Torun Center ve ötesi
Mecidiyeköy katliamı ne tek başına AKP’ye, ne de AKP yandaşı bir patrona indirgenebilir. Karşı karşıya olduğumuz tam bir banka-borsa-gıda sanayi/tarım tekeli-müteahhit-tüccar-devlet kompleksidir. Torunlar Grubu’nun bir kolu küresel ve bağlı büyük bankalar ve mali sermaye grupları tarafından desteklenen, bankaborsa-gayrımenkul-inşaat-AVM- tekelci ticaret kaynaşması ve azami kar bileşkesi ve ortaklığıdır. Diğer kolu yine banka-borsa-tarım-gıda sanayi tekeli ve ticareti kaynaşması ve azami kar bileşkesi ve ortaklığıdır. '' 7
yaşasın
sosyalist
işçi demokrasisi Sayı: 50 Ekim 2014 1 TL
SINIRLAR SAVAŞ VE DİRENİŞLE ÇİZİLİYOR!
Bê Ziman Jîyan Nabe! Tarihsel-ulusal sorunların burjuva çözümlerinde de görüldüğü gibi hem bölgeler arası hem de uluslar arası tam hak eşitliği sosyalizmin garantisi altında olmadığı taktirde anadilde eğitim, burjuva demokrasisinin “eşitlik” yapaylığında, sınıf bilincini ve sınıf mücadelesini gizlemenin diğer adı olmuştur. " 10
“Carpe diem – Anı yaşa!”
Sınırların savaşla çizildiği tarihi günleri yaşıyoruz.Kürt ulusal hareketinin Suriye’deki imhasına, Kürtlerin sırf Kürt oldukları için yerlerinden edilerek IŞİD çetelerince infazına sessiz veya tarafsız kalınamaz. Türkiye devletinin Kürt göçmenleri tecridi ve sınırlaması, bu felaket karşısında sınırlarını denetleme çabası kabul edilemez. Devletlerin yapay sınırlarının aşılarak demokratik bir Kürt ulusal birliğinin sağlanması, en azından Rojava’da elde edilmiş mevzilerin korunması için silah başına koşan Kürt gençlerin haklı mücadelesine gözler kapatılamaz. İşçi sınıfının enternasyonal çıkarları Suriye ve Irak’ta savaşın son bulmasından, bu da
mevcut durumda önce karşıdevrimci IŞİD çetesinin ezilmesinden geçer. İşçi sınıfının bölgesel çıkarları Türkiye devleti ve burjuvazisinin içeride ve dışarıda Sünni İslamcı bir hat doğrultusunda atıldığı maceradan burnunun sürtülerek geriletilmesini şart koşar. Bizim çıkarlarımız sınırların yeniden kanla ve savaşla çizildiği bu tarihsel kesitte demokratik Kürt ulusal hareketinin Suriye’deki var olma mücadelesinin desteklenmesinden geçer. Tutumumuz bu desteğin küresel ve bölgesel kapitalist devletlerin yardım ve inayetine tam karşıt biçimde, işçi sınıfının emekçi Kürt halkıyla dayanışmasıyla somutlanmalıdır.
Ulaşımda Gökçek’in “EGO” sorunu Esas sorun, tüm dünyada egemen olan, yöneten-yönetilen ayrımının keskin olduğu bir ortamda yaşıyor oluşumuzdur. Hangi kuruldan, ne zaman, nasıl geçtiği bilinmeyen kararlara uymak zorunda bırakılıyoruz. Kentin bütününe dair bu sorunlar, karşımıza dün İstanbul’da Gezi Parkı’nın yıkılması esnasında çıkarken, bugün de Ankara’da değişen sefer hatları ve saatleri olarak çıkıyor. Ne birbirine benzer süreçlerdir ki, Kuzey Ormanlarının 3. Köprüye feda edilmesi, ihtiyaç önceliklerimizin başında 3. Havalimanı, duble asfalt yolların oluşu aynı kent sorunlarının farklı örnekleridir. " 11
Belirsizlik felsefesinden çıkış alan tüm siyasal yorumlar gelecek diye birşey olmadığını vaaz ederken fani bireylere anın tadını çıkarmak dışında bir çıkış yolu bırakmamıştır. Kapitalist sosyal-siyasal-ekonomik sorunlar karşısında derin bir özgürlük açığı ve yoksunluk yaşayan insanlara burjuvazinin vaadi bu kadar oluyor! Anı yaşa! Yaşayabilirsen. " 13
Rojova ve Şengal izlenimleri -Rojava’da yönetimin kolektif olduğu ve kadın devrimi olduğu çok söyleniyor. Bu yönlü gözlemin nasıl? -Buralarda nüfus yoğunluğu nasıl ve ne iş yapılır, sadece tarım, ticaret vb mi yoksa sanayi küçük de olsa var mı? Halkın temel geçim kaynağı ne? Rojava ve Şengal’deki izlenimlerini almak için konuştuk... " 14
2
işçi meclisi
Kimliğimizi özgürleştiriyoruz! Biz İşçi Kadın Meclisi olarak kadın sorununun kökenini iki türlü değerlendirdik. Öncelikle bu sorunun salt kapitalizmin doğuşuyla başlamadığı aşikardır. Toplumsal cinsiyetçi işbölümünün ortaya çıkmasından sonra üretim ilişkilerinin hakimi güçler tarafından kadının ezilmesi tarihi var olmaktadır; daha sonrasında ise erkek egemen kapitalist toplumla beraber kadınların sömürüsü katmerlenerek artmıştır. Ancak bu erkek egemen sistemin sömürüsü sadece kadın cinsine yönelik değil. Bizler bu sistem içinde aynı zamanda işçi kimliğimizle de sömürülüyoruz. Bu nedenle cinsel taleplerimiz sınıfsal taleplerimizle birleşiyor ve bizleri bu sömürü düzeni içinde mücadele etmeye itiyor.
Her birimizin işçi kimliği yanında bir de kadın kimliğimiz var. Kimimiz bir tekstil atölyesinde çalışıyoruz, kimimiz bir mağazada, kimimiz bir finans kuruluşunda beyaz yakalı işçiyiz, kimimiz de bir hukuk bürosunda ücretli avukatlık yapıyoruz, öğrenciyiz veya atanamayan bir öğretmen adayıyız…
Sınıf mücadelesi içinde, eş zamanlı olarak kadın kimliğimizi de beraberce özgürleştirmek esastır. Hayalini kurduğumuz eşit ve özgür dünyayı kadın erkek birlikte omuz omuza mücadeleyle kazanacağız! İhtiyaç ve taleplerimizi, özlemlerimizi, hayallerimizi, sisteme duyduğumuz öfkeyi gerekçelendirip sağlam temellere dayandırarak çevremizden başlayarak kadın sorununu toplumsal ve sınıfsal bir
Bizler, bize biçilen edilgen kadın rolünü her ne kadar reddetsek de (“biçilen rol”ün altını kalın çizgilerle çizip, kadın olmaktan yana bir şikayetimiz olmadığını belirtiriz) bu ‘meta’, cinsel obje rolün getirdiklerine iş yerlerimizde, sokakta ve evimizde ağır bir biçimde maruz kalıyoruz. İşçi sınıfının içinde birlikte sömürüye maruz kalsak da farklı sorunlarla baş başa kalmaktayız. Hayatın içinde yaşadıkça anlıyoruz ki, bu ‘ikincillik’ bizlerde bir özgüven sorunu oluşturuyor. İşte tam da her şey bu noktada başlıyor…
İşte bu noktada, kapitalist sistemin dayattığı ağır çalışma koşulları, sisteme entegre yeni yaşam biçimi ve buna bağlı olarak değişen, bencilleşen insan profilinden yana sorunlar yaşadığımız bir gerçek. Aslında bunlardan kaynaklı sistem karşıtlığı, bizleri hayatın bunaltıcı akışı içinde yan yana getirdi.
Bugünkü statüyü kabul etmeyip de, kendimizi örgütlenerek savunmaya kalktığımızda erkek egemen kapitalist sistemin etrafımıza ördüğü “koruma duvarları”na toslamaktan çok hırpalandık.
Sistemin yarattığı bu yeni insan profiline duyduğumuz tepki, bu karşıtlık üzerinden bizleri birbirimize epeyce bir yakınlaştırdı da. Çünkü bir aradayken kendimizi ifade edebilmekten kaynaklı oldukça rahat ve mutluyduk. Belli ki bambaşka bir dünya özlemindeydik ve o merkezine insanı koyan komünal dünyanın hayalini kuruyorduk.
O “koruma duvarı” ne kadar özgürlüğümüze engelse, tuğla eklemek de bir o kadar özgürlüğe engeldir.
Hemen her gün tosladığımız bu “koruma duvarlarını” yıkmanın zamanı çoktan geldi!
Bir cinsi ezen bir cins özgür olamaz! Biz kadınlar ve erkekler omuz omuza etrafımıza örülen duvarları birlikte yıkacağız!
mücadeleye dönüştürebiliriz. Sizleri de kadınların özgürlük mücadelesi, kendi özgürlüklerini savunabilmeleri için, cinsel, sınıfsal, ulusal sömürünün olmadığı yeni bir yaşam için İşçi Kadın Meclisi saflarında mücadeleye çağırıyoruz. facebook.com/iscikadinmeclisi twitter.com/isci_kadin iscikadinmeclisi@gmail.com
İki düşman sınıf: işçi sınıfı ve burjuva sınıfı İnsanların düşüncelerini oluşturan içerisinde bulundukları maddi yaşamdır. Bahsedilen maddi yaşam, üretim ilişkileri ve bunun sonuçlarıdır. Pekala bahsedilen üretim ilişkileri nedir? Ve sonuçları nelerdir? Üretim ilişkileri demek; günümüzde varolan patron-işçi ayrımında bulunduğumuz yeri ifade eder. Yani üreten misin, yoksa sömüren mi? Peki bulunduğun yeri, yani üreten mi yoksa sömüren mi olduğunu belirleyen kıstas nedir?
Bulunduğun yeri belirleyen kıstas; emeğini satmadan hayatta kalıp-kalamama durumu yani çalışmadan yaşayıp-yaşayamama, üretim araçlarına sahip olup-olmama durumudur. Eğer emeğini satmadan yani çalışmadan yaşayamıyorsan, her gün düşük ücretle, güvencesiz, sigortasız ölmeyi dahi göze alarak çalışmak zorunda isen işçi sınıfının bir üyesisin demektir. Peki işçi sınıfı nasıl bir sınıftır, bahsedilen sınıfın hayattaki karşılığı nedir, nereye denk düşer? İşçi sınıfı günümüz sınıflı (patron-işçi) toplumunda üretici konumda bulunan, çevremizde gördüğümüz binalardan giydiğimiz elbiselere; yediğimiz ürünlerden içtiğimiz çaya; kısaca üretim adına ne varsa her şeyi üreten, hayatı var edendir.
İşçi sınıfı yok ise üretim de yoktur, emeğin sahibi işçi sınıfı yok ise insanlık adına hiçbir şey kendiliğinden bir avuç zenginin mal varlığıyla, doğada bulunan hammaddelerin kendi kendine hareket etmesiyle var olamaz. Emek en yüce değerdir, emek işçi sınıfının üretim araçları üzerinde hünerlerini sergileyip toplumun hizmetine, insanlığın yararına gereksinimler üretmesidir. İşçi sınıfı fabrikalarda asgari ücretle, hukuksuzluğun güvencesizliğin ölümün tavan yaptığı taşeron bir sistemde çalışandır. İşçi sınıfı toplumun çoğunluğudur çünkü toplumun çoğunluğu zenginlerden değil üretimde bulunan, emeğini satmadan yaşayamayacak olan işçilerden oluşmaktadır. İşçi sınıfı fabrikada çalışır ancak fabrika işçi sınıfının değildir, işçi sınıfı üretir ancak ürettikleri işçi sınıfının değil burjuvalarındır. Burjuvalar işçi sınıfının ürettiklerini işçi sınıfına parayla satar. İşçi sınıfı fabrikada üretir, kendisi ürettiği halde ürettiğini satın alabilmek için çalışır. İşçi sınıfı her şeyi üretirken zengin sınıf burjuvalar ne yapar? Tek kelime ile özetlemek gerekirse: Hiçbir şey. Onlar;toplumun ilerlemesinde, insanlığın gelişmesinde, insanların ürettiklerini eşit ve adil bir şekilde bölüşmesinde, kolektif bir yaşamın kurulmasında engel olan toplumun bir avuç asalağıdır,
sömürücüsüdür. Hiçbir şey üretmezler, üretimin hiçbir aşamasında yer almazlar ama her şey onlarındır ve her şeye çalışarak sahip olduklarını söylerler. Sahip oldukları her şey işçi sınıfının üretimi sonucudur. Savaşlar, kıtlıklar, yoksulluk, sefalet, toplumun yozlaşması, ahlaki çöküntü, emeğin değersizleşmesi, her şeyin paraya dayalı olması, bireyciliğin egoizmin, popüler kültürün yaygın hale gelmesi, bunların hepsi burjuva sınıfının kurduğu sömürü düzeninin sonuçlarıdır. Burjuvazi insanlığın gelişiminde büyük bir engel olarak önümüzde durmaktadır. Öte yandan burjuvaziyi var ettiği gibi, mal varlığını arttırdığı gibi burjuvazinin bütün mallarına el koyabilecek, onun iktidarını ve yarattığı sistemi paramparça edebilecek, insanlığın gelişimindeki bütün engelleri ortadan kaldırabilecek, sömürüyü tarihe gömebilecek bir sınıf vardır: İşçi sınıfı. İşçi sınıfı yaratandır, her şey onun elindedir, burjuvazinin iktidarı işçi sınıfının sosyalist bir devrim iddiasıyla ayaklandığı güne kadardır. Ayaklar mutlaka baş olacak, burjuvazi de krallık gibi feodal derebeyleri gibi toplumun bir avuç sömürü azınlığı olarak tarihin çöplüğüne atılacaktır. Yaşar Kazıcı
İşçi Meclisi - Yerel Süreli Siyasi Dergi - Sayı: 50- Fiyat: 1 TL Pina Basım Yayım San. ve Tic. Ltd. Şti. adına sahibi Hüseyin Kezik Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ali Filizler Adres: İstiklal Caddesi Balo Sk. No: 32 Kat. 2 Daire No: 8 Beyoğlu/İstanbul Tel: 0 212 244 56 70 Hesap No: İş Bankası Koca Mustafapaşa Şubesi 1105 0792812 Baskı: Özdemir Matbaası Adres: Davutpaşa Cad. Güven Sanayii Sitesi C Blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel: 0212 577 54 92
Sınırların savaş ve direnişle çizildiği günler
3
işçi meclisi
Devletlerin yapay sınırlarının aşılarak demokratik bir Kürt ulusal birliğinin sağlanması, en azından Rojava’da elde edilmiş mevzilerin korunması için silah başına koşan Kürt gençlerin haklı mücadelesine gözler kapatılamaz. İşçi sınıfının enternasyonal çıkarları Suriye ve Irak’ta savaşın son bulmasından, bu da mevcut durumda önce karşıdevrimci IŞİD çetesinin ezilmesinden geçer. Sınırların savaşla çizildiği tarihi günleri yaşıyoruz. Ortadoğu’daki ayaklanmaların ne yazık ki demokratik sosyalist bir devrimci dalgaya dönüşmediği türbülans koşullarında, karşıdevrimin Irak ve Suriye özelinde ortaya çıkardığı özel bir Selefi İslamcı oluşum olan “İslam Devleti” ilerlemesini kanla sürdürüyor.
