Bir Çağ Dönümü, Bir Sınıf Dönümü: 1 Mayıs İşçi sınıfının devrimci 1 Mayıs'ını yaratan 8 saatlik işgünü hareketinin önderlerinden Parsons, kendisini ölüme mahkum eden burjuva cellatlarının yüzüne işte bu gerçeğin- uzlaşmaz sınıf karşıtlığı gerçeğinin, savaşan ve yükselen işçi sınıfı gerçeğinin- ateşli rüzgarını çarpmıştı. Parsons, işçi sınıfının davasına kesin bir inançla, mücadele ateşleri arkanızda,… diye konuşurken, burjuvazinin yargıçlarının gayrı ihtiyari bir ürpertiyle dönüp arkalarına baktıkları rivayet olunur!
"8 yaşasın
sosyalist
işçi demokrasisi Sayı:32 Nisan 2013 1 TL
Yeni bir yaşam özlemi, yeni bir mücadele dönemi:
1 Mayıs'ta alanlara!
"İşçi sağlığında taşeron örgütlenmesi" paneli Ankara Tabip Odası, 14 Mart Tıp Haftası etkinlikleri çerçevesinde "İşçi Sağlığında Taşeron Örgütlenmesi" başlığında 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği yasası ve Ortak Sağlık Güvenlik Birimleri'nin (OSGB) tartışıldığı bir panel düzenlendi.
" 14
İşçilere sınıf bilinci aşılamak gerekiyor Metal işçisi: Patronlar işçilerden daha örgütlü. Sendikanın işçilere sınıf bilinci aşılaması gerekiyor. Çok zor bişey olduğunu da düşünmüyorum. Ayda iki kez toplantı yapsa, örgütlülükten, işçi haklarından bahsetse değişmeye başlar ama bunların hiçbiri yapılmıyor.
"6
Mersin Limanı eylem alanı Büyük sanayi işçilerinde, büyük işçi havzaları ve organize sanayi bölgelerinde, taşeron işçilerde, kamu çalışanlarında, bir dizi yeni iş kolunda mücadele tomurcukları artıyor.1 Mayıs'a işte bu tomurcuklanmaya başlayan sınıf damarlarının içinden, savaşan sınıfımızın bağımsız bilinçlenmesini, örgütlenmesini, siyasallaşmasını yükseltmek için yürüyoruz.
Metal, maden, liman, kamu … tek yol grev! Kapitalizme karşı yeni bir yaşam özlemiyle, yeni bir işçi baharını örgütlemek için, 1 Mayıs'ta alanlara! Kahrolsun ücretli kölelik düzeni! Kahrolsun ulusal-cinsel-sınıfsal kölelik düzeni!
Dotira Rojê Ji Bo Karkeran Öcalan'ın silahlar yerine siyasetin konuşma zamanının geldiğini açıkladığı, ateşkes ve gerillanın sınır dışına çekilmesi çağrısında bulunduğu Newroz mesajı, hiç şüphesiz "yeni bir gün"ü ifade ediyordu. Fakat bu "yeni gün"ün ertesi, "dotira rojê ji bo karkeran"/işçiler için ertesi gün hangi gerçekle yüz yüze uyandılar? Bundan sonrası itibariyle inişli çıkışlı, hem taraflar arasında hem de kendi içlerinde yeni gerilimleri de içerecek, öte yandan Kürt ulusal hareketi cephesinden de ileriye doğru zorlanacak tarzda liberal reformist geri bir çözümün yolu açılmıştır. Şimdi gerillanın çekilmesinin yasal güvence altına alınıp alınmaması, akil insanların kim olacağı ve fonksiyonları tartışılıyor…
" 12
Mersin liman işçilerinin 4 Mart günü başlattıkları eylem, işten atılan arkadaşlarının işe dönmeleri ve TİS taleplerinin kabul edilmesi talebi ile devam ediyor.
"4
2
işçi meclisi
3 bin yıl önce ücretsiz köleler 30 yaşında ölüyordu
Mısır'ın Minya eyaletinde, Nil Nehri'nin doğu yakasında kalan antik Amarna kentinde yapılan araştırmalar, Mısırlıların 3.300 yıl önce çok ağır yaşam şartları altında yaşadığını ortaya çıkardı.
Ancak Akhenaten'in yıllar süren çabayla inşa ettirdiği Amarna, firavunun ölümü ve yerine Tutankamon'un geçmesiyle başkentliğini yitirdi. Verimli tarım arazilerine sahip olan şehir, zamanla terk edildi ve önemini yitirdi.
Mısır'ın 18'inci Hanedanlığı döneminde (M.Ö 1353) hükümdarlık yapan Firavun Akhenaten'in inşa ettirdiği Amarna kentinde kazı yapan bilim insanları, 150'den fazla iskeleti analiz etti.
Amarna'da araştırma yapan ekipte yer alan İngiltere'nin Cambridge Üniversitesi'nden Anna Stevens, ‘Amarna'nın çok kısa bir sürede büyük bir şehir haline gelmesi sayesinde, barındırdığı halkın nasıl yaşadığı konusunda arkeologlara yeni bilgiler sunabileceğini' belirtti.
Dönemin başkenti olan Amarna kentinde, alt sınıftan işçilere, içini hazinelerle doldurduğu görkemli tapınaklar inşa ettiren Akhenaten'in, işçilerinin sağlığına ve çalışma şartlarına hiç dikkat etmediği ortaya çıktı. Scientific American sitesinin haberine göre, Amarna'nın mezarlığından çıkarılan kemikler, halkın yetersiz beslenme ve çok ağır nesneleri sürükleyip taşımaktan hastalık ve sakatlıklar yaşadığını, birçoğunun erken yaşlarda öldüğünü gösterdi. Antiquity dergisinde yayımlanan araştırmada, antik Mısır toplumunun yaşam tarzı hakkında da yeni bilgiler ortaya sunuldu. Başkent Kahire'nin 350 kilometre güneyinde kalan Amarna, 17 yıl boyunca antik Mısır'ın başkenti oldu. Akhenaten, Amarna'nın güneş tanrısı Aton'a (veya Aten) adanmış bir şehir olmasını istedi. Bu amaçla, sadece birkaç yıl içinde tapınaklar, saray binaları ve evler şehrin dört bir yanına dağıldı. Şehrin başkent olduğu yıllarda, 30 bin kişilik bir nüfusa sahip olduğu ve çok sayıda saray yetkilisi, asker, işçi ve köleye ev sahipliği yaptığı düşünülüyor.
Amarna'nın mezarlığı, yaklaşık 10 yıl önce bölgede araştırmalar yaşan bir ekip tarafından ortaya çıkarıldı. Mezarlık açıldığında, alt sınıf Mısırlılara ait yüzlerce iskelet ve iskelet parçası bulundu. Stevens ve meslektaşları, adları tarihte kaybolan bu insanların nasıl bir yaşam şekli olduğunu anlamak için 159 iskelet üzerinde analiz yaptı. Sonuçlar hiç de iç açıcı değildi: Çocuklar yetersiz beslenme nedeniyle gelişimlerini normal bir şekilde tamamlayamıştı. Birçok iskelette ise yine yetersiz beslenme nedeniyle kemiklerde oluşan gözenekler dikkat çekti. LiveSsience sitesine konuşan Stevens, iskeletleri incelenen insanların ağırlıklı olarak bira ve ekmekten başka beslenecek bir şey bulamadığını belirtti. İskeletlerin dörtte üçünde eklem bozukluğu tespit edilirken, üçte ikisinde en az bir tane kırık kemik olduğu görüldü. Bu sonuçlar, işçi olarak çalışan Mısırlıların çok ağır yükler altına girdiklerini, ağır nesneleri sürükleyerek taşıdıklarını, bunların üstüne de yetersiz beslendiklerini ortaya koydu. Araştırmacılar, bu insanların
birçoğunun ortalama 30 yaşlarında öldüğünü tahmin ediyor. Araştırmacılar, bu kadar ağır şartlarda yaşayan antik Mısırlıların taşımak zorunda kaldığı nesnelerin ne olduğunu anlamak için mezarlığın yakınlarındaki antik binaları inceledi. Ortalama bir taş bloğun ağırlığının 70 kilo olduğunu belirleyen araştırmacılar, çok kısa sürede inşa edilen şehirde çalışan işçilerin neden eklem bozukluğu yaşadığını da anlamış oldu. Kahire'deki Amerikan Üniversitesinde Mısır bilimci olan Salima İkram, "Bu araştırma çok büyük önem taşıyor. Büyük nüfuslu bir alanda alt sınıf Mısırlılara ait bu kadar fazla kalıntı elde etmek az bulunacak bir fırsat" dedi. Antik Mısır'a ait olan mezarlıkların büyük kısmı üst sınıf insanları içerdiği için, işçi ve köleleri içeren mezarlıklar uygarlığın geçmişine bakabilmek için ayrı bir önem taşıyor.
Alman İdeolojisi'nin tam metni yayınlandı Marksizmin temel taşlarından "Alman İdeolojisi", Evrensel Basım Yayın'dan çıkıyor. Tam metni basılan "Alman İdeolojisi", dilimize Tonguç Ok‘un çevirisi, Olcay Geridönmez'in Almanca karşılaştırmasıyla kazandırıldı. Evrensel Basım Yayın'ın kitapla ilgili tanıtımında şöyle deniliyor: "‘Alman İdeolojisi', Marx ve Engels'in kendi görüş açılarıyla ‘Alman felsefesinin ideolojik bütün tarzları' arasındaki uzlaşmaz farklılığı göstermek üzere, birlikte giriştikleri zorlu bir çalışmanın sonucu olarak doğmuştur. Marksizmin kuruluşunun ilk yapı taşları bu çalışma sırasında temele konmuş; materyalist tarih
teorisinin ilk ve en geniş açıklaması da burada gerçekleştirilmiştir. 1844 ve 1845 yıllarında Marx'ın ve Engels'in ayrı ayrı sürdürdükleri çalışmalar sırasında ve ‘Alman İdeolojisi'nden kısa bir süre önce yine bazı bölümlerini birlikte kaleme aldıkları ‘Kutsal Aile'de, tarihsel materyalizme giden yolu önemli ölçüde açmışlardır. Lenin'in saptamasıyla, ‘Hegelci felsefeden gelerek sosya-
lizme ulaştıkları' aşama burada gerçekleşmiştir.
Alman İdeolojisi, bütün bu hummalı çalışmaların ardından ‘Komünist Parti Manifestosu'nu kaleme alacakları olgunluğa ulaştıkları düşünsel birikimi ve teorik bütünleşmeyi ifade etmektedir. Bu bakımdan eser, Marx ve Engels'in eski felsefi görüşleriyle hesaplaşmalarının son noktasıdır.' Ne var ki çalışmanın kaderi, ta-
rihsel materyalizmin kurucusu iki ustanın diğer eserlerinden oldukça farklıdır: Eser, el yazmaları halinde 1932 yılına kadar gün ışığına çıkmayı beklemiştir. Bununla birlikte, Alman İdeolojisi'nin tam metni bugüne dek çok az dilde yayımlanmıştır. Eserin bu tam metni, Almanca ve İngilizce basımları dikkate alınarak yayınevimiz tarafından Türkçede ilk kez yayımlanmaktadır."
Kitabın çevirmeni Tonguç Ok, Kandıra 2 No'lu F Tipi Cezaevi'nde tek kişilik hücrede kalıyor. Cezaevinde İngilizce, İspanyolca, İtalyanca ve Kürtçe öğrenen Ok, şimdiye dek üç kitabı Kürtçeye kazandırdı. Ayrıca Komünist Manifesto‘nun İngilizceden çevirisini yaptı.
İşçi Meclisi - Yerel Süreli Siyasi Dergi - Sayı: 32- Fiyat: 1 TL Pina Basım Yayım San. ve Tic. Ltd. Şti. adına sahibi Hüseyin Kezik Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ali Filizler Adres: Bereketzade Mah. Büyükhendek Cad. Portakal Sok. No: 2/11 Beyoğlu/İstanbul Tel: 0 212 251 20 89 Hesap No: İş Bankası Koca Mustafapaşa Şubesi 1105 0792812 Baskı: Özdemir Matbaası Adres: Davutpaşa Cad. Güven Sanayii Sitesi C Blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel: 0212 577 54 92
3
işçi meclisi
Yeni Bir Yaşam Özlemi, Yeni Bir Mücadele Dönemi:
1 Mayıs'ta Alanlara! Bursa'da Bosch işçilerinin Birleşik Metal Sendikası'nda örgütlenmesinin 1. yılı etkinliği… Bin kişilik salon, Bosch işçilerinin ajitasyonlarıyla, mücadele sloganlarıyla, sol direniş türkü ve şarkılarıyla, işçi halaylarıyla inliyor. Daha birkaç yıl öncesine kadar faşist Türk Metal çetesinin ablukası, burjuva milliyetçi, dinci gerici ideolojinin esareti altındaki Bosch işçilerinin kabuğunu örgütlenme ve direnişle kırması, geçirdiği değişim çarpıcı. Bursa'da çok uzun yıllardır ilk kez, büyük sanayi işçisi eksenli bir sol rüzgar esiyor… Adıyaman'da Güçlü Tekstil işçileri 3 aydır Organize Sanayi Bölgesi'nde direnişte, kent merkezinde eylemde, direniş halayında. En muhafazakar ve içe kapalı şehirlerden Adıyaman'da bu büyük sanayi işçilerinin ilk büyük direnişi. Şehirde ilk kez, her yıkıldığında yeniden kurulan direniş çadırlarıyla, işçi toplantılarıyla, işçi yürüyüşleri, sloganları, halaylarıyla işçiler bir işçi sınıfı duruşu ve mücadelesi havası estiriyorlar… Mersin Liman işçileri yine ayakta, yine direnişte, yine eylemde. Tam 5 yıldır Liman işçilerinin bu kimbilir kaçıncı direniş çadırı, kimbilir kaçıncı eylem dalgası. Liman'da ne özelleştirme söktü, ne küresel tekel, ne taşeronlaştırma, ne düzen sendikacılığı, ne kimbilir kaçıncı işten atmalar dalgası, ne işçileri Türk, Kürt, Arap diye bölme saldırıları. Mersin Liman'da tam 5 yıldır adeta kesintisiz tek bir işçi direnişi yaşanıyor; Türkiye'de son dönemlerin en uzun soluklu, en yılmak bilmez, en direşken işçi mücadelesi… Zonguldak maden işçilerinin mücadeleciliği taşeronlaştırmayla bitti mi? Maden işçisini yalnız grizu katliamları ile mi bilirsiniz? Hayır, Zonguldak maden işçisinin mücadele geleneği yeniden canlanıyor. Taşeronlaştırmaya karşı direnişler, can güvensizliğine karşı iş bırakmalar yaygınlaşıyor. Zonguldak maden ocaklarında son 6 ayda 5 fiili iş bırakma eylemi, 20 bin kişilik bir işçi mitingi, bir de katliamın yaşandığı taşeron maden ocağında, işçilerin tam 2 ay süren ve kazanımla biten, sendikalaşma, işçi sağlığı ve güvenliği, sosyal hak direnişi yaşandı. Çorlu Daiyang-SK metal işçileri grevi: Çorlu serbest bölgeye sendika girdi, grev girdi, üretim ve nakliyat blokajları girdi, Çorlu merkeze tüm işçilerin uğrak yeri olan grev çadırı dikildi. Durmaksızın büyüyen ve yenileri kurulan sayısız organize sanayi bölgesi, en az 300 bin işçinin olduğu Trakya işçi havzalarında bu kez taşları yerinden kımıldatan bir grev rüzgarı esti. Türk-İş bile can haliyle Lüleburgaz'da işçi mitingi, Çorlu'da kitlesel işçi toplantıları yapmak durumunda kaldı. Büyük sanayi işçilerinde, büyük işçi havzaları ve organize sanayi bölgelerinde, taşeron işçilerde, kamu çalışanlarında, bir dizi yeni iş kolunda, mücadele tomurcukları artıyor.
Vardık, varız, varolacağız Burjuvazi "toplu sözleşmeyi unutun, artık bireysel sözleşme var" demişti. 2013'te 600 bin işçinin top-
lu sözleşmesi, metal ve limandan başlayarak sınıfsal gerilimi tırmandırıyor. Grev, üretimden gelen güç, kavram olarak bile unutturulmak istenmişti. Grevler, fiili kitle grevleri, iş bırakmalar, üretimi durdurmalar, giderek daha sık, daha etkili başvurulan bir mücadele yöntemi olarak tarih sahnesindeki yerini yeniden alıyor. Burjuvazi "taşeronlar örgütlenemez, mücadele edemez" demişti. Taşeron işçiler dört bir yanda örgütleniyor, taşeron işçi direnişleri, eylemleri, mitingleri birbirini izliyor. Ve burjuvazi "işçi sınıfı artık yok, varsa bile dilencileştirdiğim bir köleler yığını olarak yok hükmündedir" demişti. Ağır ellerini toprağa basarak doğrulan işçiler, dört bir yanda yaktıkları mücadele ateşleriyle yanıt veriyor: Vardık, yalnız acı çeken değil mücadele eden, yalnız çözülen değil eskisinden çok daha büyük bir gücü yeniden toplamaya başlayan bir sınıf olarak varız, ve bu sistemi kökünden sökecek en iflah olmaz sınıf olarak varolacağız! Rüzgarın işçiden işçiden esmeye başlayacağı bir sınıf mücadelesi dönemine giriliyor. 1- İşçi kitlelerinin öncü kesimlerinde, kendi sınıfsal durumları hakkında bir farklılaşma ve farkındalaşma süreci gelişiyor. 2- Son derece dağınık, parçalı, katmanlı işçi kitlelerinde, sermayenin büyüyen atomizasyon saldırıları ve iç rekabetle durmaksızın dağılmaya karşı, artan bir örgütlenme kararlılığı, gücünü birleştirme azmi ve direşkenliği gelişiyor. 3- Siyaseten son derece geri, burjuva siyasetinden beklenti içinde ya da siyasete karşı ilgisiz işçi kitlelerinin öncü kesimlerinde, her türlü tahammül eşiğinin sınırlarına dayanmaya başlayan çalışma, yaşam ve yönetilme koşullarını değiştirecek bir işçi siyasetine dönük beklenti ve arayışlar da mayalanıyor.
