “Karanlığı dağıtıyoruz” diyerek şapka ve önlüklerini ters çevirdiler ve balonları havaya bıraktılar. İlk başta simsiyah olan alan bu andan itibaren beyaza büründü. Miting Bulutsuzluk Özlemi’nin verdiği konserle sona erdi.
yönetimi 12 Mayıs’a kadar bir açıklama yapacağını duyurdu. Bu gelişmenin ardından işçiler oturma eylemine başladı. ‘SEND‹KA HAKKIMA DOKUNMA’ İşten çıkarılan Kadir Karabulak, sendikaya üye olduktan sonra işten atılmakla tehdit edildiklerini ve üniversite yönetiminin kendilerine sendikadan istifa etmeleri için gerekli olan noter parasını vermeyi teklif ettiğini ifade etti. Santral Kampusu’nda yapılan eylemin ardından ‘Bilgi’ emekçileri, 8 Mayıs’ta Taksim’de işten çıkarmaları protesto eden bir eylem yaptı. Tramvay durağında buluşan yaklaşık üç yüz kişi işten
GÜVENCES‹ZLER‹ ÖRGÜTLEMEL‹ Sempozyumun öğleden sonra başlayan ikinci oturumu KESK Genel Sekreteri Emirali Şimşek’in başkanlığında yapıldı. ‘Emek Piyasalarının Yeniden Yapılandırılması’ konusunda tartışmaların yürütüldüğü oturuma Doç Dr. Metin Özuğurlu, Yrd. Doç. Dr. Onur Ender Aslan, Yrd. Doç. Dr. Aziz Çelik, Dev Sağlık-İş sendikası genel sekreteri Tufan Sertlek, Dr. Gaye Yılmaz katıldı. Oturumda söz alan Metin Özuğurlu, siyasal iktidarların sınıfsal tercihleri gereği sermaye işletmelerinin üzerindeki mali yükün azaltılmaya çalışıldığını ifade etti. Mali yük ile işçi ücretlerinin kastedildiğini ve ücretleri düşürmek için istihdamın esnek bir yapıya dönüştürülmeye çalışıldığını belirten Özuğurlu, sendikaların bununla mücadele etmesi gerektiğini dile getirdi. Dev Sağlık-İş Genel Sekreteri Tufan Sertlek, Dev Sağlık-İş’in sağlık alanında taşeron güvencesiz işçilerle yürüttüğü örgütlenme sürecine dair pratik örneklerle tartışmaya yön verdi. Sertlek, güvencesiz çalışmaya karşı güvencesiz işçilerin örgütlenmesinin önemi ve bunun mücadele çizgisi haline getirilmesi üzerine görüşlerini aktardı. Sempozyum, ikinci gün yapılan atölye çalışmalarının ardından sona erdi. Uzun süredir güvencesizliğe karşı mücadele dinamizmini görmezden gelen iki konfederasyonun güvencesizliğe karşı mücadelede önemli bir adım olarak kayıtlara geçti.
26 Mayıs’ta eyleme K
ESK, DİSK, Türk-İş ve Memur-Sen’in 22 Şubat’ta aldığı 26 Mayıs genel eylemine çok kısa bir süre kaldı. Genel eylem kararı Tekel işçilerinin Türk-İş Genel Merkezi önündeki direnişi sırasında alınmıştı. Eyleme az bir süre kala, 11 Mayıs’ta dört konfederasyonun genel sekreterleri bir araya geldi. Toplantıda KESK ve DİSK genel eylem yapma kararlılığını korudu. Türk-İş ve Memur-Sen ise eylemi son bahara erteleme ya da iki saatlik iş bırakma eylemi yapma önerisi getirdi. KESK ve DİSK’in karşı çıkışı sonrası Türk-İş konuyu başkanlar kurulunda görüşmek için süre istedi. Konuyla ilgili görüştüğümüz KESK Genel Sekreteri Emirali Şimşek, 26 Mayıs genel eylemi için örgütlenme çalışmalarına başladıklarını ve artık geri dönüş olmadığını belirtti. Türkİş’in kendilerinden süre istediğini hatırlatan Şimşek, Türk-İş’in tutumunun kendilerini etkilemeyeceğini söyleyerek 26 Mayıs günü tüm Türkiye’de eylemde olacaklarını vurguladı.
çıkarılan işçilerin geri alınması için Galatasaray Meydanı’na kadar yürüdü. İşçilerin, akademisyenlerin ve öğrencilerin katıldığı eylemde ‘sendikal hakların korunması’ talebi yinelendi. Galatasaray Meydanı’na gelindiğinde basın açıklaması yapan Sosyal-İş Genel Başkanı Metin Ebetürk, Bilgi Üniversitesi’ndeki işten çıkarmaların sendikaya üye olan veya olmayı düşünen emekçilere gözdağı vermek amacını taşıdığını ifade etti. Eyleme, direnişteki Tekel ve itfaiye işçileri de destek verdi. Taksim’de yapılan eylemde de işçilerin işe geri alınması istendi ve Bilgi Üniversitesi yönetiminin sendika düşmanı tavrı protesto edildi.
9
EMEK 14 May›s 2010 / 27 May›s 2010
Halk›n Sesi
AKP-TOBB gerilimi tırmanıyor Gümrük ve Turizm İşletmeleri Ticaret A.Ş (GTİAŞ) Yönetim Kurulu Başkanı Arif Parmaksız, 2002 Genel Seçimlerinde DYP Nevşehir milletvekili adayı olmuştu. Parmaksız, 24 Aralık 2007’de sonuçlanan gümrük modernizasyonu ihalesini, en yüksek teklifi vermemesine rağmen Öztaş A.Ş’ye vermişti. Parmaksızın ihaleyi verdiği tarihlerde Öztaş A.Ş’nin sahibi Fethi Vehbi Özkoç polis tarafından Mavi Hat-3 ihalesindeki usulsüzlüklerinden dolayı aranıyordu.
S Enflasyon artışı ‘et’ yüzünden
T
ürkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), nisan ayı enflasyon verilerini açıkladı. Buna göre şubatta 14 ay aradan sonra çift hane olan, martta tek haneye gerileyen enflasyon nisanda yine çift haneye çıktı. Yıllık bazda enflasyon, tüketici fiyat endeksiyle (TÜFE) % 10,19 olurken üretici fiyat endeksinde (ÜFE) de % 10,42 oldu. Devlet Bakanı Ali Babacan, enflasyondaki artışın sebebini nisan ayında et fiyatlarında yaşanan artışa bağladı.
anayi ve Ticaret Bakanlığı Teftiş Kurulu müfettişleri 3 Mayıs günü, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) 16 şirketten ibaret olan ticari iştiraklerine aynı anda inceleme başlattı. Denetlemeler, Başbakan’ın “Her TOBB üyesi bir işçi istihdam etse işsizlik çözülür” söylemine TOBB’un olumsuz yanıt vermesinin ardından geldi. Başbakan, TOBB üyelerinden birer işçi istihdam etmesini istemiş, TOBB’un bunu gerçekleştirememesi durumunda “Gerekirse TOBB’u da aşarız” demişti. Denetimlerle ilgili olarak açıklamalarda bulunan Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, denetimlerin eğitici özelliğine vurgu yaparak “Bu süreci çok önceden başlattık” dedi. Ergün, bir sene önce kooperatifler, odalar ve borsalar üzerinde yönlendirici ve eğitici denetim mekanizması oluşturmaya başladıklarını kaydetti.
A
AKP DÖNEM‹NDE ‹LK DENET‹M Sanayi Bakanlığı’nın rutin oda ve borsa denetimi kapsamında olmayan, anonim şirket statüsündeki 16 TOBB şirketinin aynı anda ve topyekun incelenmesi TOBB tarihinde ilk kez gerçekleşti. Söz konusu şirketlerin tamamına yakını, son 7 yıllık dönemde kuruldu ya da mevcut yönetim tarafından son birkaç yılda etkin hale getirildi. A.Ş statüsünde kurulan şirketler, daha önce AKP hükümeti döneminde Sanayi Bakanlığı tarafından hiç denetlenmemişti.
KP ile TOBB arasındaki gerilim, Sanayi Bakanlığı müfettişlerinin TOBB’nin ticari iştiraklerine aynı anda baskın yapar gibi denetime gelmesiyle başka bir boyut kazandı
TOBB’un inceleme altına alınan ticari iştirakleri: Gümrük ve Turizm İşletmeleri Ticaret A.Ş, Kredi Garanti Fonu A.Ş, KOBİ Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklığı A.Ş. Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası A.Ş, TOBB-BİS Organize Sanayi ve Teknoloji Bölgeleri A.Ş, UMAT Gümrük ve Turizm İşletmeleri Turizm
A.Ş, Umumi Mağazalar Türk A.Ş, Kocaeli ABİGEM A.Ş, Gaziantep ABİGEM Danışmanlık ve Eğitim A.Ş, İzmir ABİGEM Danışmanlık ve Özel Eğitim A.Ş, GAP GİDEM Danışmanlık, Eğitim, Organizasyon ve Fuarcılık Ltd. Şti, Gelişen İşletmeler Piyasaları A.Ş, İstanbul Dünya Ticaret Merkezi A.Ş, TOBTİM Uluslararası
Ticaret Merkezleri A.Ş, Formula İstanbul Yatırım A.Ş, İzmir Fuarcılık Hizmetleri Kültür ve Sanat Etkinlikleri A.Ş. GÜMRÜK KAPISINDA K‹RL‹ ‹fiLER DÖNÜYOR Sanayi Bakanlığı müfettişlerinin incelemeye aldığı ticari iştiraklerden
KURBAN ET‹ VURGUNU Sınır kapılarının modernizasyonunu üstlenen GTİAŞ’nin Başkan Vekili 2009 Aralık ayında kurban eti yolsuzluğuna karışan firmalardan Yavuz-Et’in sahibi Faik Yavuz. May-Et ve Faik Yavuz’un YavuzEt’i, 24 Aralık 2009’da Deniz Feneri, LÖSEV, Türk Hava Kurumu ve Mehmetçik Vakfı başkanlarının gözaltına alınmasıyla ortaya çıkan “kurban eti vurgunu”nda başroldeydi. Operasyonlar sonucu yapılan incelemelerde vakıf ve derneklerin 200 bine yakın kurbanın kesimi için Et ve Balık Kurumu yerine May-Et ve Yavuz-Et ile anlaştığı ve 150 bine yakın kurbanın kesim parası tahsil edilmesine rağmen kesilmediği ortaya çıkmıştı. EBK kurban kesimi için 4,5 ile 35 lira alırken, May-Et ve Yavuz-Et’in küçükbaş hayvanlar için 50-90 lira, büyükbaş hayvanlar için 350-630 lira aldığı anlaşılmıştı.
Bakan Pepe’den Hema’dan doğa talanı yolsuzluk hüllesi
Bartın’a termik santral kurmak isteyen Hema Enerji’nin bir dediği diğerini tutmuyor. Hema valileri, belediye başkanlarını, ticaret ve sanayi odası başkanlarını etkileyebiliyor
Elektrikte özelleştirme başlıyor zelleştirme İdaresi Ö Başkanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre. Boğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş, Dicle Elektrik Dağıtım A.Ş, Gediz Elektrik Dağıtım A.Ş ve Trakya Elektrik A.Ş’nin özelleştirme ihalelerine 68 şirket başvuru yaparken İşKaya İnşaat, Cengiz Elektrik, IC Holding, Limak İnşaat, Kolin İnşaat, Çalık Enerji, Bereket Enerji, Aksa Enerji ve KCETAŞAYEN Ortak Girişim Grubu 4 ihaleye birden başvurdu.
V
atan gazetesi, 3 ve 4 Mayıs günlerinde eski Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe’nin Bartın’da orman arazisinin talanına göz yumduğunu, sonra da talana ortak olduğunu ortaya çıkardı. Bartın’da ormanın ortasında kurulan mermer madeni, çevre katliamının yanı sıra bir tür yolsuzluk, usulsüzlük ve iktidar olanaklarının kötüye kullanımı olarak gelişti. AL VER PEPE’YE CAN VER Karayel Gemi İnşa ve Deniz Nakliyat San Tic Ltd Şti, 9 Kasım 2004’te Cüneyt Turkut ve Adnan Kan tarafından kuruldu. Sonra şirketin faaliyet alanına madencilik eklendi, şirketin adı Karayel Gemi İnşa ve Deniz Nakliyat Maden San Tic Ltd Şti oldu. Şirket Amasra’daki mermer madeni için izinlerini alınıyor ve mermer üretimine 2006’da başlıyor. Cüneyt Turkut şirketin yüzde 50’lik payını Pepe kardeşlere ait Kar İnşaat’a devrediyor. Diğer ortak Adnan
Kan’ın yüzde 50 ortaklığı ise devam ediyor. 17 Mayıs 2007’te Turkut’un şirketteki sorumluluğu bitiriliyor ve şirketin başına Osman Pepe’nin oğlu Mustafa Talha Pepe geçiyor. Karayel’deki yüzde 50 ortaklığını Kar İnşaat’a devreden Cüneyt Turkut, 1 Şubat 2008 Pepelerden Kar İnşaat hisselerini satın alıyor. Bu tarih aynı zamanda Osman Pepe’nin mal varlığının tartışıldığı günlere denk geliyor. 3 Şubat 2010’da Kar İnşaat’ın yönetiminde ise Osman Pepe’nin oğulları M. Halil İsmail Pepe ve Mustafa Talha Pepe var. Tıpkı daha önce Kar Elektrik ve Hat-San’da olduğu gibi. Şirketleri hep Cüneyt Turkut kuruyor sonra devrediyor. Gürcistan’da hidroelektrik santral yapım izni alınıyor, Kar Elektrik Pepe’lere devrediliyor. Hat-San’ın da içinde olduğu yatırımcı gruba Yalova Altınova’da tersane kurma izni veriliyor, daha sonra Cüneyt Turkut tarafından kurulan Hat-San, Pepe kardeşlere devrediliyor.
artın’da 28 Nisan günü düzenlenen Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı (BAKKA) toplantısına Bartın valisinin özel davetlisi olarak Hema Enerji şirketi yetkilileri katıldı. Batı Karadeniz Enerji Üssü Projesi’ni anlatan Hema yetkilileri BAKKA Yönetim Kurulu üyelerinden tam destek aldı. Hema Enerji’nin Bartın’da kurmayı planladığı termik santral için 15 Nisan’da Amasra’da düzenlenen ve halkın da katıldığı toplantıda Amasralılar termik santral istemediklerini net bir şekilde ifade etmişlerdi. Termik santral fikri sadece Hema Enerji’nin maaşlı çalışanları tarafından destek görmüştü. Hema Enerji, Hattat Holding bünyesinde faaliyet gösteriyor; başkanı ise Türkiye’nin sayılı zenginlerinden Mehmet Hattat. Bölgede taş kömürü madenleri olan Hema, enerji üssü projesi kapsamında Karadeniz’de petrol ve doğalgaz sondajı yapıyor ve bölgeye termik santral kurmak istiyor. Hema, Çin’in en büyük üçüncü devlet teşekkülü olan Datong firmasıyla ortak olduğu proje için 3,5 milyar liralık yatırım yaptığını her fırsatta vurguluyor. Hema aynı proje için şubat ayında 1,4 milyar Avro, mart ayında ise 2 milyar Avro yatırım yaptığını söylemişti. Hema, bölgede kurmayı düşündüğü 2640 MW gücündeki termik santral projesinin 11 bin kişiye istihdam yaratacağını
‘‹fle sendikal› dönece¤iz!’ AKP’nin büyüme serabı
T
ÜİK’in, sanayi üretiminin % 21 arttığını duyurmasının ardından Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün ‘çift haneli büyüme rakamları’ beklemeye başladı. Ancak sanayi üretimindeki büyüme rakamları mevsim ve takvim etkisinden arındırıldığında ortaya %0,9’luk bir artış çıkıyor. Ancak sanayi üretimindeki artışa rağmen işçi ücretleri, iğneden ipliğe yapılan zamlarla giderek aşağı çekiliyor; enflasyonun altında kalıyor.
Balnak Lojistik-Nakliyat’ta iflten ç›kar›lan iflçiler direnirken, ifllerine devam eden iflçiler de sendikalar›ndan istifa etmeleri için yap›lan tehditlere ve ifllerin tafleron flirkete verilmeye çal›fl›lmas›na karfl› direniyor. Balnak’ta 7 Kas›m 2009’dan bu yana toplam 25 iflçi, D‹SK/Nakliyat-‹fl üyesi oldu¤u için
iflten ç›kar›ld›. ‹flçilerin örgütlendi¤i Nakliyat-‹fl, Balnak’›n bask›lar›na karfl› flirketin her iflletmesini eylem alan› olarak tarif etti ve iflçiler 16 Ocak’ta Balnak’a ait tüm depo, fabrika ve iflletmelerin önünde direnifle geçti. Balnak’›n ifl yapt›¤› firmalar›n önünde de eylemler yapt›. ‹flçiler, sendikal› olarak ifle
Türkiye Taşkömürü Kurumu’ndan kiraladığı madenleri zamanla işletme hakkını alan Hema’nın bölgedeki madenlerinde çalışan işçilerin hiçbir zaman güvenceleri olmadı. Hema’nın madenlerinde çalışan işçiler ödenmeyen ücretlerini veya istedikleri ücret zamlarını her defasında iş bırakma, ocağı terk etmeme gibi eylemlerle alabildi. 2006’dan bu yana Hema’ya ait madenlerde işçilerin ücretleri için yaptıkları eylem sayısı sekiz.
