<XQDQLVWDQ GD NUL] YH V×Q×I P FDGHOHVL » 15
)XWERO DUW×N KLo IXWERO GHùLOGLU » 12
\DíDVÜQ sosyalist
6D\Ü 7HPPX] 7/
%LU LüoL GHYULPL JHUHNL\RU
LíÁL GHmokrasisi (NüL V|]O N 6HUPD\H LoLQ WDWO×ODü×\RU
Ekşi Sözlük geçtiğimiz günlerde site sahiplerinin yazarların IP’lerini savcılara vermesiyle gündeme geldi. Burjuva gerici bir tarikat niteliğindeki Adnan Oktar grubunun yaptığı şikayet sonucu İstanbul polisi, 50 Ekşi Sözlük yazarını sitedeki bazı dini konulu başlıklar nedeniyle ifadeye çağırdı. Polis ziyaretlerinin sitede "nefret söylemi kontrolü"nün yapılacağı duyurusunun yapıldığı saatlere denk gelmesi, ilginç bir tesadüf oldu. Bir çok yazar, Ekşi Sözlük sahiplerinin gerek yazarların IP’lerinin polise verilmesi, gerekse de "herkes kendi yazdığından sorumludur" tutumu nedeniyle tepki geliştirdiler, boykot ve siteden ayrılmalar söz konusu oldu. » 10
(VNL YH \HQL DUDV×QD V×N×üDQ
%LU .HQW $PHG Örgütsüz işçinin, Türkiyeli işçinin, Kürt işçinin, dünyadaki herhangi bir işçinin, kadını ve erkeğiyle hepimizin içinde çok beklemiş, çok eski bir yer kanıyor. Kapitalist tarihin, toplumun, uygarlığın geldiği bu aşamada artık bu kanamaya pansuman da iflah etmiyor. Kadını ve erkeğiyle, genci ve mezarda emeklisiyle işçinin kanaması böyle seçimlerle falan durmaz, durmuyor. Bir işçi devrimi gerekiyor!
&DVSHU GD J Q üHQOLùL Casper plaza önünde bulunan direniş çadırında direnişlerini sürdüren Casper işçileri 125. güne gelen direnişlerini bir dayanışma şenliği ile yeniden kamuoyuna duyurmuş oldular. dayanışma etkinliği için gelenler çadır etrafında toplanmaya başladılar kısa bir süre sonra kitlenin sokağa ve caddeye sığmadığı görüldü. Bilgesu Erenus ve Pınar Sağ’da dayanışma için gelenler arasındaydı. Direnişe daynışma göstermek için bir çok »5 sendika, kitle örgütü, taraftar grubu Casper önüne gelmişti.
Çocukluğum, köy baskınları, dağa çıkan gençlerimiz, sonrasında ölüm haberleri, ağlayan analar, zılgıt sesleri, sessiz konuşulan bana yasak edilen anadilim ve en belirgin olanı geceleri her çıtırtı sesinde korkuyla bölünen uykularımız. Sonunda Kürdistan’dayım, kavganın ülkesindeyim, direnmeyi öğrenmek, çocukluğumda içimden » 6
2
NƦN RJHQNXN
.ÖUW PDKDOOHVLQGH VDDW Seçimlerde görev yerim, Kürt emekçilerin ağırlıkta olduğu ve çatışmaların yoğun yaşandığı bir mahalleydi. Daha önce oraya hiçbir gitmemiştim, merak ediyordum. Mahallede çatışma çıktığında, polisin okul bahçesine gaz bombası atmakta hiçbir sakınca görmediğini, öğrencilerin de okul bahçesinin duvarından atlayarak eyleme katılmakta hiç tereddüt etmedikleri anlatılmıştı. Aynı bölgeden gelen benim öğrencilerim de bazen çatışmalardan sabaha kadar uyumadıklarını anlatıyorlardı. Ben de aynı şehirde yaşıyordum ve yaşananları ya ertesi gün televizyondan veya internetten çoğunlukla da ertesi gün öğrencilerimden öğreniyordum. Açıkçası bazen inanılmaz geliyordu, bazen de başka bir ülkede yaşıyor gibi hissediyordum. Tüm bu nedenlerdendir ki seçim görevimin bu mahallede olduğunu öğrenince okulda tek sevinen öğretmen ben oldum. Ve seçim sabahı! Saat yedide, sokaklarda gençler gruplar halinde bekleşiyor, sohbet ediyorlardı. Okula girdiğimizde ise yaklaşık 50 kadar sivil polisin ve BDP’li görevlilerin bizden bile önce geldiklerini gördük. Hem her salona 2 sandık görevlisi vermişler hem de koridorlarda sürekli gezen 2-3 görevlileri vardı. Kısa süre sonra farklı partilerden 1-2 görevli daha geldi ve şenlik başladı. Sandık görevlilerimle tanıştığım-
Kürdistan proletaryası, nitel ve nicel yönlerden daha geri ve zayıf durumdadır. Bunun yanı sıra ulusal bilinç sınıfsal bilincin önündedir ve en azından bir dönem gelişmesinin önünde perdeleyici olmaya devam edecektir. Kürt işçilerde daha mücadeleci, daha politik bir damar da olmakla birlikte, Kürdistan’da sınıfsal özlemler ezilen ulusun demokratik istek ve özlemleri içerisinden ifade edilmektedir. Bundan dolayı kendi burjuvazisine karşı mücadele etme bilinci zayıftır. (…) Ulusal örtü ve bilinç, Kürdistan proletaryası yönünden de erimeyi ve sınıfsal bir uzlaşıyı ortaya çıkartmaktadır ki, bunun etkisi bir dönem sürecek olsa da Kuzey Kürdistan’da komünistlerin başlıca görevi, demokratik ulusal istek ve özlemleri
da bana ilk sorulan soru “nereli olduğum” idi. Aslında asıl merak ettikleri Kürt olup olmadığım idi. Oy kullanmaya başlanmıştı ama bir sorun vardı. İnsanlarla iletişim kuramıyordum. Sadece Türkçe değil okuma yazma da bilmiyorlardı. Devreye BDP’li görevliler girdi ve çeviri yapmaya başladılar. Bu duruma diğer parti görevlileri de müdahale etmiyordu. Çünkü başka türlü iletişim kurulamayacağının herkes farkındaydı. Kadınların neredeyse % 90'ı okuma yazma bilmiyor, tamamının başı kapalı ve büyük bölümü Türkçe bilmiyordu. Erkeklerin bile bir kısmı Türkçe ve okuma yazma bilmiyordu. Öğretmendim, büyükşehirde doğup büyümüştüm, bu ülkede kadınlarda okur yazarlığın düşük olduğunu biliyordum açıkcası. Ama bu daha başka birşeydi. Başka bir ülkede gibi hissediyordum kendimi. Özellikle kadınları anlayamıyordum. Türkçe bilmeden, okuma yazma bilmeden yaşamlarını nasıl sürdürüyorlar diye düşünmeye başladım. Kendimi yıllardır fanusta yaşamış gibi hissettim. Bu duyguyu daha önce bir kez daha yaşamıştım. Üniversite ortamından çıkıp ilk işçi direnişine gittiğimde, işçilerin yaşamlarına, sorunlarına ne kadar yabancı olduğumu farketmiştim. Biz işçilere gazetemizi tanıtmaya, okutmaya çalışıyorduk. Direnişi konuşuyorduk, evlerine konuk oluyorduk, birlikte yiyip içiyorduk. Bir anda bunlar geçti gözümün önünden. Fakat şimdi bu insanlarla
küçümsemek ya da sosyalist çözüme bağlamak adına soyut bir geleceğe havale etmek gibi ciddi yanlışlara düşmeden demokratik ulusal sorunların sosyalist demokratik çözümünü de öngören bir programla birlikte bu uzlaşıyı kırmak, Kürdistan işçi sınıfını sınıf çıkarları doğrultusunda mücadeleye sokmak ve sosyalist devrim hedefiyle örgütlemektir. Komünist işçilerin mücadele platformundan
iletişim bile kuramıyordum. Sadece BDP’lilerin anlatımından sonra gülümseyerek pusula ve mühür veriyordum. Karmaşık duygular içindeydim. Bu insanlara derdimizi ve yapmak istediklerimizi nasıl anlatacaktık. Hepimiz aynı çarkta sömürülürken, aramıza dil, din ve kültür farkları girmişti. Bu açı farkının kapanması için ne yapılmalıydı. Bir ülkede 2 ulus gerçekliği ile bir kez daha olanca çıplaklığı ile yüzleşmiştim. Bizi ne kadar zor ve karmaşık bir işin beklediğini farkettim. Bu düşüncelerden sıyrılıp sandık başına döndüm. Bu sırada saat ilerliyordu. BDP’li görevliler tüm listeleri kontrol edip gelmeyen seçmenlerin evlerine gidip sandığa çağırıyorlardı. Gelemeyenler mazeret bildiriyordu. Mesela “Abisi kalp krizi geçirmiş hastanede ama yetişmeye çalışacak” gibi açıklamalar geliyordu. Her yaştan görevliler ama özellikle de gençler canla başla çalışıyorlardı. Geneli işçi gençlerdi. Biri nöbetten çıkmış uyumadan gelmiş, başka birisi akşam mesaiye gidecekti. İşçiydiler ama, en azından şimdi, kendisini sadece Kürt olarak tanımlıyorlardı. Konuştuğumda olabildiğince zor ve insanlık dışı şartlarda çalıştıkları ortaya çıkıyordu ama şu anda bütün enerjilerini bağımsız adayın kazanması yönünde harcıyorlardı. Mahalle dışında sanayi sitelerinden ve fabrikalardan tanıdığım Kürt işçiler olmasına rağmen, gaz bombaları, baskın ve gözaltılar altındaki mahalle yaşamının, fabrika ortamında farklı olduğu hemen ortaya
çıkıyordu. Çalışırken 2. plana geçen Kürt olma durumu, yaşam alanları olan mahallede tekrar öne çıkıyordu. Ve mahallenin örgütlü ortamı diğer kimliğini anında bastırıyordu. İşte bu düşünceler, mahallelere ve hatta evlere girilmeden yapılacak sınıf çalışmasının bir tarafının daima eksik olacağını öğretti bana. Sandıktan büyük oranda BDP’nin desteklediği bağımsız aday çıktı. BDP görevlileri sandıklardaki oy sayımları biter bitmez sonuçları telefonla bildiriyorlardı. Sayımı bitirdikten sonra okuldan çıkıp adliyeye gitmek istedik, fakat bir polis ordusu bahçede bizi bekliyordu. Tüm binada seçim bitmeden kimseyi gönderemeyeceklerini söylediler. Bu sürede sokak daha da kalabalıklaşıyor, sloganlar atılıyor ama seçimle ilgili değil, sadece Abdullah Öcalan ve PKK’ye dair. Tüm görevliler işini bitirdikten sonra yaklaşık 500 kişilik çevik kuvvet koridorunda 5 araç ve 1 panzerle okuldan çıktık. Dışarıdaki kalabalık grup ise 2 kilometre kadar alkışlar, sloganlar ve ıslıklarla yağmur altında konvoya eşlik ettiler. Mahalleden çıkıp adliyeye geldiğimizde, ki sadece 20 dakika geçmişti, bildiğim hayata dönmüştüm. Memurlar, sıraya girmeler, seçim evrakı teslimi, koşuşturma ve bu esnada herkes hayret verici bir şekilde Türkçe konuşuyordu??. Evrakları teslim edip çıktım ama kendimi hala tuhaf hissediyordum. Sanki sınırı geçip başka bir ülkeye gelmiştim. Belki de öyledir, ne dersiniz?
İşçi Meclisi - Yerel Süreli Siyasi Dergi - Sayı:11- Fiyat: 1 TL Pina Basım Yayım San. ve Tic. Ltd. Şti. adına sahibi Hüseyin Kezik Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ali Filizler Adres: Bereketzade Mah. Büyükhendek Cad. Portakal Sok. No: 2/11 Beyoğlu/İstanbul Tel: 0 212 251 20 89 Baskı: Özdemir Matbaası Adres: Davutpaşa Cad. Güven Sanayii Sitesi C Blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel: 0212 577 54 92
3
NƦN RJHQNXN
%LU VHÁLP GÐQHPL GDKD ELWWL Bir seçim dönemi daha bitti.
İşçinin tokluk toplumundaki açlığı, işçinin çokluk toplumunda yokluğu, işçinin çalışma toplumunda çalışma hakkı dahi olmaması, işçinin para toplumunda parasızlığı, işçinin sermaye toplumunda satılan emek gücü sürüyor. Rejim değişiyor, amaç patronlar için işçinin daha rahat, daha tasasız, daha ucuz, daha etkin sömürüsü
Her parti kendince başarılı birer burjuva demokratik kampanya yürüttü. Seçimden bir hafta önce polisler tarafından sıkıştırılıp dövülen Dilşat Aktaş için “Kız mı kadın mı bilemiyorum?” Hopa’da doğayı savunan bir eylemde öldürülen Metin Lokumcu için “ Birisi ölmüş; emekli bir öğretmene bu yakışır mı?” Müzakere yürütmek zorunda kaldığı Kürt lider için “Ben MHP olsam Öcalan’ı asardım “ Sonradan helalleşme isteyeceği partilerin kendisine eleştirilerine “ne Yahudiliğimiz kaldı, ne Ermeniliğimiz kaldı ne de affedersiniz Rumluğumuz kaldı” diyen… AKP ve Erdoğan şahsında Türkiye’deki muhafazakâr liberaller her iki oydan birini almayı başardılar. Durmak yok, kapitalist yola devam… Aldılar da ne oldu? Seçimde işçilerin durumu belli. Seçimlerden sonrası da… Hepimiz bizi kuşatan kapitalist kente kapandık kaldık, sözde çareprojeler içinde çaresiz, tutanaklarla belli, miting denen sirk izlenimlerinden, seçmen kütüklerinden… Parasız nefes bile alamıyoruz! Dünyanın en pahalı benzinini, en pahalı etini, en pahalı internetini almaya ve ama en ucuz hayatını yaşamaya devam ettik. Ucuzluk-pahalılık, yani maliyet hesabına indirgenmiş nice işçinin yaşamı, kaza denilen, mukadderat denilen, sorumlu bulamadığın, hesap soramadığın iş cinayetlerinde son buldu.
Burjuvaların bu demokrasisi, işçiler için bu burjuva diktatörlüğü de basitçe, dümdüz yerleşmiyor. Kanırta kanırta, acıta acıta, kanata kanata yerleşiyor patronların saltanatı. Güllerin bedeninden dikenleri teker teker koparır gibi, dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar gibi, senden olmayan, sana karşı çalışacak burjuvaların meclisine gönderdiğin her vekil senden sanki bir şeyler koparıyor.
grizu patlaması! Madende göçük altında kalmış işçilerin yukarıya doğru çıkmaya güçlerinin yetmediği yerde, bir tünel açılır, dağın yamacından dışarı çıkılır. Komünist devrimin partisi, işte bu tünelin mimarı olmalıdır. Madde doğada hem parçacık hem de dalga özelliği gösterirmiş. Tek tek, parça parça, parçacık halinde burjuva-
lara onay verirken işçinin kazanacağı hiçbir şey yok. Dalga dalga yürüdüğümüz halde ise bizim zincirlerimizden, prangalarımızdan başka kaybedeceğimiz ne var? Onlar bizden korksun, çünkü bizim kazanacağımız, kuracağımız bir gelecek var! İnsanlığın tarih öncesini sonlandırıp sosyalist işçi demokrasisi ile kuracağımız bir gelecek. Asıl siz buna var mısınız?
Bu kanamayı pansuman durdurmaz! Yine şairin dediği gibi, Dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan / Kürdistan’da ve MuşTatvan yolunda bir yer kanar Muş – Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan / eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar Muş – Tatvan yolunda bir gün senin akşamın ne ki / orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar
Durmak yok, kapitalist yola devam… Biz ne diyelim; şair demiş zaten: Gülü çiğdemi filan bırak / Sardunyayı karidesi filan bırak / Acıyı ve ölümleri bırak / Oy pusulalarını ve seçimleri bırak / Evet / Seçimleri özellikle bırak / Çünkü açlık çoğunluktadır. Ve bilinmez sanılır geleceği / Bir demiryolu makasçısının / Oysa kesinlikle yazılmıştır / Her sevgi kitabında / Asıl olan açlıktır / Çoğunluktadır. İşçinin tokluk toplumundaki açlığı, işçinin çokluk toplumunda yokluğu, işçinin çalışma toplumunda çalışma hakkı dahi olmaması, işçinin para toplumunda parasızlığı, işçinin sermaye toplumunda satılan emek gücü sürüyor. Rejim değişiyor, amaç patronlar için işçinin daha rahat, daha tasasız, daha ucuz, daha etkin sömürüsü.
