im15

Page 1

'HSUHP (UFLĂź WH SHNL GHYOHW QHUHGH " 1999 depremini mezarda emekliliÄ&#x;i parlamentodan geçirmek ve sermayeye bayram armaÄ&#x;an etmek için kullanan, deprem vergisi icat eden, vergiyi kalÄącÄąlaĹ&#x;tÄąrarak emekçileri on yÄąldan fazladÄąr soymayÄą baĹ&#x;aran devlet, iĹ&#x;çi ve emekçi için cellatlÄąk ve ĂślĂź soyuculuktan baĹ&#x;ka bir iĹ&#x;levi olmadÄąÄ&#x;ÄąnÄą bir kez daha kanÄątladÄą.

• 4

6Ă—QĂ—I ELOLQoOL LĂźoL G ß QPHNWHGLU • 3

\DĂ­DVĂœQ

sosyalist

6D\Ăœ .DVĂœP 7/

1H WDGĂ—PĂ—] RUWDNWĂ—U QH DFĂ—PĂ—]

Líà L GHmokrasisi úßoLOHULQ KDN HWPHGLÚL UHIDK

Enerji bakanÄą, "gĂźn ÄąĹ&#x;ÄąÄ&#x;Äąndan daha fazla yararlanmak ve verimliliÄ&#x;i arttÄąrmak için, mesaiyi sabah saat 6'da baĹ&#x;latmaya ve Cumartesi gĂźnlerini de çalÄąĹ&#x;ma gĂźnlerine dahil etmeye hazÄąrlandÄąklarÄąnÄą" buyurdu. Bakan YÄąldÄąz, "bunun çalÄąĹ&#x;anlarÄąn uykusundan fedakarlÄąk olmayacaÄ&#x;ÄąnÄą, bĂśylece çalÄąĹ&#x;anlarÄąn daha erken yatacaÄ&#x;ÄąnÄą" sĂśyleyerek, yĂźreÄ&#x;imize su serpti. "Cumartesi gĂźnlerinde tam ya da yarÄąm gĂźn mesai yapÄąlmasÄą için harekete geçecek"miĹ&#x;; "zenginleĹ&#x;meyi ancak çalÄąĹ&#x;mayla elde edebilir"miĹ&#x;iz. • 10

:DOO 6WUHHW YH SDSD]ODUĂ—QĂ—Q NĂ—]Ă—O KD\DOHW NRUNXVXQX EÂ \Â WHOLP

Depremin de bir kez daha ortaya gĂśsterdiÄ&#x;i, bugĂźn TĂźrk ve KĂźrt iĹ&#x;çilerden gizlenmek istenen gerçek Ĺ&#x;udur ki, bizim sizinle ne tadÄąmÄąz ortaktÄąr, ne acÄąmÄąz!.. O enkazlarÄąn altÄąnda kalanlar burjuvalar deÄ&#x;il KĂźrt iĹ&#x;çi ve emekçileri, kÄąr ve kent yoksullarÄądÄąr. Egemen ulus Ĺ&#x;ovenizmi, KĂźrt ulusuna bir dĂźĹ&#x;mansa, ezilen ulustan iĹ&#x;çi ve emekçilere bin dĂźĹ&#x;mandÄąr! KĂźrt ve TĂźrk iĹ&#x;çiler, kent ve kÄąr yoksullarÄą ise, TĂźrk ve KĂźrt burjuvalarÄąyla sÄąnÄąf dĂźĹ&#x;manÄądÄąrlar. SÄąnÄąrlar, duvarlar iĹ&#x;te tam buradan çekilidir!

)DEULNDODUGD HPHNoL PDKDOOHOHULQGH VRNDN YH PH\GDQODUGD KD]Ă—UODQPD\DQ

AQD\DVDGD LĂźoLOHU \RNWXU Bu anayasa tekellere, bankalara, holdinglere, vakÄąflara, plaza ve villalara, bunlarÄąn hepsinin sahibi burjuvaziye sÄąnÄąrsÄąz ĂśzgĂźrlĂźk saÄ&#x;larken; iĹ&#x;çilere, kent ve kÄąr yoksullarÄąna, kadÄąnlara, gençlere daha aÄ&#x;Äąr koĹ&#x;ullarda yaĹ&#x;amayÄą, daha fazla sĂśmĂźrĂźlmeyi ve geleceksizliÄ&#x;i vaat ediyor. Bundan dolayÄą bu anayasayla iĹ&#x;çinin sahip olduÄ&#x;u son haklar da elinden alÄąnÄąrken birey olarak daha fazla sĂśmĂźrĂźleceÄ&#x;i ve kĂśleleĹ&#x;eceÄ&#x;i kapitalistlerin KĂślece ÇalÄąĹ&#x;ma Stratejisi‘ne mahkum • 8-9 ediyor. Bundan dolayÄą bu anayasada iĹ&#x;çiler, iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą yok!

Hareketin kĂźreselleĹ&#x;me sĂźrecinde nasÄąl bir Ĺ&#x;ekil kazanacaÄ&#x;ÄąnÄą zaman gĂśsterecek. BugĂźnkĂź dĂźnya çapÄąndaki eylemlerden gelen haberlerde de gĂśrĂźldĂźÄ&#x;Ăź gibi, krizin daha Ĺ&#x;iddetli yaĹ&#x;andÄąÄ&#x;Äą ve mĂźcadele geleneÄ&#x;inin olduÄ&#x;u Ăźlkelerde daha militan bir karakter kazanma, sĹçrama dinamikleri de var. • 15


2

NƦN RJHQNXN

.DUGHíOLN NRNXVX NDUGHíOLN VHODPÜ

Yine bir deprem yine yıkım yine ölümler yine viraneye dönen kentler. Bu kez yıkımın adresi Van. Dün Körfez, Düzce, Kütahya… depremleri, Japonya‘da tsunami, Fukişima‘da nükleer sızıntı, New Orleans‘ta tufan, bugün Tayvan‘da sel, Van‘da deprem. Kapitalizm doğa olayları karşısında çaresiz. Çünkü onun doğasında ki kar hırsı bu yıkımların mimarı.

sendikalar, devrimci, demokrat kurumlar harekete geçtiler. İşçi emekçilerin kardeş selamını aksatmadan ulaştırmak için seferber olundu.

Van‘da depremlerde yaşanan yıkımların yıllardır değişmeyen çarpık yapılaşma ve buna yol açan kapitalist politikalardan kaynaklandığı bir kez daha görüldü. Depremden sonra halk kendi imkanlarıyla enkazı kaldırmaya ve altındakileri kurtarmaya çalıştı. Devlet yetkililer ise sadece açıklama yaptı. Başbakan bakanlar sürüsüyle kente koştu ana muhalefet eksik kalmayacağını bildirdi. Ama ortada yardım yok düzenli bir kurtarma çalışması yok. Burjuva devlet yine ortada yok!

İşçi Meclisi okurları olarak kardeş kokusunu kardeş selamını Van'a ulaştırmak için bulunduğumuz her yerde dayanışma örmeli, yardımların organizasyonuna katılmalı ve doğru adrese ulaştırılmalarına çalışmalıyız.

Burjuvazinin sözcüleri ise salyalar akıtarak Van'ı yeniden inşaa etmekten bahsediyor. Leşe üşüşen iştahlı akbabalar gibi.

BDP yardımlar için adres olarak Van Merkez Belediye Garajı Kriz Masası adresini veriyor. Telefon ise 0 432 214 83 81.

Yine kardeşlerinin yardımına koşturan, seferber olanlar işçiler, emekçiler. Dört bir yanda dayanışma ağları örüldü, yardımlar aktı kente. İşçilerin emekçilerin üstünden nemalananlarda bu çaba karşısında sessiz kalamıyor,, şirin görünmek için onlarda yardım koşuşturmasına katılmak zorunda kalıyorlar. Tek dert yardımların reklam olarak geri dönmesi.

İşçi ve emekçiler, dişinden, asgari yaşam olanaklarından kıstığı, ya da parası olmadığı için evindeki eşyasını satıp verdiği dayanışma çabasıyla, bir dizi oda, işçi ve kamu çalışanı sendikasının tabanlarından

Peki devlet ne yapıyor? Depremde yaşanan ölümlerin sorumlusu olan burjuva devlet önce ortada görünmeyerek her afette olduğu gibi bu afette de işçi ve emekçiler için ne kadar gereksiz ve yük bir kurum olduğunu bir kez daha gösterdi. Sonra sahneye çıkıyor ve yardımların dağıtımını aksatıyor bu kezde. Ya da yardımları kendi kontrolüne almak için manipülasyona başlıyor. Ama patronlarada onların devletinede son asker ölümlerinin ardından yükseltilen şovenist saldırganlığa da net cevap işçi emekçilerden geldi. Van‘da yaşanan deprem karşısında seferber olan işçi emekçiler adeta "sınırlar halklar arasında değil sınıflar arasında" dedi. Van‘a dörtbir yandan yardımlar akmaya başlarken bir taraftanda yeni yeni kampanyalar düzenlenerek yardım malzemelerinin kente ulaştırılması sağlanmaya çalışılıyor. KESK, TMMOB başta olmak üzere

Bu seferberlik karşısında BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş twitter hesabından "Türkiye'nin dört bir yanından gelen yardımlarda kardeş kokusu, kardeş selamı var. Herkese teşekkürler" dedi.

Gönderilen yardımların adresine ulaşması için takipçi olmamız şart. TMMOB ve KESK bu konuda aracılık görevini üstlendiler. Yardımlar bu kurumlar üzerinden ulaştırılabilinir.

gelen dayanışma seferberliğiyle, atık kağıt işçilerinin Van'daki kardeşleri için gösterdikleri dayanışmayla…., burjuvaların iki yüzlü sadakalarının "tek yürekliğini" değil, bunlar arasındaki sınıfsal, toplumsal, insani her açıdan derin ayrım ve karşıtlığı sergiledi.

Enkaza dönen kentteki kardeşlerimize asıl kardeş selamını, kardeş kokusunu ulaştırmak herkesden önce bizim işçi ve emekçilerin görevi. Geri dönüşüm işçilerinin altını çizdiği gibi "Biz çok özel bir şey yapmıyoruz, yapmamız gerekeni yapıyoruz".

2 HNUDQ×Q ELU GH G×ü× YDU 0 JH $QO× Ev kadınlarını ekran başında uyuşturan kadın programlarından biri olan Mektubunuz Var'da Kürt halkına "Herkes haddini bilecek. Yeri geldi mi taş atacaksınız, kuş avlar gibi polis asker avlayacaksın sonra yardım isteyeceksin. O polisler hemen yardımına koştu oradakilerin. O taş atanların eli kırılsın" diye hakaret eden Müge Anlı'ya protestolar yağdı. Yayıncılık hayatına magazin bebeği olarak başlayan ve "ekran polisi" olarak sürdüren Anlı'nın sunuculuğunu yaptığı polis destekli program, son yıllarda kayıp ya da katledilmiş yakınlarını arayan kişilerin adresi olarak rating rekorları kırıyor. Programına katılanları polis gibi sorgulayan Müge Anlı'nın son marifeti, Kürt halkına devlet ağzıyla saldırmak oldu. 12,5 yıl önce Ahmet Kaya'ya çatal bıçak fırlatan şovenistlerin içerisinde yer alan Anlı, hedefe bu kez de Kürt halkını çakma pervasızlığında bulundu.

Şovenizmin şaha kalktığı çam devirmesiyle medyanın içinden de eleştiri alan Müge Anlı, bir başka magazin bebeği olan Esra Erol'un evlendirme programına bağlanarak sözlerinin arkasında olduğunu söyledi. Muhtemelen her yerin kamera önü olmadığını, ATV'nin bir de kapısının dışı olduğunu hatırlayan Anlı, söylediklerinin yanlış anlaşıldığının altını çizmeyi de ihmal etmedi! Müge Anlı'ya sert bir dille yanıt veren BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, "Deprem kadar yıkım yaratan faşizan ırkçı tutumlardır. İnanıyorum ki, herkes tarafından da mahkum edilmiş bir duygu olarak asla ve asla yaşam bulmayacak davranışlardır. Bazı televizyon programcılarının ‘ırkçılık mezunu faşizmde doktora yapan bu plastik oyuncaklar' inanıyorum ki televizyonda daha fazla yer alamayacaktır. Yaymaya çalıştıkları bu faşisan ırkçı anlayışın, hiçbir

toplumsal kesimde hakim düşünce olmayacağını göreceklerdir. Halkın yaptığı, gösterilen dayanışma böylesi zihniyetleri pratikte mahkum etmiştir. Şu saate kadar depremle ilgili sınavını Türkiye başarıyla vermiştir" dedi. Ancak tıpkı Fatih Altaylı'nın kadın cinayetleriyle ilgili kadın katili manşetinde olduğu gibi, Müge Anlı'nın rating rekorları kıran ve kadın beynine zarar programının da yayından kaldırılması beklenmiyor.

İşçi Meclisi - Yerel Süreli Siyasi Dergi - Sayı:15- Fiyat: 1 TL Pina Basım Yayım San. ve Tic. Ltd. Şti. adına sahibi Hüseyin Kezik Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ali Filizler Adres: Bereketzade Mah. Büyükhendek Cad. Portakal Sok. No: 2/11 Beyoğlu/İstanbul Tel: 0 212 251 20 89 Hesap No: İş Bankası Koca Mustafapaşa Şubesi 1105 0792812 Baskı: Özdemir Matbaası Adres: Davutpaşa Cad. Güven Sanayii Sitesi C Blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel: 0212 577 54 92


3

NƦN RJHQNXN

6ÜQÜI ELOLQÁOL LíÁL GÖíÖQPHNWHGLU Fırat suyu bütün bir bölgeyi Takma adlarla dolanmak Zorundadır (Cemal Süreya)

Özgürlükse herkese özgürlük olmalı. Kürt işçisi de kendi dilini özgürce kullanacak, kendi sözünü özgürce söyleyecek, cezaeviyle, ölümle tehdit edilmeyecek. Halklar kardeştir, işçiler olarak birlikte mücadele etmeliyiz

A

sker cenazeleri geldi. Neden hiçbiri villalardan, zengin konutlarından, gökdelenlerden değil de; hep gecekondulardan, mahallelerden, emekçi semtlerinden, köylerden, kasabalardan, büyük şehrin varoşlarından kaldırılıyor? Asker cenazeleri geldi. 30 yıldır geliyor. Her ölümle birlikte kentler, resmi binalar, evler, sokaklar tekrar tekrar bayraklarla donatılıyor. Bu bayrak neden işçi ölümlerinde, iş cinayetlerinde, başka felaketlerde değil de, sadece bu uzatılmış kirli savaşta hatırlanıyor? Asker cenazeleri geldi. Neden TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB, tüm patron örgütleri liberal dinci, milliyetçi sendikalarla birlikte protesto yürüyüşü düzenliyor ve işçiyi patronla "teröre karşı birlik olmaya" çağırıyor? Asker cenazeleri geldi. Tüm Süper Lig futbol takımları ve tuzu kuru futbolcuları federasyonun örgütlemesiyle neden her golden sonra asker selamına duruyorlar? Asker cenazeleri geldi. Zamlar, hayat pahalılığı, kriz, işsizlikle değil de; neden tüm medya "terör örgütü" analizleriyle programlarını dolduruyor? Asker cenazeleri geldi. Şili’de, Avrupa’da, Amerika’da, tüm dünyada gençler diplomalı-diplomasız işsizliğe karşı kitlesel eylemlerle tepkilerini koyarken, neden bu ülkede okul giysileriyle ırkçı yürüyüş ve saldırılara katılsın isteniyorlar?

Asker cenazeleri geldi. Üstüne bir de bir Kürt ilinde yüzlerce insanın öldüğü bir deprem yaşandı. Van’da insanlar binaların altından dahi çıkarılmamışken, neden patronlar iştahla yeni konut fiyatlarının hesabını yapıyor, yıkımın ekonomiyi canlandırıcı etkisini hesaplamaya girişiyorlar? Asker cenazeleri geldi. Üstüne bir de deprem felaketi. Neden hep meslek lisesindeki işçi-öğrenciler, ataması zar zor yapılmış eğitim işçileri, Kürt işsizleri, emekçi Kürt kadınları yıkılan evlerin altında kalıyor? Asker cenazeleri geldi. Üstüne bir de deprem felaketi. Devlet nerede, diye haykırıyor dondurucu soğuğun altında bir battaniye peşinde koşan Kürt inşaat işçisi. Devlet Şırnak’ta, Hakkâri’de kendi ulusal sınırları içindeki dağları bombalıyor, köyleri abluka altına alıyor. Kapitalist devlet "terör örgütüne karşı" sınırlarını koruyor! Devlet asker cenazelerine yeni cenazeler eklemenin peşinde, devlet intikam peşinde aynı gün Kuzey Irak’a operasyon düzenliyor. Devlet, deprem bölgesinde seçilmiş belediye başkanlarını cezaevine koymak için

örgütlenmiş. Devlet, göçük altında kalmış ailelerine yardım etmek için yıkılan duvardan kaçmış cezaevi mahkûmlarını tekrar hapsetmenin, cezaevi duvarlarını daha yüksek inşa etmenin peşinde. Asker cenazeleri geldi. Üstüne bir de deprem felaketi. Bir kent, neredeyse bir milyon insan, çoluk çocuk kar altında, dondurucu soğukla yüzyüze. Geçici deprem konutu yok! Çadır hiç yok! Oysa her asker cenazesinden sonra satılan bayrakların kumaşlarını toplasak, tüm kenti kerelerce örtecek büyüklükte çadır eder. Devletse beş çadırı dağıtmaktan aciz. Sınıf bilinçli işçi düşünmektedir: Asker cenazeleri geldi. Televizyonlar bunların haberleriyle doldu. "Terör örgütü" denen, "karşı taraf " denen gerilla cenazeleri neden bir hınç alma istatistiği olarak geçiştirildi, onların hikâyeleri medyada hiç yer bulmadı? Neden depremde tek tek kurtarma mucizelerini dinledik televizyonlardan, ama «organizasyonluk» denen kapitalist devletin insani olana yabancılığının, bağdaşmazlığının üzerinde hiç durmadık, bunu geçiştirdik? Depremin çözümünü inşaat sanayinin gelişimine, «yık-yap-sat" tarzı yeni bir kapitalist inşaat sektörü hamlesine bağladık? Başbakan neden deprem gibi bir insani felakette bile insanların gözünün içine baka baka «politika yapmayın» diyerek çatır çatır şoven politika yapmakta, «taş atmak için organize oluyorsunuz da, yardım dağıtmak için organize olamıyorsunuz» diyerek Müge Anlı’yı aratmaktadır? Tüm liberaller Müge Anlı isimli medya-magazin polisini eleştirirken, Başbakan karşısında suspus olmaktadır? Sınıf bilinçli işçi düşünmektedir: Ben Türk olmayı seçmedim. Böyle doğdum. Ben Kürt olmayı seçmedim. Böyle doğdum. Bulgar, Amerikalı, Fransız, Afrikalı da olabilirdim. Öyle doğmuş olsaydım. Peki, benim dışımda belirlenmiş bir şeyse bu, neden ulusal ayrımcılık yapılıyor? Neden Kürdü düşman bellemeliyim? Ben Türkçe konuşuyorum, eğitim alıyorum. Kürt işçinin de buna hakkı

olmalı. Kendi politikacısını da seçer, istediği gibi de örgütlenir. Bir yandan hakkı için mücadele eden Kürtleri tanımak, siyasi temsilcileriyle görüşmek zorunda kalan devlet, neden şimdi böyle asker cenazelerinde, depremde ikiyüzlülük yapıyor, timsah gözyaşları döküyor, beni patronlarla beraber teröre lanet okumaya çağırıyor, depremde alttan alta "bak Allah çarptı Kürtleri" diyor? Sınıf bilinçli işçi düşünmektedir: Asker cenazeleri geldi. Artık gelmemeli. Kentlerde siyasi operasyonlar, gözaltılar… Bir kere derhal askeri operasyonlar durmalı. Kirli savaşa son verilmesi lazım. Bu kirli savaşa gitmek, oğlumu göndermek hiçbir şeyi çözmez artık, bunu gördüm. Özgürlükse herkese özgürlük olmalı. Kürt işçisi de kendi dilini özgürce kullanacak, kendi sözünü özgürce söyleyecek, cezaeviyle, ölümle tehdit edilmeyecek. Halklar kardeştir, işçiler olarak birlikte mücadele etmeliyiz. Ulusu biz ortaya çıkartmadık. Burjuvazi çıkarttı. Patronlar zamanında bir sınır çizdi, bu alanda bu milleti sömürme hakkı benim, bu ülke bana ait dedi. Cepleri doldu. Kürtlere de, herkese de sen Türk oldun artık dedi, seni Türkçe dövüp, Türkçe sömüreceğim, dedi. Türkçesiyle, Kürtçesiyle depremin yıkıntısı altında sen kalacaksın, yardım çığlığına mecbur bırakılacaksın. Böyle şey olur mu? Sonra da başı sıkıştı mı, bizi, işçileri birbirimize düşürmeye koyuldu. Biz birbirimize düşman oldukça, patronlar aradan sıyrıldı. Oysa düşmanlık halklar arasında değil sınıflar arasındadır.

