SAYFA
2
SAYFA
Sansür sanal eylem gerçek AKP, muhalefeti sanal ortamda ezmeye çal›fl›yor. ‹nternet sansürü ilk defa sokakta protesto edildi
7
SAYFA
‹zmit bürokratlar›n›n çeyizi
13
Irak’›n depremzedelere hibe etti¤i konutlara Kocaeli’nin bürokratlar› yerlefltiriliyor
SAYFA
Tarihi de¤ifltiren belgeler
15
De¤ifliklikle gündeme gelen Anayasa, Halk›n Sesi’ni tarihi etkileyen belgelere götürdü
Yaz dedi¤in çocuk oyunu Bu da Halk›n Sesi usulü yaz tatili hediyesi: Genç okurlar için unutulan sokak oyunlar›
23 Temmuz 2010 • 1 TL
Y›l 5 • Say› 111
12 Eylül Anayasas›’na, AKP’nin de¤iflim paketine ve savafla
Ağlasan da sızlasan da hayır
AKP, de¤iflim paketiyle, 12 Eylül Anayasas›’n› ve kendi iktidar›n› neoliberal ilkeler çerçevesinde güçlendiriyor. Eme¤e, halk›n haklar›na ve Kürtlere sald›r› program› derinlefliyor
Demokratik hak ve özgürlüklere; halk›n haklar›na; sol de¤erlere sald›r›lara “Hay›r” diyenler, insanca yaflam, güvenceli ifl ve halk›n anayasa maddeleri için sesini yükseltiyor
İktidarla muhalefet savaşta birleşti AKP, Kürt sorununda savafl politikalar›n› derinlefltiriyor. Muhalefet liderleriyle yap›lan görüflmeler hükümetin bu yolda yaln›z yürümeyece¤ini gösteridi S. 4
Tam gün çat›flmas› Aile hekimli¤i uygulamas›yla halk› yavafl yavafl hastanesiz b›rakan Sa¤l›k Bakanl›¤›, Anayasa Mahkemesi’nin Tam Gün Yasas› karar›n› olumlu karfl›layan hekimleri tuzu kuru buldu S. 3
AKP Anayasası 12 Eylül’ün devamı Halkevleri Hukuk Dairesi, AKP’nin Anayasa de¤iflikli¤ini inceledi. Yeni paketin iddia edilenin aksine 12 Eylül ruhu tafl›d›¤›n› tespit etti S. 12
Muhalefet, hay›r cephesini örgütleyecek. Hay›r’› örgütlerken güçlü alternatifler oluflturmak gerekecek. YOL YAZISI S. 3
Kenar Notlar› / Sayfa 2
Ferda Koç / Sayfa 4
Zor bir düflman seçtin...
Mutabakat kural›
Suyu bafltan kestiler
Erdo¤an muhatab› uzaklarda arama
K
aradenizliler HES’lere karşı amansız bir mücadele veriyor. 2700’den fazla HES yapılması planlanan bölgede Derelerin Kardeşliği Platformu’ndan Avni Ertaş’la HES karşıtı mücadeleyi, bu mücadelenin özgün yanlarını ve sınırlarını konuştuk. Fındıklı Dereleri Koruma Platformu sürecinden gelen Ertaş, HES’leri durdurmak için nasıl önlemler aldıklarını, HES’cilere karşı mücadelenin unutulmayacak anılarını ve platformun örgütlenme konusundaki temel prensiplerini anlattı S. 11
Mehmet Tok / Sayfa 7
Tufan Sertlek / Sayfa 8
Sa¤l›kta dönüflümün özü...
D‹SK’in ‘D’si...
Tafl atan çocu¤a kot satt›rmak
B
aşbakan ‘Açılım’ sürecini anlatmak için kadınlarla buluştu. Her kesimden kadın örgütünün çağrılmış olduğu toplantıda çözüm sürecinin asıl muhatabı olan Kürt kadınları yoktu. Toplantıya davet edilmeyen Kürt kadınları toplantının yapıldığı Dolmabahçe Sarayı’nın birkaç yüz metre ilerisinde Türkiyeli kadınlarla beraber Barış İçin Kadın Girişimi’nin kurduğu ‘Barış Noktası’nda taleplerini anlattı S. 10
K
uzey Irak neoliberal politikalar doğrultusunda yeniden yapılandırılıyor. Kürt burjuvazisi yatırımları büyük fırsat olarak görüyor. Türkiye sermayesi bölgede uluslararası tekellerin taşeronluğunu yapıyor. Egemenlerin amacı Kürtleri neoliberal düzene eklemlemek S. 9
Adéo Espanya Katalonya’n›n özerkli¤ini budayan mahkeme karar›na karfl› ba¤›ms›zl›k isteyen bir milyon Katalan, ‘Biz bir ulusuz gelece¤imize kendimiz karar veririz’ dedi S. 5
‹stanbul Belediyesinde grev var AKP belediyeciliği her yönüyle iflas ediyor. Yağma düzeni belediyeye asılan grev kararıyla bir darbe daha aldı
İ
stanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ile yapılan toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin tıkanması üzerine “grev” kararı alan Türk İş’e bağlı Belediye-İş üyesi işçiler, grev kararını İBB kapısına astı.
13 Temmuz’da Edirnekapı’da toplanan binlerce işçi İBB önüne yürüdü, grev ilanını belediyenin kapısına astı. Böylece yasal grev süreci başlamış oldu. İşçiler temel taleplerini insanca
yaşanacak bir ücret, üniversite mezunlarının sendikalı olmasının önündeki engellerin kaldırılması ve işçi sağlığı ve güvenliği konusunda iyileştirmeler yapılması olarak sıralıyor. S. 9
Engelliler direniflte Türkiye’nin ilk engelli emekçi direnifli, hay›rsever projecili¤in parlak yald›zlar›n› dökerek Kocaeli’nde bafllad› S. 6
2
MEDYA 23 Temmuz 2010 / 5 A¤ustos 2010
Halk›n Sesi
Kenar Notlar› Gaz’an mübarek olsun! Zorlu bir düflman seçtin kendine ‘Öyle bir gözyaşı ver ki ya Rabbi, aklansın ölümün kara düşleri; korkuları umutlara döndürsün; her damlası cehennemler söndürsün…’ Gaz’an mübarek olsun! Zorlu bir düşman seçtin kendine. Onun gözlerine iyi bak; tek bir damla yaş göremezsin onlarda. İyi bak. Tam zamanında düzeni kesintiye uğratan bir devrimci eylemin “sonsuz dinginliği” yansıyor onun gözlerinden. Onlara iyi bak. Orada “masumiyetin çocuksu” bakışlarını değil, 12 Eylül faşizmine karşı devrimci isyanın yıkıcı gerçekliğini göreceksin. Doğru ya, sen bakamazsın o gözlere. Bakabilmek için, göz göze gelmeyi; göze göz dişe diş bir mücadeleyi göze alman gerekiyor. Zaten korkaklığından havale etmemiş miydin onları 12 Eylül faşizmine. “Hızır gibi imdadına yetişen Mehmetçiğe selam” (Fehullah Gülen ağlıyor.) duran sen değil miydin? Şu haline bak! 12 Eylül darbesine karşı tam otuz sene sonra sefere çıkıyorsun. Nasılsa, artık “12 Eylül darbesi” bir kağıttan kaplan. Madde madde değiştir. Mevzi mevzi sokul bağrına düşmanın. O senden uzaklaştıkça sen ona yakınlaş; asimile et ilkelerini, mantığını, kurumlarını. Kat kendine onun özünü. O yok oldukça sen varol. O yaşlandıkça sen gencel. O pörsüdükçe sen semir. Adına da “demokrasi savaşı” de. “Mübalağa”, bu uğurda şehit düşenler olursa üzülme; nasılsa “demokrasi şehidi” olacaklar. Kaygılanma. Evet kaygılanıyorsun. Orduyu kutsal savaşa hazırladın. O ordu ki, sözümona “darbelere karşı kutsal demokrasi savaşının kahraman mücahitleri” olarak belki gaz’aya değil ama gaza gelmiş neoliberal İslamcı burjuvazinin evlatlarıdır. Ne var ki, 12 Eylül ve 28 Şubat muharebelerinde iki darbe atlatmış bu kahraman mücahitlerin tek bir “demokrasi şehidi” bile yok! Dert etme. Bu senin iman dolu serhaddinde bir inandırıcılık yitimine yol açmaz. İslamcıların sindirim sistemindeki tekâmül öylesine serpildi ki, şu koca kainatta sindiremiyecekleri hiçbir “kötülük” kalmadı. “Zavallı neoliberal kapitalizm”, İslamcıların sindirim sistemine kurdu yeni piyasa hareketlerini. Daha ne olsun. Ordunu yüreklendirmek mi istiyorsun? Hemen bir toplu ağlama töreni düzenleyip Allah ne verdiyse karşılıklı ağlarsınız olur biter. İçinizde en ağlak olanın hitabet sanatından mutlaka yararlanın. Size 12 Eylül’de eli kanlı faşist katilleri nasıl parasız savunduğunu ve 28 Şubat muharebelerinde sergilediği kahramanlıkları anlatsın: “Beni 28 Şubat AB’ci yaptı. 28 Şubat’a dek ben AB’ye düşmandım. Türkiye’nin AB üyeliğinden söz etmeyi vatana ihanet sayardım. Ancak bu bizim gözümüzü açan bir süreç oldu.” (Bülent Arınç ağlıyor.) O törenlerde orduyu savaşa hazırlamayı unutma. “Darül harp”teyiz ya; sana düşman topraklarda her türlü savaş hilesi meşru. Savaş hilelerini anlat genç liberal mücahitlere. Gözyaşlarının gerektiğinde nasıl bir savaş silahı olabileceğini öğret: “Sinesinde cehennem korları ve içi cayır cayır yanarken, onun duyguları dışa, göz yaşı şeklinde dökülür. Onun içindir ki, Cehennem kıvılcımlarının mahşerde insanları kovaladığı zaman, Cibril elinde bir bardak su ile görünür. Ve Allah Resulü ona sorar: "Elindeki nedir?" Cibril'in cevabı şu olur: "Müminlerin gözyaşı, cehennemi söndürsün diye!" (Tayyip Erdoğan ağlıyor.) İşte bu hikâyelerin ve gözyaşlarının büyüleyici atmosferinde anlat onlara. Darbeler nasıl bedel ödenmeden savuşturulur anlat. Bütün bir halkı halk yapan devrimci-özgürleştirici potansiyel faşizmin saldırıları altında ezilirken; İslamcı gericiliği, neoliberal dönüşümü, faşizmi ve emperyalizmi nasıl yeniden yerleşik bir düzen haline getirdiğini anlat. Fakat sen sen ol, sakın, devrimcilere karşı, o bildik gözüyaşlı toplumsal meşruiyet oyununu bir daha oynama. Başın her sıkıştığında, devrimci ozanların ve devrimci militanların halkın özgürleştirici potansiyeline yerleşmiş devindirici gücüne tutunma. Asla unutma ki, senin o açgözlü, işbitirici, istismarcı nefesinin tükendiği her yerde, geriye döndürülemez gerçek devrimci bir seçenek başlar.
TRT’nin oyu belli
Sanalda sansür sokakta eylem HAKAN DEM‹R ürkiye’deki internet sansürüne karşı ilk sokak eylemi 17 Temmuz’da yapıldı. Taksim’de sansürün mağdurlarından, çoğu 25 yaş altı yüzlerce kişi, yaptıkları eylemle “Özgürlüğümüze tıklamayın” dedi ve internette sansüre karşı sabırların taştığını gösterdi. Eylem, internet dilinden uyarlanmış, örneğin Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın resminin altında “Adam haksız beyler” yazan döviz ya da “Ne sansürü ulan bu çağda” yazılı pankart gibi renkli materyallerle alışılmışın dışında bir tarza sahipti. Ayrıca internet sansürüne karşı yapılan eylem, Radikal’den Serdar Kuzuloğlu’nun yazdığı gibi “Sürekli klavye eylemciliği ve apolitiklikle suçlanan internet kuşağının birbirine e-posta gönderme, Facebook’ta protesto gruplarına üye olma, profil fotoğrafına bayrak ekleme dışında da bir şey yapabildiğini” göstermesi açısından önemliydi. Dünyada internet sansürünün Türkiye kadar yaygın olduğu başka bir ülke bulunmadığı için internette sansüre karşı bir mücadele pratiği yaratılmış değil. Türkiyeli internet kullanıcılarının bu deneyimi yaratmaya dönük attığı adım küçük de olsa başlangıç olması açısından değerli bir adımdı. İnternette sansüre karşı olmak dışında herhangi bir ortak paydası bulunmayan onlarca internet sitesi ve internet sansürüne karşı kurulmuş derneklerin bir araya gelerek oluşturduğu İnternette Sansüre Karşı Ortak Platform, sansüre karşı mücadele pratiğini yaratıyor. Umut verici bir girişim olarak ilk sokak eylemini örgütleyen platformun temsilcileri, eylemleri sürdüreceklerini belirtiyor ve internet kullanıcılarının sansüre karşı tepkisini sokağa taşımak için çabalıyor.
T
SUÇ KAPSAMININ UCU BUCA⁄I YOK İnternette sansür uygulamalarının dayandığı 5651 sayılı yasa, 2007 Mayısı’ndan bu yana yürürlükte. Yasa hazırlanırken yetkililer “amacımız suçla mücadele” demişti. Ancak yasada suç kapsamı öyle geniş ve yoruma açık tutuldu ki, devlet yasakçılığının sanal âleme de damgasını vurması için 3 yıl yetti. Yasanın uygulandığı üç yılın bilançosu, 6000 civarında internet sitesinin kapatılması oldu.
Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın (TİB) verilerine göre TİB tarafından 5205, mahkemeler tarafından 411, savcılık talimatıyla 295 internet sitesi kapatıldı. Ayrıca kimin tarafından kapatıldığı belli olmayan site sayısı da 611. 5651 sayılı yasaya göre Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, suç işlediğini düşündüğü herhangi bir internet sitesini anında kapatıp, mahkeme kararını daha sonra çıkartabiliyor. Yasaya göre internet sitelerine 2 bin TL’den 50 bin TL’ye kadar para cezası verilmesi de mümkün. Ama işin asıl ilginç olan kısmı yasada tarif edilen suç öğeleri. Yasada “intihara yönlendirme, kumar, müstehcenlik” gibi adli suç tarifleri dışında Terörle Mücadele Kanunu’ndan kopya edilmiş –internet tabiriyle Ctrl+C, Ctrl+V – “örgüt propagandası, devletin güvenliğine karşı işlenen suçlar, anayasal düzeni bozmaya yönelik suçlar, devlet organlarının saygınlığına karşı işlenen suçlar” gibi reelde (sanal ortamın dışında) toplumsal muhalefeti sindirmeye yönelik kullanılan suç tarifleri de bulunuyor. Ayrıca Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na verilen site sansürleme yetkisinin yeni düzenlemelerle RTÜK, Diyanet İşleri Başkanlığı ve hatta emniyet teşkilatına da verilmesi gündemde. Hem suç kapsamı bu kadar geniş hem de sansürlemek bu kadar kolay olunca şimdiye kadar sadece 6 bin sitenin sansürlenmiş
olmasına şaşırmamak gerekir. KARARLI DURUfi, NAF‹LE B‹R ÇABA
İnternette sansür, ilk olarak 2007’de video paylaşım sitesi youtube’a erişimin engellenmesiyle gündeme gelmişti. İstanbul Nöbetçi Sulh Mahkemesi, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin “Atatürk’e hakaret eden videolar var” şikayeti üzerine youtube’a yasak getirdi. Ancak gerekçeyi zamanla Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım dahi unutmuş olacak ki, sansürü savunurken yaptığı açıklamalarda, youtube’un Türkiye’ye vergi ödemediğini ifade ederek konuyu ekonomik çıkara ilişkin kaygılara getirdi. Türkiye’nin ulaşım sistemlerinden, karayolları ve demiryollarından, bunun yanında da internet işlerinden sorumlu bakanı Binali Yıldırım’ın internette sansürü savunurken kullandığı dil, sansürden daha da tehlikeli. Binali Yıldırım’ın ağzından aktaralım: “Google Türkiye'yi dize getirmeye çalışıyor. Bu site, Türkiye Cumhuriyeti ile bir mücadeleye girişti. Türkiye asla bu durumu kabul etmeyecektir.” “Bu site ne kadar büyük olursa olsun, ne kadar yaygara yaparsa yapsın Türkiye Cumhuriyeti bunlara asla ve asla geçit vermeyecek, prim vermeyecektir." Binali Yıldırım burada durmuyor ve ırkçı yaklaşımını da açıklamasında araya sokuşturuyor: "Kendimiz video paylaşım sitesi kuralım! Ne işimiz var elalemin
sitesinde" Ancak iktidarın hayatın tüm alanlarında tam denetim sağlamaya dönük çabaları internetin denetimi noktasında tam olarak mümkün olmuyor. İnternetin tam denetime pek müsait olmayan yapısı sebebiyle kullanıcılar şimdiye kadar yasakları kolaylıkla delebildi ve bilgisayarlarında bazı teknik ayarlamalar yaparak erişime engellenen siteleri kullanmayı sürdürdü. Fakat siyasi iktidarın internetle girdiği mücadelede gösterdiği kararlı duruşa bakılırsa, sansürlemede teknik sıkıntının aşılması ve yasaklanan sitelere erişimin tamamen durdu-
rulabilmesi an meselesi. Buna karşın internet kullanıcılarının temel söylemlerinden birisi de “interneti özgürce kullanabilmek için kırk takla atmak istemiyoruz.” İnternette sansüre karşı çıkanlar sanal alemin tamamen yasaksız olmasını, iletişim hakkı önüne konulan engellerin tamamen kaldırılmasını talep ediyor. TMK ‹NTERNETTE DE VAR İnternet sansürü tek başına ele alındığında istisnai, basit bir yanlış uygulama olarak görülebilir. Fakat sansürü son dönemde toplumsal muhalefete yönelik artan baskıyla ve Terörle Mücadele Kanunu’na dayanarak dava gerekçesi yapılan delillerle birlikte değerlendirdiğimizde büyük resmi görürüz. Devrimcilerin anma törenlerine katılmaktan konsere gitmeye, cenaze törenlerinde bulunmaktan facebookta sosyalizmi övmeye kadar dışarıdan bakıldığında basit görünebilecek bir dizi suçlama, terör örgütü propagandası ve örgüt üyeliği davalarında delil olarak kullanılmaya başladı. İnternet sansürü de bu konunun bir uzantısı olarak karşımıza çıkıyor. İnternette sansür, iktidar erkini, devletin yaptırım organlarını elinde tutanların, toplumsal muhalefete yönelik olduğu kadar toplumsal muhalefete eklenme ihtimali taşıyanların üzerinde de uyguladığı baskının bir aracı. Bu nedenle AKP iktidarının hedef tahtasında ilk sırada yer alan toplumsal muhalefet güçleri ile internette sansüre karşı mücadele edenlerin sokakta buluşmasının anlamlı olacağını söylemek yanlış olmaz.
Penguen dergisinin 1 Ekim 2009 tarihli 367. say› kapa¤›
Hükümette her yol satışa çıkıyor Karayolları Genel Müdürlüğü’nün değişen görevleri, ormanlardan kurum çalışanlarına, yayadan sürücüye kadar herkese etkisini hissettirecek. Otoyolların özelleşmesinin önü açılacak
F
arkettirmeden yürürlüğe konan yasalarla özelleştirmelerin önü açılıyor. Turgut Özal döneminden itibaren kamu hizmetinin özel kişilere gördürülmesi usulü olan yap-işletdevret modeli bundan böyle karayollarında da kullanılacak. 13 Temmuz’da Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6001 Sayılı Karayolları Genel
H
er iktidarla birlikte o partinin resmi yayın organına dönüşen TRT, Cumhuriyet gazetesi muhabiri Fırat Kozok’un 19 Temmuz günü yayımlanan haberine göre anayasa değişikliği için 'evet' oyu propagandasi yapılıyor. Kozok haberinde TRT haber bültenlerinde, ekonomiden siyasete tüm “pembe” tabloların referandumda “evet” koşuluna bağlandığını, yandaş medyadan temsilcilerle AKP’li hukukçuların neredeyse her gün TRT ekranlarından ‘evet’ propagandası yaptıklarını anlattı. İşte o haberlerden biri: Memura zam için ‘evet’: Memura yeni zam mı geliyor? Referandumdan “evet” çıkar ve anayasa değişiklik paketi onaylanırsa, bu sürpriz sorunun cevabı “evet” olabilir.
AKP muhalefeti sanal ortamda da ezmeye çalışıyor bunun amaçla devlet politikasına dönüştürdüğü internette sansür ilk defa sokakta protesto edildi
Yang›n Alarm›
Müdürlüğü’nün (KGM) Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun sayesinde Karayolları Genel Müdürlüğü, görevleri olan karayolu, otoyolu, bakım ve işletme tesislerinin yapım, onarım ve işletme faaliyetlerini doğrudan yapmaktan uzaklaştırılıyor. Yasayla, KGM’nin görevleri, bu faaliyetleri yaptırmak işlettirmek, kiralamak ve şirketlere ortak olmak şeklinde düzenleniyor. YOLLAR SATIfiA ÇIKACAK Bu sayede verilen özelleştirme yetkisinin günlük hayata etkisi ise şöyle hissedilecek; Köprü ve otoyollar, bakım istasyonları, tesisler ve hizmet binalarının içinde olduğu yaklaşık 30 milyon metrekare taşınmaz özelleştirilebilecek. Orman Kanunu’na eklenen madde ile yap-işlet-devret usulüyle kamu arazileri ve orman alanlarında savunma, ulaşım, enerji, haberleşme, su, atık su, petrol, alt yapı, katı atık bertaraf ve düzenli depolama, sağlık eğitim ve spor tesislerinin yapımına izin verilerek, ormanlara müdahale edilebilecek. İstanbul’da 3. Boğaz
Köprüsü güzergahındaki 900 hektarlık orman alanı talana açılabilecek. 2918 Sayılı Trafik Yasası’nda yapılan değişiklikle otoyollarda hız limiti saatte 90 km’den 110 km’ye çıkarılıyor. Bu durumda trafikte güvenliğin azalması ve kazaların artması gibi sorunlar kaçınılmaz olacak. Yeni yapıya uygun olarak, bazı kadroların iptali ve teşkilatın yapısında değişikliğe gidilecek. Bununla birlikte çalışan sayısının azaltılması, statü değişimi gibi yollara başvurulacak. TMMOB Makine Mühendisleri Odası adına
açıklama yapan Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ekber Kaçar, yayımladığı bültende, bu değişimle birlikte kadrolaşmanın ve çalışan kıyımının da önünün açılacağını belirtti. B‹TMEYEN METROLARI HÜKÜMET YAPACAK Kaçar’ın dikkat çektiği bir diğer husus da Ulaştırma Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’a konulan ek madde ile başta Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediyeleri olmak üzere metro ve raylı sistem projelerinde başarısızlığa uğramış bazı
Büyükşehir Belediyeleri kurtarılıyor. Söz konusu projeler önce bakanlığa devredilecek. Yapımlarının tamamlanmasından sonra maliyet bedellleri üzerinden özelleştirilebilecek. Bunların yanında yasanın resmi gazetede yayımlanmasıyla Genel Müdürlüğün görev alanındaki karayollarında trafiğin özel kontrole tabi tutulmasına ilişkin uygulama olan ‘erişme kontrolü’ kaldırabilir hale geliyor. Yasadaki yol ağları tanımına göre ise yük ve yolcu taşımacılığında bir değişiklik yapılmayarak öncelik karayolu
3
GÜNDEM 23 Temmuz 2010 / 5 Agustos 2010
Halk›n Sesi
Sağlıkta tam gün depremi Aile hekimliği uygulamasıyla halkı hastanesiz bırakan bakanlık, Anayasa Mahkemesi’nin Tam Gün Yasası’nı iptal kararını istediği gibi okudu. Hekimlerin piyasacı zihniyete itirazını ‘tuzu kuru olmalarına’ bağladı ağlık Bakanı Recep Akdağ, Tam Gün Yasası hakkında Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararları sonrası yasaya muhalif olan TTB’ye saldırdı. Kurumun kendini sosyalist olarak tanımladığını söyleyen Akdağ hekimlerin sosyalistliğini sorguladı ve onları ‘tuzu kuru’ olmakla itham etti. Bakan, kararla birlikte muayenehanelerde çalışmaya devam edecek olan öğretim üyelerine 5’ten 5 dakika önce çıkanı YÖK’e şikayet ederim tehdidinde bulundu. ‘Tam gün yasası’ olarak bilinen yasadaki bazı maddelerin değişikliği ve iptali için TTB’nin önerisi üzerine, CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne gitmesi sonuç verdi. Anayasa Mahkemesi, iptali istenen diğer maddelerde değişiklik yapmazken, 3 maddenin iptali, birinin yürürlüğünün durdurulması kararını verdi. İptal edilen ve tartışma yaratan maddeler, öğretim elemanlarının yükseköğretim kurumlarından başka yerlerde herhangi bir iş görmesinin yasaklanmasına ilişkin düzenleme yapan 2547 sayılı 36. madde ve bu yasaya eklenen geçici madde ve hekimlerin kamu dahil tüm kurumlarda birden fazla yerde çalışmalarına yönelik sınırlama getiren kanun maddesiydi.
yaptırma çabası içine girince tartışma konusu oldu. Akdağ, üniversitelerdeki yarım zamanlı çalışma statüsünü kaldıran maddenin iptal edilmediğini söyleyerek, üniversite hastanelerinde öğretim üyesi olan doktorların sekiz saat mesai yapacağını vurguladı. Üstelik bir de tehdit savurdu: “5’ten 5 dakika önce çıkanı YÖK’e bildirim.” TTB ise, Akdağ’a YÖK’ün Sağlık Bakanlığı’na bağlı olmadığını hatırlatarak, kurumunun yetkisizliğini dile getirdi. Akdağ ayrıca, kamu görevlilerinin aynı zamanda mesleğini serbest olarak icra edemeyeceklerine ilişkin hükmün Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmediğinden bu hekimlerin 30 Temmuz’dan itibaren muayenehane açabilmesi ve özel sağlık kuruluşlarında çalışabilmesinin mümkün olmadığını söyledi. Fakat işin bu kısmı tartışmalı. Çünkü dava yalnızca öğretim üyelerinin çalışma alanlarıyla ilgili açılmış, ama eşitlik ilkesi gereği kararın kamuda çalışanların tümünü etkileyip etkilemeyeceği tartışma konusu. Karışıklığın Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararını yayınlamasıyla çözülmesi bekleniyor. Bununla birlikte, kamu çalışanı hekimler kısmi zamanlı çalışmaya devam etmek için bakanlığa dilekçe verdi.
‹STEYEN ÇIKAB‹L‹R AMA YOK YAZARIM İptal kararı verilen maddeler, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın yine bir kılıf bulup istediğini
F‹KR‹ NEYSE Z‹KR‹ DE O TTB’nin ‘tam gün yasası” ile ilgili yaptığı itirazlara sert tepki veren Akdağ, TTB’li hekimleri
S
tuzu kuru hekimler olarak tanımladı ve “TTB sosyalizmi benimsediğini devamlı olarak ifade eder. Bu kadar büyük çelişki olmaz. ‘Doktorların muayenehanesi olsun vatandaş gitsin bu muayenehanede para ödesin’ diyeceksiniz. Sağlık, bu muayenehanelerde alınıp satılmalıdır desinler delikanlıca, ben de hiçbir şey söylemeyeyim… Neden bir üniversite öğretim üyesi, bir anabilim dalı başkanı, hem anabilim dalı başkanı olacak hem de ‘muayenehanem olacak’ der? Bunun sebebi çok açık. O ana bilim dalı başkanlığını muayenehanesi için bir şekilde kullanıyor da ondan” dedi. TTB Merkez Konseyi Genel Başkanı Dr. Eriş Bilaloğlu düzenlediği basın toplantısıyla konuyla ilgili, bakana “Şimdilik yalnızca Recep Akdağ da politikaya atılmadan önce aynı şekilde çalışmıyor muydu diye soruyoruz” cevabını verdi. Akdağ’ın “TTB’nin tarih önünde hesap verecektir” ifadesine karşılık Bilaloğlu, “Hesap verecek olanlar, sağlık sektörünü özelleştirme kapsamına alanlar, her reçete için 15 TL katılım payı ödetenler, özel hastanelere müracaat eden sigortalılara yüzde 100’e kadar ilave ücret ödetenlerdir. Bazı sağlık hizmetlerini istisnai sağlık hizmeti sınıfına sokarak yüzde 300’e kadar katılım payı alınmasını düzenleyenler, Sağlık Bakanlığı’nı Taşeron Bakanlığı’na çevirenler, sağlık çalışanlarını kötü çalışma, güvencesiz koşullarda
düşük ücretlerle çalışmaya zorlayanlardır” dedi. Bilaloğlu’nun altını çizdiği Sağlık Bakanlığı’nın iki yüzlü tavrı hekimlere dönük iftiralarla dahi kapanacak türden değil. Bakanın TTB’ye dönük ‘sağlığın muayenehanelerde alınıp satılmasını istedikleri’ yönündeki suçlama bizzat
Bakanlığın temel gayesi. Tam Gün Yasası ile sağlık emekçilerinin çalışma koşullarını piyasalaştırılan sağlık ortamına göre düzenleyen hükümet, bir yandan da aile hekimliği uygulamasıyla sağlık hizmetlerini muayenehaneye dönüşütürülecek sağlık birimlerinde vermeyi hedefliyor.
Mehmet yazar, Ali bozar Türkiye ‹statistik Kurumu (TÜ‹K) 15 Temmuz günü 2010 Nisan dönemi iflsizlik rakamlar›n› aç›klad›. TÜ‹K’e göre, Türkiye genelinde iflsiz say›s› 2009 y›l›n›n ayn› ay›na göre 547 bin kifli azald›. ‹flsizlik oran› ise 2,9 puanl›k düflüflle yüzde 12 seviyesinde gerçekleflti. Söz konusu dönemde istihdam edilenlerin say›s›, bir önceki y›l›n ayn› ay›na göre 1 milyon 803 bin kifli artt›. BÜYÜME ÜÇ GÜN SÜRDÜ Maliye Bakan› Mehmet fiimflek, iflsizli¤in azalmad›¤›n› söyleyenlere rakamlar› göstererek iflsizli¤in azald›¤›n› söyledi. fiimflek iflsizli¤in azalmas›n›n sürpriz olmad›¤›n› belirtti ve Türkiye’nin ‘h›zl›’ bir büyüme sürecine girdi¤ini savundu. fiimflek’in iddia etti¤i iflsizli¤i azaltacak cinsten h›zl› büyüme ›fl›k h›z›nda gerçekleflti. fiimflek’in büyüme aç›klamas›ndan 3 gün sonra büyüme bitti. Üç gün sonra Devlet Bakan› ve Baflbakan Yard›mc›s› Ali Babacan iflsizli¤in azalmad›¤›n› itiraf etti. Babacan, “Ülkemizde 2001 y›l›nda yaflanan ekonomik kriz ile birlikte yüzde 10’lar seviyesine ç›kan iflsizlik oran› 2002-2008 y›llar› aras›ndaki yüksek büyüme performans›na ra¤men 2001 krizinden önceki seviyelerine çekilememifltir” dedi. Babacan, iflsizli¤in azalmamas›n›n nedeni olarak tar›mda istihdam›n azalmas›n› gösterdi. Tar›m›n bütçedeki pay›n›n azalmas› ve buna ba¤l› olarak tar›mdaki istihdam›n azalmas› birçok ekonomist taraf›ndan ekonomik büyüme kriterleri aras›nda gösteriliyor. AKP, TÜ‹K’in her ay yapt›¤› anketler sonras›nda belirledi¤i kriterlerle hesaplad›¤› iflsizlik rakamlar›na göre iflsizli¤in azald›¤›n› ve Türkiye ekonomisinin büyüdü¤ünü savunurken, Oxford Üniversitesi’nin belirledigi endekse göre Türkiye, dünya nüfusunun yüzde 78’ini kapsayan 104 ülke aras›nda en fakir 70’inci ülke oldu. Oxford Üniversitesi’nin dünyada yoksullu¤u ölçmek için gelifltirdi¤i endeks, elde edilen gelir rakam›yla birlikte e¤itim, sa¤l›k, elektrik, içme suyu gibi ölçütleri de kaps›yor.