Bir seçim daha bitiyor, yeni bir anayasa yapım sürecine krizler içerisinden geçilerek ilerleniyor. Örgütsüz işçinin, Türkiyeli işçinin, Kürt işçinin, dünyadaki herhangi bir işçinin, kadını ve erkeğiyle hepimizin içinde çok beklemiş, çok eski bir yer kanıyor. Kapitalist tarihin, toplumun, uygarlığın geldiği bu aşamada artık bu kanamaya pansuman da iflah etmiyor. Kadını ve erkeğiyle, genci ve mezarda emeklisiyle işçinin kanaması böyle seçimlerle falan durmaz, durmuyor. Bir işçi devrimi gerekiyor! Tarihin bir dönem gördüğü en yaratıcı sınıf olan kapitalistler sınıfı, bugün insanlığın ve doğanın geleceğinde sadece bir ayak bağı değil, mutlak sökülüp atılması gereken bir tehdit haline geldi. Bir yıkım makinesi, bir
Yeni bir yaşam perspektifine, yeni bir siyasal, ekonomik, toplumsal sisteme ihtiyacımız var. Bütün hücrelerinden özgürlük fışkıracak, bize sınıfsal, toplumsal ve bireysel kurtuluşu, insanlığın kurtuluşunu getirecek bir yaşam için yeni bir umuda, bir manifestoya ihtiyacımız var. Boyun eğmeden yaşamaya, yalnız sömürülmeye değil köleliğe, aşağılanmaya karşı da sınıf kinimizi büyütmeye, onurumuzu korumaya, kendimizle ilgili kararları kendimiz vermeye, bugünü ve geleceğimizi ellerimize almaya, mücadele ederek ve savaşarak özgürleşmeye ihtiyacımız var. Bir devrime, yaşamı bütünüyle yeni temellerde kurma olanağını bize kazandıracak bir devrime ihtiyacımız var. Bu, komünizmdir! Kapitalizmi yıkarak
ihtiyacımız olan bu toplumu kurmak için savaşmadıkça kölelikten kurtulamayız. Kapitalist kölelik sistemini sonuna kadar yıkmadan ve komünizm için savaşmadan özgür olamayız. İnsanın ve doğanın giderek kendini yeniden üretemez noktaya kadar sömürüldüğü, umutların, geleceğin yok edildiği, insanın nesneleştiği, borsanın üstünde taht kurduğu bir dünyada komünistler geleceği temsil ediyorlar. Bize doğal ve alternatifsizmiş gibi kabul ettirilen, boyun eğdikçe köleleştiğimiz bugünkü toplumsal sistemi yıkmak, komünistlerin ereğidir. Komünist işçilerin mücadele platformundan
4
NƦN RJHQNXN
%DOFDO×·GD LüoLOHUH \×OG×UPD VDOG×U×ODU×
&DVSHUnGD JÖQ íHQOLðL Casper plaza önünde bulunan direniş çadırında direnişlerini sürdüren Casper işçileri 125. güne gelen direnişlerini bir dayanışma şenliği ile yeniden kamuoyuna duyurmuş oldular. dayanışma etkinliği için gelenler çadır etrafında toplanmaya başladılar kısa bir süre sonra kitlenin sokağa ve caddeye sığmadığı görüldü. Bilgesu Erenus ve Pınar Sağ’da dayanışma için gelenler arasındaydı. Direnişe daynışma göstermek için bir çok sendika, kitle örgütü, taraftar grubu Casper önüne gelmişti. G.E.A. İşçileriyle Mas-Daf İşçilerinin sınıf dayanışması ise coşkuyla ve alkışlarla karşılandı. DİSK genel sekreteri Tayfun Görgün’ün ve Birleşik Metal-İş sendikası yöneticilerinin de konuştuğu şenlikte, asıl dikkatleri çeken direnişçi işçilerin konuşması oldu. Casper direnişçilerinin talebiyle, ilk günden itibaren yanlarında yer alan “Yunus hoca”ları da bir konuşma yaparak; “Kendi yasa ve kural-
larını bile tanımayan, sendikal örgütlenmelerin önü kesilen bu düzen yıkılmadan kurtuluş yok” dedi… Bilgesu Erenus’un hemen oracıkta işçilerle oluşturduğu bir tiyatro ekibiyle, direniş meydanında sokak tiyatrosu gösterisine dönüşen “Nereye Payidar” oyunu sergilendi. Bilgesu Erenus, “Nazımın dizeleriyle geldim, sizlere Nazım Hikmet’i getirdim” diyerek Casper direnişçilerini ve sınıf dostlarını selamladı… Casper işçileri zafere kadar mücadeleye devam edeceklerini bir kez daha dillendirdiler. Ontex direnişi 130 günü geride bıraktı Sendikalı oldukları için işten çıkarılan ve işlerine geri dönmek için mücadele eden Ontex-Canbebe işçileri direnişlerinin 130. gününde, Ontex fabrikası karşısında kurmuş oldukları direniş çadırı önünde etkinlik düzenledi.
Direniş çadırı önünde biraraya gelinerek, direnişteki OntexCanbebe işçileri tarafından basın açıklaması gerçekleştirildi. Ardından kendileride direnişte olan PTT işçileri, Kubatoğlu-Fıratpen işçisi, Legrand işçileri söz alarak direnişlerinin meşru olduğunu ve talepleri karşılanana kadar direnişte olacaklarını dile getirdiler. Direnişte olan Burger King çağrı merkezi işçileride gönderdikleri mesaj ile etkinliğe katıldılar.
Adana Çukurova Üniversitesi Balcalı Tıp Fakültesi çalışanları geçtiğimiz Mayıs ayında kadro eylemi yapmış, grev haklarını kullanarak belli saatlerde iş bırakmışlardı.
Ontex fabrikasında çalışan işçilerin çıkış saatinde fabrika kapısı önüne gidilerek işçilere ve bir kez daha patronlara seslenildi. “Boykot boykot canbebe/ canped’e boykot”, “Direne direne kazanacağız”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganları atılarak direniş çadırına geri dönüldü.
Balcalı’da yasal olarak verilmiş işyeri temsilciliğinin kapısının kırılarak temsilcilik odasındaki klima sökülmüş, sendika ait pankart ses cihazları da alınmıştı. Klimanın o bölüm kurulduğu günden bu yana temsilcilik odasında takılı olduğunu ifade eden işçiler, temsilcilik odasının kapısının kırılmasının asıl amacının, sendikaya ait 3 adet ses cihazı, yine bu dönemde eylemlerde kullandıkları pankart, afiş, flama ve önlüklerin de alınması olduğunu belirttiler.
Etkinliğe katılan Pınar Sağ’ın seslendirdiği türküler eşliğinde çekilen halaylarla etkinlik son buldu
Sağlık işçileri rektörlüğün sendika üzerindeki basklılarının hiçbir etkisi olmayacağını, bu saldırıların mücadelede haklılıklarını gösterdiğini belirttiler.
23 Haziran günü sağlık emekçilerinden hemşire Ayşe Atıl ise eyleme katıldığı gerekçe gösterilerek işten atıldı. Son olarak 26 Haziran Pazar günü sabah saatlerinde Dev-Sağlık İş sendikasında örgütlü işçilerden gelen telefonla Balcalı SES (Sağlık Emekçileri Sendikası) temsilciliğinin kapısının kırılarak içeri girildiği haberi geldi.
%DOFDO× LüoLVL \LQH ND]DQG× Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi’nde Rektör Alper Akınoğlu’nun Mayıs ayı sonunda yapılan toplu sözleşmenin gereklerini yerine getirmemesi üzerine 20 Haziran günü yeniden direnişe başlayan taşeron işçiler bir kez daha kazandı. Rektörlük barikatı sağlık emekçilerini yıldırmadı. Sağlık emekçilerinin her zaman eylem yaptığı polikliniklerin önü rektörlük tarafından demir bariyerlerle kapatıldı. Bunun üzerine sağlık emekçileri eylemlerini SES temsilciliğinin önüne taşıdı. Üniversiteye ait araçlar da bariyer olarak kullanılırken, sağlık emekçileri kararlı duruşundan vazgeçmedi. Rektörün tüm engellemelerine karşı sağlık emekçileri, kendi kurdukları ses sistemi ile halaylar çekerek iş bıraktılar.
Eylemde ilk olarak konuşan TTB Merkez Konsey Başkanı Eriş Bilaloğlu, uzun zamandır Balcalı’da talepleri için mücadele ettiklerini dile getirdi. SES Genel Başkanı Çetin Erdolu, verilen mücadelenin parasız ve nitelikli, bir sağlık hizmeti vermek isteyen sağlık emekçilerinin mücadelesi olduğunu vurguladı. Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, Balcalı çalışanlarının taşeronla mücadelenin simgesi olduğu belirtti. Sağlığın bir ekip işi olduğunu ifade eden Çerkezoğlu, “Direnişimizi de bir ekip olarak yapıyoruz” dedi.
verdi. Böylelikle iş bırakma eylemi sonrasında rektörlükle görüşme gerçekleştirildi.
Sağlık emekçilerinin kararlı eylemi sonrasında rektör bir heyetle görüşebileceğini ifade ederek randevu
Yapılan görüşmede rektör bir gün önceki saldırıdan kaynaklı özür diledi. Bir ay önce yapılan toplu
sözleşmelerin gereklerinin 1 Temmuz itibariyle sendikalarla birlikte oluşturulacak heyetle yerine getirileceği konusunda söz veren rektör, eyleme katıldıkları için haklarında sürgün ve işten atma kararı verilenleri geri işe alacağını belirtti.
5
NĂ&#x2020;ÂŚN RJHQNXN
'DOJD JHĂ HU JLEL 6LSDULĂź \RN $VJDUL Ă&#x2013;FUHWH OLUD ]DP Burger King çaÄ&#x;rÄą merkezi iĹ&#x;çileri:
'HVWHN YDU
Ä°nsanlÄąk dÄąĹ&#x;Äą çalÄąĹ&#x;ma koĹ&#x;ullarÄąna karĹ&#x;Äą Tez Koop-Ä°Ĺ&#x; sendikasÄąnda ĂśrgĂźtlenen Burger King çaÄ&#x;rÄą merkezi çalÄąĹ&#x;anlarÄą iĹ&#x;ten atma saldÄąrÄąsÄąyla karĹ&#x;Äą karĹ&#x;Äąya kalmÄąĹ&#x;lardÄą. Ä°Ĺ&#x;çiler bu saldÄąrÄą karĹ&#x;ÄąsÄąnda direniĹ&#x;e geçmiĹ&#x;lerdi. Burger King çaÄ&#x;rÄą merkezi direniĹ&#x;çisi PÄąnar Sad ile yaptÄąÄ&#x;ÄąmÄąz rĂśportajÄą okurlarÄąmÄązla paylaĹ&#x;Äąyoruz. Ä°Ĺ&#x;çi Meclisi: Neden sendikalÄą oldunuz? PÄąnar Bad: GĂźnde 11 saat çalÄąĹ&#x;Äąyorduk. HergĂźn hamburger yemek zorundaydÄąk. Bize yemek fiĹ&#x;i veriyorlardÄą ama yemek fiĹ&#x;leri bir tek Burger Kingâ&#x20AC;&#x2122;de geçerliydi. Ă&#x2021;aÄ&#x;rÄą yoÄ&#x;unluÄ&#x;u nedeniyle en temel ihtiyacÄąmÄąz olan tuvalet ihtiyacÄąmÄązÄą bile kullanamÄąyorduk. SĂźrekli daha hÄązlÄą daha hÄązlÄą robot gibi çalÄąĹ&#x;tÄąrÄąyorlardÄą. GĂźnde 160 çaÄ&#x;rÄą alÄąrken bu sayÄą 200-250'ye çĹktÄą. Hatta gĂźnde 350 çaÄ&#x;rÄą alan arkadaĹ&#x;lar vardÄą. Ä°ki kiĹ&#x;inin iĹ&#x;ini bir kiĹ&#x;iye yaptÄąrÄąyorlardÄą. MolalarÄąmÄąz vardÄą ama onlarÄą da kullanamÄąyorduk. Bu koĹ&#x;ullarÄąn iyileĹ&#x;mesi için sendikalÄą olduk. Ă&#x2021;ĂźnkĂź tek tek sesimizi çĹkardÄąÄ&#x;ÄąmÄązda â&#x20AC;&#x153;Sen provokasyon yaratÄąyorsun" diyerek diÄ&#x;er arkadaĹ&#x;larÄą kÄąĹ&#x;kÄąrtÄąyorlardÄą.
TĂźrkiye ucuz iĹ&#x;gĂźcĂź cenneti olarak anÄąlan Ăźlkeler arasÄąnda deÄ&#x;erlendiriliyor. Bu koĹ&#x;ullar kapitalist sĂśmĂźrĂźcĂź sÄąnÄąflar için bir cennet ama iĹ&#x;çiler ve yoksullar için cehennem demektir. TĂźrkiye kapaitalizminin uluslararasÄą rekabet edebilirliÄ&#x;inin koĹ&#x;ulu iĹ&#x;çilere Ăśdenen Ăźcretlerin dĂźĹ&#x;ĂźklĂźÄ&#x;Ăź ile ĂślçßlĂźyor. Bu yĂźzden iĹ&#x;baĹ&#x;Äąna gelen hĂźkĂźmetler sĂśmĂźrĂź koĹ&#x;ullarÄąnÄą sĂźrekli bu koĹ&#x;ullara gĂśre aÄ&#x;ÄąrlaĹ&#x;tÄąrmak zorundadÄąrlar. Asgari Ă&#x153;cret Tespit Komisyonunun aldÄąÄ&#x;Äą karar uyarÄąnca, 1 Temmuz-31 AralÄąk 2011 tarihleri arasÄąnda geçerli olacak asgari Ăźcrette dĂźzenlenmeye gidilecek. DĂźzenlemeyle yÄąlÄąn ilk yarÄąsÄąnda 16 yaĹ&#x;Äąndan bĂźyĂźkler için yĂźzde 4.7 artÄąrÄąlan asgari Ăźcrete, yÄąlÄąn ikinci yarÄąsÄą için yĂźzde 5.1 zam yapÄąlacak. Buna gĂśre, halen 16 yaĹ&#x;Äąndan bĂźyĂźk bekar bir iĹ&#x;çi için brĂźt 796.50, net 629.96 liraolan asgari Ăźcret, yĂźzde 5.1â&#x20AC;&#x2122;lik zamla brĂźt 837, net 658.95 liraya yĂźkselecek.
Kesintiler 1 Temmuz itibarÄąyla yapÄąlacak dĂźzenleme, asgari Ăźcret Ăźzerinden yapÄąlan kesintileri ve iĹ&#x;verene maliyeti de artÄąracak. Asgari Ăźcretten 16 yaĹ&#x;Äąndan bĂźyĂźk iĹ&#x;çiler için yapÄąlan kesinti 178.05, 16 yaĹ&#x;Äąndan kßçßk iĹ&#x;çiler için 143.53, kapÄącÄąlar için 125.55 lirayÄą bulacak. Asgari Ăźcretin patrona toplam maliyeti 16 yaĹ&#x;Äąndan bĂźyĂźk iĹ&#x;çiler için 1016.95, 16 yaĹ&#x;Äąndan kßçßk iĹ&#x;çiler için 913.67, kapÄącÄąlar için 1016.95 lira olacak.
DireniĹ&#x;e baĹ&#x;layalÄą ne kadar oldu ve içeride durum nasÄąl? Biz 4 kiĹ&#x;i iĹ&#x;ten çĹkarÄąldÄąk. MayÄąs ayÄąnÄąn 23'Ăźnde. O gĂźnden beri direniĹ&#x;teyiz. İçeride arkadaĹ&#x;larÄąmÄąza baskÄąlar sĂźrĂźyor. Aileleri aranarak sendikanÄąn yasal bir Ĺ&#x;ey olmadÄąÄ&#x;Äą sĂśyleniyor. Ă&#x2021;aÄ&#x;rÄą merkezinde çalÄąĹ&#x;an arkadaĹ&#x;lar genç. Ă&#x2021;oÄ&#x;u aileleriyle yaĹ&#x;Äąyor. Bu yĂźzden bu baskÄąlar sonucu geri çekilmeler, istifalar olabiliyor. Geri çekilenler içerisinde yeniden sendikalÄą olanlar da var tabi. MĂźcedeleye devam ediyoruz.
16 yaĹ&#x;Äąndan kßçßk iĹ&#x;çiler için geçerli olan asgari Ăźcret ise gelecek aydan itibaren 25.77 lira artÄąrÄąlacak. Halen 16 yaĹ&#x;Äąndan kßçßkler için brĂźt 679.50, net 546.20 lira olan asgari Ăźcret, bu artÄąĹ&#x;la brĂźt 715.50, net 571.97 lira olacak. Asgari Ăźcretteki artÄąĹ&#x; kapÄącÄą Ăźcretlerine de yansÄąyacak. KapÄącÄąlar için brĂźt 796.50, net 677.03 lira olarak uygulanan asgari Ăźcret, brĂźt 837, net 711.45 liraya yĂźkselecek.
Yeni asgari Ăźcretle birlikte sosyal sigortalar primine esas kazancÄąn alt ve Ăźst sÄąnÄąrÄą da deÄ&#x;iĹ&#x;ecek. Halen asgari Ăźcretin brĂźtĂź olan 796.50 liraya karĹ&#x;ÄąlÄąk gelen prime esas kazancÄąn alt sÄąnÄąrÄą 837 liraya, 5 bin 177.25 lira olan prime esas kazancÄąn Ăźst sÄąnÄąrÄą ise 5 bin 440.5 liraya çĹkacak. Ă&#x2013;te yandan, asgari Ăźcretteki artÄąĹ&#x;, asgari Ăźcrete endeksli olan Sosyal Sigortalar ve Genel SaÄ&#x;lÄąk SigortasÄą Kanunuâ&#x20AC;&#x2122;na
Sendikadan sonra çalÄąĹ&#x;ma koĹ&#x;ullarÄąnda bir iyileĹ&#x;me var mÄą? Tabi var. Ă&#x2021;alÄąĹ&#x;ma saatleri yarÄąm saat kadar indirildi. ArkadaĹ&#x;lar molalarÄąna çĹkabiliyorlar iĹ&#x; ne kadar yoÄ&#x;un olursa olsun. Daha iyi davranmaya çalÄąĹ&#x;Äąyorlar gĂśz boyamak için.
ĂąVGHPLUnGH JUHYLQ DGĂ&#x153; \HWWL
MecidiyekĂśy Burger King çok merkezi bir yerde. Neden çadÄąr kurmuyorsunuz? İçeride çekingeleri olan arkadaĹ&#x;larÄą ĂźrkĂźtmek istemedik. polis baskÄąsÄąyla geri çekilmeler artabilirdi. Ă&#x2021;ĂźnkĂź arkadaĹ&#x;lar genç ve tecrĂźbesiz. ToplantÄąda çadÄąr kurmama eÄ&#x;ilimi fazla olunca kurmadÄąk bizde. Tez Koop-Ä°Ĺ&#x; 5 nolu Ĺ&#x;ubenin ĂśnĂźnde bir imza standÄą açtÄąk. Ä°Ĺ&#x;e geri dĂśnmek için imza topladÄąk. Bizim Ĺ&#x;artelimiz telefonlar. Bu yĂźzden â&#x20AC;&#x153;SipariĹ&#x; yok, destek var!â&#x20AC;? hattÄąnÄą kurduk. Ă&#x2021;ĂźnkĂź biz bu Ĺ&#x;ekilde para kaybettirebiliriz kuruma. KurduÄ&#x;umuz hatta destek sayÄąsÄą 20 bine ulaĹ&#x;tÄą. Ä°nsanlar arayÄąp â&#x20AC;&#x153;SendikayÄą destekliyoruz, MĂźcadeleye devam edinâ&#x20AC;? diyorlarmÄąĹ&#x;. İçeirdeki arkadaĹ&#x;lar çok mutlu oluyorlar. Bu yĂśntemin çadÄąrdan daha etkili olduÄ&#x;unu sĂśyleyebilirim. TeĹ&#x;ekkĂźr ederiz. Ben teĹ&#x;ekkĂźr ederim.
gĂśre uygulanacak idari para cezalarÄąna da artÄąĹ&#x; getirecek. Yeni asgari Ăźcret ile prime esas kazancÄąn alt ve Ăźst sÄąnÄąrlarÄą, 1 Temmuz-31 AralÄąk 2011 tarihleri arasÄąnda uygulanacak. TĂźrkiye kapitalizmi asgari Ăźcret dĂźzenlemeleri ile iĹ&#x;çilere komik zamlar veriyor. Bu son derece dĂźĹ&#x;Ăźk zamlarla birlikte, gÄądadan giyime yĂźksek oranlarda yapÄąlacak zamlarla alÄąnacak olan bu miktar sembolik bir anlam taĹ&#x;Äąyacak.TĂźrkiye kapitalizmi kendi cenneetini iĹ&#x;çileri yaĹ&#x;am koĹ&#x;ullarÄąnÄą cehenneme çevirerek kuruyor. Ä°Ĺ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn bir sÄąnÄąf olarak kendi dĂźzenini yani kendi cennetini kurabilmesinin tek koĹ&#x;ulu komĂźnist devrimci sosyalizm programÄą doÄ&#x;rultusunda mĂźcadele etmekten geçiyor. Asgari Ăźcret deÄ&#x;il, insan gibi yaĹ&#x;anacak Ăźcret!
