Im45

Page 1

Yüzyıllık Soykırım Suçu 1915'te Osmanlı-Türk Devleti, daha 1894-1896 yılları ve 1909-1912 yıllarında gerçekleştirdiği geniş pogrom-katliamlarla ayak seslerini duyurduğu ve yirminci yüzyılın ilk büyük soykırımlarından olan Ermeni Soykırımı’nı fiilen 24 Nisan 1915 yılında yüzlerce Ermeni aydın-sanatçı ve ileri gelenini tutuklayıp sürgün yollarında katlettirmesiyle başlattı.1915'te bir soykırım yaşanmıştır! Bu gerçek hiçbir demagojiyle, baskı-inkar ve şoven histeriyle çarpıtılıp yok edilemez. Soykırımın başta gelen sorumlusu dönemin Osmanlı-Türk egemenleri ve onların burjuva sınıfsal ardıllarıdır. ''14

yaşasın

sosyalist

işçi demokrasisi Sayı: 45 Mayıs 2014 1 TL

1 MAYIS'TA SOKAK KONUŞTU

Her yer Taksim, Her yer 1 Mayıs! Eldiven, baret ve sapanlarımızla Taksim alanına yürüme kararlılığımızla direnişi büyütüyorduk. Barikat gerisinde kalanlar taş kırarak, arkadaki barikatı güçlendirerek ve ön barikata yeni malzemeler bularak direnişe katılıyorlardı. Sloganlar hiç susmuyordu. Yaklaşık 100-150 kişilik bir kitle coşkulu ve kararlıydı. "7

“Taksim hakkımız, söke söke alırız” Bu tablo, bir 5-10 yıl öncesine kadar işçilerin yüzde 80'inin 1 Mayıs nedir, Taksim nedir, grev nedir, kitlesel sokak eylemi nedir bilmediği bir durumdan gelinen nokta açısından umut vericidir... Gezi tarzı toplumsal hareketlerinin tabanındaki yeni işçi kitlelerine yayılan bir etkisi vardır. " 8-9

1 Mayıs Taksim ve Kızılay ısrarıyla, işçi sınıfı ve emekçi kesimlerin, kadınlar ve gençlerin ileri bölüklerinin özlem, talep ve ihtiyaçlarının siyasal-toplumsal açıdan geri düzeyde, muhafazakâr bir burjuva demokrasisi kalıbına sığmaya hazır olmadığının burjuvaziye bir kez daha gösterildiği gün oldu. Bizi bir kez daha sınamaya cüret ettiler ve gereken nabız karşı tarafa verildi. Eylemler sonrası geriye kalan duygu yenilmişlik ve yorgunluk değil, bir amaç doğrultusunda ısrar ve mücadele duygusu oldu.

Haziran’a giderken yapılması hedeflenen bu dinamiğin soğurulmasıdır.1 Mayıs’ın işçi sınıfı ve emekçi kitleler için mesajı netti: Israr, Direniş, Kararlılık, Örgütlülük!Israrı, direnişi, kararlılığı sürdürmenin yolu nasıl burjuvazinin “ince ayarlarına” karşı yalpalamayacak bir sınıfsal netlik ve duruş yönüne sahip olmaktan geçiyorsa, Haziran’a yürürken örgütlülüğün, kitleselliğin, devrimci proleter etki gücünün büyütülmesi için çalışmaya her zamankinden fazla ihtiyaç duyuyoruz.

Kent, mekan ve Taksim 90'lı yıllardan itibaren metropollerde iki yönlü sınıfsal hareketler yaşandı. Birincisi, burjuvazi ve üst orta sınıfların önemli bölümünün yaşam alanı olarak kent merkezlerinden çekilmesi ve banliyolarda kurulan yüksek güvenlikli lüks yeni stilize yaşam alanlarına taşınmasıdır. İkincisi, kent merkezlerine aşağıdan gelen büyük dalgadır: Kent merkezlerindeki yeni (hizmet, ofis, finans, ticaret vd) iş alanlarında çalışanların yığınsallaşması, kozmopolit yaşam ve sosyal aktivite yoğunluğu ve çeşitliliği nedeniyle gelenlerin de yığınsallaşması, ve sadece orada olmak için, kent çeperinde itildikleri hiçleşmeden bir süreliğine sıyrılabilmek, görünür olmak, kendini dünyanın merkezinde hissetmek, akışı, hareketliliği, vitrinleri seyretmek için gelenler… " 12

5. Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı Bilgi ve iletişim teknolojileri aracılığıyla yaratılan ve yaratılabilecek örgütlenme, dayanışma ve direnişin önündeki imkânlar ve engeller. Konferansta Sınıfsız temsilcisinin “Teknolojinin Gelişen Üretimdeki Rolü: Enformasyon, Teknik Altyapı ve Emek” başlığıyla yaptığı konuşmaya yer veriyoruz.

" 15


2

işçi meclisi

Yenikapı’ya gitmiyorsan şehir yasak!

Burjuvazi bu meydanları işçi sınıfından “korumak ” kitlelerin örgütlenip eylem yapmasına fırsat tanımadan ya kendine soğuracak şekilde ya da bu kentleri tüm yaklaşan yeni muharebelerle kontrol altına alabilecek düzeyde kenti yeniden dizayn etmek istiyor... 1 Mayıs öncesi toplantılarda aslında tahmin ettiğimizden çok farklı bir şey çıkmadı. Devlet önceki 1 Mayıslardan ve Gezi’den aldığı dersi bu sefer farklı bir taktik deneyerek sokakta gösterdi. En ufak grubun dahi bir araya gelmesini engellemeye yönelik bir strateji yürüttü. İnsanları evlerinden çıkartmamaya, her semti bölüp içine kapatmaya yönelik bir saldırıydı bu. Bu kadar “titizlik” bir başka yönden çözümsüzlüğünün de, bir korkunun da bir başka ifadesiydi. Resmen sıkıyönetim ilan edildi ve işçilere savaş açıldı. Tüm şehir durduruldu, polisler, helikopterler, binbir çeşit şehir teknolojisi seferber edildi, başlı başına burjuva devlet despotizmini ve zevkine göre nasıl işçiler üzerinde sınırsızca güç gösterisi yapıldığını gördük, diğer yandan da yoğun bir psikolojik savaş yürüttü. Ulaşım araçları işçilerin ulaşımının engellenmesi için kullanıldı. Devlet daha öncesinde Taksim’de işçi sınıfının bıraktığı izi, çizdiği devlet iktidarı imajının rövanşını intikam hırsıyla da almaya çalışıyordu. Devlet isyanı bastırmanın “bilimsel yöntemi”ni resmen üzerimizde denedi. Şehir kameralarından, eylem alanlarına çıkan ara yollara hepsinin dijital koordinatına varana kadar hesabını yapmıştı. Gezi direnişinin deneyimiyle donanmışlardı ama burada tek donanımlı olan devlet ve onun polisleri değildi. İşçiler için kent savaşları da normalleşmişti. Çok cesaretli, gözü kara, mermilerin üstüne üstüne giderek, her türlü teknik donanımlı koskoca bir silahlı ordunun üzerine basit savaşım araçları ile daldılar. Özellikle kadınlar bambaşka, işçi kadınlar bambaşka, o kadar sakinler ki, o kadar rahat ve cesaretliler ki konuşmaya bile gerek yok. Diğer yandan çatışmalar televizyonda görüldüğü gibi az vs değil aslında çok parçalıydı. Bin-beş bin kişilik bir dizi eylemin dışındaki ufak ufak basına bile yansımayan mahalle arası çatışmaların çoğu yok sayıldı. Bir araya gelip kalıcı savaşım noktalarının yaratıldığı her yerde eylemler yığınsallaştı. Ancak daha geniş bir kesim ise, sürekli bir koşturmaca, bir araya gelememe, çıkış noktası bulamama sorunları yaşadı. Aynı yerde konumlanamama, sürekli yer değiştirme bir noktada birikmeyi engelledi. Ağlar bu anlamda çok geniş bir alana dağılmış ve geçiş noktaları engellenmiş dağınık kitleleri bir araya getirmede yeterince etkin kullanılamadı. Devlet kullandığı yeni yöntem ve taktiklerle kitleyi kontrol edip etkisizleştirmeyi tümden yine başaramadı ama, bu alanlara akmış varolan kitle potansiyeli ve arayışı da daha organize biçimlerde yeterince değerlendirilemedi.

ketlenme ve seferberliklerinin daha örgütlü hale getirmesini sağlayamıyor. Görülüyor işçilerin en çok yığınsallaştığı bu şehir merkezleri, ama aynı zamanda çok da büyük bir sermaye birikiminin merkezi olmasıyla çok daha büyük isyan ve eylem biçimlerini ortaya çıkartacak, Gezi’nin yıldönümü, toplumsal ekonomik kriz koşulları, siyasal, sınıfsal, sosyal krizler ve rejim çıkmazları, yaklaşan ve artmakta olan savaş krizleri, hepsi hepsi bu kentlerin sembolik noktalarında patlayacak ve daha da artacak gibi, mekan savaşları çok daha büyük muharebeler ortaya çıkartacak gibi. Kentler burada sınıflar arasındaki kutuplaşmayı ve uzlaşmaz karşıtlığın boyutlarını çok iyi ifade ediyor.

Bunun karşısında burjuvazi de bu meydanları işçi sınıfından “korumak”, kitlelerin örgütlenip eylem yapmasına fırsat tanımadan ya kendine soğuracak şekilde ya da bu kentleri tüm yaklaşan yeni muharebelerle kontrol altına alabilecek düzeyde kenti yeniden dizayn etmek istiyor. 2014 1 Mayısı giderek yoğunlaşan dinamik, gelişen, her seferinde yeni yönlerin de ortaya çıktığı savaşımın yeni momentinden de öğrenerek, daha organize ve daha etkin kitle savaşım süreçlerine hızla yönelmemiz gerekiyor.

Taksim eylemlerinde yer alan bir İşçi Meclisi okuru

İşçi sınıfına yasak; “madem Yenikapı’ya gitmiyorsunuz o zaman şehire çıkmayı da yasaklıyoruz size” şeklindeydi. Ancak bir zayıflığa ve organizasyon sorunlarına karşın mega kentin kendisinin sınıf muharebesine ve savaşına dönmesini engelleyemediler. İşçilerdeki öfke birikimi çok fazla, çözümsüzlükleri de öyle, sendikalar ve diğer örgütlerin hepsi işçilerin bu büyük tepki ve arayışının, hareİşçi Meclisi - Yerel Süreli Siyasi Dergi - Sayı: 45- Fiyat: 1 TL Pina Basım Yayım San. ve Tic. Ltd. Şti. adına sahibi Hüseyin Kezik Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ali Filizler Adres: İstiklal Caddesi Balo Sk. No: 32 Kat. 2 Daire No: 8 Beyoğlu/İstanbul Tel: 0 212 244 56 70 Hesap No: İş Bankası Koca Mustafapaşa Şubesi 1105 0792812 Baskı: Özdemir Matbaası Adres: Davutpaşa Cad. Güven Sanayii Sitesi C Blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel: 0212 577 54 92


3

işçi meclisi

1 Mayıs’ta sokak konuştu

Bizi bir kez daha sınamaya cüret ettiler ve gereken nabız karşı tarafa verildi. Eylemler sonrası geriye kalan duygu yenilmişlik ve yorgunluk değil, bir amaç doğrultusunda ısrar ve mücadele duygusu oldu. 2014 1 Mayıs’ı tekelci kapitalist devletin Anadolu yakasından Avrupa yakasına tüm geçişleri kapatmasına, Eminönü’nden başlayarak Beyoğlu, Şişli, Beşiktaş ilçelerinin tümünü polis kordonuyla kuşatmasına rağmen on binlerce genç, işçi, kadın eylemcinin Taksim kararlılığına sahne oldu. Geçtiğimiz yıla göre katılımcı sayısı artan 1 Mayıs’ta çatışmaların daha geniş bir alana yayılarak süreklilik kazandığı görüldü. İcazetli Kadıköy 1 Mayıs’ının esamisi okunmadı, 2014 1 Mayıs’ına Taksim çatışmaları damgasını vurdu. 1 Mayıs’ın direngenliğinin geçtiğimiz yıla oranla yükselmesinde önemli bir etmen Gezi sürecinin kitlelerde yarattığı özgüven duygusu ve eylem deneyimiydi. Bu yıl Taksim’in yanına Kızılay’ın da eklenmesi önemli bir farklılık yarattı.İstanbul gibi Ankara’da da güne damgasını vuran TandoğanSıhhiye mitingleri değil, Kızılay’a girmeye çalışan kitlelerin sokak eylemleri oldu. 1 Mayıs’ta sokak konuştu. Sokak-meydan muharebeleri biçimini alan Taksim 1 Mayıs’ını engellemek için devletin başta Taksim’e yakın ara sokak çıkışları olmak üzere özellikle Şişli kolunun oluşumunu engellemek amaçlı davrandığı görüldü. Kurulan polis barikatları sonucu Beşiktaş ve Şişli kolları geçen yıldaki gibi yine birleşemedi. Ancak özellikle Şişli kolunun birleşmesinin engellenmesi eylemleri sabah önce Okmeydanı, Çağlayan, ardından DİSK kortejine saldırı sonrası Halaskargazi’nin alt ve üst bölgeleri, Mecidiyeköy ve Gayrettepe’ye doğru genişletti; biber gazlarının etkisi 4. Levent plazalarına, kızıl 1 Mayıs’ın öfkesi Levent’in ana arterlerine dek uzandı. Her yer Taksim, her yer eylem alanı hale geldi. Beşiktaş, Mecidiyeköy, Şişli’de gerçekleşen bin, üç bin, beş bin kişilik eylemleri birkaç yüz kişilik sayısız eylem, toplanma, barikat savaşı bütünledi. Eylemlere katılamayan, eylemcilerle birleşemeyen en az bir o kadar daha katılımcı vardı. Yine karşı karşıya kalınan organizasyonluk sorununun doğurduğu boşluğu, kitle inisiyatif ve girişkenliği kısmen doldururken devrimci örgütlerin ortak 1 Mayıs koordinasyonu çabası yetersizliğine karşın bir anlam taşıyordu. Bu seferki alan hâkimiyeti ve taktiği öncekilere göre daha güçlü olmasına karşın devlet, alanı ve kitleyi kontrol etmeyi başaramadı. İstanbul 1 Mayıs’ı Kadıköy- Yenikapı kapanına düşmediği gibi Gezi direnişinin suya yazılmadığı, eylemci genç, işçi ve kadınların kolektif haznesine akarak bir kent savaşı mücadele birikim ve deneyimi halini aldığı (Berkin eyleminden sonra) bir kez daha görüldü. 2014 1 Mayıs’ı Taksim ve Kızılay ısrarıyla, işçi sınıfı ve emekçi kesimlerin, kadınlar ve gençlerin ileri bölüklerinin özlem, talep ve ihtiyaçlarının siyasal-toplumsal açıdan geri düzeyde, muhafazakâr bir burjuva demokrasisi kalıbına sığmaya hazır olmadığının burjuvaziye bir kez daha gösterildiği gün oldu. Bu yönüyle, özellikle öne çıkan militan direngenliğiyle dünyadaki 1 Mayıs’ların ezici çoğunluğundan farklılaşarak daha ileri bir pozisyon aldı. Bizi bir kez daha sınamaya cüret ettiler ve gereken nabız karşı tarafa verildi. Eylemler sonrası geriye kalan duygu yenilmişlik ve yorgunluk değil, bir amaç doğrultusunda ısrar ve mücadele duygusu oldu. Fotoğrafların, eylem anekdotlarının, selfielerin sosyal medyadaki yaygın dolaşımı mücadeleyi sevmiş, çatışmaya alışmış, korkuyu yenerek ilerlemeyi öğrenmiş