B
Enerji üssü projesi, eme¤i de¤ersizlefltiriyor, bölgeyi çevresel felakete sürüklüyor söylüyor; ancak ÇED Başvuru Dosyası’nda tesisin çalışma aşamasında maden çıkarma ile kireç ocağı ve termik santralde toplam 1200 kişiyi çalıştıracağını beyan etmiş. Hema’nın kurmayı düşündüğü termik santral için yılda 13 milyon ton kömür çıkarması gerekiyor oysa Hema yıllık hedefini 5 milyon ton olarak belirlemişti.
KALKINMA AJANSLARI Yeni sömürgecilik politikaları kapsamında sermayenin önüne koyduğu modellerden biri olan bölgesel kalkınma ajansları, özel sektöre dayalı, Küçük ve Orta Büyüklükte İşletme (KOBİ) temelli, ihracata yönelik bir kalkınma modeli oluşturuyor. Devlet bütçesinden, kurumların vergilerinden, AB fonlarından ve uluslararası fonlardan elde ettikleri gelirlerle bütçesini oluşturan bölgesel kalkınma ajanslarının yönetimini, bölgedeki valiler, belediye başkanları, sanayi ve ticaret odaları başkanları oluşturuyor. Ajansın icraatlarını Devlet Planlama Teşkilatı’nın yaptığı sınavdan geçenlerin oluşturduğu genel sekreterlik belirliyor. Kalkınma ajansları özel şirketlere imtiyazlar oluşturup, emekçileri daha da yoksullaştırırken, dış müdahalelerle oligarşik bir kent yönetimi yapısı oluşturuyor.
UPS iflçileri ifllerini geri almak ve sendikal› olmak için direniyor geri dönmek için direnifllerini sürdürüyor. ‹flverene göre iflten ç›karma sebebi ise “performans eksikli¤i” ancak iflten ç›kar›lan iflçilerden Kenan Atmaca’n›n elinde tuttu¤u “Ay›n çal›flan›” belgesi, iflverenin ‘performans’ yalan›n›n kan›t›. ‹flten at›lan di¤er iflçiler de ‘baflar› belgelerinin’ iflten at›lmadan önce toplat›ld›¤›n› ifade ediyor. Balnak, iflten ç›karmalar›n yan› s›ra, sendikal örgütlenmenin önüne geçmek için çeflitli bask› ve aldatma yöntemleri uyguluyor. Balnak iflçilere “‹flleri taflerona verece¤iz, daha iyi imkanlara kavuflacaks›n›z, bunun için sendikadan istifa etmeniz gerekiyor. ‹stifa ederseniz sizi operatör yapar›z” gibi teklifler sunarak kand›rmaya çal›fl›yor. Bu yetmiyor flirket yetkilileri iflçilerin evine gidip sendikadan istifa etmesi için para teklif ediyor.
Kargo alan›nda dünya devi olan ABD flirketi UPS, sendikalaflmay› engellemek için her yolu deniyor. ‹flçiler de UPS’ye sendikay› sokmak için mücadelelerini sürdürüyor. UPS ilk olarak 15 Nisan’da iflçilerin sendikal› olmas›n› engellemek için Türk‹fl/TÜMT‹S üyesi 33 iflçiyi iflten ç›kard›. UPS, 33 iflçiden dördünü ise ilginç bir hileyle iflten ç›kard›. ÖNCE TAKD‹R SONRA ‹fiTEN ÇIKARMA UPS iflten ç›karaca¤› iflçilere önce baflar› belgesi verdi ve “Sizi baflka yerlerde çal›flt›rmak istiyoruz” dedi. UPS’nin teklifine “Siz nerede isterseniz, orada çal›fl›r›z” diyen iflçiler birkaç gün sonra flirketten “Kadromuzda yer yok” cevab›n› ald›. Önceki iflinden ç›kan iflçiler böylece iflsiz kalm›fl oldu. 20 Nisan’da direnifle geçen iflçilerden 24’ü k›sa bir süre sonra iflbafl› yapt› ve iflçiler
de direnifllerini bitirdi. Ancak UPS’nin sendikay› iflyerinden ç›karma çabas› bitmedi. UPS, 3 May›s günü ‹stanbul, Ankara ve ‹zmir’de 32 sendikal› iflçiye iflbafl› yapt›rmad›. Böylece UPS’nin sendika üyesi oldu¤u için iflten ç›kard›¤› iflçi say›s› 41’e ulaflt›. ‹flten ç›karmalar›n ard›ndan ‹stanbul’da iflten at›lan iflçiler 5 May›s günü UPS’nin ‹stanbul Mahmutbey’deki aktarma merkezi önünde direnifle geçti. TÜMT‹S, direnifllerini UPS ile toplu ifl sözleflmesi imzalanana kadar sürdüreceklerini söylüyor. Kargo ve nakliyat iflçileri, günde 14 saat çal›fl›yor ve 521 liral›k asgari ücret al›yor. Ö¤le yemekleri ve çay aralar›nda kullanmalar› gereken mola sürelerini dayatmalar sonucu yeteri kadar kullanamayan iflçiler, ifl ç›k›fl› evlerine giderken de ulafl›m sorunu yafl›yorlar.
10
KİBELE 14 May›s 2010 / 27 May›s 2010
Halk›n Sesi
Önümüzde bak›r taslar günefl dolu 010 yılının ilk yarısı hepimizin bilincine gelecek güzel günler için umut tohumları ekti. Cehennem uykusuna yattığı sanılan emekçiler birleşerek mücadele ettiler ve ilerledikleri yolda “asla yalnız yürümediler”. Belirli bir kuşak belki de ilk kez fabrika işçileriyle tanıştı, bu ülkenin bir zamanlar tarıma dayanan bir geliri olduğunun, şekeri ve tütünü işleyecek alt yapısı olduğunun farkına vardı. Çok zamandır biz bize olduğumuz eylemlerde, kimsenin tanımadığı kadınlar ve erkekler yer almaya başladılar. Örgütlü sendikalı işçilerin pankartları genel merkezlerinden gelir. Oysa bu yıl beyaz çarşafı bulan üzerine iş güvencesi, alacakların ödenmesi vs. gibi haklarını talep eden sloganlarını kondurup, tertip komitesinin belirlediği “kortej sıralamasını” umursamadan yürüyüş koluna katıldı. Bu yeni katılımcılar kortej sırasından öte biz sosyalistlerin ezberini bozdu. 32 yıl sonra Taksim Meydanı’na çıktığında ne yapacağını bilemez haldeki yüz binleri sarsarak kendine getiren de “masa başındaki hesap, eylem Selcan alanına uymaz” diyen de; Ad›yaman katledilen insanlara şükranlarını sunan emekçilerdi yine. Oysa Kartal bize onların hafızasız ve nankör Halkevi olduğu aşılanmıştı ‘80’lerden beri. Tüm bu hareketliliğin tam orta yerinde ama kendisinden beklenen şaşkınlık içinde sürüklenerek değil, kararlılık içinde, en önde Türkiyeli kadın işçiler vardı. Bahsedilen yalnızca Kızılay’daki işçi anneler değildir, Kızılay’daki “sosyalizmin kurucu bir öğesi olarak kadın mücadelesi”ni yükselten kadın işçilerdir. Bahsedilen yalnızca hayatında ilk kez evinin dışında bu kadar uzun süre kalan türbanlı bir kadının başı açık diğerine sığınması değildir. Bahsedilen “kırda ve kentte, Türk ve Kürt kadınları arasında var olan zengin yaratıcı-dönüştürücü dinamizmi neoliberalizme, piyasacı gericiliğe ve savaş politikalarına karşı kadınların taleplerine de yanıt veren yeni bir toplumun inşa edilmesinde ön plana çıkan birleşik bir gücün” temsilidir. “Sermayenin son saldırı stratejisi neo-liberalizm, proleterleşme, hizmetlerin piyasalaşması kadınların ikinci sınıf insanlık durumunun koşullarını daha da ağırlaştırmakta ve kadınları ucuz işçilik-yoksul ev kadınlığı cenderesine daha da hapsetmektedir.” Hastane önlerindeki direniş çadırlarında beklerken, ‘sağlıkta taşeron ölüm demektir’ diyerek hem emeğine, hem yaşama sahip çıkan sağlık işçilerinin büyük bir bölümünü oluşturan kadın işçilerin emeğe sahip çıkma mücadelesi yoksul mahallelerde yaşayan kız kardeşlerinin dayanışmasıyla, kadın erkek tüm emekçiler için gün geçtikçe büyüyen bir umut olmuştur. Son yıllarda aklınızda kalan işçi direnişlerini sayın deseler ilk aklımıza gelenler Emine Aslan ve Novamed’li kadınlar olur. Son yıllarda uzun sürelere yayılan direnişlerin kadın bileşenlerinin fazlalığı bir tesadüf değildir. Kadınlar emekleri için, evleri için, kamusal hakları için yürümeye başladıktan hemen sonraki ikinci adımlarında “içinde kadınların ve erkeklerin özgür, eşit ve üretken bireyler olarak yer aldıkları kolektif bir toplumsal hayatı yaratmayı” hedefler hale gelirler. Çünkü tam ve eksiksiz bir yurttaş olabilmek için yurttaşlık kavramının yeniden ve en alttakiler tarafından tanımlanması gerekmektedir. Bu bakımdan bir kadın kitlesi bir kez yola çıkmaya karar vermişse, onun için yürüdüğü yolda “ölmek var dönmek yok”tur. Meselenin içinde kadınlar politik bir özne haline getirilebilirse artık orada söz konusu olan basit ekonomik talepler, tapu hakları vs değil; yaşamın eşitlikçi bir temelde yeniden nasıl örgütlenebileceği sorunu olur. İşte bu yüzden bir araya gelmeye hazırlanan tüm kadınların bir kez daha hatırlamalarında fayda olan gerçek şudur ki, mesele bir grup kadının daha örgütlü kılınması meselesi değildir. Mesele dünyanın her yerinde ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören, ucuz işçi-yoksul ev kadını cenderesine hapsedilmeye çalışılan, kapatıldığı odalarda tecavüze uğrayan, dayak yiyen, öldürülen kız kardeşlerimizin ve bizim başka bir dünyada mutlu ve özgür yaşamamızı sağlayacak örgütleri kurma sorunudur. Mesele tüm dünyaya gümbür gümbür yaz gelirken, bu örgütün kurucu unsuru olmaya karar verme meselesidir. 1 Mayıs’ı yukarıda yazdıklarımızın tecrübe edildiği bir coşkuyla arkamızda bıraktık. Şimdi şairin dediği gibi: “Önümüzde bakır taslar güneş dolu”*
2
*Nazım Hikmetin Güneşin Sofrası şiirinden bir mısra
Üç çocuk yapana, gelinlik hediye Kırıkkale valisinden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a destek geldi. Vali Hakan Yusuf Güner, üç çocuk yapmaya söz veren gelinlere gelinlik hediye edeceğini söyledi. Kırıkkale’de Halk Eğitim Merkezi’nin açtığı sergide sergilenen gelinliklerin yoksullara hediye edileceğini söyleyen Güner, bunun için bir de şart koydu: Üç çocuk yapma sözü. Kadınların bedeni üzerinde söz sahibi olma yetkisini kendinde gören Erdoğan’dan sonra Güner de, gelinlik almaya parası olmayan yoksul kadınların üç çocuk doğurmasını istedi. Sergiyi gezdikten sonra açıklama yapan Güner, “Kırıkkale’nin gelişmesi için nüfusu daha fazla artırmamız gerekiyor. Onun için Halk Eğitim Müdürlüğü ile görüştük. Üç çocuk yapma şartıyla fakirlerimize gelinlikler ücretsiz olarak valilik tarafından hediye edilecektir” dedi.
P O L ‹ T ‹ K
B ‹ R
K ‹ M L ‹ K
O L A R A K
A N N E L ‹ K
Benim annem cumartesi TUBA GÜNEfi
A
nneler günü vesilesiyle 267. cumartesi oturmalarında cumartesi annelerini ziyaret ettik. Onlar 15 yıldır kayıplarını arayan kayıp anneleri, kayıp yakınları. 267 haftadır, hüzünlerini öfkeye dönüştürüp, kararlılıklarıyla birleştiriyor ve hesap sormak için Galatasaray Meydanı’nda oturuyorlar. Geçtiğimiz cumartesi (8 Mayıs), anneler gününden bir gün önce, her cumartesi olduğu gibi Galatasaray Meydanı’ndaydılar. Biz de o gün, cesedinin kimsesizler mezarlığında bulunmasıyla cumartesi oturmalarının başlamasına vesile olan Hasan Ocak’ın hem birer anne, hem kadın, hem kayıp yakını olarak mücadele içinde olan kız kardeşleriyle görüştük. İkisi de kendilerinin nispeten şanslı olduklarını düşünüyorlardı. 55 günde kayıplarının cesedine ulaşabildikleri için. Hasan Ocak’ın ablası Hüsniye Ocak, “En yoğun hissettiğim duygu ‘hüzün’, ona dokunamamak çok acı ” diyordu gözyaşlarıyla; ama devam ediyordu: “Yine biz şanslıydık. 55 gün sonra kardeşimin cesedine ulaşabildik. Hala yakınlarına ulaşamayanlar var. Onlar için hissettiğim şeyse, umut. Burada umut, sadece kemiklere ulaşabilmek demek. Sevdiklerine dokunamamak herkes için çok acı.” ÖZLEME RA⁄MEN ÖFKE, ÖFKEYE RA⁄MEN UMUT Hüsniye Ocak iki çocuk annesi. Kendisini bir de kayıp annesi gibi hissediyor. Çünkü kardeşinin annesiymiş gibi, onu büyüttüğünü ona annelik de yaptığı için alandaki kayıp annelerini çok iyi anladığını anlatıyor. Bir anne olarak orada olmanın, kayıp çocukların cesetlerinin bulunmasını beklemenin çok zor olduğunu söylüyor. İki biçimli annelik kimliğine rağmen anneler günü için “Bence
Anneler gününü geride bırakırken bir kez daha anneliklerini aydınlık bir ülke için mücadelenin parçası haline getiren Cumartesi Annelerini hatırlamanın zamanı
erkek bir kere mücadele ediyorsa, bir kadın daha fazla mücadele etmelidir. Çünkü kadın ezilenin ezileni. Sınıf olarak, ulus olarak ezilen kadın bir de cins olarak eziliyor. Önce kadın olarak özgürleşmesi, kutsal eşiğin dışına çıkıp mücadeleyi öyle sürdürmesi gerekiyor. Ama mücadele içinde annelerin daha çok var olması gerektiğini düşünenlerdenim. Benim çocuğum da alanlarda büyüdü zaten. Eylemlerde mitinglerde ya kucağımızdaydı ya omzumuzda. Geleceğimiz için, çocuklarımızın daha iyi yaşayabilmesi için mücadele ediyoruz. Kendimizin yaşayamadığı şeyleri yaşayabilmesi için. Çocuklarına daha doğru bir miras bırakabilmek için mücadele ediyoruz. Ben çok önce mücadeleye girdim ama anne olduğumda hissettiklerim çok daha farklıdır. Her şeyden öte, bir de evladın için koşuşturuyorsun. Onun için de fazla tercihin kalmıyor. Çocuklarını bu alanda büyütüyorsun. ” Ona da anneler gününe bir gün kala Galatasaray Meydanı’nda kayıpları beklerken bir anne olarak ne hissettiğini soruyoruz. Konuştuğumuz diğer kayıp yakınları gibi anneler gününün pazara dönük bir şey olduğunu söylüyor ve 15 yıldır kayıplarını arayan cumartesi annelerinin çığlıklarına kulak vermeyenlerin, anneler için övgüler dizmesini yapmacık buluyor. Anneler gününün ona yalnızca egemenlere karşı öfke doğurttuğunu söylüyor. “Övgüler dizdikleri annelerden bazıları sokakta özgürlük isterken, evladını ararken, o analara işkence yapılıyor, nezarethanelerde tecavüz ediliyor. Burada 683 kişinin gözaltına alındığı oldu. Bunları bilen biri olarak çok öfkeliyim” diyor. Kayıpların, tutukluların anneleri çocuklarının kaldığı yerden mücadeleye devam ediyor. Kayıp yakınları anne oluyor. Çocuklar için daha güzel bir dünya yaratma umuduyla mücadeleyi büyütüyor.
Kürtçe bilmedi¤imiz için fikirlerini alamad›¤›m›z kay›p annesi konuflmaya gerek b›rakm›yordu. Öfkesi ve umudu gözlerinde, elinde iki foto¤raf›, karanfiliyle, eylem alan›na oturmufl, 15 senedir kay›p olan o¤lunu bekliyor tek anneler günü 8 Mart’tır” diyor. “Anne değeri” kutsallaştırılırken, buradaki annelerin baskı görmesini sorunca, “Bu bir devlet politikasıdır aslında. Devlet bir tarafı yüceltirken, bir tarafı eziyor. Üzerinde baskı kuruyor. Bir taraftan cennet annelerin ayağının altındadır derken, bir taraftan annelere karşı baskı politikalarını sürdürüyor” cevabını veriyor. Hasan Ocak’ın kız kardeşi kucağında bebeğiyle gelmiş alana. Kadın olmanın yanında bir de anne olarak mücadelede olmanın çok anlamlı olduğunu düşünüyor.