Yeni bir sınıf mücadeleleri dönemi açılıyor 1 Mayıs'a işte bu tomurcuklanmaya başlayan sınıf damarlarının içinden, savaşan sınıfımızın bağımsız bilinçlenmesini, örgütlenmesini, siyasallaşmasını yükseltmek için yürüyoruz. 1 Mayısı, burjuvazinin kahredeci sınıf diktatörlüğü ve saldırılarına karşı, işçilerin savaşan, savaşarak gelişecek bağımsız sınıf duruşunu örgütlüyoruz. 1- İşçilerin kendi sınıf durumunun farkına varması, basitçe eziliyoruz sömürülüyoruz yakınmacılığı değildir. Neoliberal kapitalist köleleştirmeye karşı, bağımsız sınıf konumlanışına doğru bilinçlenme, örgütlenme, siyasallaşmadır. 2- Tüm sınıf bilinçli, öncü, mücadele içindeki işçi kesimlerinden, 1 Mayıs mücadele talepleri deklarasyonları, açıklamalar ve etkin 1 Mayıs çağrıları örgütlenmelidir. 3- Öncü ve mücadeleci işçilerin, 1 Mayıs için örgütlenme, 1 Mayısı örgütleme komiteleri (meclisleri, birlikleri…) oluşturulmalıdır. 1 Mayıs tabandan, işçi sınıfının mücadele damarları içinden, işçi sınıfının öncü 1 Mayıs inisiyatifleri, toplantıları, etkinlikleri, eylemleri ile örgütlenmelidir. 4- Sosyalist devrimci proleter 1 Mayıs çalışması, istikrarlı ve hedefli alan faaliyetleri temelinde yürütülmelidir. İşçi sınıfının mücadele damarları ve
1 Mayıs'a işte bu tomurcuklanmaya başlayan sınıf damarlarının içinden, savaşan sınıfımızın bağımsız bilinçlenmesini, örgütlenmesini, siyasallaşmasını yükseltmek için yürüyoruz. 1 Mayısı, burjuvazinin kahredeci sınıf diktatörlüğü ve saldırılarına karşı, işçilerin savaşan, savaşarak gelişecek bağımsız sınıf duruşunu örgütlüyoruz. bunların güncel halkaları içinden örgütlenmeli, geniş kitleleri bunların çevresinde toplamalı, bunlara itilim kazandırmalı, bu örgütlenme ve mücadele dinamikleri içinde kalıcılaşmaya ve kökleşmeye dönük olmalıdır. 5- 1 Mayıs işçi sınıfının salt sendikal değil siyasal mücadele günüdür. İşçi sınıfının siyasallaşması, sınıfa karşı sınıf, kapitalizme karşı sosyalizm, burjuva demokrasisine karşı sosyalist işçi konseyleri demokrasisi doğrultusunu kazandığı ölçüde bağımsız bir sınıf siyasallaşması olabilir. 6- 1 Mayıs kürsülerinde öncü ve direnişçi işçilerin konuşması sağlanmalıdır. 1 Mayıs meydan ve kürsülerinden, başta 6-8 saatlik işgünü ve insanca yaşanacak ücret, işten atmaların yasaklanması ve iş güvencesi, taşeronluğun ve güvencesizliğin kaldırılması, işçi sağlığı ve güvenliği, işçi sınıfının bağımsız örgütlenme ve eylem özgürlüğü talepleriyle, TİS sürecindeki işçilerin sektör grevlerini, taşeron işçilerin fiili grevlerini ve genel grevi örgütleme istem ve kararlılığı ortaya konulmalıdır. - Kapitalizme karşı yeni bir yaşam özlemiyle, yeni bir işçi baharını örgütlemek için, 1 Mayıs'ta alanlara! - Kahrolsun ücretli kölelik düzeni! - Kahrolsun sınıfsal-cinsel-ulusal kölelik düzeni! - Sınıfsal-cinsel-ulusal kurtuluş için sosyalist devrim! - Sınıfa karşı sınıf, kapitalizme karşı sosyalizm, burjuva demokrasisine karşı sosyalist proleter demokrasi! - İşçilere kendi kararlarını verme, örgütlenme ve eylem özgürlüğü! - 6 saatlik işgünü, insanca yaşanacak ücret! - Herkese sağlıklı, güvenceli, grevli-toplu sözleşmeli iş! - İşten atmalar yasaklansın, taşeron, kiralık, performans kaldırılsın! - İşçi Meclislerinde örgütlen! - Metal, maden, liman, kamu … tek yol grev!
4
işçi meclisi
Mersin Limanı Eylem Alanı MIP'nin saldırıları karşısında işçiler de tüm yaratıcılıklarını ortaya koyuyorlar. Hazırlanan dövizlerdeki renklilikten, atılan sloganların çeşitliliğine kadar birliğin, dayanışmanın, kardeşleşmenin ve direnişin en ileri örnekleri hep birlikte yeniden yaratılıyor. Mersin liman işçilerinin 4 Mart günü başlattıkları eylem, işten atılan arkadaşlarının işe dönmeleri ve TİS taleplerinin kabul edilmesi talebi ile devam ediyor. Liman-İş ile MIP arasındaki TİS görüşmeleri sırasında 22 işçinin işten çıkarılması ile başlayan direniş 28.gününe ulaştı. MIP ile Liman iş arasındaki görüşmelerin uzlaşmazlıkla sonuçlanmasının ardından arabulucu-sendika temsilcileri ve işveren yetkilileri ile yapılan görüşmelerden de uzlaşmazlık çıktı. 1 Nisan'da başlayacak grev sürecine Liman-İş üyeleri eylemlerle hazırlanırken MIP yetkilileri de gerek işten çıkarmalarla gerekse sendikalı işçileri istifaya zorlayarak grev sürecini baltalamaya çalışıyor. Grev sandıklarından evet çıkmasını engellemek ve alınacak grev kararı sonrası işten atamayacak olmasından kaynaklı öncü işçileri işten çıkarmaya devam ediyor. İşten çıkarılan işçi sayısı 34'e yükselmiş durumda. Yine MIP, işten atma tehdidi ve terfi, daha iyi ücret vs gibi vaadlerle işçileri sendikadan istifaya zorlarken istifa eden üye sayısı çoğu ofis çalışanı 55 kişiye ulaştı. Ayrıca işçi ihtiyacını karşılamak için kaçak Suriye işçiside çalıştıran MIP yetkilileri atılan işçilerin asla geri alınmayacağını ifade ederek TİS görüşmelerinde elini güçlendirmeye çalışıyor. Ancak Liman-İş üyeleri işten atılan işçiler geri alınıncaya kadar eylemlerine devam edeceklerini, 2000'e yakın işçinin greve hazır olduğunu, işçilerin hep birlikte limana geri döneceğini ve TİS haklarını söke söke alacaklarını belirtiyorlar.
Atılan işçiler geri alınsın! TİS sürecinin başladığı dönemde liman işçileri iş bırakma, iş yavaşlatma gibi çok sayıda eyleme imza attı. MIP buna karşılık elindeki en önemli kozlardan birini oynadı ve dışarıdan kaçak işçi getirme yoluna gitti. 24 Şubat'ta CFS işçileri ATAPOL adlı başka bir şirket yoluyla kaçak işçi çalıştırma girişimini işçilerin limana girişini engelleyerek boşa çıkardı. Patronu işçilerin bu tutumunu tehdit olarak algıladı. Bunun üzerine 16'sı sendika temsilcisi olmak üzere 22 işçi işten atıldı.
O güne kadar TİS talepleri merkezli eylemler gerçekleştiren liman işçileri, böylece taleplerinin başına işten atılan arkadaşlarının işe geri dönmelerini yerleştirmiş oldular. İşçiler TİS görüşmelerinin sürmesinin işten atılan işçilerin işe dönmeleriyle mümkün olacağını söylüyor.
TİS uyuşmazlıkla sonuçlandı MIP temsilcileri ile Liman-İş yönetici ve işçi temsilcilerinin katıldığı TİS görüşmeleri, sürecin tamamlanmasına 10 gün varken MIP tarafından uyuşmazlık raporu tutularak sonlandırıldı. Arabulucu ile 28-29 Mart'ta yapılan görüşmelerinde akıbeti anlaşmazlık oldu
Direniş çadırı kuruldu eylemler sürüyor Aradan geçen süre içinde işçiler eylemlerini ara vermeksizin sürdürüyor. Her gün her vardiya çıkışında işçiler liman içinden sloganlı yürüyüşler yaparak liman A giriş kapısına gelerek dışarıda bekleyen arkadaşları ile buluşuyorlar. Burada yapılan konuşmalar ile işçiler süreç hakkında bilgilendiriliyor. Liman içerisinden yapılan kitlesel yürüyüşler MIP patronunu tedirgin ederken dışarıda bekleyenlere ve tüm bir liman işçilerine güç vermeye devam ediyor. Her direnişin vazgeçilmezi çadır, yine Liman A Giriş kapısı önüne kurulmuş durumda. Her ne kadar polis tarafından kaldırılmak istenmiş olsa da işçiler çadırlarına sahip çıkmaya devam ediyorlar. Direnişin onuru olan çadır işten atılan işçileri ve ziyaretçilerini gün boyunca konuk ediyor. Başlangıçta bir tenteden ibaret olan çadır gittikçe büyüyor, güzelleşiyor. Adımını atan herkes için çadır bir direniş okuludur artık.
Saldırılar sürüyor, işten atılan işçi sayısı 34 oldu Sürecin başından itibaren MIP'nin işçileri yıldırma çabası sürüyor. Limana kaçak işçi sokmayı her fırsatta deneyen patron işçilerin dayanışmasını kırmak için türlü yola başvuruyor. En son adımlardan
Hey tekstil işçileri patronun villasında
14 aydır hakları için direnen Hey Tekstil işçileri, patronları Aynur – Süreyya Bektaş'ların villasının önünde eylem yaptı.
İşçiler, Hey Tekstil patronlarının AKP'den CHP'den ve TOBB'den aldıkları güçle kendilerini mağdur etmeyi sürdürdüklerini, buna rağmen haklarını almakta kararlı olduklarını belirttiler. Eylemin yapılacağını haber alan polisin villayı korumaya almasına rağmen eylem iki saat sürdü. Buradaki eylemi bitiren işçiler bir saat kadar sonra Avcılar Mango mağazasını bir saat boyunca işgal etti. İşçiler müşterilere Mango'yu boykot etme çağrısı yaptı. Hey Tekstil işçileri boykot çağrısı nedenini şöyle açıklıyor: "Mango Hey Tekstil'in üretim yaptığı uluslararası markalardan birisi. Mango kurumsal taahhüdüne rağmen alıcısı olduğu üretici kuruluşun
işçi haklarını gaspetmesi karşısında söz verdiği yaptırımları uygulamıyor ve sorumluluk üstlenmiyor." Eylem sırasında Mango ve AVM'nin güvenlik görevlileri müdahale etmesi üzerine kısa süreli bir arbede yaşandı. İşçiler özel güvenliğin müdahalesine direndi ve eylemlerini AVM önünde yaptıkları açıklamayla tamamladı.
biri de 12 işçinin daha işten atılması oldu. Böylece işten atılan işçi sayısı 34'ü buldu. Bugüne kadar eylemi kırmak için atılan tüm adımlar işçiler tarafından bir bir bozuldu. Şimdi de işten atma oyunun bozulmasında sıra. İşten atılan işçi sayısının artmaması, işten atılan 30 işçinin kısa zamanda işlerine geri dönmelerinin yolu kararlı eylemlere imza atmaktan geçiyor.
Yaşasın sınıf dayanışması! Liman işçilerinin eylemi devam ederken sendika, dernek, siyasi partiler ve Mersin Üniversitesi öğrencilerinin çadır ziyaretleri de sürüyor. Direnişteki liman işçilerinin kurum ziyaretleri ve destek arayışları da devam ediyor. Her eylem ve direnişte olduğu gibi liman direnişinin başarılı olmasının temel yolu sınıf dayanışmasının ileri örneklerinin yaratılmasından geçiyor. Bunun bilincinde olan işçiler dayanışma için gelen kişi ve kurumlara karşı misafirperverliklerini konuştururken, eylemin güçlenmesi için arayışlarını da sürdürüyorlar.
Tek yol direniş! MIP'nin saldırıları karşısında işçiler de tüm yaratıcılıklarını ortaya koyuyorlar. Hazırlanan dövizlerdeki renklilikten, atılan sloganların çeşitliliğine, direniş için yapılan şarkıların her gün limandan yükselmesinden tutun da tüm işçilerin her iki saatte bir düdüklerle limanı inletmesine kadar birliğin, dayanışmanın, kardeşleşmenin ve direnişin en ileri örnekleri hep birlikte yeniden yaratılıyor. Günler uzadıkça ve MIP'nin saldırıları arttıkça eylem her geçen gün daha zorlu bir sürece doğru ilerliyor. Başta işten atılan işçilerin işe geri dönmeleri ve TİS taleplerinin kazanılmasının yolu, bugüne kadar süren kararlılığın ileri taşınması, grev dahil yaptırım gücüne sahip eylem kararlarının alınmasından geçiyor. Uzun yıllar süren mücadeleler sonucunda elde edilen mücadele deneyimlerine sahip olan liman işçileri bu son saldırı dalgasını da püskürtme ve kazanımlar elde etme gücüne fazlasıyla sahip. Yüksek bir motivasyon ve kazanma isteği, güven ve tüm engellerin bir bir aşılarak kardeşleşmenin ileri örneklerinin yaratılması ile kazanım hiç de zor olmayacak.
5
işçi meclisi
Sarkuysan ve Kroman Çelik İşçileri Eylemde
Sarkuysan ve Kroman Çelik işçileri, ikişer vardiya halinde sabah ve öğleden sonra uyarı eylem ve yürüyüşlerini yaptılar. Sabah vardiyası öncesi 6.30'da Fen İş durağında servislerden inerek toplanan Sarkuysan işçileri, "MESS Dayatmalarına Hayır!" pankartı ve Birleşik Metal İş flamalarıyla, köprülü geçidin tek şeridini kapatarak sloganlarla fabrikalarına kadar yürüdü. İşçiler yürüyüş boyunca, "Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz", " MESS şaşırma sabrımızı taşırma", "Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz", "Direne direne kazanacağız" sloganlarını attılar. Fabrika bahçesinde toplanan Sarkuysan işçilerine, sendika temsilcisi fabrikada önümüzdeki hafta fazla mesaiye kalmama eylemi ve pazartesi günü de Gebze'de bölgesel miting kararını açıkladı. Açıklama işçilerin alkışlarıyla karşılandı. Yarım saat sonra, aynı noktada bu kez Kroman Çelik işçileri servislerinden inerek toplandılar. Onlar da aynı pankart ve sloganlarla yolun tek şeridini kapatarak fabrikalarına yürüdüler. Kroman Çelik işçilerinin daha coşkulu ve dinamik olduğu, ayrıca grev istemini de sloganlaştırdığı görüldü. Kroman Çelik işçileri de fabrika kapısı önünde toplanarak, miting kararını alkışlarla karşıladılar. Saat 2.30'da Sarkuysan, 3.00'de Kroman Çelik
ikinci vardiya işçileri aynı eylemleri sürdürdü. İşçi Meclisi de işçilerle birlikte eylemde yer aldı. Konuştuğumuz temsilci ve işçiler, "Her türlü eyleme hazırız" dediler. "Grev gündeminiz var mı?" "Ona da hazırız!" İşçiler içindeki sohbetlerde, "daha etkili eylemler yapılmalı, E-5'ten yürünmeli, greve hazırlanılmalı", düşünceleri bazı işçiler tarafından dile getirildi. Birleşik Metal'de örgütlü metal işçilerinin her cuma yaptığı uyarı yürüyüşleri , Makina Takım, Çukurova Boru, Alstrom, Bekaert, Standart Depo ve diğer fabrikalarda da artan katılım ve coşkuyla gerçekleştirildi.
Öğrencilerinden Liman İşçilerine Ziyaret TİS görüşmeleri sürecinde işten çıkarılan işçilerin kurdukları direniş çadırı dün de Mersin Üniversitesi öğrencileri tarafından ziyaret edildi. MÜ öğrencileri vardiya değişim saati öncesinde MIP kapısında toplanarak yürüyüşe geçtiler. "Mücadeleniz, Mücadelemizdir. Liman İşçisi Yalnız Değildir!" pankartı arkasında biraraya gelen üniversite öğrencileri, yürüyüş boyunca "Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz", "Liman işçisi yalnız değildir", "Yaşasın sınıf dayanışması", "İşçilerin birliği sermayeyi yenecek", "Gençlik sokakta işçilerin yanında", "Atılan işçiler geri alınsı" sloganları attı. İşçiler, sloaganlarla öğrencilere karşılık verdi. Coşkulu buluşmanın ardından o sırada çadırda bulunan Liman İş Genel Başkanı Önder Avcı, verilen destek için işçiler adına teşekkür ederken işçilerin limanda, üniversite öğrencilerinin üniversitelerde, alanlarda kapitalizme ve emperyalizme karşı omuz omuza birlikte mücadele ettiği sürece hiçbir şeyin işçilerin haklı direnişinin önünde duramayacağını ifade etti. Avcı, Liman İş'e yönelik saldırıların arttığını, baskıların işçileri, sendikayı yıldıramayacağını ve mücadelenin işçiler geri alınana kadar, TİS talepleri kabul edilene kadar süreceğini söylerken herkesi bu mücadeleye destek vermeye çağırdı.