Bize, geçmişimize, bugünümüze en büyük düşmanlığı bu patronlar yaptı. Ama artık yeter. Asker cenazeleri geldi. Üstüne bir de deprem felaketi. Genelkurmayın operasyonda "etkisizleştirilenler"le ilgili verdiği sayı ile depremde ölenlerinki başa baş gidiyor. Yüzer yüzer ölüyoruz. Hep biz ölüyoruz, patronlar yaptıkları yardımları vergiden düşüyor. Biz ölüyoruz, inşaat sermayesi, TOKİ patronları büyüyor. Uyanmazsak başımıza daha çok felaket gelecek. Bizim bizden başka dostumuz yok. Devlet falan dost değil. Bu patronlar hiç değil. Kürt’üyle Türk’üyle işçinin işçiden başka dostu yok. Halklar kardeş, patronlar kalleş. İşçiler birlik oldukça, kol kola girdikçe birşeyler değişebilir. Yoksa dünya mahvoldu, mahvolmaya devam edecek; yaşadığımız hayat zaten hayat değil. Oysa Fırat suyunun bütün bölgeyi takma adlarla dolanmayacağı bir gelecek ancak sınıf bilinçli işçilerin gücüyle sağlanabilir. Oysa suyun, toprağın, evin, yaşamın satılmadığı, mülk edinilmediği bir geleceği bizler kurabiliriz. Oysa Türk-Kürt tüm uluslardan işçiler patronlar olmadan da üretebilir, ulusal-cinsel-sınıfsal ayrımcılığı kendi kendilerini yöneterek alt edebilir, yok edebilir, yeni bir hayatı üretebilir, özgürce ve eşit, sınıfsız ve sınırsız bir yaşamı kurabilir. Bunu biz işçiler yapabiliriz… Başka kimse değil!


4

NƌN RJHQNXN

'HSUHP (UFLĂ­ WH SHNL GHYOHW QHUHGH " 7,2

Ĺ&#x;iddetindeki deprem KĂźrt halkÄąnÄąn Ăźzerine yeni bir kabus gibi çÜktĂź. Depremin Ăźzerinden gĂźnler geçmesine raÄ&#x;men yĂźzbinler açĹkta. Van'Äąn yĂźzde 60'Äą yÄąkÄąk. 30-40 kĂśy yerle bir. 50 kĂśye hala "ulaĹ&#x;ÄąlamadÄą". Deprem bĂślgesinde çadÄąr ihtiyacÄą bile giderilmiĹ&#x; deÄ&#x;il. Ä°Ĺ&#x;in ucunda KĂźrt halkÄąnÄąn ĂśzgĂźrlĂźk çĹÄ&#x;lÄąÄ&#x;ÄąnÄą bastÄąrmak olunca bombalarÄą, kurĹ&#x;unlarÄą esirgemeyen devlet, halkÄąn derin acÄąlarÄą karĹ&#x;ÄąsÄąnda bir kez, bin kez, milyon kez daha ortada yok! Marmara, DĂźzce ve daha bir dizi depremde gĂśrdĂźÄ&#x;ĂźmĂźz o bildik filmin KĂźrdistan versiyonu kimbilir kaçĹncÄą kez sahneleniyor. Van'da 500 ila bin kiĹ&#x;inin ĂślĂźmĂź tarihe "afet" kategorisinden kaydedilmeye hazÄąrlanÄąlÄąyor. Ăœstelik tam da KĂźrt halkÄąna karĹ&#x;Äą her yerde linç ve provokasyonlarÄąn ĂśrgĂźtlendiÄ&#x;i, BDP binalarÄąnÄąn kundaklandÄąÄ&#x;Äą, hemen her ilde bir iĹ&#x;aretle yĂźzlerce, binlerce Ĺ&#x;ovenistin bir araya gelerek saldÄąracak KĂźrt avÄąna çĹktÄąÄ&#x;Äą, televizyonlardan pervasÄązca "KĂźrtler cezalarÄąnÄą depremle buldu" mesajlarÄąnÄąn verildiÄ&#x;i, "ilahi ikaz" karikatĂźrleriyle bir halkÄąn acÄąlarÄąyla alay edildiÄ&#x;i gĂźnlerde, tarihe pek sessiz bir kayÄąt dĂźĹ&#x;me bu! 1999 depremini mezarda emekliliÄ&#x;i parlamentodan geçirmek ve sermayeye bayram armaÄ&#x;an etmek için kullanan, deprem vergisi icat eden, vergiyi kalÄącÄąlaĹ&#x;tÄąrarak emekçileri on yÄąldan fazladÄąr soymayÄą baĹ&#x;aran devlet, iĹ&#x;çi ve emekçi için cellatlÄąk ve ĂślĂź soyuculuktan baĹ&#x;ka bir iĹ&#x;levi olmadÄąÄ&#x;ÄąnÄą bir kez daha kanÄątladÄą. 1999 depreminden beri 32 bin okuldan sadece 276'sÄą, yaklaĹ&#x;Äąk 10 bin hastaneden sadece 55'i gßçlendirildi. KardeĹ&#x;lik dayanÄąĹ&#x;mada TĂźrk devletinin ve yerel yĂśnetimlerin adet yerini bulsun kabilinden ulaĹ&#x;tÄąrdÄąklarÄą "yardÄąmlar"a karĹ&#x;ÄąlÄąk, KĂźrt halkÄą depremin yaralarÄąnÄą sarmak için bir ulusal seferberlik halinde ĂśrgĂźtleniyor. TĂźrkiye'nin dĂśrt bir yanÄąndan da devrimci ve demokratik gßçler, kitle ĂśrgĂźtleri, KESK'e baÄ&#x;lÄą sendikalar, TMMOB, TĂźrk devlet ve belediyelerinin kanallarÄąnÄąn dÄąĹ&#x;Äąndan iĹ&#x;çi ve emekçilerle birlikte KĂźrt halkÄąnÄąn acÄąlarÄąyla dayanÄąĹ&#x;ma sergiliyorlar. Gerçek "kardeĹ&#x; kokusu" kapitalizm enkazÄąnÄąn altÄąnda sesleri birbirine karÄąĹ&#x;an direĹ&#x;ken kalp atÄąĹ&#x;larÄąndan, yaĹ&#x;am umutlarÄąndan, Ĺ&#x;oven histeriye inat sergilenen bu dayanÄąĹ&#x;madan yĂźkseliyor. Devlet, olmasÄą gereken yerde! Peki "devlet nerede"? Irak sÄąnÄąrÄąnda, kara harekatÄąnda! ABD ve peĹ&#x;merge iĹ&#x;birliÄ&#x;i ve desteÄ&#x;i saÄ&#x;lanmÄąĹ&#x; olarak operasyonlarda sadece GĂźney KĂźrdistan deÄ&#x;il Kuzey'deki daÄ&#x; ve vadiler gĂźnlerdir bombalanÄąyordu. "Devlet nerede?" Van'da çadÄąrlarÄąn ulaĹ&#x;tÄąrÄąlmamasÄąnÄą protesto eden binlerce KĂźrt emekçinin Ăźzerine gaz bombalarÄąyla saldÄąrÄąyor! "Devlet nerede?" Enkaz altÄąnda, so-

yanlÄąsÄą olmayan" KĂźrtleri de çaÄ&#x;ÄąrÄąyor. "44 milyonluk Ä°spanya'da 11 milyon kiĹ&#x;i burjuvazinin çaÄ&#x;rÄąsÄąna uyarak bu tĂźr eylemlere katÄąldÄą. TĂźrkiye'de neden olmasÄąn‌" diye boncuk dizip Ĺ&#x;ovenizmin aritmetiÄ&#x;ini çĹkarÄąyor! SÄąnÄąf bilinçli iĹ&#x;çi elini, kalbini ve zihnini Ĺ&#x;ovenizmle kirletmeyecek!

O enkazlarÄąn altÄąnda kalanlar burjuvalar deÄ&#x;il KĂźrt iĹ&#x;çi ve emekçileri, kÄąr ve kent yoksullarÄądÄąr. Egemen ulus Ĺ&#x;ovenizmi, KĂźrt ulusuna bir dĂźĹ&#x;mansa, ezilen ulustan iĹ&#x;çi ve emekçilere bin dĂźĹ&#x;mandÄąr! KĂźrt ve TĂźrk iĹ&#x;çiler, kent ve kÄąr yoksullarÄą ise, TĂźrk ve KĂźrt burjuvalarÄąyla sÄąnÄąf dĂźĹ&#x;manÄądÄąrlar. SÄąnÄąrlar, duvarlar iĹ&#x;te tam buradan çekilidir! Ä&#x;ukta yaĹ&#x;am savaĹ&#x;Äą veren kardeĹ&#x;leriyle dayanÄąĹ&#x;mak için yardÄąm toplayan EÄ&#x;itim-Sen'li ĂśÄ&#x;retmen avÄąnda. Anayasaya baÄ&#x;lanan operasyonlar Devletin Oslo gĂśrĂźĹ&#x;melerini ve Ă–calan'la gĂśrĂźĹ&#x;meleri kesmesi, Suriye, fĂźze kalkanÄą gibi konularla birleĹ&#x;ik olarak ABD baĹ&#x;ta olmak Ăźzere emperyalistlerle daha kesiĹ&#x;en bir dÄąĹ&#x; politika hattÄąna geçmesiyle, KĂźrt ulusunu anayasal bakÄąmdan en geri dĂźzeyde haklara mahkum edecek bir politikayÄą fiilileĹ&#x;tirmeye giriĹ&#x;mesi, KĂźrt milletvekilerinin serbest bÄąrakÄąlmamasÄą, KCK operasyon ve tutuklamalarÄąnÄąn bĂźtĂźn illerde tÄąrmandÄąrÄąlarak yĂźrĂźtĂźlmesi, askeri operasyonlarÄąn Ĺ&#x;iddetlendirilmesi, buna karĹ&#x;ÄąlÄąk KĂźrt halkÄąnÄąn "demokratik Ăśzerklik" ilanÄąnÄą fiilileĹ&#x;tirmesi yeni anayasa sĂźreciyle doÄ&#x;rudan baÄ&#x;lantÄąlÄą geliĹ&#x;meler olarak gerçekleĹ&#x;iyor. Ĺžovenizmin aritmetiÄ&#x;i! PKK'nin kara harekatÄąna hazÄąrlanan birliklere yĂśnelik olduÄ&#x;unu açĹkladÄąÄ&#x;Äą eylemlerinde 26 askerin ĂślĂźmĂźnĂźn ardÄąndan her depremde yatÄąĹ&#x;tÄąrÄącÄą olarak baĹ&#x;vurulan "ulusal ortak acÄą" edebiyatÄąnÄąn bile geri plana atÄąldÄąÄ&#x;Äą yeni bir saldÄąrganlÄąk dalgasÄą baĹ&#x;latÄąldÄą. Sokakta yĂźrĂźyen, anadilinde konuĹ&#x;an KĂźrtlere, BDP binalarÄąna yĂśnelik linç provokasyonlarÄąnÄąn zinciri çÜzĂźldĂź. Ĺžovenizm stadlara taĹ&#x;ÄąndÄą. Sermaye ĂśrgĂźtleri, sendikalar, burjuva sivil toplum ĂśrgĂźtleri 30 Ekim'de TĂźrkiye'nin 7 ilinde 7 milyon kiĹ&#x;inin katÄąlacaÄ&#x;Äą Ĺ&#x;ovenist gĂśsteriler ĂśrgĂźtlemeye giriĹ&#x;tiler. Ĺžoven gĂśsterilerle saÄ&#x;lanmak istenen yalnÄązca KĂźrt halkÄąna gĂśzdaÄ&#x;Äą vermek deÄ&#x;il! AynÄą zamanda Ĺ&#x;ovenizmle gĂśzĂź dĂśnmĂźĹ&#x;, kararmÄąĹ&#x;, uyuĹ&#x;turulmuĹ&#x; iĹ&#x;çi ve emekçilerin kĂślece çalÄąĹ&#x;ma ve yaĹ&#x;am koĹ&#x;ullarÄąna, iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąna yĂśnelik kapsamlÄą saldÄąrÄąlara karĹ&#x;Äą gĂśstermelik bir yumruk bile olamamasÄą hedefleniyor! SÄąnÄąf bilinçli iĹ&#x;çinin duruĹ&#x;u Ä°Ĺ&#x;çi Meclisi, ĂśncĂź iĹ&#x;çileri askeri ope-

rasyonlarÄąn durdurulmasÄą, kirli savaĹ&#x;a son verilmesi, KĂźrt ulusuna ĂśzgĂźrlĂźk ve kendi kaderini tayin hakkÄą taleplerine sahip çĹkmaya çaÄ&#x;ÄąrÄąyor. BaĹ&#x;ka bir ulusu ezen bir ulus ĂśzgĂźr olamaz. KĂźrt ve TĂźrk iĹ&#x;çilerin kaderi, acÄąsÄą ve zaferi birdir. Bu tarifsiz acÄąlar geride bÄąrakÄąlmak, bitimsiz ĂśzgĂźrlĂźk ve zafer tadÄąlmak isteniyorsa, dĂźnyada milyonlarla yaĹ&#x;adÄąÄ&#x;Äą bir Ăźlkede dili bile tanÄąnmayan bir halka, KĂźrt halkÄąna karĹ&#x;Äą her tĂźrden ulusal inkar ve imhaya karĹ&#x;Äą tutum almak, egemen TĂźrk ulusunun Ĺ&#x;oven milliyetçi zehir ve provokasyonlarÄąnÄą boĹ&#x;a çĹkarmak ĂśncĂź iĹ&#x;çilerin gĂśrevidir. YĂźzbinlercesi BatÄąda en aÄ&#x;Äąr koĹ&#x;ullarda, en pis ve gĂźvencesiz iĹ&#x;lerde, en dĂźĹ&#x;Ăźk Ăźcretlerle çalÄąĹ&#x;maya zorlanan KĂźrt iĹ&#x;çilerine, Ăźniversite eÄ&#x;itimi almak için bulunduklarÄą yerlerde her gĂźn Ĺ&#x;oven saldÄąrÄą tehditleri altÄąnda yaĹ&#x;ayan KĂźrt gençlerine kalkan eller, karĹ&#x;ÄąsÄąnda ĂśncĂź iĹ&#x;çileri, gençleri bulmak zorundadÄąr. Tekelci burjuvazi, iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąna ‘Bir parmak iĹ&#x;aretim, iki twit'imle 7 milyon kiĹ&#x;iyi KĂźrt halkÄąna karĹ&#x;Äą sokaklara dĂśkerim, bĂśylelikle KĂźrt halkÄąnÄąn ĂśzgĂźr iradesini ezmekle kalmam, aynÄą zamanda bu dumanlÄą havada kÄądem tazminatÄąndan zamlara, ulusal istihdam stratejisinden kriz gerekçeli sÄąfÄąr sĂśzleĹ&#x;melere dek bir bir geçirir, bir koyundan bakÄąn kaç post çĹkarÄąrÄąm' diye bĂśbĂźrleniyor. Hatta bu eylemlere KĂźrt halkÄą için elini sÄącak sudan soÄ&#x;uk suya sokmamÄąĹ&#x; Kemal Burkay gibi "Ĺ&#x;iddet

Ama yaÄ&#x;ma yok! SÄąnÄąf bilinçli iĹ&#x;çi, milyonlarca iĹ&#x;çi ve emekçinin, gencin sermayenin kirli Ĺ&#x;oven bayraklarÄąnÄąn altÄąnda birikmesini kabul edemez. "MaaĹ&#x;Äą saÄ&#x;lam" diye psikopatlar sĂźrĂźsĂź profesyonel orduya katÄąlmaz, KĂźrdistan'a askere gitmez, kardeĹ&#x; KĂźrt halkÄąna kurĹ&#x;un sÄąkmaz! SÄąnÄąf bilinçli iĹ&#x;çi, egemen ulus Ĺ&#x;ovenizmine sÄąnÄąf kiniyle tutum alacaktÄąr. SÄąnÄąrlar halklar arasÄąnda deÄ&#x;il sÄąnÄąflar arasÄąndadÄąr. GĂśzlerden asla silinmeyecek bu gerçeklik, "YaĹ&#x;asÄąn iĹ&#x;çilerin birliÄ&#x;i, halklarÄąn kardeĹ&#x;liÄ&#x;i" ruhuyla yeniden yeniden yĂźkseltilmeli, her iĹ&#x;çinin bilincine artÄąk, artÄąk silinmez harflerle kazÄąnmalÄądÄąr. Ne tadÄąmÄąz ortak sizinle, ne acÄąmÄąz! Depremin de bir kez daha ortaya gĂśsterdiÄ&#x;i, bugĂźn TĂźrk ve KĂźrt iĹ&#x;çilerden gizlenmek istenen gerçek Ĺ&#x;udur ki, bizim sizinle ne tadÄąmÄąz ortaktÄąr, ne acÄąmÄąz!.. O enkazlarÄąn altÄąnda kalanlar burjuvalar deÄ&#x;il KĂźrt iĹ&#x;çi ve emekçileri, kÄąr ve kent yoksullarÄądÄąr. Egemen ulus Ĺ&#x;ovenizmi, KĂźrt ulusuna bir dĂźĹ&#x;mansa, ezilen ulustan iĹ&#x;çi ve emekçilere bin dĂźĹ&#x;mandÄąr! KĂźrt ve TĂźrk iĹ&#x;çiler, kent ve kÄąr yoksullarÄą ise, TĂźrk ve KĂźrt burjuvalarÄąyla sÄąnÄąf dĂźĹ&#x;manÄądÄąrlar. SÄąnÄąrlar, duvarlar iĹ&#x;te tam buradan çekilidir! Bu sÄąnÄąrÄą hiçbir yanÄąlsamaya meydan vermeden belirginleĹ&#x;tirmek, esas tehlike olan ezen ulus milliyetçiliÄ&#x;inin azmasÄąna ve KĂźrt iĹ&#x;çisinin bilincindeki ezilen ulus milliyetçiliÄ&#x;i perdesinin sĂźrgit devamÄąna meydan vermemek gĂśrevimizdir. Bunun için, "Ä°Ĺ&#x;çilerin birliÄ&#x;i, halklarÄąn kardeĹ&#x;liÄ&#x;i" sloganÄąnÄą yĂźkseltmeliyiz. SÄąnÄąf çĹkarlarÄąmÄąz ve Ăśzlemlerimiz için, uluslarÄąn burjuvaziyle birlikte tarihe gĂśmĂźleceÄ&#x;i bir gelecek için, burjuvazinin deÄ&#x;il bizim geleceÄ&#x;imiz için mĂźcadele etmeliyiz. Ulusal sorunun, en kßçßk ayrÄącalÄąk ve ĂśnyargÄąya dek, zihinlerden, kalplerden ve dillerden silineceÄ&#x;i sosyalizm yolunda mĂźcadele etmeliyiz.


5

NƦN RJHQNXN

9DQnGD OLN GHSUHP

23 Ekim 2011 Pazar günü, saat 13:41’de merkez üssü Van Tabanlı Köyü olan 7,2 büyüklüğünde şiddetli bir deprem meydana geldi. Deprem 25 saniye sürdü. Son 12 yılın en büyük depremi 15 kentte hissedildi. Deprem Diyarbakır, Batman, Şırnak, Muş, Erzurum, Bingöl, Bitlis, Siirt, Mardin ile Güney Kürdistan’da Duhok ve çevre yerleşim birimlerinde de hissedildi. Depremin en yıkıcı etkisi Erciş’te yaşandı. Van Merkez, Erciş Merkez ve çevre köylerde onlarca bina yıkıldı. Bitlis, Adilcevaz, Ahlat, Muş ve çevre il ve ilçelerde de bir çok bina ağır hasar gördü. Depremin hemen ardından, büyüklüğü 5,5’e kadar varan, yüzlerce artçı deprem meydana geldi. Artçı depremlerin 2 ay kadar devam edebileceği belirtiliyor. Kurtarma çalışmaları halen devam ederken Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) 27 Ekim 2011 saat 14:00 itibariyle Van’da yaşanan depremde depremde hayatını kaybedenlerin sayısının 534, yaralıların sayısının 2300 olduğu bilgisini verdi. Enkazlar kaldırıldıkça bu sayının artacağı belirtiliyor

89 bin konutun bulunduğu Van Şehir merkezinde % 60 konutların hasar gördü. Şehir merkezinde 50 bin üzerinde çadır ve mevsimden kaynaklı 100 bin üzerinde battaniye ihtiyacı bulunmakta. Kızılay 27 Ekim 2011 itibariyle sadece 8 bin kişilik çadır kent kurdu.

Van merkeze bağlı köylerde 27 Ekim 2011 tarihi itibariyle 72 can kaybı olduğu bildirilirken, yaralı sayısı konusunda kesin olan bilgilere ulaşılamamıştır. Depremde en yoğun yıkımın yaşandığı merkez Erciş ilçesi oldu. İlçenin merkezindeki çok katlı binaların % 80’i yıkıldı. Kentte 27 Ekim 2011 tarihi itibariyle arama ve kurtarma çalışmaları 50 binada devam ediliyorken arama ve kurtarma çalışmaları yetersiz kalıyor. Kentin dinlenme alanları olan kafelerin olduğu bölgede enkaz altında yüzlerce kişinin olduğu tahmin edilmektedir.