“Buraya ilk geldiğimde bir anne değildim. Burada olmak, kadın olarak var olmak çok anlamlı ve onur vericiydi. En çok kadınların burada mücadele etmesi gerekiyor. Ama bir anne olarak alanda olmak çok farklı. Çok onurlu bir iş yaptığımızı düşünüyorum” diyor. Anneler gününde bir gün önce yine “cumartesi oturması”nda yer alarak ne hissettiğini soruyoruz. “Aslında özlem duygusu çok yoğun ama öfkemiz ağır basıyor tabiî ki. Hüzünleniyoruz da elbette ama onu yenmek için buradayız. Bir kazanım elde etmek için buradayız
15 senedir” diyor. “Anneler günü için pırlanta reklamları yapılıyor. Herkes annelerine hediye almaya çalışıyor. Ama burada hediye olarak yalnızca çocuklarının bir mezarı olmasını bekleyen anneleri görmüyorlar” diyerek biraz önce bahsettiği o öfkesini paylaşıyor. NES‹LDEN NES‹LE MÜCADELE Cumartesi oturmalarının örgütleyici ve destekleyicilerinden bir anneye soruyoruz; “Mücadele içinde bir kadın olmak ve bir anne olmak arasında fark var mı sizce?” Çok fark olduğunu söylüyor; “Bir
‘Kutsal ana’ şiddete karşı isyanda Anneler ayaklarının altında cennet değil, özgür bir dünya istiyor. Anneler gününde hediye değil canlarını istiyor. Kutsallaştırılıp eve mahkum edilmeye, erkek şiddetine, yas tutmuyor, isyan ediyor.
İ
stanbul Feminist Kolektif “Anneler Günü”nü kutlamadı. Anneler gününde (9 Mayıs) İstanbul Galatasaray Meydanı’nda toplanan kadınlar her gün üç kadının öldürüldüğü bir ülkede anneler gününü kutlamayacaklarını söyledi. Ankara Kadın Platformu kadın cinayetlerine karşı protesto yürüyüşü yaptı. Eylem alanına üzerlerinde “Anneler gününe özel haksız tahrik indirimi” yazan dev hediye paketleri ile gelen kadınlar, “Hediye değil can güvenliği istiyoruz” diyerek yaşama hakları elinden alınan kadın nüfusuna dikkat çekti ve yargının haksız tahrik indirimleriyle katilleri
koruduğunu söyledi. CENNET DE⁄‹L HAYAT Basın açıklamasını yapan Hasbiye Günaçtı, “Anneleri, kocaları, babaları, oğulları, sevgilileri öldürüyor. Kadınlar ev işini, çocuk, hasta bakımını karşılıksız yapıyor, yemek tuzlu oldu diye dayak yiyor, sürekli makarna yaptığı için öldürülüyor. Şiddetle yaşamak zorunda kalan biz kadınlar böyle yaşamaya isyan ediyoruz” dedi. Eylemde, “Cennet annelerin ayakları altındadır” denerek anneliğin kutsallaştırıldığını ama kadınların anne kimliği altında ev işleri ve bakım hizmetlerine,
parasız kreş bulamadıkları için evlerine mahkûm edildiğini belirten kadınlar, “Annelik kutsal değildir”, “Dayağın çıktığı cenneti değil hayatı istiyoruz” sloganlarıyla tepkilerini dile getirdiler. ERKEK fi‹DDET‹ ALANDA “Namus bizim değil sizin belanız. Namus adına akıtılan kan bizim” diyerek erkek şiddetinin her türlüsüne karşı isyan eden kadınlar eylem sırasında çevreden geçen erkeklerin sözlü tacizine uğradı. Kadınlar, erkeklerin taciz, tecavüz kardeşliği yaptığı bir ülkede anneler gününü kutlamayacaklarını vurguladı.
YAS DE⁄‹L ‹SYAN VAKT‹ Ankara’da, Ankara Kadın Platformu kadınlara yönelik cinayetleri protesto etti. Yüksel Caddesi'nde toplanan kadınlar ''Sevgilim aldattı öldürdüm'', ''Ablam evden kaçtı öldürdüm'', yazılı siyah tişörtler ve maskelerle Sakarya Caddesi'ne yürüdü. Eylemde kadınlar, ''Yasta değil, isyandayız'', ''Tesadüf değil, erkek şiddeti'', sloganları attı. Kadınlar, Ziya Gökalp Caddesi'ndeki köprünün üzerine çıkarak, birer harften oluşan dövizlerle yan yana dizildi ve ''Kadın cinayetlerine son'' yazısını oluşturdu. Diğer kadınlar da bir süre yolu trafiğe kapadı.
Hediyemiz barış olsun Siirt sessizliği bozuyor Şehrin sırrını açıklamak cezalandırılsa da Siirt sesini yükseltiyor: Cinsel istismara hayır!
A
nneler gününde (9 Mayıs) Diyarbakır, Siirt, Van, Batman, Yüksekova, İstanbul ve İzmir’den anneler Ankara’da iki günlük oturma eylemi başlattı. Ankara Barış İçin Kadın Girişimi, oturma eylemi yapmak üzere, sorunlarını iletmek istedikleri meclise ve genelkurmaya en yakın yer olan Güven Park’a gitti. Kadınlar, polisin eyleme izin vermemesi üzerine Abdi İpekçi Parkı’nda bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada anneler, en kutsal varlıkları çocuklarını kaybetmenin acısıyla anneler gününü buruk ve hüzünlü karşıladıklarını belirtti. Artık çatışmalarda ölen çocuklarının haberini almak korkusuyla yaşamak istemediklerini söyleyen anneler, bu özel günü çocuklarının mezar taşlarının başında geçiren asker annelerine seslenerek “Yaşadığımız acılar farklı değil. Çözülmeyen Kürt sorunu nedeniyle yaklaşık 30 yıldır
S
iirt’te 7 çocuğun 2 yıl boyunca taciz ve tecavüze maruz kaldığının ortaya çıkmasından sonra, durumun 2 değil 4 yıldır sürdüğü ve suskunluğun nasıl korunduğu ortaya çıkmaya başladı. Çocukların istismar edildiğini okul yönetimine bildiren rehber öğretmen A.S’nin, okuldan sürgün edildiği belirlendi. A.S, okula 3 ay sonra dönebildi.
toplumun her kesimi ağır bedeller ödedi. Ancak acıyı bizim kadar hiç kimse hissetmedi. Gelin, artık çocuklarımızın tabutlarına değil, kendilerine sarılmak istediğimizi haykıralım” dediler. AKP’nin anayasa değişikliğinde,
Kürt sorununun çözümüne dair bir adım atmamış olmasının çatışmaların yeniden başlayacağını gösterdiğini belirten anneler, akan kanın durmasını istediklerini söyledi. Annelere BDP’li milletvekilleri destek verdi.
‘ALAN RAZI SATAN RAZI’ Bir yerel gazetecinin “Alan razı, satan razı size ne oluyor?” demesi, rehber öğretmenin sürgüne gönderilmesi konunun 4 yıl boyunca nasıl bir şehir sırrı haline getirilebildiğini gösterdi. Siirt’te, 2008’den 2010 Nisan’ının sonuna kadar 76 çocuk anne oldu. Çocuklardan birinin 10 yaşında olduğu belir-
lendi. Bilgilere göre Siirt’te, 2010 yılında 17 çocuk doğum yaptı. S‹‹RT’TEN BEKLENEN SES GELD‹ Siirt’te binlerce kişi “cinsel istismara sıfır tolerans” dedi. Doğan Mahallesi’nden Cumhuriyet meydanına yapılan yürüyüşe KESK Şubeler Platformu, DİSK/Genel-İş, İHD, MKM-DER, Belediye-İş, TTB, Siirt Barosu, BDP’li milletvekilleri, Eğitim Sen, birçok kurum ve öğrenciler katıldı. Eylemciler sorumluların hesap vermesini istedi. Eylemde, Eğitim-Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç, “Bu olayda Siirt halkı, medya ve çocuklar günah keçisi seçildi. Suçluyu bulmak için, sosyal yaşam ve göç sonucu getirilen yoksulluğun sonucuna bakın yeter” dedi.
11
HALKEVLERİ GENEL KURULU 14 May›s 2010 / 27 May›s 2010
Hareketli bir sürecin öngününde HAK
Halk›n Sesi
“1 Mayıs’a damgasını vuran ‘insanca yaşam ve güvenceli iş’ taleplerinin taşıyıcıları olarak, iddialı bir kortejle alana çıktık ve artık bizden kesinlikle daha fazlası bekleniyor. Bugüne kadar biriktirdiğimizin yetmediği görülüyor. Şimdi deneyimlerimiz ışığında önümüzdeki döneme ilişkin politik çizgimizi belirleyeceğiz. Önümüzde anayasa referandumu var, seçim yılına doğru ilerliyoruz, bir erken seçim de
MÜCADELELER‹N‹N
söz konusu olabilir. Kongremizde Halkevcilerin bu hareketli sürece kendilerinden beklendiği gibi etkin ve kıvrak bir şekilde müdahil olmalarına olanak verecek bir politika belirleyeceğiz. Daha uzun vadeli olarak, Halkın Hakları Forumu’nda ortaya konan çizginin ilerletilmesi ve geliştirilmesine ilişkin yapmamız gerekenler konusunda kendimize görevler ve planlamalar çıkaracağız.”
ÖRGÜTÜ
‹DD‹A
YÜKSELT‹YOR
Halkın Hakları Kongresi’ne doğru K H ak mücadelesinin örgütüyüz. Resmi üyelik bağı ile bağlı olunan bir örgüt değiliz. Mücadeleyi biriktirenler artık onun temsilini de üstlenebilmeli
ongrede, bu sistemden umudunu kesmiş olanların kendi kaderlerine dair sözü açığa çıkmalı. Herkes kendini mücadelenin öznesi hissetmeli
H
alkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, 22-23 Mayıs’ta gerçekleştirilecek olan Halkevleri Genel Kurulu’yla ilgili görüşlerini Halkın Sesi’ne aktardı. “Örgütlediğimiz basit bir genel kurul değil Halkın Hakları Kongresi’dir” diyen Birol, bugüne kadar halkın hakları mücadelesinde omuz omuza veren binlerce kişinin iradesinin doğrudan temsil edileceği bir Kongre tasarladıklarını vurguladı. Birol, 2007’de gerçekleştirilen Halkın Hakları Forumu’nda bir çizgi ve iddia ortaya konduğunu ve bu yolda önemli mesafeler katedildiğini belirterek bugün gelinen noktada bu çizgi ve iddianın geliştirilmesi göreviyle karşı karşıya olduklarını söyledi. “Halkın Hakları Kongresi’nde basitçe bir çalışma raporu sunmayacağız. Halkın Hakları Forumu’nda ilan edilen çizgide nereye geldik, ona bakacağız. Üç yıl önce ‘Halkın hakları için verilen mücadele hem savunmacı bir direnişin hem de kurucu bir inşanın bilinçli eylemidir’ demiştik. Neoliberalizme karşı ‘savunmacı bir direniş’ hattı örme noktasında çok deneyim biriktirdik. Barınma, ulaşım, eğitim, sağlık, su, gıda, çevre hakkı gibi alanlarda önemli başarılara imza atarak halkın hakları mücadelesi çizgisinin sol için umut vaat eden sahici bir seçenek olabileceğini gösterdik. Bir zamanlar imkansız kabul
edileni gerçekleştirdik. 1 Mayıs’a damgasını vuran ‘insanca yaşam ve güvenceli iş’ taleplerinin taşıyıcıları olarak, iddialı bir kortejle alana çıktık ve artık bizden kesinlikle daha fazlası bekleniyor. Bugüne kadar biriktirdiğimizin yetmediği görülüyor. Şimdi bu deneyimlerimiz ışığında biriktirdiklerimizin içindeki
eksiklerimizi açığa çıkaracağız ve önümüzdeki döneme ilişkin politik çizgimizi belirleyeceğiz. Önümüzde anayasa referandumu var, seçim yılına doğru ilerliyoruz, bir erken seçim de söz konusu olabilir. Kongremizde Halkevcilerin bu hareketli sürece kendilerinden beklendiği gibi etkin ve kıvrak bir şekilde müdahil
olmalarına olanak verecek bir politika belirleyeceğiz. Daha uzun vadeli olarak, Halkın Hakları Forumu’nda ortaya konan çizginin ilerletilmesi ve geliştirilmesine ilişkin yapmamız gerekenler konusunda kendimize görevler ve planlamalar çıkaracağız. ” Halkevleri örgütünün bu mücadele içinde önemli gelişmeler
kaydettiğini vurgulayan Birol, “Şube sayımız arttı, ülke çapında yaygınlaştık ama yaşadığımız gelişim, resmi üye ve şube sayısındaki artışla ölçülemeyecek bir gelişimdir. Halkevlerinin ortaya koyduğu çizgi emekçi halkın geniş kesimlerince sahiplenilen, örnek alınan bir çizgi haline gelmiş, bugüne kadar örgütlenmeye isteksizlik gösteren halk kesimleri giderek yaygınlaşan bir örgütlenme talebiyle Halkevleri’ne yönelmeye başlamıştır.” “Hak mücadelesinin örgütüyüz, Halkevleri resmi üyelik bağı ile bağlı olunan bir örgüt değildir. Mücadeleyi biriktirenler onun temsilini de üstlenebilmeli” diyen Birol, hak mücadelesinin bütün unsurlarının basit destekçi ya da takipçi olarak değil tek tek birer özne olarak Halkın Hakları Kongresi’ne katılmasını gerektiğini söyledi. Birol, halk demokrasisi mücadelesinin bir ön adımı olarak değerlendirdiği Kongre’den diğer beklentilerini de şöyle sıraladı: “Devrimci mücadelenin bıraktığı tecrübeyle yaşadığımız dönemin koşullarını değerlendireceğiz. Bu kongre bizi de değiştirecek, değiştirmek zorunda. Ezberimiz dışında bir şey yapıyoruz, kafamızdaki geleneksel kalıplar kırılacak. Devrimci, bilmediklerine dair cesur ataklarda bulunmalı. Kongrede, bu sistemden umudunu kesenlerin sözü çıkmalı. Herkes kendini özne olarak hissetmeli.”
A’dan Z’ye Halkevleri’nin iki yılı A B C
hmet Yıldız: Halkevleri’nin onursal başkanı Ahmet Yıldız 1 Eylül 2009’da hayatını kaybetti. ulancak: Halkevleri Engelli Hakları Atölyesi, Giresun’un bu güzel ilçesinde engellilerin sesi oldu. emaat: Halkevleri cemaati rahatsız etti, cemaat de Halkevlerini hiç sevmedi. Cemaatin gazetesi Zaman, yalan haberleri yüzünden Halkevlerine ceza ödemek zorunda kaldı. ay: Karadeniz’de yetişen çay bugünlerde Hopa ve Kemalpaşa Halkevleri’nin üretici eylemlerinin kıvılcımını çakıyor. eniz Feneri: Derneğin yolsuzlukları ilk açığa çıktığında Ankara’da, Bursa Yıldırım’da, ilçede yaşanan sel sonrası Artvin Şavşat’ta Halkevcilerin öfkesinden kaçamadı. mek ve Ekmek Meclisi: Eskişehir’de yapılan ekmek zamlarına karşı kurulan Meclis zamların geri alınması için kentte başarılı bir mücadele yürüttü. estivaller: Halkevciler şenlikli insanlar. Hopa Kemalpaşa’da 5 ve 6.’sı düzenlenen Halk Festivali, Dikmen Vadisi’nde düzenlenen Festivadi, direnişi sanat ve coşkuyla buluşturdu. ökçek: Barınma hakkına saldırı, kirli ve pahalı su, fahiş ulaşım zammı... Ankara’da her taşın altından Gökçek çıkıyor. Ankaralı Halkevcilerin eylemleri de en çok ona karşı oluyor. ES: Hidroelektrik santrallere karşı Artvin Borçka’da Halkevciler Karçal Dağı’nın zirvesine çıktı. MF: İstanbul 6-7 Ekim 2009’da IMF toplantısına ev sahipliği yaptı. Binler IMF’yi sokaklarda direnişle karşıladı. Halkevciler de elbette oradaydı. şsizlerin eylemi: Türkiye’de 2009 ve 2010 yılında işsizlik oranı Türkiye tarihinin en yüksek seviyesine ulaştı. Kocaeli’nde Derinceli işsiz gençler eylem yaptı.
Ç
D E F
sul mahallelerde çocuklarla buluştuğu yaz okulları programıyla geçiyor. rgüt evi: Halkevlerine saldırmak isteyenler, “Halkevleri örgüt evi oldu” dedi. Halkevleri de doğruladı: “Evet halkın örgütüyüz!” arasız … : Halkevleri; Eğitim, sağlık, ulaşım, enerji, su, barınma… insanca bir yaşam için gereken ne varsa işte onların parasız olmasını istedi. ant için değil halk için yerel yönetim: Yerel seçimlerde halkın adayları bu slogan etrafında bir araya geldi. u Forumu: 5. Dünya Su Forumu 16-22 Mart 2009’da İstanbul’da gerçekleşti. Kongre Merkezi’ne yürümek isteyen Halkevcilerle polis arasında çatışma çıktı. emsiye: Bursa’da Halkevci kadınlar 10 Şubat 2010’da Hüseyin Üzmez’i şemsiyeyle protesto etti.
