im16

Page 1

%XUMXYD LNWLGDUĂ—Q . VHQGURPX . UW NDGĂ—Q .Ă—]Ă—OEDĂź AKP HĂźkĂźmeti, KĂźrt halkÄąnÄąn mĂźcadelesine karĹ&#x;Äą Ĺ&#x;ovenist olduÄ&#x;u kadar dinci-gerici bir çĹÄ&#x;ÄąrtkanlÄąÄ&#x;a da daha yoÄ&#x;un olarak baĹ&#x;vurmaya baĹ&#x;ladÄą; son dĂśnemde Ĺ&#x;ovenizm, dinci-gericilik ve erkek egemenciliÄ&#x;inin daha rezilce kombinasyonlarÄąnÄą yapÄąyor.O zaman burjuvazinin "3K" sendromunun derinleĹ&#x;tirilmesiyle kalmayÄąp, en eski gĂśz aÄ&#x;rÄąsÄą olan komĂźnizmin "K"sÄą sendromunu da bĂźyĂźtmenin zamanÄądÄąr.

.DG×QD NDUß× ßLGGHW D\×E×Q×] GHÚLO JHUoHNOLÚLQL]

• 10

• 3

\DĂ­DVĂœQ

sosyalist 6D\Ăœ $UDOĂœN 7/

3DWURQODUD NDUß× NHQGLPL]L NRUX\DO×P

LĂ­Ă L GHmokrasisi (PHĂšLQ NRUXQPDVĂ— PÂ FDGHOHVL WDULKLQH NHVLWVHO ELU EDNĂ—Ăź

BugĂźn, iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn tarihsel mĂźcadele kazanÄąmlarÄą bĂźyĂźk Ăślçßde silinerek adeta 19. yĂźzyÄąlÄąn ilk yarÄąsÄąndaki durumuna itilmeye çalÄąĹ&#x;ÄąlmaktadÄąr. Ä°Ĺ&#x;çiler için burjuvazi ve mali oligarĹ&#x;isinin kĂśr ve yÄąkÄącÄą kuvvetlerine karĹ&#x;Äą sÄąnÄąfsal-toplumsal korunma ve gĂźvence mĂźcadelesi, bir kez daha, Ăźcret mĂźcadelesinin bile ĂśnĂźne geçen, yakÄącÄą bir sorun, bir varlÄąk-yokluk sorunu haline gelmektedir. • 8

6RNDN 6DQDWWĂ—U

Ä°Ĺ&#x;çiler ĂślĂźyor, sermaye bĂźyĂźyor. Ä°Ĺ&#x;çiler ĂślĂźyor, sakat kalÄąyor, hastalanÄąyor; alçak patronlar bĂśyle semiriyor. Katil sermaye! Ä°Ĺ&#x;çiler patronlara karĹ&#x;Äą kendisini savunmak, emeÄ&#x;ini korumak zorundadÄąr. Ä°Ĺ&#x;çiler adÄąna, iĹ&#x;çiler için, bunu bizim yerimize kimse yapmaz. Biz nerede, hangi sektĂśrde, hangi iĹ&#x;yerinde çalÄąĹ&#x;Äąyorsak oradan mĂźcadeleye baĹ&#x;lamalÄąyÄąz. DiÄ&#x;er iĹ&#x;çi arkadaĹ&#x;larÄąmÄązÄą bilinçlendirmeliyiz. Yeter ki, biz iĹ&#x;çiler iĹ&#x;in peĹ&#x;ini bÄąrakmayalÄąm, baĹ&#x;aramayacaÄ&#x;ÄąmÄąz iĹ&#x; yoktur! • 9

'HUVLP |]U YH N UHVHO WHNHOFL QHROLEHUDO |] U SROLWLNDVĂ— ErdoÄ&#x;an da kĂźresel neoliberal demokratik teamĂźl gereÄ&#x;i, Dersim katliamÄą için "velev ki" ĂśzĂźr diledi. Bunu, "bĂśyle bir literatĂźr varsa" diye, kĂźresel tekelci kapitalist ve mali oligarĹ&#x;ik yĂśnetiĹ&#x;im trendini referans gĂśstererek yaptÄą. Ä°kincisi, CHP'nin Dersim kriziyle çalkandÄąÄ&#x;Äą bir sĂźrece denk getirme burjuva ultra pragmatizmiyle, CHP faresiyle kedi gibi oynamak fÄąrsatçĹlÄąÄ&#x;Äąyla yaptÄą. ĂœçßncĂźsĂź, Dersim'de katledilenlerin KĂźrt, Zaza ve Alevi kimliklerini sĂśz konusu dahi etmeden, Necip FazÄąl KÄąsakĂźrek'in bir kitabÄąna referansla "din mazlumlarÄą" diye yine katliamÄą dinle dolandÄąrarak yaptÄą. Yani katliamÄą kemalist laikçiliÄ&#x;e havale ederek, bunun karĹ&#x;ÄąsÄąna adÄąnÄą bile anmadÄąÄ&#x;Äą KĂźrt, Zaza ve AleviliÄ&#x;i deÄ&#x;il, egemen din ve mezhebi de el çabukluÄ&#x;uyla dahil ederek, neoliberal dinciliÄ&#x;in sÄąrtÄąnÄą sÄąvazlayarak yaptÄą. Tam da neoliberal post modern burjuva demokrasisinin kitabÄąna uygun olarak! • 12

Sokak sanatÄą/sanatçĹlarÄą dĂźnyanÄąn diÄ&#x;er Ăźlkelerinde kĂźltĂźr olarak kabul gĂśrmĂźĹ&#x; olsa da TĂźrkiye'de henĂźz çok yeni. BugĂźnlerde sokak sanatçĹlarÄą için sokaÄ&#x;Äą yakalamak pek mĂźmkĂźn gĂśrĂźnmĂźyor. Ankara'da zabÄąta ile yaĹ&#x;anan "tezgah kavgasÄą" sonrasÄą KÄązÄąlay'da tezgahlar kapandÄą. Bu durum sokak sanatçĹlarÄąna da yansÄądÄą. • 14


2

NƦN RJHQNXN

%L] GÐQGÖN DPD

\ÖUHðLPL] (UFLí WH NDOGÜ SES, Eğitim-Sen, BTS, Haber-Sen, İHD Adana Şubesi yönetici ve üyeleri ile İşçi Meclisi okurları olarak 10 kişilik bir grupla 5 Kasım günü deprem merkezi Van Erciş bölgesine gitmek üzere yola çıktık. Bu bayramı Erciş halkıyla birlikte geçirmek, acılarını paylaşmak istedik. 6 Kasım günü yol boyunca Van Gölünün muhteşem manzarasını izleyerek Pazar sabahı saat 07:00 gibi Erciş'e ulaştık. Deprem bölgesi Erciş'te tüm sokaklar, caddeler pislik içindeydi. Bayramın ilk gününde Erciş halkı AKP Belediyesinin kurduğu ekmek alma yerinde sabahın ayazında bir ekmek için uzun kuyruklar oluşturmuşlardı. Depremin ardından 15 gün geçmesine rağmen yıkıntılar olduğu gibi duruyor, sokaklarda karşılaştığımız kişiler boş gözlerle, ne yapacağını bilmeden dolaşıyordu. Zilan Park içerine kurulan SES, TTB Diyarbakır Belediyesi Sağlık Merkezine vardığımızda gönüllü olarak gelen sağlık ekibi sabahın ayazında çorba hazırlığı yapıyorlardı. İlk olarak SES ve TTB olarak gönüllü çalışma yürüten sağlık ekibiyle tanıştık. Bizlere kağıt tabaklarda çorba ikram ettiler. Kısa bir tanışma sohbetinin ardından kurulan çadıra geçtik. SES genel merkezinden gelen gönüllü arkadaşlar bizleri karşıladı. Bizle beraber aynı gün Cizre Belediyesinden gönüllüler de gelmişti. Çay eşliğinde kısa bir tanışma faslı oldu. Sonrasında Van 100.Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Ali bize kısa bir bilgilendirme yaptı. Ali: Depremin ilk gününden beri buradayım. İlk günden itibaren devlet tarafından hiçbir yardım gelmediği gibi devlet tarafından dışlanan bir bölge. İlk günlerde basın dahi buraya gelmedi. Basına yansıdığı gibi kurtarma çalışmaları yapmadı. 3-4 gün önce bile hala burada insanlar kurtarıldı. Hatta üçüncü günde bizi buradan kaldırmak istediler. Burada halk iki gruba ayrılmış durumda. Birinci grup bir yandan dışarıya göç eden, bir tarafta ise devlet yanlısı halk var. İlk günden beri burada kriz masası kuruldu. 1000'in üzerinde ölümler var. Deprem bölgesi Erciş'te yıkılan ev sayısı çok. Van'da 6-7 ev yıkıldı ama köylerde basına yansıyan kısımdan çok daha fazla yıkımlar var. Cizre belediyesinden çalışan bir işçi: Deprem günü gece 2-3 gibi Erciş'e geldik. Devlet tarafından çalışmalarımız sürekli engellendi. Biz de telsizlerimizi sürekli açık tutarak kendimize iş çıkarıyorduk.

Anadilde sağlık Devletin Ana Sağlık Merkezine günde 4-8 hasta başvururken SES, TTB ve Diyarbakır Beleyesi Sağlık Merkezine günde ortalama 400 hasta başvuruyor. Buraya gelen hastalar başta anadilde sağlık hizmeti gördükleri ve daha nitelikli hizmet aldıkları için tercih ediyor. Annelerin deprem sonrası sütleri kesilmiş. Çok iyi donatılmış ilaç konteynırı mevcut sağlık merkezinin. Burada çok iyi olmasa da iyi denilecek şekilde sistem otutturulmuş. Döneceğimiz gün 30 kişilik bir gönüllü grup geldi. Birlikte geldiğimiz 2 sağlık işçisi arkadaşı görev almaları için sağlık merkezine bırakarak en çok yardım bekleyen Çelebibağı Belediyesi ile BDP Belediyeleri Afet Destek Noktasına geldik. Burada bizi koordinasyondan sorumlu bir arkadaş karşılayarak kısa bir bilgi verdi. 7 komisyon oluşturmuşlar öncelikle. Mahalle, halkla ilişkiler gibi. İlk etapta ne yapacağımızı bilmeden etrafımıza baktık. Bizden önce Diyarbakır'dan bir grup gelmiş, buradaki birtakım işleri (dağıtım vs.gibi) onlar üstlenmiş. Önce burada bulunan Diyarbakır grubuyla ortak nasıl bir çalışma yürütebileceğimizi konuştuk. Gelen yardımlar çok dağınık üst üste istif edilmiş. İlk önce gelen yardımlardan giyecekleri, erzakları, çocuk mamalarını ve bezlerini, ayakkabıları sınıflayarak tanzim ettik. Dağıtım yapılacak ana depoya taşınmak üzere hazırladık. Bu arada da Diyarbakır grubuyla kolektif bir çalışma grubu olduk. Yerel gençlikle mola aralarında sohbet ederek tanıştık. Çalışma grubumuzun içerisinde tanıştığımız gençlerden biri de Ceylan Önkol'un abisiydi. Kısa bir öğle yemeğinin ardından tekrar işe koyulduk. Bu kez biraz daha organize çalışıyorduk. Hem sohbetlerle, çalışma gurubuyla dostluklar artıyor hem de neyin nerde olduğunu öğreniyorduk. Yorucu bir günü sonunda akşam olmuştu. Aş evinden gelen akşam yemeği için çağrı yapıldığında biz elimizdeki işleri bırakmak istemiyorduk. Ancak hava kararmıştı, bir de akşam soğuğu bıçak gibi kesiyordu. Mecburen işi bıraktık yemek yemeye gittik. Akşam yemeğinin ardından yerel gençlik bir bidon içerisinde ateş yaktı. Ateş etrafında sohbetler başladı. Çay eşliğinde Kürtçe şarkılar da. Gençlikten biri Kürtçe şarkısını söylerken biri Kürtçe rap söyledi. Hava soğuktu ama dostluk çok sıcaktı. Sakarya, Kars, Van üniversite öğrencilerinin okullarını bırakarak yardıma geldiklerini öğrendik. Uzun yolun üzerine bir de çalışma olunca oldukça yorulmuştuk. Akşam kalacağımız çadırlar gündüz yağan

yağmurdan ıslanmıştı. Bizden gelen bir arkadaşın Tatvan'da oturan akrabalarında geceyi geçirdik. İkinci gün sabah 06:00'da kalktık. Kahvaltının ardından Erciş'e geri gelerek dağıtım yapılacak gruba dahil olduk. Adana grubu olarak ikiye ayrıldık. Bir grup köylere dağıtıma gidenlere bir grup olarak da mahalle dağıtımlarına çıktık. Dahil olduğumuz grupla Çelebibağı beldesine bağlı Cumhuriyet mahallesine dağıtıma çıktık. Kamyonla tek tek evleri dolaşarak 150'nin üzerinde eve geceden hazırlanan erzak ve battaniyeleri dağıttık. Her eve uğradığımıza bahçelere halkın kendi imkânları ile brandalarla çadır kurduğunu gördük. Kızılay çadırları çok azdı. Erciş'i depremden daha çok yoksulluğun vurduğunu girdiğimiz evlerde gördük. Sabah çıktığımız dağıtım akşam 16:00 gibi bitti. Akşam tekrar Çelebibağı Belediyesi ile BDP Belediyeleri Afet Destek Noktasına döndük. Akşam raporumuzu hazırlayarak bulunduğumuz afet destek noktasına teslim ettik. Raporumuzda eksikleri ve yaşanan olumsuzlukları belirterek, bundan sonra gelecek gönüllülerin daha iyi çalışabilmesi için alınacak önlemler ve yapılacak organizasyon önerilerinde bulunduk. Gece ana depoyu, diğer depoları, aş evlerini gezdik. Devlete ait binalarını çok sayıda asker ve polisin koruduğu gördük. Erciş'te sarsıntılar devam ediyor. Gittiğimiz gün hafif sarsıntılar olurken ikinci gün 4,6 ölçekli bir sarsıntı oldu. Erciş sokakları ilk gün çöpten ve pislikten geçilmiyordu. Bizim geldiğimiz sabah Diyarbakır Belediyesi temizlik işçileri de gelmişti. Tüm sokaklar ve caddeler Diyarbakır Belediye işçileri tarafından temizlendi. Avea, Turkcell, Ziraat Bankası kuruluşlar da gezici para makinelerini de getirmeyi ihmal etmemişler! Hemen yanında Enkaz No:32 Emrah Apt. yazılı tabela var. 14 katlı bina yerle bir olmuş, kurtulan var mı bilinmiyor. Dağlarda ovalarda zincirlerini kır Bayramın ikinci günü dağıtım ekipleri akşam yemekte buluştuk. Bugün işe yarar bir şeyler yapmanın gönül

hoşluğu ile hep birlikte yemekler yenildi. Ankara'dan 3 kişilik bir grup da gelmişti. Hep beraber yakılan ateş etrafında sohbetlerimiz yaptık, çaylarımızı içtik. Gece boyunca Diyarbakır grubu Kürtçe ve Türkçe şarkılar, marşlar söylerken yerel gençlik de onlara eşlik ettiler. Bir marş oldukça anlamlıydı. 30 yıl öncesine dayanan PKK'nin ilk kurulduğu yıllardan bir marştı bu. "Dağlarda ovalarda zincirlerini kır da gel". Şarkılar, marşlar gece boyunca sürdü. Gece saat 02:00 sularında yatmak için çadırlarımıza geçtik, ama sohbetler burada da devam etti. Üçüncü gün sabah Sağlık Merkezinde kahvaltımızı yaptıktan sonra ana depoya gittik. Burada gelen erzakları depolara taşıma işlerine yardım ettikten sonra erzakları ayrıştırarak dağıtıma hazırladık. Saat öğlen 12:30 olmuştu. Yapacağımız işi bitirdikten sonra dostlarla vedalaşmak üzerek konumlandığımız Çelebibağı Belediyesi ile BDP Belediyeleri Afet Destek Noktasına döndük. Ayrılık zordu. Diyarbakır grubuyla iyi bir ekip olmuş, yerel gençlikle gönül bağını geliştirmiştik. Vedalaşma abartısız 1 saat sürdü. Biz dönüyorduk ama yüreğimiz Erciş'te kalıyordu. Kaldığımız 2.5 gün boyunca Erciş'e bağlı Çelebibağı Belediyesi ile BDP Belediyeleri Afet Destek Noktasında görev aldık. Bulunduğumuz yerde yapılacak çok iş olunca çevre köylere ve Van merkeze gitme imkânımız olmadı. Dolayısıyla çok fazla gözlem de yapamadık. Ancak şu da gerçek ki devlet Erciş'te yok. Burada başta Diyarbakır Büyükşehir belediyesi olmak üzere Nusaybin Belediyesi, Silvan Belediyesi, Cizre Belediyesi, Batman Belediyesi Sağlık ekibi gece gündüz çalışma yürütüyorlar. Geleceğimiz gün Batman TTB odası çalışanları geldi. Deprem merkezi Erciş ve Van merkezde görev alacak gönüllülere çok ihtiyaç var. Özellikle çadıra ve sağlık ekiplerine, öncülere daha çok ihtiyaç var. Buradan Adana ve Diyarbakır grubu dostlara, yerelden tanıştığımız tüm yürek dostlarına sevgiler. Adana'dan İşçi Meclisi okurları

İşçi Meclisi - Yerel Süreli Siyasi Dergi - Sayı:16 - Fiyat: 1 TL Pina Basım Yayım San. ve Tic. Ltd. Şti. adına sahibi Hüseyin Kezik Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ali Filizler Adres: Bereketzade Mah. Büyükhendek Cad. Portakal Sok. No: 2/11 Beyoğlu/İstanbul Tel: 0 212 251 20 89 Hesap No: İş Bankası Koca Mustafapaşa Şubesi 1105 0792812 Baskı: Özdemir Matbaası Adres: Davutpaşa Cad. Güven Sanayii Sitesi C Blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel: 0212 577 54 92


3

NƌN RJHQNXN

%XUMXYD LNWLGDUĂœQ . VHQGURPX

.Ă–UW NDGĂœQ NĂœ]ĂœOEDĂ­ Ĺž

ovenizm, dinci-gericilik ve erkek egemenciliÄ&#x;i, burjuva gerici sÄąnÄąf egemenliÄ&#x;inin bileĹ&#x;enleridirler. Bunlar iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą ve ezilen cins, ezilen ulus mĂźcadelelerine karĹ&#x;Äą kitlelerin en ilkel ve geri korku ve saldÄąrganlÄąklarÄąnÄąn kÄąĹ&#x;kÄąrtÄąlmasÄąnda, burjuva politika ve egemenlik araçlarÄą olarak kullanÄąlÄąr.