BOSCH ve REXROTH İşçileri Maslak'da Çadır Kuracak Metal TİS‘inde uyuşmazlık zaptı tutulmasının ardından metal patronları gözlerini sendikal mücadelede deneyimli öncü işçilere çevirdiler. İşten atmalar, Türk Metal‘e karşı ilk çıkışı yapmış olan Bursa Bosch‘ta başladı. Bosch patronu iki kez ameliyat olan öncü işçi Akan Yılmaz‘ı kapitalist "verimlilik" mantığıyla işten attı. Metin Gürgün isimli öncü işçi de mazeret bildirmesi ve bu kabul edilmesine karşın mesaiye kalmadığı bahanesiyle tazminatsız olarak işten atıldı. İşten çıkarmalara karşı yemekhanede yapılan protesto eylemleri ise etkisiz kaldı. Konuyla ilgili BMİS'in açıklaması ve eylem duyurusu şöyle: "BOSCH San. ve Tic. AŞ. ile BOSCH Rexroth Otomasyon San. ve Tic. AŞ. işletmelerinde çalışan işçiler tam bir yıl önce anayasal haklarını kullanarak sendika değiştirdiler ve BMİS'e üye oldular. Bir yıldır her türlü baskı ve hukuksuzluğa karşı direniyorlar. Her iki işletmede de son dönemde bu şekilde işten çıkarılan üyelerimiz bu durumu protesto etmek için şirketin İstanbul/Maslak'taki genel müdürlüğü önünde 2 Nisan 2013 Salı günü çadırlarını kuracak ve direnişe başlayacaktır. Talebimiz sendika seçme hakkını kullanan Bosch ve Bosch Rexroth işçilerine uygulanan baskıların sona erdirilmesi ve haksız işten çıkarılan işçilerin derhal işbaşı yapmasıdır." Tekelci kapitalistler metal işçilerinin kazanmasının biricik yolu olan grev hazırlığına karşı onları öncü işçilerin deneyim ve azminden yoksun bırakmaya, göz korkutmaya ve sindirmeye çalışıyorlar. Onları isim isim tespit edip işten çıkarmaya, işyerlerindeki kavganın dışına düşürmeye çalışıyorlar. Grevin kazanılması, sınıfsal cesaretin gösterilmesi rutin protestolardan değil, grev öncesindeki yığınak ve yükselerek yürütülecek mücadelelerden, patronların anladığı dilden konuşmaktan geçiyor!
Bursa'da Prysmian İşçileri Eylemdeydi Bursa'nın Mudanya ilçesinde, Birleşik Metal-İş Sendikası üyesi Prysmian işçileri MESS'in önerdiği zammı protesto etmek amacıyla eylemdeydi. Prysmian işçileri vardiya çıkışıda fabrikanın önünde toplanıp kortejler oluşturdular ve İskele Meydanı'na kadar yürüyüş gerçekleştirdiler.
Açıklamanın ardından halaylarla, sohbetlerle vardiya değişiminden gelen işçiler beklendi. Vardiyadan çıkan işçilerin de çadıra gelmesinin ardından basın açıklaması yapıldı. Öğrenciler liman işçilerinin haklı mücadelesinin her zaman yanında olduklarını ifade ederken, "Liman işçileri kazanırsa gençlik kazanacak, gençlik kazanırsa gelecek kazanacak" diyerek liman işçilerinin mücadelesinin kendi mücadeleleri olduğu belirtildi. Yapılan açıklamanın ardından ziyaret Ayışığı Sanat Merkezi çalışanlarının şiir dinletisi ve Grup Baraka'nın müzik dinletisi ile sona erdi.
"MESS Dayatmalarına Hayır" pankartı açan işçiler "Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiç Birimiz", "Sefalete Teslim Olmayacağız", "İnadına Sendika İnadına Disk" sloganlarını attılar. Meydanda Birleşik Metal-İş Bursa Şube Başkanı Ayhan Ekinci basın açıklaması yaptı. Ekinci, "MESS ile yürütülen 2012 dönemi grup sözleşmesi görüşmelerinin ilk 60 günü uyuşmazlıkla sonuçlandı. MESS'in enflasyonun 4 katı zam verdik dediği rakam ilk altı ay için yüzde 4.6 dır." diyerek, MESS teklifini geri çekmedikçe bu sözleşmenin imzalanmayacağını ve mücadelelerinin süreceğini belirtti.
6
işçi meclisi
Metal işçisi: İşçilere sınıf bilinci aşılamak gerekiyor! İşçi Meclisi: Metal işkolundaki çalışma koşullarınızı anlatır mısın?
Metal işkolundaki bu fabrikada bir süredir çalışıyorum. Haftanın 6 günü 7,5 saat veya günde 9 saat haftanın 5 günü çalışıyoruz. Çalışma koşulları genele göre nisbeten iyiymiş gibi görünüyor. 1 saat yemek paydosu var, ama günde 7,5 saat çalışıyorsan yemek molası yarım saate iniyor. Çay molası verilmiyor, çayı iş sırasında içebiliyoruz. Çalıştığımız yerde seri imalat yapılmadığı için biraz daha rahat çalışıyoruz. Diğer metal fabrikalarında olduğu gibi seri imalat yapmış olsak robot gibi, köle gibi çalışmış olurduk. Bizim ürettiğimiz parçalar özel, tehlikeli ve maliyeti yüksek parçalar. Yurt dışı ve içi stratejik sektörlere, büyük şirketlere parça üretimi yapılıyor. Yani nitelikli parçalar yaptığımız için hatayı kabul etmeyen işler, herkesin yapamayacağı işleri yapıyoruz. Fabrikada çalışan işçi sayısının daha da artacağını söylüyorlar.
Sendikalaşma süreciniz nasıl gelişti? Daha önce de bir sendikalaşma süreci yaşanmış aynı fabrikada. O zaman yine imzalar toplanmış, ama patronun tehditleriyle dağılmış. İşçiler sormaz mı imza atarken "sendika nedir biz neye imza atıyoruz" diye. Patronların baskı ve kışkırtmaları, "sendika girerse biz batarız" tehditleri, gerçek bir örgütlenme bilincine sahip olmayınca, işçilerde sinmeye yol açıyor. O dönem sendikalaşma bu yüzden başarısız olmuş. Bu sendikalaşma sürecimizde daha hazırlıklıydık. Bir de o dönemde sendika için imza atan içilerin çoğu orta yaştan ve evli, çoluk çocuk sahibi işçilermiş, bu sebepten patronun tehditleri onları o dönem daha çok etkilemiş ve göze alamamışlar işsiz kalmayı doğal olarak. Ama bu seferki sendikalaşma sürecinde daha genç ve daha kararlı duruş sergileyen bir işçi bileşeni vardı. Her öğlen arasında fabrika içerisinde sloganlar atılıyordu. "Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiç Birimiz, İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız" sloganları atıyorduk. Yemeğe gitmeme gibi eylemler yaptık, yakalarımızda kırmızı kokartlar taşıdık. Sendikalaşma konusunda patrona ne kadar kararlı olduğumuzu gösterdik ve bunda da başarılı olduk.
söyleyin" diyor yöneticilere. Yani hepsi kendi karlarının derdinde, sendika da bunu kullandı.
Küresel tedarik zincirleri işçileri parçalarken üretimi bütünleştiriyor. Kilit bir tedarik halkasında iş aksadığında bütünde aksamış oluyor. Tedarik zincirini bütünden düşününce kilit bir halkasından bütününü etkilemenin, tedarik zinciri mantığını bizzat tersine çevirip patronları vuran bir şey haline getirmenin olanağını gösteriyor bu örnek. Ancak işçi sağlam durmazsa bu tür sendikal taktiklerin etkisi yine de sınırlı kalmaz mı? Sendikalaşma yine de hiç kolay olmadı tabii. Patron da bir dizi karşı taktiğe başvurdu. Sendikalaşma sürecinde yaşadığımız birşey vardı, ondan bahsedeyim biraz. Patron bizim yaptığımız işleri dışarı taşerona vermeye başladı ama beceremedi. Bundan daha çok zarar etti. Hatta bize bazı tezgahlarını sattığını söyledi, fabrikadan dışarı çıkardı tezgahları. Ama taşeron da işi yapamadı. Daha sonra tezgahlarla birlikte işi geri almak zorunda kaldı. Aylarca sürdü bu cebelleşme.
Patron hangi noktada geri adım atmak zorunda kaldı?
Asıl tabanda yaşanan örgütlenmeden, işçilerin kendi içlerinde yaşadıkları örgütlenme sorunlarından bahsedelim mi biraz da?
Kilit bir iş olmasının, dünya çapında büyük şirketlere nitelikli tedarik üretimi yapmasının avantajını kullandı sendika. Sendika bir taktik benimsemiş. Bizim olduğumuz sanayide büyük bir fabrikada dünya çapında iş yapan bir fabrikada sendikalaşma süreci yaşandı. Sendika fabrikanın sipariş aldığı büyük şirketlerin tedarik hassasiyetinden doğru bir basınç yarattı. Tedarik yapılan büyük yabancı şirketlere mail atarak "iş verdiğiniz fabrikada sendikalaşma süreci yaşanıyor, sendikalaşma engelleniyor" diye. Büyük müşterilerden "sizin fabrikanızda böyle bir durum varmış, bizim siparişlerimiz yetişmeyecekse başka fabrikaya verelim" diye tepki gelince patron işlerini kaybetmekten korkuyor. Sendika yöneticilerini çağırıp anlaşmak durumunda kalıyor. "Artık slogan atmasınlar, işçilere sendikayı kabul ettiğimizi
İşçilerde sınıf bilinci zayıf, en başa bunu yazmak gerekiyor. Beraber çalışıyoruz. Aynı çalışma koşullarındayız. Ama işçiler çok bölünmüş "sen Kürtsün sen Türksün" ya da mezhepsel ayrımlar olduğu için bir araya gelmek çok zor oluyor. Bunların dışında işçiler arası rekabet, bireysel çıkarlar ön plana çıkıyor. Bunlar da sınıf bilincinin olmadığından kaynaklı, bireysel bakılıyor ve kopmalar yaşanıyor. Daha önceki sendikalaşma süreçlerinin başarısız olmasının nedenleri de bunlar. İşçi hazırlanmazsa, örgütlenmezse, salt üye olmakla sendikalaşmış olmuyor. İşçi sendikanın ne olduğunu, nasıl birşey olduğunu, neyle karşılaşacağını bilmezse çabuk dağılır. Milliyetçilik duygusu da çok fazla o da bir araya gelmeyi zorlaştırıyor. İşçilerdeki durum böyle olunca en ufak sorunda çözülmeler başlıyor hemen. Ben bu tarz sorunla-
Ben burada sendikanın da hatalı olduğunu düşünüyorum. Sendikanın işçilere sınıf bilinci aşılaması gerekiyor. Çok zor birşey olduğunu da düşünmüyorum. Ayda iki kez toplantı yapsa, örgütlülükten, işçi haklarından bahsetse değişmeye başlar ama bunların hiçbiri yapılmıyor. Biz sendikalaşma sürecinde sendika yöneticilerini pazar günü zor getirdik toplantıya. rı biraz işçilere bağlıyorum. İşçiler biraz kararlı durursa oluyor. Bize de yine "sendika girerse bak batarız hepimiz işsiz kalırız" dendi ama hiçbir şey olmadı. İşçiler kararlı durmalı. Patronlar işçilerden daha örgütlü. Maaşlara bakıyorsun her yerde aynı standart. İşi bilsen de bilmesen de standart oluyor maaşlar. İşçiler arasında güçlü bir bağ yok, sınıf bilinci yok. İşçiler birbirlerinin maaşlarına bakıyor, "benim şu işçiden daha fazla para almam gerekli" diyor, sanki bunun sorumlusu yanında çalışan sınıf kardeşiymiş gibi görüyor, sonra burda da bir bölünme oluyor. Ben burada sendikanın da hatalı olduğunu düşünüyorum. Sendikanın işçilere sınıf bilinci aşılaması gerekiyor. Çok zor birşey olduğunu da düşünmüyorum. Ayda iki kez toplantı yapsa, örgütlülükten, işçi haklarından bahsetse değişmeye başlar ama bunların hiçbiri yapılmıyor. Biz sendikalaşma sürecinde sendika yöneticilerini pazar günü zor getirdik toplantıya. "Bize yaşayabileceğimiz zorluklardan bahsedin, bu süreçte nelerle karşılaşabiliriz, bu işin zorlukları karşısında nasıl durmamız gerektiğinden bahsedin, işçilere anlatın" dedik. "Biraz güven vermeye çalışın" dedik. Çünkü işçiler arasında bir güvensizlik var geçmişte yaşanan sıkıntılardan dolayı. Şimdi sendikadaki temsilcilerimiz arasında bir MHP'li, bir AKP'li var. Ama bu bile bir adımdır diye düşünüyorum.
7
işçi meclisi
Bıraksak Türk-Metal'e gideceklerdi müdahale ettik biz oraya gitmeyin diye. Ama onlar bile farkında Birleşik-Metal'in işçi haklarını Türk– Metal'den daha iyi savunacağının…
Patron taşerona vermeyi beceremedi, şimdi de fabrikayı başka yere taşıyacak? En geç bu yıl sonuna doğru taşınacak diyorlar. Maliyet orada daha ucuz. Oraya taşınıldığında performansa göre işten çıkarmalar olacağı söyleniyor. Sendikadaki anlaşmaya göre oraya gitmek istemeyen işçi haklarını alarak işi bırakabilir. Performansı düşük olanlar işten çıkarılacak deniyor. Fabrikaları işgücünün daha ucuz, örgütlülüğün daha geri olduğu yerlere kaydırma, performans sistemi, bunların hepsi hakları gasp etmenin, örgütlülüğü zayıflatma saldırılarının biçimleri. Ama patronlar nereye kaçsa sınıf mücadelesinden kaçamaz. Tam tersine oralara da mücadeleyi kendi eliyle taşımış olur. Taşınmasını engellemek, olmuyorsa Şişe-Cam direnişi gibi örnekler var. Asıl mesele taban örgütlülüğünü ve bilincini sağlamlaştırmak. Sence nasıl bir örgütlenme olmalı? İşçilerin "sendikalı olursam işsiz kalırım" korkusu var, işinden olmak istemiyor, doğal olarak korkuyorlar. Hep söylüyüyorum sınıf bilinci çok zayıf, onu vermesi gerekenler de cesur davranamıyorlar. İşçileri birbirlerinden hep ayırıyorlar, Türk-Kürt, kadın-erkek, okumuş-okumamış diye hep bölüyorlar. Bu bölünmelere karşı bizlerin birlikte olmamız, birlikte hareket etmemiz gerekiyor. Genç işçiler daha dinamik, "eylem yapalım, slogan atalım" diyorsun, hemen harekete geçebiliyorsun. Sendikalar sadece gelip '80 öncesi DİSK tarihini bile anlatsa işçiler de bir şeyler farkeder, örgütlenir. Eğitimler verilmesi gerekir. Öncü işçilerin daha inisiyatifli olması gerekir. Bu bölgede daha büyük fabrikalar da var, çoğunda sendikalaşma girişimleri oluyor. Birinde yine sendikalaşma süreci yaşandı iki kez ama olmadı. Oradaki çalışma şartları hakikaten çok çok kötüydü.Tam kölelik koşullarında çalışıyorlardı. Artık sigortalı olmak sana verilmesi gereken ayrı bir hakmış gibi görülüyor. Maaşın düzenli yatırılıyorsa ayrıcalıklı birşey yapıyormuş gibi görülüyor. Bunların hepsi olması gereken şeyler ama var olan sistemde ayrıcalıkmış gibi gözüküyor. İşçiler de "beterin beteri var" diyor "en azından burada maaşımızı zamanında alıyoruz, sigortamız yatıyor" diye maalesef o kölelik koşullarını sineye çekebiliyor. Ama kö-
yorlarmış, bizce de uygundur" dedi. Biz de bu duİşçilerin "sendikalı olursam ruma karşı çıktık bir grup arkadaşla birlikte. "Bu işsiz kalırım" korkusu var, arkadaşlar sürecin başından beri bizimle hareket ediyorlar kendilerini de tehlikeye attılar bizimle işinden olmak istemiyor, doğal olarak beraber. Burada bir örgütlü duruşu sergilemek korkuyorlar. Hep söylüyüyorum sınıf için birliktelik bozulmasın diye bizim yanımızda bilinci çok zayıf, onu vermesi gerekenler oldular" dedik. "Şimdi onların sendikalı olmaması yanlış" dedik ama kabul görmedi. Biz işçiler de cesur davranamıyorlar. İşçileri onlarla birliğimizi güçlendireceğimize onları birbirlerinden hep ayırıyorlar, Türkyanımızdan atmış olduk, yani sendikalı olmasını Kürt, kadın-erkek, okumuş-okumamış istemedik. Daha sonra bir toplantı oldu fabrikada o zaman idari personelden arkadaşlar geldi.Tepdiye hep bölüyorlar. Bu bölünmelere kilerini dile getirdiler, işçi arkadaşlara kızdılar. O karşı bizlerin birlikte olmamız, birlikte arkadaşlarımız, TİS hakkından yararlanamadıkları hareket etmemiz gerekiyor. Genç işçiler halde yanımızda durarak, fahri üye olarak bize bir ders verdiler. daha dinamik, "eylem yapalım, slogan atalım" diyorsun, hemen harekete Fabrikada çalışan kadın işçilerin durumu örgütgeçebiliyorsun. Sendikalar sadece gelip lülüğün temel bir göstergesi olmalı bizce. Sizin '80 öncesi DİSK tarihini bile anlatsa fabrikada kadın işçiler ne durumda? işçiler de bir şeyler farkeder, örgütlenir. Kadın işçi arkadaşlarımız var, onların çalışma koEğitimler verilmesi gerekir. Öncü işçilerin şulları özellikle metal sektöründe çok zor ve kötü. Çoğunluğunu erkeklerin oluşturduğu bir ortamda daha inisiyatifli olması gerekir. tüye gittikçe de hak arayışı da artıyor.