J K
Ö
L
P
H I
M
R S
İ
N O
Ş
G
ames Petras: Dünya sosyalistlerinin James amcası, Halkevcilerden selamını eksik etmedi. entsel Dönüşüm: Barınma hakkı mücadelesi direniş ve zaferle büyüdü. Dikmen Vadisi, Gebze Çayırova Arızlı’da barınma hakkı için mücadele edildi. an!: Tayyip Erdoğan bir çiftçiye “Lan ananı da al git” demesinin ardından, “Halkına lan dersen, yumurtayı yersin” diyen Halkevcileri buldu karşısında. etrobüs: Metrobüse yapılan zamlara karşı zafer, İstanbullu Halkevcilerin 2009 Aralık, 2010 Ocak ayı boyunca gerçekleştirdiği ve halkın da katıldığı ‘parasız ulaşım hakkı eylemleri’yle geldi. iğde: Niğde de 15 yıl sonra yeniden Halkevi açıldı. kumuş insan halkının yanında olur: İki yıldır yaz ayları, üniversitelilerin yok-
T
ekel direnişi: Ankara Sakarya Meydanı’nda 78 gün boyunca sürdü. Halkevciler de direniş alanından hiç ayrılmayarak onlarla beraber nöbetteydi. luslararası İşçi Filmleri Festivali: Bu yıl 5.si düzenlenen Festival “güvencesizliğe seyirci kalma” diyerek izleyiciyle buluştu. çüncü köprü: İstanbul’un son ormanlarının yok edileceği projeye karşı İstanbul Halkevleri Sarıyerli Halkevcilerin odağında olduğu bir mücadele örgütlüyor. asaklı Meydan: 1 Mayıs 2010’da Türkiye muhalefetinin bütün bileşenleriyle beraber Halkevleri de Taksim alanına girdi. am: Elektrik, su, doğalgaz, ulaşım, gıda son iki yılda AKP hükümeti her türlü ihtiyaca zam yaptı. Halkevciler tüm ülkede zamlara karşı sokaktaydı.
U Ü Y Z
Yürüyerek büyüyerek... H
alkevleri 21. Olağan Genel Kurulu’na hazırlanıyor. 31 Mayıs-1 Haziran 2008 yılında Ankara’da gerçekleştirilen bir önceki genel kurulda İlknur Birol başkanlığında göreve gelen 30 kişilik Genel Yürütme Kurulu, Türkiye’nin dört bir yanından gelen Halkevciler, birçok alanda yaygınlaşan neoliberal saldırılar ve hak ihlalleri karşısında halkın haklarının savunulması ve ilerletilmesi kararı almışlardı. YOLU D‹REN‹fiTEN GEÇENLER Aradan geçen iki yılda Halkevciler o gün aldıkları kararı sokaklarda, yoksul mahallelerde, direniş çadırlarında, kimi zaman bir dağın zirvesinde kimi zaman bir kentin en işlek meydanında hayata geçirmek için hep yürüdü. Onlar yürüdü yol oldu, geçtikleri sokaklarda yeni yeni isimler yeni yeni şehirler onların mücadelesine katıldı. Ankara’da Şirintepe, İstanbul’da Kadıköy ve Çağlayan, Niğde, Ulukışla, Konya ve Muğla uğranan bu yeni sokaklardan, şehirlerden birkaçı. İki yıl boyunca nerde bir hak gaspı yaşansa orada Halkevciler oldu. Dikmen Vadisi’nden sonra Kocaeli’nde Arızlılı depremzedelerle, Gebze’de Çayırova halkıyla birlikte barınma hakkını savundular. İstanbul ve Giresun Bulancak’ta Halkevleri Engelli Hakları Atölyesi, önlerine çıkan engelleri aşmak için yola koyuldu. İstanbul’da metrobüs, Ankara’da ve Antalya’da fahiş ulaşım fiyatlarına karşı doğrudan eylemlerle rantçı belediyelerin gözünü korkuttular. Eskişehir’de ekmek zammını geri aldırdılar. Mersin’de yoksul Kürt mahallelerinde ilk Kürtçe sağlık hakkı bildirisini dağıttılar. Karadeniz’de “dereler de, çay da, söz de bizim” diyerek üretici ve köylü eylemlerini örgütlediler. Samsun’da Çevre Hakkı Meclisi’ne güç verdiler. Bursa’da Dersimlilerle Artvinlileri su hakkı mücadelesi için buluşturdular. Düzenledikleri forumlarda bazen yoksulları, bazen akademisyenleri, bazen emeklileri buluşturdular. Kadınlar krizin yıkımına karşı Türkiye’nin her yerinde birleşerek buluştu. Bursa’da Kocaeli’nde işsiz işçilerin eylemleri Halkevleri imzasını taşıdı Tekel’de işçilerle beraber direndiler. Ümraniye’de işgal edilen Tekstil atölyelerinde işçilerle birlikteydiler, “Tuzla’da ölümlere son”, 25 Kasım grevinde “omuz omuza halk grevine” dediler. Okmeydanı Hastanesi işçileriyle tayınlarını, Kent A.Ş işçileriyle öfkelerini paylaştılar. Güler Zere için ses verdiler, Engin Çeber için AKP Genel Merkezi önünde hesap sordular. Tutuklu DTP-BDP’lileri yalnız bırakmadılar. Geleneklerinin harcındaki devrimci dayanışmayı unutmadılar. Yeri geldi İşçi Filmleri Festivali için çalıştılar yeri geldi Kemalpaşa Festivali’nde buluştular. İstanbul Sefaköy’de tiyatro Ekip’i, Giresun’da Halk Tiyatrosu’nu kurdular, sürdürdüler. Grup Nurhak’ın albümü Halkevleri tarafından çıkarıldı, İstanbul Bayrampaşa’nın rapçisi Turcdevrim Halkevlerinin mitinginde binlerle beraber ‘aklamıyoruz haklıyoruz’ dedi. Ankara’da yerel yönetimler için sempozyum yaptılar, Manisa Akhisar’da çiftçi buluşması. Halkevleri örgütünün 78 yıllık öyküsünde iki yıllık bir dönem, anlatılması ve sayfalara sığdırılması mümkün olmayan anılar ve deneyimlerle beraber geride kalıyor.
12
DOSYA 14 May›s 2010 / 27 May›s 2010
Halk›n Sesi
Et t e çöz üm kimin için? ası yeni bir Et fiyatlarının yüksek olm t bu sorun değil. Fakat hüküme gündeme süreğen sorunu yeniden buldu: Et getirerek “yeni bir çare” mesi için ithalatı. Halkın ucuz et ye n hükümet onlarca farklı çözüm varke tarım ve et zümü seçti. tekellerinin işine gelen çö , besicinin Üstelik bu kararı çiftçinin i varını yoğunu kaybetmes pahasına aldı
Ucuz etin yahnisi ya da tarımda piyasalaştırma Yıllar boyunca Türkiye’de yoksulluğun göstergelerinden biri halkın sofrasından etin eksikliği oldu. AKP hükümeti ani bir karararla ‘pahalı et’ sorununa el attı. Çözümü ithalatta buldu
AKP’nin amacı halka ucuz et ulaştırmak değil, tarım alanında şirket egemenliği devrini başlatmak. Bu nedenle ucuz et için başka bir yöntem değil, sermayeye kapıları aralamak üzere ithalat seçildi
Eski köye yeni ‘çiftçi’ geliyor Bir kilo et seksen lira tadını unuttum insan gibi yaşamanın adını unuttum Cem Karaca, Yoksulluk Kader Olamaz parçası, (1977) Türkiye yıllardır adı yoksullukla özdeş olan pahalı et sorunuyla karşı karşıya. Öte yandan krizle beraber işsizlik derinleşirken gıda fiyatlarındaki artış oranı önemli yoksulluk göstergelerinden biri oldu. Son bir yılda et fiyatlarının artışı yüzde 45’i bulunca hükümet et fiyatlarını düşürmek için harekete geçti. “Et fiyatları dengeye yeni oturdu, şu an için ithalat çözüm değil.” Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker, (8 Şubat 2010) Önce Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker 25 Nisan’da bir açıklama yaptı. Et sektörüne müdahale etme kararı aldıklarını belirtti. Eker Türkiye’de et sıkıntısı olmadığını belirttiği açıklamasında aracıların spekülasyon yaratarak et fiyatlarını kendi lehlerine yükselttiğini duyurdu. Soruna çözüm için sektör temsilcileriyle toplantı yaptıklarını, fiyatların düşmesi için uyarıda bulunduklarını söyledi. Mehdi Eker’den sonra başbakan devreye girdi. ‘Et ajanı’ olarak adlandırdığı ve et fiyatlarını araştırması için görevlendirdiği kişiler aracılığıyla piyasa araştırması yaptıran Erdoğan da etin fiyatının yüksek olduğuna kanaat getirdi. Erdoğan, 23 Nisan’da toplanan mecliste Tarım Bakanı Mehdi Eker, ekonomiden sorumlu bakanlar Zafer Çağlayan, Mehmet Şimşek ve Ali Babacan’la görüştü. Kısa bir süre içinde bu konuya çözüm getirme kararı aldı. Fakat onun kararı Mehdi Eker’den
ithalat kararını değerlendirirken Türkiye’nin 1998’de imzalanan Avrupa Birliği Ortak Konseyi kararıyla birliğe yıllık 25 bin ton et ithalatı taahhüt ettiğini hatırlatıyor. Bu oran Türkiye et üretiminin %65’ine denk geliyor. Bugüne kadar ithalat uygulaması Avrupa’daki hayvan hastalıkları bahane edilerek engelleniyordu. Merkez kapitalist ülkelerin fazla üretimlerinden kaynaklanan stoklarının (et buzulları – tahıl dağları – süt gölleri – şarap ırmakları) korunan pazarlara girişi sağlanmakta ve böylece çevrenin tarımsal üretim kapasitesi kırılmaktadır. Bu yolun sonu, efektif talep yaratabilen çevre ülkeler için dışalıma bağlı bir tarımsal yapı yaratamayan en yoksul ülkeler için açlık anlamına gelmektedir. Halkın Hakları Forumu Beslenme ve Gıda Hakkı Atölyesi, (2007)
‹brahim Balaban’›n Harman tablosu farklıydı. Türkiye, AB’den canlı hayvan ve et ithalatını yasaklamaya devam etmektedir. Söz konusu yasaklar tarım ticaretine ilişkin ikili yükümlülükler ile uyumlu bulunmamaktadır ve anılan yasağın kaldırılması ilgili başlıktaki müzakerelerin anahtar unsurudur. Avrupa Komisyonu Tarafından Türkiye İçin Hazırlanan 2009 Yılı İlerleme Raporu Başbakanın çözümü ithalat yoluyla et üretiminin
piyasalaştırılması ve uluslararası tekeller lehine pazarın genişletilmesini sağlamak yönünde oldu. İthalat kararıyla çokuluslu et tekellerinin kâr ve yeni pazar hırsı, Türkiye et sektöründe küçük ve orta ölçekli işletmeleri tasfiye ederek tekellerin önünü açmak anlamına geliyor. Hükümetin et ithalatı ısrarının altında yatan nedenlerin başında serbest ticaret anlaşmaları geliyor. Türkiye Ziraat Odaları Birliği Genel Başkanı Şemsi Bayraktar
AKP’nin bu taahhüdü hatırlayıp harekete geçmesinin altında AB müzakerelerinin tarım fasılasını açtırmaya hazırlanması yatıyor. AB’nin et ithalatı konusundaki ısrarcılığının arkasında ise çokuluslu et tekellerinin basıncı var. DTÖ, IMF, Dünya Bankası, AB gibi uluslararası kurumlar ve çok taraflı ticaret anlaşmalarının sermayenin tarımı denetim altına almasını sağlayacak zeminleri yasalaştırarak dayattığı biliniyor. AB’nin Ortaklık Konsey Kararı metnine bu gibi ithalat şartlarının eklemesinin nedeni de Türkiye pazarına çokuluslu şirketlerin girmesini sağlamak. Böylece tarım devlerinin pazarları hükümetler ve uluslararası anlaşmalar eliyle genişletilmiş oluyor. Türkiye’de küçük et üreticileriyle, işçiler ve yoksul halk bundan zarar görüyor.
Hayvanlar kapıda mı bekliyor? E
t ve Balık Kurumu (EBK), 2 ve 4 Mayıs’ta gerçekleştirilen et ithalatı ihalesini 6 Mayıs günü “serbest rekabet şartlarının oluşmaması” gerekçesiyle iptal etti. EBK, 7 Mayıs günü yaptığı bir açıklamayla et ithalatı için yeni ihale tarihini 20 Mayıs olarak duyurdu. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı 20 Mayıs’ta gerçekleştirilecek ihale için 8 bin ton kasaplık sığır eti alınacağını bildirdi. Hayvan yerine et ithal etmek, piyasada et arzını yükseltmek anlamına geliyor. Bu durum, bir
yandan et fiyatlarının ucuzlamasına sebep olurken, diğer yandan, yerli hayvan besiciliğine ve kesimine büyük darbe vuruyor. 2 Mayıs’ta 4 bin 35 ton canlı hayvan ithali için açılan ihaleyi Almanya kökenli Hacılar Turkish Helal Et A.Ş firması kazanmıştı. 4 Mayıs’ta 5 bin ton kasaplık sığır eti için gerçekleştirilen ihaleyi Ürdünlü Khaled Hijazi şirketi kazanmıştı. Dünyanın büyük gıda şirketlerinden olan Hijazi, ihaleye tek başına girmişti. Et ithalatı ihalelerinde ilk
tartışma, ihale şartlarında yer alan “Şirketlerin eti 10 gün içinde Türkiye’ye getirmesi” şartı oldu. Şirketlere tanınan 10 günlük süre şartı, ihaleyi alan şirketin rakiplerine göre ihale tarihinden daha önce haberdar olduğu kanısını güçlendirmenin yanı sıra, akıllara ‘Hayvanlar gümrük kapısında mı bekliyor?’ sorusunu getirdi. Uzmanlar, birinci ihaleyi kazanan Hacılar A.Ş’nin, EBK’nın istediği 4 bin 25 tonluk hayvanı Türkiye’ye getirebilmesi için 10 günün yeterli olmayacağını belirtmişti. Avrupa
Birliği şartlarına göre hayvanlar karayoluyla getirilebiliyor. Bir gün içinde ancak 300 hayvan taşıması yapılabiliyor. 4 bin 25 ton et, yaklaşık 8 bin hayvan demek. 8 bin hayvanın ithalat yapılması için Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı tarafından belirlenen Estonya, Letonya, Litvanya ve Macaristan’dan ülkeye getirilmeleri 20 günden fazla zaman gerekiyor. Uzmanlar bu açıklamayı yaparken, ihaleyi alan Hacılar A.Ş’nin başkanı sadece “Gerekeni yapacağız” dedi.