IŞİD: IŞİD bilindiği üzere Suriye’deki iç savaşta
parçalanan merkezi yönetime karşı dış destekle toplanan ÖSO vb. gevşek çıkar koalisyonlarını zaman içerisinde dağıtarak Sünni tabanı büyük oranda kendisinde merkezileştirdi. Bununla kalmadı, Irak’taki Şii-Kürt-Sünni sacayağında kurulan dağınık kuvvetler birliğinin girdiği paylaşım kavgasından doğan sistem krizinden faydalanarak Saddam döneminden bu yana güç kaybı yaşayan reaksiyoner Sünni kesimleri de kendisine çekti. İki ülkenin Sünni nüfusunun yaşadığı toprakları hızla ele geçirerek bir virüs gibi son derece hızlı gelişen, kan ve fetihle ilerleyen reaksiyoner bir karşıdevrimci hareketle karşı karşıyayız. Bu karşıdevrimci, işçi ve emekçi düşmanı hareketin yaptığı cihat çağrısı, taşıdığı İslamcı ideolojinin pratikte ele geçirdiği alanlarda hızla devletleşerek yerleşmesi, sınırların mezhepler temelinde yeniden şekillendiği coğrafyada güçlenmesinin önünü açtı. Bununla kalmadı, çeşitli ülkelerdeki tarikat oluşumları üzerinden facebook vb. sosyal medyanın kullanımıyla çeşitli ülkelerden IŞİD’e doğru bir mücahit akışını yarattı. Doğu ve Güneydoğu’nun çeşitli illerinden, Antep’ten, İstanbul’dan, Almanya ve Fransa’dan, Ortadoğu’dan mücahitler İslam devleti hayali peşinde IŞİD’e aktılar. Ele geçirilen her yerde kendilerinden olmayan erkekleri öldüren, kadınları seks kölesi olarak kullanan, cephe gerisini en gerici feodal İslami kurallara, cepheyi coğrafyanın Osmanlı’dan tanıdığı fetih ve yağma kurallarına göre yöneten bu karşıdevrimci gerici hareket ilginçtir cihadının yönünü Irak ve Suriye’nin merkezi yönetimlerine doğru değil, başta demokratik özerkliğini yeni kurmuş olan Rojava olmak üzere
Kürt yönetimlerine doğru çevirdi. Musul’un fethinin ardından Kerkük’e yürümeye başlamasıyla birlikte olay petrol kuyularında geçmeye başladığı için “dünya kamuoyu” denen emperyalist kapitalist sistemin bütününün gündemi haline geldi.
ABD ve diğerleri: Bir süredir toplantı üstüne toplantı yaparak ABD öncülüğünde bir koalisyon oluşturarak müdahale etme hazırlığına girdiler. Amerikan emperyalizmi IŞİD hedeflerini Irak’tan sonra Suriye’de de havadan savaş uçaklarının yanı sıra Tomahawk füzeleriyle vurmaya başladı. Bölge gericiliklerinden Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün ve Bahreyn’in aktif desteğini alan oluşum, Katar ve Türkiye’yi de sıkıştırarak IŞİD’i ister istemez “terörist” ilan etmek ve koalisyona pasif destek vermek zorunda bıraktı. Planlarında doğrudan bir emperyalist işgal yok, çünkü bunun pahalı bir yöntem olduğu en son Irak dahil bir çok cephede kanıtlanmış durumda. Öte yandan IŞİD’i de bir kara harekâtı olmadan yerinden sökmek olanaksız gözüküyor. Irak ordusu diye bir şey kalmadığına, Esad henüz, İran ise hiçbir zaman seçenek olamayacağına göre geriye Suriye’deki direnişçi Kürt hareketi ile Barzani güçleri kalıyor. Burada da ÖSO’nun yalan olması, Türkiye devletinin PKK çizgisindeki YPG güçlerine desteğe veto çabaları ve Barzani’nin “caş”ça PYD ezilmeden parmağını kıpırdatmama tercihi dışarıdan içerideki güçleri destekleme konusunda bir çıkmaz doğuruyor. Fatura yine yüzbinlerce Ezidi ve Kürt emekçi yoksul köylünün, kadın ve çocuğun göçü ve sefaletiyle Türk devletinin sınırlarında birikiyor.
Türkiye: Ortadoğu’da politika yalan-dolan,
küçük hesap ve çıkarlar, arkadan dolanmalarla karakterize olagelmiştir. Türkiye de Davutoğlu dönemiyle birlikte siyasetin bu yürütülüş biçiminin cevval bir çapsız örneği olmaya hak kazandı. Ortadoğu’da kitle hareketlerinin patlamasıyla Sünnilerin bölgedeki hamisi olma topuna giren Türkiye burjuvazisi, bu mezhep politikasının Suriye’de berbat bir tıkanmasını yaşadı. Ne ÖSO’yu adam edebildi, ne de bir dönem dışarıya iddia ettiği üzere sonradan IŞİD’i oluşturan güçleri zapturapt altına alabildi. Örtük savaş ilan ettiği Esad rejimi karşısında kendi ülkesinde 2 milyon Suriyeli sığınmacıyı bulduğuyla kaldı. Emperyalist metropoller nezdindeki başarısızlığını sıvarcasına, rüzgârın tersten esmeye başladığı dönemde bu kez IŞİD’e ev olmaya, lojistik sağlamaya, gıda ve mühimmat desteği, tıbbi destek sağlamaya, petrolünü satın almaya, örgütlenme ağına izin vermeye devam etti. Musul’da rehineleri ellerine teslim edişiyle İslam devletine karşı tutum alma gönülsüzlüğüne bahane bulmakla kalmadı, IŞİD’in ilerleyişinin ulusal özgürlükçü Kürt güçlerini bastırmasını ummayı sürdürdü. Tüm bunları içeride Kürt ulusal sorununa reformist müzakere sürecine helal getirmeden ve cumhurbaşkanlığı seçimini kazasız belasız aşarak sürdürdüğü için sevinçle gerdan kıvırırken, geçtiğimiz hafta önce okulların açılmasıyla karşısında Kürtçe eğitim direnişini, ardından da IŞİD saldırıları sonucu sınıra yığılan yüzbinlerce Kürt emekçiyi buldu. Şimdi IŞID için kevgire çevirdiği sınırlarını Kürt ulusal güçleri için gaz bombaları ve kurşunlarla kapatmaya çalışmakla uğraşıyor. Bir yandan da çelişkilerin bunca sertleşmesine karşın Öcalan nasıl olsa müzakereye mahkûm düşüncesiyle rehinelerin geri satın alınmasını iç politik şova çevirmekle ve devlet okullarında türbanı yerleştirmekle meşgul.
Kürt hareketi: PKK iç savaş karanlığı içeri-
sinde kendi özgüçlerine dayanarak Suriye’de Kürt emekçiler için geçici bir ulusal özgürlük penceresi araladı. Şu an Rojava ve Kobanê IŞİD işgali altında var olma-yok olma savaşı veriyor. Jeopolitik çıkar hesapları gereği ABD’nin sınırlı desteğine dayanarak bölgede tutunabilmesi mümkün gözükmüyor. Barzani güçleriyle bir ulusal koalisyon adımları atılmasına karşın burada da Barzani’nin yeni bir aktörün doğuşunu darbeleme çabası tüm çabaların havanda dövülmüş su misali boşa düşmesini getiriyor. PKK’nin Suriye’deki oluşumu YPG’yle beraber IŞİD’e karşı savaşmaya hazır bir askeri güç an itibarıyla yok. Kürt ulusal hareketi kendi özgüçlerine dayanmak zorunda. Demirtaş’ın Kürt gençlerine Suriye’de savaşma çağrısı bu noktada anlam kazanıyor. ABD’nin ve Türkiye’nin yardım etmemesini eleştirmesi de! Bilindiği üzere Demirtaş hükümeti koalisyona “aktif bir şekilde desteğe” davet etti. Nazmi Gür, NATO’nun Kürtlerle işbirliği yapması gerektiğini söyledi. HDP milletvekilleri bir yandan Kürt güçlerinin geçişlerinin sağlanması için sınırda elde taş Türkiye devletinin ordu güçleriyle serhildanı andıran kitlesel çatışmalara katılırken, öte yandan PYD lideri Salih Müslim’in ABD’ye işbirliği çağrısıyla örtüşen açıklamalar yapıyorlar. Bu açıklamalar HDP içerisinde yedeklenen sol güçlerde mecburiyetten lafzen bir sınır çizme ihtiyacı doğuruyor. Burada demokratikdevrimci bir mücadele geçmişine sahip ulusal hareketlerin devletleşme süreçlerinde yaşadıkları sistem içi sıkışmanın bir yeni örneğini görüyoruz.
İşçi ve emekçi sınıfların bölgesel, enternasyonal çıkarı: Bu sistem içi sıkışma ancak
yeni bir sistem, yeni bir dünya, yeni bir yaşam çağrısının işçi sınıfının önderliğinde yükseltilmesi ve bu perspektifin güç bulmasıyla aşılabilir. Kürt ulusal hareketinin Suriye’deki imhasına, Kürtlerin sırf Kürt oldukları için yerlerinden edilerek IŞİD çetelerince infazına sessiz veya tarafsız kalınamaz. Türkiye devletinin Kürt göçmenleri tecridi ve sınırlaması, bu felaket karşısında sınırlarını denetleme çabası kabul edilemez. Devletlerin yapay sınırlarının aşılarak demokratik bir Kürt ulusal birliğinin sağlanması, en azından Rojava’da elde edilmiş mevzilerin korunması için silah başına koşan Kürt gençlerin haklı mücadelesine gözler kapatılamaz. İşçi sınıfının enternasyonal çıkarları Suriye ve Irak’ta savaşın son bulmasından, bu da mevcut durumda önce karşıdevrimci IŞİD çetesinin ezilmesinden geçer. İşçi sınıfının bölgesel çıkarları Türkiye devleti ve burjuvazisinin içeride ve dışarıda Sünni İslamcı bir hat doğrultusunda atıldığı maceradan burnunun sürtülerek geriletilmesini şart koşar. Bizim çıkarlarımız sınırların yeniden kanla ve savaşla çizildiği bu tarihsel kesitte demokratik Kürt ulusal hareketinin Suriye’deki var olma mücadelesinin desteklenmesinden geçer. Tutumumuz bu desteğin küresel ve bölgesel kapitalist devletlerin yardım ve inayetine tam karşıt biçimde, işçi sınıfının emekçi Kürt halkıyla dayanışmasıyla somutlanmalıdır.
4
işçi meclisi
Öğretmenler 24 Eylül’de Grevdeydi Eğitim işçileri 24 Eylül çarşamba günü grevdeydiler. Sendikalar tarafından yapılan açıklamada; eğitim öğretim yılının birçok sorunla başladığı, rotasyon, iş güvencesi, öğretmen ataması, müdür görevlendirmeleri ve birçok konuda ciddi sorunlar yaşandığı belirtildi.Yaşanan sıkıntılara dikkat çekmek ve ortak tepkiyi dile getirmek için 24 Eylül‘de iş bırakılacağı açıklandı.
Bursa Bir günlük iş bırakma eylemi için öğretmenler Bursa’da da alanlara çıktı. Eğitim-Sen üyesi öğretmenler Heykel Ünlü Cadde’de sabah saat 11:00'de toplanmaya başladı. Buradan sloganlar eşliğinde Fomara Meydanı’na yürüyüş yapıldı. Islıklarla, sloganlarla hükümetin eğitim politikalarına tepki gösterilerek canlı bir yürüyüş gerçekleştirildi. Eğitim işçilerinin sloganlarına yansıyan gündeminde siyasi kadrolaşma, rotasyon, özel okullara kaynak ayrılması ön plandaydı. İş bırakan Türk Eğitim-Sen ve Eğitim-İş üyesi öğretmenler de Kent Meydanı’ndan Fomara Meydanı’na yürüdüler. Fomara Meydanı’nda yapılan konuşmalarda bazı müdürlerin görevden alınması ve rotasyon vardı. Eğitim-Sen Bursa Şube Başkanı Güney Özkılıç eyleme katılmamaları için öğretmenlerin tehdit edildiğini kaydederek, sadece atanan müdürler için değil, rotasyon çalışmaları ve özlük hakları için de eylem yaptıklarını söyledi. “Eğitimciler kazanılmış haklarının ellerinden alınacağına inanmıyor ama kazanılmış hak dik durulmaz, mücadele edilmezse geri alınır” diye konuştu. Türk Eğitim-Sen 2 No’lu Şube Başkanı Selçuk Türkoğlu ülke genelinde yaşanan tasfiye sürecinin Bursa’da devam ettiğini belirterek, buna izin vermeyeceklerini söyledi.
pankartlar açtılar. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde yapılan konuşmalarda AKP hükümetinin eğitimdeki gericileştirmesine vurgu yapılarak bu gericiliğe karşı mücadele çağrısı yapıldı. Ayrıca konuşmasında Gazze’den Şengal’e, Şengal’den Rojava’ya yaşanan katliamlara dikkat çeken KESK Eşgenel Başkanı Köse, AKP’nin IŞİD’in koruyucusu ve destekçisi olduğunu ifade etti. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü önündeki eylem, Eğitim-Sen adına okunan basın açıklamasının ardından atılan sloganlarla sonlandırıldı.
Mersin Eğitim işçilerinin ülke genelinde taleplerini haykırmak için yaptığı greve Mersin’de de yüzlerce eğitim emekçisi katıldı. Saat 10.00'da toplanan eğitim emekçileri Mersin İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne doğru yürüdü. Yürüyüş sırasında teleplerini ve sloganlarını haykıran emekçilere Mersinli işçi emekçiler de evlerinden alkışlarla destek verdi. Eğitim-Sen Mersin Şube Başkanı basın açıklamasını okudu. Basın metninde eğitimdeki gericileşme ve piyasalaşmaya karşı mücadele çağrısı yapıldı. Açıklamanın ardından çekilen halaylarla eylem sonlandırıldı. Eylemde ve yürüyüşte “Gerici, ırkçı eğitime hayır!”, “Direne direne kazanacağız!”, “Katil IŞİD işbirlikçi AKP!” sloganları atıldı.