yeni bir kuşağın harmanlanmasının canlı kanıtlarıdır. Ankara ve İstanbul’da sayısı 300’ü aşan gözaltı, 100’ü aşan ciddi yaralanma devletin, yıkılması gereken bu kanlı şiddet tekelinin karşısında dik duruşun bir sonucudur. Bizim için etkisi devletin “vahşetinden” küçük burjuvaca korkma ve pısma, 1 Mayıs sonrası “döve döve demokrasi” taktiğiyle devreye girmesi beklenen açılım kırıntılarına tav olma değil; sistemi yıkmak, yeni bir dünyayı kuracak ilişkileri geliştirmek için proleter çalışmada azimdir. Haziran’a giderken AKP sert geçen 17 Aralık, yerel seçim ve 1 Mayıs sürecinin ardından şimdi Gezi isyan ve direnişinin yıldönümü olan 1 Haziran’a kadar bir dizi neoliberal siyaset düzenlemesi yapmaya hazırlanıyor. Hükümetin Mayıs ayı sonlarında netleşecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dönük hesaplarını ve 2015 genel seçimlerine dönük planlarını da gözeten “ince ayarlar” arasında Erdoğan’ın ağzını daha az açması, AB’yle, İsrail’le, Ermenistan’la ilişkilerde yumuşama, Alevilerle cemevi flörtü, sözde “Gezi’yle temas” adı altında kimi liberal sivil toplumcu yapılarla görüşme vs. yer alıyor. Bu adımların nedeni açık: AKP’nin yerel seçimlerde oyunu korumasına karşın yönetememe, rejim ve devlet krizleri devam ediyor. Hükümet bu yüzden TÜSİAD’dan Anayasa Mahkemesi’ne, Alman Cumhurbaşkanı’ndan Amerikan gazetelerine dek önüne gelenden azar işitmeye devam ediyor. Küresel mali oligarşi ve Türkiye burjuvazisinin geleneksel kesimleri ilk elde “siyasal-toplumsal kutuplaşma”nın yumuşatılmasını, hükümet ve rejimle karşıtlaşan kitlelerin de yeniden neoliberal mekanizmalara soğurulmasını kolaylaştıracak bir takım neoliberal “akil” diyalog kapılarının açılmasını, rejim ve devletin ağır tahribata uğramış “denge ve kontrol mekanizmaları”nın tadilattan geçirilmesini istiyor. Asıl etken ise, neoliberal saldırganlığın daha da büyüyüp hızlanacağı böylesi bir süreçte, Gezi ve kitlelerin isyan ve direniş potansiyelini koruyor olmasıdır. Son 1 Mayıs’ın mesajı budur. Sistem salt baskı, yasak, tanımama vb ile bugünkü koşullarda artık eskisi gibi yönetemeyeceğini biliyor. Hele ki çok geniş ve çeşitli kesimleri, farklı sınıf ve katmanları aynı ölçüde etkileyen ve kızdıran, farklı arayışlara ve fiili sokak mücadelesine yönelten toptan yasak ve baskılarla! Öte yandan bu devletin baskı, yasak ve zoru elden bırakacağı anlamına kesinlikle gelmiyor. Nispeten hedef daraltarak belirli bir öncü kesim için (sosyalistler, devrimciler, az çok radikal muhalifler, öncü işçi ve emekçiler, “sokak çocukları”…) daha da sertleştirip yoğunlaştıracağı anlamına geliyor. Ancak diğer taraftan belirli bir kesim için ise, sokaktan uzak durduğu ve sokağı desteklemekten vazgeçtiği ve buna tavır aldığı ölçüde, en geri ve güdük bir iki kırıntı veya

kırıntı vaati, “muhatap alma, diyalog” vb gibi yöntemlerle çözüp düzene soğurma, Gezi’yi ve fiili sokak siyasetini geniş kesimlerden tecrit edip toplumsal-siyasal meşruluk alanını daraltma, gibi –sertleşen baskılar ve neoliberal içerme parantezine alarak– ikili kıskaç yöntemine doğru bir geçiş yapma ihtimali anlamına geliyor. Döve döve demokrasi işte budur! Unutmayalım: Gezi’yi sistem açısından daha tehditkâr kılan, onun yalnız baskı ve yasaklarla değil, düzenin kitle kontrol kurum ve mekanizmaları tarafından da istendiği gibi kontrol altında tutulamamasıdır. Fiili meydan-sokak eylemleri, işgaller, barikatlar, direnişler, seferberliklerin sınırlı bir öncü kesimin ürünü olmaktan çıkarak, yığınsallaşmasıdır. Sosyalist, devrimci, az çok radikal antikapitalist dinamiklerin daha geniş kitlelerle buluşma olanaklarının artmasıdır. Yeni kolektif siyasallaşma, toplumsallaşma, özneleşme, sorgulama alan ve ilişki biçimlerinin ortaya çıkmaya başlamasıdır. Haziran’a giderken yapılması hedeflenen bu dinamiğin soğurulmasıdır.Burjuvazinin siyasette “ince ayar” mühendisliği, hızla buna tav olacak liberallerin “barış, diyalog, uzlaşma” söylemlerini de yoğunlaştırmasına, orta sınıflar ve liberal reformizmin de kitleleri beklentiye sevk etme, sokak siyasetinden ayırıp geriye çekme çabalarını da cesaretlendirmesine yol açabilecektir. Bu yüzden 1 Mayıs-1 Haziran sürecinde kitleleri orta sınıf ve liberal reformizminden ileriye doğru ayrıştırma ve sokak siyasetinin kitlelerle birlikte ve kitleler nezdinde canlılığını, meşruluğunu koruma ve genişletme özel bir önem kazanmaktadır. 1 Mayıs’ın işçi sınıfı ve emekçi kitleler için mesajı netti: Israr, Direniş, Kararlılık, Örgütlülük!Israrı, direnişi, kararlılığı sürdürmenin yolu nasıl burjuvazinin “ince ayarlarına” karşı yalpalamayacak bir sınıfsal netlik ve duruş yönüne sahip olmaktan geçiyorsa, Haziran’a yürürken örgütlülüğün, kitleselliğin, devrimci proleter etki gücünün büyütülmesi için çalışmaya her zamankinden fazla ihtiyaç duyuyoruz.


4

işçi meclisi

İl il 1 Mayıs eylemleri Mersin: Mersin’de 1 Mayıs Emek Mücadele ve Dayanışma Günü her kesimden binlerce kişinin katılımıyla Taksim ve Kızılay coşkusu içinde kutlandı.

Meydanı’na ulaşıldı. Meydana girişte aramalara izin vermeyen bazı kurumlarla polis arasında kısa süreli gerginlik yaşandı.

Mersin Emek ve Demokrasi Platformu tarafından düzenlenen 1 Mayıs kutlamaları, sendikaların, odaların, devrimci-demokrat-yurtsever örgütlerin, Alevi ve köy derneklerinin, taraftar gruplarının saat 14.00'ten itibaren İstasyon Caddesi’nde toplanması ile başladı. İstiklal Caddesi’nin çift yönlü kapatılması ile başlanan yürüyüş boyunca Taksim’de yaşananlar ıslıklarla ve sloganlarla protesto edildi. Eylemde sık sık “Her yer Taksim her yer direniş”, “Berkin Elvan 15'inde bir fidan”, “Taksim’de düşene dövüşene bin selam”, “Yaşasın 1 Mayıs”,” Biji Yek Gulan”, “Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz”, “Gezi şehitleri ölümsüzdür”, “Zafer Direnen Emekçinin Olacak” sloganları atıldı. Yaklaşık 2.5 saatlik bir yürüyüşün ardından Cumhuriyet

1 Mayıs kutlamalarında Gezi ruhu, pankartından dövizine sloganına kadar her şeyde kendini hissettirdi. Özellikle gençlik örgütlerinin pankartlarında Gezi şehitlerinin resimleri yer alırken doğa teması da yine öne çıkan unsurdu. Liselerden katılımın yoğun olduğu göze çarparken Mersin Üniversitesi öğrencileri de farklı fakültelerin pankartları ile beraber ortak pankart arkasında katıldılar. Taraftar grupları zayıf olsa da yaratıcı slogan ve pankartları, coşkuları ile alanın ilgisini çekti. Farklı kortejlerden pek çok kişi taraftar gruplarının sloganlarına eşlik ederken Meydan’da en çok alkışı Çarşı aldı. Taraftar gruplarının yanı sıra ilgi gören diğer grup ise LGBTİ bireylerin

yer aldığı Gökkuşağı pankartı oldu. Yaşasın 1 Mayıs SDP Dev-Lis imzalı paraşütle bir kişi eylem alanının üzerinde uçarak pullama yaptı. Oldukça renkli bir görüntü ortaya çıktı. Cumhuriyet Meydanı’na bütün kurumların gelmesinin ardından devrim mücadelesinde yitirilenler için saygı duruşu yapıldı ve Gezi şehitlerinin isimleri okundu. Tertip Komitesi adına bir konuşma yapan Mersin Emek ve Demokrasi Platformu Dönem Sözcüsü ve DİSK Genel-İş Sendikası Mersin Şube Başkanı Kemal Göksoy, Taksim yasağını kınayarak başladığı konuşmasında AKP politikalarının işçi ve emekçiler için ne anlama geldiğini ifade ederken “Gün mücadele günüdür. Şimdi hamle sırası

emek ve demokrasi güçlerindedir. Bunun için emekçiler ve ezilenlerin seçeneğini yaratmak, birleşik toplumsal mücadeleyi büyütmemiz gerekmektedir. bugün işsizliğe, yoksulluğa, kölece çalışmaya, iş cinayetlerine, zorunlu mesailere, işten atmalara, taşeronlaştırmaya dur demek için 1 Mayıs’ı birlikte haykıralım diyoruz” diyerek mücadele çağrısı yaptı. Konuşmanın ardından Kardeş Türküler’in konseri eşliğinde halaylarla eylem sona erdi.

Tarsus: Yaklaşık 1500 kişinin katıldığı Tarsus 1 Mayısı’na Taksim direnişi damgasını vurdu. Tarsus’ta bu yıl da, tarihi Kleopatra Kapısı’nda toplanılarak 1 Mayıs alanı olan Cumhuriyet Meydanı’na yüründü. Saat 16:00'dan itibaren toplanmaya başlayan kitle 17:00'de yürüyüşe geçti. Bir saat süren yürüyüş sırasında kortej Tarsus halkı tarafından yoğun ilgi ile karşılandı. Tarsus halkı işyerlerinden, balkonlardan alkışları ile yürüyüşü selamladılar. Yürüyüş boyunca Gezi Direnişi sloganları ile aynı saatlerde Taksim ve Kızılay’da süren direniş ile dayanışma amaçlı sloganlar atıldı. Yine Gezi Direnişi’nde hayatını kaybedenler yürüyüş boyunca anıldı. “Yaşasın 1 Mayıs”, “Biji Yek Gulan”, “Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz”, “Her Yer Taksim Her Yer Direniş”, “Taksim’de Düşene Dövüşene Bin Selam”, “Gezi şehitleri ölümsüzdür”, “Zafer Direnen Emekçinin Olacak”, “İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek” sloganları yürüyüş boyunca atılan sloganlar arasındaydı. Yürüyüşe, KESK’e bağlı Eğitim-Sen ve BES, Eğitim-İş, İHD, ÇYDD, Musalla Halkı, Yeşilköy Mahallesi, Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri ve Genç Umut, Tüm-İGD, ÖDP, Gençlik Muhalefeti, Partizan, HDP, EMEP, CHP, Yaşam Ateşi

Kültür ve Sanat Topluluğu, Çarşı taraftar grubu, TEMA, PSAKD, Tarsus Alevi Dernekleri ve HES karşıtı mücadele yürüten Boğazpınar Halkı katıldı. 1 Mayıs programı kortejlerin alana girmesinin ardından saat 18:00'de başladı. Açılış konuşması ve saygı duruşunun ardından tertip komitesi adına konuşma Cuma Erçe ve Yasemin Yücel tarafından gerçekleştirildi. Okunan şiirler ve sloganların ardından Yaşam Ateşi Müzik Grubu’nun seslendirdiği şarkılar ve çekilen halayların ardından eylem sonlandırıldı.

Adana: Adana’da 1 Mayıs mitingi için işçi ve emekçiler Saat 15.00’te Mimar Sinan Açık Hava Tiyatrosu önünde biraraya gelmeye başladılar. Burada kortejlerini oluşturan kurumlar miting alanına doğru yürüyüşe geçti. Bir kolda DİSK, KESK,TMMOB, ATO ve devrimci kurumlar yürürken diğer bir koldanda Türk-İş , CHP, İP yürüdü.

Newroz’a Gezi’den 1 Mayıs’a işyerlerinde, alanlarda, sokaklarda, direnen, mücadele eden emekçilere er ya da hesap vermekten kurtulamayacak. AKP TOMA’larla, gaz, copla plastik mermileriyle bizleri engelleyeceğini sanıyorsa yanıldığını görecek. Çünkü bizler sokaklarda meydanlarda işyerlerinde okullarda, yoksul mahallelerde ayağa kalkıp yüzlerin güneşe dönenleriz.”

Adana’da bu yıl 1 Mayıs mitingi coşkulu ve geniş katılımlı gerçekleşirken Genel-İş, TÜMTİS, Tez Koop-İş, Petrol-İş ve Eğitim-Sen kortejlerinde katılım yüksekti. Mitingde Çukurova Belediyesi taşeron işçileri de kendi pankartlarıyla yürüdüler.

Kürsüden Greif direnişide selamlanırken Taksim’deki polis saldırısı kınanarak, “Her yer Taksim her yer direniş!” sloganları atıldı.

Mitingde gençlik örgütleri ve HDP kortejleride dikkat çekiciydi. Miting 1 Mayıs Marşı eşliğinde devrim ve sosyalizm mücadelesinde yaşamını yitirenler anısında saygı duruşu ile başladı. Saygı duruşunun ardından “Devrim şehitleri ölümsüzdür!” sloganı atıldı. Kürsüden, kitleyi Türkçe, Kürtçe ve Arapça olarak selamlayan konuşmalar yapıldı. Kürsüde yapılan konuşmada “Gün geldi, devran dönüyor! AKP 8 Mart’tan

Abdullah Öcalan’ın 1 Mayıs için yazdığı mesaj okunurken Türk-İş’in gerici başkanı Edip Gülnar’ın da etkisiyle sıklıkla kesilen konuşma nedeniyle mesaj daha sonra ikinci kez tekrar okundu.


5

işçi meclisi

Kırklareli: 36 yıl aradan sonra Kırklarelinde ilk 1 Mayıs gerçekleştirildi. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB tarafından organize edilen eyleme Petrol-İş dahil olmak üzere çok sayıda kurum da katıldı. Bilindiği gibi Gezi sürecinde 65 KESK’li memura toplamda 1238 kişiye dava açılmıştı.Kırklareli’li işçi emekçiler ise bu davalarla yaratılmak istenen sokakların boşaltılması baskısına karşı sokağı terketmediğinin altını çizmek için bu 1 Mayıs’ı Kırklarelinde gerçekleştirme kararı aldı. Lüleburgaz ve Tekirdağ’dan da katılımın gerçekleştirildiği eylemde oluşturulan kortejler yürüyüşe İstasyon Caddesinden başlayıp, mitingin gerçekleştirildiği Şevket Dingillioğlu Parkında bitirdi.

bırakacak olması, 9 mayısda JOY Plastik işçilerinin Çerkezköy’de greve çıkacak olması 1 Mayıs'la kalınmayan bir ortak mücadelenin zorunluluğunu ortaya koyuyordu. Eylem müzik dinletisiyle sona erdirildi.