Ä°sdemirâ&#x20AC;&#x2122;de Ă&#x2021;elik-Ä°Ĺ&#x; SendikasÄą ile patron arasÄąndaki toplu iĹ&#x; sĂśzleĹ&#x;mesi gĂśrĂźĹ&#x;meleri greve bir gĂźn kala anlaĹ&#x;mayla sonuçlandÄą. Ä°Ĺ&#x;çilerin greve çĹkma kararlÄąlÄąÄ&#x;Äą Ăźzerine sÄąfÄąr zam dayatmasÄąndan geri adÄąm atan patron, ilk altÄą ay için yĂźzde 25 zammÄą kabul etmek zorunda kaldÄą. Deneme kadrosu olan C kadrosunu 4 yÄąldan 8 yÄąla çĹkarma dayatmasÄąnÄą da geri çekildi. Patronun sunduÄ&#x;u teklifi iĹ&#x;çilerle paylaĹ&#x;mak iĹ&#x;çin fabrikanÄąn çelikhane bĂślĂźmĂźnde toplantÄą dĂźzenledi. ToplantÄąya gece vardiyasÄąndan çĹkanlar ve gĂźndĂźz vardiyasÄąna gelen iĹ&#x;çilerle beraber 5 bine yakÄąn iĹ&#x;çi katÄąldÄą.
den aldÄąklarÄą gßçle geldiklerini ifade etti. GĂźl çalÄąĹ&#x;anlarÄąn yĂźzde 10â&#x20AC;&#x2122;nunu oluĹ&#x;turan mĂźhendislerin ve yĂśneticilerin dahil olduÄ&#x;u A kadrosuna ĂśrgĂźtlenme çaÄ&#x;rÄąsÄą yaptÄą.
Cengiz GĂźl, Ĺ&#x;u an aldÄąklarÄą ilk altÄą ay için yĂźzde 25, toplamada yĂźzde 40 zammÄąn bu dĂśnem için TĂźrkiyeâ&#x20AC;&#x2122;de alÄąnan en yĂźksek zam olduÄ&#x;unu ve bu noktaya iĹ&#x;çiler-
Erdemir ile aynÄą iĹ&#x;i yaptÄąklarÄą halde yĂźzde 70 daha dĂźĹ&#x;Ăźk Ăźcret alan Ä°sdemir iĹ&#x;çileri, 16 ay boyunca da kriz bahanesiyle yĂźzde 35 dĂźĹ&#x;Ăźk Ăźcret aldÄą. Patron,
Ăźcretlerinin Erdemir ile eĹ&#x;itlenmesini isteyen iĹ&#x;çilerin talebine sÄąfÄąr zam dayatmasÄąyla karĹ&#x;ÄąlÄąk verdi. Buna tepki gĂśsteren iĹ&#x;çiler grev kararÄąnÄą yĂźzde 100â&#x20AC;&#x2122;e yakÄąn bir oranda greve â&#x20AC;&#x153;Evetâ&#x20AC;? oyu ile aldÄą, grev tarihi olarak da 30 Haziran açĹklandÄą. Bu açĹklamanÄąn ardÄąndan fabrikada 89 grevi tartÄąĹ&#x;Äąlmaya baĹ&#x;landÄą. â&#x20AC;&#x2DC;89 yÄąlÄąnda yapÄąlan ve 137 gĂźn sĂźren grevle, iĹ&#x;çiler yĂźzde 350 zam almÄąĹ&#x;tÄą.
6
NƦN RJHQNXN
(VNL YH \HQL DUDVÜQD VÜNÜíDQ
%LU .HQW $PHG Y
aklaşık iki yıldan beri Kürdistan’da yaşamaktayım. Nereden başlayayım bilmiyorum en iyisi en çok hayallerimin kırıldığı noktadan başlayayım, sonra da size gördüklerimi anlatmaya çalışayım. Evet sonunda Kürdistan’dayım… Çocukluğum, köy baskınları, dağa çıkan gençlerimiz, sonrasında ölüm haberleri, ağlayan analar, zılgıt sesleri, sessiz konuşulan bana yasak edilen anadilim ve en belirgin olanı geceleri her çıtırtı sesinde korkuyla bölünen uykularımız. Sonunda Kürdistan’dayım, kavganın ülkesindeyim, direnmeyi öğrenmek, çocukluğumda içimden geçenleri haykırmak için. En değişmez dediğimiz,feodal olmakla hala nitelendirdiğimiz yerlerde kapitalizmin kaleleri birer birer kendilerini gösteriyor. Değişim her yerde olduğu gibi Amed’i de toplumsal, siyasal, kültürel ve ekonomik anlamda değiştiriyor. Artık insanlar direnişçi ruhuyla değil tepkisel ruhla hareket ediyorlar, çünkü dünün devrimci hareketi bugünün politikaları içinde eriyordu. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Birşeyler her yerde değişiyordu, ama birşeylere karşı çıkışın şeklinin de değişimi, düzen içine çekilmesi ve toplumun çoğu tarafındanda bunun kabullenilmesi kabul edilebilecek gibi değildi. Bu tavrı herkes kabul ediyordu çünkü insanların artık umutları yok, inançları azalmış ve yeni gelecek günlere değil eskiye, kaybettiklerine yanan köylerine, katledilen gençlerine bakıyorlardı. Eylemler sırasında farkettim, halk önlerine yeni konulan yeni politikalardan ziyade hala eski talepleri dile getiriyorlardı. Örneğin “Demokratik Özerklik” demiyorlar, “Biji Kürdistan” diyorlardı. Demokratik özerklik ise daha çok Kürt halkının orta sınıfını içine alan kesimlerinde akademik bir tartışma olarak yürütülüyor, kimi yeni bir sosyalist model diyor, kimi ise TÜSİAD’ın desteği önemli diye görüşünü açıklıyor. Eskiden yeniye geçişte bu derece kafa karışıklığının olması şaşılacak birşey değil. Ama kent yoksulları, işçiler “Demokratik Özerklik nedir acaba” diye kendi aralarında konuşmuyorlar, bu konu onların gündemine girmiyor. Burada binlerce hikayeye rastlıyoruz. Her birinde çocukluğumdan kalma o yutkunma hissiyle kendime geliyorum, hepsi çok tanıdık… “Bari barış gelse de dağdakiler artık inse, çok kayıp verdik” diyorlar. Onlar bunları söylerken gidenleri, toprağa düşenleri, bir iki ayda saçları beyazlayan anaları, kaybolanları, bulunamayanları, işkencehanelerdeki çığlıkları duyuyorum ve bir kez daha
yutkunuyorum… Birazcık Kürtçe, birazcık özgürlük. Ama karşımdakinin gözlerine bakınca gördüğüm umutsuzluk, daha çok da hayal kırıklığı empati kurmamı sağlıyor. Kaybedenler ve yeniden kalmak için kendinde yeterince güç bulamayıp kendini akıntıya bırakanlar ama yine de bir yerlerde eskiye ait birşey taşıyanlar, avuçlarında hala taş parçalarını saklayanlar… “Savaş tam olarak bitse de bölgeye yatırım olsa, fabrikalar açılsa.” Bilmez ki ucuz iş gücü olarak kullanılacağını, hali hazırda açılan birçok işyerinde işçilerin çektiklerini. “En azından işim olur, genclerimiz mahalle kenarlarında dolaşmaz.” Bilir elbet kendine çözüm olarak sunulanın diğer bir sömürü kapısı olacağını ama yeni eskisinden iyidir, hep böyle kabul etmedik mi? Burada, Diyarbekir sokaklarında gezerken kendinizi savaş sonrası bir kentte buluyorsunuz. İnsanların yüzlerine baktığınızda ise kaybedilmiş bir savaş olduğunu görüyorsunuz. Yıkılan bir kent ile yeni kurulan bir kent içiçe. Sokaklarda atık kağıt işçisi çacukları görürsünüz ilkin, hep bir arada dolaşırlar, yanlarına yaklaşırsanız sizinle konuşmazlar. Bir çocuğun bu derece temkinli davranması şaşırtır sizi ama şaşırtmasın, sürekli sizi gördükten sonra anlatır size yaşadıklarını, hiç tanımadığı babasını, niçin çalışmak zorunda oluşunu. İşte o zaman anlarsınız sekiz yaşındaki bu çocuk işçinin niye insanlara güvenmediğini, büyük adamlar gibi konuşmasını, erken büyümesini. Sonra bir çocuk daha görürsünüz, ondan bir kaç yaş daha büyük, bir duvar kenarında eroin kullanırken. T.C’nin son kampanyasıdır bu esasında “Taş tutan eller artık uyuşturucu tutsun”. Sayıları her gün daha da çoğalıyor. Sadece gençler de değil, her yaştan insan hızla bu bataklığa çekiliyor. Sonra ara mahallelerin birinden oyun oynayan çocuklar çıkar. “Biji Serok Apo” diye bağırırlar, bağırtı sesleri oradan nezarethanelere yayılır; yine aynı çocuk sesleri “vurma”diye bağırır. Hani Fellini’nin Kadınlar Kenti diye bir filmi vardı,
Şu anda biz Kürtler bekleme anındayız, yıllardır güvendiğimiz siyasetin hamlelerini izleyip tartıyoruz, ama ileri günlerde olacakları bize işçi ve kent/ kır yoksulu olan Kürtler gösterecek. O güne kadar yine serhıldanlarda yerlerimizi almaya devam edeceğiz
Burada, Diyarbekir sokaklarında gezerken kendinizi savaş sonrası bir kentte buluyorsunuz. İnsanların yüzlerine baktığınızda ise kaybedilmiş bir savaş olduğunu görüyorsunuz. Yıkılan bir kent ile yeni kurulan bir kent içiçe burası da Çocuklar Kenti. Kimi ne kadar yoksunlaştığımızı bize haykırıyor, kimi elindeki taş ile bize umutlarımızı gösteriyor. Ara sokaklarda küçük atölyeler yerlerini iş merkezlerine, sanayi havzalarına, yeni açılan iş yerlerine bırakıyor. Şehir hızla büyüyor. Burjuvazi bunu gelişim olarak adlandıradursun, inşaatlardan gelen kaza haberleri, niteliksiz yapılanma bunun nasıl bir gelişim olduğunu gösteriyor. Amed yeni bir kent oladursun bu kentte işçilerin, daha çok da kent yoksullarının yüzlerine daha çok aşina olursunuz. Bölgede semaye güçlendikçe bölge siyaseti liberal politikaların etkisine daha da giriyor. Demokratik özerkliğe şimdiden ön adım olan kent konseylerinde sanayi/ticaret odalarına da birer ikişer koltuk veriliyor. Halk iradesinden bahsederken ellerinde taşıdıkları tek şey ise bugün için kaba bir anadil anlayışının çok dışına çıkamıyor. Oysa %70 oy aldıkları Amed sokaklarında insanlar kendi dillerini konuşmuyor, bunu etkinleştirmek için bölge politikacıları tarafından faal bir çalışma yürütülmüyor. Oysa ki “artık sadece kendi dilimizi konuşacağız” diye bir çağrı yapılsa çoğu kişi bu çağrıya ses verebilir. Örneğin sene başında okulların anadil için boykot edilmesi çok yerinde ve ileri bir tavırdı ama devamı gelmedi ve demin de dediğim gibi diğer alanlara yayılamadı. Anadilde eğitim çalışmaları ise aynı kısır döngüde ilerliyor, önerdikleri
modeller burjuva demokrasisindeki uygulamaların bir adım ilerisine geçmediği gibi, önerilen model Türk solunun da hayran olduğu Köy Enstitüleri uygulamalarının bir benzeri şeklinde. Ama Amed’in gençleri çözüm derken artık gerçekten değişim bekliyor. Bir mahalle kahvesinde otururken hiç beklemediğin anda kahve çırağı “aslında sosyalizm en iyisi” diyor. Bir başka genç seçim sonuçlarına bakıp komünizmi kendi düşleriyle birleştirip anlatıyor. Hani Ece Temelkuran bedel ödemekten bahsediyor yazısında, işte öyle bedel ödemek değiştiriyor toplumu. Artık borçlu hissediyorsun her kavgada kendini, geri durmak yok. Belki bu yüzdendir her grevde Kürt işçilerin daha önde durma nedeni, o yüzden çocuk da olsan başına gelecek işkenceler korkutmuyor seni; dağdaki abini, ölen amcalarını düşünerek kaldırıyorsun elindeki taşı… Ama yine de bir yanında eskiye ait bir şeyler olsa da bir yanında yeni bir dünyayı düşleyerek hareket ediyorsun… Hani maddenin üç hali vardır ya, aslında yaşamın da öyle. Fikirlerin vardır, karşı tarafındakini beklersin, onun fikirlerinin sonuçlarını tartarsın, sonra hareket edersin. Şu anda biz Kürtler bekleme anındayız, yıllardır güvendiğimiz siyasetin hamlelerini izleyip tartıyoruz, ama ileri günlerde olacakları bize işçi ve kent/ kır yoksulu olan Kürtler gösterecek. O güne kadar yine serhıldanlarda yerlerimizi almaya devam edeceğiz.
7
NĂ&#x2020;ÂŚN RJHQNXN
ÂĄĂ?]Ă&#x2013;P YDU Ă Ă?]Ă&#x2013;P YDU T
Ăźrkiye TĂźrkiye olalÄą beri KĂźrt sorunu var. OsmanlÄąâ&#x20AC;&#x2122;dan çÜzĂźlen Cumhuriyet, sÄąnÄąrlarÄą içerisindeki mĂźslĂźman tebaanÄąn birliÄ&#x;ini saÄ&#x;larken KĂźrtlere dĂźĹ&#x;en Ăźlkesinin yok sayÄąlmasÄąyla dĂśrt ayrÄą parçaya bĂślĂźnmek ve yeni TĂźrkiyeâ&#x20AC;&#x2122;de varlÄąÄ&#x;ÄąnÄąn inkar edilmesi olmuĹ&#x;. O gĂźnden bu yana KĂźrt halkÄą TĂźrk sayÄąlmÄąĹ&#x;, açĹk inkarcÄą, imhacÄą ve asimilasyona dayalÄą faĹ&#x;ist çÜzĂźmle yaĹ&#x;amak zorunda kalmÄąĹ&#x;. KalmÄąĹ&#x;tÄą. Son KĂźrt isyanÄą ardÄąndan sermayenin TĂźrkiyeâ&#x20AC;&#x2122;de kĂźresel temelde birikmeye baĹ&#x;lamasÄąyla bu durum artÄąk sĂźrdĂźrĂźlemez hale geldi. KĂźrt ulusunun varlÄąÄ&#x;Äą ister istemez kabul edildi. KĂźrt sorununun burjuvalarÄąn isteÄ&#x;i doÄ&#x;rultusunda neoliberal çÜzĂźmĂźne geçildi. BugĂźn KĂźrt sorununda tĂźm dengeler yeniden oluĹ&#x;uyor, bir geçiĹ&#x; sĂźreci yaĹ&#x;anÄąyor. Bunun mĂźcadelesi, gelgitleri, çeliĹ&#x;kileri, gerilimi, krizi yaĹ&#x;anÄąyor. HenĂźz siyasal ve anayasal dĂźzeyde çÜzĂźme kavuĹ&#x;mamÄąĹ&#x; KĂźrt sorunundaki gerilim, son Hatip Dicle ve tutuklu milletvekilleri olayÄąyla siyasal bir kriz niteliÄ&#x;i kazandÄą. Ă&#x153;stĂźne bir de diÄ&#x;er partilerden milletvekili seçilen Ergenekon tutuklularÄąnÄąn bÄąrakÄąlmamasÄą eklendi.