Bununla da kalmÄąyor. KĂźrt halkÄąnÄąn mĂźcadeledeki Ăśnemli demokratik kazanÄąmlarÄąndan olan, KĂźrt kadÄąnlarÄąn mĂźcadeledeki yeri ve Ăśne çĹkÄąĹ&#x;ÄąnÄą hedefe çakan iÄ&#x;renç bir erkek-egemenci propaganda el altÄąndan yaygÄąnlaĹ&#x;tÄąrÄąlmaya çalÄąĹ&#x;ÄąlÄąyor. KomĂźnistlerin, devrimcilerin, demokratlarÄąn, muhaliflerin "kadÄąn ve çocuklarÄą kullandÄąklarÄą, devlete karĹ&#x;Äą Ăśne sĂźrĂźp kalkan olarak kullandÄąklarÄą" tĂźrĂźnden beylik gerici lâfebeliÄ&#x;i giderek daha sÄąk biçimde kullanÄąlÄąyor. Burjuva devlet ve hĂźkĂźmet, KĂźrtlere ve kadÄąnlara baskÄą ve saldÄąrganlÄąÄ&#x;Äąn yanÄąnda Alevileri de boĹ&#x; bÄąrakmÄąyor. AKP HĂźkĂźmeti, referandum ve seçimlerden itibaren, dinci-gerici medyanÄąn Alevi avcÄąlÄąÄ&#x;Äą kampanyalarÄąnÄąn eĹ&#x;liÄ&#x;inde devlet bĂźrokrasisi ve kurumlarÄą içindeki Alevilere karĹ&#x;Äą bir operasyon yĂźrĂźtĂźyor. Dinci-gerici medya ordu, polis, bĂźrokrasi içinde sanki çok Alevi varmÄąĹ&#x; da "Aleviler devleti ele geçirecekmiĹ&#x;" gibi abartÄąlÄą bir kampanya yĂźrĂźtĂźyor, tek tek bĂźrokrasi ve kurumlar içinde Alevileri hedef gĂśsteriyor, çok geçmeden HĂźkĂźmet de hedef gĂśsterilenleri gĂśrevden uzaklaĹ&#x;tÄąrÄąyor! Dinci-gerici bir burjuvanÄąn "Mihri Belli'nin cenazesini Ĺ&#x;eytan kaldÄąrdÄą" sĂśzlerinin dinci-gerici medyada manĹ&#x;et olmasÄą, ĂśldĂźrĂźlen Alevi gerillalara dĂśnĂźk "terĂśristin cenazesi cem evinden kalktÄą" baĹ&#x;lÄąklarÄą, Ăślen Alevi askerlerin ailelerine bile zorla SĂźnni cenazesi yaptÄąrÄąlmasÄą, bu saldÄąrganlÄąÄ&#x;Äąn Ăśrnekleri‌ ErdoÄ&#x;an, Dersim katliamÄą tartÄąĹ&#x;masÄąnÄą

"bu gĂśrevin de iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn baÄ&#x;ÄąmsÄąz sosyalist devrimci ideolojisi, siyaseti, ĂśrgĂźtlenmesi ve mĂźcadelesinin omuzlarÄąnda olduÄ&#x;u" anlamÄąna gelmektedir. Bir "K" daha lazÄąm!

AKP HĂźkĂźmeti, KĂźrt halkÄąnÄąn mĂźcadelesine karĹ&#x;Äą Ĺ&#x;ovenist olduÄ&#x;u kadar dinci-gericilik çĹÄ&#x;ÄąrtkanlÄąÄ&#x;Äąna da daha yoÄ&#x;un olarak baĹ&#x;vurmaya baĹ&#x;ladÄą; son dĂśnemde Ĺ&#x;ovenizm, dinci-gericilik ve erkek egemenciliÄ&#x;inin daha rezilce kombinasyonlarÄąnÄą yapÄąyor. ErdoÄ&#x;an ve bakanlarÄą son dĂśnemde KĂźrt yurtseverlerin "MĂźslĂźman olmadÄąÄ&#x;Äą, ZerdĂźĹ&#x;t olduÄ&#x;u" tĂźrĂźnden dincigerici propagandayÄą iyice yoÄ&#x;unlaĹ&#x;tÄąrdÄą. TĂźrk burjuva Ĺ&#x;oven ve dinci-gerici medyasÄąnda, KCK operasyonlarÄąnda tutuklananlarÄąn, "MĂźslĂźman olmadÄąÄ&#x;Äą, KĂźrtleri ZerdĂźĹ&#x;tlĂźÄ&#x;e geçirmek için zor kullandÄąklarÄą" tĂźrĂźnden iÄ&#x;renç bir dinci-gerici propaganda, KCK operasyonlarÄąnÄąn yarattÄąÄ&#x;Äą hoĹ&#x;nutsuzluÄ&#x;u tamponlamak, kitlelerin en ilkel ve gerici içgĂźdĂźlerini kĂśrĂźkleyerek KĂźrt dĂźĹ&#x;manlÄąÄ&#x;ÄąnÄą rasyonalize etmekte kullanÄąlÄąyor.

Burjuvazinin "3K" sendromunun derinleĹ&#x;mesiyle de kalmayÄąp, en eski gĂśz aÄ&#x;rÄąsÄą olan komĂźnizmin "K"sÄą sendromunu da bĂźyĂźtmenin zamanÄądÄąr.

Ä°Ĺ&#x;çi sÄąnÄąfÄą, ezilen ulus, ezilen cins, ezilen mezhep ve dinci gericilik sorunlarÄąnÄąn çÜzĂźmĂźnĂź birey ve gruplarÄąn alt kimliklerinin ĂśzerkliÄ&#x;inde gĂśren liberal çoÄ&#x;ulcu demokratizmden kĂśklĂź bir biçimde ayrÄąĹ&#x;Äąr. Ĺžovenizm, erkek egemenciliÄ&#x;i ve dinci-gericiliÄ&#x;e karĹ&#x;Äą mĂźcadeleden çekinerek bu alanlarda kendine dĂźĹ&#x;en gĂśrevi unutmaz. da Ĺ&#x;ovenizm ve dinci gericilik aÄ&#x;larÄąna dolayarak tanÄąnmaz hale getiriveriyor. KÄąlĹçdaroÄ&#x;lu'na "Sen Tuncelili deÄ&#x;il misin, aĹ&#x;iretini sĂśyle, mensubu olduÄ&#x;un dini sĂśyle" diye tepiniyor. KÄąlĹçdaroÄ&#x;lu'nun yanÄątÄą da aynÄą telden: "BaĹ&#x;bakan ayrÄąmcÄąlÄąk yapmaktadÄąr. SayÄąn baĹ&#x;bakanÄąn zihin haritasÄą Ermeni diasporasÄą ile aynÄą paraleldedir." Ä°Ĺ&#x;te size burjuva partiler arasÄąnda Dersim katliamÄą tartÄąĹ&#x;masÄąnÄąn mahiyeti ve dĂźzeyi! KatliamÄąn suçunu her biri diÄ&#x;erinin tarihsel ĂśncĂźllerinin Ăźzerine atarak pek bir ĂźzĂźntĂźler dile getirirken, katliamÄą nasÄąl perdeleyip Ĺ&#x;ovenizm ve dinci gericilik sosuna bulayarak servis ettiklerinin kÄąsa bir Ăśzeti!

biçimlerine olduÄ&#x;u kadar, tĂźm yeni biçim ve bileĹ&#x;imlerine karĹ&#x;Äą sosyalist devrimci demokrasi mĂźcadelesi yakÄącÄą gĂśrevini ortaya koyar.

Ä°Ĺ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn gĂśrevi

Ä°Ĺ&#x;çi sÄąnÄąfÄą, ezilen ulus, ezilen cins, ezilen mezhep ve dinci gericilik sorunlarÄąnÄąn çÜzĂźmĂźnĂź birey ve gruplarÄąn alt kimliklerinin ĂśzerkliÄ&#x;inde gĂśren liberal çoÄ&#x;ulcu demokratizmden kĂśklĂź bir biçimde ayrÄąĹ&#x;Äąr. Ĺžovenizm, erkek egemenciliÄ&#x;i ve dinci-gericiliÄ&#x;e karĹ&#x;Äą mĂźcadeleden çekinerek bu alanlarda kendine dĂźĹ&#x;en gĂśrevi unutmaz. Ä°Ĺ&#x;çileri ĂźrkĂźtmemek, kaçĹrmamak, tedirgin etmemek gibi sefil ve soysuzlara yaraĹ&#x;Äąr bir hesaplÄąlÄąkla davranan kßçßk burjuvanÄąn ya da liberal aydÄąnÄąn fÄąrsatçĹlÄąÄ&#x;Äąna ve ikiyĂźzlĂźlĂźÄ&#x;Ăźne de dĂźĹ&#x;mez.

Ve tĂźm bunlar, bir kez daha, tÄąpkÄą ezilen ulus, ezilen cins sorunlarÄą gibi dinci-gericilik sorununda da, iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn burjuva sÄąnÄąf egemenliÄ&#x;ine karĹ&#x;Äą sosyalist devrimci demokrasi mĂźcadelesinin, bu eksenden demokratik eÄ&#x;itim ve mĂźcadelesinin yakÄącÄą Ăśnemini, yakÄącÄą gĂśrevini ortaya koyuyor. Burjuvazinin çÜzĂźlen Ăśnceki tekçi egemenlik biçimini, tek ulus, tek cins, tek dinciliÄ&#x;in her birini diÄ&#x;eri ile takviye ederek sĂźrdĂźrmeye ya da neoliberal çoÄ&#x;ulculuk ile iç içe geçirerek yeniden Ăźretmeye çalÄąĹ&#x;masÄą, demokrasi mĂźcadelesinin Ăśnemini azaltmaz. Tam tersine burjuva sÄąnÄąf egemenliÄ&#x;inin eski

BugĂźn KĂźrt ulusal hareketi, TĂźrkiye burjuvazisi, devleti ve hĂźkĂźmetinin en pervasÄąz biçimde kullandÄąÄ&#x;Äą dinci-gericilik kartÄąna karĹ&#x;Äą mĂźcadele etmekle birlikte; bunu dinle uzlaĹ&#x;arak ve liberal reformist bir din anlayÄąĹ&#x;Äą ile yapmaktadÄąr. Orta sÄąnÄąftan kadÄąn hareketleri, ezilen cins sorununun da Ăśnemli bir bileĹ&#x;eni olan dinci-gericiliÄ&#x;e karĹ&#x;Äą mĂźcadele etmekle birlikte; ufku liberal-demokratik bir din anlayÄąĹ&#x;ÄąnÄąn Ăśtesine pek geçmemektedir. DiÄ&#x;er yanda ise sÄąnÄąfÄą zehirlemek Ăźzere dinci-gericiliÄ&#x;e muhalefet adÄą altÄąnda toplaĹ&#x;mÄąĹ&#x; ulusalcÄą, Kemalist, sosyal Ĺ&#x;oven laikçilik anlayÄąĹ&#x;larÄą vardÄąr. Sonuç,

KomĂźnistler ve sÄąnÄąf bilinçli iĹ&#x;çiler, ezilen ulus, ezilen cins, ezilen mezhep ve din-gericilik sorunlarÄąnda tekçi egemenliÄ&#x;e karĹ&#x;Äą mĂźcadeleyi, neoliberal burjuva demokrasisine karĹ&#x;Äą ve onu yÄąkma mĂźcadelesi temelinden, sosyalist devrimci demokrasi mĂźcadelesi ekseninden ele almalÄądÄąr.

KĂźresel tekelci kapitalizmin mali oligarĹ&#x;ik egemenliÄ&#x;i koĹ&#x;ullarÄąnda, din sorununun burjuva demokratik çÜzĂźmĂźnĂźn olanak ve sÄąnÄąrlarÄą daralmÄąĹ&#x;tÄąr. Bu, ĂśrneÄ&#x;in TĂźrkiye'de Diyanet kaldÄąrÄąlsa ve din zorunlu ders olmaktan çĹkartÄąlsa bile -demokratik mĂźcadele talepleridir-, dinin ve dinci-gericiliÄ&#x;in bin bir baÄ&#x;la baÄ&#x;lanmÄąĹ&#x; ve kaynaĹ&#x;mÄąĹ&#x; olduÄ&#x;u sermayenin egemenliÄ&#x;inin bir biçimi ve bileĹ&#x;eni olmaktan çĹkmayacaÄ&#x;Äą anlamÄąna gelir. Dine ve dinci-gericiliÄ&#x;e karĹ&#x;Äą mĂźcadele her zamankinden fazla onun burjuva sÄąnÄąf ve sermaye temeline karĹ&#x;Äą mĂźcadele koĹ&#x;uluna baÄ&#x;lÄą hale gelmiĹ&#x;tir. Burjuva sÄąnÄąf egemenliÄ&#x;in yÄąkÄąlmasÄą ve tĂźm sermaye iliĹ&#x;kilerinin kaldÄąrÄąlmasÄą ise her tĂźrlĂź dinsel ayrÄąmcÄąlÄąktan baĹ&#x;layarak ve onunla iç içe her tĂźrlĂź dinin ve sosyal gericilik biçimlerinin ortadan kaldÄąrÄąlmasÄąnÄąn, sĂśnĂźmlendirilmesinin olmazsa olmaz koĹ&#x;uludur. Sosyalist devrimci iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą, bugĂźnĂźn dinci-gericiliÄ&#x;ine karĹ&#x;Äą mĂźcadele gĂśrevinin ĂźstĂźnden atlamadan, tam tersine, Ăśzellikle de ezilen ulus ve ezilen cins mĂźcadelelerini bastÄąrma ve engellemede dinci-gericilik sopa ve çĹÄ&#x;ÄąrtkanlÄąÄ&#x;ÄąnÄąn kullanÄąlmasÄąna karĹ&#x;Äą da Ăśzel bir hassasiyet ve enerjiyle, bu eksenden mĂźcadele edecektir. Evet, burjuvazinin sÄąnÄąf egemenliÄ&#x;inin tek ulus, tek cins, tek din vb. tekçi biçimleri, emperyalist kapitalizmin içsel dĂśnĂźĹ&#x;ĂźmĂźyle, sarsÄąntÄąlarla, mĂźcadelelerle çÜzĂźlĂźyor, çÜzĂźlmeye devam edecek. KomĂźnistler ve sÄąnÄąf bilinçli iĹ&#x;çiler, ezilen ulus, ezilen cins, ezilen mezhep ve din-gericilik sorunlarÄąnda tekçi egemenliÄ&#x;e karĹ&#x;Äą mĂźcadeleyi, neoliberal burjuva demokrasisine karĹ&#x;Äą ve onu yÄąkma mĂźcadelesi temelinden, sosyalist devrimci demokrasi mĂźcadelesi ekseninden ele almalÄądÄąr. Burjuvazinin "3K" sendromunun derinleĹ&#x;mesiyle de kalmayÄąp, en eski gĂśz aÄ&#x;rÄąsÄą olan komĂźnizmin "K"sÄą sendromunu da bĂźyĂźtmenin zamanÄądÄąr.


4

NƦN RJHQNXN

ñíVL] YH JÖYHQFHVL] ÐðUHWPHQOHU $QNDUD GD\GÜ İşsiz ve güvencesiz öğretmenler Ankara'da Ücretli öğretmenliğin kaldırılması, tüm öğretmenlere kadro ve güvence sağlanması talepleriyle örgütlenen ataması yapılmayan ve güvencesiz öğretmenler 26 Ağustos'taki eylemin ardından yine Ankara'daydı. Yaklaşık 60 ilden Ankara'ya gelen 1500'den fazla öğretmen 19 Kasım sabah 09.30'da Demirtepe Köprüsü'nün altında bir araya geldi. "Kadrolu atama, güvenceli çalışma", "Güvenceli iş güvenceli gelecek istiyoruz", "Susma haykır, atama haktır", "Ücretli köle olmayacağız", "Öğretmenler işsiz, okullar öğretmensiz", "AKP'den hesabı öğretmenler soracak", "11 bini aldınız, 44 bini çaldınız", "KPSS mezara, öğretmenler okula" sloganları ve dövizleriyle yürüyen öğretmenlerin coşkulu kortejine Ankaralılar da alkışları ile destek verdi. Özellikle güzergah üzerindeki dershanelerin öğrenci ve öğretmenlerinin sloganlara eşlik etmesi dikkat çekti. Öğretmenlerin yürüyüşü Güvenpark girişinde polis tarafından kesildi. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'in "O öğretmenler hiçbir şekilde bakanlığın bahçesine girmeyecek" talimatı vermesi nedeniyle durdurulan öğretmenler, uzun bir süre boyunca bakanlığa gitmek için ısrar etti. Saatler süren bekleyişin ardından 81

úQVDQFD DVJDUL FUHW LoLQ VRNDùD Dev Sağlık-İş Sendikası, "İnsanca asgari ücret istiyoruz" şiarıyla başlattığı kampanyaya ilişkin birçok ilde açıklamalar yaptı. Dersim'de Devlet Hastanesi Poliklinikler önünde bir araya gelen Dev Sağlık-İş üyeleri, "Biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız. Ya siz?", "Tayyip sen yaşa 690 liraya", "Susma sustukça sıra sana gelecek" şeklinde sloganlar attı. Asgari ücretle yaşamaya mahkum edilmelerini protesto eden taşeron sağlık işçileri, "İnsanca yaşayacak asgari ücret istiyoruz" sloganıyla kampanya başlattıklarını duyurdu. Adana'da ise Dev Sağlık-İş ve SES ortak basın açıklaması düzenledi. Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi önünde toplanan sağlık emekçileri adına Dev Sağlık-İş Genel Örgütlenme Sekreteri Mustafa Hotlar açıklama yaptı.

ili temsilen 200'e yakın temsilci Milli Eğitim Bakanlığı'na gidebildi. Milli Eğitim Bakanlığı bahçesinde yapılan açıklamayı İstanbul Ataması Yapılmayan Güvencesiz Eğitimciler Meclisi'nden (AYGEM) Yasemin Çim okudu. Ataması yapılmayan 300 bin öğretmeni temsilen Ankara'ya geldiklerini söyleyen Çim, eğitim fakültelerinden mezun olmalarına ve diploma almalarına karşın KPSS'ye tabi tutulduklarını ve 11 bin gibi sınırlı atamalarla karşılaştıklarını belirtti. Çim, sosyal güvenceden yoksun, dershanelerde ya da devlet okullarında ücretli öğretmelik yapmak zorunda kaldıklarını ifade etti. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'in Atanmayan öğretmen gibi bir uyduruk sorun yarattılar" sözüne de tepki

gösterdi ve "2,5 milyon işsizin 300 bini öğretmendir. Yani her 8 işsizden birisi öğretmendir" dedi. "Bizim umutlarımızı hayallerimizi seçim meydanlarında kullanan siyasiler bizi çözümsüzlük sürecine mahkum etmiş ve 27 hayatın solup gitmense sebep olmuştur" sözlerini sarf eden Yasemin Çim, güvencesizliğin en acı deneyimini Van'da yaşadıklarını da hatırlattı. Maliye Bakanlığı'nın 2012 bütçesine göre 2012 atamalarında da adaletsizliğin süreceğini dile getiren öğretmenler; ücretli öğretmenliğin kaldırılması, yıl sonuna kadar 44 bin atama yapılması, kadronun ve güvencenin sağlanması ve atamalara 2012 bütçesinde yer verilmesi taleplerini sıralayarak eylemini sonlandırdı.

Asgari ücretin insanca yaşam koşullarına göre belirlenmesi gerektiğini kaydeden Hotlar, eğitim, sağlık, ulaşım ve barınma gibi temel hizmetlerin parasız olması gerektiğini vurguladı. İşçi ve emekçileri açlığa mahkum eden asgari ücreti ve çalışma koşullarını kabul etmeyeceklerini ifade eden Hotlar, herkesi sermayenin yararına emekçilerin zararına olan bu politikalara karşı mücadele etmeye çağırdı. Asgari ücretin belirleme toplantısının yapılacağı gün Ankara'da Çalışma Bakanlığı'nın önünde olacaklarını duyuran Hotlar, "En temel ihtiyaçlarımızı paralı hale getiren programları ve bizleri açlığa mahkum eden asgari ücreti kabul etmeyeceğiz" dedi. Dev Sağlık-İş üyesi taşeron sağlık işçileri, Ankara'da Hacettepe Üniversitesi Hastanesi, Samsun'da Gazi Devlet Hastanesi, Bursa Uludağ Üniversitesi Hastanesi, Kocaeli'de Kocaeli Üniversitesi Hastanesi, Diyarbakır'da Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Çanakkale'de Çanakkale Devlet Hastanesi, Antalya'da Akdeniz Üniversitesi Hastanesi, Ağrı'da Ağrı Devlet Hastanesi, Ağrı Patnos Devlet Hastanesi, Hakkari'de Yüksekova Devlet Hastanesi, Mardin'de Kızıltepe Devlet Hastanesi önünde basın açıklamaları yaparak kampanyanın startını verdi.