Muhalefet, elbette ki hay›r cephesini örgütleyecek eclis bu hafta itibariyle tatile girdi. Ankara siyaseti de. Ancak bu yıl milletin vekilleri tatil köylerine gitmek yerine kendi köylerine gidecekler. Neden belli, referandum. Ve çok ama çok çalışmak zorundalar! Çünkü içeriğinin önemi bir yana sonucunda görülecek oy oranlarıyla da çok önemli. Referandum, üç ayaklı bir seçim maratonunun ilk etabını oluşturuyor. Hemen ardından genel seçim atmosferine girilecek ve bir sonraki yıl da cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. Referandum, genel seçim anketi olarak değerlendirilecek. Bu durumun ciddiyetini kavrayan ve aynı zamanda kavratmak isteyen Erdoğan da ilk etabın başlangıç düdüğünü ağlama gösterisiyle çaldı. Meclis’teki son grup toplantısında yaptığı konuşmada 12 Eylülcüler tarafından idam edilen devrimcileri ve sözüm ona tarafsızlık görüntüsü vermek için idam edilen birkaç faşisti, referandum sürecinin ana malzemesi yapacağını açıkladı. Bu durum için kullanılacak en hafif ifade, “istismar”dır. Kendi temsil ettiği hareketin hiçbir mağdurunu bulamadığı için, ne bulursa onu kullanıyor. Varlık nedenlerini, palazlanma nedenlerini borçlu oldukları 12 Eylül’e karşı “sahte cihat” çağrısı bile ikiyüzlülüklerini örtemez. Kendi doğum kesesini yiyerek büyümeye çalışan ucubelere benzerler ancak. Bu toplumun ilerlemesinde, gelişmesinde hep takoz olmuş bir siyasi anlayış şimdi demokrasinin, insan haklarının tek savunucusu oldu! Erdoğan’ın yaptığı bu konuşma kaba bir demagoji olmasının yanında kendi partidaşlarına bu süreçte izlemeleri gereken taktiği işaret etmesi açısından önemli. Artık her AKP’li karşılaştıkları CHP ve MHP seçmenlerine aynı laflarla ve aynı gözyaşlarıyla propaganda edeceklerdir. Parti disiplininin sıkı uygulayıcılarından olan Arınç, 12 Eylül’de faşist katilleri nasıl cansiparane savunduğunu anlatıp sahte gözyaşlarını dökmeye başladı bile. AKP’nin sadece bu taktiği değil, bu süreçte izlediği diğer taktik ve söylemleri de tam bir yalan ve ikiyüzlülük taşıyor. 12 Eylülcülere yargı yolunun açılacağı bir yalan çünkü değişiklik geçmiş “suçları” içermiyor
M
ve zaman aşımını geçersiz kılmıyor. 12 Eylülcüleri yargılamak ancak yaptıklarını “insanlığa karşı işlenmiş suç” kategorisine almakla mümkün; ama AKP bundan özenle kaçıyor. Bu konudaki samimiyetin bir diğer ölçüsü “Kemal Türkler Davası” karşısında AKP’nin yapmadıklarıdır. Bir başka yalan kamu çalışanlarına, “grev yapabilmelerinin yolunu açacak toplu sözleşeme hakkı veriyoruz” açıklamasında. AKP’lilerin çoğunluk olduğu bir uzlaştırma kuruluna son söz hakkını vererek, ne grev ne de toplu sözleşme hakkı sağlanmış olur. Diğer yalan “yerindelik denetiminin” ortadan kaldırılmasında en açık ifade ile mevcut. Yargı, idarenin tasarruf takdirinde olan birçok denetimi kendisi yapıyormuş ve bu durum da yürütmenin yani hükümetin icraatlarını kısıtlıyormuş. O yüzden de Anayasa’nın 125. maddesindeki değişiklik ile yargısal denetim hakkının çerçevesi “hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz” ifadesiyle netleştiriliyor. Bu değişikliğin HSYK ya da Anayasa Mahkemesi’nin yapısında yapılmak istenen değişikliklerle hiçbir alakası yok, karıştırmamak gerek. Bu laf cambazlarının istediği değişiklik olursa artık bundan sonra mahkemeler “kamu yararını” gözetip bunların yağma ve talanlarını engelleyemeyecek. Kamu yararını ihlal etse bile özelleştirmeler durdurulamayacak, doğayı katletse bile HES’lerin yapımı devam edecek, ulaşım, su, elektrik zamları yürütmenin tam anlamıyla “vicdan”ına bırakılacak… Gelelim AKP’nin ikiyüzlülüğüne. En çarpıcı iki örnek cumhurbaşkanlığının yetkileri ve YÖK’tür. İktidara gelmeden önce bu iki konuda “yırtınan” AKP, iktidarı ele aldıktan sonra bu iki kurumun tüm olanaklarını ve yetkilerini sonuna kadar kullanmıştır. (Ve referandumda oylanacak pakette cumhurbaşkanlığının yetkileri artmakta ve YÖK’e de hiç dokunulmamaktadır). Asıl ikiyüzlülük Kürt sorununa bakışta çok daha çarpıcı. Gül’den Erdoğan’a ağızlarını açtıkları her durumda “bu ülkenin en önemli sorunu Kürt sorunudur” diyorlar. 26 maddelik değişiklik paketinde Kürt sorununun çözümüne ilişkin tek bir madde yok. Yani bu sorun gerçekte
onlar için ilk 26’ya bile girmiyor. Üstelik bu kadar da değil; referandumdan alacakları “evet” o kadar önemli ki Kürt sorununun kendilerince çözüm sürecini bile dinamitlemekten çekinmiyorlar. “Özel hudut birlikleri” saçmalığı asıl olarak bir referandum taktiğidir. Sözde açılım siyasetinde hiçbir gerçek adım atamayan AKP, asker cenazelerinin artması ve muhalefetin bastırmaları karşısında yeni bir uzlaşma manevrası yaptı. Akıllarınca, CHP’nin ve MHP’nin baskısını geçiştirecekler, genelkurmaya yeni bir çekiç verecekler, hem gönüllü hem maaşlı ölmeye ve öldürmeye aday ve elbette badem bıyık bırakmaya dünden razı 10 bin kişi istihdam edecekler. AKP’nin açılım için bulduğu tek gerçek adım. Erdoğan’ın her fırsatta söylediği deyişi onun için söylemek gerek; “Şecaatini arz ederken sirkatini söylüyor;” yani “kendini överken ayıbını söylüyor”. Aynı durum “taş atan çocuklar” için de geçerli. Yasayı çıkardıktan sonra ortalığa dökülüp bu durum için övünecekler ancak asıl ayıp o çocukları yıllardır cezaevlerinde tutmaktır. Bu arada açılımın da Habur’a geri döndüğünü belirtmek gerek. Yine bu satırlarda bir tehlikeye işaret edilmişti; açılım denilen süreç doğru yönetilemezse eski başlangıç noktasına dönmek dahi imkansızlaşır. Şimdi bu tehlike çok daha büyük. Tüm bunlar AKP’ye karşı olmak ve yapmaya çalıştığı “revizyonları” engellemek için yeterlidir. Çünkü açıktır ki tüm bu süreç ne halkın doğrudan katılımına açılmıştır ne de halkın doğrudan çıkarına hizmet etmektedir. “Toplumsal muhalefet elbette ki hayır cephesini örgütleyecektir”. Bu cümle bu satırlara ilk kez 25 Mart’ta yazılmıştı. Aradan geçen dört ayda toplumsal muhalefet bileşenleri yavaş yavaş tutumlarını netleştirdi. Bu tutum alışlarda tam bir uyumdan ve tutarlılıktan söz edebilmek mümkün değil. Ancak her şeye rağmen önemli bir bölümü “hayır” tavrında ortaklaştı. CHP ile başlayalım. CHP, toplumsal muhalefet içerisinde sayılabilir mi? Anayasaya paketi karşısındaki gerekçelerine bakılırsa elbette ki sayılamaz. Neden mi? Çünkü CHP, sürecin başından itibaren bu pakete ilişkin tüm muhalefetini HSYK ve
Anayasa Mahkemesi’nin yapısındaki değişikliklere ilişkin yaptı. Hatta CHP genel başkanı, “bu ilgili maddeleri ayırsınlar geriye kalanlara biz de ‘evet’ oyu verelim” bile dedi. Yani “evet” oyu verecekleri maddeler (yukarıda bir kısmı sayılan); sahte 12 Eylül yargılaması, grev hakkı vermeyen sahte toplu sözleşme hakkı, kamu yararı gerekçesini ortadan kaldıran yargı kısıtlaması, pozitif ayrımcılığı belirgin hale getirmeyen cinsiyetçi düzenleme, emek örgütlerini siyasal iktidarın güdümüne sokacak olan Ekonomik ve Sosyal Konsey düzenlemesi vb. idi. CHP’nin bu konularda hiçbir muhalefeti mi yok, yoksa ilgisi mi yok? Toplumsal muhalefetin asıl derdi bu başlıklar. Elbette ki AKP’nin yargıyı ele geçirme girişimleri ciddiye alınmalıdır; ancak bunu engellemek için bile dayanılması gereken güç bürokrat, elit devlet kadroları değil, halk olmalıdır. Halkı, bu konuda popülist söylemlerle yedeklemeye çalışılan bir zihniyet toplumsal muhalefetin ne öncüsü ne de bileşeni olur. CHP’nin şimdi, hemen, acilen yapması gereken iş; “hayır” oyu istediği kitleye, kendisinin nasıl bir anayasa değişikliği önerdiğini ayrıntılarıyla açıklamasıdır. Siz şimdi “hayır” deyin, “sonrasına bakarız” aldatmacasına girmeden. Emek örgütlerinin bu süreçteki duruşlarının da tutarlı olduğunu söylemek ne yazık ki imkansız. Örneğin KESK’in duruşu ne kadar anlaşılabilir? Referandumda “evet” yada “hayır” tercihlerinde üyelerini serbest bırakıyorlarmış, KESK olarak net bir karar açıklayamazlarmış. Kamu çalışanlarını doğrudan ilgilendirmeyen maddeler olsa bu tutumu (anlamayız ya yine de) anlıyormuş gibi yapalım. Hadi diyelim ki siyasal, toplumsal sorunlar karşısındaki misyonunu unuttu ancak KESK’in varlık nedeni; kamu çalışanlarının grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkını savunmak, kazanmak değil mi? AKP’nin bu sahtekarlığı karşısında hangi akla hizmet “biz karar belirtemeyiz” demek. Sendikal düzenlemeler, Ekonomik ve Sosyal Konsey’de mi ilgi alanlarına girmiyor? KESK bu konuda karar veremezse hiçbir konuda veremez. DİSK ise referandum konusunda
en açık tutum belirten yapılardan biri oldu. “Anayasak” ve “banayasa” ikilemi de siyasal propaganda çalışması için anlaşılabilir “keşif”ler. Anlaşılabilir olmayan DİSK’in bu süreçteki garip ittifak arayışları. TÜSİAD ile ortak bir söylem arama ilişkisinin DİSK’in sınıf sendikacılığı çizgisine hiçbir katkısı yoktur, DİSK’in böyle bir ilişkiye ihtiyacı da yoktur. TÜSİAD ile girilecek ilişkide konum da bellidir, soru da. Ülkenin çağdaşlaşmasından, demokratikleşmesinden, evrensel hukuk kurallarının işletilmesinden yana olan TÜSİAD’cılar, çalıştırdıkları işçilerin tamamını sigortalı yapıyorlar mı, sendikalaşma oranı %100 mü? Taşeronlarında ya da fason iş yaptırdıkları yerlerde sendika ve sigorta kriterlerinin uygulanmasını şart koşuyorlar mı, buralarda çocuk işçi çalıştırılmasını engelliyorlar mı? İster kadın, ister erkek olsun patron sınıf karşıtıdır, arasıra hatırlamak/hatırlatmak gerek. BDP’nin referandumdaki boykot tavrını da genel seçimlerde izleyecekleri çizginin ilk aşaması olarak görmek, en anlaşılabilir değerlendirme olsa gerek. Seçimde en az 20 milletvekili çıkarma baskılanması özel taktikler gerektiriyor. BDP’nin “boykot”unun “bölge” için uygun bir taktik olup olmadığı tartışılabilir. Bölge halkı çoğunluğunun seçim sandığına gitmeyerek “halk grevleri zincirine” yeni bir halka eklemesi, BDP’nin seçime doğru ilerlemekte olan sürecin inisiyatifini elde tutmasında diğer taktiklerden daha olumlu bir rol oynayabilir. Ancak bu taktiğin Batı’da da sol muhalefet için uygun mecrayı temsil ettiğini ileri sürmek mümkün değil. Soldaki diğer boykotçuların BDP’nin saikleriyle hareket etmediği aşikar. İçlerinde ESP, SDP, EHP gibi “parti”lerin bulunduğu gruplar BDP gibi “gücümüzü gösterelim”den ziyade “güçsüzlüğümüzü göstermeyelim” den hareket ediyorlar. Siyasal varlığın kanıtı, en uçta gözükmeye çalışmak olunca “devrimcilerin, sınıfın çıkarından başka çıkarı yoktur” ilkesi revize edilmek zorunda kalıyor. Hatta bazıları, AKP’nin halk düşmanı maddelerine “hayır” diyenleri, MHP’nin ekmeğine yağ sürmekle suçlanacak kadar ucuz, adi polemiklere malzeme yapılıyor.
Devrimcileri ise bu süreçte bekleyen en önemli engel ise motivasyon eksikliği olacak. Neye ve niçin “hayır” dediklerinin bilincinde olmalarına rağmen CHP’nin sahip olduğu avantajlara sahip olamamak, BDP’nin boykot tavrının yarattığı baskılanma ikincil bir konumda olacakları endişesine neden olabilir. Oysa ürkek bir siyasal kampanya çok daha kötüdür. Üstelik gerek CHP’nin gerekse de BDP’nin yanlışları ve süreci kavrayamaması çok ciddi bir siyasal boşluk yaratmış durumda. Bu boşluğu dolduracak siyasal çizgi ve donanım ise mevcut, gerekli olan kararlı, inatçı ve militan çalışma tarzını devrimciler defalarca gösterdi zaten. Durumun ciddiyetini daha iyi anlamak için olası sonuçları değerlendirmek yararlı olur. Eğer referandumdan “evet” çıkarsa, bu durum iktidar tarafından daha güçlü ve daha kapsamlı bir anayasa değişikliğinin önünü tıkamak için kullanılabilecektir. Uzunca bir süre “12 Eylül anayasasını değiştirdik” şişinmesi hakim olacak ve siyasal iktidarın halk muhalefetine karşı uyguladığı baskıcı politikalar daha da güçlendirecektir. “Hayır” sonucunun kamu vicdanında “12 Eylül Anayasası’na devam” olarak yorumlanacağı iddiası ise tümüyle içi boş bir iddia olarak kalacaktır. Mevcut anayasanın elden geçirilmesi doğrudan doğruya kurulu düzenin bir talebidir. Bu paketin içinde yer alan Ekonomik Sosyal Konsey, Kamu Denetçiliğii’ne benzer düzenlemeler gibi birçok anayasa değişikliği talebi düzen güçlerinin “ortak” talepleridir. Dolayısıyla, “Anayasa Reformu” Türkiye’nin gündeminde bizzat düzenin kendisi tarafından tutulmaya devam edecektir. Olası bir “Hayır” sonucu, yeni anayasa deği-şikliği girişiminde bu paketteki kısmi “gevşemelerin” biraz daha ileri götü-rülmesini zorunlu hale getirecektir. Dört ay önce bu köşeden ifade edilen son cümleler hala geçerlidir: “Hayır”ı örgütlemek aynı zamanda güçlü alternatifler oluşturmayı zorunlu kılar. AKP’nin ya da sermayenin ya da bilmem kimin anayasa maddeleri değil, ’halkın anayasa maddeleri’ bu sürecin güçlü hareketlerine dönüşebilir/dönüştürülmelidir.”
4
GÜNDEM 23 Temmuz 2010 / 5 A¤ustos 2010
Halk›n Sesi
Mutabakat kural› Sağduyulu bir insan için bu memlekette olan biteni anlamak, çoğunlukla zordur. Tüm ülkeyi hop oturtup hop kaldıran “büyük tartışmalar ve çalkantılar”ın arkasından genellikle bu tartışmaların odaklandığı konunun dışında bir “murat” çıkıverir. Hele de bir konuda “milli mutabakat” aranıyorsa, o işin altında mutlaka bir Çapanoğlu bulunur. “Ergenekon”dan beri birbirleriyle kanlı bıçaklı olan AKP ve CHP, “PKK terörüne karşı” bir araya geldiler ve “vicdanları kanatan bir sorun”un önüne geçmek için “mutabakat” oluşturdular. “Üç beş hafta eğitim almış yirmi yaşındaki acemi erlerin, yıllardır dağları mesken tutan tecrübeli teröristler”in önüne atılmaması gerektiği konusunda oluşan bu “ortak duyarlılığın” meyvesi “Profesyonel Ordu” oldu. “Yandaş medya” dışında kalan gazeteler ve ağır toplarının hepsi önce, 90’lı yıllardaki Özel Harekat tecrübesine atıfta bulunarak “tereddüt eder” gibi göründüler. Kısa süren “sarkık bıyık – badem bıyık” tartışmasının ardından ma-aile tüm “Şerefli Türk Medyası” itirazlarını adım adım geriye aldı. Profesyonel Ordu, bu “ailedeki” kimilerine göre Ferda “PKK’nın çanına ot tıkayacak”, Koç kimilerine göre “savaşı tahammül edilir hale getirecek” ama ferdakoc@ mutlaka Kürt Sorununun genel hotmail.com gidişatına olumlu etki edecek bir yöntem olarak “onaylandı”. Gerçekte sadece “terörle mücadele” kavramıyla ve “devlet aklıyla” bakılsa dahi bir çok ciddi sakıncası olan Profesyonel Ordu’ya böylesine geniş bir onayın bu kadar kısa sürede verilmesinde “tamamen duygusal” nedenlerin, “acemi askerlerin kolay öldürülmesinin neden olduğu vicdan yaralarının” rol oynadığını düşünmenin saflık olduğunu hissedebilmek için fazla beklemek gerekmedi. Şimdilerde, referandumda “evet” kampanyası için televizyonlarda “ağlak” görüntüler veren Erdoğan, Profesyonel Ordu’dan beklentisini açıklarken ne denli “duygusal” olduğunu ağzından kaçırdı. “Şehit cenazeleri olumsuz etkiliyor, şimdi de şehit olsa bile onların ölümü göze alarak oraya gittikleri bilinecek” deyiverdi. Yani Erdoğan’ın “meselesi”, “anaların ağlamasının önüne geçmek” değil, ölen askerler için de “bu mesleğin kaderinde var” savunmasının arkasına sığınabilmek miş. Ama “Profesyonel Ordu”nun arkasındaki Çapanoğlu’nun Erdoğan’ın referanduma endeksli “tamamen duygusal” hesabı olduğunu söylersek eksik olur. Çünkü profesyonel ordunun ha demeye kurulamayacağı biliniyor. Zaten Vecdi Gönül de, gerekli yasal düzenlemenin meclis kapanana kadar yetiştirilemeyeceğini açıkladı. AKP’nin Kürt Sorunundaki başarısızlığının açık kanıtı olan çatışmaların referanduma kadar aynı şiddetle sürmesi ise büyük bir olasılık. Bu durumda “Profesyonel Ordu” hevesi olsa olsa, yükselen alevlerin bir süre sonra azalabileceği beklentisi yaratır, o kadar… Gerçekte “Zorunlu askerliğin kaldırılması ve profesyonel orduya geçiş”in bir “NATO süreci” olduğu çoktandır biliniyor. Murat Çakır’ın Özgür Politika’da yazdığı gibi, bugüne dek 28 NATO üyesinden 23’ü bu kararı uygulamaya soktu. NATO’nun Doğu Avrupa ülkelerini de içine alarak genişlemesi öncesinde başlayan bu süreç, NATO’ya yeni katılan bütün ülkeler için bir ön şart haline getirildi. Bu düzenlemenin Soğuk Savaş Stratejisi’nin yerine geçen “Asimetrik Savaş Stratejisi”ni uygularken “yurttaşların demokratik iradesi”nin sorgulayıcılığını aşmak için gündeme getirildiği açıkça ifade edildi. Bu sadece bir “NATO stratejisi” de değil; aynı zamanda “Orduların ve tüm güvenlik sisteminin özelleştirilmesi”ni öngören bir “küresel sermaye stratejisi”… Güney Amerika ülkelerinde “güvenlik hizmetlerinin özelleştirilmesi”nin, neo-liberal stratejiyle nasıl bütünleştiğini daha önce Metin Yeğin yazmıştı. TSK’nın “iç dengeleri” ve yerleşik iktidarını sürdürme kaygıları nedeniyle“zorunlu askerliğin kaldırılması”na ayak dirediği biliniyor. Bu güçlüğü, PKK’ye karşı mücadele vesilesiyle “pencereden girerek” aşmanın, orduya önce “karma” bir nitelik kazandırmanın ve ordunun parça parça özelleştirilmesinin uygun bir taktik olabileceği düşünebilir. Bu prizmadan baktığımızda, Ergenekon dalgaları ile başlayıp, Açılım fırdöndüsü ve Baykal operasyonu ile tezgahlanan süreçte sağlanan bu tek “milli mutabakat”ın, “darbe karşıtlığı”, “barış ve kardeşlik havariliği”, “özgürlük aşkı” ile ambalajlanmış bir “Büyük Oyun”un planlanmış ürünlerinden olduğu sonucuna varabiliriz. Şimdi, “Tahrik Kuralı”ndan sonra, “Mutabakat Kuralı”nı önerebilirim: İmal edilmiş bir hezeyan ortamında iktidar ve muhalefet arasında sağlanan mutabakatların çözdüğü söylenen sorunla gerçekten çözdüğü sorun her zaman birbirinden farklıdır.
Onları savaş birleştirdi AKP Kürt sorununda köşeye sıkıştıkça savaşı derinleştirme çabalarını da arttırdı. Bir yandan açılım balonunu şişirmeye devam eden Tayyip Erdoğan, diğer yandan Kürt halkına karşı savaş ittifakını genişletiyor. Savaşın önümüzdeki günlerde kızışacağı AKP’nin yeni hamlelerinden anlaşılıyor
A
KP Kürt halkına karşı savaşta yalnız yürümeyeceğini CHP, DSP, SP ve BBP’yle yaptığı görüşmelerde gösterdi. Her fırsatta gırtlak gırtlağa gelen bu partiler, mevzu bahis “savaş” olunca biraraya geldi. Kimi “solcu”, kimi “ümmetçi” kimi “halkçı” olan bu partilerin görüşmelerden sonraki açıklamalarının hepsinde “savaşta beraberlik” söylemi öne çıktı. “İşbirliği teröre karşı olursa, her zaman varız” denildi.
ÇÖZÜMSÜZ ‹TT‹FAK İlk olarak AKP-DSP görüşmesi gerçekleşti. DSP savaş için gerekli önerisini yaparak görüşmeyi noktaladı. Öneri ise tüm sınıra elektro-nik duvar örüp PKK’yi tasfiye etmek oldu. Erdoğan DSP’den sonra Saadet Partisi’yle görüştü. SP görüşmede “Barış ve Kardeşlik İçin Gönüllü Birlik Projesi”ni sundu. Bahsedilen projeden SP’nin Kürt sorunundan ne
anladığı da ortaya çıktı. SP “Batının da Doğunun da hakimi Allah” diyerek başladığı çözüm önerilerinde, sorunu “PKK sorunu” olarak analiz ediliyor. Aynı gün BBP’yle yapılan görüşmelerden de çözümsüzlük çıktı. BBP’nin çözüm önerisi “İdam cezası kapsamı arttırılarak geri gelsin” oldu. En merakla beklenen görüşme CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile yapıldı. İki lider bu görüşmenin yapılacağının sinyallerini sınırda “siper siper” gezerken verdi. Kürt sorunuyla ilgili “çözüm”ler masaya yatırıldı. Ayrıntıların halka açıklanmaması kaydıyla “terörle mücade-lede” mutabakata varıldı. Görüşmeye eski İstanbul Valisi, yeni Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muammer Güler de katıldı. Görüşme sonrasında CHP’nin “Kürdün karnını doyur, iş ver, sorun çözülsün” mantığının devam ettiği anlaşıldı. Görüşme sonrasında “Hep
ekonomik öneri-ler yapmışsınız. Sorunu ekonomik ve karın doyurma sorunu olarak mı görüyorsunuz” diye soran gazetecilere Kılıçdaroğlu, “iktidar olmadıkları için sorunu tam bilemedikleri bu yüzden önerilerinin sınırlı kaldığı” cevabını verdi. 26 yıldır süren savaşta CHP, “sorunu anlamadık” diyerek hiçbir şey yapmamış oldu.
SINIRA ÖZEL ORDU Tayyip Erdoğan siyasi parti liderleriyle yaptığı konuşmalardan sonra “çözüm” politikasının önemli bir ayağını açıkladı ve özel ordu kuracaklarını duyurdu. AKP genişletilmiş il başkanları toplantısında konuşan Erdoğan “terör”le mücadele konusundaki eksiklikleri saptadıklarını ve buna göre adım atacaklarını söyledi. Buna göre profesyonel birlikler kuracaklarını ve bu birliklerin mevcut yapı içinde uzmanlşamış kişilerden oluşacağını dillendiren Erdoğan, bu birliklerin en az 5 yıl dağda görev yapacağını, daha
sonra bu kişilerin kamuda görevlendirileceğini ilan etti. Bu birliklerin bölgede göreve başlayacak olması Kürt halkına “JİTEM’li yıllar”ı anımsatıyor. Teknolojik istihbaratın yetersiz kaldığından yakınan Erdoğan insana dayalı istihbarata ağırlık vereceklerini sözlerine ekledi. Bunun için ilk adım muhtarlarla yapılan toplantıda atıldı. Muhtarlardan mahallelerde istihbarat elemanı gibi davranması, mahallelerde şüpheli gördükleri kişileri ihbar etmeleri istendi. Bir diğer adım da sınıra 150 yeni karakol ve 144 tam teçhizatlı gözetleme kulesi ve 662 km hudut yolu yapılması. Böylece dağdan sızmalar ve “terör” engellenmiş olacak. Tüm bu yapıların yapımını TOKİ üstlendi. 15 karakolun bittiği duyuruldu bile. Gerek özel ordu kurulmasında, gerek diğer “çözüm”ler konusunda bugüne kadar sorunun asıl muhataplarıyla görüşülmedi. Erdoğan Kürt halkının meclisteki
temsilcisi BDP’yle terörden beslendiği gerekçesiyle görüşmedi. Üstelik gerilla cenazelerine yapılan işkence için insanlık dışı diyen BDP’ye “PKK’nin avukatlığı sana mı kaldı? Biz de şehitlerimizin cenazelerinin fotoğraflarını mı yollayalım” di-yerek milliyetçilik yapmayı da ihmal etmedi.
AÇILIMI ELDEN BIRAKMIYOR Açılım toplantılarına kadınlarla devam Erdoğan’ın toplantıda kendisine “Neden türbanlı kadınlarla ilgilendiğiniz kadar Kürt kadınların sorunlarıyla ilgilenmiyorsunuz” sorusuna kızan Erdoğan, “Biz herkese aynı ölçüde yakınız” dedi. Toplantıdan sonra konuşan Van Kadın Dernekleri temsilcisi Zozan Gökçe durumu özetledi: “Anayasada demokratik değişiklik yapılmayacağını, seçim barajının düşürülmeyeceğini, dağdan dönüşler için bir şey yapılmayacağını ve koruculuk sisteminin kaldırılmayacağını anlamış olduk.”
AKP’nin ekseni ABD’den şaşmadı D
ış işeri Bakanı Ahmet Davutoğlu, eksen kayması tartışmalarına yanıt vermeye çalışırken ağzındaki baklayı çıkardı. Türkiye'nin ekseninin kaymadığını, aksine daha da işbirlikçi olduğunu itiraf etti. NATO'nun güvenlik konseptindeki değişim kapsamında yeni açılacak genel sekreter yardımcılığı koltuğuna Türkiye'den büyükelçi Hüseyin Diriöz atandı. Hüseyin Diriöz'ün NATO genel sekreter yardımcılığına atanmasını “tarihi başarı” olarak değerlendiren Ahmet Davutoğlu, söz konusu atamanın eksen kayması tartışmalarına son vermesini umduğunu belirterek “NATO'nun mutfağında artık bir Türk var; eksen kaymadı, ağırlığımız arttı” dedi.
NATO'YA KATKIMIZ ARTACAK! NATO genel sekreterliği yardımcılığı için Türk dışişlerinin önerdiği isim olan Hüseyin Diriöz “siyasi işler ve güvenlik politikasından sorumlu” genel sekreter yardımcılığına başvurmuş ancak bu koltuk bir Alman diplomata verilmişti. Bunun üzerine Diriöz Roma Büyükelçiliği'ne atanmıştı. Geçtiğimiz gün-
lerde NATO tarafından Ankara'ya mesaj gönderilerek yeni bir genel sekreter yardımcılığı açılacağı ve bu görev için Diriöz'ün uygun olduğu bildirildi. Gerçekleşen atama kamuoyuna zafer havasında duyurulurken Diriöz'ün NATO genel sekter yardımcılığındaki sorumluluk alanlarının NATO ve üye ülkelerin savunma politikalarının planlanması, nükleer caydırıcılık politikaları, İslam ülkeleri ve NATO arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi olacağı bildirildi. Diriöz atamasının perde arkasında ise Türkiye'den Afganistan'a asker gönderilmesi sürecinin hızlandırılması var. Hatırlanacağı gibi NATO 2009 yılında düzenlediği zirvede güvenlik konseptinde değişime gideceğini açıklamış aynı zirvede açıklanan Afganistan deklerasyonunda ise Afganistan'da kalıcı olacağını duyuran NATO üyesi ülkelerden, özellikle de Türkiye'den, daha fazla muharip güç talep etmişti. NATO genel sekreterliği yardımcılığına Hüseyin Diriöz'ün getirilmesi ile başta Afganistan olmak üzere ihtiyaç görülen yerlere Türkiye'den asker gönderilmesini hızlandırması hedefleniyor.
EKSEN‹M‹Z ABD NATO'nun isteği üzerine gerçekleşen atama Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu için eksen kayması tartışmalarına son verecek nitelikte olarak değerlendirildi. “Artık sadece uygulayıcı değil, karar alıcıyız” sözleriyle gerçekleşen atamadan memnuniyetini dile getiren Davutoğlu Diriöz'ün, “Türkiye'nin NATO'ya yaptığı katkıları arttıracağını” söyledi. Gerçekleşen atamanın
eksen kayması tartışmalarına son noktayı koyduğunu ifade eden Davutoğlu “doğru zamanda, doğru iş yapıldı” dedi. Davutoğlu'nun sözlerini destekleyen bir açıklama da 2008'de ABD başkan adayı olan senatör John McCain'den geldi. Hürriyet gazetesine konuşan McCain eksen kaymasının mümkün olmadığını, köklü bağlara sahip olan ABD ve Türkiye'nin temel hedeflerinin aynı olduğunu söyledi.
Şerzan’ın katili polis Gültekin Savcılık, “Şerzan’ı vuran polis” dedi. Şerzan’ın babası Ömer Kurt’un aylar önce söylediği gerçek, mahkeme kayıtlarına da girdi
Karadeniz’in ayd›nl›k yüzleri konufluyor
“Karedeniz’in ayd›nl›k yüzleri konufluyor” slogan› ile Giresun'da bir araya gelen Karadenizli ayd›n ve sanatç›lar, Kürt f›nd›k iflçilerine
yönelik ayr›mc› ve ›rkç› söylemlere karfl› tepki gösterdi, 21 Temmuz günü yapt›klar› yürüyüflle kardefllik ça¤r›s› yapt›.
Mu¤la’da 11 May›s günü yaflanan faflist sald›r› s›ras›nda vurularak hayat›n› kaybeden Kürt ö¤renci fierzan Kurt’un katilinin polis oldu¤u savc›l›k taraf›ndan da kabul edildi. Savc› Tar›k Tuna iddianamesinde, Güvenlik fiube’de görevli Gültekin fiahin isimli polis memurunun fierzan’› tabancayla vurarak ölümüne neden oldu¤unu belirtti ve fiahin için müebbet hapis cezas› istedi. Olay›n yafland›¤› yerde bulunan bir pastaneye ait güvenlik kameras› görüntülerinin ve tan›klar Mehdi Karaçelik, R›dvan Nas, Ömer ‹lge, Yavuz Gezici, Melike Düz ve Ömer Geldi'nin ifadeleri de iddianamede yer ald›. ‹ddianame’de Gültekin fiahin’in
“havaya atefl açt›¤›n›” savundu¤u ifadesi de yer al›yor. Delil tespit tutanaklar›, CD kay›tl› görüntüler, otopsi tutana¤› ve di¤er tüm deliller incelendi¤inde Gültekin fiahin’in ilk önce havaya atefl etti¤i ancak daha sonra ö¤rencilerin üzerine atefl açt›¤› ispatland›. Gültekin fiahin’in suçlu oldu¤u olay›n yafland›¤› ilk andan beri dile getiriliyordu. fierzan Kurt’un babas› Ömer Kurt May›s ay›nda Halk›n Sesi’yle yapt›¤› söyleflide o¤lunun polis kurflunu ile öldü¤üne inand›¤›n› flu sözlerle dile getirmiflti: “Bunu aç›k söyleyeyim, kurflunun gelifl taraf› onu korumas› gerekenlerin taraf›d›r. Bu, arka-
dafllar›n›n gözü önünde yap›lm›fl. Orada di¤er grubun ona kurflun s›kma ihtimali yok çünkü polis iki grubun aras›nda. O flekilde s›k›lsa dahi 50-60 metreden bu flekilde isabet edecek bir kurflun olamaz. Kurflun çok yak›n bir mesafeden ve do¤rudan hedef al›narak s›k›lm›fl. Çok yak›ndan vuruldu¤u için vücudunu delerek geçmifl.” fierzan Kurt’un katili “kasten öldürme” suçundan müebbet hapis cezas› istemiyle yarg›lanacak. Gültekin fiahin’in ilk duruflmas› 10 A¤ustos’ta Mu¤la 1. A¤›r Ceza Mahkemesi’nde görülecek. fierzan’›n vurulmas›n›n ard›ndan Gültekin fiahin’le birlikte 5 ö¤renci de tutuklanm›flt›.