Ankara
İstanbul Tüm ülke genelinde bir günlük iş bırakmaya giden eğitim işçileri İstanbul’da da bir eylem ve basın açıklaması gerçekleştirdiler. İstanbul’da Eğitim-Sen şubeleri kendi bölgelerinde eylemler yaparak ortak yapılacak yürüyüşe katıldılar. 6 nolu Eğitim-Sen şubesi İTÜ’de yapılan eylemin ardından Beyazıt’a geçti. Ayrıca Kadıköy Boğa Heykeli’nde toplanan eylemciler de Kadıköy İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü önünde yapılan eylemden sonra Eminönü İskelesine bir yürüyüş yaparak oradan merkezi eyleme katıldılar. Alanlardan gelen eğitim işçilerinin de katılımıyla Beyazıt tramvay durağında toplanan eğitim işçileri İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğüne yürüdüler. Eğitim işçileri “Bilimsel, demokratik, laik, parasız, anadilde eğitim hakkı için grevdeyiz” yazılı pankartın yanı sıra TEOG, siyasi kadrolaşma ve zorunlu rotasyonu protesto eden
Eğitim sisteminde yaratılan piyasalaşma ve gericiliğe karşı Ankara’da da greve giden eğitim işçileri saat 10.00'da Kızılay Meydanındaki Güven Parkta toplanarak Bakanlığa bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Saat 10.45'de Eğitim-Sen üyesi eğitimci-
ler yolu trafiğe kapatarak yürüyüşe başladılar. Atatürk Bulvarı üzerinden yürüyüş yapılarak Milli Eğitim Bakanlığı önünde bir basın açıklaması yapıldı. Polisin Bakanlık önünü ablukaya aldığı gözlemlendi. Polis eğitim işçilerinin Bakanlık bahçesine girişine izin vermeyince eğitim emekçileri Bakanlık önünde eylemlerini gerçekleştirdiler. Eyleme binlerce eğitim işçisi katıldı. Eğitim işçileri hem yürüyüş hem de basın açıklaması sırasında sık sık, “Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim!“, “Gerici, ırkçı eğitime hayır!”, “İmam-Hatip istemiyoruz!“, “Katil IŞİD, işbirlikçi AKP!“, “AKP’den hesabı emekçiler soracak!”, “Çocuk gelin istemiyoruz!”, “Çocuk işçi istemiyoruz!” sloganlarını attı. Eğitim-Sen adına yapılan basın açıklamasına Suruç’ta IŞİD terörüne karşı toplanan kitlenin yürüyüşüne yönelik yasakçı tutumun ve saldırı-
ların kınandığı söylenerek başlandı. Yapılan açıklamada toplumun farklı kesimlerini her gün daha fazla etkileyen yasaların fiilen hayata geçirildiği, özellikle yükseköğretim başta olmak üzere eğitim alanında hayata geçirilen gerici düzenlemelerin sadece eğitimcileri değil, öğrenciler ve veliler başta olmak üzere toplumun bütününü etkilediği söylendi. Açıklamanın devemında 4+4+4 ile eğitimin mevcut siyasal iktidarın ideolojisi ve ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirildiği, öğrencilerin İmam-Hatiplere, meslek liselerine ve özel liselere yönlendirildiği, TEOG uygulaması ile bunların giderek zorunlu hale getirildiği söylendi. İşyerlerinde mobbing ve işten atmaların yaygınlaştırıldığı aktarıldı. Eğitim emekçilerinin sessiz kalmayacağı belirtilerek bu eğitim-öğretim döneminin çetin ve zorlu geçeceği, eylemin bir başlangıç ve uyarı niteliği taşıdığı vurgulandı.
5
işçi meclisi
DİSK’ten taşerona karşı eylem Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) 22 Eylül’de, “Taşerona karşı #direnişçi” kampanyası kapsamında İzmir Gündoğdu Meydanı’nda bir miting düzenledi.
DİSK üyesi işçiler Basmane’de toplanarak Gündoğdu Meydanı’na yürüdü. “İşimize ekmeğimize göz koyanlara izin vermeyeceğiz”, “Taşerona geçit yok”, “İşimize, ekmeğimize, geleceğimize dokunma yanarsın” pankartlarıyla yürüyen işçiler, “Susma haykır, taşerona hayır”, “Birleşe birleşe kazanacağız”, “Zafer direnen emekçinin olacak”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganlarıyla taşeron sistemini protesto etti. Mitinge DİSK Genel Başkanı Kani Beko, DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, DİSK Ege Bölge Temsilcisi Memiş Sarı, LİMTER-İş Sendikası Genel Başkanı Kamber Saygılı, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, ilçe belediye başkanları, CHP İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi katıldı. Gündoğdu Meydanı’na gelen binlerce işçi, iş cinayetlerinde yaşamını yitirenler anısına gökyüzüne siyah balonlar uçurdu. Ardından saygı duruşunda bulunulan mitingte DİSK Genel Başkanı Kani Beko bir konuşma yaptı. Beko konuşmasına iş cinayetlerinde yaşamını yitiren işçileri anarak başladı. Madenlerin, inşaatların, tersanelerin, işyerlerinin, fabrikaların işçiler
için mezarlığa dönüştüğünü kaydeden Beko, Bartın’da yaşanan iş cinayetinin ardından madenin patronunun “Cumhurbaşkanımızın dediği gibi bu işin fıtratında var” sözlerine tepki gösterdi. Beko, “Şıracının şahidi bozacı. İş güvenliği sağlamayan patronlara yaptırım uygulaması
açanlar ’10 saat, 12 saat köle gibi çalışacaksın’ diyor. Bu savaşı açanlar, işçinin tatili olmaz, fazla mesaisi olmaz, sendikası olmaz, toplu sözleşmesi olmaz diyor. Bugün Türkiye’de her yüz işçiden sadece 5′i toplu sözleşmeden faydalanıyor. Bu durumun başlıca nedeni taşeron sistemidir.” 1170 İZENERJİ işçisinin işsiz
gereken devlettir. Peki devleti yönetenler ne yapıyor: İş cinayetine savunma hazırlıyor” dedi. Türkiye’de günde ortalama 4-5 işçinin çalışırken iş cinayetine kurban gittiğini belirten Beko, “Bu ölümler fıtrat değildir, kader değildir. Bu ölümler cinayettir” diye konuştu.
kalma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu hatırlatan Beko, “AKP iktidarının çıkardığı yasalarla taşeron zorunlu oldu. Özellikle belediyelerde, taşeron şirketler her yeri örümcek ağı gibi sardı. Yerel yönetimlerde 120 bin kadrolu işçi çalışırken, taşeron işçi sayısı 750 bini geçti” dedi.
İş cinayetlerinin önlenmesi için üç önerileri olduğunu söyleyen Beko, bunları şöyle sıraladı: “Birincisi; işyerleri sendikalar, meslek odaları ve uzmanlardan oluşan bağımsız bir kurum tarafından denetlenmeli. İkincisi; işçiye sendikasını seçme özgürlüğü tanınmalı ve hiçbir işçi sendikaya üye olduğu için işten atılmamalı. Üçüncüsü; taşeron çalışma sistemi yasaklanmalı.” Taşeron düzeninin işçi sınıfına karşı açılmış bir savaş olduğunu ifade eden Beko konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bu savaşı açanlar işçilere aç kal diyor! Açlık sınırının altında asgari ücretle yaşayacaksın diyor. Bu savaşı
AKP hükümetinin taşeron işçiler için hiçbir çalışma yürütmediğini vurgulayan Beko, torba yasa ile taşeron işçiler ile ilgili hiçbir hak getirmediğini söyledi. AKP’nin taşeron sistemi için “Durmak yok, taşerona devam” dediğini ifade eden Beko, “Ama artık yeter! Biz taşeronu bu ülke topraklarından söküp atacağız! Bu bizim ölen işçi kardeşlerimize borcumuzdur. Soma’ya borcumuzdur. İnşaatlarda, tersanelerde yitirdiğimiz kardeşlerimize borcumuzdur. Bu aynı zamanda çocuklarımıza bir borcumuzdur” diyerek konuşmasını sonlandırdı.
Yayınevi Emekçileri Çalıştayı yapıldı Yayınevi Emekçileri Kolektifi (YEK) ve Çevirmenler Meslek Birliği (ÇevBir) 28 Eylül 2014 Pazar günü ortak düzenlediği çalıştaya Mağaza Çalışanları, Plaza Eylem Platformu gibi işçi örgütleri de katıldı. 28 Eylül’de gerçekleştirilen çalıştayda, aylardır düzenlenen komisyon çalışmalarıyla bir sunumu yapıldı. Bu sunumlardan yola çıkarak yayınevi emekçilerinin haklarına dair tartışmalar gerçekleştirildi. Çalıştayda fazla mesai, iş tanımlarının belirsizliği, telif hakkı, alınamayan ödemeler, staj ve güvencesiz çalıştırılma gibi türlü hak/ hukuk ihlaline karşı, kitap mağazalarında işten atılan işçilerle birlikte hareket
etme zeminin de koşulları tartışılarak sonlandırıldı. Program ise şöyleydi: 10:30 – 11:00 Sabah Kahvesi – Tanışma 11:00 – 12:30 İlk oturum / Mesleki Tanımlar 12:30 – 13:00 Öğle Arası 13:00 – 15:00 İkinci Oturum / Sözleşmeler, İş Güvencesi, Ücretler 15:00 – 15:15 Kahve Arası
Çay/
15:15 – 17:00 Üçüncü Oturum / Genele açık tartışma, forum ve sonuç bildirgesi hazırlığı
Madenciler işten atmalara karşı yürüdü Zonguldak’ın Ereğli ilçesine bağlı Kandilli beldesindeki özel maden ocağında çalışan işçiler, işten çıkartmalara tepki amacıyla 22 Eylül’de Zonguldak Valiliğine yürüdü. Sabah saat 07.30'da Kandilli beldesindeki özel maden ocağı önünde toplanan maden işçileri, Zonguldak Valiliğine yürüme kararı aldı. Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) Armutçuk Şubesi Başkanı İsa Mutlu, işçilere yürüyüş sırasında alınan güvenlik önlemlerine riayet etmeleri konusunda uyarılarda bulundu. Eylemi, özel maden ocağını işleten HEMA ile Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) yetkilileri arasında yaşanan anlaşmazlık nedeniyle başlatılan işçi çıkartmalarına tepki amacıyla başlattıklarını dile getiren GMİS Armutçuk Şubesi Başkanı İsa Mutlu, sorun çözülünceye kadar Zonguldak Valiliği önünden ayrılmayacaklarını söyledi. İsa Mutlu, yaptığı açıklamada, şöyle konuştu: “Sorunumuz belli. İşveren ile Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) arasındaki sorundan dolayı işveren sürekli olarak işçilerimizi işten atmakla, işçileri tasfiye edeceğini söyleyerek tehdit etmesiyle birlikte bu süreç başladı. Biz o günden bugüne kadar işçi arkadaşlarımızın işten atılması durumunda eylem yapacağımızı hep kamuoyuyla paylaştık. Nihayetinde 16 arkadaşımıza ayın 16'sı itibari ile iş akitlerinin fesh edildiği bildirildi. 13 arkadaşımızın da iş akitlerinin fesh edileceği tarafımıza duyurulmasından itibaren cuma günü yaptığımız basın açıklamasından sonra işçi arkadaşlarımızla beraber eylem başlatma kararı aldık. Bu eylemin en isabetli şeklinin buradan Zonguldak’a kadar yürüyerek ve valilik önünde oturma eylemi yaparak ses getirmeyi planlıyoruz. Biz kimseye “bizi zorla çalıştır” demiyoruz. Burada çalışılacaksa iş huzuru ve barış içerisinde hep beraber çalışmak istiyoruz. Çalıştırılmayacaksa da devlet burayı devralır ya da başka bir çözüm bulur. Devlet yetkilileri nasıl bir çözüm bulursa bulsun. Ama biz artık her gün işten atılacağız korkusuyla yer altında çalışmak istemiyoruz. Zonguldak’taki eylemimiz, işten atılmaların son bulacağına dair devlet yetkililerimizce söz verilene kadar, işten atılan arkadaşlarımız geri alınana kadar, sorunun netleştiği kararını almadan dönmeyeceğiz.” Ellerinde “Hani işçi atılmayacaktı”, “yüz karası değil kömür karası böyle kazanılır ekmek parası”, “işçi atılmasına son”, “yeter artık, öfkeliyiz” yazılı dövizler taşıyan maden işçileri davul çalarak Zonguldak’a doğru yürüdü. Madenciler Aydın’da da eylemdeydi. Aydın’da, çalıştıkları kömür madeninin Torba Yasa’daki yükümlülükler nedeniyle patron tarafından kapatılmasıyla işsiz kaldıkları için eylem yapıp İş-Kur İl Müdürlüğü’ne yürüyen işçiler, polisin biber gazlı saldırısı ardından Yeni Dörtyol Kavşağı’nda yaklaşık 2 saat boyunca bekledi. 5 metre ilerde polisin barikat kurması nedeniyle oturma eylemi yapan işçiler, dağılarak Sevgi Yolu’nda tekrar bir araya geldi. Burada Maden-İş Sendikası Yatağan Şube Başkanı Süleyman Girgin basın açıklaması yapıp, polisin saldırgan tutumunu kınayıarak Torba Yasası’nın madencileri işsiz bıraktığını belirtti.
6
işçi meclisi
Ostim İSM’den oturma eylemi Torunlar İnşaat’ta yaşanan işçi katliamını lanetlemek için OSTİM İşçi Sağlığı Meclisi 7 Eylül günü Güvenpark’da bir oturma eylemi gerçekleştirdi. Saat 12.30'de başlayan eyleme inşaat işçileri, OSTİM-İvedik işçileri ve beyaz yakalı işçiler katılırken eylemi gören çok sayıda işçi kısa süre de olsa oturma eylemine katılarak eyleme destek verdi. “Yeter artık kapitalizm döktüğün işçi kanına” yazılı pankartın açıldığı eylemde “Torunlar inşaat patronu tutuklansın”, “Herkese güvenceli çalışma hakkı”, “Plazaların, villaların, AVM’lerin saltanatını yıkacağız!”, “Taşeron ölüm demektir yasaklansın” dövizleri açıldı. Saat 16.00'da yapılan basın açıklaması öncesi bir OSTİM İşçisi kısa bir konuşma yaptı. İşçi “OSTİM’de İvedik’te yaşanan patlamalarda biz bu sistemi gördük. Asıl katiller, patronlar cezalandırılmazken sorumluluk yine çalışanlara yıkılıyor. Torunlar İnşaattaki katliamda da sorumluluk iş güvenliği uzmanına yıkılmaya çalışılıyor. Eğer biz mücadele etmezsek asıl sorumlular asla cezalandırılmayacaktır. Soma’da da böyle oldu. Patronlar da sermayelerine işçi kanı
katarak semirecekler. Ancak biz işçiler örgütlenerek bu çarka çomak sokabiliriz.” dedi. OSTİM İşçi Sağlığı Meclisi adına okunan basın metninde şu ifadeler yer aldı; Bir işçi neden ölür? Muammer Abi, güzelim, sınıf kardeşim Bir işçi neden ölür? Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar? Mendilimde kan sesleri Baretsiz başında kömürün isi, kanlı beziyle Bir işçi neden ölür? Bir patron, bir sermayedar, bir burjuva, bir kapitalist, bir asalak değil de, Bir işçi neden ölür? Bu sefer cinayet mekanı İstanbul Mecidiyeköy’de bulunan Torunlar İnşaat’a ait rezidans inşaatıydı. Bozuk olduğu bildirilen asansöre “Ya binersiniz ya yürürsünüz” dayatması ile zorla bindirilen işçiler 22. kattan zemine çakıldılar. 10 işçi hayatını kaybetti.