6HQGLNDO * o %LUOLùL 3ODWIRUPX H\OHPL Sendikal Güç Birliği Platformu, kıdem tazminatının gasp edilmemesi, insanca yaşanacak asgari ücret, gelir vergisinin yüzde 15 olarak sabitlenmesi ve demokratik bir anayasa talebiyle topladığı 75 bin imzayı Meclis'e gönderdi. Galatasaray Lisesi önünde toplanan Platformu bileşeni sendikalar Taksim Meydanı'na yürüdü. "Sendikalaşma nedeniyle işten atmaları kınıyoruz", "Kıdem tazminatımıza dokundurtmayız" pankartlarını açan işçiler, "İnsanca yaşamak istiyoruz", "Zafer direnen emekçinin olacak", "Birleşe birleşe kazanacağız", "Hak verilmez alınır zafer sokakta kazanılır" şeklinde sloganlar attı. Kortejlerden en çok, "Kumlu gidecek başka yolu yok", "Suskun Türk-İş istemiyo-

ruz", "Türk-İş uyuma işçiye sahip çık" sloganları atıldı. Eyleme TÜMTİS, Tez-Koop-İş, Belediye-İş, Harp-İş, Tek Gıdaİş, Hava-İş, Yol-İş, TGS, Selülozİş, Petrol-İş sendikaları katılım sağladılar. Taksim Meydanı'nda Sendikal Güç Birliği Platformu adına basın açıklamasını Tez-Koop-İş Sendikası İstanbul 5 Nolu Şube Başkanı Rabia Özkaraca Över yaptı. Kıdem tazminatlarının fona devredilmesi ve yeniden yapılandırılmasına dair kanun tasarısının tüm çalışanların haklarını geriye götüreceğini vurgulayan Öven, "Kıdem tazminatımıza dokundurtmayacağız" dedi.

Öven, temel ihtiyaç harcamalarına sürekli zam yapıldığını,ancak asgari ücretin küçük güncellemelerle geçiştirildiğini söyleyerek, asgari ücretin insanca yaşanacak bir düzeye çekilmesini ve asgari ücretten vergi kesilmemesini istedi. Öven açıklamasının devamında Türk-İş yönetimini eleştirdi. Türkİş'in sendikal anlayışının değiştirilmesi için oluşturdukları Sendikal Güç Birliği Platformu'nun çalışmalarından Türk-İş yöneticilerinin rahatsız olduğunu belirten Öven, 8 Aralık'ta başlayacak olan genel kurula katılımlarının engellemek için Ankara dışında yer ayarlandığını, Başkanlar Kurulu'nun ise halen toplantıya çağırılmadığını açıkladı.


5

NƦN RJHQNXN

6DðOÜN HPHNÁLOHUL *Ð5(9 GH\GL *HU]HOLOHU

6HUPD\HQLQ GRNWRUX ROPD\DFDðÜ] \DüDP× VDYXQGX

27 Kasım günü Sinop'un Gerze ilçesinde yaklaşık on bin kişinin katıldığı mitingde Anadolu Grubu'nun Sinop, Gerze'de kurmak istediği kömürlü termik santral protesto edildi. Mitinge Türkiye'nin farklı il ve ilçelerinden yaklaşık on bin kişi katıldı. "Gerze'de Termik İstemiyoruz, Termiğe İnat Yaşasın Hayat" sloganlarıyla tepkilerini dile getirdi. Miting alanında, Hopa'da öldürülen Metin Lokumcu'yu selamlayan pankartlar da yerini aldı. Köylülerin ve Yeşil Gerze Platformunun kortejin önünde yer aldığı yürüyüşte coşku hakimdi. Yeşil Gerze Platformu (YEGEP) tarafından düzenlenen mitinge Yaykıl köylülerinin yanı sıra, ÖDP, TKP, EHP, Halkevi, Derelerin Kardeşliği Platformu, Karadeniz İsyandadır Platformu, Gençlik Muhalefeti, Yeşiller Partisi, Ekoloji Kolektifi, Greenpeace de yer aldı.

Çapa'da sağlık emekçileri, 22 Kasım sabah 9.00'dan itibaren işyerlerindeki "GöREV" çadırlarının önünden harekete geçtiler. Hastane bahçesini defalarca dolaşan öğretim üyeleri, uzman hekimler, asistanlar, öğrenciler ve taşeron işçiler sağlıkta ve tıp eğitimindeki yıkıma karşı sloganlar attılar, alkışlı ve yuhalı protestolar yaptılar, özgün dövizleriyle öfkelerini ve mücadele isteklerini yansıttılar. AKP hükümetinin geceyarısı operasyonu ile Sağlık Bakanlığı'na bağlanan ve iş güvencesi dahil bütün kazanımlarını kaybetmekle karşı karşıya kalan her yaştan ve vasıftan sağlık emekçileri, yaptıkları konuşmalarda eylemlerin devam edeceği mesajını verdiler. Eylem sırasında 9 Eylül Üniversitesi ve Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültelerinde de iş bırakıldığı duyuruldu. Sağlık emekçileri KHK geri çekilmediği takdirde süresiz genel grev de içinde olmak üzere bir dizi eylemle yanıt vereceklerini duyurdular. Eylem sırasında "Tıp Öğrencileri" imzalı "Şimdi bize ne olacak" ve "Çapa Öğrencileri" imzalı "Peki Türk hekimlerini kime emanet edeceğiz" pankartları taşındı. Taşeron işçiler güvenceli çalışma talebini ifade eden kendi pankartlarıyla eylemde yer aldılar. Eylemde "Sağlıkta ticaret ölüm demektir", "Sağlık haktır satılamaz", "Sağlık emekçilerine şiddete hayır", "Hocalarımızı geri istiyoruz", "Başka Cerrahpaşa, başka İstanbul Tıp yok", "Baba beni tıbba gönderme", "Beni kim

muayene edecek" gibi döviz ve pankartlar taşındı. Fındıkzade'de her iki üniversite emekçilerinin buluşmasından sonra Çapa Tıp Fakültesi'ne dönüldü ve yürüyüş burada da devam etti. Eylem sırasında "Hastaneler halkındır satılamaz", "Sağlıkta ticaret ölüm demektir" "Sağlıkta yıkımı durduracağız" sloganları atıldı. "Sermayenin doktoru olmayacağız" sınırlı düzeyde atılan, fakat etkili sloganlardan biri olarak yükseldi. İstanbul Tıp Fakültesi'nden Prof. Dr. Raşit Türkel'in okuduğu basın açıklamasında hastanelerin Sağlık Bakanlığı'na devredilmesiyle kar amaçlı kuruluşlar haline getirildiğine ve eğitim ve sağlığın düzeyinin düşürülmesine vurgu yapıldı. Daha sonra İTO Başkanı Taner Görgün söz aldı ve eylemin uyarı niteliğine işaret etti.

SES Genel Başkanı Çetin Erdolu da yaptığı konuşmada mücadelelerinin süreceğini belirtti. Heyecan ve öfke her üç konuşmanın ortak yanını oluşturuyordu. Tıp öğrencileri adına konuşan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğrencisi Ahmet Gürbüz, tıp eğitiminin düzeyinin düşürüldüğünü ve mezuniyet sonrasında da mecburi hizmeti tamamlamadan diplomalarının verilmediğini, el koyulduğunu belirtti. Taş-İş-Der adına yapılan konuşmayı yapan kadın işçi Güneş Cengiz de en ağır ve pis işlerin kendilerine verilerek güvencesiz çalıştırıldıklarını söyledi ve güvenceli çalışma taleplerini ifade etti. Bir asistan hekimin Asistan Hekim Kurultayı Sonuç Bildirgesi'ni okumasının ardından İlkay Akkaya ve Grup Yorum'un türküleriyle eylem sona erdi.

7ÖP HQJHOOHUH UDðPHQ

LOHUOH\HQ ELU GLUHQLí Liman direnişi 4 ayı devridi. Liman işçileri bir yandan işe iade davalarının sonuçlanmasını beklerken, diğer yandan 120 gündür süren onurlu direnişlerinin işe geri dönerek sonuçlanmasını istiyorlar. Direniş her türlü engeli dayanışma ve kardeşleşme duygusuyla aşmasını bildi. MIP patronunun işçileri bölme çabası boşa çıkarılması, ekonomik sorunlar, mevsim koşulları, ama en çok da sendikanın işçileri tatmin edecek bir duruş göstermemesi bu engellerin başında geliyor. Çadırın önüne konulan tenekede yakılan ateş sadece ısıtmıyor, süren onurlu direnişin de simgesi oluyor.

Liman-İş Sendikası direnişe ilgisiz, görmezden gelen ve idareci bir tutumu var. Ancak, direnişteki işçilerin direnişi devam ettirmekteki ısrarları sendikayı da zorluyor. Ancak işçilerin giderek sabırlarının tükenmesi sendikayı giderek daha fazla zorluyor. İşçilerin taleplerini dile getirdikleri her an MIP patronunun ve ortaya çıkan teslimiyetçi sendikal gerçeğin teşhir olmasına neden oluyor. Patronun ve sendikanın işçilerin taleplerine karşı takındığı her yeni tavır işçileri birbirlerine yaklaştırırken, tek ve yegâne çözümün çadırın çatısı altında ortaya çıkacağı fikri daha bir bilince çıkarılıyor. Öneriler zenginleşiyor,

Mitingde konuşan Gerze Belediye Başkanı Osman Belovacıklı, denizi, havası, suyu, insanları tertemiz olan Gerze'yi kirletmeye kasteden termikçi şirketi protesto ettiklerini belirterek "Halkımızın bu karalı direnişi olduğu müddetçe buraya termik santral yapamayacaklar. Mücadelemize katılan destek veren herkesi selamlıyorum" dedi. YEGEP Sözcüsü Şengül Şahin ise 3 yıldır Gerze'yi termik santral ile kirlettirmemek için gecelerini gündüzlerine kattıklarını vurgulayarak "Yaykıl köyünde her daim nöbete kalarak mücadele vermekteyiz. Mücadelemize üniversite öğretim üyelerinden, diğer termik santral karşıtı platformlardan, Derelerin Kardeşliği Platformu'ndan, Karadeniz İsyandadır Platformu'ndan, gençlik örgütlerinden, siyasi partilerden, sendikalardan, kitle örgütlerinden destekler geldi, hepsine teşekkür ederim. Biz de bu destek ve kararlılık olduğu sürece bu santrali kurdurmayacağız" diye konuştu. Yaykıl Muhtarı Ahmet Tiryaki, tüm ülke çapında gelen desteklerin kendilerine moral verdiğinin altını çizerek "Termik santrale karşı mücadelemizde ölmek var dönmek yok diyoruz. Termikçi şirket buraya santral yapamayacağını görsün ve defolup gitsin. Öyle üç beş kişinin tarlasını satın almak ile bu işin başarılamayacağını görsün, parayla emellerine ulaşamayacağını görsün" dedi.

"var mıyız arkadaşlar?", "hep birlikte miyiz!" çağrısı "sonuna kadar!" biçiminde cevap buluyor. Sendika ile patronun görüşmelerinden Aralık ayında 7, Ocak ayında 8 işçinin alınması, sonrasındaki 3 ay içinde de diğer işçilerin Taşeron Uğur-San adlı şirkette işe alınması için protokol imzalanacağı teklifi çıktı. Bunun koşulu ise çadırın kaldırılması. Sendika tarafından ileri bir kazanım olarak sunulmaya çalışılan bu durum işçiler tarafından kabul görmedi. 17 Kasım günü direnişçi işçiler ile, Liman-İş yöneticilerinin bir araya geldiği toplantıda bu teklif işçiler tarafından reddedildi. Sert tartışmaların yaşandığı toplantıda işçiler, direnişin sürmesinin ve kazanımla sonuçlanmasının sigortası olarak gördükleri çadırı net bir sonuç alana kadar kaldırmayacaklarını ifade ettiler. İşçiler teklifi ise 15 işçinin hemen, geriye kalan işçilerin ise yapılacak protokolün ardından

3 ay içinde taşerona değil MIP bünyesinde işe geri alınması. Bu sonucu alana kadar da çadırın kalkmayacağını net biçimde ifade eden işçiler, "kazanana kadar mücadeleye devam" diyorlar.


6

NƦN RJHQNXN

$UW $NVHVXDU GD

*($ LíÁLOHUL\OH GLUHQLü ND]DQG× XOXVODUDUDVÜ GD\DQÜíPD Topkapı'da kurulu Art Aksesuar isimli fabrikada gasbedilen ücretleri için mücadele yürüten işçiler, patronun işten çıkarma saldırısı ile karşılaştılar. Bu saldırıyı protesto eden işçiler fabrika önünde bir basın açıklaması yaparak atılan işçilerin geri alınması ve ücretlerinin ödenmesi talepleriyle direnişe başladılar.

LabourStart Küresel Dayanışma Konferansı'na katılmak için ABD, Kanada, Ortadoğu ve Afrika başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinden İstanbul'a gelen sendikacı ve emek dostları, Gebze OSB'deki GEA Klima önünde direnişte olan Birleşik Metalİş Sendikası üyelerine dayanışma ziyaretinde bulundu. Burada açıklama yapan Birleşik Metalİş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, yüzde yüz Alman sermayesi olan GEA Klima'nın patronunun, Almanya'da olsa işçi kıyımı yapamayacağını belirterek "Türkiye'de böyle bir olumsuzluğun, pervasızlığın yaşanmasının nedeni sermaye ve iktidarın sendikal örgütlenmeye engel olmak için yaptıkları işbirliğidir" dedi. Türkiye'de işçilerin örgütlenmesinin önünde hukuki engellerinde olduğunu söyleyen Serdaroğlu, "Dünyanın hangi ülkesinde notere 50 Euro verip sendikaya üye olunuyor, kaç ülkede yüzde 10'lara varan iş kolu barajı söz konusu" diye sordu. GEA Klima şirketinin Çayırova Emniyet Müdürlüğü'ne hibe etmek üzere 10 bin 342 TL'ye 10 adet telsiz ve 10 adet kulaklık alarak "rüşvet" verdiğini hatırlatan Serdaroğlu konuşmasını şöyle sürdürdü: "Ey devlet yetkilileri, ey parayla tutulmuş satılmış köpekler bizi yıldıramazsınız. Size bağırmaktan sesimiz kısıldı, ama mücadelemizi engelleyemeyeceksiniz. Bizler bu ülkede adaletsiz güce adalet öğretmeye karar-

lıyız. İşçinin alınterine göz diken hükümete adam gibi hükümet olmasını, alınterimizi sömüremeyeceğini öğretmeye kararlıyız." Serdaroğlu'nun ardından uluslararası sendikacılar birer konuşma yaptı. Uluslararası Metal Federasyonu (IMF) adına Kristyne Peter, GEA patronunun işçilere karşı tavrından dolayı çok öfkeli olduklarını söyledi. Yaşananların utanç verici olduğunu belirten Peter, GEA'nın işçi haklarını tanıyacağına dair konfederasyonları ile anlaşmalı olduğunu kaydetti. Peter ayrıca şunları söyledi: "GEA dünyanın değişik yerlerinde faaliyetlerini sürdürmek istiyorsa talebimize yanıt vermeli. Biz sadece bir ülkeden değiliz, dünyanın her yerinden olan işçileriz, güçlüyüz. Birleşen işçiler yenilmezler. Sen bu işçilerin haklarına saygı göstermek zorundasın."

Uluslararası Gıda Federasyonu adına konuşan Kirill Buketor ise, "GEA güçlü görünüyor çünkü uluslararası ve parası var. Ama işçi sınıfı daha güçlü, çünkü biz daha çok ve güçlüyüz. GEA biz işçilere savaş açtı. Bu savaşı kabul ediyoruz" dedi. Adalet yoksa barış da yok" sloganı ile sözlerini noktaladı. Yaklaşık 50 ülkede üretim yapan GEA Klima Sanayi ve Ticaret, Almanya sermayesine ait bir şirket. Birleşik Metal-İş Sendikası Gebze Organize Sanayi Bölgesi'nde kurulu olan GEA'da 2009-2011 dönemi toplu sözleşme sürecinde tüm işçileri sendikaya üye yaptı. 6 Haziran'da 4 işçiyi ekonomik gerekçelerle işten çıkaran GEA patronu, 17 işçiyi daha teminatsız işten çıkardı. 19 Temmuz'da ise sabah işbaşı yapmaya gelen tüm işçiler fabrikaya alınmadı. Birleşik Metal-İş Sendikası'na üye olan 68 işçi fabrika önüne kurdukları çadırda direnişlerini sürdürüyor.

Fabrika önünde "Kölece çalışmaya ve yaşam koşullarına hayır" pankartını açıp bir süre slogan atarak bekleyen işçiler etrafta bulunan işçilere yaptıkları eylemin içeriğini anlattıktan sonra basın açıklaması gerçekleştirdiler. Açıklamayı okuyan işten atılan ART işçilerinden Zeynel Nihadioğlu işçilerin sigortalarının yapılmadığı, ücretlerin geciktirilerek aylar sonra verildiği, iş kazalarının bol olduğu iş yerinde tam anlamı ile ortaçağ koşullarının hakim olduğunu söyledi. Nihadioğlu ayrıca "Evlerimizin kirasını ödeyemedik. Kredi kartı borçlarımızdan dolayı evlerimize icra geldi. Günde on buçuk saat her türlü sosyal güvenceden yoksun bir şekilde çalıştırıldık. Servis hakkımız bile yok. Bu ağır çalışma koşullarına karşı çıktığımız için, işten atıldık. Bizler işten atılan işçiler olarak işe geri alınıncaya kadar direnişimizi sürdüreceğiz. ART, Efe Galvano ve Emre Toka'da çalışan tüm işçi arkadaşlarımıza sesleniyoruz; 'Artk yeter' diyerek sesimizi yükseltelim." dedi. Açıklamanın ardından işçiler açtıkları pankartla fabirka önünde bekleyişlerine başladılar. Kısa bir süre sonra patron işçileri işe geri alacağına dair haber yolladı. Bunun üzerine işçiler işbaşı yaptı.