5
DÜNYA 23 Temmuz 2010 / 5 A¤ustos 2010
Halk›n Sesi
Katalanlar: ‘Adéo Espanya’ 7 İ
spanya Anayasa Mahkemesi'nin, İspanya'daki 17 özerk bölgeden biri olan Katalonya'nın özerklik haklarına kısıtlama getiren bir karar almasına tepki olarak 12 Temmuz günü 1 milyon Katalan meydanları doldurdu. 250 metre uzunluğunda Katalonya bayrağı açan halkın, Anayasa Mahkemesi kararında geçen ‘İspanyol ulusundan başka ulus yok’ ifadelerine cevabı ‘Biz bir ulusuz, geleceğimize kendimiz kadar veririz’ oldu. Barcelona kentinin Arenys de Munt ilçesinde düzenlenen mitinge Katalonya'nın tüm siyasi parti liderleri katıldı. Tam bağımsızlık isteyen Katalanların eyleminde en sık kullanılan slogan ‘Elveda İspanya’ydı. Eylemde daha fazla özerklik isteyen bir konuşma yapan Katalonya hükümeti Başbakanı Jose Montilla’ya bağımsızlık değil özerklik vurgusu nedeniyle Katalanların ‘hain’ diye bağırması ise halkın bağımsızlık talebinin ne kadar güçlü olduğunu gösterdi. Mitingde Katalanların asıl talebi olan bağımsızlıktan bahseden isim ise Katalan Sosyalist Parti Başkanı Manuela de Madre oldu. Madre, “Protesto gösterileri düzenleyerek haysiyet sahibi olduğumuzu ve bağımsız bir ülke istediğimizi tüm dünyaya gösteriyoruz” dedi.
‘‹SPANYOLDAN BAfiKA ULUS TANIMAM’ Katalanların isyan bayrağını açmasına sebep olan Anayasa Mahkemesi, üç buçuk yıldır Muhafazakar Halk Partisi'nin Katalonya Özerklik Şartı'na yaptığı itirazı inceliyor. Katalonya Özerklik Şartı 2006'da yapılan referandumda kabul edilmiş, Katalonya için mali özerklik ve daha fazla siyasi bağımsızlık içeren bir yasaydı. Uzun süredir düzenlemenin görüşülmesi, Katalanların beklenti içine girmesine sebep oldu. Ancak Anayasa Mahkemesi'nin kararı Katalan halkının beklentilerini boşa çıkardı. Kararda, Katalonya’ya imtiyazlı özerklik tanıyan maddeler iptal edildi. Ayrıca mahkeme ‘İspanyol ulusundan başka ulus tanımadığını’ belirterek 7 milyonu aşan nüfusuyla Katalanları yok saydı. Katalanların talebi ise siyasi
Katalonya'nın özerkliğini budayan mahkeme kararına karşı bağımsızlık isteyen bir milyon Katalan, 'Biz bir ulusuz, geleceğimize kendimiz karar veririz' dedi
özerkliğin genişletilmesi ve özellikle de İspanya'nın kuzeyinde bulunan özerk Katalan devletinin ekonomik konularda kararlarını kendisinin alabilmesi. Ayrılıkçı damarın oldukça kuvvetli olduğu Katalonya'da halk, İspanyol olmadıklarını belirterek ‘ulus’ statüsünün tanınmasını talep ediyor. Katalanlar ayrıca kendi topraklarında bulunan limanları özerk devletleriyle işletmek, kendi vergilerini toplamak ve vergi gelirlerini kendi kararları doğrultusunda kullanmak istiyor. ‘KATALONYA ‹SPANYA, KATALANLAR ‹SPANYOL DE⁄‹L’ Bölgesel devlet şeklinin uygulandığı İspanya'da 17 ayrı otonom bölge bulunuyor ve hepsinin statüsü farklı. İspanya'nın ünlü faşist diktatörü General Franco, kanlı bir iç savaşın ardından iktidarı ele geçirdiğinde İspanya'da bulunan tüm ulusları yok saymış, tek ulusa dayalı bir sistem kurmuştu.
NATO, TSK’ya ‘devam’ dedi
Franco'nun 1978'de ölmesinin ardından çok partili burjuva demokratik sisteme geçen İspanya, aşamalı olarak İspanya'da yaşayan uluslara belli haklar tanımış, 17 ayrı otonom bölge kurulmuştu. Katalonya da bu süreçte yapılan kısmi referandumla özerkliğini kazanmış bölgelerden biri. Doğu'sunda Akdeniz ile çevrili olan Katalonya toprakları kuzeyde Fransa sınırına dayanıyor ve Valencia kentine kadar uzanıyor. Katalonya'nın en önemli özelliği ise kişi başına düşen milli gelirin İspanya genelinden yüzde 20 daha fazla olması. İspanya'da 7 milyonu aşkın Katalan bulunuyor ve İspanyolcanın yanında Katalanca da bölgede resmi dil olarak kullanılıyor. Ayrıca Katanların kendi polisi, meclisi ve yayın organları var. Ancak bu kısmi özerklik Katalanlar açısından yetersiz olarak görülüyor ve bağımsız bir devlet kurmak istiyorlar. Katalanların bu
ATO, Türkiye’nin Afganistan’da 1 yıldır sürdürdüğü Kabil Bölge Komutanlığı görevini 1 yıl daha uzatmasını talep etti. 12 Temmuz’da Ankara’yı ziyaret eden NATO’nun Afganistan’daki üst düzey temsilcilerinden Mark Sedwill, Türkiye’nin bölgedeki görevini 1 yıl daha yerine getirmesi talebinde bulundu. Henüz teklife yanıt vermeyen Ankara, teklifi kabul ederse 3. Kez bölge komutanlığı görevini yerine getirmiş olacak. Türkiye, Kabil Bölge Komutanlığı görevini ilk kez, 2007 yılında 8 ay süreyle yerine getirmişti. Afganistan hükümetine güvenlik ve yapılanma faaliyetlerinde destek sağlayan Kabil Bölge Komutanlığı, bölgedeki uyuşturucuyla mücadele konusunda yetki kullanmıyor. Afganistan’da Taliban militanlarıyla çıkan
çatışmalarda ölen “barış gücü” askerlerinin sayısı gün geçtikçe artıyor. Temmuz ayında ölen asker sayısı 38 Amerikan, 7 İngiliz olmak üzere 45’e ulaştı. ABD, bölgedeki hükümet gücünü arttırabilmek için Türkiye’de de uygulanan korucu sistemini uygulamaya başlayacak. Pentagon konuyla ilgili yaptığı açıklamada, sistemin ülkedeki güvenlik boşluğunu doldurmak, Taliban karşıtlarını güçlendirmek ve Afgan halkına yeni iş olanakları sunmak amacıyla tasarlandığı bilgileri yer aldı. ABD’deki ikiz kulelere yapılan saldırının ardından 2001 Ekim’inde işgal birliklerini Afganistan’a gönderen ABD, 140 bin askerini halen bölgede tutuyor. ABD, 2001 yılında Taliban hükümetini devirerek, yerine Hamit Karzai’yi geçirmişti.
İspanyol değil Katalanlar
isteği Türkiye'de Kürt sorunu üzerinden yapılan tartışmalardaki gibi bir saflaşma yarattı. İspanyol milliyetçileri ve muhafazakarları Katalanların özerklik taleplerini 'bölücü' olarak niteliyor ve taleplerin karşılanmasının bağımsızlığa atılan bir adım olduğunu ileri sürerek 'kabul edilemez' buluyor. 2009'un Aralık ayında Katalan hükümeti sembolik bir bağımsızlık referandumu düzenlemiş, 166 belediyede yapılan referandumda halkın yüzde 96'sı bağımsızlıktan yana oy kullanmıştı. Katalonya'da yaşananlar İspanya'nın diğer otonom bölgelerinde yaşayan halklar tarafından da dikkatle izleniyor. Özellikle bağımsızlık için yıllardır mücadele yürüten Bask halkı süreci yakından takip ediyor. Katalonya'nın bağımsızlığını kazanması İspanya'da yaşayan diğer ulusların da bağımsızlık umutlarını güçlendirecek.
Katalan ulusuna mensup dünyaca tan›nm›fl bir çok isim var. Ancak y›llarca ikinci s›n›f halk statüsünde görülen Katalanlar›n aras›ndan ç›kan ünlü isimler, ezen ulusun hanesine yaz›l›yor ve dünyada ‹spanyol olarak tan›n›yor. Ressam Salvador Dali, ressam Pablo Picasso, mimar Antoni Gaudi, dünyaca ünlü opera sanatç›s› Jose Carreras gibi isimler asl›nda Katalan olan tan›nm›fl isimlerden sadece bir kaç›. Sanat›n her alan›nda, politikada, bilimde, yani ‹spanya'da hayat›n her alan›nda tan›nm›fl daha bir çok isim bulunuyor. Tan›nm›fl Katalanlar› anm›flken baflar›l› futbol tak›m› Barcelona'y› ve oyuncular›n› unutmamak gerekir. Bir Katalan tak›m› olan Barcelona'n›n kadrosunda yer alan bir çok isim Katalan kimli¤iyle biliniyor. Örne¤in; Xavi Hernandez, Carles Puyol, Josep Guardiola, Victor Valdes, Gerard Pique. Üstelik bu sporcular geçen ay yap›lan 2010 Dünya Kupas›’nda ‹spanya formas› giyerek tak›mlar›n› dünya flampiyonu yapt›. Katalanlar bu zafer kutlamalar›na ‹spanyollar›n aksine ‘Viva Espana’ de¤il ‘Viva Barcelona’ sloganlar›yla kat›ld›.
Narkozlu ABD iflgali
K
osta Rika hükümeti, “uyuşturucuyla savaş” operasyonları için ABD birliklerinin karasularında devriye gezmesine 17 Temmuz’da resmen izin verdi. Böylece Kosta Rika sularında 7 bin tam teçhizatlı ABD askerini barındıran 46 savaş gemisinin bulunması yasallaştı. Kolombiya, Haiti ve Honduras’ın ardından Kosta Rika’da da ABD askeri varlığının artması Latin Amerika’daki solcu hükümetler açısından ciddi bir tehlikeye işaret ediyor.
Sucre’li ilk anlaflma
V
enezüella lideri Chavez'le Ekvador Devlet Başkanı Correa, Latin Amerika'daki ABD dolarının hâkimiyetini kırmak amacıyla çıkarılan ortak para birimi "Sucre"nin kullanıldığı ilk ticari anlaşmayı 12 Temmuz günü imzaladı. Amerikamız Halklarının Bolivarcı Alternatifi (ALBA) üyesi ülkeler arasında 2009 yılında yapılan anlaşmayla yürürlüğe konulan Sucre para birimi ilk kez ikili ülke ticaretinde kullanıldı. Anlaşmaya göre Ekvador'dan 15 bin ton pirinç satın alan Venezüella ödemeyi Sucre para birimini kullanarak gerçekleştirecek.
Petrol savaşları bitti, petrolle savaş başladı 2
N
iklim 5 kıta
0 Nisan’da Meksika Körfezi’nde bulunan British Petrol’e (BP) ait petrol platformunda grizu patlaması meydana gelmişti. 11 işçinin hayatını kaybettiği patlamanın ardından platform suya gömülmüş ve petrol kuyusundan ham petrol denize akmaya başlamıştı. Günde körfeze akan yaklaşık 100 varil ham petrol, binlerce deniz canlısı ve kuşun hayatını kaybetmesine neden oldu. BP, 3 ay boyunca kuyudaki sızıntıyı durdurmaya çalıştı fakat başarılı sonuçlar elde edemedi. Deniz canlılarınınn ve kuşların ölmemesi için petrolü dağıtmaya çalışan BP, bunun için kimsayal madde kullanmış, kullandığı kimyasallar canlılara zarar vermişti. Kimyasalların zararlı etkilerinin bir balıkçının hastahaneye kaldırılmasıyla ortaya çıkması üzerine kullanımları ABD tarafından yasaklanmıştı. Yasağın ardından 11 Temmuz’da yeni bir kapak takarak sızıntıyı durmurmaya çalışan BP yetkilileri son anda işlemi durdurma kararı aldı. Kapağı kapatmanın kuyudaki basıncı başka bir yerden patlamaya zorlayacağını düşünen BP yetkilileri, basınç testlerinin ardından kapağı tamamen kapatacaklarını açıkladılar. 16 Temmuz günü yapılan testler sonucu
kapak tamamen kapatılarak petrol akıntısı durduruldu. Ancak kapak kapatıldığı halde petrolun kuyu kenarlarınna uyguladığı basınç deneyleri devam ediyor. ‘PARASIYLA DE⁄‹L M‹ K‹RLET‹R‹M’ BP yetkililerinden Doug Suttles akan petrolün durmasının kendilerini rahatlattığını, fakat kutlamalar için henüz erken olduğunu ifade etti. ABD İçişleri Bakanı Ken Salazar ise, kirliliğe yol açan patlamanın sorumlusu olan şirketlerin kuyu açma faaliyetleri sırasında büyük hatalar yaptıklarının belirlendiğini söyledi. Ancak bölgede üretim yapan mevcut petrol kuyularının işletilmesine ara verilmeyeceğini de sözlerine ekledi. BP, çevre kirliliğini temizlemek ve bölge halkının uğradığı ekonomik zararları ödemek için 20 milyar dolarlık bir fon ayırdı. BP’ye ait kuyudan yaklaşık 3 aydır Meksika Körfezi’ne akan ham metrol miktarının 1,5 milyar litre olduğu tahmin ediliyor. Doğada oluşması kadar yok olması da zor olan petrolün çevreye verdiği zararı şirket, ödediği tazminatlarla ve kullandığı kimyasallarla gidermeye çalışıyor. Dünya petrol rezervlerinin yüzde
10’unun bulunduğu Meksika Körfezi’nde 27 bin terkedilmiş petrol kuyusu bulunmakta. Hükümetler tarafından görmezden gelinen ve unutulan bu kuyuların 600’ü patlamanın gerçekleştiği kuyunun sahibi İngiliz petrol şirketi BP’ye ait. BP, 2009’da Teşas Citş’deki bir rafineride 15 kişinin hayatını kaybettiği bir patlama sonrası tesiste güvenlik önlemlerini arttırmadığı için 87 milyon dolar para cezasınna çarptırılmıştı. ABD KARASULARINDA PETROL ARAMAK YASAK Meksika’daki patlama Türkiye’nin yakında karşı karşıya kalacağı tehlikelerin habercisi. Keza Uluslararası enerji uzmanı Necdet Pamir BBC’ye yaptığı açıklamada, Türkiye’nin de açık denizlerde petrol arama çalışmalarına katıldığını söyledi. Pamir açıklamasında Karadeniz açıklarında suyun 2000 metre derinliğinde petrol bulunmasının hedeflendiğini ekledi. Brezilyalı enerji şirketi Petrobras, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı ile Karadeniz’de arama için iki ayrı anlaşma imzalamıştı. Geçen şubat ayında Sinop açıklarına kurulan petrol platformu arama çalışmalarına başladı.
Tarihte çevre felaketine yol açan kazalar 19 Temmuz 1979’da 470 bin ton petrol yüklü Yunanistan ad›na kay›tl› Atlantic Empress ile Liberya band›ral› Aegean Captain, Venezuella'ya 40 kilometre uzakl›kta çarp›flt›. Ç›kan
yang›nda 29 denizci öldü. 300 bin ton petrol denize boflald›. 12 Aral›k 1999: Malta bandral› Erika, Manfl Denizi giriflinde ortadan ayr›ldi. 31 bin tonluk fuel-oil denize
boflald›. 500 kilometrelik bir sahil fleridi kirlendi. Dünya Do¤a Bilimleri Vakf› 1 milyondan fazla kuflun telef oldu¤unu söyledi. 15 Kas›m 1979: Romen tankeri ‹ndependenta, Yunan
kuru yük gemisi Evriyali ile ‹stanbul Bo¤az›’nda çarp›flt›. 100 bin ton ham petrol tafl›yan ‹ndependenta infilak etti, 43 denizci öldü. Kad›köy'de binlerce ev zarar gördü.
Sendikac›lara sald›r›
V
enezüella'da sendikacılara dönük silahlı saldırılar tırmanıyor. Cinayetler her yıl onlarca sendikacının öldürüldüğü Kolombiya'yı hatırlatırken, son olarak 13-18 Temmuz tarihleri arasında 2 sendikacının silahla vurularak öldürülmesi üzerine Ulusal İşçi Sendikaları (UNETE) ülke çapında eylemler düzenleme kararı aldı. UNETE devletten daha sıkı inceleme yapmasını ve sendikacıları koruyacak düzenlemelere gitmesini talep etti. 2008 yılı sonunda UNETE, işçilere “silahlı öz-savunma birlikleri kurma” çağrısında bulunmuştu.
Yunanistan’da 6. genel grev
E
konomik krizin faturasının halkın sırtına yükletilmeye çalışıldığı Yunanistan'da halk, son altı aydaki altıncı genel grevine çıktı. 8 Temmuz günü kamu ve özel sektör çalışanları emeklilik yaşının ve süresinin artırılmasına karşı bir günlük grev yaptı. Hava, kara ve deniz ulaşımı tamamen durdu. Hastanelerde acil servisler açık kalırken devlet dairelerinin hizmetleri aksadı. Televizyon, radyo ve internette haberler yayımlanmadı. Basın emekçilerinin de greve katılımıyla ülkede 9 Temmuz günü gazete çıkmadı.
6
İNSANCA YAŞAM 23 Temmuz 2010 / 5 A¤ustos 2010
Halk›n Sesi
PROJEC‹
S
HAYIRSEVERL‹⁄‹N
YALDIZI
DÖKÜLDÜ
Bizimköy’de işler karışık
ermaye örgütlerininin farklı yoksunluklara sahip toplumsal kesimlerin derdine derman olmak için başlattığı proje ve kampanyalarda nedense hep bir sınıfsal çıkar sırıtıveriyor. Meslek lisesi kampanyası yapan ‘sanayici’ler, ‘süt için’ kampanyası yapan süt ambalajı firmalarının yaptığı sosyal sorumluluk projelerinin benzer bir örneği Kocaeli’nde engelliler için hayata geçti. Kocaeli Sanayi Odası, Türk Anneler Derneği ve İstanbul Milletlerarası Lions Kulübü tarafından geliştirilen Avrupa Birliği projesi engellilere istihdam yaratma sloganıyla yola çıkan ve engelli emeği sömürüsüne dönüşen bir ikiyüzlü hayırseverlik projesi. Üç kurum tarafından AB projesi olarak planlanan Bizimköy Engelli Üretim Merkezi Vakfı dört yıl önce kuruldu. Vakfın mütevelli heyetinde Kocaeli Valiliği, belediyesi ve üniversitesi bulunuyor. Projenin amacı ‘Engellilerin üretim sürecine katılmalarını sağlayarak kendi ekonomik ihtiyaçlarını karşılar duruma gelmeleri ve aynı zamanda ekonomiye de katkıda bulunmalarını sağlamak’ olarak tanımlanıyordu. AB’den 1 milyon 308 bin Euro kredi alan vakıf, engellilere önce bir kurs açtı. Ardından kursa katılan engellileri sınav yoluyla eleyerek 100 kişiyi vakıfta çalıştırmaya başladı. YARDIM DE⁄‹L SÖMÜRÜ Projenin başında sanayi odası olunca projede engellilerin sanayiciler için çalışması da kaçınılmaz oldu. Bu tarihten itibaren işe alınan engelliler konfeksiyon, mantar, seracılık, tavşan yetiştirme, fason iş ve mozaik, açık arazi meyve ve sebze yetiştiriciliği, arıcılık ve gıda işleme birimi olmak üzere yedi ayrı birimde işe başladı.
için www.halkevleri.org.tr adresinde de bir imza kampanyası sürüyor. Ayrıca direnişe destek verilmesi için işten atılmaların sorumlusu olan Ayhan Zeytinoğlu’na ait Köylüm marka yem yumurta ve gübrenin boykot edilmesi çağr›s›yla 17 Temmuz günü İstanbul Taksim’de Tramvay durağında bir dayanışma eylemi yapıldı.
K
ocaeli’nde engellelerin istihdamı için başlatılan Bizimköy Engelli Üretim Merkezi projesi yoğun emek sömürüsü ve onur kırıcı muamele nedeniyle ilk engelli işçi direnişine sahne oluyor
Engelli işçilerin projeyle ilgili sıkıntıları da çalışma hayatıyla birikte ortaya çıktı. Sendika TV’yle yaptıkları söyleşide dört yıldır vakıfta asgari ücretle çalıştıklarını anlatan işçiler bu süre boyunca maaşlarına zam almadıklarını, her ayın 7’sinde almaları gereken ücretlerini dört yıl boyunca sadece birkaç kez zamanında alabildiklerini onun dışında ancak vakıf yetkilileri ve yöneticilerden istedikleri takdirde alabildiklerini anlattı.
Ulaşım zammı konusu kapandı ‹stanbul’da Kas›m 2009’da ulafl›m hizmetine yap›lan zamlara iliflkin yarg› süreci sona erdi. Mahkeme zamm›n iptaline karar verdi. ‹stanbul Büyükflehir Belediye Baflkanl›¤› Ulaflt›rma Koordinasyon Merkezi'nin 3 Kas›m 2009 tarihinde ulafl›m ücretlerine yapt›¤› zam, ‹stanbul 10. ‹dare Mahkemesi taraf›ndan iptal edildi. Halkevleri Genel Sekreteri Oya Ersoy'un açt›¤› davada daha önce zamlar için yürütmeyi durdurma karar› al›nm›fl, ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi zaml› tarifeyi uygulayamam›flt›. Mahkeme, karar›nda 'belediye hizmetlerinin giderlerinin
tafl›madan sa¤lanan gelirle finanse edilemeyece¤i' vurgulan›yor. ‹BB Baflkan› Kadir Topbafl yapt›¤› konuflmalarda ulafl›m zamlar›n›n gerekçesi olarak belediye hizmetlerinin giderlerini gerekçe göstermiflti. Mahkeme karar›nda ayr›ca "özellikle düflük ve orta gelirli vatandafllarca kullan›lan toplu tafl›ma ücretlerine bir y›l içinde toplamda enflasyon oran›n› fahifl oranda aflacak flekilde yap›lan zamm›n hukuka ve hakkaniyete uygun olmad›¤› sonucuna var›lm›flt›r" ifadeleri yer al›yor. Kararda toplu tafl›man›n öncelikli amac›n›n 'kamu yarar›' sa¤lamak oldu¤unu vurguluyor.
PARA DE⁄‹L ONUR MESELES‹ Farklı engel gruplarından 69 işçinin çalıştığı Bizimköy’de emekçilerin tek sorunu ücret değildi. Engelli işçilerin birçoğu kötü muamele, yöneticilerin sözlü hakaret ve aşağılamalarına maruz kaldıkları için isyan etti. Yoğun emek sömürüsü gayri insani muamaleyle birleşince engelli işçiler iş bırakma eylemi yaparak haklarını aramak için harekete geçti. Haziran ayında yönetimin tavrı ve ücretlerinin verilmemesi üzerine iş
bırakma eylemi yapan engellilerin örgütlü mücadelesi karşısında ‘patron’ bilindik tavrını gösterdi. Üretim merkezinde çalışan 18’i engelli 20 kişi işten çıkarıldı. İşten çıkartmalar üzerine engelliler ilk eylemlerini 26 Haziran günü Kocaeli Sanayi Odası önünde yaptı. İşlerini geri isteyen engelli emekçiler KSO önündeki eylemlerini 10 Temmuz günü tekrarladı. Aynı gün İnsan Hakları Parkı’nda bir çadır açarak Kocaelilelerden destek için imza toplayan Bizimköy emekçileri
YOL GÖSTER‹C‹ OLAB‹L‹R Hayata geçtiği ilk günden itibaren engelli yurttaşlara istihdam sağladığı için örnek gösterilen ve sık sık basında yer alan Bizimköy projesi emek sömürüsü ve sınıf çatışmasına da örnek teşkil eden bir vaka. Fason çalışma, düşük ücret, kriz döneminde ücretsiz izin bu merkezin çalışma koşullarının ana niteliği. Üstellik çoğu engelli olan emekçiler bir de işverenin onur kırıcı ve engellerini hedef alan gayri insani muamelelerine maruz kaldı. Bunun karşısında örgütlenerek eyleme giden engellilerin taleplerini ve direnişlerini onlara en başından beri destek veren Halkevleri Engelli Hakları Atölyesi’nden Mahmut Keçeci ile konuştuk. Keçeci direnişi “Engelli emekçilerin gerek çalışırken ortaya koydukları tavır gerekse bunun sonucu karşılaştıkları işten çıkarılmaya karşı dirençleri son dönem yaygınlaştırılmak istenen sadaka kültürüne karşı ciddi bir kararlılık gösterisidir” sözleriyle değerlendirdi. “Emek yönüyle, sınıfsal engellilik yönüyle toplumsal bir algılama gerektiren bu direniş, üretim süreçlerinin dışında tutulmak istenen engellilerin emeklerinin savunusu anlamında Türkiye ölçeğinde tarihsel bir ilktir” diyen Keçeci, direnişin engellilerin hak arama ve sorunlarına sahip çıkmada özgürleştirici bir etki yaratabileceğini ifade etti.
Çevreciler vapur kaçırdı Hükümet nükleer enerji ısrarından vazgeçmedi. Akkuyu santrali ile ilgili yasanın mecliste onaylandığı gün Nükleer Karşıtı Platform İstanbul’da vapur kaçıracağını duyurdu
M
ersin Akkuyu’da nükleer santral kurulmasını sağlayacak yasal düzenlemelerin TBMM’de gündeme geldiği 15 Temmuz günü İstanbul Beşiktaş İskelesi’nde ilginç bir eylem gerçekleşti. Nükleer Karşıtı Platform basına faks çekerek 11.45’te kalkan Beşiktaş Kadıköy vapurunu kaçıracağını duyurdu. Bu istihbarat üzerine belirtilen gün ve saatte bölgede çok sayıda çevik kuvvet polisi karadan, deniz polisine ait 3 tekne de denizden önlem aldı. Çok sayıda basın mensubunun da hazır bulunduğu kaçırma eylemini bekleyenler, ters köşeye yattı. Platform üyeleri içinde çok sayıda polisle birlikte iskeleden hareket eden 11.45 vapurunun ardından koşarak
ortaya çıktı ve “vapuru kaçırdık” diye bağırdı. Platform üyesi Oya Koca kaçırma mizanseni metaforu kullanarak basının ilgisini çekmek istediklerini söyledi. Koca “Bu tür ufak tefek güvenlik durumları çok ciddiye alınıyor. Gerçekten güvenliğimizi tehlikeye atacak nükleer yasa meclis gündeminde” diyerek yasanın daha büyük bir tehlike olduğuna ve adeta kaçırılırcasına meclis’ten geçirilmeye çalışıldığına dikkat çekti. Koca’nın açıklamasının ardından nükleer karşıtlarının espirili eylemi sona erdi. Aynı gün meclis Akkuyu'da nükleer güç santrali kurulmasına ilişkin Rusya ile işbirliği yapan anlaşmayı onayladı.
Turgutlu halkı isyanda
K
amuoyunda yağma yasası olarak bilinen 'Yeni Madencilik Yasası'na karşı Manisa Turgutlu'da halk eylemdeydi. Halk Turgutlu'da madencilik yapan İngiliz Sardes şirketine tepkisini eylemle gösterdi. 10 Temmuz Cumartesi günü Toplumsal Dayanışma ve Kültür Merkezi'nin çağrısıyla bir araya gelen Manisalılar, AKP hükümetinin çıkardığı 'Madencilik Yasası'na karşı tepkilerini dile getirdi. Eylemde 'Maden yasası, yağma yasası', 'Sardes Turgutlu'dan defol' sloganlarıyla yürüyen 250 kişi, Sardes Madencilik'in dünyada ilk defa Turgutlu'da uygulayacağı "sülfirik asit liç yöntemiyle açık nikel işletmesi projesi'nin iptalini istedi. Madencilik yasasının doğa karşıtı, vahşi madenciliğin önünü açtığını belirten köylülerin eylemine, EGEÇEP, TURÇEP gibi çevre hakkı mücadelesi veren örgütler destek verdi.
Bakana termik protestosu Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, 18 Temmuz’da bir toplantı için gittiği Zonguldak Ereğli'de köylerine termik santral yapılmamasını isteyen köylülerin tepkisiyle karşılaştı. Ereğli ilçesine bağlı Bayat köyü halkı, bakanın ziyaret ettiği otelin önüne giderek Eroğlu ile görüşmek istedi. Eroğlu ile görüşme talebinde bulunan köylülere saldıran polis, çocukların da içinde bulunduğu grubu otel önünden darp ederek uzaklaştırdı. Ellerinde 'Termik santral öldürür', 'Susma, sustukça asit yağacak' yazılı dövizler bulunan yöre halkı, otelin 200 metre ilerisinde bir basın açıklaması yaptı. Köylüler adına konuşan Mehmet Demirhan, yaşam alanlarının tahribine izin vermeyeceklerini söyledi. Santralin yapımına başlanmaması gerektiğini belirtti, köylerine Zonguldak Karaelmas Üniversitesi’ne ait bir kampsün kurulmasının Maliye Bakanlığı tarafından engellindiğini eme termik santrale izin verildiğini söyledi.
Tren yolunun görünmez yaptığı mahalle AYCAN TEK‹N
L
ale, Yenidoğan, Küçükada… Bu isimler Gürçeşme Caddesi ve Yeşildere Caddesi arasında bulunan mahalleler. Gelir dağılımının adaletsizliği ve CHP elitizminin mağdur ettiği yaklaşık 18 bin insan bu mahallelerde yaşıyor. Geçtiğimiz hafta 14 Temmuz Çarşamba günü iki otobüs dolusu insan İBB önünde eylemdeydi. İstekleri ise kullandıkları hemzemin geçidin tekrar kullanılabilir olması ve ulaşım hizmetlerinden yararlanmaktı.
Söylefli yapt›¤›m›z mahallelilerden Ayfle Akbaba
B‹Z‹ AYIRAN TREN YOLU Gürçeşme ve Yeşildere Caddesi arasında kalan bu yer İzmir’in eski yerleşimlerinden biri, Burada yaşayanlar kenara itilmiş, gözden çıkarılmış bir hisse bürünmüşler ve soluğu İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kapısında almışlar. Yeşildere ve Gürçeşme caddelerinden görünen ve adım atılınca ulaşabileceğimizi sandığımız bu yerleşime ulaşmak için epey bir yol yürümek zorunda kaldık. Yürüdüğümüz yolun kenarından akan Melez Çayı, İzmir’in kanalizasyonunun aktığı bir dere olmasından pek hoş bir yürüyüş yaşatmadı bize. Küçükada Mahallesi’nde sokakta oturan
kadınlarla bir söyleşi yaptık. Zaten bölge halkı dert anlatacak muhatap bulamadığından uzun yıllar biriktirdiklerini bir çırpıda anlatıyorlar. İşsizlikten, hiçbir imar görmemiş mahallelerinden, kent yaşamından nasiplenememiş olmalarından, rantçılardan, insan yerine konulmamalarından dem vurarak “Gerçek İzmir buralar” diyorlar. 65 yaşındaki Mesude Özden yaklaşık 35 yıldır Küçükada Mahallesi’nde yaşıyor. Deri imalathanesinden emekli olan Mesude Teyze “Başımıza ne geldiyse fakirlikten” diyor ve ekliyor “Buradaki insanların hayatı tren yoluyla ikiye bölündü.” Bacaklarından rahatsız olan Mesude Teyze tren yolu kullanılamadığı için Buca’da oturan kızına yaklaşık 1 aydır gidemediğini söylüyor ve ekliyor: “Düğün olacak yakın zamanda. Ben şimdiden telaşına düştüm. Otobüs yok, taksi yok. Nasıl gideceğim bilmiyorum.” Yine Küçükada Mahallesi’nden Ayşe Akbaba da aşçılıktan emekli olmuş. “İyi ki zamanında çalışıp emekli olmuşum yoksa ne yapardık bilmiyorum” diyor. Ayşe Teyze “Eşimin nefes darlığı var ve oksijen tüpüyle yaşıyor aniden kriz geçirse ne olacak diye soruyor ve kendisi cevaplıyor; “Olduğu yerde ölecek.” Ayşe Teyze “Seçimlerde CHP’ye oy verdik ama gel gör
ki hiçbir hizmet görmedik. Bir dahaki seçimlerde nasıl olur göreceğiz” diyerek içindeki öfkeyi sandıkta göstereceğini söylüyor. Bir de ekliyor “Bütün belediye başkanları rant peşinde, aylar yıllar geçiyor bir şey yapacakları zaman. Tren yolu kapatılalı yaklaşık bir ay oluyor. Bizim ihtiyaçlarımızı gördüğümüz bütün yerler tren yolunun üstünde kaldı. Anasağlığı, okul, pazar hepsi yolun üstünde kaldı Gazze duvarı gibi ikiye ayırdılar bizi” diyor. ‘TREN YOLU Ö⁄RETMEN‹ OLDUM’ Daha sonra yanına gittiğimiz Küçükada Mahalle Muhtarı Ünal Karakaya ise beni tren yolu öğretmeni yaptılar diyerek ilgisizlikten muhatapsızlıktan sitem ediyor. Karakaya 2004 yılında muhtarlığa başlamış ve ilk günden itibaren tren yolunun iyileştirilmesi için uğraşmış. “İBB önündeki eylemede derdimizi anlatacak kimseyi bulamadık bu kadar da olmaz” diyor. Karakaya, “Karşıyaka’ya nasıl insanlar rahatça ulaşabiliyorlarsa Yeşildere’ye de ulaşmalı, burası İzmir’e bağlı değil mi” diye soruyor. “Uzun zamandır inşaatı süren ve geçtiğimiz günlerde meydana gelen patlamada 2 işçinin öldüğü metro çalışmalarında harcanan paradan katbekat az bir meblağla buraya istasyon ve hemzemin geçit
yapılabililir” diyor Karakaya. Muhtar bizleri tren yolunun kullanılamaması durumunda 10 dakika mesafedeki yerlerin daha da uzun sürede ulaşılacak hale geldiğini söylüyor. Üstelik yol yaz sonuna kadar açılmazsa okula giden yaklaşık 700 çocuk okullarına ulaşamayacak. Muhtar Karakaya böyle bir durum olursa okulların açıldığı ilk gün tren yolunun önünde eylem yapmayı planladıklarını anlatıyor ve ekliyor: “Buradaki insanlar iş bulamıyor, çalışanlarda asgari ücretli olarak çalışıyorlar. Şimdi Aziz Kocaoğlu asgari ücretlinin sırtına 3 vesait parası yüklüyor, Üçyol Üçkuyular arası 5 km belediye kilometre başına birer istasyon yapıyor bizim burası 4 km tek bir istasyon yok, üstgeçit yok, akıl karı değil gerçekten.” DAVUL GÖTÜRDÜK ROMAN OLDUK Biz muhtarla konuşurken yanımıza gelen bir mahalleli kadın; “yaptığımız eyleme davul götürdük diye gazeteler bizi Romanlar belediyeyi şenlendirdi diye haber yaptı. Biz hakkımızı almaya gittik yine gideriz. Bizi birbirimize düşürmeye çalışıyorlar burada biz Zaza, Kürt, Türk, Çingene hep birlikte komşuluk dayanışması içinde yaşıyoruz” diyor ve ekliyor: “Bizim birbirimizden başka kimsemiz yok!”