'HSUHP \DUG×P× .2%ú·OHUH Bir kapitalist afet olarak yaşanan her depremin ardından devletin bir iş listesi vardır. Kısaca özetlersek, önce timsah gözyaşları dökülür, başbakanından bakanına, muhalefet partisi liderlerine dek "Milletimizin başı sağolsun" açıklamaları yapılır, deprem bölgesine koşulur, tuzluk gibi dizilinip halkın acıları sözde paylaşılır. Bu sırada gözler mümkünse yaşlı olmalı, yeni kurtarılmış küçük bir çocuğa ilgi gösterilmeli ve depremin simgesi olarak medyada işlenmelidir. Van depreminde şovenist bayrakların gölgesinde ve hiçbir inandırıcılık yaratmayacak tarzda yapılan ve ellere yüzlere bulaştırılan da bu oldu. Devletin iş listesinin "kırılma noktası", her depremde yardımların iletimi ve dağıtımı ile başlar. Burjuva devlet, ne için var olduğunu ve örgütlendiğini burada çırılçıplak gösterir. Canı burnunda, en yakınları enkaz altında kalmış, açıkta, soğukta, her şeyini yitirmiş kitlelerin acil beklentileri karşılanamaz, öfkeleri dizginlenemez olur. Devlet erkanı işçi emekçi kitlelerin öfkesini "deprem provokatörleri"ne bağlamayı ihmal etmez… Van depreminde ise işin bu rutin akışı bozulmuş, şovenizm ve milliyetçiliğin azdırıldığı bir döneme denk gelmesinin yanında deprem yardımı dağıtımının devlet ve AKP’ye yazması hedefi ve sergilenen umursamazlık, hoyratlık, en önemlisi ise ayrımcılık

öne çıkarılmıştır. Depremde canlarını yitiren Kürt işçiler, kır ve kent yoksulları, bölgede çalışan öğretmenlerin altında kaldıkları binaların sorumluluğu katil inşaat burjuvalarına değil, köylülerin kendi olanaklarıyla yaptıkları kerpiç evlere biçilir. Ağızları sulanarak "Kral çıplak kardeşim. Kimse kusura bakmasın. Yeni bir şehir kurmak zorundayız." Eh, bir kağıt gibi yapılıp içinde oturanların üzerinde betondan mezar olan Van, "yeni bir şehir" olarak kurulmak üzere inşaat burjuvazisinin emrine amadedir artık, tıpkı yarın yüzbinlerin altında kalacağı İstanbul’da olduğu gibi! Fakat devletin her deprem sonrası en tipik "açılımı" burjuvalara ve mülk sahiplerine yöneliktir. İşçiler, kır ve kent yoksulları yalnızca beton blokların altında kalmakla, en yakınlarını yitirmekle, bütün bunların psikolojik azabını çekmekle, prefabrik evlerde soğuktan titremekle, yerleştirildikleri evlerden ne zaman atılacaklar diye korku içinde beklemekle kalmazlar. Ancak çalıştıkları sürece yaşayabilen ücretli köleler, gelecekleri bir yana, bugünlerini kaybederler. Ya burjuvalar ve mülk sahipleri? Van örneğinde inceleyelim: Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Van’daki vergi mükelleflerinin vergi borç ve cezalarının ertelendiğini açıkladı.

Erciş merkez ve köylerinde çok sayıda ölü ve yaralı olduğu bilgilerine ulaşılmıştır. Her saat değişen bilgilerden dolayı İlçe ve köy bazındaki kayıplar hakkında net bir bilgi alınamıyor. Ercişe bağlı köylere hala tümüyle ulaşılmış değil, arama kurtarma çalışmaları tamamlanmamış ve hasar tespiti yapılmamış durumda. Depremin hemen ardından oluşturulan kriz masası, çadır ve battaniyenin en çok ve en acil ihtiyaç duyulan şeyler olduğunu belirtirken yaptığı çağrılarla çadır isteğini ve bu ihtayacın aciliyetini sürekli hatırlatıyor. Yapılan çağrılarda gön-

derilecek bir kamyon gıda ve giysi yerine bir adet çadır gönderilmesi isteniyor. Van’a dörtbir yandan yardımlar akarken en temel sorun bu yardımların dağıtımında karşılaşılan organizasyonsuzluk olduğu görülüyor. Devlet burada işi kolaylaştırmak yerine sürekli zora sokan bir rol oynuyor. Van’da deprem yıkımının etkileri kışında çökmesi ile daha da kötü yaşanıyor. Van halkı ise ilginin azalmasından ve yalnız bırakılmaktan korktuklarını belirtiyor.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Van’daki vergi mükelleflerinin vergi borç ve cezalarının ertelendiğini açıkladı

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, depremde zarar gören çiftçilerle esnafın borçlarının erteleneceğini açıkladı. Sanayi Bakanı esnaf ve küçük işletmelere destek kredisi verileceğini ve bölgedeki yatırımcılara her türlü desteğin verileceğini söyledi. Çalışma Bakanlığı 3 aylık sigorta primlerinin 1 yıl erteleneceğini, "şartları uygun olan işletmelerin" işçilerine çalışamayacakları süreler için 1-6 ay 500 ila 1250 lira ödeneceğini açıkladı. Van burjuvazisi adına "Evet ama yetmez" diye ağzını açan Van Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı 5 yıllık bir ödeme planı ve faizsiz kredi istedi ve Van’da "şartları uygun işletme"nin olmadığını açıkladı. Eh, zaten bu yardımdan yararlanmak için işçilerin 3 yıl içinde en az 600 günlük işsizlik sigortası primi ödemiş olmaları gerekiyor.

Van’da imalat sanayiinin kalbi organize sanayi bölgesinde atıyor. Buradaki KOBİ özelliğindeki 62 fabrikada 1200 işçi çalışıyor. Nüfusun yüzde 77'si ise tarım, küçük baş hayvancılık ve hayvan ürünlerini işleyen sanayide çalışıyor. Van OSB’deki Van dışından gelen tek yatırımcı Demirören grubu olacak. Hükümetin geliri bin 500 doların altındaki illere yatırım teşviki sağlayan yasayı çıkarmasından sonra Van’a yönelen Demirören grubu 1.7 milyon dolara LPG dolum tesisi kurulacağını açıkladı. Yasal ve yasadışı sınır ticareti ile turizmin önemli bir sermaye birikim alanı olduğu Van’da İran, Türkmenistan, Rusya gibi ülkelere yönelik yat ve tekne tersaneciliği de bu yıl başladı. İşte "kalkınma" kategorisinde 81 ilin 76.sı olan Van’da deprem sonrasında devletin "destek açılımı" Kürt işçilerine, kır ve kent yoksullarına değil, Kürt KOBİ burjuvalarına ve kapitalist büyük toprak sahiplerine gidiyor!


6

NƌN RJHQNXN

7HN \Ă–UHN PL GHGLQL]" "Van için tek yĂźrek" sloganÄą altÄąnda 10 TV Ĺ&#x;irketinin, çok sayÄąda dizi film yÄąldÄązÄąnÄąn da katÄąlÄąmÄąyla yaptÄąÄ&#x;Äą ortak canlÄą yayÄąn organizasyonunda Van depremzedeleri için 62 milyon lira toplandÄą.

Program tam anlamÄąyla bir burjuva sivil toplumcu yĂśnetiĹ&#x;im organizasyonuydu. DiĹ&#x;inden tÄąrnaÄ&#x;Äąndan artÄąrabileceÄ&#x;i 5-10 lirasÄą bile olmadÄąÄ&#x;Äą için evindeki katalitik sobayÄą veren, cep telefonunu, ev eĹ&#x;yasÄąnÄą satarak parasÄąnÄą veren, çocuÄ&#x;unun kumbarasÄąnÄą kÄąrÄąp veren iĹ&#x;çi ve emekçilerin Van’daki emekçi kardeĹ&#x;leriyle dayanÄąĹ&#x;masÄąyla; hepi topu 20 kadar burjuvanÄąn Ĺ&#x;irketlerinin reklamlarÄąnÄą yaparak ve vergiden dĂźĹ&#x;erek -yani yine iĹ&#x;çi ve emekçilere yÄąkarak- verdikleri, en bĂźyĂźÄ&#x;Ăź 3 milyon liralÄąk iki yĂźzlĂźlĂźk "yardÄąmlarÄą" aynÄą kefeye konuldu. "HayÄąrsever" burjuvalarÄąn -ki içlerinde depremde kaÄ&#x;Äąt gibi çÜken kamu binalarÄąndan nemalanan mĂźtaahhit Ĺ&#x;irketleri bile vardÄą- sadaka niyetine ve reklam için verdikleri toplamÄą 20-30 milyon lirayÄą bile bulmayan meblaÄ&#x;lar uzun uzun alkÄąĹ&#x;latÄąldÄą, gĂśzyaĹ&#x;larÄą içinde bu leĹ&#x; kargalarÄąnÄąn iĹ&#x;çi-emekçi dĂźĹ&#x;manlÄąÄ&#x;ÄąnÄą perdeleme çabasÄąnÄąn, iĹ&#x;çi-emekçileri bir de bu yolla avlayÄąp aldatmasÄąnÄąn aracÄą yapÄąldÄą. Burjuva "hayÄąrseverliÄ&#x;i" mi dediniz? Burjuva "hayÄąrseverlerin" sadaka niyetine ve reklam için, hem de vergiden dĂźĹ&#x;mek Ăźzere ortaya attÄąklarÄą 20-30 milyon lira için, gĂśzyaĹ&#x;larÄą içinde koĹ&#x;up onlarÄąn boyunlarÄąna atÄąlmamazÄą, onlarla "tek yĂźrek" olmamÄązÄą mÄą bekliyorsunuz? HayÄąr efendiler! TĂźrkiye’de yalnÄązca bankalarÄąn yalnÄązca 2011 Mart ayÄą karlarÄą 3 milyar liradÄąr. YalnÄązca Koç Holding’in 2010 yÄąlÄą net karÄą 1 milyar 700 milyon liradÄąr. Burjuvazinin bu milyar ve milyarlarca liralÄąk karlarÄą, milyonlarca iĹ&#x;çi ve emekçiyi sefalete sĂźrĂźkleyerek, onlarÄąn emeklerine, kanlarÄąna, canlarÄąna, yaĹ&#x;amlarÄąna el konularak yapÄąlmÄąĹ&#x; karlardÄąr. Bu milyarlarca ve milyarlarca liralÄąk karlarÄąn içinde, Kozlu’daki, DavutpaĹ&#x;a’daki, Ostim’deki, Tuzla Tersanelerindeki iĹ&#x; cinayetlerinde ĂśldĂźrĂźlen iĹ&#x;çilerin kan ve ceset parçalarÄą da vardÄąr. Bu milyarlarca ve milyarlarca liralÄąk karlarÄąn içinde, sosyal gĂźvenlik sisteminin tasfiyesinden, eÄ&#x;itim, saÄ&#x;lÄąk, emekliliÄ&#x;in ĂśzelleĹ&#x;tirilmesinden gelen karlar da vardÄąr. Bu milyarlarca ve milyarlarca liralÄąk karlarÄąn içinde, burjuva devletin kitlelerden topladÄąÄ&#x;Äą ve buharlaĹ&#x;Äąp o "hayÄąrsever" burjuvalarÄąn cebine giriveren 2 milyar liraya yakÄąn "deprem vergisi" vardÄąr. Bu milyarlarca ve milyarlarca liralÄąk karlarÄąn içinde, altÄąnda yĂźzlerce emekçiyi bÄąrakarak kaÄ&#x;Äąt gibi eriyen binalarÄąn çßrĂźk Ăźretimiyle saÄ&#x;lanan kar artÄąĹ&#x;larÄą vardÄąr. Bu milyarlarca ve milyarlarca liralÄąk karlarÄąn içinde

TV’lerin, dizilerin, Ĺ&#x;ikeci spor endĂźstrisinin sĂśylediÄ&#x;i yalanlar vardÄąr. Bu milyarlarca ve milyarlarca liralÄąk karlarÄąn içinde KĂźrt halkÄąna yaÄ&#x;dÄąrÄąlan kurĹ&#x;unlar ve bombalar vardÄąr. "TĂźrkiye’nin doÄ&#x;usuyla batÄąsÄąyla, zenginiyle yoksuluyla, iĹ&#x;çisiyle iĹ&#x;adamÄąyla tek yĂźrek" olmasÄąnÄą mÄą bekliyorsunuz? BĂźtĂźn bunlarÄą o milyarlarca ve milyarlarca liralÄąk karlarÄąnÄązdan, onlarÄą daha da bĂźyĂźtebilmek için ĂśnĂźmĂźze attÄąÄ&#x;ÄąnÄąz sadakayla mÄą bekliyorsunuz? Van çĹkÄąĹ&#x;lÄą bir burjuvanÄąn Van’a, tabii ki bĂślgesel asgari Ăźcretle deprem yÄąkÄąmÄą içindekileri kĂśleleĹ&#x;tirip sĂśmĂźrmek Ăźzere, "500 kiĹ&#x;ilik tekstil fabrikasÄą yatÄąrÄąmÄą" vaat etmiĹ&#x; olmasÄąna sevinmemizi mi bekliyorsunuz? "BĂźyĂźk acÄąlar karĹ&#x;ÄąsÄąndan tĂźm ayrÄąmlar biter" Ăśyle mi? HayÄąr efendiler! Sizin sadakalarÄąnÄąz sĂśmĂźrdĂźÄ&#x;ĂźnĂźz ve ezdiÄ&#x;iniz iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn, yoksul emekçilerin, ezilen

KĂźrt ulusunun sonsuz acÄąlarÄąnÄąn yalnÄązca ĂźstĂźnĂź Ăśrtmek içindir. Ä°Ĺ&#x;çileri, emekçileri, KĂźrtleri, kadÄąnlarÄą her gĂźn sonsuz acÄąlarla ĂśÄ&#x;Ăźten kapitalist sisteminizin ĂźstĂźnĂź Ăśrtmek içindir. Bu sistemdeki uzlaĹ&#x;maz sÄąnÄąf ayrÄąm ve çeliĹ&#x;kisinin, ezen ulus-ezilen ulus ayrÄąm ve çeliĹ&#x;kisinin ĂźstĂźnĂź Ăśrtmek içindir. Fakat bu programanÄązla da bunu baĹ&#x;aramadÄąnÄąz ve baĹ&#x;aramazsÄąnÄąz. ProgramÄąnÄąz, devletten gelen "toplanan paralarÄąn kriz merkezine teslimi" uyarÄąsÄąyla bitti! Bu paralar da deprem vergilerini iç edip burjuvalara akÄątan devlete gidecekti. Ä°Ĺ&#x;çi emekçilerin Van’daki emekçi kardeĹ&#x;leriyle, TĂźrk iĹ&#x;çi ve emekçilerin KĂźrt kardeĹ&#x;leriyle tek yĂźrek olmasÄą deÄ&#x;ildi çßnkĂź istenen! Ä°Ĺ&#x;çiler ve emekçiler, Van’daki sÄąnÄąf kardeĹ&#x;leriyle, KĂźrt kardeĹ&#x;leriyle deÄ&#x;il, burjuvazi ve devleti ile "tek yĂźrek" olmalÄąydÄąlar! DayanÄąĹ&#x;ma, yardÄąmlaĹ&#x;ma lazÄąmsa, iĹ&#x;çilerin ve emekçilerin tĂźm yapacaÄ&#x;Äą pamuk eller

Sizin sadakalarÄąnÄąz sĂśmĂźrdĂźÄ&#x;ĂźnĂźz ve ezdiÄ&#x;iniz iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn, yoksul emekçilerin, ezilen KĂźrt ulusunun sonsuz acÄąlarÄąnÄąn yalnÄązca ĂźstĂźnĂź Ăśrtmek içindir. Ä°Ĺ&#x;çileri, emekçileri, KĂźrtleri, kadÄąnlarÄą her gĂźn sonsuz acÄąlarla ĂśÄ&#x;Ăźten kapitalist sisteminizin ĂźstĂźnĂź Ăśrtmek içindir. Bu sistemdeki uzlaĹ&#x;maz sÄąnÄąf ayrÄąm ve çeliĹ&#x;kisinin, ezen ulus-ezilen ulus ayrÄąm ve çeliĹ&#x;kisinin ĂźstĂźnĂź Ăśrtmek içindir cebeydi, bir kez daha burjuvazinin iĹ&#x;tahÄąna sunulacak toplanan yardÄąm paralarÄąyla, iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn ve emekçilerin aslÄąnda burjuvazi ve devleti ile "dayanÄąĹ&#x;masÄą ve yardÄąmlaĹ&#x;masÄą" idi, gerisini burjuvazinin iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą ve KĂźrt halkÄą Ăźzerindeki "tek devleti" yapardÄą! BaĹ&#x;aramadÄąnÄąz ve baĹ&#x;aramazsÄąnÄąz! ProgramÄąnÄąz, diĹ&#x;inden, asgari yaĹ&#x;am olanaklarÄąndan kÄąstÄąÄ&#x;Äą, ya da parasÄą olmadÄąÄ&#x;Äą için evindeki eĹ&#x;yasÄąnÄą satÄąp verdiÄ&#x;i dayanÄąĹ&#x;ma çabasÄąyla, bir dizi iĹ&#x;çi, kamu çalÄąĹ&#x;anÄą sendikasÄąnÄąn tabanlarÄąndan gelen dayanÄąĹ&#x;ma seferberliÄ&#x;iyle, atÄąk kaÄ&#x;Äąt iĹ&#x;çilerinin Van’daki kardeĹ&#x;leri için topladÄąklarÄą karton paralarÄąyla‌., burjuvalarÄąn iki yĂźzlĂź sadakalarÄąnÄąn "tek yĂźrekliÄ&#x;ini" deÄ&#x;il, bunlar arasÄąndaki sÄąnÄąfsal, toplumsal, insani her açĹdan derin ayrÄąm ve karĹ&#x;ÄątlÄąÄ&#x;Äą sergilemekten baĹ&#x;ka iĹ&#x;e yaramadÄą.

-LQ ML\DQ D]DGL ELML ELUDWĂ—\D JHODQ TĂźrkiye'de son gĂźnlerde tÄąrmandÄąrÄąlmak istenen ÄąrkçĹ ve Ĺ&#x;ovenist saldÄąrganlÄąÄ&#x;a ve Van'da meydana gelen depremin Ăśzellikle kadÄąn ve çocuklarÄą etkileyen boyutuna dikkat çekmek için Adana KadÄąn Platformu bileĹ&#x;enleri tarafÄąndan bir basÄąn açĹklamasÄą gerçekleĹ&#x;tirdi. Ä°nĂśnĂź ParkÄą'nda "Oh olsun deme ÄąrkçĹlÄąÄ&#x;a dur de!", "Wan Ne Bexwediye!" pankartÄą altÄąnda bir araya gelen kadÄąnlar, "Deprem deÄ&#x;il kapitalizm ĂśldĂźrĂźyor!", "Deprem ErciĹ&#x;'de devlet nerede?", "YaĹ&#x;asÄąn haklarÄąn kardeĹ&#x;liÄ&#x;i!" dĂśvizleri taĹ&#x;Äąyarak gerçekleĹ&#x;tirdikleri eylemde halktan toplanan onlarca vergi kaleminden biri olan deprem vergisinin, Van’da kara kÄąĹ&#x;Äąn arifesinde, evsiz, aç ve kÄąĹ&#x; Ĺ&#x;artlarÄąna karĹ&#x;Äą sokakta savunmasÄąz binlerce insan yardÄąm beklerken nereye harcandÄąÄ&#x;ÄąnÄąn hesabÄą sordu. Okunan basÄąn açĹklamasÄąnda Ĺ&#x;u ifadelere yer verildi: "Depremin

bir durumda kadÄąnlar tarafÄąndan bu açĹklamalarÄąn yapÄąlmasÄą ise hem cinsine hem insanlÄąÄ&#x;Äąna ne kadar uzaklaĹ&#x;tÄąÄ&#x;ÄąnÄą gĂśsterir. Bu felaketten sevinç duyan ruh hali çok açĹk ki ÄąrkçĹlÄąktÄąr.

olduÄ&#x;u saatlerde ATV de program sunan MĂźge AnlÄą ve Haber TĂźrk kanalÄąnÄąn sunucusu Duygu CanbaĹ&#x;'Äąn ÄąrkçĹ, kin ve nefret dolu cĂźmlelerini bizde nefretle kÄąnÄąyoruz. YĂźzlerce insanÄąmÄązÄąn ĂśldĂźÄ&#x;Ăź ve gÜçßk altÄąnda kurtarÄąlmayÄą beklediÄ&#x;i gĂźnlerde bĂśylesi açĹklamalar yapmak nasÄąl bir insanlÄąktan vazgeçiĹ&#x;tir. Ă–zellikle depremin en fazla kadÄąnlarÄą vurduÄ&#x;u ve en fazla maÄ&#x;duriyeti kadÄąnlarÄąn yaĹ&#x;adÄąÄ&#x;Äą

Deprem gĂźndĂźz saatlerinde olduÄ&#x;u için kadÄąn ve çocuk ĂślĂźmleri çok daha fazla. AyrÄąca saÄ&#x;lÄąk hizmetleri yetersiz olduÄ&#x;u için tedavi hizmetleri de aksamakta. BaĹ&#x;bakan'Äą savunmacÄą açĹklamalar yapmak, depremzedelere gaz bombalarÄą atmak yerine arama, kurtarma ve yardÄąm seferberliÄ&#x;ine çaÄ&#x;ÄąrÄąyoruz. AyrÄąca ilk gĂźn bu yana Adana'da faaliyet yĂźrĂźten kurumlar ve Adana KadÄąn Platformu olarak da Van halkÄąyla dayanÄąĹ&#x;mak için yardÄąm kampanyasÄą baĹ&#x;lattÄąÄ&#x;ÄąmÄązÄą bir kez daha bu vesileyle duyurmak istiyoruz." Eylem "YaĹ&#x;asÄąn halklarÄąn kardeĹ&#x;liÄ&#x;i", "Jin jiyan azadi", "Biji BiratÄąya Gelan", "YaĹ&#x;asÄąn kadÄąn dayanÄąĹ&#x;masÄą" sloganlarÄą ile sonlandÄąrÄąldÄą.