Bu bir cinayettir. İşçilerin katili de Torunlar İnşaat patronudur. Ve bu maalesef buzdağının çok küçük bir yüzü. Bir yanda sermaye dağları yükselirken, diğer yanda yanarak, ezilerek, parçalanarak öldürülen işçi cesetleri dağları yükseliyor… İşçi sağlığı ve güvenliği istiyoruz! İşçi sağlığı ve işçi güvenliği için çalışma koşullarını bizler denetlemeliyiz. İşçiler için ölüm demek olan güvencesiz çalışmaya ve taşeronluk sistemine son! Herkese insanca koşullarda çalışma ve yaşam hakkı! Plazaların, villaların, AVM’lerin saltanatını yıkacağız! Sermaye için değil işçiler için demokrasi! ostim.isig@gmail.com – facebook.com/ostim.isig
Alevilerden zorunlu din dersi protestosu
Alevi Dernekleri Federasyonu üyesi bir grup, zorunlu din derslerini protesto etmek ve yeni öğretim yılındaki sorunları dile getirmek için 23 Eylül günü Cağaloğlu’ndaki İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü binası önüne siyah çelenk bıraktı. Saat 11.00 sıralarında İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü önünde toplanan yaklaşık 50 kişi, “Mezhepçi eğitime karşı demokratik mücadele” yazılı pankart açtı. “Zorunlu din dersi istemiyoruz” sloganları da atan grup, daha sonra Milli Eğitim Müdürlüğü girişine siyah
çelenk bıraktı. Basın açıklamasını okuyan Alevi Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı Rıza Eroğlu, yeni öğretim yılının birtakım dayatmalarla toplumu rahatsız ettiğini belirterek, şunları söyledi: “Eğitim emekçilerinin çağdışı yaşam koşullarını çağa uydurmak, okullarımızın fiziki yapısını düzeltmek, bilimsel eğitim önündeki engelleri kaldırmak ve daha bir dizi öncelikli sorunlar varken, iktidarın tüm bu sorumluluklardan kaçıp yeni bir ötekileştirici politikası hepimizin bilgisi dahilindedir. İktidar, zorunlu din derslerinin
ardından, 4+4+4 sistemini uygulamaya sokan ve adım adım, bu ülkenin değişik inançlarını bitirmeye çalışan bir politikayı bize reva görmektedir. Ancak, tekçi eğitimi okul müfredatına yerleştirmekle tatmin olmayan AKP iktidarı, giderek orta öğretimin tümünü İmam-Hatip okulları haline getirmeye çalışmak gibi bir tehlikeli ortamın yaratılmasına sebep olmakta ve ayrıca Alevi-Sünni kardeşliğine de ciddi bir biçimde balta vurmaktadır. Biz Alevi kurumları ve bireyleri olarak bu tekçi, ırkçı, mezhepçi yaklaşımların karşısında tavizsiz duracağımızı bildirmek için burada toplandık.”
7
işçi meclisi
Torun Center ve ötesi Torunlar Grubununun büyük patronu Aziz Torun, Forbes listesine göre Türkiye’nin en büyük 75. servet sahibi. Torunlar Gayrımenkul Yatırım Ortaklığı, Türkiye’nin Emlak Konut’tan sonra en büyük ikinci GYO’su. Torunlar GYO, aynı zamanda Türkiye’nin en büyük AVM sahibi ve işletmecisi. İstanbulMall, Torium, Bursa KoruPark ve Zafer Plaza, Antalya Deepo sahip olduğu 5 büyük AVM. Yıllık gayrımenkul kazancı 500 milyon liraya yaklaşıyor, bunun 200 milyon lirası sahip olduğu AVM ve plazalardaki kira geliri. Sadece bu rakamlarla bile Torunlar, Türkiye’nin en büyük gayrımenkul/rantiye tekellerinden biri. Torunlar Grubu, son birkaç yılda İstanbul’da eski Ali Sami Yen Stadı arazisi (11 işçinin katledildiği Torunlar Center’ın yapıldığı arazi), Boğaz’da eski Paşabahçe Tekel fabrikası arazisi, Ankara’da AnkaraMall’ın yapıldığı arazi, İzmir Bayraklı’da denize sıfır arazi, Samsun’da Bulvar AVM’nin yapıldığı arazi gibi en yüksek rant değerine sahip arazileri elinde toplamaya devam ediyor. Tahtakele’de gıda toptancılığıyla sermaye birikimine başlayan Torunlar, ilk vurgununu şeker ithalatının serbest bırakılmasıyla Cıngıllıoğlu (Demirbank) bağlantılı kredileriyle yaptı. Grup şu anda Türkiye’nin en büyük pirinç tekeli ve en büyük şeker ve çay tekellerinden biri durumunda. Trakya’da satın aldığı 20 bin dönüm arazide ve yanısıra 10 bin sözleşmeli çiftçiye pirinç ekimi yaptırıyor ve Uzunköprü, Mersin, Bandırma’da 3 çeltik (pirinç işleme), Afyon, Bandırma, Adana’da 4 yağ, Kütahya’da şeker, Rize’de çay, İstanbul’da kağıt fabrikaları var. Özelleştirilecek 3 büyük şeker fabrikası için fırsat kolluyor. Yılda 300 bin ton soya, mısır, pirinç satımı gerçekleştiriyor. Türkiye’nin en büyük özelleştirme ve ihale vurguncuları arasında yer alan Torunlar Grubu, son yıllarda Başkent Doğalgaz’ı, Boğazda Paşabahçe Tekel’in arazisi, Kütahya Şeker Fabrikası, Esentepe Telsim arazisi, Türkbank binası gibi muazzam varlıkları ihalelerden ele geçirdi. Star TV, TGRT, İstanbul İETT Garajı, Karayolları arazisi, İstanbul Gübre Sanayii, Bursa Çelik Palas, Petkim, Bandırma Limanı gibi çok sayıda ihalede de adı geçti. 4 şeker fabrikasına da talip oldu, Danıştay’ın özelleştirmeyi durdurma kararının kaldırılmasını bekliyor.
Aziz Torun TÜSİAD’ın kalbürüstü üyelerinden biri, danışma kurulunda yer alıyor. (Boyner’in TÜSİAD başkanı olduğu dönemde Boyner’i ve TÜSİAD’ın AKP Hükümeti’ne dönük eleştirilerini de desteklemiş olduğunu kaydedelim!) Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Derneğinin/kartelinin yönetim kurulu başkanı. Alışveriş Merkezi Yatırımcıları Derneğinin yönetim kurulu üyesi. Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler (AVM ve Hiper Marketler) Derneği yönetim kurulu üyesi ve AVM bölümü başkanı. Torunlar Grubu’nun hem Koç hem de Kiler gruplarıyla ortaklıkları var. Aziz Torun’un liseden Tayyip Erdoğan, üniversiteden Abdullah Gül ile tanışıklığı var. Son dönemde görülmemiş el koyarak büyüme temposu ve hemen her yıl karlarını ikiye katlamasını AKP yandaşlığına yoranlara karşı da Aziz Torun şunları söylüyor: “Buna karşılık finans sektörü bizi gayet iyi tanır. Bankalar bize itibar etmezse bu işler nasıl olacak? Şirketlerimizin bankalar gözünde milyar liraya ulaşan kredi itibarı var.” Kuşkusuz hiçbir sermaye grubu, hükümet/devlet ile işini bağlamadan, onun içine yuvalanmadan bu hızda büyüyemez. Ancak sınıf körü ve AKP’yi adeta bir “sınıflar üstü” kendinden menkul ve metafizik bir güç gibi gören küçük burjuva dar antiAKPcilik burada ilişkiyi başüstü çeviriyor. AKP’yi banka-borsa-tekeller burjuvazisinin mali oligarşik hükümeti olarak kavrayacak ve sınıf temeline oturtacak yerde, tam tersine burjuvazi ve mali sermayesini AKP ile açıklamaya çalışıyor. Mecidiyeköy katliamı ne tek başına AKP’ye, ne de AKP yandaşı bir patrona indirgenebilir. Karşı karşıya olduğumuz tam bir banka-borsa-gıda sanayi/tarım tekeli-müteahhit-tüccar-devlet kompleksidir. Torunlar Grubu’nun bir kolu küresel ve bağlı büyük bankalar ve mali sermaye grupları tarafından desteklenen, bankaborsa-gayrımenkul-inşaat-AVM- tekelci ticaret kaynaşması ve azami kar bileşkesi ve ortaklığıdır. Diğer kolu yine banka-borsa-tarım-gıda sanayi tekeli ve ticareti kaynaşması ve azami kar bileşkesi ve ortaklığıdır. Karşımızda ne sadece AKP ne de basitçe bir AKP yandaşı patron vardır, burjuvazi ve bir çok alandan (banka, borsa, yatırım ortaklığı, gayrımenkul, inşaat, enerji, gıda sanayi, tarım, ticaret) iç içe geçmiş ve kaynaşmış azami mali sermaye birikimi ve mali oligarşisi vardır. Hükümet ve zaten üst kurullar ve Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu (çoklu birikim alanlarını koordine ederek aşırı birikim krizindeki sermayeye yeni değerlenme alanlarının açılması vb) gibi düzenlemelerle bu yeni dehşetengiz mali sermaye birikimine uyarlanmış devlet kurumları bunun kritik bir bileşenidir. Fakat yeni azami kar ve azami egemenlik alanları arayan küresel mali sermaye ve ona ente-
grasyon düzeyi giderek artan Türkiye’de banka, borsa, tekeller, TÜSİAD, MÜSİAD ve mali sermayesi daha az kritik bir bileşeni değildir. Ve bir kutupta adeta geometrikleşen bir sermaye birikim ve merkezileşmesi temposu varsa, diğer kutupta da görülmemiş bir sefalet ve yıkım birikimi vardır. Torunlar Grubu, aynı zamanda öldürerek ve sakatlayarak (işçi katliam ve sakatlanmaları), taşeronlaştırarak, mülksüzleştirerek (tarımda ve kamu arazilerinde), el koyarak (ihale, özelleştirme, vd), yerinden ederek (yıkılan fabrika, liman, stadyum, park, mahallelerin yerine AVM, plaza, rezidans dikerek), rant ve gıda spekülasyonuyla, el koyulan toplumsal artıdeğeri azamileştiren neoliberal sermaye birikiminin tipik örneklerinden biridir. Bir kutupta neoliberal sermaye birikimi varsa, diğer kutupta yıkıcı proleterleşme süreçleri vardır. İşçilerin tüm yaşam enerjisinin kökünden sökülüp alınmasıyla, yaşamlarına el konulması arasındaki fark incelmektedir. Sömürü şiddeti ve hızı, işçileri 5'er 10'ar 100'er imha etmeye varmaktadır. El konulan ve tahrip ve imha edilen aynı zamanda doğa, toprak, su, tarımdır. El konulan ve tahrip ve imha edilen aynı zamanda kentsel ortak yaşam ve yeniden üretim alanlarıdır. Fakat bu süreç karşıtını da doğurarak, büyüterek, birleşmeye zorlayarak ilerlemektedir. Şantiyeye dönüşen metropollerde yüzbinlerce inşaat işçisi, tüm o plaza, ofis, finans, mağaza, AVM’lerde çalışan milyonlarca işçi ve kent-mekan-zamanyeniden üretim alanlarından yoksunlaşanlarla, sınıfsal-toplumsal mücadeleler kentlerin en göbeğine taşınmaktadır. Ve bir kutupta görülmemiş yıkıcılıkta çoklu alanlardan mali sermaye birikimi varsa, diğer kutupta da sınıfa karşı sınıf ekseninde çalışma, yaşam ve yönetilme koşullarına karşı mücadelelerinin iç içe geçme, bütünleşme eğilimi kendini göstermektedir. İnşaat işçilerinden plaza işçilerine, mağaza işçilerinden turizm işçilerine, işçi-öğrencilere kadar yeni örgütlenme girişimleri bunun ifadesidir. Gezi’yle Soma’nın, Mecidiyeköy ile Gezi’nin iki yönden iç içe geçmeye başlaması bunun ifadesidir. Kahrolsun banka-borsa-müteahhit-tekel egemenliği! Sınıfa karşı sınıf, neoliberal kapitalizme karşı komünist devrim! İşçi ve doğa sağlığı ve güvenliği için, kapitalizme karşı örgütlü mücadeleye! Birleşik kent grev ve direnişlerini örgütleyelim! İşçi direnişleriyle kent direnişlerini bütünleştirelim! İş cinayetlerine son, çalışma koşulları üzerinde örgütlü işçi denetimi! İşçilere barış, sermayeye savaş! Zamanda mekanda özgürlük!
8
8 işçi meclisi
Binler direnişe destek için sınıra aktı IŞID çetesinin Türkiye devletinin desteğini alarak Kobané’ye yönelik başlattığı saldırılar da bunun karşısındaki büyük direniş de devam ediyor. Türkiye ve Kürdistan’ın onlarca ilinden binlerce insan Kobané sınırına aktı. Kobane direnişine destek olmak isteyen yüzlerce kişi Kobane’ye geçti. IŞİD saldırılarına ve Türkiye’nin sessizliğine tepki gösteren binlerce kişi Suruç-Kobanê sınır hattında eylemlerle tepkilerini dile getirdiler. Urfa’nın Suruç ilçesi Kobanê sınırında bir haftadır polis ve askerin saldırılarına karşı direnen halk, direnişini sınır hattının tamamına yayıyor. DBP’nin çağrısıyla Urfa’nın Suruç ilçesine ulaşan binlerce kişi sınır hattında Kobanê halkına destek amacıyla 25 km’lik sınır boyunca 10 köyde direniş nöbetleri tuttu.
Fakat söz konusu Kürt halkı olunca bu kurallar işlemiyor. IŞİD çeteleri Kobanê direnişine destek için bulunduğumuz bu alanı terk etmemiz için bize havan toplarını atıyor.
Kobanê de kendi özgücü ile birçok dünya ülkesinin destek verdiği IŞİD çetelerine karşı direnmeye devam ediyor. Türk devleti IŞİD ’e gönderdiği tankı topu gizlemeye devam ediyor.” Suruç’un doğusunda bulunan Elîzêr köyü sınırında da insan zinciri oluşturuldu. Binlerce kişiden oluşan insan zin-
Zincir eyleminin ardından insanlar yan yana dizilerek önce YPG harflerini ardından da Aysel Tuğluk’a “Edepsiz” diyen Başbakan Ahmet Davutoğlu’na tepki amacıyla “Hepimiz edepsiziz” sözünü oluşturdu. Kepenklerin kapatıldığı ilçe merkezinden sınır noktasına gitmek isteyen yüzlerce kişi buldukları araçlarla sınıra akın ediyor. Ancak Suruç ilçesi çıkışında Mürşitpınar Sınır Kapısı yolu üzerinde arama noktası kuran polis ve askerler “Bu yol kapalı” diyerek araçları geri çeviriyor. İlçe merkezinden ve yine Akçakale ve Birecik ilçesinden sınıra gelmek isteyen binlerce kişi araçlarıyla birlikte Etmanik köyü girişinde polis ve askerler tarafından tutuldu.
İllerden yola çıkan otobüslerin önü polis tarafından kesildi. Hatta İstanbul’da insanların otobüslere binişi bile engellendi. Ancak destek için yola çıkan eylemcilerin kararlı ve öfkeli duruşu sayesinde polis geri adım attı.
Kitlenin Etmanik köyünü girişine izin verilmedi. Bunun üzerine kitle araçlarını yolda bırakıp Aşağı Etmanik’e doğru tarlardan yürüyüşe geçti.
Sınır hattındaki direnişin 160 km.lik hatta yayılması hbekleniyor. Ayrıca Kobané’den eşi ve çocuklarını getiren Kobanéliler sınırdan geri dönerek direnişe yeniden katıldı.
Aşağı ve Yukarı Etmanik köyleri arasında da el ele tutuşan binlerce kişi insan zinciri oluşturdu.
HDP Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım, burada yaptığı konuşmada Suruç köylerine IŞİD havan mermilerinin düştüğüne dikkat çekerek şöyle dedi: “Sınırın iki yakasında Kürtler hariç hangi halk olursa olsun, yağan bunca bomba karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP hükümeti seferberlik ilan edip angajman kurallarını devreye sokardı.