7HNVWLO úüoLOHUL 'D\DQ×üPD 3ODWIRUPX Adana'da çeşitli firmalarda çalışan tekstil işçileri sendikasız sigortasız çalışmaya karşı bir kaç ay önce bir araya gelerek talepleri doğrultusunda çalışma başlattılar. Çalışma ayağının ilk halkalarından biri tek tek atölyeleri gezerek diğer işçilerle konuşmak, bildiriler dağıtmak oldu. Daha sonra Adana yerelinde çeşitli televizyon ve radyolarda çalışma koşullarının yaratmış olduğu sorunları ve taleplerini dile getiren programlar yapıldı. İşçilerin talepleri arasındaysa; sigortasız işçilerin sigortalarının yapılması, uzun çalışma saatlerinin düşürülmesi, esnek ve kötü olan çalışma koşullarının düzeltilmesi, sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması, iş güvencesinin verilmesi, ücretlerin işçilerin yaşayabileceği seviye getirilmesi, yemeklerin düzeltilmesi, işçilere servis hakkının tanınması yer aldı. 26 Kasım günü ise saat 15:00'de İnönü Parkı'nda bir araya gelen Tekstil

İşçileri Dayanışma Platformu bileşenleri yaptıkları basın açıklamasıyla taleplerini bir kez daha haykırdılar. Yaklaşık 100 işçinin katıldığı açıklamada, işciler "Tekstilde sömürüye hayır", "Çok çalışıp az kazanıyoruz","Tekstil işçisi köle değildir", "Sigortasız çalışmaya hayır", "Çalışma koşulları iyleştirilsin" ve "Biz çizgi film kahramanı değiliz" dövizleri açtı. Açıklama sırasında ise sık sık "Sigortasız çalışmaya hayır", "Sömürüye hayır" sloganları atıldı. Platform adına açıklamayı işçilerden Reşit Kaplan okudu. Açıklamada kısaca şu vurgulara yer verildi. Binlerce tekstil işçisi arkadaşımız uzun yıllardır sigortasız sendikasız çalışmaktadır, yurt genelinde 3 milyon 600 bin tekstil işçisinden yalnızca 600 bini kayıtlı çalışmaka kayıtlı işçilerinse yüzde 10'u sendikalı olarak çalışmaktadır. Sigortasızlığın kural haline geldiği tekstil atölyeleri, kendine has

kurallara göre şekillenmekte haftalık 50 saatin üzerinde çalışma saatleriyle kendimize ve ailemize zaman ayıramamaktayız. Yemeklerimiz kötü ve düzensiz mesai saatlerimiz, çalışma koşullarımız kötü. İş kazalarının sık yaşandığı sektörümüzde sosyal güvenceye sahip değiliz çocuk ve kadın arkadaşlarımızın yoğun olduğu atölyelerde çalışma koşulları dahada ağırlaşmakta ve bizler çoğu aman asgari ücret dahi olmayan bir ücretin altında çalışmaya zorlanan işçiler olarak, yaşadığımız sorunlara kalıcı çözüm bulmak için bir araya geldik, 8 saat çalışmak, ailemize ve kendimize zaman ayırmak, sosyal güvencemizin olduğu çalışma yaşamı istiyoruz. İstediğimiz

emeğimizin karşılığını alabilmek, üreten işçiler olarak emeğimizin üretimimizin karşılığını almak istiyoruz buradan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na çağrımız taleplerimize çözüm üretmeleridir. Bizler tekstil işçileri olarak kurduğumuz Tekstil İşçileri Dayanışma Platformu ile tüm bu taleplerimizin gerçekleşmesi için mücadele edeceğiz, haklarımızı almak için başlattığımız haklı mücadelemiz bundan sonrada sürecektir. Adana'da çalışan tüm tekstil işçisi arkadaşlarımızı platformumuza ve haklarımıza sahip çıkmaya çağırıyoruz. Adana Tekstil İşçileri Dayanışma Platformu


7

NƦN RJHQNXN

(PHðLQ NRUXQPDVÜ PÖFDGHOHVL WDULKLQH NHVLWVHO ELU EDNÜí İ

şçilerin sermayenin kör terörüne karşı mücadelesi salt yoksullaşmaya karşı ücret mücadelesi ile sınırlı kalamazdı ve kalmadı. İşçilerin sendikal, sosyal, siyasal hak ve güvenceleri için, kazanımlarının yasal olarak tanınması için, siyaset alanında varolma ve bağımsız sınıf siyaseti için mücadeleleri biçiminde gelişti. Ancak bu gelişim kendiliğinden özsavunma mücadelelerin tek yanlı ve tedrici olarak siyasal mücadelelere evrilmesiyle de olmadı. Burjuvazinin büyük çaplı sermaye ve iktidar yoğunlaşmasının, her düzeyde sınıf karşıtlığını iç içe geçirmesi ve şiddetlendirmesi, büyüyen siyasaltoplumsal sorunlar ve özgürlüksüzlük, baskılar, krizler, savaşlar, yıkımlar, geleceksizlik, ekonomik olduğu kadar siyasal-toplumsal sarsıntılarla; işçi sınıfı içerisine Marksist fikirlerin ve sosyal devrim ve iktidar bilincinin taşınmasıyla, sosyalist özlem ve örgütlenmelerin yaygınlaşmasıyla da sıçramalarla, iki yönden gelişti. Bugün burjuvazinin son kalıntılarını da kaldırmakta ya da biçimsel varlığını bile fiilen işlevsizleştirmekte olduğu; 8 saatlik işgünü, kısmi iş güvencesi, kısmi işçi sağlığı ve korunması, kadın ve çocukların ağır ve tehlikeli işlerde çalışmasının yasaklanması, sosyal sigorta, emeklilik, toplu sözleşme ve grev, genel oy, burjuva demokrasisinin sınıf güçleri dengesine dayalı biçiminin – tüm bu kısmi hak ve güvencelerinin her birinin arkasında, 100 yıllık, 150 yıllık, 200 yıllık sınıf mücadeleleri, işçi kalkışmaları ve devrimler vardır. Özellikle de 20. yüzyılın ilk yarısındaki Ekim Devrimi ve proleterya ve sosyalizm mücadeleleri dalgası vardır.

Kapitalizmin işçi sınıfına vermek zorunda kaldığı emeğin kısmi korunması tavizleri, aslında işçi sınıfının devrimcileşmesi ve sosyalizm tehdidine karşı kendi sistemini koruma ve işçi sınıfını kapitalist sistem içinde tutma çabasından başka şey değildi. Ancak sosyal devrim hedefinden uzaklaşma ile bu kolektif hak ve mekanizmaların kapitalizmin yeniden üretimini sağlayan ve güvenceye alan burjuva devlet aygıtına bağımlı ve onun bir uzantısı olarak var olabilmesinin beslediği burjuva demokrasisi ve "sosyal devlet" reformizmi (burjuva meta, burjuva demokrasi fetişizmi) biri ötekini besleyen şeyler oldu. "İşçi hareketi üzerinde hegemonya kuran sosyal demokrasi, modern revizyonizm ve sendikalizmle karakterize olan reformizm, işçi sınıfını devrimci mücadeleden uzak tutma ve sisteme bağlama misyonunu yerine getirdi.(…) Sosyal devrim ve proletarya diktatörlüğü yerine reformizm, kapitalizmin siyasal, toplumsal, ekonomik tüm egemenlik biçimlerine komünizm ekseninden karşıtlık yerine güdük bir ekonomik-demokratik sınıf mücadelesi, sosyal reformist muhalefet anlayışı, sosyalist enternasyonalizm ve

Bugün ise, işçi sınıfının tarihsel mücadele kazanımları büyük ölçüde silinerek adeta 19. yüzyılın ilk yarısındaki durumuna itilmeye çalışılmaktadır. Burjuvazinin küresel azami sermaye birikimine geçişi, dünya çapında muazzam genişlemiş işçi kitlelerinin azami sömürülmesi ve azami köleleştirilmesi temelindedir. Küresel tekelci sömürü çarkları, işçi sınıfının kazanılmış hak ve güvencelerini de öğüterek, giderek daha uzun, daha hızlı, daha gergin biçimde dönüyor. sosyalist dünya devrimi yerine ulusal dar görüşlülük ve sosyal şovenizm geçirildi." Geri bir ülkeden başlayan sosyalizm deneyiminde de, sosyalizmin inşasının ekonomik olduğu kadar siyasal ve toplumsal düzeyde de geri düzeyde kalması, kapitalizm tarafından çözülmemiş sorunlar tarafından geri çekilmesi ve büyük oranda onları çözmekle sınırlanması da bunda etkili oldu. Emeğin korunması da bunlar arasındaydı. Ekim Devrimi derhal 8 saatlik işgünü uygulamasından başlayarak, işsizliğin ortadan kaldırılması, çarlık rejimi altında dünyanın en ağır ve despotik olan çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, sağlık ve sosyal güvenlik organizasyonlarıyla emeğin korunmasında o dönem hiçbir kapitalist ülkede olmayan düzenlemeler gerçekleştirdi. Fark yalnızca iş saatlerinin şu kadar daha kısa olması, sağlık ve sosyal güvenlik organizasyonlarının şu kadar daha fazla olması değildi. Kapitalizmde işçi sınıfının tarihsel mücadele kazanımları burjuvazi ve devleti tarafından kabul edilmek zorunda kalındığında bile, bunlar yasalaştırılırken çarpıtılır, uygulamada binbir biçimde patronlar tarafından ihlal edilir ve işçilerin bu haklarını kullanması engellenir, sağlık ve sosyal güvenlik fonları da sermaye olarak kullanılır, ve en önemlisi bu haklar da işçilerin daha derin bir sömürüye katlanmasının ve bu haklardan yararlanan ve yararlanmayan işçileri bölmenin aracı olarak kullanılır. Sosyalizm deneyiminde emeğin korunması biçimsel-hukuki değil, işçi ve emekçilerin de devrimci inisiyatif ve denetimiyle fiilen uygulandı. Kapitalizm üzerinde yarattığı basınçla, onları da oflaya puflaya en isteksiz olduğu konulardan biri olan emeğin korunmasında arkasından gelerek -ve bugün halen tasfiye ede ede bitiremedikleri- çarpıtılmış düzenlemeler yapmak zorunda bıraktı. Ancak sosyalizm deneyimi de, emeğin korunmasında kaydedilen ilerlemelere karşın, bunlar hem oldukça sınırlı kaldı, hem de emeğin korunmasının ötesinde (işgücünün meta, insanın

işgücü olmaktan çıkarılması) bir gelişmeyle iç içe geçirilemedi. Emeğin kapitalist biçimine, kapitalist üretim, emek, bilgi, yönetim organizasyonu ve işbölümüne, burjuva demokrasisine köklü bir alternatif geliştirilemedi. Yaşanan sıkışmalar karşısında giderek bunları sosyalizmin tanım ve gündemi olmaktan çıkarması da, emek sorunundaki bu farkı sınırladı ve görelileştirdi. Kapitalist üretim ilişkileri ve emeğin kapitalist karakterine sosyalist karşıtlık, komünizm ekseninden, üretim ve yönetimin fiili toplumsallaştırılmasından, sosyalist işçi konseyleri demokrasisinin gelişim gereğinden kopartıldı. Devlet mülkiyeti ve emeğin korunmasına doğru indirgendi, giderek daraldı ve eklektikleşti. Emeğin korunması, emeğin bir üretim faktörü olmaktan çıkarılması komünist hedefinden koptu. Bugün ise, işçi sınıfının tarihsel mücadele kazanımları büyük ölçüde silinerek adeta 19. yüzyılın ilk yarısındaki durumuna itilmeye çalışılmaktadır.

Burjuvazinin küresel azami sermaye birikimine geçişi, dünya çapında muazzam genişlemiş işçi kitlelerinin azami sömürülmesi ve azami köleleştirilmesi temelindedir. Küresel tekelci sömürü çarkları, işçi sınıfının kazanılmış hak ve güvencelerini de öğüterek, giderek daha uzun, daha hızlı, daha gergin biçimde dönüyor. Gerilim yalnız ücretlerde değil istenmedik bir işte tüm yaşam enerjisine el konulmasındadır. Otomatlaşmakta ve zamansızlıktadır. İşçinin işçinin kurdu olmasında, yabanıl bencillik ve yalnızlıktadır. Sermayeye artan bağımlılıkta ve onun şiddetlenen krizleri, yıkıcılığı ve kör kuvvetleri karşısında güvencesizliktedir. Emek gücünün ne kadar yığınsallaşırsa o kadar değersizleştirilmesinde, özgürlüksüzleşmesindedir. İşçiler için burjuvazi ve mali oligarşisinin kör ve yıkıcı kuvvetlerine karşı sınıfsal-toplumsal korunma ve güvence mücadelesi, bir kez daha, ücret mücadelesinin bile önüne geçen, yakıcı bir sorun, bir varlık-yokluk sorunu haline gelmektedir.

%('$û WD ND]DQ×P BEDAŞ'taki taşeron şirketin sözleşme süresinin dolmasıyla işten çıkarılan 156 işçinin direnişi kazanımla sonuçlandı. İşçiler, 9 Ekim'de BEDAŞ Genel Müdürlüğü önünde çadır kurarak direnişe başlamışlardı. Enerji-Sen, 4 Kasım'da, BEDAŞ Genel Müdürlüğü önünde kazanımlarını açıklayan bir basın açıklaması yaparak, direniş çadırlarını kaldırdı. Enerji-Sen, Dev Sağlık-İş ve Nakliyat-İş başkanlarının taşeronluk sistemine karşı mücadeleyi vurgulayan konuşmalarının ardından, direnişçi BEDAŞ işçilerinden Selami Öğretici, direniş sürecini ve kazanımı aktaran basın açıklamasını okudu. Ardından halaylar çekilerek, direniş çadırı kaldırıldı. İşçiler, bayramdan sonra yeniden işbaşı yapacaklar. BEDAŞ'ta bin 800 taşeron işçi çalıştırılıyor.


8

NƦN RJHQNXN

ñíÁL VDðOÜðÜ YH ÁDOÜíPD JÖYHQOLðL LÁLQ PÖFDGHOH\H

İşçi sağlığı ve çalışma güvenliği ile sermayenin "iş sağlığı ve güvenliği" birbirinden tamamen ayrı ve karşıt şeylerdir. Emeğin burjuvaziye karşı proleter öz ve fiili korunması mücadelesi ile burjuvazi için burjuva biçimsel ve dolaylı, burjuvaziye daha fazla köleleştirici sözde korunması, birbirinden tamamen ayrı ve karşıt şeylerdir. Yasa tasarısı, işçilerin sağlığı ve çalışma güvenliğinde, çalışma koşullarında hiçbir gerçek düzelme getirmeyecek, sadece köleliklerini perçinleyecektir.

Ç

alışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, "İş Sağlığı ve Güvenliği" yasa tasarısına son şeklini verdi. Bu yasa nereden icap etti? Burjuvazi ve devleti, insafa gelip korkunç biçimde tahrip ve yok ettiği işçilerin sağlığını ve can güvenliğini mi düşünmeye başladı? Tabii ki hayır. Yasa tasarısının başlığı bile, hangi sınıfın hangi sınıfa karşı "sağlığı ve güvenliği"nin düşünüldüğünü ortaya koyuyor: "İşçi sağlığı ve güvenliği" bile değil, "İş sağlığı ve güvenliği"! Burjuvazi ve devleti için, işçi sağlığı diye bir şey yoktur. Sadece sermayenin karlarının sağlığı ve güvenliği vardır. İşçiler ise olsa olsa bir üretim faktörüdür. Tamamen sermaye çıkarlarına uyarlanmış yasa tasarısının başlıca nedenleri şunlardır: 1- Türkiye kapitalizminde özellikle de son yıllarda çok yoğunlaşan iş cinayetleri, iş katliamları, bilimum iş "kazaları" ve bu nedenle işin durması, sermayenin bile maliyet ve zararlarını artıran bir düzeye ulaşmıştır. Türkiye'de iş cinayetlerinde resmi istatistiklere göre günde 3 işçi ölmekte, 5 işçi sakat kalmaktadır. Meslek hastalıklarında ölen ve kronik hastalıklarla çalışamaz hale gelen işçilerin sayısının bunun iki katı olduğu tahmin edilmektedir. Burjuvazi ise karlarını artırıp maliyetlerini düşürmek için parçaladığı işçilere değil, iş "kazaları"nda kaybettiği sermayeye veya sömürüsünün kesintiye uğramasına üzülmektedir. Bu yüzden yasa tasarısının başlığı da "işçi sağlığı" değil "iş sağlığı"dır. 2- "İşçi sağlığı ve çalışma güvenliği" değil fakat "iş sağlığı ve güvenliği" küresel tekelci sermaye birikim alanının gelişmesi, bir dizi geri kapitalist ülkenin orta, orta-ileri gelişmiş kapitalizme geçiş yapması ile, başlıbaşına dev çaplı bir azami kar sektörü haline gelmiştir. Küresel tekelci "iş sağlığı ve güvenliği" tekelleri, son uluslar arası sempozyum ve fuarlarını boşuna Türkiye'de yapmadılar! Söz konusu yasa, Türkiye'den ve dünyadan sağlık ve iş güvenlik tekellerine dev çaplı bir azami kar piyasası açmaktadır. 3- Türkiye kapitalizmi, emperyalist kapitalizmin alt bölge merkezi olarak örgütlenmektedir. Küresel tekeller, Türkiye'deki şube ya da ortaklıklarını bölgesel yönetim ve organizyon mer-

kezi olarak yeniden düzenlemekte, çok sayıda küresel tekel de Türkiye'ye bölgesel yönetim ve dağıtım merkezi kurmaya hazırlanmaktadır. Küresel tekellerden sonra küresel sendikalar, AB sendikaları, STK'lar da Türkiye'ye akın etmeye başlamışlar, çeşitli sempozyum ve organizasyonlar gerçekleştirmeye başlamışlardır. Küresel tekeller hem Türkiye'deki bölge merkezi olarak sermaye güvenlikleri hem de "marka ve imaj değerleri" için asgari bir "iş sağlığı ve güvenliği" standartını şart koşmaktadırlar. 4- Türkiye kapitalizmin emek tahribatı ve kıyıcılığı akıl almaz boyutlardadır. Sermayenin işyerlerindeki terörü, işçileri 30'lu yaşlara bile gelmeden ıskartaya çıkarmaktadır. Çoğu kapitalist şirket, çalışma temposuna dayanamaz hale geldikleri için 30 yaş üstü işçileri atmakta ve 30 yaş üstü işçileri işe almamaktadır. Kırsal nüfusun yüzde 30'ların altına inmiş olması, emeğin tahrip edilme hızının, kırdan "taze kan"la telafi edilmesinin de bir sınıra dayanmaya başladığını göstermektedir. Erdoğan'ın "3 çocuk" teşvik ve ısrarının bir boyutu da işte budur: Türkiye kapitalizminin ve küresel tekelci kapitalizminin emek tahribatı hızına genç ve taze kan yetiştirme ihtiyacı! İşte bu yüzden yasa tasarısı, emeği hem daha derin hem de daha uzun süre sömürülebilir kılmaya dönüktür. Sermayenin emek üzerindeki sömürüsünü ve terörünü hafifletmeye değil sürdürelibilir ve büyütülebilir kılmaya dönüktür. 5- Burjuvazinin iş cinayetleri, iş katliamları, iş terörü, burjuva devletin bunları denetlemek bir yana teşvik etmesi, işçi sınıfının tepki ve hoşnutsuzluğunu artıran, bugün alt düzeyde de olsa gelişmekte olan bir sınıf mücadelesi dinamiğidir. Neoliberal jargonda "sosyal içerme politikası" denilen, neoliberal işçi siyaseti ve ne-

oliberal demokrasi, işçi sınıfının en yakıcı mücadele istem, gereksinme ve özlemlerini tamponlayıp sisteme içerme ve bağlama üzerine kuruludur. İşçilerin neoliberal işçi siyaseti ve neoliberal demokrasi ile "kapitalizmin kendi kendini düzelteceği" burjuva hayallerini besleme ve böylelikle daha derin bir köleliğe rıza göstermelerini sağlama üzerine kuruludur. Yasa tasarısı, burjuvazi ve neoliberal burjuva demokrasisinin, "herkesin (hem sermayenin hem de işçilerin!!!) çıkarına"ymış gibi gösterdiği, ancak gerçekte tamamen sermayenin stratejik ve taktik çıkarına göre, işçi sınıfı üzerinde sermayenin yeni bir zinciri ve boyunduruğudur. İşçi sağlığı ve çalışma güvenliği ile sermayenin "iş sağlığı ve güvenliği" birbirinden tamamen ayrı ve karşıt şeylerdir. Emeğin burjuvaziye karşı proleter öz ve fiili korunması mücadelesi ile burjuvazi için burjuva biçimsel ve dolaylı, burjuvaziye daha fazla köleleştirici sözde korunması, birbirinden tamamen ayrı ve karşıt şeylerdir. Yasa tasarısı, işçilerin sağlığı ve çalışma güvenliğinde, çalışma koşullarında hiçbir gerçek düzelme getirmeyecek, sadece köleliklerini perçinleyecektir.