7

NƦN RJHQNXN

6HQGLNDO *ÖÁ %LUOLðL $GDQD 7RSODQWÜVÜ NLPH \DUDGÜ" Sendikal Güçbirliği Bileşenleri Adana Bölge Toplantısı 22 Ekim 2011 tarihinde Adana’da gerçekleştirildi. Toplantıya başta Belediye-İş, TÜMTİS, Petrol-İş üyesi olan yaklaşık 500 işçi katıldı. Bu toplantı sonrasında sırasıyla Diyarbakır, Ordu ve Ankara’da toplantılar planlanıyor. Son toplantı ise İstanbul’da olacak. Açılış konuşmasını yapmak için Basın-İş Genel Başkanı Yakup Akkaya kürsüye geldi. Bu sırada bir işçi "Başkanım 24 şehit için saygı duruşu istiyoruz" dedi. Bunun üzerine Akkaya, "Oslo ve Habur açılımlarıyla elinde silah tutan teroristi muhatap alan AKP suçludur. Biz ne kadar emekten bahsetsek te bu ülkede terör sorunu var" deyip saygı duruşuna davet etti. Ardından İstiklal Marşı da okundu. İstiklal Marşı sonunda "Yaşasın Halkların Kardeşliği" ve "Yaşasın İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği" şeklinde sloganlar atılsa da, salonun sıcak havası bir anda olumsuz etkilendi. Akkaya, temel vurgusunu Anti-AKPcilik üzerine kuran konuşmasını, tüm bu saldırılara karşı sesini çıkarmayan Türk-İş yönetimini eleştirek "Yeni bir sendikal anlayış kurmak için bu yola girdik ve sizin gücünüze ihtiyacımız var" diyerek bitirdi. Açılış konuşmasının ardından toplantının nasıl işletileceğine işaret edildi. Toplantının "daha sağlıklı" ilerlemesi için işçiler yorum yapmadan soru soracaklardı ve Başkanlar da cevaplayacaklardı! Bunun nasıl olacağı ilk konuşmacı da gösterildi. İlk sözü alan, kapanan Özbucak fabrikasında çalışan TEKSİF üyesi bir işçi idi. İşyerlerinin kapanarak, tazminatlarını bile alamadan kapı

araya geliş amaçlarının, Aralık ayındaki Türk-İş Genel Kurulu'nda yönetimi almak olduğunu söylerken, bazıları yönetimi alsalar da alamasalar da güç birliğinin secimlerden sonra da devam edeceğini söylediler. *İşçi sınıfı ve sınıfın gücü sık sık vurgulansa da karşısına açıktan burjuvaziyi ve kapitalizmi koymak hiçbirinin aklına gelmedi. Düşman AKP hükümeti ve yakın hedef olarak da Türk-İş yönetimi gösterildi. önüne konulmuşlardı. "Çalışan bir sendika" istiyordu. Ama konuşması "Sorunuz neydi" diye kesildi. Malum yorum yapma hakları yoktu sadece soru sorabilirlerdi. Toplantının bu şekilde yönetilmesi, kürsüdekilerle işçiler arasındaki uçurumu daha fazla büyütmekten başka bir işe yaramadı.

Tüm bunlara rağmen, işçi sınıfının yakıcı sorunlarına dair soru ve öneriler de geldi. Her ne kadar bu sorular Genel Başkanların uzun ve işçilere gaz vermeye dönük konuşmaları arasında etkisizleşse de tabanın sesi olarak kayıtlara geçti. Toplantıdan notlar

Toplantıda işçilerin "yorumsuz" soruları ardından, Genel Başkanlar sırayla söz alıyorlar, ilk önce neden bir araya geldiklerini dair uzunca bir açıklama yapıyor ve arkasından sorulara kısa cevaplar veriyorlardı. Bu toplantı tarzı bir süre sonra "Herhangi bir TV programına katılan konuklar ve onlara soru sormak için gelen seyirciler" ortamını doğurdu. "İşten çıktım tazminatımı vermediler ne yapabilirim", "Ben borcumdan dolayı işimden ayrılmak zorunda kaldım, geçmişe dönük ne yapılabilir", "Irak’ta 5 yıl çalıştım ama sadece 160 gün sigorta yatırmışlar, ne yapabilirim" gibi sorulara toplantıyı yöneten Basın-İş Genl Başkanı tarafından verilen cevaplarda bir o kadar ilginçti. "Sorununu ve iletişim bilgilerini bir kağıda yaz. Ben ilgilenip sana döneceğim…"

* Toplantı başında "işçilerden yorum yapmadan soru sormaları" isteği, yöneticiler ve yönetilenler şeklindeki ayrımını tüm açıklığı ile gösterdi. *Salon sıcak ve havasız ortamında etkisiyle, ilk yarım saatte yarı yarıya boşaldı. Bu durum Genel Başkanlar tarafından kendilerine yapılmış saygısızlık olarak yorumlandı. Petrol-İş Başkanı "Biz ta İstanbul’dan gelmişiz. Arkadaşların çoğu dışarda. Bu durum beni çok rahatsız etti. Kalkıp gitmemek için kendimi zor tutuyorum" diyerek işçilerin içeri çağrılmalarını istedi. Hava-İş Başkanı ise "Evet, burası sıcak ama işçi sınıfını daha da sıcak günlerin beklediğini" söyleyerek işçileri kınadı. *Konuşan bütün genel başkanlar bir

*Genel başkanların birçoğu, konuşmalarını "sizler ve biz", "yöneticiler ve işçiler" ayrımı üzerine kurdular. Konuşmalarda, "Siz destek verirseniz", "Bizimle var mısınız", "Sizinle gurur duyuyoruz", "Yüzümüzü sizlere döndük", "Biz bu süreci sadece genel başkanlar düzeyinde yönetmeyeceğiz, "Türk-İş yönetimine gelince de sizlerle birlikte yöneteceğiz", "Bu seçimi kazanmak için hepinizin çalışmasını istiyoruz. Bütün delegelerle teker teker ilişkiye geçmenizi istiyoruz", "Sizleri layıkıyla temsil edecek Türk-İş yönetimini hep beraber yaratacağız" gibi vurgular sıklıkla kullanıldı. *Salonun başındaki şehit ve İstiklal Marşı vurgusuna tek karşıt yorum "Biz barışı savunacağız ve savaşa karşı olacağız" diyen TÜMTİS Genel Başkanı'ndan geldi. *Salonda dikkat çeken başka bir nokta kadın işçi sayısıydı. Salonda yok denecek kadar az kadın işçi bulunuyordu. *Mersin Limanında işten çıkarılan "Liman İşçisiyle Dayanışma Fonu" şeklinde bir stand açarak gelen işçilerden destek istediler.

úüoL 6DùO×ù× YH * YHQOLùL .RQJUHVL

$UDO×N·WD $QNDUD GD DİSK, KESK, TTB ve TMMOB tarafından 2-3-4 Aralık 2011 tarihinde Ankara’da İnşaat Mühendisleri Odası Genel Merkezi’nde gerçekleşecek olan İşçi Sağlığı ve Güvenliği Kongresi gerçekleştirilecek. Taşeron İşçiler, Güvencesiz İşçiler, İşsizler, Tersane İşçileri, Kot Kumlama İşçileri, Atık Kağıt İşçileri, Ev İşçileri, Mevsimlik Tarım İşçileri, Kadın İşçiler başta olmak üzere tüm işçi sınıfının sağlıklı ve güvenli çalışma koşullarının yaratılması ve bunun için mücadele yolları tartışılacak. İşçi Meclisi okurlarınında çeşitli konularda sunumlarla katılacakları Kongre için çağrı metni:

üretim ve ürün güvenliğini önceleyip "emeğin sağlıklı olma hakkı"nı gasp ettiği bir rekabet ortamında; emeğin kolektif cephesinde bir örgütlenmeye-direnç geliştirmeye ihtiyaç var… Ve bu ihtiyacı karşılamak üzere bir aradayız.

"Hoş geldiniz, güç verdiniz…

Sosyal duyarlıktan arınmış siyasal iktidarların tercihleri artık sermaye çıkarlarını ve gereksinimlerini çok daha doğrudan yansıtmakta iken; işçiler/emekçiler için "dibe doğru yarış" devam etmektedir. Küresel kapitalizmde sağlık, firmaların finansal raporlarında aranırken, işçilerin/emekçilerin sağlık raporları ve çalışma ortamlarının güvenli olması ise işverenin terminolojisinde yer almamaktadır.

Küresel kapitalizmin sosyal-politika ve bu bağlamda da işçi sağlığına yeni riskler ve çıkmazlar eklediği,

Çalışma yaşamının her aşamasında sağlık gündemimize girmişken, sağlığı yaşam kavramıyla eşdeğer

kılmışken ve iş kazaları, meslek hastalıkları ile işe bağlı hastalıklar işçiler/emekçiler için karabasana dönmüşken; en temel insani gereksinimlerle birlikte sağlıklı ve güvenli koşullarda çalışma hakkını talep edecek olanlar elbette ki çalışanlardır. Ve bu hak ne işverene devredilebilir ne de yalnızca mesleki-teknik bir konu olarak görülüp işin öznesi sürecin dışına itilebilir. Bu nedenle; DİSK-KESKTMMOB-TTB olarak İşçi Sağlığı ve

Güvenliği Kongresi’ne "sağlık için mücadele ve mücadele için sağlık" haykırışıyla sahip çıkıyor, emeğe/ emekçiye karşı bir sorumluluk duygusu olan herkesi(mi) bu kongrenin doğal ortağı olarak görüyoruz. Soruların bilimsel, sorunların da politik olduğunun bilincinde olanlarla birlikte bilimsel-politik bir kongreyi gerçekleştirmek dileğiyle…" Kongre Programı ve iletişim için: iscisagligikongresi.org bilgi@iscisagligikongresi.org


8

NƌN RJHQNXN

)DEULNDODUGD HPHNĂ L PDKDOOHOHULQGH VRNDN YH PH\GDQODUGD KD]ĂœUODQPD\DQ

$QD\DVDGD LĂ­Ă LOHU \RNWXU Bizim ihtiyaç ve Ăśzlemlerimiz, istemlerimiz neyse anayasa da odur. NasÄąl bir yaĹ&#x;am istiyoruz? SĂśmĂźrĂźlmeye ve ezilmeye, bizi sĂśmĂźren ve ezen burjuva sÄąnÄąf tarafÄąndan yĂśnetilmeye devam etmek mi, kendi yaĹ&#x;amÄąmÄązÄą kendimizin kuracaÄ&#x;Äą, ihtiyaç ve Ăśzlemlerimizi gerçek kÄąlacak, kendi kararlarÄąmÄązÄą kendimizin alacaÄ&#x;Äą biçimde kendimizi yĂśnetmek mi? Ä°Ĺ&#x;te nasÄąl bir anayasa istediÄ&#x;imizin cevabÄą bu sorularÄąn cevabÄą olacaktÄąr. Yeni bir yaĹ&#x;ama olan ihtiyacÄąmÄązdan, Ăśzlemlerimizden doÄ&#x;malÄądÄąr bizim anayasamÄąz Bu anayasa nasÄąl hazÄąrlanÄąyor? Egemen sÄąnÄąf partileri, milletvekilleri, tekelci sermaye kuruluĹ&#x;larÄą, medyadaki sĂśzcĂźleri, yeni bir anayasadan ve bunun nasÄąl olmasÄą gerektiÄ&#x;inden sĂśz ediyorlar. Girilen dĂśnemin siyasal gĂźndemini anayasa konusu oluĹ&#x;turuyor. Soruyoruz: Bu anayasa için fabrikalarda iĹ&#x;çi toplantÄąlarÄą mÄą yapÄąldÄą? Emekçi mahallelerinde kadÄąnlarla toplantÄąlar dĂźzenlenip ne istiyorsunuz, çarĹ&#x;Äąda-pazarda durum ne diye mi soruldu? Okullarda ĂśÄ&#x;renci forumlarÄą yapÄąlÄąp gençlere nasÄąl bir gelecek istiyorsunuz sorusu mu soruldu? Kirli savaĹ&#x;ta Ăślen gençlere, KĂźrt halkÄąna soruldu mu? HayÄąr! BunlarÄąn hiç birisi olmadÄą. EÄ&#x;er bunlar olsaydÄą, anayasa iĹ&#x;çilere, kent ve kÄąr yoksullarÄąna, KĂźrt halkÄąna, kadÄąnlara, gençlere, çocuklara sorulsaydÄą onlarÄąn sĂśyleyecekleri bambaĹ&#x;ka Ĺ&#x;eyler olurdu. Bu anayasayÄą kimler hazÄąrlÄąyor? Bu anayasa fabrikalarda, mahallerde, iĹ&#x;çi kahveleri ve iĹ&#x;çi evlerinde deÄ&#x;il baĹ&#x;ka yerlerde konuĹ&#x;uldu. BaĹ&#x;ka yerlerde hazÄąrlandÄą. BaĹ&#x;ka yerlerde piĹ&#x;irilip ĂśnĂźmĂźze konuyor. Yeni anayasa taslaÄ&#x;Äą AKP'nin tekellere hizmet eden bir kaç profesĂśre ÄąsmarlamasÄąyla hazÄąrlanÄąyor. Plazalarda, meclis koridorlarÄąnda, kulislerde, sayÄąsÄąz burjuva kurum ve kiĹ&#x;i ile gĂśrĂźĹ&#x;Ăźlerek piĹ&#x;iriliyor. Burjuva partileri, TĂœSÄ°AD, MĂœSÄ°AD, TUSKON gibi sermaye ĂśrgĂźtleri, medya patronlarÄą, bĂźrokratlarÄą, kĂśĹ&#x;e yazarlarÄą anayasayÄą konuĹ&#x;uyor ve kendi sÄąnÄąf çĹkarlarÄą için bir anayasa hazÄąrlÄąyorlar. Bu Ĺ&#x;ekilde hazÄąrlanan anayasa yarÄąn meydanlarda "herkesin anayasasÄą", "birey hak ve ĂśzgĂźrlĂźklerinin anayasasÄą", "ileri demokrasinin anayasasÄą" olarak sunulacak. Bundan dolayÄą bu anayasada iĹ&#x;çiler, iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą yok. Bundan dolayÄą bu anayasa da emekçi kadÄąnlar yok. Bundan dolayÄą bu anayasada gençler, ĂśÄ&#x;renciler yok. Bundan dolayÄą bu anayasada çocuklar yok. Bundan dolayÄą bu anayasada istemlerini sokaklarda haykÄąran KĂźrt halkÄą yok. Bundan dolayÄą bu anayasa tekellere, bankalara, holdinglere, vakÄąflara, plaza ve villalara, bunlarÄąn hepsinin sahibi burjuvaziye sÄąnÄąrsÄąz ĂśzgĂźrlĂźk saÄ&#x;larken; iĹ&#x;çilere, kent ve kÄąr yoksullarÄąna, kadÄąnlara, gençlere daha aÄ&#x;Äąr koĹ&#x;ullarda yaĹ&#x;amayÄą, daha fazla sĂśmĂźrĂźlmeyi ve geleceksizliÄ&#x;i vaat ediyor. Bundan dolayÄą bu anayasayla

iĹ&#x;çinin sahip olduÄ&#x;u son haklar da elinden alÄąnÄąrken birey olarak daha fazla sĂśmĂźrĂźleceÄ&#x;i ve kĂśleleĹ&#x;eceÄ&#x;i kapitalistlerin KĂślece ÇalÄąĹ&#x;ma Stratejisi‘ne mahkum ediyor. Bundan dolayÄą bu anayasada iĹ&#x;çiler, iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą yok! Neden iĹ&#x;çilere kent ve kÄąr yoksullarÄąna, emekçi kadÄąnlara, gençlere, KĂźrt halkÄąna sorulmuyor? Anayasa için iĹ&#x;çilere sorulsaydÄą, iĹ&#x;çinin vereceÄ&#x;i yanÄąt:

Benim için hak ve ĂśzgĂźrlĂźkler bunlardÄąr, bunlarÄąn deÄ&#x;iĹ&#x;mesidir. Bunlar yoksa, gerçekleĹ&#x;miyorsa bir iĹ&#x;çi için hak ve ĂśzgĂźrlĂźkler de yoktur. Siz hangi "ileri demokrasi"den, siz hangi "hak ve ĂśzgĂźrlĂźkler"den sĂśz ediyorsunuz? Sizin anayasanÄąz bunlardan hangisini deÄ&#x;iĹ&#x;tirecek, bir tekini dahi deÄ&#x;iĹ&#x;tirecek mi? Ä°Ĺ&#x;çilerin Ăźcretli kĂśle olduÄ&#x;u, çalÄąĹ&#x;ma kĂśleliÄ&#x;ine mahkum olduÄ&#x;u yerde ĂśzgĂźrlĂźkten sĂśz edilemez, diyecektir. Bu anayasa için emekçi kadÄąnlara sorulsaydÄą;

Neden sefalet Ăźcretiyle çalÄąĹ&#x;Äąyoruz? Neden çarĹ&#x;Äąya pazara çĹkamÄąyorum? Neden 10-12 saat çalÄąĹ&#x;Äąyoruz? Neden hem iĹ&#x;te hem evde kĂśleyim? Neden cumartesi pazar demeden çalÄąĹ&#x;Äąyoruz? Neden çocuÄ&#x;umun yĂźzĂźnĂź gĂśremiyorum?

Neden siyasal, toplumsal, kĂźltĂźrel bakÄąmdan eĹ&#x;it deÄ&#x;ilim?.., diye baĹ&#x;layacaktÄą sorular. Bu anayasa gençlere sorulsaydÄą;

Neden bunca çalÄąĹ&#x;mama karĹ&#x;Äąn en temel ihtiyaçlarÄąmÄą dahi karĹ&#x;ÄąlayamÄąyorum? Neden çoÄ&#x;umuz iĹ&#x;siziz? Neden yaĹ&#x;amÄąm ve geleceÄ&#x;im kapitalistin iki dudaÄ&#x;Äą arasÄąnda sĂśze baÄ&#x;lÄą ve her an iĹ&#x;ten çĹkartÄąlma tehdidi altÄąndayÄąm? Neden sendikalaĹ&#x;mak istediÄ&#x;im zaman iĹ&#x;ten atÄąlÄąyorum? Neden seçtiÄ&#x;im sendikayla toplu sĂśzleĹ&#x;me yapamÄąyorum? Neden grev hakkÄąmÄą kullanamÄąyorum? Neden kĂśle gibi çalÄąĹ&#x;Äąyor, kĂśle gibi yaĹ&#x;Äąyorum? Neden daha fazla çalÄąĹ&#x;tÄąkça daha fazla kĂśleleĹ&#x;iyorum?