Binler Kobane için Taksim’deydi
Katliamlara karşı gelinen bu noktada, halkların kardeşliği ve birlikte mücadelesi
üzerine DİSK,TTB ve KESK yöneticileri birer konuşma yaparak, Kürt halkının onurlu direnişini selamladılar. Kobane’ye yaptıkları ziyaret sonrası eyleme katılan Halkların Demokratik Partisi İstanbul İl Eşbaşkanı Şamil Altan ise yaptığı konuşmada; “Kobane 21. yüzyılın kalbidir ve Kürtler 21 yüzyılı kahramanca bir direnişle açtılar. Kobani’deki halkımız ve savaşçılar, bisiklete bile sırtında silahla binmek zorunda olan genç çocuklarımız, gözleri görmeyen annelerimiz, YPG, YPJ savaşçıları bizi çok büyük bir mu-
YPG’den Kobané Açıklaması
cirinde sık sık “Bijî berxwedana YPG” ve “Bijî berxwedana Kobanê” sloganları atıldı.
Öte yandan Kürt gençleri her türlü engellemelere rağmen sınırları darmadağın etmiş durumda, sınırları geçen yüzlerce genç Kobané’ye ulaşarak direnişe katılıyor.
Kobane’ye saldırıların giderek artmasından kaynaklı, örgütleyicileri arasında Devrimci Proletarya’nın da olduğu 27 Eylül Cumartesi Günü saat 19.00'da gerçekleştirilen eyleme binler katıldı. Taksim Tünel’den Galatasaray Lisesi’ne kadar gerçekleştirilen yürüyüşte sık sık ”Kobane halkı yanlız değildir, Kürdistan Işid’e mezar olacak, Bi ji Berxwedana Kobane!, Bi ji bratiya gelan” sloganları atıldı.
9 işçi meclisi
işçi meclisi
habbetle kucakladılar. Bu devrimi Türkiye’ye taşıyacağız, yeni devrimler halkasını hep birlikte öreceğiz! Bunun için Kobaneli devrimcilerin dediği gibi bayrağı hep birlikte yukarıda taşıyacağız. Kobane devrimi bizimdir, Bizim devrimimiz Kobane’dir!” dedi. Altan’ın konuşmasından sonra eylem sloganlarla son buldu.
YPG basın merkezi Kobané’de devam eden direnişle ilgili bir açıklama yaptı. Açıklamada direnişin üç cephede sürdüğünü, yaşanan çatışmalarda yüzlerce çete üyesinin öldürüldüğü belirtildi. Kobanê’nin üç cephesinde çatışmaların olanca şiddetiyle devam ettiğini belirten YPG Basın Merkezi, “Birçok alanda güçlerimizin direnişiyle saldırı gücü kırılan çetelere karşı çeşitli eylemlerle ağır darbeler vurulmaktadır”
dedi. YPG Basın Merkezi, iki gündür Rabia-Cezaa-Dugura’da yoğunlaşan çete saldırılarına ilişkin de yazılı açıklama yaptı.27 Eylül akşamı başlayan saldırıların devam ettiğini bildiren YPG, çetelerin Irak’ta bulunan güçlerinin büyük bölümünü bu alana sevk ettiğini, tank-top ve ağır silahlarla dün bütün gün ve gece boyu saldırılar düzenlediğini kaydetti. Cezaa’da 42 çete üyesinin öldürüldüğünü kaydeden YPG, Şengal
güvenlik koridorunun ortasında bulunan ve Kale olarak adlandırılan mıntıkada da 15 çete üyesinin öldürüldüğünü duyurdu. Musul’a bağlı Rabia ilçesine yönelik çete saldırılarının da püskürtüldüğünü ve yaşanan çatışmalarda 17 çete üyesinin öldürüldüğünü ifade eden YPG, “Bu alanlarda yaşanan şiddetli çete saldırıları karşısında büyük bir iradeyle mücadele eden 14 yoldaşımız kahramanca savaşarak şehadete ulaşmıştır” diye belirtti.
Kobanê’de düşene dövüşene bin selam IŞİD çetelerinin 15 Eylül’den bu yana Kobanê’ye 3 cepheden başlattıkları saldırılara karşı topyekun direniş halinde olan YPG güçleri çetelere ağır kayıplar verdirmeye devam ediyor.
IŞİD çeteleri tarafından Kobane’ye yapılan saldırılar 23 Eylül günü Ankara Dayanışması’nın çağrısıyla bir araya gelen devrimci demokrat kurumlar tarafından protesto edildi. Saat 18:30'da Güvenpark’ta bir araya gelen kitle ”Katil IŞİD İşbirlikçi AKP”, “Kobane Halkı Yalnız Değildir”, “Katil Polis Kürdistan’dan Defol” sloganları attı. Eyleme Van’dan gelen ve Abdi İpekçi Parkı’nda oturma eyleminde olan İşKur işçileri ve KESK Ankara Şubeler Platformu da katıldı. Eylemde Ankara Dayanışması olarak yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi. “AKP hükümeti tarafından silahlandırılıp eğitilen ve emperyalist güçlerin desteklediği IŞİD çeteleri Ortadoğu halklarına zulmetmeye devam ediyor. Musul, Mahmur, Ninova, Telafer ve Şengal’den sonra şimdi de Kobane’ye saldırdı. Koban civarındaki köylerin bir ksımını işgal eden IŞİD 49 rehinenin bırakılması karşılığında aldığı ya da AKP’nin verdiği silahlarla Kobane’yi ele geçirmeye çalışıyor. Sivil ve savunmasız insanlara saldırarak yeni katliamlar yapıyor. Katliamdan kurtulan onbinlerce Kobaneli Türkiye sınırına akın ediyor ancak burada da bir başka zalimlikle yüz yüze kalıyorlar. Yaşadıkları katliam tehdidine rağmen sınırlarda tutuluyor, saldırıya uğruyorlar. Böylelikle, her türlü desteğin verildiği IŞİD çeteleri, sınır operasyonlarıyla bir kez daha
desteklenmiş oluyor.
IŞİD Kobane’yi, AKP Suruç’u kuşatmış durumda. Sınırın öte tarafında IŞİD, bu tarafında da AKP saldırıyor. Hedefleri ise çok açık. Kürt halkıyla başlayan Ortadoğu halklarının uyanışı ve özgürlük yürüyüşünü engellemek. Katliamlara rağmen yeni bir tarih yazılıyor Rojava’da. IŞİD çetelerinin son günlerde yoğunlaşan saldırılarına karşı Kürt halkı bütün benliği ile yiğit bir direniş geliştiriyor. Bu direniş sadece Kürt halkı için değil; hepimiz için, bütün insanlık içindir. Rojava, sadece Rojavalıların değil, bizim de geleceğimizdir. Yanı başımızda kardeşlerimiz katledilirken sessiz kalmayalım. Öldürülen insanlık, öldürülmeye çalışılan insanlığımızdır.
Direnişe destek olmak demek zalimleri destekleyen AKP iktidarına karşı mücadele etmek demektir. Onun insanlık düşmanı politikalarını teşhir etmek demektir. AKP-IŞİD ortaklığını ortaya çıkarmaktır. Tıpkı Gazze, Lazkiye, Telafer, Ninova ve Şengal’le dayanıştığımız gibi Kobane ve Rojava ile de dayanışmak demektir. Barbarlığa karşı savaşanların yanında olmak demektir. Eğer barbarlık kazanırsa; eğer barbarlığın arkasındaki güçler kazanırsa, geleceğimiz ve özgürlüğümüz tehdit altında demektir. İnsanlık tehdit altında demektir. Bu tehdite karşı direnelim. İnsanlığa, Özgürlüğe ve geleceğimize sahip çıkalım.”
10
işçi meclisi
Roboski 1000 Gün Oldu “Vurulmuşum dağların kuytuluk bir boğazında/ vakitlerden bir sabah namazında/ yatarım kanlı upuzun” Roboskili aileler, 34 kişinin hayatını kaybettiği katliamın 1000'inci gününde, “Sınırları tanımıyoruz” sloganıyla katliamın yaşandığı 15 nolu sınır taşında bir anma gerçekleştirdi. Şırnak’ın Uludere ilçesinin Roboski köyünde, 28 Aralık 2011 tarihinde Federe Kürdistan Bölgesi sınırında TSK’ya ait savaş uçaklarının bombardımanı sonucu katledilen 34 kişinin aileleri, sabah erken saatlerde Roboski-Der önünde bir araya geldi. Roboskili kadınların yaslarını siyah giysilere bürünerek gösterdikleri görülürken, Roboskili çocukların üzerlerinde ise katledilen yakınlarının fotoğraflarının yer aldığı baskılı tişörtler vardı. DBP ve İHD yöneticilerinin yanı sıra çok sayıda eylemcinin katıldığı anmada açılan “Adalet
yükün temelidir, katır sırtında taşınan cansız bedenler unutulmadı” yazılı pankartın arkasında eylemciler katliam bölgesine doğru yürüyüşe geçti. Roboskililer, ellerinde karanfiller taşıdılar. Anma için yola çıkanlar arasında bulunan Ferhat Encü’nün twitter hesabından duyurduğu bilgiye göre tüm engelleme çabalarına karşın aileler sınırın sıfır noktasında basın açıklaması gerçekleştirdiler.
Okullar boş
2014-2015 eğitim-öğretim yılının ilk günü Kuzey Kürdistan’da devlet okulları boş kaldı. Anadilde eğitim isteyen Kürt çocukları bir hafta boyunca okulları boykot etti.
okul boykotu gerçekleşti. Başta Amed, Hakkari, Şırnak, Van, Mardin olmak üzere Kuzey Kürdistan’ın birçok kentinde okul sıraları boş kaldı.
KCK Dil ve Eğitim Komitesi, TZP-Kurdi, KURDİ DER, Mala Piştgiriyê ya Zimanê Kurdî (MAPER), Eğitim Sen, İHD, KESK, DTK, DBP ve HDP öncülüğünde bir haftalık
Amed’de Yenişehir, Bağlar semtlerinde çocuklar okul yerine oyun yerlerine koştu.
Bê Ziman Jîyan Nabe!-Anadilsiz Yaşam Olmaz
Onlarca yıldır tek millet, tek dil üzerinden şekillenen Türkiye iç ve dış politikasının bugün geldiği noktada işlerliğini yitirdiği her geçen gün birkez daha açığa çıkmaktadır.
Anadilde eğitim ve kamu alanlarında da anadilde konuşma istemi, Kürt hareketinin yıllardır mücadelesini verdiği ve bedelini ödediği taleplerin başında gelmektedir. Çözüm süreciyle birlikte Kürt halkının taleplerinden birisi olan anadilde eğitim talebi konusunda masa başında anlaşmalara varılsa da, Türkiye özelinde geri tipte burjuva demokrasisinin getirilerinden biri olan demokratik hak ve özgürlüklerde ”iki adım ileri, bir adım geri gitme” hali, Kürt hareketiyle anlaşmaya varılan konularda da kendini göstermektedir. Çözüm süreci boyunca masa başında alınan kararlara ayak direyen AKP hükümeti, Kürt hareketinin direnciyle sözlerini tutmaya zorlanıyor. En son anadilde eğitim konusunda, harekete geçen Kürt halkı, kendi okullarını açmış ve anadilde eğitim hakkını fiili bir şekilde alma iradesi göstermiştir. Bunun karşısında
devlet, açılan okullara saldırmış, kapatmış ve yok saymak istemiştir. Devletin bu tutumunun karşısında Kürt halkı açtıkları Kürtçe eğitim veren okullarını savunmuş, saldırılara karşı direnmiş ve mücadelesini de bu hattan sürdürmeyi başarmıştır. Biz işçi öğrenciler olarak anadil talebini savunuyor ve anadil mücadelesini, mücadelemiz olarak görüyoruz.
Kürt hareketi özerklik mücadelesi kapsamında yer yer fiili adımlar atarak, hem bölgesel anlamda gücünü gösteriyor hem de özerkliğin bazı ayaklarını örüyor. Biz komünist gençlerin de sadece anadilde eğitim değil, anadil mücadelesini geliştirerek sağlıktan tüm kamu alanlarına doğru ilerleyecek bir hat örmesi güncel görevlerimizin arasında yer almaktadır. Kapitalist sistemin sermaye akışkanlığını Kürdistan’a doğru sağlama girişimlerinin karşısında, anadil gibi pek çok demokratik talebin önünde set olmaması için uzlaşmak zorunda kalarak bu talepleri geri düzeyde de olsa kabul etme eğilimi, Kürt hareketinin de basıncıyla Kürtçe’nin anadil olarak kabulü ve çeşitli düzlemlerde uygulanmasını politik bir kriz haline getirdi. Burjuva demokrasisinin anadil sorununu İsviçre, Fransa, İspanya gibi ülkelerde çözümü dil üzerinden olsa da, bölgeler arası ekonomik ve siyasal haklar üzerinden eşitsizliği gizleme haline büründürmüştür. Burjuva demokrasisinin anadil sorununu çözdüğü hallerde dahi asıl kaçındığı ve başaramadığı uluslararası eşitsizliği bir bütün olarak gidermektir ve
anadilin kabulü bu eşitsizliği gizlemek üzerine şekillendirilmektedir. Kürdistan özelinde sermaye birikiminin geldiği düzey, gerek bölgesel asgari ücret girişimleri, gerekse sermayenin orayı futursuzca talan etme istemi, Kürt işçi ve emekçilerin ucuz işgücü olarak görülmesi dil üzerinden yapay eşitlik yaratma isteminin, Demirtaş’la birlikte “radikal demokrasi” söylemleriyle de birleştiğinde, sınıfsal hak ve taleplerin gizlenmesine karşı uyanıklık gösterilmesini gerektiriyor. Sınıf devrimcileri olarak anadil mücadelesini Kürt ve Türk işçiler arasında şovenist dalganın önüne geçme perspektifiyle bütünleştirmek, ileriden bir tutum sergileyerek demokratik talepleri sosyalist taleplerle iç içe geçirerek, ulusların fiili tam hak eşitliği ve bölgeler arası eşitliğin ancak sosyalizmle sağlanabileceğini vurgulamalıyız. Çünkü biliyoruz ki ulusal sorunun çözümü sadece anadilde eğitimle olmadığı gibi ulusal haklar sadece anadil hakkına buna eşitlenemez. Diğer tarihsel-ulusal sorunların burjuva çözümlerinde de görüldüğü gibi hem bölgeler arası hem de uluslar arası tam hak eşitliği sosyalizmin garantisi altında olmadığı taktirde anadilde eğitim, burjuva demokrasisinin “eşitlik” yapaylığında, sınıf bilincini ve sınıf mücadelesini gizlemenin diğer adı olmuştur. Bizler işçi öğrenciler olarak, anadil talebinin sosyalist tam hak eşitliği ekseninde ve zamanla ulusal ayrımların da silindiği bir gelecek özlemiyle savunucusu olacağız ve bunun mücadelesini vereceğiz!