Komünistler yasa tasarısının işçiler içinde, en enerjik teşhirini yapmalıdır. Ancak liberal reformist "yetmez ama evet"cilikle olduğu gibi, geleneksel dar "hayır"cılıkla da sınırlar çekilerek, sınıfa karşı bağımsız sınıf, kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesi ekseninden işçi sınıfının emeğin korunması ve işçi sağlığı ve çalışma güvenliği mücadelesinin somut program, politika ve mücadele talepleri ortaya konmalıdır. Çünkü -Türkiye burjuvazisi ve devletinin geri ve güdük neoliberal demokrasisinin bir yanda ezilen ulustan, ezilen cinsten, ezilen mezhepten … kitlelerde beklentilerle birlikte hayal kırıklığını ve siyasal-toplumsal sarsıntıları artırması gibi- neoliberal "sosyal içerme"ci işçi siyaseti de, işçi kitlelerinde sistemden beklentiler ile birlikte hayal kırıklığını da artıracak, neoliberal demokrasi ve neoliberal işçi siyasetinin kendileri için işe yaramazlığı, kendileri için değil sermaye ve sömürüsü için olduğunu, kendileri için yeni bir boyunduruktan başka bir şey olmadığını öz deneyimleriyle görmesini sağlayacaktır. Sermayenin kendi karları ve egemenliğinin sağlığı ve güvenliği için yaptığı bu neoliberal "iş sağlığı ve güvenliği" organizasyonu, diğer taraftan konunun geniş işçi kitleleri içinde gündemleşmesini sağlayacak, işçilerin işçi sağlığı ve çalışma güvenliği konusundaki ilgi ve özlemlerinin de canlanmasının bir dinamiği olacaktır. Komünistler ve sınıf bilinçli işçiler, işçi kitlelerinin burjuvazinin neoliberal işçi siyaseti ve yasa tasarıları (taşeronluk sisteminde burjuvazinin vaatettiği "iyileştirmeler" de bunlar arasındadır) konusunda hiçbir beklenti ve hayale kapılmadan, bu yasa tasarısı ve düzenlemeleri de, işçi sınıfının burjuvazinin sınıf egemenliğine karşı bağımsız sosyalist bilinç, örgütlenme ve mücadelesini ilerletmenin bir aracına dönüştürmelidir.


9

NƦN RJHQNXN

3DWURQODUD NDUíÜ NHQGLPL]L NRUX\DOÜP

B

iz işçiler, patronlara karşı kendimizi korumalıyız.

Öyleyse bizler çok sayıda fabrikanın toplaştığı büyük işçi havzalarında, oluşturacağımız işçi meclislerinde bu konuyu başta biz gündeme almalıyız. İşçiler kendi denetim komisyonlarını fiilen oluşturmalı, engel çıkartan, uyarılara rağmen koşulları düzeltmeyen patronlarla anlayacakları dilden konuşulmalı. Zaten üzerimizden para kazanıyorlar, bir de çıra gibi insanların yaşamını yakmaya kimsenin hakkı yok, bunu hissettirmeli, göstermeliyiz onlara.

Çünkü patronlar tarafından öldürülüyoruz, sakat bırakılıyoruz, hasta ediliyoruz. İnanmayanlar için, buyurun, rakamlar ortada: Dünyada her yıl 350.000 işçi iş kazasında ölüyor. Dünyada her yıl 1.700.000 işçi meslek hastalıklarından dolayı ölüyor. Dünyada her yıl 270.000.000 (270 milyon!) iş kazası meydana geliyor. Dünyada her yıl 160.000.000 (160 milyon!) işçi meslek hastalıklarına yakalanıyor.

Katil kim?

Dünyada her yıl 438.000 işçi, işyerindeki zehirli maddelerden dolayı hayatını yitiriyor.

Bu yüzden işçiler patronlara karşı kendisini savunmak, emeğini korumak zorundadır. İşçiler adına, işçiler için, bunu bizim yerimize kimse yapmaz. Yapsa da en iyi niyetli yardım bile sınırlı olur. Devlet durduk yere hiç yapmaz, bizim yaşam hakkımızı devlet-anayasa-mahkeme savunmaz; çünkü devlet de patronların devletidir.

Her yıl slikozis hastalığının neden olduğu akciğer kanseri ve ölümcül hastalıklardan 10 milyonlarca insan hayatını kaybediyor. Latin Amerika'da maden işçilerinin %37'si, Hindistan'da taş kalem işçilerinin %50'si ve taş kırma işçilerinin %36'sı bu hastalığa yakalanmış durumdadır. Dünyada her gün yaklaşık 6000 işçi, iş kazası ve meslek hastalıkları nedeniyle ölüyor. Her gün altı bin işçi! Her bir saat başına 250 işçi ölüyor… Bu rakamları biz uydurmuyoruz. ILO (Dünya Çalışma Örgütü)'nün resmi rakamları bunlar. Türkiye'de durum nasıl? Dünya ortalamasından daha kötü: Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) istatistiklerine göre, her yedi dakikada bir iş kazası olmakta, her 10,8 saatte bir işçi ölmekte ve her 5,5 saatte ise; bir işçi sürekli iş göremez şekilde sakat kalmaktadır. En yüksek iş kazası oranı ise; toplam işyeri sayısının %98'ini oluşturan ve 50'den daha az işçi çalıştırılması nedeniyle İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulu oluşturma, işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı, işyeri hemşiresi veya sağlık memuru bulundurma gibi zorunlulukların bulunmadığı, küçük işletmelerde görülmektedir. Bu rakamlar resmi rakamlar. Türkiye'de kayıt dışı çalışmanın yaygınlığı, meslek hastalıkları hastanelerinin ve kayıtların yetersizliğinden dolayı gerçek sayıların bu sayılardan çok daha yüksek olduğu tahmin ediliyor. Sonuç: İşçiler ölüyor, sermaye büyüyor. İşçiler ölüyor, sakat kalıyor, hastalanıyor; alçak patronlar böyle semiriyor.

Katil sermaye!

Emeğin korunması mücadelesini işçiler kendileri verir. Bu mücadele işçi sınıfının öz savaşımı, özgüveni, öz onuru, öz örgütlenmesinin geliştirilmesi mücadelesidir. Kapitalizmde yaşam hakkımızı ancak örgütlenmemizi, bilincimizi, eylemimizi geliştirdikçe, emeği katledenlere, tahrip edenlere, çürütenlere karşı emeğin yumruğunu konuşturarak, ilgili kurumların kapılarına dayanarak, işgallerle, yolların ve ana arterlerin kesilmesiyle, fiili durum yaratma eylemleriyle savunabiliriz. İşçiler arasındaki rekabet tuzağına düşmeden, hepimiz patronlara karşı birlik olursak bunu başarabiliriz. Bu işin kökten kurtuluşu ve asıl çözümü patronların iktidar olduğu bu düzeni yıkarak sosyalist bir işçi devrimi yapmaktır. Gücümüzü toplayarak ilerlemeli, kendimizin ve çalışma arkadaşlarımızın sağlığı ve güvenliği söz konusu olduğunda, yaşamımız tehdit altındaysa patronlara karşı şahin kesilmeli, kendi taleplerimizi kabul ettirmeliyiz. Neler yapabiliriz? Her işçinin ve her bir fabrikadaki, atölyedeki, çalışma alanındaki işçi topluluğunun kendisinin ve arkadaşlarının her gün canını alan, sakat bırakan, çürüten kapitalist çalışma koşullarına karşı mücadele etme sorumluluğu vardır. Bu bir görevdir. Öte yandan her işçi ve her işçi topluluğunun yaşamını, emeğini, sağlığını koruma hakkı da vardır. Kapitalist çalışma sürdükçe, çalışmanın kapitalist biçimi değişmedikçe, bizler patrona sermaye biriktirmek için çalışmayı sürdürdükçe bu sorumluluğumuzun gereğini, hakkımızın savunusunu tam

olarak yapamayız. Ancak henüz bir işçi devrimi olmadı diye de, dişimizi sıkıp her gün ölmeye, sakat kalmaya, çürümeye ses çıkartmayacak değiliz, bu ahmaklık olur. Bu yüzden bu konu önemlidir. Başlangıç olarak patronların hazırladığı mevcut yasalarda bile işçiler olarak bizim farkında dahi olmadığımız hükümler, kazanılmış ama kullanmadığımız, bilincinde olmadığımız haklar var. Örneğin 4857 sayılı yasaya göre işçilerin iki durumda işi durdurma hakkı vardır. Birincisi ücret verilmemesi, ikincisi de işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmaması. Bizler bu önlemlerin alınmadığı koşullara müdahale etmeli, işi derhal ve örgütlü biçimde durdurmalı, sorunu patrona fiilen bastırarak çözdürecek bir duruş içerisinde olmalıyız. Aksi durumda rakamlar ortada; işçilerin çoğu 50 yaşına dahi gelmeden ölüyor. Mukadderat değil, meslek hastalığından! İşçi eğitimleri düzenlenmeli. Sendikaların bu konuyu gündeme alması için baskı yaratmalı, biz fiilen gündeme sokmalıyız. Sendikaların işçi sağlığı ve güvenliği komisyonları kurulmalı, işletilmeli, bu komisyonlar fiilen fabrika ve işletme baskınları, ziyaretleri düzenlemeli. Patronların devleti, sınıf karakteri gereği denetim yapmıyor, bugün Türkiye'de bir denetçiye 50 bin işyeri düşüyor! İş müfettişleri var, ama ekonomik krizden bu yana, neredeyse 10 yıldan beri Bakanlık iş müfettişlerine teftiş-denetim yaptırmıyor! Hekimlerden oluşan iş güvenliği müfettişliği var, ancak işletilmiyor, patronlarca önlerine engeller koyuluyor!

Memur statüsündeki 657'liler resmen işçi sayılmadıkları için iş kazası tazminatları yok, meslek hastalıkları hastanesinden faydalanamıyorlar, istatistiklere bile girmiyorlar. Oysa sadece demiryollarında son 10 yılda 98 kişi öldü, ancak bir kez bile iş durmadı, TCDD'nin sermaye büyümesi böyle sağlandı, şimdi de özelleştirecekler. Statü izin verir/vermez, kamuda çalışan tüm emekçiler sınıf bilinciyle kendi haklarını mücadele içerisinde kazanmayı ve bunlardan milim geri adım atmamayı alışkanlık haline getirmelidir. Sorun sadece iş kazaları veya tespit edilen bariz meslek hastalıkları değil. Birden değil, usul usul öldürme diye bir şey var: Öğretmeninden, sağlıkçısına tüm kamu işçilerinde, bir bütün olarak işçi sınıfında yıpratıcı işin getirdiği hastalıklar, masa-başı çalışanlar dâhil, çağrı merkezlerinden diş teknisyenlerine her sektörün özgün sorunları var. Anlatılan tüm işçilerin hikâyesidir. Hep birlikte mücadele edilmelidir. Biz nerede, hangi sektörde, hangi işyerinde çalışıyorsak oradan mücadeleye başlamalıyız. Diğer işçi arkadaşlarımızı bilinçlendirmeliyiz. TTB gibi konuyla ilgili meslek kuruluşlarından yardım da alabiliriz. İşyeri hekimi -yasalar ne diyorsa desin- her işçi için bir haktır. İşçi sağlığının sağlanması, sağlık hizmeti bir haktır, patronun sömürüsünün bize borcudur. İş güvenliğinin sağlanması yine patronun yükümlülüğüdür. İşçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili maddeler toplu sözleşmelerin temel bir başlığıdır, TİS sadece ücret demek değildir. Sendika yoksa, güvencesiz/kayıtsız çalışılıyorsa dahi, işçiler birlik olduğunda patrona gereken adımları burnunu sürte sürte attırmak her zaman mümkündür. Yeter ki, biz işçiler işin peşini bırakmayalım, başaramayacağımız iş yoktur!

.DSLWDOL]P úüVL]OLN YH XPXWVX]OXN Resmi istatistiklerde işsizlik "azalır" görüne dursun, dikkat çeken daha farklı bir nokta var: İşsizlerin işsiz kalma süresinde uzama! En son açıklanan Ağustos ayı istatistiklerine göre işsizlerin yüzde 27.3'ü bir yıldan fazla süredir iş arıyor! 2 milyon 521 bin işsizden, 688 bin kişi bir yıldan fazla, 165 bin kişi 2 yıldan fazla, 84 bin kişi ise 3 yıldan fazla süredir iş arıyor ve umudunu kaybetmiş durumda…


10

NƦN RJHQNXN

.DGÜQD NDUíÜ íLGGHW D\ÜEÜQÜ] GHðLO JHUÁHNOLðLQL] B

undan en fazla on yıl önce 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü'nden pek az kimsenin haberi vardı. Hele emekçi kadınların hemen hiç!

Ölüyorlar, hayır, öldürülüyorlar. Bir avuç özgürlük için öldürülüyorlar. Ama "rakamlara" dönüşmüyorlar! Arkalarında cinsel-sınıfsal baskı ve sömürüye karşı, şiddete karşı öfkeyi çığ gibi büyütüyorlar. Artık şiddetin ve ezilmenin her türüne karşı bu kadar savunmasız, edilgen ve sessiz olmamak gerektiğini göstererek. Tekelci burjuvazi kadınların özgürlüğünü tanıdığını söylüyor. Onlar için projeler üretiyor. Bu projelerin hiçbirinde emekçi kadınların kurtuluşu yok.

Oysa o gün, 25 Kasım 1960'ta Dominik Cumhuriyeti faşist diktatörlüğü tarafından tecavüz edilerek katledilen Mirabel kardeşlerin katledildiği gündü. Tam 39 yıl sonra Birleşmiş Milletler 25 Kasım'ı "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü" olarak kabul etmişti. Kadınların şiddete karşı bir kazanımı, binlerce yıllık insanlık tarihinde ancak vahşi bir katliamın ardından elde edilebilmişti. Elbette ki yine sınıflı toplumların hiç değişmeyen bir gerçekliği olarak kadınlara yönelik şiddet, her biçimiyle uygulanmaya devam etti. Kağıdın mürekkebi kurudu, kadınların kanı kurumadı. Bu yazısız yasa, Türkiye'de de geçerliliğini sürdürdü. Cinsel, fiziksel, duygusal şiddet, kadınların yaşamından bir an bile eksilmedi. Dahası bu hep gizli kaldı. Kadınların yaşamını kabusa çeviren aile içi şiddet için "kutsal aile"ye sarılındı. "Karı koca arasına girilmez"di! Sırt sırta emekçi evlerinden yükselen kadın çığlıklarını kadınlar bile duymazlıktan, yüzü gözü şişmiş komşularını, akrabalarını, hatta kendi evlatlarını görmezlikten geldiler. "Kutsal aile" korunmalıydı! Gözaltında taciz ve tecavüz, devrimci kadınlara yönelik silahlardan biriydi hep. Savaşlarda kadınlara ganimet gözüyle bakıldı. Bosna'da 50 bin kadın toplu tecavüzlerden geçirildi. Cinsel şiddet, 3. sayfa haberi sayıldı. Tek tek kişiler arası bir sorun olarak görüldü. Şöyle bir okundu, geçildi. Yasalar ve toplumsal kurallar tecavüze uğrayanı değil tecavüz edeni koruduğundan, kadına karşı şiddet toplumsal bir suç olarak görülmediğinden, kadınlar uğradıkları saldırıyı şikayet etmekten hep kaçındılar. 12-13 yaşında çocuklara tecavüz edilen insafsız şehirler, bu alçakça sırrı yıllarca sakladılar. Sınıflı toplumun kahrolası dili de kadını ezdi, saldırının bir aracı oldu. Dünyanın bütün dillerinde küfürler kadın cinselliği üzerinden edildi. Bir başarı elde ettiğinde bu "kadın olmasına rağmen"di. Hata yaptığında ise "kadın olduğu"na vurgu yapıldı!

Bu gerçeklik değişti mi? Hayır. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile kadına karşı şiddet hükmünü yürütmeye devam ediyor. Yasaların detaylandırılması, cezaların ağırlaştırılması bu durumu ortadan kaldırmaya yetmiyor.

timden yoksun bırakıldığı, yüzünü bile görmediği, tanımadığı biriyle evlendirildiği ve hiçbir güvencesi olmadığı için ömür boyu buna mahkum kaldığı, çocuk yapmakla yükümlü olduğu, dünyadan bihaber ev yükünü sırtladığı, sokağa izinle ve merasimle çıktığı… zamanlar geride kalıyor.

Peki değişen hiçbir şey yok mu? Var! Kadına karşı şiddet, cinsel-sınıfsal baskı ve sömürü, yok sayma ve edilgenleştirme, artık toplumsal bir suç olarak görülmeye başlandı. Binlerce yıldır ev hizmetine koşulmuş iken kapitalizmle birlikte üretime katılan, sınıf mücadelesi ile yüz yüze gelen emekçi kadınlar sorgulamaya, başkaldırmaya ve koşullarını değiştirmeye başladılar. Cin şişeden bir daha girmemek üzere çıktı. Şimdi Türkiye'de de yaşanan budur. Kadınla erkek arasındaki: Kadının kimi yasal hak ve kazanımlarına karşın bunları kullanamayacak derecede edilgen yetiştirildiği, eği-

Kapitalizm, kadınların özgürlüğüne kapıyı açarken, emekçi kadının şahsında kendi mezarını derinleştiriyor. Bugün Türkiye'de kadınların ancak dörtte biri çalışıyor. Gitgide daha fazlasına da esnek, yarı zamanlı, güvencesiz işlerin "kapısı" açılıyor. Kapitalizm ve onun ayakta tuttuğu erkek egemenliği yerli yerinde dururken, kadınların kuzu sessizliği üzerine kurulu eski sıcak aile yuvası çatırdıyor. Emekçi kadınlar sınıf mücadelesinin, erkek egemenliğine karşı mücadelenin tozunu yutmaya başlıyorlar. Ölüyorlar, hayır, öldürülüyorlar. Bir avuç özgürlük için öldürülüyorlar.

6XÁOX EXOXQGX 1 ¡ Yargıtay Başsavcılığı, N.Ç davasında Yargıtay 14. Ceza Dairesi'nin kararını onayladı. 2002 yılında Mardin'de 13 yaşındaki N.Ç.'ye tecavüz eden 26 kişi, en alt sınırdan ceza almış ve iyi hal indirimi de uygulanarak 4 yıl 2 ay ila 4 yıl 10 ay arasında hapis cezası almıştı. Mahkeme, N.Ç.'nin tecavüze uğradığını kabul etmeyerek "rızası vardı" diyerek karar vermişti. N.Ç.'yi alenen suçlu ilan eden mahkeme ve Yargıtay 14. Ceza Dairesi kararları, kadınlar başta olmak

üzere kamuoyunda yarattığı tepkiye rağmen Yargıtay Başsavcılığı tarafından onaylandı. Tecavüzcülerin buna rağmen pervasızca kollanması, kadına yönelik cinsel şiddete karşı mücadelenin haklılığını, ancak hala yeterli düzeyde olmadığını da göstermiş oldu. N.Ç. davası bu kararla bitmedi. 13 yaşındaki bir çocuğa tecavüz edenlerin de, tecavüzcüleri kollayıp koruyanların da hesap vermesi için yürütülecek mücadelede!

Ama "rakamlara" dönüşmüyorlar! Arkalarında cinsel-sınıfsal baskı ve sömürüye karşı, şiddete karşı öfkeyi çığ gibi büyütüyorlar. Artık şiddetin ve ezilmenin her türüne karşı bu kadar savunmasız, edilgen ve sessiz olmamak gerektiğini göstererek. Tekelci burjuvazi kadınların özgürlüğünü tanıdığını söylüyor. Onlar için projeler üretiyor. Bu projelerin hiçbirinde emekçi kadınların kurtuluşu yok. "Kararınca özgürlük" var. Onlar bilmiyorlar ki özgürlüğün "fazlası" diye bir şey yoktur. İşçi sınıfı, emekçi kadınlar, ancak kadın ve erkeğin eşit olduğu yeni bir yaşamı kurarak ve onun uğrunda savaşarak özgür olabilirler, kazanımlarına yenilerini ekleyebilirler. Ancak kadınların her özgürlük adımının arkasında durarak ve bu yolda kendileriyle de savaşarak erkekler, erkek işçiler özgür olabilirler. Toplum, ancak kendi yarısını yokluğa ve azaba mahkum etmeye son vererek barbarlıktan çıkabilir. Özgürlük dünyasına yürüyebilir. İşte emekçi kadının uğruna savaşacağı o dünya, komünizmdir.


11

NƦN RJHQNXN

Patronsuz

.DVÜP GD NDGÜQODU VRNDNWD\GÜ Kadınlar burada, Türk-İş nerede?