Neden harç ve kredilerle geleceÄ&#x;im ipotek altÄąnda? Neden iĹ&#x;sizim ve gelecek gĂźvencem yok, denilecekti. Bu anayasa KĂźrt halkÄąna sorulsaydÄą; anadilde eÄ&#x;itim hakkÄąndan baĹ&#x;layacaklar, kendilerine yeni anayasada da "TĂźrk milleti" demeye devam eden ulusal inkarcÄąlÄąÄ&#x;a derhal son verilmesini isteyecekler, ve kendi kaderlerini ĂśzgĂźrce tayin hakkÄąnÄą hiç bir koĹ&#x;ula baÄ&#x;lÄą olmadan kullanacaklarÄą, kendilerine ait bir hak olduÄ&#x;unu, bunu tanÄąmayan bir anayasanÄąn ise ezilen ulusun kĂśleliÄ&#x;ini sĂźrdĂźren bir anayasa olacaÄ&#x;ÄąnÄą sĂśyleyeceklerdi. Sorular birbirini izleyecek, ilk elde bunlar sĂśylenecekti. Bundan dolayÄą bu anayasa, iĹ&#x;çilere, emekçi kadÄąnlara, gençlere, KĂźrt halkÄąna, kirli

savaĹ&#x;ta Ăślen gençlere sorulmadan hazÄąrlandÄą. Bize sorulmayan bir anayasada biz yokuzdur. Bu anayasada iĹ&#x;çiler ve iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą yoktur! Ä°Ĺ&#x;çilere vaadi daha fazla çalÄąĹ&#x;ma ve daha çok sĂśmĂźrĂźlme olan bir anayasada iĹ&#x;çiler için ĂśzgĂźrlĂźk yoktur! Ăœcretli kĂślelik sistemi olarak kapitalizmi, neoliberal burjuva demokrasisini geliĹ&#x;tirerek gßçlendirecek olan yeni anayasanÄąn getirdiÄ&#x;i ĂśzgĂźrlĂźk deÄ&#x;il kĂśleliktir. Ä°htiyaçlarÄąmÄązÄąn, Ăśzlemlerimizin ne olduÄ&#x;u sorulmuyor ve daha hazÄąrlanÄąrken dahi bir kez daha kĂśle olduÄ&#x;umuz hatÄąrlatÄąlÄąp sermaye ĂśrgĂźtleri ve partileri tarafÄąndan hazÄąrlanacak anayasayÄą kabul etmemizi, onaylamamÄązÄą istiyorlar. MaaĹ&#x;lÄą profesĂśrlerine hazÄąrlattÄąklarÄą, plaza ve villalarda, meclis koridorlarÄąnda piĹ&#x;irilen, burjuva partileri ve medya tarafÄąndan servis edilen anayasaya "evet" dememizi isteniyorlar. FabrikalarÄąn emekçi mahallelerinin, ĂśzgĂźrleĹ&#x;tireceÄ&#x;imiz sokak ve meydanlarÄąn anayasasÄą Ä°Ĺ&#x;çiler, kent ve kÄąr yoksullarÄą, emekçi kadÄąnlar, gençlik, KĂźrt halkÄą sadece ve sadece bu nedenle dahi bu anayasaya "hayÄąr" demeliler. Sermaye ĂśrgĂźtleri ve burjuva partilerin hazÄąrladÄąklarÄą anayasanÄąn onaylayÄącÄąsÄą, katÄąlÄąmcÄąsÄą ve destekçisi olmayÄą reddetmelidirler. Reddetmekle de kalmayÄąp sĂśmĂźrĂźlen ve ezilen sÄąnÄąf, ezilen cins ve ezilen ulus olarak kendi istek ve Ăśzlemlerini dile getirecekleri kendi anayasalarÄąnÄą hazÄąrlamalÄąlar. Kendi kararlarÄąnÄą almalÄą; seslerini fabrikalardan, okullardan, sokaklardan, meydanlardan yĂźkseltmelidirler. Kendi iradesini ortaya koyamayan bir sÄąnÄąf, iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą, kendisini sĂśmĂźren sÄąnÄąfÄąn, burjuvazinin egemenliÄ&#x;ini kabul eder ve onun aldÄąÄ&#x;Äą kararlara, hazÄąrladÄąÄ&#x;Äą anayasaya boyun eÄ&#x;er. KĂśle olmaya ve kĂśle olarak kalmaya da mahkumdur. Ă–zgĂźrleĹ&#x;memiz buradan baĹ&#x;lamalÄą, kĂślelik zinciri buradan kÄąrÄąlmalÄą, egemen burjuva partileri, sermaye ĂśrgĂźtleri tarafÄąndan hazÄąrlanan, yazÄąlan ve onaylamamÄąz için ĂśnĂźmĂźze konulacak olan anayasaya sÄąrtlarÄąmÄązÄą dĂśnmeliyiz. Ă–ncĂź iĹ&#x;çiler, bir araya gelmeli, kendi sĂśzlerini sĂśyleyecekleri, kendi anayasalarÄąnÄą hazÄąrlayÄąp kapitalistlerin anayasasÄąnÄąn karĹ&#x;ÄąsÄąna dikecekleri toplantÄąlara baĹ&#x;lamalÄądÄąrlar. Her platformda, her yerde kendi sĂśzlerini sĂśylemeli, bir iĹ&#x;çi platformu oluĹ&#x;turmalÄądÄąrlar. Bizim ihtiyaç ve


9

NƦN RJHQNXN

özlemlerimiz, istemlerimiz neyse anayasa da odur. Nasıl bir yaşam istiyoruz? Sömürülmeye ve ezilmeye, bizi sömüren ve ezen burjuva sınıf tarafından yönetilmeye devam etmek mi, kendi yaşamımızı kendimizin kuracağı, ihtiyaç ve özlemlerimizi gerçek kılacak, kendi kararlarımızı kendimizin alacağı biçimde kendimizi yönetmek mi? İşte nasıl bir anayasa istediğimizin cevabı bu soruların cevabı olacaktır. Yeni bir yaşama olan ihtiyacımızdan, özlemlerimizden doğmalıdır bizim anayasamız. Fabrikada, işletmelerde, okulda, evde, kahvede her yerde anayasa konuşulmalı; işçiler, kent ve kır yoksulları, emekçi kadınlar, Kürt halkı, toplumun sömürülen ve ezilen her kesimi "söz bizim" diyerek kendi ihtiyaç ve özlemlerini dile getirmeli, bu ihtiyaç ve özlemlerin anayasasını yazılmalıdır. Kendi kararlarını kendilerinin alacağı anayasayı, kendilerini yönetmenin anayasasını yazmalıdırlar. İşçi sınıfı, kent ve kır yok-

meydanlardan, sokaklardan yazılacak bir anayasa!

sulları; Kürt halkı, emekçi kadınlar, gençler, öğrenciler, öğretmenler, sağlıkçılar, mühendisler… kendi anayasalarını kendileri yazmalıdır. Sömürülen ve ezilen sınıfın diliyle, ezilen cinsin ve ezilen ulusun diliyle yazmalıdırlar. Tekellerde, plazalarda, villalarda, meclis koridorlarında hazırlanan burjuvazinin anayasasının karşısında işçilerin, kent ve kır

yoksullarının, Kürt halkının, kadın ve gençlerin, fabrikalardan, mahalle ve sokaklardan, okullardan toplantılarla, ortak açıklamalarla, grevlerle, yürüyüşlerle söyleyecek sözü, yazılacak anayasası olmalıdır. Plaza ve villalarda, meclis koridorlarında yazılan değil fabrikalardan, mahallelerden, sokaklardan, okullardan yazılacak bir anayasa! Özgürleşen

<HQL DQD\DVD LüoLOHUH QH JHWLUL\RU" Siyasal-hukuki üstyapıdaki dönüşümün yeni bir hız kazandığı son 1 yıldaki yasa değişiklikleri, yeni anayasanın işçilere ne getireceği konusunda güçlü bir fikir vermektedir. "Torba Yasa" diye bilinen değişiklik paketinde en ciddi değişiklikler İş Yasası, İşsizlik Sigortası Yasası, Devlet Memur Yasası, Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasası'nda yapıldı. Tümünde işçi sınıfını doğrudan vuran yeni neoliberal düzenlemeler ile yeni hak gaspları gerçekleştirildi. İş güvencesine ve sağlığa birer darbe daha indirildi. Geçici, güvencesiz ve esnek çalışmanın önü biraz daha açıldı. Kamu işçi ve memurlarını askıya alma, kapsam dışına çıkarma, ilgisiz farklı kurumlara devrederek tasfiye etme uygulamaları genişletildi. Sosyal güvenliğin özelleştirilmesi ve sermayeleştirilmesinde bir adım daha atıldı. İşsizlik fonu sermaye yağmasına açıldı. Mart 2011'de Anayasa Mahkemesi, Tekel işçilerinin direndiği (İş Yasası'nın, işçi ve memur statüsünün, sosyal güvenliğin kapsamı dışında bulunan) 4/C ve benzer kapsam dışı çalıştırma, kamu işçilerini ve memurları tasfiye uygulamalarını onayladı. Anayasa Mahkemesi, henüz olmayan yeni anayasayı fiilen işletmiş oldu! Nisan 2011'de YÖK, sitesinde yeni bir Yüksek Öğretim Yasası hazırlığında olduğunu açıkladı ve bir "yasa taslağı perspektifi" yayınladı. Taslağın özünü, üniversitelerin tam neoliberalize edilmesi,kapitalist rekabete açılmasıve kar mantığıyla işletilmesi oluşturuyor.

Eylül 2011'de Milli Eğitim Bakanlığı, küresel tekelci sermaye standartlarına dayalı "insan kaynakları yönetimi"ne geçileceğini belirleyen bir Kanun Hükmünde Kararname çıkardı. Bu KHK ile "milli" olmaktan çıkarılan eğitim bakanlığı ve bürokrasisinin tamamen kapitalist bir şirket,eğitim sisteminin de tamamen bir sermaye sektörü ve karlılık unsuru olarak yeniden tanımlanmasına bir geçiş yapılıyor. KHK'nın gerekçesi: "Küresel rekabet gücüne sahip bir ekonomik sistemin gerekleri…"! Genç-Sen kapatıldı. Daha önce de Emekli-Sen, Çiftçi-Sen‘e de kapatma davaları açılmıştı ve bu davalar sürüyor. Sağlık ve sosyal güvenlikte neoliberal dönüşüm programları çerçevesindeki yasal düzenlemeler, sendikalar ve grev lokavt toplu sözleşme yasalarındaki yeni düzenleme tasarıları (TÜSİAD 12 Eylül Anayasası‘ndaki grev yasaklarının aynen korunmasını istiyor!), memurlara

grev yasağı, son dönemde bir dizi grevin "kamu sağlığı" ve "ulusal güvenlik" nedeniyle yasaklanması… Yalnız bu örnekler bile yeni anayasanın, İş Yasası, Devlet Memuru Yasası, Sosyal Güvenlik Yasası, Kamu Yönetimi Temel Yasası, Milli Eğitim Temel Yasası, Yerel Yönetimler Yasası vb dahil, hangi doğrultuda nasıl yeniden düzenleneceğini, işçi sınıfına ne getireceğini açıkça ortaya koymaktadır. İşçi sınıfının her türlü hak ve mücadele kazanımının gaspı, sendikaların, kamu istihdam ve kısmi güvencelerinin tasfiyesi, esnek, güvencesiz, patrona mutlak itaata koşullanmış ve ağzından çıkacak bir söze bakan çalışma biçimleri, eğitim, yüksek öğretim, sağlık, sosyal güvenlik, belediye dahil toplumsal yaşamın her alanının azamimetalaştırılması, sermayeleştirilmesi ve (toplumsal hak ve ihtiyaçlara tam karşıt) azami sermaye karlılığı (ve kapitalist performans, küresel rekabet vb) temelinde yeniden tanımlanması…

Birinci maddesinde "insanın insan tarafından sömürülmesi suçtur; ücretli kölelik sistemi kapitalizm yıkılmalıdır" yazacak olan mücadelenin anayasası. Burjuva anayasası, burjuva sınıf egemenliğinin aracıdır. Burjuva partilerin, tekelci sermaye örgütlerinin hazırlayacağı ve kabul ettireceği bir anayasa, geleceğimizin bağlanması, köleliğimizin sürmesidir. Bugünümüze ve geleceğimize burjuvazinin ve anayasasının hükmetmesine izin vermeyelim. Fabrikaların, emekçi mahallerinin, özgürleşen sokakların, meydanların anayasasını yazalım. - Tekellerin, plazaların, villaların, sermaye örgütlerinin, burjuva partilerinin anayasasına karşı sosyalist işçi anayasası! - Burjuva demokrasisine karşı sosyalist işçi demokrasisi! - Burjuva parlamentosuna karşı sosyalist işçi konseyleri!

%X DQD\DVDGD <HQL +D\DW \RN

Sefaköy'de çalışmalarını sürdüren işçi derneği "Yeni Hayat", yeni dönem çalışmalarına "Anayasa ve İşçi Sınıfı" başlıklı bir panelle başladı. 23 Ekim Pazar günü düzenlenen etkinliğe dernek çalışmalarında yer alan deneyimli işçilerin yanı sıra, genç işçi ve öğrenciler ağırlıklı bir bileşim katıldı. Panele Devrimci Proletarya ve İşçi Meclisi yazarları konuşmacı olarak katıldılar. İki bölümden oluşan etkinliğin ilk bölümünde hazırlıkları süren yeni burjuva anayasasının işçi sınıfı ve mücadelesine karşıt niteliği sergilendi. Yeni burjuva anayasası, işçi sınıfı-burjuvazi karşıtlığı, kadın ve Kürt sorunlarının gelişimi açısından ele alındı. Soru-cevap ve tartışma, birlikte görüş oluşturma biçiminde geçen ikinci bölümde ise, burjuva anayasasına ve solu da saran liberalizme karşı sosyalist işçi anayasası ve bugünün yakıcı mücadele sorun ve talepleri arasındaki bağın kurulması konuşuldu. Kürt halkına karşı yükseltilen şoven dalgaya karşı mücadele ve Kürt ulusal sorunu özel bir gündem olarak işlendi. Yaklaşık iki saat süren etkinlik, bundan sonrasında yapılması planlanan yeni etkinliklerin duyurusu ile sona erdi.


10

NƦN RJHQNXN

ñíÁLOHULQ KDN HWPHGLðL UHIDK Enerji Bakanı Taner Yıldız sağolsun, artık gün ışığından daha fazla yararlanabileceğiz. Eh, bunun için de sabah saat 6'da mesaiye başlayıp, Cumartesi günleri de çalışırız elbette!.. Enerji bakanı, "gün ışığından daha fazla yararlanmak ve verimliliği arttırmak için, mesaiyi sabah saat 6'da başlatmaya ve Cumartesi günlerini de çalışma günlerine dahil etmeye hazırlandıklarını" buyurdu. Bakan Yıldız, "bunun çalışanların uykusundan fedakarlık olmayacağını, böylece çalışanların daha erken yatacağını" söyleyerek, yüreğimize su serpti. "Cumartesi günlerinde tam ya da yarım gün mesai yapılması için harekete geçecek"miş; "zenginleşmeyi ancak çalışmayla elde edebilir"mişiz. En sonu: "Cumartesi çalışma uygulaması '70'lerde bu vardı, sonra kaldırıldı ve Türkiye hak etmediği refah seviyesini peşin satın almış oldu."

götürmez. O yüzden sendikalarımızla bu iç verimliliğimizi arttırmamız lazım. Verimsizlik ile ilgili çalışmaları mutlaka giderebiliyor olmamız lazım. Ben 5 yıl genel müdürlüğünü yaptığım enerji dağıtım şirketlerinde ilk yaptırdığım anket ve çalışmalarda toplam 8 saatlik çalışma süresinde ortalama 2 saat 35 dakika çalışıldığını gördüm. İlk 3 yıl içerinde kendilerine 4 saatlik bir hedef tayin ettim. 4 saat çalışan kişi evine gidebilir dedik. Bunlar yaşanan gerçekler. Bizler gelişmekte olan Türkiye olarak mutlaka yeri gelecek 16-18 saat çalışabileceğiz. Bu değişimi iyi idare edebilmek adına bunu mutlaka yapmak lazım. Ülkeyi kalkındırmak için verimli çalışacağız. Ben biliyorum ki benim işçim işini bitirmen çıktığı direkten inmez. O direkte sorunu 8 saatte çözerse 8 saat 18 saatte çözerse 18 saat çalışır. O yüzden biz uzlaşı içerinde bütün emeklerimizi beraber ortaya koyarak Türkiye'yi geliştireceğiz."

Kapitalist sistem affetmez de, işçi sınıfı ne eder?

Gün ışığına hasretiz

Enerji Bakanı Yıldız, önceki yıl katıldığı Tes-İş Genel Kurulu'nda da, bizlere 16-18 saat çalışmamızı buyurmuştu: "Hangi sektörde çalışıyor olursak olalım mutlaka verimli olarak çalışmak zorundayız. Verimli çalışmayı kendi içimizde yapamıyorsak, bu mutlaka bir düzenlemeye tabi olarak belirlenecektir. Sistem bunu affetmez, sistem bu boşluğu

Gün ışığından daha fazla yararlanmayı hangimiz istemiyiz ki! Gün doğmadan duraklara, oradan otobüslere yığılan kim? Merdiven altı taşeron atelyelerde gün ışığına hasret kalan kim? Plazalarda, güneşe hasret, sabahtan akşama neon parıltısında soluklaşan kim? Gün doğmadan işe koşup, gece karanlığında evlerine dönen kim?

Gün ışığından daha fazla yararlanmayı hangimiz istemiyiz ki! Gün doğmadan duraklara, oradan otobüslere yığılan kim? Merdiven altı taşeron atelyelerde gün ışığına hasret kalan kim? Plazalarda, güneşe hasret, sabahtan akşama neon parıltısında soluklaşan kim? Gün doğmadan işe koşup, gece karanlığında evlerine dönen kim?… Sermayenin bakanı, bizim gün ışığından yararlanmamızı da, hafta sonu tatilimizi de hak etmediğimiz bir refah olarak ilan ediyor! Gün doğmadan çalışmaya başla, hafta sonu da çalışmayı sürdür! Erken yat! Sermayenin bakanı, bizi sömürülerek sermaye üretmekten başka bir yaşantısı olmayan köleler olarak görüyor. Üstelik, sürekli "daha verimli" çalışarak, sermayenin üzerimizdeki sömü-

rüsünü arttırmaya koşullu köleler… Üstelik, elektriğe, doğal gaza yapılan sistematik zamlarla birlikte; yine biz işçilerin ürettiği, dağıttığı enerjiyi sürekli fahiş fiyattan satın almaya koşullu köleler… Sermayenin enerji bakanına bir yanıt lazım. Sadece direnişteki BEDAŞ işçileriyle sınırlı kalmayacak; Tes-İş gibi holding sendikalarına teslim edilmeyecek bir yanıt lazım… Güneşe hasret kalışımızla, yakıcı ihtiyaçlarımızla bütünleşen, eylemli bir yanıt!

3DWURQODU $\ ×ü×ù×QGDQ GD \DUDUODQ×OV×Q (QHUML %DNDQ× Do×NODPDV×\OD Enerji Bakanı'nın mesailer Ağaoğlu Şirketler Grubu yapsın, ay ışığından da yaQH \DSPDN LVWHGL" "enerji tasarrufu için" sabah Başkanı Ali Ağaoğlu: rarlanmak için ertesi sabah 6.00'da başlasın, cumartesi tatil olmaktan çıksın tarzındaki sözlerine büyük patronlardan büyük destek geldi: Zorlu Holding Başkanı Ahmet Nazif Zorlu: Sonuna kadar destekliyorum. Türkiye'nin verimli ve çok çalışan bir ülke olması gerekiyor. ABD bu şekilde çalışıyor. Biz onlardan çok mu ileriyiz ki, bu kadar tatil yapıyoruz. Ben de her gün 06.30'da işe başlarım. Sanko Holding Başkanı Abdulkadir Konukoğlu: Yıllarca saat 06.00'da uyandım. Birkaç yıldır yaşın da verdiği sebeplerden dolayı 07.00'de uyanıp, işbaşı yapıyorum. Başbakan bile birkaç saat uyuyor. Ne kadar ihtiyaç varsa o kadar uyunmalı. Avrupa Birliği tembelliğin cezasını çekiyor.

saat 5.00'e kadar çalışsın. Bir patron olarak Cumartesi değil, Pazar günleri de çalışılsın isterim. Hayatım boyunca 7'yi 1 geçe kalktığımı hatırlamam. Mesai saatleriyle bu şekilde oynamak yerine, daha verimli ve enerji kaynaklarını da daha etkin kullanacak başka öneriler bulalım. Limak Holding Başkanı Nihat Özdemir: Ben çalışma saatlerinin uzamasından yanayım. Cumartesi günü Türkiye çalışmalı. Cumartesi kamu dairelerinin de çalışması taraftarıyım. En azından saat 14.00'e kadar. Türkiye'nin bütün sıkıntılarından kurtulması için üretmesi gerek. Kapitalistler ne ister? -İşçiler gün ışığından daha fazla yararlanmak için sabah saat 6.00'da işbaşı

-Ay ışığının olmadığı gecelerde işçiler enerji tasarrufu için mum ışığında çalışsın. -Mum paralarını da işçiler versin. -Kalan 1 saatte de işçiler, "patron sana canım feda" diye marş söylesin ve patronların ayakkabılarını boyasın. -İşçiler çalışırken oksijen tasarrufu yapmak için nefes almasın. -Bütün yemek, çay, tuvalet molaları kaldırılsın. -Hafta 8 güne çıkarılsın, hepsi çalışma günü olsun. -İşçiler çalışırken gün ışığından daha fazla yararlanmak için gözlerini de kırpmasın, göz kapakları arasına kibrit çöpü yerleştirilsin.

Enerji Bakanı'nın "enerji tasarrufu ve gün ışığından daha fazla yararlanmak" bahanesiyle "çalışma sabah saat 6.00'da başlasın, cumartesi kamuda da tam çalışma günü olsun" açıklaması, hükümetin büyük patronların bu istemini kamuoyunda geniş çaplı tartıştırarak yaptığı bir nabız yoklamasıydı.

Nitekim konu üzerine açıklamada bulunan büyük patronların tamamı, resmi çalışma gününün 10-12 saate, çalışma haftasının pazar günü dahil 7 güne çıkarılmasını istemlerini iştahla belirttiler. Başbakan Erdoğan, aslında dolaylı vergi zamlarına yoğun tepkiler karşısında "eğer bunları yutmazsanız daha büyük kemer sıkma paketi gelir, Yunanistan gibi oluruz" minvalindeki sopa sallamasıyla, hükümetin krize büyük borç yüküyle yakalanan tekelci burjuvaziyi rahatlatmak için nasıl bir arayış ve hazırlık içinde olduğunun mesajını da

vermiş oldu. Nitekim Bakan Babacan, sıkı mali disiplin politikası uygulanacağını, kıdem tazminatının gaspını da içeren "ulusal istihdam stratejisi" için ESK mekanizmasının hızlandırılacağını söyledi. Hemen sonra da memurlara "mali disiplin gereği", maaş dondurma anlamına gelen 2012 yılında yüzde 3+3 zam, sonraki yıllar ise yüzde 5'in altında zam yapılacağı açıklandı. Açıklamanın kölece çalıştırma stratejisinin hızlandırılacağının açıklandığı günlere denk gelmesi, raslantı olmasa gerek. Bu işçilere ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışmak.