Metalde önemli bir sorun da idari personelin, mühendislerin durumu. Sendikalaşma sürecinde bu konuda neler yaşadınız? İdari bölümde çalışanların oranı yüzde 15-20'yi buluyor. Onlar sendikalı değiller. Sendika da bunu istemedi. Patron sendikadan rica etmiş. İdari personelin sendikalı olmasını istememiş. Sendika da kabul etmiş. Çoğu yerde de böyle olduğunu söylüyor sendika. Zaten "onlar yüksek maaş alıyorlarmış" diye de bölünmeyi artıran gerekçeler söylüyor. Ama öyle olsa bile, sadece ekonomik talepler üzerinden sendikalı olunmamalı. Sendika işçiye bunu anlatacağına, tam tersini yapıyor. Kimse de farkında değil. Bence sadece maaş meselesi de değilki bu durum. İdari personelde birkaç arkadaşımızın dışında kimse destek vermedi. O üç arkadaşın sendikalaşma sürecinde imza atması bile bizi motive eden bir şey oldu. Patron o dönem bu arkadaşlara bize kızdığından daha çok kızmıştı, işten atacaktı o aşamaya gelmişti. Sendika bunu da pazarlık kozu olarak kullandı, taviz verdi. TİS sürecinde sendikacı bir konuşma yaptı. "Patron idari personelin ve mühendislerin sendikalı olmasını istemiyor" dedi "onlar iyi maaş alı-
kadınların çalışması daha zor oluyor. Benim çalıştığım yerde kadın işçi arkadaşlar vardı. Makinede çalışıyorlardı. Kadınları şimdi biraz daha ayırdılar bizden, edilgenleştirdiler. Çapak alıyor, çıkan parçaları temizliyor, erkeklerden daha az maaş alıyorlar. Kadınlar erkeklerden daha düşük maaş aldıkları için bir dönem kadın işçi alımı çok oldu ama daha sonra almamaya başladılar. Kadınlar istemeseler de kendilerine faydacı yaklaşan erkeklerle arayı iyi tutmaya zorlanıyor, o da şu sebepten dolayı, kadınlara orada tutunmanın bir yolu olarak bu dayatılıyor. İşten kovulmamak için kadınlıklarını kullanmaya zorlanıyorlar… Taciz oluyor, seslerini çıkaramıyorlar. Kadın arkadaşlar nişanlıyken çıkma teklifinde bulunanlar oldu. Bunlar bizim de çok zorumuza gidiyor, bu da mücadele ettiğimiz bir konu. Erkek işçilerin baskısı, üstünlük kompleksi var, kadın işçinin orada çalışıp çalışmayacağı ustanın, amirin iki dudağının arasında oluyor.
İş dışında metal işçisinin nasıl bir yaşamı var? Çok birşey yapmıyorum, işyerinden birkaç arkadaş var, onlarla vakit geçiriyoruz, sorunlarımızı da konuşuyoruz. Onun dışında futbol oyun falan oynuyorum. Ben üniversite okuyup gazeteci olmak istiyordum ama olmadı. Birden metalde buldum kendimi.
Bosch işçilerinin 1. yıl coşkusu Bursa Bosch işçileri Türk Metal sendikasından istifa ederek Birleşik Metal-İş sendikasına geçişlerini yaptıkları etkinlikle kutladılar. Bundan yaklaşık bir yıl önce Bosch işçileri uzun bir örgütlenme çalışmasının ardından faşist sarı sendika Türk Metal'den istifa ederek Birleşik Metal İş Sendikasına üye oldular. Bosch işçileri fabrikada çoğunluğu elde etmelerine rağmen Çalışma Bakanlığı'ndan yetkiyi alamadılar. MESS'in ve Türk Metal'in ayak oyunlarıyla yetki Eylül ayında Türk Metal'e verildi. Yetki konusundaki hukuki süreç halen devam ediyor.
dı. Ayhan Ekinci'nin konuşmasının ardından sinevizyon gösterimi yapıldı. Sinevizyon gösteriminde metal işçilerinin 12 Eylül'den önce Maden-İşsendikasında örgütlendikleri, 12 Eylül darbesi ile DİSK'e bağlı sendikaların kapatılarak Türk Metal'in nasıl palazlandırıldığı, Bosch işçilerinin Türk Metal'den nasıl kurtuldukları anlatıldı.
Tüm ayak oyunlarına rağmen Bosch işçileri mücadelelerini sürdürüyorlar. Bosch işçileri Türk Metal cenderesinden kurtuluşlarının 1. yılında Bursa Merinos Kongre Kültür Merkezi'nde kitlesel ve coşkulu bir etkinlik gerçekleştirdi.
Sinevizyon gösteriminin ardından Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu konuşma yaptı. Uzun ve sloganvari bir konuşma yapan Serdaroğlu'nun konuşması sık sık sloganlarla kesildi. Serdaroğlu, Bosch işçilerinin iradesine MESS ve Çalışma Bakanlığı tarafından saygı gösterilmediğini, hukuki mücadelelerinin devam ettiğini ve Bosch işçilerinin mücadelelerini sürdüreceklerini belirtti.
Etkinlik Birleşik Metal-İş Bursa Şube Başkanı Ayhan Ekinci'nin açılış konuşması ile başla-
Adnan Serdaroğlu'nun konuşmasının ardından Bosch işçilerinden oluşanGrup Çağıl'ın söyledi-
ği şarkılarla etkinlik devam etti. Müzik dinletisinin ardından Bosch işçileri adına bir kadın işçi konuşma yaptı. Sanatçı Yasemin Göksuverdiği konserle işçileri coşturdu. Konserin devamında Bosch Rexroth işçileri adına konuşma yapıldı. Etkinliğin başından sonuna kadar işçilerde coşku hakimdi. Bursa Merinos Kongre Kültür Merkezi salonu tamamen doluydu. Etkinlik boyunca sloganlar atarak etkinliğin coşku ile geçmesini sağladılar.
8
işçi meclisi
Bir Çağ Dönümü, Bir Sınıf Dönümü: 1 Mayıs Bizi asabilirsiniz. Ama şu sırada bile arkanızda, önünüzde, yanınızda, sonra şurada, derken (eliyle çok uzak ve belirsiz bir yeri işaret ederek) orada da, ve heryerde işçilerin çaktığı yeni mücadele kıvılcımlarını, mücadele alevlerinin her yere yayılmasını ve her şeyi kaplamasını engelleyemezsiniz.
İşçi sınıfının devrimci 1 Mayıs'ını yaratan 8 saatlik işgünü hareketinin önderlerinden Parsons, kendisini ölüme mahkum eden burjuva cellatlarının yüzüne işte bu gerçeğin- uzlaşmaz sınıf karşıtlığı gerçeğinin, savaşan ve yükselen işçi sınıfı gerçeğinin- ateşli rüzgarını çarpmıştı. Parsons, işçi sınıfının davasına kesin bir inançla, mücadele ateşleri arkanızda,… diye konuşurken, burjuvazinin yargıçlarının gayrı ihtiyari bir ürpertiyle dönüp arkalarına baktıkları rivayet olunur! 1 Mayıs'ın Amerikadaki 8 saatlik işgünü genel grevinden doğuşunu antolojik olarak anlatan çok sayıda eser vardır. Fakat hiç birinin anlatmadığı: Amerika'nın güney ve orta batı eyaletlerinde 350 bin işçinin 8 saatlik işgünü talebiyle süresiz genel greve gittiği 1 Mayıs 1886'ın, sınıf mücadelesinde bir çağ dönümünün momentlerinden biri olmasıdır. Kapitalizmin emperyalist/tekelci aşamaya geçiş sürecinin kriz ve sarsıntıları… Ve kendilerinin sınıfsal durumunu tam da kapitalizmin bu tekelci dönüşümü karşısında kavramaya başlayan tüm ırk, ulusal köken, cins, meslek, vasıf ve işkollarından işçilerin ortak mücadele talepleri çevresinde savaşan ve siyasallaşan sınıf karakterini kazanmaya başlaması… 1 Mayıs 1886, ABD'nin eski bir kırsal sömürgeden dünyanın en büyük tekelci sanayi ve mali sermaye gücü olmaya doğru hızlı gelişiminin yaşandığı 30 yıllık dönemin tam ortasında yer alır. 1870'lerde, tarım-toprak, demiryolları, madenler, telgraf tekelleşmeye ve Wall Street bankacılarıyla kaynaşmaya, diğer kutupta ise milyonlarla ifade edilen (çoğunluğu vasıfsız ve göçmen) bir işçi kitlesi ortaya çıkıp örgütlenme ve mücadele arayışı gelişmeye başlamıştı bile.
Geleneksel sendika ve siyasetler dönüşüme yanıt veremiyor Irk, etnik köken, cins, vasıf ve yerel ayrımlara dayanan geleneksel lonca tipi dar mesleki zanaat sendikaları artık bu gelişmelere yanıt veremiyordu. "Kutsal Emek Şovalyeleri Tarikatı", başarısız bir grev girişiminin ardından kapanan bu tür bir dar meslekçilik sendikasının geriye kalmış 6 üyesi tarafından 1869'da kuruldu. Ekonomik durgunluk, tekelci sermaye ve siyasal güç yoğunlaşması ve merkezileşmesinin ilk evreleri, vasıflı mesleklerin vasıfsız ve yeni göçmen işçi kitleleriyle rekabeti koşullarında dar loncavari meslek sendikacılığı ve grevlerinin başarısızlığı yeni bir arayışı ortaya çıkarıyordu. Emeğin Şovalyelerinin sermaye ve iktidarını yıkmadan işçilerin durumu kooperatifler yoluyla düzelteceğini ve emek ile sermaye arasında uyumun sağlanacağını sanan ütopik-reformist bir anlayışı vardı. Etkisizleşen mevcut sendika ve grevleri küçüm-
1 Mayıs'ın Amerikadaki 8 saatlik işgünü genel grevinden doğuşunu antolojik olarak anlatan çok sayıda eser vardır. Fakat hiç birinin anlatmadığı: Amerika'nın güney ve orta batı eyaletlerinde 350 bin işçinin 8 saatlik işgünü talebiyle süresiz genel greve gittiği 1 Mayıs 1886'ın, sınıf mücadelesinde bir çağ dönümünün momentlerinden biri olmasıdır. Kapitalizmin emperyalist/tekelci aşamaya geçiş sürecinin kriz ve sarsıntıları… süyor, sınıf savaşımına karşı çıkıyorlardı. Siyasete, iktidar sorununa karşı ilgisizdiler. Fakat, işçilerin bileşim ve durumundaki değişimi sezen kurucular işçi hareketine iki önemli yenilik getirdiler: Madenler, demiryolları, fabrika mahallerinde gizlilik temelinde dolaşıp örgütlenen ilk gizli profesyonel işçi örgütçülerini yarattılar… Ve ırk, ulusal köken, cins, vasıf ayrıcalıklarını kaldırarak; her ırk ve yetenekten işçilerin birlikte kurtuluşu fikrini ortaya koydular. Bu iki önemli yenilikle, ve Amerikan kapitalizminin tekelci dönüşümü karşısında kendi sınıfsal kölelik durumlarının farkına varmaya başlayan yeni işçi, göçmen, mülksüz kitlelerin toplumun genel bir yeniden kuruluşuna duyduğu ilk sezgisel özlemin bir ifadesi olmasıyla, sınıf savaşımına karşı çıkan Emeğin Şovalyeleri, en şiddetli sınıf savaşımlarından birinin metazori önderi olmaya sürüklenecekti! 1877'de kendiliğinden patlayan demiryolu ve ardından kömür madeni grevleri oldu. Katliam ve idamlarla bastırılan grevlerden sonra, Emeğin Şovalyelerinin yerel gizli meclisleri fiilen vasıfsız, yeni göçmen, kadın, siyah işçilerin birleşik ve açık işçi meclislerine dönüşmeye başladı. Bunun çok önemli iki sonucu oldu. Birincisi, aşırı hiyerarşik yukarıdan aşağıya işleyiş, yerini kitlesel işçi-emekçi meclisleri temelinde, grevleri reddeden muhafazakar liderler üzerinde grevlere katılım ve giderek kendi grev kararlarını almaya ve örgütlemeye dönük bir taban demokrasisi ve inisiyatifini de ortaya çıkardı. Bu olumlu sonuçtur. Şovalyelerin kendi dönemlerinde en hızlı büyüyen ve dünyanın en büyük kitlesel işçi
örgütü olmasının temelinde, işçi meclisleri vardır. İkincisi, işçilerin Emeğin Şovalyelerine akın etmesi ve birleşik yerel işçi-kitle meclislerinin oluşması, Şovalyelerin giderek gizlilik kuralları ve profesyonel ajitatör ve örgütçüler çekirdeğini gevşetmesine, ve açık kitlesel işçiler örgütüne evrilmesine yol açmıştır. Gizli profesyonal örgütçüler çekirdeği ile kitlesel işçiler örgütü arasındaki ayrımın erimesi, Emeğin Şovalyelerinin dünyanın ilk büyük fiili kitle sendikasına dönüştürmüş ve bu açıdan dünya çapında bir esin kaynağı olmuş, fakat Haymarket katliamı ile birlikte burjuva demokrasisinin işçi sınıfı sendika ve örgütleri üzerinde terör ve bastırma harekatı karşısında hızlı dağılmasına ve kalıcılığı sağlayamamasının önemli nedenlerinden biri olmuştur. Bu da olumsuz yöndür. Şovalyeler ilk büyük grevlerin, kitleselleşmenin ve işçi-kitle meclislerinin basıncıyla bir de program kaleme aldılar: 8 saatlik işgünü, eşit işe eşit ücret, küçük işyeri ve çiftçilere devlet desteği ve kooperatifleşme, demiryolu, madenler, telgraf, telefon ve bankalar gibi büyük işletmelerin kamulaştırılması yoluyla tekellerin kaldırılması… Bu, kapitalizm ve siyasal iktidarına karşı olmayıp tekelcileşen karakterini "düzeltmeyi" isteyen sosyal reformist bir programdı. İşçi kitleleri kendi istemleri olarak gördükleri basit bir program ve demokratik ve birleşik taban örgütlülüğe sahip tek örgüt olan Emeğin Şovalyeleri çevresinde toplanmakla kalmıyor, onu ileriye doğru zorluyordu. Alman göçmenleri tarafından kurulan ve yönetilen Sosyalist İşçi Partisi, Marksist fikirleri (Alman Sosyal De-
9
işçi meclisi
10 yıldır 8 saatlik işgünü ajitasyonu yürüten Şovalyelerin resmi yöneticileri ise, yerel işçi meclislerinden yağan mektup ve protestolara kulak tıkayarak, 8 saatlik işgünü grevinden yan çizmekle kalmadı, açık grev kırıcılığına soyundu. Bunun nedeni, işçi sınıfının artık, Şovalyelerin özel mülkiyeti korumayı gözeten barışçıl-reformist kabuğuna sığmaz hale gelmesi, tüm benliğiyle 8 saatlik işgünü savaşımına kilitlenmesi ve daha militan biçimlerde örgütlenmeye başlamasıydı. Fiili kitle grevleri içinde yoğrulan yeni bir militan işçi önderleri grubu da ortaya çıkmış, hareketin fiilen önderliğini üstlenmişlerdi. mokrasisi benzeri) vulgarize ederek savunmaya çalışanlar ile seçim kampanyaları ve kooperatifçiliği savunan Lasalcilar arasında bölünmüş, tam da işçi hareketinin yükselişe geçtiği bir dönemde sınıftan ve kendi İngilizce konuşan tabanından kopmuştu. Sosyalist İşçi Partisi'nden biraz Marksist, biraz Lasalcı fikirler fakat hayal kırıklığıyla ayrılıp Şovalyelere katılan, fakat aradığını onun grevlere karşı çıkan, uzlaşmacı-reformist mücadele anlayışı ve programında da bulamayan, göçmenlerle Amerika'ya taşınan Bakuninci, anarşist fikirlerden de etkilenen, bir militan işçi önderleri kesimi, harekete fiilen önderlik edecekti.
Kapitalizmin tekelci dönüşümüne karşı ilk kitle grevleri 1883'de telgrafçılar grevi üzerinden Amerika'da ilk kez ülke çapında bir genel grev çağrısı yapıldı. Çağrı yanıt bulmadı. Ancak ABD'nin ilk büyük tekelci ve mali kapitalistlerinden, orta ve güneybatıdaki tüm demiryolu şebekesinin de sahibi olan Gould'un demiryolu işçilerinin ücretlerinde indirime gitmeye kalkışmasıyla, 1 Mayıs'ın doğumuna giden savaşım başladı. Amerikanın ilk büyük tekelci mali sermayedarlarından birine karşı, ilk kez başından sonuna organize bir kitle grevi yürütüldü. Gould'un lokavt saldırısına karşı, Şovalye meclisleri Gould'un tüm işletmelerindeki işçilerin dayanışma grevini de organize ettiler. Gould'un, bu sınırsız tekelci sanayi ve banka sermayesine ve iktidara sahip görünen Wall Street devinin yenilgiyi kabul etmesi, tekelcileşen kapitalizm ve siyasi iktidarında tam bir şok, işçi kitlelelerinde büyük bir coşku ve özgüven yarattı. Emeğin Şovalyeleri, bir anda 7 kat artarak 700 bin işçi üyeye ulaşarak, dünyanın en büyük işçi örgütü ve en kitlesel işçi sınıfı hareketi haline geldi. Harekete yeni katılan işçiler, öncekilerin aksine, içlerinde kadın, siyah, yeni göçmen işçilerin de olduğu, genç ve vasıfsız işçiler olarak onun özel mülkiyet ve yasalarını korumayı öncelikle gözeten, barışçıl, reformist kabuğunu da çatlatmaya başladılar. 1880'lerin ilk yarısında canlanan, öz güveni artan işçi hareketi, 8 saatlik işgünü talebi etrafında birleşmeye başladı. Bu süreçte kurulan ulusal sendikalar federasyonunun 50 bin işçiyi temsil eden işçi delegeleri kurulu, şu önergeyi onayladı: "Biz çalışanların kendi başlarına hazırladıkları ve 8 saatlik çalışmayı bir işgünü olarak kabul eden kararnamenin, çalışanlar adına çalışanlar tarafından -fiilen- uygulanmasını istiyoruz." " 1 Mayıs 1886'da 8 saatlik işgünü için genel grev."
Ulusal Sendikalar Federasyonu'nun bu önergeyi onaylamak dışında pek bir icraatı yoktu. Fakat bu deklarasyon, kitle grevleri içinde gelişen işçilerin, öz sınıflaşma ve savaşım iradesinin ifadesi olarak öylesine sahiplenildi ki, işçi sınıfının kendi öz mücadele kararlarını kendisinin alması ve fiili kitle eylemleri ile uygulamaya geçirmesinin ilk büyük örneklerinden biri oldu. 10 yıldır 8 saatlik işgünü ajitasyonu yürüten Şovalyelerin resmi yöneticileri ise, yerel işçi meclislerinden yağan mektup ve protestolara kulak tıkayarak, 8 saatlik işgünü grevinden yan çizmekle kalmadı, açık grev kırıcılığına soyundu. Bunun nedeni, işçi sınıfının artık, Şovalyelerin özel mülkiyeti korumayı gözeten barışçıl-reformist kabuğuna sığmaz hale gelmesi, tüm benliğiyle 8 saatlik işgünü savaşımına kilitlenmesi ve daha militan biçimlerde örgütlenmeye başlamasıydı. Fiili kitle grevleri içinde yoğrulan yeni bir militan işçi önderleri grubu da ortaya çıkmış, hareketin fiilen önderliğini üstlenmişlerdi.