11
işçi meclisi
Ankara’nın ulaşımında
Melih Gökçek’in “EGO” sorunu Ankara Büyükşehir Belediyesi, EGO’ya bağlı 230 ve 231 No’lu otobüs sefer hatlarını okulların kapanmasının ardından Çayyolu Metrosu’nun açılmasını bahane ederek iptal etmişti. Belediye yaz okulunun açılmasıyla beraber gelen tepkiler üzerine saat başı EGO vererek tepkileri bir nebze olsun azaltmıştı. Fakat okullar tekrar açıldıktan sonra öğrencilerin Beytepe Kampüsü’ne varabilmeleri için binbir türlü süreçten geçmeleri gerekiyor. 20 yıllık belediye başkanlığı döneminde toplu taşıma adına bir metre dahi demir ray döşeyememiş olmakla her defasında eleştirilerin odağında olan İ.Melih Gökçek yaptığı ilk metroya (bitmemiş bile olsa) herkesi bindirmekte kararlı. Gökçek kendisini metroyu keşfeden kişi olarak görüyor herhalde. Bazı semtlerle metronun hiçbir alakası olmamasına rağmen Ankara’da bütün yollar bir şekilde metroya çıkar oldu. Üstelik metro gece 23:00’dan sonra hizmet vermiyor. Galiba Gökçek 20 yıllık acıyı böyle çıkaracak. H.Ü Beytepe Kampüsü’nde ulaşım maalesef uzun yıllardır devam eden bir sorun. Bir türlü çözülemeyen bu durum her sene daha da katmerleşerek devam ediyor. Üniversitede öğrenci kontenjanlarının artması, bunun yanı sıra yerleşke dışındaki bölümlerin Beytepe’ye taşınmasıyla birlikte ulaşım, barınma, yemek gibi en temel ihtiyaçlar dahi karşılanamayacak düzeye gelmiştir. Okulda kampüs yaşamı diye bir şey kalmamıştır. Öğrenciler sadece kendi fakültesinde zaman geçiriyor ve dersler bittikten sonra hemen okulu terk ediyorlar. Dört yıl bu kampüste okuyup da kendi bölümünden başka mekânları görmeyen öğrenci arkadaşlarımız var. Bunun nedenlerinin arasında ise okul çıkışlarında yoğun trafik saatlerine kalmama düşüncesi var. Eski haliyle bile çok sorunlu olan ulaşım, bu yeni sistemle birlikte tamamen çökmüş durumda. Semtlerden gelen servislerin kaldırılması merkezden gelen otobüslerin kaldırılmasıyla keşmekeş bir hal aldı. Aslında bu sorun sadece H.Ü’ye özgü bir sorun değil. Ankara’da her semtte aynı sorun var ve en yakıcı biçimiyle Tuzluçayır’da oturanlar yıllardır yaşıyor bu ulaşım sorununu. Yine büyükşehir belediyesi Çayyolu Metrosu’nun açılmasıyla Etimesgut, Eryaman, Sincan, Fatih, Yenikent gibi semtlerin Kızılay’a ulaşımını sağlayan EGO otobüslerini kaldırarak, bu otobüsleri bitmemiş ve yavaş giden Çayyolu Metrosu’na bağladı. Bu semtlerden Kızılay’a gitmek isteyenler “Gökçek Dolmuşları” olarak bilinen küçük beyaz minibüslere binmek zorundalar. Özelikle kalp rahatsızlığı, yüksek tansiyonu olanları bu otobüslere binmemeleri konusunda şimdiden uyarıyoruz. Bir dönem Ankara’da yeşil özel halk otobüslerinin ne tür dehşetler saçtığını bir iki örnekle hatırlayalım; 1- Sabah saatlerinde İstanbul yönüne giden 06 ZKM 84 plakalı yeşil renkli özel halk otobüsü, sürücüsünün direksiyon hâkimiyetini kaybetmesi
üzerine yolun karşı tarafına geçti. Otobüs, seyir halindeki servis aracına çarptı, trafik kazasında 9 kişi öldü. 2- Dışişleri Bakanlığının dokuz personelinin ölümüyle sonuçlanan kazaya sebep olan Ankara’daki halk otobüsleri, bu kez de bir otobüs
dolusu insana saldırıp kaçırmakla suçlanıyor. Kızılay-Eryaman seferini yapan halk otobüsü içinde yolcularla muavin arasında tartışma çıktı. Muavin sopayla yaklaşık 50 yolcunun üzerine saldırırken, kapıları kapatan şoför de, bütün ısrarlara rağmen durmayarak gaza bastı. Otobüste mahsur kalan yolcular, 155 polis imdatı arayıp yardım istediler. Polisin geldiğini gören ve kaçmaya çalışan şoför ile muavin gözaltına alındı. Yukarıdaki örneklerde görüleceği gibi otobüsün rengi boyutu değişse de sorunlar çözülmüyor. Bizler şimdiden uyarımızı yapalım, önümüzdeki günlerde aynı haberleri bu sefer “beyaz minibüslerin ikinci bir sefere yetişmek için hızlı giderken yaptığı kazada şu kadar insan öldü” şeklinde okuyacağız. Birileri bir sefer daha fazla yapacak diye ölmek istemiyoruz. Bizler ucuz, nitelikli, güvenli ulaşım hakkımızı istiyoruz. Özel toplu taşıma araçlarını dayatıp, toplu taşımayı kamu hizmetinden azade etmeyi planlayan anlayışlar ile teneke tabutlarda yolculuk ediyoruz.
olan otobüs şoförü “Arkadaşlar öndeki araca geçebilir miyiz, biz burada bekleyip saat dolduracağız” diyebiliyor. Buna itiraz eden yolculara hakaretler ederek küfürler savurabiliyor. Ne yaptığının farkında olmayan şoförler, eli sopalı muavinler, avının peşindeki tazıya benzer şuurla hareket eden EGO Genel Müdürlüğü; yaşanmış olan bundan önceki facialarda da, bundan sonra yaşanacak olanlarda da mahkemeleriniz sizleri sorumlu görmese de bizler için sorumlu sizlersiniz! Ulaşım, kent, yönetim sorunu sadece Ankara özelinde bir sorun değildir. Esas sorun, tüm dünyada egemen olan, yöneten-yönetilen ayrımının keskin olduğu bir ortamda yaşıyor oluşumuzdur. Hangi kuruldan, ne zaman, nasıl geçtiği bilinmeyen kararlara uymak zorunda bırakılıyoruz. Kentin bütününe dair bu sorunlar, karşımıza dün İstanbul’da Gezi Parkı’nın yıkılması esnasında çıkarken, bugün de Ankara’da değişen sefer hatları ve saatleri olarak çıkıyor. Ne birbirine benzer süreçlerdir ki, Kuzey Ormanlarının 3. Köprüye feda edilmesi, ihtiyaç önceliklerimizin başında 3. Havalimanı, duble asfalt yolların oluşu aynı kent sorunlarının farklı örnekleridir. Kentsel dönüşümlerle bir gecede evlerinden karga tulumba çıkartılan kent yoksullarının değişen hayatları, kentlerin kimlerin ihtiyacına göre dizayn edildiğini, kararları kimlerin aldığını ve kimler için uyguladığını açıkça gösteriyor. Çok nettir ki burjuvazi ve onun devlet kademesindeki temsilcileridir kararları alanlar ve çok nettir ki işçi sınıfı ve kent yoksullarının aleyhinde uygulanacaktır kararlar. Mesele salt ulaşım düzenlemesi olsaydı belki “Aman canım!” diyerek geçiştirebileceğimiz haberlerden biri olurdu. Zaten böyle dediğimiz için de bugün duyuruları takip etmek zorunda kalmıyor muyuz? Bu haber, işçi-öğrencilerin, işçilerin ve emekçilerin ulaşım hakkının bir duyuruyla değişebileceğini
Şimdi sözü Melih Gökçek’ e bırakalım. EGO Genel Müdürlüğü sitesinde yaptığı açıklamada şu ifadelere yer vermiş. Buyurun size belediyecilik anlayışı! “Şehirlerde yaşayan insanların da alt yapı konusunda en büyük hizmet bekledikleri alanlardan birisi de ulaşımdır. Başkentimize ve Ankara Halkına yakışır bir ulaşım hizmeti sunmak amacıyla otobüs filomuzu sürekli yenileyerek güçlendiriyoruz. Hizmetlerde öncü olmaya devam eden, çevre dostu ilk doğalgazlı otobüsleri hizmete sunan ve 1290 otobüs ile en çok doğalgazlı araç filosuna sahip bir kuruluş olma özelliğine sahip Belediyemiz, yolculuğun daha rahat yapılabilmesi için klimalı otobüslerin sayısını artırmaya devam etmektedir. Böylece Halkımız daha modern araçlarla seyahat etme imkânına kavuşacaktır. Filomuza yeni katılan körüklü otobüslerimizin tamamı alçak tabanlı, engelli kullanımına uygun klimalı, kameralı ve GPS takip sistemli araçlardır.” Yukarıda bahsedilen otobüs filosu iyi ama bizler binemiyoruz. Bizlerin kullandığı otobüs filosu küçük otobüsler, dar koltukların olduğu Gökçek dolmuşlarıdır. Bu otobüsler istedikleri gibi gitme hakkını elinde bulunduruyorlar. Örneğin çok hızlı giderek varması gerekenden çok önce durağında
gün yüzüne çıkartmıştır. Ulaşım ve seyahat hakkımız; ekonomik boyutu, kalitesiz ve yetersiz oluşu gibi bir dizi sorunu barındırmasına rağmen şimdi de fiilen elimizden alınmaktadır. Bu kararın özünde ise, beklenilen “müşteri” düzeyini yakalayamayan metronun pazar payını arttırmak vardır. Beytepe Kampüsü’ne ulaşımı sağlayan 230-231 hatlarının kaldırıldığı kararını yorumlarken, ulaşım sektörünün güçlü firmalarından biri olan Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin idari gücüyle yaptığı girişimdir demek yanlış olmaz herhalde.
12
işçi meclisi
Kampüs Gündemi Üniversitelerin bir kısmı Eylül ayında, birçoğu ise Ekim ayı itibariyle yeni eğitim dönemine başlamış olacak. 3-4 aylık bir yaz tatili ardından yeni dönemi kampüsler, üniversite gençliğinin ileriye atıldığı bir dönem olarak değil burjuvazi için sermaye birikiminin bir adım daha yoğunlaştığı, üniversite de ki gerici örgütlenmelerin daha kurumsallaştığı, işçi öğrenci gençliğin ise daha da örgütsüzleştiği bir ortamla karşılamıştır. Yaz aylarında inşaat şantiyelerinin ve paralel olarak işçi ve işçi-öğrenci katliamlarının hızlandığı inşaat sektöründe kampüslerde de AR-GE ve Teknopark, yeni yurt binaları vs. inşaatları ya bitmiş ya da bitmek üzeredir. AKP hükümetinin kör topal vaziyette üniversite ilan ettiği taşra üniversiteleri bankalarıyla, fast-food tekelleriyle, alışveriş merkezleriyle mini bir kent olma yolunda örnek gösterilen merkez üniversiteleri yakalamaya çalışmaktadır. Senatonun valilik, rektörlüğün belediye, özel güvenliğin kolluk olduğu minyatür kentlerde inşaatların TOKİ mantığıyla hızla dikildiği yeni kampüsler işçi ve işçi öğrenci sömürüsü ve bedeni üzerinden dikiliyor. İlk olarak dikkatimizi çekecek olan inşaatlar ya da yeni binalar yeni sömürülere mekan olarak hazırlanmaktadır. Bu inşaatlar sadece buzdağının görünen yüzüdür. Esas işçi öğrenciler için dahası o yapıların içerisinde olmaktadır. Bu gelişim birçok üniversite de güzele dair, işçi öğrencilere dair ne varsa önüne katıp süpürerek götürüyor. İstanbul Üniversitesi’nde Öğrenci Kültür Merkezi’ni gecekondu sahiplerinin kolluk gücüyle evlerinden atılmasını andıran bir şekilde oldubittiyle yıkılıyor kültür, sanat ve sosyal yaşamı darmaduman ediyor, Sakarya Üniversitesi’nde rektörden sosyoloji bölüm profesörlerine kadar “bilimsel bir güruh” tarafından ”öğrenciler apartlarda fuhuş yapıyor.“ bahanesiyle apart daireleri yasaklamaya çalışarak barınma hakkını gasp ediyor, Hacettepe’de üniversitelilerin, Rektör Murat Tuncer “Ben Melih Gökçek’le 3 kez görüştüm ama ikna edemedim.” veryansınları arasında ulaşım hakkı gasp ediliyor, “harç kalktı” nidalarıyla propaganda yapan bakanlar kurulunun aldığı karar gösterilerek Elazığ Üniversitesi’nde ikinci öğretim öğrencilerinden ders başına ek ücret isteyerek haraç kesmeye devam ediliyor, Ankara, Gazi ve Hacettepe Üniversiteleri işbirliği yaparak yarı sanal üniversiteyle hem hayallerimizi hem de cebimizde ki son kuruşlarında (ç)almanın hesabını yapıyorlar. Sistemin asırlık sorunları devam etmekteyken 80’den sonra ülkemizde neoliberal politikaların uygulanması ve bu süreçte hız kazanması üniversite gençliğini de yıkıcı bir şekilde etkilemektedir.
Örgütsüzlüğün kurumsallaştırıldığı, geleceksizlik ve güvencesizlik sarmalıyla bireye doğru çözülen işçi öğrencileri aynı potada eriten işçi öğrenci platformlarını kurmaya adım atmalıyız. Sermayenin ve devletinin bireye doğru çözüp aynı torbada sömürdüğü düzeni aşabilecek nicelik ve niteliksel gücümüz mevcuttur. üniversite-sanayi işbirliği adı altında yapılan üniversitenin bilimsel, akademik çalışma gücünün sermayenin istemleri doğrultusunda işletilmesidir. Bologna süreciyle birlikte sermayenin Dünya’da ki tüm üniversiteler için ön gördüğü model derin bir emek ve doğa sömürüsü modeliydi. Sadece rantsal bir girişime gebe olmamakla birlikte, üniversitenin kamu gücüyle yarattığı laboratuarından, AR-GE ve teknoparklarına kadar ve yeteneklerini geliştirmek için gelen işçi öğrencilerin emeklerinin sömürülmesini hedeflenmekteydi. Metropol üniversitelerinde öğrencileri bireye doğru çözmeye çalışan uygulamalar –kariyer günleri, haftaları, firma tanıtımları, kurumsal firma stajları vs.- yapılmaktaydı. Sermayenin rahatlıkla nüfuz ettiği alan olan üniversite kurulları, üniversitenin kaynaklarını ve elinde bulundurduğu eğitim gücünü sermayeye akıtmaktan çekinmemektedir. Bu noktada vakıf üniversiteleri hakkında bir şeyler yazmayı gerek görmüyoruz. Üniversite sayısının bir anda 2’ye katlandığı ülkemizde üniversite hüviyetini kazanmış olan Taşra üniversitelerinde ise durum çokta farklı değildir. Yerel bazda olduğu düşünülebilen bu üniversiteler bulunduğu şehrin sermaye sahiplerine ve dolaylı olarak ulusal çapta tekelci sermayenin istemleri doğrultusunda şekillenerek gelişim göstermektedir. Hem de çok hızlı bir gelişim.