7
İNSANCA YAŞAM 23 Temmuz 2010 / 5 A¤ustos 2010
Halk›n Sesi
Depremzedeye hibe bürokrata çeyiz oldu Depremzedeler, 17 Ağustos depreminden sonra Irak hükümetinin yaptırıp kendilerine hibe ettiği konutlarından sokağa atılıyor; yerlerine bürokatlar yerleştiriliyor
K
ocaeli’nde valilik depremzedelere bir buçuk yıldır adeta kan kusturuyor. Valilik, 17 Ağustos Depremi’nde yakınlarını kaybedenlerin yerleştirildiği Irak Arızlı Hibe Konutları’na bürokratları yerleştirmeye çalışıyor. Buna direnen depremzedeler bir yıldır polis ablukasında yaşıyor, kendilerini ziyarete gelen misafirleri dahi polis şiddetine maruz kalıyor. Polis teröründen yılmayan depremzedeler icra ve borçlandırma yöntemi ile konutlardan atılmaya çalışılıyor. 15 Temmuz günü evlerine kendilerinin çıkartılıp bürokratların yerleştirilmesine itiraz etmek için bir kez daha valilik önüne giden depremzedeler yine polis copu ve hakaretle karşılandı. Halkın Sesi gazetesi, taleplerini iletmek ve sıkıntılarını görüşmek üzere gittikleri valilik önünden uzaklaştırılarak konuşturulmayan depremzedelerin sesine kulak verdi. MADEM IRAK ARTIK YOK EVLERDEN ÇIKIN Arızlı konutlarından Recep Or, Ülkü Karahan, Mürvet Açartop ve Mustafa Tağcı, Arızlı Irak Hibe Konutları’nda yaşananları, eylem gününü ve taleplerini anlattı. 17 Ağustos 1999 depreminde yakınlarını kaybedenler Irak devletinin hibe ettiği bağışlarla konutların yapıldığını, dönemin Irak yönetiminin hibe para ile yapılacak konutlarda depremzedelerin ikamet etmesi şartını koştuğunu aktardı. Irak savaşla birlikte yerle bir olunca, bürokratlar da verdikleri sözü tutacak bir merci ortada kalmadığı için hibe konutlarda depremzedeler yerine
kendilerinin oturması gerektiğine karar verdi. Hibe konutlara yerleştirilen depremzedelerden Mürvet Açartop dokuz yıldır bu konutlarda yaşadığını söylüyor. Recep Or ekliyor, “Evlere taşındığımızdan beri evlerimizde hakkımızca oturabilmek için mücadele veriyoruz.” Ülkü Karahan evlerine taşındıktan 1,5 yıl sonra kendilerine bir sözleşme imzalatıldığını aktarıyor. Mürvet Açartop’un anlattıklarından konutlarda kira uygulamasının bu sözleşmelerle başladığı anlaşılıyor. İmza atanların hepsi aynı şeyi söylüyor, “O zamanlar ne yaptığımızı bilmiyorduk, psikolojimiz bozuktu. Çoğumuz prefabriklerden çıkıp buraya gelmiş yerleşmiştik. Hepimiz depremde yakınlarımızı yitirmiştik.” Yine Mürvet Açartop’un aktardığına göre beş yıl sonra yine bir sözleşme daha imzalatılımış. Üstelik sözleşmeler depremzedelere çevik kuvvet eşliğinde imzalatılmış. İkinci sözleşmenin koşulları ilkinden daha da ağırmış. Açartop bu yeni sözleşmelerle iki ay kira vermeyen bir konut sakininin evden çıkarılması hükmünün getirildiğini anlatıyor ve ekliyor, “Bu maddenin uygulanmaya başlanmasıyla 80 kişi konutlardan çıkarıldı.” TEPEDE DÖNEN AKBABALAR Kira ödeyemediği için evlerinden çıkarılan depremzedelerin yerine kentteki bürokratlar yerleştirilmeye başlanmış. Arızlı halkının isyanı da bu noktadan sonra başladı. Recep Or mücadelenin başlangıcını şu sözlerle anlatıyor: “Önce hukuki yollara baş vurduk. Hibe davası açtık. Davayı kazanmamıza rağmen dava kararımız
Başkandan tapularını istediler
K
kabul edilmedi. Son 1,5 yılda fiili mücadeleye başladık.” Arızlı sakini Ülkü Karahan konutların bulunduğu alana bir çadır kurduklarını aktarıyor ve devam ediyor “İlk başlarda polis müdahale etmiyordu. Daha sonra müdahalelerle karşılaştık. Sitenin girişinde çevik kuvvet duruyor evimize gelip gideni sorguluyorlar.” Mustafa Tağlı da site içindeki çadırın dört ay boyunca kurulu kaldığını söylüyor. Site halkı barınma hakkı mücadelesi etrafında birleşince ve mücadele büyüyünce valiliğin saldırılara başladığını belirtiyor. Arızlı halkı kira uygulamasını protesto için kiralarını ödememiş. Böyle olunca site sakinlerine icralar gelmeye başlamış. Karahan bunun üzerine çatıda oturma eylemi
yaptıklarını anlattı. Bu eylemin ertesi günü site içinde bir basın açıklaması yapmak istemişler fakat basın ve desteğe gelen demokratik kitle örgütleri siteye alınmamış, çevik kuvet site girişine barikat kurmuş. Barikatı aşan depremzedeler eylemlerini polise rağmen yapmış. Konutlardan çıkarılmaya çalışılmasına karşı eylemlere başlayan Arızlılara dönük saldırılar bu tarihten sonra hiç dinmemiş. Mustafa Tağlı “Valilik bize bir buçuk yıdır kan kusturuyor. Cop da yedik. Hakaret de işittik” diyor ve ekliyor “Biz sadece evlerimzi almak için mücadele ediyoruz. mücadelemiz haklı bir mücadeledir.” Arızlılılar eylemlerini valilik önüne
taşımak isteyince bir kez daha polis engeliyle karşılaşmış. 15 Temmuz günü valilik önüne giderek taleplerini duyurmak isteyen depremzedelere polis saldırmış. Mürvet Açartop “Valiliğin önüne gittik. Çevik kuvvet orada da karşımızdaydı. Oturma eylemi yapmamıza izin vermedi. Bizi çember içine alarak Sabri Yalım Parkı’na sürükledi. Polisin orantısız gücüne, hakaretlerine maruz kaldık” sözleriyle anlattı. Peki bu saldırı Arızlı halkını yıldırmış mı? Cevabı Recep Or veriyor: “Bizim istediğimiz sadece hakkımız olan evleri almak. Mücadelemiz evlerimizi alana kadar sürecektir. Ne pahasına olursa olsun.” Halkın Sesi Kocaeli’nin katkılarıyla hazırlanmıştır.
entsel dönüşüm tehdidi altındaki İstanbul’un Maltepe ilçesinde bulunan Başıbüyük, Gülensu, ve Gülsuyu mahalleleri, Belediye Başkanı Mustafa Zengin’den tapularını istedi. Yaklaşık 1.500 kişi 13 Temmuz günü tapu taleplerini içeren dilekçeleri ile belediyeye yürüdü. Belediye Başkanı ile görüşmek istedi. Görüşme talepleri geri çevrilen barınma hakkı mücadelesi verenler oturma eylemi yaptı daha sonra ise Belediye Başkanı Zengin’in Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde olduğunu haber alıp buraya gitti. Kültür Merkezi önünde başkanın korumaları tarafından engellenen ve tartaklanan mahalle halkı uğradıkları saldırıyı 15 Temmuz günü yaptıkları bir eylemle protesto etti.
Dikmen Vadisi için hükümet devrede Halk›n örgütlü mücadelesi ve hukuki kararlarla solu¤u kesilen kentsel dönüflüm projeleri için AKP hükümeti hayat öpücü¤ü veriyor. Yarg›n›n, projeleri durdurma kararlar›n› bertaraf etmek amac›yla haz›rlanan ve kentsel dönüflüm projelerinin yap›lmas›nda büyük kolayl›klar sa¤layan 5998 Say›l› “Belediye Kanununda De¤ifliklik Yap›lmas›na ‹liflkin Kanun”la yetinmeyen hükümet, Ankara için do¤rudan devreye girdi. Ankara'da aralar›nda Dikmen Vadisi’nin de bulundu¤u 3 ilçede 7 farkl› nokta ‘kentsel dönüflüm ve geliflim alan›’ ilan edildi.
Bakanlar Kurulu 7 Temmuz 2010 günü yapt›¤› toplant›da Çankaya ilçesinde bulunan Yeni Güneypark, Y›ld›z, Çalda¤, Dikmen Vadisi; Yenimahalle ilçesinde bulunan Ball›kuyumcu, Eski Aflot; Alt›nda¤ ilçesinde bulunan Solfasol bölgesini 'kentsel dönüflüm' ve geliflim alan›’ kapsam›na ald›. Karar, 13 Temmuz 2010 tarihli Resmi Gazete’de yay›mlanarak yürürlü¤e girdi. Dikmen Vadisi Bar›nma Hakk› Bürosu avukat› Ender Büyükçulha, Bakanlar Kurulu’nun karar›n› kentsel dönüflümde 2. raund olarak de¤erlendirmek gerekti¤ini belirtiyor.
GÖKÇEK YANINA HÜKÜMET‹ DE ALIP GEL‹YOR Büyükçulha, hükümetin Belediyeler Kanunu’nda yapt›¤› de¤ifliklikle kentsel dönüflüm konusunda mücadelenin ikinci aflamas›n›n bafllad›¤›n› Dikmen Vadisi’nin ise bu mücadelenin öncephesi oldu¤unu belirtiyor. ‹lk raunda halk›n Gökçek’i köflesine gönderdi¤ini belirten Büyükçulha, Gökçek’in Bakanlar Kurulu’nu arkas›na alarak bir hamle daha yapmaya haz›rland›¤›n› belirtti. 2005 y›l›nda gündeme gelen Dikmen Vadisi Kentsel Dönüflüm Projesi’nin yarg› kararlar›n›n,
ekonomik kriz ve halk›n örgütlü nücadelesi ile iptal edildi¤ini belirten Büyükçulha, hükümetin inflaat sektöründe krizin etkisinin azalmaya bafllamas›n›n ard›ndan elini kolunu ba¤layan hukuki düzenlemeleri de bu kararla etkisiz k›lmaya çal›flt›¤›n› ifade etti. Dikmen Vadisi halk›n›n önümüzdeki günlerde mücadele program›n› netlefltirece¤ini ifade eden Büyükçulha, ülke çap›nda yaflanacak kentsel dönüflüm sald›r›s›n›n ilk cephesinin Dikmen Vadisi olaca¤›n› belirterek “Dikmen Vadisi halk› kazan›rsa hepimiz kazan›r›z, Vadi kaybederse hepimiz kaybederiz” dedi.
Sa¤l›kta dönüflümün özü: Paran kadar sa¤l›k
Konuk Yazar DR. MEHMET TOK KADIKÖYHALKEV‹YÖNET‹C‹S‹
Sağlıkta dönüşüm programının son aşamalarına gelmiş bulunuyoruz. Yıllar boyu piyasa kurallarına uyumlaştırmak amacıyla parça parça piyasaya açılan sağlık sisteminin kurumsal çerçevesi tamamlanıyor. Piyasa koşullarında birinci basamak sağlık hizmetini sunmakla görevli Aile Hekimleri Temmuz 2010’da Ankara’da görevlerine başlarken İstanbul ekim ayını bekliyor. İkinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerini piyasalaştırmayı hedefleyen “Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı” da meclisten geçerse süreç tamamlanmış olacak. Aile Hekimliği, yıllık sözleşme karşılığı, coğrafi bölge, kişisel ve tıbbi özelikleri dikkate alınmaksızın yaklaşık 3.500 kişiye birinci basamak sağlık hizmetinin sunulacağı hizmet şeklidir. Aile Hekimliği’nde ücretler prim üzerinden ödenecek, kullanılan mekan, veri giriş elemanı, hizmetli, araç ve her türlü ihtiyaç hekim tarafından karşılanacak. Aile hekimleri sadece bir sağlık elemanıyla (ebe/hemşire/sağlık memuru) çalışacak.
PARANIZIN YETTİĞİ KADAR Yeni düzenlemede sağlık hizmeti alınıp satılan bir mal. Doğaldır ki parası olan kolayca ulaşacak. Yoksullar parasının yettiği kadar hizmet almak zorunda kalacak. Parası yetmeyenler yardım dilenmek, eş-dost, akrabadan destek istemek zorunda kalacak. Bir de yeşil kart benzeri uygulamalarla “kalite”sine göre sınıflandırılmış sağlık kurumlarından en alt sınıftan hizmet alımı zaman zaman desteklenecek. Her durumda katkı payı, fark ücreti gibi isimler altında cepten para harcanacak. NE DEĞİŞTİ? Bu sorunun sermaye, halk ve sağlık çalışanları açısından ayrı ayrı yanıtlanması doğru olacaktır. Halk açısından kısa vadede pek de değişen bir şey olmayacak gibi görünüyor. Ülkemizde sağlık hizmeti kamu sağlık kurumlarında da döner sermaye gibi uygulamalarla zaten alınıp satılır bir mal değil miydi? Kaldı ki parası ya da sağlık karnesi olmayan biri zaten kamu sağlık kurumlarından
parasız yararlanamıyordu. Ancak bu kadarı boş bir iyimserlik olacaktır. Yeni sisteme tamamen geçildiğinde, ek prim ödemeleri ve ödeme yapamayanların sistem dışına düşmesi, sınırlı sağlık teminat paketleri, sağlık hizmetinden eksik yararlanma, sağlık birimlerinin kendi içinde sınıflandırılarak yoksul halka yönelik olarak alt sınıf hizmetin sunulması gibi uygulamalar sırasını bekliyor. Uygulamada pek bir şey değişmemiş gibi görünmekle birlikte, bugüne kadar vatandaşın sağlık hizmetine ulaşması sorumluluğu kamuya ya da devlete kimi görevler yüklüyordu. Yeni kurumsal çerçeve ile kamu bu sorumluluktan tamamen kurtarılmaya çalışılıyor. Bu değişimle birlikte sermaye birden çok kuş vurmuş olacak. Şaşırtıcı değil; çünkü sağlıkta dönüşüm programı, ulusal ve uluslararası sermaye örgütlerinin ortak programı. Sermaye açısından devasa bir kâr alanı açılıyor. Güvencesiz çalıştırmanın kamuda da genelleşmesiyle birlikte işçi sınıfının pazarlık gücü azalmış olacak. Ekip hizmetinin yerini hiyerarşiye bırakma-
sıyla çalışanların kendi içlerinde parçalanması ve taşeronlaştırmanın yaygınlaşması gündemde. Sağlık çalışanları açısından durum çok daha kökten biçimde değişiyor. Yıllardır olanaksızlıklarla başbaşa bırakılan sağlık ocaklarında, düşük maaşla hizmet sunan sağlık çalışanlarından hekimlere, yıllık sözleşmelerle 7 gün 24 saat güvencesizlik dayatılıyor. Diğer çalışanlara bu olanak bile sunulmuyor. GÖRÜNMEYEN TARAFTA NELER OLUYOR? Sağlık çalışanlarının hak ettikleri ücrete kavuşmaları ve halkın, başta koruyucu sağlık hizmetleri olmak üzere birinci basamak sağlık hizmetlerine erişiminin kolaylaştırılmasının ön koşulu sağlığın kâr edilecek bir mal haline getirilmesi ve güvencesiz çalıştırılma olmamalıdır. Rekabete dayalı, tüketimi kışkırtan hizmet sunma modelinin sağlık hizmetinin doğasına aykırı olduğunu, sağlıkçı hasta ilişkisinin sürekli kâr ve tüketime dayalı olarak sürdürülmesinin sağlıklı olmadığını hep birlikte göreceğiz.
Hastane kapattıran uygulama
A
ile hekimliği gerekçe gösterilerek Şişli Devlet Hastanesi'nin kapatılması kararı İstanbul Tabip Odası, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası ve Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası tarafından protesto edildi. 16 Temmuz günü hastane önünde bir araya gelen İstanbul Tabip Odası, SES ve Dev Sağlık-İş İstanbul örgütleri bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamada Şişli Devlet Hastanesi'nin SSK hastanesi olduğu günden bu yana bölge halkına zorluk yaşatmadan hizmet sunduğu hatırlatılarak, “Aile Hekimliği yerleştirmelerinin yapıldığı bugün, aile hekimliği gerekçe gösterilerek kapatılan bir hastanenin önünde, getirilmeye çalışılan piyasacı aile hekimliği uygulamasını protesto ediyoruz” denildi.
8
EMEK 23 Temmuz 2010 / 5 A¤ustos 2010
Halk›n Sesi
D‹SK’in ‘D’si İSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’nin TÜSİAD Başkanı ile Kürt sorunundan, ekonomi ve istihdam konularına kadar geniş bir yelpazede ortak düşünceye sahip olduklarını açıklamaları DİSK’in mücadele geleneği açısından ne anlama geliyor? Gündelik basında “devrimci” sendikanın TÜSİAD’la yan yana durması değişik değerlendirmelere yol açtı. DİSK, tüzüğünde ve kuruluş bildirgesinde yer aldığı gibi esas olarak reform yanlısı bir sendikal harekettir. Onu “devrimci” yapan “D” bildiğimiz anlamda anti kapitalist bir devrimci hareketi ifade etmez. Zaten web sitesine girdiğinizde göreceğiniz gibi DİSK’in ingilizce karşılığında “D”, “revolution” (devrim) olarak değil “progressive” (ilerlemecireformcu) olarak çevrilmiştir ki, kurucularının esas olarak ifade etmek istedikleri budur. Bu anlamıyla reformcu bir sendikanın başkanının sermaye sınıfıyla bir şekilde ilişkili olması ve hatta onunla benzer düşüncelere sahip olması normal karşılanabilir mi? Belki Amerikan tipi sendikacılıkta veya sarı sendikal geleneğe sahip bir konfederasyondan Tufan böyle bir yaklaşım beklenebilir. Sertlek Ama bu değerlendirme DİSK ve Türkiye’nin içinde bulunDev Sa¤l›k-‹fl duğu koşullar Genel Sekreteri düşünüldüğünde mümkün olamaz. Birkaç nedenden dolayı mümkün olamaz diyoruz: Birincisi DİSK her ne kadar kuruluş bildirgesinde ve tüzüğünde ifade edildiği gibi reformcu bir içeriğe sahip olsa da kurulduğu andan itibaren bağımsız bir sınıf mücadelesini örgütlemeyi önüne koymuş ve bütün eksik ve hatalarına rağmen bunu yerine getirmiştir. Başından itibaren reel olarak devrimci-sosyalist mücadelenin bir parçası ve onunla karşılıklı etkileşim içerisinde olmuştur. 1980 darbesine kadarki süreçte egemen sınıfların ve emperyalist sistemin Türkiye’de milliyetçimuhafazakar iktidarları tercih etmesi bu anlamıyla DİSK’in mücadelesinin toplumsal muhalefet hareketiyle çok doğrudan ilişkilenmesini daha da imkanlı hale getirmiştir. Dolayısıyla DİSK’i DİSK yapan temel unsur, sermaye sınıfına karşı ödünsüz bir mücadele içerisinde olmasıdır. İkincisi, vahşi kapitalist uygulamaların her geçen gün biraz daha şiddetlendiği, sermaye sınıfının işçi sınıfını köleleştirmek ve örgütsüzleştirmek için her türlü tedbiri büyük bir sabır ve güçle uygulamaya koyduğu bir dönemde DİSK gibi bir işçi örgütünün sermaye sınıfıyla Türkiye’nin temel meseleleri konusunda ortak düşünme ihtimali bulunmamaktadır. Çünkü kuruluş bildirgesinde ifade edildiği gibi DİSK politik bir işçi örgütüdür ve mücadelesinde nasıl bir Türkiye hayal ettiğini açıkça dile getirmektedir. Ekonomi, sağlık, eğitim, istihdam vb. konularda DİSK’in temel yaklaşımları mevcuttur ve bunların hiç biri TÜSİAD’ın fikirleriyle bağdaşmamaktadır. Dün de bağdaşmıyordu bugün de bağdaşmıyor. Bu durumda eğer TÜSİAD’la “ortak düşünme hali”, TÜSİAD’ın temsil ettiği geleneksel sermaye kesimlerinin AKP hükümetiyle olan sıkıntıları konusunda AKP karşıtlığı üzerinden kurulmaya çalışılıyorsa bu, DİSK’in temel ilkelerinin gündelik siyasete kurban edilmesi anlamına gelir ki, bu çok daha ağır bir eleştiriyi hak eder. Sonuç olarak, DİSK, eğer kendisini DİSK yapan değerleriyle ayakta kalmak istiyorsa, emek ve sermaye sınıflarının temel çıkarlarının birbirleriyle uzlaşmazlık içerisinde olduğunu unutmamalıdır. Sermaye sınıfını işçi sınıfıyla benzer düşünmeye zorlayan tek şey, işçi sınıfının örgütlü gücü ve kapitalist düzeni yıkabilecek politik potansiyelidir. Bugün her iki unsurdan da yoksun durumda olan işçi sınıfının sermaye sınıfıyla ortak düşündüğünü “sanması” reel olarak sermaye sınıfının figüranı olmasından öte bir anlam taşımaz. DİSK, ekonomik, sosyal ve ahlaki anlamda yıkım halindeki işçi sınıfını yeniden inşa etmek için üzerini düşeni yapmaya ve bunun için bağımsız bir işçi mücadelesini örgütlemeye odaklanmalıdır. Bunun için ihtiyaç duyulan şey; DİSK’in “D”sinin program metinlerindeki karşılığı değil bizzat 1980 öncesi gerçek hayattaki karşılığıdır, yani “D”nin Türkçe hali..!
D
Dev-Sağlık Diyarbakır’da
D
evrimci Sağlık İşçileri Sendikası (Dev Sağlık-İş) uzun süren örgütlenme çalışmalarının ardından Diyarbakır şubesini açtı. 12 Temmuz’daki açılışa SES, Genel-İş, Eğitim-Sen ve İHD’nin de katıldı. Dev Sağlık-İş Genel Sekreteri Tufan Sertlek örgütlenme mücadelesinde her türlü baskıyla karşılaşan, işten atılan ama yılmayan işçiler sayesinde oturmuş bir örgütlenme sağladıklarını ifade etti. Diyarbakırlı ilkokul öğrencilerinin folklor gösterisi ve müzik dinletisinden sonra açılış yapıldı. 2007’den beri süren örgütlenme çalışmaları, hastane yönetimi ve taşeronların baskı ve tehditleriyle engellenmeye çalışılıyordu.
Halk›n Sesi Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Ali Ergin Demirhan Telefon / Faks 0212 245 90 37 Adres Tomtom Mahallesi Örtmealt› Sokak No: 6/3 BEYO⁄LU/‹STANBUL Bas›ld›¤› Yer Taflbask› Matbaac›l›k Yay. ve Amb. San. Tic. Ltd. fiti. Bask› Tesisleri Kocaeli /‹ZM‹T (0262 335 45 29) editor.halkinsesi@gmail.com 15 günlük Yayg›n, Süreli, Türkçe yay›nd›r.
Belediye’de grev süreci başladı İşçilerin en az yüzde 20 zam isteğine yüzde 6.8’lik teklifle cevap veren İBB’nin kapısına grev kararı asıldı. Binlerce işçi ‘Genel grev geliyor’ diyerek İBB’ye yürüdü İşçiler eylem takviminin açıklandığı gün, arabulucu süreci sonuçlanana kadar bir anlaşma sağlanamazsa greve gideceklerini duyurmuşlardı. Grev kararının asıldığı gün konuştuğumuz bir işçi İBB’nin oyun oynadığını ve direndikleri sürece haklarını alacaklarını dile getirdi. 2008 yılındaki TİS görüşmelerinde de İBB’nin uzlaşmaz bir tavır takındığını ancak greve bir gün kala TİS’i kabul etmek zorunda kaldığını ifade eden belediye işçisi “Gerekirse Tekel işçileri gibi sokaklarda kalırız. Çocuklarımızın hakkına göz dikenlerin gözünü oyarız. Hakkımızı alana kadar Kadir Topbaş’a ve AKP’ye rahat vermeyeceğiz” diyerek kararlılıklarını dile getirdi.
İ
stanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ile yapılan toplu iş sözleşmesi (TİS) görüşmelerinin tıkanması üzerine “grev” kararı alan Belediye-İş üyesi işçiler, grev kararını İBB kapısına astı. 13 Temmuz’da Edirnekapı’da toplanan binlerce işçi İBB önüne yürüdü ve yasal grev süreci başlamış oldu. İşçiler temel taleplerini insanca yaşanacak bir ücret, üniversite mezunlarının sendikalı olmasının önündeki engellerin kaldırılması ve işçi sağlığı ve güvenliği konusunda iyileştirmeler yapılması olarak sıralıyor. Yürüyüş boyunca attıkları sloganlarla da taleplerini dile getiren işçiler greve çıkmaktan başka bir seçenekleri kalmadığını ifade ettiler. Yürüyüş sonunda İBB önünde toplanan işçiler büyük bir kararlılıkla “İş ekmek yoksa barış da yok” ve “Topbaş şaşırma, sabrımızı taşırma” sloganlarını attılar. Belediye önüne direniş çadırı kurulmasının ardından Belediye-İş Genel Başkanı Nihat Yurdakul bir konuşma yaptı. GREVE MECBUR BIRAKTILAR Grevden başka seçenekleri kalmadığını vurgulayan Yurdakul, insanca yaşamaya yetecek bir ücret istediklerini ifade etti. Bu konuda asla geri adım atmayacaklarını söyleyen Yurdakul, “İşçiler sadece alın terlerinin karşılığını istiyor.
Bizim derdimiz yoksulluk. Bunu aşmak için mücadele veriyoruz” dedi. Sadece son altı ayda 5 belediye işçisinin güvencesiz çalıştırma yüzünden hayatını kaybettiğini hatırlatan Yurdakul, taşeronun çalışma hayatından çıkarılması gerektiğini ve üniversite mezunlarının sendikalaşmasının engellenmesine son verilmesi gerektiğini dile getirdi. Konuşmanın ardından grev ilanı
İBB kapısına asıldı. Yurdakul’un konuşması sık sık işçiler tarafından “Hakkımızı alacağız”, “Çocuklarımızın hakkını yedirtmeyiz” sözleri ve “Direne direne kazanacağız”, “Genel grev geliyor” sloganlarıyla kesildi. ‹BB DALGA GEÇ‹YOR İşçiler ücretlerine yapılacak zam oranlarının en az yüzde 20 olmasını istiyorlar. Buna karşılık İBB
işçilere yüzde 6,8 zam önerdi. Bu durumda direnişten asla vazgeçmeyeceklerini belirten işçiler haklarını alana kadar sorumluların yakasını bırakmayacaklarını ifade ettiler. “Çocuklarımızın geleceği için direnmek zorundayız” diyen belediye işçileri toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin üstünden 90 gün geçtikten sonra 18 Mayıs’ta eylem sürecini başlatma kararı aldı.
EYLEMLER H‹Ç DURMAYACAK İşçiler grev kararı asıldıktan sonra Gaziosmanpaşa, Zeytinburnu, Sultangazi ve Üsküdar belediyeleri önünde oturma eylemleri yapacaklarını duyurdular. Aynı zamanda İBB önüne “grev uyarı çadırı” açan işçiler Kadir Topbaş ve sözleşme yapılacak olan belediye başkanlarının etkinliklerini takip ederek teşhir konuşmaları yapacaklar. Toplu iş sözleşmesi imzalanana kadar fazla mesaiye kalmayacak olan işçiler, her çarşamba sabahı servislerden inerek eylem yapacaklar.
Direniş dengeleri değiştirdi B
elediye-İş Genel Başkanı Nihat Yurdakul Türk-İş’teki Genel Eğitim Sekreterliği görevinden istifa etti. İstifa kararı Belediye-İş’in İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne grev kararını astığı 13 Temmuz’da açıklandı. Yurdakul, Türk-İş’e yazdığı istifa mektubunda, Türk-İş’in yüzünü sınıfa değil, siyasi iktidara dönen bir örgüt olduğunu, bu yüzden görevinden istifa ettiğini ifade etti. Mektupta Türk-İş içindeki Hava-İş, Tek Gıda-İş ve Belediye-İş gibi sendikalar üzerinde bizzat Türk-İş yönetimi tarafından siyasal iktidarın istediği biçimde baskı yaratıldığı da dile getirildi. Ormanİş’in Hak-İş’e bağlı Tarım Orman-İş sendikası tarafından “yok edilmesi”ne Türk-İş yönetiminin seyirci kaldığından bahsedilen mektupta, Belediye-İş üzerinde de aynı oyunların oynanmaya çalışıldığı belirtildi. Bugüne kadar işçi sınıfı üzerinde siyasal iktidarlar lehine denetim rolü verilen Türk-
İş, güvencesiz işçilerin yarattığı direniş dalgasıyla birlikte rolünü oynayamaz duruma geldi. Tekel işçilerinin direnişi sırasında yaşanan süreçte de Türk-İş yönetimi direnişi söndürmeye çalıştı. İşçilerin Kumlu’ya “size rağmen direniş” şeklinde cevap vermesiyle de Türk-İş içerisinde çalkantılar yaşandı. Bu sürecin sonunda Tek Gıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel Türk-İş Genel Sekreterliği’nden istifa etti. ALTERNAT‹F SARI SEND‹KA İşçilerin 1 Mayıs’ta Taksim’de Mustafa Kumlu’yu konuşturmaması ve kürsüden indirmesi de Türk-İş’in işçiler karşısındaki çaresizliğinin kanıtı oldu. Türk-İş’in çaresiz kaldığı noktalarda bu kez Hak-İş devreye sokuluyor. Yurdakul’un istifa mektubunda bahsettiği Orman-İş’in yok edilmesi olayı, sendika üyelerinin Hak-İş’e bağlı Tarım Orman-İş’e geçirilmesiyle oldu. AKP’nin atadığı Orman Bakanlığı’na bağlı amirler
işçilere uzun süre Tarım Orman-İş’e geçmeleri için baskı yaptı. “Orman-İş bizim namusumuzdur” diyen Türk-İş’e bağlı sendika yöneticilerinin duruma ses çıkarmaması sonucunda da baskılar sonuç verdi ve işçiler Tarım Orman-İş’e geçti. Aynı durum şu anda Belediye-İş üyesi işçiler için geçerli. AKP’li belediyelerde işçiler ya tamamen sendikasız yapılmak isteniyor ya da Hak-İş’e bağlı Hizmet-İş’e geçirilmek isteniyor. Sendika hakkına dokunulmasını istemeyen belediye işçileri de greve gitmelerindeki temel nedenlerden biri olarak bu durumu gösteriyor. Türk-İş’in kontrol etmekte güçlük çektiği diğer bir sendika olan Hava-İş’in örgütlü olduğu işkolu da metal işkoluna geçirilip, üye işçiler yine Hak-İş’e bağlı olan Öz Çelik-İş’e geçirilmeye çalışılıyor. Havaİş’in 2007’deki grev sürecinde de benzer baskılar yaşanmış; ancak işçilerin kararlı duruşu sonrasında THY yönetimi geri adım atmak zorunı5da kalmıştı.