NasÄąl burjuva demokrasisine geçiĹ&#x; gerilim ve çatÄąĹ&#x;malar içerisinde gerçekleĹ&#x;miĹ&#x;se, burjuva demokrasisinin yeni bir siyasal toplumsal denge temeline oturmasÄą, bunun anayasa dĂźzeyinde ifadesi ve hukukun buna uygun hale gelmesi de gerilim ve geri kÄąrÄąlmalar içerisinden ilerleyerek, bugĂźnkĂź gibi krizlere yol açarak gerçekleĹ&#x;iyor. Varolan hukuk sisteminin bu geçiĹ&#x;le çeliĹ&#x;kisi bu kez anayasanÄąn 76. maddesi olarak çĹktÄą ortaya. Siyasal dengelerin burjuva demokratik temelde oturmamamÄąĹ&#x;lÄąÄ&#x;Äąyla iki Ăźst kurulun â&#x20AC;&#x201C; Ăśnce YargÄątayâ&#x20AC;&#x2122;Äąn seçime iki gĂźn kala Hatip Dicleâ&#x20AC;&#x2122;nin cezasÄąnÄą onaylamasÄą ve sonra YSKâ&#x20AC;&#x2122;nÄąn bunu gerekçe yapan- kararÄą ile AKPâ&#x20AC;&#x2122;nin bundan fayda saÄ&#x;lamaya giriĹ&#x;tiÄ&#x;i, oldu bittiye getirmeye çalÄąĹ&#x;tÄąÄ&#x;Äą da açĹk. YSKâ&#x20AC;&#x2122;nÄąn kararÄą, inkarcÄą politikanÄąn uzantÄąsÄą olarak KĂźrt halkÄąnÄąn iradesinin hiçe sayÄąlmasÄą anlamÄąna geliyor. Ä°kincisi 80 bin oy alarak seçilmiĹ&#x; bir milletvekilinin hiçbir hĂźkmĂź kalmayan bir yasaya dayanarak milletvekilliÄ&#x;inin dĂźĹ&#x;ĂźrĂźlmesi kararÄą, burjuva demokrasisinin seçme ve seçilme hakkÄąyla, siyasal ve hukuksal açĹlardan açĹkça çeliĹ&#x;iyor. Bu karar ne siyaseten ne hukuken, ne de ahlaken bir geçerlilik taĹ&#x;Äąyor. KĂźrt halkÄą bilinçli ve kararlÄą bir tutumla karara karĹ&#x;Äą alanlara çĹktÄą. Demokratik bir sahiplenmeyle demokratik çÜzĂźmĂź aĹ&#x;aÄ&#x;Äądan dayatÄąyorlar. Askeri operasyonlarÄąn sĂźrmesi, gerillanÄąn karĹ&#x;Äą saldÄąrÄąlarÄą, dĂźĹ&#x;Ăźk yoÄ&#x;unluklu savaĹ&#x;, KCK operasyonlarÄą, seçime dĂśnĂźk engellemeler, seçilmiĹ&#x; bir vekilin vekilliÄ&#x;inin dĂźĹ&#x;ĂźrĂźlmesiâ&#x20AC;Ś bunlar rejimin Ăśnceki faĹ&#x;ist yapÄąsÄąndan gelen, onun uzantÄąsÄą olan uygu-
KĂźrt ulusal sorununun burjuva demokratik çÜzĂźmĂź biçimleri, TĂźrk ve KĂźrt tekelci ve tekelci olmayan burjuvalarÄąnÄąn, emperyalist burjuvazinin istek ve çĹkarlarÄąna uygun bir çÜzĂźm olarak geliĹ&#x;mektedir. BugĂźn yaĹ&#x;anan, ulusal sorunun sÄąnÄąf sorununu perdelemesi, PKKâ&#x20AC;&#x2122;nin geliĹ&#x;tirdiÄ&#x;i çÜzĂźm biçiminin KĂźrt burjuva ve bĂźyĂźk toprak sahiplerinin karĹ&#x;ÄąsÄąna dikilmemesidir
lamalardÄąr. Bunlara karĹ&#x;Äą mĂźcadele sĂźrecektir. Bundan sonrasÄąnda iki olasÄąlÄąk Ăśne çĹkÄąyor: Burjuva demokratik çÜzĂźm ya kimliÄ&#x;in kabulĂźyle sÄąnÄąrlÄą, bireysel ve neoliberal biçimde, ya da ulusal haklarÄąn kolektif tanÄąnmasÄą, â&#x20AC;&#x153;demokratik Ăśzerklikâ&#x20AC;? çÜzĂźmĂź biçimiyle olacaktÄąr. Bu mĂźcadele hem pazarlÄąk biçimiyle, hem KĂźrt halkÄąnÄąn gĂźcĂźnĂź zayÄąflatarak daha geri olanÄąn kabulĂźne zorlama biçimiyle ve bunlara KĂźrt halkÄąnÄąn da Ăśzsavunmayla karĹ&#x;ÄąlÄąk vermesi, direniĹ&#x; gĂśstermesi, haklarÄąnÄą fiilen gerçekleĹ&#x;tirme yĂśnĂźnde atÄąm atmasÄą biçiminde sĂźrmektedir. Bununla birlikte yine de herkes -boykot edenler dahil- çÜzĂźmĂźn nihai adresi olarak parlamentoyu kabul ediyor. Herkes burjuva demokratik çÜzĂźmĂź kabul ediyor. Hakim olan tĂźm gerilime karĹ&#x;Äąn siyasal sorunlarÄąn yasal ve burjuva parlamenter zeminde çÜzĂźmĂźnĂźn geliĹ&#x;tirilmesi esas durumda. Bunun dÄąĹ&#x;Äąnda bÄąrakÄąlmÄąĹ&#x;, kalmÄąĹ&#x; olanlarÄąn yasal ve parlamentarist siyaset alanÄąnÄąn içerisine çekilmeleri ve girmelerinin gerçekleĹ&#x;tirilmesi de
baskÄąn eÄ&#x;ilimdir. KĂźrt ulusunun siyasal ĂśzgĂźrlĂźk isteÄ&#x;i, gßçlĂź bir demokratik istek ve bĂźyĂźk bir ulusal Ăśzlemdir. Dili dahi yasaklanmÄąĹ&#x; olan bir ulusun ulusal demokratik bir çÜzĂźm için savaĹ&#x;masÄą ve bĂźtĂźn gĂźcĂźyle bunu gerçekleĹ&#x;tirmesinden meĹ&#x;ru bir Ĺ&#x;ey olamaz. Bizler, KĂźrt halkÄąnÄąn kararlÄą demokratik tutumunun, ĂśzgĂźrlĂźk savaĹ&#x;ÄąmÄąnÄąn, isterse ayrÄąlma, isterse federasyon biçimiyle kendi kaderini tayin hakkÄąnÄąn kararlÄą savunucusu olmalÄąyÄąz. KĂźrt halkÄąnÄąn aĹ&#x;aÄ&#x;Äądan geliĹ&#x;en protesto ve eylemleri, demokrasiyi fiilen kurma mĂźcadeleleri, ĂśzgĂźrlĂźk isteÄ&#x;i faĹ&#x;ist diktatĂśrlĂźÄ&#x;Ăźn çÜzĂźlmesinde Ăśnemli bir rol oynamÄąĹ&#x;tÄąr ve bu sĂźrmektedir. Bununla birlikte GĂźneyiyle Kuzeyiyle KĂźrdistanâ&#x20AC;&#x2122;da hÄązla geliĹ&#x;en kapitalizmin açĹk bir Ĺ&#x;ekilde gĂśsterdiÄ&#x;i, her ulus gibi KĂźrt ulusunun da "iki ulus" olduÄ&#x;u, KĂźrt burjuvalarÄąyla, bĂźyĂźk toprak sahipleriyle KĂźrt iĹ&#x;çilerinin, kent ve kÄąr yoksullarÄąnÄąn çĹkarlarÄąnÄąn karĹ&#x;Äąt olduÄ&#x;udur. KĂźrt ulusal sorununun burjuva
demokratik çÜzĂźmĂź biçimleri, TĂźrk ve KĂźrt tekelci ve tekelci olmayan burjuvalarÄąnÄąn, emperyalist burjuvazinin istek ve çĹkarlarÄąna uygun bir çÜzĂźm olarak geliĹ&#x;mektedir. BugĂźn yaĹ&#x;anan, ulusal sorunun sÄąnÄąf sorununu perdelemesi, PKKâ&#x20AC;&#x2122;nin geliĹ&#x;tirdiÄ&#x;i çÜzĂźm biçiminin KĂźrt burjuva ve bĂźyĂźk toprak sahiplerinin karĹ&#x;ÄąsÄąna dikilmemesidir. Bunun onlarÄą kazanmaya dĂźnĂźk bir çÜzĂźm olmasÄą ve PKKâ&#x20AC;&#x2122;ninki dahil bugĂźnkĂź çÜzĂźm biçimlerinin TĂźrk, KĂźrt ve emperyalist burjuvazinin istek ve çĹkarlarÄąyla çeliĹ&#x;meyip ĂśrtĂźĹ&#x;mesidir. Bundan dolayÄą bizler, TĂźrk ve KĂźrt burjuvalarÄąnÄąn ve emperyalist burjuvazinin çĹkarlarÄąna yanÄąt verecek, Kuzeyiyle GĂźneyiyle KĂźrdistanâ&#x20AC;&#x2122;Äą meta Ăźretim ve ticaretinin, sĂśmĂźrĂźnĂźn, bankalarÄąn ve borsanÄąn, inĹ&#x;aat tekellerinin, aĹ&#x;iret kapitalizminin, rĂźĹ&#x;vetin, toplumsal sefalet ve dĂźĹ&#x;kĂźnlĂźÄ&#x;Ăźn Ăźlkesi haline getirecek bir çÜzĂźmĂźn karĹ&#x;ÄąsÄąnda yer almalÄąyÄąz. UluslarÄąn tam hak eĹ&#x;itliÄ&#x;i ve sosyalist kaynaĹ&#x;masÄąna dayanan, iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn, kent ve kÄąr yoksullarÄąnÄąn sĂśmĂźrĂźldĂźkleri deÄ&#x;il, iktidarda olduklarÄą sosyalist demokratik bir çÜzĂźmĂź savunmalÄąyÄąz.
FaĹ&#x;ist diktatĂśrlĂźÄ&#x;Ăźn çÜzĂźlmesi ve burjuva demokrasisine geçilmiĹ&#x; olmasÄąyla komĂźnistlerin ve proletaryanÄąn ĂśnĂźndeki gĂśrev, burjuva demokrasisine karĹ&#x;Äą mĂźcadele ve burjuva demokrasisinin yÄąkÄąlmasÄądÄąr. Burjuva demokrasisinin yÄąkÄąlmasÄąyla yerini sosyalist iĹ&#x;çi konseyleri demokrasisi alacaktÄąr. KomĂźnistlerin açĹk ve net hedefi, burjuva demokrasisinin geniĹ&#x;letilmesi; parlamenter demokrasiyle, neoliberal sivil toplum demokrasisiyle, yĂśnetiĹ&#x;imciliÄ&#x;e katÄąlÄąmcÄąlÄąÄ&#x;Äąn eklenmesiyle geniĹ&#x;letilerek dĂśnĂźĹ&#x;tĂźrĂźlmesi; eĹ&#x;itlikçi bir kßçßk burjuva demokrasisi hayal etmek deÄ&#x;il, burjuva demokrasisini yÄąkarak yerine proletarya diktatĂśrlĂźÄ&#x;Ăź biçimiyle sosyalist iĹ&#x;çi konseyler demokrasisini geçirmektir. Sosyalist iĹ&#x;çi konseyleri demokrasisi, sĂśmĂźrĂźye dayanmaz; azÄąnlÄąÄ&#x;Äąn deÄ&#x;il, bĂźyĂźk çoÄ&#x;unluÄ&#x;un egemenliÄ&#x;idir; iĹ&#x;leyiĹ&#x; ve ĂśrgĂźtleniĹ&#x;iyle en geliĹ&#x;kin burjuva demokrasisinden bin kat daha geliĹ&#x;kin bir demokrasidir. TĂźm bunlarla birlikte, aynÄą zamanda, sÄąnÄąf egemenliÄ&#x;inin bir Ĺ&#x;ekli olan ve bir erke dayanan demokrasiden farklÄą olarak, bir sÄąnÄąfa, erke ve yĂśnetselliÄ&#x;e dayanmayan, yĂśneten-yĂśnetilen ayrÄąmÄąnÄą ortadan kaldÄąrmaya yĂśnelerek daha Ăźst bir toplumsal sisteme geçiĹ&#x;i saÄ&#x;layacak olan demokrasi
biçimidir. Sosyalist iĹ&#x;çi konseyler demokrasisi, burjuva demokrasisinin tekelci ya da kßçßk burjuva biçimlerinden -liberal demokrasi, parlamenter demokrasi, sosyal demokrasi, eĹ&#x;itlikçi demokrasi vb.- bu temel Ăśzellikleriyle de, sÄąnÄąflarÄąn ve devletin olmadÄąÄ&#x;Äą daha Ăźst bir toplumsal sistemle sosyalist iĹ&#x;çi konseyler demokrasisini de sĂśnĂźmlendirerek ortadan kaldÄąrmasÄąyla da ayrÄąlÄąr. KomĂźnist iĹ&#x;çilerin mĂźcadele platformundan
8
NƦN RJHQNXN
.DKUROVXQ EXUMXYD PHFOLVL R
ecep Tayyip Erdoğan seçim vaatleri sırasında “63 ile doğalgaz getirdik, düğmeyi çeviriyor kombiyi açıyorsun, artık bodrumdan kömür taşımıyorsun, Avrupalının sahip olduğuna benim vatandaşım niye sahip olmasın” diyordu. Doğalgaz fiyatlarının cep yaktığından, sayaçları kontörlü hale getirdiğinden, faturaların ödenemediğinden, asgari ücretten, resmi rakamlarda %9 olan gerçekte %20 leri bulan işsizlerden hiç söz etmedi. Herkese özel sağlık uygulamasını şişinerek anlatırken özel sigorta rezaletlerinden, sosyal sigorta ile alınabilen ilaçların bugün alınamaz hale geldiğinden hiç söz etmedi. Açılan özel hastanelerin AKP’yi destekleyen burjuva kesimleri nasıl palazlandırdığından, bu hastanelerin süpermarketler gibi çalışıp para basmasından hiç söz etmedi. “Okullara bir milyon bilgisayar dağıttık” dedi, eğitimin paralı oluşundan, öğrenci seçme sınavı rezaletinden, diplomalı işsizlerden, ataması yapılmayan öğretmenlerden hiç söz etmedi. AKP ve diğer partiler, öğrencilere ayda 50 TL cep harçlığı vermekten söz ettiler, ama bir okula gidip gelmenin kaç para olduğundan, okul har(a)çlarından, yılda 10-20 milyar alan özel üniversitelerden hiç söz etmediler. Paran kadar Yiyecek, Paran kadar Sağlık, Paran kadar Eğitim, Paran kadar Yaşamak... Bugünkü sistemin açık ve net tanımı, paran kadar sağlık, paran kadar eğitim, paran kadar elektrik, paran kadar doğalgaz… Paran kadar yaşamaktır. Bir işçi kölece çalışarak ihtiyaçlarını karşılayabiliyorsa zar zor yaşamını sürdürür, işsizse çalışamıyorsa onu bekleyen sürünmek ve ölmektir. Kapitalizm, artı değere ve kara çevirebileceği ihtiyaçlar üretir. Kan içerek yaşayabilen bir vampir gibi kapitalizm, ancak yeni malların üretilmesi ve çoğaltılmasıyla karını büyütüp sermayesini çoğaltabilir ve bu şekilde yaşayabilir. Giysi, cep telefonu, internet, buzdolabı hiç birisi gereksinimleri karşılamak amacıyla değil gereksinimlerin karşılanmasının kar üretimine ve sermayenin çoğaltılmasına hizmet ettiği için üretilmişlerdir. Bunun sonucu olarak, satın alamıyorsan giysin yoktur. Satın alamıyorsan buzdolabın, bilgisayarın, otomobilin yoktur. Satın alamıyorsan tatile gidemezsin. Satın alamıyorsan İstanbul’un bir yakasından diğerine geçecek bileti alamazsın. Satın alamıyorsan kahveye gidip çay bile içemezsin. Satın alamıyorsan süpermarketlerdeki on bin çeşit üründen ancak 10-20'sini, en ucuz olanları alır, diğerlerine bakarsın. Satın alamıyorsan ısınamazsın. Satın alamıyorsan sağlık hizmeti de,
sorunlar “kirayı nasıl öderim, ay sonunu nasıl getireceğim, çocukları nasıl okutacağım” gibi sorunlar ve sorular olmayacak, “kendimi diğer insanlarla kuracağım ilişkilerle, sanat kültür, bilim, spor yoluyla nasıl geliştiririm” olacaktır. Paraya olan gereksinim azalacak, giderek tümüyle ortadan kalkacak, birey kuracağı toplumsal ilişkiler içerisinde gelişme ve kendisini birçok yönden geliştirme olanağını bulacak, zenginlik denilince ondan anlaşılan sadece ve sadece bu olacaktır.
İşçinin çalışma koşullarının da yaşam koşullarının da topyekun değişmesi, sömürülmekten kurtulması, zamanda, mekanda ve yaşamda özgür olabilmesi burjuva hükümet ve meclisten beklentiyle değil, onlara karşı mücadeleden geçer eğitim hizmeti de alamazsın. İyi bir hastanede tedavi göremezsin. İyi bir okulda okuyamazsın. Çocuklarına bir gelecek hazırlayamazsın. Satın alamıyorsan toplumsal ilişkilerini geliştiremez, arkadaşlarınla, dostlarınla dahi görüşemez, görüşmek istemezsin. Gezmeye, misafirliğe gidemez, misafir gelmesini istemezsin. İleriki yaşlarda ne olacağını bilemezsin. İnsanca yaşamak bir yana sürünürsün. Bir hiçsindir, yoksundur, yaşamıyorsundur. Sorun kapitalizmin ihtiyaçların ancak satın alınarak ve sermaye için çalışıp kendini sömürterek karşılanabileceğine emekçi sınıfların da inandırılmış olmalarıdır. İhtiyaçların bu karşılanma biçimi, işçiyi çalışırken de çalışmadığı zamanda da köleleştirir. En temel ihtiyaçlarını gecesine gündüzüne katarak, uzun saatler çalışarak, karşılayabilen bir işçi kendi ürettiği ürünleri satın alsa da alamasa da bütün yaşamına onlar yön vermekte ve işçiyi bir kez daha köleleşmektedir. Kapitalizmde tüm ekonomik kaynaklar, doğa ve emek gücü, burjuva sınıfın elinde ve hizmetindedir. Ekmek, domates, peynir, giysiler, masa, halı, otomobil, ev, bilgisayar, bütün ürünler işçiler tarafından üretilmesine karşın onları üreten işçilerin öz emek ürünlerinden yararlanması, ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri satın alma koşuluna bağlandığı gibi, yaşam koşullarını iyileştirecek her türlü istek ve özlemi de burjuva partilerden birini ve burjuva meclisten medet ummaya bağlanıyor. Oysa işçilerin öz emek ürünleri olan bu ürünlerin ne para karşılığı bir fiyat ödenerek alınması-dolayısıyla pek çoğunun hiç alınamaması – zorunludur, ne de ihtiyaçların karşılanması için burjuva partilere
ve meclise bel bağlamak zorunludur. İşte asıl terslik, garabet buradadır. Komünistler yiyecek, barınma, ısınma, sağlık, eğitim, ulaşım, iletişim, dinlenme, seyahat, tatil, kültürel gelişim, eğlenmeyi yaşamsal bir gereksinim ve hak olarak görürler. Bu ihtiyaçların karşılanması kar için üretimin konusu yapılamaz. Bunlar temel haklardır. Sosyalist toplumun her bir bireyi bu haklardan toplumsal üretkenliğin gelişme düzeyine göre koşulsuz olarak yararlanacaktır. Bunlar için ne ödenecek bir fiyat olacaktır ne de oy verme koşulu olacaktır. Sosyalizmde ihtiyaçlar, kapitalizmdeki kar üretme ve sermayeyi çoğaltma koşulundan da kurtulmuş olarak ihtiyaç oldukları için, toplumun ve bireylerin gereksinimlerini karşılamak, insanın insanca yaşaması ve insan yaşamını geliştirmek için üretileceklerdir. Artı değer sömürüsünün sona ermesi, tüm toplumun bütün temel ihtiyaçlarının karşılanmasını güvence altına alacağı gibi, ihtiyaçların kapsamı da genişleyecektir. İhtiyaçlar artacak, çeşitlenecek, temel ihtiyaçların karşılanması bir sorun olmaktan çıkacaktır. Sosyalist toplumun hiç bir üyesi yiyecek, barınma, ısınma, üç kuruş biriktirip tatil yapabilme, memleketine gidebilme, kredi kartı borcunu ödeme, faturalarını ödeyememe gibi tüm yaşamını çürüten kaygılar içinde yaşamayacağı gibi çok uzun saatler kölece çalışmak zorunda da kalmayacaktır. Çalışma süreleri giderek azalacak, çalışma köleliği sona erecek, buna karşın ihtiyaçlar çok daha fazla ve çeşitlenen ihtiyaçlar olarak karşılanabilecektir… Sosyalist bir toplumda emekçilerin önündeki
İşçinin çalışma koşullarının da yaşam koşullarının da topyekun değişmesi, sömürülmekten kurtulması, zamanda, mekanda ve yaşamda özgür olabilmesi burjuva hükümet ve meclisten beklentiyle değil, onlara karşı mücadeleden geçer. İşçi ne emek gücünü kapitaliste satmak, ne emeğinin öz ürünlerini para ödeyerek satın almak, ne de ihtiyaçlarının karşılanması için burjuva hükümet ve muhalefet partilerinin ayak oyunlarına boyun eğmek zorundadır. İşçinin kendi sınıf çıkarları doğrultusundaki öz irade ve eylemi, kararı, burjuva meclisten medet ummak değil, onun karşısına sosyalist işçi demokrasisi mücadelesiyle çıkmaktır. İşçi temel gereksinimlerini, artan ve çeşitlenen gereksinimlerini karşılamak için emek gücünü kapitaliste satmak, kapitalistin ücretli kölesi olmak zorunda değildir. Gereksinimlerini karşılamak için de mal haline getirilmiş olan öz emeğinin ürünlerini satın almak, satın alacak kadar parası olmadığı için de pek çoğunu alamamak zorunda da değildir. Kapitalist sınıf devrimle alaşağı edildiği ve sermaye biçimine çevrilmiş üretim araçları toplumsal mülkiyet haline getirildiği andan itibaren, bir işçi iktidarıyla ihtiyaçların sadece ihtiyaç oldukları için üretildikleri ve ihtiyaçları karşılayabilmenin onları satın alabilmeye bağlı olmadığı bir toplumsal sisteme, komünizme de ayak basılmış olacaktır. Her işçinin doğal üyesi olarak, içerisinde yer aldığı işçi konseyleri demokrasisiyle vesayet, temsil ve bağımlılıktan kurtulup kendisiyle, çalışma koşulları ve yaşamıyla ilgili kararları öz irade ve eylemiyle verecektir. Dışında ve üstünde bir güç, sömürücü bir sınıf ona hükmetmeyecektir. Almış olduğu kararların uygulayıcısı, gerçekleştireni ve denetleyicisi de kendisi olacaktır. ◆ Kahrolsun kapitalistlerin meclisi! ◆ Biz üretiyoruz, biz yöneteceğiz! ◆ Yaşamımız ve geleceğimizle ilgili kararları kendimiz vermek için sosyalizm! ◆ İşçi sınıfının kurtuluşu sosyalizmde!