İçinde yaşadığımız toplumda egemen sömürücü sınıf burjuvazi, kendi düzenini sürdürmek ve yetkinleştirmek için işçileri/emekçileri körleştirmek, sağırlaştırmak, dilsizleştirmek ister. Burjuvazi işçilerin gerçekleri görmemesini, gerçekleri duymamasını, gerçekleri dile getirmemesini ister. Bir tek amaçları vardır: Bu sömürü düzeni devam etsin! Bu amaçla patronlar, yazılı-sözlü-görsel-işitsel vb. çok çeşitli araçlarla işçi sınıfı başta olmak üzere kent ve kır yoksullarının beyinlerini yıkamak, gözleri önüne perdeler koymak, bizim rekabeti içselleştirmemizi sağlamak, sömürü ve baskı düzenini gizleyen, sömürüyü kolaylaştıran ve meşrulaştıran propagandaları ile biz işçileri oyalayıp aldatmak, kandırmak, uyutmak istiyorlar. Ama dünya değişiyor. Tüm dünya işçileri gibi Türkiye coğrafyasındaki işçi sınıfı da değişiyor, gelişiyor, bilinçleniyor. Patronların gözler önüne koymak istedikleri perdeleri teker teker yırtmaya, ekonomik/siyasi/toplumsal/ ideolojik sınıf mücadelesini bilinçli bir şekilde sürdürebilmek için kapitalist sömürü mekanizmasının nasıl işlediğini derinlemesine öğrenmeye çalışıyor. İşte biz köşemizde kapitalist sömürü mekanizması üzerine konmak istenen perdeyi, maskeyi indireceğiz. Kapitalist toplumda işçilerin neden ve nasıl sömürüldüğünü anlatmaya çalışacağız. Patronlara karşı, iktidardaki sömürücü sınıf ve tabakalara, onların devletine karşı güçlü bir mücadele verebilmeleri için işçilerin içinde yaşadıkları toplumu çok iyi tanımaları, kapitalist sömürü mekanizmasını çok iyi öğrenmeleri gerekir. Bu düzeni değiştireceksek, kapitalist sistemin ne olduğunu, kapitalizmin hangi esaslar üzerine kurulu olduğunu ayrıntılarıyla öğrenmek zorundayız. Sınıflar nasıl ortaya çıkmıştır? İnsan toplumları nasıl gelişmiştir? Kapitalizm nedir? Sömürü nedir? Artıdeğer nedir? İşçiler bunları açık-seçik bilmelidir. Ekonomik olayları, siyasal gelişmeleri, bu olayların nasıl ortaya çıktığını, nasıl gelişebileceğini derinlemesine öğrenmelidir. Yaşadığımız toplumda sömürünün işçi sınıfından, tüm emekçilerden nasıl gizlenmek istediği işçilerin kafasında pırıl pırıl yer etmelidir. İşçiler, işçi sınıfının bilimsel yöntemini kullanarak tüm doğa ve toplum olaylarının nedenlerini, oluş süreçlerini kavrayabilir. Unutmayalım ki, bilmek, sırları çözmek, olayları açıklayabilmek işçi sınıfını güçlü kılacaktır. Çünkü bilen insan korkmaz. Ukalalık yapmak, bilgiçlik taslamak için değil, dünyayı değiştirmek için öğrenecektir işçi sınıfı. (Köşemizde Faruk Pekin'in "İşçiler neden ve nasıl sömürülüyor?" isimli broşüründen faydalanılmaktadır)

Sendikal Güç Birliği Platformu'ndan kadın işçiler, 256 gündür direnişte olan Kampana Deri işçilerini, direniş çadırlarında ziyaret ettiler. "Yaşasın Kadın Dayanışması", "Güvenceli iş, güvenli gelecek", "Erkek vuruyor devlet koruyor", "Kadınlar burada Türkİş nerede" sloganlarıyla Kampana Deri direnişindeki kadın işçilerin direniş çadırına gelen SGBP üyesi kadınlar, ortak basın açıklaması yaptılar. Hava-İş'ten Eylem Enül'ün okuduğu basın açıklamasında, kadına yönelik şiddete karşı mücadele vurgulandı: "Sendikal Güç Birliği Platformu kadınları olarak aile içinde, sokakta işyerinde kadına yönelik her türlü şiddete karşı mücadele etmek, birleşmek için yola çıktık." Kadınlara esnek, güvencesiz, sendikasız çalışma koşullarının dayatıldığı, işyerlerinde şiddete, tacize, tecavüze, psikolojik baskıya uğradıkları, aile içinde de şiddetin arttığı, kadınları koruyacak yasa ve uygulamaların olmadığı vurgulandı; ve kadına, işçilere yönelik baskı ve şiddet uygulamalarının bağlı bulundukları sendika konfederasyonunun gündeminde dahi olmaması eleştirildi.

eylemde, BTS Genel Kadın Sekreteri Alev Emre, basın açıklamasını okudu. Açıklamada, kadına yönelik şiddetin son 8 yılda yüzde bin 400 arttığı, 30 yıldır süren savaşın en çok çocuk ve kadınları etkilediği vurgulanırken; kadına yönelik aşağılayıcı yazılar yazan TCDD Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirinin tüm tepkilerine karşın hala görevde tutulması eleştirildi. Kadın kırımına son

Eylemde, Petrol-İş üyeleri hazırladıkları tiyatro oyununu sergilediler.

Diyarbakır'da, çeşitli kadın örgütlerinin, Diyarbakır Adliyesi'ne yürüyüşü polis tarafından barikat kurularak engellendi. "Kadın kırımına son" pankartının, "Savaşa hayır", "Jin jiyan azadi" dövizlerinin taşındığı; KCK operasyonlarında gözaltılan alınanlarla dayanışmak için düzenlenen eylemde, polis barikat kurarak adliye önüne gidilmesini engelledi. Barikat önünde yapılan basın açıklamasında, kadına yönelik şiddet protesto edildi. EPİDEM temsilcisi Ruken Zahlı tarafından okunan açıklamada, "Kadın kırımı politikası dünyanın her yerinde farklı şekillerde devam etmektedir. Kadınların hak arama mücadelelerinin bedeli ölüm oluyor. Biz Kürt kadınları olarak kültürümüze, kimliğimize, tarihimize sahip çıkıyoruz" denildi.

"Artık Yeter!" fotoğraf sergisi

Katillerimizin ortağı devlet

Red Fotoğraf üyesi fotoğrafçıların, kadına yönelik şiddeti aktaran "Artık Yeter!" adlı fotoğraf sergisi, Sakarya Caddesi'nde açıldı. Sergilenen fotoğraflar arasında, gözaltında katledilen Hasan Ocak'ın annesi Emine Ocak, gözaltında katledilen Metin Göktepe'nin annesi Fadime Göktepe, Desa direnişçisi kadın işçiler, eylemci Kürt kadınları bulunuyor.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, İstanbul Tünel'den Taksim Meydanı'na yürüyüş düzenledi. Öldürülen kadınların fotoğraflarının taşındığı, "Kadın cinayetlerini durduracağız", "Kadın katiline indirim değil ağır ceza", "Asla yalnız yürümeyeceksin" sloganlarının atıldığı eylemde, kadınlara yaşam hakkı için örgütlenelim çağrısı yapıldı. Platform adına Tuba Gümüş'ün yaptığı açıklamada, kadına yönelik şiddet protesto edildi: "Biz kadınların canı erkekler için gözden çıkarılacaklar listesinde ilk sırada yer alırken, devlet katillerimizin ortağı oluyor. Kadınlara hala koruma vermeyen savcılıklar, katillere ceza indirimi uygulayan mahkemeler, şiddet gören kadınları ölüm yerleri olan evlerine geri gönderen kolluk kuvvetleri, hala kadını değil de aileyi korumayı

Kampana Deri direnişçi işçilerinden Dilek Göl, işyerinde her türlü işin yaptırıldığını, hakarete, taciz ve şiddete maruz kaldıklarını, bu nedenle Deri-İş'te örgütlendiklerini anlatarak; "Bu süreçte bir çok kadın arkadaşlarımız ailesiyle sorunlar yaşadı, baskı gördü. Kadın arkadaşlarımız eşlerinin baskısıyla karşılaştı ama biz insanca yaşamak için tüm haklarımız için halen bir birimizden kopmadan mücadelemizi sürdürüyoruz" dedi.

Cinsel, ulusal, sınıfsal sömürüye son Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası, TCDD Genel Müdürlüğü önünde yaptığı bir basın açıklaması ile kadına yönelik şiddeti protesto etti. "Evde, işyerinde cinsel şiddete son", "Cinsel, ulusal, sınıfsal sömürüyü son", "Kadını aşağılayan TCDD bürokratı görevden alınsın" sloganları atılan

öncelik kabul eden Meclis; ölümlerimizin üst düzeydeki sorumluları." KESK'li kadın tutuklulara kart atma eylemi Resmi rakamlara göre Nisan 2011 itibariyle Türkiye'de 124 binin üzerinde tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Kapitalizm kendini var etmek için silaha ve kirli savaşa yatırım yaparken, en küçük hak aramalarda ise gözaltı ve tutuklamalarla gözdağı veriyor. En son Eğitim-Sen üyesi Prof. Dr. Büşra Ersanlı'nın tutuklanmasıyla KESK'li tutukluların sayısı 33'e ulaşmış durumda. Bunların 8'i kadın tutuklu. 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü kapsamında Adana'da KESK'li emekçi kadınlar Büyük Postane önünde bir araya gelerek bir basın açıklaması yaptı. Basın açımlamasının ardından KESK'li emekçi kadın tutuklulara dayanışma amaçlı kart gönderildi. Platform adına basın açıklamasını SES üyesi Gülistan Atasoy okudu. Atasoy açıklamada şunlara yer verdi: Unutulmamalıdır ki, yürürlükte olan baskı sürgün ve gözaltı politikası sendikal hak ve özgürlükler ile düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlarken kadınların zaten düşük olan çalışma ve siyasal yaşamdaki temsiliyetinin büsbütün daralmasına hizmet etmektedir. Kadına yönelik şiddetin % 1400 arttığı günde 5 kadının öldürüldüğü, çalışan kadınların yarısından fazlasının kayıt dışı istihdam edildiği, yoksulluğun adının kadın olduğu bir ülkede ne demokrasiden ne de insan haklarından bahsedilebilir. KESK'li kadınlara yönelik geliştirilen baskı, sürgün, gözaltı, tutuklamalar kadınların bir bütün olarak sosyal ekonomik ve siyasal yaşamdan uzaklaşmalarına ve eve kapanmalarına hizmet etme potansiyeli taşımaktadır." Eylemde kadın tutukluların fotoğraflarına yer verildi. "KESK'li kadınlar yalnız değildir", "İçerde dışarıda hücreleri parçala", "Yaşasın örgütlü mücadelemiz" sloganları eşliğinde eylem sonlandırıldı.


12

NƦN RJHQNXN

.ÖUW KDONÜQD EDVNÜ YH RSHUDV\RQODU GHYDP HGL\RU K

ürt halkına yönelik baskı ve operasyonlarda sıra PKK lideri Öcalan'ın avukatlarına geldi. Erdoğan'ın bir süre önce Kandil'le Öcalan arasındaki bağlantıyı sağladıkları gerekçesiyle hedef gösterdiği 70 avukatın da aralarında bulunduğu 100'ü aşkın kişi, çeşitli illerde gözaltına alındı. 16 ildeki ev ve işyeri baskınları yine "KCK operasyonu" adı altında gerçekleştirildi. İstanbul Beyoğlu'ndaki Asrın Hukuk Bürosu'nun yanı sıra Özgür Gündem gazetesi merkez bürosu, Demokratik Modernite dergisi de basıldı. Operasyonlarda Öcalan'ın avukatlarından Cengiz Çiçek, Hüseyin Çalışçı, Özgür Erol, Mehmet Sani Kızılkaya, Mustafa Eraslan ve Fırat Aydınkaya, Ayşe Batumlu ile Özgür Gündem yazarı Cengiz Kapmaz da gözaltına alındı. Diyarbakır'da da BDP Diyarbakır İl Eş Başkanı Ömer Önen, BDP Bağlar İlçe Başkanı Ali Yüce, DTK Daimi Meclisi Üyesi Bedia Akaya, Bağlar Belediye Başkan Yardımcısı Derya Tamriş ve avukatların da bulunduğu çok sayıda kişi gözaltına alındı. Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Cemo Tüysüz Urfa'da, Şakir Demir Siirt-Kurtalan'da, Sabır Taş Siirt'te,

Servet Demir, Mehmet Bayraktar, Nezahat Paşa Bayraktar ve Mizgin Irgat İzmir'de, Veysel Vesek ve Hakzan Sadak Şırnak-İdil'de, BDP İl Başkanı Mehdi Öztüzün Batman'da, Selahattin Kaya Van'da ve Cemal Demir Şırnak'ta gözaltına alındılar. Hakkari eski Baro Başkanı ve DTK daimi meclis üyesi Avukat Nevzat Anuk Ankara'da, Davut Uzunköprü, Ergün Canan ile Erdal Sefalı Yüksekova'da gözaltında tutuluyor. Iğdır'da İHD Doğubayazıt Temsilcisi Avukat Şaize Önder ile Muş'ta Avukat Mansur Işık'ın evleri basıldı. Kars'taki evinin basıldığını belirten eski milletvekillerinden Mahmut Alınak, İstanbul'da gözaltına alınmayı beklediğini açıkladı. Özgür Gündem gazetesindeki aramada birçok bilgisayar ve yayına el konuldu. Özgür Gündem gazetesi tarafından baskının ardından yapılan açıklamada, hiçbir baskının kendilerini yollarından döndüremeyeceği belirtildi. Açıklamada "Bizim düsturumuz gerçeklerdir. Kan ve gözyaşlarıyla sulanmış bu topraklarda, barış, özgürlük ve demokrasi mücadelesi verenlere yönelik hiçbir kalıba sığmayan baskılar devam ettiği sürece, zalimlerin karşısında di-

renmeye devam edeceğiz. Bedeli ne olursa olsun, gerçekleri ifşa etmek için üzerimize düşeni yapmaktan milim bile imtina etmeyeceğimizi bilinmesini isteriz" denildi ve basın ve düşünce özgürlüğünden yana olan herkes dayanışmaya davet edildi. Operasyonlar bir kez daha, bir kez daha Kürt halkının özgür iradesini kırmak, Kürt sorununun çözümünde onu kırıntıların en küçüğüne, formüllerin en gerisine mahkum etmek için yapılıyor. 4.500 kişinin gözaltına alındığı, tutuklamaların 2.000'i bulduğu operasyonların açık ve belirgin hedefi, Kürt halkının attığı "demokratik özerklik" adımının geri alınmasıdır. Kürt ulusunun burjuva demokratik hak ve reform taleplerinin üzerine baskı ve terörle gidilmesi nedensiz değildir. Türk devleti, anayasa ile ilgili son açıklamaların da gösterdiği gibi, birikmiş bütün sorunlarda kapak bir yerinden açılırsa arkasının geleceğinden korkuyor. Kürt işçilerin, kır ve kent yoksullarının, emekçi kadınların içindeki yanardağın lavlarından korkuyor. İşte bunun için, Kürt halkının ulusal talepleri-

ni daha da geriye itmek için "Kürt sorununu arayıp bulamamak" dahil her yönteme sarılıyor. Tüpten çıkan macunu nafile geriye itmeye çalışıyor. Medyada bunun "analizleri" yapılıyor. Boşuna! Krizin işçi ve emekçilerin üzerine kabus gibi çöktüğü, dünyanın dört bir yanında kriz faturalarına, işsizliğe, sosyal hak ve kolektif kazanımların yok edilmesine karşı harekete geçen kitlelerin burjuva demokrasisinin albenisini bozup sınırlarını gösterdiği ve birbirine ilham verdiği bir dönemde boşuna! Baskı ve operasyonlar Kürt halkının iradesini kıramayacaktır. İşçi sınıfı, başka bir ulusu ezen bir ulusun özgür olamayacağı bilinci, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkının tanınması ve tam hak eşitliği, sınır ötesi olanlar dahil operasyonların durdurulması ve tutuklananların serbest bırakılması talebiyle Kürt halkına yönelik baskılara karşı harekete geçmelidir. Sınıfın ve Kürt halkının düşmanlarının en büyük korkusu olan işçilerin birliği, halkların kardeşliği bunu gerektirmektedir. Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği!

'HUVLP |]U YH N UHVHO WHNHOFL

QHROLEHUDO |] U SROLWLNDV× K

üresel tekelci kapitalizmin neoliberal demokrasisinin özürler kervanına AKP Hükümeti ve Erdoğan da katıldı. Daha önce ABD kızılderili katliamları için, Papa Katolik Kilesesi'nin geçmişteki mezalimlerinden bazıları için, İngiltere başbakanı Keşmir'deki katliamları için, Belçika hükümeti eski sömürgelerindeki katliamlarından bazıları için, Japonya Güney Kore'deki kadınlara tecavüzleri için, Almanya Nazi faşizmi için ve en son Merkel de Almanya'daki Neonazi seri cinayetleri ve bunlara Alman istihbaratının da karışmış olması nedeniyle özür dilemişti. Guatemala'dan Brezilya'ya, Güney Afrika'dan Endonezya'ya kadar hükümetler de, geçmişteki faşist diktatörlülüklerin katliamlarından bazıları için özür dilediler. Burjuva mali oligarşik neoliberal demokrasinin yükselen özür trendi, küresel tekelci kapitalizm ve burjuva demokrasisinin kendini aklama stratejisi olarak da kalmıyor. Sistemi küresel tekelci kapitalizm ve mali oligarşisinin yeni azami sömürü ve

egemenlik isterleri doğrultusunda yeniden yapılandırmanın da bir aracıdır. Tıpkı şu kapitalizmin küresel kriz sürecinde bir takım küresel mali oligarkların çıkıp "vicdanlı kapitalizm" akımını başlatması gibi, tıpkı küresel marka sahibi tekellerin "uzakta bir yerde", örneğin Çin'deki "çağdışı atelyelerde kadın ve çocukların vahşice sömürülmesine" pek üzülmeleri ve buna karşı "önlemler almaları" gibi, tıpkı devletlerin kurtardıkları banka ve tekel ceolarının aldığı milyon dolarlık maaş çeklerini pek "etik-dışı" bulduklarını açıklamaları gibi, geçmişteki sömürgeci ve/ ya faşist katliamlar için özür politikasının da mesajını tahmin etmek zor değil: "Neoliberal demokrasiye inanın ve güvenin. Sistemde aksayan bir şeyler varsa da, neoliberal demokrasi çerçevesinde mücadele edin. Kapitalizm neoliberal demokrasisi sayesinde kendi kendini düzeltir!" Erdoğan da küresel neoliberal demokratik teamül gereği, Dersim katliamı için "velev ki" özür diledi. Bunu, "böyle bir literatür varsa" diye, küresel tekelci kapitalist ve mali oligarşik yönetişim trendini referans göstere-

rek yaptı. İkincisi, CHP'nin Dersim kriziyle çalkandığı bir sürece denk getirme burjuva ultra pragmatizmiyle, CHP faresiyle kedi gibi oynamak fırsatçılığıyla yaptı. Üçüncüsü, Dersim'de katledilenlerin Kürt, Zaza ve Alevi kimliklerini söz konusu dahi etmeden, Necip Fazıl Kısakürek'in bir kitabına referansla "din mazlumları" diye yine katliamı dinle dolandırarak yaptı. Yani katliamı kemalist laikçiliğe havale ederek, bunun karşısına adını bile anmadığı Kürt, Zaza ve Aleviliği değil, egemen din ve mezhebi de el çabukluğuyla dahil ederek, neoliberal dinciliğin sırtını sıvazlayarak yaptı. Tam da neoliberal post modern burjuva demokrasisinin kitabına uygun olarak! Geri düzeyde neoliberal demokrasi özürüne karşı tepkiler de klasik: Bir yanda liberal reformist "evet ama yetmez"ciler var, "iyi bir adım ama burjuva demokrasisi sınırları içinde şunlar şunlar da yapılmalı" diye tam da "düzeltilmiş kapitalizm, düzeltilmiş demokrasi" havariliği yapıyorlar. Diğer yanda dar "hayır"cılar var, "bu

bir özür değil, samimi değil" deyip AKP'nin ikiyüzlülüğünü sergiliyorlar. Ancak onların da yaklaşımı neoliberal burjuva demokrasisini idealize etmekten, Kürtlere, Alevilere, kadınlara, işçi ve emekçilere baskının ve eziyetin olmadığı, haklarının tanındığı bir "düzeltilmiş burjuva demokrasisi" beklentisi ve hayalinden öteye gitmiyor. Komünistlerin ve sınıf bilinçli işçilerin tutumu ise nettir: Bunun burjuva demokrasisi olmadığı değil, Türkiye'deki geri düzeydeki neoliberal burjuva demokrasisinin tam da bu olduğu; bunun yalnızca ve basitçe bir aldatmaca, sahtekarlıktan ibaret de olmayıp, burjuvazinin sınıf egemenliğinin yeni biçimi olduğunu ortaya koyup, asıl burjuva demokrasisine karşı sosyalist devrimci demokrasi ekseninde mücadeleyi yükseltmek gerekir. Bunun dışındaki her yol, sistem içinde erimeye, neoliberal demokrasinin sağ ya da sol muhalefeti olarak ona yedeklenmeye götürür.