AKP Memur-Sen’i uçurdu Madenler ölümlerle büyüdü E
T
mek politikaları konusunda AKP’yle uyum içinde olan Memur-Sen’in üye sayısındaki ve yetkili olduğu işkolu sayısındaki artış devam ediyor. 2004 yılında 137 bin 937 üyesi bulunan Memur-Sen, Kamu-Sen ve KESK’in ardından üçüncü sırada geliyordu. Bu dönemden sonra atağa kalkan Memur-Sen üye sayısını her geçen yıl arttırdı. Geçen yıl açıklanan verilere göre üye sayısındaki birinciliği Kamu-Sen’den devraldı. GAZI ALDI, ENERJ‹Y‹ KAPTI 2009’da açıklanan verilerde 376.355 üye sayısına ulaşan Memur-Sen’in yükselişi 2010’da da sürdü. KESK ve Kamu-Sen’in üye kaybettiği 2010 yılında Memur-Sen’in üye sayısı 15.816 kişi arttı ve 392.171 oldu. İşkolu sayısını da arttıran Memur-Sen, Kamu-Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız’ın sendikası Türkiye EnerjiSen’in de içinde bulunuduğu enerji iş kolunda yetkiyi aldı. AKP’nin maşalığını yapan konfederasyon, 2004 yılında 11 iş kolundan sadece diyanet iş kolunda yetki sahibiydi. Buna karşın Kamu-Sen 7, KESK 3 işkolunda yetki sahibiydi. AKP’nin açık desteğiyle büyüyen Memur-Sen önce belediye iş kolundaki yetkiyi 60 oy farkla KESK’ten aldı. Bu dönemden sonra da Memur-Sen’in yükselişi tam gaz devam etti. Sağlık, tarım ve enerji işkolları da 6 yıl içinde Memur-Sen’e geçti. 2007’de konfederasyonların yetkili oldukları iş kolları değişmedi. Bu dönemde KESK 2349 üye kaybederken Memur-Sen üye sayısını 45874 kişi arttırdı. Memur-Sen ikinci büyük konfederasyon oldu. Memur-Sen’in üye sayısı sürekli artarken sendikalı kamu emekçilerinin oranında değişiklik olmadı. Öyle ki 2009 yılında yüzde 57 olan üye sayısı oranı 2010’da yüzde 57.9 olarak gerçekleşti.
MEMUR-SEN AKP’N‹N TAfiERONU KESK Basın Yayın Sekreteri Hüseyin Gölpunar Memur-Sen’in 6 yıllık “başarı”sını Halkın Sesi’ne değerlendirdi. Memur-Sen’in iktidardan nemalanarak örgütlendiğini dile getiren Gölpunar, AKP’nin kamuda kadrolaşmasıyla birlikte Memur-Sen’in üye sayısının artışa geçtiğine işaret etti. Gölpunar Memur-Sen’in AKP’nin iktidar olanaklarından yararlandırıldığının altını çizerek “Memur-Sen promosyoncu sendikacılık yapıyor” dedi. AKP’nin kamuya atadığı amirlerin çalışanları Memur-Sen üyesi olmaya zorladığını dile getiren Gölpunar,”Memur-Sen’e üye olursan seni kadrolu yaparız, istediğin yere tayin ederiz, şef yaparız, uzman yaparız” denilerek üye toplandığını belirtti. Üye olmaya yanaşmayan çalışanlara baskı yapıldığını ifade eden Gölpunar, çalışanların bizzat işveren baskısıyla sendikaya üye olduğunu dile getirerek Memur-Sen’in AKP’nin kölesi olduğunun altını çizdi.
emmuzda meydana gelen maden kazalarında 8 işçi hayatını kaybetti. Çalışma Bakanlığı kazaların sorumlusunun taşeron sistemi olduğunu itiraf etti. Bakanlık, Zonguldak’taki 30 madencinin hayatını kaybettiği kazada kusurun yüzde 30’unun devlette, yüzde 70’inin de taşeron şirkette olduğunu saptadı. Hiçbir işçi sağlığı ve güvenliği tedbiri almayan Yapı-tek firmasına iş vermesi TTK’nın, asıl işveren olarak iş cinayetlerine neden olduğu öne çıkıyor. 7 Temmuz’da Edirne Keşan’da üç madencinin göçük altında kalarak hayatını kaybettiği kazayı, 11 Temmuz’da Zonguldak-Gelik’de Bahadır Kardeşler Madencilik şirketine ait kömür madeninde bir işçinin hayatını kaybetmesi izledi. Kütahya’da özel bir kömür ocağındaki dinamit patlaması sonucunda bir işçi hayatını kaybetti. Bir gün sonra yine Zonguldak-Gelik’de kaçak bir maden ocağında karbonmosoksit gazından zehirlenen üç madenciden ikisi yaşamını yitirdi. Türkiye’de iş kazalarının en çok yaşandığı sektörlerden biri olan madencilikte 40 bin işçi, maliyeti arttırmamak için sosyal güvenceden ve güvenli çalışma koşullarından yoksun çalıştırılıyor. Bu işçilerin yüzde 56’sı daha önce iş kazası geçirmiş. TTK’da çalışan işçiler 1200-1800 TL arası ücret alıyor. Özel ocakta çalışanların yüzde 9’u 785-1500 TL alırken, yüzde 73’ü 550-750 TL ve yüzde 18’i asgari ücret alıyor.
Türkiye’de sayısı 500’ü aşan kaçak ocaklarda çalışanlar ise 550-750 TL arasında ücret alıyor. MADENC‹L‹K SEKTÖRÜ C‹NAYETLERLE BÜYÜDÜ Haziran ayında Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı ekonomik büyüme rakamlarına göre Türkiye Avrupa’nın en hızlı büyüyen ülkesi oldu. Sektörlere göre açıklanan rakamlara göre madencilik en çok büyüyen sektörlerin başında yer alıyor. Öte yandan Türkiye, madenlerde yaşanan iş cinayetlerinde de Avrupa’nın birincisi. Maden Mühendisleri Odası’nın yaptığı araştırmaya göre, madenlerde yaşanan kazalarda 2008’de 43, 2009’da 92, 2010’un ilk 7 ayında ise 79 madenci yaşamını yitirdi. Taşeron şirketler, daha fazla kâr için işçileri daha fazla, daha hızlı çalışmaya zorluyor. Bunun için hayati önemi olan araç ve yöntemleri ‘maliyeti arttırdığı’ gerekçesiyle kullanmıyor. Bir bütün olarak işletilmesi gereken madenlerde cevherin çıkartılması, yıkanması, üretimi, paketlenmesi ayrı ayrı taşeron şirketlere veriliyor. 4857 sayılı İş Kanunu 81. Maddesi gereğince 50’den fazla işçi çalıştıran işyerlerinde, en az bir işyeri hekim bulundurma zorunluluğu var. Taşeron şirketler işçi çavuşlarını şahıs şirketi gibi gösterip her birinde 20-25 işçiyi çalışıyormuş gibi göstererek binden fazla işçinin çalıştığı madenlerde ‘işyeri hekimi zorunluluğunu’ ortadan kaldırıyor.
9
EMEK 23 Temmuz 2010 / 5 A¤ustos 2010
Halk›n Sesi
Taş atan çocuğa kot sattırmak K ‘Kipa’ya sendika girecek’
İ
zmir Tesco Kipa’da örgütlenen Tez Koop-İş Sendikası, Balçova Kipa önünde 16 Temmuz'da yaptıkları eylemle sözleşme için yeterli çoğunluğa erişen sendikalarına itiraz eden işvereni protesto etti. Kipa çalışanlarının yoğun olarak katıldığı eylemde “Kipa’ya teslim olmayacağız”, “Kipa’ya sendika halaylarla girecek” sloganları atıldı. Türk-İş de 600 şubesiyle işçilerin yanında olacaklarını duyurdu. Tesco PLC şirketinin Avrupa’daki marketlerinde sendikalaşmak sorun olmuyor.
İşçinin azmi Azim’i yendi
A
zim Kargo işçilerinin işe geri dönmek için başlattıkları direniş 251 günün sonunda kazanımla sonuçlandı. 20 Ekim 2009’da İstanbul Kartal'da kurulu Azim Kargo’da çalışan 4 işçi, Türkiye Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası’na (TÜMTİS) üye oldukları için işten çıkarılınca işyeri önünde direnişe geçmişti. 15 Temmuz günü işbaşı yapan işçiler ilerleyen günlerde sosyal haklarını ve ücretlerini garanti altına almak için işverenle bir protokol imzalayacak.
uzey Irak, neoliberal politikalar doğrultusunda yeniden yapılandırılıyor. Kürt burjuvazisi yatırımları büyük fırsat olarak görüyor, Türkiye sermayesi ise ABD’li ve İngiliz tekellerinin taşeronluğunu yapıyor. Türkiye egemenleri, Kuzey Irak yatırımlarıyla Kürtleri neoliberal düzene eklemlemeye çalışıyor. 5 Haziran’da gerçekleştirilen Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD)-Barzani görüşmesinin ardından TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, Kuzey Irak’a önemli yatırımlar yapma kararını açıkladı. Bunu Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan’ın 148 işadamıyla yaptığı Kuzey Irak ziyareti izledi. Çağlayan’ın 29 Haziran’daki ziyaretinin ardından Kuzey Irak’la Türkiye arasındaki ticaret hacminin 4 yılda 20 milyar liraya çıkartılması hedeflendi. Aynı ziyarette sınır kapılarının çoğaltılması ve Türk Hava Yolları’nın Erbil-İstanbul ve ErbilAnkara uçuşlarının başlatması kararları alındı. Türk bankaları da Çağlayan’ın ziyaretinin ardından bölgeye şube açmak için adımlar attı. İş Bankası ve Ziraat Bankası Bağdat’ta şube açacaklarını duyururken Albarakatürk ise Erbil’de şube açacağını duyurdu. Kuzey Irak, her açıdan sermaye için çok büyük yatırım potansiyeli içeriyor. Erbil, Süleymaniye ve Dohuk’un bulunduğu bölgede 4 milyon insan yaşıyor. Bölge, ABD’nin işgali sonrasında büyük bir pazar olarak yeniden yapılandırılıyor. Kuzey Irak’ın yeniden yapılanması inşaat, tekstil, gıda, perakende, mobilya alanında geniş yatırım imkanları sağlıyor. Bölge çok zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarını barındırıyor. Bölgede petrol dışında üretim faaliyeti yok, dolayısıyla tüketim ön plana çıkıyor ve Irak hükümeti de ithalatı teşvik ediyor. Yabancı işadamıyla Iraklı işadamı aynı haklara sahip, yabancı yatırımcı yatırım yapması durumunda 10 yıl vergiden muaf kalıyor. Yabancı yatırımcılara sağlanan kolaylıklar, Türkiye’nin Kuzey Irak’ı ihracattaki öncelikli tercihleri arasına almasına
T
ürkiye sermayesi, Kürtleri neoliberal düzene eklemlemek için yeniden yapılandırılan Kuzey Irak’ta ABD ve İngiltere tekellerinin taşeronluğunu yapıyor
neden oluyor. Türkiye’nin Kuzey Irak macerası 1981 yılında başladı; ancak en büyük gelişim ABD işgaliyle birlikte gerçekleşti. 2003-2008 yılları arasında Türkiye ile Kuzey Irak arasında gerçekleştirilen 4 milyar dolarlık ticaretin yarısı 2007 ve 2008 yıllarında yapıldı. Irak ve Türkiye arasında 2010 yılı başında imzalanan 48 protokolün ardından TürkiyeK.Irak ticaret hacmi de giderek arttı. Bugün, Türkiye ile Kuzey Irak arasındaki ticaret hacmi 6 milyar doları buldu. Bu ticaretin 5,2 milyarını Türkiye’nin ihracatı oluşturuyor. Türkiye’nin ihracatında tekstil ve inşaat sektörü başı çekiyor. Türkiye siyasetine damgasını vurmuş birçok işadamı ve eski siyasetçinin yatırımlarını Kuzey Irak’ta
görmek mümkün. Gün Sazak’ın kurduğu ve başında oğlu Süleyman Servet Sazak’ın bulunduğu Yüksel İnşaat, İhsan Doğramacı’nın kurduğu Tepe İnşaat, AKP’ye yakınlığıyla bilinen Çalık Holding, Cengiz Holding ve daha niceleri... Irak’ta faaliyet gösteren 1.200 Türk şirketi var. Bölgedeki Türk şirketlerinin büyük kısmını tekstil sektörü oluştururken, 150’si Erbil’de bulunan 200 inşaat şirketi var. TAfiERON F‹YAKA Türk şirketler genelde küçük projelere imza atıyor; ancak son ziyaretlerin ardından hükümet yetkilileri ve işadamları büyük projelere imza atılacağını duyurdu. Şimdilik Erbil Havaalanı dışında büyük projesi olmayan Türk inşaat şirketleri Irak’ta
ulusal ölçekteki demiryolu, karayolu, altyapı projelerinde ABD ve İngiliz şirketlerinin küçük ortağı ya da taşeronu konumunda. Buna rağmen Türk işadamları Irak’ı fethetmiş bir tavırla asıl işverenlerinin yatırımlarını kendi projeleriymiş gibi göstermekten geri durmuyor. Bölgedeki yüzlerce petrol kuyusundaki üretimin aslan payını ABD ve İngiltere petrol şirketleri alıyor. Çalık, Petoil ve Genel Enerji gibi Türk şirketleri orta büyüklükteki petrol şirketleriyle ortak olarak ancak 12 kuyuda petrol çıkarıyor. CEMAATTEN ‘IRAK’ T‹CARET OLMUYOR 2007’den bu yana Kuzey Irak, Türkiye’nin çeşitli illerinde ve
D
ershanede düşük ücretle öğretmenlik yapan Elif İşler, girdiği KPSS’de başarısız olacağını düşünerek 12 Temmuz günü intihar etti. Elif İşler mezun olduktan sonra 5 sene boyunca KPSS’ye girmiş ancak başarılı olamamıştı. Gazi Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra ataması yapılmayan İşler, Adana’da özel bir dershanede karın tokluğuna çalışıyordu. İşler’in intiharıyla KPSS yüzünden intihar eden öğretmen sayısı 16’yı buldu.
D‹YARBAKIR’DAN ERB‹L’E ‹fiÇ‹ ‘TRANSFER‹’ Türkiye’nin ihracatını artıran K.Irak, aynı şekilde kriz döneminde yaşanan işsizlik sıkıntısını beklenilenden hafif atlatmasını sağladı. Her geçen gün yeni binaların yükseldiği, yolların yapıldığı Kuzey Irak, büyük bir işgücünü de kendine çekiyor. Bölgede Diyarbakır Sanayi Odası’nın kayıtlarına göre 50 bin Türkiyeli işçi var ve çoğu inşaatlarda çalışıyor. İnşaat sektörünün yanı sıra perakende sektörü de işgücü bakımından büyük önem taşıyor. Perakende sektöründeki Türk yatırımlarına dikkat çeken dünyaca ünlü gayrımenkul tekeli Jones Lang LaSalle’ın Türkiye Başkanı Avi Alkaş, 16 Temmuz günü Erbil’deki bir alışveriş merkezi açılışında yaratılmaya çalışılan ‘Kürt burjuvazisinin’ hangi temeller üzerinde yükseleceğini şu sözlerle özetliyor: “Gün gelecek buradaki mağazalar çalıştırmak için Diyarbakır'dan eleman transfer edecek. Demokratik açılımı 'ekonomik açılım'la gerçekleştireceğiz. Taş atan çocuklar jean satacak.”
Spekülasyonun hasını devlet yaptı E
t fiyatlarındaki artışı önlemek için gerçekleştirilen canlı hayvan ithalatı, fiyatları ucuzlatmaya yetmedi. İthal edilen etin ülkedeki talebi karşılamaya yetmediğini savunan Et ve Balık Kurumu özel şirket ve kişilerin et ithal etmesine izin verdi. 16 Temmuz’da yayımlanan kararın ardından Et ve Balık Kurumu’nun 50 bin tonluk et ithalatı için yaptığı ihale aynı gün sonuçlandı. İhaleyi 50 bin tonluk kasaplık sığır için, 200 milyon 297 bin 500 dolarla en uygun fiyatı öneren Ürdünlü Khaled Hijazi firması aldı. Tarım ve Orman Bakanlığı mayıs
ayında etteki fiyat artışını önlemek için Et Balık Kurumu’na et ithalatı yetkisi vermiş ve 2 ay içinde et fiyatlarının ucuzlayacağını müjdelemişti. Açılan iki ihale sonrasında HacılarEt ve Hijazi firması ihaleyi almıştı. Haziran’da ithal sığırlar Türkiye’ye geldi fakat et fiyatları ucuzlamadı, 12 lira artış gösterdi. Tarım ve Orman Bakanlığı yetkilileri 2010 Ocak ayında başlayan ve mayısa kadar süren et fiyatı artışının nedenini “spekülasyon” olarak açıkladı. Hemen ardından başta Tarım ve Orman Bakanlığı olmak üzere TESK, Et Balık Kurumu gibi kurumlar medya
vasıtasıyla etin 2 aylık bir süre içinde ucuzlayacağını duyurdu. Et fiyatlarının ucuzlayacağı söylentisi sebebiyle küçük et üreticisi ve besiciler ellerindeki etleri sattı. İthal et tamamen büyük et üreticileri tarafından alındı. Et fiyatları inmezken ekmek fiyatlarından da artış sinyalleri gelmeye başladı. Sene başında sıcakların etkisiyle 25 milyon ton buğday üretimi beklenirken yağışlar hesabı bozdu. Yağmur, un üretimi için gerekli glüten maddesinin kalitesini düşürdü ve bu durum ekmek üretimini azalttı. Böylece kilosu 45 ile 55 kuruştan alınan kaliteli buğdayın
fiyatı 65 kuruşa, bir çuval kaliteli un fiyatı da 38-40 liradan 42 liraya çıktı. Fırıncılar ve ekmek fabrikaları aşırı yağışın, beklenen buğday rekoltesinin altında bir miktarın elde edilmesine sebep olduğunu söylüyor. Ekmek Sanayii İşverenler Sendikası Başkanı Çetin Keçeci, buğdayın kalitesini yükseltmek için 2-3 ton buğday ithalatı önerdi. İşverenler, ekmek fiyatlarının Ramazan’dan sonra artacağına kesin gözüyle bakıyor. Ancak ekmek fiyatları, 30 Temmuz’da Toprak Malzeme Ofisi ile Un Sanayicileri Federasyonu arasında yapılacak görüşmelerden sonra belirlenecek.
S›ca¤›n aln›nda ‘Hep beraber!’ demek KPSS’ye on altıncı kurban
ilçelerinde faaliyet gösteren sanayi odası veya dernek temsilcileri tarafından ziyaret ediliyor. Bu ziyaretlerde Fethullah Gülen cemaatinin şirketleri başı çekiyor. Gülen cemaati uzun yıllar boyunca bölgede eğitim yatırımları yapmıştı. Cemaatin bölgede 14 ilköğretim okulu ve bir de Işık Üniversitesi adında özel üniversitesi var. Gülen cemaati diğer Türk şirketlerine göre Irak’a erken kapak atmanın faydasını danışmanlık yaparak görüyor. Ancak Türk işadamlarının bölgedeki yatırımlarının önünün açılması sadece Gülen’in çabalarıyla olmadı. 2009 yılından sonra bölgede Türkiyeli işadamlarına ilginin artmasının temel nedeni, Erbil’de açılan Türkiye Konsolosluğu. Konsolosluk açılmadan önce Bölgesel Kürt Yönetimi, borcunu ödemeyen Türk işadamlarını hemen hapse atıyordu ve Türk yatırımcılar büyük zarar ediyordu. Şimdi sorunlar diplomatik ve ticari yöntemlerle çözülüyor.
‹zmir’de D‹SK/Sosyal-‹fl üyesi ÜN‹BEL iflçileri biliflim sektörünün ilk grevini yapt›. 7 günlük grevle biliflim sektörünün ilk grevini yapmalar›yla tarihte yerini ald›lar. Grev kazan›mla sonuçland›. ‹zmir Büyükflehir Belediyesi’ne ba¤l› ÜN‹BEL Özel E¤itim ve Bilgi Teknolojileri flirketinde biliflim iflkolunda çal›flan 50 iflçiden 37’si sendikal›. Halk›n Sesi olarak grevin ilk günü olan 9 Temmuz günü iflçilerin yan›ndayd›k. Belediyenin di¤er flirketlerinde çal›flan biliflim iflçileriyle maafllar› konusunda eflit seviyede olmak isteyen iflçiler 7 gün boyunca ücretlerinin art›r›lmas› taleplerini dile getirdiler. 7. gün yap›lan anlaflmada yüzde 21’lik bir art›flla maafllara 150 lira zam yap›lmas›na karar verildi ve 15 Temmuz günü grev bitti. Grevi de¤erlendiren iflçilere göre
ortaya ç›kan tablo çok olumluydu. Yafl ortalamas›n›n düflük olmas›na ve 37 iflçinin yar›s›ndan ço¤unun ilk grev deneyimi olmas›na ra¤men grevin kazan›mla sonuçlanmas› gelecek için umut vaadediyor. Bu umudu, iflçilerin gözlerinden okumak mümkün. Grevin dikkat çeken yönlerinden biri grev süresince iflçilerin hep birlikte üstlerinde önlükleriyle iflyerlerinin önünden ayr›lmamalar› oldu. Grev boyunca destek ziyaretleri, halaylar hiç durmazken ÜN‹BEL iflçileri birlikte hareket etme prati¤ini kazand›lar. Grevi ve Sosyal ‹fl’i de¤erlendiren Sosyal ‹fl Genel Yönetim Kurulu üyesi Engin Sezgin, grevin ilk olmas›n›n çok önemli oldu¤unu ve daha sonra bu alanda yap›lacak eylemlere, grevlere ›fl›k tuttu¤unu belirtti. Sezgin, Sosyal ‹fl’in gelecek dönemin örgütlenme alanlar›n› doldurmaya aday oldu¤unu
Kad›köy Belediyesi’nde grev bafllad›
söyledi. ‹stanbul ve Ankara’dan sonra ‹zmir’de de örgütlenme ata¤›na geçeceklerini söyleyen Sezgin, Eylül ay›nda dershane ö¤retmenlerinin örgütlülü¤ünü sa¤lamak için faaliyetlerde bulunacaklar›n› anlatt›.
Grevdeki iflçilerden Hüseyin, Halk›n Sesi’ne kazan›mlar›n› flu flekilde dile getirdi: “Bu alan›n örgütsüzlü¤ünü eylem disiplini ile k›rd›k ve her birimiz için haf›zam›za kazand› direne direne kazanaca¤›z slogan›.”
Kad›köy Belediyesi’nde çal›flan D‹SK, Genel‹fl üyesi 470 iflçi 19 Temmuz günü greve ç›kt›. D‹SK Genel-‹fl ‹stanbul Anadolu Yakas› 1 No’lu fiube ile Kad›köy Belediyesi aras›nda 470 iflçiyi kapsayan toplu ifl sözleflmesi süreci t›kanm›fl ve iflçiler belediyeye grev karar› asm›flt›. 60 günlük yasal süre içinde Kad›köy Belediyesi’nden olumlu bir ad›m gelmedi. ‹flçiler bu kez düzenledikleri bir yürüyüflle grev pankart›n› belediyeye ast›. Eyleme Tüm-BelSen ve HSGGP bileflenleri destek verdi. Kad›köy Belediyesi ile ücretleri kapsayan 4 madde üzerinde anlaflma sa¤lanamam›flt›. Konuflmalar›n ard›ndan grev gözcüleri nöbet yerlerine da¤›ld› ve grev bafllad›. Grev karar›n›n as›lmas›ndan bir gün sonra Genel-‹fl üyeleri Kad›köy gazetesinde iflçilerin maafllar› hakk›nda yanl›fl bilgi verilmesi üzerine bir yürüyüfl yapt› ve maafl bordrolar›n› halka da¤›tt›.
10
KİBELE 23 Temmuz 2010 / 5 A¤ustos 2010
Halk›n Sesi
Kad›na bak›flta yeni birfley yok ürt sorununa nihayet bir çözüm bulundu. Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı hazretleri üstün zekasıyla dünyanın en güzel çözümünü buldu. Bakırcı Türk erkeklerine Kürt kadınları kuma alarak barışı sağlayacak. Böylece ülkemizde kardeşlik hakim olacak. Kirli savaş son bulacak, Türk ve Kürt çocuklarımız ölmeyecek, tüm sorunlar bitecek... Bakırcı’nın bu çıkışı üzerine AKP hükümeti Kürt sorunu konusunda sarsılan imajını toplamak için hızla ‘demokratik açılım’ süreci toplantılarından birisini daha yapmaya karar verdi. Üstelik toplantının davetlileri Bakırcı’nın öfkelendirdiği kadınlardı. Farklı kadın örgütlerinden kadınlar başbakanın Kürt sorununa ilişikin hamaset ve analarımız ağlamasın edebiyatından öteye gitmeyen konuşmasını dinledi. Beni ne Bakırcı’nın açıklaması ne de başbakanın kadınlarla yaptığı toplantıdaki Filiz konuşmaları şaşırttı. Erkek egeAktafl men siyaset anlayışını neofilizaktas@gmail, muhafazakarlıkla harmanlayan, com kadının erkekle eşit olmadığı fikrini bizzat Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dile getidiği AKP’nin kadın sorununda da bilindik İslamcı maço ideolojiyi yeniden ürettiği sır değil. Bu ayrımcı çizgi Kürt sorununda da en geleneksel devlet refleksleriyle birleşip bir de milliyetçilik ve şovenizmden yüz bulmak isteyince silahların susmadığı yeni bir savaş ortamı kaçınılmaz oluyor. Kadına karşı ayrımcı, Kürt halkına karşı ceberut bir partiden ne çözüm beklenebilir bilmiyorum. Üstelik ülkede kadınların içinde bulunduğu duruma bakıp AKP’lilere sormak gerekiyor ‘demokratik açılım’ sürecini konuşmak için çağırdığınız kadın örgütleri anayasa taleplerini iletmek için sizinle görüşmeye çalıştığında neredeydiniz? Her gün üç kadınının erkek cinayetine kurban gittiği bir ülkede kadın örgütleri hükümetten kadına yönelik şiddeti engellemesi için çözüm istediğinde neredeydiniz? Kadın örgütlerinin sesini o zaman neden duymazdan geldiniz? Taleplerini ve taleplerinden öte varlıklarını yok saydınız. Açılım toplantısına çağırılan Anayasa Kadın Platformu sözcüsü Hülya Gülbahar’ı 2007 yılında bir TBMM resepsiyonunda siyasette kadın kotası isteyip “Ruanda’da bile var” dediği için azarlayıp "Sen Ruanda mı olmak istiyorsun, buyur Ruanda ol" diyen Başbakan değil miydi? Gülbahar’ın kadınlara kota ve temsilde eşitlik sağlanması talebini hemen oracıkta ağzına tıkıveren, kendi maçoizmini can siparane bir biçimde savunan ezen cins olduğu halde ezilen cinse, eşitlik nasıl elde edilir nutukları çeken Bizzat Tayyip Erdoğan’ın kendisiydi. Şimdi kadınları toplantıya davet edip fikirlerini dinlemek istemesi bile inandırıcı değil. Kadına sorunu konusunda adım atmayan başbakan, kadını koyduğu yer malum değilmiş gibi kadınları toplayıp boy gösterisi yapıyor. Halbuki biz onun isyan eden vatandaşına “ananı da al git” dediğini unutmadık. Biz onun “3 çocuk doğurun” diyerek kadını eve mahkum eden, köle eden anlayışının, kadınlar çalışmasın diye kreşleri birer birer kapadığının farkındayız. Biz onun annenin süt hakkını elinden almak için yeni yasa değişikliği girişimini biliyoruz. Biz onun hükümetinin kadını tecavüzcüsüyle evlendirmekle tecavüzü meşru kılan kanunlar yapmak istediğini de biliyoruz. Başbakansa, hala kadın örgütü temsilcilerini toplayarak kıvırabileceğini zannediyor ama yanılıyor. Biz kadınlar, bu oyunların hiçbirine kanmıyoruz. Bize reva görülenlere karşı mücadele ediyoruz. Kan kusup kızılcık şerbeti içtik demiyoruz. Sorunlarımızın aile içinde değil toplumsal bir sorun olduğunun farkına varıp birlikte çözüm arıyoruz ve bulduğumuz çözümler doğrultusunda kuracağımız yeni dünya düzeninin taşlarını birlikte örüyoruz. Artık üzgün olmayı değil öfkeli olmayı yeğliyoruz...
K
Muhatabı uzaklarda arama B B aşbakan Recep Tayyip Erdoğan, kendi ifadesiyle Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi kapsamında muhatap alması gerekenleri yok saymakta ısrar ediyor. Erdoğan, Kürt sorununun çözümü için sivil toplum kuruluşları ve sermaye örgütlerinin kadın temsilcilerini davet ederek bir toplantı gerçekleştirdi. Konunun asıl muhataplarından Cumartesi Anneleri, Erdoğan için “tüzel kişiliği olmayan ve birileri tarafından kullanılan kadınlar” olmaları bakımından görüşülmeye değer görülmedi. Kürt sorununun barışçıl yollarla çözülmesi için mücadele veren Barış İçin Kadın Girişimi’nin ise toplantının yapıldığı Dolmabahçe Başbakanlık Ofisi önüne yürümesine izin verilmedi. 18 Temmuz’da Dolmabahçe Başbakanlık Ofisi’nde yapılan görüşmeye, KADER, Uçan Süpürge Derneği, Anayasa Kadın Platformu, sendikaların kadın temsilcileri, üniversitelerin Kadın Sorununu Araştırma Merkezleri ve belediye temsilcileri katıldı. Öte yandan, toplantıda, davetli bulunan TÜSİAD, MÜSİAD, Sabancı Vakfı gibi sermaye örgütleri temsilcilerine konuşma önceliği verildi. Toplantıda açılım konusunda eksiklerin giderilmesi için bir öneri gelmediğinden yakınan Erdoğan, gelen önerileri reddetti. SI⁄INMAEV‹ M‹, O NASIL KEL‹ME? Kadın örgütlerinin sığınmaevi talepleriyle ilgili görüşme isteklerine olumsuz yanıt veren Devlet Bakanı Aliye Kavaf toplantıda hazır bulunurken, Erdoğan bir kadının sığınmaevi talebini dile getirmesi üzerine bu kelimenin kendisine pek hoş gelmediğini söyledi ve devam etti: “Bizim kadınımız sığınamaz.” Toplantıdaki bir diğer isim, her
aşbakan annelere ‘ses yükseltin’ dedi. Cumartesi Anneleri’ni saymadı, Barış Anneleri anılmadı, öneriler reddedildi, barış kadınlarının yürüyüşü engellendi. Öyleyse ses yükseltecek analar kimler?
fırsatta Türkiye’nin eğitim dilinin Türkçe olduğunu söyleyen ve anadilde eğitimi reddeden Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu oldu. Toplantıya anadilde eğitim talebini taşıyanlar da Erdoğan’dan olumsuz yanıt aldı. Kürtlerin yaşadığı bölgelerde üniversitelerin psikoloji ve tıp bölümleri ile kamu yönetiminde Kürtçe bilen uzmanların olması gerektiği önerisi üzerine de Başbakan’dan “Nerden bulacağız o kadar Kürtçe bilen doktoru, ayrıca doktorlar bölgeye gitmek istemiyor” cevabı geldi. Hükümetin başörtülü kadınlar
konusunda gösterdiği duyarlılığı Kürtçe konuşanlar için göstermesi gerektiği eleştirisi üzerine de kamuda Kürtçe konuşanlar için tercümanlar olduğu yalanı söylendi. AKP kanadında, kadınların erkeklerle rakip olamayacağını düşünen AKP Kadın Kolları Başkanı Fatma Şahin de bulunuyordu. Erdoğan, temsilcilerin bir sorusu üzerine “Ben kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum. Onun için fırsat eşitliği demeyi tercih ediyorum. Kadınlar ve erkekler birbirlerinin mütememmidir” diye
karşılık verdi. Ayrıca, eşit temsil için gerekli kota konusunda karar mekanizmalarında kadınların katılımının yeterli düzeyde olduğunu vurgulayarak kota uygulamasının kadınları aşağılayan bir sistem olduğunu söyledi. BAZI ANNELER VE D‹⁄ERLER‹ Başbakan konuşmalarını kadınların mutlaka birer anne oldukları sanrısıyla sürdürdü. “Anneliğin siyaseti, idelojisi, sağcılığı, solculuğu yoktur. Biz erkekler empati kurmakta güçlük çekebiliriz ama ülkemin
kadınlarının yüreklerindeki sızıyı, kalplerindeki acıyı en sıcak şekilde hissettiğini biliyorum" şeklinde konuşan ve Arjantin’deki Mayıs Anneleri’nden bahseden Erdoğan’a Cumartesi Anneleri ile görüşmesi gerektiği dile getirilince “Onlar kim? Ne yapıyorlar? Sadece oturuyorlar. Tüzel kişilikleri yok. Birileri tarafından kullanılıyorlar” cevabı alındı. Erdoğan’ın toplantıda örnek gösterdiği Sakine Arat kirli savaşta kaybettiği üç oğlunu terörist olarak tanımlayan Erdoğan’a toplantıdan 2 gün sonra cevap verdi. "Oğullarım terörist değil. Başbakan operasyonları geri çeksin. Gerilla ölmesin, asker ölmesin, anaların yüreği yanmasın. Barış Partisi barış istiyor, onları dikkate almıyorsan ben ne yapayım. Barış olacaksa elimizden geleni yaparız"
MUHATAP SOKAKTA, BARIfi ISRARINDA Görüşmeler sırasında Barış İçin Kadın Girişimi Dolmabahçe’de bir araya gelerek, “Barış için ısrar ediyoruz” yazılı bir pankartla barış noktası oluşturdu ve bir açıklama yaptı. "Savaş çığırtkanlarının, savaştan rant sağlayanların tam aksine, bugün bu barış noktasında, sözün bittiği değil başladığı yerdeyiz” diyen kadınlar, operasyonların durdurulması ve silahların susması isteklerini haykırdı. Barış için ön koşulun demokratik bir anayasa ve demokratik temsili mümkün kılacak bir seçim barajı olduğunu söyleyen kadınlar, savaşın kadınlar için daha çok erkek şiddeti ve daha çok yoksulluk anlamına geldiğini; savaşın tecavüzleri artırıp meşrulaştırdığını anlatmak için mücadele verdiklerini belirtti. “Barış için kadınlar” kaynakların ölüme değil yaşama hasredildiği bir ülke isteklerini tekrarladı.