Yollar tekellere çıkıyor T
ÜSİAD raporlarına göre dünyada gıda sanayinin toplam üretiminin %27’si 100 büyük gıda tekeli tarafından gerçekleştiriliyor. Bu tekeller şirket evlilikleri, ortaklıklar ve doğrudan yatırım yoluyla tüm dünyaya yayılma eğilimi gösteriyor. Elbette Türkiye’nin de bu yayılmacı sermaye istilasından muaf kalması düşünülemez. Et ve süt ürünleri alanında faaliyet yürüten gıda sanayicileri, yaşanan fiyat krizini bir dönüşüm sürecinin içinde olmaya bağlıyor. Krizin etkisiyle beraber tekstil gibi sektörlerde varlığını sürdüremeyen sermaye gruplarının tarıma yönelmesiyle büyük üreticilerin sayısı artıyor. Örneğin Atlas Halı Adana'daki çiftliklerinde 17 bin büyükbaş hayvan yetiştiriyor. Sayıları artan büyük üreticiler karşısında direnemeyen çiftçi, besici yani küçük üretici tarım alanının dışına itiliyor. Özelleştirme ve devletin et pazarını Et ve Balık Kurumu aracılığıyla sermaye lehine düzenlemesi (özelleştirme sürecinin bir parçası olan regülasyon) pazarda büyük şirket egemenliklerini pekiştiriyor. Dönüşüm sürecinin bu sayede tamamlanacağı söyleniyor. SERMAYE ‹Ç‹ ÇIKAR ÇATIfiMASI Sermaye bu süreci kendi içindeki çıkar çatışmalarıyla birlikte yaşıyor. Koç Holding yönetimi, ithal ete itirazını en hızlı dile getiren ‘yerli’ sermaye grubu oldu. Fakat bu itirazın ardında grubun Harran Ovası’nda önemli araziler satın alarak süt ve besi çiftlikleri kurmuş olması bulunuyor. Bu durum et ithalatı ve AKP’nin tarım politikalarının sermaye içi gerilim ve çatışmaya kapı araladığını da gösteriyor. Et alanına yatırım yapan Koç, Dört Mevsim Et gibi yerel pazara üretim yapan tekeller zarar edecekleri için hükümetle ters düşüyor. Öte yandan İslamcı sermaye gruplarından Yimpaş Holding bünyesinde bulunan Aytaç Et, ithalat kararından karlı çıkanlardan. Firmanın Belçika’da bir üretim tesisi bulunuyor ve AB ülkelerine satış yapıyor. Belçika’da ürettiklerini Türkiye’de satamamaktan yakınan şirketin önü ithalat kararıyla beraber açılıyor. Bu örnek neoliberal saldırı düzeneğinde ‘yerli’, ‘yabancı’ sermaye ayrımı olmadığını, sermayenin ulusu değil çıkarları olduğunu ve belli ber sermaye grubunun çıkarlarını korumak için AKP iktidarına yakınlığının önemini göstermesi bakımından anlamlı. İthalat fikrinin gündeme gelmesi et üreticisi açısından yıkıcı sonuçlar doğuruyor. Oysa yüksek et fiyatlarında onların sorumluluğu yok. 4 Mayıs günü Tarım Bakanlığı önünde et ithalatı kararını protesto eden üreticiler, eti
kendilerinin 15 TL’ye sattığını, ancak marketlerde bu fiyatların 40 TL’ye kadar çıktığını belirtirken aracılar ve perakendecilerin fiyatları nasıl da yüksek tuttuğu anlaşılıyor. ÇÖZÜM DE⁄‹L YIKIM Buna rağmen hükümetin sunduğu çözüm besicilerden et alarak bunu işleyip gıda pazarına sunan aracı firmaları devreden çıkarmak ya da fahiş fiyata et satmalarını engellemek olmadı. Aksine besi üreticisinin ürettiğini değersizleştirecek bir çözümü seçti. Tekellerin önünü açacak bir biçimde yurtdışından et ithalatına girişti. Bu karar Türkiye’deki 3.5 milyon çiftçinin elindekini kaybetmesi anlamına geliyor. Bu da çiftçilerin mülksüzleştirilerek ellerindekini satıp savıp işsizler, güvencesizler ordusuna katılmak üzere kentlere göç edeceğinin habercisi. İthalat lafının geçmesiyle beraber üretici elindeki hayvanları yok pahasına elden çıkarmaya başladı. Dişi hayvanlar ve tarımdaki tabiriyle henüz ‘kesime gelmeyen’ hayvanlar bile kesim için satılıyor. Bu durum yakın gelecekte besi hayvanı sayısının hızla düşeceği ve et ihtiyacının karşılanmasının zorlaşacağı anlamına geliyor. Kamu hizmetlerinin çökertilerek bu alanların bir bir piyasaya açılmasına benzer bir çökertme planı et alanında da uygulanıyor. Türkiye’de 1980’li yılların sonundan itibaren başlayan neoliberal saldırı üretimi yaraladı, tarımın ve köylülüğün tasfiyesine yol açtı. Bu süreçte hayvancılık çöktü. Et ve Balık Kurumu’nun işlevsizleştirilmesi, SEK, YEMSAN, Türkiye Zirai Donanım Kurumu gibi kuruluşların özelleştirilmeleri hayvansal üretimi azalttı. Canlı hayvan sayılarında önemli azalmalar meydana geldi. Çiftçi-Sen’in verdiği bilgiye göre 1980’de Türkiye’de hayvan sayısı 84 milyon iken bugün 38 milyon. Artan yem fiyatları, gübreden ilaçlamaya kadar tarımda maliyetlerin yükselmesi, süte verilen düşük fiyatlar nedeniyle üreticinin hayvancılıktan vazgeçmesi de hayvancılığa iyiden iyiye darbe vurdu. Et fiyatlarının uzun vadede yükselmesinin ardında tarıma yönelik neoliberal saldırılar ve et pazarının piyasalaşmasından faydalanarak üreticiden ucuz fiyatlara et satın alıp tüketiciye pahalı fiyata sunan aracılar bulunuyor. Yükselen fiyatlara sunulan çözümler ise halkın beslenme hakkını dikkate almaktan uzak, sermayenin çıkarlarını gözetir niteliğe sahip. Çiftçiler uygulamaya konulan neoliberal tarım politikalarının yakın gelecekte halkın gıdaya erişim hakkını ortadan kaldıracağı endişesi dile getiriliyorlar.
13
TARİH 14 May›s 2010 / 27 May›s 2010
Halk›n Sesi
D Ü N D E N
Y A R I N A
H A L K
D E M O K R A S ‹ L E R ‹
Halkın ellerinde başka bir hayat Tarih göstermiştir ki eşitlik ve gönenç, gerçek halk demokrasilerinin hüküm sürdüğü topraklarda var olabilmiştir. Demokrasinin bu öyküsü Fatsalı bir terzi, Parisli komünarlar, Pers topraklarındaki Karmatiler tarafından yazılmış ve çağları aşarak bugüne umut olmuştur
ÖZEN TAÇYILDIZ
K
arar alma ve yönetme işi, uzun yıllardır kişi ya da zümre tekelinde bulunan bir konu olmuş, “Halk yönetemez” söylemi ile profesyonellerin yapacağı teknik bir iş gibi gösterilmiştir. Eski Yunan’da vatandaş kabul edilenlerin birebir katılımı ile işleyen doğrudan demokrasi dönemin filozofları tarafından eleştirilmiş, bugün
bize hiç de yabancı olmayan "ayak takımının yönetimi" gibi kavramlar kullanılmıştır. Türk devlet geleneğinde yönetme yetkisinin hükümdara Tanrı tarafından verdiğine inanılırdı, Osmanlı’da da padişahlar “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” idi. Ortaçağ Avrupa’sında da durum aynıdır. Günümüz yönetim biçimi demokraside ise halk, yalnızca seçim dönemlerinde oy kullanarak
‘demokrasi’ye dahil olur. Uygulamanın hemen hiç bir döneminde yoktur, hükümet ya da diğer kurumların işleyişi üzerindeki denetimi sınırlıdır. Bundan öte ve asıl önemlisi kendisini dışlayarak oluşturulan karar alma-uygulama-denetim sürecine o da kendisini ait hissetmez, sahiplenmez. Peki tarihin her döneminde halk bugünkü gibi seyirci midir? İktidara geldiğinde hayat neye benzer?
‘Ama çok kısadır kiraz zamanı’ Gerçek bir seçimle oluşturulan, halkın içinden gelen ve ihtiyaçlarını bilen Paris Komün yönetimi kararlarını da bu yönde aldı. Uygulama ve denetleme yetkisi de yine onlarındı
İ
şçi ozan Jean-Baptiste Clement’in 1871 Paris Komünü ile özdeşleşen şiirindeki gibi Komün de kiraz zamanı kadar kısa sürmüştür. O 72 günü, üzerinden yüzyıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen, kendi kendini yönetmenin gerçekte ne olduğuna dair bir pusula haline getiren nedir peki? O yıllarda Prusya’ya savaş açan ve yenilen Fransa’da, imparatorluğun ve ardından kurulan burjuva hükümetinin Paris’i Prusya’ya teslim etmeyi kabul etmesine rağmen Paris proletaryası şehirlerini savunmayı ve sonuna kadar savaşmayı seçti. Savaşın başında hiçbir biçimde Alman halkıyla savaşmak istemeyen ancak egemen sınıfların savaşında ülkesini savunan Parisliler, bir süre sonra burjuva hükümetince üzerlerine gönderilen askerlerin de katılımıyla direnişe geçti ve uluslararası bir savaş olarak başlayan olay, bir iç savaşa, sınıf savaşına dönüştü. Şehre sahip çıkan işçi sınıfı onu resmen ele geçirerek Paris’i gerçekten yönetmeye başladı. Bu yönetim biçimi gerçek bir seçimle mümkün oldu. İşçi mahallerinden yüksek katılımla gerçekleşen seçim ile belirlenen Komün yönetimi, tüm bakanlıklara komisyonlar atayarak ve tüm devlet idaresini üstlenerek denetlenebilir, değiştirilebilir, yepyeni bir hükümet, bir işçi hükümeti olarak ortaya çıktı. Komün’de kamusal hayatın hemen her alanına dair uygulamalar gerçekleştirildi. Kiralar ertelendi, terk edilen konutlara evleri yıkılanlar yerleştirildi. Hal ve pazarların denetimi halkın seçimiyle oluşturulan zabıta ve polis teşkilatının denetimi altına alındı. Ücretlerdeki ceza ve
kesintiler yasaklandı. Faizleri kaldırılarak borçlar ertelendi. Sendikal örgütler terk edilen atölyelerin dökümünü yaparak işçi kooperatif birliklerinin nasıl işletebileceğine dair raporlar hazırladı. Etkin görev sırasında öldürülen muhafızların nikahlınikahsız eşleri ve onların çocuklarına aylık bağlandı. Parasız, laik, zorunlu bir eğitim sistemi temel alındı. Eğiticiler, öğrenci velileri tartışmaya çağrılarak eğitim işleri çalışmak isteyen erkek ve kadınların başvurusuna açık hale getirildi. Okullar denetime açık hale geldi. İlkokul öğretmenlerinin maaşları artırılarak ile kez kadınerkek ücret eşitliği sağlanmış oldu. Komün, 2 Nisan itibariyle hükümet güçleri tarafından saldırıya uğradı ve şehir bombardımana tutuldu. 21 Mayıs'ta Paris’in batıdaki şehir duvarlarındaki bir kapı yıkıldı ve hükümet birlikleri şehrin işgaline başladı. En sert direniş emekçi sınıfların daha yoğun olduğu doğu bölgelerinden geldi. Savaş şiddetli sokak çatışmalarının yapıldığı sekiz gün boyunca sürdü. 28 Mayıs itibariyle son barikat düştü. Bazı önemli destekçiler şimdi Komüncüler Duvarı denilen Père Lachaise Mezarlığı'ndaki duvarın önünde vuruldu, “Kanlı Hafta” boyunca binlerce kişi öldü. Tahminler, en az 30.000 ölü ve pek çok yaralı olduğu yönündedir. Günler boyunca sayısız erkek, kadın ve çocuktan oluşan komüncünün oluşturduğu insan seli, askeri kontrol altında Versay’daki hapishane bölgesine yürüdü. Daha sonra yargılandılar; bir kısmı idam edilirken, çoğu ağır çalışma cezasına çarptırıldı; geri kalanlar da Pasifik’teki Almanlara karfl› flehirlerini savunan Parisli iflçiler bir süre sonra karfl›lar›nda burjuva Fransız adalarına ya uzun süre için ya da ömür boyu sürgüne gönderildiler. hükümetini buldu. Bu kez s›n›f savafl› verdiler ve kendi iktidarlar›n› kurdular
Eflitlikçi toplum kurma yolunda kad›nlar savaflarak birey oldular
Eşitlikçi Karmatiler E
şitlikçi Paris Komünü 72 gün sürmüş olsa da tarih, uzun süreli benzer yönetim biçimlerine de sahne olmuştur. Bunlardan biri Karmatiler’di. 400 bin köylü desteği ile Küfe’de isyan eden Karmatiler kısa zamanda Suriye, Yemen, İran, Kafkasya, Anadolu ve Kuzey Afrika gibi geniş bir alana yayıldılar, birçok şehir kasaba belde ve köy ele geçirerek buralarda eşitlikçi yönetimin örneğini verdiler. Bahreyn’in Lahsa şehrini başkent yapıp komünal ve dünyevi bir sistem kurdular ve bunu yaklaşık 170 sene (899-1077) sürdürdüler. Karmati toplumunda hiç kimse kılıcından ve silahından başka bir şeye sahip olmadığı için zengin ve yoksul ayrımı yoktu. Hareket mensupları birbirlerine “refîk” (yoldaş) diye hitap ederlerdi. Çalışma, üretme ve savaşma üzerine bir toplum kurulmuştu. Tüm gelirler hazineye aktarılıyor ve gelir bireyler arasında ihtiyaca göre dağıtılıyordu. Bireylerin yaşamı güvenceye alınmıştı. Üretim her işin başı sayıldığından kadın-erkek, genç-yaşlı demeden herkesin mal ve mülk ortaklığına gitmesi yolunda siyasi-ideolojik eğitim yapılıyordu.
Fatsa’nın sırrı fikrinde Fatsa’da beraberce yöneten halk değiştirdi, dönüştürdü, başka bir hayat yarattı. ‘Ayaklar baş olup da’ kendini yönetmeye başlayınca egemenler kıyameti kopardı
‘F
atsa'da, 'Halk kendi kendini yönetemez, ille de tepesinde güçlü bir otoriteye gereksinim vardır' diye özetlenebilecek egemen sınıf savının somut olarak iflas ettiğini gördük.” Tuğrul Eryılmaz’ın ifade ettiği, “kendi kendini yönetme” deneyimi, bu topraklarda, bundan sadece 30 yıl önce üstelik de '80 darbesine giden süreçte yaşanmıştır. 1979'da yapılan belediye seçimlerine Fikri Sönmez, Fatsa'dan bağımsız aday olarak katılır. Sol hareket içinde aktif olarak yer alan Fikri Sönmez, o yıllarda da Giresun ve Ordu yörelerinde yapılan "Fındıkta Sömürüye Son" mitinglerinde örgütleyici ve konuşmacıdır. Sönmez, 14
Ekim 1979 Fatsa Belediye Başkanlığı seçimini, daha önce CHP, AP ve MSP'ye oy verenlerin önemli bir bölümünün de desteğiyle diğer tüm partilerin adaylarının aldığı oy toplamından daha fazla oy alarak kazanır. ‘BEN NE YAPTIYSAM HALKIM ‹Ç‹N, HALKIMLA B‹RL‹KTE YAPTIM’ Fatsa'da ilk iş olarak Halk Komiteleri'nin oluşturulmasına girişilir. Fatsa, sorunları, nüfusu ve toplanabilme özellikleri bakımından 11 birime ayrılır. Yapılan ilk toplantılarda gizli oy, açık sayım esasına göre komite üyeleri seçilir. Komite seçimlerine tefeciler ve faşistler dışında herkes hem aday olur, hem katılır. Seçilen komite üyelerinin görevleri, halkın sorunlarının takipçisi olma, belediye çalışmalarını denetleme, belediyece karşılanan ihtiyaç maddelerinin dağıtımı gibi işlerdir. İki ayda bir yapılan halk toplantılarıyla Fatsalıların yönetime doğrudan katılımı da sağlanmaya çalışılır. Bu toplantılarda tartışılarak son şekli verilen Belediye Çalışma Programı doğrultusunda yapılan işler halka anlatılır, yapılan eksiklikler ve yanlışlar tartışılır, önemli hataları görülen komite üyeleri halk tarafından görevden alınır. Öte yandan bu toplantılar belediye faaliyetlerinden başka içki, kumar sorunları, kadının evde gördüğü şiddet gibi konuların yanı sıra ülke sorunlarının tartışıldığı meclisler haline getirilmeye çalışılır. Yirmi bin nüfuslu Fatsa'da, bu toplantılara katılan kişi sayısı beş bindir. Bu komitelerin gerçekleştirdiği önemli çalışmalardan biri "Çamura Son" kampanyası olur. Kazısı yapılan ancak sonra durdurulan kanalizasyon çalışmaları nedeniyle Fatsa sokakları çamur içindedir. Bütün sokakların temizlenerek yeniden yapılması işine "yıllar sürer" denmesine rağmen halkın KAYNAKLAR:
1979 y›l›nda Fatsa halk›n›n üç ay süren çabas›yla yap›lan en büyük caddenin ad› darbeden sonra ‘Kenan Evren Caddesi’ olarak de¤ifltirildi!