Yaklaşık iki bin kişinin katıldığı eylemde Gezi ve Taksim sloganları ağırlıktaydı. Genel-İş ve Petrol-İş’in ana gövdeyi oluşturduğu eylemde güzergahın yerleşim yerlerinin içerisinden geçmesiyle; balkonlardan sloganlarla destek olanlardan elindeki Deniz Gezmiş portresiyle yürüyüşü selamlayanlara sokakla, şehirle bütünleşen bir eylem atmosferi yaşandı. Ve 1 Mayıs kürsüsü, işçi sınıfının bugünkü mücadele ihtiyacını fazlasıyla vurguluyordu. 5 Mayısda TPAO işçilerinin özelleştirme saldrısına karşı bir günlük iş

Bursa: Bursa’da Türk-iş, DİSK, KESK ve TMMOB tarafından oluşturulan tertip komitesi Gezi eylemleri sırasında özgürleştirilen Heykel Meydan’ına başvuru yaptılar. Başvuru Bursa Valiliği tarafından kabul edilmedi. Tertip komitesi gezi ruhuna uygun olmayan bir tavır takınarak mitingi Kent Meydan’ında yapmaya karar verdiler. Halkevleri Heykel’de toplanarak Cumhuriyet Caddesi üzerinden toplanma noktasına geldi. Saat 13:00’ten itibaren Stadyum önünde kortejler oluşturuldu. Saat 14:00’te yürüyüş başladı. Kortejlerin en önünde “Yaşasın 1 Mayıs!” pankartı yer aldı. Ardından Türkİş’e bağlı TÜMTİS sendikasına üye işçiler kortejlerini oluşturdu. Türk-İş’e bağlı diğer sendikalar mitinge katılmadı. Türk İş’in tertip komitesinde sadece adı vardı ama alanda kendisi yoktu.

pankartlarıyla mitinge katıldılar. KESK’e bağlı sendikaların kortejlerinin ardından sırayla TMMOB, Birleşik Kamu-İş, ÇHD, CHP, Halkevleri, Livane Kültür Derneği, Doğader, İşçi Hakları Derneği, Mudanya Dayanışma Evi, BDSP,DHF, ÖDP,HDP, EMEP, ESP, BAMİS-BATİS, Partizan, SDP, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi pankartlarıyla katıldılar. Alana girişte Halkevleri, BDSP, ÖDP üzerlerini aratmadılar. Polis’in üzerlerini aramaya çalışması sonucu kısa süreli arbede yaşandı. Gösterilen tepkinin ardında polis arama noktalarını kaldırmak zorunda kaldı. Kürsüden yapılan konuşmaların ardından Mogollar grubunun verdiği konser ile miting sonlandırıldı.

TÜMTİS kortejini DİSK’e bağlı sendikalar izledi. DİSK’e bağlı sendikaların katılımı iyi idi. Birleşik Metal-İş’in örgütlü olduğu Asil Çelik, Prysmian ve SCM işçileri pankartlarıyla mitinge katıldılar. DİSK Tekstil, Genel-İş, Dev Sağlık-İş, ve Sosyal-İş pankartlarıyla sıralandılar. DİSK’e bağlı Emekli Sen kitlesel katılım ve coşkusu ile dikkat çekti. DİSK kortejlerinin ardından KESK’e bağlı sendikalar sıralandılar. Eğitim Sen korteji en kitlesel olanıydı. SES korteji çok azdı. Kültür Sanat-Sen, BES, Tüm Bel-Sen, Yapı Yol-Sen, Tarım Orkam-Sen, ESM, Haber-Sen

Ağrı: Ağrı’da Serhat bölgesinin ortak kutlaması yapıldı. 1 Mayıs için sabahın erken saatlerinden itibaren Serhat illerinden Ağrı’ya hareket eden binlerce emekçi, iki koldan mitingin gerçekleştirileceği Xanî Baba Caddesi’nde bulunan Newroz alanına yürüdü. BDP Ağrı İl Örgütü öncülüğünde oluşturulan kortej Eski Van Caddesi’nde bulunan merkez ilçe binasından, KESK bileşenleri ve DİSK ise Kütüphane Caddesi’nde bulunan KESK binası önünden yürüyüşe geçti. KESK, DİSK ve BDP bayraklarının dalgalandırıldığı alanda, “Sakine, Fidan ve Leylaların failleri, Roboski’nin utancı Rojava devrimi ile aydınlanacak”, “Taksim’de direnlere selam olsun”, “İradesi çalınmış bir halkın zafere yürüyüşü için Ararat’tayız”, “Uyuyan gençlikle değil, direnen gençlikle önderliği özgürleştirelim”, “Li Serhadê an şoreş an şoreş”, “Sosyalizmde ısrar insan olmakta ısrardır. Emeğimiz onurumuzdur, onurumuz Önderimizdir”, “Hakikat aşktır aşk özgür yaşamdır” pankartlarının yanı sıra Roboski’de TSK uçakları tarafından katledilen 34 yurttaşın fotoğrafları platforma asıldı. Sık sık, “Be Serok jiyan nabe”, “Bijî berxwdana Rojava”, “Yaşasın 1 Mayıs”, “Bijî 1 Gulan”, “Dızo Heso”, “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Bijî berxwedana kedkaran”, “Direne direne kazanacağız” sloganları atıldı. Demokrasi mücadelesinde yaşamını yitirenler anısına saygı duruşunda bulunulmasının ardından ise Tertip Komitesi adına KESK Ağrı Şubeler Platformu üyesi Aslı Engin Aslan

konuştu. 1 Mayıs’ı Taksim Meydanı’nda kutlamak isteyen emekçilere saldırıldığını belirten Aslan, “Taksim’de yoldaşlarımız şu an direnmektedirler. Buna yol açan zihniyeti kınıyoruz. Direnen işçi sınıfının zaferi yakındır. Hepinizin 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutluyorum” dedi. 1 Mayıs mücadelesinde yaşamını yitirenleri anarak konuşmasına başlayan Genel İş Şube Başkanı ve DİSK Bölge Sorumlusu Ersin Erincik ise, “Bugün dünyanın birçok yerinde 1 Mayıs coşku içinde kutluyorlar. Ama ülkemizde ise alanlarda olan halka saldırılmakta” dedi.


6

9

işçi meclisi

işçi meclisi

Kars: Kars’ta da emek örgütleri sabahın erken saatlerinden itibaren Faik Bey Caddesi’nde bulunan Eğitim Sen Şube binası önünde toplanıldı ve kortej halinde 1 Mayıs’ın kutlanacağı Cumhuriyet Meydanı’na yürüyüş gerçekleştirildi. Sendikaların pankart ve dövizlerinin taşındığı yürüyüşte, “Yaşasın 1 Mayıs”, “Direne direne kazanacağız”, “Faşizme karşı omuz omuza” sloganları atıldı. Kutlamanın yapılacağı alanda ise polis yoğun önlem aldı, girişlere arama noktaları kurdu. Alana gelen emekçiler, 1 Mayıs 1977'de Taksim’de yaşamını yitirenler anısına saygı duruşunda bulunundu. KESK Kars Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Hayati Mehmetoğlu,

“Türkiye’nin dört bir tarafında zulme ve adaletsizliğe karşı direnen tüm yoldaşlarımızın günü kutlu olsun. Ezilenlerin ve devrimcilerin yüreğindeki özgürlük ve barış ateşini dünyada hiçbir güç söndüremeyecektir. Bizler kıdem tazminatımıza ve örgütlenme hakkımıza sahip çıkacağız. Bizler onurlu ve insanca bir yaşam istiyoruz ve bunu kazanana kadar direneceğiz” dedi.

Yüksekova: Yüksekova’da İpek Yolu Caddesi üzerinde bulunan VEDAŞ Arıza Servisi önünde bir araya gelen taşeron işçiler, kurum bahçesinde kutlama gerçekleştirdi. Şemdinli ve Çukurca’dan gelen VEDAŞ işçilerinin de katıldığı kutlamada, işçiler halay çekti ve sloganlar attı. Elektrik, Gaz, Su, Baraj Çalışanları Sendikası (Enerji-Sen) üyesi taşeron işçiler adına açıklamada bulunan sendika üyesi Hikmet Zirek, bütün işçilerin ve özellikle taşeron işçilerin bayramını kutlarken, 1 Mayıs vesilesi ile taşeron işçilerin yaşadığı sıkıntıları dile getirdi.

plu sözleşme adı altında oynanan tiyatrolara inanmıyoruz. İşbirlikçi sendikaların işçilerin taleplerini işverenlere peşkeş çekmesine izin vermeyeceğiz. İşçiden yana gerçek toplu sözleşmeyi işçilerin örgütlü gücü DİSK Enerji-Sen yapacaktır” dedi.

Sık sık “Taşerona hayır”, “Güvencesiz işçiliğe hayır” sloganlarının atıldığı açıklamada Zirek, “To-

Çukurca: Hakkari’nin Çukurca ilçesinde ise Çukurca Emek ve Demokrasi Platformu tarafından düzenlenen 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamasında işçiler ve emekçiler alana çıktı. Sabah saatlerinde Cumhuriyet Mahallesi PTT binası önünde bir araya gelen ve aralarında BDP İlçe Başkanı Cumhur Erdemir, Çukurca Belediye Eş Başkanı Servet Tunç, Barış Anneleri İnisiyatifi, Emek ve Demokrasi Platformu bileşenleri, KESK, MEYADER gibi emek örgütleri ve sivil toplum örgütü temsilcileri yürüdü. Sık sık, “Her yer Taksim her yer direniş”, “Savaşa değil, emekçiye bütçe”, “AKP’ye kul sermayeye köle olmayacağız”, sloganları atılarak, kutlamanın yapılacağı belediye binası önüne gelindi. Yürüyüşün sonunda açıklamada bulunan Sağlık Sen İlçe Temsilcisi Dr. Cem Çimen, “Biz namus kisvesiyle

öldürmek, sermayeye ucuz işgücü olmak, Roboski’de devletin bombasıyla Okmeydanı’nda devletin gaz fişeğiyle vurulup öldürülmek istemiyoruz. Acımızla alay edilmesini, seçim mitinglerinde hedef gösterilmeyi kabul etmiyoruz. Bizler savaş değil, barış istiyoruz. Suriye ve Rojava’ya yönelik emperyalist saldırganlığın taşeronluğundan vazgeçilmesini istiyoruz. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözüm süreciyle birlikte savaş yatırımları azalacağı yerde büyümektedir. Barış halkların dilindeyken sınırlara duvarlar örülmesine, karakol ve kalekol yapılmasına savaşa yatırıma hayır diyoruz” diye konuştu.


7

işçi meclisi

Her yer Taksim Her yer 1 Mayıs Sabahın ilk saatleriydi, geçen senenin deneyimiyle bu sene güne daha erken başladık. Hazırlıklarımızı yaparak diğer yoldaşlarımızla buluşmak üzere Şişli Endüstri Meslek Lisesine doğru yola çıktık. Çağlayan hattından başlayarak Zincirlikuyu’ya kadar burjuva devleti her ara sokağı barikatlar, polis, TOMA ve akreplerle tutmuştu. Bu sürpriz olmamıştı, günler öncesinden böylesine bir abluka yapacakları belliydi. Ancak ne TOMA’ları, ne o barikatları ne de kullanılan onlarca ton gaz bombası bize sökmedi. Diğer yoldaşlarla buluşacağımız nokta polis tarafından tutulmuştu. Biz de eski Ali Sami Yen stadyumunun arkasından bulduğumuz bir boşluk üzerinden Şişli tarafına geçiş yaptık. Yoldaşlarımızın Cevahir AVM’nin arkasında olduğu haberini almıştık. Oraya geçtiğimizde sayımız yoldaşlarımız ve dostlarımızla birlikte 30 kişiyi bulmuştu. 1 Mayıs savaşında yoldaşlarla buluşmanın mutluluğu gözlerimizden okunuyordu. Genç yoldaşlarımız sabırsızdılar “nerede kaldınız” diye bize sitem ediyorlardı. Düşmanla ilk buluşma alanımız 19 Mayıs Caddesi oldu. Cevahir AVM’nin arkasında otopark girişinin bulunduğu caddede, polis barikatının önünde duran insanlar bizi görünce sloganlarımıza katılarak bizim yanımıza geldiler. Polisler bizi görünce şaşırmışlardı. Hemen barikatımızı kurduk, çöp konteyneri, yakındaki inşaat malzemeleriyle barikatımızı hazırladık. İlk sloganı patlattık: “Her Yer Taksim Her Yer Direniş”. Polis akrep aracını getirerek bize anons yapmaya başladı. Daha anonsları bitmeden taşlarımız ve sapanlarımızla gereken cevabı polise vermiştik. Arka kısımda ikinci barikat kuruluyordu. Siper yoldaşlarımız ve onlarca insan da bulunduğumuz noktaya gelmişti. Kitle “kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz” sloganını atarak polis barikatına yükleniyordu. Eldiven, baret ve sapanlarımızla Taksim alanına yürüme kararlılığımızla direnişi büyütüyorduk. Barikat gerisinde kalanlar taş kırarak, arkadaki barikatı güçlendirerek ve ön barikata yeni malzemeler bularak direnişe katılıyorlardı. Sloganlar hiç susmuyordu. Yaklaşık 100-150 kişilik bir kitle coşkulu ve kararlıydı. Bizler Devrimci Proletarya ve Sınıfsız okurları olarak burjuva iktidarın bu ablukasını yarmak için tüm enerjimizle barikatın en önündeydik. Bu arada az ileride diğer yoldaşlarımızın olduğu noktalardan haberler de bize geliyordu. Bu haberler bize de moral veriyor, öfkemizi dahada güçlendiriyordu. Mecidiyeköy Metrobüs üst geçidi içinde devrimci proleterlerin de olduğu 200 kişilik gösterici grup tarafından işgal edilmişti. Üst geçidin diğer tarafına inen grup, Mecidiyeköy meydana giden yolu kesen bariyersiz polis barikatının sloganlarla üstüne yürüdü ve geriletti. Bir diğer grup da polisin olmadığı viyadüğü trafiğe kesip Ali Sami Yen tarafındaki çatışmaya doğru yürümüştü. Yoldaşlarımız bize çok yakın bir noktada olmalarına rağmen onlarla buluşamamıştık ama devrimci proleterlerin sesi her sokaktaydı, bulundukları her alandaydı. 19 Mayıs caddesindeki çatışma o ana kadar Şişli hattındaki en güçlü çatışmalardan biriydi. Polis plastik mermi biçimindeki gazlardan yüzler-

cesini üzerimize yağdırıyordu. Aynı şekilde taşlar ve bilyelerle karşılığını alıyordu. Gaz saldırısıyla birlikte akrep aracıyla bizi geriletse de ikinci barikatı geçememişti. Kitlenin kararlı duruşu ile ilk noktaya çekilmek zorunda kalmıştı. İnşaat işçileri de bulunduğumuz alana gelmişlerdi. Onları “yaşasın sınıf dayanışması” sloganı ile karşılamıştık. Ön taraftaki barikat güçlendirilmişti. Polisin attığı gaz bombaları eldivenli sınıfsızcılar tarafından ya geriye atılıyor ya da sağ ve solda bulunan inşaatlara atılıyordu. Bu esnada Sınıfsız imzalı pankartımızı açmıştık. Pankartımız barikatın en önünde dalgalanıyordu. Duvarlarda Sınıfsız ve Devrimci Proletarya yazılamaları yapılmıştı. Yaklaşık 20 dakika pankartımız barikat başında açık kaldı. Ayrıca duvarlarda ve barikatlarda “Komünist Devrim Örgütü” yazılamaları gözümüze çarpıyordu. Burjuva iktidarın her türlü katliamına alışıktık, Gezi’de sekiz genç canımızı bu hain saldırılarında yitirmiştik. Polis yine hainliğini konuşturuyordu. Yan sokaktan bize saldırmıştı. Kitle kayıp vermeden geri çekilmişti. Bir yoldaşımız otelde sıkışmış ancak otelde çalışan işçiler yoldaşımıza ve yanındaki eylemcilere sahip çıkmıştı. Polisin bu saldırısı da boşa düşürülmüştü. Polis çaresiz kalmıştı, durmadan küfür ediyordu. Barikatın ön kısmından bir yoldaşımıza “teke tek gelseniz ya” diyordu. Yoldaşımız “tamam” demişti, bir adım öne çıkan polisin üstüne yoldaşımız iki adım gidince polis geri kaçmıştı. Bu duruma hepimiz gülmüştük. Bulunduğumuz noktanın hem dik bir yokuş olması hem de arkadan saldırıya elverişli olmasını gözeterek başka bir noktaya çekilme kararı aldık. “Yaşasın devrim ve sosyalizm”, “Berkin’in Katili Sermaye Devleti” sloganlarımızla bulunduğumuz alandan çekildik. Bizim dışımızda bulunan siper dostlarımız ve diğer eylemciler de bizimle birlikte çekilme kararına uygun davrandılar. Bu daha başlangıçtı, Ortaklar caddesine çıktığımızda sayımız daha da kalabalıklaşmıştı. Başka siper yoldaşları da bize katılmıştı. Sokağın başı Mecidiyeköy otobüs duraklarına açılıyordu. Polis üç TOMA ve yüzlerce çevikle sokağın başını tutmuştu. Sloganlar atılmaya başlanmıştı bile bizler Sınıfsızcılar olarak hemen en ön saflara koştuk, hızla TOMA ve polislerin geçmemesi için bir barikat kuruldu. TOMA su sıkmaya, polisler gaz atmaya başlamışlardı bile, ancak nafile; gazlar yine Sınıfsızcılar tarafından etkisiz hale getiriliyordu. Kürt hareketinden genç dostlarımız da su dolu kovalar yaparak gaz fişeklerini bunların içine atıyordu. Kitle her etkisiz kılınan gaz bombasında alkışlarıyla ön cephedekilere moral oluyordu.Burada toplananların sayısı çok geçmeden 500 kişiyi bulmuştu. Arka kısıma gelen yaşlı bir teyze arka barikata vurarak slogan attırmaya başlamıştı. Market arabalarıyla ön tarafa şişe ve taş taşınıyordu. Arkada bulunanlar halay çekiyor, dinleniyor yeniden barikatın önüne doğru geliyordu. Yakılan ilk molotof düşmanı korkutmuştu. Ardından bir tane daha ve bir tane daha…