1 Mayıs'a doğru Hem Şovalyelerin içinde, hem de işçi sınıfı ile tekelcileşen sermaye arasında 1 Mayıs gerilimi tırmanırken, Gould'un bazı işletmelerinde provokatif iflas, lokavt ve ücret kesintisi ilan etmesi, 1886'nın şubat sonlarında savaşı patlattı. Bu sefer Gould'un demiryolları şebekesi ve diğer işletmelerinde patlayan grevler dalgası 3 yıl önceki barışçıl grevlerden çok farklıydı. Özel mülkiyet ve yasalarına, tekelci bürokrasi ve yöneticilere saygıyı değil hepsine saldırıyı içeriyordu. Yukarıdan bir grev çağrısını değil, yukarının tüm engelleme çabalarına karşın, aşağıdan, işçi meclislerinin, işçi sınıfının öz karar ve eylem organlarının iradesini yansıtıyordu. Ve kendini ayrıcalıklı gören işçi kesiminin ılımlılığını değil, vasıfsız, yeni göçmen, genç işçi kitlelerinin kolektif savaşım inisiyatifi ve öfkesini yansıtıyordu. Yerel işçi meclisleri, silahlı işçi milisleri, işyeri işgalleri ve çatışmalar, yöneticilerin ve grev kırıcıların hastanelik edilmesi, bazı makine ve lokomotiflerin tahrip edilerek işlemez hale getirilmesi… Tekelci mali oligarşik bir karakter kazanmaya başlayan Amerikan ekonomisin lokomotifi olan – Gould'un tekelci hükümranlığındaki- bölgedeki tüm demiryolları, madenler, posta ve telgraf işletmeleri, bazı fabrikalar, ulaşım, iletişim ve ticaretin kilit noktaları, adeta tümüyle işçiler tarafından ele geçirilmişti. Talepler ilk elde çok mütavazi ve ekonomikti: İşçiler, ücret kesintilerinin kaldırılması, günlük
asgari ücret, işten atılanların geri alınması, sermayeyi de bağlayıcı ve denetleyici hakemlik mekanizması kurulmasını istiyorlardı. Fakat bu sermayenin tekelcileşen egemenliğine ve azami kar pervasızlığına karşı ilk grevdi. Gould imparatorluğunun tekelci sömürü, soygun ve yönetim yöntemlerine karşı korkunç bir sınıf kini alev almış, işçileri siyasallaştırmaya başlamıştı. İşçiler grev sırasında Gould işletmelerinde, silahlı işçi denetimi uyguluyorlar, yük vagonlarını ölümüne engelliyorlar, yolcu vagonlarını çalıştırıyorlar, kitlelerden geniş ve aktif destek alıyorlardı. Şovalyelerin sol kanadının bir bildirisi; "İşçiler kendinizi savaş alanlarında komutanlaştırın. İşçiler bulunduğunuz her sektörde ve her diyarda dövüşün. Gould ve tekelleri yok olmalı ve çocuklarınız köle olmaktan kurtulmalı!" diyordu. Gould ile işbirliğine giden Şovelyelerin işbirlikçileşen resmi başkanı, grevin durdurulması, silahların teslim edilmesi, yerel işçi meclislerinin dağıtılması çağrısında bulundu. Fakat uzlaşmaz sınıf karşıtlığı oku yayından çıkmıştı. Gould anlaşma sözüne karşın öncü işçi militanlarını işe geri almayı, yerel işçi meclisleri de grevi ertelemeyi ve silahları bırakmayı reddetti. Ne var ki, silahlı işçi milislerinin gerilla tarzı eylemleri ve "işçiler silahlanın!" slogan ve bildirileri ile bir ayaklanma eğilimi gösterse de, işçi sınıfının büyük kesimi henüz buna hazır değildi. Talepler ve mücadele militan-siyasal bir karakter kazanmaya başlasa da, halen ekonomikti. Antikapitalist değil antitekelciydi. Siyasal iktidar sorunu yoktu. Ne burjuvazinin tekelci mali oligarşik bir karakter kazanmaya başlayan iktidarını yıkıp silahlı işçi konseyleri tarafından uygulanacak doğrudan siyasal bir sınıf programı, ne de işçi sınıfı içinde buna önderlik edebilecek örgütlü ve merkezi profesyonal devrimci siyasal bir parti vardı. Emeğin Şovalyeleri, ne sendika ne de siyasal parti olabilen, eklektik ve anarkosendikalist bir hareket biçimini alıyordu. Büyük çoğunluğu yeni bir sınıfsallaşma ve siyasallaşma sürecinde olan, yeni işçi ve işçileşen kitlelerinin ruh haline denk düşüyor, bunu yansıtıyordu. Ağırlığını Amerikan doğumlu, beyaz, erkek, vasıflı işçilerin, meslek sendikalarının, Şovalyelerinin sağ kanadının oluştuduğu bir kesim, uzlaşmacı reformist çizgiyi izledi. Barış, uzlaşma, işbirliği, ılımlılıkla kısmi reformlara dayalı bu çizgi, Amerikan tekelci/emperyalist kapitalizminin gelişiminin uzlaşmacı (ve onu barışçıl reformlarla "düzeltip" kendi küçük payını almayı isteyen) muhalif bileşeni olarak gelecekteki sendikalist, reformist işçi aristokrasisinin haberini
10
işçi meclisi
Günümüzde işçi kitleleri içinde güvencesiz 12 saat çalışmanın giderek yaygınlaştığı ve kural haline geldiği koşullarda da, gelişme bu yöndedir. 6-8 saatlik işgünü bir propaganda talebi olmaktan çıkıp ajitasyon talebi haline gelmektedir. İş saatlerini kısaltmak için tekil işçi direnişleri de ortaya çıkmaya başlamıştır. Ancak mevcut sol ve devrimci harekette, sendikalarda, halen propaganda talebi olarak ele alınması, bu gelişimi yavaşlatmaktadır. 6 saatlik işgünü, sınıfın bütününün eylem talebi haline geleceği tarihsel gelişim doğrultusunda, çok daha sistematik ve organize bir ajitasyon konusu haline getirilmeli, bu yönde daha ileri işçi kesimleriyle bu yolu açmaya doğru öncü eylemlerin örgütlenmesi sağlanmalıdır. veriyordu. Ağırlıklı olarak yeni göçmenlere, Alman, Polonyalı, Rus, Yahudi, İskandinav, İskoç, İrlanda kökenlilere, vasıfsız erkek, kadın ve siyah işçilere dayanan, yeni kitlesel işçi sendikaları, Metal İşçileri Sendikası, anarşist Merkezi İşçi Sendikası, çeşitli işkollarından işçi birlikleri, Şovalyelerin sol kanadı ise fiili, militan grev ve gösteriler düzenledi. Bu daha geniş kesim içinde, çeşitli göçmen topluluklarının oluşturduğu silahlı işçi birlikleri, veya silahlanma çağrısı yapanlar, biraz Marksist, daha çok anarşist veya anarko-sendikalist fikirlerden etkilenenler, bireysel-grupsal gelişigüzel dinamitli ve silahlı eylemlerle veya bir genel grevle düzenin değişeceğini sananlar da, çokça vardı. Fakat, hepsini bir araya getiren, kapitalizmin tekelci dönüşümü ve kriziyle, kendi değişen sınıfsal durumları anlamaya ve çeşitli mücadele biçimleri ile ifade etmeye başlamış olmalarıydı. Sınıfa karşı sınıf talebi haline gelen 8 saatlik işgünü için savaşımda ortaklaşmaydı. 8 saatlik işgünü, işçilerin ortak hedef doğrultusunda ortak savaşımla sınıf karakterinin kazanılması olarak, siyasallaştırıcı bir karakter de taşıyordu. Hareket, Nisan'ın sonlarında bir grup burjuva Kongre (parlamento) mensubunun Chicago'ya gelip Demiryolu grevinde arabuluculuk yapmasıyla ilk duraklamasını yaşadı. 1 Mayıs 1886'da ise 350 bin işçi (bir başka rakama göre 650 bin işçi) 8 saat talebiyle süresiz genel grevdeydi. Tüm silahlı kuvvetleri, Pincerton çeteleri, parlamenter ve işbirlikçi-reformist itfaiyecileri ile 1 Mayıs ve sonrasına hazırlanan burjuva demokrasisinin iç yüzünü, 3 Mayıs'ta Harvester iplik fabrikasında grev gözcülerinin polisin açtığı ateşle öldürülmesi, 5 Mayıs'ta Şovalyelerin sol kanat önderlerinden Spies'in Haymarket'de organize edip konuşma yaptığı protesto mitinginde provokasyon ve katliam, aynı akşam Şovalyelerin sağ kanadının tüm grev ve gösterileri bitirme talimatı yayınlaması, sendika, işçi birlik ve meclislerinin basılıp dağıtılması ve grev gözcülüğünün yasaklanması, işçi gösterilerinin vahşice dövülerek veya kurşunlanarak dağıtılması, 5 işçi önderinin düzmece mahkeme ile yargılanıp idam edilmesi ile gördüler. Bazı yerlerde grevler, 8 saatlik işgününü kazanıncaya kadar sürdü. 1 Mayıs öncesi ve sonrası birkaç haftada 150 bin kadar işçi 8 saat hakkını kazandı. Fakat hareketi kesintiye uğratan Haymarket katliamından çok, Şovalyelerin sağ kanadının ihaneti, sol kanadının ise sonra ne olacağına dair, hiçbir hazırlık, tutarlı ve bağımsız siyasal sınıf programı, politikası ve
örgütlülüğü olmamasıydı. Siyasal ve ekonomik mücadele, profesyonel devrimciler örgütü ile işçiler örgütü, sosyalist program ile taktikler, arasındaki devrimci diyalektik bağlantıları kurmak Bolşevizm ile mümkün olacaktı. Günümüz açısından Amerika'daki 1870-86 işçi hareketi yükselişinden çıkarılacak önemli dersler şunlardır: 1- Dağınık ve çok çeşitli ayrımlar içinde genişleyen işçi kitlelerinin kendi öz sınıfsal durumlarının farkına varmaya ve gelişen mücadelelerle ortaya koymaya başladığı tarihsel süreçler, işçi hareketi açısından bir kaç on yıla yayılan en kritik dönemlerdir. İşçi kitlelerinin tam da kendi sınıfsal durumun farkına varmaya; gücünü birleştirmeye; siyasallaşmaya -yani gerçek bir sınıf karakteri kazanmaya- başladığı bu tarihsel süreçlerde, kritik soru, bunun bağımsız sosyalist (programatik-ideolojik, siyasal, örgütsel) ifadesini bulup bulamayacağıdır. İşçi sınıfının bağımsız sosyalist program ve ideolojisinin, siyasal örgüt ve taktiklerinin, işçilerin bu sınıfsal farklılaşma ve farkındalaşma sürecinin ilk evrelerinden itibaren öncü dinamikleriyle buluştuğu, büyüyen mücadeleler içinde bağımsız siyasal sınıf oluşumunun ifadesi olduğu ve iç içe geliştiği ülkeler de vardır. Bunun olmadığı koşullarda sınıf oluşumunun bazı yanlarıyla ve bir noktaya kadar ilerletici, bazı yanlarıyla ve bir noktadan sonra engelleyici, ara ve eklektik formlardan geçerek yolunu açmaya çalıştığı ülkeler de. Kapitalizm ve işçi sınıfının karşılıklı dönüşümünü, ve mevcut sendika ve partilerin etkisizleştiği koşullarda artık eskisinden farklı yeni bir şeyler yapmak gerektiğini sezen (yalnızca sezen) 6 kişi tarafından kurulan, 10 yılda çoğunluğu işçi 100 bin üyeye, sonraki 5 yılda daha büyük çoğunluğu işçi 700 bin üyeye ulaşarak dünyanın en büyük işçi örgütü haline gelen, uluslar arası proletaryaya 8 saatlik işgünü hakkını kazanmanın yolunu açan ve 1 Mayıs'ı armağan eden, fakat 1 Mayıs 1886'dan sonra aynı hızla sönüplenip giden Emeğin Şovalyeleri, ikincinin en tipik örneklerindendir. Günümüzde de kapitalizm ve işçi sınıfının kapsamlı dönüşümü, geleneksel sendika ve siyasal partilerin buna yanıt verememesi, komünist devrimci ideoloji ve örgütlenmenin çekim gücünün henüz çok zayıf olduğu koşullarda, bu dönüşümü bazı yanlarıyla sezen ve buna uyarlanan, kısa veya orta erimli, ara ve
eklektik geçiş formları ve hareketlerin bu gözle incelenmesi gerekir. 2- Emeğin Şovalyeleri, yeniden oluşum sürecindeki işçi sınıfına bir noktaya kadar akacak kanal açmakla kalmadı, saflarına heyecanla akan ve engel olduğu noktada onun içinden ileri doğru bir kanal açmaya çalışan öncü, arayış içindeki işçi kesimleri tarafından, daha ileri sınıf savaşımlarına doğru adeta zorla sürüklendi. Bu, eskimiş siyasal ve sendikal örgütlenmelerin zeminini kaydıran ve etkisizleştiren kapsamlı tarihsel-yapısal dönüşüm süreçlerinin, bir noktasından sonra kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak bir gelişmedir. Buna hazırlanmak, akacağı bağımsız sosyalist devrimci kanalları bugünden dişle tırnakla açmaya başlamak, kilit önemdedir. İkincisi, Emeğin Şovalyelerinin 17 yıllık tarihinde geçirdiği muazzam evrim, öznel faktör ile kendiliğinden hareket arasındaki ilişkinin tek yanlı değil diyalektik bir ilişki olduğunu gösteren çarpıcı bir örnektir. 3- 8 saatlik işgünü, işçi sınıfının gündemine çok önceden girmeye başlamış, bir dizi ülkede bu taleple mesleki grevler de yapılmıştı. Ancak 8 saatin sınıfın bütünsel eylem talebi haline gelmesi, geniş işçi kitlelerinin fiili kitle eylemleriyle gerçekleştirilmeye başlaması açısından Amerika'da 1883-86 dönemi ilktir. Bu da bir çırpıda gerçekleşmemiştir. Çoğunluğu 10 saat ve üstünde çalışan işçilerin öncü kesimleri açısından ilk önce Emeğin Şovalyelerinde cisimleşen bir propaganda talebi olarak ortaya çıktı. İşçi kitlelerinin kitle grevleri temelinde giderek öne çıkan bir ajitasyon talebi haline geldi. Ve uzlaşmaz sınıf karşıtlığının giderek şiddetlenmesiyle, bir anda tüm işçi sınıfının ve yerel işçi meclislerinin eylem ve süresiz genel grev talebi haline geldi. Günümüzde işçi kitleleri içinde güvencesiz 12 saat çalışmanın giderek yaygınlaştığı ve kural haline geldiği koşullarda da, gelişme bu yöndedir. 6-8 saatlik işgünü bir propaganda talebi olmaktan çıkıp ajitasyon talebi haline gelmektedir. İş saatlerini kısaltmak için tekil işçi direnişleri de ortaya çıkmaya başlamıştır. Ancak mevcut sol ve devrimci harekette, sendikalarda, halen propaganda talebi olarak ele alınması, bu gelişimi yavaşlatmaktadır. 6 saatlik işgünü, sınıfın bütününün eylem talebi haline geleceği tarihsel gelişim doğrultusunda, çok daha sistematik ve organize bir ajitasyon konusu haline getirilmeli, bu yönde daha ileri işçi kesimleriyle bu yolu açmaya doğru öncü eylemlerin örgütlenmesi sağlanmalıdır.
11
işçi meclisi
Hacettepe Üniversitesi Öğrencilerinden Açık Mektup Üniversitemizde son birkaç haftadır yaşanan olaylar ve kampüsümüzde rektör-polis-faşist işbirliğiyle yaratılan provokasyon bu mektubu kaleme almamızı zorunlu hale getirdi. Öncelikle öğrencileri temsil etme iddiasında olan ancak öğrencilerin sorunlarıyla uzaktan yakından ilgisi bulunmayan ÖTK'nın yaptığı açıklamaların Hacettepe Üniversitesi öğrencilerini bağlamadığını belirtmek istiyoruz. Günlerdir sosyal medya üzerinden konuşulanlar ilerici-devrimci öğrencilere dönük anti-propaganda boyutuna varmıştır. Olayların bir tarafı olarak bizler 18 Mart günü yaşanan olayları ve sonrasındaki gelişmeleri bir kez daha anlatmak istiyoruz.
18 Mart'ta Neler Yaşandı? 18 Mart'ta Türk Dünyası ve Araştırma Topluluğu adıyla bilinen ancak faşistlerin yuvalandıkları bir mevzi olan topluluk tarafından bir provokasyon devreye sokuldu. "Çanakkale Şehitlerini Anma" etkinliği adı altında yapılmak istenen böyle bir anmanın çok daha ötesindeydi. Bu aynı gün Beytepe Kampüsü'nde yaşanan polis saldırısı ise bir saldırı olmaktan da öteye faşistidare ve polis işbirliğinin göstergesiydi. Türk Dünyası ve Araştırma Topluluğu adı ile kampüs içerisinde faaliyet yürütmeye çalışan faşist topluluğun asıl amacı 18 Mart etkinliği gerçekleştirmek olmayıp, insanların milli duygularını istismar etmekti. 18 Mart günü ise etkinliğe gelen öğrenci ve akademisyenlere herhangi bir müdahalede bulunmayan ilerici ve devrimci öğrenciler daha önceden tanıdıkları faşistleri etkinliğe almamışlardır. Bunun üzerine kampüse giren kolluk kuvvetleri üniversite öğrencilerine azgınca saldırmıştır. Tazyikli su, plastik mermi ve yüzlerce gaz bombasıyla kampüsü savaş alanına çeviren polisin kendisidir. Olaylar esnasında amfilere, dersliklere atılan gaz bombalarıyla onlarca arkadaşımız fenalık geçirmiştir. Rektör Murat Tuncer'in üniversitenin resmi internet sitesinden "yorumsuz" olarak yayınladığı taraflı görüntüler saatler süren polis terörünü içermemektedir. Öte yandan görüntülerin birçoğu polisin kullandığı şiddetin sonucunda ortaya çıkan hasar olmakla birlikte
bazıları da polis şiddetine karşı okulu savunma amacı güden meşru barikatların fotoğraflarıdır.