Bilim ve Gelecek, sayı 40-41 Haziran Temmuz 2007
gönüllü katılımı ve çevre ilçelerin makine ve ekipman yardımıyla kısa sürede sokaklar temizlenir, kanalizasyon boruları döşenir ve ilçeye 4 km.lik yeni bir cadde yapılır. Arkasından ilçede tefeci-tüccarların elinde bulunan köylülere ait borç faizi senetleri önemli ölçüde ortadan kaldırılır. Geniş köylü kitlesinin katıldığı fındık mitingleri düzenlenir. Kısa sürede karaborsa, kaçakçılık ve rüşvet kesilir. Halk gelir ve giderlerini kendisi yaptığından belediye bütçesini de sahiplenir, gelirlerin artması için gösterilen çabanın etkisiyle belediye çalışanlarına önceki dönemden kalan alacakları ödenir, maaşları düzenli verilir. ‘YEN‹ B‹R EK‹N’ İlçede bir de Fatsa Halk Şenliği düzenlenir. Şenlik boyunca tüm etkinliklerde doğrudan halkın katılımı gözetilir. Büyük kentlerden katılan aydınların ve sanatçıların da katıldığı şenlik, aynı zamanda bu insanların Fatsa'da olup bitenlere tanıklık etmelerine vesile olur. Şenliğe giden Can Yücel, Fatsa için “Fatsa'da yeni bir yaşama örneği oluşuyor, yeni bir üretim biçimine doğru ve buna paralel yeni bir kültür, yeni bir ekin elbet. Düzeni düzen olan yerde, dirlik-düzenlik de oluyor" der. Kolektif planlama, üretim, uygulama ve denetlemenin egemen bir davranış haline geldiği Fatsa, kısa sürede sosyalist solun simgesi olurken sağcı basın ve politikacılar tarafından eleştirilere hedef olur. 11 Temmuz 1980'de ilçeye “nokta operasyonu” diye tabir edilen bir askeri operasyon düzenlenir. Aynı gün gözaltına alınan Fikri Sönmez 4 Mayıs 1985 günü cezaevinde gördüğü işkence sonucu yaşamını yitirir. Fatsa, artık bu toprakların gördüğü gerçek bir demokrasi deneyimi olmuştur. Fatsa Devrimci Yol Savunması: Bir Yerel Yönetim Deneyi / Pertev Aksakal Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi Cilt 2
El Muqanna Marcos’un öncülüdür. Maske, ‘çirkinli¤i’ de¤il lideri örter, herkesle eflitler
Beyazlar cumhuriyeti 700’lü yılların sonunda, Abbasi halifesi Mehdi zamanında El Muqanna diye bilinen Hakim isminde bir İranlı önderliğinde geniş kapsamlı ve uzun süreli yeni bir hareket başladı. El Muqanna (Maskeli) “bir rivayete göre” çirkinliğini örtmek veya taraftarlarında esrarengizlik izlenimi uyandırabilmek için yüzünü ipek bir maske ile örtüyordu. Hareket etrafında toplanan yoksul halk kendilerini ak, sınıf düşmanları büyük malikane sahiplerini kara olarak tanımlıyordu. Giysileriyle bayrakları da beyazdı. Beyaz özgürlüğe, ak günlere ve nura yani aydınlığa götüren hayat sembolüydü. Kara ise mutsuzluk, kölelik ve ölüm demekti. El Muqanna’ya göre toplumdaki herşey kamu malıydı. Birey toplumdan sonra gelir, kudretini ondan alır ve asıl güç kaynağı olan toplum bireyin ihtiyacına hizmet ettiği ölçüde vardır. Tam anlamıyla eşitlikçi bir doktrin ortaya atmış olması büyük kitlelerin etrafında toplanmasına yol açtı. Öyle ki isyan, Nerşeh civarında bir kadın tarafından yönetiliyordu. Ablak Dağları’na mesken olan bu modelde ellerine geçirdikleri topraklarla malları ortaklaşa kullanıyor yahut paylaşıyorlardı El Muqanna’nın ölümü ile Beyazlar Cumhuriyeti bitti ancak ihtilal hareketi yıllarca devam etti.
SPOR BİLİM
14
14 May›s 2010 / 27 May›s 2010
Halk›n Sesi
Bucaspor Süper Lig’de B
ucaspor bu sezon yükseldiği 1. Lig’i ikinci sırada tamamlayarak Süper Lig’e yükselmeyi başardı. Son maçlar sonunda Adanaspor ile puanı eşit olan Bucaspor çifte averajda rakibine üstünlük sağladığı için ikinciliği kazandı. Bucaspor, 34 haftayı 19 galibiyet, 7 beraberlik ve 8 yenilgiyle 64 puanla kapattı. Ligde 28 ayrı futbolcunun forma giydiği Bucaspor'da, Yunus Altun, tüm maçlarda görev aldı. En fazla sahada kalan oyuncu ise 2663 dakika ile Yılmaz Özlem oldu. Bu oyuncuyu 2659 dakika ile Mehmet Batdal ve 2570 dakikayla kaleci Cenk takip etti. Ligin en golcü ikinci takımı olan Bucaspor'un 69 golünü, 14 değişik futbolcu attı. En golcü oyuncu 16 golle adı büyük takımlarla geçen genç oyuncu Mehmet Batdal olurken, bu futbolcuyu 11 golle Yunus Altun izledi. Bucaspor 1928 yılında İzmir’in 6. spor kulübü olarak kuruldu.1937'de Altay ve Altınordu ile birleşerek Üçokspor adını alsa da 1939'da kulüpler eski haline geri döndü. Bucaspor, İzmir’in diğer 5 kulübünün aksine tarihinde Süper Lig’e hiç çıkamamıştı. Bucaspor 1994-1995 ve 1996-1997 sezonlarında Süper Lig’e yaklaştı. Play-Offlara kalsa da rakiplerine yenilerek Süper Lig’e çıkamadı. Bucaspor, 2008-2009 sezonunda 2.Lig’in en başarılı takımı olarak
B
ir İzmir takımı, 7 yıl aradan sonra Süper Lig’e çıkmayı başardı. Tarihinde ilk kez Süper Lig’e çıkan İzmirli sarı lacivertlilerin başarısı, amatör mücadeleyi ve futbol sevgisini gösteriyor
1.Lig’e çıkmayı başardı. 1.Lig’de ikinci olarak Süper Lig’e çıkan Bucaspor bir alt ligden gelerek bir üst lige çıkmayı başaran dördüncü takım oldu. Daha önce bu başarıyı 2004’te Erciyesspor (Kayserispor), 2007'de de Gençlerbirliği OFTAŞ (Hacettepe) ve Kasımpaşa yakalayabilmişti. Öte yandan Bucaspor’un yük-
selişi İzmir’in Süper Lig hasretine de son veriyor. İzmir, 2002-2003'te Göztepe ve Altay'ın ligden düşmesiyle 7 yıl Süper Lig'den uzak kaldı. Bucaspor, mütevazı bir kadro ve stadıyla dikkat çekiyor. Yaklaşık 5 bin kişilik stat, ateşli taraftarlar tarafından etkili bir atmosfere çevriliyor. Neredeyse her maç
dolan stat küçük ama rakipler için korku uyandırıyor. Takımın en güçlü taraftar grubu ‘Poşu’ adını kullanıyor. Takım, aynı zamanda oldukça düşük bir bütçeyle büyük başarılar yakalamış. Örneğin ‘transfermarkt.de’ adlı internet sitesi verilerine göre toplam kadro değeri 4 milyon 225 bin Avro olan Bucaspor, Bank Asya 1. Lig'deki
kadro değerleri sıralamasında 16. sırada. Şampiyon Kardemir Karabükspor'un kadro değeri ise 8 milyon 875 bin Avro ile 2. gözüküyor. Ligi altıncı sırada bitiren Konyaspor 9 milyon 975 bin Avro ile kendine 1. sırada yer bulurken, Bucaspor'un Süper Lig mücadelesi verdiği Adanaspor 6 milyon 75 bin Avro ile 10. sırada görünüyor. Geçen sezon Süper Lig’den düşen Hacettepe ve Kocaelispor 1.Lig’den de düştü. Sezon başında ligin favorileri arasında gösterilen Çaykur Rizespor ise son hafta aldığı Kocaelispor galibiyeti ile son anda ligde kalmayı başardı. Gol krallığını 18 golle Karabüksporlu Yasin Avcı kazanırken ikinciliği 16’şar golle Karabüksporlu Emmanuel Emmenike ve Bucasporlu Mehmet Batdal kazandı. Bucaspor, Kardemir Karabükspor’un ardından Süper Lig’de yerini aldı. Biri uzun süredir Süper Lig’den uzak diğeri ise tarihinde ilk defa Süper Lig’e çıkan bir takım. Süper Lig’e özlem duyan bu iki takımın ve taraftarlarının lige renk katacağı kesin görünüyor. Süper Lig’in üçüncü takımı ise Konyaspor, Adanaspor, Karşıyaka veya Altay’dan biri olacak. Bu takımlar bu sezon getirilen uygulama ile dörtlü bir lig oluşturacak. Takımlar, birbirleriyle birer kez İstanbul’da maç yapacak ve ligin birincisi Süper Lig’e çıkan üçüncü takım olacak.
Efes Pilsen efsanesi bitebilir E
fes Pilsen kapanma tehlikesiyle karşı karşıya. Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkilerin Satışına ve Sunumuna İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik Taslağı ile sigara ve alkollü içkilerin satışı ve sunumunda önemli değişikliklere gidiliyor. Alkollü içki markalarının, spor kulüplerine isim olarak verilmesi de yasaklanıyor. Efes Pilsen, 1976 yılında ikinci ligde mali problemlerle uğraşan Kadıköyspor'un alınmasıyla kuruldu. 1978 yılında yenilgisiz olarak 2. ligi şampiyon olarak tamamladı ve Türkiye Birinci Basketbol Ligi'ne çıktı. 1978/1979 sezonunda, 1. ligdeki ilk sezonunda Türkiye Şampiyonu oldu. Efes Pilsen tarihi boyunca 1 Koraç Kupası ve 13 Türkiye Ligi Şampiyonluğu
CERN Nedir? Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN) 1954’te Fransaİsviçre sınırında yapılan dünyanın en büyük parçacık fiziği laboratuarıdır. Organizasyona üye 20 Avrupa ülkesi var. Türkiye de gözlemci statüsündeki 8 ülkeden biri. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK), 2006 yılından itibaren CERN ile ilgili Türkiye'de yürütülen etkinlikleri koordine etmek, bilimsel etkinliklere katılmak, yürütülen çalışmaları finansal olarak desteklemek ve CERN çalışmalarında Türkiye'yi temsil etmek üzere görevlendirilmiştir. Türkiye ile CERN arasındaki ilişkinin çerçevesini belirleyen TAEK-CERN İşbirliği Anlaşması 14 Nisan 2008 tarihinde Cenevre'de imzalanmıştır. Şu anda projede 2,600 tam zamanlı çalışanın yanı sıra 7,931 bilim insanı ve mühendis çalışmakta. Bu çalışanlar 580 üniversiteyi ve 80 ülkeyi temsil ediyor. CERN’in
temel işlevi yüksek enerjili fizik çalışmaları için gerekli olan parçacık hızlandırıcı ve diğer altyapı hizmetlerini karşılamak. Üye ülkeler tarafından projeye aktarılan para 2008 yılında 1 milyar doları buldu. CERN’in internete de büyük katkıları oldu. İnternet teknolojisi 1989-1990 yıllarında CERN’de yapılan çalışmalar sonucunda geliştirildi ve daha sonra dünyanın hizmetine sunuldu. CERN’de şu anda yapılan çalışmalar sonucunda Big Bang ve karanlık madde hakkındaki gizemlerin ortadan kaldırılması amaçlanıyor. Bu deneyler dünyanın en büyük parçacık hızlandırıcısıyla (LHC) yapılıyor. LHC deney sırasında dünya rekoru olan 3.5 trilyon elektro-volt enerji üretecek. LHC hızlandırıcısında 5 adet farklı deney yapılacak. Bunlar ATLAS deneyi, CMS deneyi, LHC deneyi, Alice deneyi ve Totem
Bilim: Aksi ispat edilene kadar... deneyidir. Bilim dünyasının esas merakla beklediği ve medyanın ilgi gösterdiği deney ATLAS deneyidir. Bu deneyin göbeğinde, proton demetleri çarpıştıkları zaman, farklı enerjilerde bir çok temel parçacığın ortaya çıkması beklenmektedir. ATLAS deneyi şimdiye dek gözlenmiş veya gözlenmemiş birçok parçacığın izlerini, enerjilerini, momentumlarını ölçecek şekilde genel amaçlı olarak tasarlanmıştır.
kazandı. Birer kez de Euroleague ve Suproleague’de final oynadı. Türkiye’de birçok ilke imza atan ve kuşkusuz Türkiye’de gelmiş geçmiş en başarılı takım olan Efes Pilsen, basketbolda kendilerine ‘Efesliler’ diyen bir taraftar grubunu oluşturmayı da başardı. Efes taraftarı, büyük salonları dolduracak bir güce sahip. Efes Pilsen, Türkiye basketbolunda bir ritüel. Takımın sahibi Anadolu Grubu takım ismini değiştirerek Efes’in kapanmasını engelleyebilir. Fakat grup son yaptığı açıklamada, sponsorluk anlaşmaları nedeniyle takım isminin değiştirilmesinin çok büyük maddi zarara yol açacağını iddia etti. Söz konusu taslağın belirtilen şekilde geçmesi Efes Pilsen kulübü ve 31 ilde faaliyet gösteren basketbol okullarını kapatabilir.
Bahama Adalar›’nda do¤al seçilim test edildi Biyologlar adalar› birer laboratuar olarak kullanarak flimdiye kadar yap›lm›fl en kapsaml› do¤al seçilim deneyini gereklefltirdiler. Araflt›rmac›lar tür içi rekabetin baz› durumlarda türler aras› rekabetten daha kritik bir role sahip oldu¤unu göstermek üzere kimi adalara y›rt›c› kufllar›n gelmesini a¤larla engellediler. Kimi adalara y›lan ve y›rt›c› kufllar b›rakarak kertenkeleleri gözlemlemeye bafllad›lar. Bütün yaz boyunca yapt›klar› gözlemler sonucunda daha iri ve h›zl› koflan kertenkelelerin hayatta kald›¤›n› ve kertenkelelerin hayatta kalabilmesini belirleyen temel çeliflmenin di¤er y›rt›c›larla de¤il kendi aralar›ndaki rekabetten kaynakland›¤›n› gözlemlediler.
Karadelikler ve Big Bang Big Bang, evrenin yaklafl›k 13,7 milyar y›l önce afl›r› yo¤un ve s›cak bir noktadan meydana geldi¤ini savunan kuram ve genifl flekilde kabul gören kozmolojik modeldir. Teorinin temel fikri, halen genifllemeye devam eden evrenin geçmiflteki belirli bir zamanda s›cak ve yo¤un bir bafllang›ç durumundan itibaren genifllemifl oldu¤udur. Karanl›k madde ise, do¤rudan alg›lanabilecek kadar büyük konuma getirilen, (›fl›k, x-›fl›nlar› v.b.) varl›¤› görünür maddeler üzerindeki kütle çekimsel etki ile belirlenebilen ya da varsay›lan maddelerdir. Ayr›ca yak›t› yani hidrojeni bitince y›ld›z ›fl›ma yapamaz ve rengi solar, kütle-çekim kuvveti ›fl›ma bas›nc›n› dengeleyemez, y›ld›z kendi üzerine çöker, çökerken de büyük bir patlama gözlenir. Buna süpernova patlamas› denir. Böyle bir patlamay› karadelik oluflumu takip eder. Karadelikler sadece süpernova patlamalar› ile oluflmazlar.1970 y›l›nda ünlü kozmolojist Stephan Hawking, büyük patlamay› takip eden ilk mikro saniye içinde karadeliklerin nas›l olufltuklar›n› aç›klayan bir model kurgulam›flt›r. Proton demetlerinin böylesine yüksek enerjilerin çarp›flmas› sonucu mini karadeliklerin oluflaca¤› tahmin edilmektedir.
"Dehay›, kiflinin kendisine verilen e¤itime karfl› ç›kan, üretken baflkald›r› kapasitesi olarak tan›ml›yoruz." Bernard Berenson
Taraftarlar 1 Mayıs’ta T
araftarlar 1 Mayıs’a yoğun ilgi gösterdi. Taksim’de gerçekleştirilen 1 Mayıs’a Beşiktaş’ın Çarşı, Galatasaray’ın Tek Yumruk, Fenerbahçe’nin Vamos Bien ve Kartalspor’un Boranlar adlı taraftar grupları katıldı. İşçi takımı olarak bilinen Karabüksporlu futbolcular da Taksim’deki 1 Mayıs’a Hak-İş kortejiyle katıldı. Ankara’da Ankaragücü taraftarı yoğun bir katılım gerçekleştirdi. İzmir’de Göztepe, Denizli’de de Denizlisporlu taraftarlar 1 Mayıs’ı kutladı. Taraftar gruplarının pankartları da bir birinden ilgi çekiciydi. Göztepeliler “1 Nisan şaka, 1 Mayıs gerçek” ve “Göztepe emekçileri selamlıyor” pankartı taşırken, Ankaragücü taraftar grubu Sokak da “Dün İmalat-ı Harbiye, bugün Sokak” yazılı pankartlar taşıdı. 1 Mayıs’a DİSK bünyesinde kurulan SporSen de katıldı. Yaklaşık 50 kişiyle alandaki yerini alan Spor-Sen’liler ‘Sporda şovenizme, şikeye, dopinge hayır’, ‘Sporcu gladyatör değil özgürlük savaşçısı olmalıdır’ ve ‘Sporda şovenizm ve ırkçılığa son’ yazılı dövizler taşıdılar. Spor-Sen kortejinin en önünde yürüyen Spor-Sen Genel Başkanı Galatasaraylı eski futbolcu Metin Kurt çevredekilerden yoğun ilgi gördü.