“ Yaşasın Devrimci Dayanışma” sloganıyla karşılamıştık siper yoldaşlarının bu ateş şölenini. Biraz sonra Sınıfsız ve Devrimci Proletarya pankartları açılacaktı. “Yaşasın Dünya Komünist Devrimi”, “Kahrolsun Burjuva Diktatörlüğü” sloganları yankılanıyordu direniş mevzisinde. Kitle sloganlara katılıyordu. Sapanlı Sınıfsızcılar polisin üstüne bilye yağdırıyordu. Saatlerce süren bir direnişe tanıklık ediyorduk. Bulunduğumuz alanda inşaat işçileri,diğer sektörlerden işçiler vardı. Kitlenin ana gövdesi kadın, erkek gençlerden oluşuyordu. Arka barikat ateşe verilmişti. Direnişçilerin bir kısmı ateş başında halay çekiyordu. Bu esnada KDÖ militanlarının sloganları duyuluyordu. “Yaşasın KDÖ, yaşasın Komünist Devrim”, “Yaşasın Komünist Devrim Örgütü”… Polis üç TOMA’nın suyunu bitirmişti. Onlarca gaz bombası kullanmıştı ama bizleri bir adım bile geriletememişti. Yeni bir TOMA getirilmişti. Bu arada cadde üstündeki evlerden yemek, su ve limon veriliyordu. Direnişçiler çantalarındaki yiyecekler ve evlerden verilenleri kolektif bir biçimde paylaşıyordu. Yaklaşık yarım saat sonra arka sokaktan bir TOMA ve onlarca polis gelmişti. Arka barikatta bulunanların ön tarafa haber vermesiyle ön taraf da arada kalmaktan kurtulmuştu. Ancak polis vahşice saldırıyordu. Kitle 4-5 parçaya bölünmüştü. Saatlerdir savunduğumuz barikatımız düşmüştü ama her yeri Taksim’e çevirmek ve Taksim kararlılığından birşey yitirmemek bizim moralimizi bozamamıştı. Bu saldırıda bir devrimci proleter polis tekmesiyle yaralanmıştı. Bir otel işçisi kadın polisin attığı gaz fişeğiyle kafasından yaralanmış ve ambulansla hastaneye götürülmüştü. Yine başka bir otelde sınıf dayanışmasıyla otel işçileri orada sıkışanlara yardım etmiş ve polis gidene kadar dışarı çıkarmamıştı. Tüm yoldaşlarla birlikte Fulya tarafında toplanmıştık. Ortak karar alarak eylemimizi bitirme kararı aldık. Sabah saatlerinden beri devam eden direniş sonrasında iki yoldaşımız gaz fişeğiyle, birkaç yoldaşımız plastik mermi ile yaralanmıştı. Ama yine de gülüşüyorduk. Polisin çaresizce ilk bulunduğumuz noktada bize Türk bayrağı sallamasına gülüyorduk. Genç yoldaşlarımızın bazılarının ilk barikat deneyimiydi. Bazılarınınsa geçen seneden ve Haziran direnişinden alışık olduğu bir durumdu. Ancak daha hazırlıklı ve koordineli olmanın ve kolektif bir eylemi ortaya koymanın mutluluğuyla sarılarak yoldaşlarımızdan ayrıldık.


8 işçi meclisi

8

9 işçi meclisi

işçi meclisi

YAŞASIN 1 MAYIS! BİJİ YEK GULAN!

“Taksim hakkımız, söke söke alırız”

Taksim 1 Mayısının öne çıkartılması gereken sınıfsal yönü, küçük burjuva sol basındaki 1 Mayıs değerlendirmelerinde yine gözardı edildi. 2014 Taksim 1 Mayısında emek ve işçi sınıfı yönelimi hem daha güçlü hem de daha yaygın ve kitleseldi. 1 Mayıs’ta emek ve işçi sınıfı vurgusundan daha doğal ne olabilir ki diye sorulabilir.

banka borçlarına, polise veryansın ederek içini döken işçileri de…

Hepsinde ortak olan öfkeydi. Öfke ise, geçen yıllardakinden farklı olarak yalnız hükümet, polis, gaz, yasağa karşı değil aynı zamanda patronlara, çalışma koşullarına, borçlara, sermayeyeydi. Kısacık sohbetler yapabildiğimiz işçiler ve işçi gruplarından, 30 yaşlarında bir kadın ofis işçisi, AKP’ye oy veren işçilere veryansın ediyor, AKP onlara kadro veriyor, ikramiye veriyor,

larının da duyacağı biçimde yükseltip sohbeti doğal bir ajitasyona çevirip her gün sabah erkenden akşama kadar çalışıyoruz, yılda birgün şurada emeğimiz için toplanmamamız da yasak, diye bağırıyor, çevredeki işçilerden de yanıt olarak hemen onaylayıcı ve öfkeli bir uğultu yükseliyor. 40 yaşlarında bir işçi, 17 yıl sanayide çalıştığını, sonra girip çıkmadığı iş kalmadığını anlatıyor, bizim canımız bitmiş, ne emeklilik ne bişi, asgari ücrete seviniyoruz, 21 yaşındaki polisler beni dövmek için benden 4 kat fazla maaş alıyor, diye

Önceki yasaklı Taksim 1 Mayısları ve Gezi’yle karşılaştırıldığında bu farklılık daha iyi anlaşılacaktır. Önceki yasaklı Taksim 1 Mayıslarında az sayıdaki sendikalı ve öncü işçi kesiminin dışında Taksim eylemleri daha ziyade devrimci ve sol örgüt ve gruplarla sınırlıydı. AntiAKP, antifaşist sloganlar ve yazılamalar çok baskındı. Sosyalizm ve siyasal sınıf savaşımı, hatta güncel işçi slogan ve talepleri bile eser miktarda kalıyordu.

İstanbul, Ankara dışındaki illerdeki 1 Mayıslarda da katılımda nisbi birartış ve iki yönden gelişme eğilimi kendisini gösteriyor. Bir yandan işçi örgütlenme girişimleri ve direnişlerinde son yıllarda nisbi bir artış eğilimini de yansıtan işçi katılımında artış, diğer yandan kadın, öğrenci, doğa mücadelesi, muhalif futbol taraftarları gibi Gezi dinamiklerinin katılımında çeşitlenme ve artış. 1 Mayıs aynı zamanda işçi sınıfı ve Gezi tarzı mücadeleler arasındaki etkileşimi güçlendiren bir moment oldu.

2014 Taksim 1 Mayısında ise donanımlı devrimci ve sol grupların, Gezicilerin yanısıra Taksim çevresine dolaysız işçi, emekçi kimliğiyle gelmiş oldukça geniş bir kesim vardı. DİSK Sendikalarından katılım yine sınırlıydı. Ancak Şişli’de kendi hazırladıkları 1 Mayıs/ Greif işçileri baretleriyle Greif işçilerinin ve diğer direnişteki işçilerin varlığı ve etkisi önemliydi. Otoyol üzerinden yol keserek yürüyüş yapan ve Ali Sami Yen tarafına giren birkaç yüz kişilik KESK’li grubun eylemi ise, Mecidiyeköy civarındaki çok sayıda işçi grubunun katılımıyla birkaç bin kişilik eylemlere, Mecidiyeköy’den Levent’e kadar devam eden yığınsal işçi eylemlerine dönüştü. Kızılay eylemlerinde Ostim işçileri, Beyaz Yakalı işçiler, Taksim eylemlerinde Plaza Eylem Platformu, Çağrı Merkezi İşçileri, Ev İşçileri Sendikası, İnşaat İşçileri Sendikası Girişimi gibi yeni işçi örgütlülükleri, yanısıra Kadıköy mitingini reddedip Taksim 1 Mayısına gelmiş Türk-İş sendikalarından (Tümtis, Havaİş, Petrol-İş, Deri-İş…) az sayıda işçi gruplarını da görmek mümkündü. Bunlar dışında da, daha ziyade Mecidiyeköy’e ikişerli, üçerli, beşerli küçük gruplar halinde gelmiş, örgütsüz, dağınık, ağırlıklı olarak genç (20-35 yaş arası) sürekli hareket ve çıkış arayışı içinde binlerce ve binlerce işçi vardı. Küçük Çekmece, Pendik gibi yerlerden gelmiş sanayi işçileri de, vasıfsız hizmet işçileri de, beyaz yakalı işçiler de vardı. Ali Sami Yen, Profilo AVM, Trump Towers, Metrobüs, Ortaklar Caddesi gibi yerlerde başını sol siyasetlerin ya da donanımlı Gezi-gençlik grularının çektiği eylemlere katılan işçiler de oldu, “işçiler toplanın” ya da “Yaşasın 1 Mayıs”, “Taksim hakkımız, söke söke alırız” gibi slogan ve çağrılarla kendiliğinden toplanıp birkaç yüz kişilik çok sayıda eylem başlatan işçiler de oldu, polisin tuttuğu çıkış noktalarında kaldırımlarda oturup sessiz bir inatla (ve 300-500 kişi olup gaz yiyinceye kadar) bekleyen işçiler de oldu, yorgunluktan yürüyemez hale gelinceye kadar ordan oraya dört dönenen de işçiler de oldu… Gidip kendi başına polis barikatı başındaki polislere bağırıp küfreden işçileri de gördük, sokaklarda ordan oraya yürürken yüksek sesle çalıştığı işyerine,

Komünistlerin Mecidiyeköy’de kurduğu barikatta yükselttiği Kahrolsun burjuva diktatörlük, kahrolsun ücretli kölelik düzeni, Berkin’in katili sermaye devleti gibi uzlaşmaz sınıf savaşımı ekseninden sloganlar, bu yıl ilk kez daha geniş bir kitleye yayıldı, barikat ve çevresindeki işçi grupları tarafından da sahiplenilerek atıldı. Otel, AVM, mağaza işçilerinin, Mecidiyeköy’ün alt tarafındaki mahallelerin, Kuştepe, Feriköy gibi işçiemekçi mahallelerinin eylemcilere desteği ve sahiplenmesi de aktifti. En sonu 1 Mayısa değil sadece işlerine gidecekken polisin engellediği emekçilerin, hele ki kadın işçilerin tepkisi görülmeye değerdi. Bu 1 Mayıs’ta Ankara’da işsiz “çantalı kadın”ın su sıkan TOMAlara karşı oturma eylemi yeni bir direniş simgesi oldu ama, polis barikatlarının başında oturma eylemi yapan ve kitlenin toplanmasını sağlayıp polis kendisini barikattan geçirinceye kadar da yüksek sesle polise bağırıp çağırmaya devam eden çok sayıda kadın işçi vardı.

Bu tablo, bir 5-10 yıl öncesine kadar işçilerin yüzde 80'inin 1 Mayıs nedir, Taksim nedir, grev nedir, kitlesel sokak eylemi nedir bilmediği bir durumdan gelinen nokta açısından umut vericidir. Tekel’den Greif ’e yerel, bölgesel ve ülke çapında gündem olan çok sayıda işçi direnişinin yarattığı yeni bir birikim, aynı zamanda Gezi tarzı toplumsal hareketlerinin tabanındaki yeni işçi kitlelerine doğru yayılan bir etkisi vardır. Diğer yandan Gezi’nin işçi sınıfının öncü kesimlerinde yarattığı ve bugün Greif, Yatağan gibi işçi direnişlerinde, fabrika işgallerinde, yeni işçi platform ve örgütlülüklerinde kendisini göstermeye başlayan bir etkisi vardır. Taksim ve Kızılay 1 Mayıslarının iyi bilinen önem, etki ve hegemonyalarının yanısıra, çeşitli siyasal ve sendikal örgütlerin tabanında ve çevresinde olduğu kadar kendiliğinden kitlesel işçi inisiyatif ve eylemlerine de tanık olması, bu süreçte gözden kaçırılmaması gereken bir sınıf dinamiğine de işaret etmektedir. Taksim ve Kızılay’da, çeşitli devrimci, sol siyasetlerin, sendikaların yaptığı eylemler, barikat çatışmaları, baretli, sapanlı Gezici gençlik gruplarının yaptığı eylemler kadar, onların olmadığı alanlarda da küçük küçük sayısız işçi grubunun “işçiler toplanın”, “Taksim hakkımız” gibi çağrılarla biraraya toplanıp gerçekleştirdikleri çok sayıda kolektif işçi inisiyatifiyle yapılan işçi eylemi de önemli bir göstergedir.

onlar çalışmıyor ki, bizim gibi eşek gibi çalışsalar burada olurlardı, diyordu. Bir temizlik işçisi, yanından geçtiğimiz plazaları işaret edip, 12 saat temizlik işinde çalışıp 1100 lira aldığını, pazarları da plazalara dış camları silmeye gittiğini anlatıyordu. Bir başka işçi, sesini çevrede bekleyen diğer işçi grup-

söyleniyor. Bir grup genç kadın işçiye, nerede çalışdıklarını sormaya kalmadan, bize niye soruyorsun ki , git onlara sor diye plazaların da üstünde bir şeylere işaret ederken, öfkelerinden biz de nasibimizi alıyoruz.

Bu işçi inisiyatif ve dinamikleri bugün artan sayıda işyerinde, toplumsal emek havzasında da alttan alta işliyor, tıpkı Taksim-Kızılay 1 Mayıslarında devletin engellediği, parselleyip cendereye çevirdiği alanlarda olduğu gibi çıkış arıyor, birbirine ulaşma, birlikte hareket etme, örgütlenme mücadelesi veriyor.


10

işçi meclisi

Ankara’da

1 Mayıs için hedef Kızılay’dı Haziran Direnişi’nin ardından yeniden kazanılan Kızılay Meydanı Ankaralı işçi ve emekçiler için 1 Mayıs Birlik, Mücadele ve Dayanışma gününü kutlama ve sınıfa karşı sınıf duruşunu net bir şekilde ortaya koymanın adresidir. Haziran Direnişinde Ethem Sarısülük’ün de katledildiği yer olan Kızılay için Devrimci Proletarya, DHF, Partizan, Alınteri, Mücadele Birliği, BDSP, Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri, Liseli Genç Umut, Politeknik, Devrimci Öğretmen, Devrimci Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları, Öğrenci Dayanışması, Güvenlik-Sen, UmutSen, Beyazyakalı işçiler, ÇHD Ankara Şubesi, Devrimci 78’liler, AFSAD, ODTÜ’lüler, Cebeci Öğrencileri, Kuğulu direnişçileri, 100. Yıl İnisiyatifi, Anıtpark Forumu ve Batıkent’ten dört mahalle meclisi çağrı yapmıştı. 1 Mayıs mitingi içinse buluşma saati 12.30 Güvenpark olarak belirlenmişti. 1 Mayıs sabahı Kızılay’a yürümek için eylemciler Cebeci, Kolej ve Kurtuluş’ta bir araya gelerek kortejlerini kurdular. Polis ise bu saatlerde Kızılay’a çıkan tüm yolları kapatarak Meydanı sivil ve çevik kuvvet polisleri ve TOMAlar ile abluka altına aldı. Eylemcilere ilk saldırı Kolej Kavşağında yaşandı. Polisin gazlı, tazyikli sulu, plastik mermili saldırısı karşısında geri adım atmayan eylemciler ısrarla Kızılay’a yürümek için mücadele ettiler.