Üniversitelerin açılışının ilk haftasında barınma, ulaşım, har(a)ç sorunları devam ederken diğer yanıyla YÖK’ün AKP eliyle yeniden dizaynının Gerek 80 Darbesinden sonra planlı bir neoliberalsonuçları da işçi öğrenciler olarak yaşamlarına kanalize olmaya başlamıştır. Bahsetmek istediğimiz izmin uygulanmasına başlayışla gerekse de 12 yıllık
AKP hükümetinin başarısınında bu politikaları daha kapsamlı bir uygulama alanı yaratabilmesiyle iliklerimize kadar yaşadığımız emek ve doğa sömürüsü üniversite gençliğini de teğet geçer diyememekteyiz. Üniversitelerin bugünkü işlevini geleceğin işçisini yaratmak değil, bugünün işçisini var etmek şeklinde açıklayabiliriz. Dolaylı ya da dolaysız olarak öğrenci gençlik bugün araştırma, ödev, tez, staj, proje bazlı çalışma adları ile sermayeye zihin ve bedensel emekle hizmet etmektedir. Demokratik talepler hala yakıcılığını korurken kitlesel bir şekilde sermayeye peşkeş çekilen işçi öğrenci emeği için sınıfsal bir bakış açısıyla ilerleyen bir zemine ihtiyaç büyümektedir. Bugün demokratik gözüken talepler sınıfsal bir mücadelenin berrak safları kadar keskin bir mücadeleyi gerektirmektedir. Yığınsal yoksunlaşma ve sermayenin hizmetkarlığına dönüştürülen işçi öğrenciler bu net ayrımı yapamaz, burjuvazinin saldırılarına karşı gelemez ise derin bir emek sömürüsü mahkumu olarak kalacaktır. Örgütsüzlüğün kurumsallaştırıldığı, geleceksizlik ve güvencesizlik sarmalıyla bireye doğru çözülen işçi öğrencileri aynı potada eriten işçi öğrenci platformlarını kurmaya adım atmalıyız. Sermayenin ve devletinin bireye doğru çözüp aynı torbada sömürdüğü düzeni aşabilecek nicelik ve niteliksel gücümüz mevcuttur. Aynı düşmana karşı ortak direnişle Gezi’de ki yaratıcılığımız, ısrarımız ile kampüsleri de, sokakları da özgürleştirebiliriz.
13
işçi meclisi
"Carpe diem - Anı yaşa!"
Carpe Diem – Anı Yaşa bu kemoterapi ilaçlarından biridir. Burjuva özgürlük anlayışının işçi sınıfına ve emekçi kitlelere içerilmeye çalışılmasının ideolojik formlarından biridir. İşçi sınıfının sosyalist ideolojisi sermaye sınıfına karşı verdiği özgürlük mücadelesinde toplumsal kurtuluşla bireysel kurtuluşu birleşik olarak ele alır, günü ve geleceği birlikte kazanmaya çalışır.
“Keating: Yaşadığın günü kavra! Henüz vakit varken tomurcukları topla. Yazar bunu neden yazmış? Öğrenci: Acelesi var. Keating: Bilemediniz. Ama önemli olan yarışmaktı. Çünkü hepimiz solucan yemi olacağız, arkadaşlar! Buna ister inanın, ister inanmayın, her birimiz birgün nefes almayı kesecek ve öleceğiz. Şimdi öne doğru bir adım atın . Ve geçmişten gelen bu yüzleri biraz inceleyin. Onlara daha önce ciddi olarak bakmadınız. Sizden pek farklı değiller. Aynı saç modeli. Tıpkı sizler gibi hormonlara sahipler. Sizler gibi yenilmez hissediyorlar! Dünya onlar için bir istiridye. Çok büyük şeyler başaracakalarına inanıyorlar. Sizler gibi gözleri umutla dolu. Peki yapabileceklerini yapmak için yaşamaya acaba geç mi başladılar. Çünkü bu oğlanlar artık çiçeklere gübre oldu. Ama eğer artık dikkatle dinlerseniz size fısıldadıklarını duyarsınız. Yaklaşın. Dinleyin! Duyuyor musunuz? Carpe…Carpe… Carpe Diem… Yaşadığınız günü kavrayın çocuklar. Hayatınızı olağan dışı yapın!“ Ölü Ozanlar Derneği filminden aktardığımız bu satırlarla amaç intihar eden Robin Williams’a övgü düzmek değil. Kimilerinin yapmaya çalıştığı gibi oyuncu ile karakterini aynılaştırmak saçma
bir çaba. Hollywood sektörünün bir parçası olmuş, Irak ve Afganistan işgallerinde ABD ordusuna moral ziyaretlerinde bulunmuş, emperyalist ABD’nin Vietnam’da yaptığı tüm katliamları “Good Morning Vietnam” filmi ile güya savaş karşıtlığı üzerinden meşrulaştırmaya araç olabilmiş bir aktörü Ölü Ozanlar Derneği’ndeki edebiyat öğretmeniyle benzeştirmek ne kadar yerinde? Bir yanda burjuva özgürlük anlayışının en belirgin sloganlarından Carpe Diem, diğer yanda emperyalist açık işgallere verilen destek. Küresel sinema-eğlence sektörünün temeli olan
Hollywood!un emperyalist-kapitalist kültürü dünya üzerinde egemen kılarken bu işgal ve askeri saldırganlığın düzlediği yolda rahatça ilerleyebildiğini de not edelim. O yolda ilerleyen emperyalist-kapitalist sistem, savaş karşıtlığına ihtiyaç duyuluyorsa savaş karşıtı filmler, yok eğer emperyalist askeri saldırganlık dönemindeyse bu saldırganlığı meşrulaştıracak, kitleleri savaşın haklılığına ikna edecek filmler piyasaya ardı ardına sürülür.
Yukarıda Carpe Diem’le, emperyalist-kapitalist saldırganlığın karşı karşıya getirildiği hissine kapılmayın. Bir madalyonun iki yüzü gibidir onlar. Birbirini besler büyütür. Carpe Diem, yani “anı yaşa” burjuva pozitivist felsefenin temel mottosu, burjuva özgürlük anlayışının, Gıda ve su eylem ve bireyciliğin temel kredosudur. Neoliberalizmle direnişlerine hazırlanalım. birlikte “toplum diye birşey yoktur, birey vardır” Kesilen her ağaç, yok edilen her diyen Thatcher’ın felsefesinin tipik bir söylemidir yeşil alan, her termik ve hidroeözünde. Geçmiş ve gelecek yok, “an” ve sen lektrik santralın açlık ve susuvarsın. Gelecek dediğin şey de solucanlara yem zluk demek olduğu bir noktaya olmaktan başka birşey değil. Gayet de materyalgeliyoruz. ist bir çıkarım. Solucanlara yem ya da çiçeklere gübre olmak dışında pek bir seçeneğimiz yoksa şu fani dünyada anı yaşamak, yaşam denilen o kısa süreyi daha özgür ve mutlu yaşamaya çalışmak hiç de mantıksız değil. Bize yapılan bu çağrı zamanında çok çekiciydi. Bugün TV reklamlarında neredeyse her metayı anı yaşa, satın al, özgürleş sloganlarıyla pazarlayan kapitalizm koşullarında ise ağzımızda buruk ve acı bir tat bırakıyor.
Tuhaf ama özgürlük kavramı ve liberal ilişkiler de o koşullarda çekici geliyor. Yerine oturmayan bir şeyler var... Belirsizlik felsefesinden çıkış alan tüm siyasal yorumlar gelecek diye birşey olmadığını vaaz ederken fani bireylere anın tadını çıkarmak dışında bir çıkış yolu bırakmamıştır
izlemeye. İstikameti oraya çeviriyor ve gidip edebiyat öğretmeni Keating’le tanışıyoruz.
Gelişmiş kapitalizm ve onun burjuva demokrasisi içinden ve onun ihtiyaçları dolayımıyla konuşan Keating hala 12 Eylül faşizminin ciddi etkilerini yaşayan, neredeyse yaşamın her anında askeri emir-komuta zincirinin hakim olduğu bir ülkede bize çarpıcı geliyor. Burjuva liberal özgürlük anlayışının sloganları aradığımız şey olduğu yanılsaması yaratıyor. Yine de ters giden bir şeyler olduğu açık. Bilincimizde geleceğin özgür ve sosyalSene 1989 lise sondayım. Haylazlığa doymamış ist dünyası için örgütlü ve planlı bir mücadele olmalıyız ki tepişirken bir arkadaşımız kayürütmek olmazsa olmaz bir inanç durumunda. zayla kafasını bir yere çarpmış ve bayılmış. Anı yaşayarak, geleceğe dair plan yapmadan ve Onu hastaneye götürmemiz lazım. Ancak cetoplumsallık yerine bireyi öne çıkararak bunu plerimizde metelik yok. Hızlı bir şekilde hem nasıl yapacağız?! Tuhaf ama özgürlük kavramı ve öğretmenlerden hem öğrencilerden pamuk ellere liberal ilişkiler de o koşullarda çekici geliyor. Yerceplere tarzında para toplayıp hastanenin yolunu ine oturmayan bir şeyler var. Faşizm koşulları bizi tutuyoruz. Şansımıza bir arkadaşın anne ve zorla depolitazasyona uğratırken, gelişmiş kapibabası hastane çalışanı. Onlar herşeyi sorunsuz talizm ve onların tekelci burjuva demokrasileri bu ve ücretsiz şekilde hallediyorlar. Arkadaşın da depolitizasyonu burjuva ideolojisinin içeriklerini durumu iyi çıkıyor. Onu bir taksiye bindirip evine rıza üreterek sağlamaya çalışıyor. Fukuyama “tariyolluyoruz. Kalan parayla da biz dört kafadar hin sonunu” ilan etmek üzeredir. Gorz “elveda sinemanın yolunu tutuyoruz. Çokça övüldüğünü proletarya” demişken “büyük anlatıların sonunun duyduğumuz “Ölü Ozanlar Derneği” filmini geldiği” vaaz edilmekte, sosyalizmin güzel ama umutsuz bir çaba olduğu üzerine sayfalar dolusu yazılar yazılmaktadır. Aynı günlerde modern revizyonist sistemin de gürültüyle çökmesi tüm bu ideolojik-siyasal-kültürel atmosferde kitlelerde bir amaç ve gelecek tasarımı yokluğunu da doğurmakta gecikmemiştir. Belirsizlik felsefesinden çıkış alan tüm siyasal yorumlar gelecek diye birşey olmadığını vaaz ederken fani bireylere anın tadını çıkarmak dışında bir çıkış yolu bırakmamıştır. Kapitalist sosyal-siyasal-ekonomik sorunlar karşısında derin bir özgürlük açığı ve yoksunluk yaşayan insanlara burjuvazinin vaadi bu kadar oluyor! Anı yaşa! Yaşayabilirsen.
14
işçi meclisi
Güçlü Yaman:
Rojova ve Şengal izlenimleri
Uzun yıllardır Almanya’da yaşayan, çeşitli sosyal sorunları konu edinen filmler yapan ve yeni bir film çekmek için gittiği Rojava ve Şengal'deki izlenimlerini almak için Devrimci Proletarya olarak Güçlü Yaman ile konuştuk. -Kürtçe çeviri sorunu, güvenlik sorunu ve iletişimde ciddi zorluklara ve engellere rağmen, kameranı sırt çantanı aldın, Rojava ve Şengal´e gittin. Neden Rojava ve Şengal? -Arap baharından etkilenen ülkelerde yaşanan isyanlar ve iktidar değisiklikleri üzerine çok seyler söylendi filmler belgeseller yapıldı. Rojava devrimi aynı sürece paralel gelişmesine rağmen orayla ilgili çok fazla şeyin kamuoyuna yansıdığını söyleyebilmek mümkün değil. Rojava dünyada pek bilinmeyen bir yer olarak kaldı. Ben de yapacağım bir filmle orada olan bitenle ilgili kamuoyuna bir şeyler yansitmak istedim. Rojava’nın ne kadar bilindiğine dair Şengal dağındayken ilginç bir anım oldu. Dağa çok nadir gelen haber ekiplerinden birinde çalışan birisiyle yaptığım bir sohbette Rojava adı geçince bana “Rojava neresi?” diye sormuştu. Dünyanın en büyük haber ajanslarından birinde çalışıp Şengal dağına kadar gelen birisi Rojava’nın adını bile duymamaştı. Güvenlik konusunda söyleyebilecegim şey, oralarda bir şey yapabilmek icin biraz tehlikeyi göze almak gerekiyor. -Çektiğin film ne anlatıyor? Rojava’da film daha planlama aşamasındayken IŞİD Şengal’e saldırdı. Yaşananların tarihsel bir felaket olduğunu ve bunun filme çekilmesinin şu an Rojava’dan daha önemli olduğunu düşünerek Şengal dağına gitttim. Bir süre orada kalıp olanı biteni çektim, köylerde ve dağlarda yaşayan insanlarla röportajlar yaptım. Dolayısıyla filmin temel konusu da değişti, Şengal’de IŞİD saldırısından sonra yaşananları anlatan bir belgesel oldu. -Rojavada yönetimin kolektif olduğu ve kadın devrimi olduğu çok söyleniyor. Bu yönlü gözlemin nasıl? -Yönetimin en aşağıdaki organlarını komünler oluşturuyor. Komünlerin varlığı yöreden yöreye farklılıklar gösterebiliyor. Komünlerin toplantılarına katılmak gibi bir planım vardı fakat dediğim gibi Şengal’e gidince kaldı. Halkın sorunlarının yada taleplerinin ilk elden konuşulduğu yerler komünler. Komünler aynı zamanda halka hizmet ulaştırmada da yer alabiliyorlar. Mesela merkezi olarak üretilen ekmeğin dağıtımının organizasyonunda komünler önemli bir yer tutuyor. Belediyelerin komünlerde temsilcileri var bir de komün sorumlularından oluşan şehir