Bilimsel düflüncenin do¤uflu - 7 Birûni Harezm’de 973’te do¤an Biruni’nin etnik kökeni hakk›nda kesin bir bilgi olmamas›na ra¤men Kitabu’s Saydane (Eczac›l›k Kitab›) isimli eserinin önsözünde “Ana dilim yetersiz oldu¤undan bilim dili olan Arapça ve edebiyat dili olan Farsça’y› kulland›m” ifadesinden Türk oldu¤u üzerinde yayg›n bir kanaat oluflmufltur. Küçük yaflta bilimsel çal›flmalara olan merak› nedeniyle dönemin ünlü matematikçisi Ebu Nas›r Mansur taraf›ndan himaye edildi ve yetifltirildi. Sonraki süreçte Gazneli Mahmut taraf›ndan saraya davet edilen ve bilimsel çal›flmalar› teflvik edilen Biruni yapt›¤› çal›flmalarla yaflad›¤› ça¤a damgas›n› vurdu. Biruni ‹slam felsefesinden etkilenmifl ve yapt›¤› çal›flmalar› ‹slam düflüncesiyle ba¤daflt›rmaya çal›flm›flt›r. Bu konuda ‹bn-i Sina ile tart›flmalar› önemlidir. ‹bn-i Sina evrenin öncesiz oldu¤unu iddia ederken Biruni evrenin bir yarat›c›s› oldu¤unu ileri sürerek “yarat›c› tanr›” fikrini her fleyin bafl›na koyuyordu. Bununla birlikte Aristo ve Batlamyos’un dünyan›n dura¤an oldu¤una iliflkin tezlerini reddetmifl ve dünyan›n döndü¤ünü iddia etmifltir. O dönemde oldukça sars›c› olan bu fikre karfl› ç›kan insanlar›n “E¤er dünya dönüyorsa neden dünya üzerindekiler savrulmuyor” karfl› sav›na “Çünkü yer çekimi diye bir fley var ve bu çekim her fleyi dengede tutuyor” fleklinde özetlenebilecek bir karfl› tezle cevap vermifltir. Biruni, astronomide yapt›¤› çal›flmalar› Sultan Mesud’a ithaf etti¤i kitab›nda yazm›flt›r. Bu kitaptaki bilgiler Kopernik’le bafllayan ça¤dafl astronominin temellerini atm›flt›r. Biruni, sezeryanla do¤um yapt›rmay› bir t›bbi müdahale olarak
gerçeklefltirmifltir. Eczac›l›k alan›nda yazd›¤› kitab›nda 3 bin kadar bitkinin ne amaçla kullan›labilece¤ini yazm›flt›r. Birûni, yaflad›¤› yüzy›l›n en büyük matematikçisidir. Sinüs, kosinüs gibi fonksiyonlar›n bir oran oldu¤unu savunan Birûni'nin, trigonometriye en büyük katk›s› ise sinüs ve kosinüs gibi fonksiyonlara sekant, kosekant ve kotanjant fonksiyonlar›n› ilave etmesidir. Birûni’nin bu yönü bat› dünyas› taraf›ndan ancak iki as›r sonra keflfedildi. Birûni, elle tutarak ve gözlemleyerek veri toplaman›n insana, kitaptan okumaktan çok daha fazla yarar sa¤lad›¤›na inanm›fl ve bunu uygulam›flt›r. Gerçek bir bilim anlay›fl›na sahip olan Birûni, ›rk kavram›na da önem vermezdi. Baflka bir halk›n ileri kültüründen derin bir sayg›yla söz ederdi. Dinlere ve düflüncelere itiraz veya elefltiride bulunmad›¤› gibi, o dindeki deyimleri aynen kullanmas›yla da bilinirdi. Sanskrit dilinden Arapça'ya çevirdi¤i Potancali adl› kitab›n›n önsözünde "‹nsanlar›n düflünceleri türlü türlüdür. Dünyadaki geliflmifllik ve esenlik de bu farkl›l›¤a dayan›r." fleklinde yazm›flt›r.
KÜLTÜR SANAT
15
14 May›s 2010 / 27 May›s 2010
Halk›n Sesi
Grup Munzur: Hayk›r›fl Grup Munzur’un “aramızdaki yabancılıkları, sınırları kaldırıp, bizleri aynı dünyanın insanı yapan, böyle hissettiren ezgilerin bütünü” dediği albümü “Haykırış” çıktı. Halkların kardeşliği şiarının altı çizilen albümde Türkçe, Kürtçe ve Arapça halk ezgileri buluşuyor.
Selvi Boylum Al Yazmal›m yeniden
Dönüflüm/ Kafka Kuper
Senaryosunu Ali Özgentürk’ün yazdığı, başrollerinde Türkan Şoray ve Kadir İnanır’ın oynadığı Selvi Boylum Al Yazmalım 32 yıl sonra tekrar vizyona giriyor. Film 14 Mayıs’ta restore edilmiş haliyle 29. Uluslararası Film Festivali’nde seyirciyle buluştu.
Franz Kafka’nın Dönüşüm romanı Peter Kuper’in çizgileriyle Yurt Kitap Yayın Çizgi Roman Dizisi’nden çıktı. Peter Kuper, Gregor Samsa’nın hikayesinin dehşetini ve şiddetini bu kez görsel olarak okurlarla buluşturuyor.
Judith Butler Türkiye’de Homofobi Karşıtı Buluşma etkinlikleri kapsamında Queer-Yoldaşlığı ve Savaş Karşıtı Siyaset başlıklı bir konferans vermek üzere, feminist felsefeci Judith Butler Ankara’ya gelecek. Konferans SBF Aziz Köklü Konferans Salonu’nda 15 Mayıs 17:00’da gerçekleşecek.
Biraz Nasreddin Hoca, biraz Kelo¤lan
AÇLI⁄IN D‹N‹, YOKSULLU⁄UN VATANI OLMAZ
Bizim memleketimiz dünya “İşçi sınıfının milliyeti var mıdır, baskı gören işçiler nerelidir?” gibi soruların cevapları mücadele deneyimlerinin perdedeki yansımalarında görüldü MEHMET ZUBARO⁄LU
1
Mayıs’la 9 Mayıs tarihleri arasında beşincisi gerçekleşen Uluslararası İşçi Filmleri Festivali sona erdi. Türkiye’nin en büyük 3 şehrinde eş zamanlı başlayan ve onbinlerce izleyici ile buluşan festival, açılış geceleri ile perdelerini açmıştı. 1 Mayıs’ta Taksim’in kazanılmasının da morali ile açılışlarda genis ve renkli kitlelere ev sahipliği yapan festival çerçevesinde şehir merkezlerinden mahallere onlarca mekan film gösterimlerine sahne oldu. BAfiLARKEN... Hazırlık sürecinde filmlerinin gösterilmesini isteyen yönetmenlerin yoğun ilgisi ile başladık 5. yıla. Tekel sürecinin ve bununla beraber sesini duyuran direnişlerin etkisiyle artan film sayısı sonrası belirledik temamızı: Güvencesizlik! ‘Seyirci Kalma’ diyerek kinaye yapacak olan Karagöz ve Şarlo 1 Mayıs’tan önce, 18 Nisan’dan itibaren eylemlerine başladı: Kentsel dönüşüme karşı çıkışın bir simgesi haline gelen Emek Sineması için “Seyirci kalma, Emek’e sahip çık” dedi. Yetmedi, geleneksel festival
İKSV tiyatro festivali başladı
1
7. Uluslarası İstanbul Tiyatro Festivali başladı. Festival, 10 Mayıs’ta Selim Atakan’ın Shakespeare’in metin ve şiirlerinden hazırladığı ve Engin Altan’ın yönettiği Hakate’nin Şarkısı resitali ile açıldı. Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda gerçekleşen açılışta bu yılın onur ödüllerinden biri yönetmen ve eğitimci Erol Keskin’e verildi. İkinci onur ödülü ise Japon yönetmen Tadashi Suzuki’ye verilecek. Ödül 26 Mayıs saat 20.30’da Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde sergilenecek olan, Japonya’dan festivale katılan “Elektra” oyunundan önce takdim edilecek. Festivalde Almanya, Avusturya, İtalya, Japonya, İngiltere, Yunanistan, Belçika, Hollanda, Fransa ve Türkiye’den 43 gösteri seyirciyle buluşacak. Festival programında yurtdışından dokuz ve Türkiye’den otuza yakın gösteri seyirciyle ilk kez buluşacak. Festivalde Andreas Kriegenburg’un yorumuyla Franz Kafka’nın Dava’sı sahnelenecek. Oyun, özgün sahne tasarımıyla seyirciyle buluşacak. Festival kapsamında on sekiz farklı mekânda sahnelenecek gösterilerin yanı sıra ünlü konukların katılacağı söyleşi ve atölye çalışmaları gerçekleşecek. Festival 10 Haziran’a dek devam edecek.
yürüyüşünü de bu minvalde gerçekleştirdi. FEST‹VAL‹N HEDEFLER‹... Festival 5 yıl önce Türkiye ve dünyadan emekçilerin yaşamlarını ve mücadele deneyimlerini izleyicilerle buluşturmak ve ülkemizde işçi filmi üretimini özendirmek amacıyla yola koyulmuştu. İlk yıllar özellikle Türkiye’den film bulma sıkıntıları ile karşılaşan festival bu yıl, kimi yönetmenlerin festival için özel üretimlerine tanık oldu. Pek çok çalışmayı kabul ederken kimi filmleri seneye bırakmak hatta reddetmek zorunda kaldı. Film sayısını arttırmamıza sebep olan bu yönelim festivalin amaçları doğrultusunda hızla ilerlediğinin göstergesi olması sebebiyle bizim için sevindirici oldu.
kanıtı oldu. Geçtiğimiz sene haritasına Kıbrıs’ı ekleyen festival bu sene Londra ve Torino’ya da uğrayacak.
‘ULUSLARARASI’ OLMAK... Festival her sene onlarca ülkeden filmleri seyirci ile buluşturması nedeniyle isminin başına “uluslararası” kelimesini haklı olarak kondurmuştu. 5. yılında Türkiye’den 20 şehir ile beraber Kıbrıs, İtalya ve İngiltere’ye de bu etkinliği taşıyacak olması, ulusal sınırları her anlamıyla aştığının bir
MEMLEKET NERE?.. Sendikalı olduğu için işten atılan veya baskı gören işçiler Türkiyeli midir yahut Boliyya, Japonya, Bangladeşli midir? İşçi sınıfının bir milliyeti var mıdır? gibi soruların cevapları elbette mücadele deneyimlerinin perdedeki yansımalarında görüldü yine. Sınıfın nasıl ki milliyeti yoksa direnişlerinin de
yoktu. Ekranda izlediğimiz hikaye hep bizimdi ama memleket hep değişken idi. Misal, sendikalı olmak her yerde sorundu ve işçi sınıfının sorunları sermayenin olduğu her yerde aynıydı. O halde sınıf için cevap: Bu dünya bizim memleket! B‹TERKEN... Son akşam perdelerini kapatırken festival gelecek sene için çıtanın ciddi anlamda yükseldiğini, yarattığı etkiden temas ettiği kişi sayısına kadar her şeyin olumlu olarak geliştiğini gösterdi bize. Üç
şehirde 74 film ve 50’ye yakın gösterim yeri ile yaklaşık 20 bin seyirciye ulaştı. Film seçkisindeki filmler Siyad (Sinema Yazarları Derneği) seçkisine girer oldu. Pek çok yönetmen galalara ve söyleşilere katıldı. Paneller ve sergilere ilgi yoğun idi. Medyada hemen her yerde haberlerimiz çıktı… Demem o ki üç büyük şehir bu sene de güzel bir festival yaptı ve Karagöz ile Şarlo yine yollara düştü. 19 Mayıs’ta Diyarbakır var ve sonrasında diğer iller. Herkese şimdiden iyi seyirler…
Kürt Tiyatrosu’nda ‘Demsal’ sahnede K
ürtçe tiyatro yapan grupların sayısı giderek artıyor. Teatra Demsal, 2010 başında Rojbin Elban, İsmail Yıldız ve İhsan Gümüşten gibi tiyatro emekçilerinin bir araya gelmesiyle oluştu. Bu üçlünün fikir alış verişi ile ortaya çıkan ‘Sergo’ isimli oyun da sahnelenme aşamasına geldi. Tiyatro Demsal kurucularından İsmail Yıldız şöyle konuştu: “Türkiye’de MKM ile başlayan Kürt tiyatrosunun bugün geldiği nokta, böyle bizim gibi özel grupların kurulup, oyunlar sahneleyeceği birikim, yetenek ve estetik kapasiteye ulaşmış bulunuyor. Bu da birbirinden farklı grupların bu
alanda yürümesine olanak tanıdı. Biz de bu durumu gözeterek bir araya geldik ve mevsim anlamına gelen Demsal isimli grubumuzu kurduk. Turgay Nar’ın ‘Çöplük’ isimli oyununu sahnelemeye karar verdik.
Çöplük’ü ‘Sergo’ olarak çevirdik ve bu oyunla perdelerimizi açacağız. Kürt tiyatrosunun oluşmaya başladığı bir dönemde kendi adımıza bu oluşuma bir şeyler katmak için yola çıktık ve evrensel sanat kriterlerini gözeterek buna katkı sunmak
istiyoruz.” Grup, ilk oyun olarak, yazıldığı ve sahnelendiği yıllarda neredeyse tiyatro alanındaki tüm ödülleri toplayan Turgay Nar’ın ‘Çöplük’ isimli oyununu seçti. Grup üyelerinden Yıldız tarafından ‘Sergo’ olarak Kürtçeye çevrilen oyunun reji, dekor, kostüm ve diğer tüm aşamalarını da grup üyeleri kolektif şeklinde üstleniyor. Birçok tiyatro hocasının danışmanlığında yürütülen bu projenin galası ise 26 Mayıs günü, Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampusu’nda saat 20.00’da yapılacak. İlk olarak İstanbul’da sahnelenecek oyunun daha sonra da bölge turnesine çıkması bekleniyor.
Neredeyse evrensel bir tarih “O
ku da öğren!” Kelime kelime böyle demediyse de Chavez, lisan-ı hal ile anlattı. Nisan 2009’daki Amerika Zirvesi’nde Obama’ya hediye verme bahanesiyle uzattığı kitap Eduardo Galeano’nun Latin Amerika’nın Kesik Damarları adlı ünlü yapıtıydı. Uruguaylı yazarın kitabı, Latin Amerika’da ezenle ezilen arasındaki mücadele tarihinin en usta anlatımlarından biri. Galeano’nun son kitabı Aynalar ise “neredeyse evrensel bir tarih” kitabı olarak çıkıyor karşı-mıza. Yüzlerce deneme ve kısa öyküden olu-şan Aynalar, geçmişin bugüne yansımasıyla oluşan insanlık tarihinin köşe başlarında okura soluk aldırıyor. Adem’in Havva’ya ilk dokunu-şundan 21. yüzyıla kadınla erkek, insanla tanrı, mülksüzle mülk sahibi, siyah ile beyaz, ezilen ile ezen
arasındaki mücadele tarihini, simgesel olayları, söylenceler üzerinden anlatıyor. Kitabın kadınların öykülerine başköşeyi ayırdığını da ayrıca belirtmeliyiz. Erkekle kadının ilk gecesinden bu yana süren “maço paniği”ne de değinen Galeano, Muhammed’in peçeye başkaldıran beş kocalı torunu Sukaina’dan Kleopatra’ya, Olimpos’un kadın tanrılarından hayatının bir bölümünü Osmanlı hareminide geçiren yazar Fatma Mernissi’ye pek çok kadının öyküsünü anlatıyor. Su gibi okunan kısacık öykülerden oluşan kitap, dikkat dağınıklığı ve kalın kitap korkusu olanlar için birebir. Aynalar, bir yaz eğitimi kitap listesini renklendirebilir, her gece yatmadan önce birkaç doz alınabilir, eş dost sohbetinde bu kitaptan alıntılar yapılarak ‘artistlik’ yapılabilir, otobüste-vapurda gönül rahatlığıyla okunabilir…
ir varmış bir yokmuş diye başlayan masallar çocukluğumuzda soğuk kış gecelerinin vazgeçilmez eğlenceleriydi. Bir dudağı yerde bir dudağı gökte olan 'dev anası' kadınların masallarını dinlerken kendimizi ayrı bir dünyanın içinde bulurduk. Genellikle korkar, heyecanlanır ama belli etmemeye çalışırdık. Ruhlarımızı okşar, zihinlerimizi meşgul ederdi bu masallar. Kahramanlarımız ya Ortadoğulu ya da Uzakdoğulu olurdu. Genellikle Arap çöllerinde, Hindistan'da bir mihracenin sarayında geçerdi masallar... Biz bu masalları dinlerken farkında olmadan Ortadoğu'nun tarihini ve folklorünü öğrenir, yaşadığımız coğrafyayla da karşılaştırmalar yapardık. Masalcı kadın, anlatırken değiştirir, değiştirirken kendilerinin özlemlerini, yerinde olmak istedikleri 'Peri Padişahı'nın kızını üstü kapalı olarak anlatırlardı. Derin masal bilgilerini ağızdan ağıza dolaşan bir 'masal kültürü'nü aktarırlardı bize. Biz 'komşu kadınların Hakan masallarını' çok severdik... Bayhan Yine çok seveceğimiz, bizi alıp çocukluğumuza götürebayhanhakan@ cek bir kitaptan, daha çok gmail.com Avrupa’da fantastik Keloğlan masallarıyla tanınan eğitimci yazar Yücel Feyzioğlu’nun Kardeş Masallar kitabından bahsetmek istiyorum. Kitap Türkiye, Azerbaycan, Dağıstan Özerk Cumhuriyeti, Hakas Özerk Cumhuriyeti, Karay Türkleri, Kazakistan, Kırgısiztan, Kıbrıs Türkleri, Tatarlar gibi Türkçe konuşulan bütün coğrafyalardan derlenmiş masallardan oluşuyor. Feyzioğlu, “Öyle masallar vardı ki; yüzlerce yıl ayrı yaşamış olsak bile kendi aramızda kültür birliği, ayrı yönlerde gelişmiş olsa bile dil ve duygu birliği aynı çatı altında tutulmuşlardı. Dağıstan’da Çilbik ve Baykuş ile Tuva’daki Beyaz Tavşan ile Kurt, yine Karaçaylar’ın Tilkiden Korkan ile Türkiye’de anlatılan Usta Nezer aynı masaldı” diye anlatıyor kitabın önsözünde. 1946 yılında Kars’ta doğan Feyzioğlu, 1972 yılında zorunlu olarak Almanya’ya göç ettiğinde dağarcığında götürdüğü Keloğlan masallarını, yeni motif ve öğeler katarak anlatır öğretmenlik yaptığı çocuklara. Türkiye’den göç etmiş Almanya’da çalışan işçi çocuklarının, kendi kültürünü ve dilini unutmaması için ders kitapları hazırlar. 1979 yılında ilk masal kitapları, 1980 yılında da ilk ders kitaplarını yayımlar. Kitaplar büyük ilgiyle karşılanır. Kitapların ikinci baskıları yapılırken yayınevi, eğitim bakanlığından bir metot uzmanı bulur. Konular nasıl işlenmeli, öykü ve masallar nasıl yazılmalıydı ki; soluk soluğa okunsun diye metot uzmanı Herr Petong ile çalışmaya başlarlar. Bu çalışma daha sonra Petong’ın üç yıl boyunca Feyzioğlu’na danışmanlığı ile devam eder. Feyzioğlu dilini geliştirmek için Goethe Enstitüsü’nde dil eğitimi görmeye başlar. Diğer yandan da Andersson Yazarlık Akademisi’ne devam eder. 1985 yılından beri serbest yazarlık yapan Feyzioğlu, “Alman Yazarlar Birliği” (VS) üyesi, “Kıbrıs-Balkanlar-Avrasya Türk Edebiyatları Vakfı” (KIBATEK) Almanya Temsilcisidir. Yücel Feyzioğlu, yazdığı kitaplarla Avrupa’da eğitim gören Türk çocuklarının Türkçe okumasının ve yazmasının yanında kendi kültürünü unutmaması için önayak olan çalışmalarda bulunmak için hiçbir fedakarlıktan kaçınmaz. Çocuklar için hazırladığı çağdaş ders kitaplarını Avrupa standartlarına ulaştırdı. Yazdığı Keloğlan masal dizisi çeşitli dillere çevrildi ve Avrupa’da birçok ülkede ilgiyle karşılandı. Şimdiye dek masalları, öyküleri, 2 romanı Almanya, Avustralya, Hollanda’da yayımlanan Feyzioğlu’nun öykü ve oyunları TRT radyolarında yayınladı. Türkiye’de 2004 yılında ilk kez yayınlanan 6 masal kitabı büyük ilgiyle karsılandı. Ve bütün masalları yayımlanmaya başladı... 1979 yılından beri çalışmaları birçok kez ödüllendirildi. 2001 yılında Göçün 40. Yılı nedeniyle açılan yarışmada, ‘Anadili Gerekli mi?’ denemesiyle Cumhuriyet gazetesi birincilik ödülünü aldı. 2002 yılında ise “Sihirli Limon” adlı masal kitabı Almanya’da Kuzey Ren Westfalen (NRW) Eğitim ve Bilim Bakanlığı’nın 20 kitaplık seçkisine alınarak bütün çocuklara ve ailelere tavsiye edildi. 2003 yılında TRT INT’in açtığı AB/Türkiye ilişkileri konulu yarışmada Danışman adlı öyküsü birinci seçildi. Keloğlan Kitapları dizisi için ise Çocuk Edebiyatçıları Birliği 2004 yılında masal ödülünü verdi.