11

%LU LKWLPDO GDKD YDU Arkadaşlar, bizler Mersin’de taşeron bir firmada çalışan işçileriz. 3 ay süreli bir proje için Mersin'in sokaklarını, evlerini tek tek gezerek istedikleri bilgileri toplamamız karşılığında 700TL maaş+yol+yemek+sigorta+ prim(en az 200TL) alacağımızı söylediler. 15 kişi işe başladık ve yaklaşık 20 gün oldu. İlk gün yol ve yemeğin verilmeyeceği, bu masrafların kendi cebimizden çıkacağı söylendi. Buna tepki gösterdik. Müdürle görüştürdüler, daha ilk gün ve ilk görüşmemizde taviz vermeme adına müdür kesin ve bizi ciddi almayan bir tavırla "İşine gelen çalışır, işine gelmeyen çalışmaz" diyerek kestirip attı. Bana da "Senin bana söylediklerini ben patrona söylesem 's.tir' git derdi" dedi. Ben de ona vurmamak için kendimi zor tuttum. O anda ne söylemek istediğim kafamda netti ama söylemedim. Çünkü bireysel bir çıkış hem işşiz kalmamı hem de bu işe devam edecek arkadaşlarımın eksik kalmasına neden olacaktı.

Onların dediği gibi de çalıştık. Bir hafta sonra sayımız 20 oldu. Yine birlikte çalışıyor birlikte hareket ediyorduk. Bu durum patronlar tarafından da anlaşılmıştı. 3 aylık geçici iş sözleşmesini ve prim oranlarını açıklayacakları günden 1 gün önce birliğimizi bozmak için her mahalleye 1 kişi şeklinde bizi dağıtacaklarını ve ofise gelmeden ve dolayısıyla kimsenin birbirini görmesine gerek kalmadan orada çalışacağımızı söylediler. Bizler de "Bu bizi yalnızlaştırmak için yapılan bir uygulama, mahallelerde güvenliğimiz için birlikte olmamız gerekir" diyerek buna karşı çıktık. Ve sabahında işe geç başlayarak ilk tepkimizi gösterdik. Bir gün sonra iş çıkışı bir toplantı daha yaptıklar. Toplantı öncesi bir araya gelerek ne yapmamız gerektiğine dair sohbet ettik. Ve artık nettik. Ekip çalışmasını bozmalarına izin vermeyecektik. Toplantı, genel koordinatörün dayatmaları, tehditleri ve kesin emirleri ile başladı. Sözleşme imzalama sırasında asıl tavrımızı, "emeğimizin yumruğunu" masaya vuramadık. Çünkü içimizde bir-iki uzlaşma yanlısı arkadaş direk imza attılar, prim tablosunu kabul ettiler ve olumsuz bir hava yarattılar. Bizler de kararsızlığı bozmak ve resmi çalışan olmak adına imza attık. Çıkarken de son sözümüz "esnemeyen her şey kırılır" oldu. Bu sırada iş verenler, yarın da bir toplantı olacağını, saat 11.00'de herkesin katılmak zorunda olduğunu söylediler. Bu toplantıda da kura çekimi ile bir aylık çalışma alanlarımızı, yani yalnızlığımızı seçecektik. Bizler de hem bir tepki olsun diye, hem de önceden konuşup örgütlü bir tavır sergilemek adına 11.00'deki toplantıya bilinçli olarak saat 13.00'de katılacağımızı söyledik.

zı herkes arayarak bilgi vermesine rağmen ben ve bir arkadaşım dışında kimseye izin vermediler. Bizi diğer arkadaşlarımızdan ayrımak istediklerini anladığımızdan bilinçli olarak ve topluca belirlediğimiz saatte gittik. Haber veremediğimiz arkadaşlar ve uzlaşma yanlısı olan 3-4 kişi ile toplantıya başlamak zorunda kaldılar. Katılanlarla bölge paylaşımı yapmak istediklerinde haber vermediğimiz bir arkadaş bizlerin olmadığı bir ortamda kura çekmeyeceğini, bizleri bekleyeceğini söyledi. Diğerleri kura çekip bölgelerini belirlediler (ya da öyle sandılar). Toplantı öncesi yaptığımız son görüşmede istediğimiz şartların kabul edilmediği, işverenin işçilerle pazarlık etmediği, bizi ciddiye almadığı ve tek başımıza çalışmayacağımız konusunda birbirimize söz verdik. Ve kırmızı çizgilerimizi belirledik. Her şeyden önce mahallelerde tek kişi çalışmayacaktık. Bizi işe almaları sırasında söyledikleri yolyemek ücretlerinin ve prim tablosunun iyileştirilmesini talep edecektik. Bunlar dışında resmi tatil ve izin günlerimiz gibi sosyal haklarımızın alınması ve işten çıkarmalar gibi konularında tavrımızı da net olarak belirledik. Ve toplantıya gittik. Yeni çalışma sürecinin eğitimi ile başlayan toplantı, genel koordinatörün binçli olarak geç gelmemizden dolayı geriye dönük kazandığımız 5000 puanın (60-70TL) kesildiğini ve bu cezadan bir tek önceden izin isteyen ben dahil 2 kişinin muaf tutulduğunu söylemesi ile bir anda gerildi. Ben ve diğer arkadaşım da aynı cezayı istediğimizi yüksek sesle dile getirdik. Bunun üzerine herkes bir anda yeniden kenetlendi. O anda ilk günden bu yana verdikleri kararlar konusunda "Yapacak bir şey yok" diyen Genel Koordinatör'e, "Yapacak bir şey daha var, o da bu şartlarda bizim artık burada çalışmamamızdır" dedik. Ve bir anda hepimiz birden ayağa kalkarak tavrımızı net koyduk. Genel Koordinatör'ün "O zaman zimmetli cep telefonlarınızı teslim edin" talebine de "Sizde bizim şimdiye kadar ki içerde kalan alacaklarımızı ödeyin" diyerek ofisi terkettik. Topluca sokağa çıktığımızda birbirine sonsuzca güven duyan ama bir anda işsiz kalan bir işçi topluluğu olmuştuk. Davetleri kabülümüzdür Çok değil bir sokak sonra işverenin kadrolu iki çalışanı (bizimle iyi anlaşanlar) arkamızdan koşarak, bizim haklı olduğumuzu ve bizim yanımızda olduklarını ancak pazarlık yapmak isteyen genel müdürle bir kez daha görüşmemizi istediler. Bu esnada müdürün de telefonla arayıp, isim vererek içimizden 2 kişi ile görüşmek istemesi üzerine kendi aramızda gidecek olan arkadaşların herkesi temsil etme hakkına sahip olduğunu kararlaştırdık.

Sıkıysa yağmasın yağmur... Toplantıya 13.00'de katılacağımı-

Ofise gittiğimizde, dışarda bir yerde oturup konuşalım dediler ve ofisten

çıktık. Pazarlık masasına oturduğumuzda değişen ve yumuşayan davranışlarından kazanmak üzere olduğumuzu iyice anladık. Genel Müdür ve Genel Koordinatör görüşme boyunca patronluk makamının "yüce bir divan" olduğunu anlatmaya çalışırken, bizlerde "emeğin yumruğunun herşeyden daha güçlü olduğunu" hissettirdik. Bu gerilimli ortam sonunda kararlı ve net duruşumuz bizi beklenen ve istediğimiz sona taşıdı. Şu şekilde bir anlaşma yaptık. 1) Prim tablosu iyileştirildi, 2) Resmi tatil ve izin günlerinde ki çalışmamız karşılığında 2 kat mesai ücreti verilip, sigortamızın tam yatırılması gibi sosyal haklarımızın tanınacaktı, 3) Toplantıya geç gittiğimiz gerekçesiyle kesilen cezanın büyük bir kısmının

NƦN RJHQNXN

En önemlisi başından beri direttiğimiz ekip çalışmasının istediğimiz gibi 4-5-6 kişilik gruplar halinde yapılmasının kabulü ile isteklerimizin büyükçe bir kısmı kabul edildi. Yani biz kazanmıştık geri alınacaktı, 4)Ve en önemlisi başından beri direttiğimiz ekip çalışmasının istediğimiz gibi 4-5-6 kişilik gruplar halinde yapılmasının kabulü ile isteklerimizin büyükçe bir kısmı kabul edildi. Yani biz kazanmıştık. Masadan kalkarken son sözümüzü, bana ilk günden "S.tir git!" diyen müdür ve "Yapacak bir şey yok" diyen genel koordinatürün gözlerine bakarak ve 30 kişilik konuşarak söyledik. "Bir ihtimal daha vardı. Onu da biz yaptık".

.X]H\ .×EU×V·WD ×UNo×O×N Irkçı saldırılar "yavru vatan" denen Kıbrıs’a da sıçradı, Kürt öğrencilerin okuma hakkı ellerinden alınıyor. Veysel Kaplan, Kuzey Kıbrıs‘ta Yakındoğu Üniversitesi son sınıf öğrencisi iken 21 Ekim günü Kürt olduğu için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti polisi tarafından sorgusuz sualsiz gözaltına alınan 25 öğrenciden biri. Veysel Kaplan‘ın kimliğinde milliyeti TC yazıyor, kendisi Kürt ve anadili Kürtçe. Kimliğinde TC vatandaşı yazmasına rağmen KKTC tarafından Kürt olduğu için sınır dışı edilen 6 öğrenciden biri ve bu belgeyle bir daha KKTC‘ye girmesi yasak. Gerisini kendi ağzından dinleyelim: "Adım Veysel Kaplan, Diyarbakır Ergani‘de oturuyorum. Çoğumuz Diyarbakır, Siirt, Urfa ve Hakkari'den okumak için Kıbrıs'ta bulunuyoruz. Kıbrıs Lefkoşa‘da Yakın Doğu Üniversitesi son sınıf öğrencisiyim. İdim. Hakkari ve Bitlis‘te yaşanan çatışmaların ardından Türkiye‘de Kürtlere ve BDP başta olmak üzere Kürt kurumlarına dönük gelişen ırkçı saldırılar, 21 Ekim Cuma günü Kuzey Kıbrıs’a da taşınmıştı. Lefkoşa’da bulunan Yakın Doğu Üniversitesi’nde ırkçı gruplar sabah saatlerinde toplanarak kampüs önünde gösteri düzenlemiş, gösterinin ardından kampüs girişinde kimlik kontrolü yapılarak, Kürt ve solcu avına çıkmıştı. Bunun üzerine 1.500'e yakın ırkçı-ülkücü grup ile üniversitede okuyan solcu ve Kürt öğrenciler arasında çatışma çıktı. Uzun süre devam eden çatışmada polis havaya ateş açarak olayları durdurmaya çalıştı, bu olaylardan sonra 4 Kürt öğrenci gözaltına alındı. Gözaltına alınan Serdar Kayaalp, Fırat Sandalcı, Talha Fehmi Geylani ve Hamdi Seren gözaltında

bir gün tutulduktan sonra İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla "sınır dışı" edildi. Ardından ise İçişleri Bakanlığı bu olayla ilgili olağanüstü karar alarak 25 Kürt öğrencinin "ayaklanma" gerekçesiyle bulundukları yerde gözaltına alınıp, apar topar sınır dışı edilmesine karar verdiler. Karardan sonra Kürt öğrenci avına çıkan polis beni ve İbrahim Halil Dayan‘ı gözaltına aldı, hiçbir şekilde mahkemeye çıkarılmadan 27 Ekim‘de sınır dışı edildik." "Siz hepiniz PKK militanısınız sizin okuma hakkınız yok" "Gözaltından sonra bizi apar topar sınır dışı ettiler. Polisler "Siz hepiniz PKK militanısınız, sizin okuma hakkınız yok" diyerek "sizi Havai adalarına mı, yoksa Mayami adalarına mı gönderelim" diyerek dalga geçtiler. Beni Adana‘ya gönderdiler ardından. Bu durum onuruma çok dokundu. KKTC’de yayın yapan Volkan Gazetesi yaptığı haberle Kürt öğrencileri ve yurttaşlarını hedef haline getiriyorlar." Gerekirse açlık grevine gideceğim "Hiçbir ifade hakkı tanınmadan, savunmamız dahi alınmadan sınır dışı edildik. Böyle bir uygulamayı kabul etmiyoruz. Bu konuya ilişkin diğer arkadaşlarımla birlikte konunun takipçisi olacak ve gerekirse yakın süreçte açlık grevi yaparak kamuoyu oluşturacağız. Orada paralı okumamıza rağmen Kürt olduğumuz için okumamıza izin verilmedi. Ben diyorum ki Kürt gençlerine siz de KKTC‘ye gidip okumayın, sonunuz bizim gibi olacak yoksa…" Veysel Kaplan‘ın kimliğinde Türkiye vatandaşı yazıyor. Ve "TC vatandaşlığı muamelesi" KKTC‘de de ülkedekinden farksız işliyor.


12

NƦN RJHQNXN

$UWÜN EHNOHPHN \RN "Sigortalı iş var, çalışır mısınız?" sorusuyla başladı her şey. Başta iyi görünüyordu; sigortalı, maaşlı, uygun çalışma saatleri, izinler… Yani adı belli bir iş yapacaktık, ama nasıl bir iş olduğunu limanın kapısından girdiğimiz ilk gün anladık. Evet, koca koca makineler vardı, ama bizim yapacağımız iş limandaki en tehlikeli işti. Bunu yaşadığımız iş kazaları ile öğrendik. Maaşların keyfi ödendiğini ay sonu geldiğinde cebimizin boş kalışından öğrendik. Aslında neyi öğrendik biliyor musunuz? "Bu şekilde çalışma olmaz" dediğimizde "İşine gelmiyorsa giriş kartını bırak çek git" dediklerinde ve biz gidemeyince köle olduğumuzu öğrendik. Öğrenmekle kalmadık sadece, köleleştikçe buna alışır hale gelmiştik. Bir süre sonra "Yaşamak aslında köle olmakmış, biz şimdiye kadar yanlış biliyormuşuz" durumuna geldik. Ta ki bir gün, kimin ağzından çıktı bilemiyorum, birisi sendikadan bahsedene kadar. İşçileri savunan bir kurum var, denmişti. Hayaller kurmaya başladım. Sendika nedir, ne değildir diye sormaya, araştırmaya da başladım. Ama bunu gizli yapmak gerekiyordu tabii ki. Bize uygun sendikanın hangisi olduğunu öğrendik sonra. Hemen ertesi gün kurtarıcılarımız arandı tabii ki. Ama kurtarıcılarımız bize "bekleyin" diyorlardı. Bekledik biz de. Artık kendimi sendikalı bir işçi olarak görüyordum. Hayal kurmaya devam ediyordum. Sonra geldiler, görüştük. Mevzuatlardan, kanunlardan ve başka bir sürü şeyden bahsettiler. Sabretmeyi ve biraz daha beklememizi söylediler. Günler geçiyor, aylar geçiyordu, ama hep sabır hep sabır… Bu arada limanda kölelik had safhaya çıkmıştı. Utanmasalar verdikleri yemeğin parasını bile keseriz diyecek patronlar. Sendikaya üye olmamızın önünde olduğu söylenen engellerin kalkmasına çok kısa bir zaman kala bize "örgütlenin" dediler ve biz de başladık. Çok gizli ve heyecanlı idi. Ne güzel günlerdi, çünkü iyi niyetle, saflıkla iyi bir şey için gizli gizli çalışmak çok heyecan verici idi. Üyelik başladı ve 2 gün içinde arkadaşların çoğu üye oldu. Artık içerde dağ gibi bir işçi kitlesi ve onların sendikası vardı. Farklı farklı taşeronlardan oluşan bir dağ… Üyelikle beraber toplu sözleşme süreci de başlamıştı. Tabii ikinci bir süreç de, işçi kıyımları süreci… Kıyıma karşı yaptığımız eylemler bazen başarılı oluyor, fakat bazen acemisi olduğumuz için kaybediyorduk. Ama sendika nasıl olsa patronla masaya oturacak ve işten çıkarılanları teker teker aldıracak diye kendimizi avutuyorduk. Aynı gruba bağlı 5 taşeron içinde ilk önce bizim toplu sözleşme yetkimiz alındı. Sevindik, 2 ay içinde ya toplu sözleşme süreci

başlayacak ya da greve gidecektik. Ama öyle olmadı. Neden mi? Greve bir hafta kala işveren, "Ben bu işte zarar ediyorum" deyip işi bıraktı ve bir gecede giriş iptal edilerek kendimizi kapı önünde bulduk. Ana işverene "Patron işini bırakmış ama biz senin işini yapıyoruz, o yüzden işe devam edeceğiz" dediysek de "hayır" cevabını aldık. Aslında patron işi bırakmıştı, ama bizi işten atmamıştı. Bu yüzden "Biz ne iş yapacağız şimdi" dedik. Bize "Size ne iş verirsem onu" dedi. Aslında bir iş göstereceği falan yoktu. Sendikaya gittik, "Yasal olarak yapabileceğimiz hiç bir şey yok. İşveren çıkışınızı yapmamış ki" dediler. "İşveren çıkışımızı yapmadıysa biz niye işimizi yapamıyoruz" sorumuz havada kaldı tabii ki. "Herkes evlerine gitsin ve beklesin, işveren nasıl olsa çıkışınızı verecek, ondan sonra bir şeyler yaparız" dediler. "Olmaz" dedik, "Biz burada limanın kapısında bekleyeceğiz, siz de bu işi çözeceksiniz" dedik. Sendika başkanımız o dönem tatildeydi. "Daha ne yapabilirim" diyordu ama biz biliyorduk ne yapacağımızı. İçerde çalışan ana firmaya bağlı bütün taşeronlardaki arkadaşlarla temasa geçerek, üretimin acilen durması gerektiğini söyledik. Uydular, iş durdu ve herkes dışarı çıktı. O geceyi hep beraber dışarıda geçirdik. Tabii bu arada sürekli gelip "İçeri girin, işlerinizin başına geçin, yoksa işten atılırsınız" uyarı ve tehditleri geliyordu. Sabah olunca arkadaşlara "Burada, dışarıda beklemeyin, direnişe içerde makinelerin başında devam edin ki yerinize işçi getirmesinler" deme hatasında bulunduk. Söylemez olaydık. İçeri geçtiler ve bizlerin içerde olmaması, patronun baskısı ve sendika temsilcisinin "İşbaşı yapın, onlar işten atılmadılar, böyle devam ederseniz siz işten atılacaksınız ama" demesinin de etkisiyle direniş kırıldı ve işe başladılar. "Neden böyle yapıyorsunuz" dediğimizde "İşçiler birlik olamadı" gibisinden bir şeyler söylediler. "Madem öyle biz dışarıda direnişe geçeceğiz" dedik. Ve direniş çadırını kurduk. Asıl gerçekleri o direniş çadırını kurduktan sonra öğrendik. Adeta bir okul gibiydi çadır. Sendikalı olmakla bu işlerin, bu sorunların bitmediğini, asıl önemli olanın işçi olmanın, sınıfın bir parçası olmanın ne demek olduğunu anlamaktan geçtiğini öğrendik. Bu arada günler hızlı bir şekilde geçiyordu. İşçi miyiz, işsiz miyiz ne olduğumuz belli değildi. Biz de patronu sıkıştırmaya başladık. "Ya bize iş göster, ya da çıkışımızı ver" diyorduk. Patron ilk başlarda bize "iş yok, bekleyin" falan dese de sonradan çıkışımızı verdi. Tabii bu arada tam 1 ay geçti. Bunun üzerine hemen sendikaya haber verdik. "Bakın çıkışımız verildi. Hadi ne yapacaksanız yapın" dedik. Ama nafile, bu sefer

de araya sendika seçimleri girdi. "Bekleyin, bu seçimler bitsin, kesin çözeceğiz" dediler. Tabii bu arada biz de daha önce yapamadan işten atıldığımız grev hakkımızın halen devam ettiğini öğrendik. Süresi de seçimlerden hemen sonra bitiyordu. Sendikacılara sorduk. "Seçimlerden sonraki ilk işimiz greve gitmek olacak" dediler. Seçim günü yaklaştıkça, umutlar iyice arttı. Biz de çadırdan 3 delege gönderdik seçimlere. Seçim olmuştu. Eski başkan devrilmiş, yeni başkan seçilmişti. Yeni yönetimin ilk işi ne oldu biliyor musunuz? Bizim grev kararı Bölge Çalışma Müdürlüğü'ne geçmiş bir tarihli olarak, hatalı gönderildi. Şok olduk. Yeni başkana bu durumun nasıl olduğunu, bu durumu işçilere nasıl açıklayacağını sorduk. Kendi hatası olmadığını, eski başkanın hatası olduğunu söyleyip çıktı işin içinden. Bölge müdürlüğüne gittik biz de. "Evrak üstünden hata olsa bile sendika yönetimi isterse greve gidilebilir" dediler; buna Genel Başkanın verdiği cevap, "Bu grevi fazla kafanıza takmayın. Bu işi çözmenin başka yolları da var" oldu. Grev günü, grev olmayınca yetki düşmüş oldu. Bizim de sendikayla bağımız, üyelik dışında kalmamış oldu. Bu arada yeni başkan Mersin'e geldi. Bize biraz daha sabırlı olmamızı, beklememizi, bu işin kesinlikle çözüleceğini söylüyordu. "Nasıl" sorularına, "Buraya şube kurulacak, kurulacak şubenin alacağı kararların sonuna kadar arkasındayız" deyince yine beklemeye başladık. Tüm bu zaman içinde basın açıklamaları yaptık, yürüyüş düzenledik, slogan attık. Tüm bunları yaparken sendika sadece "Yapmayın, bekleyin" diyordu. Sendikanın "Yaparsanız işveren sizi kesinlikle işe almaz" uyarılarına rağmen Dayanışma Gecesi de düzenledik. Zaten sendikanın dediği şekilde bir şeyin çözüleceği falan yoktu, bunların hepsi oyalama taktiğinden başka bir şey değildi. Bu arada şube ataması da yapıldı. Bizden bir arkadaş da yönetime atandı hatta. İlk "tanışma" toplantısının konusu da, ana firmanın yemekleri güzel mi değil mi, servisleri rahat mı değil mi oldu. Bu ayın sonunda yeni bir toplantı daha olacak. Sonuç mu? Bekle babam bekle, bu köprünün altından çok su akar böyle bekledikçe. Daha ne toplantılar göreceğiz. Demek istediğim artık tüm bunlara aldanmayacağız. İşçi kendi sesini duyuracak artık. İçerdeki arkadaşlarla bağını kuvvetlendirecek. Unutmayın ki gerçek güç işçinin kendisidir. İşçiye işçi dışında kimse acımaz, bir tek işçinin işçiye faydası olur, gerisi teferruattan başka bir şey değildir. Mersin Limanı'nda işten atılan bir işçi