Kimdir bu "ülkücü" öğrenciler… Tarihin sayfalarına kazınan 16 Mart Beyazıt katliamı olarak bildiğimiz ve 7 üniversiteli öğrencinin katledilmesiyle sonuçlanan olayın failleri, Ankara Bahçelievler'de 7 öğrenciyi kalleşçe katledenler de dönemin ülkücü öğrencileridir. Yine aynı dönemde Çorum'da, Maraş'ta yüzlerce insanın katilleri bu ülkücü çetelerdir. Hacettepe Üniversitesi'nde ilerici ve aydın bir öğretim görevlisi olan Bedrettin Cömert'i çapraz ateş açarak katledenler de Ülkücü Gençlik Derneği üyeleridir. Tarihleri bugünlerine de yol gösteren faşist katiller, bugün de üniversite öğrencilerine okul içinde olduğu gibi okul dışında da saldırmaya devam etmektedir. Yakın dönemde bir Hacettepe Üniversitesi öğrencisi, bu katiller tarafından saldırıya uğrayarak, saatlerce ameliyatta kalmıştır. Bugün kampüs içerisinde topluluk adı altında kümelenerek faaliyet yürütmeye çalışanlar tarihlerinden aldıkları kanı Beytepe üzerine de bulaştırmak istemektedirler. Geçtiğimiz hafta bu kişilerce öğrencilere bıçak çekilmesi bunun bir başlangıç örneğidir. 18 Mart'ta da yaşanan olayın asıl sorumlusu bu faşist çetenin kendisidir!
Korku, panik, spekülasyon… Polis terörünün ardından bir tepki olarak gündeme gelen "Hacettepe Ayakta, Üniversitesine Sahip Çıkıyor!" etkinliği Murat Tuncer'in açıklamasıyla gayri-meşru ilan edildi. Oysa ki göreve geldiği günlerde "yerleşkemizde izin alma şartı olmadan tüm eylem ve etkinlikleri destekliyoruz" diyen Tuncer, bu hamlesiyle gerçekleri açıklamak ve üniversitesine sahip çıkmak isteyen öğrencileri yalnızlaştırmaya çalıştı. Tüm bunlarla eş zamanlı olarak kampüste korku ortamı yaratıldı. "21 Mart günü okul karışacak", "Yer yerinden oynayacak" türünden söylentiler fısıltı gazetesi aracılığıyla öğrenciler arasında yayıldı. Aynı gün yurtlarda, gerçekle alakası olmayan söylentiler paniğe yol açtı. "Solcular yurtları basacak" söylentisi yurtlarda dolaşırken
Hacettepe Üniversitesi'nin eğitim-öğretime 2 gün ara verdiği Murat Tuncer imzasıyla yayınlandı. 21 Mart sabahı ise 20'ye yakın ilerici ve devrimci öğrenci kendilerine ulaşan tebligatla yurttan atıldıklarını öğrendiler. Öğrencilere savunma hakkı dahi tanınmadan barınma hakları gasp edildi.
Saldırılara zemin hazırlanıyor Faşizme ve polis şiddetine karşı saatlerce direnen ilerici ve devrimci öğrenciler bilinçli bir politikayla karalanıyor ve direniş çarpıtılarak polis şiddeti gölgeleniyor. Gerici-faşist yapılanmaların örgütlenmesini bugüne kadar ki pratikleriyle destekleyen Murat Tuncer devrimci faaliyete yönelik tahammülsüzlüğünü açıkça ilan ediyor. Bilime, özgür düşünceye, üniversitesine sahip çıkan öğrenciler suçlu ilan edilerek yeni saldırılara zemin hazırlanıyor. Ancak bizler yıllardır yemekhane, ulaşım, barınma gibi sorunlara karşı mücadele eden, ülkemizdeki ve dünyamızdaki sorunlara duyarsız ve sessiz kalmayan Hacettepe Üniversitesi öğrencileri olarak kamuoyuna ilan ediyoruz. Tüm kirli propagandaya ve karalama çabalarına rağmen; haklı olmanın verdiği güçle üniversitemizi savunmaya devam edeceğiz. Bundan sonra gelişecek tüm saldırıların, provokasyonların sorumlusu da faşist çeteler, onların sırtını dayadıkları okul yönetimi ve polis olacaktır.
Üniversiteliler: "Patronlar Yaşıyor Çocuklar Ölüyor" Üniversiteliler artan iş cinayetlerini ve son olarak Adana'da 13 yaşında çocuk işçi olarak çalıştırılan Ahmet Yıldız'ın hayatını kaybetmesini protesto etti. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Unkapanı şubesindeki eylemi İstanbul Üniversitesi Öğrenci Dayanışması üyeleri 18 Martta gerçekleştirdi. Kurum önünde "İş kazası Kaza da Kader de Değil Sermaye ve AKP Yasalarının Cinayetidir" yazılı bir pankart açan öğrenciler, "İş Kazası Değil Bu bir Cinayet, Patronlar Yaşıyor Çocuklar Ölüyor, AKP'nin Yasası İşçilerin Katili" sloganlarıyla binaya girdi. Güvenlik görevlileri ile öğrenciler arasında çıkan arbede sonrası öğrenciler, dışarı çıkıp bina önünde basın açıklaması yaptı.
Artan işçi ölümlerine olan tepkilerinin dile getiren üniversiteliler "Bizler biliyoruz ki tüm bu olan biten ne bir istisnadır ne de münferit bir olay. Bu olan bitenler AKP'nin yasalarla açtığı yolda daha rahat ilerleyen, her türlü önlem ve denetlemeden azade sermayenin kar hırsının getirisidir. Bu ölümler tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çocuk işçiliğin doğal sonucudur. Ancak asla kaza da kader de değildir. Sermaye ve AKP'nin örgütlü bir biçimde işlediği cinayetlerdir" dedi.
Öğrenciler, işçi ölümlerinin sorumlularının yargılanmasını ve işçi sağlığı ile güvenliği doğrultusunda önlem alınıp denetlemenin çoğalmasını, güvencesiz ve esnek çalışma koşullarının son bulmasını istedi. Üniversiteliler eylemi kurumun kapısına kırmızı renkli boya dökerek sonlandırdı.
12
işçi meclisi
Dotira rojê ji bo karkeran*
1,5 milyon kişinin katıldığı 2013 Newroz'u hiç şüphe yok ki, yalnızca Kürt halkının değil bu coğrafyanın en kitlesel mitingi oldu. Yalnızca Kürtlerin değil, azımsanmayacak bir bölümü şoven milliyetçiliğin etkisi altında bulunan, fakat hepsi de amansız bir artıdeğer sömürüsüne tabi tutulan milyonlarca Türk işçisinin de dikkati Newroz'a damgasını vuran Öcalan mesajındaydı. Bugün gerilla ile et tırnak olmuş, özgürlüğe susamış Kürt halkı ile oğullarını haksız ve kirli bir savaşa uğurlamaktan yorulmuş Türk işçi ve emekçileri, kır ve kent yoksulları aynı mesaj üzerine konuşuyorlar.
Yıllardır Öcalan'a dair kirli bir propaganda yürüten devlet ve medya, bu mesajla birlikte onu Kürt sorununun çözümünün muhatabı olarak göstermeye başladı. Newroz çağrısından sonra İmralı görüşmeleri için "terörü bitirmek için entegre strateji" yerine "çözüm süreci" ifadesi kullanılıyor. Neredeyse günübirlik yürütülen anketlerle kitlelerin nabzı ölçülüyor. AKP, bizzat başbakanın katıldığı, şirketlerin bölge bayi toplantısı gibi toplantılarla, teşkilatını kitleleri bu yeni duruma uyarlayacak, kontrolünü sağlayacak tarzda yönlendiriyor. Tekelci ve orta düzey kapitalist sermaye örgütleri, TÜSİAD, TOBB, MÜSİAD, TUSKON, bölgesel ve sektörel sanayi ve ticaret kapitalistleri, emperyalist kapitalist devlet ve birlikler, ABD ve AB, birbiri ardına destek ve "selamlamalar" açıklıyorlar. Kredi derecelendirme kuruluşu Standard and Poor's güvenlik harcamalarının sınır ticaretine akacağı gerekçesiyle Türkiye'nin kredi notunu yükseltiyor. Diyarbakır'da düzenlenen uluslararası fuara, bundan önce bölgeye adımını bile atmamış 50 firmanın temsilcileri etekleri zil çalarak geliyor. Daha dün Roboski'de savunmasız yoksul Kürt gençlerinin üzerine bilerek bomba yağdırmış olanlar, Van depremi sonrasında Kürt halkına yardımların gönderilmesini engelleyenler, Ceylan'ın, Uğur'un canına kıyanlar, geçen yıl Newroz'u yasaklayanlar, anayasa referandumunda arkalarına taktıkları liberalleri bile medyadaki koltuklarından edenler, katliamlarının kanı bile kurumadan ekranlarda barışın nimetlerine dair fetvalar veriyorlar. Buna karşılık, Kürt halkının ezilme koşullarında en ufak değişikliği bile ihanet diye niteleyen MHP burjuva siyaset arenasında toz kaldırmaya, Türklüğün ayrıcalıklarının düğmesine dokunulamaz diye kampanyalar düzenlemeye, işçi deposu Bursa'da "Vur de vuralım öl de ölelim" mitingleri yapmaya, Kürt halkına yönelik linç saldırılarına girişiyor; 100 yıllık inkar söyleminden kopmayan CHP ulusalcı şemsiyesini sola doğru genişliyor. Ancak siyasal-toplumsal alanda asıl ağırlığı sancılı bir şekilde fakat giderek de barışın ve görüşmelerin desteklenmesi oluşturuyor. "Barış", "demokrasi", "Analar da babalar da ağlamasın" sosuyla sağlanan bu destekler, Türkiye'nin tekelci kapitalist bir bölge gücü olarak Ortadoğu'nun yeniden yapılandırılmasında silahlı ve silahsız, yumuşak ve sert, tüccar, yatırımcı ve Patriot'lu, ekonomik-siyasal ve sosyal-kültürel rolünün, yatırımların alacağına işaret ediyor. İşçi ve emekçilere, işsiz Kürt yoksullarına da, tekelci kapitalizmin büyüyen bu rolünden kendilerine de pay düşeceği propagandası yapılıyor. Öcalan'ın silahlar yerine siyasetin konuşma zamanının geldiğini açıkladığı, ateşkes ve gerillanın sınır dışına çekilmesi çağrısında bulunduğu Newroz mesajı, hiç şüphesiz "yeni bir gün"ü
Öcalan'ın mesajında en başta, Kürt halkının mücadelesinin yeni bir kırılmaya uğratılması vardı. 1993'te Kürt halkının kendi kaderini tayin çerçevesinde tartışılmaz bir hakkı olan bağımsızlık stratejisinin terkedilmesi ile başlayan, 1999'dan itibaren derinleşen tasfiyeci kırılma, bu mesajda kendisini artık Türk ve Kürt burjuvazisinin barışı için çağrı yapma olarak ortaya koydu. ifade ediyordu. Fakat bu "yeni gün"ün ertesi, "dotira rojê ji bo karkeran"/işçiler için ertesi gün hangi gerçekle yüz yüze uyandılar? Öcalan'ın mesajında en başta, Kürt halkının mücadelesinin yeni bir kırılmaya uğratılması vardı. 1993'te Kürt halkının kendi kaderini tayin çerçevesinde tartışılmaz bir hakkı olan bağımsızlık stratejisinin terkedilmesi ile başlayan, 1999'dan itibaren derinleşen tasfiyeci kırılma, bu mesajda kendisini artık Türk ve Kürt burjuvazisinin barışı için çağrı yapma olarak ortaya koydu. Öcalan Türklerle Kürtlerin "bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları"na atıfta bulunarak işçi ve emekçilerin dini duygularını ulusal özlem ve taleplerinin bile önüne geçirdi. Türkiye tekelci burjuvazisinin fetihçi Osmanlı'nın muhteşem yüzyılı rüyalarındaki yayılmacı politikalarında, ekonomik, siyasal, diplomatik, kültürel ilişkilerinde kullandığı din kardeşliği temasını, Sünni Müslümanlığı iki halkın ortak yaşam temeli olarak gösterdi. 21. yüzyılda, ulus ve mezhep çatışmaları ile parçalanmış, sınıfsal-toplumsal mücadelelere, işçi devrimlerine su gibi, hava gibi ihtiyaç olan Ortadoğu'da bin yıl öncesinin peygamberlerinin "mesajlarındaki hakikatler"e geri dönüşü savundu. Sermaye ve mal ihracı için, azami kar için bölgenin, dünyanın dört bir yanını fırdolayı dolaşan kapitalistlerin, Kürt ve Türk burjuvaların çıkarına Ortadoğu'da iki temel stratejik güç olma çağrısı yaptı. Türk burjuvazisinin 100 yıllık emeli Misak-ı Milli'nin yeniden var edilmesini, Suriye ve Irak'taki ulus ve milliyetlerin Türk ve Kürt burjuvazisinin şemsiyesi altında çıkar birliği içinde bir araya gelmesini savundu. Ortadoğu'ya Orta Asya'yı da ekleyerek "Adriyatik'ten Çin Seddi'ne" hegemonya arayışındaki Özal'ın ruhunu çağırdı. Tekelci kapitalist sınıf egemenliğinin, emperyalist kapitalizmin adını ağzına almaksızın, artık sermayenin yayılmasının, iç istikrarının engeli haline gelmiş, tek uluslu burjuva devlet yerine Kürt halkının tam hak eşitliğini, kendi kaderini tayin hakkını tanımayan çok uluslu burjuva
devletin bir unsuru olmayı biricik hedef olarak gösterdi. Öcalan, ulusal taleplerini kendi özgürlüğü ile birleştirmiş Kürt halkının karşısına, bir Newroz mesajında ulusal kazanımların en gerisini kabul etme çağrısı ile çıktı. Kürt halkı içindeki otoritesini bu rızayı gerçek kılmak için kullandı. Ortadoğu'nun ezilen emekçi halkları zeminindeki bir çözümün, bu zorlu fakat kazanmayı sağlayacak biricik yolun yerine emperyalist kapitalistlerin, Türk ve Kürt burjuvalarının, Kürt halkının dört bir parçadaki düşmanlarının planları içerisinde kalan, sistemin ulusal eşitsizlik parametrelerini kökünden yok etmek yerine onlarla uzlaşan bir çözümü adres gösterdi. Fakat Öcalan yalnızca Kürt halkının ulusal mücadelesini geri bir uzlaşma içerisinde çözmeye girişmekle yetinmedi. Onun mesajı salt Kürt halkına değil, aynı zamanda Türk işçi ve emekçilere yönelikti. Öcalan, mesajında ezilen halklar, kadınlar, mezhepler, tarikatlar ile birlikte, ama tabii son sırada gelmek üzere işçi sınıfını ve sistemden dışlanan herkesi andı. Fakat bu anmada, Kürt ve Türk işçilerine, kır ve kent yoksullarına, Türk ve Kürt burjuvasının bundan sonra çok daha dizginsizleşecek artıdeğer iştahasını doyurmaktan başka bir yer kalmıyordu. Öcalan, işçilere, azami sömürünün güvencesi burjuva demokrasisinde kendilerine yer açmaları çağrısını yaptı. Onun mesajında Kürt halkının ulusal talepleri geri bir uzlaşma içerisinde öğütülürken işçilere de burjuva demokrasisi ile ilgili hayal ve beklentiler yağıyordu. Öcalan, ateşkes ve gerillanın sınır dışına çekilmesi çağrısı, İmralı görüşmelerinde ulusal bölgesel özerklik -"demokratik özerklik"- talebini geri çekmesi için "Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır" diyor. Büyük bir kırılmayı mücadelenin yeni bir evresi olarak tanımlıyor. Ama sadece bu değil! O aynı zamanda sınıf mücadelelerini, devrimleri, kitlelerin gerçek inisiyatiflerini de defterden silmek istiyor. Tekelci kapitalizm altında tam hak eşitliğinin bile ortadan kal-
13
işçi meclisi