9
NƦN RJHQNXN
%XUMXYDODUÜQ \HQL DQD\DVDVÜ Yeniden parlatılıp cilalanan burjuva parlamenter demokrasisi ve yeni anayasasının “katılımcı” bir çekim gücüyle sermaye egemenliğinin toplumsal temellerinin genişletilmek istenmesinin karşısına işçi sınıfının alternatif mücadele ve iktidar aygıtlarıyla çıkılmalıdır. Bunu yaparken çözümü sadece devrime ve sonrasına bağlı ertelemeden, sınıfın bilinç eylem ve örgütsel yeteneklerini geliştirecek olan işyeri komite ve meclisleri, öncü işçi kurulları gibi sosyalist alternatif araçların bugünden yaratılması gerekmektedir
B
urjuvazinin politik gündemini yeni bir anayasa oluşturuyor. Bu politik gündemle birlikte sola, işçilere ve diğer emekçi sınıflara burjuva liberal çarşaf giydirme çabaları hızlanarak devam edecektir. Önümüzdeki bir yılı belirleyecek olan da yeni anayasa tartışmaları olacaktır. Seçim sonuçlarıyla burjuvazi, yeni anayasa için toplumsal düzeyde siyasal desteğini güçlendirmiştir. Yeni bir anayasa, burjuvazinin ortak programı ve hedefidir. Rejim krizinin artçı sarsıntıları sürecek olsa da, bu sarsıntılar önceki şiddetinde olmayacaktır; burjuvazi ve devlet yapısı içerisinde güçler dengesi ve rejimin yapısı değişmiştir. Burjuvazi ne istiyor? Burjuvazinin yeni anayasası, parça parça 17 kez değişiklik yapılmış faşist 12 Eylül anayasasının bir bütün olarak değiştirilmesini hedefleyeceği gibi, Türkiye cumhuriyet rejiminin başından itibaren sürekli kriz unsuru olarak var olan din-laiklik ilişkisi ve yakıcılaşan Kürt sorununun burjuva liberal reformist çözümlerini de içerecektir. Ayrıca yeni anayasa Türkiye bağımlı burjuvazisi ve kapitalizminin gelişme düzeyine uygun olarak devlet-toplum-birey ilişkilerini kapitalizmin gelişim dinamiklerinin önünü açacak ve hızlandıracak yönde yeniden düzenleyecek bir siyasal hukuksal metin olacaktır. Anayasanın içeriklendirilmesi ve hazırlanma sürecine ilişkin burjuvazi içerisinde kimi önemli farklar olmakla birlikte emperyalist burjuvazinin hedefleriyle de iç içe geçmiş olarak yeni anayasanın ruhunu ve felsefesini oluşturacak olan işçi sınıfı düşmanlığı ve neoliberalizmdir. Burjuvazinin hedefleri seçim sonuçlarının açıklandığı gece Başbakan Erdoğan tarafından neoliberal kapitalist vahşi sömürü koşullarını gizleyen yaftalı ifadeler kullanılarak ortaya konmuştur. Emperyalist burjuvazi ve bağımlı Türkiye burjuvazisi, Türkiye kapitalizminin gelişim düzeyine uygun olarak rejime daha istikrarlı bir yapı kazandırmak istemektedirler. Neoliberal tipte geri düzeyde bir burjuva demokrasisi, toplumun bu temelde örgütlenmesi burjuvazinin sınıfsal çıkarlarının, kapitalist sömürüye istikrar kazandırma isteğinin bir gereğidir. Kürt sorunu, din-laiklik sorunu, kuvvet ilişkilerini yeniden düzenleyerek devletin
yapılandırılması, devlet-toplum-birey ilişkileri konularında yapılacak değişikliklerle burjuva toplumsal temelin güçlendirilmesi, burjuvaziye iç ve dış politikada yeni hamleler yapabilecek, kapitalist sömürüye istikrarlılık kazandıracak ve sömürü kanallarını genişletecek yeni adımlar atma olanağını kazandırmaktır. Peki ya biz! 8 satten fazla çalışmanın yasaklanması gibi temel bir hakkı dahi güvence altına almayan, işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını köleleştiren kapsamlı bir saldırının bir parçası olan bir anayasa değişimine sınıf bilinçli her işçinin vereceği yanıt onun karşısına kendi sınıfsal mücadele istem ve özlemiyle, sosyalist işçi anayasasını bayraklaştırarak çıkmaktır. İşçi sınıfı, çalışma ve yaşam koşullarında köleliğinden başka bir şey olmayan burjuva liberal demokrasinin savunucusu değil karşıtıdır. “Demokratik anayasa”, “halkın anayasası”, “demokratik hak ve özgür-
lükler için mücadele” biçiminde ifade edilen görüşler, geri tipte burjuva demokrasisine karşı işçi sınıfı için bir alternatif oluşturmadığı gibi sınıfı burjuva demokrasisinin bir muhalefet organı durumuna getirecektir. İşte bu yüzden burjuvazinin meclisinde, onun ihtiyaçları doğrultusunda hazırlanan her türden anayasa, kimi küçük burjuvaların gözünü kamaştırsa da işçi sınıfının sınıfsal ihtiyaçlarını karşılayamaz ve kölece çalışma ve yaşam koşullarında bir değişiklik oluşturamaz. Yeniden parlatılıp cilalanan burjuva parlamenter demokrasisi ve yeni anayasasının “katılımcı” bir çekim gücüyle sermaye egemenliğinin toplumsal temellerinin genişletilmek istenmesinin karşısına işçi sınıfının alternatif mücadele ve iktidar aygıtlarıyla çıkılmalıdır. Bunu yaparken çözümü sadece devrime ve sonrasına bağlı ertelemeden, sınıfın bilinç eylem ve örgütsel yeteneklerini geliştirecek olan işyeri komite ve meclisleri, öncü işçi kurulları gibi sosyalist alternatif araçların bugünden yaratılması gerek-
Marx, birbirleriyle örtüşmeleri her zaman için mümkün olmayan, hukuksal varoluş ile gerçek varoluş arasında bir ayrım yapmaktadır. Bu ayrımı, 18 Brumaire’de (1851), Fransız 1848 Anayasası’ndaki özgürlüklere, bunların uygulanmasına ve bu Anayasanın niteliğine ilişkin değerlendirmelerinde bulabiliriz. Marx’ın değerlendirmesine göre, 1848 Anayasası’nın kurduğu haklar sistemi hem hakları savunanların hem de hakların kısıtlanmasını isteyenlerin isteklerini gerçekleştirebilecek niteliktedir. “Anayasanın her paragrafı kendi karşı-savını da içermektedir.” “Bir yandan temel özgürlükler tanınmakta, Fransız halkının mutlak hakkı ilan edilmekte, öte yandan bunların ancak başkasının eşit hakları, kamu güvenliği ve bu hakları düzenleyen yasalarla çatışmadıkları sürece sınırsız oldukları belirtilmektedir. Böylece, anayasanın buyruklarına uygun olarak bu mutlak özgürlükleri, kamu güvenliği ‘yani burjuvazinin güvenliği’ yararına, burjuvazi dışındaki sınıflara yasaklamak veya polis tuzaklarından başka birşey olmayan koşullara bağlamak mümkündür.” Bunun içindir ki, “özgürlük sözüne saygı gösterildiği ama onun gerçekleşmesi yasaklandığı sürece, özgürlüğün gerçek varoluşu tamamen yok edilmiş olsa bile anayasal (yani hukuksal) varoluşu dokunulmamış olarak kalmıştır”.
mektedir. Bu mucadele tarzı sadece sınıfa zafer vermekle kalmayacak, aynı zamanda burjuvaziyi ve onun sınıf diktatörlüğünü yıkan işçi sınıfına sosyalist işçi demokrasisi yolunda nasıl yürüyeceklerini öğretecektir. Burjuva demokrasisinin karşışında ve sınıf mucadelesinde kazanacağı deneyimlerle bu yönde eğitilmeyen işçi sınıfı, burjuvazinin iktidarını yıksa dahi kendi kendini yöneten bir sınıf olamaz. İşte bu nedenden dolayı sosyalist işçi demokrasisi ve anayasasının işçi sınıfı için tek ve gerçek demokrasi biçimi olduğunun açıklanması ve tüm bu mücadelelerin sınıfın özgirişkenliğini, karar alma ve uygulama yeteneğini geliştirecek biçimde örgütlenmesi zorunludur. Bu yüzden işçi sınıfının siyasal, ekonomik, kültürel mücadelesini, burjuva demokrasisinin ve anayasasının sınırlarını açığa çıkartacak ve sosyalist alternatif yaratacak yönde geliştirilmesi gerekir. Bu hat, işçi sınıfına burjuva demokrasisi ve kapitalizmi yıkma bilincinin yanı sıra kendi iktidarını kurma ve yönetme bilinç, tecrübe ve yeteneğini de kazandıracaktır.”
10
NƦN RJHQNXN
(NíL VÐ]OÖN 6HUPD\H LÁLQ WDWOÜODíÜ\RU E
kşi Sözlük geçtiğimiz günlerde site sahiplerinin yazarların IP’lerini savcılara vermesiyle gündeme geldi. Burjuva gerici bir tarikat niteliğindeki Adnan Oktar grubunun yaptığı şikayet sonucu İstanbul polisi, 50 Ekşi Sözlük yazarını sitedeki bazı dini konulu başlıklar nedeniyle ifadeye çağırdı. Polis ziyaretlerinin sitede “nefret söylemi kontrolü“nün yapılacağı duyurusunun yapıldığı saatlere denk gelmesi, ilginç bir tesadüf oldu. Bir çok yazar, Ekşi Sözlük sahiplerinin gerek yazarların IP’lerinin polise verilmesi, gerekse de “herkes kendi yazdığından sorumludur” tutumu nedeniyle tepki geliştirdiler, boykot ve siteden ayrılmalar söz konusu oldu. Oysa gelişmeler sadece bunlarla sınırlı değil. Türkiye’nin en popüler internet sitelerinden Ekşi Sözlük tamamen sermaye sözlüğü haline geliyor. Ekşi Sözlük’ün kurucusu Sedat Kapanoğlu Facebook, Twitter gibi sosyal paylaşım ağlarının şirketler tarafından sistematik olarak piyasalaştırılması, kar, imaj ve reklam amacıyla kullanılması için “sosyal medya danışmanlığı” şirketi kuruyor. Ekşi Sözlük bununla da kalmıyor, reklam almanın da ötesine geçerek kapılarını sermayeye ve sermayeleşmeye ağzına kadar açıyor. Eylül ayından itibaren Ekşi Sözlük parayı bastıran şirketlerin istediği gibi kullanımına açılacak. Şirketler sitede kendi sayfalarını ve kurumsal hesaplarını açabilecek. Sitede “kurumsal hesabı” olan şirketler, 35 bin site yazarından istediğinin mailine ulaşarak kendi şirket, marka ve ürünü hakkında sözlük maddeleri yazılmasını, farklı sözlük maddelerinden kendi sayfa ve maddelerine yönletim yapılmasını sağlayabilecek. Facebook, Twitter, popüler sözlük gibi sosyal paylaşım ağları daha yoğun biçimde sermayeleştirilip piyasalaştırılacak, sermayenin imaj ve kamuoyu yönetiminin daha derin bir aracı haline gelecek, popüler sitelerin okur bilgileri de sermayeye satılacak… Ekşi Sözlük yöneticileri, “şirketler bu yolla kendi haklarında yazılmış yanlış bilgilerin düzeltilmesini sağlayacak” diye popüler sözlüğün tam sermayeleştirilmesine ve 35 bin sözlük yazarı ile milyonları bulan okurlarının tümüyle sermaye hizmetine açılmasına kılıf geçirmeye çalışıyor. Ekşi Sözlük gibi popüler kitle sözlüklerinin özgünlüğü, her konuda binlerce yazarının bilgi, deneyim, yorum ve duygularını eğlence ve geyik de katarak paylaşabilmesiydi. Bu sitelerde kurumlara, şirketlere, markalara, ürünlerine, çeşitli uygulamalarına dair, içerden bilgi ve deneyime de dayanan çok sayıda eleştirel ya da dalga geçen, tepkileri paylaşan entry de olabiliyordu. Bunlar, sermayenin “sosyal medya”yı, artık yalnız reklamlarla değil, doğrudan satın almasıyla tarihe karışacak.
Tekelci burjuvalar, Türkiye’de toplam kullanıcısı 20 milyon kişiyi bulan sosyal paylaşım ağ ve sitelerini, azami kar ve egemenlik ilişkisinin yeni bir kaldıracı haline getirme hedefini çoktan önlerine koymuşlardı Sosyal paylaşım ağ ve sitelerinin daha yoğun bir sermaye işgaline uğraması, daha derinlemesine sermaye ve meta egemenlik ilişkilerine bağlanması, Ekşi Sözlük yöneticilerinin bir buluşu değil. Tekelci burjuvalar, Türkiye’de toplam kullanıcısı 20 milyon kişiyi bulan sosyal paylaşım ağ ve sitelerini, azami kar ve egemenlik ilişkisinin yeni bir kaldıracı haline getirme hedefini çoktan önlerine koymuşlardı:
müşterinin daha önce yaptığı alışverişlerini profilleyerek ve mağaza içinde dolaşırken cep telefonu veya ipad’ine onun istediği ürün önerilerini verebilecek. Müşterinin ilgilendiği ürünlerle ilgili indirim ve promosyonları alışveriş anında müşteriye gösteren doanımlar alışverişi daha duygusal hale getirecek.” (Migros Genel müdürü) (Alıntılar: Geleceğe Mektup yazımızdan)
“Bankalar sosyal paylaşım sitelerini pazarlama, müşteri profil ve davranış analizleri, reklam gibi amaçlarla daha yoğun olarak kullanmaya başlayacaklar.” (Türkiye Bankalar Birliği Başkanı ve Halkbank genel müdürü) “Sosyal paylaşım ağları teknolojilerinin hızlı gelişimi, bu ağların farklı iş süreçlerine entegre edilmesi ile iş sonuçlarına (karlara-bn) katkı sağlayabilecek bir çok fırsat sunmaktadır. Müşteriler, satış kanalları ve çalışanlarla iletişim için bu aygıtlardan yararlanmak kaçınılmazdır.” (AvivaSa Ceo’su)
Tekelci sermaye, toplumsal bireysel yaşam ve ilişkilerde ağırlığı giderek artan internetteki sosyal paylaşım ağ ve siteleri üzerinde de özgürlük değil, azami kar ve azami egemenlik istiyor. Zaten kapitalist sistemin dışında olmayan, çoğu şirketleşmiş ve neoliberal yaşam ve ilişki biçimlerinin hızla yaygınlaşmasında özel bir rol oynayan sosyal paylaşım ağ ve siteleri de, daha derinlemesine tekelci kapitalist sömürü ve piyasa ilişkilerine entegre ediliyor. Sosyal paylaşım ağlarının kullanıcıları farkında bile olmadan tekelci pazarlama, imaj, piyasa mühendisliği ve manipulasyonu nesnelerine dönüştürülüyor. Sermaye, sosyal paylaşım ağlarının sosyalliğini de satın alıp, kendi birikim ve egemenlik kanallarını genişletmekte ve derinleştirmekte kullanıyor. “Kutsal bilgi kaynağı”, kutsal sermaye kaynağına dönüşüyor. Kapitalizmde işçi ve
“Sadece teknolojinin gelişimi değil, tüketicilerin de teknoloji kullanır hale gelmesi ile ilerleyen yıllarda internet, mobil ve fiziksel kanalların birbiri ile entegre olması beraberinde getirecek. Perakendeci mağaza içindeki müşterisini tanıyacak,
emekçiler için sosyallik bile, kendi sınıfsal ihtiyaçlarını gerçekleştirmek için değil, ancak sermaye ve metalar aracılığıyla, onların egemenliğini genişleten bir biçimde varolabiliyor. İnternette filtre ve sansür uygulaması tasarısına karşı yaygınlaşan bir tepki oluştu, bizzat internet üzerinden binlerce kişilik eylemler örgütlendi, “sözlüklerime dokunma” dövizleri taşındı. Erişimi engellenen Ekşi Sözlük üzerindeki sansür, bu tepkiler karşısında “yanlışlıkla listeye alınmış” diye kaldırılmak zorunda kalındı. Ancak internete, sosyal paylaşım ağlarına, sözlük sitelerine dokunan yalnızca devlet sansürü değil! İşçi ve emekçilerin, gençlerin toplumsallaşma ihtiyacını sansürleyen, her şeyi kendi kar amacına tabi kılan sermayenin sansürü! İnternette, sosyal paylaşım ağ ve sitelerinde sansüre karşı olanlar, sermaye egemenliğine, sermayenin toplumsal-bireysel ilişki ve ihtiyaçları sansürleyerek yerine kendi azami kar mantığını geçirmesine de karşı çıkmalıdır. İnternette filtre ve sansüre karşı mücadele, sosyal paylaşım ağ ve sitelerinin tekellerin pazarlama, imaj ve müşteri kontrol araçları haline gelmesine karşı mücadele ile birleştirilmelidir.