İlk saldırının ardından Sakarya, Yüksel ve Ziya Gökalp Caddesi başta olmak üzere bu koldan Kızılay’a çıkan tüm cadde ve sokaklar eylem,çatışma alanına döndü.

Mayıs’ta da direnişin adresi Kızılay çevrasi oldu. Kolej-Kurtuluş’ta başlayan direniş, saatlerce Kızılay Meydanı ve çevresinde sürdü. Yaklaşık 7 saat süren direnişe binlerce kişi katıldı.

Defalarca Ziya Gökalp Caddesinde eylemcilere saldıran polis Kızılay inadını kıramadı. Her dağılmanın hemen ardından sokaklardan yeniden Ziya Gökalp Caddesine aktı kitle.

Onlarca kişi yaralandı, aralarında ÇHD'li avukatlarında bulunduğu 30'u çocuk en az 120 kişi gözaltına alındı. Polisin plastik mermi ile gözünden vurduğu bir liseli tek gözünü kaybetti.

Ankara’da sendikaların örgütlediği ve Sıhhıye Meydanı’ında gerçekleşen mitingin dağılması ile Kızılay Meydanındaki kitle daha da arttı. 1

Devrimci Proletarya 1 Mayıs Kızılay direnişine “Ya yeni bir yaşam için dövüşeceğiz ya da çürüyeceğiz” pankartı ile katıldı.

Taksim Bizim Kızılay Bizim Ankara Dayanışmasının 1 Mayıs’ta başta İstanbul ve Ankara olmak üzere bir çok ilde yaşanan devlet terörünü protesto etmek için Güven Park’ta bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Saat 18:00 de bir araya gelen kitle ‘’Heryer Taksim Heryer Kızılay, Bu daha Başlangıç Mücadeleye Devam, Taksim Bizim Kızılay Bizim sloganları atıldı.’’ Basın açıklamasını Ankara Dayanışması adına Mustafa Sarısülük okudu. Sarısülük yaptığı açıklamada ”İşçi sınıfının birlik, mücadele dayanışma günü 1 Mayıs’ta, işçiler, emekçiler ve halk bu yıl da devlet terörüyle karşı karşıya kaldı. 1 mayıs günü başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok şehirde adı konmamış bir sıkıyönetim uygulaması vardı. 1 Mayıs alanları, bazı cadde ve sokaklar polis tarafından insansızlaştırılarak kuşatıldı. Taksim’de Kazancı yokuşu, Ankara’da Etem Sarısülük’ün katledildiği yere karanfil bırakıp anma yapmak isteyenler engellendi. Şehitlerini anmak isteyenlerden korkan bir zavallılık görüntüsü izledik dün. Kutlama için alanlara yürümek isteyen halk on binlerce polisin saldırısına uğradı. Taksim ve Kızılay gaza boğuldu. Hafızalarımızdan silinmeyecek vahşet görüntüleriyle karşılaştık. Hastaneler bombalandı, evlerin içlerine kadar gaz atıldı. Yine hedef gözeterek ve öldürme amaçlı saldırılar yapıldı. 10 yaşlarında bir çocuk böyle bir saldırı sonucunda gözünden ağır yaralandı.

bundan böyle de öyle olmaya devam edecektir. Kaldı ki sorun bir alan meselesi olmanın çok ötesindedir. Demokratik hakları ve direnerek kazandıklarını savunan halkla diktatoryal bir iktidar arasındaki irade savaşıdır. Dün, işçi ve emekçilerin, devrim ve demokrasi güçlerinin iradesi teslim alınmak istendi. Saldırının temel nedeni budur. Halk, demokrasi ve hukuk dışı saldırılara boyun eğmedi. Alanlara çıktı ve devlet zorbalığıyla karşı karşıya kaldı. 1 Mayıs 2014 ün özeti budur.

Bu görüntülerle ilk defa karşılaşmıyoruz elbette. Haziran direnişi dönemi ve sonrasında da aynı tabloyu defalarca yaşadık. AKP iktidarı ve sistemin baskılarına karşı sokaklara çıkan milyonlar aynı saldırılarla karşılaştılar. İktidarın halka savaş açtığı bu süreçte 8 canımızı kaybettik. Daha doğru bir ifadeyle 8 canımız devlet terörüyle katledildi. Binlerce insan yaralandı, göz altına alındı ve tutuklandı. Parklar, sokaklar ve meydanlar halka yasaklanmak istendi.

Ankara Dayanışması olarak halklarımıza yönelik bu saldırıları bir kez daha kınıyoruz. Buradan iktidarı bir kez daha uyarmak istiyoruz. Artık taşların bağlandığı bir coğrafyada yaşamıyoruz.

1 Mayıs 2014, Gezi’nin yarattığı toplumsal direniş ve dayanışma ile işçi sınıfının tarihsel ve siyasal taleplerinin daha da gündemleştiği koşullarda karşılandı.

Bu sokaklar bizim! Taksim bizim! Kızılay bizim.

Son bir aydır yasaklı alan, yasaksız alan tartışmaları yapıldı. Biz yasaklı alan kavramını kabul etmedik, etmiyoruz. Bütün alanlar ve sokaklar halkındır ve

Halk bütün taşları teker teker çözüyor. O nedenle uyguladığın baskı ve zulüm politikalarından bir an önce vazgeç ve halkın demokratik iradesine saygı göster.”


11

işçi meclisi

‘Kurtuluş’ yolunda bir tutam kır çiçeği…

Herkese merhaba

Kuşkusuz konumlanma noktası, değerlendirmenin doğruluğu için vazgeçilmez bir işleve sahip. Görme biçimlerimiz, bir ölçüde irademizin ötesinde olan sınıfsal konumlarımızın bir belirleneni. Bu nesnel güç çoğu zaman öznel, iradi çabamızla geriletebilir olsa da sonuna gidilmediğinde başladığımız yere dönme olasılığı ne yazık ki çok fazla. İzninizle küçük burjuva İnan’ın görmesiyle, kısa bir 1 Mayıs KurtuluşKızılayyolculuğuna çıkalım… Öğrenci arkadaşlarımızın ana gövdeyi oluşturduğu grup, öğle öncesi, hazırlıklarını tamamlayıp biraz ürkek, huzursuz ve heyecanlı ama hepsini kapsayan ve aşan saf bir cesaretleSiyasal’ın kapısından yola koyuldular… Adımlar, adımlar…Kurtuluş Parkı’na yaklaşmak üzereler. Parkın başlangıcında bir grup emekçi onları beklemekte. Pek tabii karşıda, Kolej Kavşağı‘nda; polis, daha genel, devlet ve daha öz Türkiyetekelci burjuvazisi onları karşılamaya hazır… Soluklar tutuldu, kaşlar çatıldı ve kısa süreli ama görece yoğun bir çatışma ile geri çekilme. Ama bir pusuyla karşı karşıyalar. Geride,Hacettepe Hastanesi taraflarına öbeklenmiş polis grubu geri çekilenlere hücum ediyor. Bu durumda adımlar hızlanıyor ve kitle, daha uzun soluklu olacağını umduğu ilk hamlesini sonlandırıyor. Ve tanık olabiliğim kadarıyla Ziya Gökalp Caddesi… Caddede ilginç bir şekilde karşılıklı TOMAların ve akreplerin konumlandığını gördük (kuşkusuz Kurtuluş ekibi iş dönüşü Kızılay ekibine katılmakta). Bu zor aygıtlarının arasında bir grup, Kızılay yönüne doğru polisle tartışma, itişme halinde. Polisler sanki ‘arkadaşlar bizi fazla yormayın, aslında başkalarını bekliyoruz’ der gibiler. Bu arada doğru anlayabildiysem ‘izin verin de karşı karşıya olan TOMAları tek bir noktada toplayalım’ dercesine tüm aygıtlar sırtlarını Kızılay’a yasladı. Ara ara atışmalar, bir ara Sıhhiye’den gelen Ankaragücü ekibinin tepkisi, kısmi gaz ve su kullanımı, bekleme hali… Ve başrol oyuncuları sahnede yavaş yavaş yerlerini almakta… Sonrasında ne olduğunu çıkarsamak güç olmasa gerek: ileri geri mevzilenmeler, zorunuza zorun dile/ele/vücuda gelişi. Hey; bugün bizim, sınırınız sınırımız değil, dünya bizim, yapay sınırlar sizin… Sokaklara geri çekilme, ter, içten gülümsemeyle taçlanan yorgunluk… Kurtuluş’ta biraz heyecanlı, Sakarya Caddesi’nde ‘dizlerde titreme yok’ şarkı sözlerine ters düşen dizlerde hafif bir titreme ve kaygı halinde sinik (bir süredir biriken duygusal yıpranma da etkili olmuş olabilir) ama sonradan Ziya Gökalp Caddesi’nde gönlü daha ferah… Asıl temayı sona sakladım… “Gaz-halay” ikiliğini kendi adıma karşı karşıya koymuyorum. Belirli bir teorik birikim ve pratik algısı, ilke düzeyinde bir yönelime işaret ediyorsa ve bu ilke gönüllü biçimde kişide içselleşmişse o kişi yoluna devam eder. Sağına, soluna, gerisine bakmaz, bakmamalı bence… NedenKızılay sorusunun, hiç ama hiç dolandırmadan kısa ve öz bir yanıtı olduğu düşüncesindeyim: Bir sene içerisinde, doğrudan sınıf perspektifi ile çözümlendiğinde doğru bir bütüne işaret edecek olan onca gelişmenin nihai değil ama bu zaman kesitinde düğüm anı 1 Mayıs’tı, Kızılay’dı. Toplumsal hareketin ivmelendiği ve yapay sınırları zorladığı bu bir senenin mekansal ifadesi Taksim gibi Kızılay’dı bana kalırsa. Sınıfın asli öğlerini, Kızılay

Başka bir tema daha var… Örgütlenme sorunu ve ‘kendine devrimci’ belirlemesinin ilişkilendirilmesi. Ana tema, devrimci siyasetlerin iş görme biçiminin sınıfı şu ya da bu şekilde dışladığı, bu dışlamanın sonucunda da sınıfın gününün ‘kendine devrimcilerin’ iradi bir gösterisine dönüştüğü yönünde… doğrultusunda harekete geçirememeye dönük örgütlenme eksikliklerini fazlasıyla önemsiyorum. Bu eksikleri görme konusunda pek haklı ama buradan hareketle varılan sonuçları ve teorik önermeleri kendi adıma şaşkınlıkla değerlendiriyorum. Neden Kızılay ve Kızılay’da olsa ne olurdu sorularının yanıtı konumlanma noktamıza göre, neden Sıhhiye ve Sıhhiye’de oldu da ne oldu sorularının yanıtından çok ama çok daha kolay ve yalın. Gerçekten, bu bir senelik hızlı dönem ekseninde neden Sıhhiye? Toplumsal ilişkiler kümesinin tarafı olan ve toplumsal hareketler alanında doğasından kaynaklı deneyim ve birikime sahip devletin, 1 Mayıs için aldığı önlemlerin niteliği dahi kendimize güven üzerine düşünmeye küçük de olsa bir çağrı olarak değerlendirilemez mi? Sıhhiye’deki metal duvar , koca bir tren uzunluğunda TOMA ve akrep silsilesi, sürekli pusu… Sahi kim kimi hafife alıyor ya da abartıyor? Tüm bu önlemlere tek başına/mutlak bir anlam atfedecek değilim ama görmezden de gelinmemeli bence. Bağışlayın ama asılın asılı başka bir tema daha var… Örgütlenme sorunu ve ‘kendine devrimci’ belirlemesinin ilişkilendirilmesi. Ana tema, devrimci siyasetlerin iş görme biçiminin sınıfı şu ya da bu şekilde dışladığı, bu dışlamanın sonucunda da sınıfın gününün ‘kendine devrimcilerin’ iradi bir gösterisine dönüştüğü

yönünde… Hepimizin iyi bildiği teorik serin sulara yol alalım: kişi kendine devrimciyse çok basit bir şekilde devrimci değildir. Örgütlenme sorununun kendisi devrimici iradeyi sınırlar ama dışlamaz. Sağlam bir teorik eksen, pratikte aksıyor olsa da parti/sınıf ilişkisini sandığımızdan daha geçişli/ ilişkili örer, işletir. Sınıf devrimcilerinin sınıfa tepeden bakması ne demek? Böyleyse, bu iki öğe ilişkili ve sınıfın kendisi daha açık bir gerçeklik olduğundan sınıf devrimcisi mi yok yoksa? Beğenmesek, kaba bulsak, kibirli görsek de üzgünüm ama varlar… Varlar ama toplumsal hareket dinamizm kazandığında herkesi silip süpürür mü diyorsunuz? Doğru, süpürülecek çok şey var… Başka bir dünyanın mimarı sınıf kuşkusuz ama yine üzgünüm, bu başka dünyanın harcı beğenelim beğenmeyelim sınıf devrimcileri… Teorinin yalancısıyım, bağışlayın lütfen. Bitirirken; bir tutam kır çiçeğini koklamayı öneriyorum, düşüncelerimiz ile çiğnemeyi değil. İşçiler ölüyor sermaye yaşıyor! Ankara’dan Bir Akademisyen


12

işçi meclisi

Kent, mekan ve Taksim savaşları Burjuva mali oligarşik devlet, Taksim ve çevresinden başlayarak tüm İstanbul’un savaş alanına dönüşüceğini bile bile neden 1 Mayıs’ta Taksim’i yine yasaklamaktan vazgeçmedi? Taksim Türkiye’de sınıfsal-toplumsal savaşımların en kritik güç ve ön hat ilişkileri alanlarından biridir. İşçi sınıfı, gençler ve kitle hareketleri, devrimci ve sol hareketler, biraz canlanıp güç toplar toplamaz ilk iş olarak 1 Mayıs’ta Taksim’e yönelir. Gücünü, kararlılığını, yükseliş eğilimini forse edip edemeyeceğini Taksim 1 Mayıs’ında sınar. İstanbul’da 1 Mayısların gelişimi 12 Eylül askeri faşist darbesinin ardından işçi sınıfı ve devrimci hareket yeniden canlanır canlanmaz, 1989'dan itibaren yeniden Taksim 1 Mayıs’ına yöneldi. 90'ların ortasında antifaşist hareketin nisbi yükselişi ile Taksim üzerinde yeniden artan basıncı Kadıköy’ü açarak hafifletmeyi hesaplayan devlet orada da boyunun ölçüsünü aldı. Ancak sonrasında bir yandan neoliberal dönüşümün yarattığı zemin kayması, diğer yandan 28 Şubat, Öcalan’ın yakalanması, F tipi darbeleri ile mücadelede yaşanan gerileme, Taksim 1 Mayıs iradesinin de 10 yıla varan bir süre kırılmasına yol açtı. 2007'den itibaren Taksim 1 Mayıs iradesinin yeniden fiilileşmesi ve kent çapına yayılan Taksim 1 Mayıs savaşlarının yeniden başlaması, -1977'nin 30. yıldönümü olmasının ötesinde- ekonomik, toplumsal, siyasal konjonktürdeki tarihsel dönüşümün ilk önemli ifadelerinden biriydi. Kapitalizmin uzun küresel, bölgesel krizinin Türkiye’yi de vuran başlangıç yılları; siyasal rejimde dönüşüm sarsıntıları, ve sınıfsal-toplumsal mücadelenin yeniden mayalanmaya başladığı bir dönemdir söz konusu olan. 2007-2009 İstanbul 1 Mayıs’ları, Taksim ve çevresiyle de kalmayıp tüm kentin gaz bulutuna ve savaş alanına, ama her yerin de Taksim’e dönüştüğü, giderek yığınsallaşan ve militanlaşan Taksim savaşımlarıyla geçti. Kent merkezinde yoğunlaşan fakat tüm kente yayılan kent savaşları, aynı zamanda gelmekte olan kentsel dalganın – Haziran Direnişi’nin de- ön provaları ve dinamiklerini oluşturuyordu. Devrimcilerin, gençlerin, öncü işçi ve kent yoksullarının önemli bir kesimi, “varoşlardan” kent merkezine doğru taşınan kent savaşlarının ilk eğitimlerini 1 Mayıslarda aldılar ve önünü açtılar. Taksim’in sınıf mücadelesindeki tarihsel-kolektif gücü ve önemi kadar, yaşanan kapsamlı toplumsal-kentsel dönüşüm de kent merkezleri ve güç alanlarının yığınsal çekim etkisini ve dolayısıyla bunlar üzerindeki sınıfsal-toplumsal mücadelenin önemini artırdı. Aynı dönemlerde kent merkezleri ve yakın çeperinde 1 Mayıs’la da sınırlı olmayan, NATO ve Dünya Bankası zirve ve ablukalarına karşı eylemler de bu yeni kent savaşımları dalgasının ilk önemli örnekleri arasındadır. İkincisi, giderek daha fazla kent çeperine ve dışına atılıp görünmezleştirilen işçi direnişleri ve her türlü toplumsal muhalefet hareketi (kadın, kürt, öğrenci, lgbti, vd) kent ne kadar genişlerse o kadar en merkezi alanlarına taşınmaya ve yoğunlaşmaya başlamıştır. Üçüncüsü, kent merkezleri ve ana

artellerinde yoğunlaşan finans, hizmet, ticaret emeğinin yığınsallaşması ve dönüşümüyle, kent merkezlerinde yeni işçi direnişleri de boy vermeye başlamıştır.