Kürt halkının mücadelesiyle ulusalcı bir mesafede yer almış olanlar dahil, artık kendisini yeni durumun içerisine yerleştirmektedir. Bu pozisyon, işçi ya da halk hareketi adına kendisine "girilen sürecin yanlışlarını doğrultmak" rolünü biçmektedir. Kürt ulusal hareketini, geri bir ulusal uzlaşma ve burjuva demokrasisi hedefi ile salt Kürt halkı adına değil bütün işçi ve emekçilerin geleceğini tanımlayıcı kapsamda politika yapan ve geri bir ulusal uzlaşmaya imza atan Öcalan'ı tam da en temel noktadan eleştirmek, sınırları kalın çekmek gerekirken, girilen yeni düzlemin bir parçası olarak hareket edilmektedir. dıramayacağı ulusal ve bölgesel eşitsizliklerin, kör boğazlaşmaların insanlık tarihinde ancak bölgesel devrimlerden geçerek gerçekleşecek bir dünya devrimi ile geride bırakılabileceğini, toplumun ve bireylerin kendi kaderlerini tayin edeceği yeni bir yaşamın ancak ulusların kaynaşacağı, en ileri biçimiyle demokrasinin de gereksizleşeceği komünizmin özgürlük dünyasında kurulabileceğini de gölgelemeye soyunuyor. Kapitalist sınıf egemenliğinin özgürlüğün en büyük düşmanı olduğunu gizleyerek Kürt halkına, işçi sınıfına, kadınlara… tek uluslu burjuva devlete alternatif olarak çok uluslu, çok kültürlü burjuva devlet için mücadele etmeyi öneriyor. Fakat iki ulus arasındaki ilişkiyi Kürt halkının tartışılmaz kendi kaderini tayin hakkı ve tam hak eşitliği temelinde kurmaktan uzak olan bu farklılık, Kürt ve Türk işçiler için "yeni bir gün"ü müjdelemiyor! Newroz'un ertesi gün, işte tam da bu nedenle liberal reformist uzlaşmanın barış rüzgarları yeniden hakim oldu. Akamete uğrayan Oslo görüşmelerinden sonra havanın giderek soğuması, Kürt halkına karşı saldırıların şiddetlendirilmesi, hem Türkiye tekelci kapitalizminin bölgesel güç konumunu pekiştirmesinin ancak Kürt sorununu liberal reformist bir tarzda çözmekten geçtiğini neredeyse unutturmuştu; hem de Türkiye'deki yeni toplum ve birey durumunun, uluslar, cinsler, mezhepler vd arasındaki ilişkilerin eskisi gibi tekçi ve tek biçimli bir tarzda sürdürülemeyeceğini -tek sözle, yeni toplum ve birey durumunun, Kürt halkının geri bir burjuva demokrasisine sığmayacağını… KCK operasyonlarıyla kitle güçleri bazında savunma konumuna çekilmiş olan Kürt ulusal hareketi, bütün saldırılara karşın askeri alan hakimiyetini genişletti; bölgesel koşulları, Suriye'deki savaşın yarattığı otorite boşluklarını değerlendirerek bir hamle yaptı ve Rojava'da özerk bölgesini, onun gelişen kurumlaşmalarını yarattı. Bu gelişmeler ve bölgenin emperyalist kapitalist neoliberal yeniden yapılanmasının ivmelenmesi karşısında Türkiye tekelci burjuvazisi, '90'lı yılları çağrıştıran iki yıllık "reklam arası"ndan sonra keskin bir viraj, hatta hızlı bir U dönüşü yapıp Öcalan'ın şahsında Kürt ulusal hareketi ile masaya oturmak zorunda kaldı. Öte yandan, aynı keskin viraj, U dönüşü ve stratejik kırılma Kürt ulusal hareketi için de geçerlidir. Bundan sonrası itibariyle inişli çıkışlı, hem taraflar arasında hem de kendi içlerinde yeni gerilimleri de içerecek, öte yandan Kürt ulusal hareketi cephesinden de ileriye doğru zorlanacak tarzda liberal
reformist geri bir çözümün yolu açılmıştır. Şimdi gerillanın çekilmesinin yasal güvence altına alınıp alınmaması, akil insanların kim olacağı ve fonksiyonları tartışılıyor… Türküyle Kürdüyle işçi sınıfı, üzerindeki tekelci sermaye egemenliğini pekiştiren bu çözümün bir parçası olmamalıdır. Öncü işçiler, Kürt halkının tam hak eşitliği kazanılmaksızın işçi sınıfının da özgür olamayacağını sınıf kardeşlerinin bilinçlerine kazımakla, bu uğurda mücadele etmekle, girilen barış sürecine karşı en düşkün, sınıf dışı, Kürt halkını aşağılayıcı söylemlerle yürütülen şoven milliyetçi kampanyalara alet olmamakla yükümlüdürler. Şoven milliyetçilikle işçi hareketine temas noktaları da fazla olan ulusalcı sol arasındaki mesafe de gitgide kısalmakta; Suriye'de Esad rejiminin antiemperyalizm adına desteklenmesi, Alevi mezhepçiliği ve dar AKP karşıtlığı temelinde, yerel seçimleri, cumhurbaşkanlığı seçimini vd.de menziline alan yeni ittifak ve yakınlaşmalar ortaya çıkmaktadır. CHP'yi MHP'den ayırmakta ayraç olarak kullanılan sokak faktörü, Sinop'ta HDK siyasetçilerine saldırılar ile birlikte aşıldı. Bir bölümü çözünen, fakat iç kemikleşmenin de arttığı bu cephede, CHP'nin de ulusalcı halkçı sol hareketler "açılımı", sendikalı bölükleri dahil işçi hareketi için de tehlikeli gelişmelerden biridir. Silahlı mücadelenin terkedilmesinden AKP ile Kürt hareketinin ittifakının eleştirisine dek bir dizi konuda, içi boş bir sosyalizm söylemi altında düpedüz ulusalcılık, egemen ulus şovenizmi üretilmektedir. İşçi sınıfı Kürt halkına, onun kazanım ve değerlerine, onuruna, asla söndürülemeyecek olan tam hak eşitliği talebine yönelik bu tutumlarla buluşamaz. En az bu kadar önemlisi ise, Kürt ve Türk burjuvazisi arasındaki barış sürecinin, Türkiyeli işçi ve emekçilerin sınıfsal talepleri doğrultusunda örgütlenmesindeki engelleri ortadan kaldıracağı gerekçesiyle -eleştirilere rağmen denilerek- desteklenmesidir. HDK içinde ve dışındaki sol ve devrimci örgütlerin ağırlıklı pozisyonu budur. İki ulus arasında tam hak eşitliğini sağlamayan, aksine bu hedeften derin bir kırılmaya denk düşen, sınıfsal olarak da Kürt ve Türk burjuvazisinin bölge gücünü pekiştirme ve genişletmeye yönelik bir barışın işçileri milliyetçi duygu ve önyargılarından tümden yıkayıp arındıracağına inanabilir miyiz? Şovenizmin yaygınlık ve derinliğini göz önüne alıp bu iyimserliği göstersek bile, demokrasinin tekelci kapitalizmin bölge gücü politikalarının bir uzantısı olarak tanım-
lanması, işçilerin burjuvazinin çıkarlarına tabi kılınması, biçimsel olarak bile darbelenmemiş bu eşitsizliğin zihinlerde ve yaşamdaki etkisini nasıl giderecektir? Milliyetçiliğin giderilmesinin bayrağı tekelci burjuvazinin sınıf çıkarları ile nasıl örtüşebilir? Hiç şüphesiz, bu etkiyi kıracak olan, Kürt halkının tartışılmaz ulusal hak ve taleplerinin geriye çekilmesi değil, işçi sınıfının tekelci kapitalizmin kendisine dayattığı çalışma rejimine, kendisini yok sayan burjuva demokrasine karşıt bir mücadele içerisinden, ulus, din, dil ayrımı bilmeyen, Kürt halkının kendi burjuvalarını da sırtından atmasını sağlayacak sosyalist demokratik kurtuluşu için mücadele etmek, bu birliği ekonomik-sendikal alanla sınırlanmayan sınıf kavgasının içinden sağlamaktır. Asıl önemlisi ise, liberal reformist çözümün, barışın -eleştirilere rağmen denilerek- desteklenmesi, devrimci proletaryanın ulusal hareketleri desteklemesinin biricik ölçütü olan emperyalist tekelci kapitalizme darbe vurması ve işçi hareketine karşı tutum ölçütünü, "barışın Türk emekçiler içindeki şovenizmi çözündürme imkanı" gerekçesiyle bordadan atılmasıdır. Bunun somut göstergesi ise, başka koşullarda böylesi bir mesaja tutum alacak olan devrimci ve sol hareketlerin Kürt ulusal hareketinin peşinden sürüklenmesidir. Hiç şüphesiz, gönüllü ya da gönülsüz, eleştirel ya da gözü kapalı bir tarzda, sürecin bir parçası olma yönlü bir siyasal tutum belirginleşmekte; Kürt halkının mücadelesiyle ulusalcı bir mesafede yer almış olanlar dahil, artık kendisini yeni durumun içerisine yerleştirmektedir. Bu pozisyon, işçi ya da halk hareketi adına kendisine "girilen sürecin yanlışlarını doğrultmak" rolünü biçmektedir. Kürt ulusal hareketini, geri bir ulusal uzlaşma ve burjuva demokrasisi hedefi ile salt Kürt halkı adına değil bütün işçi ve emekçilerin geleceğini tanımlayıcı kapsamda politika yapan ve geri bir ulusal uzlaşmaya imza atan Öcalan'ı tam da en temel noktadan eleştirmek, sınırları kalın çekmek gerekirken, girilen yeni düzlemin bir parçası olarak hareket edilmektedir. Kuşkusuz bir gerçeklik olan, Kürt halkının ulusal haklarını süreç içinde mücadeleyle genişletme imkanından hareketle Kürt işçi ve emekçilerin gözlerindeki ulusal perde korunmakta; tekelci kapitalist sınıf egemenliğine karşı mücadelenin militan bir savaşçısı olabilecek olan Kürt işçilerin dikkati yine ve yeniden salt ulusal taleplere bağlanmaya devam edilmektedir. *İşçiler için ertesi gün
14
işçi meclisi
"İşçi Sağlığında Taşeron Örgütlenmesi" Paneli Yapıldı OSGB karşımıza bir işletme zihniyeti olarak çıkıyor.Temel meselemiz taşeronlaşmanın üretim sürecindeki işçinin sağlığını nasıl etkilediğidir. İnsan olarak "kapitalizme mahkum muyuz?" sorusunu sormak zorundayız. Düşüncenin gerçeği yakalaması, gerçeğin de düşünceye akması lazım.Yoksa tek başına doğru analizler yapmak yetmez.
Lüleburgaz'da Miting: "Taşeron İşçiliğe Son" Sendikal Güç Birliği Platformu'nun Lüleburgaz'da düzenlediği mitinge Kristal-İş ve Genelİş'in kitlesel olarak katıldığı mitingde, direnişlerini sürdüren Yol-İş üyesi karayolları işçileri, işten çıkarılan TÜMTİS üyesi DHL işçileri, Daiyang SK'de direnen Birleşik Metal-İş üyesi işçiler ve direnişteki Hava- İş üyesi işçiler, direnişteki Deri-İş üyesi Kuzu Deri işçileri ve İsmaco işçileri de mitinge yer aldı. Miting, saygı duruşu ile başladı. Tertip komitesi adına konuşan Petrol-İş Trakya Şubesi Başkanı Turgut Düşova ülkenin taşron cennetine döndüğünü belirterek, AKP'nin taşeronlaştırma politikalarını ve duruma sessiz kalan Türk-İş'i eleştirerek; "İşçiler iş cinayetlerine kurban ediliyor, kamu emekçileri güvencesizleştiriliyor, öğrenciler, kadınlar geleceğe güvenle bakamıyor. Böyle giderse işçi sınıfı ayağa kalkacaktır." dedi.
Ankara Tabip Odası, 14 Mart Tıp Haftası etkinlikleri çerçevesinde "İşçi Sağlığında Taşeron Örgütlenmesi" başlığında 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği yasası ve Ortak Sağlık Güvenlik Birimleri'nin (OSGB) tartışıldığı bir panel düzenlendi. Moderatörlüğünü TTB üyesi Levent Koşar‘ın yaptığı panel iş cinayetlerinde hayatlarını kaybeden işçiler için yapılan saygı duruşuyla başladı. Panelde yapılan konuşmalarda öne çıkan yanlar şunlardı; Sosyal-İş Metin Ebetürk: İlk başta temizlik, yemekhane, güvenlik gibi yan alanlarda başlayan taşeronlaştırma bugün tüm asli işlerin de taşeron eliyle yaptırılmasına doğru, yani istisna olarak başlayan süreç kurala doğru gidiyor. Resmi rakamlara göre kamudaki taşeron sayısı 586 binken biz bunun 1 milyona dayandığını düşünüyoruz ki, bu da muvazaanın kadrolu çalışanların birkaç katına denk düşmesi demek. Sağlık Bakanlığı'nda 2002'de 11 bin taşeron işçi varken şimdi 120 bindir. Kadrolu işçi sayısı ise sadece 4555'dir. Taşeronlaşma işçi sağlığını doğrudan etkiliyor. Düşük ücret, uzun çalışma süreleri, kötü yaşam koşulları, yetersiz beslenme gelecek kaygısı taşeronlaşmanın doğal sonuçlarıdır. SES Hasan Kaldık:Taşeronlaşma süreci 24 Ocak kararlarıyla başlıyor. SES olarak sağlıkta dönüşüme karşı mücadele başlattık ama taşeronlaşmanın önüne geçemedik. Sağlığımız tehlikede. Çalışma Bakanı taşerondan vazgeçmeyeceklerini söylüyor. Kamuda 1 milyona yakın taşeron var. SES olarak taşeronları örgütleme kararı aldık. Dev Sağlık-İş'in örgütlü olduğu yerlerde onlara yardım edeceğiz, diğer yerlerde ise kendi bünyemizde bu çalışmayı yürüteceğiz. Pilot bölge olarak Hakkari'yi seçtik ve 250 taşeron işçiyi SES'e örgütledik. Devlet tamamen taşeronlaştırmaya doğru giderken kadroluyla güvencesizler arasındaki makası daraltmak, birlikte örgütlemek gerek. Bu süreç görülmezse duvara çarparız. OSGB'lerle İşyeri Hekimleri ve İş Güvenliği uzmanları arasında rekabet başlayacak. AKP getirdiği her yasayla kapitalizme nasıl hizmet ederim diye bakmaktadır. İzmir İşçi Sağlığı Meclisi Gültekin Akarca: 112 Hekimiyim ve SES üyesiyim. Dolayısıyla bir çok
olaya tanık oluyorum. Bir Acem şairi "ölüm adildir" derken Nazım Hikmet "adil mi yaşıyoruz ki adil ölelim" diye cevaplıyordu. Bugün iş cinayetlerinin %99'una önlenebilir deniyor. Geri kalan ise kader oluyor. Ve o kadar esnek bir oran ki bu %1 kapitalizmin doğasını aklayabiliyor. Kişi olarak işçi bir iradeye sahip ama sınıf olarak işçi sınıfı o iradeye sahip değil. Artı değer sömürüsü, bir başkası için yaşanan hayatlara dönüştürüyor yaşamlarımızı. İşçi Sağlığı sağlıkçıların, işçi güvenliği mühendislerinin değil, bir bütün olarak işçi sınıfının sorunudur. Meseleyi böyle ele almazsak işçi cinayetlerine iş kazası demeye devam edeceğiz. Ayrıca OSGB ile işçileşen hekimlerin işçi olarak mücadelesini vermesi lazım. Tekrar muayene açma hayalleri ile alınacak bir yol yok. Ankara İşçi Sağlığı Meclisi Ercan Yavuz: OSGB karşımıza bir işletme zihniyeti olarak çıkıyor.Temel meselemiz taşeronlaşmanın üretim sürecindeki işçinin sağlığını nasıl etkilediğidir. İnsan olarak "kapitalizme mahkum muyuz?" sorusunu sormak zorundayız. Düşüncenin gerçeği yakalaması, gerçeğin de düşünceye akması lazım.Yoksa tek başına doğru analizler yapmak yetmez. Yeni bir yasa çıkarken, kendi meşruluğunu sağlamak için eskiyi kötüler. Dünyada hergün 1 milyon iş kazası olurken yeni yasalarla bunun ortadan kalkacağı söylenir. Aslında olan şu. Küresel kapitalizm dünyadaki riskli işlerin hepsini çevredeki ülkelere veriyor. Türkiye gelişmiş ülkelerin taşeronu durumundadır. Taşeron AKP'yle ilgili değil, kapitalizmin geldiği noktayla ilgili. 6331 nolu yasayla küresel kapitalizm kendi çıkarlarını savunmaktadır. 80'lerden bu yana işin niteliğine değil, niceliğine önem veriliyor. 14 milyon işçiye 2500 işyeri hekimi öngörülüyor. İşçi başına ayda ortalama 15 dakika olan hekimle görüşebilirliği yılda 12 dakikaya çekiliyor.Bir yandan işçinin sağlık hizmetine ulaşması güçleştiriliyor, diğer yandan da bu aşırı yük doktora "çok para kazanacaksın" diye pazarlanıyor.İşyeri hekimi sadece reçete yazan klavye doktorluğuna indirgeniyor. OSGB'ler misyonunu "karlarını ve pazar payını arttırmak" olarak tanımlarken doktorların "işçilerin sağlıklı ve konforlu çalışma koşullarını oluşturmak" misyonu bir çelişki ve bu çelişkiyi sistem ilkine doğru çözecek. Piyasanın sosyali olmaz. Bu çalışma OSGB'ler ile bir yere kadar götürülebilir. Bir süre sonra OSGB patronlarının daha büyük OSGB'ler altında işçileştiğini göreceğiz.
SGB Kadın Koordinasyonu adına onuşan Neslihan Taşoğlu Akkaş hükümetin kadın politikasını eleştirerek, kadınlara esnek ve güvencesiz çalışma koşulları dayatıldığını belirtti. Akkaş'ın konuşması "Güvenceli iş, şiddetsiz bir yaşam istiyoruz!", "Kadınlar burada Türk-İş nerede" sloganları ile kesildi. Kristal-İş Genel Başkanı Bilal Çetintaş AKP döneminde en az 12 bin işçinin iş kazalarında yaşamını yitirdiğine dikkat çekerek "kıdem tazminatına göz diken, işçilere vahşi kapitalizm koşullarında çalışma dayatan, taşeronluğu, güvencesizliği yaygınlaştıran, sendika üyesi olduğu için işçilerin işten atılmalarına göz yuman, grev yasaklarını koruyan bir AKP işçiye dost olamaz, AKP cumhuriyet tarihinin en büyük işçi düşmanı iktidarıdır."dedi. Yapılan konuşmaların ardından miting, müzik dinletisi ve halaylar eşliğinde sona erdi.
MNG Kargo'da Direniş MNG Kargo'da işten çıkarılan 10 işçi Marmara Aktarma Merkezi önünde Nakliyat-İş öncülüğünde 28 Mart günü direnişe geçti.Direniş Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu'nun açıklamasının ardından başladı.