meclisi var. Halkın sorunlarının çözümünde önemli yerlerden birisi olan Mala Gel (Halkevi) var. Devrimden sonra ilk belediye hizmetleri de Mala Gel’ler üzerinden sağlanıyor. Zamanla belediyeler kuruluyor. Devrim sırasında kadınların “kadın devrimi” denecek kadar özel bir rol oynayıp oynamadiklarini bilmiyorum. Siyasi yasamin örgütlenmesinde Kuzey Kürdistan’daki Kürt hareketinden de bildigimiz uygulamalar orada da gecerli. Toplumsal yasamin örgütlenmesi ile ilgili yaptigim konusmalarda sik duydugum seylerden birisi “daha önceki tecrübelerimizin de yardimiyla” oldu. Tecrübeyle kastedilen kamplarda, gerillada yada hareketin toplumsal desteginin yogun oldugu yerlerde edinilen tecrübeler. -Buralarda nüfus yoğunluğu nasıl ve ne iş yapalır, sadece tarım, ticaret vb mi yoksa sanayi küçük de olsa var mı? Halkin temel geçim kaynağı ne? -Evet tamamen öyle. İnsanların hayatlarını daha çok tarım, hayvancılık ve ticaret üzerinden kazanıyor. Amude ve Rimelan civarında büyük ölçekli olmasa da bir sanayinin olduğunu öğrendim. Sulama, biçer v.b gibi ziraat araçları yapılıyor Rojava’daki herşeyi belirleyen iki temel şey var. Birisi savaş diğeri ambargo. Anladığım kadaYöneticilerle halk arasındaki ilişki de en rıyla kaynakların ciddi bir göze çarpan özelliğin bölümü savaşa harcanıyor. hepimizin yaşadığı- Ambargo’dan dolayı da bir çok üretim ve tüketim malmız yerlerde alışık olduğumuzun aksine zemesinin bulunmasında halkın orada “adam sorunlar yaşanabiliniyor. Yönetim özellikle son bir yerine” konulması olduğu söylenebilir. yılda halkın temel ihtiyaçKendi insanlarına ya- larının karşılanması noktabancılaşan yöneticiler sında yol katetmiş. Bunlar yerine onları ve so- elektrik, su ve ekmek gibi runlarını önemseyen şeyler. IŞİD’in Rakka ve insanlarla karşılaştım Deyre Zor’u ele geçirmesinin ardından ciddi bir elektrik sorunu yaşanmış. Cezire kantonuna gelen elektriği kestikleri için kantona ulaşan toplam elektrik kapasitesi ciddi oranda azalmış. Elektrik olmayınca bütün yaşam zor oluyor. Pompalar çalışmadığı için su ihtiyacı da karşılanamıyormuş. Şu an tamamen olmasa da kısmen bu problemler çözülmüş durumda. Ekmek üretimi ve dagıtımı da merkezi hale getirilerek çözülmüş. -Sağlık, eğitim, ulaşım, iletişim vb. durum nasıl? -Ben sadece Cezire Kantonu’na gidebildiğim için daha çok oradaki durumla ilgili bir şeyler söyleyebilirim. Cezire Kantonu’ndan Kobani ve Afrin kantonlarına gidebilmek aradaki IŞİD kuşatmasından dolayı mümkün değil. Sağlık alanındaki işlerin yürütülmesinde birinci dereceden söz sahibi olan tüm sağlık çalışanlarının dahil olduğu sağlık komisyonları var. Buralarda alanla ilgili meseleler konuşuluyor ve neler yapılacağına karar veriliyor. Sağlık hizmetleri ve ilaçlar çok ucuz. Bu durum devrim öncesinde de
olan bir durum. Ambargodan dolayı bazı önemli sağlık cihazları edinilemiyor. Bu cihazları özellikleri gereği kaçak olarak ülkeye sokabilmek de mümkün değil. Şehir içinde ulaşım taksi ve taksi dolmuşlarla sağlanıyor. Toplu ulaşım aracı olarak sadece şehirler arası minibüsler var. Bu minibüslerle kantondaki tüm şehirlere gidebilmek mümkün. Cep telefonu şebekesi olarak en çok Türkiye şebekeleri kullanılıyor. Kantonun doğusunda Derik taraflarında yer yer Irak şebekelerini de kullanabilmek mümkün. Sabit hatlar bazı problemlere rağmen çalışıyor. İnternete şehirlerde cep telefonu üzerinden yada internet cafelerden girebilmek mümkün. Eğitim alanıyla ilgili ayrıntılı şeyler bilmiyorum. Normal eğitimin yanında ana dil kurslarının açıldığını ve yüksek öğretim alanında bazı çalışmalar yapıldığını duydum. -PYD yöneticileri ile halk arasındaki ilişki nasıl? Yöneticilerle halk arasındaki ilişki de en göze çarpan özelliğin hepimizin yaşadığımız yerlerde alışık olduğumuzun aksine halkın orada “adam yerine” konulması olduğu söylenebilir. Kendi insanlarına yabancılaşan yöneticiler yerine onları ve sorunlarını önemseyen insanlarla karşılaştım. -Sen geniş bir bölgeyi dolaştın Şengal izlenimlerin nasıl, genel olarak basına yansıyanın dışında. IŞİD’in varlığı ve etki alanı hakkında neler söyleyebilirsin? -Şengal dağı ve dağa giden yol HPG-YPG’nin kontrolünde. Bu yol Cezza ve Rabia üzerinden Rojava’ya bağlanıyor ve HPG-YPG tarafından kontrol ediliyor. Burası aynı zamanda Şengal’den kaçış güzergahı ve Şengal’e IŞİD saldırısının hemen ardından HPG-YPG güçleri tarafından güvenli hale getirilen koridor. Koridor denmesinin nedeni hemen yakınlarında IŞİD’in kontrol ettiği bölgeler olması. Ben dağdan dönmeden kısa bir süre önce IŞİD bu koridora yönelik saldırı başlattı. Saldırının esas merkezi Cezza’ydı ama Rabia’da da çatışmalar oldu. Döndükten sonra okuduğum haberlere göre HPG-YPG uzun süren çatışmalardan sonra bu saldırıyı püskürtmeyi başardı. Geçen hafta YPG’nin bu koridoru güvenlik nedeniyle bir süreliğine sivil ulaşıma kapattığını ama sonradan açtığını duydum. Ben oradayken Şengal’in dışında da bir çok köy hala IŞİD kontrolü altındaydı. HPG-YPG ile IŞİD arasında dağın çevresinde hemen her gün irili ufaklı çatışmalar yaşanıyor. Bunların hiç biri ana akım medyaya yansımıyor. IŞİD daha geniş konuşulması gereken bir mesele. Kısaca şu söylenebilir. IŞİD’i şu yada bu ülkenin hatta bazen birbiriyle hiç bir konuda biraraya gelmeyen bir çok ülkenin hepsinin birden masası gibi gören komplocu yaklaşımları doğru bulmuyorum. IŞİD’i kendi tarihselliğinde ve Ortadoğuda’ki temal kamplaşma ekseninde bir yere koyarak değerlendirebilmek gerekiyor. Aynı zamanda toplumsal destek de bulabilen bir yapı.
15
işçi meclisi
Avrapa'da Kobane eylemleri
Rojavanın Kobané Kantonuna IŞİD çetesinin saldırısı ve YPG güçlerinin direnişi 12. gününe girdi. Direnişe destek ve IŞİD çetesinin saldırılarına karşı Avrupa genelinde eylemler başladı.
KCD-E’nin “gün ulusal serhildan günüdür” çağrısına uyan Avrupa’da yaşayan Kürdistanlılar ve sosyalistler, devrimciler Kobanê için alanlara çıktı. Onlarca kentte Parlamento binaları, konsolosluk önünde eylem yapan Kürdistanlılar, talepleri kabul edilene kadar eylemde olacaklarını belirtiyor.
Paris Fransız Parlamentosu önünde bir araya gelen yüzlerce kişi, Dışişleri Bakanı ile acil görüşme talep etti. Gece eylemcilerin talebine olumlu yanıt verilmediği gelen bilgiler arasında. Eylem sırasında ara ara Fransa polisinin eylemcilere müdahale tehditleri savurduğu açıklandı. Paris’in farklı bölgelerinden çok sayıda kişi parlamento binası yanındaki Aristide sokağında bir araya geldi. Polis parlamento çevresinde yoğun tedbirler aldı. Eyleme gelenler parlamento önünden geçirilmezken, farklı yollardan Aristide sokağına yönlendirildi. Gece boyunca süren eylemlere Devrimci Proletarya okurlarıda katıldı.
Nürnberg Akşam saat 20.30 sularında ise Nürnberg kentinde yaşayan Kürdistanlılar ve dostları Türk konsolosluğu önünde toplanmaya başladı. Yaklaşık 200 kişinin katıldığı eylemde göstericiler konsolosluk binası önünde oturma eylemi başlattı. “Terörist Türkiye”, “Terörist Erdoğan” ve “Yaşasın Kobanê direnişi” sloganları atan kitlenin eylemi yaklaşık iki saat sürdü.
Frankfurt Frankfurt’ta Halk İnisiyatifi tarafından Kobanê’deki saldırılara karşı 50 dolayında Kürdistanlı Avrupa’nın en büyük havaalanı olan Frankfurt havaalanını işgal etti. Eylemciler Kobanê’de büyük bir saldırı olduğu, Avrupa’nun buna sessiz kaldığını belirterek “Kobanê’de büyük katliamların yaşanmaması için Avrupa acil olarak bölgeye müdahale etmeli. Biz de Avrupa’da yaşayan Kürdistanlılar Kobanê ve Rojava’daki halkımızın her zaman yanında olacağız. Eylemimizi büyük bir kararlılıkla sürdüreceğiz” diye konuştular. “Terörist IŞİD”, “Türkiye finanse ediyor, IŞİD vuruyor”, “Rojava’da katliam var” pankartlarını açan göstericiler PYD bayrakları ile Ab-
dullah Öcalan’ın posterlerini taşıdı. Göstericiler sık sık “Biji Serok Apo” ve “Yaşasın Kobanê direniş” sloganları attı.
Stuttgart kentinde ise kalabalık bir grup oturma eylemi başlattı. Kentin işlek noktalarından olan Schlossplatz Meydanı’nda toplanan yüzlerce Kürdistanlı ve dostu Kobanê direnişine destek vermek için nöbet eylemine geçti.
Hannover Hannover kentinde ise Demokratik Kürt Toplum Merkezi’nin organize ettiği yürüyüşe 3 bin kişi katıldı. Yürüyüş güzergahı Hannover şehir merkezinin en kalabalık noktalarından geçti. Göstericiler NAVDEM”in Kobanê için Almanca kaleme aldığı binlerce bildiriyi dağıttı. Yürüyüşe Hannover ve çevresinde yaşayan Kürdistanlıların yanı sıra Demokrat Güç Birliği bileşenleri ile Alman sol-sosyalist grupları olmak üzere onlarca kitle örgütünün temsilcisi destek vererek katıldı.
Berlin IŞİD çetesinin Kobane’ye yönelik saldırılarını protesto etmek ve Kobane direnişine destek vermek için Almanya Demokratik Kürt Toplum Merkezi tarafından organize edilen Berlin’deki nöbet eylemi ise dua ve ezgilerle sona erdi. Perşembe günü Alman Federal Meclis binasının bulunduğu tarihi Brandenburg Tor meydanında başlatılan nöbet eylemi bugün akşam saatlerine doğru sona erdi. Nöbet eylemine kalabalık bir grupla katılan Alman Protestanlar Birliği baskı ve katliam tehdidi altında olan halklar için dua merasimi yaptı. Eylemde aktif destek veren Kürt kadınları ise Alman devlet televizyon kuruluş ARD’ye Kobanê’ye yönelik saldırıları anlatan dosya verdiler. Berlin Kürt Kadın İnisiyatifi tarafından yapılan bu etkinliğe Devrimci Proleterya da destek verdi. Nöbet eyleminde son sözü KOMEL Derneği’nin çocuk korosu söyledi. Kürt ulusal giysileriyle sahne alan çocuk korosunun seslendirdiği şarkılar ilgi gördü.
Saarbrücken Saarbrücken kentinde ise Kürdistanlılar Saarland Eyalet Meclisi önünde oturma eylemi yaptı. Sabah saat 10:00'da kefenler giyerek Kobanê’yi destekleyen pankartlar açan Kürdistanlılar hazırladıkları dosyaları parlamento yönetimine ve grubu bulunan bütün partilere sundu. Ayrıca eylem yerine gelen basın kuruluşlarıyla da görüşen göstericiler eylemleri hakkında röportajlar verdiler.
Manneheim Mannheim’da yaşayan Kürdistanlılar ise Marktplatz’da bir miting gerçekleştirdi. IŞİD çetelerinin protesto edildiği mitingi Demokratik Kürt Toplum Merkezi ve Demokratik Güç Birliği tarafından organize edilen mitingde insan zinciri oluşturuldu. Yaklaşık 300 kişinin katıldığı eylemde uluslararası güçlere çağrıda bulunularak bir an önce Kobanê için harekete geçilmesi istendi.
Hamburg Hamburg’ta yaşayan Kürdistanlılar Kobanê direnişine dikkat çekmek amacıyla Eyalet Parlamentosu’na yürüdü. Polisin engelleme girişimlerine ve barikatına rağmen, kitle parlamento önüne ulaşarak, bir açıklama yaptı.
Essen Essende yaşayan Kürtler de sokağa çıktı. Merkez tren istasyonu önünde toplanan yüzlerce kişi, taşıdıkları pankart ve dövizlerle Kobanê’de IŞİD çetelerine karşı direnen YPG’yi selamladı. Eylemde, bir grup Kürt kadını kefenler giyip, ellerini zincirleyerek, kent merkezinde geçen ana yolu bir süreliğine trafiğe kapattı. Yolda oturma eylemi yapan kadınlar, eylemlerine ilişkin bildiriler dağıttı.
Hollanda Kürdistanlılar Kobanê direnişine dikkat çekmek için Amsterdam Schiphol Havaalanı’nı işgal etti. Kobanê’ye yönelik IŞİD çetelerinin saldırılarına dikkat çekmek ve Hollanda kamuoyunu yaşananlar karşısında duyarlı kılmak amacıyla Hollanda’da yaşayan Kürdistanlılar Schiphol Havaalanı’nı işgal etti. 100150 kişilik grup, oturma eylemine başladı.
Avusturya Avusturya’nın başkenti Viyana’da Kobanê Direnişi’ne destek vermek amacıyla bir yürüyüş düzenlendi. Viyana Demokratik Kürt Toplum Merkezi’nin organize ettiği eylemde PYD, Avesta Kürt Kadınlar Derneği, ATİGF, TİKB, KOMitern, ADHK, KCR, YXK, DIDIF, AKÖ, SLP, ATİK, YDK gibi birçok kurum da yer aldı.
Toronto Kanada’nın Toronto kentinde Kürt Derneği, DAİŞ çetelerinin Kobanê’ye saldırılarına karşı kamuoyunu duyarlı kılmak için ABD konsolosluğu önünde oturma eylemi başlattı.
“IŞİD insanlığa hakaret ediyor”, “Kürdistan’a özgürlük”, “IŞİD çocukları katlediyor”, “Uluslararası kamuoyu ayağa kalk”, “Kürdistan’da insani bir kriz var ama dünyanın umrunda değil” yazılı dövizleri taşıyan kitle, DAİŞ’in Kobanê yönelik saldırılarını protesto etti.
Brüksel ABD Konsolosluğu önünde bir eylem düzenlendi. Yaklaşık 100 kişi DAİŞ’in Kobanê’ye saldırısı protesto edildi. “Biji berxwedana Kobanê”, “BijiYPG, YPJ”, “IŞİD katil, Türkiye işbirlikçi”, “Yaşasın uluslararası dayanışma” sloganlarının atıldığı eyleme Belçika polisi saldırdı.
Norveç Başkent Oslo`da yaşayan Kürdistanlılar Kobanê`de yaşananlara dikkat çekmek amacıyla bir oturma eylemi başlattı. Parlamento önünde gece saat 20’den itibaren toplanmaya başlayan Kürtler burada Kobanê’de yaşananlara dikkat çekmek için oturma eyleminin startını verdi. Sosyal medya üzerinden geliştirdikleri inisiyatifle toplanan Kürtlerin sayısı gittikçe artarken eylemi Norveç televizyonları da görüntüledi.
Kopenhag Danimarka Kürt Kültür Lokali’nde bir grup Kürt ve dostlarının başlattığı açlık grevi devam ediyor. Grevcileri ziyaret eden Danimarkalı milletvekili Nikoloj Villumsen, “Kobanê ve Şengal’deki IŞİD saldırılarını durdurmanın tek yolu orada mücadele eden güçlerin silahlandırılmasıdır” dedi. Diğer taraftan açlık grevinin yapıldığı Danimarka Kürt Kültür Merkezi, insan akınına uğruyor. Onlarca kişi, açlık grevine katılmak için müracaatta bulundu.
Bordeaux Bordeaux kentinde 24 Eylül’den bu yana açılan Kobanê Direniş çadır eylemi devam ediyor. Hergün 11:00’dan 19:00’a kadar yapılan eylemde Kobanê’deki gelişmeler hakkında bilgilendirme yapılıyor. Bu arada Kobanê’ye IŞİD çetelerinin saldırılarına dikkat çekmek amacıyla Kürt çocukları okulları boykot etti. Öte yandan Boreaux Valiliği ile de bir görüşme yapan Kürdistanlılar duyarlılık çağrısında bulundu.