9LWULQLQ DUNDV×QD LOLüWLULOPLü \DüDPODU

Kocaman bir binanın içine konmuş, gösterişli vitrinli mağazaların içerisine sıkıştırılmış hayatlar bizimkisi. Işıklandırılmasıyla, tabelalarıyla, indirimli yazılarıyla, gelen bin çeşit müşterisiyle dışarıdan albenili olan bu sektör, içerisinde çürümüş virane bir ev görünümünde aslında. Çalışan işçilerin sessiz çığlıkları gümbür gümbür çalan müziğe karışıp yok oluyor. Gülümseyen yüzlerdeki sahteliği, gözlerindeki donuk ifade ortaya çıkarıyor. Nasıl çıkarmasın ki? Çalışma koşulları hepsinin hemen hemen aynı, farklı mağaza isimlerinde çalışsalar da. Asgari ücret, 15 günlük yemek, her gün bir binişlik yol… İlanlara yansıyansa asgari ücret+yol+yemek+prim… Yani daha ne istiyorsun, demeye getiren bir sürü söz. İçine girip çalışınca hiç de öyle ilandaki gibi olmadığını anlıyorsun. Çünkü en düşük menü 5 TL, aldığın yemek ücreti 15 günlüğünü karşılıyor. Yol desen sabah vardiyası veya akşam vardiyası için var; oysa ne akşam 6'da çıkışımızda servis oluyor ne de öğlen saat 2'de geldiğimizde servis var. Bu nedenle her gün 1 binişlik yol parası veriyorlar. Bunlara yoğun günler ekleniyor. Stres atmaya gelen müşterilerin mağazayı dağıtması cabası. Değişen vardiya sistemiyle görüşemediğin arkadaşların, sevdiğin ailen ekleniyor ve donuk gözlerine bir mutsuzluk daha biniyor. Yüzün sahteleşiyor, siliniyor, siliniyor, siliniyor… Ankara'dan bir hizmet işçisi

*UHY N×U×F×ODUD EDULNDW

Endonezya'da maden işçileri, grev kırıcıların madene sokulmasını engellemek için polisle çatışmaya girdi, polisin maden işçilerine açtığı ateş sonucunda bir işçi öldü, pek çok işçi de yaralandı. ABD'nin maden tekeli Freeport McMoran'ın bakır ve altın madenlerinde çalıştırılan 12 bin işçi, ücret artışı, iş cinayetlerinin önlenmesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi talebiyle 15 Eylül'de greve çıkmışlardı. Daha önce de, Nisan ayında 2 işçinin yanarak ölmesi üzerine, bir günlük yas grevi yapmışlardı. 10 Ekim'de, grev kırıcıların polis korumasında maden ocaklarına sokulmak istenmesi üzerine, grevdeki işçiler maden önünde barikat kurdular. Polisin direnen grevcilere ateş açması üzerine bir işçi öldü, pek çok işçi yaralandı.


13

NƦN RJHQNXN

#FOJN BEðN LBQJUBMJ[N Burası benim köşem kardeşim, işçi gazetesi falan anlamam, fikrimi buradan da yayar, hepinizi buradan da ezerim. Var mı bir diyeceğiniz! Benim adım kapitalizm, Amerika'da 500 milyon tabanca olmasının sorumlusu benim. Ben insanları soyarken, herkes komşusundan korkuyor. Benim adım kapitalizm ve siz hepiniz hayatınız boyunca hiç sahip olamayacağınız evleri temizleyen temizlik işçilerisiniz. Benim adım kapitalizm ve siz hepiniz mutsuzsunuz; bir avuç mutluluk hayali için her gece tekrarlanan TV programları formundaki uyuşturucu dozlarınızı bekleyen bağımlılarsınız. Benim adım kapitalizm ve hepiniz açık alan korkusuna kapılmışsınız, evinize tutsak, işinize tutsak, tüketim psikolojisine bağlanmış yaşıyorsunuz. Benim adım kapitalizm, ekonomistlere inanmanız gereken tek dinin kapitalizm olduğunu söylemeleri için aylık ödemeleri ben yapıyorum. Benim adım kapitalizm, hayatınızın ilk yarısını ikinci yarısında ne yapacağınızı hesaplamakla geçirmenizi sağlayan benim. Benim adım kapitalizm, insan doğasının temel kanunlarını bilirim: İnsan yemeğe ihtiyaç duyar; bu yüzden yemeği ondan alır ve yemek için çalışmasını sağlarım. Benim adım kapitalizm, bir insan ne kadar fakirse, ona o kadar az ödeme yaparım. Benim adım kapitalizm, hepiniz benim için çalışıyorsunuz. Benim adım kapitalizm ve hepiniz yalancısınız! Çünkü her sabah yataktan kalkıp işe gidince kendiniz için çalıştığınızı düşünüyorsunuz.

°UJÖWOHQGLN YH GLUHQL\RUX] Halbuki ne hayallerle limana girmiştik. İlk girdiğimizde bize çimento, yağ ve asit işi olacak, başka işler için yeni elemanlar alınacak denmişti. Ayrıca her 15 günde bir avans verilecek, her ayın başında maaşlar eksiksiz yatırılacak denmişti. Bu yalanı ilk 3 ay maaş alamayınca farkettik. Paralarını isteyenler ise anında işten atıldı. Atılan işçilerin yükü de diğerlerinin üstüne bindirildi. Bundan sonra patron baskıları artmaya başladı. Mesai saatleri 40 saati buluyordu. Çoğu zaman sabah işe geldikten sonra eve ne zaman gideceğimizi bilemeden çalışıyorduk. Bir hafta eve gitmeden çalışan arkadaşlar vardı. Bu durum iş kazalarını da beraberinde getiriyordu tabii ki. Biz işçiler, her ne kadar limanda ayrı şirketlerde çalışıyormuşuz gibi düşünsek de, patron ve yapılacak işler tekti. Bu sebepten taşeronun taşeronu olarak çalışan bizler limanın en kötü işlerini yapıyorduk. Kimi zaman 27 ülkede yasaklanmış petrokok kömürünü indiriyorduk, kimi zaman gemilerin yağ depolarını temizliyorduk. Tüm bunlar olurken, iş güvenliği birimleri ortalıkta görünmezdi. Biz bunları yaparken patron, 2 oğlu ve yeğeni bizim kabusumuz olmuştu. 2 yıl içerisinde 60'dan fazla işçi atıldı. Patron, oğulları ve adamları tarafından ağır hakaretlere maruz kaldığımız, sürekli iş kazalarının geldiği o son noktada işçiler arasında örgütlenme sağlandı. Sendikal girişimlerde bulunuldu. Orada çalıştığım sürece patrondan sadece "nasıl emekten çalarım, nasıl işçilerin haklarını yerim" anlayışını gördük. Üstelik tek bizden de çalmıyordu. Muhasebecesinin öğrettikleriyle bir taraftan vergiden çalarken, diğer taraftan SSK primleriyle oynuyorlardı. Bir işyerinde ne kadar sahtekarlık varsa hepsi yapılıyordu. İlk başta ücretsiz izne çıkarırken sonra puantajla çalıştırmayı düşündüler. Özellikle maddi durumu kötü olan

işçiler tam bir köle gibi kendilerine bağlanmıştı. Onlara sınırsız mesai uygulanıyordu. İşte böyle bir ortamda sendikalı olduk ve arkasından kendimizi kapıda bulduk. Bizler 95 gündür direnişteyiz. İlk günlerde çok sıkıntı çektik. İçerdeki arkadaşlarımızın bizi yalnız bırakması, sendikanın çadıra uğramaması, ailelerimizin kararsız kalması bizi bayağı yıpratmıştı. Kendimizi çok yalnız hissediyorduk. Ama zamanla gelen sendikacılar, dernekler, kitle örgütleri ve hepsinden önemlisi, çekinerek de olsa gelmeye başlayan içerde çalışan arkadaşlarımız sayesinde moralimiz düzeldi. Bizim çadır hayatımız şu şekilde geçiyor. Sabahları kimimiz yürüyerek, kimimiz bisikletle çadıra geliyoruz. Sabah mazeretsiz gelmek yasak. O gün yapılacak işleri konuşuyoruz, o günü ve yapılacak işleri planlıyoruz çünkü. Bazen tartışırız; bazı günler çok gergin, bazı günler çok neşeli geçiyor. Birkaç

Benim adım kapitalizm, hadi dürüst olalım, hepiniz son derece baskıcı ve iğrenç bir sistem için çalışıyorsunuz.

0DQNXUWODüPDN

Benim adım kapitalizm, bir kapitalist işçilerini sadece çalışabilsinler diye ve çalışabilecekleri kadar besler.

Bir kaynakta okumuştum. Kabilenin ismi aklımda değil. O yüzden Kül ve Ateş kabileleri diye adlandıracağım. Zamanında Kül ve Ateş kabileleri arasında sürekli süren bir savaş varmış. Kül kabilesinden olanlar, Ateş kabilesinden güçlü-kuvvetli olanları yakaladıklarında önce işkence yaparlar, sonra ellerini ve ayaklarını birbirine bağlayıp, vücudunu da bir kazığa bağlarlarmış. Saçlarını sıfıra vurup kazıtırlarmış. Daha sonra yeni öldürdükleri devenin derisinin boyun kısmını kesip adamın kafasına geçirirlermiş. Sonra adamı güneşin altına koyarlarmış. Güneş ışığında deve derisi büzülür, küçülürmüş. Küçülen deri adamın kafasına baskı uygularmış. Bu arada kazılan saçlar da çıkmaya başlar, ama deve derisini delip geçemeyen saçlar içeri doğru gitmeye başlarmış. Bu yapılanlar sonucu adam ya ölürmüş ya da delirirmiş. Deliren bu adamı alıp kendi özel işlerinde kullanırlarmış. Sahibi

Benim adım kapitalizm; her gün en az beş buçuk saat doz TV izlemiyorsanız, herkes sizi garipser. Benim adım kapitalizm, borç almak ve aldıklarınızı ödemek için çalışmaksızın tek bir gününüz geçmeyecek mi? Hayır, geçmeyecek.

(Bu köşe için Capitalism adlı Twitter hesabından da yararlanılmaktadır)

defa çadırın dışında gerçekleşen yürüyüşlere katıldık. Birkaç kez de biz basın açıklaması yaptık. Bunlar dışında çok güzel bir dayanışma gecesi organize ettik. Bu arada sık sık misafirlerimiz gelir. Gelen misafirlerimize ikram edecek çayımız her zaman hazırdır. Bu arada sendika yönetimimiz değişti. Belki bu yönetim bizim kaderimizi belirlemeyecek, ama kendi kaderlerini çizecekler. Çünkü sendikanın ve onun yönetimlerinin bu sarı kimlikten kurtulmaları lazım. Liman-iş limanda hiç de sağlam olmayan bir yönetim anlayışına sahip. Şu anki şube yönetimi atama ile geldi. En kısa zamanda seçime gitmeyi planlıyorlar. Şimdiki yönetimde olan bir kaç arkadaş ve içerde çalışan arkadaşlardan sınıfın yannda olacak bir kaçı yönetimde olursa, hepimizin adına güzel şeyler olacağına eminim. Yoksa Mersin Limanında Liman-İş diye bir sendika kalmaz. Mersin Limanı'ndan bir işçi

ne isterse sorgusuz sualsiz yaparmış. Şunu öldür dese hemen öldürürmüş. İşte bu insanlara Mankurt denir. Günümüzde mankurtlaşmış insanlar var. Patronların dediğini harfiyen yaparlar ve patronlardan ödleri kopar. İsyan etme hakları yoktur, sorgulama yapamazlar. Yani akli dengesi yerinde olan mankurtlar. Bizler de birer mankurttuk, ama örgütlenerek insan olduk. Birleşerek sınıf bilinciyle işçi olduk. Bizi mankurttan ayıran özellik aklımız. Aklımızı kullanarak birleştik, birbirimize kenetlendik. Bize mankurt gözüyle bakan patrona unutamayacağı bir ders verdik. Bir slogan biliyorum "Dünya yerinden oynar , İşçiler birlik olsa" diye. Bunun bir örneği Mersin limanında yaşandı. Bir taşeron firma vardı, Akansel diye. İşçiler birlik oldu. Markutça yaşamayı reddedip, işçi gibi ve insanca yaşamayı seçtiler ve kazandılar. İsterseniz siz de başarabilirsiniz. Mersin Limanı'ndan bir işçi


14

NƦN RJHQNXN

1BUSPOTV[ Yeni bir köşemiz var artık. Köşemiz iki fıkra ile başlıyor serüvenine. Bir gün bir Ermeni, bir Türk ve bir Kürt, bir Türkün sahip olduğu erik bahçesine girer ve erik çalarlar. Bahçe sahibi Türk bunları yakalar ve önce Ermeniyi bir temiz dövdükten sonra diğerlerine "hadi bu Ermeni, müslüman bile değil, siz niye onunla birlik oluyorsunuz…" der. Böylelikle diğer ikisini susturarak Ermeniyi saf dışı eder. Daha sonra Türke bu Kürtle ne bir oluyorsun diyerek Kürdü döver bir güzel. Daha sonra sıra yalnız kalan Türke gelir ve bahçe sahibi ona da sen kimin eriklerini çalışyorsun deyip temiz dayak atar. Üçü de dayak yemiş olarak bahçeden atılan kafadarlar, bu kez üç kişinin bir kişiden nasıl dayak yediğini düşünedalarlar. Sonunda şunu söylerler: "Ermeniyi dövdürtmeyecektik." Patronun hakkı Patronların, kapitalist sınıfın üretim içindeki yerine ve üretim sonunda nasıl bir hak elde etmeleri gerektiğine dair şöyle bir fıkra anlatılır: Nasrettin Hoca bir gün kadı olmuş. Biliyorsunuz kadılar da, her zaman nalıncı keseri gibi efendilerden, beylerden yana yontan insanlardı. Emekçilerden yana karar vermezlerdi. Sömürünün olduğu her yerde adalet de sömürücülerden yanadır. Neyse, bizim Hoca namuslu, dürüst bir kadıymış. Bir gün Hoca'nın karşısına iki kişi gelir. Elinde balta tutan biri şöyle der: — Kadı Efendi, ben odun kırıcıyım. Bahçelerde para karşılığı odun yararım. Bu sabah yine bahçenin birinde odun yararken yanıma bu adam geldi. Benim çalışmama baktı ve sonra bana "yahu, hiç böyle odun yarılır mı?" dedi. "Odun yararken ‘hınk' der insan." Ve başladı ben oduna baltayı vururken "hınk" demeye. Ben baltayı vurdum, o "hınk" dedi. O "hınk" dedi, ben baltayı vurdum. Böylece akşama kadar çalıştım. Akşam yarılmış odunları sahibine teslim edince 10 akçe aldım. Ben çalışmamın karşılığı olan bu 10

akçeyi tam cebime atarken bu adam, "hani benim hakkım?" diye tutturdu. Onun ne hakkı olacak! Anlamadım. Kavga ettik ve sizin karşınıza geldik. Kadı döner ve diğer adama sorar: — Sen ne diyorsun? Adam atılır: — Kadı Efendi, gittim bu adamın yanına. Ona nasıl odun yarılacağını gösterdim ve sabahtan akşama kadar yanında "hınk" dedim, o baltayı vurdu. Ben "hınk" demeseydim odunları yaramazdı. Ama akşam olunca, 10 akçeyi alınca hakkımı vermedi. Kadı, odun yarıcısına — Ver bakalım şu 10 akçeyi, der. Odun kırıcısı, — Aman Kadı Efendi, bu benim hakkım. Bu benim alınterimin karşılığı. Nasıl alırsınız? der. Kadı Efendi, — Sen hele bir ver bakalım o paraları, der. Sonra Kadı Efendi 10 akçeyi alıp her ikisini de yanına çağırır. Ve elindeki 10 akçeyi birer birer önündeki mermer masaya atarak saymaya başlar: tırınk, tırınk, tırınk… Kadı Efendi 10 akçeyi saydıktan sonra hepsini toplayıp odun kırıcısına verir. — Al oğlum, bunlar senin hakkın. Çalışmanın karşılığı, der. Hınk deyici hemen atılır: — Kadı Efendi, hani benim hakkım? Kadı olan Nasreddin Hoca cevap verir: — A be adam, odun kırıcısına "hınk" diyenin hakkı işte bu para sesi kadardır. Sen de hakkını aldın işte. İçinde yaşadığımız toplumda da patronların, kapitalist sınıfın hakkı odun kırıcısına "hınk" diyenin hakkından farklı değildir. Bunun neden böyle olduğunu sonraki sayılarımızda anlatmaya devam edeceğiz. (Köşemizde yararlanılan kaynak: Faruk Pekin'in 1976'da ikinci baskısını yapmış olduğu "İşçiler neden ve nasıl sömürülüyor" broşürüdür.)

%Ö\ÖN LQVDQOÜNWDQ GDKD EÖ\ÖN LQVDQOÜN Tarih; ismini ölümsüzleştirmiş, dehalarıyla, cesaretleriyle, liderlik vasıflarıyla insanlığın gelişimine eşik atlatmış şahsiyetlerle doludur. Sezar'dan İskender'e, Ford'dan Bill Gates'e kadar nice insan vardır ki ölümlerinden binlerce yıl sonra bile yarattıkları değerlerin haklı şöhretleriyle ölümsüzlüklerini yaşamaya devam edeceklerdir. Bize ise ancak, geldiğimiz noktada hayal gücümüzün bile ötesinde bir yaşamı yaşanılabilir hale getiren bu insanların önünde saygıyla eğilmek düşer. Ama ne yazık ki ben eğilmeyi, hele ki başka insanların önünde eğilmeyi hiç sevmem! Hiç biriyle tanışmamış olmama rağmen, bilirim Sezar'ın kılıcı altında yaşamak yerine ölmeyi tercih eden yüz binlerce Galyalıyı. Ve yine bilirim kanla yeşermiş topraklarda bir hikaye kahramanının sevimliliğinden çok daha uzaktır Asteriksler, Oburiksler. Kutsamam Sezar'a direndi diye Galyalıları. Bir kahraman çıkarmaya uğraşmam onlardan. Kaddafi'ye, Saddam'a, Ahmedinejat'a methiyeler düzene bir cevabım olsun isterim cebimde. En zorunu başarmıştır insanoğlu, bir dehaya ihtiyaç duymadan, doğaya karşı mücadelesinde ayakta kalarak. Bunu adım adım yapmıştır. Sabırla binlerce yıl biriktirerek, özümseyip yeniden büyüterek birikimlerini. Bilen var mı ateşi ilk kim evcilleştimiş, toprağa kim can vermiş? Bilen var mı hangi Fenikeli alfabeyi bulan? Hangi Mısırlı papirüsü, hangi Bergamalı parşömeni… Ya Pisagor kendine maletmeden önce Nil Vadisi'nin hangi insanı çemberle, üçgenle ilgili teoremleri sıradan herhangi bir işi yapma sadeliğinde oluşturmuş. Bilim adamına düşmanlık değil benimkisi. Bruno'ya saygım vardır mesela. Şatafatlı sarayların dışında, bilimi, insanın binlerce yıllık körlüğünü kendine dert edinip de uğraş edinen ismini bilmediğim tüm bilim adamlarına da. Öyle ya dönemin en büyük tekeli kiliseyi karşısına almak, öyle ki inançları dışında

sığınacak bir yer bulamadan öldürülmek. Öldürülmek ve bir bilim adamı. Ölüm ve bilim. Bildiği için ölmek, bulduğu için ölmek. Kelimelerin içinde yol bulmaya çalışmıyorum. Bir ironi var burada. Bilim adamıysan ya ölüyorsun, ya öldürüyorsun. "Buzdolabı mı? Savaş sanaayinin yan ürünüdür o" cümlesini kaç defa duyar bir insan ömründe. "İnternet, ABD'nin ölüm füzelerinin koordinasyonu için arayışlarının, mevcut birikime (özellikle CERN) çığır atlatması." Kimya: Ah antfriz diye yakınan SS orduları, birincisinde büyük savaşın eriyen Fransızlar, sonra Japonlar, sonra Kürtler ve arasında her ırktan ama illaki de sosyalizmden başka hiçbir kurtuluşu olduğunu bilemeden başkasının davası için ölen ve öldürülen milyonlar. "Ama takvimi de buldu ya insanoğlu" deyip de bir temiz nefes alsam diyorum. Olmuyor. Çin Seddi, piramitler; binler, on binler, yüzbinler kemiklerini harca katıyorlar Tutankamon ölümsüzleşsin diye, bir metre daha yükselsin diye Çin Seddi. İnsanca yaşanacak zaman çığlığımız o günlerden miras bize. Saati buldular, takvimi buldular, onlar için ne kadar çalıştığımızı anlayabildiler. Yazık biz hala anlayamadık bize hiçbir şey bırakmadığını onların, patronların. Binlerce kişilik araştırma geliştirme laboratuarları kuruldu. Bize illaki de bir şey satmak zorundalar. Bir kilo et için bir gün, bir televizyon için 2 ay, bir ev için 20 yılını alırlar insanın. Senin yirmi yılın üzerinde yükseliyorsa dünya alacaksın. Tüketeceksin.