B
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ
14 May›s 2010 / 27 May›s 2010
Halk›n Sesi
KÖKLER‹ TOPRA⁄IN DER‹N‹NDE ÜÇ F‹DAN
Üç fidan Bursa’da anıt oldu
Deniz Gezmifl, Yusuf Aslan ve Hüseyin ‹nan’›n emperyalizme karfl› mücadelesinde sembolleflen, halklar›n kardeflli¤i fliar›, Türkiye halklar›na emperyalizme, sömürüye ve zulme karfl› bir mücadele gelene¤i b›rakt›
Gençlik Denizlerin yolunda Gençlik, gerçekleştirdiği anmalar ve eylemlerle 38 yıl önce askeri cunta tarafından idam edilen Deniz’in, Yusuf’un ve Hüseyin’in yolundan yürüdüğünü gösterdi
E
mperyalizme, faşizme, işbirlikçiliğe karşı direnen, halkların kardeşliği için mücadele eden Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu önderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 12 Mart askeri cuntası tarafından idam edilişlerinin 38. yılında Türkiye’nin üniversitelerinde, mahallelerinde, sokaklarında anıldı. Öğrenci Kolektifleri ve Liseli Genç Umut, ABD ve İsrail Konsoloslukları önünde yaptıkları eylemlerle, günümüzde Denizlerin yolundan yürümenin, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadeleden geçtiğini gösterdi. ABD KONSOLOSLU⁄U’NA YUMURTA Öğrenci Kolektifleri, ABD ve İsrail Konsoloslukları önünde eylemdeydi. 38 yıl önce verilen mücadelenin bugün de devam ettiğinin somut göstergesi olarak Öğrenci Kolektifleri, Denizlerin idam edilişlerinin yıldönümünde İstinye’deki ABD Konsolosluğu önünde eylem yaptı. ABD Konsolosluğu’na yumurta yağdıran öğrenciler ABD bayrağını ateşe verdi. ‘VAN MÜN‹TL‹K DE⁄‹L DEN‹ZLER G‹B‹ F‹L‹ST‹NL‹Y‹Z’ Öğrenci Kolektifleri ve Liseli Genç Umut, 8 Mayıs günü de Levent’teki İsrail Konsolosluğu’na yürüdü. “Van münitlik değil Denizler gibi Filistinliyiz” ve “Filistin’de küçük generaller, Türkiye’de Denizleriz” pankartlarının açıldığı ve Büyükdere Caddesi’nin tek şeridi trafiğe kapatılarak gerçekleştirilen yürüyüş boyunca halkın desteği hep sürdü. Konsolosluk önünde yapılan basın açıklamalarında üniversiteliler AKP’nin Filistin konusunda ikiyüzlü bir siyaset izlediği ifade etti. AKP’nin bir yandan ‘alçak koltuk krizi’ gibi sanal krizler yaratarak Filistin konusunda duyarlılığı olan Türkiyelileri kandırmaya çalıştığını, bir yandan da İsrail’le yaptığı silah anlaşmalarıyla ilişkilerini pekiştirdiğini ifade etti. Üniversitelil-
16
er, AKP’nin İsrail’e yönelik çıkışlarına rağmen, İsrail Büyükelçisi’ni Trabzon’dan kovan üniversitelilerin soruşturmalar ve davalarla cezalandırıldığı hatırlattı. Üniversitelilar açıklamalarını şu sözlerle bitirdi: “Bilsinler ki, işbirlikçi AKP’yi ve katil İsrail’i de yenene kadar Denizlerin yolunda savaşacağız.” AKP’N‹N POL‹S‹ DEN‹ZLERE SALDIRDI AKP’nin polisi, Öğrenci Kolektifleri’nin Denizleri anmak için İstanbul Üniversitesi Avcılar Yerleşkesi’nde düzenlediği yürüyüşe hiçbir uyarı yapmadan saldırdı. Cop, kalkan, tekmeyle yetinmeyen polisler tabanca kabzalarıyla öğrencileri darp etti. Öğrenci Kolektifleri'nden yirmi öğrenci gözaltına alındı. GENÇL‹K DOLMABAHÇE’YE AKTI 6 Mayıs günü Denizlerin 6. Filo’yu denize döktüğü Dolmabahçe’ye kitlesel yürüyüşler yapıldı. Halkların Kardeşliği İçin Gençlik Platformu (HKİGP), İstiklal Caddesi'nden Dolmabahçe'ye yürüdü. Yüzlerce genç, marşlarla, sloganlarla devrimci gençlik önderlerini andı, "İsimlerimiz Mahir, Ulaş, Mazlum, Deniz... ve sürüyor sürecek mücadelemiz" dedi. Eylem sonrasında vapurla Kadıköy’e girmek isteyen ve parasız ulaşım hakkını kullanan öğrencilere polis biber gazı ve coplarla saldırıp 20 öğrenciyi gözaltına aldı. İki öğrenci ise yaralandı. Polis, vapurda kendisine tepki gösteren herkese saldırdı. HKİGP’nin eyleminin ardından TKP’liler, Dolmabahçe’ye yürüdü. “AKP’ye karşı Deniz olunmalı” sloganının öne çıktığı yürüyüşe 68 döneminde gençlik hareketi içinde yer alanlar “Mücadeleden emekli olunmaz” dözvizleriyle katıldı. TKP’lilerin ardından Emek Gençliği Dolmabahçe’ye yürüdü. Emek Gençliği, Dolmabahçe’de yaptığı açıklamada Denizlerin bıraktığı bayrağı işçilerin yolunda yürüyerek dalgalandırdıklarını söyledi.
Eyleme, direnişteki Esenyurt Belediye işçileri de temsili olarak katıldı. ÜÇ F‹DANIN MEZARINA ‹K‹ AYRI SU Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan 6 Mayıs’ta Ankara’da Karşıyaka Mezarlığı’nda iki ayrı etkinlikle anıldı. EMEP öncülüğünde yapılan ilk anma etkinliğine BDP, ESP, SDP, KESK ve Kaldıraç destek verdi. İkinci etkinlik ise 68’liler Dayanışma Derneği, Devrimci 78’liler Federasyonu, DİSK, TMMOB İl Koordinasyonu Kurulu, Mustafa Suphi Kültür Merkezi, Pir Sultan Abdal, Halkın Devrimci Yolu, Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri, Liseli Genç Umut, Orhan Keskin Kültür Merkezi, ÖDP, Gençlik Muhalefeti, TKP, EHP, SDH katıldı. Dört bin kişi devrimci mücadelenin üç karanfilini andı. Anmaya liselilerin katılımı yoğundu. Anma töreninde 68’liler adına Deniz’in, Yusuf’un ve Hüseyin’in arkadaşı Halim Çelimli, avukatı Halit Çelenk adına Şekibe Çelenk ve BDP Eşbaşkanı Gülten Kışanak birer konuşma yaptı. NASIL B‹L‹RD‹N‹Z? Üç Fidan’ın idam kararını veren Tuğgeneral Ali Elverdi, 16 Nisan günü, boğazına kaçan yiyecek sonucu boğularak öldü. Elverdi, kendisiyle yapılan bir söyleşide idam kararından pişmanlık duymadığını ifade etmişti. “Ben halkımın bağımsızlığı ve mutluluğu uğruna şerefimle bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar şerefsizliğinizle hergün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz sizler ABD’nin hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler, kahrolsun faşizm” Yusuf Aslan’ın idam edilmeden önce söylediği gibi, bugün yüzbinlerce yürek Denizlerin bıraktığı mücadeleyi sahiplenip onları anarken ve yolunda yürürken, Ali Elverdi, sessiz sedasız bir şekilde askeri bir törenle toprağa verildi. Elverdi’nin cenaze namazını kıldıran imam ‘Nasıl bilirdiniz?’ diye sormadı bile.
Ankara Üç Fidan’›n emperyalizme karfl› yükseltti¤i mücadele bayra¤›, 38 y›l sonra gençli¤in elinde dalgalanmaya devam ediyor
Mersin
Bursa Nilüfer Belediyesi tarafından, 6 Mayıs 1972’de Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından idam edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’a itafen Nilüfer Gençlik Parkı’na “Üç Fidan Anıtı” yaptırıldı. Üzerine çok tartışmalar dönen anıtın yapılmasına MHP ve BBP’liler “Teröristlerin anıtını yapamazsınız” şeklinde itirazlar etse de, 6 Mayıs’ta Deniz’lerin idamının gerçekleştirildiği saatte (05.00) Bursalılar Üç Fidan Anıtı’nın başındaydı. Üç Fidan Anıtı aynı akşam Denzilerin arkadaşlarının, avukatlarının, sanatçıların ve Bursalı devrimcilerin katılımıyla görkemli bir törenle açıldı. Yaklaşık 1500 kişinin katıldığı törene, Onur Akın, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in avukatları Mükerrem Erdoğan, arkadaşları Mustafa Yalçıner ve Hacı Tonak gibi isimler katıldı. Heykeltraş Eşber Karayalçın’ın yaptığı üç insan figürü şeklinde düzenlenen anıt, geçtiğimiz günlerde sivil faşistler tarafından saldırıya uğramış, balta ve sprey boyayla tahrip edilmişti. Nilüfer Belediyesi Başkanı Mustafa Bozbey açılışta yaptığı konuşmasında, Üç Fidan’ın tam bağımsız bir Türkiye istediklerini ve emperyalizme karşı mücadele ettiklerini hatırlattı. Bozbey, Denizlerin mücadelesinden rahatsız olanların olduğunu söyleyerek heykellerin barışa adandığını, karşı çıkanların ‘Tam bağımsız Türkiye’ şiarına karşı çıktığını belirtti. Sanatçı Onur Akın ve Nida Ateş’in türkü ve ağıtlarının ardından anma töreni sona erdi. Bu tarih bizim Bursa’da Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan anısına bir de yürüyüş düzenlendi. 6 Mayıs'ta saat 17.30’da “Bu Tarih Bizim!” pankartıyla Kızılay önünde toplanan Bursalılar, Orhangazi Parkı’na yürüdüler. Gündoğdu marşıyla alana gelindikten sonra ölen devrimciler anısına 1 dakikalık saygı duruşu yapıldı. Yıldırım Halkevi Başkanı Ahmet Keskin’in okuduğu basın açıklamasıyla anma sona erdi.
‹stanbul
Her yer Deniz, Yusuf, Hüseyin İ
stanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa, Kütahya, Kayseri… Üç Fidan her yerde anıldı.Türkiye’nin dört bir yanında yapılan anmalar, Üç Fidan’ın Türkiye halklarına ne kadar köklü bir mücadele geleneği bıraktığını gösterdi. KÜTAHYA’DA B‹R ‹LK Kütahya sokaklarında devrimcilerin isimleri yankılandı. EğitimSen üyeleri ve üniversite öğrencilerinin katıldığı yürüyüş, Sevgi yolu girişinde başladı ve Ev-Kur önünde yapılan basın açıklamasıyla son buldu. Kütahya’da ilk defa Deniz’lerin anması bir yürüyüş şeklinde yapıldı. Yürüyüşte, “Yusuf, Hüseyin, Deniz sürüyor sürecek mücadelemiz” ve “Mahir, Hüseyin, Ulaş” sloganları atıldı.
MERS‹N: ‘HALKLAR KARDEfiT‹R’ Mersin Üniversitesi’nde Öğrenci Kolektifleri tarafından gerçekleştirilen anma, 400 öğrencinin rektörlüğe yürümesiyle başladı. Yürüyüş boyunca Türkçe ve Kürtçe sloganlar atan öğrenciler devrimci önderlerin resimlerini taşıdı. Rektörlük önünde hayatını kaybeden devrimciler adına yapılan saygı duruşunun ardından bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamanın ardından, anma etkinliği şiir dinletisi ve marşlar okunarak son buldu. ESK‹fiEH‹R’DE GÜNDO⁄DU Üç Fidan Eskişehir’de, üniversite öğrencileri tarafından Hamamyolu’ndan başlayan bir yürüyüş ve ardından Adalar
Porsuk’ta yapılan basın açıklaması ile anıldı. Yürüyüş ve basın açıklamasına Eskişehirliler de destek verdi ve Gündoğdu Marşı hep bir ağızdan okundu. ED‹RNE: ‘DEN‹Z OLALIM HESAP SORALIM’ Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, idam edilişlerinin 38. yılında Edirne’de öğrenciler “Deniz olalım, hesap soralım!” pankartıyla Tahmis Meydanı’nda buluştu. Yapılan basın açıklamasında emperyalizme ve işbirlikçilerine dur diyebilmenin; AKP gericiliğine, faşizmine ve bunların meyvesi olan AKP anayasasına karşı çıkmaktan ve direnişçi işçilerin onurlu mücadelelerine destek vermekten geçtiği vurgulandı. Eyleme halkın desteği yoğundu.
‹ZM‹R’DE B‹NLER ALANDAYDI İzmir’de üniversiteliler Denizlerin sesini gerçekleştirdikleri yürüyüşle sokaklara, alanlara taşıdı. Eski Sümerbank önünde buluşan gençlik, Cumhuriyet Meydanı’na kadar yürüdü. Bini aşkın üniversitelinin katıldığı yürüyüş boyunca İzmirliler, üniversitelilere alkışlarıyla destek verdi. Cumhuriyet Meydanı’nda yapılan basın açıklamasının ardından anma etkinliği sona erdi. R‹ZE PAZAR’DA DEN‹ZLER UNUTTURULMADI Üç fıdan, Pazar Halkevleri ve Liseli Genç Umut'un birlikte düzenlediği bir etkinlikle anıldı. Etkinlikte üç fıdanın yaşam öyküsü anlatıldı ve bir slayt gösterisi yapıdı. Liselilerin oluşturduğu müzik grubunun da sahne aldığı etkinliğe 150 kişi katıldı.