İnternette filtre ve sansüre karşı mücadele, sosyal paylaşım ağ ve sitelerinin tekellerin pazarlama, imaj ve müşteri kontrol araçları haline gelmesine karşı mücadele ile birleştirilmelidir
11
NƦN RJHQNXN
%L] 7,56$1 VÜ] \DSDELOLUL] DPD 7,56$1 EL]VL] \DSDPD] “Sakarya Üniversitesi (SAÜ) üniversite-sanayi işbirliğinde bir adım daha atıyor.” Üniversitelerimiz, özgür bilginin, bilimin sürdürücüsü ve geliştiricisi değil kapitalizmin iktidarını sürdürücüsü ve pekiştiricisi olma yolunda bir adım daha atıyor. Ben Sakarya Üniversite Mühendislik Fakültesi'nde okuyan bir öğrenciyim. Haberi sitesinden zafer edasıyla duyuruyor sevgili üniversitem! Öğrencilerinden de alkış bekliyor zannediyoruz ama alkışı da tebriki de başka yerden çoktan almıştı zaten. TIRSAN’a öğrencilerinden en iyisini vermeyi hedefleyen protokole imza atılmıştı. Daha ne yapsın sevgili rektörümüz ve dekanımız! Onlar ellerinden geleni yapıyorlar. Bizden en iyisi olabilmek için sıra arkadaşımızla, paramızı bölüştüğümüz, yerine imza attığımız, kopya verip aldığımız, bir dönemi et ile tırnak gibi yaşadığımız arkadaşlarımızı ne yapıp edip geçmemizi, en iyi ortalamayı, en çok bilgiyi, asistanların hocaların gözüne en çok bizim girmemizi istiyorlar. Biz bir bütün kurtuluşu istiyorsak bir bütün gibi olmalıyız. Ya arkadaşlarımızı ezeceğiz ya da arkadaşlarımız bizi ezip geçecek ve adına da başarı diyeceğiz. Böyle gittikçe ezen görünen de, ezilen de yani biz öğrenciler kaybedecek. Tek kazanan TIRSAN gibi üniversitenin her türlü olanakları ayaklarına serilmiş olan azgın patron sınıfı olacak. İmzalanacak protokol ile "Sakarya Üniversitesi ile TIRSAN Treyler A.Ş. her tür yeni ürün tasarımı, araştırılması ve geliştirilmesi konularında işbirliği yapmaya yönelik çalışmaları birlikte sürdürmeyi" hedefliyor. Artık üniversite, hayatın güzelleşmesi ve kolaylaşması için değil piyasanın ihtiyaçlarını karşılamak için kolları sıvamış vaziyette. Yeni ürün tasarımı, araştırması, geliştirilmesi... Kime yeni ürün? TIRSAN’a yani patronlara. Peki ya neden? Üniversitenin öğrencileri, asistanları, öğretim görevlileri, profesörleri TIRSAN’a ürün tasarlamak geliştirmek için mi varlar? Bu soruların cevabı oldukça basit. Öğrencileri sadece kullanılacak bir obje olarak gören üniversi-
te anlayışı bize bunun cevabını veriyor. Öğrencilerinden sadece para beklemeyen artık onların emeklerinin de peşine düşmüş bir kapitalizm var karşımızda. Bu sistem hepimizi kapsayana dek bu tip protokoller imzalanaduracak. Kimimizi inşaat iskeletine çıkarıyor kimimizi torna tesviyeye yolluyor kimimizi de TIRSAN’a gönüllü işçi haline getiriyor. Biz öğrencilerin umurunda bile değildir TIRSAN. Emeğimizi kendimiz için harcamalıyız. Bilimi, bilgi birikimimizi ve bilgiye açlığımızı daha güzel bir dünya için kullanmalıyız, TIRSAN için değil. O yüzden bu patron imparatorluğunu yıkmalı, bunun için mücadele etmeliyiz. “Yine, işbirliği ile gerekli duyulduğu alanlarda AR-GE projeleri için TIRSAN Treyler A.Ş. ye bilimsel destek sağlanması, ortak yüksek lisans ve doktora tez konularının belirlenmesi ve gerekli yönlendirmelerin yapılması ve ayrıca tarafların laboratuar, tasarım ve üretim olanaklarından karşılıklı olarak yararlanması hedefleniyor.” Emeğimizi çalıyorlar. Yüksek lisans ve doktora tez konularını TIRSAN belirlesin, öğretim görevlileri danışmanlık yapsın, öğrenciler gecesiz gündüzsüz kalıp tez hazırlasın. TIRSAN patronu da göbeğini kaşısın. Yüksek lisans, doktora öğrencilerini yıllarca asistanlık sıfatıyla bekletip sömüren üniversite anlayışını geliştirip şimdi asistanlara bir de kapitalistlerin uşaklığını dayatıyor.
Proletaryayı eze eze gelişen esnek işbölümüdür ki, aynı zamanda, proletaryayı ve emeğini – ve bilgiyi, zihni, yaratıcılığı, kültürü, organizasyonu, yönetimi…- çok yönlü kolektif niteliğini yükseltmekte, onu sonsuza kadar kaldırmanın daha ileri koşullarını oluşturmaktadır. Kadın emeği, genç ve çocuk emeği, Kürt emekçiler, tarım emeği, proleterleşmeyi travmatik biçimde yaşayan kafa işçileri, toplumsal işbölümü sorununu en ağır yaşayan tüm bu toplumsal kesimlerle proletaryanın bir üst düzeyde toplumsallaşması: Üretim sürecindeki işbölümünün toplumsal işbölümüne taşınması ve onu bir üst düzeyden yeniden üretmesi, toplumsal işbölümünün ise üretim sürecindeki işbölümüne taşınarak onu
Aldıkları har(a)çlar ile kurulan laboratuarları üstünde hiçbir hakkı bulunmayan kapitalist şirketlerin karını arttırması için onların hizmetine sunuyor. Karşılığı ne olacak? Üniversite yönetimi ne alacak? Sakın mezun öğrencilere iş demeyin! TIRSAN zaten mezun öğrencilere yani yeni işçilere mecbur. Biz TIRSAN’sız yapabiliriz ama TIRSAN bizsiz yapamaz. Hepimiz sadece Sakarya Üniversitesi öğrencisi değil aynı zamanda gönüllü TIRSAN çalışanı oluyoruz. TIRSAN için düşüneceğiz, TIRSAN için üreteceğiz. Göz göre göre emeğimizi gasp ettiriyoruz. Ya bu sömürüye-gaspa bir bütün olarak dur diyeceğiz ya da bir bütün olarak üstümüze protokoller imzalayanlarak saldırıp kanımızı emerek beslenecekler.
tahammül edilmez biçimde derinleştirmesi ile, proletaryanın hem üretim sürecindeki hem de toplumsal yaşamdaki işbölümüne uzlaşmaz karşıtlığını giderek iç içe geçirecektir. Emperyalizm sorunu, ulusal sorun, kadın sorunu, gençlik ve çocuk sorunlarının, tarım sorunlarının çözümü, kapitalist üretim ilişkileri ve işbölümünün kaldırılması temeline sıkı sıkıya bağlı ve onun içine geçen dinamikler haline gelmektedir. Önceki demokratik sorunlar, aynı zamanda toplumsal işbölümü sorunlarıdır. Bu yüzden her türlü toplumsal-teknik işbölümünün kaldırılması eksen ve hedefi, sosyalist devrimci demokrasinin kesinkes en temel bir içerimi olmak zorundadır.
Öğrencilerinden sadece para beklemeyen artık onların emeklerinin de peşine düşmüş bir kapitalizm var karşımızda. Bu sistem hepimizi kapsayana dek bu tip protokoller imzalanaduracak. Kimimizi inşaat iskeletine çıkarıyor kimimizi torna tesviyeye yolluyor kimimizi de TIRSAN’a gönüllü işçi haline getiriyor
Kapitalizmde işbölümü emekçi için, parça iş, parça ilişkiler, parça bilinç, parça insan olmaktır. Komünizm ise, emekçinin, üretimde olsun, toplumsal ilişkiler alanında olsun onu sınırlandıran ve tüm yönlü ilişkiler kurarak özgürleşmesini ve evrenselleşmesini engelleyen bu bağlardan kurtulmasıdır. Proletarya, burjuva egemenliğinin proleter devrimlerle ezilmesiyle başlayacak sosyalist devrim sürecinde, her türlü işbölümü ve kurumla birlikte kendini de ortadan kaldırarak, çok yönlü gelişmiş yüksek yetileri, gereksinmeleri ile tam toplumsallaşmış özgür bireyler toplumunun da yolunu açacak sınıftır. Komünist işçilerin mücadele platformundan
12
NƦN RJHQNXN
)XWERO DUWÜN KLÁ IXWERO GHðLOGLU “Futbol yalnızca futbol değildir” diye bir söz vardır. Artık şöyle demek gerekir: “Futbol artık hiç futbol değildir. Yalnızca tekelci kar ve egemenlik aracıdır.”
Türkiye’de önceki Futbol Federasyonu Başkanlıkları döneminde, futbol açıkça “spor” olarak tanımlanmaktan çıkarılmaya, bir (tekelci kapitalist) “ekonomi sektörü” olarak yeniden tanımlanmaya başlanmıştı. 500 milyon dolara yaklaşan tekelci futbol piyasası ile, Türkiye Futbol Federasyonu devlet ve hükümetten görece özerkleştirilmiş, futbol kluplerinin Futbol Federasyonuna bağlı olduğu eski sistemden, Futbol Federasyonu’nun, Tahkim ve Hakemler Kurullarının doğrudan tekelci futbol şirketleri tarafından belirlenmesine geçilmişti. Büyük banka ve tekeller, Koç, Polat, Demirören gibi tekelci sermaye grupları, daha önce mafyatik burjuvazinin denetimde olan futbol piyasası ve kluplerine daha yoğun bir giriş yapmaya ve tekelci kapitalist endüstriyel futbol temelinde yeniden düzenlemeye başlamışlardı. Liglerde hızla şirket takımları türerken, büyük klupler de borsaya da giren tekelci şirketlere dönüşmüşler, tekelci sponsorluk mekanizmasıyla ligler bile banka, borsa, bahis şirkeleri ve tekellerin markalarıyla anılmaya başlamıştı. Stadyumlar futbol tekellerinin fason ürettirdiği ürünlerinin satıldığı dev
Liglerde hızla şirket takımları türerken, büyük klupler de borsaya da giren tekelci şirketlere dönüşmüşler, tekelci sponsorluk mekanizmasıyla ligler bile banka, borsa, bahis şirkeleri ve tekellerin markalarıyla anılmaya başlamıştı. Stadyumlar futbol tekellerinin fason ürettirdiği ürünlerinin satıldığı dev çaplı alışveriş merkezlerine dönüştü çaplı alışveriş merkezlerine dönüştü. Futbol yayınlarının naklen yayın ve şifreli yayın ihaleleri milyar dolar düzeyine yükseldi. Bugün büyük futbol tekellerinin milyonlarca kişiyi bulan taraftarlarına da artık açıkça “müşteri-taraftar” gözüyle bakılmaktadır. Futbol, banka, borsa, spor sanayi, medya, bahis şirketleri sermayelerinin kaynaştığı başlı başına bir mali sermaye birikimi alanı haline gelmiştir. Geçtiğimiz günlerde belirlenen yeni Türkiye Futbol Federasyonu yönetimi de, futboldaki tekelci kapitalist ve mali oligarşik dönüşüm sürecinin hem bir devamı hem de bu doğrultuda yeni bir sıçrama anlamına geliyor.
Futbol Federasyonu’nun yeni yönetiminin belirlenmesinde, Türkiye’de futbolun tekçi hükümdarı olarak bilinen Fenerbahçe karanlık patronu Aziz Yıldırım’ın bile etkisi sınırlı kaldı. Yeni yönetim, artık tekelci futbol üretim ve piyasasının, büyük kluplerin de denetimini elinde tutan ve payını artıran bankalar, tekeller, medya şirketleri vb arasındaki pazarlıklarla belirlendi. Ve hiç şaşırtıcı olmayan biçimde, ortaya Tüsiad gibi, futbol endüstrisi üst kurulu gibi bir yönetim kurulu çıktı. TFF’nun yeni başkanı, son dönemlerin en hızlı yükselen tekelci sermaye gruplarından Acıbadem grubunun sahibi ve Tüsiad yönetim kurulu üyesi Mehmet Ali Aydın-
Kapitalizm budur ve kesin biçimde yıkılacaktır! Bilim, kültür, sanat, spor insanın en ayırdedici toplumsal yetilerini ve yaratıcılığını geliştiren, ilişkilerini zenginleştiren uğraş alanlarından biri olmasına karşın, bunların sermayeye dayalı üretim ve organizasyon biçimi, tüm o parıltılı cilası altında, kitlelerin kendi öz kültürel, sanatsal, sportif etkinliğiyle kendilerini gerçekleştirmesinin en büyük engeli haline gelmektedir. İnsan gelişim ve yaşamının bu zenginleşme alanları, meta üretimi ve ticaretinin konuları haline getirilmiştir. İnsanın diğer insanlarla ve bir bütün olarak doğayla ve kendisiyle bilinçli ilişkiler kurabilmesinin, yaratıcı yetilerinin çok yönlü ilişkiler içerisinden gelişiminin bilimsel, kültürel, teknolojik koşul ve imkanları doğmuşken burjuva ideolojik aygıtlarla, bilimin teknolojinin uzantısı haline getirilmesiyle, kültürün endüstriyelleştirilmesiyle, tekno-kültürel aygıtlarla kurulan tekelci egemenlik, insanı biçimlendirip bunların uzantısı ve nesnesi haline getirmektedir. Bilim, sanat, spor, oyun ve eğlencenin metalaştırılması, bilimsel, sanatsal, sportif emekgücünün metalaşması, profesyonellik, herbirini amacından kopartıp yapanı da izleyeni de dışşallaştırmaktadır. Bilim tekno-
lojiye, sanat popüler kültüre ve postmodern kaçkınlığa, spor mekanikliğe ve rekabete, eğlence gösterişçiliğe ve deşarj olmaya, oyun monitöre hapsedilmiştir. Bir yandan muazzam bir yetkinleşme, profesyonel gelişim, diğer yandan yığınsal izleyicilik, tabiyet, taklitçilik, hazırcılık, basitleştirme, kitschleştirme, tek biçimlilik, nesneleşmeyle zihinsel, duygusal, bedensel gerçekleşme ve yaratım edimlerinin, yetilerinin, düşünüşün, sezginin, hayal gücünün, neşenin, beğeninin, yaratıcılığın, çevikliğin, cesaretin, sınırları zorlamanın, sağlığın yitimi. İnsanın en büyük kültürel gelişme koşul ve dinamiklerinin ortaya çıkması, görülmemiş bir sermaye ve meta kültürüne köleleşmesiyle had safhada bağdaşmazdır. Kültürel ihtiyaçların da kitleselleşmesi, diğer yandan kitlelerin bunun maddi, toplumsal, zamansal olanaklarından, kendileri için kültür olanaklarından, hele ki öz gelişme etkinliği olarak kendilerini bilimsel, eğitsel, kültürel, sanatsal, sportif gerçekleştirme olanağından kesin biçimde yoksun bırakılması… Komünist işçilerin mücadele platformundan
lar. Futbol Federasyonu’nun yeni yönetim kurulu da, Koç, Sabancı ve diğer tekelci sermaye grupları tarafından parsellenmiş bulunuyor. Sonuçların önceden belli olduğu genel kurulda Aziz Yıldırım’ın sözleri her şeyi özetliyor: “Sportif başarı için önce ekonomik güç olmak gerekir.” Şöyle çevrilebilir: Banka ve tekellerin el atmadığı hiçbir toplumsal yaşam ve ilişki alanı kalmadığı günümüzde, futbolda da tekelci sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesi hızlanmış, biricik sportif başarı kriteri de, artık tam bir mali sermaye birikim kanalı olarak yeniden organize edilen futbolda, taraftarların kanının daha fazla nasıl emileceği haline gelmiştir.
Gazetemizin baskıya girdiği saatlerde güne on iki ilde eşzamanlı yapılan “şike” operasyonuyla başlanmıştı. Organize Suçlar polis ekiplerinin Fenerbahçe, Trabzonspor, Beşiktaş ve Sivasspor kulüp binalarına baskın düzenlediği operasyonda, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım dahil çok sayıda kişi gözaltına alındı. Daha öncesinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından yürütülen şike soruşturması kapsamında 24 Mart ve 8 Nisan 2010 tarihinde düzenlenen operasyonlarda da Fatih Akyel, Arif Erdem, Recep Öztürk, Celil Sağır ve Erkan Ergün’ün de aralarında bulunduğu 55 kişi gözaltına alınmıştı. Bu düzenlenen ikinci büyük ve bu kez kulüp başkanlarına kadar da uzanan operasyon. Gelişmelerin ayrıntılarına hakim değiliz, ancak futbolda şike organizasyonunun Avrupa çapında olduğu biliniyor, Türkiye’deki operasyonların da Avrupa genelinde düzenlenen operasyonların bir parçası olması muhtemel. Mali oligarşik bir sistem özelliği kazanan futbol dünyası böylesi operasyonlarla regüle edilmek isteniyor. Yasal ve açık şirket güçlerinin dışında gerçekleşen merkezkaç vurgunculuğun sınırlandırılması hedeflerden biri. Kulüp başkanlarının anlık ve kısa vadeli başarı peşinde koşmaları, bu temelde “geleneksel” şike yollarına başvurmaları, kısacası kulüplerin özel çıkarları ile mali oligarşik bir güç kazanan ve şirket düzeyine çıkan kulüplerin “genel çıkarları” karşıtlaşıyor. Böylesi operasyonlarla tüm kulüplere, tekelci kar ve egemenlik aracı olarak futbolun yeni temelde organizasyonunun kaçınılmazlığı hatırlatılmış oluyor.
13
'HPRNUDVLnQLQ JHOHFHðL DVDU Ü DWLND PÖ]HVL B
u köşede önceki 3 sayıda demokrasinin tarihini anlattık. İlk sayıda Antik Yunan’da yüzyıllar önce oraya çıkan rejim tipini incelemiş ve demokrasinin tarih sahnesine ilk adımının kendi sınıf rengini, köleciği temsil ettiğini söylemiştik. Ardından kapitalist üretim ilişkileriyle birlikte ortaya çıkan ilk burjuva demokratik söylemlerin özel mülkiyetçi karakterini görmüş ve demokrasi-egemen sınıf çıkarları iç içeliğinin tarihsel bir gerçeklik olarak göründüğünü ifade etmiştik. Son yazı ise demokrasinin bir egemen sınıf için işlevsel bir rejim tipi olduğunu söyleyerek, güncel burjuva demokratik rejimin işçilerin damarlarına dek nüfuz eden egemenlik biçimini anlatıyordu. Peki güncel durumda kendi kanı üzerinde ayakta durarak tüm yaşam alanlarını felç eden burjuva demokrasisine karşın işçilerin alternatifi nedir? İşçiler mücadele programlarında demokrasiye nereden dokunmalılar? İşçi sınıfının kurtuluşu, burjuva üretim ilişkileri gibi onun üzerinde varolan ve aynı zamanda destekleyen burjuva devlet örgütlenmelerinin ortadan kaldırılmasındadır. Burjuva parlementosu, hükümeti, hukuğu, kolluk kuvvetleri artı-değer sömürüsü ve özel mülkiyetin tarihsel koruyucularıdır ve onlar tarafından üretilmişlerdir. Burjuva üretim ilişkilerinin devrilmesi, burjuva üstyapı kurumlarının devrilmesi ile iç içe bir süreçtir. İşçi sınıfı insanlığın pazar için değil tüm insanlığın gereksinmesi için özgürce üreteceği dünyayı yaratır, tüm asalak kurumları baştan aşağı yok ederek, insanlığın gerçek tarihini başlatacak toplumsal kurumları inşa eder. Daha ilk tarihsel bakınmalarımızda demokrasinin bir diktatörlük biçimi olduğunu ifade etmiştik. Her toplumsal sınıfın iktidarı gibi işçi sınıfının iktidarı da bir diktatörlük ve demokrasi biçimi olacaktır. Ancak işçi sınıfı demokrasisi, tarihin tüm demokrasi ve diktatörlüklerinden farklı olarak azınlığın çoğunluğa, asalakların üretenlere diktatörlüğü değil çoğunluğun azınlığa, üreten toplumun asalaklara yönelik geliştirdiği bir iktidar biçimidir. Burjuva parlementosunun göstermelik, temsili
NƦN RJHQNXN
1SPMFUBSZBOðO Dilinden Kalkınma planı bize ne anlatıyor? Bu seçim döneminde de “kalkınma” söylemlerini bolca işittik. Burjuva siyaset sahnesinin “kalkınma” hedefleri ve projelerine yabancı değiliz. Kim geldi de kalkınmadan bahsetmedi ki bugüne kadar. AKP döneminde hem vaat edildi hem de gerçekleştirdiklerini söyleyerek bolca övündüler. Bu dönemde ilk anladığımız şey adalet ve kalkınmanın bizim yaşam koşullarımızı ileri götürmediği oldu. Son burjuva seçimlerinde de pusulanın bir ucundan bir ucuna kalkınma vaat ve hedeflerini okuduk. Bu seçimlerde kalkınmacı kervana BDP ve onun duruş yönünde şekillenen Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu da katıldı. Adil ve demokratik kalkınma istediler, vaat ettiler.