Nakliyat-İş'ten yapılan yazılı açıklamada, anayasal haklarını kullanarak sendikaya üye olan işçilerin Marmara Aktarma Merkezi önünde işine, ekmeğine, anayasal hakkına ve onuruna sahip çıkarak direnişe başladığı duyuruldu. İşçiler sendikaya üye olduktan sonra "ekonomik daralma" bahanesiyle işten çıkarılmıştı. MNG Kargo Marmara Aktarma Merkezi: Dudullu Organize Sanayi Bölgesi 1.Cad. No:32 Ümraniye/İSTANBUL
15
işçi meclisi
Adıyaman'da İlk Büyük İşçi Direnişi Adıyaman ‘çok değerli' AKP il başkanının dediği gibi kendi yağında kavrulan ve ekonomik dinamiklerinin az sayıda olduğu küçük bir Güneydoğu ilidir. Ancak il başkanın söylediği söz sadece halk için geçerli duruyor, işsizliğin hat safhada olduğu bu şehirde sermayenin semirmesi gayet doğal karşılanıyor. Bunu açıkca ortaya koyan bir örnek var şuan da Adıyaman'da. Yaklaşık olarak iki aydır Güçlü Tekstil işçileri sendikalaştıkları için işten atılmış durumdalar ve direnişteler. Sorun olan şey sendikalaşmak değil belki de sorun yıllardır Ziya Güçlü (Güçlü Tekstil'in sahibi) tarafından sömürülen işçilerin buna dur demek için bir yöntem arayışına girmeleridir. Sendika bir sorunun sonucunda ortaya çıkan bir çözüm burada. 250 işçinin Adıyaman'da Öz İplik-İş Sendikası'na üye olması Adıyaman da büyük bir olay, hele ki bir şehirde ilk defa İşçi Sınıfı'ndan söz ediliyorsa. Peki bu hareketi tetikleyen unsurlar nelerdi. Her şeyden önce işçiler patronun sermayesine sermaye eklediğinin şahidi olurken bunun kendi açılarından ağırlaşan sömürü ve kölelik koşullarından başka bir getirisi olmadığını görmeleridir. Bunu ayan beyan ortaya koyan şey ise bu tekstilde 5 yıldır çalışan bir işçinin AKP il başkanına verdiği şu cevapta gizli. Bu şehir kendi yağında kavruluyorsa Ziya Güçlü nasıl oluyor da 5 yılda yaklaşık olarak 10 tane fabrika açıyor?" Sanko gibi farklı fabrikalarda sendikayla tanışan işçilerin Güçlü Tekstil de çalışmaya başlamaları. Sömürünün artık katlanılmayacak bir hal alması ve aslında ekonomik olarak gelişiyoruz lafının safsatadan öteye gitmediğinin anlaşılmasıdır. Bu fabrikalarda sendikalaşma ise tamamen işçilerin kendi içlerinde başka fabrikalardan gelen sendikalı işçilerin sendikayı anlatması ve koşulların da böyle bir örgütlenmeye hazır olmasıdır. İşçilerin kendilerine doğalında öncü olarak gördükleri işçiler işten atılınca diğer işçilerde doğal bir tepki verip işten çıkmış ve direniş kararı alarak yasal hak arayışına girmişlerdir. Bu direnişle birlikte işçiler farkında olmadıkları birçok şeyi öğrenmeye başlamışlardır. Seçilen vekillerin onlar için değil sermaye için orda mecliste olduklarını, polislerin onların haklarını değil patronunun çıkarlarını koruduğunu, valinin belediye başkanının hiçte öyle halk için olmadığını fark etmişlerdir.
İşçilerin herhangi bir dış dinamiğin desteği olmadan sadece kendi hakları için böyle ilerici bir adım atmaları şunu kanıtlar nitelikte:Direnişler işçi sınıfının okuludur ve gerçekten Adıyaman izlenimleri bu okulun öğrencilerinin çok hevesli olduklarıdır. Heyecanlarını onlarla konuşurken fark etmemek elde değil. Onlar ne yaptıklarının farkında. Sendikanın ne olduğunu gayet iyi öğrendiler. Bu iki ay içinde her şeyi direnişe ilgisiz sendika yöneticilerine bırakıp beklemekle yetinmediler. Direnişlerinin asıl öznesi oldular. Sendikanın kendileri olduğunu, kendi taban inisiyatifleri olduğunu gösterdiler. Belki yanlış yaptıkları birçok şey var ama şurası kesin işçiler güçlerinin farkında ve bu direnişi sürdürmeye de kararlılar. Bu kararlılık 250 işçinin bulunduğu direniş saflarına her geçen gün başka işçilerin katılmasını da sağlıyor, son iki hafta da 25 işçi işi bırakıp direnişe katılmışlardır.
İşçiler istediklerini çok açık şekilde belirtmişlerdir. "Sendikalı olarak işlerine geri dönmek, aylık maaşlarının bin TL olmasını, asgari ücretten kesilen verginin işçiye verilmesini, yılda bir maaş tutarında üç ikramiye verilmesini, bayram ve resmi tatillerde çalışmaları halinde çift yevmiye verilmesini, haftada bir gün ücretli tatil, yemekhanenin sağlığa uygun hale getirilmesini, yemek tablosunun ve kalitesinin sendika temsilcisi tarafından hazırlanmasını, maaşların zamanında ödenmesini, ücret dengesizliğinin giderilmesini, sigortalarının tam ve zamanında yatırılmasını, rapor alan işçilerin işten atılmasına son verilmesini, taziye, doğum, evlilik gibi günlerde izin verilmesini, zorunlu fazla mesai ücretlerinin ödenmesini, servis sayısının artırılmasını, servislerin zamanında gelmesini, servis güzergahının işçileri mağdur etmeyecek şekilde tekrar düzenlenmesini, her iş yerinde sağlık kabini açılmasını ve hekim bulundurulmasını, eylemden dolayı hiçbir işçinin işten atılmamasını talep ediyoruz." Bu talepler dışında işçiler diğer fabrikalarda çalışan işçilerin de çalışma koşullarının bu direnişlerinin sonucuna bağlı olduğunu da biliyorlar. Onları da kendi direnişlerine davet ettiklerini defalarca söylediler. Direnişin başlangıcında her ne kadar tedirgin olsalar da işçiler, direnişlerinin haklılığını öğrendikçe daha ileri eylemler ortaya koymaya başlamışlardır. İlk günlerdeki ne yapıp yapmamadaki çelişkilerini yenip kararlılıklarını pekiştirmişlerdir. Tekstil işçi-
lerinin çoğunluğunu genelde kadınlar oluşturmaktadır. Bunun yanında üretimin önemli yerlerinde durmaktadırlar. Erkek işçiler kadın arkadaşlarını bu eylemde önemli bir noktaya koymaktadırlar, onlar kadınlar olmadan bu direnişin sonucunun lehlerine olmayacağının bilincinde. Ancak muhafazakâr bir şehir olan Adıyaman'da kadınların böyle bir direnişin öğesi olması zor görünmekte, ancak işçiler bunun üstesinden de gelmekte. Adıyaman halkının pekte bu direnişe destek verdiği söylenemez kültürel bir durum olsa gerek belki de tarihsel olarak ilk olmasıdır. Ayrıca yerel medyanın tavrı çok ilginç destek verme bir yana tamamen yok sayıp, Ziya Güçlü'nün tehditleri ve verdiği paranın sayesinde susturulmuşlar. Her şeye rağmen eylemlerinde davul eşliğinde slogan atan toplantı alanlarında bir düğündeymiş gibi halay çeken ara verdiklerinde klam ve türkü yerine slogan atan ve 3 kere direniş çadırları polis tarafından dağıtılmasına rağmen tekrar kuran bu işçiler kendi haklı davalarına tamamen inanmış ve bunun mücadelesini sonuna kadar sürdürecek kararlılıkta. Ve bu direniş Adıyaman'da sınıfsal altyapıya sahip direnişlerin ilki,devamı gelecek gibi süreç bunu göstermekte. Adıyaman'dan İşçi Meclisi okuru
Kamu çalışanları bu savaşa hazır mı?
Kamunun tasfiyesini öngören yasa değişikliği ile ilgili haberler ısıtılıp ısıtılıp kamu çalışanlarının önüne sunulmaya devam ediyor. Neoliberal kapitalizmin bu günkü ihtiyaçlarına uygun esnek, taşeron, iş güvencesinden yoksun, performansa göre ücretlendirme anlamına gelecek yasa değişikliği için toplum mühendisliği hayata geçirilerek bir ön alma ve nabız yoklama yapılıyor burjuvazi tarafından.
yan çıkışı geldi.
Bayraktar, Türkiye Tuğla ve Kiremit Zirvesinde konuyu nasıl 657'e bağladı bilemiyoruz ama yaptığı açıklamada "657 sayılı kanunun bize uymadığını, kamu çalışanlarının yatarak para kazandıklarını, artık bunu böyle olmayacağını, performansı iyi olanın çalışacağını" söyleyiverdi.
Sermayenin sözcüleri kamu çalışanlarını hedef tahtasına oturtarak toplumdan yalıtma, itibarsızlaştırma, diğer sınıf kardeşleri ile karşı karşıya getirme noktasında açıklamalar yapmaktadırlar. ÇSG Bakanı ve Başbakandan "kamu çalışanları yatarak para kazanıyor", "memurlardan yeterli verimi alamıyoruz" türü açıklamalar olmuştu. Şimdide gazete haberi ile kamu çalışanlarının 3 yılda bir rotasyona tabi tutulacağı servis edildi. Haberin içeriğinde yöneticilerin kamuda çalışanların dışından atanabileceği yer alıyordu. Bunu sağlıkta ha-
yata geçirilen hastane CEO'larının dışarıdan ve en iyi para kazanacaklardan atanması uygulamasının tüm kamuya uygulanacağı şeklinde okuyabiliriz. Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar'dan da "Devlet memuru oluyor birisi, ondan sonra yat, uzan, para kazan, böyle bir şey yok" diye çalışanları aşağıla-
Burjuvazi sözcülerinin de ağızlarından öğrendiğimiz üzere; yeni yasayla hükümet kamu çalışanlarına zaten iyice budanan iş güvencesinin tasfiyesi başta olmak üzere neoliberal kapitalizmin ihtiyaçlarına uygun performans kriterlerinin dayatılmasını, esnek çalışmanın hayata geçirilmesini, taşeron çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılmasını hedefliyor. Burjuvazi kendi sınıfının dilinden kamu çalışanlarına savaş ilan ediyor. Kamu çalışanları bu savaşa hazır mı? Kamu işçisi bir İşçi Meclisi okuru
"Yüksek kira, düşük ücret, artık yeter!"
Berlin-Kreuzberg‘de 16 Mart günü yaklaşık 1000 kişinin katıldığı bir yürüyüş yapıldı. Yürüyüşün sloganları, "Yüksek kiralar! Düşük ücret! Jobcenter stresi! Bu hükümet bizi yoksullaştırıyor!"du.
Masası ve Çadır Komitesi ile aldığımız ortak karar üzerine 16 Mart'ta yürüyüşlere tekrar start verdik. Pek çok kurumun da altına imza atması ve çağrı yapması hem katılımı hem talepleri zenginleştirdi. Yürüyüş saat 14.00'te çadırın önünde toplanma ve konuşmalar sonrası başladı. Kortej Berlin'deki mültecilerin direniş çadırı önüne gelince mültecilerin taleplerini kapsayan sloganlar atıldı. Kortej Türkçe ve Almanca atılan sloganlar eşliğinde İşten ve Sosyal Yaşamdan sorumlu Senato binası önünde yapilan konuşmalar sonrası sonlandırıldı.
Bu temel sorunlar etrafinda irili ufaklı yaklaşık 40 kurum ve grup ilk defa bir araya geldi. Özelde Berlin olmak üzere Almanya genelinde son yıllarda kiraların sürekli yükseltilmesi, yan ödemelerin, tamir ve tadilat masraflarının kiracılara zorla ödetilmesi, evlerden polis ve mahkeme işbirliğiyle zorla çıkarma, devletin verdiği yetersiz kira yardımı ve sosyal konutların özelleştirilmesinin getirdiği sorunlar ciddi bir toplumsal hareketliliği mayalıyor.
Talep ve sloganlar:
2012 Mayıs ayında Kreuzberg'de bir eylem çadırı kuruldu. Çadır 24 saat açıktı ve pek çok etkinlik ve toplantı yapıldı. Zamanla ilgide zayıflama ve nöbetlerde düşüş olmaya başladı. Bunun pek çok sebebi var. Sürekli aynı insanların üzerine iş yoğunluğunun yüklenmesi, kişisel çatışma ve küskünlükler. İnisiyatifi elinde tutan, kuruluşundan bu yana emeği geçen kesimlerin çeşitli İslami fraksiyonlardan olması ve bunlar arasındaki çekişmeler. Almanyalı sol ve sosyalist çevrelere görece tolerans gösteriliyor. Uzun ve zorlu çabalar sonucu sadece emeğe duydukları saygı ile bizi de kabullendiler. Ama hala ne yazık ki diğer siyasi çevreler, DIDF (Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu) haricinde sorunun ciddiyetini görmekten uzaklar. Yaklaşık olarak 3 aydır yürüyüşler örgütlenemiyordu ve daha çok lobi çalışmaları yürütüldü. Kamu ve özel sektörde hizmet alanında örgütlü Ver.di Sendikası bünyesindeki Göçmenler Uyum
Almanya genelinde son yıllarda kiraların sürekli yükseltilmesi, yan ödemelerin, tamir ve tadilat masraflarının kiracılara zorla ödetilmesi, evlerden polis ve mahkeme işbirliğiyle zorla çıkarma, devletin verdiği yetersiz kira yardımı ve sosyal konutların özelleştirilmesinin getirdiği sorunlar ciddi bir toplumsal hareketliliği mayalıyor.
- Jobcenter yeterli kira yardimi yapmıyor, o yüzden zorla evlerimizi terkettiriyor! - Entegrasyon kötü, biz eşit haklara sahip olmayı destekliyoruz! - Ücretler yükselsin, kiralar düşsün! - Kira metrekare başına 4 € yeterli! Bütün diğerleri dolandırıcılık! - Spekülatörler (sosyal konutları satın alan özel sektör kastediliyor) pencerelerini gösteriyor, ama bu şehir bize ait! - Şehir hakkımız söke söke alırız! - Asgari saat ücreti 10 €'nun altında olmamalı, başka türlü olmaz! Devrimci Proletarya okurlarının da yer aldığı eyleme, Ver.di Sendikası, Sol Parti, DKP (Komünist Parti), Yeşiller, DIDF, Almende (Alternatif Göçmen Politikaları ve Kültür Evi), Zorla Evden Çıkarılmaya Karşı Birlik, Almanya İşsizler Forumu, Türkiyem Spor, Mevlana Camii, Göçmenlerle Dayanışma Derneği, Kotti ve Co. (eylem çadırının olduğu semtin kısaltılmış adından), İşsizler İnisiyatifi katıldı.
Lufthansa grevi Avrupa'da hava trafiğini felç etti Almanya havayolu şirketi Lufthansa çalışanlarının yarım günlük grevi, dünyanın en büyük havalimanı olan Frankfurt'ta uçuşları durdurdu. Almanya'nın en büyük hava yolu şirketi olan Lufthansa'da yer personeli uyarı grevine gitti. Öğle saatlerine kadar süren grev nedeniyle Avrupa'ya düzenlenecek 670 sefer iptal edildi. Dünyanın en büyük havaalanları olan Frankfurt'u ve Münih'i felç eden grev, ülkenin diğer şehirle-
rinde de aksaklıklara neden oluyor.
Sendikalar, yönetimin takınacağı tavıra göre grevlerin devam edebileceğini bildirdi. Yapılan yazılı açıklamada, "Yeni grevlere gerek kalmaması için pazarlık masasında bir sonuç almaya çalışacağız. Ama Lufthansa tavrını değiştirmezse grev yeniden gündeme gelebilir" denildi.Yönetimle cuma günü yeniden başlanacak pazarlıklarda maaşlara 12 aylığına yüzde 5.2 zam yapılması ve iş güvenliğinin garanti edilmesi istenecek. Lufhtansa'da 33 bin yer personeli çalışıyor.
Belçikalı Metal İşçileri İsyanda Demir çelik sektörünün en büyük şirketlerinden ArcelorMittal'in Belçika'nın Leige kentindeki fabrikasını kapatmasına karşı işçilerin direnişi sürüyor.
Umman'da Muscat havalanı inşaatında çalışan 10 bine yakın Güney Asyalı göçmen işçi, iş cinayetine karşı fiili greve gitti.
Şirketin fabrikaları kapatmaya başlaması üzerine yüzlerce işçi Liege'de sokağa çıktı. İşsiz kalmak istemeyen işçiler, Namur sokaklarında eylemi engellemeye çalışan polislerla çatıştı. Tazyikli su ve gaz bombalarıyla kitleye aldıran güvenlik güçlerine karşı işçiler, taşlarla karşılık verdi. Şirkette örgütlü sendikanın açıklamasına göre krize karşı alınan önlemlerde binden fazla işçi işini kaybedecek. Ocak ayında şirket, Avrupa genelinde bazı fabrikalarını ve bazı fabrikalarda da üretim bantlarını kapatacağını ve bunun yaklaşık bin 300 kişinin işten çıkarılmasına neden olacağını açıklamıştı. Daha önce de işçi direnişi olmuş direnişin büyümesi üzerine Başbakan Elio Di Rupo arabulu-
Enka'ya karşı 10 bin göçmen işçi greve gitti Havaalanı inşaatı, işi 1.8 milyar dolara alan Türkiye merkezli Enka ve Almanya merkezli Bechtel tekellerinin oluşturduğu BEB konsorsiyumu tarafından 2 yıldır sürdürülüyor. Çalışan işçilerin tamamına yakını Hindistan, Pakistan'dan göçmen taşeron inşaat işçileri.
culuk yapmıştı. Rupo fabrikanın kapatılmaması gerekeni yapacağını söylemişti. Ancak Rupo'nun verdiği sözlere rağmen işten çıkarmalarda ve fabrika kapatma uygulamalarında bir değişiklik yok.
Hintli bir göçmen işçinin taşerona ait bir otobüs tarafından ezilerek ölmesi üzerine, işçilerin tamamına yakını işçi sağlığı ve güvenliği, çalışma koşullarının düzeltilmesi için iş bıraktı. Umman ve diğer petro-dolar ülkelerinde, çoğunluğu taşeron inşaat işçisi olarak 1 milyon Güney Asyalı göçmen işçi çalışıyor.