*HUL G|Q ü P LüoLOHULQGHQ 9DQ·D GHVWHN Geri dönüşüm işçileri Van’da yaşanan depremden sonra, kendi tabirleriyle "farklı bir tura çıktılar". Hem Van’a malzeme gönderiyor hem de koli ihtiyacı olanlara destek oluyorlar. Aralarında çok sayıda çocuğun da bulunduğu kağıt toplayıcıları, sokaklardan ve çöplerden malzeme toplamanın yanı sıra biriktirdikleri karton kolileri de Van’a malzeme göndermek isteyen ama koli sıkıntısı yaşayan belediyelere ve kurumlara götürüyor. Geri Dönüşüm İşçileri Derneği’nden Ali Mendillioğlu ise konu hakkında, "Biz çok özel bir şey yapmıyoruz, yapmamız gerekeni yapıyoruz" diyor.

İstanbul’un Tarlabaşı semtindeki kağıt toplayıcılardan Bayram Renklihava, deprem haberini aldıklarından beri arabalarıyla farklı bir tura çıktıklarını söylüyor. Çöplerde ve sokaklarda kağıt ve kartonun yanı sıra elbise, pabuç, battaniye gibi malzemeleri de aramaya başladıklarını söyleyen

Renklihava, kapı kapı dolaşıp evlerden de yardım topladıklarını anlatıyor ve ekliyor: Topladıklarımızı bir merkezde biriktirdik. Buradan da tırla bu sabaha karşı Van‘a gönderdik. Bizim aramızda Vanlı çoktur. Onlar da bu organizasyonda son derece faal çalıştı."


15

NƦN RJHQNXN

:DOO 6WUHHW YH SDSD]ODUÜQÜQ NÜ]ÜO KD\DOHW NRUNXVXQX EÖ\ÖWHOLP

ABD'

de işsizliğe, gelir dağılımı ve vergilerdeki eşitsizliğe, neoliberal ekonomi politikalarına karşı taleplerle küresel mali oligarşinin sembollerinden Wall Street'i protesto eden "Wall Street'i İşgal Et/Yüzde 99" hareketi küreselleşiyor.

"Wall Street'i işgal et/küresel birlikte işgal" hareketinin bugünkü bulanık ve cılız iş, sağlık, eğitim, vergi adaleti gibi taleplerinde bile "ABD semalarında dolaşan bir kızıl hayalet, komünizm" korkusu duyan mali oligarşinin cellatlarının, bu harekete öpücük gönderen papaz takımının, bu harekete yol gösterme adına antikomünizm ve "düzeltilmiş kapitalizm" hayallerini yayanların bu korkusunu bağımsız sınıf çizgisi ve hegemonyası temelinde büyütelim!

Hareket küreselleşirken, itfaiyeciler de işbaşında. ABD başkanı Obama, başkan eskisi Bill Clinton, dolar milyarderi süper asalaklardan Soros, liberal sinemacı Micheal Moore, hareketin barışçıl karakterine ve ılımlı taleplerine "sempati ve desteklerini" sunup onu sosyal liberal sınırlar içinde tutmak için kuyruğa girenlerden birkaçı. Ancak hareketi "düzeltilmiş kapitalizm" beklentisi içinde tutmaya çalışanlar yalnız küresel mali oligarşinin cilası dökülen papazları değil. Marksist, devrimci, isyancı kanaat önderi geçinenler de, harekete pasifizm ve "ideal kapitalizm, ideal demokrasi" hayali ve anti-komünizm taşımak için birbiriyle yarışıyor. Hareketin "No logo (markalara hayır)" kitabıyla "kanaat önderlerinden" olan Naomi Klein, eylemcilere şu öğüdü veriyor: "Bu hareketin doğru yaptığı başka bir şey de: Kendinize şiddetten kaçınma sözü verdiniz. Medyaya delicesine arzu ettiği kırılmış camlar ve sokak savaşları görüntüleri vermeyi reddediyorsunuz. Ve bu muazzam disiplin, tekrar ve tekrar, hikayenin utanç verici olmadığı ve polis şiddetini provoke etmediği anlamına geliyor." Zizek ise, eylemcilere yaptığı konuşmada, tekrar tekrar "komünizmin başarısız olduğunu" vurgulama gereği duyuyor. Onun yerine Hristiyanlığın Kutsal Ruhu gibi bir eğretileme ile bir tür "ideal kapitalizm" hayali öneriyor. Söyledikleri aynen şöyle: "Size ölümsüzlük sözü verilen, ancak sağlık hizmetleri için birazcık fazla harcanamayan dünyada yanlış bir şeyler vardır. Belki de önceliklerimizi tam burada ortaya koymamız gerekiyor. Daha yüksek yaşam standardı istemiyoruz. Bizim komünist olmamıza dair kanının tek kaynağı, müştereklerle ilgilenmemiz. Doğanın müşterekleriyle. Entelektüel mülkiyet ile özelleştirilen müştereklerle. Biyo-genetik müşterekleriyle. Bunun için, yalnızca bunun için savaşmalıyız." Küçük burjuva ezilenci sosyalist "kanaat önderlerinden" James Petras ise Venezüalla'yı ve Chavez'in burjuva sosyalizmini model olarak gösteriyor.

Bu, internet üzerinden yaptığı çarpıcı afiş ve çağrılarla hareketin tetikleyicilerinden biri olan Adbusters grubu içinde geçerli. Bu grup, Wall Street'i İşgal Et kampanyasından önce de, dünya çapında yaygınlaştırdığı "Hiç bir şey satın almama günü", "TV izlememe haftası" gibi kampanyalarıyla tanınıyordu. Burjuva medyanın yaydığı, Soros'un Açık Toplum fonundan para aldıkları şayiasına karşısına Adbusters grubunun kurucularından Kalle Lasn'ın verdiği yanıt: "George Soros'un fikirlerinin çoğu oldukça iyi. Onun Adbusters'a biraz para vermesini isterdim, buna çok ihtiyacımız var. Ama ondan bir peni bile almış değiliz." Hareketin potansiyelleri Ancak bunlar hareketin önündeki zorlukları göstermekle birlikte özellikle de ABD'nin göbeğinde ortaya çıkmış olması ve geniş kitlelere Wall Street gibi mali oligarşik iktidar abidesini sorgulatmaya başlaması açısından önemini azaltmıyor. Eylemcilerin büyük çoğunluğu ilk kez bu tür bir eyleme katılan -mortgage çöküntüsü ile işini kaybetmiş- işsizlerden, göçmen ve enformal işçilerden, öğrencilerden, kent yoksullarından oluşuyor. 23 yaşındaki marangoz işçisi Robert Daros bunlardan biri. Krizle çalıştığı işyeri kapanınca işsiz kalmış ve protesto çağrısını duyunca sadece bir uyku tulumuyla Florida'dan New York'a gelmiş ve ilk işgal girişiminin en önünde yürümüş, polisle arbede yaşamış. Hareketin küreselleşme sürecinde nasıl bir şekil kazanacağını zaman gösterecek. Bugünkü dünya çapındaki eylemlerden gelen haberlerde de görüldüğü gibi, krizin daha şiddetli yaşandığı ve mücadele geleneğinin olduğu ülkelerde daha mi-

litan bir karakter kazanma, sıçrama dinamikleri de var. Küçük burjuva ağırlıklı önceki anti-küreselleşmeci harekete oranla, ABD'de ortaya çıktığı biçimiyle daha yarı-proleter, ara sınıf, kent yoksulu özellikleri taşıyor. 10-15 yıl öncesinden farklı olarak bugün Avrupa'da, Latin Amerika, Asya'daki öğrenci hareketleri bile daha yarı-işçi bir karakter ve talepler içinden gelişiyor. Küresel temelde mali oligarşik banka-tekel merkezlerini hedefe koymaya başlaması ve işsizlik, sağlık, eğitim gibi daha sınıfsal ağırlıklı sorun ve talepleri küreselleştirecek olmasıyla, neoliberalizmin birikimli ve yıkıcı etkisine karşı yaygınlaşma ve kriz koşullarında sıçrama dinamikleri de taşıyor. Önceki antiküreselleşmeci hareketin G-7, Davos, Dünya Bankası-İMF zirvelerini protestoyla sınırlı kalmasına karşın tüm ülkelerde mali oligarşik güç ve yönetim merkezlerine yönelmesi, küresel kriz koşullarıyla da birlikte daha yaygın temelden bir hareket olanağını da ortaya çıkartıyor. Önceki antiküreselleşmeci hareketin hızla yığınsallaşan ve yer yer militanlaşan eylemlerle başlayıp, ATTAC gibi hızla küresel burjuva sivil toplum ağlarının içinde erimesi, sosyal liberalizmin egemenliği altında devrimci ve radikal grupların tasfiyesi, içinde kalanların da liberal sosyal forumlar içinde eritilmesi, ders olmalıdır. Küresel kapitalizm ve mali oligarşisi ile uzlaşmaz karşıt proletaryanın fiili-gövdesel önderliği, ideolojik, siyasal hegemonyasının olmadığı koşullarda, ara sınıf ağırlıklı bu hareketler hızlı parlama, yığınsallaşma ve yaygınlaşma gösterseler de, binbir türlü sosyal liberal, sosyal anarşist, sosyal reformist ağla kuşatılmış olarak uzun soluklu ve uzlaşmaz bir karaktere sahip ola-

mayacaklardır. Ancak bu proletarya sosyalizminin önüne, bizzat bu hareketlerin kitle bileşimi içinden bağımsız sınıfsal, ideolojik, siyasal, pratik önderlik ve hegemonya mücadelesini geliştirme görevini koyar. Bu tür ara sınıf hareketleriyle bugün daha yakın bir etkileşim ve hatta iç içelik içinde olan işçi sınıfının onlar içinde erimeden burjuva ve küçük burjuva etki ve ağlarla uzlaşmaz bir mücadele içinde hegemonik etki ve çekim gücünü artırmayı... "Wall Street'i İşgal Et/Küresel Birlikte İşgal" hareketinin bugünkü bulanık ve cılız iş, sağlık, eğitim, vergi adaleti gibi taleplerinde bile "ABD semalarında dolaşan bir kızıl hayalet, komünizm" korkusu duyan mali oligarşinin cellatlarının, bu harekete öpücük gönderen papaz takımının, bu harekete yol gösterme adına antikomünizm ve "düzeltilmiş kapitalizm" hayallerini yayanların bu korkusunu bağımsız sınıf çizgisi ve hegemonyası temelinde büyütelim!


Küresel tekelci kapitalizmin krizi ve artan saldırganlığı karşısında mücadele de küreselleşme eğilimi gösteriyor

.ÖUHVHO PÖFDGHOH\H GRðUX Geçtiğimiz ay gerçekleştirilen Küresel Eylem Günü'nde en şiddetli gösteriler İtalya'da yaşandı. Roma'da on binlerce kişi Küresel Eylem Günü ile İtalya'daki kriz ve hükümetin kemer sıkma paketine karşı tepkileri birleştirdi. Anarşist Siyah Blok'a bağlı bin kişilik bir grup Savunma Bakanlığı binasını işgal etmeye çalıştı. Çıkan çatışmalarda bankalar tahrip edildi, Savunma Bakanlığı yanındaki binalar ve polis araçları ateşe verildi, 100 gösterici ve polis yaralandı, bazı göstericiler gözaltına alındı. En kitlesel gösteriler ise İspanya'da gerçekleşti. Madrid'teki miting ve yürüyüşe 500 bin kişi katıldı. İspanya'nın bir çok şehrinde onbinler de meydanlardaydı. ABD'de New York Times Meydanı'nda 20 bin kişi, Washington'da 5 bin kişi toplanarak trafiği durdurdu. Yürüyüş güzargahlarındaki büyük banka binaları önünde durularak bankalar teşhir ve protesto edildi. Bazı göstericiler trafiği durdurmak, bankaların önündeki kaldırımları işgal etmek gibi gerekçelerle gözaltına alındı. Kanada Toronto'da büyük banka ve holdinglerin bulunduğu alanda on bin kişi gösteri yaptı. Eylemciler burada kamp kurmaya hazırlanıyor. İngiltere Londra'da 3 bin kişi borsa

öğrenciler, konum kaybı ve işçileşme süreci içindeki küçük burjuva ve ara kesimler, kent yoksulları da eylemlerde yer aldılar. Küresel Eylem Günü üzerine notlar Küresel tekelci kapitalizmin krizi ve artan saldırganlığı karşısında mücadele de küreselleşme eğilimi gösteriyor.

binasına yürüdü. Polis barikatına yüklenen göstericilerle polis arasında arbede yaşandı. Borsadan sonra Goldman Sach's binasına yönelen göstericiler ile polis arasında yine gerilim yaşandı.

hirde, hükümet, parlamento, küresel mali sermaye kurumları, büyük banka ve tekel plazalarının bulunduğu alanlarda sayıları birkaç yüz ile birkaç bin arasında değişen göstericilerin eylemleri oldu.

Almanya'da Berlin'de 6 bin kişi Başbakanlık binasının bulunduğu alanda, Köln'de ise 2 bin kişi gösteri yaptı. 50 şehirde daha gösterilerin olduğu Almanya'da Frankfurt'da Avrupa Merkez Bankası'nın bulunduğu meydandaki eylemden sonra göstericiler burada Wall Street'te olduğu gibi kamp kuracaklarını açıkladılar. Bunun dışında Meksika'dan Güney Afrika'ya Hong Kong'tan Japonya'ya 50'ye yakın ülkede 500'den fazla şe-

Eylemlerde kitlesellik ve katılımda başta İspanya ve İtalya olmak üzere Avrupa'nın öne çıkması, krizin şiddetinden ve sınıf mücadelesi geleneğinin güçlü olmasından kaynaklanıyor. İtalya, İspanya'nın yanısıra ABD ve Kanada'da da işçi sendikalarıyla birlikte, İspanya'daki meydan işgalcilerinden sonra "Öfkeliler" diye de anılmaya başlanan, işsizler, göçmenler,

Uluslararası ve küresel mücadele dinamikleri ve yöntemleri arasındaki etkileşim artmış durumda. "Arap baharı" ve Tahrir'den İspanya'daki meydan işgalcilerine, oradan Wall Street protestocularına, oradan tüm dünyaya… Küresel banka ve tekellerin protesto edilmesi, meydan işgali ve kamp kurma gibi direniş biçimleri (üretimden gelen gücü olmayanların kendilerini ifade edebildiği, Türkiye'de Tekel işçilerin Ankara'daki direniş kampından bildiğimiz bir direniş biçimi, "meydan siyaseti" olarak anılıyor) işsizlik, sağlık, eğitim, vergi politikalarına karşı talepler de küreselleşiyor. Eylemlerin bugünkü sınıfsal bileşimi, içeriği, biçimi, işçi ve emekçilerin küresel tekelci kapitalizm ve mali oligarşisinin kriz saldırganlığına karşı küresel bir öz savunma mücadelesi açısından bile oldukça sınırlı, bulanık ve zayıf olmakla birlikte bu yöndeki bir arayış ve yeni dinamikleri de ortaya çıkartıyor.

$YUXSD Q×Q HQ E \ N XOXVX .DGGDIL A

vrupa'da sayıları günden güne çoğalan yoksullara yardım girişimleri artık yetersiz kalıyor. Bugün Avrupa'da 80 milyon yoksul insan yaşıyor. Avrupa'da yoksulluk sınırının altında yaşayan 80 milyon kişi var. Bu Avrupa'nın en büyük ulusu demek. Bankaları kurtarma adına Avrupa dayanışması ve çok karmaşık mekanizmaları hayal etmek mümkün olsa da, Avrupa düzeyinde bu acı gerçeği inkar etmek imkansızdır. Mali krizle birlikte yardım kuruluşlarına talep de artmaya başladı. 2008'den beri yardım kuruluşuna müracaat edenlerin sayısı yüzde 25 oranında arttı. Arnaud Langlais ve ekibi her sabah, Fransa'nın Rungis kentindeki Avrupa'nın bu en büyük meyve ve sebze halinden atık ürünleri topluyor. Amaçları satılamayan bu ürünleri toplayarak yoksullara dağıtmak. Arnaud Langlais: "Toptancıla-

|O HOH JHoLULOGL

ra gidiyoruz ve ücretsiz olarak paletleri alıyoruz. Onları istifleyip ardından dağıtıyoruz. Bu şansa kalmış birşey. Kimi zaman oldukça fazla ürün oluyor ama zaman zaman da çok. Ama eğer dağıtmamız gereken miktara ulaşamazsak aradaki açığı satın alma yaparak kapatıyoruz." Burası üç yıldır işsiz olan Marie Jo için bir ümit kaynağı olmuş; "Burada olmaktan dolayı mutluyum. En azından iş arama sürecinde bana çok iyi geldi. Bir şeyler yapıyorum. Gördüğünüz gibi faydalı bir iş yapıyorum." Arnaud Langlais: "Her geçen yıl daha fazla insana hitap ediyoruz. 2010'da 770 ton sebze ve meyve dağıtımı yaptık. Bu rakam 2009'da 400 tondu. Geçtiğimiz yıl ikiye katladık." Yardım toplayan Ion David, artık eskisi gibi yardım toplayamadıklarını söylüyor: "Az önce birkaç paket tahıl

ve birkaç kilo şeker toplamadan geldik. İnsanlar yardım etmek istemiyor demiyorum sadece yardım edemiyorlar. Şimdi artık eskisi gibi değil." Kapitalizmin kalelerinden biri olan AB'de de yaşam işçiler ve yoksullar için zor. Bir tarafta sefahat içinde yaşam varken bir tarafta ise yardımla ayakta durmaya çalışanlar, 600 euro maaş ile geçinmeye çalışanlar. Kapitalizmin doğası burada da aynı. Bir avuç burjuvanın yaşaması için milyonların sürünmesi şart.

Dünya Libya lideri Muammer Kaddafi'nin iktidarı ele geçiren Ulusal Geçiş Konseyi güçlerince yakalandı ve linç edilerek öldürüldü. Türkiye'de kullanılan kirli tabirle "ölü ele geçirildi". 42 yıllık bir tek adam diktatörlüğü emperyalist bir müdahaleyle birlikte alaşağı edildi. Dinci-gerici birikimi yoğun, işbirlikçi bir iktidar onun yerini alacak. Sosyo-kültürel açıdan geri, kapitalist bir ülke olarak Libya yeni dönemde gücü yetenin gücü kendisinde toplayacağı bir geçiş dönemi ile karşı karşıya. Güçlü bir işçi sınıfı ve yoksul emekçilerin mücadelesi ve direnişinin olmadığı koşullarda, değişmeyen ise sadece petrol ile sınırlı olmayan geniş doğal kaynaklara sahip ülkenin üzerinde tepinilerek yağmalanması olacak. Bilindiği üzere Libya, dünyanın en kaliteli petrol rezervlerine sahip ülkesi. Ülke ihracatının yüzde 95'ini oluşturan petrol ve doğalgazdan yılda 120 milyar dolar gelir elde ediliyor. Yıllarca petrol gelirleri Kaddafi ve çevresindeki bir avuç elitin ve ülkede fink atan yabancı komisyoncuların cebine giderken ülke yoksulluk batağına saplandı. Kaddafi yıllarca kendisine bağlı aşiret üyelerini nemalayan maddi yardım sistemiyle ülkeyi yönetmeyi başarmıştı. Öte yandan isyan öncesinde Libya, yüzde 50'yi bulan genç işsizler oranıyla bu kategoride dünyada ilk sırada geliyordu.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.