Demokrasi de doğumu gibi tüm süreçlerinde de sınıflı toplum gerçekliğiyle birlikte anlamlı olan bir kavramdır. İnsan toplumunun ilerleme sürecinde ihtiyacına yönelik ortaya çıkan ve bu faktör ortadan kalktığında da tarihten silinen diğer tüm aygıtlar gibi demokrasi de silinecektir siyasete katılımın ortadan kaldıran yerine tüm üretici toplumun doğrudan yönetime katıldığı ve yönetim yeteneğini geliştirdiği bir tarihsel dönemdir. İşçi sınıfı demokrasisi, parlementonun yerine konseyler demokrasisini getirerek üreten toplumun dolaysızca yönetime katılımını sağlar. Yüzlerce konsey, iş yerleri, sanayi havzaları, iller, mahalleler, okullar yani insanın varlığının bulunduğu tüm birimlerde örgütlenerek tüm toplumu sarar. Burada toplum hem bölgesel, lokal hem de bütünsel politikalar üreterek kendi kendini yönetir. Yönetici birimlerde dahil organizasyonun bütünü işçi sınıfının denetimine açık biçimde düzenlenir. Böylece işçi sınıfı kendi tarihsel çıkarlarına ters giden her duruma müdahale etme imkanını elinde bulundurur. Burada diktatörlük insanlığa değil, asalaklara karşıdır. İşçi sınıfının örgütlü aygıtları özel mülkiyetin ve burjuva sınıfının tarihsel varlığını sonlandırır. Yüzlerce yıllık kapitalist organizasyonun hafif bir müdahaleyle ya da kendiliğinden çözülmesini beklemek hayalcilik olur. İşçi sınıfı, toplumsal iktidarı ele geçirdikten sonra kendisini sınıf savaşımının yeni bir safhasında bulacaktır. Bu kez görev, insanlığın karanlık dönemini geri getirmek isteyecek burjuva sınıfını tamamen ortadan kaldırmaktır. İşçi sınıfının insanlık tarihinin son diktatörlüğü olan proleter konseyler demokrasisini inşa etmesinin nedeni budur. İşçi sınıfı, dünya tarihini in-
sanlığın çıkarları doğrultusunda itecek gücüdür. İşçi sınıfı demokrasisi ve proleter diktatörlüğün tek amacı budur. İşçi devleti ve aygıtları daha ilk günlerinden tüm baskı aygıtlarını ortadan kaldırmaya yönelirler. İşçi demokrasisi, diğer demokrasi biçimleri gibi kendi varlığını korumak için savaşmaz, kendisi de dahil tüm devlet, demokrasi ve diktatörlük aygıtlarını tarih sahnesine göndermenin yolunu açar. İşçi sınıfının kurtuluşu, sınıfların dünya üzerinden tamamen silinmesi ile gerçekleşir. Sınıflarla birlikte ona dayanan yönetim ve örgütlenme biçimlerine duyulan ihtiyaç ortadan kalkar. Sınıflar arası ilişkileri düzenleme işlevine dayanan tüm aygıtlar sönümlenir. Demokrasi de doğumu gibi tüm süreçlerinde de sınıflı toplum gerçekliğiyle birlikte anlamlı olan bir kavramdır. İnsan toplumunun ilerleme sürecinde ihtiyacına yönelik ortaya çıkan ve bu faktör ortadan kalktığında da tarihten silinen diğer tüm aygıtlar gibi demokrasi de silinecektir. Bu bakışla demokrasiyi mutlaklaştıran her anlayış sınıflı toplum yapısını da mutlaklaştırmış olur. Engels sınıflı toplum yapısının bir sonucu olarak gördüğü devletin geleceğini asar-ı atika müzesinde görür. Aynı zeminin bir yönetim biçimi olan demokrasi de devletin sönümlenmesine eşlik eder, onunla birlikte yokolur. Demokrasinin gelecekteki yeri de asar-ı atika müzesinde, çıkrık ve tunç baltaların yanındadır.
Kalkınmanın karşılığı olarak bir toplumsal bileşimi ekonomik yapısı temel olmak üzere onun üzerinde inşa olan kurumlarıyla birlikte geliştirmek anlaşılıyor. Tanım itibariyle hoş şeyler anlatır gibi görünüyor. Ancak, her tuğlasında onlarca çelişki olan kapitalizmde biz işçiler için durum değişiyor. Kapitalist gelişmenin temel motorunu emek sömürüsü belirler. Sanayi havzalarından iletişim ağlarına üretim araçları artı-değer sömürüsü üzerinden işler, bir grup sömürücünin azami kar hırsıyla sermayelerini şişirmelerine hizmet eder. Üretim ihtiyaçlar için değil pazar için yapılır. Üretim sürecinde ürüne değişim değerini kazandıracak işçiye ve üretici tesise her zaman daha fazlasıyla ihtiyaç vardır. Bunun için her bölgenin sermaye tarafından işlenmesi, sanayileşme ve hızla toplumun daha fazla ferdinin işçileşmesi kapitalist üretim ilişkilerinin çarklarının dönmesi için zorunludur. Mesele yaşam koşullarının iyileşmesi değil, daha fazla alanı sermaye döngüsü içerisine yerleştirmektir. Bu topraklar yıllar boyunca kalkınma vaatleri, planları, uygulamaları gördü. Ancak bu süreçte kazanan hiç biz olmadık. Kalkınmayı dünyanın en zenginleri listesine, en büyük şirketleri listesine giren burjuvalardan gördük, okuduk. Onların kalkınması işçinin hanesine uğramaz. Tam aksine sınıf çelişkilerini daha derinleştirir. İsminde emek kavramını da kullanan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu seçim kampanyasında kalkınma sloganını kullandı, reklam filmlerinde bir işçinin talebi olarak resmetti. Programında işçi sınıfının sorunlarına yeri olmayan blok işçi talebi olarak ta kalkınmayı uygun görmüş. Başına demokratik, adil sıfatları ekleyerek de paketini güzelleştirmeye çalışmış. Otomotiv işçisi, motorla uğraşırken bir anda kapitalist ekonominin büyümesini dileyiveriyor.(!) Elbette kullanılan kavramlar tesadüf değil. Kürt sorununun neo-liberal çözüm sürecinde kürt burjuvazisi ağırlığını her geçen gün arttırıyor. Kürt ulusal hareketinin burjuva demokratik kazanımlarla sınırlı ufkuda, dünya emperyalist üretim sürecinin bölgeye dair planlamalarıyla çelişmiyor, uyuşuyor. Emperyalist üretim yeni bir sermaye alanı kazanırken elbette bunun ismi bölgeyi kalkındırma oluyor. Parça tamamlandı. Emek bloğunun kalkınması kendi zeminini teşhir ediyor. İşçinin ağzından söylenen kalkınma talebi bizim talebimiz değildir, en hasından bir burjuva talebidir. İşçi sınıfı kendi emeğinden, insanlığından yabancılaştığı kapitalist üretimin gelişip kalkınmasını talep etmez. Kendimizin ve tüm insanlık tarihinin önündeki duvarın artı-değer sömürüsü ve meta köleliği olduğunu biliyoruz. Hayallerimizde adil, demokratik sömürülme değil çalışmanın, köleleşmenin yerine kendimiz ve dünyamız için üreteceğimiz özgür, yaratıcı toplum yatıyor.
14
NƦN RJHQNXN
B
¶UHWL \RUXP
urjuvazi toplumun ihtiyaçlarını, hayallerini baltalayarak sürdürdüğü sınıf egemenliğini her geçen gün derinleştiriyor. Bu egemenlik insan yaşamına dair hiçbir alanı es geçmiyor, kendi sömürücü çıkarları doğrultusunda şekillendiriyor ve kendine ait kılıyor. Toplumun işçileşmesiyle artı-değer sömürüsü yeni boyutlara ulaşıyor, dünya ölçeğinde merkezileşen sermaye azgınca insana ve onun yaratıcı gücüne saldırıyor, insana ait hiçbir alan bırakmıyor, büyük bir hızla metalaştırıyor. Bugün sadece temel ihtiyaçlar ve insan emeği değil, bilim, kültür, sanat, felsefe, aşk, vicdan herşey alınıp satılabilir hale dönüştü.
Kültür-sanat alanı bu yoğun burjuva hakimiyetinin bir parçası haline geldi. Devasa bir sektöre dönüştü. Onu belirleyen de sermayenin ihtiyaçları ve kar hesapları oldu. Sinema, müzik, tiyatro gibi alanların her biri büyük tekellerin hakimiyeti altına girdi. Kültür-sanat merkezleri, sermaye gruplarına bağlı vakıflar, gene tekellerin sponsorluğundaki büyük çaplı etkinlikler alanı tümüyle kapladı. Metalaşmış sanat göz kamaştırarak sahneyi kaplarken, insanın yeri her geçen gün küçüldü. İnsanı insan yapan temel özelliklerden maddi gerçekliği yeniden yaratabilme gücü insanın elinden alındı. Büyük sermaye grupları tek söz sahibi olurken, topluma ise sektörün ağır çalışma koşulları, düşük ücretler ve gaspedilen sosyal haklarıyla işçileri olmak kaldı. Ücretli emek boyundurluğu insanı sanattan yabancılaştırdı. Kültür-sanat,burjuvazi için bir yandan yeni bir kar kapısı aralarken diğer yandan işçileri kontrol etme, onlara kendi istediği yaşam biçimini dayatmanın anahtarını oluşturur. Her alana egemen olan burjuvazi aynı zamanda insanı her yanından esir alan burjuvazi demektir. Bugün derinleşen ve kitlelerin yaşamına içselleşen burjuva egemenliğinin ana mevzilerinden biri kendi sömürü düzenini meşrulaştıran, toplumsal yaşamın gerçeklerini bulanıklaştırarak sınıf çelişkilerini gölgeleyen, insanı yaşamını belirleyen temel unsurlardan kopartarak sanal kimlikler, kişilikler yaratan burjuva kültürsanatıdır. Renkleri ve araçları çok çeşitlidir ve göz kamaştırır, post-modern sinema, edebiyat, büyük çaplı eğlence organizas-
ımız bütünsel Bugün sahip olmadığ şını, kültürproleter kültür anlayı burjuvazi ile en sanat alanlarının içindyci anlayışa karşı re bi ı rc mücadeleyi, ka ratma yoluna kolektif üretimimizi ya çıkıyoruz
14-17 Temmuz tarihlerinde Zeytinli’de kültür-sanat kampında buluşuyoruz. Elimizdeki imkanların kısıtlılığı ufkumuzu daraltmıyor, geleceği düşleyip onunla bugünün gerçekliğini bağdaştırmaya yöneliyoruz yonları, moda, magazin, tüketim kalesi alışveriş merkezileri kültürü, kendi ilişki biçimini yeniden üreten ve dayatan diziler, sermaye kölesi spor… Hepsi de metaya bağlılığı ve meta egemenliğinin meşruluğunu üretmeye, kitlelerle buluşturmaya odaklıdır. Renkler çoktur ancak hepsi aynı arka plandan beslenir. Pırıltılar emek sömürüsünü gizlemek, insanın karakterini dışlayan meta tapınmacılığını üretmek için vardır. Burjuva demokrasisini karakterize eden ve ona kitleleri sarma gücünü veren temel taşlardan biri işte bu geniş yelpazesidir. İnsanın dünyaya dair tasarım gücünününleri, kültür-sanat-bilimfelsefe hiçbir zaman kendinden menkul alanlar olmamıştır. İnsan bilincinin bu ürünleri insan yaşamının maddi temeli üzerinde yükselirler. Sınıflı toplum her sınıfın kendi çıkarları için sanat üretmesini doğurur. Burjuva kültür-sanat’ı patronların sömürme tutkusundan bağımsız değildir, onun üzerine inşa olmuştur. Bugünkü çok yönlü burjuva kültür-sanat’ını yaratan da kapitalist üretim ilişkilerinin ulaştığı yeni aşamalardır. Sermaye merkezileşiyor ve kitleler emek-sermaye çelişkisinin direkt öznesi haline
Üreti-yorum kolektifi, kültürsanat-bilim-felsefe cephesinde burjuva anlayışına karşı işçi sınıfının ve insanlığın çıkarlarına dair bir anlayış geliştirmeyi hedefliyor. Metalaşan sanata, sömürü çanağı olan felsefeye, sermaye ihtiyaçları için bilime, hipnoz eden ve parçalayan kültüre toplumun kolektif üretim gücüyle karşılık verilebileceğini düşünüyor
dönüşüyorken, burjuva kültürsanat’ı da az sayıda kapitalist tekelin elinde toplanmakta, geçmişte daha dar olan etki alanını toplumun tümüne yaymaktadır. Kapitalizm bu renkli ve etkileyici görüntüsüne karşın insanlara ne üretkenlik ne de mutluluk getirebilir. Bir yandan gerçekliği gizlerken, diğer yandan insanlığın yaratıcılığını törpüler. Kendisi ve dünyası için üretme tutkusu olan insanı kendi kar kuyularında çalıştırarak, insanlığın kendisiyle çelişir. Toplumdan, ürününden, sanattan yabancılaşan, kendi doğasından uzaklaşan insanın sınırsız yaratıcı ufkunuilerledikçe sınırlılaşan, renklendikçe birbirine benzeyen, ürettirdikçe nesneleştiren kapitalist kültür kafese tıkıyor. Her alandan kendi rengiyle saldıran kapitalizme her alandan kendi sınıf rengimizle yanıt zorunludur. Bu hipnotik havayı kıracak olan insanlığın özgürlük ve yaratıcılık tutkusu, kitlelerin kendi özlemleri için örgütlü mücadelesinin gücü olacaktır. Üreti-yorum kolektifi, kültür-sanat-bilim-felsefe cephesinde burjuva anlayışına karşı işçi sınıfının ve insanlığın çıkarlarına dair bir
anlayış geliştirmeyi hedefliyor. Metalaşan sanata, sömürü çanağı olan felsefeye, sermaye ihtiyaçları için bilime, hipnoz eden ve parçalayan kültüre toplumun kolektif üretim gücüyle karşılık verilebileceğini düşünüyor. Kendinden uzaklaşan, tarihsel gelişimi tıkanan insanın üretici gücünü açığa çıkarmayı ve kapitalizme karşı mücadelenin önemli bir ayağını örmeyi önüne koyuyor. Dünyanın kendi gerçekliğinden uzaklaştıkça anlamını yitiren alanları tekrardan yere indirmeyi, dünyaya dair kılmayı istiyor. İşçi sınıfı mücadelesinin seyrine bağlı olarak proleter kültür-sanat uzun süredir bir tıkanma içerisinde. Günün değişen düzlemi, kitlelerin farklılaşan ihtiyaçlarına yanıt verilememesi bu alanda da etkisini gösterdi. Bütünsel burjuva anlayışına karşı bütünsel bir proleter anlayış geliştirilemedi. Bu tıkanmanın kodlarında da değişen üretim ve egemenlik koşullarının kavranamaması, burjuva kültür-sanatının egemenlik sarmalında tuttuğu yerin farkedilememesi, dünün halkçı, ezilenci bakış açısının karşılığı olarak geleneksel halk kültürünün üretiminin dışında bir alternatif geliştirilememesi yazıyor. Üreti-yorum kolektifi bu tıkanmayı üretici kitlelerin gücüyle, gelecek toplumun motivasyonuyla aşmak için adım atmaya başlıyor. 14-17 Temmuz tarihlerinde Zeytinli’de kültür-sanat kampında buluşuyoruz. Elimizdeki imkanların kısıtlılığı ufkumuzu daraltmıyor, geleceği düşleyip onunla bugünün gerçekliğini bağdaştırmaya yöneliyoruz. Bugün sahip olmadığımız bütünsel proleter kültür anlayışını, kültürsanat alanlarının içinden burjuvazi ile mücadeleyi, karcı bireyci anlayışa karşı kolektif üretimimizi yaratma yoluna çıkıyoruz.