Aşağıdan gelen kentsel dalga ve kent savaşları 90'lı yıllardan itibaren metropollerde iki yönlü sınıfsal hareketler yaşandı. Birincisi, burjuvazi ve üst orta sınıfların önemli bölümünün yaşam alanı olarak kent merkezlerinden çekilmesi ve banliyolarda kurulan yüksek güvenlikli lüks yeni stilize yaşam alanlarına Merkezi alanlar, tekelci burjuvazi için sermaye, taşınmasıdır. İkincisi, finans, rant, turizm, meta, işgücü, müşteri akışının kent merkezlerkontrolü ve disiplini açısından kritik önemdedir. Bunun ine aşağıdan gelen büyük dalgadır: Kent kadar önemlisi, sembolik sermaye, küresel mali sermaye merkezlerindeki kenti markası ve rekabeti için yakıcıdır. yeni (hizmet, ofis, 2009 1 Mayıs’ında Taksim’e fiilen ve kısmen finans, ticaret vd) iş alanlarında çalışanların girildi. onraki birkaç yılda Hükümet Taksim’i 1 yığınsallaşması, kozmopolit yaşam ve sosyal aktivMayıs’a açmak zorunda kaldı. ite yoğunluğu ve çeşitliliği nedeniyle gelenlerin de yığınsallaşması, ve sadece orada olmak için, kent Bu önemli kazanım, yeni metropol merkezi güç çeperinde itildikleri hiçleşmeden bir süreliğine alanı savaşlarının ilk büyük kazanımlarından sıyrılabilmek, görünür olmak, kendini dünyanın biridir. Ardından Ankara’da Kızılay’ın göbeğini merkezinde hissetmek, akışı, hareketliliği, vitrinişgal ederek çadır kampı kuran Tekel işçilerinin leri seyretmek için gelenler… Neoliberal kapitalkitle direnişi deneyimi geldi. izmin önemli bir dinamiği olarak kültürel üretim ve tüketim ilişkileri de kent merkezinin yığınlar Burjuva neoliberal rejimin Taksim’den yediği üzerindeki çekiminin önemli bir etkenidir. çiziği birkaç yıl boyunca sineye çekmek durumunİstanbul’da İstiklal Caddesi’nden her gün ortalama da kalmasında, (ve Ankara’nın göbeğindeki Tekel 2 milyon kişi akmaktadır! direnişine bir ay boyunca ne yapacağını bilemez Metropol ve büyük şehir merkezlerinden hale gelmesinde) 2010 yılında İstanbul’un “Avrupa burjuvazi ve üst orta sınıfların iş dışında büyük kültür başkenti” olmasının rant-vitrin esenliği ve ölçüde çekilmesi, diğer taraftan ara katmanlardan 2011'deki kısmi Anayasa değişikliği referanduişçilere, işsizlere ve kent yoksullarına kadar “alt” munda “sol” ve liberallerin desteğini gözetmesinin sınıf ve tabakaların muazzam yığınlarının hem de belli bir payı vardır. çalışma, hem yaşam, hem seyir ve varlık yokluk alanı haline gelmesi, kaçınılmaz olarak kentlerin 2011 Anayasa referandumundan itibaren ise merkezi alan ve ön hatlarında yeni sınıfsalAKP Hükümetinin dış politikada olduğu gibi iç toplumsal güç ve hegemonya mücadelelerini politikada iktidarını pekiştirip toplumsal yaşam ortaya çıkartır. ve ilişkileri yeniden düzenlemeye doğru da genişletme hamlelerin yoğunlaştığı, her düzeyde Merkezi alanlar, tekelci burjuvazi için sermaye, saldırganlığının arttığı bir dönem başlıyordu: finans, rant, turizm, meta, işgücü, müşteri 4+4+4, kürtaj yasağı, internet sansür düzenlemesi, akışının kontrolü ve disiplini açısından kritik 3 çocuk baskısı, içki yasağı, sosyal medya, üniverönemdedir. Bunun kadar önemlisi, sembolik siteler, futbol stadyumları ve merkezi kent alan ve sermaye, küresel mali sermaye kenti markası ve artellerinde yeni baskı ve kontrol düzenlemeleri, rekabeti için yakıcıdır. Ve tabii, siyasal-toplumvd. Hem iç hem de bölgede değişen dengelerin sal rejim düzenlemesi açısından da önemlidir. elini güçlendirdiğini düşünen AKP Hükümeti Metropol merkezleri, hem kentin en yüksek bölgesel mali sermaye merkezi ve “markası” olarak düzeyde sermayeleştiği ve metalaştığı, sermayyeniden dizaynı hızlandırılan İstanbul’un, en enin ise en yüksek; küresel mali oligarşik düzeyde merkezi İstanbul mali sermayesi aksının ön hattı merkezileştiği alanlardır. Diğer yanda ise, işçi ve ve aynı zamanda en merkezi tarihsel-kolektif eyemekçilerin hem işgücü olarak, hem sosyal yaşam lem ve modern sosyal yaşam alanı olan Taksim’de, ve sosyalleşme, görünür varoluş alanı olarak, ve hem önceki rejimin iktidar sembollerini hem de giderek daha fazlaeylem ve kendini ifade alanı kitlelerin tarihsel-kolektif eylem ve yaşam alanı olarak en fazla yığınsallaştığı ve yoğunlaştığı karakterini tasfiye edip neoOsmanlıcı iktidar alanlardır. Dolayısıyla kent merkezlerinin her sembollerini dikmek hırsı da bu hamlelerin en zamankinden fazla patlayıcı biriktirmesi, sivrilerinden biriydi. sınıfsal, toplumsal, siyasal güç ve hegemonya mücadelesi alanı haline gelmesi kaçınılmazdır. Ancak Taksim’e de burjuva mali oligarşi tarafından el konularak “1 Mayıs, eylem ve sosyal Taksim ve en yüksek, en merkezi sermaye/güç yaşam alanı” olmaktan çıkarılması, salt bir AKP alanı “projesi” de değildi. Salt Taksim’i 1 Mayıs’a açmak


13

işçi meclisi

zorunda kalmanın hazımsızlığı da değildi. İstanbul ve Türkiye’nin en merkezi, en yüksek, en küreselleşmiş sermaye ve güç alanında, Dolmabahçe, Tarlabaşı ve Şişli-Mecediyeköy’den başlayan 500 bin kişilik Taksim 1 Mayıs mitingleri, burjuvazi ve mali sermayesinin tüm kesimleri için tedirgin edici ve tehditkardı! Birincisi, Taksim 1 Mayıs’ının tarihsel-sınıfsalanlamıyla tehditkardı: İşçi sınıfı ve emekçilerin, devrimci ve sol hareketin, kent merkezi ve yakınlarındaki bir çok geleneksel güç alanı, kolektif mücadele belleği ve değeri tasfiye edilmiş olmasına karşın en merkezi ve kritik olanı, hem de her yıl yüzbinlerce işçi ve emekçiyle kendini büyük bir coşkuyla, yeni koşullar içinden yeniden üreterek, canlı bir anıtsallıkla – mali sermaye ve iktidarının bağrında bir hançer gibi- yükseliyordu! İkincisi, tüm çevresiyle birlikte Taksim’in, İstanbul ve Türkiye’nin en yüksek ve en merkezi mali oligarşik sermaye ve güç alanı olarak yeniden dizaynında, tüm stratejik aksların kesiştiği en kritik güç ve geçiş alanını oluşturmasıydı. Maslak ve Beşiktaş’tan gelip Zincirlikuyu, Mecidiyeköy, Şişli, Harbiye üzerinden Taksim’e dayanan, diğer taraftan Tarlabaşı, Tophane, Sulukule, Fatih, vb üzerinden bir ucu EminönüHaliç’e, diğer uçları Zeytinburnu ve Güngören’e uzanan bölge, tüm bu alanlarda olağanüstü hızlananan soylulaştırma, mali sermayeleştirme projeleriyle birlikte, İstanbul, Türkiye ve hatta bölgenin en büyük, en yüksek, en bütünleşmiş “merkezi iş alanı” (Manhattan’ı, Wall Street’i…) olarak yeniden dizayn edilmektedir. Bu bölge, plaza, holding kuleleri, rezidanslar, AVM’ler, stilize edilmiş tarihsel, turistik, eğlence ve tüketim merkezleri, yüksek güvenlikli lüks site alanları, küresel ulaşım artelleri, ve TOKİ tarzı işgücü havzaları arasında sermaye, meta, işgücü ve müşteri akışının olağanüstü hızlı ve entegre olduğu birmerkezi-bileşik azami kar ve güç bölgesi olarak şekillendirilmektedir. Bu bölgenin en kritik merkezinde karşıt bir tarihsel-sınıfsaltoplumsal güç alanı, mevzisi ve sorgulayıcılığı olarak 500 bin kişilik Taksim 1 Mayıs’ının yükselişi ve çekim gücü, mali oligarşi açısından olacak şey değildir! İçerdiği hem tarihsel hem geleceksel sınıfsal dinamiklerle Occupy Wall Street’den fazlasıdır! Tamamlandığında 2 milyon beyaz yakalı ve vasıfsız hizmet vd işçisinin çalışıyor olacağı dev bir işçi havzası üzerinde yarattığı basınç ve çekim gücüyle de tehditkardır! Taksim çevresindeki yerleşim alanları ve işçileşme süreçleri, dahası her gün bu alanlara akan milyonlar üzerinde yarattığı etkiyle tehditkardır. Yanısıra Taksim’den çevre hatlarına (Beşiktaş, Şişli, Levent, Tarlabaşı, İstiklal) yayılan özgüven, eylem ve dayanışma hatları, özerk sosyal yaşam ve muhalefet dinamikleriyle tehditkardır! Taksim ve 1 Mayıs’ın bileşik otoritesinin, şehir en dış çeperine itilmiş sanayi işçisi havzalarında da etkisini hissettirmesiyle de tehditkardır! Sistem bu bölgeye her gün milyonlarca insanın akmasını engelleyemez ve zaten engellemek de istemez: Ama sadece ucuz meta işgücü, müşteri ve sokak ve alanları da bir AVM içi gibi düzenlenen

bu mali oligarşik sermaye ve iktidar abidelerinin altında ezilecek soylulaştırılmış meta estetiği seyircileri ve tapınıcıları olarak! Bu yüzden işçi sınıfının siyasal ve toplumsal sınıf karakterini hatırlatan ve yeniden oluşumunu güçlendiren her şey gibi, Taksim’i 1 Mayıs ve eylem alanı olmaktan çıkarmaya can atar. Taksim 1 Mayıs’ından Haziran Direnişine… AKP Hükümeti, belli bir yalpalama ve tereddütten sonra 2013'te Taksim 1 Mayısını yeniden

mekanın daha fazla siyasallaşması. Önceki dönemin geleneksel sınıf/kent yapı ve ilişkilerinde pek göze çarpmayan, zaman-mekan dinamiklerinin kentsel stratejik güç merkezi ve önhat alanlarını belirlemede artan etkisi. Mekanpolitik, mekansal-ekonomi, mekansal-kültür dinamiklerini hızla harekete geçirebilen günümüzde tarih-gelecek, zaman-mekan faktörlerinin stratejik güç alan ve hatları üzerindeki ani, yığınsal ve seri hamleleri ortaya çıkarabilmesi ve etkisinin artması. 3- Hükümete karşı isyan ve direniş kadar, neoliberalizmin yıktığı ve çözdüğü kamusal (sınıfsal-toplumsal) ortak alan ve ilişkilerin savunulması ve yeniden yaratılması. 4- Mekansal-zamansal üretim ve yeniden üretiminde uzlaşmazlaşan çelişki ve çatışmaların da, yeni kentsel işçi kitlelerinin sınıfsal oluşum sürecinin belirginleşen bir dinamiğini oluşturması.

yasaklamaya cüret etti. Taksim ve kent savaşları yeniden başladı ve çok daha büyük ve aşağıdan gelen kentsel dalganın, Haziran Direnişi’nin de önünü açan başlıca öncü etkenlerden biri oldu. Hükümet 1 Mayıs’ta belki 500 bin kişinin Taksim’de “yasal” miting yapmasını engelledi, ama 1 Haziran’da polisi ezip geçen 1.5 milyona yakın kişi Taksim ve çevre alanları fiilen işgal etti! Ankara, İzmir ve birçok şehirde yasaklı kent merkezlerine fiilen girildi, bazıları 2 hafta boyunca işgal edildi. Taksim, Gezi parkı ve bir çok ilde merkezi alanlar ve parklar, 2 hafta boyunca yığınsal inisiyatif ve işgal, eylem, bir nevi “patronsuz, sermayesiz, devletsiz” özerk yaşam ve idare alanlarına dönüştürüldü. Bu fiili durum daha fazla süremezdi ve sürmedi. Fakat hükümeti terbiye etmek ve Gezi isyanını kontrol altında tutmak için ona hayırhah destek veren burjuva ve üst orta sınıf kesimleri de dahil, yeterince korkuttu! Burada, sıcak gelişmeleri içinden çok sayıda somut değerlendirme yazısıyla ele almaya çalıştığımız Haziran Direnişi ve sonrasını bir kez daha anlatmaya girişmeyeceğiz. Yalnız yazımızın amacı açısından şu çizgiler önem taşır: 1- Nüfusun yüzde 70'ini toplayan ve üretim, yeniden üretim ve egemenlik ilişkilerin giderek organik bileşeni ve uzanımı olan neoliberal kentsel mekanın sınıfsal-toplumsal güç ilişki ve çelişkilerini keskinleştirmesi. Kent savaşlarının yeni bir düzleme doğru sıçrama momenti ve gelişme dinamikleri… 2- Siyasalın daha fazla mekansallaşması, kentsel

5- Gezi, yalnızca sokakları, alanları, işgalleri meşrulaştırmakla kalmadı. Aynı zamanda kendi meşruluğunu da kent, zamanmekan, doğa sorunlarının boğuculaşması ve bu alanlardaki mücadeleden aldı. Fiili mücadele biçimlerini ve alanlarını geliştirdi ve yaygınlaştırdı. Meşruluk artık yalnızca dar anlamda üretim ve bilgide değil, aynı zamanda, zaman, mekan, doğa… tüm toplumsal üretim ve yeniden üretim alanları üzerindeki fiili mücadele ve inisiyatiflerde… Hükümet, henüz geçen 1 Mayıs öncesinde Taksim’i 1 Mayıs ve kitlesel-kolektif eylem alanı olmaktan çıkarma derdindeydi. Bu tutumunu sürdürecektir. Bu tutum özel önemiyle birlikte yalnızca 1 Mayıs ve merkezi alan yasaklarıyla da sınırlı değil: Futbol stadyumları (fişleyici ve panaptikonvari e-bilet uygulaması, vd), üniversiteler, hastaneler, sosyal-medya, sanayi ve iş havzaları, tüm sınıfsal-toplumsal, yığınsal kolektif mücadele dinamik ve potansiyellerinin bastırılması ve kontrol altında tutulmasına yöneliktir. Burjuva devlet, güç ve enerjisinin artan bölümünü tam saha press kentsel alan savunması, kontrolü ve hakimiyetine vermek zorundadır. Bununla birlikte, yukarıda vurguladığımız tarihsel, sınıfsal, toplumsal dinamikler ve aşağıdan ve çeperden gelen kentsel dalganın kent merkezi üzerindeki basıncı da sürecek ve giderek artacaktır. Önceki 1 Mayısların, Tekel direnişinin, Haziran direnişinin, Berkin eylemlerinin, kent-mekan savaşlarının hem gelenekselleşmesi hem de yeni bir itilim kazanmış olması da güçlendiricidir. 1 Mayıs-1 Haziran sürecine, işçi direnişlerinde nisbi bir canlanma ile girdik, işyeri işgallerinin yaygınlaşma eğilimiyle bir ve aynı zamanda işçi direnişlerinin kent merkezlerine (Ankara, İstanbul, vd) taşınması ve Gezi’yle daha güçlü bağ kurma eğilimi, üretim ve kent-mekan savaşımları arasında köprü kurulabilmesine doğru önemli bir avantajdır.