İyisin, hoşsun, kralsın kaymakamım Kaymakam, ‘Harikasınız kaymakamım. Kendimi ailemi ülkemi en çok da sizi çok seviyorum. Sayenizde karnımız doydu” diyecek memur arıyor
‹syankâr olmamak, inançl› olmak, milli konularda duyarl› olmak, laf getirip götürmemek, tok ve aç›n halinden anlamak… Narl›dere Sosyal Yard›mlaflma ve Dayan›flma Vakf›’na al›nacak kad›n personelde aranan kriterlerden baz›lar›n› okudunuz. Narl›dere Kaymakam› Hasan Gürsoy’un 1 Nisan’da onaylay›p imzalad›¤› 125 say›l› Kaymakaml›k yaz›s›na göre; Narl›dere Sosyal Yard›mlaflma ve Dayan›flma Vakf›’na kad›n personel al›m› için 51 özellik aran›yor. TERC‹HEN BAfiKALDIRMAYAN MEMUR Kaymakaml›¤›n arad›¤› k›staslara göre al›nacak kad›n memur; isyankâr olmamal›, sorun üretmemeli, sorun çözmeli, uyumlu
olmal›, nankör olmamal›, sadakat duygusuna sahip olmal›, tok ve aç›n halinden anlamal›. Al›nacak memurda, güzel ahlakl› olmak, çok güzel el yaz›s› yazmak, kendisini ve ailesi sevmek gibi göreceli özellikler de aran›yor. 51 madde içerisinde say›lan di¤er özelliklerden baz›lar› ise flöyle; ülkesini sevmek, Atatürk’ü sevmek, kendisini ve ailesini sevmek, siyasal sistemleri analiz etmek, dedikodu yapmamak, yalan söylememek, ketum olmak, flüpheci olmak, milli tarih bilmek, klasikleri okumufl olmak, afl›r› tüketim al›flkanl›¤›na sahip olmamak. ‹yi derece ‹ngilizce konuflmak, yazmak, bilgisayar kullanabilme, Türkçe’yi, rakamlar› iyi kullanabilme özelliklerini de ayn› aranan kriterler listesinde yer al›yor. Özellikler kurayla adaylara sorulacak.
Emniyette bir kadın Polis-erkek şiddeti ilişkisini kurmak hiç bu denli kolay olmamıştı. Polis, evdeki, sokaktaki kadını ayırmadan şiddet uyguluyor.
Dinle bizi Aziz bakiyemiz yetersiz
Ö¤renci Kolektifi’nden Kad›nlar, Bornova MetroKampus aras›nda sefer yapan 525 nolu otobüsün paral› hale getirilmesi nedeniyle, geç saatlerde yurda yürümek zorunda kald›klar› için tacizin artt›¤›n› ifade etmek üzere ‹BB önüne gitti. ‹BB
Baflkan› Aziz Kocao¤lu’nu kap›da yakalayan ö¤renciler, Kocao¤lu’dan uygulaman›n kald›r›labilece¤i sözünü ald›. Konunun takipçisi olacaklar›n› ifade eden kad›nlar, tacizlerin sorumlusunun ‹BB olaca¤›n› vurgulad›.
A
dana Emniyet Müdürü Mehmet Salih Kesmez’in evde eşine şiddet uyguladığı ortaya çıktı. Kesmez’in şiddete maruz kalan eşi kadın kurumlarına başvurarak yardım talebinde bulundu. Yapılan başvurunun ardından olayı örtbas etmek için Kesmez ve polis memurları, kadın kurumlarına giderek başvurunun reddedilmesini istedi. Güvenlik görevlilerinin, kentte kadın kurumlarına uyguladığı baskı sonucu Kesmez’in eşinin hangi kuruma başvurduğu belirlenemedi.
taktirname vermişti. Kesmez, ayrıca Adana Emniyet Müdürlüğü görevine geldiği 2009 yılından bu yana polise taş attıkları iddiasıyla kentte yüzlerce çocuğun gözaltına alınmasından da sorumlu. Kesmez’in karısına dönük şiddeti erkek şiddeti ve devlet şiddetinin iç içe geçtiği bir vakaa olarak nitelenebilir. Aile içi şiddet kadar devlet şiddeti de kadına yönelik şiddet biçimlerinden biri olarak tanımlanıyor.
DEVLET‹N fi‹DDETi ERKEK fi‹DDET‹ Kesmez, daha önce Van’da Emniyet Müdürlüğü görevi yaptığı yıllarda uyguladığı şiddetle gündeme gelmiş 2008’de Van’daki Newroz kutlamalarında halkın üzerine ateş edilmesi için emir vermişti. Polislerin rastgele ateş emrini uygulamasıyla 35 yaşındaki ayakkabı tamircisi Zeki Erinç ve Ramazan Dal aldığı kurşunlardan dolayı hayatını kaybetmiş, onlarca kişi de yaralanmıştı. Polisin başta kadınlar olmak üzere halka uyguladığı şiddet, sert tepkilere neden olurken, sebep olanlar hakkında hiçbir cezai işlem yapılmamış aksine dönemin valisi Özdemir Çakacak, Kesmez’e “Terörle Mücadelede” gösterdiği başarıdan dolayı
POL‹S‹N TAVRI NE YEN‹ NE SON Türkiye’de resmi verilere göre evli kadınların %39’u eşinden şiddet görüyor ve her yıl iki bine yakın kadın ve çocuk sığınmaevlerine başvuruyor. Aile içi şiddetten kaçan kadınların polise başvurdukları zaman karşılaştıkları duyarsızlık önemli sorunlardan biri. Öyle ki bu sorunu çözmek için 2009 yılında aile içi şiddete maruz kalanların başvurularında polisi duyarlı ve sorumlu kılmak üzere İçişleri Bakanlığı ve Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı arasında protokol imzalanmıştı. Protokol, polise başvuran kadınların geri yollanmasını zorlaştırıcı önlemlerin alınması amacını taşıyordu.
11
YÜZ YÜZE 23 Temmuz 2010 / 5 A¤ustos 2010
Mücadelede derelerin kardeşliği B‹R
Halk›n Sesi
Türkiye’de resmi verilere göre 2300 hidroelektrik santrali projesi var. HES’lere karşı sularını, topraklarını ve ormanlarını koruyanlara göre bu rakam gelecek projelerle beraber 5000’i bulacak. Şu ana dek 700 HES projesinin başlatıldığı Karadeniz’de bu sayı Doğu Karadeniz Küçük HES Kalkınma Projesi yüzünden 2000’i aşacak. Hükümet HES’lerin yapımını
CO⁄RAFYA
TOPYEKÜN
kolaylaştırmak için çoktan kolları sıvadı. Fakat Karadenizliler de boş durmadı. HES’lere karşı mücadelenin başarılı kalelerinden Rize Fındıklı’da, Fındıklı Dereleri Koruma Platformu sözcüsü Avni Ertaş’la köylü direnişlerini, direnişin özgünlüklerini ve sınırlılıklarını konuştuk. Derelerin Kardeşliği Platformu’nun sürdürdüğü ortak mücadeleyi öğrendik.
HES’LERE
D‹REN‹YOR
Karadenizli suyu baştan kesti Ö
yle bir saldırı karşısındayız ki, karşısında hiçbir dere, vadi tek başına duramaz. Dünyaya aynı pencereden bakan insanların omuz omuza vermesi gerekiyor
B
iz mahkemeyi mahkeme salonlarında kurmadık; vadilerimizde halkımızla birlikte kurduk ve çıkan kararı da Türkiye’nin dört bir yanında duyurduk duyurduk. Bu karar “Fındıklı’da satılık su yoktur ve HES’lere geçit yoktur”. Bizde mahkeme kararını hakim vermedi halk verdi. HES’lere karşı su hakkı mücadelesinde hukuk alanında elde edilen kazanımlar mücadelelerin başarısı açısından sizce yeterli mi? Hukuk da açılan davalar kazanılsa da kaybedilse de asıl mücadele gerçek mücadele alanı olan vadilerimizde kazanılacak ve mücadelenin gerçek sahibi vadilerde köylerde yaşayan Hatice Teyzeler, Ayşe Ablalar, Hasan Amcalar mücadelenin gerçek sahibi olduğunda başarıya ulaşacaktır.
B
ugün Türkiye’nin dört yanında HES projeleri hayata geçirilmeye çalışılırken hem en büyük payın Doğu Karadeniz’de olması hem de buradaki mücadelenin etkinliği nedeniyle konuyla ilgili toplumsal hareketlilikte Karadeniz ön planda. HES’lere karşı mücadele Karadeniz bölgesinde nasıl başladı ve yayılmayı nasıl başardı? HES’lerle ilgili böyle bir yönelişin Karadeniz’de olması gayet normal. Çünkü kaynağından içilebilir su olan dereler, ırmaklar ve bütün kaliteli su Doğu Karadeniz’de bulunuyor. Dolayısıyla petrolden sonra dünyanın önümüzdeki dönemlerde en değerli kaynağı olan suya, suyun elde edilebilmesinin bir aracı olan HES’ler bahanesiyle saldırılması yönelimi başladı. Bu böyle olunca yine doğal olarak bu bölgede geçmişten beri yerel ve genel sorunlara karşı duyarlı olan insanlar suyun, derelerin ellerinden alınıp bir mal gibi başkalarına satılabilir olmasına karşı çıktılar ve bir hareket gelişti. KARADEN‹Z’‹N ÖZÜ SUDUR Karadeniz’de böyle bir mücadelenin başlaması doğal çünkü Karadeniz insanı suyla özdeştir. Karadenizin doğası, doğal hayatı bütün ekosistemle beraber insanlar suyla birlikte yaşar. Burada vadilere gittiğiniz zaman insanlar günün büyük bir kısmını derenin içinde geçirmektedir. Bahçeler sulanıyor tarım yapılıyor. Geçmiş dönemde yaylada hayvancılık yapılırdı bu hayvanlar gittikleri yayla boylarında bu suları içerek yol alır. Kırmızı alabalık bu sularda olur. Bu suyun kıymeti değeri hiçbir şeyle ölçülemez. Doğu Karadeniz bir yanıyla deniz diğer yanı dereler vadiler ve Kaçkar Dağları’yla ender yaşanabilir bölgelerden. Bu özellikle gelecek yıllar açısından böyle. Bunu bilen uluslararası sermaye ve onların taşeronları olan yerli sermaye bu bölgeyi birçok yönüyle ele geçirmeye çalışıyor. Sahil yolu, bölgede alel acele bitirilen kadastro çalışmaları (babadan atadan kalan araziler bu yolla hazine arazisi haline getirildi) bu sürecin parçası. bunlar kime peşkeş çekilecek göreceğiz. Fındıklı da ki hes projeleri neydi bilgi verebilir misiniz? Fındılı da 2 vadi var bu vadilerde akan 2 dere var. Çağlayan Deresi ve Arılı Deresi üzerinde bugün toplam 23 HES projesi söz konusu. 23 tane HES projesiyle birlikte ayrıca 2 tane vadiden başka vadilere suyun tünelle aktarılması söz konusu. Bundan 1 yıl önce 1617 projeden bahsediyorduk. Hızla artıyor. KÖYLÜYLE B‹L‹M‹NSANLARI ARASINDA KÖPRÜ OLDUK Fındıklı gibi yerel halkın topluca bir arada durduğu ve HES’ci şirketleri vadilerine bile sokmadıkları deneyimlerin başarısının arkasında sizce nasıl bir mücadele tarzı yatıyor? Bizlere Fındıklı Dereleri Koruma Platformu deneyiminden bahseder misiniz? Bundan 3 yıl kadar önce bize duyum olarak geldi. Öncelikle Fındıklı’da Arılı Deresi’nin Norveçliler’e satıldığına dair bir bilgiyi Devlet Su İşleri görevlilerinden duyduk. Bu meselenin üzerine gittikçe çok enterasan gelişmeler oldu.
Avni Ertafl Suların uluslararası sermayeye pazarlanıyor olması büyük bir tepkiye neden oldu. Bütün siyasi partiler, demokratik kitle örgütlerinin bir arada bulunduğu geniş çaplı bir toplantı yapıldı. Toplantıda katılımcılar kendilerini Fındıklı Derlelerini Koruma Platformu olarak adlandırdılar. 5 kişilik bir yürütme kurulu belirlendi. Platformun bu mücadeleyi nasıl yürüteceğine dair çalışma programı oluşturuldu. HES’lerin yapılacağı Çağlayan ve Arılı Vadisi iki ana çalışma bölgesi oldu. Bu vadilerde de ‘hedef köy’ diye belirlenen yani üzerinde HES projesi yapılması tartışılan 6 tane köy vardı. Bunlar Çağlayan, Aslandere, Beydere, Arılı, Gürsuyu, Yaylacılar köyleriydi. Bu köylerde halkı bilgilendirme toplantılarını yapmaya başladık uzun bir süre boyunca. Kimi zaman camilerden anons ettirdik bu toplantıları. Bu çalışmalar içinde doğal olarak bazı insanlar mücadele içinde köylerde öne çıktılar. Duyarlılığı yüksek olan insanlar o köylerin temsilcileri durumuna geldiler. Bu çalışma programına bağlı olarak köylerde bugüne kadar toplam 36 kez halkı bilgilendirme toplantısı yapıldı. Bunların dışında Fındıklı’da bilim insanlarının geldiği paneller yapıldı. Bu panellerde öncelikle mücadeleyi yürütenler ve halk bilgilendirildi. Aslında bu toplantılarda öncelikle bizler bilgilendik. Biz bilim insanlarından
Mücadeleyi sekteye uğratacak kafa karışıklıklarına yol açacak biçimde ayrı bir yapılanma nın nedenleri üzerine herkes düşünmeli
katılan muhtarlar da vardı. Tüm muhtarlar bizimle birlikte hareket ettiler. Kimi zaman mücadelenin en önüne geçtiler. Halkı bilgilendirmede ve halkın mücadeleye katılmasında etkili oldular. Bizim muhtarları da satın almaya yönelik teklifler yapıldı, üzerlerine gidildi, baskı yapıldı ancak tüm bunlara rağmen muhtarlarımızın yeri halkın yanı oldu. Fındıklı’da santral yapılması söz konusu olan köylerde yurttaşlardaki kenetlenme öyle büyük bir boyuttaydı ki köylerde değil muhtar, HES’e evet diye düşünen kişiler açıktan bunu dile getiremez hale geldi. Çünkü bunu dile getirdiklerinde köylü tarafından çok büyük bir tepkiyle karşılaştılar.
aldığımız bilgileri köylere yaydık. Biz köprü olduk bilim insanlarıyla halkın arasında. Onlar bizi, biz köylerdeki duyarlı insanları, onla da tüm köylüleri aydınlattı. Bu bir dalgaydı. Bir bilinçlenme süreci yaşandı. Bugün artık tüm köylerde her köylü HES’ler ve suyun satışı ile ilgili her türlü bilgiyi verecek duruma geldi. HES süreçlerinde muhtarları işbirlikçileştirmek şirketlerin yaygın biçimde uygulamaya geçirdiği bir süreç Fındıklı’da muhtarların bu mücadelede rolleri ne oldu? Fındıklı’da bütün muhtarları içinde barındıran Muhtarlar Derneği var. Bu dernek her zaman yanımızda oldu. HES’lere karşı mücadele için yapılan ilk toplantıya
SUYU BAfiTAN KEST‹K Mücadele sürecinde neler yaşandı? Fındıklı halkı bir yandan HES’lere karşı örgütlenir ve fiili bir mücadeleyi sürdürürken diğer yandan Arılı ve Çağlayan vadilerini 1. derece doğal sit alanı ilan ettirdi. Şirketler sit alanı kararlarının iptali için davalar açtılar. Biz bu davaları kazandık. Çağlayan’da Paşalar HES’le ilgili ÇED’in (Çevresel Etki Değerlendirmesi) iptali için dava açıldı ve kazanıldı. Fındıklı halkı suyu baştan kesti yani şirketlere kazma vurdurmadı. Biz mahkemeyi mahkeme salonlarında kurmadık; vadilerimizde halkımızla birlikte kurduk ve çıkan kararı da Türkiye’nin 4 bir yanında
AYRIfiMA KAÇINILMAZ MI? Bu mücadele alanında Derelerin Kardeşliği Platformu dışında farklı meclis, platform örgütlenmelerini olduğunu da görüyoruz. Bu ayrı örgütlenmenin arkasındaki temel nedenler nelerdir? 2 yılı aşkın bir süreden beri bölgede mücadele yürüten Derelerin Kardeşliği Platformu yapılanması varken bunun dışında başka bir örgütlenmeye ihtiyaç duyulduysa bunun üzerinde durulması gerekiyor. Neden-sonuç ilişkilerini iyi gözlemlemek gerekiyor. Bu bölgede Derelerin Kardeşliği’nin yürüttüğü mücadele aksak gidiyorsa, gerçek mecrasında yürümüyorsa elbette ki birilerinin söyleyecek sözü olabilir. Yapılanlarla yapılmaya çalışılanlarla ilgili farklı düşünceler olabilir. Ancak asla ve asla bu bölgede iyi niyetle ve yerel halk inisiyatifleriyle birlikte yürütülen bu mücadeleyi törpüleyecek, sekteye uğratacak, kafa karışıklıklarına yol açacak biçimde ve aslında ayrı bir yapılanma oluşturma gerekçeleri ortaya konulamazken neden bu türden girişimlerin ortaya çıktığı üzerine herkesin düşünmesi gerektiğine inanıyoruz. Eklemek istedikleriniz? Bazı bölgelerde HES’lerle ilgili mücadelede geç kalmış görünsek de daha önce bu konuda sesini duyuran bölgelerle deneyimleri paylaşarak mücadele örneklerini çoğaltarak geç kalmış olmanın boşluğunu telafi edebiliriz. Çok hızlı bir şekilde genel anlamda ortak bir söylem ve ortak bir davranışı oluşturmamız gerekiyor. Bunun oluşması için derelerin kardeşliği gibi ortak ve üst yapılanmalar doğrudur. Yeni mücadelenin başladığı yerlere doğru mesajlar göndermeliyiz ki oradaki mücadelelerde direne direne kazanılabileceğine dair bir anlayış gelişsin.
‘HES’çileri kovmak için on üç saat yürüdük’ Bu mücadele sırasında olanlara birkaç örnek verelim. Yaklaşık 2 yıl kadar Çatak Yaylası’nda (Arılı Vadisinin en ucu 2500 m) ekiplerin çalıştığını duyduk. Biz de Arılı Vadisi’ndeki insanlar ve platform temsilcileri 13 saat yol yürüyerek ekiplerin çalıştığı yere gittik ve o ekibi oradan indirdik. Bundan 2-3 ay önce gece saat 11’de Yaylacılar Köyü’nde 7-8 kişilik HES çalışanı grubu köylüler yakaladı ve grup jandarmaya teslim edildi. Geçtiğimiz yıl Çağlayan Vadisi’nde sit alanının kaldırılmasıyla ilgili davada bilirkişi mahkeme heyeti ve şirket temsilcileri Çağlayan’a geldiler Aslandere’de köy halkı şirket sahibinin arabasını tespit ederek
yumurta yağmuruna tuttu. Bugün tepkiler öyle boyutta ki köylere yabancı plakalı araçlar ya da resmi görevli geldiğinde köylüler HES’çi zannederek müdahale ediyorlar. Örneğin DSİ’den aldığımız bilgiye göre 2009 yılında Arılı Köyü’ndeki DSİ’ye ait debi ölçme merkezi 1 yıllığına 61 milyara ihaleye veriliyor. Bu şirketten debi ölçmeye gelen şirket elemanlarına halk yoğun tepki gösterdi ve şirket 2010 yılında sözleşmeyi yenilemedi. 2010 yılında DSİ artık kendi elemanlarını gönderiyor. Ve DSİ elemanlarına bile halk öyle tepki gösteriyor ki DSİ elemanları jandarma eşliğinde ölçüm yapmak zorunda kalıyor.
‘Gücümüz halktır’ D
erelerin Kardeşliği Platformu sadece Karadeniz’deki platformlardan oluşan bir yapı değil. Gönlü su için mücadele edenlerden yana. Mesele şu; öyle bir saldırının karşısındayız ki bu saldırının karşısında hiçbir dere, vadi tek başına duramaz. Mutlaka geleceğe dünyaya aynı pencereden bakan insanların omuz omuza vermesi gerekiyor. Mutlaka yan yana durması gerekiyor. erelerin Kardeşliği Platformu HES’lere bir bütün olarak karşı çıkıştır. Derelerin Kardeşliği, yerel halk hareketlerinden ortaya çıkan doğal örgütlenmedir. Derelerin Kardeşliği, suların üzerinde HES sayısını veya yapımı planlanan HES’lerde vadilere bırakılan cansuyunun biçimini ve miktarını asla tartışma konusu yapmamaktadır. Biz haklarımızın uluslararası birtakım fonlarla desteklenerek veya bir takım pazarlıklar sonucu elde edileceğine inanmıyoruz. Biz yaşama hakkımızın, su hakkımızın, yerel halk inisiyatifleriyle birlikte direne direne kazanılacağına inanıyoruz.
Fayda uman yanılır
H
ES’lere kimi bölgelerde yerel halk tarafından sahiplenilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? HES yapıcılarında entrika bitmiyor. HES yapmak istedikleri bölgelerde insanları kandırmak için ortaya koydukları yöntemler, söyledikleri yalanlar, halka vaat ettikleri çok çeşitli biçimler var. HES’ler genellikle köylük yerde yapılıyor. Köylü toplum içinde en çok yoksullaşan, en çok dibe vuran kesim. HES yapıcılarda sermaye birikimi çok fazla. Bunlar iş ve hizmet vaatleriyle özellikle yoksul köylülüğü kandırma noktasında ilk zamanlarda çok yol aldılar. Bu durumda “Fındıklı’da yoksul köylü yok mu, neden burada olmadı?” diyebilirsiniz. Bizim farkımız daha HES’ler söylenti halindeyken harekete geçmemizdir. Oysa birçok yerde HES projeleri yaşama geçmeye başladıktan sonra halk kendilerine vaat edilenlerin gerçekleşmediğini ve HES’lerin yarattığı yıkımı gördükten sonra tepki oluşmaya başladı. Kendilerinin dışındaki bölgelerde tepki açığa çıkmaya başlayınca HES’lere karşı çıkılabileceğini gördüler.
12
DOSYA 23 Temmuz 2010 / 5 A¤ustos 2010
Halk›n Sesi
AKP’nin anayasası, 12 Eylül anayasasının devamı AKP’nin referanduma sunduğu Anayasa Değişiklik Paketi, halk yararına değişiklikler içermiyor. Paket, AKP’nin iktidarını güçlendirirken sermaye sınıflarının çıkarlarının önünü açıyor
Değişiklik paketi neoliberal dönüşümün anayasaya verdiği görevleri yerine getiriyor. Böylece, halka ve emeğe yönelen neoliberal saldırıların anayasaya dayandırılarak önü açılmış oluyor
Demo krasi n a m ev c u t “Demokratik açılım” iddial arının tersine, 1982 Anayasası demokratikleşmiyor. 12 Eylül faşizminin dayattığı “darb e anayasası”nın mantığı, ilk e ve kurumları, “AKP’nin değiş iklik paketinde de yer alıyor. Te mel kamusal haklar ortadan kaldırılırken; halkın örgütlü, siyasal va rlığı daha da kısıtlanıyor; söz ve karar hakkı bir kez daha gasp ediliyor
HALKEVLER‹ HUKUK DA‹RES‹ “12 Eylül Anayasası” ya da “AKP’nin Anayasası” arasında bir tercih tartışması yapmıyoruz. Çünkü gerçekte önümüzde iki seçenek yok. AKP’nin anayasa değişiklik paketi, 12 Eylül Anayasası’nın devamı ve gözden geçirilmiş halidir. AKP iktidarı ve sermaye sınıflarının ihtiyaçları doğrultusunda 1982 Anayasası gözden geçirilip neoliberal ilkelerce güçlendiriliyor. Neoliberal dönüşümün zorunlu bir parçası olan anayasa değişimi, sancılı ve uzun bir süreçte gerçekleşiyor. Eskiden askeri darbelerle-zorla gerçekleştirilen değişiklik, şimdi siyasal, sınıfsal çatışmalara bağlı olarak ve değişik baskı biçimleri geliştirilerek uzun bir zamana yayılıyor. Noliberal İslamcı rejimin sermaye birikim gereksinimine ve siyasal iktidar gereksinimine bağlı olarak anayasa da yeni bir biçim alıyor. 1. AKP ‹KT‹DARI, 12 EYLÜL DARBEC‹LER‹N‹N H‹ÇB‹R KURUMUNU ORTADAN KALDIRMIYOR
İktidara gelmeden önce YÖK’e karşı çıkan AKP, bugün hazırladıkları tasarıda Anayasa Mahkemesi’ne YÖK tarafından da üye önerilmesini ve önerilen üyeler arasından cumhurbaşkanı tarafından atama yapılmasını getiriyor. Cumhur-başkanının yetkileri çok fazla diye eleştirilirken tasarıda cumhur-başkanının yetkileri 12 Eylül anayasasının bile vermediği kadar genişletiliyor. Yine AKP’nin değişiklik paketinde, “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda (HSYK) adalet bakanının başkanlığı ve müsteşarın üyeliği” korunduğu gibi, kurulda adalet bakanının yetkileri genişletiliyor. “HSYK’nın yönetimi ve temsili Adalet Bakanına bağlıdır” hükmü ekleniyor. Yargıç ve savcıların soruşturulması adalet bakanının onayına bağlanıyor. Adalet bakanına vekalet edecek başkan vekili ‘82 Anayasası’nda HSYK tarafından seçilirken, AKP’nin
değişiklik paketine göre adalet bakanı tarafından belirleniyor. Senelerdir hukuk ve insan hakları örgütlerinin “yargı bağımsızlığı”nın önünde engel olduğunu söyleyerek 12 Eylül Anayasası’na getirdikleri eleştirilerin maddi temeli, böylece AKP anayasası tarafından sürdürülmüş oluyor. Bu örnekler bile AKP’nin 12 Eylül kurumlarına karşı olmadığını gösteriyor. Zira AKP bu kurumları ele geçirdikten sonra, kendi iktidarını güçlendirecek şekilde yeniden yapılandırıyor. Böylesi bir çabayı “12 Eylül ile hesaplaşma” olarak değerlendirmek, tarihsel bir utanç olur. 12 Eylül’de işkencelerden geçen, idam sehpalarına başı dik bir biçimde çıkan binlerce devrimci, ilerici insanımıza, yıllarca YÖK’e karşı mücadele eden üniversitelilere, yasakları delerek haklarını kullanmaya çalışan işçilere, kamu çalışanlarına -en hafif tabiriyle- büyük bir saygısızlık olur. Yine ülkenin en önemli sorunu “Kürt sorunudur” denilirken, değişiklikte Kürt sorununun çözümüne dair tek bir düzenlemenin dahi bulunmaması, AKP’nin ikiyüzlü, işbitirici tavrını ele vermektedir.
2. AKP, DARBEN‹N SADECE KURUMLARINI DE⁄‹L, RUHUNU DA KORUYOR, GÜÇLEND‹R‹YOR 12 Eylül anayasası, hak ve özgürlükleri istisna, baskı ve kısıtlamaları kural haline getirdiğinden ilerici hukukçular ve insan hakları savunucuları tarafından çok eleştirildi. Ayrıca, “hukuk devletinin” bir gereği olan “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin yürütme lehine bozulduğu, yani yasamayürütme-yargı arasındaki ilişkide yürütmenin güçlendirdiğinden eleştirilerin hedefi oldu. AKP nin “daha çok özgürlük, daha çok demokrasi, daha çok hukuk” diye yutturmaya çalıştığı değişiklik paketinde ise, aslında, 12 Eylül anayasasına ruhunu veren bu iki yönelimin halen devam etmekte olduğu görülüyor. 12 Eylül anayasasının, sermaye lehine yaptığı büyük bir dönüşümü, daha kolay hayata geçirmeyi hedefliyor. Bunun için, yasama ve yargı karşısında yürütmeyi daha güçlendiren değişiklikler gündeme getiriliyor.
Kamu yararı rafa kalkıyor Anayasa de¤iflikliklerinde AKP’nin özgürlük dedi¤i, sermayenin sömürü özgürlü¤ü. Sermaye için tan›mlanan giriflim özgürlü¤ünün bizim hayat›m›zdaki yans›malar› aç›k: ‹flçiyi özgürce sömürme, emek gücünden faydaland›ktan sonra özgürce iflten atma, ormanlar› özgürce katletme, dereleri özgürce kurutma, evlerimizi özgürce gasp etme… AKP iktidar›n›n anayasa düzenlemeleri, halk› sermayeye tutsak eden bu özgürlükleri güvence alt›na al›yor. Anayasa’n›n 125. maddesinde yap›lan de¤ifliklikle bu niyet aç›kça ifade ediliyor. Hükümetin icraatlar›na dair yarg›n›n “kamu yarar›”n› gözeterek vermifl oldu¤u “yürütmeyi durdurma ve iptal kararlar›”n› engellemek amac›yla yarg›ya “yerindelik denetimi yapma yasa¤›” getiriliyor. Y›llard›r yürütülen mücadeleler sonucunda, “çevre davalar›”nda “yurttafl” olman›n dava açma ehliyeti için yeterli oldu¤u kabul ettirildi. Alt›n
madenleri, ulafl›m zamlar›, derelerin sermaye taraf›ndan gasp edilmesi, güvencesiz çal›flt›rmaya dair birçok düzenleme ve özellefltirmeler, halk›n mücadelesinin sonucunda, yarg›n›n bu uygulamalar› “kamu yarar›na ayk›r›” bularak vermifl oldu¤u kararlarla durduruldu. fiimdi AKP iktidar›, kamu yarar› gerekçesiyle yap›lan denetimleri yasaklayarak halk›n güvenceli ifl, insanca yaflam ve yaflanabilir bir çevre taleplerine sald›r›yor. Bu saptamay› abart›l› bir tespit olarak görenler, Hüseyin Çelik’in sözlerini hat›rlamal›. Hüseyin Çelik Anayasa’n›n 125. maddesindeki de¤ifliklikleri flu sözlerle savunuyor. “Yarg›, bugüne kadar maalesef yerindelik denetimi yaparak idarenin elini kolunu ba¤layan, ekonomiye büyük zararlar veren kararlara imza atm›flt›r. Kamu yarar› gibi subjektif bir kavramla birçok özellefltirme karar› iptal edilmifl, küresel sermayenin Türkiye'de yat›r›m yapmas› ile ilgili birçok zorluk ç›kar›lm›flt›r”.
Hak ve özgürlükler makyajı yapılan maddelerdeki makyaj kaldırıldığında ise yine baskı ve kısıtlamalar görülüyor. Üstelik bunlar birer istisna değil, sistemli kurallar bütünlüğü oluşturuyor. Örneğin pakette; “Siyasî amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişler yapılamaz” maddesinin yürürlükten kaldırılması ‘82 Anayasası’ndaki grev yasakları kalkıyor şeklinde propaganda ediliyor. Peki gerçekten artık işçilerin siyasi amaçlı grev, genel grev vs. yapması anayasal hak olarak mı tanımlanıyor? Tabi ki hayır! Çünkü aynı maddenin 1. fıkrasına göre; işçiler sadece “toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde” grev hakkına sahip. Yani makyaj temizlendiğinde yasak halen devam ediyor. Kürt halkının demokratik-kültürelsiyasal haklarının tanınmasına gelince, “yetmez ama evet”çilerin “yetmez” torbasına koyabilecekleri tek bir cümleye dahi anayasada yer vermiyorlar. Ülkenin en önemli sorunu “Kürt sorunudur” denilirken, değişiklikte Kürt sorununa dair tek bir düzenleme bulunmuyor.