13

NƦN RJHQNXN

#FOJN BEðN LBQJUBMJ[N Burası benim köşem kardeşim, işçi gazetesi falan anlamam, fikrimi buradan da yayar, hepinizi buradan da ezerim. Var mı bir diyeceğiniz! Bir Kasım günü, bundan neredeyse yüz yıl kadar önce, Rusya denen bir yerde, işçiler benim egemenliğime başkaldırmaya cüret ettiler. Hepsini lanetliyorum! Benim adım kapitalizm; SGK istatistiklerine göre Türkiye'de her yedi dakikada bir iş kazası oluyor. Benim adım kapitalizm; Latin Amerika'da maden işçilerinin %37'si, Hindistan'da taş kalem işçilerinin %50'si ve taş kırma işçilerinin %36'sı slikozis hastası! Benim adım kapitalizm; her yıl işyerlerindeki zehirli maddelerden dolayı 438.000 işçi ölüyor. Her yıl sadece asbest yüzünden 100.000 kişinin yaşamını yitirdiği tahmin ediliyor. Benim adım kapitalizm; her yıl 270 milyon iş kazası meydana geliyor ve 160 milyon kişi meslek hastalıklarına yakalanıyor. Benim adım kapitalizm; dünyada her gün yaklaşık 6000 kişi iş kazası ve meslek hastalıkları nedeniyle yaşamını yitiriyor. Benim adım kapitalizm: Ekim ayı içinde 53 işçi, 15 kadın katledildi. Günde neredeyse iki işçi, her iki günde bir kadın! Benim adım kapitalizm; burjuva toplum, kadına karşı tutumu ile insanlığın gerisindedir: Bir işçi devrimi kadar gerisinde! Marx "kadın özgürlüğünün toplumun genel özgürlük derecesini tayin ettiğini ve onun bir göstergesi" olduğunu söylermiş. Hadi canım… Kapitalizm kadın cinayetleri, şiddet, aşağılama sonrası aile-babası, saygın-kişi, ekmek-sağlayan-işveren kılığında serbestçe gezme toplumudur. Benim adım kapitalizm; CEO'ların, büyük büyük genel müdürlerin işçilerinin 300 katı para almalarının nedeni, onların bana 300 kat daha sadık olmaları… Benim sistemimde öğretmenler çocuklara zararsız, sakin ve sadık tüketiciler olmayı öğretmek için varlar. Eh, benim adım kapitalizm; öğretmenlerin burnunu sürtmek için atama peşinde koşturtmak da benim işim. Seçme özgürlüğü diye bir şey var: Benim adım kapitalizm; size Pepsi ile Coca Cola, Cumhuriyetçilerle Demokratlar, Muhafazakâr liberaller ile liberal muhafazakârlar, Migros'la BİM, DGM ile Özel Yetkili Mahkemeler arasında seçme özgürlüğü sunuyorum. Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Thomas Sargent, kapitalist krize karşı mucize buluşunu açıkladı: Bakkala yazdırıyoruz, sonra ansızın taşınıyoruz. Twitter'da @ben_kapitalizm kullanıcı adındayım…

DYXNDW YH ELU JD]HWHFL WXWXNODQGÜ İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı'nın "KCK" adı altında yürüttüğü soruşturma ve İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararı ile 22 Kasım Salı günü ev ve bürolarına yapılan baskınların ardından gözaltına alınan PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın 41 avukatı, gazeteci Cengiz Kapmaz ve Asrın Hukuk Bürosu çalışanları Zeynep Arat ile Hüseyin Karasu Adli Tıp'ta sağlık kontrolünden geçirildi ve ardından savcılıkta ifadeleri alınmak üzere Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne sevk edildi. Savcılıktan tutuklanma talebiyle İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edilen 41 avukatın müdafiliğini üstlenen Avukatlar yaptıkları yürüyüşle mahkemeyi protesto etti. "Bu hukuksuzluğa ortak olmayacağız" diyerek tutuklama talebiyle İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edilen PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın 41 avukatının müdafiliğini üstlenen avukatlar mahkemeyi boykot etti. Boykot kararının ardından avukatlar ile nöbetçi hakim arasında yapılan görüşmelerden bir sonuç çıkmaması üzerine mahkemeye sevk edilen avukatların sorgusu başlayamadı. "Mahkeme sorgusuna girmeme" kararı alan avukatlar, kararlarını açıklamak ve mahkemenin tutumunu kınamak amacıyla Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi ön kapısından arka kapısına kadar "Baskılar bizi yıldıramaz" ve "Savunmayı savunuyoruz" sloganları eşliğinde yürüdü. Burada bir açıklama yapan ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, şu an olağan olanın meslektaşlarının yanında olmak olduğunu belirtti. Bunun imkansız hale getirildiğini kaydeden Kozağaçlı, "Bu yargılama, hukuka aykırı

biçimde hazırlanmış, siyasi saldırı niteliğindedir. Bu tiyatroda figüran olmayacağız. Meslektaşlarımız gerçek dayanak ile suçlanmamışlardır. Kabul edilmesi mümkün olmayan soyut siyasal yorumlar, hükümetin iradesini ve Başbakan'ın hedef göstermesini temsil ettiği son derece açık olan değerlendirmeler, son derce yakışıksız savcı yorumları, kabul edilemez anayasa hak ve özgürlüklere, Avukatlık Kanunu'na, CMK'ya aykırı uygulamalarla muhatap olduk" diye konuştu. Meslektaşlarının tutuklama talebiyle sevk edildiğini belirten Kozağaçlı şöyle devam etti: "Bugün bu binada hukuk namına hakkaniyet namına savunma hakkı için hiçbir gelişme bulunmamaktadır. Arkadaşlarımızın tutuklama yargılamasına bütün bu hukuka aykırılıkları, siyasal sebepleri, sonuç zaten belli olduğu için böyle bir saldırıda cüppelerimizle, kanun kitaplarımızla durabilmek mümkün olmadığı için yargılamayı terk ettik. Siyasal iktidarın hedef göstermesi üzerine savcılar, yargıçlar tarafından oluşturulmuş tiyatrolarda figüranlık yapmayacağız." İstanbul Barosu'ndan görevlendirilen 5 avukat da savunmadan çekildi. Fakat, mahkeme heyeti, gözaltındaki avukatların müdafileri olmamasına rağmen, yargı-

lamaya devam etti. Mahkeme, Avukatların katılmamasına karşın, jet hızıyla bitirildi ve 34 avukat ve gazeteci Cengiz Kapmaz için tutuklama kararı verildi. Gözaltı Koordinasyonu avukatlarından Sinan Zincir, tutuklamalar ile ilgili olarak yaptığı açıklamada, "Önceden kararı verilen bir soruşturma ile ilgili müdafaa yapmayacağız, orada sadece figüran rolünde olmayacağız, birer özgürlük ve adalet aktivisti olarak Adalet ve Özgürlük Platformu'nu oluşturarak meslektaşlarımızın özgürlüğü için nöbet tutacağız" dedi. Gözaltına alınan meslektaşları için Baro'nun gereken dayanışmayı gösterememesini eleştiren Av. Zincir, tüm girişimlere rağmen İstanbul Baro Başkanının meslektaşlarının yanında yer almadığını belirterek, İstanbul'da Çağdaş Hukukçular Derneği, İnsan Hakları Derneği, Özgürlükçü Hukukçular Derneği, Çağdaş Avukatlar Grubu, Katılımcı Avukatlar Derneği, Savunma Avukatları Derneği, Demokrasi için Hukukçular Dayanışma Avukatları, Toplumsal Hukukçular ve savunma avukatları olarak meslektaşlarının özgürlüğü için kampanya başlattıklarını söyledi.

dDG×U \RNOXùXQXQ QHGHQL .RUNDN 9DQO×ODU Van'da, deprem sonrasında çadır ihtiyacını bile karşılamayan devlet; karşılanmayan çadır ihtiyacını, insanların korkaklığıyla açıklarken; neden sonra kurulan çadırkentlerdeki yoksunlukların ortaya çıkmasının engellemek için de, gazetecilerin girişini yasakladı. Van, İskele Mahallesi'ndeki Şahabettin Özarslaner Spor Tesisleri'nde kurulan, dikenli tellerle çevrili, jandarma ablu-

kasındaki çadır kente girmek isteyen gazeteciler, zorla dışarı çıkarıldılar. Gazetecilere, Van valiliğinin çadırkentlerde haber yapılmasını yasakladığı, girişlerinse valiliğin yazılı iznine bağlandığı açıklandı. Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, çadır ihtiyacının karşılanmamasının sorumluluğunu depremzedelere attı: Çadırların yetersiz olmasının nedeni, "evlerine girmeye korkan Vanlılar"mış!


14

NƦN RJHQNXN

'Bizler sokağı yakalayabilen insanlarız' diyorlardı kendilerine. Yolda aceleyle yürüyen birisinin, bir an için her şeyden sıyrılıp onlara katılması, oradaki keyfe ortak olmasıydı sokağı yakalamak onlar için. Elinde gitarı ile sanatını sokakta icra eden üniversitesi öğrencisi için de böyleydi bu, pandomim yapan, kukla oynatan için de böyle.

H

epimiz pek çok kere karşılaşmış, denk gelmişizdir onlara. Bazen gürültücü, sıkıcı gelmişlerdir bize, bazen keyif verici… Ama mutlaka, en azından bir kere de olsa durup izlemiş, dinlemişizdir. Hem de hiç ummadığımız, hiç beklemediğimiz bir anda. Evet hiç beklemediğimiz bir anda; çünkü "sokak sanatının" doğası böyledir. Sizi tanımağınız insanlarla, hiçbir planlama yapmadığınız bir zamanda aynı topluluğun üyesi haline getirebilir. Gergin olduğunuz bir anda karşılaşıp moralsizliğinizi unutturabilirler size, ya da keyifli bir gününüzde keyfinize keyif katabilirler… Yapacak bir işiniz olmadığında, boş boş gezerken de takılabilirsiniz onlara, veya acele yetişmeniz gereken bir yere "o anda, orada bulunanı" kaçırmamak için geç kalmayı tercih etmiş de olabilirsiniz. Eşsizliği de budur zaten: O anda, orada bulunması. Ne bilet ayarlayabilirsin, ne de seans saatini. Bir programlama yapman da gerekmez, geç kalma derdin de olmaz. Sanatla sokakta karşılaşmış olursun. Bir diğer deyişle sokak seni sanatla buluşturmuş olur… Sokak sanatı/sanatçıları dünyanın diğer ülkelerinde kültür olarak kabul görmüş olsa da Türkiye'de henüz çok yeni. Dahası bu yeniyi yer açılmak istenmemekte, kabul edilmemektedir. Özellikle Ankara'da sanatçıları "rahatsızlık verici" olarak gören, yaptırımlar ile onları barındırmak istemeyen uygulamalar yer alıyor. Kabahatler kanunu uyarınca gözaltına alınıp, para cezalarıyla karşı karşıya kalıyorlar. Kimi sanatçılar 'kaba-

Sokak 6DQDWWÜU

hati' kendisine müzik grubu ismi yaparak, 'kabahatlerine' devam ediyor…

Sokakta sanatın suç olmadığı bir Ankara'da tüm sokak sanatçılarına iyi çalışmalar… Mayıs 2011 Bu metinle bitirmiştim fotoğraf dersindeki proje ödevimi. Dörtbeş aya yakın sürmüştü sokak sanatçıları ile ilgili çalışmam. Yer yer, köşe köşe sokak sanatçısı aramıştım. Elimde makine, gözümün önünde Siya Siyabend grubundaki elamanın santur çaldığı kare ve kulağımda yine Siya Siyabend grubundaki 'bonus kafa'nın her cümleyi "…anlıyomusun" ile bitirdiği ses. Zaten Fatih Akın'ın İstanbul Hatırası (2004) adlı yapımı ilham verici olmuştu benim için. İlk kez bu denli orada dikkatimi çekmişti sokak sanatçıları. İzlerken en sevdiğim

bölüm burası olmuştu. Müzikleri, tavırları, konuşmaları… Çok keyifli gelmişti bana. Daha sonra keyif alan tek kişinin de ben olmadığımı anlamıştım, etrafta dönen "…anlıyor musun?" geyiklerinden.

Ankara'da başlamıştım fotoğraflara. Tunalı ile Karanfil arasında bir güzergahtı çekim yaptığım yerler. Daha doğrusu sokak sanatçılarının bulunduğu yerler. Fotoğrafı yadırgamıyor, sohbet etmeyi seviyorlardı. 'Bizler sokağı yakalayabilen insanlarız' diyorlardı kendilerine. Yolda aceleyle yürüyen birisinin, bir an için her şeyden sıyrılıp onlara katılması, oradaki keyfe ortak olmasıydı sokağı yakalamak onlar için. Elinde gitarı ile sanatını sokakta

icra eden üniversitesi öğrencisi için de böyleydi bu, pandomim yapan, kukla oynatan için de böyle. Bugünlerde ise sokak sanatçıları için sokağı yakalamak pek mümkün görünmüyor. Ankara'da zabıta ile yaşanan "tezgah kavgası" sonrası Kızılay'da tezgahlar kapandı. Bu durum sokak sanatçılarına da yansıdı. Onları bulundukları yerlerde görebilmek zorlaştı. İstanbul'da ise Beyoğlu'nda yaşanan "masa-sandalye" tartışmalarıyla birlikte sokağa da yüksek ses ayarı getirildi. İstiklal'deki sanatçılar yanlarında hoporlör vs bulunduramıyor. Bütün bunlar da bize değişimin/dönüşümün sokağa yansıyan kısımlarını gösteriyor. Yapılacak olan düzenlemeler (ki Beyoğlu'ndaki masa-sandalye tartışmalarının arkasında Taksim'in trafiğe kapatılacak olması vardı) bundan sonra sokakta, nelerin ve kimin bulunacağının işaretlerini veriyor bize.


15

NƌN RJHQNXN

%HGHOOL DVNHUOLN YLFGDQL UHGe <D GD VĂœQĂœUODUĂœQ RUGXODUĂœQ YH VDYDĂ­ODUĂœQ ROPDGĂœĂ°Ăœ ELU GĂ–Q\D 400

bin kiĹ&#x;inin beklediÄ&#x;i ve en az 100 bin kiĹ&#x;inin yararlanacaÄ&#x;Äą tahmin edilen bedelli askerlikte 30 yaĹ&#x; sÄąnÄąrÄą uygulanacak, bedeli ise 30 bin TL olacak. BĂśylece kapitalist devlet bĂźtçesine 2,5 milyar lira aktarÄąlacaÄ&#x;Äą bekleniyor. Bu meblaÄ&#x;Äąn gideceÄ&#x;i adres olarak ise kirli savaĹ&#x;ta Ăślen ve sakat kalan askerlerin aileleri anÄąlÄąyor. 4 taksit halinde yapÄąlacak olan bedel Ăśdemesi bankalarÄą da harekete geçirdi. Bankalar bir aylÄąk kredi Ăśdemesi asgari Ăźcret tutarÄąna denk dĂźĹ&#x;en 60 aylÄąk vade dahil seçenekleri hazÄąrlÄąyorlar. Bu, orta sÄąnÄąflar ve yĂźksek Ăźcretliler için Ăśdenmesi mĂźmkĂźn bir meblaÄ&#x; tabii. Vicdani reddin ise bir defadan fazla ceza almayÄą ortadan kaldÄąrarak AB'nin istediÄ&#x;i koĹ&#x;ullarÄą yerine getirecek tarzda, ve tabii ki gerek sĂźre gerekse de koĹ&#x;ullarÄą bakÄąmÄąndan "bezdirici olma" bazÄąnda dĂźzenleneceÄ&#x;i gĂśrĂźlĂźyor. Orta sÄąnÄąflar, mĂźlk sahipleri, aralarÄąnda Blackberry'nin Rum patronu Lazaridis'in de bulunduÄ&#x;u açĹklanan her boydan kapitalistler, burjuva sanatçĹlar, askerlik kredisini rahatlÄąkla Ăśdeyebilecek olanlar, zaten uzun yÄąllardÄąr "Bedelli çĹksÄąn" basÄąncÄą yapÄąyorlardÄą. "Bedelli çĹksÄąn"Äąn açĹlÄąmÄą, insanlarÄąn en verimli çaÄ&#x;larÄąnda aylar boyunca iĹ&#x;lerinden, yaĹ&#x;am projelerinden vb kopuyor olmalarÄą ve bunun kapitalizmin mantÄąÄ&#x;Äą ile açĹklanamayacaÄ&#x;Äą idi. Ve tabii bununla birleĹ&#x;ik olarak burjuvalarÄąmÄąz KĂźrt halkÄąna karĹ&#x;Äą kirli savaĹ&#x;Äąn canla baĹ&#x;la yĂźrĂźtĂźlmesini, fakat bu "canÄąn ve baĹ&#x;Äąn" kendilerine ait olmamasÄąnÄą istiyorlardÄą. Gencecik yaĹ&#x;ta, ucu bucaÄ&#x;Äą gĂśrĂźnmeyen ve her gĂźn yeni cenazelerin geldiÄ&#x;i, beden ve ruh sakatlÄąklarÄąnÄąn toplumun her yanÄąna yayÄąldÄąÄ&#x;Äą bir savaĹ&#x;ta yaĹ&#x;amÄąnÄą kaybetmek, sakat kalmak istememek gibi bir birey açĹsÄąndan son derece anlaĹ&#x;Äąlabilir bir duygu, haliyle burjuvalarÄąmÄązÄąn dolu cĂźzdanlarÄąnda "Ä°Ĺ&#x;yerimde canÄąnÄą her gĂźn tehlikeye attÄąÄ&#x;Äąm iĹ&#x;çi ve emekçi çocuklarÄą varken niye ben?" olarak Ĺ&#x;ekilleniyordu. Sanki KĂźrt halkÄąnÄąn haklÄą mĂźcadelesini desteklemek ve KĂźrdistan'a askere gitmeme tutumu almak da bir yana, aynÄą yaĹ&#x;am kaygÄąsÄą, aynÄą verimli çaÄ&#x;, bĂźtĂźn Ĺ&#x;oven propagandaya raÄ&#x;men kirli savaĹ&#x;Äąn yarattÄąÄ&#x;Äą aynÄą ĂźrkĂźntĂź iĹ&#x;çilerin, kent ve kÄąr yoksullarÄąnÄąn çocuklarÄą için geçerli deÄ&#x;ilmiĹ&#x; gibi! "Bedelli çĹksÄąn"Äąn karĹ&#x;ÄąsÄąna, Genelkurmay direnci ile birlikte Ĺ&#x;ovenizm zehri ve KĂźrt halkÄąna karĹ&#x;Äą intikam hissine bulanmÄąĹ&#x;, kirli savaĹ&#x; aygÄątÄąnÄąn bir parçasÄą olarak ĂślĂźme gĂśnderilen, katliamlara bulaĹ&#x;tÄąrÄąlan, canÄąnÄą, beden ve ruh saÄ&#x;lÄąÄ&#x;ÄąnÄą, ĂśzsaygÄąsÄąnÄą ve onurunu yitiren, geri dĂśndĂźÄ&#x;Ăźnde ise yĂźzĂźne bile bakÄąlmayan iĹ&#x;çi ve emekçi çocuklarÄąnÄąn aileleri çĹkÄąyordu en baĹ&#x;ta.