15
NƦN RJHQNXN
<XQDQLVWDQ GD NUL] YH VÜQÜI PÖFDGHOHVL U
luslararası emperyalist mali sermaye ekonomik krizi fırsata çevirerek İzlanda, Yunanistan ve başka birçok ülkede işçi sınıfının kazanımlarına büyük bir saldırı dalgası başlattı. İzlanda ve Yunanistan’ı sırayla İrlanda, Portekiz ve İspanya izledi. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün verilerine göre son krizle birlikte dünya çapında 30 milyon işyerinin kapısına kilit vuruldu ve 250 milyon işçiyi işinden etti. 2010 itibariyle AB ülkelerinde işsizlik oranları sırasıyla şöyle gerçekleşti: Yunanistan’da yüzde 12.5, İrlanda’da yüzde 14, İspanya’da yüzde 20 ve Portekiz’de yüzde 11 dolaylarındaydı. Genç işsizler arasında bu rakamlar çok daha yüksek düzeylerde seyrediyor. Yunanistan’da 2009 yılının sonlarına doğru ortaya çıkan ancak temelleri Yunanistan burjuvazisi ve emperyalist sermaye tarafından yıllar önce atılan kapitalist saldırı politikası giderek derinleştirildi. Emperyalist kapitalizm, yüksek oranlarda sermaye girişiyle önce bir tür balon ekonomisi yarattı. Sermaye sınıfı, hükümetler eliyle kendi birikim süreçlerini oluşturdu ve belirli bir kesim hızla büyüdü. Ancak büyümenin artı değer sömürüsü üzerinden yeniden üretilmesi çok sınırlı kaldı. Mali sermayenin balonunun patlamasıyla sosyal yıkım programları devreye sokuldu. Bu büyük tezgahın sonal hedefi sadece kapsamlı özelleştirmeler, kitlesel işten çıkarmalar değil asıl olarak işgücünün değersizleştirilmesiydi. Yunan devletinin işçi sınıfı ve emekçilerden yaptığı kesintilerle başlangıçtaki saldırı programı durumu kurtarmaya yetmeyecek ama işçi ve emekçiler üzerindeki baskıyı arttıracaktı. Özelleştirmeler, vergilerde artışa gidilmesi, ücretlerin düşürülmesi ve dondurulası, toplu olarak işten atma, kısa süreli çalıştırma ve emekli maaşlarında kesintiler biçiminde giderek emekçilerin yükü daha da ağırlaştırıldı. Buna karşın Yunanistan işçi sınıfı 2010 yılı içerisinde hemen her ay bir kaç günlük genel grevlerle karşı koymaya çalışarak sokaklara indiyse de sermayenin saldırılarını geri püskürtmede başarılı olamadı. Ve son olarak Yunanistan’ı yaşadığı krizden “kurtarma rolünü AB, IMF ve Avrupa Birliği Merkez bankası üstlendi. Yunan burjuvazisi, emperyalist Avrupa Birliği ve Uluslararası Para Fonu ile 28,4 milyar euroluk beş yıllık tasarruf planı adı altında işçilerin kazanılmış haklarının gasp edilmesini öngören saldırı program üzerinde anlaşmaya vardı. Beş yıllık neoliberal saldırı planındaki önlemler ve hedefler şöyle sıralandı: Vergi artışları, kamuda ücret faturasına kısıntı, sosyal harcamalarda kesinti, sosyal güvenlik primi artırılacak, kamu kuruluşlarına
Yunanistan işçi sınıfı bu büyük sosyal yıkım saldırısına karşı genel grevlerle, sokak gösterileriyle ve değişik direniş biçimleriyle karşı koymaya çalışıyor. İşçi sınıfı içersinde kapitalizme karşıtlık temelinde bir farklılaşma yaşanıyor. Sendikal bürokrasi, reform ve iyileştirme programlarına karşı düzen içi çare arayışlarıyla işçi sınıfının devrimci enerjisini tüketme görevini üstlenmiş bulunuyorlar kapatma ya da birleştirme ve özelleştirme, vergi kaçakçılığıyla mücadele, savunma, kamu ve sağlık harcamalarında kesinti. Yunan hükümeti, Temmuz ayı ortasına kadar gerekli krediyi almak için 28,4 milyar euroluk tasarruf paketiyle ilgili yasa tasarılarının parlamentoda kabul edilmesi için çaba gösterecek. Söz konusu paketle ilgili yasa tasarısı 29 Haziran’da parlamentonun onayına sunulacak. Emperyalist AB, Yunan parlamentosuna, tasarruf paketi yasa tasarısını geçirmesi için 3 Temmuz’a kadar süre verdi. Euro Bölgesi Maliye Bakanları, Yunanistan’ın 110 milyar euro tutarındaki yardım paketinin beşinci dilimi olan 12 milyar euroyu alabilmesi için tasarruf paketi yasa tasarısını 3 Temmuz’a kadar geçmesini şart koşmuş bulunuyor. Yunanistan, Temmuz ayı ortasına kadar 12 milyar euroluk dilimi alamazsa vadesi gelmiş borçlarını ödeyemeyeceğini açıklamıştı. Yunan hükümeti, 15 Temmuz’da 2,4 milyar euro, 22 Temmuz’da 2 milyar euro ve 20 Ağustos’ta 5,9 milyar euro borç ödemesi yapacak. Yunanistan’daki ekonomik ve siyasal kriz işçilerin, gençlerin, devrimci kitlelerin sokaklardaki muhalefetiyle, sokakların tutuşması ve özgürleşmesiyle, parlamentonun kuşatılmasıyla büyüyor. Kitleler sokağa dökülmüş durumda ve eskisi gibi yönetilmek istemiyorlar. İflas halindeki kapitalist ekonomi, kriz halka fatura edilerek kurtarılmaya çalışılıyor. Grev ve gösteriler birbirini izliyor. Genel grevler hayatı durduruyor, kapitalist ekonomiyi felç ediyor. Sokaklar tutuşuyor, meydanlar özgürleşiyor. Parlamento devrimci kitleler, işçiler ve gençler tarafından kuşatılıyor. Parlamentoya, burjuva siyasal partilere olan güven hızla azalıyor, parlamento dışı muhalefet büyüyor. Bununla birlikte ekonomik ve siyasal kriz, devrimci bir işçi iktidarı alternatifiyle birlikte, bunun organlarını ortaya çıkartmaya başlayarak ilerlemiyor. Hareket, halktan çalınanların geri verilmesini isteme, krizin
IMF, AB ve Avrupa Birliği Merkez Bankası Yunanistan’ın “kurtulması” için “tasarruf önlemlerine” gitmesi gerektiğini vaaz ediyorlar. “Tasarruf, önlem, kesinti!” bu üç kavram mali sermayenin ağzından düşürmediği olmazsa olmazları arasında yer almaktadır. Çünkü bu üç kavram işçi sınıfının kazanılmış bütün haklarının geri alınması anlamına gelmektedir. Bunun açık anlamı şudur; 10 binlerce işçinin işine son verilmesi, daha az sayıda işçiyle daha çok üretim yapılması, Limanlar, havaalanları ve demir yollarının emperyalist tekellere satılmasıdır. 28 milyarlık bir miktarın işçi sınıfı ve emekçilerin, emeklilerin, ücretinden, sağlık sigortasından kesilmesi ve ulaşıma, enerjiye, iletişime zam anlamına gelmektedir. Belirttiğimiz gibi asıl olarak işgücünün değersizleştirilmesidir. ‘Sosyal sefillik önlemleri’ işçi sınıfı tarafından protesto edilecek. Sendikalar, alınan önlemlerin "sosyal sefillik önlemleri" olduğunu belirterek, çalışanların ve emeklilerin maaşlarının korunmasını talep ediyor.
faturasını ödememek düzeyinde seyrediyor. Burjuva hükümet ve parlamento zayıflamış, güç kaybına uğramış, öfke ve alay konusu olmuş olmakla birlikte krizi halka fatura eden yasaları geçirebildi. Hükümet, AB+IMF reçetesini zor da olsa geçirerek son raundu kazanmış olsa da Yunanistan’daki ekonomik krizin derinliği ve kısa sürede çözümünün olmayışıyla, emekçi kitleleri bekleyen yeni faturaların oluşuyla sokaklardaki hareketin sıçrama ve
Yunanistan’da kamu ve özel sektörde çalışan işçiler, yeni saldırı programının Yunan Parlamentosu’nda oylamaya sunulmasını protesto etmek amacıyla 48 saatlik grev kararı aldı. Yunanistan Kamu Çalışanları Konfederasyonu (ADEDY) ile İşçi Sendikaları Federasyonu (GSEE), Orta Vadeli Program’ın görüşüleceği ve oylamaya sunulacağı 28-29 Haziran günleri için 48 saatlik grev ilan etti. Yunanistan işçi sınıfı bu büyük sosyal yıkım saldırısına karşı genel grevlerle, sokak gösterileriyle ve değişik direniş biçimleriyle karşı koymaya çalışıyor. İşçi sınıfı içersinde kapitalizme karşıtlık temelinde bir farklılaşma yaşanıyor. Sendikal bürokrasi, reform ve iyileştirme programlarına karşı düzen içi çare arayışlarıyla işçi sınıfının devrimci enerjisini tüketme görevini üstlenmiş bulunuyorlar. Sınıfa karşı sınıf! Kapitalizme karşı sosyalizm! Karşıtlığı ve programı temelinde gelişmeyen her mücadele son tahlilde yenilgiyle sonuçlanmaya mahkumdur. Yunanistan işçi sınıfı bu kopuşu gerçekleştirecek devrimci mayaya sahiptir.
devrimci krize dönüşme imkanı bulunuyor. Hükümet ve parlamento krizlerine yol açsa da böylesi krizlerin burjuva demokrasisi içerisinde sivil toplum ağlarıyla, hükümet, parlamento değişikleriyle, yeni partilerin öne çıkartılmasıyla kapitalist sistem korunarak aşılmasında, sokak hareketinin kontrol altına alınması ve bastırılmasında -vahşetin uygulanmasında da havuç politikalarında da- hem Yunan burjuvazisi, hem Avrupa burjuvazisi büyük bir yönetim tecrübesine sahip.
Emekçilerin ve işsiz kitlelerin sokaklarda yaşattığı özgürlük tanımı, iki gencin duvara yazdığı slogan ile başladı
6XUL\H GH KDON UHMLPL \ÜNPDN LVWL\RU G
erici Baas diktatörlüğü, ülkeyi ordu güçleriyle bir uçtan bir uca kuşatmasına, elindeki bütün şiddet olanaklarını kullanmasına rağmen ayaklananları dize getirmeyi başaramıyor. Her geçen hafta yeni kentlerden sokak gösterileri haberleri geliyor. Suriye’de gerici rejime karşı 3 ay önce iki gencin Deraa kentinde duvara `halk rejimi yıkmak istiyor` diye yazmalarının ardından tutuklanmaları ve ağır işkence görmeleriyle başlayan ayaklanma sürüyor. Şimdiye kadar 1400 kişinin diktatörlük güçlerince katledildiği bildiriliyor. Gerici Baas diktatörlüğü, ülkeyi ordu güçleriyle bir uçtan bir uca kuşatmasına, elindeki bütün şiddet olanaklarını kullanmasına rağmen ayaklananları dize getirmeyi başaramıyor. Her geçen hafta yeni kentlerden sokak gösterileri haberleri geliyor. Asıl önemlisi gösterilere katılımın giderek arttığı gözleniyor. Bütün toplumu kucaklayan bir karşılık bulamasa da, Humus ve Hama dahil olmak üzere bazı Suriye kentlerinde genel grev ilan ediliyor. Kitle hareketinin bütün ülkeyi sarması ve katliamlara rağmen gücünü arttırarak koruması, gerici rejimi reform vaatleriyle toplumsal uzlaşma arayışlarına yönlendiriyor. Ayaklananların bilinci gerici diktatörlük tarafından kaba şiddetle kısmi reform sarmalı arasına sıkıştırılmak isteniyor. Rejim her iki araçtan birincisini öncelikli olarak, ikincisini diğeriyle bağlantılı bir şekilde devreye sokuyor. Rejim, Suriyeli emekçileri din ile kolayca yönlendirebileceğini düşünerek yeni bir dini televizyon kanalı açıyor. Suriyeli Bakan El Seyyid, din
ziden istedikleri reform taleplerini aşıyor. Bu akımların talepleri burjuvazi tarafından giderek emekçilerin kapitalizmi reforme edilmiş haliyle kabullenişlerinin bir olanağına çevirdikleri ölçüde kabul görüyorlar. Diğer yandan, ABD’nin Müslüman Kardeşleri Ortadoğu’daki ayaklanmalar sonrası Mısır’da yapmaya çalıştığı gibi neoliberal yeniden yapılanma süreçlerine koşacağı biliniyor.
alimleri, cami imamları ve vaizlerle yaptığı görüşmede din adamlarının halkı bilinçlendirmedeki rollerine dikkat çekerek, halkı bilinçlendirmek amacıyla, din adamlarının vaazları ve Cuma hutbelerinin yanı sıra dini sohbetlerin yer alacağı ‘Nur El Şam‘ isimli bir uydu kanalının kısa sürede kurulacağını söylüyor. Ancak ayaklananların sokaklardaki özgürlük projesi dinsel motiflerle örtülmüş muhalif gibi görünen islami akımların da, oluşturulmaya çalışılan devletin İslamının da çizdiği sınırları öteliyor. Suriyeli Müslüman kardeşler örgütünün gelişen hareket içerisinde sınırlı bir etkiye sahip bir konumda olduğu biliniyor. Geçmişte Baas rejimiyle çatışan örgüt,şimdi bir dizi reform talebiyle ayaklananların içerisinde tutunmaya çalışıyor.Tutunmaya çalışıyor diyoruz, çünkü örgüte bir destek de tarihsel bakımdan örnek aldığı Mısır’daki Müslüman kardeşlerden geliyor. Mısır Müslüman Kardeşler örgütü tarafından Suriye’de yaşanan son gelişmeler ile ilgili yapılan
açıklamada Beşar Esad yönetiminin göstericilere karşı uyguladığı sert müdahale tarzı eleştiriliyor. Müslüman Kardeşler örgütü tarafından sıralan talepler şunlar: “Suriye’nin kent ve kırsal kesimlerinde konuşlanmış ordu birliklerinin derhal bu bölgeleri boşaltılacak. Acil ve koşulsuz olarak hapishanelerdeki siyasi mahkumlar serbest bırakılacak ve can güvenliği sağlanacak. Suriye halkının özgürlük ve adalet taleplerine biran önce olumlu cevap veren adımlar atılacak. Ülkede siyasi partilerin özgürce kurulabilmesi için gereken yasalar çıkarılacak ve politik adımlar atılacak. Yeni hazırlanacak anayasaya Suriye halkının talepleri yansıtılacak ve milli menfaat gözetilecek.” Politik çizgi bakımından siyasal İslamın bulunduğu bütün ülkelerde düzenle barışık yaşama doğrultusunda konumlandığı bu taleplerden bir kez daha doğrulanıyor. Suriyeli emekçilerin gerici Suriye burjuva düzeni ile doğrudan sınıfsal çelişkilerinden kaynaklanan çatışmalarının düzlemi, İslami akımların burjuva-
3 aydır Suriye’nin sokaklarını işgal etmiş bulunan işçiler ve işsizler özgürlük istiyorlar. Bu özgürlüğün mevcut rejimin gitmesiyle geleceğini söylüyorlar. Onyılların birikiminden patlamış, temelinde sınıfsal çelişkilerin yattığı bu öfke özgürlüğü talep ederken, siyasal burjuva demokrasisi ile beklentilerinin karşılanabileceği yanılgısını taşıyor. Kapitalist rejimlerin, burjuvazinin bu yanılgıyı nasıl iç restorasyon sürecine çevirdiği acı deneyimlerle bilinen bir gerçek. Suriye’de sol olarak adlandırılan akımların bir kısmı rejim ile ayaklananlar arasında reform köprüsü kurmak istiyorlar. Bu akımların Suriye’deki burjuva iktidarına sınıfsal karşıtlık temelinde konum almayışları böylesi bir devrimci kitle hareketi karşısında onları hızla reformculuğun savunucusu haline getiriyor. Emekçilerin ve işsiz kitlelerin sokaklarda yaşattığı özgürlük tanımı, iki gencin duvara yazdığı “halk rejimi yıkmak istiyor” sloganı ile başladı. Ayaklananların üç aydır durmak bilmez enerjisinden bu anlaşılıyor.Gelinen aşamada yıktıktan sonra ne koyacağız? Burjuva siyasal demokrasi mi, işçilerin sosyalist demokrasisi mi? İşçilerin yoksulların gerçek özgürlük tanımı bu soruda düğümleniyor.
ûLOL GH SROLV LüJDOFL |ùUHQFLOHUL J|]DOW×QD DOW×
0×V×U GD HPHNoLOHU FXQWD\× KHGHI DO×\RU
Suriye'de rejim karşıtı gösterilerle tanınan Humus'a bağlı Rastan ile Talbiş kentlerini tanklarla kuşatmaya alan ordu, kentlere top saldırıları düzenledi. Saldırı sonucu çok sayıda kişinin öldüğü veya yaralandığı kaydedildi. Bir görgü tanığı, telefon ve elektriklerin kesildiği kentlerin tamamen kuşatıldığını söyledi.
Mısır’da Mübarek’in yargılanmasını isteyen göstericilere polisin müdahale etmesi sonucu 20’den fazla kişinin yaralandığı, 2 kişinin de öldürüldüğü bildiriliyor.
Ülkenin doğusundaki Deyr El Zor kentinde ise rejim karşıtı gösteri düzenleyenlere ateş açıldı. İnsan hakları aktivisti Mustafa Osso, sabah saatlerinde 8 bin kişinin katıldığı gösteride, güvenlik güçlerinin ateş açması sonucu çok sayıda kişinin yaralandığını söyledi. Osso, başkent Şam'ın Zabadani ve Duma semtlerinde de gece saatlerinde gösterilerin yapıldığını belirterek, göstericilerin "halk, rejimin devrilmesini istiyor" sloganları attıklarını aktardı.
‘‘Baltacı’‘ olarak isimlendirilen çeteler göstericilere saldırdı. ‘‘Baltacı’‘ların bölgeden ayrılması ile birlikte polisler, muhaliflerin de Tahrir Meydanı’nı boşaltmasını istedi.
Suriye'de Cuma günü ülke genelinde düzenlenen gösterilerde, askerlerin açtığı ateş sonucu en az 7 kişi öldü. İnsan hakları örgütlerine göre ülkede 15 Şubat'tan bu yana devam eden gösterilerde binden fazla gösterici hayatını kaybetti, 10 binin üzerinde kişi gözaltına alındı. Suriye yetkilileri göre olaylarda ayrıca 143 asker, polis ve güvenlik görevlisi öldü.
Göstericiler, 18 gün süren ayaklanma sırasında yakınlarının ölümüne yol açan güvenlik güçlerinin hala yargı önüne çıkarılmamasından rahatsız. Göstericiler Mübarek’in bir an önce yargılanmasını ve cezaevine gönderilmesini istiyor.
Muhaliflerin direnmesi üzerine polis önce göz yaşartıcı gaz kullandı, ardından da havaya ateş açtı. Muhaliflerin de güvenlik kuvvetlerine taş ve sopalarla karşılık vermesiyle büyüyen olaylarda 20’den fazla kişinin yaralandığı belirtildi. Askeri birliklerin Tahrir Meydanı’na girerek kontrolü ele geçirmeye çalıştıkları, fakat göstericilerin direndiği bildirildi. Mısır’da ‘ikinci Tahrir devrimi’ olarak adlandırılan gösteriler burjuva basında eskisi kadar yer almıyor, çünkü göstericiler daha ileri taleplerle yürüyorlar. 25 Ocak’ta başlayan halk ayaklanmasında yakınlarını kaybedenler de Tahrir Meydanı’nda toplanarak
Mübarek’in yargılanması istemiyle gösterilerde yerlerini aldı. Göstericilerin olay sırasında “Kahrolsun askeri cunta” şeklinde sloganlar attığı bildiriliyor. Binlerce Mısırlı emekçi ve işsiz, ülkenin başkenti Kahire’nin Tahrir Meydanı’nda toplanıyor. Protestoları ‘ikinci devrim’ olarak adlandıran göstericiler, ülkenin başka kentlerinde de sokağa çıkılması çağrısı yapıyor. Hüsnü Mübarek iktidarının devrilmesinin ardından yönetimi devralan askeri cuntanın Burjuva neoliberal demokrasi planı öncesi uygulamalarını protesto edenler cuntayı hedef alan taleplerle meydanları dolduruyorlar.