3. DE⁄‹fi‹KL‹KLER PAKET HAL‹NDE REFERANDUMA SUNULARAK, HALKIN SÖZ VE KARAR HAKKI GASP ED‹L‹YOR Anayasa referandumunun yöntemi, anayasayı değiştirme yöntemi, Anayasa Değişiklik Paketinin antidemokratik özüyle uyumludur. “12 Eylülcülerin yargılanmasına hayır mı diyeceksiniz!” şeklindeki suçlamayla, AKP’nin değişikliklerine “hayır” diyen herkesi “darbeci” olarak yaftalamaya çalışanlar, referandumun “paket halinde oylanması” hilesine sessiz kalıyor, bunu teferruat olarak göstermeye çalışıyor. 12 Eylülcülerin yargılanması gerekçesiyle bir dizi emek ve halk düşmanı dönüşüme yol verilmek isteniyor. Bu nedenle, değişiklikleri paket halinde oylatmak, bir teferruat değil, halkın söz ve karar hakkının iradi olarak gasp edilmesidir. Bilindiği gibi darbeciler de “demokrasiye geçiş” için 12 Eylül anayasasının kabulünü şart koşmuşlarıdı. 12 Eylül’de “darbe anayasası”na “evet” verenlerin birçoğu daha sonraları bunu “demokrasiye
geçiş” adına yaptıklarını söylemişlerdi. Bugün de darbecilerin bu tuzağının bir benzeri, onların mirasını hakkıyla sürdüren AKP iktidarı tarafından kuruluyor. Bu kez de oltada yine “demokrasiye geçiş” yalanı bulunuyor. Bunun simgesi olarak da “12 Eylülcülerin yargılanmasının önünün açılması” gösteriliyor. 12 Eylül ile hesaplaşmak adına, askeri darbenin kurumlarını, ruhunu ve yöntemlerini bünyesinde barındıran bu anayasa paketine gönül rahatlığıyla “hayır” denmeli… 12 Eylül darbesi ve sonrasındaki onlarca anayasal düzenlemeyle kendini sağlamlaştıran sermaye düzenini ısrarla reddetmeye devam etmeli. 12 Eylül 2010’da “hayır” demek, 30 yıl sonra güçlü bir şekilde 12 Eylül darbesine hayır demektir. Anayasa değişiklik paketinde, AKP’nin ve sermaye sınıflarının ihtiyaçlarını karşılayacak önlemler yer alıyor. Bu nedenle “AKP’nin anayasası”nda başta eğitim, sağlık, barınma, enerji, su, gıda, temiz bir çevrede yaşama olmak üzere halkın en temel yaşamsal hakları yer almıyor. Emekçilerin, güvencesizleştirmeye ve taşeronlaştırmaya karşı iş güvencesi, toplu sözleşme, grev ve sendika hakları güvence altına alınmıyor. Bu nedenle Kürtlerin demokratik, siyasal, kültürel haklarına “AKP’nin anayasa paketi”nde rastlanmıyor; seçim barajı kaldırılmıyor. Tüm bu nedenlerle “halkın hakları”na sahip çıkanlar, “güvenceli iş”, “insanca yaşam” mücadelesi verenler, Kürt halkının eşit yurttaşlık hakkını savunanlar, “kardeşliğin ülkesi” için mücadele edenler referandumda “HAYIR” demeli. Referandumda “Hayır”; çünkü bugün ‘82 Anayasası’nın tüm kurumlarıyla birlikte tarihin çöplüğüne gönderildiği, halkın, emekçilerin, Kürtlerin haklarının güvence altına alındığı yeni bir anayasaya ihtiyaç var. Ve böyle bir anayasa ancak emekçi halkın mücadelesi sonucunda hazırlanabilir. Bu nedenle sadece referandumda “hayır” demekle kalmamalı. “Halkın anayasa maddeleri”nin geniş kitlelerin gündemine getirildiği güçlü bir süreç örgütlenmeli.
Sendikal özgürlük bir masal A
nayasa’da özellikle emek alanında yapılan düzenlemeler, emeği güvencesizleştirirken, emek örgütlerini kadükleştiriyor ve yandaş sendikaları güçlendiriyor. Emekçilerden “evet” oyu istenen maddeler gerçekte ne getiriyor? I AKP’nin anayasası grev yasaklarını kaldırmıyor. ‘82 Anayasası’nın “Siyasî amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişler yapılamaz” hükmünün yürürlükten kaldırılması tamamen bir makyajdan ibaret. Çünkü maddenin aynen korunan kısmına göre işçiler sadece “toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde” grev hakkına sahip. I Anayasada “aynı zamanda ve aynı işkolunda birden fazla sendikaya üye olunamaz” hükmünün kaldırılması, herkese sendika kurma ve istediği sendikaya üye olma
hakkının tanındığı anlamına gelmiyor. Emekliler, çiftçiler, işsizler, ev işçileri, yine sendikasız bırakılıyor. I Aynı zamanda ve aynı iş kolunda birden fazla sendikaya üye olunabilmesini ve birden fazla toplu sözleşme yapılabilmesini sağlayan düzenlemeler birlikte düşünüldüğünde yapılan değişikliğin, iktidarın ipiyle örgütlenmeye alışık sahte/yandaş sendikaların örgütlenmesi ve misyon-
larını yerine getirmesi için kolaylaştırıcı bir rol oynayacağı görülüyor. I Şimdi ‘82 Anayasası’nın kurumlarına bir yenisi daha ekleniyor. İşçi sınıfına yönelik neoliberal saldırının bir aracı olan “Ekonomik Sosyal Konsey” anayasal kurum haline getiriliyor. I “Grev yasakları kaldırılıyor” propagandası yapılırken, aslında tam tersine, kamu çalışanlarına grev yasağı getiriliyor. I Kamu çalışanlarının
örgütlenme haklarına ilişkin düzenlemelerde yapılanlar ise; “toplu görüşme” adının “toplu sözleşme” olarak değiştirilmesi, uyuşmazlık halinde “Kamu Görevlileri Hakem Kurulu”na “toplu sözleşme yapma yetkisi”nin verilmesidir. Üstelik hakem heyetinin yaptığı “toplu sözleşme” hükümleri kesindi. Ayrıca yasaya, hukuka aykırı olsa dahi hiçbir şekilde itiraz mümkün değil. AKP’nin düzenlemesiyle, kimlerden oluşacağı iktidar tarafından belirlenecek “Hakem Kurulu” kamu emekçileri için hangi özlük haklarını, hangi ücreti uygun görüyorsa kamu emekçilerinin de buna boyun eğmesi hedefleniyor. I Bu alanda yapılan değişikliklerdeki tek olumlu düzenleme ‘82 Anayasası’ndaki "Grev esnasında greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu, grev uygulanan işyerinde sebep oldukları maddî zarardan sendika sorumludur" maddesinin kaldırılması.
13
TARİH 23 Temmuz 2010 / 5 A¤ustos 2010
Halk›n Sesi
T A R ‹ H ‹
D E ⁄ ‹ fi T ‹ R E N
B E L G E L E R
‘Kağıt parçası’ deyip geçme Belge var, insanı ipe götürür, ipten alır. Belge var, çağ açar, çağ kapatır. Belge var, milyonları harekete geçirir; uğruna çok bedeller ödenir. Belge var, “kâğıt parçası”dır; efsane komutanları madara eder Belge var, vezir eder; belge var rezil eder. Belge var, anayasal metindir; savaşlarla, isyanlarla, darbelerle değiştirilir. Belge var, devrimleri, karşıdevrimleri mühürler denilen büyük bir toplantıda sağlandı. Devletin merkezi otoritesi sağlanmakla birlikte, vergiler ve iktidara hanedanlarla (ayanlar) ortak oldu. 7. maddeye göre; vergi miktarları ayan ve hükümetin görüşmeleri sonunda belirlenecekti. 5. maddeye göre; ayanlar, kendi eyaletlerinde âdil bir idare kuracaklardı. Birbirlerinin topraklarına ve haklarına taarruz etmeyecekler, birbirlerine kefil olacaklardı.
M
agna Carta, yani Büyük Özgürlük Belgesi (Fermanı), anayasal belgelerin tarihsel aslı, parlamenter rejimlerin habercisi, burjuva demokrasilerinin öncü belgesi olarak bilinir. K‹ME N‹YET K‹ME KISMET Büyük Özgürlük Belgesi, Fransızlar ve Normanlarla girişilen savaşların devrimci iç savaşlara dönüştüğü tarihsel eşikte isyanla ve kanla imzalanır. O yıllarda İngiltere’de sınıf savaşımları keskinleşmiş, saflar netleşmişti. Bir tarafta tanrının yeryüzündeki temsilcisi mutlak otorite Kral “Yurtsuz John”, karşı taraftaysa her geçen gün merkezi iktidardan daha fazla pay isteyen feodal beyler (baronlar) vardı. Kiliseyi ve Hıristiyanlığı temsilen Papa III. Innocent her iki tarafa da eşit mesafede ama her zaman mutlak kazananın yanında yer alıyordu. Tarih 15 Haziran 1215. Krallarla feodal beyler arasındaki 150 yıl süren çekişme, Manga Carta Libertatum'un imzalanmasıyla yeni bir düzleme taşındı. Fermanın 12’nci maddesine göre, kral, Magnum Concilium’un rızası olmaksızın vergi ve yardım toplayamayacaktı. Magnum Concilium da nedir derseniz, “parlamento” nun atası olarak tarih sahnesine çıktı. Magna Carta’da 63 madde bulunur. En ünlüleri şunlardır: 1. Hiçbir özgür insan, kanunsuz olarak tutuklanamaz, hapsedilemez, mülkü elinden alınamaz, sürülemez ya da herhangi bir şekilde yok edilemez. Burada sözü edilen özgür insanlar elbette sadece senyörler, kilise adamları gibi toplumun ileri gelenleriydi. Serf grubundan emekçi sınıflar “adam” yerine konmazdı. Halk yine serf olarak kalır, derebeylerinin toprakla birlikte alıp sattığı köle durumundan kurtulamazdı; 2. Adalet satılamaz, geciktirilemez, hiçbir özgür yurttaş ondan yoksun bırakılamaz; 3.
Kanunlar dışında hiçbir vergi, yüksek rütbeli kilise adamları ile baronlardan meydana gelen bir kurula danışılmadan, haciz yoluyla ya da zor kullanılarak toplanılamaz Böylece kralın egemenliğini büyük toprak sahipleri lehine kısıtlayan Magna Carta, vergilere soyluları ve büyük din adamlarını ortak eder. Ne var ki Magna Carta, hukuk devletini hedefleyen bir anayasacılık hareketi olarak, gerçek devrimci öznesine yüzlerce yıl süren savaşımların sonucunda burjuva devrimlerinde kavuşur. Feodal beylerin yarım kalan devrimci atılımını burjuvazi sonuna kadar götürür. OSMANLI’NIN MAGNA CARTA’SI: SENED-‹ ‹TT‹FAK Osmanlı’ya “hürriyet” 600 yıllık
bir gecikmeyle zar zor gelebilmişti. 18.Yüzyılın başları Saray’da iktadar çatışmalarının şiddetlendiği yıllardır. III.Selim Kabakçı Mustafa isyanıyla tahttan indirilir ve yerine amcaoğlu IV. Mustafa geçirilir. O sıralar Rusçuk âyanı olan Alemdar Mustafa Paşa 15 bin kişilik orduyla İstanbul’a gelerek isyanları bastırır ve Şehzade Mahmut’u (II. Mahmut) tahta çıkarır. Bilanço ağırdır: III. Selim, IV. Mustafa, Kabakçı Mustafa, Alemdar Mustafa sırasıyla öldürülür. İki padişah, bir sadrazam, bir isyan önderinin ölüm haberi kayıtlara girerken, halkın ölüleri istatistiklere girmez. 29 Eylül 1808’de imzalanan Sened-i İttifak, Osmanlı’da modern devletin oluşum sürecinde bir köşe taşı kabul edilir. Devletin otoritesini
yeniden kurmak amacıyla imzalanan anlaşma, bütün 19. yüzyıla yayılan isyanlar (özellikle Kürt isyanları) sonucunda elde edilen “zaferlerle” modern merkezi kapitalist devletin gelişiminin önünü açacaktı. II. Mahmut’u tahta geçiren Alemdar Mustafa Paşa ilk iş olarak Rumeli ve Anadolu'daki âyanı İstanbul'da toplayarak onlarla Sened-i İttifak adında bir anlaşmaya vardı. Alemdar Mustafa Paşa, devletin otoritesini İstanbul’da tekrar kurdu. Ancak bu devirde, merkezî otorite taşrada tamamıyla etkisizdi. Rumeli ve Anadolu’da âyanlar âdeta bağımsız idareler kurmuşlardı. Anlaşma, bir tarafta âyanlar, diğer tarafta devletin ileri gelenleri arasında 29 Eylül 1808’de Kağıthane’de “meşveret-i amme”
GÜLHANE’DE DEMOKRAT‹KLEfiME, KULEL‹’DE ‹fiKENCE Sened-i İttifak’la sultanın egemenliği ayanlarca kısıtlanırken, 31 yıl sonraa iktidara yeni bir ortak çıkacaktır. 3 Kasım 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı’yla, büyük sömürgeci Avrupa devlerinin iktidara ortak olmasının yolu açılır. Tanzimat Fermanı’nın Türk anayasacılık hareketleri içinde önemli bir adım olduğu söylenir. Gülhane Parkı'nda okunması nedeniyle fermana Gülhane Hatt-ı Hümayunu veya Tanzimat-ı Hayriye de denir. 1839 yılında II. Mahmut’un ölümünün ardından yerine Abdülmecit geçmiştir. Abdülmecit, başta İngiltere olmak üzere sömürgeci devletlerin, yabancı sermayenin ve ağırlıkla gayrimüslimlerden oluşan ticaret burjuvazisinin baskısıyla devletin yapısında reforma gitmek zorunda kalır. Davutoğlu kadar olmasa da hareketli diplomasi atraksiyonlarıyla ün yapan Dışişleri Bakanı Mustafa Reşit Paşa’dan bu süreci düzenleyen bir “yol haritası” hazırlamasını ister. Bu ferman 3 Kasım 1839’da, Gülhane’de, padişahın, yabancı elçilerin ve halkın huzurunda fermanı yazan Reşit Paşa tarafından okunur. Fermana göre, padişahların yetkileri meclislere ya da kişilere devredilir. Tahmin edileceği üzere bu kişilerin arasında emekçiler ve halk bulunmaz. Amaç, iktidarı saray-
Bütün ülkelerin işçileri birleşin “A
vrupa'da bir hayalet dolaşıyor — Komünizm hayaleti. Eski Avrupa'nın bütün güçleri bu hayaleti defetmek üzere kutsal bir ittifak içine girdiler: Papa ile çar, Metternich ile Guizot, Fransız radikalleri ile Alman polis ajanları…” unutulmaz tümcelerle başlar ve spottaki tümcelerle sona erer. Komünist Manifesto, ilk olarak, 21 Şubat 1848 tarihinde Londra`da Bishopsgate mahallesinde gösterişsiz bir basımevinde küçük bir buroşür olarak basıldı: “Manifest der Kommunistischen Partei.” Almanca yazılan buroşürün koyu yeşil bir rengi vardı. Kısa zamanda onbinlerce basılan kitap, milyonları harekete geçirme gücüyle tarihin en etkileyici siyasal metinleri arasında yer aldı. Avrupa’nın, Kuzey ve Güney Amerika’nın bütün dillerine çevrildi. TÜRK‹YE’DE PEMBE K‹TAP Manifesto, Türiye’de ancak 75 yıl sonra yayımlanabildi. Pembe kapaklı olan baskısından dolayı, Türkiye'de "komünist" sözcüğünün kullanımının sakıncalı sayıldığı dönemde pembe kitap olarak anıldı. 1887’de İstanbul’da Ermenice çevirinin yayımlanmasından vazgeçildi.1919-1920’de TKP’nin kurucusu Mustafa Suphi’nin çeviri girişimi öldürülmesi üzerine yarım kaldı. TKP Genel Sekreteri Dr. Şefik Hüsnü Deymer tarafından 1923’te ilk kez yayımlandı. Komünist Manifesto Karl Marx ve Friedrich Engels’in birlikte yazdıkları ve sosyalizmin temel ilkelerini ortaya koydukları ilk sistemli yapıt özelliğine sahiptir. Uluslararası işçi örgütü gizli Komunistler Birliği, Kasım 1847’de de Londra’da toplanan ikinci kongresinde yol gösterici bir program hazırlamasını
Friedrich Engels ve Karl Marks “Komünistler, kendi görüfllerini ve amaçlar›n› gizlemeye tenezzül etmezler. Hedeflerine ancak tüm mevcut toplumsal koflullar›n zorla y›k›lmas›yla ulafl›labilece¤ini aç›kça ilân ediyorlar. Vars›n egemen s›n›flar bir komünist devrim korkusuyla titresinler. Proleterlerin zincirlerinden baflka kaybedecek bir fleyleri yok. Kazanacaklar› bir dünya var” sözleriyle biten Komünist Manifesto’yu yazarken. istediğinde Marx 29, Engels 27 yaşındaydı. "ESER‹M SÜKUT SU‹KASTINA U⁄RADI" Karl Marx, Marksizmin başyapıtı olan Kapital'i yayımladığında, büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı. Geniş yankı uyandırmasını beklediği kitap sadece
1000 adet basılmıştı. Hiç bir yayın Kapital'e yer vermez, adeta yok sayılır. Marx, arkadaşı Friedrich Engels'e yazdığı mektupta yaşadığı hayal kırıklığını tek cümleyle özetler: "Eserim sükut suikastına uğradı." Yaşarken tanık olmadı; ama ölümünden sonra Kapital, İncil'den sonra en fazla satan kitaplar arasına girdi. Ama manifesto
“sükut süikastına” uğramadı. Tarih Avrupa’da devrimci ayaklanmalara tanıklık etmektedir. Manifesto ayaklanmanın olduğu bütün ülke ve kentlere hızla ulaştırılır. Gittiği her yerde devrimci proletaryayı, burjuva kapitalist düzeni devrimle ortadan kaldırılmaya ve sınıfsız özgür toplumu kurmaya çağırır.
dan alıp bürokrasiye vermek ve devlet yönetiminde merkezîleşmeyi sağlamaktı. Fermanda verilen bütün sözlerin tamamen yerine getirilememesine rağmen bu çabalar, cumhuriyet kavramının oluşumuna önayak olmuştur. Fermanda tüm vatandaşların can, mal ve namus güvenliğinin sağlanması; yargılamada açıklık, vergide adalet, erkeklere dört yıl mecburi askerlik; herkesin mal ve mülküne sahip olması, bunu miras olarak bırakabilmesi gibi özel mülkiyeti güvence altına alan maddeler yer alır. Elbet bu iş salt padişahın yüce gönlüne ve cömertliğine bırakılmaz. Aslında bir haklar bildirgesi” olan Tanzimat Fermanı’nı hayata geçirmek için gizli dernekler kurulur. Üyeleri yakalandığında işkenceli sorgulardan geçirilir ve ağır hapis cezalarına çarptırılır.
Resimdeki, arflivlerce saklanm›fl olan, 1225 y›l›nda kral III. Henry taraf›ndan yapt›r›lm›fl bir Magna Carta nüshas›d›r.
“Zenginin cennete girmesi, devenin iğne deliğinden geçmesinden zor” (Hz İsa) H›ristiyanl›¤›n kutsal kitab› ‹ncil dünyada en çok bas›lan kitaplar aras›nda yer al›r. ‹ncil yazarlar›n›n ad›yla an›l›r. ‹ncillerin ‹sa'n›n hayat›n› ve ö¤retilerini anlatt›¤›na inan›l›r. H›ristiyanlar, çok say›da ‹ncil aras›ndan sadece dört tanesinin ilahi vahiy sonucu yaz›ld›¤›na inan›r ve Yeni Ahit'in bir parças› olarak kabul eder. Bunlar Matta, Markos, Luka ve Yuhanna'd›r. Bunlara Kanonik ‹nciller de denir. Yunanca Evangelion sözcü¤ünden gelen ‹ncil, “'iyi haber, müjde” anlam›na gelir. DÖRT K‹TAP DE⁄‹L, DÖRT ‹NC‹L
H›ristiyan kaynaklar›na göre, ‹sa'n›n çarm›hta öldü¤ü ve üç gün sonra dirildi¤i inanc› havarileri ve di¤er ö¤rencileri aras›nda büyük etki yaratt›. Havariler ‹sa'n›n ölümünden sonra bir süre Filistin'de kald›lar. Ancak Yahudi Romal›lar'dan gördükleri bask›lar nedeniyle dünyan›n de¤iflik yerlerine göç etmek zorunda kald›lar. Bunun sonuçlar›ndan biri de H›ristiyanl›¤›n yay›lmas› oldu. Havarilerden Petrus Roma'da, Bartalmay Yehuda ve Yurtsever Simun Pers topraklar›nda öldürülmüfllerdir.
H›ristiyan kaynaklar›na göre, ‹sa'n›n havarileri ve onlar›n yak›n çevresinde yer alan kifliler ‹sa'n›n ö¤retilerini anlatmay› sürdürdüler. Ö¤rencilerin önderi konumundaki Petrus, Roma'da yaflamaktayd›. Onun yak›n çal›flma arkadafl› Markos büyük olas›l›kla Petrus'un anlatt›klar›n› bir araya getirerek ‹sa'n›n yaflam›n› anlatan en eski ‹ncil kitap盤›n› yazm›flt›r (M.S. 5060). Di¤er ‹ncil yazarlar› ‹sa'n›n ö¤rencisi Matta Levi ve Pavlus'un yak›n çal›flma arkadafl› Doktor Luka, Markos'un yazd›¤› metni gelifltirerek de¤iflik al›c›lara göndermek üzere ‹sa'n›n yaflam öyküsünden kesitleri yazm›fllard›r. Her iki kitap盤›n da 70 y›llar› dolay›nda yaz›ld›¤› düflünülmektedir. Yine ‹sa'n›n ö¤rencisi olan Yuhanna ise ‹ncil'ini 85 y›l›ndan sonra kaleme alm›flt›r. ‹ncil'lerin yaz›m tarihleri ile hangi dilde yaz›ld›¤›na dair güvenilir bir bilgi yoktur. Yeni Ahit 27 kitapç›ktan oluflmaktad›r. ‹sa'n›n yaflam›n› anlatan ilk dört kitap盤a ‹ncil denilmektedir. Sonraki kitapç›klar›n büyük bir bölümü ise ‹sa'n›n ö¤rencilerinin (elçilerinin) kiliselere yazd›¤› mektuplar› içerir. Dünyada yaklafl›k 2 milyar H›ristiyan var. ABD’de y›lda yaklafl›k 20 milyon ‹ncil sat›l›yor.
14
BİLİM-SPOR 23 Temmuz 2010 / 5 A¤ustos 2010
Halk›n Sesi
Wimbledon sona erdi Tenisteki en büyük turnuva sona erdi. Wimbledon’da dünya birinciliğini devralan Rafael Nadal ve Serena Williams büyük ödülleri alırken turnuva, en uzun maça sahne oldu erkekler kategorileri turnuvaya eklenirken çift kadınlar ile çift karışık kategorileri 1913 yılında başladı. Wimbledon ilk dönemlerinde düello mantığına dayanıyordu. 1922’ye kadar son karşılaşma meydan okuma karşılaşması olarak biliniyordu ve şampiyon bir sonraki turnuvada sadece final maçı oynuyordu.
D
ünyanın en prestijli tenis turnuvası olan Wimbledon Tenis Turnuvası 4 Temmuz’da sona erdi. Tek erkeklerde İspanyol raket Rafael Nadal, tek kadınlarda ABD’li Serena Williams kupanın ve 1 milyon sterlinlik ödüllerin sahipleri oldular. Nadal finalde Çek tenisçi Tomas Berdych’i 3:0 yenerek ikinci defa Wimbledon’u kazandı. Berdych, çeyrek finalde son şampiyon İsviçreli Roger Federer’i, yarı finalde de Sırp Novak Djokoviç’i eleyerek finale gelmişti. ABD’li Serena Williams, Rus raket Vera Zvonareva’yı 2-0 yendi ve 4. kez Wimbledon’u kazandı. Serena Williams geçen seneki turnuvada da ablası Venus Williams’ı yenerek kupayı almıştı. Çift erkeklerde Alman Jurgen Melzer–Avusturyalı Philipp Petzschner çifti kupayı kazanırken çift kadınlarda da ABD’li Vania King – Kazakistanlı Yaroslava Shvedova çifti zafere ulaştı. Karışık çiftlerde kupayı Hindistanlı Leander Paes ve Zimbabveli Cara Black kazandı. Wimbledon’da tekerlekli sandalyeliler de ayrı kategorilerde mücadele ediyor. Bu yıl tekerlekli sandalyeli çift erkeklerde Hollandalı Robin Ammerlaan-İsveçli Stefan Olsson çifti birinci olurken tekerlekli sandalyeli çift kadınlarda da Hollandalı Esther VereerSharon Walraven çifti birinci oldu. EN UZUN TEN‹S MAÇI Wimbledon bu sene dünyanın en uzun tenis maçına da sahne oldu. Tek erkekler kategorisinin birinci turunda karşı karşıya gelen ABD’li John Isner ve
Fransız Nicolas Mahut arasındaki karşılaşma en uzun tenis karşılaşması olarak tarihe geçti. Toplam 11 saat 5 dakika süren maç, 3 günde tamamlandı. Havanın kararması sebebiyle 2 kere ertelenen maça ertesi gün devam edildi. Maçı ABD’li Isnar 6:4, 3:6, 7:6, 6:7 ve 70:68’lik setlerle 3-2 kazandı. İki tenisçi de en uzun maç olması nedeniyle kristal küreyle ödülledirildi. Tek erkeklerde 3 seti alan maçı kazanıyor. Setlerde beraberlik durumunda taybrek seti yapılıyor. Taybrekte 2 fark yapan tenisçi maçı kazanıyor.
W‹MBLEDON’UN TAR‹H‹ Bir yıl boyunca 4 tane büyük tenis turnuvası düzenleniyor. Avustralya Açık, Fransa Açık, Wimbledon ve ABD Açık Tenis turnuvaları Grand Slam olarak adlandırılıyor. Grand Slamlara katılmak için tenisçiler ön eleme turlarını geçmek zorundalar. Daha önceki turnuvalarda başarılı olan tenisçiler ise ön eleme turu oynamadan turnuvalara katılıyorlar. Tenisteki en büyük turnuva olan Wimbeldon tenis turnuvası ilk kez 1868 yılında tek erkekler kategorisinde düzenlendi. 1884’te tek kadınlar ve çift
HAVA BOZUNCA HALK GÜNÜ YAPILIYOR Çim kortta oynanan tek grand slam turnuvası olan Wimbledon, genelde servis-vole oyununu etkili uygulayan tenisçilerin başarılı olduğu bir turnuvadır. Her yıl 20 ile 26 Haziran arasına rastlayan pazartesi günü başlar ve 2 hafta sürer. Geleneksel olarak Middle Sunday (Ortadaki Pazar günü) karşılaşma yapılmaz ve dinlenmeye ayrılır. Yağmur nedeniyle turnuva tarihinde üç kere (1991, 1997, 2004) Middle Sunday günü karşılaşma yapıldı ve üçünde de Wimbledon'da numarasız ve ucuz biletlerin satıldığı “Halk Günü” düzenlendi. TÜRK‹YEL‹ TEN‹SÇ‹LER 2. TURU GEÇEMED‹ Mansel İlhan Wimbledon’da tek erkekler kategorisinde ana tabloya kalan ilk Türk tenisçi oldu. İlhan 2. Turda elenirken İpek Şenoğlu çift kadınlar kategorisinde ikinci turda İspanyol eşiyle birlikte turnuvaya veda etti. Şenoğlu geçen sene ilk kez katıldığı Wimbeldon’da çift kadınlar kategorisinde 3. tura kadar yükselmişti.
İngiltere’nin vuvuzela rahatsızlığı davam ediyor ngiltere'de Tottenham Hotspur, maç günleri stad›nda vuvuzela çal›nmas›n› yasaklayan ilk Premier Lig kulübü oldu. Tottenham Hotsbur yetkilileri, vuvuzelalar›n çal›nmas›n›n, seyircilerin acil durumlarda yap›lan anonslar› duymalar›n› önleyebilece¤ine dair kayg›lar üzerine bu yönde bir karar ald›klar›n› söyledi. Premier Lig yetkilileri, lig çap›nda bir yasa¤›n söz konusu olmad›¤›n› bu konuda kararlar›n kulüp düzeyinde al›nmas› gerekti¤ini bildirmiflti. ‹ngiltere’de daha alt liglerde mücadele eden baz› klüpler vuvuzela çal›nmamas› kararlar› alm›flt›.
‹
Güney Afrika’da düzenlenen Dünya Kupas›’nda sembolleflen vuvuzelaya yönelik yasaklar bafllad›. Güney Afrikal›lar, geleneksel çalg›lar›n› ulusal anlamda seslerini duyurma arac› olarak kullanm›fl ve vuvuzela ›rkç› tahammülsüzlükleri ortaya ç›karm›flt›. Kupa süresince sadece Avrupal› tak›mlar vuvuzeladan rahats›z olduklar›n› dile getirmiflti. Vuvuzelaya karfl› en büyük rahats›zl›k bir zamanlar Güney Afrika’y› sömürgesi haline getiren ‹ngiltere’den gelmiflti. BBC televizyonu, kupa boyunca yay›nlad›¤› maçlarda vuvuzela sesini kald›rm›flt›.
BİLİM Bilimsel düflüncenin do¤uflu -12: Leonardo Da Vinci ‹talyan as›ll› olan Da Vinci, 1452-1519 y›llar› aras›nda yaflam›flt›r. Çocuklu¤undan beri resim çizmeye olan merak› ve yetene¤ini keflfeden Verrocchio onu ç›rak olarak yan›na ald›. Verrocchio, ö¤rencilerine anatominin önemini anlat›yor ve iyi bir ressam veya heykelt›rafl›n vücut çizgilerini iyi bilmesi gerekti¤ini dikte ediyordu. Leonardo k›sa sürede çal›flmalar›n› resim ve heykelin d›fl›na tafl›rarak bina, köprü vb. tasar›mlar yaparak mimariye, silah vb. makine tasar›mlar›yla yeni bulufllar yaparak geniflletti. Papa’n›n kadavra üzerinde çal›flma yapmas›n› yasaklamas›na ra¤men anatomi üzerine çal›flmalar›n› b›rakmad› ve büyük bir heyecanla insan vücudunu keflfetmeye çal›flt›. ‹nsan kadavras› yerine hayvan kadavras› üzerinde çal›flmalar yaparak ayr›nt›l› anatomik çizimler yapm›flt›r. Özellikle iskelet ve kas sisteminin çal›flmas›n› gösteren gerçe¤e çok yak›n çizimleri vard›r. Mühendislik zekas›n› askeri alanda kullanmay› seviyordu. ‹cat etti¤i çok say›daki silah ve destek enstrümanla kendi döneminin yöneticilerine savafl dan›flmanl›¤› yapt›. Çok namlulu silahlar, patlay›c›lar ve f›rlatma mekanizmalar› onun eseridir. Leonardo’nun en önemli özelli¤i kendinden önceki bilim adamlar› gibi birden fazla konuya ilgi göstermesiydi. F›rsat buldu¤unda co¤rafya ile ilgilenmeye bafllad› ve bir süre sonra bugün hala korunan mükemmel haritalar ç›kard›. Botanik ve fizyoloji üzerine incelemeleri bu alandaki ilk bilimsel çal›flmalar olarak kabul edilir. Hidrolik üzerine çal›flmalar›yla bu alan›n bilimsel kurucusu olmufltur. Leonardo çok yönlülü¤ü ve keskin zekas›yla bütün zamanlar›n en büyük dehas› olarak bilinmektedir. Avrupa’n›n ortaça¤ karanl›¤›ndan ç›k›fl›n›n sembol isimlerinden biri olan Leonardo gerek resim ve heykel alan›ndaki çizimleriyle gerekse de yapt›¤› bilimsel çal›flmalar›yla “ayd›nlanma ça¤›”n›n mimarlar›ndan olmufltur. Özellikle Mona Lisa ve Son Akflam Yeme¤i isimli eserleri yeni bir dönemin bafllad›¤›n›n iflaretleri olarak kabul edilir.