14

işçi meclisi

Yüzyıllık Soykırım Suçu

1915'te bir soykırım yaşanmıştır! Bu gerçek hiçbir demagojiyle, baskı-inkar ve şoven histeriyle çarpıtılıp yok edilemez. Soykırımın başta gelen sorumlusu dönemin Osmanlı-Türk egemenleri ve onların burjuva sınıfsal ardıllarıdır. 1915'te Osmanlı-Türk Devleti, daha 1894-1896 yılları ve 1909-1912 yıllarında gerçekleştirdiği geniş pogrom-katliamlarla ayak seslerini duyurduğu ve yirminci yüzyılın ilk büyük soykırımlarından olan Ermeni Soykırımı’nı fiilen 24 Nisan 1915 yılında yüzlerce Ermeni aydın-sanatçı ve ileri gelenini tutuklayıp sürgün yollarında katlettirmesiyle başlattı. Gerisi Mayıs 1915′te kanun çıkarılarak getirilmiştir. Temelde 1915-1918 yıllarında gerçekleşen soykırım, 1919-1922 yıllarında da hala hayatta olan Ermeni ve diğer azınlık ulus ve milliyetlerden onbinlerin katledilip yerlerinden edilmeleriyle sürdürülmüş ve 1940'lı yıllardaki varlık vergisi, angarya çalışma ile 6-7 Eylül 1955 ve sonrasındaki pogrom ve ırkçı-şoven uygulamalarla farklı boyutlarda sürdürülen politikalarla sürekli hissettirilmiştir. 99 yıldır bu tarihi suçun sorumluluğunu üstlenmemiş olan Türk burjuvazisi ve devletinin soykırımı inkar etmedeki ‘başarısı’ kuşkusuz soykırım mağduru Ermeni ve diğer ulus ve azınlık milliyetlerinden insanlar için ayrı ikinci bir acı kaynağı olmaktadır. Kapitalist sermayeye dayalı üretim ilişkilerinin siyasi anlamda ‘Batı’da, feodal devleti ve dar, yetinmeci-geçimlik toplumsal-ekonomik yapıyı çözüp-dönüştürerek burjuva ulus-devleti ve iç pazarını oluşturup hakim kılarak bir dünya pazarı yaratmayı başardığı dönemde Osmanlı Devleti’nin bu yeni dünyanın siyasi-ekonomiktoplumsal dinamiklerine oldukça yabancı olduğunu söylesek abartmış olmayız. Bununla birlikte sermayenin serbest rekabetçi döneminin de sonuna geldiği bu aşamada Osmanlı Devleti askeri güç üzerinden yürüttüğü talana ve haraca dayalı yayılmacılığının da sınırlarına dayanmış bulunuyordu. Mali borçlandırma ve meta ihracı yoluyla iç mevzilerini sağlamlaştırmaya başlayan kapitalist sömürgeci devletlerin politik, ekonomik baskısını iyice üzerinde hissetmeye başlayan Osmanlı İmparatorluk Devleti siyasi iç sınırlarında sömürgeci kapitalist hasımlarının da iştirakiyle burjuva ulus-devlet eğilimli ayaklanma dalgasıyla sarsılmaktaydı. Gelişmeler, yarı-sömürge ilişkisinin iyice oturduğu bu dönemde siyasi-askeri nufuzundaki birçok toprak parçasını savaşta ve ayaklanmalarda kaybeden Osmanlı’nın kendisinde de ulus-devlet eğilimli siyasi-askeri hareketlerin ortaya çıkması biçiminde cereyan etti. Pozitivist bir aydınlanmacı-modernizm anlayışıyla bulaşık milliyetçi-ırkçı pantürkist bir ideolojinin harcı olduğu İttihatçı hareketin hakimiyetinin devlette tesis olmaya başladığı bu dönem aynı zamanda dünya kapitalist sistemin gelişiminin tarihsel bir dönüşüm yaşadığı, kapitalist sermaye birikiminin tekelci düzeye sıçradığı ve kapitalist-emperyalizme dönüşümünün tüm tarihseltoplumsal-siyasal sonuç ve sancılarının en yoğun yaşandığı geçiş dönemidir. Bütün yerleşik güç dengelerinin sarsılarak yerinden oynadığı ve dünyanın büyük bölümünün bir avuç sömürgeci emperyalist devletin tekelci rekabetinin elinde kıvrandığı bu debdebeli dönemde politik yönelimi İttihatçı harekette kendini gösteren Osmanlı-Türk yeni egemen elitlerinin siyasi programları da belirginleşmiş bulunuyordu! İçte ilk etapta büyük ölçüde hristiyan nufustan arındırılmış ve müslüman kitleden oluşan bir millet ile mevcut iç pazarı ve toprakları elde tutmak! Bu amaçla, önlerindeki en büyük engel olarak gördükleri ve esen ulus-devlet rüzgarıyla hareketlenmeye başlayan Ermeni halkının icabına bakmaları gerekti! Kuşkusuz bu yönelimden sadece Ermeni halkı değil diğer hristiyan ulus ve azınlıklar da nasibini ilk elde alacaklardı. İç pazardaki genel ticari sermaye ve maddi toplumsal zenginlik ge-

nelde hristiyan unsurların egemenlerinin mülkiyetindeydi ve özelde de sayısal bir büyüklük oluşturan Ermeniler ile Rumlar ilk hedefti. Hedefli kısmi kimi saldırı ve katliamlardan sonra, asıl darbeyi vurma fırsatını, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’yla İttihatçılar yakalamış oldular! Savaşa Alman emperyalizminin yedeğinde giren Osmanlı-Türk egemen sınıfı ‘mıntıka’ temizliğine 24 Nisan 1915'te fiilen, önce batıdaki Ermani aydın-sanatçı, mebus vd. önde gelen şahsiyetlerinden başlayarak tarihi Batı Ermenistan coğrafyasındaki yaklaşık iki milyon Ermeninin çoğunu katlederek, yerinden sürerek buradaki Ermeni ulusal varlığına son vermiş oldu. Devletin bütün askeri-bürokratik gücünü, bunun yanında “gizli” oluşturulan Teşkilat-ı Mahsusa adlı kontra örgüt kullanarak, yetmedi hapishaneleri boşaltarak katilleri-canileri, hırsızları Ermeni sürgün kafilelerine saldırttı. Yüzyılın ilk büyük soykırımını gerçekleştiren Osmanlı-Türk egemenleri katliamlarına ve arındırma işlemlerine 1919-22 yıllarında da yoğun şekilde devam ettiler.

ulusu olmak üzere Rumları, Süryanileri, Asurileri vd. azınlık kesimleri siyasi-askeri çıplak zor yoluyla -http://zaferyuksel77.tumblr.com mülksüzleştirerek önemli oranda karşılamış oldu.

1915'teOsmanlı-Türk Devleti, daha 1894-1896 yılları ve 1909-1912 yıllarında gerçekleştirdiği geniş pogrom-katliamlarla ayak seslerini duyurduğu ve yirminci yüzyılın ilk büyük soykırımlarından olan Ermeni Soykırımı’nı fiilen 24 Nisan 1915 yılında yüzlerce Ermeni aydın-sanatçı ve ileri gelenini tutuklayıp sürgün yollarında katlettirmesiyle başlattı.

20. yy’ın tarihsel kesiti soykırımın, kapitalist emperyalist barbarlığın en vahşi yüzünün görülmesinin yanında insanlığın yüz akı gelişmelerin de olduğu bir çağ dönümüydü. Toplumsal gelişmenin motor gücünün, sınıf savaşımının, işçi ve emekçi sınıfının toplumsal kurtuluş mücadelesinin özellikle Avrupa’daki ve Çarlık Rusya’daki ana damarının ışıltıları insanlığın yolunu aydınlatıp belirginleştiriyordu. Kendi sınıfsal-toplumsal gerçek çıkar ve kurtuluşları için kendi sınıfsalpolitik örgütlenmesini başardıklarında işçi ve emekçi sınıflarının nasıl kardeşleşmenin en derin ilişkisini yaşadıklarını da gösterdiler. Bunu başaramadıklarında sömürücü egemen sınıfların çıkarları için nasıl birbirlerini boğazladıklarını, burjuvazinin çıkar savaşına nasıl ortak edildiklerini yaşayarak en acı şekilde deneyimlediler. Bu acı deneyimi en derin şekilde yaşayanlardan biri de, ne yazık ki, Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi, emekçi ve yoksul köylüleri oldular. Genç Türk burjuvazisi tarihi soykırım caniliğine geniş bir işçi, emekçi ve yoksul köylü kesimi de ortak etti. Seferden sefere koşturulan Osmanlı-Türk emekçileri ve Kuzey Kürdistanlı yoksul köylü ve emekçiler gerçek sınıfsal çıkar ve kurtuluş bilincinden ve örgütlenmelerinden yoksun oluşlarından egemen ulus milliyetçiliği ve dini şovenizm ile gerici temelde kışkırtılıp yönlendirilerek Osmanlı-Türk egemenleri tarafından kendi soykırım suçlarına alet edildiler. Bir kısmı maddi menfaat de elde etti. Yüzyılda unutulmayacak denli bir vahşet ve acı yaşatılarak gerçekleştirilen bu soykırımda Osmanlı-Türk egemenleri, genç Türk burjuvazisi sınıfsal iktidar ve egemenliği için ihtiyaç duyduğu maddi-ekonomik temeli böylece başta Ermeni

Elbette bu mülksüzleştirme ve sermaye transferi işçi ve emekçi büyük yığınları özel işletmelerinde ya da kendi sınıf egemenliği ve cinayet şebekesi olan devlet cihazı aracılığıyla ‘zor’un her biçimine başvurarak çalıştırıp posalarını çıkararak sızdırdığı artı-değer birikimiyle el ele yürüdü! “… sermaye, dünyaya tepeden tırnağa her gözeneğinden kan ve pislik damlayarak gelir.”(K. Marks) Bu tespit Türk tekelci sermayesinin tarihsel kökeni için iki kat daha doğrudur. 1915'te bir soykırım yaşanmıştır! Bu gerçek hiçbir demagojiyle, baskı-inkar ve şoven histeriyle çarpıtılıp yok edilemez. Soykırımın başta gelen sorumlusu dönemin Osmanlı-Türk egemenleri ve onların burjuva sınıfsal ardıllarıdır. Türk ve Kürt emekçilerden de geniş bir kesimi bu suça ortak ettikleri de tarihsel bir olgudur. Tarih ve sınıf bilinçli komünist işçiler olarak, Ermeni ulusuna uygulanan bu soykırımı lanetliyoruz. Türk ve Kürt uluslarından işçi ve emekçileri kendi insanlık suçuna ortak edip bu yüzyıllık karayı sürenleri asla affetmedik, affetmeyeceğiz! Türk ve Kürt uluslarından işçi ve emekçilerin, başta bünyelerine burjuvazi tarafından zerk edilen Ermeni düşmanlığı ideolojisiyle mücadele ve hesaplaşma olmak üzere, her türden gerici burjuva ideoloji ve siyasete karşı proletarya enternasyonalizmi temelinde, sosyalist sınıfsal aydınlatılması ve birliğinin sağlanması komünist işçilerin


15

işçi meclisi

LaborComm

5. Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı

Emek ve iletişim üzerine düşünen, çalışan ve siyaset üreten akademisyenler, aktivistlerin yer aldığı konferans Ankara Üniversitesi’nde yapıldı.

Konferansın ana teması şu başlıklardı: İletişimin ve yeni iletişim ağlarının ekonomi politiği, Güncel toplumsal koşullar altında emek ve emek süreçleri, Üretim süreçlerinde yeni bilgi ve iletişim teknolojileri, İşçi sınıfı örgütleri ve iletişim ağları, İletişim ağlarındaki gelişmeler temel alınarak kuramsallaştırılan toplum biçimleri ve bu kuramların geçerliliği, Gezi direnişi ve diğer yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıkardıkları, Yeni toplumsal hareketlerin, toplumsal öznesi,Toplumsal hareketlerin açıklanmasında Marksist kuramın kavramlarının işe koşulması,Bilgi ve iletişim teknolojileri aracılığıyla yaratılan ve yaratılabilecek örgütlenme, dayanışma ve direnişin önündeki imkânlar ve engeller. Konferansta Sınıfsız temsilcisinin “Teknolojinin Gelişen Üretimdeki Rolü: Enformasyon, Teknik Altyapı ve Emek” başlığıyla yaptığı konuşmaya yer veriyoruz: “Bugün teknoloji gelişiyor diyoruz ama kimin için nasıl gelişiyor? İlk konuşmacı Yavuz Yayla’nın belirttiği “hız ve gelişmişlik, verimlilik” bunlar kimin için? Bizi ilgilendiren işçi sınıfıdır. Bizim bildiğimiz teknolojinin kapitalizm altındaki gelişimi bugün küresel düzeyden neoliberal bir üst birikim evresini ve daha çok artıdeğer sömürü kapasitesinin hedeflenmesi ama bunun karşısında işçilerin aşırı sömürülmesi ve bireyselleştirilmesini çıkartıyor. Hızlılık üretimin çoğalması iş saatlerinin uzaması ama bunun karşısında işçi ücretlerinin en asgari düzeye çekilmesi oluyor, yoksulluk oluyor. Makine başında duran işçinin dahi ortadan kalkması otomatik makine ile işçilerin makine araçları ile kullanılması ve daha çok sömürülmesini içeriyor. Biz teknolojik gelişmeleri ele alırken bunun toplumsal, sınıfsal ve siyasal koşullarını başlı başına bunun üretim ilişkileri üzerindeki düzeyine bakarız… Bugünkü teknolojik gelişme hiçbir toplumda olmadığı kadar çok önemli bir düzeyde üretici güçlerin gelişme dinamiğini arttırmış, emeğin nesnel durumdan özneleşmesinin önünü açmış, bir

üst düzeyden tekelleşen kapitalizminde rekabetini arttırmıştır. Bugün tüm teknolojik araçlar bunu için var. Tüm bunlar kapitalizmin toplumsal çelişkileri ve toplumun gelişme düzeyiyle ilgilidir. Enformasyona gelince, teknoloji denilen şey sadece bilişim teknolojilerinden oluşan bir şey değil çok muazzam derecede, bir uydu, uzay, elektronik, bilgi, kent ve başlı başına bir üretim teknolojisidir. Bugün teknolojik gelişmeler eski

geleneksel sanayi biçiminin içinden kopan ve bunun içerisinde yeni olarak gelişen bir enformasyon üretim ilişkileri de vardır. Enformasyon üretimin teknik ve organik bileşiminde önemli değişiklikler yaratmış, sınıflar arası ilişki biçimlerine, yeni bir işçi sınıfı dinamiği bunun yanında sosyal, kültürel dönüşümlere de etki sağlamıştır. Enformasyon bugün başlı başına tüm ulusları tek bir merkezde toplayacak merkezi üretim ilişkisinden, biyoteknoloji, nanoteknoloji ve diğer ray, uydu, oradan askeri stratejilere kadar birçok yönde tek bir noktadan kumanda edilebilecek düzeyde birbirinle iç içe geçecek bir biçimde devletleri teknikleştirerek bir alt yapı oluşmaktadır. Üretim ilişkilerinin merkezileşmesini ve kontrolünü de bu oluşturyor. Üniversitelerde en önemlisi

işçi-öğrenci merkezine, şirketlerin argesine çevrilen buraların tam bu merkezlere bağlanmasına, üniversitelerin sermaye birikiminin merkezi haline dönüşmesini içeriyor. Bizi ilgilendiren tarafı asıl burada önemli olan tependen tırnağa oluşan bu araçları işçi sınıfı yararına nasıl kullanılacağı ve bunların tümden ele geçirileceğidir. Bu anlamda bahsedilen gelişmişlik işçi sınıfı için bir gelişmişliğini oluşturmuyor. Bizim teknolojiyi ele alışımız salt bir gelişmişliği içermiyor.