Ă–ncĂź iĹ&#x;çiler, savaĹ&#x;larÄąn, ordularÄąn ve sÄąnÄąrlarÄąn ancak kapitalist sÄąnÄąf egemenliÄ&#x;ini ve burjuva devleti yÄąkmaktan geçtiÄ&#x;ini biliyorlar. Bu onlarÄą "her tĂźrlĂź Ĺ&#x;iddete ve savaĹ&#x;a karĹ&#x;Äą olma" adÄą altÄąnda bu mĂźcadeleyi ve bilinci karartan pasifizmden kalÄąn çizgilerle ayÄąrÄąyor.

BurjuvalarÄąn arka cebinde duran bir aylÄąk kredi Ăśdemesi ile bir ay ailece yaĹ&#x;amaya çalÄąĹ&#x;an, sÄąrf bu miktarÄą ĂśdeyemeyeceÄ&#x;i, askerlik yapmadÄąysa iĹ&#x; bulamayacaÄ&#x;Äą için korkusunu "Asker gidecek geri gelecek" sloganlarÄą, Ĺ&#x;oven baÄ&#x;ÄąrtÄą ve tekbirlerle kapatmaya çalÄąĹ&#x;arak otogarlarÄą dolduran asgari Ăźcret tutsaklarÄąnÄąn, iĹ&#x;çilerin, kent ve kÄąr yoksullarÄąnÄąn Ĺ&#x;ovenizmle kirlenmiĹ&#x; kĂśr Ăśfkesi, kirli savaĹ&#x; generali Osman PamukoÄ&#x;lu gibilerinin "Ne bedelli ne vicdani red, herkes askere" bĂśÄ&#x;ĂźrtĂźsĂźne karÄąĹ&#x;Äąyor. Ăœmit Boyner ise, bir yandan profesyonel askerlik sistemini adres gĂśsterirken aynÄą zamanda burjuva çocuklarÄąnÄąn "hurra" dediÄ&#x;i bedelli askerliÄ&#x;in "vicdanÄąnÄą" rahatsÄąz ettiÄ&#x;ini belirterek bu Ăśfkeyle inceden kĂśprĂź kurmaya çalÄąĹ&#x;Äąyor. Ä°Ĺ&#x;te tam da burada, bu Ĺ&#x;oven bĂśÄ&#x;ĂźrtĂźnĂźn sahiplerini yumruÄ&#x;umuzla susturup bedelli askerliÄ&#x;in karĹ&#x;ÄąsÄąna "Siz hiç iĹ&#x; kazasÄąnda Ăślen patron, kirli savaĹ&#x;ta Ăślen patron çocuÄ&#x;u gĂśrdĂźnĂźz mĂź?" Ăśfkesiyle, kirli savaĹ&#x;a son, TĂźrk ordusu KĂźrdistan'dan çekilsin, KĂźrt halkÄąna tam hak eĹ&#x;itliÄ&#x;i ve ĂśzgĂźrlĂźk talebiyle dikilmek gerekiyor. Bedelli askerlik ve onun yanÄąnda da "bezdirici" tarzda tanÄąmlanÄąp uygulanacak vicdani red dĂźzenlemesi, fakat daha Ăśnemlisi, TĂźrk ordusunun operasyonel ve teknik gĂźcĂźnĂź artÄąrmaya yĂśnelik profesyonel askerlik adÄąmlarÄą birbirini tamamlayarak sĂźrdĂźrĂźlecektir. Bedelli askerlik burjuva dĂźzen partileri içerisinde genel bir kabul iken, vicdani red ise yarÄąlmalara yol açĹyor. Ă–rneÄ&#x;in MHP bedelli askerlik konu-

BugĂźn ABD, Ä°srail, Rusya vd Ăźlkelerde emperyalist, gerici, haksÄąz ve kirli savaĹ&#x;lara katÄąlmayÄą reddederek vicdani red açĹklamasÄąnda bulunanlarÄąn tarihsel arka planÄąnda pasifistlerin deÄ&#x;il savaĹ&#x;a karĹ&#x;Äą mĂźcadeleyi sÄąnÄąfa karĹ&#x;Äą sÄąnÄąf mĂźcadelesi, ezilen halklarÄąn demokratik kurtuluĹ&#x; mĂźcadelesini destekleme tutumu olarak yĂźrĂźtenlerin kanÄą ve kararlÄąlÄąÄ&#x;Äą yer alÄąr.

sunda Osman PamukoÄ&#x;lu'yla, daha Ăśnemlisi "Ĺ&#x;ehit aileleri" ile aynÄą topa girmezken, vicdani redde kesinlikle karĹ&#x;Äą olduÄ&#x;unu açĹkladÄą. En son Dersim krizi ile yeniden çatÄąrdayan ve seçim Ăśncesinde de açĹkladÄąÄ&#x;Äą resmi gĂśrĂźĹ&#x;Ăź vicdani reddi de içeren CHP'de de karĹ&#x;Äąt sesler yĂźkseldi. Vicdani red konusunda en bĂźyĂźk kaygÄąyÄą "halkÄąn askerlikten soÄ&#x;umasÄą" ve bunun gençlik içinde artan bir kitlesel tutuma dĂśnĂźĹ&#x;mesi oluĹ&#x;turuyor. Ä°Ĺ&#x;te tam da bu saikle, vicdani redcileri "vatan hainliÄ&#x;i" ile damgalayarak tecrit etmek ve iĹ&#x; bulamama, fiĹ&#x;lenme vd. ile yÄąldÄąrmak, eĹ&#x;cinsellik konusundaki gerici ve ilkel toplumsal ĂśnyargÄąlara seslenmek gibi en iÄ&#x;renç yĂśntemler deneniyor. Vicdani red, insanlÄąk tarihinde dini gerekçelerle çok eski tarihlerden beri var olmakla birlikte asÄąl gĂźndeme geliĹ&#x;i, bĂźyĂźk emperyalist savaĹ&#x;lardaki zorunlu askerlik uygulamasÄą ile oldu. SavaĹ&#x;a gitmeyi ve ĂśldĂźrmeyi reddedenler askeri mahkemelere çĹkarÄąldÄąlar, ĂślĂźm ve hapis cezalarÄąna çarptÄąrÄąlÄąp siyasal baskÄą ve toplumsal tecritle karĹ&#x;ÄąlaĹ&#x;tÄąlar. BugĂźn ABD, Ä°srail, Rusya vd Ăźlkelerde emperyalist, gerici, haksÄąz ve kirli savaĹ&#x;lara katÄąlmayÄą reddederek vicdani red açĹklamasÄąnda bulunanlarÄąn tarihsel arka planÄąnda pasifistlerin deÄ&#x;il savaĹ&#x;a karĹ&#x;Äą mĂźcadeleyi sÄąnÄąfa karĹ&#x;Äą sÄąnÄąf mĂźcadelesi, ezilen halklarÄąn demokratik kurtuluĹ&#x; mĂźcadelesini destekleme tutumu olarak yĂźrĂźtenlerin kanÄą ve kararlÄąlÄąÄ&#x;Äą yer alÄąr. Burjuva demokrasileri, salt dini gerekçeleri hesaba katmak zorunda olduklarÄą için deÄ&#x;il, iĹ&#x;te asÄąl bu gerçeklikten dolayÄą

vicdani red hakkÄąnÄą tanÄąmak zorunda kalmÄąĹ&#x;lardÄąr. TĂźrkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu EĹ&#x;baĹ&#x;kanÄą Joost Lagendijk, ''TĂźrk ordusunun baĹ&#x;lÄąca gĂśrevleri uluslararasÄą misyonlara katÄąlmak ve sÄąnÄąrda veya sÄąnÄąrÄąn hemen Ăśtesinde terĂśrizmle savaĹ&#x;mak. Her iki operasyon tĂźrĂź de, bĂźyĂźk miktarlarda kĂśtĂź eÄ&#x;itimli piyadeyi deÄ&#x;il, kßçßk, esnek ve yetenekli birimleri gerektiriyor'' diyor. Bilgesam'Äąn raporunda ise, "GĂźnĂźmĂźzĂźn savaĹ&#x;larÄą teknoloji savaĹ&#x;larÄądÄąr; pasif, dĂźĹ&#x;Ăźnmeyen, Ĺ&#x;aĹ&#x;kÄąn insanlar sĂźrĂźsĂźne deÄ&#x;il, yĂźksek derecede eÄ&#x;itimli personele ihtiyaç gĂśstermektedir. Bu nedenle, ordularÄąn post modern askerlik çaÄ&#x;Äąndaki misyonuna gĂśre, bĂźyĂźklĂźÄ&#x;Ăź deÄ&#x;il, iĹ&#x;levsel savaĹ&#x; gĂźcĂź ve muharebe etkinliÄ&#x;i çok daha fazla Ăśne çĹkmaktadÄąr" deniyor. Ă–ncĂź iĹ&#x;çiler, savaĹ&#x;larÄąn, ordularÄąn ve sÄąnÄąrlarÄąn ancak kapitalist sÄąnÄąf egemenliÄ&#x;ini ve burjuva devleti yÄąkmaktan geçtiÄ&#x;ini biliyorlar. Bu onlarÄą "her tĂźrlĂź Ĺ&#x;iddete ve savaĹ&#x;a karĹ&#x;Äą olma" adÄą altÄąnda bu mĂźcadeleyi ve bilinci karartan pasifizmden kalÄąn çizgilerle ayÄąrÄąyor. Operasyonel ve iĹ&#x;levsel savaĹ&#x; gĂźcĂź misliyle artmÄąĹ&#x; -buna karĹ&#x;ÄąlÄąk emperyalist iĹ&#x;gallerde burnu bataklÄąktan çĹkmayan- bir burjuva ordu ve devlet aygÄątÄąna karĹ&#x;Äą mĂźcadele ise, gençlik içinde yaygÄąnlaĹ&#x;an orduya katÄąlmama isteÄ&#x;ini burjuva demokrasisine karĹ&#x;Äą sosyalist demokrasi mĂźcadelesinin bir bileĹ&#x;eni olma yĂśnĂźnde, devrimci sÄąnÄąf çizgisinde dĂśnĂźĹ&#x;tĂźrmeyi zorunlu kÄąlÄąyor. Çitlerin ve silahlarÄąn olmadÄąÄ&#x;Äą bir dĂźnya, komĂźnizmden baĹ&#x;kasÄą deÄ&#x;ildir.


Mali sermayenin saldırılarını püskürtmek için işçi ve emekçiler on binler olup sokaklara aktılar

.DSLWDOLVW EDUEDUOÜðD NDUíÜ GLUHQLí KHU \HUGH A

frika ve Ortadoğu'da başlayan mücadele, Avrupa ve Amerika kıtasında büyüyerek devam ediyor. İşçi sınıfı ve emekçiler sokaklardan ayrılmıyorlar. Biri biterken bir diğeri başlıyor. Kapitalistlerin ekonomik krizi işçi sınıfı ve emekçilere fatura etmesi her seferinde daha kitlesel direnişlerle karşılaşıyor.

ve emekçi kapitalist sistemin emekçiler üzerinde yarattığı yıkım politikalarına karşı sokaklara çıktılar. Alman bankaları ve Avrupa Merkez Bankası'nın bulunduğu Frankfurt kenti gerçekte devasa bir finans merkezidir. Gösterilerin bu kentte yoğunluk kazanması elbette ki tesadüf değil. Kapitaist sistemin finans merkezi ve kalbinin Almanya'daki üssü olduğu işçi sınıfı ve emekçiler tarafından da bilince çıkarılmış durumda.

Mali sermayenin aktörleri öyle ellerini kollarını sallayarak iktidarlarını sürdüremiyorlar. İşçi sınıfının ve emekçi halkların direnişi hükümetler düşürüyor, dikta rejimlerini değiştiriyor. Direnişler karşısında acze düşen diktatörler ülkelerini bırakıp kaçmak zorunda kaldılar. Yunanistan: Küresel mali sermayenin atadığı Lucas Papadimos başbakanlığında kurulan ulusal birlik hükümetinin parlamentodan güvenoyu almasının hemen ardından başlayan gösterilerin ikincisi çok daha kitlesel ve çatışmalı gerçekleşti. Başkentte toplanan on binlerce emekçi parlamentoya yürüdü. Göstericiler ile devlet güçleri arasında yoğun çatışmalar yaşandı. Polisinin saldırısı sonucu birçok kişi yaralandı, çok sayıda gösterici de gözaltına alındı. Dişe diş yürütülen mücadeleyle Papandreou hükümetini düşüren işçi sınıfı ve emekçiler küresel mali sermayenin aktörleri tarafından atanan Papadimos hükümetine de gerekli cevabı vermeye hazırlanıyor. İtalya: Berlusconi'nin istifa etmek zorunda kalmasının ardından mali sermayenin Başbakanlığa atadığı Mario Monti, sokak gösterileri ve grevlerin gölgesinde iş başı yaptı. İtalya'nın 8 büyük kentinde on bin-

Kapitalist sistemin yarattığı sömürü ve eşitsizliğe, hak gasplarına ve işsizliğe karşı 'Wall Street'i işgal et' hareketini organize eden göstericiler, polisin estirdiği terör ve saldırganlığa rağmen direnişlerinden vazgeçmeyeceklerini ifade ediyorlar. lerce işçi ve emekçinin "bankacıların hükümeti" olarak ifade ettikleri yeni kabinenin gerçekleştireceği sosyal hak gaspları ve kesintilere karşı kitlesel bir gösteriyle protesto etti. Sokaklar adeta göstericiler tarafından işgal edildi. Roma'daki gösterilere binlerce öğrenci katılırken, Toplu taşımadaki grevler hayatı felç etti. Eylemcilerden biri, "Monti'nin programı oldukça kapitalist ve kirizin bedelini en zayıfların ödemesi gerektiğine dair korkunç bir fikri takip ediyor" derken burjuvazinin işçi sınıfına saldırısının kapsamını ve içeriğini özetlemiş oluyordu. ABD: 'Wall Street'i işgal et' hareketi bir kez daha sokakları işgal etti. Yaklaşık iki aydır süren işgal hareketi, New York'un finans merkezi olan bölgedeki çadırların polis zoruyla

kaldırılmasının ardından eylemciler kitlesel bir gösteri düzenlendi. "Caddeler, sokaklar bizim; biz % 99'uz" sloganlarıyla Wall Street'e doğru yürüyüşe geçen göstericiler polis barikatlarıyla karşılaştı. Wall Street'te çalışanların işe gitmelerini engellemek için oturma eylemi yapan göstericilere polis saldırarak alandan uzaklaştırmaya çalışırken, çıkan çatışmada onlarca gösterici de gözaltına alındı. Kapitalist sistemin yarattığı sömürü ve eşitsizliğe, hak gasplarına ve işsizliğe karşı 'Wall Street'i işgal et' hareketini organize eden göstericiler, polisin estirdiği terör ve saldırganlığa rağmen direnişlerinden vazgeçmeyeceklerini ifade ediyorlar. Almanya: 12 Ekim günü Frankfurt ve Berlin kentlerinde on binlerce işçi

17 Kasım'da Köln'deki 'Harçları durdurun", "Herkese ücretsiz eğitim hakkı", "Bize ait olanı satın almayız" sloganlarıyla yapılan yürüyüş ve mitinglerde öğrenciler, yüksek öğrenim harçlarını protesto etti. Yüksek harçlar üniversite kapılarının yoksul öğrencilere kapatılmasının, eğitim sisteminin paralı hale getirilmesinin ve meslek eğitiminin katlanılmaz bir sömürüye dönüştürülmesinin protesto edildiği gösterilerde kapitalist sistemin, öğrencilerin geleceğini ipotek altına almasına izin verilmeyeceği vurgulandı. Portekiz: İşten çıkarmalar, vergi artışı ve maaşların düşürülmesi… Bunlar, 11 milyon nüfuslu Portekiz'de kemer sıkma politikaları kapsamında gündeme gelen önlemler… Yunanistan ve İrlanda'dan sonra kurtarma paketine ihtiyaç duyan üçüncü ülke olan Portekiz'de hükümete göre, bu acı reçeteyi işçi ve emekçiler içecek. İşçi ve emekçiler ise faturanın kemer sıkma adında kendilerine ödetilmesine tepkili ve bunu kabul etmeyeceklerini genel grevin bir uyarı olduğunu belirtiyorlar. Kamu işçilerinin yoğun katılım gösterdiği 24 saatlik grev kapsamında uçaklar havalanmadı, tren seferlerine ara verildi.

7DKULU \HQLGHQ Mısır'da Tahrir Meydanı'nda son eylemlerde hayatını kaybedenlerle birlikte siyasal dizilim belirginleşmiş oldu. Bir tarafta ordu ve yapılacağını umduğu seçimlerle hükümet olmayı bekleyen Müslüman Kardeşler, diğer tarafta ise halk eylemliliği! Gösteriler Yüksek Askeri Konsey'in Başkanı Mareşal Hüseyin Tantavi'nin en geç önümüzdeki haziran ayına kadar cumhurbaşkanlığı seçimini yapacakları sözünü vermesine rağmen dinmedi. Cunta lideri Tantavi'nin "Son günlerde yaşanan karışıklıklardan dolayı birçok yatırım Mısır'dan kaçtı. Grevlerin artması ve üretim azalmasıyla birlikte görevimizin daha zor hale gelmesine rağmen, niyetimizden kuşku duyanlara karşı tepki göstermeden, sıkılmadan ülkeyi şu kritik dönemden çıkarmaya çalıştık" diyerek patronlarının kimler

olduğunu gösterdi. Mısır'da çoğunluğunu sol, liberal ve laik partilerin oluşturduğu gruplar, ülkede iktidarda olan cuntanın görevini bir an önce sivillere devretmesini istiyordu. Olağanüstü bir gençlik katılımıyla birlikte aynı gruplar, yapılacak yeni anayasada askerin meşru koruyucu olarak gösterilmesine karşı çıkarak ülke genelinde gösterilere başladılar ve Yüksek Askeri Konsey istifa edene kadar Tahrir Meydanı'ndan çekilmek gibi bir hata yapmayacaklarını ifade ediyorlar. Mübarek'in Şubat ayında devrilmesiyle sonuçlanan halk ayaklanmasının ardından, eylemlerin halkçı nitelik taşıyan bir demokratik devrime veya ötesine doğru ilerlemesini engellemek amacıyla ordu cunta eliyle yönetimi üstlenmişti. Küresel mali oligarşi, Ortadoğu'da neoli-

beral demokrasiye geçiş adımlarını attığı ölçüde, iç dinamikleri, özellikle de işçi hareketlerini bastırmak üzere Mısır'da ordunun yönetimi ele almasına onay vermişti. Bu çerçevede burjuva demokratik seçimlerin sürekli ertelenmesi, grevlere saldırılar, gözaltılar, Tahrir'in boşaltılması, örgütlenme ve toplanma özgürlüğünün engellenmesinin üzerine; ordunun Türkiye'ye benzer şekilde askeri

bütçenin parlamentonun denetiminden muaf tutulmasını istemesi ve silahlı kuvvetlerin anayasanın "koruyucusu ve kollayıcısı" sayılarak pozisyonunu sağlamlaştırmaya dönük attığı adımlar bardağı taşırdı. Mücadeleyle kazandıklarının da ellerinden alınmaya çalıştığını gören kitlelerin dinamizmi sokağa taştı ve Tahrir İşgali yeniden başladı. Şimdi "O (Tantavi) gitmeden meydanı terk etmeyeceğiz" sloganı yükseliyor Tahrir'den.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.