Sosyal Darwincilik 1
9. Yüzyıl, türlerin kökenine değil, daha çok toplumsal düzenlerin kökenlerine odaklanan bir yüzyıldı. Hal böyle olunca evrimci düşünceler toplumsal düzen ve milliyetçilik tartışmalarının gölgesinde kaldı ve hatta kötü bir şekilde bu tartışmalar için seferber edildi. Özellikle insanlar ve toplumlar arasındaki hiyerarşinin doğasının genetik olduğunu iddia eden sosyal Darwinist teoriler haklı olarak evrim teorisine yönelik derin bir kuşkuyu besledi. Öjeni (Eugenics), soykırım, etnik temizlik ve Adolf Hitler yüzünden evrim teorisi seküler ve sol aydınların yoğun antipatisini kazandı. Ayrıca çağ, sömürgecilik ve milliyetçilik çağı olunca evrim teorisi de ayrımcı, ırkçı, dışlayıcı amaçlar için fazlasıyla suistimal edildi. Ne var ki 20. yüzyılda DNA’nın keşfiyle türlerin ve insanların paylaştıklarının farklılıklarından çok daha fazla olduğu gerçeği pek dikkate alınmadı, hatta bugün dahi alınmıyor. Oysa evrim teorisi sadece insanlar arasında değil, türler arasında da kardeşlik olduğunu aslında en radikal biçimde gösteren bir teori bugün. Evrim bilimi bir zamanlar ırkçılık için seferber edilmişken, bugün tam tersi bir konumlanış söz konusu. Biyolojik determinizm, insanların davranışının bireylerin sahip
oldukları genler tarafından belirlendiğini iddia eder ve böylece tüm insan toplumunun, o toplumdaki tüm bireylerin davranışlarının toplamının egemenliği altında olduğu sonucuna varır. Bu genetik kontrol, “insan doğası” terimiyle dile getirilen eski fikirlere denk düşer. Bilimciler kastettikleri şeyin bu olmadığını iddia edebilirler, fakat kullandıkları ifadeler determinizme ve “değiştirilemez sabit varlıklar” olarak genlere ait düşüncelerle dolup taşar ve bu düşünceler sağcı politikacılar tarafından sevinçle oraya buraya çekiştirilir. Onlara göre toplumsal eşitsizlikler birer talihsizliktir, ama bunlar kalıtsaldır ve değiştirilemezler; bu nedenle de toplumsal araçlarla bunların çaresini bulmak imkânsızdır. Çünkü böyle davranmak “doğaya karşı çıkmak” olur. Bu düşüncenin yanlışlığı, ABD üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulan Bencil Gen adlı kitabında Richard Dawkins tarafından da saptanmıştır. Önde gelen ilk genetikçilerden Francis Galton, dehanın kalıtsal olduğunu kanıtlamaya çalışmış ve entelektüel birikimi muhafaza edecek bir seçmeli üreme politikasından yana olmuştu. Orta ve üst sınıflara ait beyazların, diğer ırklardan ve sınıflardan olan insanlar karşısında genetik olarak üstün oldukları düşüncesi Viktorya
toplumunun içine işlemişti. Bu düşünce, biyolojik uygunsuzlukların yayılmasını önlemek için zorla kısırlaştırma taraftarı olan bir öjenik hareketin ideolojisi haline geldi. IQ (intelligence quota) testi kullanılarak elde edilen çürük bilimsel veriler, biyolojik determinizmi ve doğuştan gelen aşağı genleri yansıttıkları için değiştirilmesi mümkün olmayan ırk, cinsiyet ya da sınıfa dayalı toplumsal eşitsizlikleri desteklemek için kullanılmıştı. Her şeyi toplumsal koşullardan türeyen toplumsal sorunlar olarak kavramaktan ziyade genetik ya da biyolojik bozukluklara atfetmek, bazı çevrelerde gittikçe moda haline geldi. Genetik determinizm ekolü, her toplumsal sorunu genetik düzeyine indirgeyerek her türlü gerici sonucu türetti. Araştırmaların birçok şiddet suçlusunun fazladan bir Y kromozomuna sahip olduğunu sözümona açığa çıkartmasının üzerinden fazla zaman geçmedi, ama son araştırmalar böyle bir bağın yersiz olduğunu gösteriyor. Katillerin beyinlerinin ön korteksindeki daha düşük bir etkinliğin kanıtları bugün dikkatleri biyoloji ile suç arasındaki ilişkiye çekiyor. Federal Şiddet İnisiyatifi, “biyokimyasal ve genetik kusurlarının gelecekteki yaşamlarında şiddete eğilimli kılacağı” en azından 100.000 kentli
Kaynaklar: Alan Woods ve Ted Grant, Akl›n ‹syan›: Marksist Felsefe ve Modern Bilim BBC belgeseli, What Darwin didn’t know? As›m Karaömerlio¤lu, Darwin ve Sosyal Bilimler çocuğu saptama önerisinde bulunmuştur. Evrim mekanizması genler ile çevre arasındaki diyalektik karşılıklı ilişki tarafından koşullandırılır. İnsan evrimi hem bir “doğaya” hem de bir “tarihe” sahiptir. Genetik hammadde,
toplumsal, ekonomik ve kültürel çevreyle dinamik bir ilişki içine girer. Biyolojik ve “kültürel” öğeler arasında sürekli bir ilişki olduğundan, bu iki şeyden herhangi birisini yalıtık bir şekilde ele alarak evrim sürecini anlamak imkânsızdır.
DENEME - YANILMA - ÖĞRENME Balonla boş gazoz kutusunu, kutuya değmeden hareket ettirmek
B
u sayımızda balondan uzaktan kumanda yapmaya çalışacağız. Olmaz mı dersiniz? Deneyimiz gerçekten basit. Malzemelerini de kolaylıkla bulabilirsiniz. Deneyi yapmadan önce içindeki gazozu içmek de başka bir eğlence. Gazoz kutusu, bizim tekerleğimiz olacak. Tekerleği yuvarlayacak uzaktan kumandayı elde etmek için, ilk olarak balonu şişirmelisiniz. Balonun nasıl uzaktan kumanda olacağını anlamadıysanız, acele
etmeyin. Balonu, hemen kutuya tutup hareket etmesini de beklemeyin. Çünkü, uzaktan kumandayla daha işimiz bitmedi. Balonu saçınıza sürtmelisiniz, Saçınız temizse deney daha iyi sonuç verir. Bir küçük ipucu daha! Balonu hep aynı yöne sürtün. Şimdi uzaktan kumandanız hazır. Tekerleğin önünde balonu tutun bakalım, tekerlek yuvarlanarak balonu izliyor mu? Tekerleği çeken gizli kuvvet, durgun elektrikten başka bir
şey değil. Balonu saçınıza sürterek elektronla yüklüyorsunuz. Elektronlar, atomların eksi yüklü parçacıkları. Bir de artı yüklü parçacıkları, protonlar var. Protonları şimdilik unutun. Elektronla yüklenmiş balona geri dönelim. Balonu yükleyerek, elektrostatik kuvvet oluşturduk. Elektrostatik kuvveti, manyetik kuvvete benzetebiliriz. Mıknatısların zıt kutuplarını düşünün. İki mıknatısın zıt kutuplarını yaklaştırdığınızda
birbirini çektiğini görmüşsünüzdür. İşte yüklenmiş balonun eksi yükleri de alüminyum kutunun artı yüklerini aynı şekilde çeker. Artı yükler protonlardı, değil mi? Atomlar, elekton ve proton sayıları eşitken dengede olurlar. Böyle düşünecek olursak, durgun elektriği, elektron akışıyla dengesi bozulan atomların kuvvet gösterisi olarak düşünebiliriz. Siz de farklı deneylerle bu gösteriyi tekrarlamaya çalışın.
MALZEMELER: 1 adet balon, 1 adet kutu gazoz
KÜLTÜR SANAT
15
23 Temmuz 2010 /5 A¤ustos 2010
Halk›n Sesi
Grup Munzur’a hapis Tunceli Hozat’taki bir konserde şarkı söyleyen Grup Munzur üyelerine Kürtçe söyledikleri bir şarkıda ‘örgüt propagandası’ yaptıkları gerekçesiyle 10’ar ay hapis cezası verildi. "Lexin Gerilla" isimli şarkıyı seslendirmeden önce yapılan konuşma da karara gerekçe olarak gösterildi.
Titirwask Kürtçe’de
Beflikçi’ye dava
Yaşar Kemal'in kendi geçmişinden yola çıkarak kaleme aldığı Kimsecik üçlemesinin ilk kitabı ‘Yağmurcuk Kuşu’, ‘Tîtirwask’ ismiyle Kürtçeye kazandırıldı. Brahim Ronîzer çevirisiyle yayınlanan kitap, Lîs Yayınevi’nin “Dünya Edebiyatı Serisi” içerisinde yer alıyor.
Yaşamının 17 yılını cezaevlerinde geçiren İsmail Beşikçi, yeni bir davayla karşı karşıya. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Beşikçi hakkında 'Çağımızda Hukuk ve Toplum' dergisinde yer alan yazısı nedeniyle "PKK örgütü propagandası yapmak" suçlamasıyla dava açtı.
Andak’› kaybettik 58 yıllık söz yazarı ve besteci Selmi Andak, 89 yaşında aramızdan ayrıldı. TGC üyesi, Basın Şeref Kartı ve 2000 Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü sahibi olan, 70. sanat yılını yeni bestelerle kutlamaya hazırlanan Andak, klasik ve popüler müzik alanlarında duayen kabul ediliyordu.
Yaz dediğin çocuk oyunu Yazın gelişiyle sokaklar çocukları çağırırken, unutulmaya yüz tutmuş sokak oyunlarına dair hafızaları tazelemenin tam zamanı. Kaflik, Alman kale, çelik çomak, körebe ve oyunların üzerine çekilen uyku...
İ
nternetin gelişmesi ve yayılmasıyla birlikte çocuklar, gençler toprakta “çivi atmaca” gibi oyunlar yerine Farmville’de toprağa değmeden çiftçilik yapmayı yeğliyorlar. Öyle ki meydanlarda atılan sloganları çiftliklerine yazacak kadar da isyankarlar. Aslında bilgisayara isyan ediyor, makineyle konuşuyor, makineye bakıyorlar. Gençler kendini bilgisayardaki bir karakterde var ederek onu yönlediriyor, onunla yarışıyor, onu yaşıyorlar. Sokakta futbol maçı yaparken çıkan arbedenin yerini, “klavye kavgaları”, akşam sokak başı muhabbetlerini ise “Facebook” duvarları alıyor. Annelerin “ezan okundu hala sokaklardasın” cümlesini hiç duymamış, mahalle kavgasında şortu yırtılmamış, futbol oynarken ayakkabısı yırtıldığı için babasından azar işitmemiş, top vermeyen hocaya inat gazoz kapağıyla top oynamayan çocuklar, kuralları bilgisayarın koyduğu oyunlarla kendilerini avutuyor. Birkaç örnekle hem çocuklara hem de gençlere neleri kaçırdıklarını, ev sahiplerine ve üst komşulara da neleri unuttuklarını hatırlatmak zor olmasa gerek. Kuralları koymanın özgürlüğü, mahalleyi temsil etmenin sorumluluğu, oynayamamanın kırgınlığı, türlü türlü oyunların yorgunluğu, tüm bunların üzerine çekilen uyku...
şeydir. Babanın çocukluğunda kavanozda biriktirdiği misketlerden üçer-beşer aşırmayla başlar cilli oyunları. Eldeki kaflikle daire içindeki misketleri dışarı çıkartarak ya da içeride tutarak oynanan bir oyundur. Oyunlarda kullanılan terimlerin bölgelere göre değişmesi çocukların karşılaştığı en büyük sorunlardandır. Mahallesinde “kaflik” dediğine taşındıkları yerde “dobi, cicoz, eneke, meşe” dendiğini öğrenmesi hayal kırıklığı yaratabilir. Çocukken futbol da başka türlü oynanır. Normal maçlarda görmeye alışık olmadığımız ‘kaleci oyuncu’ kavramı mahallelerde, sokak aralarında yaşatılır. ‘3 korner bir penaltı, topu üç kere sektirdim 3 adım açıl’ gibi kuralların yanı sıra 11 ayaklık ya da 6 adımlık kale boyutları sokak futbolunun olmazsa olmazları.
HAFIZALARI TAZELEYEL‹M Hafıza testine “kaflik” kelimesiyle başlamak en uygunudur herhalde. Sokak oyunlarında en çok kullanılan ve kilit nokta olarak bilinen
Dokuz aylık, balık, Alman kale, minyatür kale gibi futbolun değişik türleri de var. B‹LEMEYEN KÖREBE Altın günü çocuklarının oyunlarındandır körebe. 7’den 70’e kadın erkek herkesi yerinden kaldıran bu oyun, ebenin gözleri bağlanarak oynanır. Gözleri bağlanan ebenin etrafından dönerek, ona dokunarak ve yönünü şaşırtarak kaçılır. Ebe, birini yakalarsa yüzüne dokunarak kim olduğu tahmin etmek zorundadır. Eğer bilemez ise yeniden gözleri bağlanır ve ebe olmaya devam eder. BEYZBOL DE⁄‹L “ÇEL‹K ÇOMAK” Amerikan rüyası beyzboldan yıllar önce Anadolu’da oynanan çelik-çomak çocuklara daire sevgisi aşılayan oyunlardan biridir. Sokak oyunlarından birbirinden habersiz, farklı yörelerde ve bölgelerde varoluşunun örneklerindendir. Biri kısa biri uzun iki sopayla oynanan oyunda, dairenin içindeki ebe uzun sopayla kısa sopayı havaya kaldırarak karşıya doğru fırlatır, karşı takımın oyuncuları sopayı havada yakalamaya çalışırlar. Takım ruhunun en önemli zenginlik olduğu oyunlardan olan çelik-çomak için artık uygun ortamlar bulunmuyor. Binalarla çevrili dar sokaklarda oyun oynamak zorunda kalan çocuklar, “camcıyı zengin edeceksiniz” lafını çok duyuyorlar. Bilgisayarın eve girmesi, oyunları 2 kişilik hale getiriyor. Böylece toplu halde oynanabilen oyunlar unutulmaya yüz tutuyor.
Gönülsüzün kucağına düşmeden… U
fuk Çoban, Halkevleri tarafından yapımı üstlenilen ‘Arsız Ağacı’ adlı albümünü H.S’ye anlattı. 6 parçadan oluşan albüm 2010 Mayıs’ında çıkı. Hiçbir sponsoru ya da maddi desteği olmadan çıkan albüme birçok sanatçı da bestelerini gönüllü olarak verdi. Albümün oluşum sürecini sorduğumuz Çoban, “Kafada saç kalmadı” diyerek zorlukları özetliyor aslında.
İstanbulluları parasız yaz etkinlikleri bekliyor İ
stanbul’un iki noktasında halkın katılabileceği, parasız etkinlikler gerçekleşecek. Bunlardan biri Kadıköy Özgürlük Parkı’nda gerçekleşecek olan 8. Kadıköy Tiyatro Festivali diğeri ise Beşiktaş Park Buluşmaları. 8. Kadıköy Tiyatro Festivali, 27 Temmuz’da başlıyor. Bu yıl “Renkli dünyalar keşfedin!” sloganıyla gerçekleştirilen festivalde 10 Ağustos tarihine kadar her akşam saat 21’de farklı bir tiyatro grubu ve oyun sahne alacak. Festival kapsamında her akşam sırasıyla; Tuncay Özinel Tiyatrosu’nun “Sil Baştan”, Seden Kızıltunç Tiyatrosu’nun “Kayıp Koca”, Tiyatrokare’nin “Çelik Manolyalar”, Enis Fosforoğlu Tiyatrosu’nun “Ayyar Hamza 2010”, Nâzım Oyuncuları’nın “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim”, Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nun “İyi Günde Kötü Günde”, İstanbul Yeni Sahne’nin “Uçurtmanın
Kuyruğu”, Tiyatro Dialog’un “Evliliğe Gelinceee!”, Kartal Sanat Tiyatrosu’nun “Sınır”, Tiyatro Kedi’nin “Bir Yaz Gecesi Rüyası”, Asuman Dabak Tiyatrosu’ nun “Harika Doğum Günü”, Tiyatro İstanbul’un “Altı Haftada Altı Dans Dersi”, Dostlar Tiyatrosu’nun “Marks’ın Dönüşü”, İstanbul Halk Tiyatrosu’nun “Alevli Günler” ve Sadri Alışık Tiyatrosu’nun “72. Koğuş” oyunları tiyatro severlerle buluşacak. Tüm oyunlar Selamiçeşme Özgürlük Parkı`nda, parasız sahnelenecek. Beşiktaş parklarında 15 Temmuz’da başlayan Park Buluşmaları hergün 21:00'da gerçekleştiriliyor. Buluşmalar süresince film gösterimlerinden konserlere, tek kişilik gösterilerden söyleşilere kadar çok sayıda etkinlik parasız izlenebilecek. 30 Eylül’de sona erecek etkinliklerle ilgili ayrıntılı bilgiye kultursanat.besiktas.bel.tr adresinden ulaşılabilir.
Neden Arsız Ağacı? Albümdeki diğer parçalar sevgiden aşktan söz ediyor; ancak Arsız Ağacı politik kimliğiyle biraz sıyrılıyor. Burada müzik piyasasının yarattığı kültürün dışında daha farklı bir kültürden bahsediyor. Aşk, sevda türküleri ağıtlar olmalı ama sanatçı biraz da farklılığını belli etmeli, bu yüzden Arsız Ağacı albümün adı. Arsız Ağacı, içine girmek istemediğimiz sistemin adı. Şarkının sözlerine bakmak gerekiyor. Düştüm arsız ağacına/Gönülsüzün kucağına/Dünya size kalır sanma/Bu adaklar sizden çoktur. Gönülsüzün Kucağı’ndan kasıt şu, sistem içindeki televizyonlar gönülsüzde olsa belli isimleri ekranlarına taşımak zorunda kalıyor. Örneğin Grup Yorum. Büyük bir başarısı var ve televizyon gönülsüz de olsa göstermek zorunda kalıyor. Albümü, gönüllü olarak sana beste verenlere ulaştırdın mı, ne dediler albüm için? Ulaştırdım hepsine. Hepsi eserlerinin daha modern bir tondan okunduğunu söyledi. Onun dışında başka dinleyicilerden olumlu görüşler aldım. Halkevi’nin bir
etkinliğinde seyircilerden biri, “Efulim’i söyler misin?” dedi. Ben şaşırdım. Etkinlikten sonra sordum, nereden duyduğunu. Albümü Sefaköy Halkevi’ne bırakmıştım. Oradan almış dinlemiş. Arabada sürekli dinliyormuş. Ayrıca www.ufukcoban.com diye bir internet sitesi açtım. Oraya gelen epostalar var ve olumlu hepsi. Yeni albüm ne zaman? Önümüzdeki 3 ay içinde yeni bir albümün çalışmalarına başlayacağım. Bu albümde kendi bestelerim de olacak. Arsız Ağacı benim için öğrenme süreci oldu. Albümün tüm aşamalarında bulundum. Aranje aşamasında Barış Kurudere’yle birlikte sabahladık. Müzik yönetmenliğini beraber yaptık. Basım aşaması dahil hep işin
başında durdum; hatta albüm fabrikadan çıktı kutularını ben taşıdım. Halkevleriyle tanışıklığın nereden? 1998’de Sefaköy Halkevi’nde tiyatroya gitmeye başladım. Daha sonra Sefaköy Halkevi’nde gitar kursu vermeye başladım. Gönüllü olarak veriyorum kursları. Ne öğrendiysem bunu devrimcilerden öğrendim. Bana kimse parayla gitar dersi vermedi. Ben de bunu bir borç olarak görüyorum ve öğrencilerime de bunu anlatıyorum. Pahalı bir kursa gidip kaliteli bir eğitim alırsın ama ben farklı bir kültürü vermeye çalışıyorum. Okulda, yaptıkları çalışmanın karşılığı not olurken Halkevi’nde öğrenciler çalışmalarının ürünlerini görüyor. Etkinliklere çıkıyor. Gerçekten müzikle sanatla uğraşmak isteyenler
Halkevleri’ne gitsinler. Buralarda parasız kurslar, gönüllü eğitmenler var. Çok şey katıyor. Sermaye olmadan, alternatif sanat yapılabildiğini gösteriyor. Aileniz müzikle uğraşmanıza nasıl bakıyor? Babam müzisyen olmamı istemedi ilk başta. Muhasebe bitirmemi istiyordu. Ailem ‘Derslerini yap ama müzikle uğraşmak istiyorsan hobi olarak uğraş’ diyordu. Ben profesyonel anlamda müzikle uğraşmaya başlayınca en büyük desteği de ailemden gördüm. Müzik eğitiminiz nedir? Ben güzel sanatlar bölümü bitirmedim. Kendim öğrenmek istediğim şeylere yöneldim. Eksikliklerimi kurslara giderek tamamlamaya çalıştım.
SOKAĞIN SESİ
ÜRETEN B‹Z‹Z YÖNETEN DE B‹Z OLACA⁄IZ
23 Temmuz 2010 / 5 A¤ustos 2010
Halk›n Sesi
DO⁄U KARADEN‹Z’DE M‹T‹NGLERDEN YÜKSELEN SES
Dereler özgürlüğe akacak
Doğu Karadeniz’de halk, su kaynaklarına el koymaya çalışan, doğayı katleden HES’çilere geçit vermiyor. Halk, vadilerde derelerinin başında nöbet tutuyor, ‘derelerimizi sattırmayacağız’ diyor
D
oğu Karadeniz Bölgesi’nde yapılması planlanan 700 hidroelektrik santrali (HES) projesine karşı halkın tepkisi günden güne büyüyor. Doğu Karadeniz’in hemen her vadisinde HES’lere karşı direniş sürüyor. Suyu. doğayı ve yaşamı savunanlar, bir çok vadide derelerinin başında nöbette. Fiili ve hukuki mücadeleyi bir arada yürüten halk, neoliberal su politikalarına karşı her geçen gün yeni direniş biçimleri yaratıyor. AKP hükümeti mahkeme kararlarına rağmen şirketlerin inşaatları sürdürmelerine sessiz kalıyor. Hatta yasalar çıkararak HES’çilerin önünü açıyor. BORÇKA ARALIK’TA HUKUKSUZLUK D‹Z BOYU Artvin'in Borçka ilçesine bağlı Aralık Köyü'ndeki Taşköprü Deresi üzerinde
16
yapımı planlanan HES için 12 Temmuz’da ‘Çevresel etki değerlendirme (ÇED) süreci’nin gereği olan bilgilendirme toplantısı yapılmak istendi. Firma yetkilileri ile İl Çevre ve Orman Müdürlüğü, Devlet Su İşleri (DSİ) ve Maden Tetkik Arama (MTA) kurumunun temsilcilerinin de katıldığı toplantıya köyden hiç kimse katılmadı. Aralık’ta, daha önce Borçka Halkevi tarafından ‘Su Hakkı ve HES Bilgilendirme Toplantısı’ düzenlenmiş, halka HES’lerle ilgili tüm gerçekler anlatılmıştı. Aralık köyünde yapılması planlanan AralıkTaşköprü Regülatörü’nün yapımını üstlenen Türkerler İnşaat yetkilileri ise köy muhtarına çeşitli vaatlerde bulunarak toplantıya halkın katılımını sağlamaya çalıştı. Köylüler, toplantının yapılacağı salonun önünde şirket yetkililerini üzerlerine
giydikleri ‘HES’lere hayır’ yazılı tişörtleriyle karşıladılar. Köylerinden hiç kimsenin toplantıya katılmayacağını ilan eden köylüler, toplantının hukuk dışı olduğunu belirttiler. Daha önce HES yapımına karşı açılan davada yürütmeyi durdurma kararı çıkmış, bilirkişi heyeti 8 Temmuz’da köye gelip, inceleme yapmıştı. fiAVfiAT VEL‹KÖY’DE HES’Ç‹LER KOVULDU Artvin'in Şavşat ilçesine bağlı Veliköy'de yapılmak istenen ‘HES Bilgilendirme Toplantısı’ çevre halkı ile çevrecilerin yoğun tepkisi karşısında yapılamadı. Köylüler, köylerinde Arda Elektrik üretim firması tarafından Veliköy (Mirya) Deresi üzerinde yapımı planlanan Didem Regülatörü ve HES projesini istemediklerini, söz konusu firmanın bir an önce bölgeyi terk etmesi gerektiğini belirttiler. Köylülerin
‘HES’çi şirket Şavşat’ı terket’ sloganları karşısında şaşkınlığa uğrayan şirket yetkilileri köyü terk etti. KARDEfiL‹⁄‹N fiAVfiAT BULUfiMASI Derelerin Kardeşliği Platformu tarafından Artvin’in Şavşat ilçesi’nde bir miting düzenlendi. Miting için 15 Temmuz tarihi seçilmişti. Bu tarih Tigrat deresi üzerinde DSİ tarafından yaptırılan bentlerinin yıkılması sonucu sel sularına kapılan 5 kişinin hayatını kaybetmesinin 1'inci yıldönümüydü. HES’lere karşı mücadele yürüten halk Şavşat’taki mitinge katıldı. Belediye Düğün Salonu önünde yapılan mitingde, Şavşatlılar alana sığmadı. Şavşat'ın köylerinden katılımın yoğun olduğu mitingde, kadınlar çoğunluktaydı. Şavşatlılar mitingde, "Su temel haktır, satılamaz" yazılı dev
pankart açtı. Miting alanında tepkisini dile getiren 60 yaşındaki Sacide Koşar “Burada yaşama hakkımızı savunmaya geldik” diyerek konuşmasına başladı. Koşar, ‘Suyumuzu satarken kimden izin aldınız? Hadi diyelim bizi ciddiye almıyorsunuz, ya o vadilerde yaşayan kuşları, böcekleri ve bitkileri de mi ciddiye almıyorsunuz” dedi ve halkın, suların satılmasına “evet” diyen muhtarlardan hesap soracağını söyledi. Miting, yapılan konuşmalar ve müzik dinletisiyle son buldu. ARDANUÇ’TA K‹TLESEL M‹T‹NG 20 Temmuz’da ise HES karşıtlarının buluşma adresi Ardanuç’tu. Ardanuç Derelerin Kardeşliği Platformu tarafından düzenlenen miting öncesinde Uğur Mumcu Caddesi'nde buluşulup, sloganlarla Sahil Caddesi'ne yüründü. Sıcağa
rağmen Ardanuçlular mitinge yoğun katılım gösterdi. Mitingde Ardanuç Dereleri Platformu adına konuşan Elyese Uygun, dereleri kimseye vermeyeceklerini söyledi. HES KARfiITLARINA S‹LAH ÇEK‹LD‹ Ardanuç’taki mitingden vadilerine dönen Derelerin Kardeşliği Platformu üyeleri Hopa Artvin Yolu üzerindeki Düzköy’de yapımı devam eden HES inşaatına uğradılar. HES karşıtlarını karşısında gören Düzköy Muhtarı ve aynı zamanda inşaatı yapan şirketin sahibi, hemen silahına sarılarak platform üyelerine tehditler savurdu. Platform üyeleriyle şirket yetkilileri arasında ufak çaplı arbedeler yaşandı. Silahlı kişinin uzaklaştırılmasının ardından platform üyeleri bir süre bekledikten sonra yollarına devam etti.
Su Hakkı Forumu’na doğru Do¤u Karadeniz Halkevleri 7-8 A¤ustos tarihlerinde Artvin’in Hopa ilçesine ba¤l› Kemalpafla Beldesi’nde ‘Do¤u Karadeniz Su Hakk› Forumu’ düzenleyecek. Forum’da “Su yaflamd›r, sat›lamaz” diyerek ülkenin farkl› bölgelerinde derelerini, vadilerini savunanlarla suyun ticarilefltirilmesine karfl› mücadelenin bir parças› olan bilim insanlar› buluflacak. ‹ki gün sürecek olan “Do¤u Karadeniz Su Hakk› Forumu” boyunca, hidroelektrik santrallerine karfl› vadilerde suyu ve yaflam› savunan yerel halk ile bilim insanlar› hep birlikte su ve enerji politikalar›n›, hidroelektrik santrallerinin kurulma amaçlar›n› ve yaratt›klar› sonuçlar› tart›flacak. Forumda, su hakk› mücadelelerini sürdürenler deneyimlerini paylaflacak. “Do¤u Karadeniz Su Hakk› Forumu”nda önümüzdeki dönem HES'lere karfl› mücadele ve su hakk›n› savunurken ortak bir mücadele çizgisini oluflturman›n yollar›, yöntemleri tart›fl›lacak. Düzenlenecek forumla ilgili Do¤u Karadeniz Halkevleri taraf›ndan bir aç›klama yap›ld›. Aç›klamada, “Do¤u Karadeniz'de, suya ve yaflama sahip ç›kmak üzere ele ele tutuflmufl vadilerde direnifl sesleri yank›lan›yor. Bu direnifle ses vermek ya da tan›kl›k etmek isteyen herkesi 7-8 A¤ustos 2010 tarihlerinde ‘Do¤u Karadeniz Su Hakk› Forumu’na; Kemalpafla'ya bekliyoruz” denildi.
Kardeşliğin kampı sona erdi İnsanların sömürülmediği, birlikte öğrenme ve paylaşımetkin kılarak kolektif bir yaşam örneği sunan Kolektif Yaz Kampı’nın beşincisi gerçekleşti
T
ürkiye’nin farklı şehirlerinden gelen 400 üniversite ve lise öğrencisin katıldığı Kolektif Yaz Kampı’nın bu yıl beşincisi gerçekleşti. 14-20 Temmuz arasında Balıkesir Zeytinli’de yapılan kamp, lise ve üniversite öğrencilerinin katılımı ile gerçekleşti. “ Kardeşliğin ülkesini kuracağız” sloganıyla gerçekleşen kampta öğrenciler; bir hafta boyunca alternatif bir yaşam örneğini yarattılar. Kampın ilk gününde yapılan açılış konseri ve eğlence gece yarısına kadar sürdü. Kampın ikinci ve üçüncü günlerinde atölye çalışmaları yapıldı. Atölye çalışmalarında Zeytinli’de düzenlen gezilerde fotograf, kısa film çekimleri yapıldı. İkinci gün öğle yemeğinin ardından “Öğrenci Kolektifleri ve öğrenci hareketinin yeni dönem ihtiyaçları” başlıklı bir tartışma gerçekleştirildi. Akşam yemeğinin ardından ise voleybol, satranç ve tavla turnuvaları
başladı. Gecenin ilerleyen saatlerinde açık havada “Sır Çocukları” isimli film gösterildi. Üçüncü gün ise denize gidildi ve ardından çok çekişmeli geçen voleybol maçlarına devam edildi. Akşam, kadın öğrenciler tarafından “Üniversiteli kadın hareketinin kurucu adımları” başlıklı bir konu ile gelecek dönem kadın hareketine dair tartışmalar yapıldı. Tartışmadan sonra “North Country” isimli kadın sorununu işleyen film gösterimi yapıldı. GENÇL‹KTEN BARIfiA KÖPRÜ OLMA SÖZÜ Kahvaltı ve atölye çalışmalarının ardından dördüncü gün ODTÜ’den bir akademisyenin katılımı ile Evrim ve Bilim Felsefesi konulu bir tartışma gerçekleştirildi. Aynı gün akşam ise Cezmi Ersöz ile “ Barışa Köprü ol” kampanyası hakkında bir söyleşi gerçekleştirildi. Hakkari Zap
Yaz aylar›nda üniversite ve liseliler dostlu¤un, paylafl›m›n, birlikte e¤lenerek üretimlerin gerçekleflti¤i; bar›fl ve kardeflli¤in ülkesini kurmak için yüzlerini günefle döndüler.
Suyu üzerine eylülde yapılması planlanan Devrimci Gençlik Köprüsü hakkında gerçekleşen söyleşide Cezmi Ersöz; yüzlerce üniversite ve lise öğrencisi ile bu projeyi gerçekleştirmenin mutluluğu ve heyecanı içerisinde olduğunu söyledi. Öğrenciler “Bu proje içinde bulunduğumuz savaş ortamında Doğu’daki kardeşlerimize uzanan bir barış elidir” dedi. Beşinci günde öğrenciler Kaz Dağlarına gezi düzenlendi. Doğa ile iç içe geçen gezinin ardından gün içinde turnuvalara devam edildi. Ve akşam da tüm öğrencilerin katılımıyla “ Türkiye siyasetine ışık tutuyoruz” başlıklı tartışmalar yapıldı. Altıncı gün, öğleden sonra Evrim Atölyesi tartışmaları devam etti. Ayrıca Tarkan Tanır’la birlikte “Endüstriyel futbol konulu” bir başka söyleşi yapıldı.. Kampın son gecesinde çeşitli etkinlikler ve atölye sunumları yapıldı. Kapanış etkinliği sinema atölyesinin çektiği kısa film gösterimi ile başladı. Daha sonra fotograf atölyesi kamp alanı ve kasabanın çeşitli yerlerinde yapılan çekimlerin sunumunu yaptı. KTÜ Öğrenci Kolektifleri hazırladıkları “HES” konulu tiyatro gösterisini sergiledi. Tiyatro atölyesi ise İstanbulimpro Grubu’ndan gelen eğitmenlerle birlikte doğaçlama tiyatro gösterimlerini sundu. Müzik gruplarının kampta yaşanan ilginç olaylarla ilgili yazdığı yaratıcı şarkılar gecenin neşe kaynağı oldu. Bunların yanı sıra heykel atölyesi bir hafta boyunca yaptıkları üretimleri sergiledi. Resim atölyesi, kamp alanındaki duvarlara yaptıkları resimlerle kalıcı izler bıraktı. Son gece hepberaber oynanan oyunlar, halaylar, çiftetelliler ile bitti. Son gün öğleden önce Karadenizden gelen öğrenciler Hidroelektrik Santralleri ile ilgili sunum yaptı. Evrim atölyesinin gerçekteştirdiği son sunumla birlikte 5. Kolektif Yaz Kampı sona erdi.
Kampta birçok ayd›n, sanatç›, yönetmen, akademisyen ve e¤itimcinin kat›l›m›yla tart›flmalar, söylefliler, atölye çal›flmalar› yap›ld›. Profesyonel e¤itimcilerin kat›l›m›yla resim, müzik, sinema, heykel, halkoyunlar›, foto¤raf ve tiyatro atölyeleri gerçekleflti. Sinema atölyesi Yönetmen Ayd›n Sayman ve Kameraman Erol Ar›kman; tiyatro atölyesi ‹stanbulimpro grubu; Foto¤raf atölyesi Tolga Subafl›; resim atölyesi Y›ld›z Teknik
Üniversitesi Ö¤retim Görevlisi Emrah Günay’›n kat›l›m› ile gerçekleflti. Yap›lan tüm bu çal›flmalar gençlerin yetenek ve ilgileri dahilinde kendilerini gelifltirerek üretebilmelerini sa¤lad›. Kamp›n son gününde atölyeler, kamp boyunca yapt›klar› çal›flmalar›, üretimlerini, kamptakilerle paylaflt›. Karadeniz’den gelen gençlerin oynad›¤› HES tiyatrosu ve müzik gruplar›n›n besteledi¤i parçalar büyük be¤eni toplad›.