İletişimde de biz bu alanı yeni medya türü olarak kitlesel bir habercilik ve iletişim organizyonunu sınıflardan bağımsız olarak ele almıyoruz. İletişim ve medya egemen sınıfın elinde bir bilinç oluşturma endüstrisidir. Geleneksel burjuva medyanın tek merkezli yapısının çözülümü kitlesel iletişim araçları bunlar “sınıflar üstü” bir medya yaratmıyor… Sorun tüm bu araçları işçi sınıfının yararına en devrimci ve dinamik bir şekilde nasıl kullanılacağıdır. Bütün bu zenginlikleri kapsayacak düzeyde teknikleşecek ve siber savaş, sokak savaşı doğrudan işçi sınıfının kurtuluşunun koşullarını yaratacak olan şey partidir. Tüm bu teknolojik çelişkileri çözecek olanda komünist devrimdir.”

Deniz, Yusuf, Hüseyin kavgamızda yaşıyor 6 Mayıs 1972'nin üzerinden 42 yıl geçti. Biz devrimcilerin görevi, tereddüt etmeksizin mücadeleye atılmış bu insanların siyasal hayatından gerekli dersleri çıkarmak ve bunu sınıf mücadelesi bağlamında değerlendirmek olmalıdır. O dönemin devrimci gençleri sömürünün olmadığı, eşit ve özgür bir dünya için mücadele ettiler. Üniversitelerde boykotlar ve işgaller örgütlediler. İşçi grevlerinde, köylü mitinglerinde en önde mücadele ettiler. Mücadelelerinde yalnızca kendi sınırları içinde değil; tüm ezilen, sömürülen halkların yanında savaşma bilinciyle Filistin kamplarında gerilla eğitimi aldılar. Emperyalizme karşı mücadele ederken 6. Filoya karşı güçlü bir duruş sergilediler. Ancak 12 Mart darbesinin gelişiyle gençlik hareketi hedef tahtasına oturtuldu. Pırıl pırıl düşleri olan bir çok gençlik önderi; iktidarın cebine girecek dolarlara, sınıf çıkarlarına engel olduğu için tutuklanıp katledildiler. Deniz, Gemerek’de, Yusuf, Şarkışla’da, Hüseyin, Kayseri’de yakalandı ve idamları istendi. Bu dönemde onları kurtarmak için yapılan Nurhak, Kızıldere gibi devrimci dayanışma örneklerinin en güzellerinin sergilendiği girişimler, devrimci gençlik kadrolarının şehit düşmesiyle sonuçlandı. Ali Elverdi başkanlığında toplanan mahkeme 18 kişinin idamına karar verdi. Daha sonra 3 kişinin idamına hükmedildi: Deniz, Yusuf, Hüseyin. Parlamentoda, idam hükmü oylamaya sunulduğunda Süleyman Demirel başta olmak üzere 276 milletvekili “evet” oyu verdi. Denizlerin idamlarına ‘onay’ verenlerin tümü tarih sahnesinden birer birer

silindi. Ancak üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen ne Denizlerin mücadelesi bitti ne de savundukları fikirler. “Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir.” Deniz Gezmiş’in idam sehpasına çıkmadan önce yazdığı yukarıdaki sözleri hâlâ hatırlanmakta.6 Mayıs 1972'de idam edildiklerinde Deniz ve Yusuf 25, Hüseyin 23 yaşındaydı. İdamlarını onaylayan Demirel 1975’te yolsuzlukdan yargılanan yeğeni Yahya Demirel’le ilgili olarak “25 yaşında çocukla uğraşıyorlar.” diyebiliyordu. Tarih şimdilerde farklı şekillerde yine siyasal iktidarın söylemleriyle tekerrür ediyor. Gezi Direnişi’nde yitirdiklerimizi “terörist” olarak ölmeyi hakeder konuma koyan günümüzün sermayedarları ve iktidar partisi yolsuzluğa adı karışan kendi ailesinden olunca mağdur konumuna dönüştürmekte. Ancak “dindar”, sorgulamayan nesil yetiştirmek isteyen burjuvazi ve iktidarına karşı direnişini sürdüren bizlerin üzerine polis ordularıyla, TOMA’larla, biber gazlarıyla geldikçe her birimiz birer Deniz, Yusuf, Hüseyin olup mücadele etmeye devam ediyoruz. Bugün 3 fidanı ancak ve ancak onların bize bıraktığı tavizsiz, uzlaşmasız yürüttükleri ezilen kent ve kır yoksulları ve işçi sınıfının mücadelesinde öncülük mirasını, devrimci dayanışma kültürünü geliştirmek bir adım daha ileriye götürmekle gerçekten anabiliriz.


Paris’te 1 Mayıs Bu yıl Paris’te Bastil meydanından Nation’a yüründü. Bu yılki 1 Mayıs yürüyüşüne damgasını hükümetin kemer sıkma politikaları ve ona karşı gelişen tepki vurdu. Polisin açıklamasına göre 5300 kişi, yürüyüş komitesinin açıklaması ise 20 bin, bize göre ise yaklaşık 15 bin kişi vardı. Dört büyük sendikanın organize etiği yürüyüşün ağırlıklı kitlesini CGT oluşturuyordu. Göçmenlerin katılımıysa sınırlıydı. Afrikalılar, Brezilya, Venezuela, Ajeryan, Filistinler ve daha göremediğimiz değişik ülkelerden göçmenlerin sınırlı da olsa katılımı vardı. Göçmenler içerisinde en kitlesel katılımı Türkiyeli ve Kürdistanlılar oluşturuyor. Bu yıl, 1 Mayıs Platformu pankartı altında Odak, Alınteri, Kızılbayrak, Partizan ve Halkın Günlüğü birlikte yürüdüler. Atılım, Platformda olmasına rağmen alanda Kürtlerle iç içe olmayı tercih etti. DHKP-C ve DİDİF(Emep) ise platformun dışında kendi pankartlarıyla alanda yerlerini aldılar. Biz ise Devrimci Proletarya flamaları, Yaşasın Sosyalist İşçi Demokrasisi, Komünist Dünya İçin Komünist Devrim Örgütü veKomünist Devrim Örgütü pankartıyla katıldık. Fransızca bildirimizi dağıtmanın yanısıra, birçok Fransızca slogandan oluşan kuşlarımızı da alanda attık. Alanda farklı olarak bu yıl kurduğumuz ekranla Türkiye’deki 1 Mayıs çatışmalarını canlı olarak an an kitleye sunduk, Fransızca çeviriyle birlikte bilgilendirme de yaptık.

Yürüyüş sırasında ise Türkiyeli örgütlerden sadece Devrimci Proletarya, DHKP-C ve DİDİF yürüyüşe katılarak Fransızlarla yürüdü, diğer örgütler ve PKK yürüyüşe katılmadan

Saat 17:oo bir araya gelen kitle basta UNİA sendikası olmak üzere şehir merkezine doğru yürüyüşe geçildi. Unia sendikasinin hemen ardına bando takimi “1 Mayıs, Verselemos ve uyan ey esirler dünyasi” marşları eşliğinde yerlerini aldı. Bando takımı yürüyüş boyunca bu marşları seslendirdi. Bir saat suren şehir içi yürüyüşün ardından Parkplaz alanında gününün önemini anlatan kurumlar adına birer konuşma gerçekleştirildi. Alanda yiyecek

İsviçre’nin Basel kentinde bu yılki 1 Mayıs, sendikalar, asgari ücret inisiyatifi, yasal partiler ve devrimci demokratik kurumlar tarafından geniş bir katılımla kutlandı.

Yağışlı bir gün olmasına rağmen iki bin civarında katılımın sağlandığı 1 Mayıs kutlamaları Marktplatz’da yapılan mitingle sonlandırıldı.

Geçen yıla oranla Türkiyeli kurumlar daha organize ve iyi bir katılım gösterdiler. Sendikalar ve kitle örgütleri bu yılki 1 Mayıs’ta dört bin Frank asgari ücret ve iyi bir iş talebini öne çıkardılar. 18 Mayıs’ta referanduma sunulacak olan dört bin Frank asgari ücret talebi İsviçre’deki bütün 1 Mayıs kutlamalarının temel gündemi olarak öne çıktı.

alanda dağıldılar. Türkiyeli örgütler, Türkiye’nin aksine, 1 Mayısı, Paris’te halay müziği, davul zurna ve ızgarayla tam olarak piknik havasında geçiriyor, geleneksel kültürün bir şekilde yeniden üreticisi olmanın ötesine geçemiyorlar. Devrimci Proletarya eyleme ve yürüyüşe 60 kişi ile katıldı.

Devrimci Proletarya olarak her yıl Basel “de 1 Mayıs kutlamalarına katılırken; Bu yıl Basel dışında Zürich “de de 1 Mayıs kutlamalarına katıldık. Sabah saat 09:30 toplanma alanina geldigimizde kitlede yavas yavas alani dolduruyordu. Saat 10:00 gibi toplanma alaninidan yuruyuse gecildi. Devrimci Proletarya olarak bizde flamalarımız la yürüyüş koordinesi de yerimizi aldık.

Zürich’de 1 Mayıs

Kortejin en önünde UNIA sendikasi “ iyi iş koşulları her kes için asgari ücret “ pankartıyla yerini aldı. İsviçre demokratik kitle örgütleri gençler kendi talepleriyle ve arkadan ise Yurtsever ve Türkiye Devrimci Kurumlar yürüyüşte yerlerini aldılar. Fotoğraf çekmek için kortejleri gezerken genç kitlenin yoğunlukta olduğunu gördük. Genç Komünistler Genç Sosyalistler pankartları ve dövizleriFransa genelinde 210 merkezde 1 yle katıldılar. Bir grup gencin ellerinde “Annemiz neden babamızdan daha az Mayıs eylemi olmuş, sendikalar toplam ücret alıyor “ pankartı taşıyordu. Yine sosyalist genç ve çocuklar kırmızı balonları katılım sayısını 80 bin olarak açıkladı. ve bandolarıyla yürüyüşe güzel anlam kattılar.

St.Gallen St. Gallen kantonunda 1 Mayis Tertip Komitesi tarafindan hazirlanan program, saat 17:oo “de Bahnofplaz “da basladi. 1 Mayıs komitesi Unia devrimci demokrat kurumlarla yurtsever ve Türkiye Devrimci Kurumlar oluşturuldu.

Basel’de 1 Mayıs

iki saat suren yürüyüşün ardından bitiş noktasına gelindi. yürüyüş boyunca “Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın Enternosyanal Dayanışma” sloganları atıldı. Zuricn Kantonunda 1 Mayıs kutlamalarına yaklaşık 15 bin kişi katildi. ve icecek statlarida kuruldu. Program saat 20:oo “ye kadar devam etti. Yaklaşık 300 kisinin yer aldığı yürüyüş kolunda “Kahrolsun Faşizm ve Kapitalizm, Yaşasın Enternasyonal Dayanışma” sloganları atıldı. Burada kitle az olmasına rağmen Zurich Kantonuna nazaran sloganlar daha canlıydı.

Sendikaların Talebi: Bu gün İsviçre “de 330 binin üzerinde işçiler bunun 230 binin kadınlar oluştururken 255 binin üzerinde 25 yaşındaki genç işçiler oluşturuyor. İşçi ve emekçiler 4000 binin altında ücret alıyor. UNIA sendikası bu yıl 1 Mayıs “ta asgari ücretin en az 4000 bin olması ve asgari ücretin yasallaşması için sokaklardaydı. İsviçre “de çok az çalışan GAV ( Toplu İş sözleşmesi) ile çalışırken çoğunluk GAV (Toplu İş Sözleşmesi) olmadan işçi ve patron arasında özel anlaşma yapılarak çalışıyor ve durumda da saat ücreti 22 Frankın altına düşebiliyor. Sendika GAV “nin tüm ülke genelinde ve tüm çalışanlar için uygulamasını talep ediyor. Bu gün sendikalar SECO (Devletin Ekonomiden sorumlu Kurum) “ ya GAV uygulamasını kabul ettirmeyi başarabilirlerse patronlar yanlarında çalıştırdıkları işçilerle GAV yapmak zorunda kalacak ve dolayısıyla Dampinglöhne(ücret indirimi) yasaklanmış olacak. İsviçre 18 Mayıs “ta asgari ücret en az 4000 bin olaması ve asgari ücretin yasallaşması için referanduma gidecek. Unia sendikasi asgari ucret talebiyle ilgili “Warum einen Mindeslohn?” bir animasyon film ve “time to change unia” olarak bir klip de hazırlayarak Youtube “de yayınlandı.

Berlin'de 1 Mayıs Sendikalar Konfederasyonu DGB nin Almanya´da çağrısını yaptığı 1 Mayıs eylemlerine toplam 403 bin kişi katıldı. Berlin´de yaklaşık olarak 7-8 bin kişi katıldı. Sabah saatlerinde yapılan eylemde göçmen kurumları bayrak ve flamalarıyla bu eylemde yerlerini aldı. DGB nin bu yıl da önceki yıllar gibi, 1 Mayıs sloganı ”İyi iş,sosyal Avrupa” oldu. Alanda sendika bürokratlarının konuşmalarındaki ortak vurgu noktaları ise; asgari saat ücretinin yasal olarak tanınması, (8,50€) insancıl çalışma koşulları, esnek çalışma karşıtlığı ve eşit işe eşit ücret.

Eylem sosyal demokrat sendika bürokratlarının geleneksel bir görevin kovuşturulması havasında geçti. Devrimci Proletarya olarak, yürüyüşe “sınıfa karşı sınıf, kapitalizme karşı sosyalizm” pankartı ve bayraklarımızla katıldık. Türkiye´deki 1 Mayıs gösterilerine yapılan saldırı haberlerini öğrendiğimizde, bunun kürsüden duyurulmasını talep ettiğimizde ise; “…bizim belirlediğimiz bir program akışı var, bunu bozamayız, pek çok konuşmacı var, sanırız onlar buna değinecektir.” yanıtı verildi. Biz ne kadar sınıf dayanışması, enternasyonal

dayanışma vb.vb desekte, aynı yanıtlar tekrarlandı. Eylem öğlen saatlerinde sona erdi. Sabah saatlerindeki ikinci eylem, Nazi karşıtı bir eylemdi. Yaklaşık 2500 katıldı. Polisle yer yer gerilimler yaşandı. Geleneksel Devrimci 1 Mayıs akşam saat 18 00'de başladı. Gecen yıla oranla oldukça kalabalık bir katılım oldu. 19-20 bin kişi. Türkiyeli, Kürdistanlı, İspanyol, İtalyan, Fransız, Yunanlı genç ve dinamik, antikapitalist , sosyalist, komünist, antifaşist, anarşist, otonom enternasyonal bir kitle. Pek çok dilden hazırladığımız Türkiye ve dünya devrim

marşlarını kendi dillerinde duyanlar coşkuyla eşlik ediyorlar. Gelenek olduğu üzere eylemin bir bitiş noktası yok. Berlin caddelerinde uzunca bir yürüyüş yapılır ve kitle giderek dağılır. Azalan ve dağınıklaşan kitle içinden polis hedeflediklerinin bir kaçını gözaltına alır ve çatışmalarla eylem dağılır.Bu yıl yine tekrarı yaşındı. Öğrendiğimiz kadarıyla 5 kişi gözaltına alındı. Dünyanın Bütün İşçileri Birleşin! Hemu Karkeran Cihane Yekbun! Arbeiter aller länder vereinigt euch! Workers of the world, unite!


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.